text
stringlengths
115
474k
Haklar
stringclasses
21 values
Kararın Bağlantı Linki
stringlengths
53
58
Başvuru Konusu
stringlengths
0
2.09k
labels
int64
0
1
Başvuru, kadastro davasının makul sürede bitirilememesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 19/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 30/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/2/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuruya konu belgelerin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 18/3/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Mardin ili, Kızıltepe ilçesi, Kileybin köyünde 1956 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında 6, 7, 8, 11, 12 ve 13 parsel numaralı taşınmazlar, F.S. ve müşterekleri adına tespit edilmiştir. Bu tespite karşı 11/10/1956 tarihinde Y. ve müşterekleri tarafından F.S. ve müşterekleri aleyhine Kızıltepe Gezici Arazi Kadastro Hakimliğinin E.1956/200 sayılı dosyasında tespite itiraz davası açılmıştır. Kızıltepe Gezici Arazi Kadastro Mahkemesi, 20/12/1956 tarih ve E.1956/200, K.1956/160 sayılı kararı ile davanın reddine karar vermiştir Anılan karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/1/1958 tarih ve E.1957/8177, K.1958/30 sayılı ilâmı ile bozulmuştur. Bu ilam sonrası dava dosyası, Kızıltepe Gezici Kadastro Hakimliğinin E.1958/15 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Başvurucular Mehmet Salih Yılmaz, Halit Yılmaz dava konusu taşınmazları davalı F.S. ve müştereklerinden satın aldıkları iddiasıyla 14/5/2003 tarihli dilekçeleriyle, aynı şekilde başvurucu Hüseyin Aydemir de 14/7/2003 tarihli dilekçesiyle davaya müdahil olarak katılma talebinde bulunmuş, Mahkemece 16/7/2003 tarihli duruşmada başvurucuların müdahale taleplerinin kabulüne karar verilmiştir. Mahkemenin kapatılması ve dava dosyalarının Mardin Adliyesine devredilmesinden sonra dava dosyası, Mardin Kadastro Mahkemesinin E.2013/44 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Mardin Kadastro Mahkemesi 5/10/2015 tarihli ve 2013/44, K.2015/47 sayılı kararıyla başvurucuların açtığı davanın kabulüne karar vermiştir. Gerekçeli karar tebliğ aşamasındadır. Başvurucular, 19/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları, maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, maddesinin birinci fıkrası ve maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi (bkz. Güher Ergun ve Tosun Tayfun Ergun, B. No: 2012/12, 17/9/2013, §§ 16-22).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6267
Başvuru, kadastro davasının makul sürede bitirilememesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru; kamulaştırmasız el atmaya dayalı olarak hükmedilen tazminatın ödenmemesi ve hükmedilen yasal faizin enflasyon karşısında yitirilen değerinin karşılanmaması nedenleriyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/10/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kayıtlarından anlaşıldığı şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki bulunduğu taşınmaza fiilî olarak el atıldığı gerekçesiyle Ankara Büyükşehir Belediyesine (Belediye) karşı açılan tazminat davası sonucunda Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin 13/7/2012 tarihli kararıyla başvurucular lehine toplam 362 TL tazminata hükmedilmiş, ayrıca bu alacağa dava tarihinden itibaren yasal faiz işletilmesine karar verilmiştir. Başvurucular asıl alacak ve işlemiş yasal faizlerle birlikte toplam 073,36 TL'nin tahsili için Belediye aleyhine Ankara İcra Dairesinde (İcra Dairesi) 9/2/2015 tarihinde ilamlı icra takibi başlatmışlardır. Başvurucular ödeme yapılmadığından bahisle 18/10/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. UYAP kayıtları üzerinden yapılan araştırmada Belediye tarafından 24/10/2019 tarihinde İcra Dairesine 077,22 TL ödeme yapıldığı, İcra Dairesince de 30/10/2019 tarihinde başvurucular vekilinin hesabına 896,90 TL aktarıldığı görülmektedir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/35837
Başvuru, kamulaştırmasız el atmaya dayalı olarak hükmedilen tazminatın ödenmemesi ve hükmedilen yasal faizin enflasyon karşısında yitirilen değerinin karşılanmaması nedenleriyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, başbakan yardımcısı hakkında kullandığı ifadeler nedeniyle aleyhine tazminata hükmedilen başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olay tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Kocaeli milletvekilidir. Başvurucu 2017 yılının Ağustos ayının başlarında mensubu olduğu partinin Gebze ilçesinde düzenlediği basın toplantısına katılmış ve burada bir konuşma yapmıştır. Başvurucu; partisinin iç işleyişine, belediyenin icraatlarına ve yerel seçimlere ilişkin değerlendirmelerde bulunduktan sonra "FETÖ'nün siyasi ayağının hiç gündeme gelmediğini" belirterek konuşmasında şu ifadeleri kullanmıştır: "...Bunların alayı FETÖ’cü, AKP Genel Başkanı (...), Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı (...), Başbakan Yardımcısı Fikri Işık, Gebze Belediye Başkanı (...) de FETÖ’cü. Türkçe Olimpiyatlarını hatırlayın. FETÖ’cü derken 15 Temmuz da silahı aldı darbeci diye demiyoruz. Sağladıkları imkanları ve işbirlikleri olarak söylüyoruz. Milat 17-25 Aralık değil. Türkiye’nin en büyük hırsızlığıdır 17-25 Aralık. Bunlar hesap vermeden FETÖ bitmez. Bunlara hakkımızı helal etmiyoruz. Sokaklarda olmaya devam edeceğiz. Kocaeli'nin sorunlarını gündeme taşımaya devam edeceğiz. 2019 Türkiye için milat olacak. Bunlardan hızla kurtulmamız lazım. Çünkü Türkiye'ye yazık oluyor. " Anılan ifadeler, Kulis Haber sitesinde "Haydar Akar yine saçmaladı"; Gerçek Kocaeli haber sitesinde "Bunların Alayı Fetö’cü"; Gebze Haber sitesinde ise "Akar, Bunların Alayı FETÖ’cü" başlıklarıyla haberleştirilmiştir. Dönemin Başbakan Yardımcısı Fikri Işık (davacı) başvurucunun konuşmasında kişilik haklarına saldırıda bulunduğu iddiasıyla Kocaeli Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) manevi tazminat davası açmıştır. Davacı başvurucunun basın toplantısında kendisini Fetullahcı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olmakla itham ettiğini ve anılan ifadelerin basına yansımasıyla kişisel ve siyasi itibarının zarar gördüğünü ileri sürmüştür. Mahkeme 7/12/2017 tarihli kararla davanın kısmen kabulü ile başvurucunun davacıya 000 TL tazminat ödemesine karar vermiştir. Mahkemenin gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Davalı Haydar Akar’ın basın toplantısı sırasında yaptığı açıklamada davacının ismini de belirterek kullandığı 'FETÖ’cü', 'Bunlar hesap vermeden FETÖ bitmez', 'Fikri Işık da bunların hepsi FETÖ’cü', ifadeleri nedeniyle isnatta bulunduğu anlaşılmaktadır.Dini değerleri kullanarak faaliyetlerini çocuklar ve öğrenciler üzerinde yoğunlaştırarak yurt içinde ve yurt dışında yetiştirdiği beyni yıkanmış üyelerini finans ve siyasi güçleriyle demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti kamu kurumları içine sokmaya çalışarak uzun yıllar faaliyete bulunan FETÖ/PDY örgütünün 15/07/2016 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde yuvalanan aralarında general ve amirallerinde bulunduğu subay, astsubay, uzman er ve erbaşlar ile askeri öğrencileri aracılığıyla Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmak ve Anayasal Düzeni değiştirmek amacıyla darbe teşebbüsünde bulunan örgütün Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması olduğu, kamuoyunda kısaca FETÖ’cü olarak tabir edilen kişilerin vatan haini olduğu yargısal kararlarla tanımlandığı tartışmasızdır.Davalının FETÖ’cü isnadını destekleyen bir ipucu açıklamada yer almamaktadır. Anayasa'nın 56/ maddesine göre demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez öğelerinden sayılan siyasal parti üyesi olarak davalı; politika alanında rekabet içerisinde eleştiri hakkını kullanırken hukuk düzeninin suç saydığı eylemleri isnat ederken suçun işlendiği yolunda kuvvetli şüpheye ilişkin olguların varlığı ortaya koyması gerektiği, buna ilişkin emare göstermediğinden davalının eylemi eleştiri sınırını aşarak hukuka aykırı asılsız açıklama niteliğinde olduğundan davacı Fikri Işık’ın kişilik haklarını ihlal ettiği anlaşıldığı, olayın davacıyı derin üzüntüye sevk ettiği, davalı tarafın kusurlu eylemi ile yaşamak durumunda kaldıkları manevi acının giderilmesi gerektiği..." Karara karşı taraflarca istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Daire) 22/11/2018 tarihli ilamla başvurucunun istinaf isteminin esastan reddine, davacının istinaf isteminin ise kısmen kabulüyle davacıya 000 TL tazminat ödemesine kesin olarak karar vermiştir. Daire gerekçesinde; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına atıfta bulunularak olayın gelişim tarzı, olay tarihi, tarafların sıfatları, işgal ettikleri makam, tespit olunan sosyal ve ekonomik durumları ile manevi tazminatın amacı gözetildiğinde Mahkemece takdir edilen manevi tazminat miktarının yetersiz olduğu belirtilmiştir. Anılan ilam, başvurucuya 27/12/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. A. Ulusal Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” kenar başlıklı maddesi şöyledir:  “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de,bu zararı gidermekle yükümlüdür.”B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Koray Çalışkan, B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17-23; Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 29-
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2593
Başvuru, başbakan yardımcısı hakkında kullandığı ifadeler nedeniyle aleyhine tazminata hükmedilen başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, köşe yazarı olan başvurucunun bir yazısı nedeniyle cezalandırılmasının ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiaları hakkındadır. Başvuru, 23/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçeler ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 28/11/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı, 29/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için 29/12/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 28/1/2015 tarihli görüş yazısı 4/2/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu, görüşünü süresi içinde 11/2/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. 21/5/2015 tarihinde yapılan Bölüm toplantısında, başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, ulusal düzeyde yayın yapan Cumhuriyet Gazetesinin 4/7/2013 tarihli nüshasında, 31/8/2013 tarihinde İstanbul’da başlayıp yurt geneline yayılan merdiven boyama eylemlerini konu alan “Boyalı Merdivenler” başlıklı yazıyı kaleme almıştır. Yazı şöyledir:“Merdivenim boyalı…Kırmızı…Mavi…Sarı…*Aslında ayakları boyayacaksın…Nereye gitsen renk…*Belki de çatışma noktası buydu:Renklilik ile renksizliğin kavgası…*Dans; pembedir mesela…Rakı; beyaz…Aşk; kırmızı…Ağaç; yeşil…Dere; mavi…Sarı lacivertliler, sarı kırmızılılar, siyah beyazlılar…Dev posterini asmışlardı duvara aslanımızın; gözleri mavi, saçları altın sarısı…*Hâlâ “Oyları yüzde 44” diyorlar…Bunca kıyamet, bunca olay, bunca skandal, bunca kepazelik, bunca rezillik…Yani sadece yüzde 6’sı mı anladı, Türkiye’nin başına geleni?..Renkli televizyona bakıyor oysa…Renk körü müsün mübarek…*Savaş; siyahtır…Barış; kar beyazı…Cumhuriyet; beyaz kırmızı…Laiklik dediğimiz şeydir; gökkuşağı…*Sevmiyorlar renkleri…Milletvekili koltukları turuncu olduğu için, oturanların asabileştiğine ve bu yüzden çok kavga ettiklerine karar verdiler…Kırmızıyı görünce saldırıyor demek…Möölletvekili…*Boyayın…Alın fırçaları…Kaldırım, yol, duvar, taş, yer, gök…Nereyi isterseniz boyayın…*Softanın kuşağı değil bu…Gökkuşağı…Beyaz…Kırmızı…Mavi…Sarı…” Söz konusu yazı nedeniyle başvurucu hakkında, Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) İstanbul milletvekili Mihrimah Belma Satır 1/10/2013 tarihinde, AK Parti İstanbul milletvekili Metin Külünk 10/10/2013 tarihinde, kamu görevlisine hakaret ve halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçunun işlendiği iddiasıyla suç duyurusunda bulunmuşlardır. Aynı yazı ile ilgili olarak, 30/10/2013 tarihinde AK Parti Manisa milletvekili Selçuk Özdağ tarafından da kamu görevlisine hakaret suçunun işlendiği iddiasıyla suç duyurusunda bulunulmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 2013/136853 numaralı soruşturma dosyasında, başvurucunun kurul halinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı alenen hakaret suçunu işlediği iddiasıyla cezalandırılması için 21/11/2013 tarihli iddianame ile kamu davası açmıştır. Bununla birlikte İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 2013/136853 numaralı soruşturma dosyasında başvurucu hakkında halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçunun unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle 21/11/2013 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 21/11/2013 tarihli iddianamesiyle açtığı kamu davası İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinde görülmüştür. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi, 29/4/2014 tarihli kararı ile başvurucunun kamu görevlisine karşı görevinden dolayı basın yoluyla hakaret suçunu işlediği gerekçesiyle 1 yıl 2 ay 17 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, sanık hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. İlk Derece Mahkemesinin gerekçesi şöyledir:“…Dava konusu yazı konusu itibariyle bir bütün olarak değerlendirildiğinde Yazar, bir siyasetçi olan müştekilerin siyasi yaşantısında ve Milletvekilliği gibi bir kamu görevini yaptıkları esnada siyasi bir konuda veya toplumu ilgilendiren kamusal konuda yapmış olduğu eylemlerinden, sözlerinden, toplumu ilgilendiren fikir açıklamalarından hiç bahsetmemekte, müştekilerin fikir ve tavırlarını keşfetme ve bu konulardaki fikrine karşı yeni veya karşı bir fikir oluşturmamaktadır. Bir siyasetçi olan milletvekillerinin toplumun bir kısmını bile ilgilendirecek bir konuda olumlu veya olumsuz ortaya koymuş oldukları bir düşünce, bir eylem konusunda herkesten daha çok, basın tarafından kaba, sert ve kırıcı bile olsa eleştirilmesi siyasi bir yaşamın ve kamusal bir görev yapmasının doğal bir sonucudur. Ancak bir kimsenin eleştirilebilmesi için ortada bir eleştiri konusunun da olması gerekir.Siyasetçilerin siyasi veya kamuyu ilgilendiren konularda yaptığı açıklamalar, toplumu ilgilendiren örneğin sağlık, eğitim, dış politika vb. gibi konularda yapılan uygulamalar veya başka kamusal uygulamalar Basın tarafından ele alınabilir ve eleştiri konusu yapılabilir. Yazar yazısında milletvekilleri hakkında "...Kırmızıyı görünce saldırıyor demek... Möölletvekili..." şeklinde beyan ve nitelendirme yaparken müştekilerin hangi açıklamalarından veya hangi kamusal eylemlerinden dolayı bunu yaptığını ortaya koyamamaktadır.Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurul Salonundaki milletvekili koltuklarının renkleri ile ilgili açıklama ve yorumlarda bulunan sanığın, mizahi bir dil ile de olsa düşünce ve yorumlarını küçültücü ve aşağılayıcı olmayan sözlerle açıklamasının mümkün olduğu, ancak yazı içeriği ile düşünsel bir bağ bulunmaksızın ve ayrıca açıklanmasında kamu yararı bulunmayan bir şekilde "...Kırmızıyı görünce saldırıyor demek... Möölletvekili..." şeklindeki ifadenin tek amacının müştekileri aşağılamak olduğu, müştekilerin içsel değere ve kamuoyu nezdindeki şeref ve saygınlığına saldırıda bulunarak hukuka uygunluk ve eleştiri sınırının aşıldığı ve küçültücü değer yargısı içermesi nedeniyle sanığın üzerine yüklenen basın yoluyla kurul halinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı alenen hakaret suçunu işlediği sanık savunması, şikayet dilekçesi, gazete örneği ve tüm dosya kapsamından anlaşılmıştır.” Bu karara karşı başvurucu tarafından yapılan itiraz, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 24/6/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu hakkında aynı yazı ile ilgili olarak Manisa Cumhuriyet Başsavcılığınca da soruşturma başlatılmıştır. Başsavcılık, 30/1/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiş; karara itiraz edilmesi üzerine itirazı inceleyen İzmir Ağır Ceza Mahkemesi de 10/3/2014 tarihli kararı ile itirazın reddine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru 23/7/2014 tarihinde yapılmıştır. B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Hakaret” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ... veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek işlenmesi gerekir. (2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur. (3) Hakaret suçunun; a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,b) Dinî, siyasî, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı, c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle,İşlenmesi hâlinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz. (4) (Değişik fıkra: 29/06/2005-5377 S.K./mad) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır.  (5) (Değişik fıkra: 29/06/2005-5377 S.K./mad) Kurul hâlinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi hâlinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. Ancak, bu durumda zincirleme suça ilişkin Madde hükümleri uygulanır.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “5) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.(6) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, gerekir. (Ek cümle: 22/7/2010 - 6008/7 md.) Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.…(8) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur. (Ek cümle: 18/6/2014-6545/72 md.) Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez…. “
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12151
Başvuru, köşe yazarı olan başvurucunun bir yazısı nedeniyle cezalandırılmasının ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiaları hakkındadır.
1
Başvuru, taşınmazın bulunduğu alanın nâzım imar planında bölge parkı olarak belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, plana karşı açılan davada bilirkişi incelemesi yapılmaması nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesinin, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/8/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu Bursa'nın Gemlik ilçesi sınırları içinde yer alan taşınmazı da kapsayan alan, Bursa Büyükşehir Belediye Meclisinin 16/11/2006 tarihli kararıyla kabul edilen 1/000 ölçekli Gemlik Bölgesi Nâzım İmar Planı ile bölge parkı olarak belirlenmiştir. Başvurucu tarafından, askı süresi içerisinde yaptığı itiraza cevap verilmemesi üzerine imar planının iptali istemiyle 26/3/2007 tarihinde Bursa İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açılmıştır. Mahkemece 29/2/2008 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, uyuşmazlığa konu taşınmaza yönelik imar planında imar mevzuatına, şehircilik ilkeleri ile planlama esaslarına ve kamu yararına aykırılık bulunmadığı sonucuna varıldığı belirtilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Danıştay Altıncı Dairesinin (Daire) 4/5/2009 tarihli kararı ile onanmıştır. Kararın düzeltilmesi istemi ise Dairece yerinde görülerek 21/2/2013 tarihinde Mahkeme kararının bozulmasına hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde; aynı planın iptali istemiyle açılan başka bir davada, dava konusu işlemin iptaline karar verildiği ve kararın temyiz ile kararın düzeltilmesi aşamalarından geçerek kesinleştiği vurgulanarak söz konusu karardaki gerekçeler doğrultusunda yeniden karar verilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Mahkemece bozma kararına uyularak uyuşmazlığa konu taşınmazı da kapsayan planlama alanının bütününe yönelik olarak açılan davada, planın tamamının iptal edildiği ve davanın konusuz kaldığı gerekçesiyle 25/10/2013 tarihinde konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Dairenin 18/5/2015 tarihli kararı ile onanmış; kararın düzeltilmesi istemi ise yerinde görülerek Dairenin 7/6/2017 tarihli kararı ile Mahkeme kararı bozulmuştur. Kararın gerekçesinde, Mahkemece kararına dayanak olarak alınan idare mahkemesi kararının farklı kullanım kararlarına ve farklı alana yönelik olduğu, bölge parkı kullanım kararına ilişkin herhangi bir aykırılık tespitinin ve iptal kararının bulunmadığı ve bu nedenle Mahkemece söz konusu husustan bağımsız bir inceleme yapılarak yeniden bir karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Mahkeme tarafından bozma kararına uyularak 31/10/2017 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde özetle; uyuşmazlığa konu 112 ada 1 parsele komşu olan 111 ada 3 parsel için yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen 17/12/2007 tarihli Bilirkişi Raporunun dayanak alındığı vurgulanmıştır. Söz konusu Raporda, yaklaşık olarak 000 m²lik bir alanı kapsayan bölge parkının 000 m²sinin kamu arazisi, 000 m²sinin özel mülkiyet olduğu, taşınmazın bulunduğu alanın sazlık ve kumluk alan olduğu, ayrıca bölge parkına tahsis edilen özel mülkiyetteki taşınmazların askerî bölge ile konut alanları arasında tampon bölge oluşturduğu belirtilmiştir. Yapılan değerlendirmede uyuşmazlığa konu alanın gerek ulaşım akslarına yakınlığı gerekse bir bütün olarak planlanmış olan bölge parkı sürekliliğinin içinde yer almasının ileride oluşturulacak kentsel tasarım ve peyzaj düzenlemesi ile kent yaşamına katılması nedeniyle kent ve kentlinin büyük ölçekli park ihtiyacını karşılayacağı, tüm kentten erişirliğin rahatlıkla sağlanacağı vurgulanmıştır. Ayrıca bölge parkının Bursa kentine araçla 30-60 dakikalık bir mesafede bulunması gerekliliğini de sağladığı, büyüklük açısından da bölge parkı olmaya elverişli olduğu ve üst ölçekli planlara da uygun bulunduğu kanaatine yer verilmiştir. Mahkemece de Bilirkişi Raporundaki tespitler doğrultusunda, uyuşmazlığa konu imar planında imar mevzuatına, şehircilik ilkeleri ile planlama esaslarına ve kamu yararına aykırılık bulunmadığı sonucuna varıldığı ifade edilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Dairenin 28/11/2018 tarihli kararı ile onanmış; kararın düzeltilmesi istemi de yine Dairenin 28/5/2019 tarihli kararı ile reddedilerek karar kesinleşmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede, yargılama sürecinde vekil olarak görev yapan ve bireysel başvuruda da vekil olarak başvurucuyu temsil eden başvurucunun avukatı Ayfer Uzunırmak tarafından ilgili kararın 2/7/2019 günü saat 21’de açılarak okunduğu tespit edilmiştir. Bununla birlikte Dairenin nihai kararı 5/7/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 2/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/27274
Başvuru, taşınmazın bulunduğu alanın nâzım imar planında bölge parkı olarak belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, plana karşı açılan davada bilirkişi incelemesi yapılmaması nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesinin, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonuna başvuru yapılamamasına ilişkin işlemin iptali talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 22/7/2019 ve 4/1/2022 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon, başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvurulara konu yargılama mercii kararlarının ve ihlal iddialarının benzer olması nedeniyle 2022/169 numaralı bireysel başvuru dosyasının 2019/25044 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin 2019/25044 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) astsubay olmak amacıyla 2016 yılının Şubat ayında Astsubay Temel Askerlik ve Astsubaylık Anlayışı Kazandırma (ASTTASAK) kursuna başlamıştır. Başvurucuların dış kaynaktan temin edilen personel statüsünde olduğu ve bu kurs öncesinde TSK'da herhangi bir görevlerinin olmadığı anlaşılmıştır. 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe teşebbüsünün ardından başvurucular, benzer durumdakilerin tamamını kapsadığı anlaşılan 26/8/2016 tarihli bir emirle izne gönderilmiştir. 3/10/2016 tarihli ve 675 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin (675 sayılı KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde yer alan temin faaliyeti tamamlanmamış astsubay ve subay adayları hakkındaki işlemlerin iptal edilmesi kuralı kapsamında başvurucuların TSK ile ilişikleri kesilmiştir. Başvurucular, bu işlemlere karşı OHAL Komisyonuna başvuru yapmak için kullanılan https://ohalkomisyonu.basbakanlik.gov.tr internet adresi üzerinden başvuru yapmayı denediklerinde "Girmiş olduğunuz bilgiler OHAL kapsamında başvuru yapmaya uygun değildir." uyarısıyla karşılaşmış ve başvuru yapamamıştır. Başvurucular, bu işlemlerin iptali talebiyle dava açmıştır. İdare Mahkemeleri; başvurucular hakkında OHAL KHK'sı ile doğrudan işlem tesis edilmediği, herhangi bir KHK ekinde isimlerine yer verilmediği, haklarında iltisak yahut irtibat tespiti olmadığı, OHAL Komisyonuna başvuru haklarının bulunmadığı, kanun yolu açık olan işlemlere karşı Komisyona başvuru yapılamayacağı gerekçeleriyle davaları reddetmişlerdir. Kanun yolu incelemesinden geçen kararlar kesinleşmiştir. Başvurucular, nihai kararları öğrendikten sonra süresi içerisinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Ayhan Orhanlı [GK], B. No: 2019/7991, 23/2/2023, §§ 22-B. Anayasa Mahkemesinin Ayhan Orhanlı Kararı Anayasa Mahkemesi Ayhan Orhanlı kararında 1/2/2018 tarihli ve 7075 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'la kanunlaşan 685 sayılı KHK'nın maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca OHAL kapsamındaki KHK'larla gerçek kişilerin hukuki statülerine ilişkin olarak doğrudan düzenlenen ve aynı maddenin (1) numaralı fıkrası kapsamına girmeyen işlemlerin de OHAL Komisyonunun görev alanında olduğunu belirtmiştir (Ayhan Orhanlı, §77). Anayasa Mahkemesi Ayhan Orhanlı kararında, dış kaynaktan temin edilen sözleşmeli subay adayı statüsünde olan başvurucu hakkındaki temin faaliyetine ilişkin işlemlerin OHAL KHK'sı ile iptal edilmesi ve dolayısıyla nasbının yapılmaması üzerine açtığı davanın OHAL Komisyonuna gönderilmek yerine incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasını Anayasa’nın maddesi kapsamında incelemiştir. Anılan kararda, yargılama mercilerinin başvurucunun hukuki statüsüne ilişkin olan ve doğrudan KHK ile tesis edilen başvuru konusu işleme ilişkin olarak 7075 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında bir değerlendirme yapmadan davayı incelemeksizin reddetmelerinin öngörülemez nitelikte olduğu değerlendirilmiştir (Ayhan Orhanlı § 81). Kararda, dosyanın OHAL Komisyonuna gönderilmek yerine incelenmeksizin reddedilmesi suretiyle yapılan müdahalenin OHAL döneminde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın maddesinde öngörülen durumun gerektirdiği ölçüde olmadığı, mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır (Ayhan Orhanlı §§ 83, 84).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/25044
Başvuru, Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonuna başvuru yapılamamasına ilişkin işlemin iptali talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yayımlanan iki kitap ve birden fazla makalede geçen ifadelerin kişilik haklarını zedelediği iddiasıyla açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibar hakkının; yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Birinci Bölüm tarafından 3/4/2019 tarihinde yapılan toplantıda niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Anayasa hukuku profesörü ve insan hakları hukukçusu olan başvurucu, ayrıca Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD), Türkiye İnsan Hakları Kurumu Vakfı, Anayasa Hukuku Araştırmalar Derneği gibi sivil toplum kuruluşlarında kurucu üyelik ve yöneticilik yapmıştır. Başvurucu 2003-2004 yılları arasında, insan hakları konusunda ilgili devlet kurumları ile sivil toplum kuruluşları arasında iletişim sağlamak ve danışma organı olarak çalışmak üzere teşekkül ettirilen bir kurul olan Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulunun (Başbakanlık Danışma Kurulu) başkanı olarak görev yapmıştır. Akademisyen kimliğinin yanı sıra Birgün gazetesinde 2007 yılından itibaren köşe yazıları yayımlanan başvurucu, başka birçok platformda da toplumsal ve siyasi konulardaki görüş ve düşüncelerini paylaşmaktadır. Başvurucu, araştırmacı yazar olan Y. tarafından kaleme alınan "Gaflet, Dalalet, Hıyanet" ve "Avrupa Birliği: Tabuta Çakılan Son Çivi" isimli kitaplar ile "www.kalinka.com.tr" adresindeki internet sitesinde 3/11/2004 ve 15/9/2009 tarihleri arasında yayımlanan "Mandacı Profesörler", "Altın Vererek İğfal Etmek", "İsrailli Siyonist Korsanlar", "Özür Dileyenler", "Cahillere Avrupa Anayasalarında Ana Dil Kavramı" ve "İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine Duyuru" başlıklı makalelerde kendisi hakkında kullanılan bazı ifadelerin kişilik haklarını zedelediği iddiasıyla tazminat davası açmıştır. İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi 1/3/2012 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvuru konusu yazılı eserlerde yer verilen "AB mandacısı", "Ermenilerden özür dileyecek kadar pusulayı şaşırmış AB hibecisi", "Vatanın savunması hainlerin anlayacağı dilden yapılacaktır" şeklindeki ifadelerin davacının kişilik haklarını zedelediği, basın yayın özgürlüğü ve eleştiri sınırlarını aştığı kabul edilmiştir. Kararın davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) tarafından yapılan temyiz incelemesi sonucunda anılan ifadelerin kişilik haklarına saldırı olarak kabul edilemeyeceği, basın ve ifade özgürlüğü kapsamında kaldığının değerlendirilmesi gerektiği belirtilerek ilk derece mahkemesi kararı bozulmuştur. Mahkeme tarafından Dairenin bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda, başvuru konusu eserlerde başvurucu için kullanılan "AB mandacısı", "Ermenilerden özür dileyecek kadar pusulayı şaşırmış AB hibecisi" şeklindeki betimlemeler ile "Vatanın savunması hainlerin anlayacağı dilden yapılacaktır" ifadesinin basın ve ifade özgürlüğü kapsamında başvurucunun kişilik haklarına saldırı teşkil etmediği sonucuna varılarak davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucu, ret kararını temyiz etmiştir. Daire 16/9/2015 tarihinde Mahkemenin ret kararını onamıştır. Nihai karar başvurucuya 23/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Arka Plan Bilgisi Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Katılım Süreci Türkiye'nin AB'ye katılım süreci Türkiye'nin Avrupa Ekonomik Topluluğuna (AET) 31/7/1959 tarihinde ortaklık başvurusunda bulunmasıyla başlamış olup Türkiye ile AB ilişkilerinin hukuki temelini oluşturduğu kabul edilen Ankara Anlaşması ile ivme kazanmıştır. Türkiye ile AB arasında 1/1/1996 tarihinde yürürlüğe giren Gümrük Birliği Anlaşması'nın imzalanması ile Türkiye-AB ortaklık ilişkisinin son dönemine geçilmiştir. 10/12/1999-11/12/1999 tarihlerinde Helsinki'de yapılan AB Devlet ve Hükûmet Başkanları Zirvesi'nde Türkiye'nin AB'ye adaylığı resmen onaylandıktan sonra Türkiye için de Katılım Ortaklığı Belgesi hazırlanmasına karar verilmiştir. Bu doğrultuda AB'ye üyelik yolunda reform çalışmaları da ivme kazanmıştır. Müzakerelerin açılması için ön şart olan uyum yasası paketleri yoğun bir şekilde Türkiye Büyük Millet Meclisinde oylanarak kanunlaşmıştır. Temel hak ve özgürlüklerin kapsamını genişleten, demokrasi, hukukun üstünlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü ile insan hakları gibi alanlarda mevcut düzenlemeleri güçlendiren ve güvence altına alan reformlara devam edilmiştir. Bu kapsamda atılan adımlardan biri de başvurucunun başkanlığını üstlendiği Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu'nun kurulmasıdır. Türkiye'nin AB'ye adaylığının resmîleşmesi toplumun bir kesimi tarafından oldukça olumlu ve ümit vaat eden bir gelişme olarak karşılanmıştır. Diğer bir kesim tarafından ise AB'ye üyelik sürecinin asıl amacı Türkiye'nin Cumhuriyet ve Atatürk devrimleri sonucu elde ettiği kazanımlarından ve üniter bütünlüğünden vazgeçmesi olarak görüldüğünden katılım süreci ve uyum yasaları şiddetle eleştirilmiştir. Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu Azınlık Raporu Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Çalışma Grubu nezdinde hazırlanan Azınlık Raporu 1/10/2004 tarihinde kabul edilmiştir. Dünyadaki ve Türkiye'deki azınlıkların kültürel haklarının korunmasını tarihsel ve kavramsal olarak ele alan açıklamalar ile başlayan Rapor, Türkiye özelinde azınlık haklarını ve kültürel hakları konu edinen mevzuat ve içtihat incelemesi ile devam etmektedir. Raporda, azınlıklar konusunun Türkiye'de çok dar ve çok yanlış bir açıdan ele alındığı belirtilmekte; bu durumun nedenleri olarak 1923 yılında imzalanan Lozan Barış Antlaşması'nın yanlış ve eksik yorumlanması, ırk ve din temelli Türklük üst kimliği ve Sevr sendromu gösterilmektedir. Raporda resmî dil tartışmaları da ele alınmıştır. Anayasa'nın maddesinin birinci fıkrasında yer alan "Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir" ifadesi eleştirilerek devletin dilinin değil resmî dilinin olacağı, vatandaşların resmî işlemler dışında çeşitli diller konuşmakta serbest olduğu belirtilmiştir. Raporda, Osmanlı Devleti'nin yıkılmasının ardından Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından 1920'li ve 1930'lu yıllardan itibaren homojen ve tek kültürlü bir ulus devlet konsepti yaratılmaya çalışıldığı ifade edilerek bunun yerine çok kültürlü, çok kimlikli, liberal, demokratik ve çoğulcu yeni bir vatandaşlık konsepti oluşturulması gerektiği vurgusu yapılmıştır. Raporda, bunun için geniş tabanlı toplumsal katılımın sağlandığı ve insan haklarına ilişkin evrensel standartların referans alındığı eşit vatandaşlık temelinde yeni bir Anayasa ve ilgili mevzuat çalışması yapılması gerektiği belirtilmiştir. "Türkiyelilik" üst kimliği tanımlamasıyla Anayasa'daki tanımdan farklı bir vatandaşlık tarifi öneren Rapor gerek siyasiler ve bürokrasi gerekse yazılı ve görsel basın tarafından yoğun eleştirilere konu edilmiştir. Yoğun tartışmaların devam ettiği 1/11/2004 tarihinde, Rapora karşı yapılan eleştirilere cevap vermek amacı ile başvurucu tarafından basın açıklaması yapılmıştır. Başvurucu tarafından Raporun okunduğu esnada, sendika temsilcisi olarak Başbakanlık Danışma Kurulu üyesi olan Kamu-Sen'e bağlı Türk Büro-Sen Genel Başkanı F.Y., başvurucunun okuduğu Rapor suretini başvurucunun elinden çekerek almış, yırtmış ve Raporun okunmasına izin verilemeyeceği belirtmiştir. Başbakanlık tarafından yapılan bilgilendirme sonucunda Başbakanlık Danışma Kurulunun çalışmalarına 2005 yılının Şubat ayı itibarıyla son verilmiş olup bu tarihten itibaren Kurul bir daha toplanmamıştır. "Özür Diliyoruz" Kampanyası Başvurucunun da aralarında bulunduğu bir grup tarafından www.ozurdiliyoruz.com isimli internet adresinde yayımlanan kampanyada "1915'te Osmanlı Ermenilerinin maruz kaldığı büyük felakete duyarsız kalınmasını, bunun inkar edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum" şeklinde paylaşımda bulunulmuştur. Başlatılan kampanya ve metin içeriği kampanyanın yürütüldüğü dönemde ülke çapında yoğun tartışmalara sebebiyet vermiştir. Yürütülen kampanyaya hem destek hem de eleştiri amaçlı birçok toplantı ve gösteri yapılmıştır. B. Başvuru Konusu Kitaplar ve Makaleler Davalı tarafından "www.kalinka.com.tr" isimli internet adresinde 3/11/2004 tarihinde yayımlanan "Cahillere Avrupa Anayasalarında Anadil Kavramı" başlıklı makale, Raporun resmî dile ilişkin değerlendirmelerine eleştiri mahiyetinde kaleme alınmış olup makalede AB'ye üye olan bazı devletlerin anayasaları mukayeseli olarak incelenmiştir. Buna göre bir kısım üye devletlerin anayasalarında resmî dile yer verildiği tespitinde bulunulmuştur. Makalenin sonunda ise F.Y.nin Rapora ilişkin tepkisi hatırlatılarak F.Y. tarafından verilen tepki şu şekilde değerlendirilmiştir: ".... 2 Kasım 2004 günü, Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu Başkanı İbrahim Kaboğlu, yaptığı bir toplantıda Azınlık Raporu'nu medyaya tanıtmaktaydı ki, Türkiye Kamu-Sen Genel Sekreteri F. Y., raporu kaptığı gibi parça parça edip hainlerin yüzüne fırlattı. Azınlık Raporu'nu "ihanet belgesi" olarak niteleyip, "Raporu değil bir defa, bin, on bin, yüz bin defa karşımıza çıksa yine yırtarız" dedi.F. Y'nin tavrı, bir vatanseverin, bir ulusalcının haklı ve cesur tepkisidir. Türkiye'yi parçalamak isteyenlere, Türkiye'yi işgal etmek isteyenlere, vatanı satanlara ve işbirlikçilerine şimdilik yapılmış bir uyarıdır. Bundan sonra vatanın savunması, yazıyla, sözle, hoşgörüyle yapılmayacaktır. Bundan sonra vatanın savunması, hainlerin anlayacağı dilden yapılacaktır." Davalı tarafından kaleme alınan, 2006 yılında yayımlanan ve 2007 yılında baskısı yapılan "Avrupa Birliği: Tabuta Çakılan Son Çivi" isimli kitapta genel olarak Türkiye'nin AB'ye katılım süreci, AB tarafından hangi sendika, üniversite ve sivil toplum örgütlerine maddi yardım sağlandığı, AB'ye üyeliğin ulusal egemenliğe ve millî menfaatlere tesiri ele alınmıştır. Kitabın sayfasında bulunan "Cahil mi Hain mi?" başlıklı bölümünde yer verilen başvuruya konu ifadeler "Cahillere Avrupa Anayasalarında Anadil Kavramı" başlıklı makalede kullanılan yukarıdaki ifadelerle birebir aynı olmakla birlikte, ilgili bölüm makaleden farklı olarak "Bundan sonra vatanın savunması eylemli olarak yapılacaktır" şeklindeki cümle ile son bulmaktadır. Davalı tarafından www.kalinka.com.tr isimli internet adresinde 22/12/2008 tarihinde yayımlanan "Özür Dileyenler" başlıklı makale, 1915 Olayları nedeniyle başvurucunun da aralarında bulunduğu bir grup tarafından başlatılan "Ermenilerden Özür Diliyoruz" kampanyasının eleştirisi bağlamında kaleme alınmıştır. Kampanyaya katılan kişilerin isimlerine ve bu kişilerin AB'den almış oldukları bağışlara yer verilen makalenin aşağıda belirtilen kısımlarında başvurucu, kendisine "fahişe" benzetmesi yapılarak hakarette bulunulduğunu belirtmektedir. Makalenin ilgili kısmı şöyledir:"Kendi kendilerine aydın diyen bazı kişiler bir kampanya başlatmışlar. 1915'de Türkler, sözde Ermeni soykırımı yapmışlar, şimdi bu kişiler günümüz Ermenilerinden özür diliyorlarmış. Peki kim bu özür dileyen sözde aydınlar?Biz konuşmayalım, rakamlar, daha doğrusu Avrolar konuşsun.Özür Dileyenler AB'den Aldıkları Hibeler [1]...Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu 193,548,73 Avro Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği...Paris'in Pigal'inde, Londra'nın Soho'sunda ve Amsterdam'ın Kırmızı Fenerli sokağında, iletişim kurmak için yabancı dil bilmeye gerek yoktur.Aslında çok konuşmaya da gerek yoktur.İngilizce bir deyim bilin, yeter."How much?"Yani: "Kaç para?"Gerisi kendiliğinden gelir.Türkiye'de Cumhuriyeti yıkmak isteyenlere, Kemalizm karşıtlarıyla, ABD uşaklarıyla, AB Mandacılarıyla ve şimdilerde ortaya fırlayan Özür Dileyenlerle uzun uzun tartışmaya hiç gerek yok. Kısaca sorun:ABD'den, Soros'tan ya da AB'den kaç para?Gerisi kendiliğinden anlaşılır." Başvurucu tarafından şikâyet edilen ifadelerin bulunduğu bir diğer makale de "İsrailli Siyonist Korsanlar" başlıklı makaledir. Anılan makale 7/7/2009 tarihinde www.kalinka.com.tr isimli internet adresinde yayımlanmıştır. Makalenin konusu 2008 yılında İsrail'in Filistin'e karadan ve denizden insan ve emtia giriş çıkışı konusunda getirdiği engellemelerin kaldırılması için on bir ülkenin insan hakları savunucuları tarafından "Özgür Gazze Hareketi" adı altında bir oluşuma gidilmesidir. İsrail'in insan hakları savunucuları tarafından ulaştırılmak istenen insani yardımları engellemesi ve anılan oluşuma dâhil kişileri gözaltına almasının eleştirildiği makalede, Türkiye'de yaşayan entelektüeller ile Gazze yardım hareketine katılan kişiler mukayese edilmiştir. Makalenin ilgili kısmı şöyledir:".....İsrailli Siyonist korsanların uluslararası sularda ele geçirdikleri gemide, insan hakları savunucusu yolcular arasında bir de Nobel ödüllü kişinin olduğunu öğrenince merak ettim. Acaba yolcular arasında bizim Nobel ödüllü Orhan Pamuk da var mıydı? Her fırsatta 'Biz Türk Aydınları olarak...' diye ortaya çıkarak kameralar önünde insan hakları savunup tumturaklı demeçler veren Y.K., Z., A.B., Ş.Y. da bu gemide olabilirler miydi? Sözde kıyımdan dolayı Ermenilerden özür dileyecek kadar pusulayı şaşırmış, AB Hibecilerinden K., Prof. İbrahim Kaboğlu, Prof. A.Y., Prof. H.B, E.K., E. , A.B., A.A., B. ve Mazlumder de 'İnsanlık Ruhu' adlı geminin yolcuları arasında mıydı? ..." A. Ulusal Hukuk 1/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir:  “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi şöyledir:  “Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Gündüz/Türkiye ((k.k.), B. No: 59745/00, 13/11/2003) kararında başvurucunun haftalık bir gazetede dinî bir tarikat hakkında yayımlanan makalede yer alan ve "ılımlı İslam" hakkındaki görüşlerini içeren ifadeleri nedeniyle suç işlemeye tahrik suçundan mahkûm edilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini değerlendirmiştir. Anılan kararda, başvurucunun ifadelerinin şiddete çağrı niteliğinde olduğu değerlendirmesi yanında söz konusu ifadelerde toplumun geneli tarafından tanınan bir yazarın isminin açıkça verildiği ve bu durumun makalenin yayımlanmasıyla beraber söz konusu yazarı tartışmasız biçimde ciddi bir fiziksel şiddet tehlikesi altında bıraktığı gözönüne alınarak başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğuna hükmedilmiştir. Yine haftalık bir dergide yayımlanan ve Türkiye'nin güneydoğusunda devlet tarafından gerçekleştirilen askerî operasyonları eleştiren iki okuyucu mektubu nedeniyle mahkûmiyetine karar verilen dergi sahibinin ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasıyla yaptığı başvuruda da AİHM tarafından, anılan mektuplarda yer alan ifadelerin şiddeti meşrulaştırdığı değerlendirmesi yanında bazı şahısların adlarının açıkça verilmesinin onlara karşı nefreti teşvik edici olduğu ve bu şahısları muhtemel bir fiziksel şiddet tehlikesi altında bıraktığı vurgulanarak başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edilmediğine karar verilmiştir (Sürek/Türkiye (No. 1) [BD] , B. No: 26682/95, 8/7/1999,§ 62). AİHM, başvuru konusu ifadenin belirtildiği bağlamı yani ifadenin ulaştığı yer ve zamanın arka planını da değerlendirmeye almaktadır (Karataş/Türkiye [BD], B. No: 23168/94, 8/7/1999, § 51; Leroy/Fransa, B. No: 36109/03, 2/10/2008, § 38). AİHM, Soulas ve diğerleri/Fransa (B. No:15948/03, 10/7/2018, §§ 36, 37) kararında, "Avrupa'nın Sömürgeleşmesi: Göç ve İslam Hakkında Gerçek Söylem" başlıklı kitabın iki yazarının Avrupa'nın Müslüman göçmen nüfusuyla ilgili sorunların ancak etnik kökenli bir iç savaş çıkması durumunda çözülebileceği gibi ifadeler de barındıran anlatımları nedeniyle cezalandırılmalarının ifade özgürlüklerini ihlal edip etmediğini incelemiştir. AİHM; anılan kararında Fransa'nın yüksek sayıda Müslüman göçmen nüfusunu topluma entegre etme çabası içinde olduğunu ve bu süreçte hâlihazırda kolluk güçleri ile anılan nüfusun radikal kesimi arasında şiddetli çatışmaların yaşandığını ve Fransa'ya özgü sorunları da değerlendirmeye alarak ifade özgürlüğünün ihlal edilmediğine karar vermiştir.
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/18503
Başvuru, yayımlanan iki kitap ve birden fazla makalede geçen ifadelerin kişilik haklarını zedelediği iddiasıyla açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibar hakkının; yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Komisyonca, hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/22342
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza davasında yeterli gerekçe gösterilmeden mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: 1951 doğumlu olan başvurucu, bireysel başvuruya konu olayların meydana geldiği tarihte İstanbul'da ikamet etmekte ve bir müzik şirketinin yönetim kurulunda yer almaktadır. Müşteki A.R.B. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) hitaben gönderdiği 1/9/2016 havale tarihli dilekçe ile cyahaber.com ve www.habermars.com isimli internet sitelerinde yayımlanan bazı haberlerde kimlik bilgilerinin ve fotoğraflarının izinsiz kullanıldığını, hakkında asılsız haberler yapıldığını belirterek söz konusu internet sitelerinin sahibi olan kişiler ve bu kişilerle iş birliği içinde olduğunu ileri sürdüğü başvurucudan şikâyetçi olmuştur. Bahse konu şikâyet dilekçesinde yer alan bilgilerden başvurucu ile müşteki A.R.B. arasında başvurucunun yönetim kurulunda yer aldığı müzik şirketi dolayısıyla geçmişte ticari bir iş ilişkisinin olduğu ancak ortaklıklarının yargı makamları önünde ihtilaf konusu yapıldığı, olay tarihinde haklarında ceza mahkemelerinde çeşitli suçlardan devam eden davalar olduğu anlaşılmıştır. Başsavcılık tarafından başlatılan soruşturma sonucunda başvurucu ile adı geçen internet sitelerinin sahibi olduğu anlaşılan F. hakkında hakaret suçundan 8/2/2018 tarihli iddianame düzenlenmiştir. İddianamede şikâyete konu haberlerin müştekinin şeref ve haysiyetini rencide edecek düzeyde olduğu, bu nedenle basın özgürlüğü kapsamında kalmadığı, eylemin hakaret suçu kapsamında değerlendirilmesi gerektiği iddia edilmiştir. Bunun dışında başvurucunun suça konu eylemi ne şekilde işlediğine yönelik herhangi bir açıklama yer almamıştır. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülmeye başlanan davanın duruşmasının ilk celsesi 11/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Bu celsede başvurucunun savunması alınmıştır. Başvurucu; savunmasında özetle internet sitelerinin kendisine ait olmadığını, müştekiyle aralarında ticari iş ilişkisinden kaynaklanan husumet bulunmakta ise de bu haberleri kendisinin yaptırmadığını, müştekinin aralarındaki husumet nedeniyle -varsayıma dayalı olarak- haberleri kendisinin yaptırdığını iddia ettiğini, atılı suçu işlemediğini ileri sürmüştür. Mahkemece aynı celsede müşteki A.R.B. (davaya katılan sıfatıyla) de dinlenmiştir. A.R.B. beyanında özetle başvurucunun aralarındaki ticari iş ilişkisinden kaynaklanan husumet nedeniyle ortaklığı bulunan medya şirketleri aracılığıyla ve internette açtığı sitelerde hakkında hakaret içeren haberler yaptırdığını, davanın diğer sanığı F. ile iş birliği içinde olduğunu ifade etmiştir. Mahkeme, başvurucu ve katılanın taraf oldukları hukuk ve ceza davalarına ilişkin bilgi ve belgelerin dosyaya alınarak incelenmesi amacıyla duruşmanın bir sonraki celsesinin 11/7/2018 tarihinde yapılmasına karar vermiştir. Duruşmanın 11/7/2018 tarihli celsesinde davanın diğer sanığı F.nin savunması alınmıştır. F. savunmasında başvurucu hakkında açıklamalarda bulunarak başvurucuyu tanıdığını ancak katılan hakkında başvurucuyla konuşmadıklarını zira başvurucu ile yakın arkadaş olmadıklarını, katılanı da tanımadığını ileri sürmüştür. F. savunmasının devamında kendisine elektronik posta yoluyla gelen bilgilerden hareketle kamuyu bilgilendirmek amacıyla dava konusu haberleri yaptığını belirtmiştir. Duruşmanın tamamlanmasının ardından Mahkeme, başvurucunun hakaret suçundan adli para cezasıyla cezalandırılmasına 29/1/2019 tarihinde kesin olarak karar vermiştir. Gerekçeli kararda başvurucu ve davanın diğer sanığının savunmaları ile katılanın beyanlarına yer verdikten sonra başvurucu ile katılan arasında geçmişe dayanan husumet olduğunu, başvurucu ve davanın diğer sanığının somut bir delile dayanmaksızın karalama kastıyla haber yaptıklarını, atılı suçun bu suretle işlendiğini belirtmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir: "Dosyaya sunulu yahaber com internet çıktısında katılanın nüfus cüzdanı kimlik bilgilerinin fotokopisi işyeri adresleri sanığın eski oto galericisi olduğu ve dolandırıcılıktan tutuklu bulunduğu halen dolandırıcılık faaliyetlerine devam ettiği [...] nolu telefonla insanları arıyarak ABD den Türkiyeye bir milyar dolar fon getireceğini belirtilerek zimmete geçirme evrakta sahtecilik gibi yüzden fazla suçu görünün [A.R.B.ye.], daha önce maliye bakanlığının tefecilik suçundan onbir adet Halk bankasının memur olmuyan şahsın resmi evrakta sahtecilik suçundan Yargıtay da dava zamanaşımının olduğu bu durum [A.R.B.nin.], herkese yakın arkadaş olduğunu söylediği Ankaranın imamı aracılığıyla yapıldığının kanıtı olduğunu Yargıtayının paralel yapıdan temizlenmesi üzerine uyapta görünen yüzden fazla dava nedeniyle [A.R.B.nin.], kendisini kurtaracak başka bir örgüt gerektiği yazıldığı buna göre sanığın Fetö terör örgütüyle iş yapıyor algısının oluşturulmaya çalıştırıldığı somut delil gösterilmediği bu nedenle savunmada geçen olayın ifade özgürlüğü kapsamında olamayacağı eylemin özel maksada yönelik sanığın kamuoyu önünde sürekli küçük düşürücü karalama kastına yönelik bulunduğundan her iki sanığın aşağıdaki şekilde cezalandırılmasına karar vermek gerekmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/7218
Başvuru, ceza davasında yeterli gerekçe gösterilmeden mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, hizmet tespiti davasında kanun, usul ve yerleşik içtihatlara aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; esaslı iddiaların Mahkeme ve Yargıtay kararlarında cevaplandırılmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının; tanık dinlenmemesi nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Ü.P. isimli şahıs 22/4/2010 tarihinde Ankara İş Mahkemesinda açtığı davada, başvurucuya ait işyerinde 1/3/2004-26/3/2010 tarihleri arasında tasarımcı sıfatıyla aralıksız olarak çalıştığını, en son aylık net ücretinin 500 TL olduğunu, haklı neden olmaksızın iş akdinin feshedildiğini, bu çalışmasının Sosyal Güvenlik Kurumuna bildirilmediğini ve işçilik alacaklarının ödenmediğini belirterek anılan tarihler arasında sigortalı olarak çalıştığının tespiti ile işçilik alacaklarının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Ankara İş Mahkemesi, işçilik alacaklarının tahsili talepli davayı tefrik ederek ayrı bir esasa kaydetmiş, hizmet tespiti talebi açısından davaya devam etmiştir. Yargılamada 13/3/2012 tarihli celsede davacı tanıkları, 11/5/2012 tarihli celsede ise başvurucunun tanıkları dinlenmiş, başvurucu 11/3/2013 tarihli dilekçesiyle bilirkişi raporu ve tanık beyanlarına karşı değerlendirmelerini dosyaya sunmuştur. Mahkeme 30/4/2013 tarihli kararında, 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun madde hükmüne göre tanıkların doğru söylemesinin asıl olduğunu, arkadaşlık, aynı işyerinde çalışma, akrabalık vesaire gibi olguların bu kanuni karineyi değiştirmeyeceğini, davalı şirketin kurucu ortaklarının A. ve olduğunu, davacı ile ilgili olarak davalı işverenlik tarafından kuruma bildirilmiş herhangi bir prim ödemekaydının bulunmadığını, davalı işverenlik tarafından kuruma verilen 2004/5, 2010/3 dönemini kapsayan prim belgelerinde davacının adının bulunmadığını, davacıya ait T.İ. Bankası Köroğlu şubesindeki hesap ekstresine göre Aralık 2006-Aralık 2010 döneminde davacı hesabına davalı şirket tarafından yatırılmış bir miktar bulunmadığını belirterek davacının hizmet tespiti talebini kısmen kabul etmiştir. Davalı tarafın temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/7/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Onama kararı 24/12/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve 29/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20295
Başvuru, hizmet tespiti davasında kanun, usul ve yerleşik içtihatlara aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; esaslı iddiaların Mahkeme ve Yargıtay kararlarında cevaplandırılmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının; tanık dinlenmemesi nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Emekli emniyet müdür yardımcısı olan başvurucu,görevde olduğu dönemde sınıf emniyet müdürlüğüne terfi ettirilmemesi nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararlarının tazmini istemi ile İçişleri Bakanlığı aleyhine 10/11/2005 tarihinde Gaziantep İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. Gaziantep İdare Mahkemesinin 15/11/2005 tarihli karar ile dava, yetki yönünden reddedilerek Adana İdare Mahkemesine gönderilmiş; Adana İdare Mahkemesi kararı ile de dava, yetki yönünden reddedilerek dosya Hatay İdare Mahkemesine göndermiştir. Hatay İdareMahkemesinin 26/6/2008 tarihli ve E.2007/623, K.2008/866 sayılı kararı ile başvurucunun manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne, maddi tazminat isteminin ise reddine hükmedilmiştir. Davalı idarenin temyizi üzerine Danıştay Beşinci Dairesinin 18/5/2010 tarihli ve E.2008/5214, K.2010/3367 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi hükmünün onanmasına karar verilmiştir. Davalı idarenin karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 30/11/2011 tarihli ve E.2010/6930, K.2011/7067 sayılı kararı ile kabul edilmiş;İlk Derece Mahkemesi hükmünün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma kararına uyularak yapılan yeniden incelemede Hatay İdare Mahkemesinin 12/3/2012 tarihli ve E.2012/61, K.2012/413 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Beşinci Dairesinin 30/4/2014 tarihli ve E.2012/7434, K.2014/3803 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi hükmünün onanmasına karar verilmiş, yargılamanın taraflarından karar düzeltme isteminde bulunan olmamıştır. Bu karar 19/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12392
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı bir iddianın karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu (Başsavcılık) tarafından DHKP/C terör örgütünün faaliyetlerine ilişkin olarak yürütülen bir soruşturma kapsamında 17/1/2013 tarihli mahkeme kararına istinaden 18/1/2013 tarihinde Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm için Yürüyüş dergisini yayımlayan Ozan Yayıncılık isimli işyerinde arama gerçekleştirilmiştir. Arama sırasında başvurucu ile birlikte anılan işyerinde bulunan kişiler yakalanarak gözaltına alınmıştır. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde alınan ifadesinde susma hakkını kullanan başvurucu, 20/1/2013 tarihli savcılık ifadesinde DHKP/C terör örgütü üyesi olmadığını, olay günü bir kaç arkadaşını ziyaret amacıyla Yürüyüş dergisinin mizanpajının yapıldığı Ozan Yayıncılık'a ait daireye gittiğini, gece geç vakit olması nedeniyle bu adreste kaldığını, işyerinde geçici olarak bulunduğu sırada yapılan operasyon ile yakalanıp gözaltına alındığını beyan etmiştir. Soruşturma sonucunda Başsavcılık tarafından başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma, kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarından cezalandırılması talebiyle 9/3/2015 tarihli iddianame düzenlenmiştir. Toplam on beş şüpheli hakkında düzenlenen iddianamenin başvurucuya ilişkin kısmı şöyledir:"Şüphelinin DHKP/C silahlı terör örgütünün yayın organı olan Yürüyüş Dergisinde yakalandığı, aramalarda elde edilerek el konulan '17/04/2014 MUTFAK NÖB NÖB' başlıklı çizelgede Güneş şeklinde yazılmak suretiyle isminin yer aldığı, nöbet listesinde yer alan örgüt mensuplarının, DHKP/C terör örgütünün faaliyetlerinin deşifre edilmemesi amacıyla, güvenlik güçlerince yapılacak bir operasyonda adrese girmeden, içerdeki suç unsuru malzemelerin imha edilmesi, sırayla diğer örgüt mensuplarının istirahati sırasında tedbir alınması, kalınan adresteki düzenin sağlanması günlük temizlik yemek ihtiyaçlarını giderilmesi amacıyla nöbet sistemi getirdikleri,Şüphelinin gözaltında iken parmak izi alınacağı sırada direnç göstererek 'İNSANLIK ONURU İŞKENCEYİ YENECEK, İŞKENCE YAPMAK ŞEREFSİZLİKTİR, İŞKENCECİ KÖPEKLER SIRA SİZE GELECEK' demek suretiyle örgütsel tavır sergilemesi yanında, 20/01/2013 tarihli Zor Kullanma Tutanağı altında imzası bulunan 357877, 358402 ve 316721 sicil numaralı TEM Şube Görevlilerine ve 280784 sicil numaralı Olay Yeri İnceleme Görevlisine yönelik zincirleme hakaret suçu ile direnme suçunu da işlediği, ..." İddianamenin kabulü ile açılan dava İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) E.2015/125 sırasına kaydedilerek görülmeye başlanmıştır. Yargılamada 27/3/2015 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda -diğerlerinin yanı sıra- 387877, 358402, 316721 ve 280784 sicil numaralı zabıt mümzilerinin tanık olarak hazır edilmesi için ilgili emniyet müdürlüğüne müzekkere yazılmasına ve duruşmanın 3/6/2015 tarihinde yapılmasına karar verilmiştir. İddianamede bahsedilen 20/1/2013 tarihli Zor Kullanma Tutanağı'nda imzası olduğu belirtilen 280784 sicil numaralı polis memurunun konuya ilişkin beyanı istinabe yoluyla Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde alınmıştır. 11/5/2015 tarihli Duruşma Tutanağı'nda, talimata ekli beyan ve tutanak bulunmadığı belirtilmiştir. Anılan polis memurunun tanık sıfatıyla verdiği ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"Olay tarihinde İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü Olay Yeri İnceleme ve Kimlik Tespit Şube Müdürlüğünde görev yapmaktaydım. İddianamede adları geçen sanıkları tanımam, ancak bahsi geçen DHKP/C Terör Örgütü üyelerinin gözaltı pros[e]dürlerine görevli polis memurlarına uygulatmamakta, parmak izi alımı, üst araması, doktor raporu, ifade alma v.s gibi işlemler esnasında polise gerek sözlü, gerek fiili mukavemette bulunmaktalar, buna istinaden video kaydı eşliğinde önce şahsa ilgili kanun maddeleri ve Savcısı talimatları bildirilerek, bu işlemlerin yasal işlem olduğu ve yapılmasının zorunlu olduğu söylenerek ikna çabaları sonucunda örgüt üyelerinin çok az bir kısmının rızaları sağlanarak işlemlerin yapıldığı, büyük bir kısmının da kademeli olarak zor kullanılarak yasal işlemlerin yapıldığı, yapılan bu işlemler de görüntü kaydına alınmaktadır. Bahsi geçen olayı tam hatırlamıyorum, ancak işimiz dolayısıyla maruz kaldığımız tehdit, hakaret ve görevimizin icrasının engellenmesine ilişkin fiillerin mevcudiyeti halinde durumu tutanak altına alırdık, iddianameye konu hakkında da tutanak tuttuğumuzu hatırlıyorum, dolayısıyla altında imzam bulunan tutanakta ne yazılmışsa doğrudur. İddianamede bahsi geçen ifadeler de sürekli karşılaştığımız ve olağan haline gelen durumlardır." Yargılamanın 3/6/2015 tarihli ilk celsesinde 358402 sicil numaralı polis memuru tanık olarak dinlenmiştir. Anılan tanık ifadesinde özetle; olayı ve bu kapsamda başvurucunun "İşkenceci köpekler sıra size gelecek." diyerek direndiğini hatırlamadığını, konuya ilişkin tutanak tuttuklarını hatırladığını beyan etmiştir. Söz konusu Duruşma Tutanağı'nda, başvurucu ile ilgili iddiaya konu 20/1/2013 tarihli zor kullanma tutanağı bulunamadığından duruşmada okunamadığı ve tanığa gösterilemediği belirtilmiştir. İddianamede bahsedilen 316721 sicil numaralı polis memurunun konuya ilişkin beyanı istinabe yoluyla 22/6/2015 tarihinde Yüksekova Ağır Ceza Mahkemesinde alınmıştır. Tanık ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"İddianamenin konusu olan olayla ilgili İstanbul'da görev yaptığımda görevli olduğum için bilgim vardır. Ben olay sırasında İstanbul'da görevliydim. İddianamede geçen şahıslarda beyanlardan Cansu Güneş SEFEROĞLU [S.A.] isimli bayan şahısların isimlerini anımsıyorum. Fakat bu kişilerin hangi olayda ve ne zaman kendilerine hangi işlemi yaptığımıza hatırlamıyorum. Çünkü biz İstanbul'da defalarca bu operasyonlara katılıyorduk. Ben muhtemelen bu şahısların yakalanmaları sırasında görevli idim. Fakat aradan uzun zaman geçmesinden dolayı bu kişilerin nasıl ne şekilde yakaladığımızı hatırlayamıyorum." Başvurucu yargılamanın 20/10/2015 tarihli celsesinde müdafii eşliğinde savunma yapmıştır. Mahkeme, başvurucu ile birlikte sanıklardan A. ve A.E.K. hakkında zor kullanma sırasında kayda alınan kamera görüntülerinin istenmesine karar vermiştir. Başvurucunun savunmasının ilgili kısmı şöyledir:"... suç tarihinde yürüyüş dergisine arkadaşıma ziyaret amaçlı gitmiştim, burada göz altına alındım, ben bir gazeteciyim, gazetecilik bölümünden mezun oldum, evim uzak olduğu için o gece orada kaldım, bana 3 tane kelepçe takılmıştı, biz ağır işkenceden geçirildik, ben kimseye tehdit ve hakarette bulunmadım, bizim saçımızdan tutularak yere yatırıldık, o şekilde kelepçelendik, buna tepki olmak için işkence yapmak şerefsizliktir şeklinde söz söyledim, hakkımdaki suçlamaları kabul etmiyorum, ..." Yargılama kapsamında daha önce beyanı alınan 280784 sicil numaralı polis memurunun konuya ilişkin anlatımı istinabe yoluyla 24/12/2015 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde ikinci defa alınmıştır. Anılan polis memurunun tanık sıfatıyla verdiği ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bana okumuş iddianamedeki olayı üzerinden uzun zaman geçtiği için tam olarak hatırlamıyorum. İddianamede [belirtilen] hususlar (DHKPC mensuplarının polis memurlarına ettiği küfür hakaret tehdit zorluk çıkarma) İstanbul'da [çalıştığım] süre içerisinde bir çok defa yaşadım. Bu şahısların polisin yapmış olduğu bütün [idari] ve adli işlemlerde zorluk çıkardığı, direndiği ve görevi yaptırmamaya çalıştığını gördüm. Parmak izi almak işlemi yapılırken kamera video işlemi de yaptığımızdan dolayı zaten bir çok video kayıtlarında belirtmiş olduğum durumlar görülmektedir. ... İddianamede bahsi geçen hususlar doğrudur." Yargılama kapsamında daha önce dinlenen 316721 sicil numaralı polis memurunun beyanı istinabe yoluyla Alanya Ağır Ceza Mahkemesinde 21/1/2016 tarihinde ikinci defa alınmıştır. İlgili Duruşma Tutanağı'nda 20/1/2013 tarihli tutanak bulunmadığından tanığa okunamadığı belirtilmiştir. Anılan polis memurunun tanık sıfatıyla verdiği ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"Ben Terör Şube Sol Büroda çalışmaktaydım. DHKP/C örgütünün üyeleri göz altına alındığında biz parmak [izlerini] alıyorduk. İddianamede ismi geçen sanıkları tanımam Cansu Güneş Seferoğlu isimli sanığı şuan hatırlamıyorum. 20/01/2013 tarihli zor kullanma tutanağında bu şekilde tutanak düzenlediysek tutanaktaki imza ban aittir. Ancak ben şu anda Cansu Güneş isimli şahsı da hatırlamıyorum. Tutanakta belirtilen ifadeleri söylediğini de şu an hatırlamıyorum." Olaya ilişkin kamera kayıtlarını içeren 3 adet CD, 1/3/2016 tarihli altıncı celse öncesinde Mahkemeye iletilmiştir. Söz konusu celseye ait Duruşma Tutanağı'nda 387877 sicil numaralı polis memuruna ilişkin olarak yazılan talimata bila ikmal cevap verildiği belirtilmiştir. Mahkeme söz konusu celse sonunda "kolluk tarafından gönderilen CD'lerin bilirkişiye tevdii ile iddianamede sanıkların tarif edilen eylemleri karşısında görevi yaptırmamak açısından sanıkların kolluk görevlilerine karşı herhangi bir şekilde cebir veya tehdit içeren eylemlerinin söz ve davranışlarının olup olmadığı, hakaret edip etmedikleri hususları yönünden rapor aldırılmasına" karar vermiştir. Anılan Duruşma Tutanağı'nda 387877 sicil numaralı polis memurunun huzurda veya istinabe yoluyla dinlenilmesine ya da dinlenilmesinden vazgeçilmesine dair herhangi bir değerlendirmeye yer verilmemiştir. Bilirkişi S. tarafından hazırlanan ve 17/5/2016 tarihli yedinci celse öncesinde Mahkemeye ulaştırılan 15/5/2016 tarihli teknik bilirkişi raporunda incelenen CD'lerden birinde başvurucunun adliyeye götürülme görüntülerinin bulunduğu belirtilmiştir. Söz konusu raporun sonuç kısmında başvurucunun direnişte bulunarak "İnsanlık onuru işkenceyi yenecek, işkence yapmak şerefsizliktir, kahrolsun faşizm yaşasın mücadelemiz, haklıyız kazanacağız" şeklinde sloganlar attığı tespitine yer verilmiştir. Yargılamanın 10/1/2017 tarihli onuncu celsesinde iddia makamı tarafından esas hakkında mütalaa sunulmuştur. Anılan mütalaada başvurucunun parmak izi alınacağı sırada birden fazla olan görevlilere ''işkenceci köpekler" şeklinde sözlerle hakaret ettiği ifade edilerek hakaret suçundan mahkûmiyetine, terör örgütüne üye olma ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarından beraatine karar verilmesi talep edilmiştir. Başvurucu ve müdafiinin katılmadığı 24/1/2017 tarihli bir sonraki celsede hüküm açıklanmıştır. Mahkeme, başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan beraatine, kamu görevlisine karşı görevinden ötürü hakaret ve kamu görevlisine karşı görevini yapmasını engellemek amacıyla tehdit kullanarak direnme suçlarından mahkûmiyetine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Yine, 2013 tarihindeki gözaltında parmak izi alınması işlemi sırasında sanıklardan Cansu Güneş Seferoğlu'nun, işlemi yapan 357877, 358402, 316721 ve 280784 sicil sayılı TEM Şube ve Olay Yeri İnceleme Şube görevlilerine hitaben örgütsel tavır ve tepkinin ötesinde şeref, onur ve haysiyetini ihlal edecek ve görevini yapmasını engelleyecek surette 'işkenceci köpekler sıra size gelecek' şeklinde sözler sarf etmek suretiyle üzerine atılı Kamu Görevlisine Görevinden Dolayı Zincirleme Biçimde Hakaret ve Kamu Görevlisine Karşı Tehdit Suretiyle Zincirleme Biçimde Görevini Yaptırmamak İçin Direnme suçlarını işlediği sonuç ve vicdani kanaatine varılmakla, atılı bu suçlardan dolayı anılan sanıkların ayrı ayrı cezalandırılması cihetine gidilmiş ve netice olarak aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir." Başvurucu müdafiince mahkûmiyet hükümlerine karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. İstinaf başvuru dilekçesinde özetle, mahkeme kararının iddianamedeki gibi tutanağa geçirildiği oysa başvurucu ile ilgili CD bilirkişi tarafından incelendiğinde suç olarak tespit edilen sözlerin söylenmediğinin anlaşıldığı, Türk Ceza Kanunu'nda yazılı görevi yaptırmamak için direnme suçunun oluşmadığı belirtilmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin (Daire) 27/11/2018 tarihli kararıyla istinaf başvurusu esastan reddedilmiştir. Anılan ret kararının ilgili kısmı şöyledir:"Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;Sanıklara yükletilen görevi yaptırmamak için direnme ve hakaret eylemleriyle ulaşılan çözümü haklı kılıcı zorunlu öğelerinin ve bu eylemlerin sanıklar tarafından işlendiğinin kanuna uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların kanun yolu denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı, ... [a]nlaşıldığından, ... İSTİNAF BAŞVURUSUNUN ESASTAN REDDİNE, ... karar verildi." Başvurucu 4/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 17/10/2019 tarihli ve 7188 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (3) numaralı fıkrası gereği, madde metninde belirtilen suçlar bakımından bölge adliye mahkemesi ceza daireleri kararlarının temyiz edilebilmesi mümkün hâle gelmiştir. Başvurucu 7/11/2019 tarihli ek beyan dilekçesi ile anılan Kanun değişikliği sonrasında temyizi mümkün hâle gelen hakaret suçundan verilen hükme ilişkin olarak temyiz kanun yoluna başvurduğunu bildirmiştir. Söz konusu dilekçede ayrıca görevi yaptırmamak için direnme suçu yönünden verilen cezanın infazının devam ettiği ve hakaret suçuna ilişkin temyiz isteminin bireysel başvurudan feragat anlamına gelmediği belirtilmiştir. Öte yandan yargılama hakaret suçu açısından temyiz kanun yolu aşamasında devam etmektedir. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Görevi yaptırmamak için direnme" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (4)numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Kamu görevlisine karşı görevini yapmasını engellemek amacıyla, cebir veya tehdit kullanan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (4) Suçun, silahla ya da var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır." 7188 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "5271 sayılı Kanunun 286 ncı maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.(3) İkinci fıkrada belirtilen temyiz edilemeyecek kararlar kapsamında olsa bile aşağıda sayılan suçlar nedeniyle verilen bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin kararları temyiz edilebilir:a) Türk Ceza Kanununda yer alan; Hakaret (madde 125, üçüncü fıkra),...” 5271 sayılı Kanun'un geçici maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" f) 286 ncı maddenin üçüncü fıkrasında yapılan düzenleme, bu maddenin yayımlandığı tarihten itibaren on beş gün içinde talep etmek koşuluyla aynı suçlarla ilgili olarak bölge adliye mahkemelerince verilmiş kesin nitelikteki kararlar hakkında da uygulanır. Bu bendin uygulandığı hâlde, cezası infaz edilmekte olan hükümlülerin, 100 üncü madde uyarınca tutukluluğunun devam edip etmeyeceği hususu, hükmü veren ilk derece mahkemesince değerlendirilir." Yargıtay Ceza Dairesinin 27/9/2021 tarihli ve E.2021/24793, K.2021/22615 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "TCK'nın maddesinde 'görevi yaptırmamak için direnme' başlığıyla 'seçenekli hareketli' ve 'amaçlı bir fiil' olarak düzenlenen ve görevin yapılmasını önleme maksadıyla kamu görevlisine karşı gelinmesi eylemleri cezalandırılan suç tipinde; hareketin icra vasıtalarının 'cebir veya tehdit' şeklindeki icrai davranışlarla işlenebileceğinin öngörüldüğü ve belirtilen tipik hareketleri içermeyen pasif direnme fiillerinin bu suçu oluşturmayacağı göz önüne alındığında, suça sürüklenen çocuğun olay günü, hakkında arama kararı olan arkadaşının karakola götürülmesini engellemek için ekip aracının kapısını tutarak aracın hareket etmesini engellediği biçimindeki eyleminde, 10/03/2015 tarihli tutanak içeriği ile müşteki ve katılan beyanlarında kamu görevlisine görevini yaptırmamak için gerçekleştirilen cebir veya tehdit eyleminden açıkça bahsedilmemesi karşısında, direnme suçunda aranan cebir veya tehdit unsurlarının somut olayda ne şekilde gerçekleştiği kanıtlara dayalı olarak tartışılıp gösterilmeden CMK'nın 230/1-c maddesine aykırı olarak, eksik inceleme ve yetersiz gerekçeyle mahkumiyet kararı verilmesi, ... [bozmayı gerektirmiştir.]" Yargıtay Ceza Dairesinin 10/2/2022 tarihli ve E.2020/22261, K.2022/4391 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Müştekilerin [...] şüphelinin iş yerini mühürleme işlemi için gittikleri ve mühürleme işlemi yaparken sanığın mağdurlara hitaben 'bir daha gelirseniz çevik kuvvet ile gelin, pompalı tüfekle karşılayacağım sizi, .., gerekeni yapacağım..' şeklinde sözle tehdit ettiğinin kabul olunduğu olayda, eyleminin bir bütün halinde TCK'nın maddelerinde tanımlanan görevi yaptırmamak için direnme suçunu oluşturduğu [...] gözetilmeden, suç vasfında hataya düşülerek yasal olmayan gerekçeyle, yazılı biçimde tehdit suçundan düşme kararı verilmesi, ... [bozmayı gerektirmiştir.]"
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/3706
Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı bir iddianın karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, başvurucunun atanma talebi hakkında karar verilmemesi nedeniyle vefat eden kızının yanında bulunamamasından dolayı aile hayatına saygı hakkının; idarenin ayrımcı uygulamasına maruz kalmasından ötürü eşitlik ilkesinin; açtığı tam yargı davası yargılamasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ve yargılama sırasında Danıştay savcısının görüşünün kendisine tebliğ edilmemesi nedeniyle çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde Mardin İl Emniyet Müdürlüğünde görevli polis memurudur. 2008 yılında Erzincan ilinde görev yaparken görev süresini doldurması nedeniyle genel atama dönemine tabi olup Mardin iline atanmayı talep etmiştir. Başvurucunun talebinin ardından, rahatsızlanan 2/4/2008 doğumlu kızı (E.S.), Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Sağlığı Ana Bilim Dalı (Hastane) tarafından tedavi edilmeye başlanmıştır. Hastane tarafından 14/5/2008 tarihinde sağlık kurulu raporu düzenlenmiştir. Rapora göre başvurucunun kızının pediatrik kardiyoloji ve kalp damar cerrahisi merkezinde izlenmesi ve bazı ilaçların devamlı kullanması gerekmektedir. Başvurucu, anılan sağlık raporunu da ekleyerek 2/6/2008 tarihinde Mardin iline atanma talebinden vazgeçtiğini ve sağlık mazereti nedeniyle İzmir iline atanmak istediğini belirttiği talep dilekçesini İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğüne (İdare) iletmiştir. Yaklaşık iki ay sonra başvurucunun talebi hakkında olumlu veya olumsuz bir karar verilmemiş olmasından dolayı başvurucu, İdareden bilgi edinme hakkı kapsamında atanma talebinin akıbetini yazılı olarak sormuş, İdarenin 4/8/2008 tarihli cevabında talebin değerlendirmeye alındığı ve atanma işlemlerinin devam ettiği bildirilmiştir. 10/9/2008 tarihinde başvurucunun kızı vefat etmiştir. Başvurucu, 21/10/2008 tarihinde "yasal olarak hakkı olmasına rağmen tayin işleminin yapılmamasında ağır hizmet kusuru bulunduğu" iddiasına dayanarak manevi tazminat talebiyle İdareye başvurmuştur. İdare, 3/11/2008 tarihli cevabıyla "talep edilen tazminatın ödenmesine ilişkin yargı kararı bulunmadığından ödeme yapılması hususunda yapılacak bir işlem bulunmamaktadır." şeklinde başvurucunun tazminat talebini reddetmiştir. Ayrıca bu arada İdare, 10/11/2008 tarihli başvurucuya hitap yazısında, başvurucunun çocuğunun tedavi olabileceği aynı hizmet bölgesinin bir alt bölgesinde bulunan yerlerin Elazığ, Malatya ve Erzurum illeri olarak başvurucuya telefonla bildirildiğini ancak başvurucunun İzmir ili talebinde ısrarcı olup alt bölge illeri de düşüneceğini beyan ettiğini, bu süre zarfında da kızının vefat ettiğini açıklamıştır. Başvurucu, 23/12/2008 tarihinde, Ankara İdare Mahkemesinde tam yargı davası açarak "tayininin yapılmaması nedeniyle kızının tedavi sürecinde ve ölümü esnasında yanında olamamaktan kaynaklı" manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Ankara İdare Mahkemesinin 30/12/2008 tarihli yetkisizlik kararıyla dosya Mardin İdare Mahkemesine (Mahkeme) gönderilmiştir. Mahkemenin 25/2/2010 tarihli kararıyla dava "başvurucunun kızının ölümüyle idarenin işlemi arasında illiyet bağı kurulamadığından idarenin manevi tazminat ödemekle yükümlü tutulması gereken ağır bir hizmet kusurunun bulunmadığı" gerekçesine istinaden oy çokluğuyla reddedilmiştir. Muhalefet şerhinde; başvurucunun, kızının sağlık durumu sebebiyle atanma talebinde bulunabilmesinin mümkün olduğu değerlendirmesine yer verilerek İdare tarafından mümkün olan en kısa sürede başvurucunun durumuna uygun bir şekilde yer değişimi yapılması gerektiği belirtilmiştir. Fakat olayda uzun bir zaman geçmiş olmasına rağmen talep hakkında herhangi bir işlem yapılmadığı tespiti yapılmıştır. Bu durumun ise İdarenin yerine getirmekle yükümlü olduğu hizmetin hiç işlememesi sonucunu doğuran ağır bir hizmet kusuru olarak değerlendirilmesi gerektiğinin altı çizilerek ağır hizmet kusurundan dolayı manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği görüşü bildirilmiştir. Başvurucunun temyiz ettiği Mahkeme kararı, Danıştay Beşinci Dairesince (Daire) onanmıştır. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 10/1/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 24/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin birinci ve ikinci fıkraları ile maddesi, 25/6/1983 tarihli ve 18088 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Devlet Memurlarının Yer Değiştirme Suretiyle Atanmalarına İlişkin Yönetmelik'in ve maddeleri. 11/9/1992 tarihli ve 21342 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren ve başvuru konusu olay tarihinde yürürlükte olan Emniyet Hizmetleri Sınıfı Mensupları Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) "Atama ve Yer Değiştirme İşlemlerine İlişkin Esas ve Usuller" bölümünün "Öncelik sırası" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Hizmetin aksatılmadan yürütülebilmesi için, bu Yönetmelikte belirtilen bölgelere yapılacak atama ve yer değiştirmelerde asagıdaki esaslara sıra ile uyulur.a) Hizmet bölümlerine ve ihtiyaca uygun kadro ve rütbeler,b) İdari veya asayisle ilgili sebepler,c) Personelin, esinin ve çocuklarının hayati önemi haiz saglık durumları, ..yerler." Yönetmelik'in "Atama işlemlerinin zamanı ve bildirme" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Atamalar kanuni zorunluluk halleri dışında her yıl Haziran ayında topluca bu Yönetmelikte gösterilen esaslara göre bilgisayardan yaralanılarak yapılır.İkinci bölgeye atanacakların isimleri emniyet müdürü ve emniyet amiri rütbesindeki personel hariç Genel Müdürlükçe en geç Subat ayı sonuna kadar ilgili birimlere bildirilir. Bu personelin sayısı, ikinci bölge hizmetlerini o yıl tamamlayacak olanların en az % 50 fazlasıyla tespit edilir.Personel Daire Baskanlıgı, her yıl Nisan ayı sonuna kadar o yılın yer değiştirme planlarını hazırlar". Yönetmelik'in "Zaman dışı atama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Aşağıdaki yazılı hallerde 18 inci maddedeki genel atama ve yer değiştirme zamanına baglı kalınmaksızın ve atama istek formu istenmeksizin her zaman atama ve yer değiştirme yapılabilir. ..c) Personelin veya es ve çocuklarının hastalıgı nedeniyle bulundugu yer görev yapamayacağının tam tesekküllü Devlet hastanesinden verilecek saglık kurulu raporu ile belgelenmesi, ..." Yönetmelik'in "Sağlık sebepleriyle yer değiştirme" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Personelden, görevli bulunduğu hizmet bölgesinde kalmasının kendisini veya esini ya da çocuklarından birinin sağlık durumunu tehlikeye sokacagını, tam tesekküllü bir devlet hastanesinden veya üniversite hastanesinden, özel üniversite hastanesi hariç, alınacak saglık kurulu raporu ile belgeleyenler yer degistirme isteğinde bulunabilirler.Başka sağlık müesseselerinden alınan raporlar geçerli sayılmaz ve işleme konulmaz.Bu raporlar Genel Müdürlük Sağlık İşleri Daire Başkanlığı'nın uygun görüşü alındıktan sonra, raporda " acil " kaydı olanların en kısa sürede, " acil " kaydı olmayanların da genel atama zamanında yer değişimi yapılır. Bu yer degisiminde öncelikle, aynı hizmet bölgesinde rapora uygun bir alt bölge seçilir. Bu bölge içinde raporda belirtilen sağlık şartlarına uygun alt bölge bulunmadıgı takdirde, personel diger hizmet bölgesine atanır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin(Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." AİHM, bir aile bağının varlığının tespit edildiği durumlarda devletin kural olarak bu bağın sürdürülmesini sağlamaya uygun şekilde davranmak zorunda olduğunu belirtmektedir. Ebeveyn ve çocuk arasındaki karşılıklı ilişki, aile hayatının temel bir unsurunu teşkil eder ve kamu makamlarının bunu engelleyen tedbirleri ise Sözleşme’nin maddesince korunan aile hakkına yönelik bir müdahale oluşturur (Monory/Romanya ve Macaristan, B. No: 71099/01, 5/4/2005, § 70; K. ve T./Finlandiya [BD], B. No: 25702/94, 12/7/2001, § 151).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3316
Başvuru, başvurucunun atanma talebi hakkında karar verilmemesi nedeniyle vefat eden kızının yanında bulunamamasından dolayı aile hayatına saygı hakkının; idarenin ayrımcı uygulamasına maruz kalmasından ötürü eşitlik ilkesinin; açtığı tam yargı davası yargılamasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ve yargılama sırasında Danıştay savcısının görüşünün kendisine tebliğ edilmemesi nedeniyle çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, ilgili mevzuat uyarınca hak sahibi olarak tespit edilen depremzedelere kalıcı konut tahsis edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 26/12/2017 tarihinde öğrendikten sonra 23/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/3226
Başvuru, ilgili mevzuat uyarınca hak sahibi olarak tespit edilen depremzedelere kalıcı konut tahsis edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, idari para cezası ve sürücü belgesinin geçici olarak alınmasına ilişkin işleme karşı yapılan başvuruda kararın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki iddiaya ayrı ve açık yanıt verilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 15/8/2021 tarihinde Şile İlçe Emniyet Müdürlüğüne bağlı trafik ekiplerince alkol kontrolü amacıyla durdurulmuştur. Saat 07 sıralarında nefes ölçümü sonucunda düzenlenen tutanakta başvurucunun 1,33 promil alkollü olduğu belirtilmiştir. Kolluk görevlilerince düzenlenen tutanağa göre başvurucunun ehliyeti, alkollü olarak araç kullandığı gerekçesiyle 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun maddesinin beşinci fıkrasının ihlal edilmiş olması nedeniyle alınmış ve hakkında 339 TL idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucu; alkol kullanımının üzerinden uzun süre geçtiğini, etki ve kalıntısının kalmayacağını ancak kullandığı birtakım ilaçların etkisiyle alkollü çıkabileceğini belirterek sonuca itiraz etmiştir. Ölçüm sonucuna itiraz eden başvurucu; kolluk görevlileri tarafından yapılan ölçümün ardından iddiasını ispat etmek amacıyla kolluk görevlileri tarafından yapılan ölçümden yaklaşık üç saat sonra İstanbul Sancaktepe Şehit Prof. Dr. İlhan Varank Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Hastane) gittiğini, burada yapılan testlerin sonucunda alkollü olmadığının tespit edildiğini beyan etmiştir. Başvuru formunun ekinde yer verilen Laboratuvar Sonuç Raporuna (rapor) göre başvurucudan saat 21'de örnek alındığı, yapılan inceleme sonucunda alkol oranının "alt ölçüm sınırının altında" çıktığı anlaşılmaktadır. Başvurucu, Şile Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) başvurarak hakkında tesis edilen idari para cezasının ve sürücü belgesinin geçici olarak alınması işleminin iptal edilmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucu dilekçesinde bahsi geçen rapora atıf yaparak alkollü olmadığını, kullandığı ilaçlar nedeniyle alkol oranının yüksek çıkmış olabileceğini, haksız yere ehliyetine el konulması ve idari para cezasıyla tecziye edilmesi nedenleriyle mağdur olduğunu ileri sürmüştür. Hâkimlik başvuruyu reddetmiştir. Karar gerekçesinde, sunulan rapor hakkında herhangi bir değerlendirme bulunmamaktadır. Hâkimliğin gerekçeli kararının ilgili kısmı şöyledir: "...itiraz edenin kanunun aradığı azami alkol seviyesinin üzerinde 1,33 promil alkollü çıktığı, idari para cezası karar tutanağının resmi evrak niteliğinde bulunduğu ve aksi ispat edilinceye kadar geçerli olduğu, itiraz eden tarafından dosyaya alkollü araç kullanmadığına dair bir delil sunulmadığı gözetildiğinde..." Başvurucu, Hastanede yapılan ölçümde alkol oranının alt sınırın altında tespit edildiğini gösteren rapor hakkında Hâkimlik kararında herhangi bir değerlendirmede bulunulmamasının gerekçeli karar hakkını ihlal ettiğini ileri sürerek karara itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazı İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliğince kesin olarak reddedilmiştir. İtirazın reddi kararında da bahse konu rapor hakkında bir değerlendirme yapılmamıştır. Başvurucu, nihai kararı 30/12/2021 tarihinde öğrendikten sonra 28/1/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon; adil yargılanma hakkı dışındaki iddiaların kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/13035
Başvuru, idari para cezası ve sürücü belgesinin geçici olarak alınmasına ilişkin işleme karşı yapılan başvuruda kararın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki iddiaya ayrı ve açık yanıt verilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, başvurucuların yakınlarının kasten öldürülmesine ilişkin ceza soruşturmasının ve akabinde açılan kamu davasının etkili ve süratli yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine Gebze Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 7/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Zarife Yelis'in oğlu diğer başvurucuların kardeşi olan 1979 doğumlu Nurettin Yelis (N.Y.) 3/9/2005 tarihinde öldürülmüştür. Gebze Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı), bu olaya ilişkin derhâl ve resen soruşturma başlatmış ve şüpheli H.A. hakkında kasten insan öldürme suçundan 5/9/2005 tarihli iddianame ile kamu davası açmıştır. Gebze Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından yürütülen yargılama sonucunda 31/5/2007 tarihli kararla sanık H.A.nın olası kasıtla insan öldürme suçundan 8 yıl 4 ay hapis cezası ile mahkûmiyetine karar verilmiştir. Başvurucular ve sanığın temyizi üzerine bu karar Yargıtay Ceza Dairesinin (Daire) 4/11/2009 tarihli ve K.2009/6639 sayılı ilamıyla suçun niteliğinde yanılgıya düşüldüğü -suçun kasten yaralama sonucu ölüme neden olma olduğu- gerekçesiyle bozulmuştur. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının Dairenin bu kararına suçun niteliğinin hatalı belirlendiği gerekçesiyle itirazı, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 4/5/2010 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Dava dosyasını Dairenin bozma ilamı nedeniyle yeniden ele alan Mahkeme, 8/2/2011 tarihli kararıyla bu kez sanığın kasten yaralama sonucunda ölüme neden olma suçundan 2 yıl 11 ay hapis cezasıyla mahkûmiyetine karar vermiştir. Başvurucuların temyizi üzerine bu karar, Dairenin 13/12/2011 tarihli kararıyla 4/11/2009 tarihli bozma ilamına uyulup suçun niteliğinin kasten yaralama sonucu ölüme neden olma olduğu kabul edildiği hâlde cezada olası kast hükümlerini düzenleyen kanun hükümleri gereğince indirim yapılmasının yasaya aykırı olduğunun gözetilmediği gerekçesiyle yeniden bozulmuş ve dava dosyası Mahkemeye iade edilmiştir. Mahkemenin yeniden yaptığı yargılama sonucunda 7/6/2012 tarihli ve E.2012/31, K.2012/265 sayılı kararla sanığın kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan bu kez 5 yıl hapis cezasıyla mahkûmiyetine karar verilmiştir. Başvurucular ve sanığın temyizi üzerine bu karar, Dairenin 28/5/2013 tarihli ve K.2013/3982 sayılı kararıyla onandığından aynı tarihte kesinleşmiştir. Başvurucular; bu kararın kendilerine resen tebliğ edilmediğini, vekilleri aracılığıyla 2/4/2014 tarihinde Mahkemeye başvurmalarıyla bu tarihte kararı öğrendiklerini beyan etmişler ve 2/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (2)numaralı fıkrası, , maddeleri ve maddesinin (4) numaralı fıkrası.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6032
Başvuru, başvurucuların yakınlarının kasten öldürülmesine ilişkin ceza soruşturmasının ve akabinde açılan kamu davasının etkili ve süratli yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, yerel bir gazetede yayımlanan yazı dizisi nedeniyle aleyhe tazminata hükmedilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucular tarafından yapılan 2014/5761 ve 2014/13859 numaralı başvurular, aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunduğu anlaşıldığından birleştirilmiş; incelemeye 2014/5761 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Başvuruculardan Nihat Durmuş olayların meydana geldiği tarihte İskenderun’da yayın yapan Olay gazetesinin genel yayın yönetmenidir; Durmuş Ofset Gaz. Bas. Yay. Mat. Kül. ve Spor Etk. ve Tic. Ltd. Şti. ise söz konusu gazetenin sahibidir. Başvurucu Nihat Durmuş aynı zamanda Durmuş Ofset Gaz. Bas. Yay. Mat. Kül. ve Spor Etk. ve Tic. Ltd. Şti.nin iki kurucusundan biridir. Başvurucu Nihat Durmuş, elektronik posta hesabına gönderildiğini iddia ettiği bazı yazıları “Boncuğun Maceraları- 1, 2 ve 3” başlıkları altında gazetenin 10/8/2011, 11/8/2011 ve 12/8/2011 tarihli nüshalarında ve internet sitesinde yayımlamıştır. Söz konusu yazıların içerikleri şöyledir: "Boncuğun maceraları -1 İSKENDERUN belediyesi çok vahim ve bir o kadar da namussuzluklarla dolup taşıyor. Şu anda başkan yardımcılığı ve özel kalem müdürlüğünü yürüten E. denen şahsın icraatlarını yazmak ve anlatmakla bitiremem. Fakat dilimin döndüğü ve aklımın yettiği kadarıyla anlatmaya çalışayım. Aslında yaptıkları akla, mantığa ve ahlaka aykırıda neyse... Bu aşağılık adam ilk geldiği andan itibaren İskenderun Belediyesi kimliğini tamamen değiştirdi ve şu anda İskenderun belediyesinde İskenderun doğumlu olan personel sayısı parmakla dahi sayılamayacak kadar az. Maalesef ki belediyemiz Altınözü, doğu kökenli kardeşlerimizle dolu. Haa onları da yadırgamış veya hor görmüş değiliz, yanlış anlaşılmasın! Ama bu kadar ihtiyacı olan memleket insanı var iken bu Allah’tan revamı? Ve üzülerek söylüyorum ki bu adamın yaptığı bütün bu işlerden başkan beyin haberi dahi yok... Mesela örneklendirelim, havada kalmasın iddialarımız; E. beyin halazade oğlu olan ve Sakarya spor tesislerinde görev yapan şahıs, değil memleket evladı olmak, İskenderun içine bir kez dahi gelmiş değil iken bu adamcağızı “Antalya’dan gel sana süper bir iş ayarladım halaoğlu, ne işin varsa bırak, arkanda ben varım” deyip çağırmadı mı? Aslen Trabzonlu olan ve kokası K... fotoğrafçılığın sahibi gayet maddi durumları iyi bir bayanı hangi ahlak kuralları içinde işe aldı... Size ve tüm kamuoyunun vicdanına soruyorum, gelin ve belediyenin iş çıkışını Allah rızası için izleyin zannedersiniz ki defile gelmiş... Bunların hangisi ihtiyaç sahibi Allah için biri bana açıklasın... Ayakkabısı ve çantası 500 TL olan her gün kuaföre gidip saç yaptırıp işe gelenler mi? Yoksa asgari ücretle güvenlik görevlisi olarak çalışan aslında dükkânları olan ve sadece sigortam burada gözüksün, zaten işlerin başında ailem var diyip sıfır kilometre araçlarla işe gelen personeller mi? Bunlar vicdan meselesi kardeşim vicdan... Hani nerde kaldı doğmamış çocuğun hakkı??? Gelelim bu herifin ahlak dışı hareketlerine; belediyede geldiği ilk günden beri damızlık aygır gibi ortalarda dolaştı ve kendine aciz bayanlar baktı... Ve nitekim de buldu... Öncelikle kendine sekreter yaptığı ve şu anda halkla ilişkilerde çalışan E... hanımla ilişki yaşadı. Sonra eski halkla ilişkiler personeli ve şimdi başkan yardımcısı sekreteri S... hanımla ilişkisine devam etti... Ve bu ahlaksız bayanların da bir birbirlerinden haberleri olduğu ve bu adamın evli olduğunu ve kendilerinden büyük kızları olduğunu bildikleri halde ilişkilerine devam etmiş olmaları da cabası... Bu iğrençlik Ankara’daki Hatay Günlerinde hat safhaya ulaştı... Malum yerdeki otel odasında bu iki bayan E. bey ve şu andaki mezarlık müdürü, alkol alıp şişe çevirmece oynadılar... İ. beyle E. Hanım, E. Beyle de S. hanım çıktı... Sabahın ilk saatlerine kadar sürdükten sonra tekrar ayrı odalara girdiler ve bu günlerce sürdü... Sonrasında işte o Ankara dönüşü malum kaza oldu... E. beyin şahsi aracı olan mavi renk araçla Konya yolunda ilerlerken S. hanım uygunsuz bir harekette bulundu ve E. bey şehvete gelmiş olacak ki aracın hâkimiyetini kaybedip şarampole uçtu... Ve bu olay herkesten saklandı... Sonra belediyede S. hanımın odasına sadece E. beyin odasından aranabilen ve numarasını kimsenin bilmediği direkt hat çekildi... Ve bu hatla ne yaptıkları malum... Başkan makamdan çıktıktan hemen sonraları bu hattan S. hanım çağırıldı ve elinde dosya ile kapılar kilitlenip güvenlik görevlisi koyuldu kapının önüne ve kim sorarsa sorsun E. bey özel görüşmede içeri girmek yasak denildi... Sonrasında belediye imar müdürlüğünde görevli T. hanım belediye personel müdürü tarafından taciz iddialarına konu olduğu için dış birime sürüldü... Ve E. beyle sıkı pazarlıklar yapıldıktan sonra E. beyin üstün gayretleri doğrultusunda aynı birime göreve geldi... Buraya kadar her şey normal değil mi?... Fakat bu geliş öyle bir geliş ki bu T. hanımın erkek arkadaşının belediyemiz yükseltme istasyonlarının birinin karşısında bir evi var... Bir de ne görelim E. bey ve S. hanım orada buluşuyor ve hasret gideriyormuş... Öyle akıllı olduğunu sanıyor ki bu adam siyah renk makam aracı ile hallediyor bu işlerini... Önce makam aracı bayanları alıyor kuaföre götürüyor, sonrada malum mekâna, sonrasında E. bey geliyor astsolis olarak... Bu bayanların kılık kıyafetlerini başkanlık özel kalem giderlerinden karşılamakta ve yerine muhtelif faturalar ayarlamaktadır... Bütün bunlarda yetmezmiş gibi emrinde bulunan ve canının çektiği bayanlara ve özellikle dul olanlar tercih edilir bu arada... Ahlaksız teklifler size kadro vericem ev açıcam hayatınız kurtulacak deyip cezbetme çalışmaları yapmakta... Ve hatta bir bayana sen iste eşimden boşanır seni alırım, yeter ki he de bana demektedir... Bu bayanlar karşı geldiklerinde ise ayağını denk al, benim olmazsan sana burada ekmek yok demekte... Velhasıl kelam daha anlatmakla bitmez demiştim ya bitmiyor işte... Ağzımı daha fazla bu iğrenç adamla kirletmek istemiyorum. Not: boncuğun serüvenleri 14 bölümden oluşuyor”"Boncuğun Maceraları (2)Belediyede Cinsel Taciz Yaygın Ama Dile Getirilmiyor!Doğru, tacizin çok değişik, dar ve geniş tanımları var. Çok basite indirgeyebiliriz aslında. Tacizde önemli olan unsur rızanın varlığıdır. Eğer kadın açısından istenen bir davranışsa, yani kadının rızası varsa taciz oluşturmuyor zaten. Gerçi bana göre hiyerarşik ilişkilerde rıza aranmamalı diyorum. Çünkü iş yerindeki hiyerarşik ilişkilerde kadın hayır diyebilecek konumda değil. Cinsel taciz amirden geliyorsa, kadın dışarıdaki ilişkilerinde olduğu kadar kolay hayır diyemiyor. Çoğumuz, büyük bir arenada dövüşen gladyatörleri kendilerinden geçerek izleyen eski Romalılar gibi seyrediyoruz bu olayları. Bir süre önce üç bayanın çırpınış sesleri de o arenanın tribünlerinden yükselen vahşi bağırışlar içinde kaybolup gitti neticede. Herkes boncuğun sapıklıklarını ve tacizcilerinin çoğaldığından bahsediyorlar.Gazetelerde köşe yazarları da Tacizci boncuk ve müdavimlerinin haberlerini köşelerinde büyük bir hınçla veriyor..ama düşünmeden edemiyorum,bütün kabahat ve suç tacizcilerin midir.!Boncuğu saptıranların ve onun tacizine maruz kalanların hiç mi suçu yok diye de düşünmüyor değiliz hani..! Kadın için istediği gibi giyinmek serbest.İstediği gibi soyunmakta serbest.İstediği gibi açmakta özgür.Onlar istediği gibi edep yerlerini açsa da hakkı yok ki boncuğun ve boncuk gibilerin sapıtmaya.Sapıtırsa Türk Ceza kanunu ve yerel medya onu en ağır şekilde cezalandıracaktır.Yedi yıla kadar hapis cezası alacaktır.Çünkü kadının bedenine koruma kanunları var.Çünkü kadının soyunma ve hayasızlaşma hakkı var.Ama erkeğin sapıtma şehvetlenme ve bakma ve dokunma hakkı yok.Bunları yaparsa tacizci olur,sapık olur, manyak olur.Kadın istediği gibi açacak saçacak ve dağıtacak ama boncuklar,uçkuruna şehvetine ve eline hakim olacak.Yani boncuk ya gidip hadım olacak,boncukluğunu kaldıracak. Hormonlarını bozacak ve kadınlara karşı şehvet durmayacak.Yada cezasını çekecek.alışkanlık yapan boncuk, kadınları taciz etmesin diye hadım edilse o zaman belediye boncuksuz ne yapar...? Boncuğun sapıtması evet hem kusur ve hem hata ama acaba kadının zafiyeti ile soyunmasını ve boncuğun ve yandaşlarının iştahlarını açmasını neden normal görüyorlar. Sadece kadının hakkını gözetip boncuk gibi boncukları itham edip hapse mahkum ediyorlar. Neden açık açık kadınlara yapılan taciz ve tecavüzler örtülü bayanlara karşı icra edilmiyor. Neden örtülü bayanlara karşı böyle şeylere cesaret edilmiyor. Neden sadece çıplak ve hayasız kadınlar tacize uğruyor.Hiç mi bu çıplakların suçu yok.Bütün kabahat boncuk ve dostlarının mı? Saptıranların hiç mi suçu yok. Yok öyle yağma.Rüzgar varsa yaprak kımıldayacak.bataklık varsa sinek olacak.çıplaklık varsa şehvet olacak ve arzular kabaracak.Çünkü kadın ile erkek arasındaki en mühim şeylerden birisi cinselliktir. Boncuk ve muridleri kadınların hallerinden etkilenirler. Onların giyim tavır hareketleri ve edaları etkiler. Etkilemesin diyenler o zaman bütün milleti hadım etsinler kadınlarda istediği gibi anadan üryan gezsinler. Hayalarını yırtsınlar. Bakın, bizde çıplaklara ve hayasız kadınlara saldırıp ve tecavüz edenlere sapık diyorlar ve hapislerde süründürüyorlarken, başka ülkelerde ise çıplaklık yasaklanıyor. Düşük beller yasaklanıyor. Bizde ise teşvik edilmeye milleti sapıttırmaya çalışılıyor. Şu gerçek unutulmamalıdır ki ; Kendisini çıplaklıkla ucuza satmak kadına kar getirmez.İnsanların uçkurlarına hizmet edecek bir tarz giyim ve davranış kendine saygısı olan bir kadını alçaltır.. ÇIPLAK BİR KADIN YA DA FOTOĞRAFINI GÖREN BONCUĞUN AKLI TAVAN YAPIYOR, hemen il dışı iş gezisi proğramı yapıyor.. Hooop otel odasına.... Kadınları haklı bulup boncuğu suçlamak ve hapse mahkum etmek zulümdür. Adaletsizliktir. Boncuğu mahkum ettiğiniz gibi saptıranları da mahkum edin. Siz kadınları haklı görürken o kadınları o taciz günü giydikleri elbiselere göre yargılayın bakalım suçun ne kadarı onlarda olacaktır.Bu adaleti İtalya da icra etmişler.Tacize uğrayan bayana demişler.Tacize uğradığın gün nasıl elbise giymişsen o elbiselerle gel mahkemeye.. Kadın mahkeme günü geldiği zaman giydiği elbiseler yüksek oranda tahrik unsuru taşıdığı için erkeğin cezası hafifletilmiştir. Onlar görmüşler ki, sadece kusur ve kabahat boncuğun değildir. Kadının da suçu vardır. Kadın öyle istediği gibi giyemez. Düşünün erkekler anadan üryan sokaklarda gezseler sapık olurlar. Ama kadınlar ise anadan üryan gezince çağdaş oluyorlar. Böyle bir çarpık anlayış var işte dünyada. Erkeğe haram ama kadına helal çıplak gezmek! Unutmayalım ki, evet bu hatunlar, unsuru kendileri yaratmış olabilir ancak biz, boncuğun tacizlerine ve tecavüzlerine sessiz kalmakta haksız taraf olmaktır...diyoruz. Bir Padişah sahneye çıkıp soytarılık yapsa, yarım dakika beceremez, foyası ortaya çıkar. Ama bir soytarı, kimseye hissettirmeden yıllarca padişahlık koltuğunda oturabilir... Not: boncuğun maceraları 14 bölümden oluşuyor""Boncuğun maceraları (3)Belediyede Taciz Manzaraları... İskenderun’un namusunu temizledik.”Şşşt başkan, sen önce belediyenin namusunu temizle tacizler, odalara tek hat özel telefon çekmeler, saatler süren özel oda görüşmeleri (üstelikte kapıya garibimin birini kimse girmesin özel görüşme var diye verilen bir emirle kapıya dikip) kapalı kapılar ardında belediyenin namusunu temizlediğinizden hiç şüphemiz yok. Belediyede rezalet diz boyu, kimin eli kimin cebinde belli değil... Birde gururla göğsünüzü şişirerek belediyenin borcunu temizledik diye açıklama yapıyorsunuz.. İyi ya borcunuz namus borcu, namusunuzu da AKLINIZIN YETTİĞİNCE temizlemişsiniz, borç yokmuş aman ne güzel...Ahh ne alaa mualla...laleler, laleler.... TEHDİT KORKUSU... Belediyedeki cinsel taciz olaylarını araştırmak için aylarımızı verdik ve de başardık belediyede kapalı kapılar arkasında dönen olaylar bu güne kadar rüyamda dahi görsem inanamayacağım tarzdan olaylardır, gördüklerimiz ve duyduklarımız karşısında şaşkına döndüğümüzü de itiraf edelim. E.nin yaptıkları yetmezmiş gibi birde başkanın özel koruması ve E. hanım özel kalem müdürü E.nin odasında basılıyorlar ama personel korktuğu için kimseye bir şey diyemiyor ve sus-pus oluyorlar ve yine bu zorba takımın yaptıkları yanlarına kar kalıyor. E. hanım dul bir çocuk annesi ve mütevazi, fakir tek odalı bir evde ailesi (anne ve babası) ile güçlükler içerisinde yaşamını idame ettiren kendi ekmeği peşinde mücadelesini sürdüren bir bayandır. karşı çıksa işinden olacak çıkmasa namus elden gidiyor anlayacağınız iki ucu b...klu değnek.. Ne tarafından tutarsa tutsun eli illaki kirlenecek... Benzeri daha bir çok E.hanım gibi çaresiz ve yalnız hayat mücadelesi veren insanlar var ama seslerini çıkartamıyorlar çünkü işsizlik almış başını gidiyor... Marabaların tek korkusu kalem efendileri tarafından ya işten atılırlarsa..!!!! (Ki bizlerde çoğu kereler sözelde olsa şahit olduk..) Bakın arkadaşlar, yalnız değilsiniz... Bizler sizlerin yaşadığı birçok olayların yakinen takipçisiyiz.. ‘ARTIK BAL TUTAN PARMAĞINI YALAYAMAYACAK.....!!!’ Belediyede bu devir bitmeli ve bitecek.. Aloo Yanmayan Bilmez..mişş diyorlar... Üç tane köstebek bir gün bir ateş görmüşler. Bunun nasıl bir şey olduğunu öğrenmek istemişler. Birinci köstebek ateşe biraz yaklaşmış ve üzerinin aydınlandığını görmüş. Arkadaşlarının yanına gelmiş ve: -Bu ateş aydınlatıcı bir şey!, demiş.. İkinci köstebek bununla yetinmeyerek daha fazla şey öğrenmek istemiş. Biraz daha yaklaşmış ve ısındığını hissetmiş; Demiş ki: -Aynı zamanda bu ateş ısıtıcı bir şey! Sonuncu köstebek(E.)daha da çok şey öğrenmek, arkadaşlarının yaşadıklarına rağmen hiç gözü doymamış daha da çok şey yaşamak istiyormuş. Biraz yaklaşmış, aydınlandığını görmüş. Biraz yaklaşmış, ısındığını hissetmiş. Biraz daha yaklaşmış, ateş kanatlarını kavurmuş ve biraz daha yaklaştıktan sonra tamamen yanan köstebek "poff !" diye ortadan kayboluvermiş. Ateşin gerçekten ne olduğunu belki bir tek o öğrenmiş ama geriye dönüp öğrendiklerini kimselere söyleyememiş;Çünkü, “O” ateşin içinde kaybolmuş ve bir şeyi, ancak içinde kaybolan bilebilirmiş!... "B. Birinci Dava Olayların meydana geldiği tarihte İskenderun Belediye Başkan Yardımcısı E.; başvuruya konu yazılarda geçen E. isimli şahsın kendisi olduğu, kendisine gerçek dışı beyanlara dayanılarak ve tahkir içeren sözlerle hakaret edildiği iddiasıyla başvurucular aleyhine tazminat davası açmıştır. İskenderun Asliye Hukuk Mahkemesinde yapılan yargılamada Mahkeme 21/9/2012 tarihli celsede davanın geldiği aşama ve delilleri gözönünde bulundurarak davalı tarafın tanık dinlenmesine ilişkin talebinin reddine karar vermiştir. Mahkeme 21/9/2012 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Mahkeme, tarafların sosyal ve ekonomik durumu ile manevi tazminatın zenginleşmeye neden olmayacak şekilde belirlenmesi kriterini de gözönünde bulundurarak başvurucular aleyhine müştereken 000 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Mahkeme kararının gerekçesinde "Boncuğun Maceraları" yazı dizisi içeriğinde "Şu anda başkan yardımcılığı ve özel kalem müdürlüğünü yürüten E." sözü ile hakkında haber yapılan kişinin haberin yayımlandığı tarihte İskenderun belediye başkan yardımcılığı görevinde bulunan davacı olduğunun anlaşıldığı ifade edilmiştir. Mahkeme kararında; yayımlanan haberlerdeki "damızlık aygır", "ahlaksız", "iğrenç adam" gibi ifadelerin ölçüsüz şekilde karalayıcı, kışkırtıcı ve suçlayıcı olduğu, ağır eleştiri sınırını aştığı, kişiyi halk arasında küçük düşürdüğü ve bu ifadelerin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu belirtilmiştir. Karar, başvurucular tarafından temyiz edilmiştir. Başvurucular temyiz dilekçesinde; haberlerin güncel, görünür gerçekliğe uygun ve toplumsal meselelere ilişkin olduğunu savunmuşlardır. Dilekçe ile eki belgelerin incelenmesinden haberlerde yer alan isnatların doğruluğu ile ilgili bir kanıt sunulmadığı gibi ilk derece mahkemesi tarafından tanık dinletme taleplerinin reddine ilişkin bir şikâyette de bulunulmadığı tespit edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 5/6/2014 tarihli ilamıyla hükmün onanmasına karar vermiştir. Yargıtay ilamı başvuruculara 25/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 19/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İkinci Dava Diğer taraftan "Boncuğun Maceraları (3)" başlıklı yazıda "başkanın özel koruması" sıfatıyla kendisinden bahsedildiğini iddia eden İ.B., hakkında kullanılan ifadeler nedeniyle kişilik haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek başvuruculardan Nihat Durmuş aleyhine manevi tazminat davası açmıştır. İskenderun Asliye Hukuk Mahkemesi 18/1/2013 tarihinde davanın kısmen kabulü ile başvurucu Nihat Durmuş aleyhine 000 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Mahkeme kararının gerekçesinde; davacının Belediye Başkanı'nın özel koruması olarak görev yaptığının, Başkan'ın başkaca bir korumasının bulunmadığının, dolayısıyla yazıda Başkan'ın özel koruması olarak bahsedilen kişinin davacı olduğunun tespit edildiği ifade edilmiştir. Kararda; davacı hakkında kullanılan ifadelerin ölçüsüz şekilde karalayıcı, kışkırtıcı ve suçlayıcı olduğu, ağır eleştiri sınırını aştığı ve kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu belirtilmiştir. Kararın temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 20/2/2014 tarihli ilamıyla hükmün onanmasına karar vermiştir. Yargıtay ilamı başvurucuya 27/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiillebaşkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”B. Uluslararası Hukuk İfade Özgürlüğünün Demokratik Toplumdaki Önemi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ifade özgürlüğü, demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardandır. AİHM ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında, ifade özgürlüğünün toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini teşkil ettiğini yinelemektedir. AİHM'e göre maddenin ikinci paragrafı saklı tutulmak üzere ifade özgürlüğü sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen "bilgi" ve "fikirler" için değil incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Bu, yokluğu hâlinde "demokratik bir toplum"dan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir. AİHM, maddede güvence altına alınan bu hakkın bazı istisnalara tabi olduğunu ancak bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici olması gerektiğini vurgulamıştır (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49; Von Hannover/Almanya (No. 2) [BD], B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 101). AİHM, demokratik bir toplumda basının oynadığı temel rolün altını birçok kez çizmiştir. AİHM'e göre basının görev ve sorumluluklarının bilincinde olarak kamu yararını ilgilendiren her konuyu iletme görevi vardır. AİHM, basının böyle konularda bilgi ve fikir yaymadan ibaret olan görevine kamunun bu fikir ve bilgileri alma hakkı eklendiğini hatırlatmıştır. AİHM’e göre bu görevi olmasa basın, vazgeçilmez kamusal “gözetleyici” (watchdog) rolünü oynayamaz (Bladet Tromsø ve Stensaas/Norveç [BD], B. No: 21980/93, 20/5/1999, §§ 59, 62;Pedersen ve Baadsgaard/Danimarka [BD], B. No: 49017/99, 17/12/2004, § 71; Von Hannover/Almanya (No. 2), § 102).   AİHM, Radio France/Fransa (B. No: 53984/00, 30/3/2004, § 37) kararında basın özgürlüğünün kapsamının demokrasi ile yakın ilişkisinin doğal sonucu olarak bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini belirtmiştir:"Mahkeme "görev ve sorumluluklar"ın, ifade özgürlüğünün doğasından kaynaklandığını yineler. madde tarafından kamusal yararlara ilişkin meselelerin aktarılması içingazetecilere sağlanan güvencenin şartı, gazetecilik etiğine uygun olarakonların kesin ve güvenilir bilgi sağlamak konusunda iyi niyet sahibi olmalarıdır (örneğin bkz.Bladet Tromsø and Stensaas/Norveç, § 65;Colombani ve diğerleri/FransaB. No: 51279/99,25/06/2002, §65). Ne var ki basın özgürlüğü belli dereceye kadar abartmaya hatta kışkırtmaya (provocation) izin verir (bkz. özellikle, Bladet Tromsø and Stensaas/Norveç, § 59)..." İfade Özgürlüğü ve İtibarın Korunmasını İsteme Hakkı Arasındaki İlişki AİHM, kamuya mal olmuş kişilerin şöhret ve itibarı ile ifade özgürlüğünün çatışması hâlinde maddenin (2) numaralı fıkrasında yer alan "başkalarının... haklarının korunması" ifadesine müracaat etmektedir. AİHM Büyük Dairesi 7/2/2012 tarihinde verdiği iki kararda -Von Hannover/Almanya (2) ve Axel Springer AG/Almanya [BD], B. No:39954/08, 7/2/2012- ifade hürriyeti ve özel hayata saygı hakkının dengelenmesinde kullanılan ilkeleri sistematik olarak açıklamış ve uygulamıştır. Bunlar ifade özgürlüğüne konu açıklamanın kamu yararına ilişkin bir tartışmaya sağladığı katkı (Von Hannover/Almanya (2), § 109) ilgili kişinin tanınırlığı, toplumdaki rolü ve işlevi ile yazıya konu olan faaliyetin niteliği, haber veya makalenin konusu (Von Hannover/Almanya (2), § 110; Von Hannover/Almanya, B. No:59320/00, 24/9/2004, §§ 63-66; kamu tarafından tanınan kişiler için korumanın daha esnek olacağına ilişkin bir karar için bkz. Minelli/İsviçre (k.k.), B. No: 14991/02, 24/6/2005), ilgili kişinin daha önceki davranışları (Von Hannover/Almanya (2), § 111), yayının içeriği, şekli ve etkileri (Von Hannover/Almanya (2), § 112), bilgilerin elde edilme koşulları ve gerçekliği (Axel Springer AG/Almanya, § 93; Von Hannover/Almanya (2), § 113) ve uygulanan yaptırımın niteliğidir (Axel Springer AG/Almanya, § 95). Kamu Görevlilerinin İtibar Hakkının Korunması AİHM yakın tarihli Jalbă/Romanya (B. No: 43912/10, 18/2/2014) kararında bir kamu görevlisinin itibarının yeterince korunmamış olması nedeniyle ihlal kararı vermiştir. i. Başvurucu, Galati Belediye Başkanlığında teknik birimin başkanı olarak görev yapmaktadır. 11/4/2008 tarihinde yerel online bir gazete olan Antidotul’da gazeteci G. “Belediye Başkanlığında iki kurnaz Galati’deki maxi-taxi mafyasını koruyor” başlıklı bir makale yayımlamıştır. Bu başlığın altında başvurucunun fotoğrafına şu ifadelerle birlikte yer verilmiştir: “Enayiler Jalba’yı boşuna şikâyet ediyorlar.” Makale, başvurucunun daha önce Belediyede ulaştırma müdürü olduğu bilgisinin verilmesiyle başlamıştır. Daha sonra gazeteci, gerçek olduğunu iddia ederek bir dizi olay aktarmıştır. Gazeteciye göre başvurucunun halefinin oğlu bölgede bulunan maxi-taxi ulaşım sağlayıcılarının en büyük şirketlerinden biri olan S. Şirketinde müdür olarak istihdam edilmiştir ve bu, tesadüf değildir. Bunun amacı Şirketin yoldaki güvenliğini ve kârlılığını garanti altına almaktır. Ayrıca başvurucunun bu tür sinsi işlerde yer alan eski bir tilki olduğu ve maxi-taxi güzergâhında faaliyet yapan birçok aracın sahibi olduğu belirtilmiştir. Son olarak başvurucunun ulaşım hizmetlerinin gelişimiyle değil banka hesaplarını doldurmakla meşgul olduğu gibi kimi iddialarda bulunulmuştur. ii. Başvurucunun açtığı tazminat davası ilk derece mahkemesince kabul edilmesine rağmen Bölge Mahkemesi tarafından bu karar, gazetede yer alan ifadelerin ifade özgürlüğü kapsamında yer aldığı gerekçesiyle bozulmuştur. Ayrıca başvurucunun iftira dolayısıyla ceza davası açılması gerektiği yönündeki şikâyeti de iftiranın ceza hukuku kapsamında suç olmaktan çıkarıldığı gerekçesiyle yerel Savcılık tarafından kabul edilmemiştir.iii. AİHM, olgu isnadı ve değer yargılarının ifade edilmesi arasında ayrım yapılması gerektiğini ifade etmiştir. AİHM, Galati Bölge Mahkemesinden farklı olarak bu davadaki iddiaları değer yargısı olarak görmemiştir. AİHM, kamu görevlilerinin katlanmaları gereken eleştiri marjının sıradan vatandaşlara göre daha geniş olduğunu ancak bu olayda başvurucuya yönelik yolsuzluk ve hukuksuzluk iddialarının onun performansını etkileyebileceğini belirtmiştir. Yargılamalar esnasında iddiaların doğruluğuna ilişkin bir kanıt sunulmamış, mahkemelerin de bu yönde bir tespiti olmamıştır. AİHM'e göre makaledeki ifadeler kabul edilebilir sınırları aşmıştır. AİHM,gazetecinin ifade özgürlüğünün başvurucunun itibarının korunmasına nazaran ağır bastığıyla ilgili olarak Bölge Mahkemesinin ileri sürdüğü gerekçelerin yetersiz olduğuna ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5761
Başvuru, yerel bir gazetede yayımlanan yazı dizisi nedeniyle aleyhe tazminata hükmedilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Ekli listenin (A) sütunundaki başvurular konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2022/48260 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve inceleme 2022/48260 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/48260
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, doğum borçlanması ve yaşlılık aylığı bağlanması (emeklilik) işlemlerinin yapılması isteminin Sosyal Güvenlik Kurumunca (SGK) reddedilmesi üzerine emeklilik ve borçlanma hakkının tespiti ile talebin yerine getirilmemesi sebebiyle uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davada eksik inceleme sonucunda hatalı karar verilmesi, kısa kararda belirtilmeyen vekâlet ücreti konusunda gerekçeli kararda hüküm kurulması, yargılama giderlerinden davanın açılmasına sebebiyet veren davalı yerine davacının sorumlu tutulması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 30/4/2013 tarihinde Denizli Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 17/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 17/2/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 3/3/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 14/3/2016 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 19/3/2009 tarihli dilekçeyle doğum borçlanması ve emeklilik işlemlerinin yapılması istemiyle SGK'ya başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun borçlanma istemi, doğumun çalıştığı iş yerinden ayrıldıktan sonraki 300 gün içinde gerçekleşmediği gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu, emeklilik ve borçlanma hakkının tespiti ile talebinin yerine getirilmemesi sebebiyle uğradığı zararın tazmini istemiyle SGK aleyhine 25/6/2010 tarihinde Denizli İş Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava sürerken SGK tarafından 16/9/2010 tarihinde yayımlanan 2010/106 sayılı genelge ile “doğum borçlanması için doğumun, işyerinden ayrıldıktan sonraki 300 gün içinde gerçekleşmesi şartı” kaldırılmıştır. Başvurucu bunun üzerine 18/8/2010 tarihinde aynı taleplerle tekrar SGK’ya başvuruda bulunmuş, SGK tarafından başvurucunun borçlanma talebi kabul edilerek borçlanma bedeli hesaplanmış, borcun ödenmesiyle de başvurucuya 1/11/2010 tarihi itibarıyla yaşlılık aylığı bağlanmıştır. Başvurucu, Mahkemeye verdiği 22/10/2010 tarihli dilekçesiyle borçlanmaisteminin hiçbir yasal değişiklik olmadığı hâlde SGK tarafından dava açıldıktan sonra yerine getirildiğini ancak talebinin süresinde yerine getirilmemesi nedeniyle uğradığı zararın giderilmediğini belirterek bunun tazminine Mahkemece karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme 28/12/2010 tarihli ve E.2010/385, K.2010/696 sayılı kararıyla borçlanma talebinin dava sürerken yerine getirilmiş olması nedeniyle konusuz kalan bu taleple ilgili karar verilmesine yer olmadığına, davacının SGK’ya ilk başvuru tarihi olan 19/3/2009 itibarıyla emeklilik koşullarının prim ve hizmet süresi yönünden oluşmadığı gerekçesiyle geçmiş zararların tazmini talebinin reddine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca başvurucunun yaptığı yargılama giderlerinin yarısının davalı SGK’dan tahsiline, 100 TL vekâlet ücretinin başvurucudan alınarak davada kendini vekille temsil eden davalı SGK’ya verilmesine hükmetmiştir. Kararın gerekçesi ve hüküm kısmı şöyledir:“...Doğumdan sonra geçen iki yıllık sürenin borçlandırılması hakkı 5510 SY'nın maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine tabi sigortalılara verilmiş olup, iki yıllık sürenin borçlandırılmasında "hizmet akdine tabi çalışılmaması koşulu" ile doğum borçlandırılmasında "hizmet akdine tabi çalışılmaması" koşulu ile doğum tarihinden önce hizmet akdinin var oduğu, ayrıca maddede yer alan "sigortalı kadın" ifadesinden de Kanun'un tanıklar başlıklı maddesinde yer alan ve hakkında kısa ve/veya uzun vadeli sigorta kolları bakımından adına prim ödemesi gereken kişi anlaşılmaktadır.TBMM Genel Kurulunda söz konusu maddeye ilişkin verilen yönergenin gerekçesinde "Doğum yapan kadın sigortalıların çalışmamış olmaları durumunda, çocuklarının daha sağlıklı yetiştirilmesi ve bakımının anneleri tarafından yapılması sırasında işten ayrılmış olmaları nedeni ile, bu süreleri daha sonra borçlanabilmeleri imkanı sağlanmıştır" ifadesine yer verilmiştir.Hem madde metninde yer alan "sigortalı kadın" hem de gerekçede yer alan "kadın sigortalıların çalışmamış olmaları" ve "işten ayrılmış olmaları" ibareleri borçlanma yapacak olan kadınların doğumdan önce hizmet akdine tabi olarak sigortalı çalışıyor olmaları şartını açıkça koymaktadır....Talep, cevap ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; davacının 9999614 sicil no ile kurum sigortalısı olduğu, davacının ilk çocuğunun 1986 doğumlu, ikinci çocuğunun 1991 doğumlu olduğu, her iki çocuğun da davacının ilk sigortalı işe giriş tarihinden sonra doğduğu, davacının doğum borçlanması talebinin kurumca kabul edilmiş olduğundan bu taleple ilgili olarak konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına, davacının 2009 tarihi itibariyle koşulları oluşmadığından yaşlılık aylığı bağlanması talebinin ve bu tarihten itibaren ödenmeyen aylıkların yasal faizi ile davalı kurumdan tahsili talebinin 2009 tarihi itibari ile prim ve hizmet süresi yönünden aylık bağlama koşullarının eksiksiz olmadığı, davacının bu tarihteki doğum borçlanması talebinin kurumca kabul edilmesi halinde dahi borçlanılan sürelerin primlerinin davacı tarafça kuruma ödendiği ayı takip eden aybaşı itibari ile aylık bağlanabileceğinden reddine karar vermek gerekmekle aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3180
Başvuru, doğum borçlanması ve yaşlılık aylığı bağlanması emeklilik) işlemlerinin yapılması isteminin Sosyal Güvenlik Kurumunca SGK) reddedilmesi üzerine emeklilik ve borçlanma hakkının tespiti ile talebin yerine getirilmemesi sebebiyle uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davada eksik inceleme sonucunda hatalı karar verilmesi, kısa kararda belirtilmeyen vekâlet ücreti konusunda gerekçeli kararda hüküm kurulması, yargılama giderlerinden davanın açılmasına sebebiyet veren davalı yerine davacının sorumlu tutulması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, bir internet gazetesinde yer alan haberin altında yapılan yorumda geçen ifadeler nedeniyle başvurucunun Cumhurbaşkanı'na hakaret suçundan cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 19/8/2008 tarihinde gazetevatan.com isimli internet haber sitesinde "Soykırım Suçlusu Çırağan'da" başlıklı bir haber yayımlanmıştır. Haber içeriğinde, Türkiye-Afrika İşbirliği Forumu toplantısı için İstanbul'da bulunan Sudan Cumhurbaşkanı'nın Cumhurbaşkanı A.G.nin daveti üzerine Türkiye'ye geldiği bilgisine yer verilmiştir. Haber içeriğinde, Sudan Cumhurbaşkanı hakkında Darfur'da 35 bin kişinin ölümünden sorumlu tutulduğuna dair iddialar hatırlatıldıktan sonra Uluslararası Ceza Mahkemesi savcısının Sudan Cumhurbaşkanı'nın tutuklanması için başvurmasının ardından ilk yurt dışı ziyaretini Türkiye’ye yaptığı vurgulanmıştır. Başvurucu, anılan haberin altında yer alan yorumlar kısmına Eren Osman rumuzuyla "bütün bu olanların baş müsebbibi MHP'dir. Onu oraya taşıyan, o yerin adamı olmadığını, yolsuzluklara bulaşmış birinin oraya yakışmayacağını" şeklinde bir yorum yapmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) başvurucu hakkında soruşturma başlatmış ve 5/6/2012 tarihli iddianame ile başvurucunun hakaret suçunu işlediği iddiasıyla Cumhurbaşkanı'na hakaret suçundan cezalandırılması talebiyle kamu davası açmıştır. Yargılamayı yapan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 21/3/2013 tarihinde başvurucunun Cumhurbaşkanı'na hakaret suçundan 1 yıl 2 ay hapis cezası ile hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar vermiştir. Başvurucu hakkında verilen HAGB kararının kesinleşmesinden itibaren 5 yıllık denetim süresi içerisinde başka bir suç işlemesi nedeniyle Mahkeme 19/12/2018 tarihinde daha önce verilen HAGB kararının açıklanmasına karar vermiştir. Başvurucunun istinaf talebi üzerine İstinaf Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 21/2/2019 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2459
Başvuru, bir internet gazetesinde yer alan haberin altında yapılan yorumda geçen ifadeler nedeniyle başvurucunun Cumhurbaşkanı'na hakaret suçundan cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/37714
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; ceza infaz kurumunda tutuklu olan başvurucuya gönderilen mektubun kısmen sakıncalı bulunarak el konulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin, ziyaret düzenini bozduğu gerekçesiyle eşe yönelik verilen bir ay süreyle ziyaretten men kararı nedeniyle de aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Mektubun Kısmen Sakıncalı Bulunmasına İlişkin Süreç Çanakkale E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) tutuklu olan başvurucuya eşi tarafından gönderilen mektubun bir kısmı İnfaz Kurumu Disiplin Kurulunca savunma amaçlı resmî evrak niteliği taşımadığı gerekçesi teslim edilmemiştir. Mektubun teslim edilmeyen kısmı, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) kapsamında yapılan yargılamalar, Anayasa Mahkemesi kararları ve bu bağlamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) verebileceği kararlara ilişkin AİHM'de görev yapmış eski bir yargıcın yaptığı değerlendirmeleri içeren röportajlarının derlendiği dokuz sayfadan oluşmaktadır. Başvurucunun Çanakkale İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yaptığı itiraz, İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu kararına atıfla reddedilmiştir. Başvurucunun Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesine yaptığı itiraz, İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesi ile reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 9/5/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.B. Ziyaret Hakkının Kısıtlandığı İddiasına İlişkin Süreç İnfaz Kurumu başvurucunun eşi ile ilgili olarak, diğer ziyaretçilerin duyacağı şekilde kurum personelini rencide edici tehditkâr beyanlarda bulunduğu gerekçesi ile bir ay süre ile İnfaz Kurumunda yapılacak olan görüşlere kabul edilmesine kısıtlama getirilmesine karar vermiştir. Söz konusu disiplin cezasının nedeni olan olaya ilişkin, mahallindeki memurlar tarafından tutulan 1/3/2018 tarihli tutanağın ilgili kısmı şöyledir:"...ziyarete gelen eşi [G.A.] yanındaki diğer bir ziyaretçiye hitaben ve memura duyuracak şekilde 'bütün gardiyanlardan nefret ediyorum kocam içeriden çıksın onu müdür yapacağım bu ceza evine o zaman görecekler' diye tehdit ve hakaret etmiştir. Görevli memur hiçbir karşılık vermeden durumu kurum baş memurluğuna bildirmiş... Bu tarihten bir ay önce aynı ziyaretçi İngilizce yazılar bulunan kazakla ziyarete gelmiş, kendisine bu konuda talimat olduğu ve kazağını değiştirmesi söylenmiş ancak ziyaretçi kazaktaki İngilizce yazıları göstererek '...burada ne yazdığını bilmiyorsanız ben ne yapayım, ülkenin hepsi cahil aten, hakimi, savcısı, ceza evinde olan bir ülkeden ne beklenir, hepsi cahil'...bu ziyaretçi ile ilgili ilk yaşanan durum olduğu için tutanak düzenlenmemiştir. Bu tür davranışlara ve memurları rencide edici tavırlara ve söylemlere devam ettiğinden;İşbu tutanak tarafımızdan tanzim edilerek ima altına alınmıştır." Başvurucu kararın kaldırılması talebiyle İnfaz Hâkimliğine itirazda bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği ziyaret kısıtlaması kararının ilgili mevzuat çerçevesinde hukuka uygun olduğunu değerlendirmiştir. Başvurucunun Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesine yaptığı itiraz, kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesi ile reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucuya 9/5/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında hükümlü ve tutukluların gönderdiği veya kendilerine gönderilen mektupların denetlenmesine dayanak oluşturan ulusal ve uluslararası hukuka yer vermiştir (Ahmet Temiz, B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20; Cihat Ayik ve Hacı Ali Baştürk, B. No: 2017/31506, 10/3/2020, §§ 16-29; Muhittin Pirinççioğlu (3), B. No: 2017/34566, 10/3/2020, §§ 16-29). İnfaz kurumunda ziyaretçiye yönelik olarak getirilen ziyaret kısıtlamasına ilişkin ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Şennur Acar, B. No: 2017/9370, 27/2/2020, §§ 17-
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/16749
Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olan başvurucuya gönderilen mektubun kısmen sakıncalı bulunarak el konulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin, ziyaret düzenini bozduğu gerekçesiyle eşe yönelik verilen bir ay süreyle ziyaretten men kararı nedeniyle de aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Gönül Karataş ile başvurucu Ali Gönülol'un müşterek çocukları başvurucu Kadir Gönülol "down sendromlu" olarak dünyaya gelmiştir. Başvurucular Gönül Karataş ve Ali Gönülol, gebelik sürecini takip eden doktara karşı maddi ve manevi zararlarının tazmini talebiyle kendi adlarına asaleten çocukları adına velayeten 12/5/2006 tarihinde dava açmışlardır. Dava, Adana Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2006/178 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Başvurucular Gönül Karataş ve Ali Gönülol yargılama devam ederken boşanmışlar, başvurucu Kadir Gönülol'un velayeti annesine verilmiştir. Adana Asliye Hukuk Mahkemesi 19/9/2006 tarihli kararı ile davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 1/4/2008 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada Mahkemece 20/11/2014 tarihli karar ile davanın reddine karar verilmiştir. Karar, Dairenin 23/11/2016 tarihli ilamı ile karar düzeltme yolu açık olmak üzere bozulmuştur. Anılan ilamın tebliğ işlemleri devam etmektedir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10324
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, günlük bir gazetede yer alan makalenin kişilik haklarını zedelediği gerekçesiyle ilgili kişiler aleyhine açmış olduğu manevi tazminat istemli davanın reddine karar verildiğini belirterek, Anayasa’nın , , , , , , , ve maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 28/2/2013 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 21/10/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/11/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 6/11/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 9/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 9/1/2015 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 27/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 7 yıl adli yargıda hâkimlik, 14 yıl adalet müfettişliği, başmüfettişliği ve Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliği yapmıştır. Başvurucu halen Yargıtay Ceza Dairesinde üye olarak görev yapmaktadır. Ulusal düzeyde yayın yapan Radikal Gazetesi'nin 21/7/2009 tarihli nüshasında yayımlanan Hasan Celal Güzel imzasıyla kaleme alınan “HSYK ve Ergenekon Çetesi” başlıklı haberde, o dönemde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyesi olan başvurucunun, Ergenekon adı verilen operasyon kapsamında tutuklanan şüpheli ve sanıklarla olan ilişkisine değinilerek şu ifadelere yer verilmiştir: “... Türkiye'de yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını zedeleyen, Adalet Bakanı ve Müsteşarı'nın Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyesi olmasından ziyade, yargı organlarının teşekkülündeki ideolojik yapılanmaların etkileridir. İşin aslı, Türkiye'de siyasetin yargıya baskısından çok, yargının siyasete müdahalesi olmaktadır. Şu son yargı skandalına bir bakınız: Hâkimler Kararnamesi iki aydır HSYK'da bekliyor. 1500 hakim ve savcının tayini, HSYK'nın, usulüne ve hukuka aykırı olarak bazı savcı ve hakimleri tayin etmek istemesinden dolayı bekletiliyor. HSYK, Ergenekon Çetesi savcılarını ve hakimlerini değiştirmeye çalışıyor. Ankara kulislerinde geçen ay, bu savcı ve hakimlerin değiştirilmesi ve Ergenekon Davası'nın kapatılması için darbenin dahi düşünüldüğü söyleniyordu. Şimdi ise bir 'yargı darbesi' ile karşı karşıya bulunuyoruz. Ergenekon Soruşturması ve Davası ile ilgili olan ve bir kısım HSYK üyesinin 'korsan liste' düzenleyerek değiştirmek istedikleri savcılar ve hâkimlerin hiçbir atanma talepleri yoktur ve bunlar hakkında hiçbir disiplin soruşturması da söz konusu olmamıştır. Bu hukuk adamlarının değiştirilmesi demek, 2,5 senedir devam eden bu soruşturmanın ve davaların bitirilmesi demektir. HSYK üyeleri bu gerçeği bilmiyor olabilirler mi?... Bu takdirde aklımıza, bu üyelerden bir kısmının Ergenekon Davası ile ilişkili olduğu ya da en azından bu dava hakkında aleyhte değer hükümlerine sahip bulunduğu geliyor. Nitekim, HSYK üyesi Ali Suat Ertosun'un Ergenekon zanlılarıyla yakın ilişkisi, fotoğraflarla ve buluşmalarla gösteriliyor. Bu durumda Ertosun'un istifa etmesi gerekirken pişkinlikle beklemesi ve diğer bazı üyelerden destek görmesi vahimdir. Bu skandal eleştirilince HSYK bir de kalkıp 'üzüntü ve kaygısı'nı belirtiyor. Bu olan bitenleri anlamakta gerçekten güçlük çekiyoruz. Sen kalk 2,5 yıldır devam eden ve kamuoyuna mal olmuş bir davanın savcılarını ve hakimlerini değiştirerek 'davaya dışardan müdahale et'; hem de hiç sıkılmadan bundan kaygı duyduğunu açıkla...” Başvurucu, kaleme alınan yazı vasıtasıyla kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu, asılsız iddialarla karalanmak ve küçük düşürülmek suretiyle kamuoyunun hakaret ve husumetine maruz bırakıldığını ileri sürerek, 21/7/2010 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde ilgililer aleyhine manevi tazminat davası açmıştır. Mahkeme, 22/3/2011 tarihli kararla “... dava konusu yazının olayın eleştiri niteliğinde olduğu, özellikle davacının kişilik haklarına saldırı mahiyetini taşımadığı, ... gazetedeki yazının basın özgürlüğü kapsamında kaleme alınmış ve eleştiri sınırları içerisinde olduğu, hukuka aykırılık unsurunun gerçekleşmediği...” gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 2/7/2012 tarihli ilamıyla usul ve yasaya uygun olan hükmün onanmasına karar vermiştir. Onama kararına karşı yapılan düzeltme başvurusu, Yargıtay aynı dairesince 20/12/2012 tarihli kararla reddedilmiştir. Ret kararı, başvurucuya 29/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 28/2/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı maddesinin şöyledir: “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1640
Başvurucu, günlük bir gazetede yer alan makalenin kişilik haklarını zedelediği gerekçesiyle ilgili kişiler aleyhine açmış olduğu manevi tazminat istemli davanın reddine karar verildiğini belirterek, Anayasa’nın 17. , 25. , 26. , 28. , 32. , 36. , 40. , 90. ve 14 maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, bir protesto eylemine katıldığı için başvurucuya idari para cezası verilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1992 doğumlu olup olay tarihinde Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi öğrencisidir. 2016 yılının Mart ayı başlarında ulusal bir gazetede Ensar Vakfı ve Karaman Anadolu İmam Hatip Lisesi Mezunları Derneği (KAİMDER) ile bağlantılı olduğu söylenen yurtlarda kalan en az on öğrencinin onlardan sorumlu olan bir öğretmen tarafından tacize uğradığına ilişkin bir haber yayımlanmıştır. Haberde, çocuklardan birinin yaşadıklarını bir psikoloğa anlatması, psikoloğun konuyu yetkililere bildirmesiyle olayın ortaya çıktığı ve Karaman’da Cumhuriyet Savcısının konuyla ilgili soruşturma başlattığı yer almıştır. Daha sonraki haberlere göre sanığın kısa sürede tutuklandığı ve yine mart ayı içinde iddianamenin tamamlanarak yargı sürecinin başladığı anlaşılmaktadır. Kamuoyunda büyük infial uyandıran olay çok sayıda sivil toplum kuruluşunca takip edilmiş, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine gelmiş, ulusal ve uluslararası yayın organlarında sayısız habere konu olmuştur. Kamuoyu gündemini yoğun bir şekilde meşgul eden söz konusu olayı protesto etmek amacıyla aralarında başvurucunun da bulunduğu bir grup 25/3/2016 tarihinde saat 00 civarında Ensar Vakfı Ankara Şubesi (Şube) önünde toplanmıştır. Protestocu grup bir pankart açmıştır. Pankartın üzerinde "Tecavüz Yuvası Ensar Vakfı Kapatılsın, Öğrenci Kolektifleri" yazmaktadır. Yine pankart üzerinde yer alan bir ok, Şubenin bulunduğu binanın ana giriş kapısını göstermektedir. Söz konusu protesto eyleminin polise bildirilmesi üzerine Şube binasının önüne gelen polis ekibi, bina girişinde yer alan Şube tabelasının üzerine ve bina duvarına sprey boya ile "Tecavüzcü Ensar" yazılarının yazıldığını, protestocu grubun eylemi gerçekleştirdikten sonra Kızılay yönüne doğru dağıldığını tespit ederek tutanak düzenlemiştir. Başvurucu, daha sonra evinde gözaltına alınarak Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğüne getirilmiştir. Başvurucu hakkında 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca 219 TL idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucu, idari para cezasına karşı Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) itiraz yoluna başvurmuştur. İtiraz dilekçesinde; protestonun barışçıl olduğu dikkate alınarak eylemin ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı, hangi emre aykırı davranışta bulunulduğunun somut olarak ortaya konmadığı ve itiraz konusu cezanın caydırıcı etkisinin gözetilmesi gerektiği savunulmuştur. Hâkimlik, idari yaptırım kararı ile verilen idari para cezasının usul ve yasaya uygun olduğunu belirtmiş; daha fazla bir gerekçeye yer vermeden 15/6/2016 tarihinde itirazın reddine kesin olarak karar vermiştir. Anılan karar, başvurucu vekiline 19/7/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5326 sayılı Kanun'un "Emre aykırı davranış" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Yetkili makamlar tarafından adli işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye... idari para cezası verilir..."B. Uluslararası Hukuk Mevcut başvuruya ilişkin uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği kararlar için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri ([GK], B. No:2014/920, 25/5/2017, §§ 22-31), Rıza Gökçen Erus ve diğerleri (B. No: 2014/17391, 19/4/2018, §§ 24-30) başvuruları hakkında verilen kararlar.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/13542
Başvuru, bir protesto eylemine katıldığı için başvurucuya idari para cezası verilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, disiplin işleminin tesisi sürecinde ve bu işleme karşı açılan davada verilen kararların bağlantılı ceza yargılamasına konu suçun işlendiği yönünde ifadeler içermesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Deniz Kuvvetleri Komutanlığı (Dz. Kuv. K.) emrinde yarbay olarak görev yapmakta iken başvurucunun İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen ve İzmir bölgesinde gerçekleştirilen ihalelere, suç işlemek amacıyla kurulan örgüt tarafından fesat karıştırıldığına dair iddiaların incelendiği bir soruşturma kapsamında şüpheli sıfatıyla ifadesi alınmıştır. 5/8/2013 tarihli iddianame ile başvurucu hakkında suç örgütünün hiyerarşik yapısına dâhil olmamakla birlikte suç örgütüne bilerek ve isteyerek yardım suçundan İzmir Ağır Ceza Mahkemesinde (Ağır Ceza Mahkemesi) kamu davası açılmıştır. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemeye göre söz konusu dava derdesttir. Başvurucu hakkında kamu davası açılması üzerine Dz. Kuv. K. tarafından da idari tahkikat başlatılmıştır. İdari tahkikat sonucunda düzenlenen raporda;i. Başvurucu hakkındaki iddialar, iletişim tespit tutanakları ve Dz. Kuv. K.nda vermiş olduğu ifade tutanağı birlikte incelendiğinde başvurucunun iddianamede belirtilen suç örgütünün mensuplarından olduğu ileri sürülen H.T. isimli şahısla aşırı samimiyet kurduğunun,ii. H.T.nin firmasının servis hizmeti ile ilgili faaliyetlerini kontrol etmekle görevli olmasına rağmen söz konusu şahısla aşırı samimiyet kurarak menfaat temin etme yoluna gittiğinin ve firmanın küçük hatalarını tolere ettiğinin; şahsın istekleri doğrultusunda, şahsın şirketi ve ihaleye giren rakip şirketler ile ilgili bilgiler temin ederek bu şahsa verdiğinin,iii. Adı geçen şahısla arasında geçen konuşmalarında her fırsatta menfaat temin etmeye çalıştığının ve bu menfaatlerden amirim diye bahsettiği bir personelin de yararlanmasını sağlamaya çalıştığının,iv. Evli olmasına rağmen yabancı uyruklu bir bayanla para karşılığı cinsel ilişkiye girdiğinin, her ne kadar sonradan ücretini ödediğini ifade etse de İzmir-İstanbul arası uçak bileti, bir otelin yıllık üyelik kartı ve yabancı uyruklu bir bayanla girmiş olduğu cinsel ilişki masraflarını H.T.ye karşılatarak menfaat sağladığının anlaşıldığı tespit ve değerlendirmelerine yer verilmiştir. Dz. Kuv. K. bünyesinde kurulan Komisyon 24/1/2014 tarihinde, başvurucunun disiplinsizlik ve ahlaki durum nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğinin kesilmesinin komutanlık onayına sunulmasına karar vermiştir. Dz. Kuv. K. ve Genelkurmay Başkanlığı nezdindeki onay işlemlerinin tamamlanmasının akabinde Millî Savunma Bakanlığı tarafından imzalanan 28/2/2014 tarihli kararname ile hakkındaki ayırma işlemi tekemmül eden başvurucunun 13/3/2014 tarihinde TSK'dan ilişiği kesilmiştir. Başvurucu, hakkında tesis edilen TSK'dan ayırma işleminin iptali istemiyle 6/5/2014 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. AYİM Birinci Dairesi (Mahkeme) 4/2/2015 tarihinde oybirliğiyle verdiği kararla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ihlal iddialarına konu edilen ilgili kısmı şöyledir:"...yasal dinleme kararları neticesinde elde edilen iletişim tespit tutanaklarından; davacının, servis hizmeti ile ilgili faaliyetlerini kontrol etmekle görevli olduğu bir şahısla aşırı samimiyet kurarak sürekli menfaat temin etmeye çalıştığı ve firmanın küçük hatalarını tolere ettiği, evli olmasına rağmen, yabancı uyruklu bir bayanla para karşılığı cinsel ilişkiye girdiği, her ne kadar sonradan ücretini ödediğini ifade etse de İzmir-İstanbul arası uçak bileti, bir otelin yıllık üyelik kartı ve yabancı uyruklu bir bayanla girmiş olduğu cinsel ilişki masraflarını bu şahsa karşılatarak menfaat sağladığı hususları dikkate alındığında; dava konusu işlemin sebep unsurunun maddi gerçeklik ile uyumlu olduğu; davacının ahlaki durumunun TSK'nın itibarını sarsacak derecede kötü nitelik arz ettiği ve hizmetin gerektirdiği şekilde tavır ve hareketler sergilemediği; idarenin dava konusu işlemi tesis ederken takdir yetkisini kişi yararı ile kamu yararı arasındaki dengeyi gözeterek, ölçülü ve nesnel olarak kullandığı, davalı idarece davacının sabit görülen eylemleri nedeniyle işlem tesis etmesinde herhangi bir hukuka aykırılığın bulunmadığı..." Karar 16/3/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu söz konusu karara karşı karar düzeltme yoluna müracaat etmemiştir. Başvurucu 7/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır."B. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrasının disiplin yetkisini haiz makamların ceza yargılaması kapsamında kendisine suç isnat edilen ve eylemi usule uygun bir şekilde tespit edilen bir kamu görevlisine yaptırım uygulamasını engellemek gibi bir amacı veya etkisi bulunmadığını belirtmektedir. Sözleşme'nin herhangi bir eylem nedeniyle hem ceza hem de disiplin yargılamalarının başlatılmasına veya söz konusu iki yargılama türünün eş zamanlı olarak yürütülmesine halel getirmediğine vurgu yapan AİHM ayrıca, cezai sorumluluğun kaldırılması hâlinde bile daha hafif bir ispat külfeti temelinde aynı olaylardan doğan hukuki veya diğer sorumlulukların tesis edilmesine bir engel bulunmadığına işaret etmektedir (Seven/Türkiye, B. No: 60392/08, 23/1/2018, § 51). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin iki unsuru bulunduğunu kabul etmekte; ilk unsurun kişiye ceza gerektiren bir suç isnadında bulunulmasından ceza yargılamasının sonuçlanmasına kadar geçen süreci kapsadığını, ikinci unsurun ise ceza yargılaması mahkûmiyetten başka bir şekilde sonuçlandığı zaman devreye girdiğini ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suç ile ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Öte yandan AİHM; ceza yargılamasının devam ettiği sürece ilişkin ilk unsurun kapsamının sadece ceza yargılamalarının adilliğini temin etmek adına usule ilişkin bir güvence olmakla sınırlı olmadığını, bu ilkenin kapsamının daha geniş olduğunu belirtmekte ve hiçbir devlet temsilcisinin kişinin suçluluğu bir mahkeme tarafından tespit edilmeden o kişinin suçlu olduğuna ilişkin bir ifadede bulunmamasını gerektirdiğini hatırlatmaktadır. Bu yönüyle AİHM, masumiyet karinesinin yalnızca ceza yargılamaları bağlamında değil ceza yargılamaları ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer davalarda ya da disiplin incelemelerinde de ihlal edilebileceğine dikkat çekmektedir (Kemal Coşkun/Türkiye, B. No: 45028/07, 28/3/2017, §§ 41, 43; Seven/Türkiye, § 43). Bu bağlamda masumiyet karinesinin idari yargılamalar için de uygulanabilir olduğunu kabul eden AİHM, hakkında nihai bir ceza hükmü olmamasına rağmen idare mahkemesi tarafından verilen bir kararda davacıya cezai sorumluluk yükleyen bir ifadenin yer almasının Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrası kapsamında bir soruna yol açabileceğini belirtmektedir (Çelik Bozkurt/Türkiye, B. No: 34388/05, 12/4/2011, §§ 31, 32; Seven/Türkiye, § 51). AİHM, Çelik Bozkurt/Türkiye başvurusunda ceza yargılamasına konu dava ertelendiği hâlde aynı olay dolayısıyla ve erteleme kararına dayalı olarak başvurucunun öğretmenlik mesleğinden çıkartılmasına ilişkin idari işlem ve idare mahkemesi kararını incelemiş ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Başvuruya konu olayda başvurucu 15/6/2000 tarihinde, yasa dışı Hizbullah örgütü mensubu olmakla suçlanmıştır. Hakkındaki yargılama Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesinde (DGM) devam ederken 23/4/1999 tarihinden önce işlenen belli suçlara ilişkin kovuşturmaların ertelenmesine ilişkin yasa yürürlüğe girmiş, DGM başvurucunun yasadışı örgüte yardım ve yataklık suçunun söz konusu yasa kapsamında olduğunu belirterek 13/3/2001 tarihinde hakkındaki yargılamanın ertelenmesine karar vermiştir. Yargılamanın ertelenmesinden önce 4/10/2000 tarihinde Millî Eğitim Bakanlığı (MEB), Savcılığın elindeki delillerin başvurucunun yasa dışı örgüt mensubu olduğunu gösterdiği kanaatiyle başvurucuyu ilkokul öğretmenliği görevinden çıkarmıştır. Başvurucu, meslekten çıkarılma kararının iptali istemiyle Diyarbakır İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. İdare Mahkemesi 7/3/2002 tarihinde davayı reddetmiş, kararın gerekçesinde 13/3/2001 tarihli DGM kararına atıfta bulunarak ceza yargılamasında, faaliyetlerinin yardım ve yataklık teşkil ettiği tespit edilen başvurucunun meslekten çıkarılmasının yasaya uygun olduğu ifadelerine yer vermiştir. Karar, Danıştay incelemesinden geçerek kesinleşmiştir (Çelik Bozkurt/Türkiye, §§ 7-13). AİHM, İdare Mahkemesinin başvurucunun davasını reddederken kullandığı dilin ceza davası ile idari yargılama arasında bir bağ kurduğuna dikkat çekmiş; bunun daSözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrasının idari yargılamayı kapsayacak şekilde genişletilmesini haklı çıkardığını belirterek Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrasının somut davaya uygulanabilir olduğu tespitinde bulunmuştur (Çelik Bozkurt/Türkiye, §34). İdare Mahkemesinin kararında aynı ifadelere yer vermesi ve olaylarla ilgili yeni bir değerlendirme yapmamış olması ışığında AİHM, söz konusu Mahkemenin başvurucunun öğretmenlik mesleğinden çıkarılma kararının yasaya uygunluğunu inceleme görevini aşarak hiçbir ceza mahkemesi tarafından bu yönde bir sonuca ulaşılmadığı hâlde başvurucuyu yasa dışı bir örgüte yardım ve yataklık etmekten suçlu bulduğunu tespit etmiştir (Çelik Bozkurt/Türkiye, § 35). Son olarak AİHM, yetkili mercilerin başvurucunun müteaddit iş başvurularını reddederken Diyarbakır DGM'nin ceza kovuşturmasının ertelenmesi kararını esas almaya devam ettiğini gözlemlediğini belirterek bu durumun devletin hiçbir temsilcisini ya da kurumunun bir şahsı, suçu bir mahkeme tarafından tespit edilmeden suçlu ilan etmemesini gerektiren Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrasıyla bağdaşmadığını ifade etmiştir.AİHM bu değerlendirmelere istinaden somut olayda başvurucunun masumiyet karinesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Çelik Bozkurt/Türkiye, §§ 36, 37). AİHM Güç/Türkiye (B. No: 15374/11, 23/1/2018) başvurusunda ise uygunsuz davranışı nedeniyle hakkında yürütülen ceza yargılaması sonuçlanmadan okul görevlisinin kamu görevinden ihraç edilmiş olmasının masumiyet karinesini ihlal etmediğine karar vermiştir. Güç/Türkiye kararına konu olayda Halk Eğitim Merkezinde çalışmakta olan başvuran, bir ilkokul öğrencisi ile uygunsuz vaziyette yakalandığı iddiası üzerine çocuğa yönelik cinsel taciz şüphesiyle polis tarafından gözaltına alınmıştır. Başvuran daha sonra çocuğa yönelik cinsel istismar, cinsel taciz ve çocuğu yasaya aykırı şekilde alıkoymakla suçlanmıştır. Hakkında yürütülen ceza yargılaması devam ederken MEB müfettişleri tarafından başvuran hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. Bu bağlamda, memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunduğu tespit edilen başvuran, görevinden ihraç edilmiştir. Başvuranın idare mahkemesinde açtığı dava reddedilmiştir (Güç/Türkiye, §§ 7-27). Mezkur başvuruda AİHM'den disiplin makamlarının ve idari makamların kararlarında belirttikleri gerekçeler veya kullandıkları dil nedeniyle ceza mahkemesi tarafından suçlu bulunmamış olan başvuranın masumiyetine gölge düşürülmesine sebebiyet verip vermediklerini tespit etmesi talep edilmiştir (Güç/Türkiye, § 31). AİHM'in bu bağlamdaki tespitlerine göre somut olayda disiplin soruşturması, ilgili kişilerin ifadelerine başvurmak ve rehber öğretmenin söz konusu öğrencinin psikolojik ve sosyal gelişim düzeyi hakkında hazırladığı raporu incelemek suretiyle bağımsız şekilde olayları tespit eden iki müfettiş tarafından yürütülmüştür. Disiplin raporunda, müfettişlerin başvuran aleyhinde yürütülmekte olan ceza yargılaması devam ederken erken çıkarımlarda bulunduklarına işaret eden herhangi bir husus mevcut değildir. Müfettişler, yürüttükleri soruşturma sonucunda ve daha hafif bir ispat külfeti temelinde başvuranın öğrenciye tacizde bulunduğu hususunda güçlü izlenimler edinmişlerdir. AİHM'e göre taciz terimi kullanımı tek başına bir sorun teşkil etmemektedir. Zira söz konusu terim, sadece ceza hukuku kapsamına giren eylemler bağlamında kullanılmamakta olup aynı zamanda kişinin vücut bütünlüğü dâhil kişinin mahreminin rızası dışında fiziksel temas veya şifahen ihlal edildiği durumlarda da kullanılmaktadır. Disiplin makamları taciz eyleminin ceza hukuku kapsamında cinsel taciz olarak sınıflandırılıp sınıflandırılamayacağı hususunda da bir yorumda bulunmamıştır. Ayrıca AİHM'e göre, yetkililerin söz konusu olay nedeniyle başvuran hakkında şüphelerin hasıl olduğunu belirtmeleri, eğitim sisteminde kamu güveninin sürdürülmesi ve çocuklara yönelik şüpheli eylemlere hoşgörü gösterilmesini engelleme gereksinimlerinin yetkililer tarafından dikkate alındığı anlamına gelmektedir. Bu husus karşısında disiplin soruşturması, hukuk yargılaması kapsamında kalan yetki sınırlarını başvuranın eş zamanlı olarak yürütülen ceza yargılamasında masum sayılma hakkını ihlal teşkil edecek şekilde aşmamıştır (Güç/Türkiye, § 41). AİHM, idare mahkemesinin ceza yargılamasında alınan bir ifadeye atıfta bulunmasına ilişkin olarak ise hukuk mahkemesinin ceza davasında alınan bir ifadeye veya elde edilen bir delile istinat etmesinin tek başına Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrasına aykırı olmadığını ancak bu istinat sonucunda hukuk mahkemesinin davalının cezai sorumluluğu hakkında yorum yapmaması veya bu bağlamda uygun olmayan çıkarımlarda bulunmaması gerektiğini dile getirmektedir. Olaylara ilişkin olarak AİHM, söz konusu ifadenin (başvuranın daha önce çalışmış olduğu diğer okullarda da bu tür uygunsuz davranışlarda bulunduğu söylentilerine atıfta bulunan) tek başına başvurana cezai suç isnadında bulunmadığı kanaatinde olduğunu belirtmiştir. AİHM ayrıca, başvuranın ceza yargılamasında kendisine isnat edilen eylemlerden suçlu bulunması gerektiği yönünde idare mahkemesince bir yorumda bulunulmadığını ifade etmiştir. AİHM, sonuç olarak disiplin işlemleri ile idari yargılama sürecinde kullanılan dilin Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan koşullara uygun olduğunu tespit etmiştir (Güç/Türkiye, §§ 42, 43).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/6075
Başvuru, disiplin işleminin tesisi sürecinde ve bu işleme karşı açılan davada verilen kararların bağlantılı ceza yargılamasına konu suçun işlendiği yönünde ifadeler içermesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurular; iş bırakma eylemine katıldıkları gerekçesiyle işten çıkartılan işçilerce açılan davaların, benzer davalarda verilen onama kararlarıyla çelişir biçimde Yargıtay tarafından reddedilmesinin ve gerçekleştirilen basın açıklamasının yasa dışı eylem olarak nitelendirilmesinin Anayasa’nın , , , , , , , ve maddelerinde düzenlenen kanun önünde eşitlik ve temel hakların sınırlandırılması ilkelerine, düşünceyi açıklama hürriyetine, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme, adil yargılanma, çalışma, toplu sözleşme, grev, sağlıklı bir çevrede yaşama haklarına aykırılık oluşturduğu iddialarına ilişkindir. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyonlara sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliklerinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Ekli tabloda isimleri bulunan başvuruculara ait aşağıda numaraları belirtilen 2013/5947, 2013/6718, 2013/6719, 2013/6720, 2013/6721, 2013/6722, 2013/6723, 2013/6724, 2013/6725, 2013/6726, 2013/6727, 2013/6728, 2013/6729, 2013/6730, 2013/6731, 2013/6732, 2013/6733, 2013/6734, 2013/6735, 2013/6736, 2013/6737, 2013/6738, 2013/6739, 2013/6740, 2013/6741, 2013/6742, 2013/6743, 2013/6744, 2013/6745, 2013/6746, 2013/6747, 2013/6748, 2013/6749, 2013/6750, 2013/6751, 2013/6753, 2013/6754, 2013/6927, 2013/6928, 2013/6929, 2013/6930, 2013/6931, 2013/6933, 2013/6934, 2013/6935, 2013/6936, 2013/6937, 2013/6938, 2013/7008, 2013/7027, 2013/7079, 2013/7200, 2013/7201, 2013/7202, 2013/7203, 2013/7205, 2013/7342, 2013/7343, 2013/7344, 2013/7345, 2013/7445, 2013/7446, 2013/7447, 2013/7456, 2013/7510, 2013/7687, 2013/7853, 2013/7855, 2013/7856, 2013/8177, 2013/9012, 2013/9306, 2013/9324, 2013/9422, 2013/9424, 2013/9425, 2013/9428, 2013/9430, 2013/9432, 2013/9433, 2013/9434, 2013/9435, 2013/9436, 2013/9437, 2013/9438, 2013/9439, 2013/9440, 2013/9441, 2014/140, 2014/141, 2014/480, 2014/643, 2014/951, 2014/2004, 2014/4829, 2014/12347 numaralı başvuruların konu bakımından aynı nitelikte bulunmaları nedeniyle 2013/6717 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 2013/6717 sayılı başvuru ile ilgili olarak 30/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 30/9/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin birer örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 19/10/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararına (Türkan Bal [GK], B. No: 2013/6932, 6/1/2015) ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular olaylar sırasında, ayrı bir tüzel kişiliği olan Türk Hava Yolları Anonim Ortaklığı (Türk Hava Yolları/THY) ile Türk Hava Yolları Teknik A.Ş.de kabin amiri, kabin memuru, teknisyen gibi unvanlarla işçi olarak çalışmaktadır. Başvurucuların üyesi olduğu Hava-İş Sendikası (Sendika), hava iş kolunda grev yasağı öngören kanun değişikliği teklifinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülecek olması nedeniyle 29/5/2012 tarihinde 00 ile 00 saatleri arasında çalışma yapmamaları yönünde üyelerini kısa mesaj ile bilgilendirmiştir. Belirtilen tarihte Sendika ile THY arasındaki toplu iş sözleşmesi görüşmeleri devam etmektedir. Bu çerçevede bazı çalışanlar 29/5/2012 tarihinde farklı gerekçelerle iş başı yapmamış ve bu kişilerin bir kısmı Atatürk Havalimanında düzenlenen basın açıklamasına da katılmışlardır. Başvuruculardan Bahar Kızılduman hariç olmak üzere, belirtilen tarihte raporlu olanların çeşitli hastane ya da aile hekimliklerinden farklı gerekçelerle ve farklı tarihlerde sağlık raporu aldığı görülmüştür. Türk Hava Yolları daha sonraki bir tarihte, başvurucuların da dâhil olduğu 305 işçinin sözleşmesini, yasa dışı eyleme katıldıkları gerekçesiyle feshetmiştir. Başvuruculardan Bahar Kızılduman; süresi geçmiş sertifikasını yenilemek ve kabin memuru olarak seferlere katılabilmek için gerekli olan birkaç günlük eğitim programı kapsamında daha önce görevlendirildiğini, eğitimine devam ettiği sırada programın iptal edilmesini sonrasında kendisine ilgililer tarafından uçuş veya nöbet için herhangi bir belge verilmediğini ve daha sonra havalimanına döndüğünü, üyesi olduğu Sendikanın sadece basın açıklamasını dinlediğini, olay tarihinden sonra görevlendirmenin yapıldığını ve 4/6/2012 tarihinde bir sefere gittiğini belirterek işe iade istemli dava açmıştır. Diğer başvurucular ise 29/5/2012 tarihinde sağlık raporu aldıklarını, eyleme katılmadıklarını iddia ederek muhtelif tarihlerde iş akdinin feshine karşı Bakırköy ve Ankara İş Mahkemelerinde işe iade istemli tespit davası açmışlardır. Yerel mahkemelerin tümü sonuç olarak tanıkların dinlenmesi; bilirkişi raporlarının, sözleşme fesih sebeplerinin ve ilgili diğer belgelerin incelenmesi suretiyle feshin geçersizliğine ve başvurucuların işe iadesine hükmetmiştir. Bu kapsamda, sağlık raporu almasına ve eyleme katılmamasına rağmen sözleşmesinin haksız yere feshedildiği düşüncesiyle dava açanlara ilişkin örnek olmak üzere ekli listede 1 numaralı satırda yer alan Semra Bekiroğlu yönünden Bakırköy İş Mahkemesi (İş Mahkemesi) kararını verirken ilk olarak başvurucunun 29/5/2012 tarihinde raporlu olduğunu, bu raporun sahte olduğunun ispat edilemediğini, davalı THY tarafından sunulan CD'deki görüntülerden başvurucunun basın açıklamasına katıldığının veya hava limanı içerisinde bulunduğunun tespit edilemediğini belirtmiştir. İş Mahkemesi devamla başvurucunun katıldığı ispatlanamamakla birlikte, bahse konu eylemin başvurucunun da katılma ihtimali düşünüldüğünde demokratik bir hakkın kullanımı şeklinde gerçekleştiği, yasa dışı bir eylem olarak nitelendirilemeyeceği kanaatine varmıştır. Mahkeme, feshin disiplin kurulunun kararı bulunmaksızın yapıldığını da belirterek 12/3/2013 tarihli ve E.2012/319, K.2013/147 sayılı karar ile başvurucunun işe iadesine hükmetmiştir. Ankara ve Bakırköy İş Mahkemeleri benzer gerekçelerle sağlık raporu alan diğer başvurucuların da açtıkları davaları kabul etmişlerdir. Başvurucu Bahar Kızılduman’a ilişkin olarak Bakırköy İş Mahkemesi 29/3/2013 tarihli ve E.2012/325, K.2013/236 sayılı karar ile başvurucunun o gün itibarıyla uçuş görevinin olmayışı, sertifika yenileme eğitim programında olan başvurucuya herhangi bir uçuş görevi tebliğ edilmemesi, davalı tarafından dosyaya sunulan görüntülerde başvurucunun basın açıklamasını dinlerken görünmesi, yasaya aykırı olarak değerlendirilebilecek bir eyleminin bulunmaması, aynı şekilde basın açıklamasına katılan bazı personelin iş akitlerinin feshedilmediğinin de dosya kapsamından anlaşılması, bunun yanı sıra 12/9/2010 tarihinde referanduma götürülen 7/5/2010 tarihli Anayasa değişikliği kapsamında Anayasanın maddesinde yapılan değişiklikler ve Türkiye'nin taraf olduğu ve Anayasa’nın maddesi gereğince iç hukuk kuralı hükmünde olan uluslararası sözleşme hükümlerine göre eylemin yasa dışı eylem olarak değerlendirilemeyeceği sebepleriyle başvurucunun işe iadesine hükmetmiştir. Kararların temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi tüm başvurucular için aşağıda yer alan gerekçelerle kararların bozularak ortadan kaldırılmasına ve açılan davaların reddine kesin olarak karar vermiştir.  i. Yargıtay Hukuk Dairesi, sağlık raporunun olması sebebiyle 29/5/2012 tarihinde işbaşı yapamayan başvuruculara ilişkin “sendikanın, üyelerinin cep telefonlarına gönderdiği mesaj sonrası ikiyüzyetmişdokuz işçinin aynı gün rapor alması dikkate alındığında, bu raporların hastalık sebebiyle değil, eyleme iştirak amacıyla alındığı…” sonucuna varmıştır. Daire, ispat yükünü başvuruculara yöneltmiş ve davalı işverenlerin iddialarını çürütemediğine ilişkin her bir başvurucu için ayrı ayrı şu değerlendirmelerde bulunmuştur: “Alınan raporların işyeri hekimliğince verilmediği ve rapor alındığının süresinde işveren yetkililerine bildirilmediği davalı işveren vekili tarafından iddia edilmiştir. Yine davacı ve arkadaşlarının doktor raporu alarak işe başlamadıkları, çalışmakta olanları da engellemeye çalıştıkları, bu şekilde yapılan eylem sonucu Türk Hava Yollarında 233 seferin iptal edildiği, çok sayıda seferin gecikmeli olarak yapıldığı ve binlerce yolcunun mağdur edildiği, şirketin milyarla ifade edilen zararının doğduğu ileri sürülmüştür. Davalı işverence Atatürk Havaalanında eylem yapan işçilerin çalışanları söz ve alkışlarla protesto ettiklerine dair CD kayıtları dosyaya sunulmuştur. Belirtilen iddiaların doğru olmadığına yönelik davacı işçi tarafından herhangi bir bilgi ve belge dosyaya sunulmamıştır.” ii. Yargıtay Hukuk Dairesi, başvurucu Bahar Kızılduman’a ilişkin “dosyada mevcut bir kısım görüntülerden, davacının havalimanına gittiği ve fakat uçuşa katılmayarak eyleme iştirak ettiği” sonucuna varmıştır. Daire, ispat yükünü başvurucuya yöneltmiş ve davalı işverenin iddialarını çürütemediğine ilişkin şu değerlendirmede bulunmuştur:“Her ne kadar davacı 2012 gününde uçuş sertifikasının yenilenmesi için planlanan eğitimde hazır bulunduğunu, eğitimin iptal edilmesine rağmen kendisine tebliğ edilen bir uçuş görevinin bulunmadığını iddia etmiş ise de; davalı vekilince, o gün yapılacak eğitimlerin iptal edilmesinin nedeninin, eylem sebebiyle daha fazla iptal ve rötarın yaşanmaması için eğitimdeki personelin uçuşa yönlendirilmesi olduğu savunulmuştur. Davalı tanığınca da bu husus doğrulanarak, eğitimleri iptal edilerek uçuşa yönlendirilen işçilerin bir kısmının seferlere katıldığı beyan edilmiştir. Nitekim dosya kapsamı ve Dairemizce seri halde temyiz incelemesi yapılan diğer dosya içerikleri nazara alındığında, olay günü işyerinde yaşanan eylem sebebiyle meydana gelen personel eksikliğinin, sefer iptal ve gecikmelerine yol açtığı sabittir. Bu halde, işverenin eğitimde bulunan davacıyla birlikte diğer işçilerin eğitimlerini iptal etmesinin nedeninin, eğitimdeki işçilerin uçuşa yönlendirilerek personel eksikliğinin giderilmeye çalışılması olduğu, davacının ise uçuş görevine katılmak üzere havalimanına yönlendirildiği sonuca varılmıştır.” Yargıtay Hukuk Dairesi, iş bırakma eyleminin mesleki bir amaca da hizmet edebileceğini göz önüne almakla birlikte grev yasağı öngören bir kanun değişikliği teklifi vesilesiyle yapılması nedeniyle muhatabı ve amacı itibarıyla eylemi “siyasi amaçlı grev” olarak nitelendirmiştir. Daire, başvurucular ve arkadaşlarının veya Sendikanın toplu eylem öncesi Hükûmet veya yasama organı yetkilileri ile görüşme, arabulucudan yararlanma gibi barışçıl yöntemlerden faydalanmamaları ve iş bırakmaya kıyasla daha hafif diğer protesto biçimlerini tercih etmemeleri nedeniyle eyleme son çare olarak başvurulmadığı sonucuna ulaşmıştır. Eylemin, yasa değişikliğini engellemek gibi meşru bir amacının bulunduğu kabul edilmiş fakat ölçülü olmadığı vurgulanmıştır. Bu kapsamda, iş bırakma eyleminin 00 ile 00 saatleri arasında uzun sayılabilecek bir süre devam ettiğine, sefer iptali ve gecikmeler nedeniyle binlerce yolcunun mağdur olduğuna ve davalıların bu nedenle maruz kaldığı olası zarara vurgu yapılmıştır. Daire, kararında toplu iş bırakma eylemine son çare olarak başvurulmaması ve ölçülülük ilkesine uyulmaması nedeniyle fesih için haklı neden oluştuğunu kabul etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi, disiplin kurulu kararının alınmamasının feshi haksız hâle getirdiğini belirtmiştir. Ancak Yargıtay uygulamasına göre geçerli sebebi ortadan kaldırmadığından feshin yine de geçerli sebebe dayandığı değerlendirilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi değişik tarih ve sayılı kararlarıyla sonuç olarak İş Mahkemesi kararlarının bozularak ortadan kaldırılmasına ve başvurucuların davalarının reddine kesin olarak karar vermiştir. Yargıtay ilamı başvuruculara 26/6/2013 ile 27/6/2014 tarihleri arasında tebliğ edilmiştir. Başvurucular süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bu sırada davalı THY ile Sendika arasında yapılan görüşmeler neticesinde Toplu İş Sözleşmesi imzalanmıştır. Bundan bağımsız olarak taraflar, iş akitleri THY ve THY Teknik A.Ş. tarafından feshedilen ve işe girme talebi olan işçilerden bir kısmının istihdam edilmesinde uzlaşmaya varmışlardır. Anayasa Mahkemesince 8/12/2014 tarihinde gönderilen yazıyla istenen bilgi ve belgeler çerçevesinde, başvurucuların tekrar işe alınıp alınmadıklarına ve işe başlatılmışlarsa hangi koşullarda alındıklarına dair (yeni işçi gibi, işten çıkarma tarihinden itibaren tazminatları ödenerek ve kıdemleri korunarak vs.) açıklamalar ve bunlara ilişkin belge örnekleri Türk Hava Yollarından talep edilmiştir. THY, 26/12/2014 tarihinde gönderdiği yazıda başvuruculardan Ayhan Doğan, Hacı Mustafa Erten ve Özgür Certel’in THY Teknik A.Ş.de çalışması sebebiyle personel özlük dosyalarının THY’de bulunmadığı, THY Teknik A.Ş.den bu bilgilerin istenebileceği belirtilmiş ve diğer başvurucuların durumlarını gösterir çizelge yollanmıştır. Buna göre yeniden işe girme talebi olan başvuruculardan bir kısmının kanuni tüm ödemeleri yapılmış olması sebebiyle yeni işçi statüsünde istihdam edildiği, bir kısmının ise değişik sebeplerle istihdam edilmediği anlaşılmaktadır. Daha sonra THY Teknik A.Ş.ye yukarıdaki paragrafta anılan üç kişinin durumları sorulmuş ve THY Teknik A.Ş.nin gönderdiği yazıda başvuruculardan Ayhan Doğan ile Özgür Certel’in tekrar istihdam edildiği, diğer başvurucu Hacı Mustafa Erten’in ise işe tekrar başlatılmasına izin verilmediği anlaşılmıştır. B. İlgili Hukuk 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesi şöyledir:“İşveren fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde belirtmek zorundadır.Hakkındaki iddialara karşı savunmasını almadan bir işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, o işçinin davranışı veya verimi ile ilgili nedenlerle feshedilemez. Ancak, işverenin 25 inci maddenin (II) numaralı bendi şartlarına uygun fesih hakkı saklıdır.” 4857 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde iş mahkemesinde dava açabilir. (...) taraflar anlaşırlarsa uyuşmazlık aynı sürede özel hakeme götürülür.Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür.Dava seri muhakeme usulüne göre iki ay içinde sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi halinde, Yargıtay bir ay içinde kesin olarak karar verir.(İptal dördüncü fıkra: Anayasa Mahkemesi’nin 19/10/2005 tarihli ve E.2003/66, K.:2005/72 sayılı Kararı ile.).” 5/5/1983 tarihli ve 2822 sayılı mülga Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Toplu iş sözleşmesinde aksi belirtilmedikçe hizmet akitleri toplu iş sözleşmesine aykırı olamaz. Hizmet akitlerinin toplu iş sözleşmesine aykırı hükümlerinin yerini toplu iş sözleşmesindeki hükümler alır. Hizmet akdinde düzenlenmeyen hususlarda toplu iş sözleşmesindeki hükümler uygulanır. Toplu iş sözleşmesinde hizmet akitlerine aykırı hükümlerin bulunması halinde hizmet akdinin işçi lehindeki hükümleri geçerlidir. Her ne sebeple olursa olsun sona eren toplu iş sözleşmesinin hizmet akdine ilişkin hükümleri yenisi yürürlüğe girinceye kadar hizmet akdi hükmü olarak devam eder.” 7/11/2012 tarihli ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun geçici maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:“Bu Kanunun yürürlük tarihinden önce başlamış toplu iş sözleşmesi görüşmeleri ve toplu iş uyuşmazlıkları mülga 2822 sayılı Kanun ve bu Kanuna dayalı tüzük ve yönetmeliklere göre sonuçlandırılır.” 8/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“Hukuk ve Ceza Genel Kurullarının görevleri şunlardır:Yargıtay dairelerinin bozma kararlarına karşı mahkemelerce verilen direnme kararlarını inceleyerek karar vermek, a) (Ek: 26/9/2004-5235/51 md.) Aynı veya farklı yer bölge adliye mahkemelerinin kesin olarak verdikleri kararlar bakımından hukuk daireleri arasında veya ceza daireleri arasında uyuşmazlık bulunursa,b) Hukuk daireleri arasında veya ceza daireleri arasında içtihat uyuşmazlıkları bulunursa,c) Yargıtay dairelerinden biri; yerleşmiş içtihadından dönmek isterse, benzer olaylarda birbirine uymayan kararlar vermiş bulunursa,Bunları içtihatların birleştirilmesi yoluyla kesin olarak karara bağlamak,” 2797 sayılı Kanun’un maddesinin (1) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir:“İçtihadların birleştirilmesini Birinci Başkan, doğrudan doğruya veya Yargıtay dairelerinin veya genel kurulların verdikleri karar sonucunda veya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının bizzat yazı ile başvurması halinde, ilgili kuruldan ister. Bu istemlerin gerekçeli olması zorunludur.…İçtihadı birleştirme kararları benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını, dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlar.” Türkiye Sivil Havacılık Sendikası (HAVA-İŞ) ile Türk Hava Yolları arasında imzalanan 1/1/2009-31/12/2010 yürürlük tarihli Dönem İşletme Toplu İş Sözleşmesi’nin maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilk cümlesi şöyledir:“İşten çıkarma cezası Disiplin Kurulu kararıyla verilir.” Türkiye Sivil Havacılık Sendikası (HAVA-İŞ) ile Türk Hava Yolları Teknik A.Ş. arasında imzalanan 1/7/2011-30/6/2013 yürürlük tarihli Dönem İşletme Toplu İş Sözleşmesi’nin “İşten Çıkarma Cezasında Usul” başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilk cümlesi şöyledir:“İşten çıkarma cezası Disiplin Kurulu kararıyla verilir.” 29/5/2012 tarihinde yapılan iş bırakma eylemine katıldıkları gerekçesiyle THY tarafından iş akitleri feshedilen ve İlk Derece Mahkemelerince işe iadelerine hükmedilen kişilerin davalarına ilişkin Yargıtay kararları aşağıdaki gibidir: i. Yargıtay Hukuk Dairesi 12/4/2013 ve 26/4/2013 tarihlerinde verdiği kararlarda, olay günü raporlu olan kişilerin hastaneye başvurmasının gerçeği yansıtmayacak nitelikte ve göstermelik olduğu yönünde bir iddia bulunduğu takdirde, işverenin bu hususta araştırma yapması veya delil sunması gerektiği yönündeki Derece Mahkemelerinin kararlarını onamış veya bu yönde ulaştıkları sonucu uygun bulmuştur (12/4/2013 tarihli ve E.2013/10958, K.2014/6405; E.2013/10963, K.2014/6406; E.2013/11199, K.2014/6412 sayılı ve 26/4/2013 tarihli ve E.2013/8796, K.2014/7705 sayılı ilamlar). Bahse konu İlk Derece Mahkemeleri kararlarında, feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğünün işverene ait olduğu hususu vurgulanmıştır. 26/4/2013 tarihinde verilen iki karara konu yargılamalarda ise ispat yüküne dair açık bir ifadeye yer verilmemekle birlikte davalı THY’nin sağlık raporlarının aksine bir delil getirmesi gerektiği belirtilmiştir (26/4/2013 tarihli ve E.2013/13392, K.2014/7711 ile E.2013/13397, K.2014/7716 sayılı ilamlar). Yukarıda belirtilen tüm bu yargılamalarda davalı THY’nin, Sendikanın gönderdiği kısa mesajları takiben 279 kişinin aynı gün hastalanmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu şeklindeki veya işe gelmeme amacıyla rapor alındığına yönelik iddiaları Mahkemelerce kabul edilmemiştir. ii. Bununla beraber Yargıtay Hukuk Dairesi 4/2/2014 tarihli ilamlarıyla raporlu işçilerin eyleme katıldığının işveren tarafından ispatlanamadığı gerekçesiyle davacıların işe iadesine hükmedilmesini onamıştır (4/2/2014 tarih ve E.2013/9629, K.2014/3169 ve E.2013/9636, K.2014/3176 sayılı ilamlar). Yargıtay onamasına konu bu yargılamalarda da toplu rapor alınmasının hayatın olağan akışına uygun olmadığı şeklindeki davalı savunmaları Derece Mahkemelerince kabul edilmemiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 4/2/2014 tarihinde verdiği diğer iki kararda ise “feshin haklı ve geçerli bir nedene dayandığını” ispat yükünün işverene düştüğüne ilişkin İlk Derece Mahkemesi kararlarını onamıştır (4/2/2014 tarihli ve E.2013/9266, K.2014/3156 ile E.2013/9272, K.2014/3162 sayılı ilamlar). iii. Diğer yandan başvurucu Bahar Kızılduman gibi Florya’daki eğitime katılan bir işçinin açtığı davayı kabul eden Yerel Mahkeme; davacının olay günü uçuş görevinin olmadığını ve eğitim çalışmasına katıldıktan sonra üyesi bulunduğu Sendika tarafından basın açıklamasının yapıldığı Atatürk Havalimanına geldiğini, davalı işveren tarafından dosyaya sunulan fotoğrafta davacının basın açıklamasını dinlerken gözüktüğünü, davacının yasaya aykırı nitelikte bir eylemde bulunduğu konusunda ortaya konan somut bir kanıt mevcut olmadığı gibi bu hususta yapılmış bir disiplin soruşturması da mevcut olmadığını belirtmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 27/4/2013 tarihli ilamla yerel mahkeme kararını onamıştır (27/4/2013 tarihli ve E.2013/8797, K.2013/7702 sayılı ilam). iv. Yargıtay Hukuk Dairesi ise 14/5/2013 ile 24/2/2014 tarihleri arasında verdiği kararlarda Derece Mahkemelerinin feshin haksız olduğu yönündeki kararlarını yukarıda (bkz. § 16, 17) paragraflarda belirtilen gerekçelerle bozmuş ve davaların reddine hükmetmiştir (11/6/2013 tarihli ve 2013/9972, K.2013/14077 sayılı, 18/6/2013 tarihli ve E.2013/15629, K.13/14848 sayılı, 4/7/2013 tarihli ve E.2013/7453, K.13/16466 sayılı, 26/9/2013 tarih ve E.2013/23667, K.2013/19913 sayılı, 22/10/2013 tarihli ve E.2013/27586, K.2013/22043 sayılı ile 24/2/2014 tarihli ve E.2014/3002, 2014/3578 sayılı ilamlar).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6717
Başvurular; iş bırakma eylemine katıldıkları gerekçesiyle işten çıkartılan işçilerce açılan davaların, benzer davalarda verilen onama kararlarıyla çelişir biçimde Yargıtay tarafından reddedilmesinin ve gerçekleştirilen basın açıklamasının yasa dışı eylem olarak nitelendirilmesinin Anayasa’nın 10. , 13. , 26. , 34. , 36. , 49. , 53. , 54. ve 56. maddelerinde düzenlenen kanun önünde eşitlik ve temel hakların sınırlandırılması ilkelerine, düşünceyi açıklama hürriyetine, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme, adil yargılanma, çalışma, toplu sözleşme, grev, sağlıklı bir çevrede yaşama haklarına aykırılık oluşturduğu iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, tutuklu olan başvurucuya gelen veya başvurucu tarafından gönderilen mektupların Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP) kaydedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 22/1/2020 tarihinde öğrendikten sonra 27/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/4414
Başvuru, tutuklu olan başvurucuya gelen veya başvurucu tarafından gönderilen mektupların Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP) kaydedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, tutukluluğun devamı kararına yapılan itirazın geç değerlendirilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/10/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Çanakkale Cumhuriyet Başsavcılığınca uyuşturucu madde ticareti yapma veya sağlama suçundan yürütülen soruşturma kapsamında yakalanarak gözaltına alınmıştır. Savcılık başvurucuyu uyuşturucu madde ticareti yapma veya sağlama suçundan tutuklanması istemiyle 10/3/2015 tarihinde Çanakkale Sulh Ceza Hâkimliğine sevketmiştir. Çanakkale Sulh Ceza Hâkimliği 10/3/2015tarihinde başvurucunun uyuşturucu madde ticareti yapma veya sağlama suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itirazı ise Burhaniye Sulh Ceza Hâkimliği 18/3/2015 tarihinde reddetmiştir. Çanakkale Cumhuriyet Başsavcılığı 5/5/2015 tarihli iddianame ile başvurucu hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma veya sağlama suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 21/5/2015 tarihinde iddianameyi kabul etmiş ve E.2015/196 sayılı dosya üzerinden yargılama başlamıştır. Mahkeme 30/7/2015 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu, anılan karara 5/8/2015 tarihinde itiraz etmiştir. Mahkeme 27/8/2015 tarihinde başvurucunun tutukluluk durumunu resen inceleyerek tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu 9/9/2015 tarihinde verdiği dilekçeyle tutukluğun devamı kararına karşı 5/8/2015 tarihinde yaptığı itirazının değerlendirilmediğini belirterek itirazının kabul edilerek tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir. Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesi başvurucunun 5/8/2015 ve 9/9/2015 tarihli itirazlarını 9/9/2015 tarihinde reddetmiş ve dosyayı itiraz mercii olan Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesi 10/9/2015 tarihinde başvurucunun itirazını reddetmiştir. Başvurucu 19/10/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme 25/2/2016 tarihinde başvurucunun uyuşturucu madde ticareti yapma veya sağlama suçundan 27 yıl 5 ay 7 gün hapis ve adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 28/9/2016 tarihli ilamıyla onanarak kesinleşmiştir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "İtiraz usulü ve inceleme mercileri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkralarının ilgili bölümleri şöyledir:"(1) Hâkim veya mahkeme kararına karşı itiraz, kanunun ayrıca hüküm koymadığı hâllerde 35 inci Maddeye göre ilgililerin kararı öğrendiği günden itibaren yedi gün içinde kararı veren mercie verilecek bir dilekçe veya tutanağa geçirilmek koşulu ile zabıt kâtibine beyanda bulunmak suretiyle yapılır... (2) Kararına itiraz edilen hâkim veya mahkeme, itirazı yerinde görürse kararını düzeltir; yerinde görmezse en çok üç gün içinde, itirazı incelemeye yetkili olan mercie gönderir. "
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/16689
Başvuru, tutukluluğun devamı kararına yapılan itirazın geç değerlendirilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, "çocuğun nitelikli cinsel istismarı" suçundan Yalova Ağır Ceza Mahkemesinde tutuklu olarak yargılandığı davada, tahliye taleplerinin benzer gerekçelerle reddedilmesi sebebiyle makul olmayan bir süredir tutuklu yargılandığını, yargılama sürecinde savunma haklarının ihlal edildiğini ve soruşturma evresinde ifadesinin darp ve cebre maruz bırakılarak alındığını ileri sürerek Anayasa’nın , ve maddesinde belirtilen anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tahliye ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 18/1/2013 tarihinde doğrudan Anayasa Mahkemesine yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde, belirtilen eksiklikler giderildikten sonra başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 29/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 15/5/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 15/5/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, 15/7/2014 tarihinde görüşünü sunmuş, Bakanlık görüşü ise 27/8/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu, 11/9/2014 tarihinde Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, “çocuğun nitelikli cinsel istismarı” suçunu işlediği iddiasıyla 6/8/2012 tarihinde gözaltına alınmış ve Yalova Sulh Ceza Mahkemesince 7/8/2012 tarih ve 2012/44 Sorgu sayılı kararla tutuklanmıştır. Yalova Cumhuriyet Başsavcılığının 7/9/2012 tarih ve 2012/2375 sayılı iddianamesiyle başvurucu hakkında Yalova Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/194 Esas sayılı dosyasında çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçu nedeniyle eylemine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. Yalova Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/194 Esas sayılı dosyasındaki yargılama kapsamında ilk tensip 10/9/2012 tarihinde yapılmış ve başvurucunun “…yüklenen suçun vasıf ve mahiyetine, kanıt durumuna, dosya içeriğine, atılı suç için yasada öngörülen ceza üst sınırına, buna bağlı olarak sanığın kaçma, kanıtları yok etme, tanık, mağdur ve başkaları üzerinde baskı oluşturma olasılıklarına göre” tutukluluk halinin devamına karar verilmiş ve usuli eksikliklerin giderilmesi için duruşma 27/9/2012 tarihine bırakılmıştır. Yalova Ağır Ceza Mahkemesince 27/9/2012 tarihli duruşmada “suçun vasıf ve mahiyetine, kanıt durumuna, dosya içeriğine, atılı suçun yasada öngörülen ceza üst sınırına ve buna bağlı olarak sanığın kaçma kuşkusuna, mağdur, tanık ve başkaları üzerinde baskı oluşturma olasılığına, tutuklu kalınan süreye göre” başvurucunun tahliye talebinin reddine ve tutukluluğun devamına karar verilmiş, mağdurun dinlenmesi ve TCK’ nun 103/ maddesi gereğince beden veya ruh sağlığının bozulup bozulmadığı hususunda İstanbul Adli Tıp Kurumu’na yazılan müzekkerenin beklenmesi için duruşma 15/11/2012 tarihine bırakılmıştır. Yalova Ağır Ceza Mahkemesince 15/11/2012 tarihli duruşmada “suçun vasıf ve mahiyetine, kanıt durumuna, dosya içeriğine, atılı suçun yasada öngörülen ceza üst sınırına ve buna bağlı olarak sanığın kaçma kuşkusuna, mağdur, tanık ve başkaları üzerinde baskı oluşturma olasılığına, tutuklu kalınan süreye göre” başvurucunun tahliye talebinin reddine ve tutukluluğun devamına karar verilmiş, İstanbul Adli Tıp Kurumu’na yazılan müzekkerenin beklenmesi için duruşma 5/2/2013 tarihine bırakılmış, tutukluluk durumunun 13/12/2012 ve 8/1/2013 tarihlerinde dosya üzerinden incelenmesine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından 7/1/2013 tarihli dilekçe ile tahliye talebinde bulunulmuş, Yalova Ağır Ceza Mahkemesinin 8/1/2013 tarih ve E.2012/194 sayılı kararı ile “suçun vasıf ve mahiyetine, kanıt durumuna, dosya içeriğine, atılı suçun yasada öngörülen ceza üst sınırına ve buna bağlı olarak sanığın kaçma kuşkusuna, tutuklu kaldığı süreye göre tutukluluk halinin devamı” yönünde karar verilmiştir. Başvurucunun itirazı üzerine Bursa Ağır Ceza Mahkemesinin 11/1/2013 tarih ve 2013/36 Değişik iş sayılı kararı ile “üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, delil durumu ve kuvvetli suç şüphesini gösteren olguların varlığı nazara alınarak” itirazın reddine karar verilmiştir. Yalova Ağır Ceza Mahkemesince 26/12/2013 tarihli duruşmada “suçun vasıf ve mahiyetine, kanıt durumuna, dosya içeriğine, atılı suçun yasada öngörülen ceza üst sınırına ve buna bağlı olarak sanığın kaçma kuşkusuna, tutuklu kalınan süreye göre” başvurucunun tahliye talebinin reddine ve tutukluluğun devamına karar verilmiş, İstanbul Adli Tıp Kurumu’ndan gelen mağdura ait rapora karşı beyanda bulunmak ve ek savunma yapmak üzere duruşma 20/2/2014 tarihine bırakılmış, tutukluluk durumunun 23/1/2014 tarihinde dosya üzerinden incelenmesine karar verilmiştir. Yalova Ağır Ceza Mahkemesince 20/2/2014 tarihli duruşmada “suçun vasıf ve mahiyetine, kanıt durumuna, dosya içeriğine, atılı suçun yasada öngörülen ceza üst sınırına ve buna bağlı olarak sanığın kaçma kuşkusuna, tutuklu kalınan süreye göre” başvurucunun tahliye talebinin reddine ve tutukluluğun devamına karar verilmiş, iddia makamının esas hakkındaki mütalaasına karşı savunma hazırlamak üzere başvurucuya süre verilmek üzere duruşma 29/4/2014 tarihine bırakılmış, tutukluluk durumunun 13/3/2014 ve 8/4/2014 tarihlerinde dosya üzerinden incelenmesine karar verilmiştir. Yalova Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/194 Esas sayılı dosyasında 29/4/2014 tarihinde yapılan duruşmada başvurucunun atılı suçtan 14 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve “verilen ceza süresine ve tutuklulukta geçirdiği süreye nazaran” tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Başvurucu, ifadesinin alınması sırasında kendisine işkence uygulandığı iddiası ile görevli polislerin cezalandırılması için Yalova Cumhuriyet Başsavcılığı’na şikâyette bulunmuştur. Yalova Cumhuriyet Başsavcılığınca, 12/12/2013 tarih ve 2013/10083 Soruşturma sayılı kararla, " Müşteki ve aile bireylerinin soyut beyanları dışında şikayete konu işkence ya da kötü muamele suçunun işlendiğine dair delilin mevcut olmadığı anlaşılması” gerekçesiyle kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucunun itirazı üzerine Bursa Ağır Ceza Mahkemesinin 10/2/2014 tarih ve 2014/150 Değişik iş sayılı kararı ile; “incelenen evrak içeriğine göre, sanığın yakalanarak gözaltına alındığında aldırılan 06/08/2012 tarihli adli raporu ile gözaltından çıkarıldığında alınan 07/08/2012 tarihli adli raporları incelendiğinde, herhangi bir darp bulgusu tespit edilemediğinden verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararında yasaya aykırı yön bulunmadığından” itirazın reddine karar verilmiştir. Başvurucu, 18/1/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Yalova Ağır Ceza Mahkemesi, 29/4/2014 tarih ve E. 2012/194, K.2014/130 sayılı kararıyla başvurucunun "çocuğun nitelikli cinsel istismarı” suçundan 14 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiş, söz konusu karar başvurucu tarafından 6/5/2014 tarihinde temyiz edilmiş olup, dosya Yargıtay’da temyiz aşamasındadır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddenin ( 2) numaralı fıkrası şöyledir:“Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),...” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.(2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.(3) Tutuklama istenildiğinde, şüpheli veya sanık, kendisinin seçeceği veya baro tarafından görevlendirilecek bir müdafiin yardımından yararlanır. (4) Tutuklama kararı verilmezse, şüpheli veya sanık derhâl serbest bırakılır.(5) Bu madde ile 100 üncü madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.” Anılan tarihteki haliyle 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak karar verilir.”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/599
Başvurucu, "çocuğun nitelikli cinsel istismarı" suçundan Yalova Ağır Ceza Mahkemesinde tutuklu olarak yargılandığı davada, tahliye taleplerinin benzer gerekçelerle reddedilmesi sebebiyle makul olmayan bir süredir tutuklu yargılandığını, yargılama sürecinde savunma haklarının ihlal edildiğini ve soruşturma evresinde ifadesinin darp ve cebre maruz bırakılarak alındığını ileri sürerek Anayasa’nın 17. , 19. ve 36. maddesinde belirtilen anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tahliye ve tazminat talebinde bulunmuştur.
0
Başvuru, menfi tespit ve alacak davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi, Mahkeme ve Yargıtay kararlarında esasa yönelik savunmalarının karşılanmaması, duruşmalı temyiz talebinin posta pulu eksikliği gerekçe gösterilerek reddedilmesi ve delillerinin incelenmesi talebi dikkate alınmadan karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 28/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için 25/3/2016 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Konusu Olaya Dayanak Kira Sözleşmesi ve İddialar Başvurucu, başlangıç tarihi 1/8/2008 olan kira sözleşmesi ile Ankara Kazım Özalp Mahallesinde yer alan iş yerini S.A. isimli kişiye kiralamıştır. Kiracı S.A. 6/3/2008 tarihli başvurucuya gönderdiği ihtarname ile iş yerini karşılıklı anlaşma ile 10/3/2008 tarihinde tahliye ederek anahtarını teslim etmesi akabinde iş yerinin kişiye kiraya verildiğini, taşınmazın yeni kiracısı tarafından 2008 yılı Mart ayı kira bedelinin ödendiği gibi ASKİ aboneliğinin de yeni kiracı adına yaptırıldığını, bu sebeplerle 1/1/2008 başlangıç tarihli kira sözleşmesine istinaden ödediği 200 TL depozito (güvence bedeli) ile 20 günlük fazla ödenen 800 TL kira bedelinin şahsi hesabına yatırılmasını ve bir başka ifade ile taşınmazı tahliye ettiğini belirterek 10/3/2008 tarihi sonrasına ilişkin bir kira borcunun bulunmadığını iddia etmektedir. Başvurucu ise kiracı S.A. ile arasındaki kira sözleşmesinin devam ettiğini, fesih bildiriminin salt kira ilişkisini sona erdirmeye yeterli olmadığını, iş yerinin anahtarlarının usulüne uygun şekilde kendisine teslim edilmediğini, Ankara İcra Hukuk Mahkemesince 29/4/2010 tarihinde verilen tahliye kararına kadar ödenmemiş kira bedeli alacaklarının bulunduğunu, kiracı S.A.nın ihtarnamesinde iddia edilen H. ve U.T.nin sahibi olduğu yeni kiracı şirkete iş yerinin kiralandığına ilişkin 12/3/2008 başlangıç tarihli sözleşmedeki imzanın kendisine ait olmadığını ve sözleşmenin sahte olduğunu ileri sürmektedir.B. Bireysel Başvuru Konusu Yapılmayan 2008 Yılına Ait Kira Bedellerine İlişkin İcra Takibi ve Yargılama Süreci Başvurucu, kiracı S.A. hakkında Ankara İcra Müdürlüğünün E.2008/8675 sayılı dosyasında ödenmeyen 2008 yılı 4 ila aylara ait kira bedellerinin toplam tutarı olan 800 TL üzerinden icra takibi başlatmıştır. Kiracının borca itirazı nedeniyle takibin durdurulması üzerine başvurucunun itirazın kaldırılması ve tahliye talebiyle açtığı davada Ankara İcra Hukuk Mahkemesi 29/4/2010 tarihli ve E.2010/341, K.2010/614 sayılı kararıyla itirazın kaldırılmasına, takibin kaldığı yerden devamına ve kiracının tahliyesine karar vermiştir. Takibin kesinleşmesi üzerine kiracı S.A. başvurucu aleyhine genel mahkemede menfi tespit davası açarak Ankara İcra Müdürlüğünün E.2008/8675 sayılı dosyasına konu 800 TL kira borcunun bulunmadığına karar verilmesini talep etmiştir. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi 20/7/2011 tarihli ve E.2010/222, K.2011/318 sayılı kararıyla davanın kabulü ile davacının (kiracının) Ankara İcra Müdürlüğünün E.2008/8675 sayılı dosyasında dava konusu yapılan 800 TL kira alacağından davalıya (başvurucuya) borçlu olmadığının tespitine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"...Mahkememiz dosyası grafoloji uzmanı bilirkişiye tevdi olunarak bilirkişiden 06/05/2011 tarihli rapor aldırılmış, alınan bilirkişi raporu ile davalı Mustafa Ercan'ın mahkeme huzurunda alınan imzaları ile mevcut mukayese imzalarının kıyaslandığında tespit edilen çeşitli fiziki, ihtiyati, kaligrafik, grafolojik ve yapısal özellikteki farklılıklara atfen tetkik konusu 12/03/2008 başlangıç tarihli 1 senelik kira karşılığı 000,00 TL karşılığı olan Öz Modek Mobilya, kiraya veren Mustafa Ercan adına düzenlenmiş kira sözleşmesindeki Mustafa Ercan adına atılı bulunan imzanın Mustafa Ercan eli ürünü olmadığı bildirilmiştir.Toplanan delillerin taktiri ve değerlendirilmesi neticesinde, tüm dosya münderecatından, davacının 01/01/2008 başlangıç tarihli kira sözleşmesi ile davalının maliki olduğu, Kazım Özalp mahallesi Rabat Sokak No. 27/6 Çankaya Ankara adresinde bulunan taşınmazı kiraladığı ancak davacının 01/03/2008 tarihinde Mart ayı kirasını ödemesine müteakip 10/03/2008 tarihinde taşınmazı tahliye ettiği, davalının dava konusu mecuru tahliyeden 2 gün sonra 12/03/2008 tarihinde bu defa dava dışı Öz Modek Mobilya Ltd. Şirketine akdedilen sözleşme ile kiraya verdiği, dosyaya ibraz olunan sözleşme içerikleri ile beyan olunmuş ise de davanın ihbar olunduğu Öz Modek Mob.Dek.San.Tic.Ltd.Şti. Şirket ortağı ve mesul müdürü U. T.'un huzurda alınan beyanı ile, dava konusu mecuru kiralamak suretiyle 3-4 ay kadar kullandıklarını ancak hangi tarihte kullandıklarını hatırlamadığını, ASKİ'ye kendileri tarafından ibraz edilen bir sözleşme olmadığını, ancak sözleşmedeki kaşenin şirketlerine ait olduğunu, imzanın kendisine ait olmadığını ifade ettiği, yine davacı tarafından davalıya gönderilen Ankara Noterliğine ait 2008 tarih ve 6070 yevmiye numaralı ihtarnamesi ile "2008 tarihli yazılı kira sözleşmesi ile mülkiyeti davalıya ait Ankara ili Çankaya ilçesi Kazım Özalp Mah. Rabat Sk.No:27/6 adresinde bulunan işyerinin kiralandığı, aylık kira bedelinin 200,00 TL olduğu, ancak kiracısı bulunduğu işyerini 2008 tarihli Ankara Noterliği aracılığı ile gönderdiği ihtarname neticesinde karşılıklı anlaşma ile 2008 tarihinde tahliye ederek anahtarını teslim ettiği, anılan işyerinin H. ve U. T.'a aynı gün kiraya verildiği, kiracılar H. ve U. T.'un da Mart 2008 ayı kira bedelini ödediği gibi ASKİ aboneliğini kendi adlarına yaptırdıkları, bu sebeple 2008 başlangıç tarihli kira sözleşmesine istinaden kendisine ödenen 200,00 TL depozito ile 20 günlük fazla ödenen 800,00 TL kira bedelinin şahsi hesabına yatırılmasının talep olunduğu ihtarnamenin Mustafa Ercan'ın eşine usulüne uygun olarak 2008 tarihinde tebliğ olunduğu, Ankara İcra Müdürlüğünün 2008/-8675 E.sayılı dosyasında ise 2008 yılının () Ayı ile Ayı arasında ....olan kiralardan dolayı takip yapıldığı, 2008 yılının Mart ayından 2008 yılının ayına kadar davalının ihtarnamenin tebliğine rağmen bu hususu araştırmamasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu tüm bu olgular birlikte değerlendirildiğinde davacıdan haksız kira bedellerinin istenilmesinde hukuka uyarlılık bulunmadığı anlaşılmakla davacının haklı davasının kabulü ile davacının Ankara İcra Müdürlüğünün 2008/8675 Esas sayılı dosyasında alacak konusu yapılan bedelden borçlu olmadığının tespitine karar verilmesinin usul ve yasaya uygun olacağı sonuç ve kanaati ile aşağıdaki şekilde hüküm tesisi cihetine gidilmiştir." Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/4/2012 tarihli ve E.2011/17817, K.2012/11033 sayılı kararı ile hüküm onanmıştır. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 1/10/2012 tarihli ve E.2012/14804, K.2012/21595 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Bireysel Başvuru Konusu Olan 2008 Yılı Sonrası Kira Bedellerine İlişkin İcra Takibi ve Yargılama Süreci Başvurucu, kiracı S.A. hakkında Ankara İcra Müdürlüğünün E.2010/5048 sayılı dosyasında ödenmeyen 2009 yılı 1 ila aylar ile 2010 yılı 1 ila aylara ait kira bedellerinin tutarı 200 TL ve işlemiş faizinden oluşan toplam 329,70 TL alacak üzerinden 12/4/2010 tarihinde ilamsız icra takibi başlatmıştır. Kiracının borca itirazı sonucu takibin durdurulması üzerine başvurucunun itirazın kaldırılması istemi ile açtığı davada Ankara İcra Hukuk Mahkemesi 9/3/2011 tarihli ve E.2010/1133, K.2011/197 sayılı kararıyla "itirazın kaldırılması isteminin davalı S. A. yönünden kısmen kabulü ile davalının itirazının 200 TL asıl alacak ve 115,51 TL işlemiş faiz yönünden kaldırılmasına, fazlaya ilişkin talebin reddine" karar vermiştir. Anılan karar Yargıtay Hukuk Dairesinin denetiminden geçerek 5/7/2012 tarihinde kesinleşmiştir. Takibin kesinleşmesi üzerine kiracı S.A. başvurucu aleyhine bu defa 29/11/2012 tarihinde açtığı menfi tespit ve alacak davasında; ödenmeyen 200 TL güvence bedeli ve iade edilmeyen 800 TL fazla kira ödemesinin tahsili ile Ankara İcra Müdürlüğünün E.2010/5048 sayılı icra takibi dosyasına konu 200 TL kira borcunun bulunmadığına karar verilmesini talep etmiştir. Ankara Sulh Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) taraf vekillerinin hazır olduğu 18/3/2013 tarihli ön inleme duruşması sonucunda "güvence parası ile iade edilmeyen kira bedelinin davalıdan tahsiline, davacının davalıya Ankara İcra Müdürlüğünün 2010/5048 esas sayılı dosyasında borçlu olmadığının tespitine" hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"...Dosyasındaki delillerden, davacının davalıdan 200,00-TL güvence parası ve iade edilmeyen 800,00-TL kira parası alacağı olduğu bu nedenle tahsilinin gerektiği... ve davacının Ankara İcra Müdürlüğünün 2010/5048 sayılı dosyasındaki borçtan dolayı borçlu olmadığına karar vermek gerekmiştir." Başvurucu 23/5/2013 tarihli dilekçesinde duruşmalı temyiz talebinde bulunmuş, aynı tarihte temyiz harç ve posta giderlerini yatırmıştır. Yargıtay Hukuk Dairesi 20/3/2014 tarihli ve E.62013/10845, K.2014/3463 sayılı kararıyla dosyada "...duruşma pulları bulunmadığı..." gerekçesiyle duruşma isteminin reddine karar vererek hükmü onamıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Dosya kapsamına, toplanan delillere, mevcut deliller mahkemece takdir edilerek karar verilmiş olmasına ve takdirde de bir isabetsizlik bulunmamasına göre yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA ve aşağıda yazılı temyiz giderinin temyiz edenden alınmasına 20/03/2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi." Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 8/9/2014 tarihli ve E.2014/6475, K.2014/9439 sayılı kararı ile reddedilmiştir. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Basit yargılama usulü, kanunlarda açıkça belirtilenler dışında, aşağıdaki durumlarda uygulanır: a) Sulh hukuk mahkemelerinin görevine giren (m.4) dava ve işler.  …" 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir: "Dava açılması ve davaya cevap verilmesi dilekçe ile olur.Taraflar cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi veremezler." 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:"Mahkeme, mümkün olan hâllerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verir.Mahkeme, tarafların dinlenmesi, delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemlerinin yapılmasını yukarıdaki fıkrada belirtilen duruşma hariç, iki duruşmada tamamlar. Duruşmalar arasındaki süre bir aydan daha uzun olamaz. İşin niteliği gereği bilirkişi incelemesinin uzaması, istinabe yoluyla tahkikat işlemlerinin yürütülmesi gibi zorunlu hâllerde, hâkim gerekçesini belirterek bir aydan sonrası için de duruşma günü belirleyebilir ve ikiden fazla duruşma yapabilir." 6100 sayılı Kanun'un geçici maddesi şöyledir: "Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. Bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır." 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 5236 sayılı Kanun'un maddesi ile yapılan değişiklikten önceki maddesi şöyledir: "Yargıtay temyiz incelemesini dosya üzerinde yapar. Ancak tüzelkişiliğin feshine veya genel kurul kararlarının iptaline, evlenmenin butlanına veya feshine, boşanma veya ayrılığa, velayete, nesebe ve kısıtlamaya ilişkin davalarla miktar veya değeri ikiyüzmilyon lirayı aşan alacak ve ayın davalarında taraflardan biri temyiz dilekçesi veya cevap dilekçesinden duruşma yapılmasını istemiş ise, Yargıtayca bir gün belli edilerek taraflara usulen tebligat yapılır. Tebliğ tarihi ile duruşma günü arasında en az onbeş gün bulunması gerekir; taraflar gelmişlerse bu süreye bakılmaz. Tebligat gideri verilmemişse duruşma isteği dikkate alınmaz. ... Duruşma günü belli edilen hallerde Yargıtay, tarafları veya gelen tarafı dinledikten sonra ve taraflardan hiç biri gelmemiş ise dosya üzerinde inceleme yaparak kararını o gün tefhim eder. ..." 1086 sayılı mülga Kanun'un ek maddesi şöyledir: "Görev, kesin hüküm, istinaf, temyiz, Yargıtayda duruşma, senetle ispata ve sulh mahkemelerindeki taksim davalarında muhakeme usulünün belirlenmesine ilişkin maddelerdeki parasal sınırlar; her takvim yılı başından geçerli olmak üzere, önceki yılda uygulanan parasal sınırların; o yıl için 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca Maliye Bakanlığınca her yıl tespit ve ilân edilen yeniden değerleme oranında artırılması suretiyle uygulanır. Bu şekilde belirlenen sınırların onmilyon lirayı aşmayan kısımları dikkate alınmaz. Bu uygulama nedeniyle mahkemelerce görevsizlik kararı verilemez. Yukarıdaki fıkra uyarınca her takvim yılı başından geçerli olmak üzere uygulanan parasal sınırların artışı, artışın yürürlüğe girdiği tarihten önce ilk derece mahkemelerince nihaî olarak karara bağlanmış davalar ile bölge adliye mahkemesi kararı üzerine yeniden bakılan davalarda ve Yargıtayın bozma kararı üzerine kararı bozulan mahkemece yeniden bakılan davalarda uygulanmaz." 1086 sayılı mülga Kanun'un geçici maddesi şöyledir: "Bölge adliye mahkemelerinin, 2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilân edilecek göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17045
Başvuru, menfi tespit ve alacak davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi, Mahkeme ve Yargıtay kararlarında esasa yönelik savunmalarının karşılanmaması, duruşmalı temyiz talebinin posta pulu eksikliği gerekçe gösterilerek reddedilmesi ve delillerinin incelenmesi talebi dikkate alınmadan karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, başvurucunun esas hakkındaki mütalaaya karşı beyanda bulunmak için süre talep etmesine rağmen talebinin reddedilmesi nedeniyle savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Dargeçit İlçe Emniyet Müdürlüğü bünyesinde polis memuru olarak görev yapan başvurucu hakkında Mardin Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) FETÖ/PDY üyesi olma suçundan soruşturma başlatılmıştır. Başsavcılığın 3/7/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmıştır. Başsavcılığın iddianamesinin Mardin Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) kabulü ile başvurucu hakkında yargılamaya başlanmıştır. Mahkemece 17/7/2017 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda duruşmanın 14/9/2017 tarihinde yapılmasına ve başvurucunun duruşmaya Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile katılımının sağlanmasına karar verilmiştir. 27/4/2018 tarihli dördüncü celsede iddia makamı tarafından esas hakkında mütalaa sunulmuştur. Başvurucu müdafii, esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmada bulunmak için süre istemiştir. Mahkeme başvurucu müdafiinin esas hakkındaki mütalaaya karşı süre talebini şu gerekçelerle reddetmiştir:"AİHS maddesinde düzenlenmiş bulunan adil yargılanma hakkının muhtevasını oluşturan en önemli ilkelerden biri hiç kuşkusuz makul sürede yargılanma hakkıdır, bir yargılamanın adilliği, bir çok kıstasın yanında makul sürede bitirilmesini de gerektirir, yargılama ne denli, esaslı ve çabuk bitirilirse, maddi gerçeğe ne kadar çabuk ulaşılırsa, kişinin cezalandırılması bozulan kamu düzeninin iadesi veya kişinin beraat ederek üzerindeki lekenin kaldırılması sağlanır binaenaleyh kişilerin yargılamaya olan güveni perçinlenir, ceza yargılamasındaki çabukluk ilkesi yargılamanın tek celsede bitirilmesidir, 5271 sayılı CMK'da esasa ilişkin savunmada süre talebine ilişkin özel bir hüküm bulunmadığı, sanık hakkında yapılan yargılamanın celsesinin yapıldığı, dosyanın tekemmül etmiş olduğu, sanık müdafinin talebinin yargılamanın sürüncemede kalmasına yönelik olduğu anlaşılmakla, sanık müdafinin esasa ilişkin savunma yapmak üzere süre verilmesi talebinin oy birliğiyle reddine..." Mahkeme, duruşmaya devamla başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucunun istinaf talebi, Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 19/9/2018 tarihli kararı ile esastan reddedilmiştir. Başvurucu 10/10/2018 tarihli temyiz dilekçesinde de -diğerlerinin yanı sıra- Başsavcılığın esas hakkındaki mütalaasına karşı beyanda bulunmak ve esasa yönelik savunma yapabilmek için makul bir süre talebinde bulunmalarına rağmen Mahkemece taleplerinin reddedildiğini, böylece savunma haklarının kısıtlandığını ileri sürerek temyiz talebinde bulunmuştur. Yargıtay Ceza Dairesinin 18/4/2019 kararı ile hüküm onanmıştır. Başvurucu 9/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili uluslararası hukuk için bkz. Ufuk Rifat Çobanoğlu, B. No: 2014/6971, 1/2/2017, §§ 26-
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/24514
Başvuru, başvurucunun esas hakkındaki mütalaaya karşı beyanda bulunmak için süre talep etmesine rağmen talebinin reddedilmesi nedeniyle savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 23/6/2010 tarihinde açtığı dava 22/5/2018 tarihinde kesin olarak sonuçlanmıştır. Başvurucu 8/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/31259
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/50453
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/6710
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/5/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon; başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerinin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetinin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılanmıştır. Aksaray Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülen yargılama altı celsede tamamlanmıştır. Yargılamada 11/3/2019 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda duruşmanın 21/5/2019 tarihinde yapılmasına ve başvurucunun duruşmaya Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile katılımının sağlanmasına karar verilmiştir. Başvurucu, yargılamanın 21/5/2019 tarihli ilk celsesine tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumundan SEGBİS aracılığı ile katılmıştır. Duruşma Tutanağı'nda başvurucunun SEGBİS aracılığıyla duruşmaya katılmak istemediği yönünde Mahkemeye itirazda bulunduğuna dair herhangi bir beyanı yer almamıştır. Başvurucu, müdafiinin de hazır bulunduğu duruşmada savunma yapmıştır. Mahkeme, bir sonraki celsede başvurucunun duruşmada hazır edilmesine karar vererek duruşmayı 17/7/2019 tarihine ertelemiştir. Başvurucunun SEGBİS aracılığı ile katıldığı 17/7/2019 tarihli ikinci celsede esaslı bir işlem yapılmadan tutukluluk hâlinin devamına karar verilerek duruşma 26/9/2019 tarihine bırakılmıştır. 20/8/2019 ve 26/9/2019 tarihli üçüncü ve dördüncü celselere başvurucu SEGBİS aracılığı ile katılmış ve bu celselerde talimatla alınan tanık beyanlarına karşı başvurucu ve müdafii beyanda bulunmuştur. 25/11/2019 tarihli beşinci celseye başvurucu SEGBİS aracılığı ile katılmış ve iddia makamınca esas hakkında mütalaa sunulmuştur. Duruşma Tutanaklarına göre başvurucu SEGBİS aracılığı ile duruşmalara katılmayı kabul etmediğine dair herhangi bir itirazda bulunmamıştır. Başvurucu müdafii ise duruşmalara bizzat katılmıştır. Beşinci celsede başvurucunun esas hakkındaki mütalaaya karşı savunma yapmak amacıyla süre talebinde bulunması üzerine Mahkemece talebi kabul edilmiş ve duruşma 25/11/2019 tarihine ertelemiştir. Hükmün açıklandığı yargılamanın 25/11/2019 tarihli son celsesine de SEGBİS aracılığı ile katılan başvurucunun bizzat duruşmada hazır bulunmak istediğine dair Mahkemeye herhangi bir bildirimde bulunduğunu ortaya koyan somut bir veriye rastlanmamıştır. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, gerekçeli temyiz dilekçesinde -diğerlerinin yanı sıra- duruşmalara bizzat katılamamış olması nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığını belirterek hükmün bozulmasını talep etmiştir. Hüküm, kanun yolu denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Duruşmada hazır bulunma hakkına ilişkin ilgili hukuk için bkz. Şehrivan Çoban [GK], B. No: 2017/22672, 6/2/2020, §§ 38- Yargıtay Ceza Dairesinin 2/12/2020 tarihli ve E.2019/9711, K.2020/5965 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dosya kapsamı incelendiğinde; sanığın ilk savunmasının 2017 tarihinde bu dosyanın tefrik edildiği 2017/7 Esas numaralı dosyanın ikinci celsesinde, duruşma tutanağına göre beyan ve savunmaların SEGBİS ile alındığı, tefrik işlemi sonrasında ise bu dosya kapsamında sanık savunmasının ilk celse hakim huzurunda gerçekleştirildiği, esas hakkında mütalaaya karşı savunmaların ve son sözün alındığı ikinci celsede ise SEGBİS vasıtasıyla savunma alınmasına sanığın itiraz etmeyerek zımnen kabul etmiş olduğu nazara alındığında; sanığın savunma hakkının kısıtlanmadığı anlaşılmakla sanık müdafiinin bu yöndeki temyiz dilekçesinde bildirdiği itirazlar yerinde görülmeyerek bozma nedeni yapılmamıştır."
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/18828
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, fiili zilyedi bulundukları ve tapuda kayıtlı olmayan taşınmazların mera olarak tescil edilmesi nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. 2014/11441, 2014/11442 ve 2014/11444 numaralı bireysel başvurular 24/6/2014 tarihinde; 2014/10934 ve 2014/10940 numaralı bireysel başvurular ise 25/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. 2014/11442, 2014/11444, 2014/10934 ve 2014/10940 numaralı bireysel başvuru dosyaları, aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2014/11441 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve 2014/11442, 2014/11444, 2014/10934 ve 2014/10940 sayılı bireysel başvuru dosyaları kapatılmıştır. Sonuç olarak inceleme 2014/11441 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. 2014/11441 sayılı başvuruda, başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunmayacağını bildirmiştir. İncelemenin yürütüldüğü 2014/11441 sayılı başvuruda Bakanlıktan görüş istenmiş olması ve birleşen diğer dosyaların da konu itibarıyla aynı olması gözönünde bulundurularak birleşen dosyalar yönünden ayrıca Bakanlıktan görüş istenmesine gerek görülmeyerek başvurunun incelenmesine geçilmiştir. Başvurucular Mahmut Duran, Niyazi Güler, Muharrem Cam, Kemal Tütüncü ve Mehmet Şahin sırasıyla 1937, 1946, 1938,1926 ve 1936 doğumlu olup Seydişehir'de ikamet etmektedirler. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Yargılama Öncesi ve İlk Derece Aşamasına İlişkin Süreç Başvurucu Mahmut Duran Yönünden Başvurucunun zilyedi bulunduğu ve Konya ili Seydişehir ilçesi Taraşçı köyünün Nohuttaş mevkiinde kain olan taşınmaz, 4/5/1984 tarihinde 2842 parsel numarasıyla Hazine adına tespit edilmiştir. Kadastro tespit tutanağında, tapuda kaydı bulunmayan ve kadimden beri devletin hüküm ve tasarrufunda bulunan taşınmazın işgal edilerek tarla hâline getirildiğine dair not düşülmüştür. Başvurucu, kadastro tespit tutanağına itiraz etmiş ve itirazın Kadastro Komisyonunca reddi üzerine 16/6/1988 tarihinde Seydişehir Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, taşınmazın 1955 yılında babası tarafından düğün bedeli olarak kendisine verildiğini ve o tarihten beri zilyedi bulunduğunu belirtmiştir. Mahkeme, 17/7/1989 tarihli duruşmada dava dosyasının, aralarında irtibat bulunması nedeniyle E.1986/13 sayılı dosya ile birleştirilerek esas kaydının kapatılmasına ve incelemenin E.1986/13 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine karar vermiştir. Ancak Mahkeme, 12/4/1991 tarihinde birleştirme kararından dönerek dosyaları tefrik etmiş ve yargılamaya ayrı dosyalar üzerinden devam etmiştir. Mahkeme, 1/7/1992 tarihinde mahallinde bilirkişilerle birlikte keşif yaptıktan sonra 19/8/1992 tarihinde davayı kabul ederek taşınmazın başvurucu adına tescil edilmesine karar vermiştir. Mahkeme, keşifte dinlenen tanık beyanlarından ve bilirkişi görüşlerinden hareketle başvurucunun kadastro tarihi itibarıyla yirmi yılı aşkın bir süre taşınmaza nizasız ve fasılasız zilyet bulunduğu gerekçesine dayanmıştır. Kararın gerekçesinde ayrıca, daha önce aynı bölgede bulunan dört parselle ilgili davacılar lehine verilen tescil kararlarının kesinleşmiş olduğu hususu da vurgulanmıştır. Başvurucu Niyazi Güler Yönünden Başvurucu, Konya ili Seydişehir ilçesi Taraşçı köyünün Nohuttaş mevkiinde kain olan ve tapu kütüğüne kayıtlı bulunmayan taşınmazı 31/10/1973 tarihli harici satış senediyle üçüncü kişilerden satın almıştır. Başvurucunun fiili zilyedi bulunduğu söz konusu taşınmaz, 8/5/1984 tarihinde 2857 parsel numarasıyla Hazine adına tespit edilmiştir. Kadastro tespit tutanağında, tapuda kaydı bulunmayan ve kadimden beri devletin hüküm ve tasarrufunda bulunan taşınmazın işgal edilerek tarla hâline getirildiğine dair not düşülmüştür. Başvurucu, kadastro tespit tutanağına itiraz etmiş ve itirazın Kadastro Komisyonunca reddi üzerine 1/10/1988 tarihinde Seydişehir Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, taşınmaza 1973 tarihinden beri zilyet bulunduğunu, ondan önce de taşınmazın, taşınmazı satın aldığı kişinin fiili zilyetliğinde olduğunu belirtmiştir. Mahkeme, 17/7/1989 tarihli duruşmada dava dosyasının, aralarında irtibat bulunması nedeniyle E.1986/13 sayılı dosya ile birleştirilerek esas kaydının kapatılmasına ve incelemenin E.1986/13 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine karar vermiştir. Ancak Mahkeme, 12/4/1991 tarihinde birleştirme kararından dönerek dosyaları tefrik etmiş ve yargılamaya ayrı dosyalar üzerinden devam etmiştir. Mahkeme, 1/7/1992 tarihinde mahallinde bilirkişilerle birlikte keşif yaptıktan sonra 8/7/1992 tarihinde davayı kabul ederek taşınmazın başvurucu adına tescil edilmesine karar vermiştir. Mahkeme, keşifte dinlenen tanık beyanlarından ve bilirkişi görüşlerinden hareketle önceki sahibin ve başvurucunun kadastro tarihi itibarıyla toplamda yirmi yılı aşkın bir süre taşınmaza nizasız ve fasılasız zilyet bulundukları gerekçesine dayanmıştır. Kararın gerekçesinde ayrıca, daha önce aynı bölgede bulunan dört parselle ilgili davacılar lehine verilen tescil kararlarının kesinleşmiş olduğu hususu da vurgulanmıştır. Başvurucu Mehmet Şahin Yönünden Başvurucunun zilyedi bulunduğu ve Konya ili Seydişehir ilçesi Taraşçı köyünün Nohuttaş mevkiinde kain olan üç taşınmaz 20/12/1983 tarihinde 2788, 2790 ve 2793 parsel numaralarıyla Hazine adına tespit edilmiştir. Kadastro tespit tutanağında, tapuda kaydı bulunmayan ve kadimden beri devletin hüküm ve tasarrufunda bulunan taşınmazın işgal edilerek tarla hâline getirildiğine dair not düşülmüştür. Başvurucu, kadastro tespit tutanağına itiraz etmiş ve itirazın Kadastro Komisyonunca reddi üzerine 31/12/1985 tarihinde Seydişehir Tapulama (Kadastro) Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, taşınmazlara elli yıldan beri murisinin ve sonra da kendisinin zilyet bulunduğunu belirtmiştir. Mahkeme 30/7/1986 tarihinde mahallinde keşif yapmıştır. Mahkeme, 6/7/1988 tarihli duruşmada dava dosyasının, aralarında irtibat bulunması nedeniyle E.1986/13 sayılı dosya ile birleştirilerek esas kaydının kapatılmasına ve incelemenin E.1986/13 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine karar vermiştir. Ancak Mahkeme, 12/4/1991 tarihinde birleştirme kararından dönerek dosyaları tefrik etmiş ve yargılamaya ayrı dosyalar üzerinden devam etmiştir. Mahkeme, 22/5/1992 tarihinde tekrar mahallinde bilirkişilerle birlikte keşif yaptıktan sonra, 5/8/1992 tarihinde davayı kabul ederek taşınmazın başvurucu adına tescil edilmesine karar vermiştir. Mahkeme, keşifte dinlenen tanık beyanlarından ve bilirkişi görüşlerinden hareketle başvurucunun kadastro tarihi itibarıyla toplamda yirmi yılı aşkın bir süre taşınmaza nizasız ve fasılasız zilyet bulunduğu gerekçesine dayanmıştır. Kararın gerekçesinde ayrıca, daha önce aynı bölgede bulunan dört parselle ilgili davacılar lehine verilen tescil kararlarının kesinleşmiş olduğu hususu da vurgulanmıştır. Başvurucu Muharrem Cam Yönünden Başvurucunun zilyedi bulunduğu ve Konya ili Seydişehir ilçesi Taraşçı köyünün Nohuttaş mevkiinde kain olan altı adet taşınmaz 22/12/1983 tarihinde 2787, 2815, 2835, 2847, 3049 ve 3050 parsel numaralarıyla Hazine adına tespit edilmiştir. Başvurucu, 2815 parsel nolu taşınmazı 1/7/1975 tarihli harici satış senediyle üçüncü kişiden satın almıştır. 3049 ve 3050 parsel numaralı taşınmazlar ise kendisine miras yoluyla devredilmiştir. Kadastro tespit tutanağında, tapuda kaydı bulunmayan ve kadimden beri devletin hüküm ve tasarrufunda bulunan taşınmazların işgal edilerek tarla hâline getirildiğine dair not düşülmüştür. Başvurucu, kadastro tespit tutanağına itiraz etmiş ve itirazın Kadastro Komisyonunca reddi üzerine, 2787, 2815, 2847 sayılı parsellere ilişkin olarak 14/1/1986 tarihinde; 2835, 3049 ve 3050 sayılı parsellere ilişkin olarak ise 12/9/1988 tarihinde Seydişehir Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, taşınmazlara elli yıldan beri murisinin ve sonra da kendisinin zilyet bulunduğunu belirtmiştir. Mahkeme, 6/7/1988, 14/6/1989 ve 26/61989 tarihlerinde dava dosyalarının, aralarında irtibat bulunması nedeniyle E.1986/13 sayılı dosya ile birleştirilerek esas kayıtlarının kapatılmasına ve incelemenin E.1986/13 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine karar vermiştir. Ancak Mahkeme, 12/4/1991 tarihinde birleştirme kararından dönerek dosyaları tefrik etmiş ve yargılamaya ayrı dosyalar üzerinden devam etmiştir. Mahkeme, 10/7/1992 tarihinde mahallinde bilirkişilerle birlikte keşif yaptıktan sonra 5/8/1992 ve 9/9/1992 tarihlerinde davaları kabul ederek taşınmazların başvurucu adına tescil edilmesine karar vermiştir. Mahkeme, keşifte dinlenen tanık beyanlarından ve bilirkişi görüşlerinden hareketle başvurucunun kadastro tarihi itibarıyla toplamda yirmi yılı aşkın bir süre taşınmaza nizasız ve fasılasız zilyet bulunduğu ve taşınmazların mera niteliğinde olmadığı gerekçesine dayanmıştır. Kararın gerekçesinde ayrıca, daha önce aynı bölgede bulunan dört parselle ilgili davacılar lehine verilen tescil kararlarının kesinleşmiş olduğu hususu da vurgulanmıştır. Başvurucu Kemal Tütüncü Yönünden Başvurucunun zilyedi bulunduğu ve Konya ili Seydişehir ilçesi Taraşçı köyünün Nohuttaş mevkiinde kain olan üç adet taşınmaz, 8/5/1984 tarihinde 2849, 2850 ve 2852 parsel numaralarıyla Hazine adına tespit edilmiştir. Kadastro tespit tutanağında, tapuda kaydı bulunmayan ve kadimden beri devletin hüküm ve tasarrufunda bulunan taşınmazların işgal edilerek tarla hâline getirildiğine dair not düşülmüştür. Başvurucu, kadastro tespit tutanağına itiraz etmiş ve itirazın Kadastro Komisyonunca reddi üzerine 17/10/1988 tarihinde Seydişehir Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, taşınmazı, uzun yıllardan beri zilyetliğinde bulunduran murisinden 22/5/1960 tarihli harici satış senediyle satın alarak fasılasız nizasız zilyetliğinde bulundurduğunu belirtmiştir. Mahkeme, 17/7/1989 tarihinde dava dosyasının, aralarında irtibat bulunması nedeniyle E.1986/13 sayılı dosya ile birleştirilerek esas kaydının kapatılmasına ve incelemenin E.1986/13 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine karar vermiştir. Ancak Mahkeme, 12/4/1991 tarihinde birleştirme kararından dönerek dosyaları tefrik etmiş ve yargılamaya ayrı dosyalar üzerinden devam etmiştir. Mahkeme, 2/7/1992 tarihinde mahallinde bilirkişilerle birlikte keşif yaptıktan sonra 8/7/1992 tarihinde davayı kabul ederek taşınmazların başvurucu adına tescil edilmesine karar vermiştir. Mahkeme, keşifte dinlenen tanık beyanlarından ve bilirkişi görüşlerinden hareketle başvurucunun kadastro tarihi itibarıyla toplamda yirmi yılı aşkın bir süre taşınmaza nizasız ve fasılasız zilyet bulunduğu ve taşınmazların mera niteliğinde olmadığı gerekçesine dayanmıştır. Kararın gerekçesinde ayrıca, daha önce aynı bölgede bulunan dört parselle ilgili davacılar lehine verilen tescil kararlarının kesinleşmiş olduğu hususu da vurgulanmıştır.B. Yargıtay Aşaması ve Sonraki Süreç Yargıtay Hukuk Dairesi 26/4/1993, 6/5/1993 ve 3/4/1995 tarihli kararlarıyla Mahkemece kurulan hükümleri bozmuştur. Yargıtay, Mahkemenin eksik araştırma ve incelemeye dayanarak hüküm kurduğunu belirtmiştir. Kararlarda, komşu dört parsel hakkında verilen kararların görülen dava yönünden kesin hüküm oluşturmayacağı vurgulanmış, dosyada bulunan belgelerden Nohuttaş olarak anılan bölgenin kadim bir mera olduğu ve Taraşçı köylülerince 1970'li yıllardan itibaren paylaşılarak kullanılmaya başlandığı yolunda ciddi iddialar bulunmasına rağmen Mahkemece bunların araştırılmadığı ifade edilmiştir. Kararın gerekçesinde Mahkemenin ne şekilde bir inceleme usulü izlemesi gerektiği detaylı bir biçimde açıklanmıştır. Buna göre Mahkemece, bölgeye komşu olan diğer yerlere ilişkin kararda sayılan bazı parsellerle ilgili tutanaklar ile dayanağı bilgi ve belgelerin getirtilmesi, ilgili kurumlarca daha önce düzenlenen haritaların temin edilmesi, mera ile ilgisi bulunmayan komşu köyden üç mahalli bilirkişi seçilerek mahallinde keşif yapılması, taraf tanıklarının merayla yarar ilişkisi bulunmayan kişilerden seçilmelerinin sağlanması, üç kişilik ziraat bilirkişisinden ayrıntılı rapor alınması, Seydişehir Sulh Ceza Mahkemesince 14/10/1986 tarihinde verilen meraya tecavüzün meni kararına ilişkin dosyanın getirtilerek incelenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bozma kararlarına uyan Mahkeme 26/9/1993 ve 29/9/1995 tarihlerinde öncelikle dosyaların birleştirilmesine karar vermiştir. Mahkeme, Yargıtay bozma kararında belirtilen bilgi ve belgeleri getirttikten sonra 20/5/2011 tarihinde mahallinde keşif yapmıştır. Keşif mahalline bir harita mühendisi ve üç ziraat mühendisi ile komşu köy olan Akçalar köyünden üç mahalli birkişi götürülmüştür. Mahalli bilirkişiler bazı parseller yönünden, taşınmazların bundan elli yıl öncesine kadar harman yeri olarak kullanıldığını, mera olmadığını; diğer bazı parseller yönünden ise taşınmazların bulunduğu yerde bazı arazilerle birlikte meranın da bulunduğunu, söz konusu merada hayvan otlattıklarını, ancak aradan uzun zaman geçtiği için hangilerinin tarla hangilerinin mera olduğunu hatırlamadıklarını beyan etmişlerdir.Başvurucuların tanıkları da, söz konusu arazilerin mera olmayıp harman yeri olarak kullanıldığı yolunda beyanlarda bulunmuşlardır. Ziraat mühendisi bilirkişiler tarafından mahkemeye sunulan raporda özetle, taşınmazların düşük verimli topraklardan olduğu, evveliyatında çayırlık veya boş alan olarak kullanıldığı, son yıllarda da işlenerek tarım arazisi hâline getirildiği görüşleri ifade edilmiştir. Mahkeme 21/10/2011 tarihli kararıyla davayı reddetmiş ve taşınmazların mera olarak tesciline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, mahalli bilirkişilerce dava konusu taşınmazların mera olduğunun beyan edildiği, fen bilirkişisi raporunda ihtilaflı arazilerin bulunduğu bölgenin Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü haritasında mera olarak gösterilen alanın sınırları içerisinde kaldığının belirtildiği, zirai bilirkişilerin söz konusu yerlerin boş alan ve çayırlık olduğu yolunda görüş bildirdikleri, ayrıca mahalli bilirkişilerin bazı parsellerin mera olduğu yolunda beyanlarda bulundukları hususları ile Yargıtayın kimi dairelerinin, etrafı merayla çevrili arazinin meradan dönüştürülmek suretiyle tarla hâline getirildiğinin kabulü gerektiği yolundaki görüşlerine dayanıldığı açıklanmıştır. Başvurucuların temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 16/5/2013 tarihli kararıyla, ilk derece mahkemesi kararını, başvurucuların taşınmazları yönünden onamıştır. Bu karar, Mahmut Duran ve Niyazi Güler isimli başvuruculara 1/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Mahmut Duran ve Niyazi Güler isimli başvurucular 6/9/2013 tarihinde, diğerleri ise 1/8/2013 tarihinde kararın düzeltilmesi isteminde bulunmuşlardır. Yargıtay, 22/4/2014 tarihli kararıyla, kadastro mahkemelerinde sürelerin adli tatilde de işleyeceğini dikkate alarak Mahmut Duran ve Niyazi Güler yönünden karar düzeltme isteminin süre aşımı nedeniyle reddine karar vermiştir. Karar düzeltme istemi diğer başvurucular yönünden ise esas yönünden reddedilmiştir. Bu karar Mahmut Duran ve Niyazi Güler isimli başvuruculara 27/5/2014 tarihinde; diğerlerine ise 26/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. A. Ulusal Hukuk 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesi şöyledir:"Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır." 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Medeni Kanunu’nun maddesi şöyledir:"Gayrimenkul mülkiyetini iktisap için tapu siciline kayıt, şarttır. Bununla beraber işgal, miras, istimlak, cebri icra tarikleriyle veya mahkeme ilamı ile bir gayrimenkulü iktisabeden kimse tescilden evvel dahi ona malik olur.Fakat tescil merasimi ikmal edilmedikçe temliki tasarrufta bulunamaz." 28/6/1966 tarihli ve 766 sayılı mülga Tapulama Kanunu’nun maddesi şöyledir:"Mera, yayla, kışlak, otlak, harman yeri, pazar ve panayır yerleri gibi ammenin istifadesine tahsis edildiği veya kadimden beri umumun istifade ve intifa ettiği, belgelerle veya bilirkişi ve şahit beyanı ile tevsik edilen ortamalı arazi sınırlandırılır, parsel numarası verilerek yüzölçümü hesaplanır.Bu sınırlandırma tescil mahiyetinde olmadığı gibi bu suretle belirtilen gayrimenkuller, hususi kanunlarında yazılı hükümler mahfuz kalmak üzere hususi mülkiyete konu teşkil etmezler." Mülga 766 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu hükümlerine göre; Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunup kamu hizmetlerine tahsis olunmıyan taşlık ve delicelik araziden 27/3/1950 tarihinden önce masraf ve emek sarfı ile bağ, bahçe, meyvalık, zeytinlik veya tarla haline gerilmek suretiyle ihya edilmiş gayrimenkuller, Hazine adına tesbit ve tescil olunur. İhya edenlerle kanuni veya akdi halefleri tutanakta ve kütüğün beyanlar hanesinde gösterilir. Bu gibi yerler hakkında yetkili mercilerce Çiftçiyi Topraklandırma Kanununun muaddel geçici maddesi hükmü uygulanır.Bu nevi gayrimenkuller üzerinde Hazine tarafından Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu o yerde tatbik edilinceye kadar ahara temliki tasarrufta bulunamıyacağı gibi, ihya edenlerle haleflerinin zilyedlikleri ihlal olunamaz. Bu cihet tapulama tutanağında belirtilir ve kütüğün şerhler hanesine işaret olunur.Bu hükümler dışında ihya edilmiş veya ihyasına başlanmış olan gayrimenkuller doğrudan doğruya Hazine adına tesbit ve tescil olunur. Özel kanunlar hükümleri saklıdır." 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"Kamunun ortak kullanılmasına veya bir kamu hizmetinin görülmesine ayrılan yerlerle Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan sahipsiz yerlerden:... B) Mera, yaylak, kışlak, otlak, harman ve panayır yerleri gibi paralı veya parasız kamunun yararlanmasına tahsis edildiği veya kamunun kadimden beri yararlandığı belgelerle veya bilirkişi veya tanık beyanı ile ispat edilen orta malı taşınmaz mallar sınırlandırılır, parsel numarası verilerek yüzölçümü hesaplanır ve bu gibi taşınmaz mallar özel siciline yazılır. Bu sınırlandırma tescil mahiyetinde olmadığı gibi bu suretle belirlenen taşınmaz mallar, özel kanunlarında yazılı hükümler saklı kalmak kaydıyla özel mülkiyete konu teşkil etmezler. ..." 3402 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Orman sayılmayan Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen araziden, masraf ve emek sarfı ile imar ve ihya edilerek tarıma elverişli hale getirilen taşınmaz mallar 14 üncü maddedeki şartlar mevcut ise imar ve ihya edenler veya halefleri adına, aksi takdirde hazine adına tespit edilir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ek (1) Numaralı Protokol’ün maddesi anlamında ancak “mülk” teşkil eden şeylere müdahale edilmesi koşuluyla anılan hükmün ihlali iddiasında bulunulabileceğini vurgulamaktadır (Kopecky/Slovakya, B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek Cumhuriyeti, [BD-KK]B. No: 39794/98, 10/7/2002, § 69).(1) Numaralı Protokol bağlamında “mülk” kavramı iç hukuktaki formel sınıflandırmadan bağımsız olarak özerk bir anlam taşımaktadır (Beyeler/İtalya, B. No:33202/96, 5/1/2000, §100; Eski Yunanistan Kralı ve Diğerleri/Yunanistan, B. No: 25701/94, 23/11/2000, §60). “Mülk” kavramının özerk yorumlanması, maddi varlığı bulunan şeylerle sınırlı olmaması anlamına da gelmektedir. Bu bağlamda, mal varlığını oluşturan hak ve menfaatler de bu hüküm çerçevesinde mülkiyet hakkı kapsamında, diğer bir deyişle “mülk” olarak değerlendirilebilir (Broniowski/Polonya, B. No: 31443/96, 22/6/2004, §129). AİHM’e göre (1) Numaralı Protokol’ün maddesi mevcut mülkleri veya varlıkları kapsamakta olup mülk edinmeyi garanti altına almaz (Kopecky/Slovakya, §35; Gratzinger ve Gratzingerova, § 69). Ayrıca, şarta bağlı taleplerin, koşulların yerine getirilmemesi sonucu geçerliliğini yitirmesi durumunda “mülk” olarak nitelenmezler (Gratzinger ve Gratzingerova, §69). Bununla birlikte AİHM, bu hükmün, “mevcut mülk” veya mal varlığının yanında, mülkiyet hakkından etkili yararlanmanın teminine yönelik en azından "meşru bir beklenti"nin bulunduğunun iddia edilebilmesine imkân tanıyan taleplerin de mülk kapsamına girdiğini kabul etmektedir. Buna karşılık AİHM, mülkiyet hakkının tanınacağı umudunun (1) Numaralı Protokol’ün maddesi anlamında “mülk” olarak görülmesinin mümkün olmadığını ifade etmektedir (Kopecky/Slovakya, § 35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek Cumhuriyeti, § 69; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya, B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003,§32).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11441
Başvuru, fiili zilyedi bulundukları ve tapuda kayıtlı olmayan taşınmazların mera olarak tescil edilmesi nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, işçi olarak çalıştığı kamu kurumundan mahalli idareler genel seçiminde belediye başkanı seçilmesi nedeniyle istifa ettiği ve belediye başkanlığı görevinin sona ermesinden sonra emekli olduğu halde daha önce çalıştığı iş yerindeki çalışma süresinin kıdem tazminatında değerlendirmeye alınmaması üzerine açtığı davanın, feshin haklı nedene dayanmadığı gerekçesiyle reddedilmesi sonucu mülkiyet, seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürerek maddi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 20/5/2013 tarihinde Bingöl Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 6/9/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 7/11/2013 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına, bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 6/1/2014 tarihli görüş yazısı, 13/1/2014 tarihinde başvurucunun vekiline tebliğ edilmiş, ancak başvurucunun vekili Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde ibraz etmemiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile ilgili dava dosyasında yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 3/6/1985-1/4/2004 tarihleri arasında Türkiye Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi (TEDAŞ) Genel Müdürlüğü-Bingöl İl Müdürlüğü bünyesinde teknisyen olarak görev yapmıştır. Başvurucu, 2004 yılı mahalli idareler genel seçiminde Karlıova İlçesi Belediye Başkanlığına aday olmuş ve seçimi kazanması üzerine daha önce çalıştığı kurumdaki görevinden istifa ederek belediye başkanlığı görevine başlamıştır. Başkanlık görevinin sona ermesinin ardından başvurucu, emeklilik işlemlerini yapmak üzere emekli sandığına başvurmuş, 6/11/2009 tarihinde işlemleri tamamlanmış, ancak TEDAŞ bünyesinde çalıştığı süre emekli ikramiyesi ödemesinde değerlendirmeye alınmamıştır. Başvurucu, 8/12/2009 tarihli dilekçesiyle TEDAŞ Genel Müdürlüğüne durumu bildirerek kendisine kıdem tazminatı ödemesi yapılmasını talep etmiştir. Genel Müdürlüğün 21/12/2009 tarihli cevabi yazısında “seçim nedeniyle istifanın kıdem tazminatı almaya engel olduğu” belirtilerek talebi reddedilmiştir. Başvurucu 5/1/2010 tarihinde Bingöl Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde kıdem tazminatı alacağı davası açmıştır. Mahkeme, iş mahkemesi sıfatıyla verdiği 1/10/2010 tarihli ve E.2010/9, K.010/898 sayılı kararıyla başvurucunun sözleşmesini kanunda sayılı haklı nedenlerle feshetmediğinden kıdem tazminatı almaya hak kazanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Temyiz başvurusu üzerine talebi inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi, 11/3/2013 tarihli ve E.2010/51196, K.2013/3897 sayılı kararıyla, ilk derece mahkemesi hükmünün onanmasına karar vermiştir. Bu karar başvurucuya, 24/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 20/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun “İşçinin haklı nedenle derhal fesih hakkı” başlıklı maddesi şu şekildedir:“Süresi belirli olsun veya olmasın işçi, aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir: Sağlık sebepleri:a) İş sözleşmesinin konusu olan işin yapılması işin niteliğinden doğan bir sebeple işçinin sağlığı veya yaşayışı için tehlikeli olursa.b) İşçinin sürekli olarak yakından ve doğrudan buluşup görüştüğü işveren yahut başka bir işçi bulaşıcı veya işçinin işi ile bağdaşmayan bir hastalığa tutulursa. Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:a) İşveren iş sözleşmesi yapıldığı sırada bu sözleşmenin esaslı noktalarından biri hakkında yanlış vasıflar veya şartlar göstermek yahut gerçeğe uygun olmayan bilgiler vermek veya sözler söylemek suretiyle işçiyi yanıltırsa.b) İşveren işçinin veya ailesi üyelerinden birinin şeref ve namusuna dokunacak şekilde sözler söyler, davranışlarda bulunursa veya işçiye cinsel tacizde bulunursa.c) İşveren işçiye veya ailesi üyelerinden birine karşı sataşmada bulunur veya gözdağı verirse, yahut işçiyi veya ailesi üyelerinden birini kanuna karşı davranışa özendirir, kışkırtır, sürükler, yahut işçiye ve ailesi üyelerinden birine karşı hapsi gerektiren bir suç işlerse yahut işçi hakkında şeref ve haysiyet kırıcı asılsız ağır isnad veya ithamlarda bulunursa. d) İşçinin diğer bir işçi veya üçüncü kişiler tarafından işyerinde cinsel tacize uğraması ve bu durumu işverene bildirmesine rağmen gerekli önlemler alınmazsa.e) İşveren tarafından işçinin ücreti kanun hükümleri veya sözleşme şartlarına uygun olarak hesap edilmez veya ödenmezse,f) Ücretin parça başına veya iş tutarı üzerinden ödenmesi kararlaştırılıp da işveren tarafından işçiye yapabileceği sayı ve tutardan az iş verildiği hallerde, aradaki ücret farkı zaman esasına göre ödenerek işçinin eksik aldığı ücret karşılanmazsa, yahut çalışma şartları uygulanmazsa. Zorlayıcı sebepler:İşçinin çalıştığı işyerinde bir haftadan fazla süre ile işin durmasını gerektirecek zorlayıcı sebepler ortaya çıkarsa.” 4857 sayılı Kanun’un geçici maddesinin ikinci fıkrası şu şekildedir:“Bu Kanunun 120 nci maddesi ile yürürlükte bırakılan 1475 sayılı İş Kanununun 14 üncü maddesinin birinci fıkrasının 1 inci ve 2 nci bendi ile onbirinci fıkrasında, anılan Kanunun 16, 17 ve 26 ncı maddelerine yapılan atıflar, bu Kanunun 24, 25 ve 32 nci maddelerine yapılmış sayılır.” 25/8/1971 tarihli ve 1475 sayılı mülga İş Kanunu’nun yürürlükte bulunan “Kıdem tazminatı” başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“Bu Kanuna tabi işçilerin hizmet akitlerinin:  İşveren tarafından bu Kanunun 17 nci maddesinin II numaralı bendinde gösterilen sebepler dışında,  İşçi tarafından bu Kanunun 16 ncı maddesi uyarınca,  Muvazzaf askerlik hizmeti dolayısıyle,  Bağlı bulundukları kanunla kurulu kurum veya sandıklardan yaşlılık, emeklilik veya malullük aylığı yahut toptan ödeme almak amacıyla; Feshedilmesi veya kadının evlendiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde kendi arzusu ile sona erdirmesi veya işçinin ölümü sebebiyle son bulması hallerinde işçinin işe başladığı tarihten itibaren hizmet aktinin devamı süresince her geçen tam yıl için işverence işçiye 30 günlük ücreti tutarında kıdem tazminatı ödenir. Bir yıldan artan süreler için de aynı oran üzeri"nden ödeme yapılır.…”
Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3430
Başvurucu, işçi olarak çalıştığı kamu kurumundan mahalli idareler genel seçiminde belediye başkanı seçilmesi nedeniyle istifa ettiği ve belediye başkanlığı görevinin sona ermesinden sonra emekli olduğu halde daha önce çalıştığı iş yerindeki çalışma süresinin kıdem tazminatında değerlendirmeye alınmaması üzerine açtığı davanın, feshin haklı nedene dayanmadığı gerekçesiyle reddedilmesi sonucu mülkiyet, seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürerek maddi tazminat talebinde bulunmuştur.
0
Başvuru, ulusal yayın yapan bir gazetede yer alan haber dolayısıyla ilgili gazeteye gönderilen cevap ve düzeltme yazısının yayımlanmaması üzerine sulh ceza hâkimliğine yapılan başvurunun usul yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Yeni Şafak gazetesinin 19/7/2017 tarihli nüshasında "Okul Parasını Böyle Çalmış" başlığıyla yayımlanan haberin şeref ve haysiyetlerini ihlal ettiği iddiasıyla 8/9/2017 tarihinde noter vasıtasıyla anılan gazeteye cevap ve düzeltme metni göndermiştir. Cevap ve düzeltme metninin ilgili gazete tarafından yayımlanmaması üzerine başvurucular 20/9/2017 tarihinde sulh ceza hâkimliğine başvurarak cevap ve düzeltme yazısının yayımlanmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur. Başvuruya konu haberin yayımlandığı 19/7/2017 tarihli gazete kupürünün avukat olan vekil tarafından 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrası uyarınca aslı gibidir olarak onaylanmış sureti de başvuru ekinde sunulmuştur. Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 22/9/2017 tarihli kararı ile başvurucuların talebinin usul yönünden reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucular tarafından dosyaya ibraz edilen noterlik ihtarnamesinin muhatabına 11/9/2017 tarihinde tebliğ edildiği ancak 19/7/2017 tarihli gazete aslının talep dilekçesine eklenmediğinin görüldüğü, Hâkimlikçe talep konusunda üç gün içinde karar verme zorunluluğu da bulunduğu gözönüne alındığında vaki talebin usulden reddine karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucular tarafından, bahsi geçen eksikliğin işin esasına girilmesini engelleyecek nitelikte bulunmadığı belirtilerek ve bu yöndeki Yargıtay kararları emsal gösterilerek anılan karara karşı acele itiraz yoluna başvurulmuş; söz konusu gazetenin ilgili kupürlerinin Millî Kütüphane tarafından onaylanmış suretleri de itiraz dilekçesine eklenmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 10/10/2017 tarihli kararı ile itiraz konusu kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazın reddine kesin olarak karar verilmiştir. Nihai karar 20/10/2017 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucular 17/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu'nun "Düzeltme ve cevap" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.... Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar.Sulh ceza hâkiminin kararına karşı acele itiraz yoluna gidilebilir. Yetkili makam üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir. Yetkili makamın kararı kesindir." Yargıtay İçtihatları Yargıtay Ceza Dairesinin 6/12/2006 tarihli ve E.2005/15204, K.2006/18587 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dosya kapsamına göre, düzeltme istemine konu yazının hangi nüshada yayımlandığı husususun tekzip dilekçesinde belirtildiği ve yazının fotokopisinin eklendiğinin anlaşılması karşısında, yazının yer aldığı gazetenin nüshasının, tekzip talebine ilişkin dilekçeye eklenmemiş olmasının, tekzip isteminin reddini gerektirmeyeceği gözetilmeksizin yazılı şekilde verilen karara vaki itirazın kabulü yerine reddine karar isabet görülmemiş ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu kanun yararına bozmaya atfen ihbar olunmuş bulunmakla Türk Milleti adına gereği görüşülüp düşünüldü;Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden ...[kararın] CMK.nın 309/4-a maddesi uyarınca BOZULMASINA..." Yargıtay Ceza Dairesinin 8/3/2011 tarihli ve E.2007/17012, K.2011/2329 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dosya kapsamına göre; mahkemesince, düzeltme ve cevap hakkı ile ilgili olarak gerekli olan denetimin ve incelemenin yapılmasını temin anlamında mahkemeye sunulması gerekli olan üç günlük gazete nüshalarının sunulmadığından bahisle talebin reddine, keza itirazın da reddine karar verilmiş ise de, üç günlük gazete nüshalarının temini hususunda tekzip talebinde bulunan tarafa süre verilebileceği gibi, mahkemece de bu eksikliğin giderilebileceği ve sonucunda esas hakkında bir karar verilebileceği gözetilmeden, İtirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmemiş ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu kanun yararına bozmaya atfen ihbar olunmuş bulunmakla Türk Milleti adına gereği görüşülüp düşünüldü;Cevap yazısının hiç yayımlanmadığı savıyla tekzip istenmesi üzerine 'üç günlük gazete nüshasının eklenmediği' gerekçesiyle verilen red kararı; tekzip isteyenin böyle bir yasal zorunluluğu bulunmaması nedeniyle yasaya aykırı olduğu gibi itiraz dilekçesine sözü edilen gazete nüshalarının eklenmiş olduğu da gözetilerek, itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesi yasaya aykırı olup, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, ...[kararın] CMK.nın 309/4-d maddesi uyarınca BOZULMASINA..." Yargıtay Ceza Dairesinin 10/12/2018 tarihli ve E.2018/4635, K.2018/13082 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Yargıtay Ceza Dairesinin 08/03/2011 tarihli, 2007/17012 E.-2011/2329 K. sayılı kararında ve Dairemizin 2018 tarihli, 2018/2526 E. - 2018/6275 K. belirtildiği üzere; '...Cevap yazısının hiç yayımlanmadığı savıyla tekzip istenmesi üzerine "üç günlük gazete nüshasının eklenmediği" gerekçesiyle verilen red kararı; tekzip isteyenin böyle bir yasal zorunluluğu bulunmaması nedeniyle yasaya aykırı olduğu gibi...' demek suretiyle böyle bir zorunluluğun olmadığını belirtmektedir.Kanun yararına bozma konusu somut başvuruda;Beykoz Sulh Ceza Hâkimliğinin ... tarihli ve ... değişik iş sayılı kararıyla, başvuran tarafından gerek düzeltme ve cevaba konu yazının gerekse noter ihtarnamesi sonrasındaki üç günlük gazete nüshalarının sunulmadığı gerekçesiyle düzeltme ve cevap talebinin reddedildiği, başvuranın bu karara itiraz dilekçesine ilgili gazete nüshalarını ekleyerek talebini yinelediği ve düzeltme ve cevap talebinin kabulünü istediği, ancak İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliğinin ... tarihli ve ... değişik iş sayılı kararıyla, gerekçesiz bir şekilde kısaca usul ve kanuna uygun olduğundan bahisle reddedildiği anlaşılmakla,Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden ...[kararın] 5271 sayılı CMK'nun 309/4-a. maddesi uyarınca BOZULMASINA..." Yargıtay Ceza Dairesinin 27/2/2014 tarihli ve E.2013/11743, K.2014/3839 sayılı; 30/5/2012 tarihli ve E.2012/11984, K.2012/17476 sayılı; 9/2/2012 tarihli ve E.2010/9819, K.2012/1797 sayılı; 20/12/2011 tarihli ve E.2009/16804, K.2011/26648 sayılı; 21/12/2011 tarihli ve E.2009/16799, K.2011/26635 sayılı; 19/12/2011 tarihli ve E.2009/20191, K.2011/26430 sayılı; 25/10/2011 tarihli ve E.2008/14515, K.2011/17758 sayılı; 18/10/2011 tarihli ve E.2008/13236, K.2011/17514 sayılı; 2/4/2007 tarihli ve E.2006/12510, K.2007/2213 sayılı kanun yararına bozma kararları da yukarıda alıntısı yapılan kararlar (bkz. §§ 14-16) ile benzer uyuşmazlıklara ilişkin olup aynı gerekçeye sahiptir. B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından davasının ...görülmesini istemek hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz etmese de maddede kullanılan terimler bir bütün olarak dikkate alındığında bu fıkranın mahkemeye erişim hakkını da garanti altına aldığı sonucuna ulaşıldığını belirtmektedir (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında mündemiçtir. Bu, Sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen, genişletici bir yorum olmayıp Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesindeki lafzın Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensiplerinin gözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarak Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36). AİHM; mahkeme hakkının bir unsurunu teşkil eden mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak AİHM, bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve genişlikte kısıtlamaması, zayıflatmaması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayan sınırlamalar Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34).
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/37439
Başvuru, ulusal yayın yapan bir gazetede yer alan haber dolayısıyla ilgili gazeteye gönderilen cevap ve düzeltme yazısının yayımlanmaması üzerine sulh ceza hâkimliğine yapılan başvurunun usul yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; tutuklamanın hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluğa ilişkin incelemelerin duruşmasız olarak yapılması, bu incelemeler sırasında alınan savcılık görüşünün bildirilmemesi ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, soruşturma aşamasındaki bir kısım işlemler nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 1/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un maddesinin ikinci fıkrası uyarınca görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığınca (Savcılık) yürütülen bir soruşturma kapsamında 12/2/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucunun 15/2/2016 tarihli Savcılık ifadesi şöyledir:"... 2011 yılında Antalya da inşaatta tanıştığım N. isimli arkadaşın beni Hozat'ta yaz sezonunda çalışmam üzere çağırdı. Ben 2011 yılından beri yaz dönemlerinde Hozat'a ekibimle birlikte çalışmaya geliyordum. Jandarmadaki ifademde ayrıntılı şekilde anlattığım gibi Hozat'ta 2015 yılı yaz döneminde PKK isimli terör örgütünün elemanlarıyla tanıştım, ilk olarak örgüte ifadem de beyan ettiğim E.Ç. ve diğer kişilerle erzak götürdüm. Bundan sonra örgüt sürekli taleplerde bulundu. Bu taleplerden biri de örgüt mensubu K.nın Hozat'tan alınıp Diyarbakır ili Seyrantepe Mahallesine bırakması talebiydi. Örgüte yardım eden ve şuanda tutuklu bulanan E.Ç. beni 534 ... 62 numaralı telefondan aradı ve Koru Köyüne gelmemi istedi. Bende kendime ait olan ancak devrini üzerime almadığım 44 D 511 plakalı aracım ile çaytaşı Köyü üzerinden Koru Köyüne gittim. Koru Köyündeki boş olan okulun yanına gittiğimde E.Ç.nin yanında Munzur Kod/Ad S.. Bahoz Kod/Ad H. ve Dijvar Kod/Ad ismini bilmediğim ancak Batmanlı olduğunu bildiğim örgüt üyeleriyle beni beklediğini gördüm. Yanlarında durduğumda Munzur Kod/Ad S. bana Diyarbakır'a ne zamarı gideceğimi sordu, bende yarın gideceğimi söyledim. O da bana sonradan K olduğunu öğrendiğim örgüt mensubunun yeni katılım olduğunu ancak uyum sağlayamadığını bu nedenle Diyabakır'a götürülmesi gerektiğini ve o gün götürmemi istedi. Bende işlerim olduğu için ancak yarın götürebileceğimi söyledim. Bunun üzerine bugün bu istediğimi yerine getirmezsen seni Hozat'ta yaşatmam diyerek beni tehdit etti. Yanında bulunan örgüt mensubu H. elinde bulunan tüfeği doldurup bana doğrulttu, bu esnada E.Ç. istenilen şeyin yerin getirilmesini kendisinin benim işlerimi takip edeceğini söyledi, bende mecburen kabul ettim ve tek başına ilçe merkezine döndüm. İlçe merkezinde E.Ç. ve Y. ile ait kafede buluştuk. Y. burada bana bu işi kendisine verdiklerini ancak benim Diyarbakır'a sürekli gidip geldiğimi bildiği için beni önerdiğini söyledi ve yarın saat 00- 00 sıralarında örgüt mensubunu görüşme yaptığımız yere getireceklerini buradan alıp Diyarbakır'a götürmem gerektiğini söyledi. Ben o gün eve gidip uyudum. Sonraki gün sabah uyandım, buluşma yerine gitmeden önce Y.yi arayarak çıkış yaptığımı örgüt mensubunu Koru Köyüne götürmelerini istedim. Saat 00 sıralarında buluşma noktasına vardım burada S. ile H. beni bekliyordu. Bir süre burada oturduktan sonra Dijvar Kod isimli şahıs K.yı Aliboğazı deresi tarafından yürüyerek yanımıza getirdi. S. burada önceki tehditlerini tekrar sıraladı bunun üzerine ben K.yı ön koltuğa alarak önce Hozat'a buradan Pertek üzeri Elazığ'a, Elazığ Maden-Ergani üzeri Diyarbakır'a doğru yola çıktım. Yolda K. bana zaza olup olmadığımı sordu, bende zaza olduğumu söyledim. Bunu yaptığım telefon konuşmalarımdan anlamış. Diyarbakır girişi Seyrantepe yakınlarında sanayi civarında arkadan gelen polis ekibi bana durmamı anons etti. Bende sol şeritte olduğum için sağ şeride geçmem 150-200 metre sonra mümkün oldu. Sağ şeritte durduğumda yanımda bulunan K. ile araçtan aşağı indik, polis kimliklerimizi istedi. Ben kimliğimi verdim. K. kimliğinin yanında olmadığını söyledi, bunun üzerine polisler bizi ekip aracına bindirmek istedi. Bu esnada K. kaçmaya başladı. Kısa bir kovalamacadan sonra gözden kayboldu. Polisler bana onun kim olduğunu sordular, bende tanımadığımı yolda aldığımı söyledim. Evrak eksikliğinden dolayı bana idari para cezası kestiler. Olay yukarıda anlattığım şekilde oldu. Hozat'ta bulunduğum esnada örgüte yardım eden kişilerin E.Ç., Y., A.E. ve Pertek'te bulunan A. ile F.K. olduğunu biliyorum. Hozat Aliboğazı tarafında ifademde beyan ettiğim Munzur Kod/Ad S., Bahoz Kod/Ad H. ve Dijvar Kod/Ad ismini bilmedi örgüt mensupların tanıyorum. Bunun dışında herhangi bir öğüt mensubuyla görüş olmadı. Ben PKK isimli terör örgütüne yardım eden E.Ç., Y. ve A.E.nin yardımın nerede nasıl ve kiminle yapıldığını ifademde ayrıntılı şekilde anlattım, ben müsnet suçları örgütün baskısı ve tehditleri altında yaptım. Uzerime atılı suçları bu şekilde kabul ederim ve pişmanım." Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanma talebiyle Savcılıkça Hozat Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu, sorgu sırasındaki ifadesinde kollukta ve Savcılıkta verdiği beyanlarını tekrar ettiğini belirtmiştir. Hozat Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 15/2/2016 tarihinde, başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklama tedbiri uygulanmıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... Üzerine atılı suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunması, şüphelilerin üzerine atılı suçun CMK'nın 100 vd. maddesinde tanımlanan suç olması, şüphelilerin kaçma şüphesinin bulunması, delilleri yok etme, gizleme, değiştirme şüphesinin bulunması, mevcut delil durumu da birlikte değerlendirilerek şüphelilerin CMK'nın 100 ve devamı maddeleri gereğince tutuklanmasına" Hozat Sulh Ceza Hâkimliği 15/11/2016 tarihinde Savcılığın talebi üzerine yaptığı incelemede "atılı suçun CMK'nun 100/3 maddesinde sayılan suçlardan olması, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların mevcudiyeti ve tüm dosya kapsamı dikkate alınarak" gerekçesiyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu, tutukluluk hâlinin devamına ilişkin karara itiraz etmiş, itiraz Hozat Sulh Ceza Hâkimliğinin 12/12/2016 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Anılan karar 2/1/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Savcılık tarafından yürütülen soruşturma sonucunda hazırlanan 6/2/2018 tarihli iddianameyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle dava açılmıştır. Başvurucu ile toplam otuz yedi şüpheli hakkında düzenlenen iddianamede, başvurucunun üzerine atılı suçu işlediğine ilişkin olarak;i. Silahlı terör örgütü PKK/KCK'nın kırsal alanda faaliyet gösteren örgüt mensuplarına erzak ve malzeme temin etmesi, ii. Silahlı terör örgütü üyeleri ile örgütün üstlenme noktalarında birçok defa irtibat sağlayarak görüşmesi, iii. Örgüte finansman için Hozat ilçesinde yer alan kişilerden para toplaması ve elde ettiği parayı örgüte ulaştırması, iv. İlçe merkezinde esnaf olarak faaliyet gösteren kişilerin örgüt mensupları ile görüşmelerine aracılık etmesi, temin etmiş olduğu araçlarla örgüt mensuplarını bir yerden başka bir yere taşıyarak ulaşımlarını sağlaması,v. Önceki tarihlerde ölen örgüt mensuplarının mezarlarını imar etmesi olgularına dayanıldığı görülmüştür. Tunceli Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 14/3/2018 tarihli kararla iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2018/57 sayılı dosyası üzerinden görülen davada, 6/4/2018 tarihli tensip incelemesiyle birlikte başvurucunun "isnat olunan suçlara ilişkin olarak sanıkların soruşturma aşamasındaki ifadeleri, tanık beyanları, tüm dosya kapsamı hep birlikte gözetildiğinde somut delillere dayalı kuvvetli suç şüphesinin bulunması, sanıkların kaçacaklarına ilişkin olarak somut delillere dayalı kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması, sanıklara yüklenen suçlara ilişkin olarak kanunda öngörülen cezanın alt ve üst sınırları, sanıklara isnat olunan suçların CMK'nun 100/3-11 hükmünde öngörülen katalog suçlardan oluşu, sanıklara yüklenen suçlara ilişkin olarak somut delillere dayalı kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunduğu noktada CMK'nun 100/1-2 hükmünde yer alan diğer tutuklama nedenlerinin bulunduğunun kabulüne olanak bulunması, sanıkların tutuklu kaldığı süre, savunmaları mahkememizce tespit edilmeyen sanıklar hakkında CMK'nun maddesinde belirtilen adli kontrol tedbirinin bu aşamada yetersiz kalacağı nazara alınarak ve ayrıca tutuklama tedbirinin bu aşamada sanıklarıntutuklu kaldığı süreye nazaran Anayasanın maddesi kapsamında ölçülü olduğu" gerekçesiyle tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Tunceli Ağır Ceza Mahkemesi 17/7/2018 tarihinde yapılan ilk duruşmada "isnat olunan suçlara ilişkin olarak sanık savunmaları, tanık beyanları, arama elkoyma tutanakları ve tüm dosya kapsamı hep birlikte gözetildiğinde somut delillere dayalı kuvvetli suç şüphesinin bulunması, sanıkların kaçacaklarına ilişkin olarak somut delillere dayalı kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması, sanıklara yüklenen suçlara ilişkin olarak kanunda öngörülen cezanın alt ve üst sınırları, sanıklara isnat olunan suçların CMK'nun 100/3-11 hükmünde öngörülen katalog suçlardan oluşu, sanıklara yüklenen suçlara ilişkin olarak somut delillere dayalı kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunduğu noktada CMK'nun 100/1-2 hükmünde yer alan diğer tutuklama nedenlerinin bulunduğunun kabulüne olanak bulunması, sanıkların tutuklu kaldığı süre, sanıklar hakkında CMK'nun maddesinde belirtilen adli kontrol tedbirinin bu aşamada yetersiz kalacağı nazara alınarak ve ayrıca tutuklama tedbirinin bu aşamada sanıkların tutuklu kaldığı süreye nazaran Anayasanın maddesi kapsamında ölçülü olduğu" gerekçesiyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkemece 5/11/2018, 21/1/2019, 15/4/2019, 1/7/2019, 2/8/2019 tarihli duruşmalarda ve duruşmalar arasında resen yapılan incelemelerde de benzer gerekçelerle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Tunceli Ağır Ceza Mahkemesinde derdesttir ve başvurucunun tutukluluk hâli devam etmektedir. İlgili hukuk için bkz. Zeynep Kaplan (B. No: 2015/7311, 22/1/2019, §§ 29-38) başvurusu hakkında verilen karar.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/16972
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluğa ilişkin incelemelerin duruşmasız olarak yapılması, bu incelemeler sırasında alınan savcılık görüşünün bildirilmemesi ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, soruşturma aşamasındaki bir kısım işlemler nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2020/13231 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/13231 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/13231
Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, bir İnternet sitesinde sorumlu müdür olarak görev yapan başvurucunun yayımladığı haberde yer alan videonun haberleşmenin gizliliğini ihlal ettiği gerekçesiyle cezalandırılmasının ifade ve basın özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, memurlar.net isimli İnternet sitesinde sorumlu müdür olarak görev yapmaktadır. memurlar.net 2001 yılından itibaren kamu görevlilerine yönelik haber yapan ve haber ajanslarının geçtiği haberleri yayımlayan bir İnternet sitesidir. Bağımsız ölçümleme şirketlerine göre bu site, Türkiye'nin en çok ziyaret edilen elli İnternet sitesinden biridir. Başvuruya konu haberde geçen olayların başladığı 13/1/2014 tarihinden kısa bir süre önce 17/12/2013 ve 25/12/2013 tarihlerinde, İstanbul Cumhuriyet Savcılığının talimatıyla birçok kişinin gözaltına alındığı büyük bir operasyon başlatılmıştır. Aralarında siyasiler ve iş adamları gibi tanınmış kişilerin de bulunduğu pek çok kişi gözaltına alınmıştır. Gözaltına alınan kişilere rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve kaçakçılık gibi suçlamalar yöneltilmiştir. Hükûmet, söz konusu operasyonun devlet içinde örgütlenmiş, devletin imkânlarını kullanarak siyaseti dizayn etmeye çalışan ve Fethullah Fetullah Gülen'in liderliğini yaptığı gizli bir yapılanma tarafından yürütüldüğünü iddia etmiştir. Hükûmet, devleti ele geçirmek isteyen bir paralel yapıya vurgu yapmış ve bu yapı ile bağlantılı olduğu değerlendirilen çok sayıda bürokratı görevden almıştır. Bu tarihten sonra Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) olarak isimlendirilen bu yapılanmaya karşı çok sayıda operasyon düzenlenmiştir. 15 Temmuz 2016 tarihinde bir grup asker kişi; Cumhurbaşkanı'na suikast, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve devlet binalarının bombalanması, sivil vatandaşlar ile güvenlik güçlerinden oluşan yüzlerce kişinin ölümü ve binlerce kişinin yaralanması ile neticelenen başarısız bir darbe girişiminde bulunmuştur. Darbe girişiminde bulunanların FETÖ/PDY mensupları olduğu ve kalkışmanın Fetullah Gülen'in talimatı ile gerçekleştirildiği yönünde kuvvetli iddialar ve deliller bulunmaktadır. 17-25 Aralık soruşturmasının ardından aralarında Başbakan ve bazı bakanların olduğu birçok Hükûmet yetkilisine, bürokrata ve iş adamına ait olduğu iddia edilen ses kayıtları İnternet ortamında yayımlanmıştır. Bununla beraber Fetullah Gülen'e veya ona yakın kişilere ait olduğu iddia edilen ses kayıtları da İnternet'te yayılmaya başlamıştır. 13/1/2014 tarihinde youtube.com İnternet sitesinde Fetullah Gülen'e ilişkin çeşitli ses kayıtları yukarıda zikredilen süreçle bağlantılı olarak yayımlanmıştır. Aynı ses kayıtları dünyanın en büyük ses kaydı arşiv sitesi olan soundcloud.com İnternet sitesinde de yayımlanmıştır. Başvurucunun verdiği bilgilere göre bahsi geçen ses kayıtlarının deşifre edilmiş versiyonları 500 civarında İnternet sitesinde yayımlanmış veya haber hâline getirilmiştir. 14/1/2014 tarihinde memurlar.net haber sitesi de bahsi geçen ses kayıtlarını "Gülen'in En Büyük Abiyle Görüşmesi İnternete Düştü" başlığıyla yayımlamıştır. Bahsi geçen ses kaydı, Amerika Birleşik Devletleri'nde ikamet eden Fetullah Gülen ile İnternet sitesinin "en büyük abi" olarak nitelendirdiği ve açık kimlik bilgileri verilmeyen bir kişi arasında geçen telefon görüşmelerine ilişkindir. Görüşmede kimliği bilinmeyen kişi; Türkiye'nin önde gelen birçok bürokrat, siyasetçi ve iş adamı hakkında Fetullah Gülen'e -çoğu mahrem- bilgiler vermekte; daha sonra FETÖ/PDY olarak isimlendirilecek olan ve Fetullah Gülen'in liderliğini yaptığı grubun bu kişilerle ilişkileri hakkında Gülen'i bilgilendirmekte ve ondan talimat almaktadır. Haberin yayımlanmasını müteakip 16/1/2014 tarihinde Fetullah Gülen, başvurucu ile birlikte haberi yayımlayan basın ve yayın kuruluşları hakkında kişilik haklarına hakaret ve haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek suçlarından soruşturma başlatılması için şikâyette bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 17/3/2014 tarihinde, kişiler arasındaki haberleşme içeriklerini hukuka aykırı olarak ifşa etmek ve İnternet yayını yoluyla hakaret suçlarından başvurucunun cezalandırılması için hakkında kamu davası açmıştır. Savcılığa göre isnat edilen suç, haberleşme içeriğinin basın ve yayın organlarında yayımlanmasıyla oluşmaktadır ve haberleşmenin gizliliğini ihlal ve haberleşme içeriklerinin kaydedilmesi suçlarından bağımsız bir suç tipidir. Başsavcılık, haberleşme içeriğinin haberleşmenin tarafı olmayan kişi veya kişilerebildirilmesi ya da duyurulması ile suçun tamamlandığını ileri sürmüştür. Yapılan ceza yargılamasında başvurucu, basın sorumluluğu ile hareket ettiklerini ve haberin basının haber yapma özgürlüğü kapsamında kaldığını ileri sürmüş; şikâyete konu kayıtların şikâyetçi vekilinin talebiyle bir gün sonra kaldırıldığını belirtmiştir. Yapılan yargılama sonunda Ankara Asliye Ceza Mahkemesinin 11/11/2014 tarihli kararı ile başvurucunun hakaret suçundan beraatine, haberleşmenin gizliliğini ihlal suçundan 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, başvurucunun beş yıl denetim altında bulundurulmasına karar verilmiştir. Mahkemeye göre topluma mal edilmiş kişiler bile olsa kişiler arasındaki telefon konuşmalarının yazıya dökülerek herkesin öğrenebileceği şekilde yayımlanması suçun oluşması için yeterlidir. Başvurucunun karara yaptığı itiraz, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 16/1/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar 26/1/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 16/9/2014 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun "Haberleşmenin gizliliğini ihlal" kenar başlıklı maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir: “(2) Kişiler arasındaki haberleşme içeriklerini hukuka aykırı olarak ifşa eden kimse, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(3) Kendisiyle yapılan haberleşmelerin içeriğini diğer tarafın rızası olmaksızın hukuka aykırı olarak alenen ifşa eden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (Ek cümle: 2/7/2012-6352/79 md.) İfşa edilen bu verilerin basın ve yayın yoluyla yayımlanması halinde de aynı cezaya hükmolunur." Kişiler arasındaki haberleşme içeriklerinin basın ve yayın organlarında yayımlanarak ifşa edilmesine ilişkin içtihatlar henüz istikrar kazanmış görünmemektedir. Ülke çapında çeşitli iş kollarında faaliyeti olan ve kamuoyu tarafından bilinen şirketler grubunun üst düzey bir yöneticisi ile Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanı'nın şirketin devlete olan vergi borcu nedeniyle yaptıkları telefon görüşmesine ilişkin konuşma kaydının ulusal bir gazetede yayımlanmasına ilişkin davada Yargıtay, basının haber verme hakkına vurgu yapmıştır. Yargıtay kararının ilgili kısmı şöyledir: "Sanığın sorumlu yazı işleri müdürü olduğu gazetede yayımlanan haberin, daha önceden video paylaşım siteleri ile çeşitli haber sitelerinde paylaşılmış olması, bunun yanında haberin, tahkir edici ve direk suçlayıcı dil kullanılmadan verilmesi, yayımlanan konuşma dökümünün de, yorum katılmadan ve kaynak belirtilerek yayımlanmış olması, haber içeriğinin görünür gerçeğe uygun olması, kamuya mal olmuş bir holdingin üst düzey yöneticisi olan katılan ile Maliye Bakanlığında Gelir İdaresi Başkanı olan üst düzey bürokrat ile yaptığı, miktarı yüksek bir vergi borcunun düşürülmesi ile ilgili olarak yapılan telefon görüşmesinin haberinin yapılmasında, bürokratın yürüttüğü kamu hizmetinin niteliği ve toplum içindeki konumu gereği, haberde kamu yararı ve toplumsal ilginin bulunması, haberi yapılan konunun güncel olması, haberde kullanılan ifadelerin ve haberle beraber yayımlanan fotoğrafların, habere konu olayla fikri bağlantısının bulunması, sonuç olarak, haberin verilişinde ölçülülük ilkesinin ihlal edilmemiş olması karşısında, yayımlanan haberin, basının haber verme hakkı sınırları içerisinde kalması sebebiyle, katılanın, sanık tarafından haberleşmesinin gizliliğinin ihlal edildiğinin kabulünün mümkün olmadığı, ayrıca haberde yer alan sözlerin, katılanın küçük düşmesine yol açan değer yargısı içerecek, onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte de bulunmadığı, kullanılan üslupla konunun okuyucuya aktarılması sırasında, hukuka uygun çerçevenin dışına çıkılmadığı, dolayısıyla hakaret suçunun da unsurları itibariyle oluşmadığı anlaşıl[mıştır]..." (Yargıtay HD, E. 2013/5626, K. 2013/26685, K.T. 2013) Kamuoyunda "Ergenekon yargılamaları" olarak bilinen ve kamuoyunu uzun süre meşgul etmiş yargılamalar sırasında mahkemenin bir hâkimi ile bir avukat arasındaki görüşmelerin ulusal bir gazetede yayımlanmasının haberleşmenin gizliliğinin ihlali suçunu oluşturduğunun ileri sürüldüğü bir davada da Yargıtay aynı içtihadını sürdürmüştür.Yargıtay kararının ilgili kısmı şöyledir: "Haber içeriğinin görünür gerçeğe uygun olması, kamuya mal olmuş katılanın, yargıyı etkileme suçlamasıyla yürütülen soruşturmada “şüpheli” sıfatını taşıyan biriyle, davanın başka bir mahkemeye gönderilmesi konusunda yaptığı konuşmalara ilişkin haberin yapılmasında, yürüttüğü kamu hizmetinin niteliği ve toplum içindeki konumu gereği, kamu yararı ve toplumsal ilginin bulunması, haberi yapılan konunun güncel olması, haberde kullanılan ifadelerin ve haberle beraber yayımlanan fotoğrafın, habere konu olayla fikri bağlantısının bulunması, haberin verilişinde tahkir edici bir dil kullanılmayıp, ölçülülük ilkesinin ihlal edilmemiş olması karşısında, yayımlanan haberin, basının haber verme hakkı sınırları içerisinde kalması sebebiyle, katılanın özel hayatının gizliliğinin ihlal edildiğinin kabulü mümkün olmadığı gibi, haberde yer alan sözlerin, katılanın küçük düşmesine yol açan değer yargısı içerecek, onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte olmayıp, kullanılan üslupla konunun okuyucuya aktarılması sırasında, hukuka uygun çerçevenin dışına çıkılmadığı anlaşılmakla, katılanın hakarete uğradığından da söz edilemeyeceği anlaşılmakla tebliğnamede yer alan, “katılanın özel hayatı ile ilgili olan haberleşme içeriklerinin yasa hükümlerine aykırı olarak ele geçirilip yayınlanarak ifşa edilmesi suretiyle özel hayatın gizliliğinin ihlal edilmesi suçu sübuta erdiği” gerekçesiyle beraat hükmünün bozulmasını öneren görüşe iştirak edilmemiştir." (Yargıtay HD, E. 2013/8602, K. 2014/158, K.T. 2014) Buna karşın tanınmış bir iş adamının Başbakan hakkındaki değerlendirmelerinin yer aldığı haberleşme içeriğinin yayımlanmasına ilişkin davada Yargıtay, iletişimin içeriğini yayımlayan derginin sorumlu yazı işleri müdürünün cezalandırılması gerektiğine hükmetmiştir. Yargıtay bu kararında basının özel haberleşmenin içeriğini yayımlayıp yayımlayamayacağından hareket etmemiş, haberin veriliş tarzını ve sorumlu bir gazeteci gibi davranılmış olup olunmadığını değerlendirmiştir. Yargıtay kararının ilgili kısmı şöyledir: "Dosya içeriği itibariyle haber içeriğinin görünür gerçeğe uygun ve güncel olduğu, verilişinde de toplumsal ilgi bulunduğu kabul edilebilir ise de, derginin kapağı ve haberin bütünü göz önüne alındığında, T. Başbakanının kişisel ödemelerini yapmak amacıyla katılanda bir miktar parayı saklı tuttuğu açıklandıktan sonra, katılan hakkında bilinen anlamının dışına çıkılarak “Kasa” ibaresi kullanılıp, katılanın T. Başbakanının gizli kasası olacak derecede onunla kurduğu yakın ilişki sonucu firmasının sermayesini büyüttüğü belirtilerek, okuyucuda, katılanın bu ikili ilişkiler sayesinde usulsüz kazanımlar elde edip zenginleştiği algısı doğuracak ve kesin kanaat oluşturacak biçimde, “ 'Kasa' (...), Tayyip Erdoğan'ın çok yakın dostu. Tatillerini birlikte geçirecek kadar samimi. ...ün sıfır sermayeyle girdiğini iddia ettiği tekstil sektöründe, özellikle AKP iktidarı döneminde hızla büyümesi dikkatlerden kaçmadı. Sermayesiz küçük bir şirketin Tayyip Erdoğan iktidarıyla birlikte dev bir boyut kazanması, akıllara bunun kaynağının ne olduğu sorusunu getiriyordu. Terzilikten tekstil devine dönüşen (...), Tayyip'in parasıyla mı zengingözüküyordu?”şeklinde,haberidahacazipkılmakamacıyla,hiçbir nesnel olguya dayanmayan değerlendirmelerde bulunularak, katılanın küçük düşmesine yol açan değer yargısı içerecek, onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek, abartılı, saldırgan ve tahkir edici uslüp kullanılmakla ölçülülük ilkesinin ihlal edilmiş olması karşısında konunun okuyucuya aktarılması sırasında eylemi hukuka uygun kılan basının haber verme hakkı sınırlarının aşılması nedeniyle sanığın atılı hakaret suçundan mahkumiyetine karar verilmesi gerekirken, dosya kapsamına uygun düşmeyen yetersiz gerekçelerle, sanık hakkında beraat kararı verilmesi...[bozmayı gerektirmiştir]." (Yargıtay CD, E. 2012/29133, K. 2013/26641, K.T. 2013)B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesi şöyledir:“ Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar... Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması,yasaylaöngörülen ve demokratik bir toplumda ... gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi ... için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir."  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ifade özgürlüğü demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardandır. AİHM, ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında ifade özgürlüğünün toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini teşkil ettiğini yinelemektedir. AİHM'e göre maddenin paragrafı saklı tutulmak üzere ifade özgürlüğü sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen "bilgi" ve "fikirler" için değil incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir; yokluğu hâlinde "demokratik bir toplum"dan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir. AİHM, maddede güvence altına alınan bu hakkın bazı istisnalara tabi olduğunu ancak bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici olması gerektiğini vurgulamıştır (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49; Von Hannover/Almanya (No. 2), B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 101). AİHM, demokratik bir toplumda basının oynadığı temel rolün birçok kez altını çizmiştir. AİHM'e göre basının -her ne kadar özellikle de başkalarının şöhret ve haklarının korunmasıyla ilgili olarak bazı sınırları aşmaması gerekse de- görev ve sorumluluklarının bilincinde olarak kamu yararını ilgilendiren her konuyu iletme görevi vardır. AİHM, basının böyle konularda bilgi ve fikir yaymadan ibaret olan görevine kamunun bu fikir ve bilgileri alma hakkının eklendiğini hatırlatmıştır. AİHM’e göre, bu görevi olmasa basın, vazgeçilmez kamusal “gözetleyici” (watchdog) rolünü oynayamaz (Bladet Tromsø ve Stensaas/Norveç [BD], B. No: 21980/93, 20/5/1999, §§ 59, 62;Pedersen ve Baadsgaard/Danimarka [BD], B. No: 49017/99, 17/12/2004, § 71; Von Hannover/Almanya (No. 2), § 102). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin 2 numaralı fıkrasında yer alan "gizli olarak elde edilen bilgilerin açıklanması" ifadesini sır tutma yükümlülüğü olan bir kişinin aldığı gizli bir bilgiyi açıklamasını veya bu şekilde bir yükümlülük altında olmayan gazeteci gibi üçüncü bir kişinin elde ettiği gizli bir bilgiyi açıklamasını kapsayacak biçimde yorumlamıştır (Stoll/İsviçre [BD], B. No: 69698/01, 10/12/2007, § 61). Eldeki başvuruya ışık tutacak kararlardan biri de AİHM'in bir radyo istasyonuna uygulanan yaptırımın Sözleşme'nin maddesini ihlal ettiği yönündeki 19/12/2006 tarihli kararıdır. Radyo yayıncısı olan başvurucu Radio Twist, adalet bakanı ile başbakan yardımcısı arasındaki telefon görüşmesine ait kayıtları bir haber programında yayımlamaktan suçlu bulunmuştur. Haber programında, yayımlanan kayıtlarla birlikte bazı yorumlara da yer verilmiş ve söz konusu yorumlarda kayıtların en büyük ulusal sigorta şirketinin özelleştirilmesine ilişkin menfaati olan iki gurup arasındaki güç mücadelesine ilişkin olduğu belirtilmiştir. Adalet bakanı, yasa dışı olmasına rağmen telefon görüşmesinin yayımlanmasının kişilik haklarına zarar verdiği iddiasıyla Radio Twist aleyhine medeni dava açmıştır. Slovakya Mahkemesi, Radio Twist'in adalet bakanından yazılı olarak özür dilemesine ve özür metninin de on beş gün içinde radyodan yayımlanmasına karar vermiştir. Mahkeme, yayıncı şirketi de adalet bakanının şeref ve itibarında meydana gelen ve maddi olmayan zararlar nedeniyle tazminat ödemeye mahkûm etmiştir. Söz konusu Mahkeme kararında, cezanın yasa dışı bir şekilde kayda alınan ve özel hayatının bir parçası olan telefon görüşmeleri yayımlanan adalet bakanının kişisel haklarına yapılan gayrimeşru müdahalenin bir karşılığı olduğu belirtilmiştir. Buna karşın AİHM, Slovakya mahkemelerinin vardığı sonuca katılmamıştır. AİHM, hem telefon görüşmesinin ve haberin sunumu sırasında yapılan yorumların içeriğinin hem de bağlamının tamamen politik olduğuna ve politikacıların özel hayatları ile bir ilgisi bulunmadığına dikkat çekmiştir. Dahası AİHM'e göre Radio Twist tarafından sunulan haberin gerçek olmadığı veya tahrif edilmiş bilgi barındırdığı da ileri sürülmemiştir. AİHM; başvurucu şirketin, onun çalışanlarının veya temsilcilerinin bu kayıttan sorumlu olduğunun veya gazetecilerin bu kayıtları elde ederken ya da yayımlarken ceza hukukunu ihlal ettiğinin hiçbir aşamada iddia edilmediğine de dikkat çekmiştir. AİHM,ilgili kayıtların ulusal düzeyde bir soruşturmaya konu edilmediğini de gözönünde bulundurmuştur. AİHM, devletin sahip olduğu şirketlerin yönetimi ve özelleştirilmesiyle ilgili soruların kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ve tanımı itibarıyla kamu yararına ilişkin olduğunu düşünmektedir. AİHM ayrıca, kayıtların yayımlanmasından sonra davacının Slovakya Anayasa Mahkemesine hâkim olarak seçildiğini ve itibarının lekelenmiş görünmediğini değerlendirmiştir. AİHM, üçüncü bir kişi tarafından elde edilmiş bir kaydı yayımlaması nedeniyle başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin gerekli olduğunun yeterince ikna edici bir şekilde ortaya konulamadığına ve Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Radio Twist A.S. /Slovakya, B. No: 62202/00, 19/12/2006). Eldeki başvuruya benzer başvurulardan Sunday Times/Birleşik Krallık (No. 2) (B. No: 13166/87, 26/11/1991, §§ 53, 54) kararında AİHM, ulusal istihbaratın gazeteciler tarafından açıklanması meselesini ele almıştır. Başvurucu Sunday Times gazetesi "Spycather" (Casus Avcısı) kitabıyla ilgili olarak Observer ve Guardian gazeteleri için mahkemece verilen tedbir kararının kendileri için de konmuş sayılacağını çünkü aynı kararın mahkemeye saygısızlık etmeme kavramı nedeniyle kendilerini de bağladığını düşünerek bir başvuru yapmıştır. Başvurucu, diğer şeylerin yanı sıra kitabın Amerika Birleşik Devletleri'nde basılmış olmasının davanın koşullarını radikal biçimde değiştirdiğini de iddia etmiştir. Bu başvuru, tedbir kararının yürürlükte olduğu 30/7/1987 ile 13/10/1987 tarihleri arasındaki dönemde yapılmış ve bu dönemde tedbir kararının yürürlükte olmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği ileri sürülmüştür. AİHM'e göre başvuru konusu kitabın Amerika Birleşik Devletleri'nde yayımlanmasından sonra söz konusu materyalin gizliliği kalmamıştır. AİHM, Sözleşme'nin amaçları ile bağlantılı olarak kitabın yayımlandığı 30/7/1987 tarihinde, kitaptaki materyallerin gizliliği ile elde edilmek istenen faydanın ortadan kalktığını tespit etmiştir. Bu sebeple AİHM'e göre bu tarihten sonra gizliliğin korunması demokratik toplumda gerekli bir müdahale sayılamayacağından kitabın gazetelerde tefrika edilmesine ilişkin yasak bakımından ifade özgürlüğünün ihlal edildiği kabul edilmelidir (The Sunday Times (No. 2)). Yukarıdaki kararından farklı olarak AİHM, yayımlanana kadar kamuoyunun içeriğine vâkıf olmadığı gizli bilgilerin yayımlanması meselesini dikkatli bir şekilde ele almıştır. Stoll/İsviçre başvurusunda AİHM, ulusal menfaatlere ilişkin gizli bir raporun bir kısmını yayımlayan gazetecinin cezalandırılmasını Sözleşme'ye aykırı bulmamıştır. Oysa başvurucudan hemen sonra raporun bir kısmı veya tamamı diğer basın yayın organlarında yayımlanmış ancakdiğer gazeteciler hakkında herhangi bir soruşturma açılmamıştır. AİHM Büyük Dairesi meseleyi ayrıntılı olarak ele almıştır. Zikredilen kararın Anayasa Mahkemesinin önündeki mevcut başvuruya ışık tutacak yanları şu şekilde özetlenebilir: İlk olarak İsviçre makamlarının aldığı tedbirin gerekliliğini değerlendirirken AİHM, mevcut iki kamu çıkarının dengelenmesini dikkate almıştır. Okuyucuların güncel bir konuda bilgilenme hakları ve devlet makamlarının yürütülmekte olan diplomatik pazarlıklardan kendi lehlerine ve tatmin edici bir sonuç elde etme hakları. İkinci olarak başvuruya konu yazı yayımlanana kadar kamuoyu söz konusu diplomatik rapor içeriğine vâkıf olmamıştır (§ 113). Üçüncü olarak Büyük Daire, raporun ifşasının ve söz konusu yazının yayımlanmasının -yazının yayımlandığı tarihte- İsviçre'nin ulusal menfaatlerine "hatırı sayılır derecede bir zarar" verme ihtimalinin var olduğunu tespit etmiştir (§ 130). Büyük Daire ayrıca başvurucu gazetecinin belgeyi elde etmek için hukuka aykırı davranıp davranmadığı ile de ilgilenmiştir (§ 144). Büyük Daire söz konusu belgenin sızmasından sorumlu personel ile gazetecinin eylemlerini birbirinden ayırmış ve yetkili organların belgenin sızmasına neden olan personelin yargılanması için bir soruşturma açabilecek durumda olduğuna dikkat çekmiştir(§ 143). AİHM,Sürek (2)/Türkiye kararında (B. No: 24122/94, 8/7/1999, § 50) başka şeylerin yanı sıra başvuruya konu haber makalesinde ifşa edilen bilgilerin başka gazetelerde yayımlanmış olup olmadığı meselesine de eğilmiştir. Kararın ilgili kısmı şu şekildedir: "Ayrıca, haber makalesine dayanak teşkil eden basın açıklamasının zaten başka gazetelerde yayınlanmış olduğu ve suçlama konusu haberde söz konusu rapor kapsamına bir ekleme yapılmadığı tartışmasızdır. Ayrıca diğer gazetelerin anılan açıklamadan kaynaklanan yayından dolayı cezalandırılmış olduğu da belirtilmemiştir (bkz. Weber/İsviçre, B. No:11034/84, 22/05/1990 § 51). Mevcut davadaki haber makalesinin yayınlandığı tarihte bazı yanlış davranışlarda bulunan polis ve jandarma görevlilerini ifşa eden söz konusu bilgi zaten halka açıklanmıştır. Dolayısıyla, ilgili yetkililerin kimliklerinin korunmasına ilişkin amaç, önemli ölçüde ortadan kalkmış ve sınırlamanın engellemeyi amaçladığı zarar vuku bulmuş durumdadır (bkz. Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, B. No: 13585/88, 26/11/1991 §§ 69-70;Sunday Times (No. 2) /Birleşik Krallık, §§ 54-56)."  
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3378
Başvuru, bir İnternet sitesinde sorumlu müdür olarak görev yapan başvurucunun yayımladığı haberde yer alan videonun haberleşmenin gizliliğini ihlal ettiği gerekçesiyle cezalandırılmasının ifade ve basın özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/15398
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, 2012 yılında Şanlıurfa (E) Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda çıkan yangında aralarında başvurucunun oğlunun da bulunduğu on üç kişinin hayatını kaybettiği olaya ilişkin etkili bir soruşturma yapılmaması ve yangının çıkmasına engel olma ile yangına müdahale etme konusundaki yükümlülüklerin yerine getirilmemesi nedeniyle Anayasa’nın , , ve maddelerinde güvence altına alınan hakların ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 25/9/2013 tarihinde Şanlıurfa Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 4/11/2015 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) tarafından 21/8/2015 tarihinde başvuru hakkında Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvuruculara 7/9/2015 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu Bakanlık görüşüne karşı 10/9/2015 tarihinde beyanda bulunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Bakanlığın görüşünde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Şanlıurfa (E) Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda 16/6/2012 günü gece saatlerinde çıkan yangında, aralarında başvurucunun tutuklu olan oğlu Yunus Eşkili'nin (Y.E.) de bulunduğu on üç kişi hayatını kaybetmiştir. Ceza İnfaz Kurumunun Fiziki Özellikleri ve Yangın İhtimaline Karşı Kurumda Alınan Tedbirler Soruşturma dosyasından elde edilen bilgilere göre Şanlıurfa (E) Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, 1968 yılında faaliyete geçen eski tip bir cezaevidir. Olay tarihi itibarıyla bünyesinde toplam 47 bölüm (koğuş ve oda) bulunan Ceza İnfaz Kurumunun kapasitesi 400 civarında olmasına rağmen Ceza İnfaz Kurumunda toplam 055 tutuklu ve hükümlü bulunmaktadır. Olay tarihinde Y.E.nin bulunduğu C-15 koğuşunun kapasitesi ise 7 kişidir ancak koğuşta 18 kişi barınmaktadır. Anılan koğuşta genellikle hırsızlık, dolandırıcılık ve yağma suçundan tutuklananlar veya hüküm giyenler bulunmaktadır. Toplam 171 personelin görev yaptığı Ceza İnfaz Kurumunda, infaz koruma memurları dört vardiya hâlinde görevlendirilmiş olup her vardiyada yaklaşık 21 infaz koruma memuru görev yapmaktadır. Olay vaktinde de görevli infaz koruma memuru sayısı 21’dir ancak bunlardan 5’i çeşitli sebeplerle izinlidir. Ceza İnfaz Kurumunda çok sayıda yangın söndürme tüpü bulunmaktadır. Ceza İnfaz Kurumu idaresince bir yangın söndürme talimatnamesi hazırlanmış ve yangın anında nelerin rutin olarak yapılacağı personele bildirilmiştir. Ayrıca Kurumda en son 14/12/2011 tarihinde bir yangın söndürme tatbikatı yapılmıştır. Ceza İnfaz Kurumunda nispeten daha hızlı yanabilecek nitelikte sünger yataklar kullanılmaktadır. Hükümlü ve tutuklulara sünger yatak yerine yaylı yatak verilmesi hâlinde yataklardaki yayların düzeltilip yaralama ve öldürmede kullanılan ucu sivri şişlere dönüştürülmesi tehlikesi bulunmaktadır. Bu nedenle cezaevlerinde genellikle sünger yatak tercih edilmektedir. Olay tarihinde Ceza İnfaz Kurumunda ve C-15 koğuşunda ısı artışı veya duman miktarını otomatik olarak algılayan erken uyarı ikaz sistemi bulunmamaktadır (Soruşturma dosyasında bu durumun en önemli sebebi olarak, koğuşlarda sigara içmenin yasak olmaması gösterilmiştir. Zira sigara içilebilen bir ortamda anılan şekilde bir alarm sistemi kurulmasının pratikte hiçbir faydası olmayacaktır.). Meydana gelen yangında bilirkişi raporuna göre Ceza İnfaz Kurumunda bulunan yangın hortumları C-15 koğuşuna ulaşmak için yeterli uzunlukta değildir. Bu nedenle iki yangın hortumunun birbirine eklenmesiyle yangına müdahalede bulunulmuştur. Anılan durumun daha önceki yangın tatbikatlarında tespit edilip edilmediği konusunda ise herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Ceza İnfaz Kurumundaki kamera kayıtları incelendiğinde 16/6/2012 tarihinde saat 40'ta duman çıkışının görüldüğü, 41'de dış korumadan sorumlu jandarma görevlilerinin bulundukları koğuştan bahçeye doğru koşuşturarak çıktıkları, 47'de ilk itfaiye yangın söndürme aracının, 51'de ise ilk acil servis ambulansının Cezaevine giriş yaptığı, itfaiyenin yangını söndürmek için dört yangın söndürme aracı ile müdahalede bulunduğu, yangında yaralananlar için 27 ambulans gönderildiği ve yangının saat 13’te tamamen söndürüldüğü tespit edilmiştir. Yangından Önce C-15 Koğuşunda Gerçekleşen Disiplin Olayları Şanlıurfa (E) Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünce 2012/260 sayılı karar ile 8/6/2012 günü tutuklu başvurucunun oğlu Y.E. ile B.Ş.ye kavga ettikleri için iki ay ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezası verilmiştir. 15/6/2012 tarihinde aralarında başvurucunun oğlunun da bulunduğu pek çok tutuklu ve hükümlünün; birbirleri ile sözlü tartışmaları, oda kapısına vurup tekme atmaları, müşahede odasına gönderilen Y.E.yi istemekteki ısrarlı tutum ve davranışları, huzursuzluk çıkarmaları nedeniyle birer ay ziyaretçi kabulünden yoksun bırakılmasına karar verilmiştir. Ayrıca C-15 koğuşunda kalmakta olan A. ile İ.H.Ö. farklı koğuşlara aktarılırken yangında hayatını kaybedecek olan T.Ş. de C-15 koğuşuna alınmıştır. Olaya İlişkin Yürütülen Ceza Soruşturması Kapsamında Verilen Gizlilik Kararı Şanlıurfa Sulh Ceza Mahkemesinin 20/6/2012 tarihli kararıyla “Şanlıurfa Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda meydana gelen ölümlerin soruşturmasının açık yürütülmesi halinde soruşturmadan beklenen kamusal amacın tehlikeye düşeceği, gerçeğin ortaya çıkarılmayacağı, ölümlerin terör amaçlı kullanılabileceği, kitlelerin bu ölümler üzerinden devlet otoritesiyle karşı karşıya getirilerek toplumsal olaylara meydan verilebileceği ve kamu düzeninin ciddi şekilde bölgenin özellikleri sebebiyle tehlikeye düşürülebileceği nedeniyle ‘açık, somut ve yakın bir tehlike’ ortaya çıktığı” gerekçesiyle somut delillerin gereği gibi toplanabilmesi, kamuoyunu ve özellikle ölen yakınlarını tatmin edebilecek etkili ve yeterli bir soruşturma yapılabilmesi amacıyla soruşturma evrakının incelenmesi ve belgelerden örnek alınması yetkisinin müdafii ve vekiller için kısıtlanmasına karar vermiştir. Anılan karara başvurucu tarafından yapılan itiraz, Şanlıurfa Sulh Ceza Mahkemesinin 20/6/2012 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Soruşturma kapsamında verilen gizlilik kararı Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen 6/6/2013 tarihli kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile sona ermiş ve dosya kapsamındaki bilgi, belge ve deliller tarafların incelemesine açılmıştır. Olaya İlişkin Yapılan Ceza Soruşturması Şanlıurfa (E) Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda meydana gelen ve on üç kişinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan olayın ardından Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından derhâl soruşturma başlatılmıştır. Yangının hemen ardından tutulan olay tutanağında şu ifadeler yer almaktadır:  “...2012 günü saat 23:10'da cezaevi yetkili savcısının cep telefonundan aranarak isyan sonucunda yangın çıkarıldığı, koğuştaki bir kısım mahkumların yangında yaralanıp hastaneye sevk edildiği, bir kısım mahkumların dumandan etkilenerek ve yanarak öldüklerinin bildirilmesi üzerine saat 23:40'ta kapalı ceza infaz kurumuna gelindiği, ceza infaz kurumunda jandarma, emniyet, sağlık ve itfaiye görevlilerinin hazır olduğu, yangının söndürüldüğü, C-15 koğuşundaki 5 kişinin hastaneye sevk edildiği, 13 kişinin yanarak öldüklerinin öğrenildiği, yangının çıkış şekli ile ilgili bilgi alındığı, C-15 koğuşuna geçildiği, yaralıların tedaviye gönderildiği, koridorda iki kişiye ait ceset bulunduğu, halen koğuştan duman ve is çıktığı, 13 cesedin koğuşun üst katında bulunduğu, mahkum ve tutukluların belirlenemeyen bir sebeple yatakları aşağıya indirip koğuş kapısını dolapla kapatarak yangını çıkarttıkları, 5 kişinin tuvalete kilitlendiği, diğer 13 kişinin koğuşun üst katında bulundukları, yangını çıkarttıkları düşünülen kişilerin üst kata çıkıp merdiven sonunda ranzaları ters çevirerek girişi kapattıklarının öğrenildiği, C-15 koğuşunun üst kısmındaki kol kola, sıralı vaziyette yanmış 13 adet mahkumun cesedinin çarşafa sarılarak çıkarıldığı, numara verildiği, Cumhuriyet Başsavcısınca görevlendirilen Savcıları, Adli Tıp Uzmanları, Soruşturma Katibi, Otopsi Yardımcılarının harici muayene ve kimlik tespit işlemlerine başladığı, olay yeri görevlilerinin fotoğraflama ve ceset görüntülerinin görüntülemesini yaptıkları, olay yerinde delil muhafazası ve fotoğraflama için talimat verildiği, cesetlerin otopsi merkezine gönderildiği, ölenlerin ve yaralı kurtulanların kimliklerinin öğrenildiği, olayla ilgili itfaiye görevlilerinin beyanlarının alındığı, C-15 koğuşuna girilerek inceleme yapıldığı, eşyaların yanmış olduğunun gözlendiği, olay yeri inceleme birimine yangın tutanağı tutmaları ve kroki çizmeleri için talimat verildiği, infaz koruma memuru G., A.Ö.ve Ö.’nin yangına ilk müdahale eden ve yangından zarar gören personel olduğu, idari soruşturmanın ceza infaz kurumu idaresi tarafından yapılması talimatı verildiği, adli soruşturma yapılmak üzere tutanağın düzenlendiği...” Olayın ardından Y.E. ve diğer müteveffaların cesetleri üzerinde yapılan adli muayene ve otopsi sonucunda kesin ölüm sebebinin karbonmonoksit zehirlenmesi ve dumandan boğulma olduğu saptanmıştır. Olay yerinde delil tespiti amacıyla olay yeri inceleme ekibi ve uzman bilirkişilerce yapılan tetkikler sonucu ulaşılan bazı sonuçlar şunlardır: i. Koğuşların içerisinde ve koridorlarda güvenlik kamerası yoktur. ii. Koğuşlarda yangın çıkması hâlinde yangını otomatik algılayan alarm sistemi yoktur ancak C-15 koğuşuna 15 m uzaklıkta yangın ihbar butonu ve sireni mevcuttur. iii. Yangın tüpleri olay anında kullanılmıştır. iv. C-15 koğuşuna çekilen en yakın yangın hortumlarından birincisinin uzunluğunun 18,55 cm olduğu, koğuşa 31 m mesafede bulunduğu ve yanan koğuşa yetişmediği tespit edilmiştir. İkinci hortumun koğuşlar ortasında bulunan ana koridorda bulunduğu, yangın yerine yetişme ihtimali olmadığı ve bu hortumun kesilip diğer hortuma eklenerek yangına müdahalede bulunulduğu anlaşılmıştır. v. Olay yerini ve elektrik tesisatını inceleyen elektrik uzmanı, yangının elektrik tesisatından çıkmadığını bildirmiştir. vi. Yangın çıkan koğuşu ve yanan eşyaları inceleyen kimya uzmanı, yatak ve battaniyelerin organik bileşik ihtiva ettiğini, bunların polimerik madde olduğunu, bu maddenin de çok hızlı yanan madde olduğunu, karbondioksit ve karbonmonoksit ile birlikte sıcaktan parçalanmış küçük moleküllü organik bileşik grupların duman şeklinde yayıldığını, karbonmonoksit ve radikalik özellik gösteren organik bileşiklerin insanı zehirleyici ve öldürücü özelliğinin bulunduğunu bildirmiştir. vii. Koğuşta ve binada inceleme yapan iş ve sosyal güvenlik uzmanı; yangının koğuştaki mahkûmlar tarafından kasıtlı olarak çıkarıldığını, yangına müdahale edildiğini, duvarların yağlı boya ve yatakların sünger olması sebebiyle yangının kontrol altına alınmasının güçleştiğini, idarenin duman algılama cihazı kullanmadığını, Cezaevinde sabit sıcaklık, sıcaklık artışı, alev veya başka uygun tip algılama cihazı bulunmadığını ve erken müdahale için kamera tespiti sistemi kurulmadığını belirtmiştir. Olayın ardından yangının çıkış sebebine ilişkin ifadeleri alınan hükümlü ve tutukluların bazılarının ifadeleri şöyledir: “E.Z.; C-15 koğuşunda haftada bir iki kez kavga sesi duyduğunu, müşahadeye alınan bir arkadaşlarının koğuşa iade edilmesini, aksi takdirde koğuşu yakıp ateşe vereceklerini koğuştakilerin söylediklerini, olaydan 10-15 gün kadar önce bunu duyduğunu, olay günü C-15 koğuşundan bir çığlık duyduğunu, üst pencereden baktıklarında duman ve alev gördüklerini, kapıya koştuklarını, infaz koruma memurlarının yangına müdahale ettiğini gördüklerini, kendilerinin de yardım etmek istediğini, kovalarla su taşıdıklarını, yangın biraz azalınca ıslak battaniyelerle infaz koruma memurlarının içeri girdiğini, önceden iki kişi, daha sonradan da üç kişinin kurtarıldığını, yangını itfaiyenin söndürdüğünü anlatmıştır. ... ; Olay günü C-14 koğuşu ile bitişikteki C-15 koğuşu arasındaki duvara yaslandığını, sıcaklığın arttığını, bağırma sesleri duyunca pencereden baktığını, duman ve ateş gördüğünü, alt kata inip kapıya vurduklarını, infaz koruma memurlarının mazgalı açıp koğuştaki suyu istediklerini, yangın söndürmeye katıldıklarını, on kadar infaz koruma memurunun yangını söndürmek için çalıştığını, önceden iki kişinin kurtarıldığını, sonradan da üç kişinin kurtarıldığını, itfaiyenin yangına müdahale ettiğini, yangının toplam 25 dakika kadar sürdüğünü, C-15 koğuşundakilerin topluca intihar etmiş olabileceklerini anlatmıştır. ... A.; C-15 koğuşunda bir süre bulunduğunu, koğuş sorumlusu olduğunu, 2012 günü dilekçe vererek ailevi ve psikolojik sorunları sebebiyle koğuştan ayrıldığını, F.Y. ve S.K. ile anlaşamadıklarını, olay günü yangının neden çıkarıldığını bilmediğini, yangın çıkarmak için bir sebep bulunmadığını, koğuştaki yangını S.K'nin yönlendirmesi ile F.Y., Yunus Eşkili. ve diğerleri olmak üzere ölen 13 kişinin gerçekleştirdiğini, yangının koğuş liderliği yüzünden çıktığını duyduğunu, kurtulanların yangına karışmadıklarını, koğuş sorumlusu ile ilgili hiç kimseden yana taraf olmadıklarını, yangına yardım etmediklerini, koğuşun yakılmasına karşı çıktıklarını duyduğunu anlatmıştır.  ... R.R.; C-15 koğuşundan idare hasmı olduğu için başka bir koğuşa birini gönderdiğini, yerine gelen kişiyi koğuştakilerin kabul etmeyip kavga çıkardığını, idare ile koğuştakiler arasında sorun yaşandığını, koğuştakiler ile infaz koruma memurları arasında tartışma yaşandığını, olay günü koğuşta üst kattaki arkadaşlarının yangın çıktığını söylemeleri üzerine durumdan haberdar olduğunu, infaz koruma memurlarının yangını söndürmek için sayıca yetersiz olduğunu, koğuşun kapısını açmaları üzerine yangına müdahale ettiklerini, ıslak battaniye ile içeri girdiğini, üç kişiyi tuvalet kısmından kurtardıklarını, üst kata sıcaklık ve dumandan çıkamadığını yangının çıkış sebebini bilmediğini, cezaevi şartları ağır olduğu için idareye gözdağı vermek için çıkarmış olabileceklerini anlatmıştır.  ... Ö.; C-15 koğuşunun sorumlusu A. isimli tutuklunun koğuştan alınması üzerine idare ile koğuştakiler arasında sorun yaşandığını, koğuştakilerin A.’yi geri istediğini, olay günü duman ve ateş yükseldiğini, koğuştakilerin kurtarın yanıyoruz diye bağırdığını, koğuşlarının kapısının açıldığını, kovalarla yangına müdahale ettiklerini, yangın söndürme hortumunun C-15 koğuşuna yetişmediğini, ıslak battaniye ile C-15 koğuşuna girdiğini, yatak ve battaniyelerin alt katta yandığını, üst kata sıcak ve duman olduğu için ayrıca ranza ve dolaplarla giriş kapatıldığı için giremediğini, birçok kişinin üst katta orta yerde yattığını, bir kişinin hırıltılı nefes alışını duyduğunu, alt kattan beş kişinin kurtarıldığını, yangının çıkış sebebini bilmediğini anlatmıştır. ...” Yangından sağ kurtulanlardan bazılarının ifadesi ise şöyledir: “A.A.; C-15 koğuşunu F.Y., S.K., Yunus Eşkili ve E.G. isimli dört kişinin idare ettiğini, bu kişilerin emirler verdiğini, herkesi görevlendirdiğini, T.'nin koğuşta yeni olduğunu, F.Y.'nin terlikle T.'ye vurduğunu, bu hareketinin zoruna gittiğini, ancak aralarında husumet ve düşmanlık olmadığını, olay günü F.Y., S.K., Yunus Eşkili ve E.G.'nin yanlarına diğerlerini de alıp üst kattan aşağıya indiklerini, dört-beş kişiye tuvalete gidin, biz koğuşu yakacağız dediklerini, kendilerinin tuvalete gittiklerini, bir-iki dakika sonra yangının başladığını, yangını başlatanı tuvalette olduğu için görmediğini, koğuşta sigara içildiği için çakmak bulunduğunu, aşağıya onbir yatak ve battaniye indirdiklerini, beş tane yatağın merdivenlerde duvara dayalı durduğunu, birkaç dakika içinde her yeri dumanın kapladığını, peşinden elektriklerin kesildiğini, nefes almakta zorlandıklarını, tuvaletin kapısının da yandığını, infaz koruma memurlarının yangına müdahale ettiğini, su tutup ıslak battaniye atarak yangından infaz koruma memurlarının kendilerini kurtardığını, koğuşta önceden kavga olmadığını, kötü muamele görmediklerini, pile sarılı kağıtlar ile diğer koğuşlardan haberleşme olduğunu, koğuş içerisinde Kürtçe konuşulduğu için konuşulanları anlamadığını, daha önceden koğuştaki hiç kimseyi tanımadığını, koğuşun çok sıcak olduğunu, yangından dört-beş gün önce koğuşa vantilatör bağlandığını, daha önceden koğuşun yakılacağını duymadığını, yangın olayına karışmadığını anlatmıştır. ... Y.; C-15 koğuşunun sorumlusu A.'nin bir açık görüş sırasında başka bir koğuşta bulunan T.Ş'yi idareden habersiz alıp koğuşlarına getirdiğini, A.'yi idarenin önce müşahedeye, sonrada başka bir koğuşa gönderdiğini, A.'yi koğuştaki herkesin sevdiğini, idareden tekrar koğuşlarına verilmesi için talepte bulunduklarını, ancak idarenin bunu kabul etmediğini, olay günü F.Y.'nin yukarda, S.K.'nin aşağıda bulunduğunu, herkesin uyanık olduğu bir saatte gençlerden birinin küçük bir kumaş parçasını üst katta yaktığını, yukarda bulunan hükümlü ve tutukluların kumaş yakma meselesi yüzünden aralarında tartıştığını, yanan kumaş parçasını söndürdüğünü, F.Y.'nin yanındakilere ''ben bu koğuşu yakarım'' deyip aşağıya indiğini, S.K.'nin alt kattan üst kata çıkıp küçük bir ateşten bu kadar panik çıkarıyorsunuz, ateş öyle yakılmaz böyle yakılır dediğini, S.K., Taner, Mehmet ve yanlarındaki gençlerin F.Y. ile birlikte koğuşu yakmak için yatak ve battaniyeleri aşağıya indirdiklerini, Yunus Eşkili ve kendisinin engel olmaya çalıştığını, alt kattakilerden de bazılarının yangına engel olmak istediğini, olayın çok ani geliştiğini, sağlıklı düşünüp karar veremediklerini, S.K.'nin yatakları ve battaniyeleri üst üste koymasını istediğini, F.Y. ile S.K.'nin alt kattaki ikisi yaşlı, ikisi genç dört kişiye tuvalete gitmelerini söylediğini, önce yaşlıların sonra gençlerin tuvalete girdiğini, S.K. ve F.Y.'ye yangında herkesin ölebileceğini söyleyip yalvardığını, alt kattaki ikisi yaşlı, ikisi genç tutukluların da ağladığını, tuvalete gittiğini, F.Y.'nin önce alt katta bahçe tarafından yatakları ateşe verdiğini, merdivene doğru çıktığını, merdiven tarafından S.K.'nin yatakları ateşe verdiğini, iki taraflı başlayan yangının birden hızlanıp dağıldığını, söndürmek için çabaladığını, en son tuvalete kendisinin girdiğini, S.K.'ye dumanın yukarı çıktığını, ölebileceklerini söylediğini, S.K.'nin koğuşta kalanlar rahat etsin diyerek ölümü umursamadığını, bir süre sonra elektriklerin kesildiğini, koğuşun karanlık olduğunu, tuvalettekilerle dua edip yangından korunmaya çalıştıklarını, tuvalet kapısının yanarak ateşin harareti ile eridiğini, bağırıp yardım istediklerini, üst kattakilerden yardım sesi çıkmadığını, yangın başladıktan 15-20 dakika sonra koğuşun kapısının açıldığını, kendisini dışarı attığını, infaz koruma personelinin yangını söndürmek için ellerinden geleni yaptıklarını, su ve yangın söndürme tüpleri ile müdahale ettiklerini, bu müdahale olmasa alt kattakilerin de öleceğini, yangına müdahale ederken bazı cezaevi personelinin ağladığını, önceden koğuşun ateşe verileceğini hiç duymadığını, koğuşlar arasında pile sarılı küçük kağıtlar ile haberleşildiğini, koğuşun yakılma sebebini bilmediğini, F.Y. ile S.K.'nin psikolojilerinin bozuk olduğunu, S.K.'nin koğuştakilerle pek konuşmadığını, içine kapandığını, ailesinin görüşe gelmesini istemediğini, yangını idareye gözdağı vermek için çıkarmış olabileceklerini, yangında öleceklerini düşünmediklerini ve umursamadıklarını, idarenin revire çıkma taleplerini doktor olmadığı gerekçesi ile kabul etmediğini, istedikleri ilaçların zamanında gelmediğini, idarenin iyi davranmadığını, kapasite cezaevinde aşırı dolu olduğundan taleplerine idarenin yetişemediğini, yazdıkları dilekçeler ile ilgilenen olmadığını, F.Y'nin 10 tane mektup yazmasına rağmen sonuç alamadığını, 18 yıl kadar aldığı cezanın yüzüne karşı verilmediğini, bu yüzden mektup yazdığını söylediğini anlatmıştır.  ... ; Koğuş içerisinde bulunduğu sürede hiç kavga olmadığını, koğuşu F.Y., S.K. ve Yunus Eşkili'nin idare ettiğini, koğuştaki herkesin bu kişilerin isteğine göre davrandığını, olay gecesi F.Y.'nin abdest alıp namaz kıldığını, sonra aşağıya indiğini, kendisinin aşağıda yasin suresini okuduğunu, S.K. ile F.Y.'nin üst katta aralarında kürtçe konuştuğunu, bir süre sonra koğuşu ateşe verip yakacaklarını söylediklerini, çakmaklarını çıkarıp koğuştakilere yatakları aşağıya atın ateşe vereceğiz dediklerini, A.A. ile birlikte buna karşı çıktıklarını, engel olmaya çalıştıklarını, ancak söz dinletemediklerini, S.K. ile F.Y.'nin çakmaklar ile aşağıya indiğini, Yunus Eşkili'nin onlara katıldığını, koğuştaki diğer tutukluların yatakları üst kattan aşağıya indirdiğini, koğuş giriş kapısının arkasına yığdıklarını, koğuşa yeni gelen ve yaşları küçük olan Y., T. ve Y.A.'nın koğuşta bir etkinlikleri olmadığını, üst üste yığılan yatak ve battaniyeleri F.Y., Yunus Eşkili ve S.K.'nin çakmakları ile yakıp ateşe verdiklerini, yangının genişlediğini, ateşi başlatan F.Y., Yunus Eşkili ve S.K.'nin yanlarında birlikte hareket eden hükümlü ve tutuklular ile üst kata kaçtıklarını, beş kişinin aşağıda kaldığını, her tarafı dumanın sardığını, tuvalete girip kapısını kapattıklarını ve bağırıp yardım istediklerini, üst kattakilerin de bağırıp yardım istediğini, birkaç dakika sonra infaz koruma memurlarının kapıyı açıp seslendiğini, elektriğin yangın başladıktan sonra kesildiğini, koğuşun karanlık olduğunu, kapı açılınca koğuşa ışık girdiğini, seste gelince o tarafa koştuklarını, koğuşu F.Y., Yunus Eşkili ve S.K.'nin neden yaktığını bilmediğini, Yunus Eşkili'nin 15-20 gün kadar önce biri ile kavga ettiğini, F.Y. ile S.K.'nin, Yunus Eşkili'nin müşahade odasından C-15 koğuşuna gönderilmesini, yoksa koğuşu yakacaklarını söylediklerini, A.A.'nın, F.Y.'nin elini öpüp koğuşu yakmaktan vazgeçirdiğini, olay günü ise bunu başaramadıklarını, yan taraftaki koğuşlarla Kürtçe konuşan F.Y., S.Ö., S.K. ve Yunus Eşkili'nin dediklerini anlamadığını, ''erdoğan, kerdoğan'' diye hakaret ettiklerini, ayrıca apo ile ilgili slogan atıldığını, kendilerinin koğuşunun da yandaki koğuşa destek verdiğini, pile sarılı pusula ile başka koğuştan birinin hakaret ettiğini, koğuştaki kavganın bundan kaynaklandığını, olay günü hiçbir şeyi yakmadığını, kimseye yardım etmediğini anlatmıştır. ...” Ceza İnfaz Kurumu idarecilerinin yangına ilişkin ifadeleri ise şöyledir: “A.B. ; Şanlıurfa Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun 2008 tarihinden itibaren müdürü olarak görev yaptığını, 1969 yılında faaliyete geçen cezaevinin 44 koğuş odadan oluştuğunu, odaların birbirinden farklı olduğunu, yangının meydana geldiği C-15 koğuşunda 6 kişinin barındırılması gerektiğini, kapasite artırımı yapılarak 18 kişinin barındırıldığını, cezaevinin kapasitesinin 450 olduğunu, önce kapasitenin 600'e çıkarıldığını, E Blok kısmının tamamının D Bloğun yarısının açık cezaevine tahsis edildiğini, bu kısımdaki tadilat sebebiyle hükümlü ve tutuklu barındırılamadığını, olayın meydana geldiği gece evinde olduğunu, saat 22:30-23:00 aralığında baş memur Ö.’nün yangını telefonla bildirdiğini, C-15 koğuşuna geldiğinde yangına müdahale edildiğini gördüğünü, yangın söndürme tüpleri, su hortumu ve kovalarla müdahale edildiğini, 5 kişinin içerden sağ kurtarıldığını, 13 kişinin hayatını kaybettiğini, eski tip cezaevi olduğundan yangın alarmı bulunmadığını, odada yangın çıktığında mahkumların kapıya vurarak haber vermeleri üzerine durumun öğrenildiğini, 14 yangın söndürme tüpü kullanıldığını, tüplerin dolu ve bakımlarının zamanında yapıldığını, yangın söndürme tüplerinin yangının çapı büyük olduğu için yetersiz kaldığını, itfaiye gelmeden söndürülemediğini, hortumun koğuşlara ulaştığını, suyun basınçlı olmadığını, bütün imkanların yangını söndürmede kullanıldığının, koğuşların kapılarını gören ve koğuşların gezinti bahçelerini izlemeye imkan veren kamera sistemi bulunmadığını, cezaevi idaresinin ve şahsının kusuru olmadığını anlatmıştır. T. ; Şanlıurfa Ceza İnfaz Kurumunda 2010 tarihinden itibaren Müdür olarak görev yaptığını, C-15 koğuşunun 6 kişi barındırma kapasitesi olduğunu, koğuşta 18 kişinin barındırıldığını, cezaevinin 276 kişilik bir inşaat olduğunu, D Bloğun yarısı ve E Blok kısmı açık cezaevine tahsis edildiğini, kapasitenin 276'nın altına inmesi gerekirken önce 300, sonra 450, sonra 600’ çıkarıldığını, hiçbir fiziki genişletme olmayan cezaevinin olay günü 055 kapasite ile sonra 600'e çıkarıldığını, hiçbir fiziki genişletme olmayan cezaevinin olay günü 055 kişi kapasite ile hizmet verdiğini, yangın tatbikatlarının rutin yapıldığını, yangın hortumlarının her noktaya rahatlıkla yetiştiğini, C-15 koğuşuna sol bölümdeki yangın hortumunun yetiştiğini, ikinci bir yangın hortumunun ise yetişemediğini, yangının çapı büyük olduğu için yetişmeyen hortumdan da kovalarla su taşındığını, koğuştaki yangına infaz koruma memurunun haber vermesi üzerine gittiğini, yangının söndürüldüğünü, soğutma çalışmalarının sürdüğünü, yangını haber verecek alarm tertibatı olmadığını, kamera sistemi olmadığını, yangın söndürme çalışmalarında 14 tüp kullanıldığını, ancak çok büyük olan yangını bu tüplerin söndüremediğini, C-15 koğuşundaki hükümlü ve tutuklular arasında husumet olmadığını, olay öncesinde bir taleplerinin bulunmadığını, yangının ne maksatla çıkarıldığını bilmediğini anlatmıştır. A.Ö. ; Şanlıurfa Ceza İnfaz Kurumunda 2009 tarihinden itibaren Müdür olarak görev yaptığını, C-15 koğuşunun 6 kişilik olduğunu, olay günü 18 kişinin barındırıldığını, 276 kişiyi barındırabilecek cezaevinin D Bloğunun yarısı, E Bloğunun tamamının açık cezaevine tahsis edildiğini, buna rağmen olay günü 055 kişinin cezaevinde barındırıldığını, yangın tatbikatlarının 6 ayda bir yapıldığını, yangın hortumlarının bütün noktalara yetiştiğini, olay günü asıl hortuma destek olarak çekilen ikinci yangın hortumunun yetişmediğini olayı duyup gece yangın yerine vardığında itfaiyenin söndürdüğü yangını soğuttuğunu, koğuşlarda sigara yakmak için hükümlülerin çakmak taşıdığını, koğuşlarda sigara içildiği için dumanı fark edip bildiren alarm olmadığını, koğuşları devamlı gözetleyen kamera sistemi olmadığını, olayda kullanılan 14 yangın söndürme tüpünün dolu olduğunu, çapı büyük olan yangına yeterli olmadığını, cezaevi idaresinin kusurunun bulunmadığını, C-15 koğuşunda kalanlar arasında husumet olmadığını, önceden kavga dövüş duymadıklarını, herhangi bir taleplerinin olmadığını anlatmıştır. A.K. ; Şanlıurfa Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda idare memuru olarak görev yaptığını, olay günü görevli nöbetçi müdür olduğunu, akşam saatlerinde herhangi bir olumsuzluk olmadığını, cezaevindeki yangından evinde haberdar olduğunu, olay yerine gittiğinde yangının söndürülmüş olduğunu, yangın söndürme hortumlarının koğuşa yetişip yetişmediğini bilmediğini, yangın söndürmek için 14 adet tüp kullanıldığını duyduğunu, personel eksikliği sebebiyle bu görevi yürüttüğünü, suç işlemediğini anlatmıştır.” Başvurucu ise olayın ardından alınan ifadesinde özetle “oğlunun hırsızlık suçundan 5 ay kadar önce tutuklandığını, olaydan bir hafta önce oğlu ile görüştüğünü, koğuş içerisinde kavga olduğunu, idareye başvuran oğlunun başka bir koğuşa alınmadığını, başvurusunun sonuçsuz kaldığını, koğuşa yeni gelenler olduğunu, huzursuzluk bulunduğunu görüşte duyduğunu, oğlunun hüküm giymediğini, yangın çıkarmak isteyecek bir kişi olmadığını, genç, güçlü olan oğlunun yangından kurtulamadığını ama 60 yaşında bir kişinin sağ olarak kurtulduğunu, bir kısım hükümlü ve tutukluların yangından kurtarılıp bir kısmının yeterli çaba sarfedilmediği için kurtarılamadığını, idarenin bu sebeple kusurlu olduğunu” beyan etmiştir. Başvurucunun anılan iddiasına ilişkin olarak Bakanlığın görüş yazısında, Şanlıurfa (E) Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu kayıtlarına göre Y.E.nin odasının değiştirilmesine yönelik herhangi bir talep veya dilekçesinin bulunmadığı, ayrıca oda içinde barındırılan diğer hükümlü ve tutuklularla husumet yaşadığına dair herhangi bir beyanının da olmadığı bildirilmiştir. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı; yangının çıkış sebebini çeşitli ihtimaller dâhilinde -terörist faaliyetler, intihar, koğuş içi huzursuzluk, kavga vb. sebepler açısından- değerlendirmiş ve sonuç olarak yangının, tutuklu ve hükümlüler tarafından Ceza İnfaz Kurumu idaresine gözdağı vermek ve onları zor durumda bırakmak amacıyla çıkartıldığı kanaatine ulaşmıştır. Savcılık, ulaştığı bu kanaati şu şekilde açıklamıştır: “Şanlıurfa Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun C-15 koğuşunda 2012 günü saat 22:41 sıralarında kasten çıkarılan yangının asıl amacı ve sebebi; ölen F.Y. başta olmak üzere, T.Ş., S.K. yanında hareket eden hükümlü ve tutukluların cezaevi yönetimine gözdağı vermek, idareyi yangın karşısında aciz ve zor durumda bırakmak istemeleridir.  Hükümlü ve tutukluları yangın çıkarmaya götüren olaylar;  - Hükümlü F.Y. önceden işlediği suçlar sebebiyle toplanan cezalarının infaz edilmesine kızmakta, mahkemelerin ve adli birimlerin kendisi ile ilgilenmediğini düşünmektedir. İlgi beklemekte ve dikkat çekmek istemektedir. Koğuşta kalan hükümlü ve tutuklular üzerinde otoritesi bulunmaktadır. Bu sebeple diğerlerini kullanarak koğuştaki yangını teşvik ettiği ve birlikte koğuşu ateşe verdikleri değerlendirilmektedir. - Ceza infaz kurumu ölenlere 2012 günü disiplin cezaları vermiştir. Disiplin cezaları resmen ölenlere tebliğ edilmemiş ise de cezaevi infaz koruma memurlarından öğrendikleri düşünülmektedir. Hükümlü ve tutuklular bu disiplin cezasını veren cezaevi idaresini çaresiz bırakmak ve dikkatleri üzerine çekmek ayrıca disiplin cezası verilmesini protesto etmek için yangını çıkardıkları anlaşılmaktadır. - C-15 koğuşunda kalan ve bütün tutuklu ve hükümlülerin sevdiği A.’nin cezaevi idaresi tarafından bu koğuştan alınıp bir başka koğuşa gönderildiği, C-15 koğuşunda kalanların bu yer değişikliğine çok kızdığı, koğuşu bu kızgınlıkla idareyi protesto etmek ve zor durumda bırakmak maksadıyla ateşe vermek istedikleri anlaşılmaktadır. (A., koğuş bahçesinde Devlet Ahmet diye yazacak kadar koğuştakilerin sevdiği bir kimsedir.) - T. Ş.’nin, cezaevi idaresinin bilgisi dışında C-15 koğuşuna getirildiği, idarenin disiplin cezalarını bilgisi dışında koğuş değişikliği sebebiyle verdiği, koğuşta bu değişikliğin huzursuzluk çıkardığı, suç ortaklarının aynı koğuşta idareye rağmen toplanmasının böyle bir toplu harekete yol açtığı ve koğuşta yangın çıkarıldığı düşünülmektedir. Hükümlü ve tutuklular idareyi aciz bırakmak, gözdağı vermek, dikkat çekmek amacıyla yangını çıkarmışlardır. Bu yangın çıkarılırken hükümlü ve tutuklular, koğuştaki hiç kimsenin yangında yaralanacağına, boğulacağına ve öleceğine ihtimal vermemişler, yangının idare tarafından kimse zarar görmeden, yaralanmadan ve ölmeden söndürülebileceği veya kendilerinin yangını söndürebileceğini öngörmüşlerdir.  Ancak hükümlü ve tutukluların çıkardığı yangının boyutu çok büyük olduğundan cezaevi imkân ve araçlarıyla kısa sürede yangını söndürmek mümkün olmamıştır.  Yangını başlatan hükümlü ve tutukluların yangını başlatırken hiç istemediği ve öngöremediği, gerçekleşeceğine ihtimal vermedikleri istenmeyen bir netice meydana gelmiştir. Yangını çıkararak üst kata çıkan on üç kişi çıkardıkları yangının dumanında boğulup ölmüştür. Kasten çıkarılmış bir yangının kestirilemeyen, öngörülemeyen ve istenmeyen sonucunda ölümler meydana gelmiştir. Hükümlü-tutukluları yangın çıkarmaya götüren olayların hiçbirinde idarenin hukuka aykırı, haksız ve mevzuata aykırı bir davranışı tespit edilememiştir.” Yapılan soruşturma sonucunda Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı, 6/6/2013 tarihli ve K.2013/5126 sayılı kararıyla yangından sağ kurtulan şüpheliler ve Ceza İnfaz Kurumu personeli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Ceza İnfaz Kurumu personeli hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararında şu değerlendirmelere yer verilmiştir: “… Somut olayda hükümlü ve tutuklular, cezaevinde sağlıksız koşullarda bulundurulduğu için ihmal veya bakımsızlıktan yada bir ihmal sonucu çıkan yangında ölmemişlerdir. Cezaevinde bir koğuşta kalan hükümlü veya tutuklular sağlıksız şartlarda tutulduğu için ölse idarenin doğal olarak ceza sorumluluğu doğardı. Yine cezaevindeki kişilerin ölümleriyle kapasitenin üzerinde doluluğun herhangi bir ilgisi olsa yine ceza sorumluluğu gündeme gelirdi. Oysa somut olay yani yangın, cezaevinde bir koğuştaki hükümlü ve tutuklularca kasten çıkarılmıştır. Kasten çıkarılan yangında cezaevi idarecilerinin doğrudan ceza sorumluluğu doğmamaktadır. Cezaevinin kapasitesinin üzerinde dolu olması, tek başına bir hak ihlali değildir, cezalandırmayı gerektiren tipik bir suç oluşturmamaktadır. Şüpheli sıfatıyla ifadesi alınan cezaevi yöneticilerinin ceza sorumluluğunu doğurabilecek, keyfi uygulama veya kapasite konusunda alınmamış bir tedbir ve norm ihlali tespit edilememiştir.  Diğer yandan cezaevinin kapasitesinin üzerinde dolu olması çıkarılan yangınla doğrudan ilgili bir konu değildir. Ölen hükümlü ve tutuklular cezaevi şartlarını gerekçe göstererek yangını çıkarmamıştır. Yangının cezaevi şartlarından dolayı çıkarıldığına dair iddiayı doğrulayan hiçbir delil yoktur. Cezaevi şartları eleştirilebilir ve kabul edilemez bulunabilir ancak yangının nedeni, ölümlerin sebebi bu olumsuz şartlar değildir, arada bir ilgi bulunmamaktadır. Cezaevi yönetimi, özel bir muamele yaparak yalnızca C-15 koğuşunda, kapasitesinin çok üzerinde tutuklu ve hükümlüyü kasten bulundurmamaktadır. Cezaevinin, 2012 günü itibariyle aynı tip her koğuşunda benzer sayıda tutuklu ve hükümlü barındırılmakta, her koğuşta kapasitesinin üzerinde kişi bulundurulmaktadır. C-15 koğuşuna benzer koğuşlarda da hemen hemen aynı sayıda tutuklu hükümlü barındırılmaktadır. Cezaevinde yalnızca C-15 koğuşuna yönelik özel bir "keyfi muamele" olmak üzere bir kapasite üstü kullanım söz konusu değildir.  … Sünger yatak kullanımı olay anında her türlü cezaevinin genel uygulamasıdır. Cezaevinde hükümlü ve tutukluların kullandığı yatakların süngerden imal edilmiş olmaları şüpheli idarecilerin bir kusuru değildir. Bütün cezaevlerinde aynı türden yatak kullanılmaktadır. Cezaevinde sünger yatak kullanılmasının yangın çıkması olayı ile doğrudan bir ilgisi olmadığından bu konuda kimseye yüklenebilir bir kusur bulunmamaktadır. Uygulama mevzuata ve kişilerin güvenliğine uygun bir tercihtir. Sünger yerine yanmayan veya daha geç yanan yada yansa bile fazla boğucu gaz ve partikül çıkarmayan maddelerden yatakların imal edilmesinin daha uygun olacağı düşünülmekle birlikte şüphelilerin böyle bir yetkilerinin bulunmadığı gözetilerek ceza hukuk yönüyle bu konuda bir sorumluluklarının bulunmadığı tespit edilmiştir. … Ceza İnfaz Kurumunda bulunan personel sayısının yangını söndürmeye yeterli olduğu, yangının başladığı anda nöbetçi infaz koruma memurlarınca fark edildiği, söndürmek için çalışmalara başlandığı, yangının hızla büyümesi, kapının hemen girişinde yatakların kasten yakılması sebebiyle söndürülemediği anlaşılmıştır.  Yangın çıktıktan sonra bir çok infaz koruma memuru yangını söndürmek için çalışmış ve toplam on üç kişi yaralanmıştır. Yaralanmayan infaz koruma personelleri de dikkate alındığında idarenin yangını söndürmek için ciddi gayret gösterdiği, her türlü imkanı kullandığı, C-14 koğuşundaki hükümlü ve tutuklulardan yardım aldığı, süresinde itfaiyeye ve acil sağlık ekiplerine haber verdiği ancak ellerinden gelen çabayı göstermelerine rağmen ölümlerin yine de açıklanan sebeplerle meydana geldiği, olay anında yangını söndürmek için yeterli personel bulunduğu, buna göre şüphelilerin bu konuda suç olarak iddia edilebilecek bir ihmal veya kusurlarının bulunmadığı anlaşılmıştır. … Cezaevlerinde yangını dumandan algılayan ve otomatik alarm veren bir sistem, koğuşlarda sigara içilmesi yasak olmadığı için kurulamamaktadır. Koğuşta sigara içilip çıkan dumanın alarm sistemini otomatik devreye sokacağı ve pratikte bu alarmı kurmanın hiç bir fayda sağlamayacağı açıktır. … Su hortumunun yangın çıkan koğuşa yetişmediği, başka bir hortumun kesilerek eklendiği ve yangına müdahale edildiği tespit edilmiştir. Su hortumunun yangın çıkan koğuşa yetişmemesi, ekleme yapılması, her tür söndürme gayretine rağmen ölümlerin meydana gelmesi karşısında, nedensel bir değer taşımamaktadır. Yangın söndürme suyu hortumu koğuşa yetişse bile sonucu tek başına değiştirecek ölümleri önleyecek değildir. Yangın, kasten hükümlü/tutuklularca çıkarılmıştır. Büyük bir yangında cezaevindeki su hortumunun yeterli olamaması, yangının meydana geldiği koğuşa ulaşmaması, önceden yangın tatbikatları sırasında bu eksikliğin fark edilip giderilmemesi, ilgililer yönünden ceza hukuku reaksiyonunu gerektirecek kadar yeterli haksızlık derecesini karşılamaması sebebiyle bir disiplin fiilidir. Su hortumunun yetişmediğini tatbikatlarda test etmeyen ilgililerin ölüm neticesinden değil, disiplin fiilleri nedeniyle cezalandırılması gerekir. Disiplin cezasının gerektiren bu fiilin suç oluşturmadığı kanaatine varılmıştır. … İdarenin bazı hükümlü ve tutukluların koğuşlarını değiştirmesi kararı, bu çapta protesto etmeyi gerektirecek önemde bir husus değildir. Yangını başlatanlardan S.K.’nin içe kapanık ve bozuk ruh hali ve F.Y.’nin aldığı mahkûmiyetlere kızması, durumuyla ilgilenilmediğini düşünmesi ve sıkıntılı depresif ruh hali dikkate alındığında idarenin hiç bir fiilinin gerçekte yangına sebep olmadığı ve idareci şüphelilerin olayda bir kusurunun bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Yangının başlatılmasını doğuran sebepleri cezaevi idaresinin hazırlamadığı, yönetici şüphelilerin iradesi dışında gerçekleştiği ve ceza sorumluluğunun doğmadığı anlaşılmaktadır. Sonuç olarak yangında ceza sorumluluğu olduğu iddia edilen cezaevinin yöneticisi şüphelilerin yukarıda sıralanan fiillerinin kanunda suç olarak tanımlanmadığı, tipiklik unsurunun bulunmadığı, gerçekleşen neticeye yönelik nedensellik bağı bulunan hiç bir taksirli hareketlerinin olmadığı, kasten ölenlerin başlattığı yangında, ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesi gereğince, ceza sorumluluklarının doğmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır.” Yangından sağ kurtulan şüpheliler hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararının gerekçesi ise şöyledir:  “...Soruşturma sırasında gözlemlenen duruma ve sağ kurtulan şüphelilerin ifadeleri arasındaki tutarlılığa, olay yerinde elde edilen delillerle bu ifadelerin uyuşmasına göre, yangından sağ kurtarılan şüphelilerin beyanlarının doğru ve gerçek olduğu kanaatine varılmıştır. Yangından kurtarılmaları tamamen tesadüfi şanslarına gelişen bir olaydır. Yangından sağ kurtarılan şüpheliler, kasten yangını çıkarmamış ve diğerlerini kasten yakarak öldürmemişlerdir. Suç sayılabilecek hiç bir aktif veya pasif hareket içerisinde bulunmadıkları, gerçekte suçtan etkilendikleri ve mağdur oldukları, olayın faili olmadıkları sonuç ve kanaatine varılmıştır. Yangından sağ olarak kurtarılanların, ölenlerin çıkardıkları yangın fiiline iştirak ettiklerine dair makul şüpheyi doğrulayan hiç bir delil elde edilemediğinden ayrı ayrı haklarında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir...” Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yapılan itiraz, Adıyaman Ağır Ceza Mahkemesinin 31/7/2013 tarihli ve 2013/2043 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 9/9/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Yangına İlişkin Yürütülen Disiplin Soruşturması Süreci Bakanlık tarafından başvuru konusu olaya ilişkin sunulan görüşte, olayın ardından yürütülen disiplin soruşturmasına ilişkin şu bilgilere yer verilmiştir: Ceza İnfaz Kurumunun olayın meydana geldiği tarihteki birinci müdürü hakkında başlatılan disiplin soruşturmasında önce 1/8 oranında aylıktan kesme cezası verildiği, ardından bu karara yapılan itiraz üzerine Adalet Bakanlığı Disiplin Kurulu Başkanlığının 27/3/2014 tarihli ve 301 sayılı kararıyla itirazın kabul edilerek söz konusu cezanın ortadan kaldırıldığı anlaşılmıştır. Ayrıca olayın ardından Ceza İnfaz Kurumu ikinci müdürü, bir infaz ve koruma başmemuru, on bir infaz ve koruma memuru hakkında da disiplin soruşturması başlatılmış; yapılan disiplin soruşturması sonucunda anılan görevliler hakkında disiplin cezası verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucu ile Bakanlık Arasındaki Uzlaşma Başvuru konusu olayda yaşamını yitiren Y.E.nin annesi (başvurucu) ve diğer kardeşleri ile Bakanlık arasında 5/11/2012 tarihinde uzlaşma yoluna gidilmiş ve başvurucu anne için 000 TL maddi ve 000 TL manevi olmak üzere toplam 000 TL, müteveffanın üç kardeşinden her biri için ise 000 TL manevi tazminat ödenmesi konusunda sulh olunmuştur. 26/9/2011 tarihli ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) gereği yapılan uzlaşma kapsamında tutulan tutanakta “sulh olunan miktarın bu tutanağın imzalandığı tarihten itibaren 2 (iki) ay içinde veya daha sonradan icra yoluyla ilgililere idarece ödenmesi halinde uzlaşmayı kabul edenler tarafından maddi veya manevi tazminat istemi ile ilgili ulusal veya uluslar arası mahkemelerde herhangi bir dava açılamayacak ve talepte bulunulamayacaktır.” ifadesine yer verilmiştir.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Müdafiin dosyayı inceleme yetkisi” başlıklı maddesinin ilgili hükümleri şöyledir:“(1) Müdafi, soruşturma evresinde dosya içeriğini inceleyebilir ve istediği belgelerin bir örneğini harçsız olarak alabilir. (2) Müdafiin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim kararıyla kısıtlanabilir.…(3) Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz.(4) Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir. (5) Bu maddenin içerdiği haklardan suçtan zarar görenin vekili de yararlanır.” 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Hapis cezalarının infazında gözetilecek ilkeler” kenar başlıklı maddesinin ilgili hükümleri şöyledir:“(1) Hapis cezalarının infaz rejimi, aşağıda gösterilen temel ilkelere dayalı olarak düzenlenir:a) Hükümlüler ceza infaz kurumlarında güvenli bir biçimde ve kaçmalarını önleyecek tedbirler alınarak düzen, güvenlik ve disiplin çerçevesinde tutulurlar.b) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin düzenli bir yaşam sürdürmeleri sağlanır. Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir. Hükümlülerin, Anayasada yer alan diğer hakları, infazın temel amaçları saklı kalmak üzere, bu Kanunda öngörülen kurallar uyarınca kısıtlanabilir.…f) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur.…” 7/11/1996 tarihli ve 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanun’un “ Tütün ürünlerinin yasaklanması” kenar başlıklı maddesinin ilgili hükümleri şöyledir: “ (1) Tütün ürünleri;  a) Kamu hizmet binalarının kapalı alanlarında, b) Koridorları dahil olmak üzere her türlü eğitim, sağlık, üretim, ticaret, sosyal, kültürel, spor, eğlence ve benzeri amaçlı özel hukuk kişilerine ait olan ve birden çok kişinin girebileceği (ikamete mahsus konutlar hariç) binaların kapalı alanlarında, c) Hususi araçların sürücü koltukları ile taksi hizmeti verenler dâhil olmak üzere karayolu, demiryolu, denizyolu ve havayolu toplu taşıma araçlarında, ç) Okul öncesi eğitim kurumlarının, dershaneler, özel eğitim ve öğretim kurumları dahil olmak üzere ilk ve orta öğrenim kurumlarının, kültür ve sosyal hizmet binalarının kapalı ve açık alanlarında,  d) Özel hukuk kişilerine ait olan lokantalar ile kahvehane, kafeterya, birahane gibi eğlence hizmeti verilen işletmelerde,  tüketilemez. (2) Ancak; a) Yaşlı bakım evlerinde, ruh ve sinir hastalıkları hastanelerinde, cezaevlerinde, ….  tütün ürünleri tüketilmesine mahsus alanlar oluşturulabilir. Bu alanlara onsekiz yaşını doldurmamış kişiler giremez.” 659 sayılı KHK’nın “İdari uyuşmazlıkların sulh yoluyla halli ve vazgeçme yetkileri” başlıklı maddesi şöyledir:“(1) İdari işlemler dolayısıyla haklarının ihlal edildiğini iddia edenler idareye başvurarak, uğramış oldukları zararın sulh yoluyla giderilmesini dava açma süresi içinde isteyebilirler. İdari eylemler nedeniyle hakları ihlal edilenlerce, idari dava açmadan önce 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 13 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca yapılan başvurular da sulh başvurusu olarak kabul edilir ve bu maddede yer alan hükümler çerçevesinde incelenir.(2) Sulh istemine ilişkin başvuru, işlemeye başlamış olan dava açma süresini durdurur. Başvuru sonuçlanmadan dava açılamaz.(3) Sulh başvurularının altmış gün içinde sonuçlandırılması zorunludur. Sulh başvurusu altmış gün içinde sonuçlandırılmamışsa istek reddedilmiş sayılır.(4) Sulh başvurusu, belli bir konuyu ve somut bir talebi içermiyorsa, idari makam tarafından reddedilir. Bu Kanun Hükmünde Kararnameye uygun olarak yapılan ve idare tarafından reddedilmeyen başvurular, hukuki uyuşmazlık değerlendirme komisyonuna gönderilir. Hak ihlaline neden olan birden fazla idarenin varlığı halinde, ortak hukuki uyuşmazlık değerlendirme komisyonu oluşturulabilir.(5) Sulh başvurularının incelenmesinde, başvurunun konusu, zarara yol açan olay ve nedenleri, zararın idari eylem veya işlemden doğup doğmadığı ve meydana geliş şekli, idarenin tazmin sorumluluğunun olup olmadığı, zararın miktarı ve ödenecek tazminat tutarı tespit edilir. Hukuki uyuşmazlık değerlendirme komisyonu tarafından, bilirkişi incelemesi dahil olmak üzere gerekli her türlü araştırma ve inceleme yapılır, olayla ilgili bilgisi bulunan kişiler dinlenebilir.(6) Hukuki uyuşmazlık değerlendirme komisyonunun inceleme sonunda hazırlayacağı rapor 11 inci madde uyarınca karar vermeye yetkili mercilere sunulur. Bu mercilerin sulh başvurusunu kabul etmesi halinde başvuru sahibine, hazırlanan sulh tutanağının imzalanması için en az onbeş günlük süre verilir. Davet yazısında, belirtilen tarihte gelmesi veya yetkili temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulh tutanağını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının bulunduğu belirtilir.(7) Tazminat miktarı ve ödeme şekli üzerinde idare ve istemde bulunanın sulh olmaları halinde buna ilişkin bir tutanak düzenlenir ve taraflarca imzalanır. Bu tutanak ilam hükmündedir. Sulh olunan miktar idare bütçesinden ödenir. Vadeye bağlanmamış alacaklarda tutanağın imzalandığı tarihten itibaren iki aylık sürenin dolmasından, vadeye bağlanmış alacaklarda ise vadenin dolmasından önce tutanak icraya konulamaz.(8) Sulh tutanağının kabul edilmemesi veya kabul edilmemiş sayılması hallerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye verilir.(9) Sulh olunan konu ya da miktara ilişkin olarak dava yoluna başvurulamaz.(10) Bu madde kapsamındaki idari uyuşmazlıkların sulhen halli ile idari davaların açılmasından, takibinden, davayı kabul ve feragatten, kanun yollarına başvurulmasından vazgeçilmesi, 11 inci maddede belirtilen esaslara ve tutarlara göre belirlenir.” 20/3/2006 tarihli ve 2006/10218 sayılı Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün “Hapis cezalarının infazında gözetilecek ilkeler” başlıklı maddesinin şöyledir: “(1) Hapis cezalarının infaz rejimi, aşağıda gösterilen temel ilkelere dayalı olarak düzenlenir:a) Hükümlüler, kurumlarda, güvenli bir biçimde ve kaçmalarını önleyecek tedbirler alınarak düzen, güvenlik ve disiplin çerçevesinde tutulurlar, b) Kurumlarda, hükümlülerin düzenli bir yaşam sürdürmeleri sağlanır. Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir. Hükümlülerin, Anayasada yer alan diğer hakları, infazın temel amaçları saklı kalmak üzere, 5275 sayılı Kanunda öngörülen kurallar uyarınca kısıtlanabilir,c) Cezanın infazında hükümlünün iyileştirilmesi hususunda mümkün olan araç ve olanaklar kullanılır. Hükümlünün kanun, tüzük ve yönetmeliklerle tanınmış haklarının dokunulmazlığını sağlamak üzere cezanın infazında ve iyileştirme çabalarında kanunîlik ve hukuka uygunluk ilkeleri esas alınır, d) İyileştirmeye gereksinimleri olmadığı saptanan hükümlülere ilişkin infaz rejiminde, bu hükümlülerin kişilikleriyle orantılı bireyselleştirilmiş programlara yer verilmesine özen gösterilir ve bu hususlar yönetmeliklerde düzenlenir, e) Cezanın infazında adalet esaslarına uygun hareket edilir. Bu maksatla kurumlar, kanun, tüzük ve yönetmeliklerin verdiği yetkilere dayanarak nitelikli elemanlarca denetlenir, f) Kurumlarda, hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur, g) Hükümlünün, infazın amacına uygun olarak mevzuat hükümlerine uyması zorunludur, h) Kanunlarda gösterilen tutum, davranış ve eylemler ile kurum düzenini ihlâl edenler hakkında 5275 sayılı Kanunda belirtilen disiplin cezaları uygulanır. Disiplin cezalarına karşı disiplin soruşturmasında yapılan savunma ve itirazlarda aynı Kanunun gösterdiği esas ve usuller uygulanır.” Anılan Tüzük’ün “İçki, uyuşturucu maddeler ve sigara yasağı” başlıklı maddesinin ilgili hükümleri şöyledir: “Alkollü içkiler içmek, esrar, afyon, morfin veya bu gibi uyuşturucu maddeler kullanmak yasaktır.  Yatılan yerlerde, atelyelerde ve okulda sigara içmek yasaktır.”
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7586
Başvuru, 2012 yılında Şanlıurfa (E) Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda çıkan yangında aralarında başvurucunun oğlunun da bulunduğu on üç kişinin hayatını kaybettiği olaya ilişkin etkili bir soruşturma yapılmaması ve yangının çıkmasına engel olma ile yangına müdahale etme konusundaki yükümlülüklerin yerine getirilmemesi nedeniyle Anayasa’nın 12. , 17. , 19. ve 14 maddelerinde güvence altına alınan hakların ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu gerçekleştiği iddia edilen ölümle ilgili olarak etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların 25/8/2010 tarihinde dünyaya gelen ve doğumdan hemen sonra birtakım sağlık sorunları yaşamaya başlayan çocukları E.N. 26/8/2010 tarihinden vefat ettiği tarihe kadar birden çok ildeki çeşitli hastanelerde tedavi görmüştür. E.N. ilk önce kabızlık tanısı ile tedavi görmüş, şikâyetlerinin devam etmesi üzerine makatında darlık olduğu anlaşılmış ve bu darlığın giderilmesi için bazı tedaviler uygulanmıştır. Geçmeyen şikâyetleri üzerine yapılan tetkikler neticesinde E.N.de tümör tespit edilmiş ve E.N.ye kemoterapi uygulanmaya başlamıştır. 22/11/2014 tarihinde aldığı ilk kemoterapi sonrasında E.N.de "nötropeni" gelişmesi üzerine ikamet ettiği ildeki S. Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde (Hastane) 30/11/2014 tedavisine başlanmış, E.N. 10/12/2014 tarihinde taburcu olmuştur. 16/12/2014 tarihinde aldığı ikinci kemoterapi sonrasında da E.N.de aynı rahatsızlığın görülmesi üzerine E.N. 24/12/2014 tarihinde ikinci kez Hastanede tedavi altına alınmıştır. İkinci tedavi sürecinde durumunun kötüleşmesi üzerine ebeveyninin talebi üzerine E.N. 30/12/2014 tarihinde ambulansla Ankara'da önceden tedavi gördüğü bir başka hastaneye sevk edilmiş, 30/12/2014 tarihinde sevk edildiği hastanede yaşamını yitirmiştir. Başvurucular 30/3/2015 tarihinde çocuklarının tedavisinde görev alan tüm doktorlar hakkında çocuklarının teşhis ve tedavisinde gerekli özeni göstermeyerek ölümüne sebep oldukları iddiasıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyet dilekçesi sunmuştur. Dilekçede doktorlar Y.K., K., N.U. ve H.U.nun çocuklarının Hastanedeki tedavi sürecinde görev aldıkları ifade edilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından verilen ayırma kararı sonrasında şüpheliler hakkında taksirle ölüme neden olma ve görevi kötüye kullanma suçlarından yürütülen soruşturma 15/4/2015 tarihli yetkisizlik kararıyla Konya Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) iletilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından şüphelilerin 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'na tabi olmaları nedeniyle dosyanın 28/4/2015 tarihli görevsizlik kararıyla S. Üniversitesi Rektörlüğüne (Rektörlük) gönderilmesine karar verilmiştir. Rektörlük tarafından 15/10/2015 tarihinde, dört doktor hakkında yürütülen soruşturma neticesinde şahısların yargılanmalarına gerek olmadığına (men-i muhakeme) karar verilmiştir. Başvurucuların söz konusu karara karşı yaptıkları itirazı inceleyen Danıştay Birinci Dairesi (Danıştay) tarafından 30/12/2015 tarihli kararla men-i muhakeme kararının bozulmasına karar verilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"...şikayetçilerin vekili tarafından 2015 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına verilen dilekçede, 2010 tarihinde doğan [E.N.nin] dışkılama ve karnında şişlik nedeniyle 2010 tarihinde [E.] Üniversitesi Tıp Fakültesinde yoğun bakıma alındığı, uzun süre çeşitli hastanelerde tedavisine devam edilen çocuğun kuyruk sokumunda ve omuriliğinde kitle olduğunun tespiti üzerine 2011 tarihinde ameliyat edildiği, birçok sağlık kuruluşunda tedavi gören çocuğun nötropeni nedeniyle 2014 tarihinde [S.] Üniversitesi Tıp Fakültesine yatışının yapıldığı, burada on gün tedavi gördüğü, ateş nedeniyle kan nakli yapılmaması gereken çocuğa ateşinin düştüğü gerekçesiyle hemşire tarafından kan verildiğini fark eden annesinin bu duruma müdahale ettiği ve doktorun talimatıyla kan verme işleminin durdurulduğu, çocuğun tedavisiyle ilgili hata yapılmaması için uğraş veren anne ve babaya servisteki doktorlar, hemşireler ve yöneticiler tarafından hakaret edildiği, Öğretim Üyesi [Y.K.nın] çocuğun anne ve babasına, doktor ve hemşireleri rahatsız edemeyeceklerini, beğenmiyorlarsa hastaneden gitmelerini söylediği, oradaki personele 'tutanak tutun ve bunları gönderin' dediği, Başhekimle görüşmelerine izin verilmediği, şikayet dilekçelerinden sonuç alınamadığı, 2014 tarihinde taburcu edilen hastanın ailesi tarafından [H.] Üniversitesi Tıp Fakültesine götürüldüğü, buradaki tedavisinden sonra 2014 tarihinde tekrar [S.] Üniversitesi Tıp Fakültesine getirildiği, ağır nötropeni geçiren çocuğun 4 kişilik odaya yatırıldığı, sürekli olarak sonda ve lavman yapılan çocuğun 14-15 yaşlarında erkek bir çocuğun olduğu odada tutulduğu, önceki yaşanan tartışmalardan kaynaklanan husumet nedeniyle çocuğun hayatının riske atıldığı, bir süre sonra tek kişilik odaya alınan çocuğa trombosit verildikten sonra çocuğun karnında şişlik ve ağrı başladığı, giderek artan bu duruma doktorlarca müdahale edilmediği, Dr. [K.] ve Dr. [N.U.nun] bu durumu gaz şikayetine bağladığı, ailenin aksi yöndeki uyarılarının dikkate alınmadığı, Dr. [A.E.nın] bu duruma tanık olduğu, sürekli serum verilen çocuğun gece 00'den ertesi gün 00'ye kadar idrar yapamamasının doktorlarca normal karşılandığı, Dr. [N.U.nun] bu durumda anormallikolmadığını söyleyerek çocuğun annesi şikayetçiye 'çok biliyorsan kendin tedavi et, nefrologlar toplantıda, istesem de gelemezler, zaten böyle bir sorun yok' dediği, çocuğun sararmaya başladığı, Dr. [H.nin] [de] bu durumda bir problem olmadığını söylediği, çocuğun Ankara'daki doktorunun durumdan haberdar edilmesi üzerine çocuğun hemen getirilmesini istediği, ailenin itirazlarına rağmen karayoluyla gidemeyecek durumda olan çocuğa hava ambulansı talep edilmediği, bu süre zarfında çok zaman kaybedildiği, hiçbir müdahelede bulunulmaksızın ve doktor olmaksızın çocuğun karayoluyla Ankara'ya gönderildiği, acı çekerek ve sarsılarak yolculuk yapan çocuğun [H.] Üniversitesi Tıp Fakültesine getirildiği gün vefat ettiği belirtilerek çocuğun tedavi sürecine katılan tüm hastaneler ve doktorlarla ilgili olayların ve şikayetlerin sebeplerinin ayrıntılı olarak açıklandığı, söz konusu şikayetin [S.] Üniversitesi Tıp Fakültesindeki doktorlarla ve hemşirelerle ilgili kısmının yukarıda açıklandığı şekilde olduğu, Başsavcılığın görevsizlik kararı üzerine [S.] Üniversitesi Rektörlüğünce başlatılan soruşturmada, olayla ilgili olarak [A.] Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyelerinden bilirkişi raporu alındığı, ancak bu raporda, 2014 tarihi itibarıyla Hastaneye başvurduğunda çocuğun mevcut sağlık durumu itibarıyla 4 kişilik bir odaya yatırılmasının tıbbi kriterlere uygun olup olmadığı, karnındaki şişlik şikayetiyle ilgili gerekli tetkiklerin yapılıp yapılmadığı, hastalığıyla ilgili doğru tanının konulup konulmadığı, bu süreçte hastanın sağlık durumunun teşhis, tetkik ve tedavisinde eksiklik olup olmadığı, varsa bu durumun ve hasta için Nefroloji konsültasyonu istenmemesinin tıp kurallarına uygun düşüp düşmediği, genel olarak hastanın bu süreçteki takip ve tedavisinde dikkatsizlik ve özensizlik gösterilip gösterilmediği, Öğretim Üyesi [Y.K.nın] bu dönemdeki tedavide görev alıp almadığı, almadıysa bu durumun tıp kurallarına uygun olup olmadığı, [H.] Üniversitesi Tıp Fakültesine sevk edildiği tarih itibarıyla hastanın karayoluyla sevkinin sağlık durumunda kötüleşmeye ve tedavisinde gecikmeye neden olup olmadığı, ambulanstaki şartların sevk için uygun olup olmadığı hususlarının da aydınlatılmadığı sonucuna ulaşılmıştır.Bu durumda soruşturmada belirtilen hususların aydınlatılması için [S.] Üniversitesi ve [A.] Üniversitesi dışında başka bir üniversitede görevli ve bu üniversite rektörlüğünce atanacak konunun uzmanı üç kişiden oluşturulacak bilirkişi heyetinden, hastanın [H.] Üniversitesi Tıp Fakültesindeki hasta dosyası da temin edilerek yukarıda sorulan hususları aydınlatan bir bilirkişi raporu alınması, Dr. [A.E.nın] iddialarla ilgili olarak tanık sıfatıyla ifadesine başvurulması ayrıca soruşturmacı tarafından şikayetçilere ve vekiline çağrı kağıdı çıkarılarak bu kişilerin davet edilmeleri ve dinlenmeleri, gelmedikleri takdirde de sonraki usuli işlemlerin yapılması gerekmektedir. Açıklanan nedenlerle, eksik incelemeye dayalı olarak düzenlenen soruşturma raporu esas alınarak verilen şüphelilerin men-i muhakemelerine ilişkin [S.] Üniversitesi Rektörlüğünce oluşturulan Yetkili Kurulun 2015 tarihli kararının bozulmasına, ..." Karar üzerine Rektörlük tarafından başvurucuların ve tanık doktor A.E.nin beyanı alınmıştır. A.E. beyanında özetle hastaya uygun tedavilerin yapıldığını ve herhangi bir kötü muamelede bulunulmadığını ifade etmiştir. Ayrıca olayla ilgili olarak E. Üniversitesi Tıp Fakültesinde görevli üç doktordan oluşan heyetten bilirkişi raporu temin edilmiştir. Raporun ilgili kısmı şöyledir:"...(15/12/2014 ila 23/12/2014 tarihleri arası yatarak) taburcu edildikten bir gün sonra (24/12/2014'de) ateş ve öksürük, ishal, karın ağrısı yakınmaları ile [S.] Üniversitesi Tıp Fakültesine başvurmuş. Yapılan fizik bakı ve laboratuvar sonuçları ile Çocuk Onkoloji Kliniğine yatırılmış, yapılan görüntülemelerle tümörünün büyüdüğü ve ağır nötropenik ateş kliniğinin olduğu saptanmış, uygun antibiyotik ... ve nötrofilleri yükseltmeye yönelik ... tedavisi hızlıca başlanmıştır. Hastanın klinik bulgularını düzeltmeye yönelik gerekli sıvı ve kan ürünleri destek tedavileri yapılmış, izlemde klinik bulguların stabil olduğu ve ateşin düşmeye başladığı gözlenmiş, bu arada yapılan infeksiyon hastalıkları konsültasyonunda antibiyoterapi değişimi önerilmediği belirtilmiştir. Hastanın isahlinin olması üzerine yapılan sıvı tedavisi planlamaları yapılmış ve uygulanmış. Nötropenik süreci devam eden hastanın ailesine yapılan uyarılara rağmen (ateş+ ishal varken) lavman yapmaya devam ettikleri (ki bu olay enfeksiyonun yaygınlığını artırabilen bir olaydır) bu arada gelişen idrar miktarındaki azalmanın ishal ve sıvı tedavisinin yeterli olmamasından (aile kendisi manipüle ettiği için) kaynaklandığı aileye belirtildiği ve doktor order kesmelarına müdahale etmemeleri gerektiği, böbrek fonksiyonlarının her an bozulabileceği bildirilmiştir. Yinelenen biyokimyasal testlerde böbrek fonsiyonlarının bozulmadığı gözlenmiştir.Aileye hastanın kliniği ve laboratuar bulguları izleyen doktorlarca anlatılmış, ancak aile 29/12/2014 gecesi kendi isteğiyle tedavisinin yapıldığı yere... gitmek istediklerini belirtmiş, klinik durumu uygun olmamasına rağmen istek üzerine 112 ile haberleşilerek, bu merkeze gönderildiği görülmüştür. 112 ile [H.] Tıp Fakültesi Çocuk Acil Bölümüne getirilen hastanın genel durumunun iyi olamdığı, vital fonsiyonlarının bozuk olduğu (hipotansiyon, metabolik asidoz varlığı) içinde olduğu saptanmış. Antibiyotik tedavisini yoğunlaştırıldığı ... ve sepsis kliniğindeki hastanın gerekli sıvı tedavisinin ayarlandığı görülmüştür. Aileye hastanın tümörünün büyüdüğü ve eklenen nötropenik ateş enfeksiyonu ile hayati fonksiyonlarının bozulduğu anlatılmıştır. Tüm gerekli tedavinin verilmesine rağmen 30/12/2015'de vefat etmiştir.Nötropenik ateş ... ve hızla gelişen sepsis ve çoklu organ yetmezliği tablosu, bu hastada olduğu gibi tümörün kontrol altına alınamadığı (hastada Kürden sonra tümörün büyüdüğünün açıklanması) durumlarda daha fazla olmak üzere genelde hayatı büyük oranda tehdit eden bir tablodur. ...bu tablo en gelişmiş merkezlerde bile kanserli hasta kayıplarının önemli nedenlerindendir. Her iki merkezde de hasta gözlem notları ve doktor ifadelerinin incelemeleri sonucunda hastaya hastanede yattığı süreçte yapılan tedavi ve işlemlerde eksiklik veya yanlışlıkların olmadığı kanaatine varılmıştır..." Neticede Rektörlük tarafından 7/11/2016 tarihinde, dört doktor hakkında yeniden men-i muhakeme kararı verilmiştir. Karar, Danıştay tarafından 28/12/2016 tarihinde onanmıştır. Bu karar başvuruculara 6/4/2017 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucular 5/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Ali Abidin Saruhanoğlu ve diğerleri, B. No: 2014/15478, 6/12/2017, §§ 39-42; , B. No: 2014/15910, 7/2/2018, §§ 30,
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/22109
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu gerçekleştiği iddia edilen ölümle ilgili olarak etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, uzun yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/902
Başvuru, uzun yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, bireysel başvuru konusu yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucuların şüpheli sıfatıyla 11/12/2013 tarihinde ifadelerinin alınmasıyla başlayan yargısal süreç, Yargıtay bozma kararı neticesi, derece mahkemesinde derdest olarak devam etmektedir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/9919
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, velayet hakkı sahibi tarafından çocuğun isminin değiştirilmesi talebiyle açılan dava sonucunda verilen kabul kararının sonradan kaldırılması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, H.Ş. isimli kişi ile 2007 yılında evlenmiştir. Bu evlilikten 2009 yılında Hüseyin ismini verdikleri bir erkek çocuk dünyaya gelmiştir. Başvurucu ile H.Ş., evlilik birliğinin sarsıldığı gerekçesiyle Kütahya Aile Mahkemesinin 10/3/2011 tarihli kararıyla boşanmıştır. Kararla birlikte müşterek çocuk Hüseyin'in velayeti annesi olan başvurucuya verilmiş ve çocuk ile baba H.Ş. arasında kişisel ilişki kurulmasına hükmedilmiştir. Söz konusu karar 30/6/2011 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, müşterek çocuğun isminin Umut olarak değiştirilmesi talebiyle21/7/2011 tarihinde Kütahya Asliye Hukuk Mahkemesinde isim tashihi davası açmıştır. Velayet hakkı sahibi olduğunu belirten başvurucu dava dilekçesinde, doğduğu andan itibaren müşterek çocuğa Umut ismiyle seslendiklerini ve davanın haklı nedenlere dayandığını ileri sürmüştür. Kütahya Asliye Hukuk Mahkemesinin 22/9/2011 tarihli kararıyla davanın reddine hükmedilmiştir. Karar gerekçesinde; müşterek çocuğa başvurucu tarafından Umut, baba H.Ş. tarafından Hüseyin şeklinde hitap edildiği ancak duruşma esnasında çocuğa Umut diye seslenildiğinde tepki vermediği, sesin geldiği tarafa bakmadığı belirtilmiştir. Hüseyin ismiyle seslenildiğinde ise çocuğun sesin geldiği yöne baktığı, bu nedenle çocuğun Hüseyin ismiyle bütünleştiğinin anlaşıldığı ifade edilmiştir. Kararda, çocuğun isminin değiştirilmesi talebi yönünden yasal koşulların oluşmadığı değerlendirmesine yer verilmiştir. Temyiz edilmeyen karar kesinleşmiştir.Başvurucu, velayeti altında olduğunu belirttiği müşterek çocuğun isminin Umut olarak değiştirilmesi talebini yineleyerek aynı gerekçelerle 21/12/2012 tarihinde bir kez daha isim tashihi davası açmıştır. Kütahya Asliye Hukuk Mahkemesinin 7/5/2013 tarihli kararıyla davanın kabulü ile müşterek çocuğun isminin Umut olarak tashih edilmesine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde; baba H.Ş. tarafından çocuğun isminin Hüseyin olarak nüfus kütüğüne kaydedildiği, buna rağmen çocuğun Umut şeklinde hitap edilerek büyütüldüğü ve kendisini Umut olarak tanıyıp bildiği ifade edilmiştir. Kararda, davalı Kütahya Nüfus Müdürlüğü (Nüfus Müdürlüğü) temsilcisi tarafından baba H.Ş.nin de beyanının alınması gerektiğine ilişkin savunma yapıldığı belirtilmiş ise de velayet hakkı sahibi olan başvurucunun çocuğun yasal temsilcisi konumunda olması nedeniyle tek başına dava açabileceği ifade edilerek anılan savunmaya itibar edilmemiştir. Temyiz edilmeyen karar kesinleşmiştir. Başvurucunun eski eşi ve müşterek çocuğun babası H.Ş., Kütahya Asliye Hukuk Mahkemesinin 7/5/2013 tarihli isim tashihi davasının kabulüne ilişkin kararının kaldırılması talebiyle (isim düzeltilmesi talepli) başvurucuya ve Nüfus Müdürlüğüne karşı 6/12/2013 tarihinde Kütahya Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde H.Ş.; başvurucunun kendisine haber vermeden ve haklı bir gerekçe olmadan müşterek çocuğun isminin değiştirilmesi talebiyle dava açtığını, söz konusu dava neticesinde çocuğun isminin Umut olarak değiştirilmesine karar verildiğini, taraf teşkilinin sağlanması amacıyla ilgili mahkeme tarafından da kendisine herhangi bir çağrıda bulunulmadığını ve tashih kararını sonradan öğrendiğini belirterek anılan kararın kaldırılması gerektiğini ileri sürmüştür. Kütahya Asliye Hukuk Mahkemesinin 16/10/2014 tarihli kararıyla davanın kabulü ile müşterek çocuğun isminin Umut olarak değiştirilmesine ilişkin Kütahya Asliye Hukuk Mahkemesinin 7/5/2013 tarihli kararının iptaline ve çocuğun isminin Hüseyin olarak nüfusa tescil edilmesine hükmedilmiştir. Başvurucunun davalı sıfatıyla katılımının sağlandığı dava sonunda verilen karar gerekçesinde, ismin değiştirilmesinden zarar gören kimsenin değiştirme kararının kaldırılmasını dava edebileceği ve davaya dâhil edilmeyerek velayete ilişkin haklarını kullanması engellenen baba H.Ş.nin bu hususta itiraz hakkının bulunduğu belirtilmiştir. Kararda, H.Ş. tarafından yasal süresinde açılan ve haklı nedenlere dayanan söz konusu davanın -Yargıtay uygulaması da dikkate alınarak- kabulünün gerektiği ifade edilmiştir. Söz konusu karar (kapatılan) Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/10/2015 tarihli kararıyla onanmıştır.Nihai karar 4/11/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.Başvurucu 3/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu'nun "Adın değiştirilmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Adın değiştirilmesi, ancak haklı sebeplere dayanılarak hâkimden istenebilir.Adın değiştirildiği nüfus siciline kayıt ve ilân olunur.Ad değişmekle kişisel durum değişmez.Adın değiştirilmesinden zarar gören kimse, bunu öğrendiği günden başlayarak bir yıl içinde değiştirme kararının kaldırılmasını dava edebilir. "4721 sayılı Kanun'un "Velayet" başlıklı kısmında yer alan maddenin birinci fıkrası şöyledir:"Ergin olmayan çocuk, ana ve babasının velâyeti altındadır. Yasal sebep olmadıkça velâyet ana ve babadan alınamaz."4721 sayılı Kanun'un "Velayet"başlıklı kısmında yer alan madde şöyledir:"Evlilik devam ettiği sürece ana ve baba velâyeti birlikte kullanırlar.Ortak hayata son verilmiş veya ayrılık hâli gerçekleşmişse hâkim, velâyeti eşlerden birine verebilir.Velâyet, ana ve babadan birinin ölümü hâlinde sağ kalana, boşanmada ise çocuk kendisine bırakılan tarafa aittir." 4721 sayılı Kanun'un "Velayet"başlıklı kısmında yer alan maddenin beşinci fıkrası şöyledir: "Çocuğun adını ana ve babası koyar." 4721 sayılı Kanun'un "Velayet"başlıklı kısmında yer alan maddenin birinci fıkrası şöyledir:"Ana ve baba, velâyetleri çerçevesinde üçüncü kişilere karşı çocuklarının yasal temsilcisidirler."25/4/2006 tarihli ve 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun "Nüfus davaları " kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"a) Nüfus kayıtlarına ilişkin düzeltme davaları, düzeltmeyi isteyen şahıslar ile ilgili resmî dairenin göstereceği lüzum üzerine Cumhuriyet savcıları tarafından yerleşim yeri adresinin bulunduğu yerdeki görevli asliye hukuk mahkemesinde açılır. Kayıt düzeltme davaları nüfus müdürü veya görevlendireceği nüfus memuru huzuru ile görülür ve karara bağlanır.b) Haklı sebeplerin bulunması hâlinde aynı konuya ilişkin düzeltme yapılması hâkimden istenebilir..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen özel hayat kavramı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından da oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapılmaktan özellikle kaçınılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51). Bununla birlikte Sözleşme’nin denetim organlarının içtihatlarında bireyin kişiliğini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi kavramının özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesine temel alındığı anlaşılmaktadır. Özel hayatın korunması hakkının sadece mahremiyet hakkına indirgenemeyeceği gerçeği karşısında kişiliğin serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar, bu hakkın kapsamına dâhil edilmiştir. Bu kapsamda dış dünya ile ilişki kurma noktasında son derece önemli olan isim hakkı da Sözleşme denetim organları tarafından ön ismi ve soy ismi kapsayacak şekilde maddenin güvence alanı içinde yorumlanmıştır. AİHM, Sözleşme’nin maddesinin isim ve soy ismi konusunda açık bir hüküm içermediğini belirtmekle beraber bunun kişinin kimliğinin ve aile bağlarının belirlenmesinde kullanılan bir araç olması nedeniyle belirli bir dereceye kadar diğer kişilerle ilişki kurmayı da içeren özel hayata ve aile hayatına saygı hakkıyla ilgili olduğunu, bir kamu hukuku konusu olarak toplumun ve devletin isimlerin düzenlenmesi konusuyla ilgilenmesinin bu unsuru özel hayat ve aile hayatı kavramlarından uzaklaştırmayacağını kabul etmektedir (Burghartz/İsviçre, B. No: 16213/90, 22/2/1994, § 24; Stjerna/Finlandiya, B. No: 18131/91, 25/11/1994, § 37). Bu kapsamda isimleri üzerinde değişiklik yapılması hususunda ciddi nedenlere sahip olan kişilerin belirli şartlar altında bu imkâna sahip olması, Sözleşme’nin maddesinin koruma alanına girmektedir. Ancak AİHM'e göre nüfus bilgilerinin eksiksiz olarak kaydedilmesi, kimliğin belirlenmesi veya belli isimdeki kişilerin belli bir aile ile bağlantılarının kurulabilmesi gibi kamu yararının gerektirdiği durumlarda isim değiştirme imkânına yasal birtakım sınırlamalar getirilmesi mümkündür (Stjerna/Finlandiya, § 39; Kemal Taşkın ve diğerleri/Türkiye, B. No: 30206/04…, 2/2/2010, § 48).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/18910
Başvuru, velayet hakkı sahibi tarafından çocuğun isminin değiştirilmesi talebiyle açılan dava sonucunda verilen kabul kararının sonradan kaldırılması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, tutukluluğa ilişkin bazı itirazların değerlendirilmemesi ve tutuklulukla ilgili bir kısım kararın hiç veya süresinde tebliğ edilmemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, mal varlığına hukuka aykırı olarak tedbir konulması nedeniyle mülkiyet hakkının, sulh ceza hâkimliklerinin yapısı gereği bağımsız ve tarafsız olmaması, savunmasını hazırlamak için gerekli imkân ve kolaylıklardan yararlandırılmaması, tanık beyanlarını inceleyememesi ve delil sunma fırsatı verilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, ceza infaz kurumunda tek kişilik odada tutulma nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesi uyarınca ceza infaz kurumunda tek kişilik odada tutulmasına ilişkin uygulamanın tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Komisyonca, ileri sürülen iddialar ve dosyadaki belgeler itibarıyla -başvurucunun yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehlike altında olduğunun anlaşılamadığı değerlendirilerek- tedbir talebi incelenmek üzere Bölüme gönderilmemiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Yapılan incelemede kişi bakımından aralarında bağlantı bulunduğu anlaşılan 2017/29276, 2017/34637 ve 2018/5390 numaralı başvuruların 2017/18699 numaralı başvuru ile birleştirilmesine, incelemenin 2017/18699 numaralı başvuru üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. A. Adli Soruşturma Sürecine İlişkin Genel Bilgiler Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu son olarak İstanbul Anadolu Adliyesinde hâkim olarak görev yapmakta iken Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından 16/7/2016 tarihli karar ile görevden uzaklaştırılmış ve 24/8/2016 tarihinde meslekten çıkarılmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla görevden uzaklaştırılanlar hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine başvurucu, İstanbul Başsavcılığının (Başsavcılık) talimatıyla 17/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu, İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliğinin 21/7/2016 tarihli kararıyla terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Başsavcılık 4/7/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 10/7/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/238 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Başvurucunun tutukluluk durumunu inceleyen Mahkeme 11/7/2017 tarihinde tutukluluğun devamına karar vermiştir. Mahkemece 28/9/2017 tarihinde yapılan ilk duruşmada başvurucunun savunması alınmıştır. Başvurucu savunmasında özetle isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir. Mahkemece 25/12/2017 tarihli ikinci duruşma sonunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Sanığın kullanımında olan [..4] numaralı hat üzerinden FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün kullanımına tahsis edilen, örgüt üyelerinin kendi aralarında gizli haberleşmeyi sağlayan ve örgüte üye olmayanlar tarafından kullanılması mümkün olmayan ve ayrıca ülke çapında yürütülen yargılamalardan anlaşılacağı üzere 2014 HSYK seçimleri öncesi örgüt üyesi hakim ve cumhuriyet savcılarının seçim çalışmaları için de kullandığı kriptolu ByLock haberleşme ve iletişim programını farklı tarihlerde bilinçli olarak sistematik biçimde kullandığının bilimsel verilerle tespit edilmesi, vpn kullanılması veya başkaca yöntemlerle ByLock kullanımın olduğundan daha az gösterilmesinin mümkün olduğu, bu sebeple tespit edilen ByLock kullanımın sanığın asgari kullanım durumu olduğu, bir haberleşme programını kullanmak tek başına suç teşkil etmese de yukarıda ayrıntılı açıklandığı üzere ByLock'un mahiyeti itibariyle sadece FETÖ/PDY örgüt üyelerince kullanıldığı, ülke çapında yapılan yargılamalardan FETÖ/PDY terör örgütünün HSYK seçimlerinde desteklediği adaylar olduğu anlaşılan şahıslar lehine sanığın seçim çalışması yapması ve tüm dosya kapsamına göre sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısı içerisinde yer alıp, örgütle güncel bağını devam ettirdiği ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk ettiği, örgüte hakim olan hiyerarşik gücün emrine girdiği, örgütle organik bağ kurup örgüt üyesi sıfatına haiz olduğu anlaşılmıştır. Sanığın içinde bulunduğu yapının illegal bir örgüt yapılanması olduğunu bilecek konumda olduğu, örgütün Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve onun meşru kurumlarını kendine tehdit olarak gördüğü buna karşı sanıkların örgüt içi haberleşmeyi sağlamak amacıyla telefonuna bylock kullanarak, örgüt lehine seçim çalışması yaparak örgütle ilişkisini devam ettirdiği, suçun manevi unsurunun da oluştuğu dolayısıyla sanığın tarafını seçtiği ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olduğu mahkememizce kabul edilmiştir.ByLock ıp baz bilgileri ile normal hts baz kayıtlarının aynı olmasının zorunlu olmaması, aynı ve yakın zaman diliminde kullanılan baz istasyonlarının farklı olabileceği anlaşılmakla buna yönelik savunmalara itibar edilmemiştir. ..." Başvurucunun hakkında verilen mahkûmiyet hükmüne karşı yaptığı istinaf başvurusu İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 10/1/2018 tarihli kararıyla esastan reddedilmiştir. Anılan hükme karşı temyiz yoluna başvurulmuş olup Yargıtay Ceza Dairesinin 19/3/2019 tarihli kararıyla verilen karar bozulmuştur. Kararın ilgili kısmı şu şekildedir:"...Bylock kullanıcısı olduğunu kabul etmeyen sanığın, bylock uygulamasını kullandığının kuşkuya yer vermeyecek şekilde teknik verilerle tespiti halinde, bylock kullanıcısı olduğuna dair delilin atılı suçun sübutu açısından belirleyici nitelikte olması karşısında, Bylock Tespit ve Değerlendirme tutanağının ilgili yerlerden getirtilerek, CMK’nın maddesi uyarınca duruşmada sanık ve müdafiine okunup dosyada bulunan 2016 tarihli [H.] adına sanık hakkında yapılan ihbarın araştırılarak, tespiti halinde ihbarcının tanık olarak dinlenmesi suretiyle sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken eksik araştırma ile yazılı şekilde karar verilmesi, Kanuna aykırı, sanık ve müdafiinin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı CMK'nın 302/ maddesi uyarınca BOZULMASINA, ..." Bozma üzerine yargılamaya Mahkemenin E.2019/263 sayılı dosyasında devam olunmuştur. Mahkemece 17/5/2019 tarihinde tensip zaptıyla başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Dosya bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla derdesttir.B. Ceza İnfaz Kurumunda Tutulmaya İlişkin Bilgiler Başvurucu, 24/9/2016 tarihinde nakil geldiği Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) C Blok koridor 55 numaralı tek kişilik odaya yerleştirilmiştir. Başvurucu 18/2/2019 tarihinde ise -havalandırma bahçesi 81 ve 82 numaralı tek kişilik odalar ile ortak olan- C Blok koridor 83 numaralı tek kişilik odaya konulmuştur. Başvurucu, İnfaz Kurumundan salıverildiği 17/5/2019 tarihine kadar bu odada tutulmuştur. Başvurucu, tek kişilik odaya alınmasının hukuka aykırı olduğunu belirterek Silivri İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) uygulamayı şikâyet etmiştir. İnfaz Hâkimliği 24/11/2016 tarihli kararı ile başvurucunun talebini reddetmiştir. İnfaz Hâkimliği gerekçesinde, tutuklu hakkında yapılan uygulamanın ceza infaz kurumu kurallarına ve mevzuata uygun olduğunu belirtmiştir. Başvurucunun itirazı 17/1/2017 tarihinde Silivri Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir. Nihai karar, 30/1/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesinin yazısına İnfaz Kurumu tarafından verilen 26/2/2021 tarihli cevaba göre;i. Başvurucunun tutulduğu odalar yaklaşık 12,5 metrekare büyüklüğünde olup odalarda havalandırma penceresi, duş ve tuvalet bulunmaktadır. Odada merkezî sistem TV ve radyo yayını mevcuttur.ii. Başvurucu, İnfaz Kurumunda bulunduğu süre içinde 4 kez avukatlarıyla, 32'si açık 81'i kapalı olmak üzere toplamda 113 kez yakınlarıyla görüş gerçekleştirmiştir. Açık görüşlerden 28'i, kapalı görüşlerden 78'i ve tüm avukat görüşmeleri ilk tutulduğu odadaki zamana denk gelmektedir. Başvurucu ayrıca 90 farklı tarihte on dakikalık sürelerle telefonla konuşma hakkından yararlanmıştır. iii. Başvurucu, İnfaz Kurumunda tutulduğu süre içinde süreli ve süresiz yayınlardan faydalanma hakkını kullanabilmiş; talebi üzerine kendisine Kurum kütüphanesinden otuz beşin üzerinde kitap verilmiş ayrıca Kurum dışından getirilen altı kitap başvurucuya teslim edilmiştir. Başvurucuya ayrıca her gün dört farklı gazeteyi satın alıp okuyabilme imkânı sağlanmıştır.iv. Başvurucu, ilk tutulduğu odadaki 20 metrekare büyüklüğündeki havalandırma bahçesinden sabah sayımdan akşam hava kararıncaya kadar her gün yararlanmış ve havalandırma hakkını başka hükümlü veya tutuklu olmaksızın tek başına kullanmıştır. Başvurucunun tutulduğu diğer odanın havalandırma bahçesi ise 70 metrekaredir ve bu alanı iki tek kişilik odada tutulan tutuklular ile birlikte önceki gibi gün boyunca kullanabilmiştir.v. Başvurucu, İnfaz Kurumunun Psikososyal Biriminde görevli kişilerle 16 farklı tarihte görüşme gerçekleştirmiştir. İnfaz Kurumunda bulunduğu süre içinde farklı tarihte 22'si psikiyatri olmak üzere 36 kez çeşitli polikliniklerde muayene edilmiş ve kendisine gerekli ilaç tedavilerine başlanmıştır. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39; Mustafa Özterzi [GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-48; Raşit Konya, B. No: 2017/26780, 28/6/2018, §§ 15-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/18699
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, tutukluluğa ilişkin bazı itirazların değerlendirilmemesi ve tutuklulukla ilgili bir kısım kararın hiç veya süresinde tebliğ edilmemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, mal varlığına hukuka aykırı olarak tedbir konulması nedeniyle mülkiyet hakkının, sulh ceza hâkimliklerinin yapısı gereği bağımsız ve tarafsız olmaması, savunmasını hazırlamak için gerekli imkân ve kolaylıklardan yararlandırılmaması, tanık beyanlarını inceleyememesi ve delil sunma fırsatı verilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, ceza infaz kurumunda tek kişilik odada tutulma nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; bağışa dayalı emekli geliri sisteminden yapılan toptan ödemeden gelir vergisi kesintisi yapılması nedeniyle mülkiyet hakkının, buna ilişkin olarak açılan davada benzer durumdaki davalardan farklı karar verilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1947 doğumlu olup Antalya'da ikamet etmektedir. Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetlerinden emekli olmuş bir subaydır. Başvurucu, Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK) bünyesindeki bağışa dayalı emekli geliri sistemi (sistem) mensubu iken 6/10/2011 tarihinde sistemden ayrılmıştır. Sistemden ayrılan başvurucuya 748,97 TL toptan ödeme yapılmıştır. Başvurucu 20/3/2012 tarihinde gelir vergisi beyannamesi vermiş, sistemden yapılan toptan ödemeyi 2011 yılı geliri olarak beyan etmiş, beyan üzerine tahakkuk eden 115,92 TL gelir vergisini iki taksit hâlinde 29/3/2012 ve 30/7/2012 tarihlerinde ödemiştir. Başvurucu 18/2/2016 tarihli dilekçeyle 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun maddesi uyarınca Düden Vergi Dairesi Müdürlüğüne vergi hatası düzeltme başvurusunda bulunmuştur. Başvurucu; sistemden yapılan toptan ödemenin 31/12/1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrasının (6) numaralı bendi uyarınca alacak faizi olarak değerlendirilmesinin hukuka aykırı olduğunu, bu nedenle ödenen verginin iadesi gerektiğini belirtmiştir. Düzeltme talebi 24/2/2016 tarihli işlemle reddedilmiştir. Başvurucu 213 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca Gelir İdaresi Başkanlığına 7/3/2016 tarihinde şikâyet yoluyla müracaat etmiştir. Şikâyet müracaatına karşı herhangi bir cevap verilmemiştir. Başvurucu, Gelir İdaresi Başkanlığının sessiz kalmasını zımni ret işlemi olarak yorumlayarak 17/5/2016 tarihinde Ankara Vergi Mahkemesinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde, sistemden yapılan toptan ödemenin faiz geliri olarak nitelenemeyeceği, bu sebeple gelir vergisine tabi olmadığı belirtilmiş; hatalı olarak yapılan gelir vergisi tarhiyatının düzeltilerek 115,92 TL'nin yasal faiziyle birlikte iadesine karar verilmesi talep edilmiştir. Davalı idare tarafından mahkemeye sunulan cevap dilekçesinde, olayda vergi hatasının değil hukuki bir uyuşmazlığın bulunduğu, hukuki uyuşmazlıkların 213 sayılı Kanun'un ve devamı maddelerinde düzenlenen vergi hatası düzeltme-şikâyet yolunun kapsamına girmediği ileri sürülmüştür. Savunma dilekçesinde esasa yönelik olarak ise sistemden yapılan toptan ödemelerin faiz geliri olarak menkul sermaye iradı sayıldığı ve gelir vergisine tabi olduğu belirtilmiştir. Ankara Vergi Mahkemesi 20/6/2016 tarihinde davayı yetki yönünden reddetmiş, dosyayı yetkili mahkeme olarak tespit ettiği Antalya Vergi Mahkemesine göndermiştir. Uyuşmazlığa bakan Antalya Vergi Mahkemesi (Mahkeme) 12/9/2017 tarihinde davayı esastan reddetmiştir. Kararın gerekçesinde özetle şunlar belirtilmiştir:i. Vergi, resim, harç ve benzeri yükümlerin tarh, tahakkuk, tahsil işlemlerinden ve bunlarla ilgili zam ve cezalardan doğan uyuşmazlıkların çözümünde genel ilke 20/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Kanunu'na uygun olarak vergi mahkemesinde süresinde dava açılmasıdır. Ancak vergilendirme işleminden doğan uyuşmazlıkların bir hukuki ihtilaftan değil maddi hatadan ibaret bulunması hâline özgü olarak kanun koyucu genel dava yolundan ayrı olarak 213 sayılı Kanun'un ila maddelerinde düzenlenen ve vergi literatüründe "Düzeltme ve Şikâyet Müessesesi" denilen bir idari başvuru yolu vazetmiştir. Bu yola başvurulabilmesi için ortada bir hukuki ihtilaftan ziyade 213 sayılı Kanun'un ilgili maddelerinde belirtilen türde bir vergi hatasının bulunması gerekir. Buna göre idareden düzeltilmesi talep edilebilecek vergi hataları, düzeltme isteminde bulunulan idari makamın veya uyuşmazlık hâlinde yargı yerinin yorum tekniklerine başvurmadan, ilk bakışta anlayabileceği açıklıktaki vergilendirme yanlışlıklarıdır. ii. Dava konusu olayda ise OYAK tarafından davacıya yapılan ödemenin 3/1/1961 tarihli ve 205 sayılı Ordu Yardımlaşma Kurumu Kanunu'nun maddesinde sayılan yardımlar kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği, diğer bir ifadeyle yapılan toplu ödemenin faiz geliri olarak kabul edilip edilemeyeceği ancak ilgili kanunların hukuki yorumu ile çözülebilecektir. Bu sebeple başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar, vergi hatalarından hiçbirine girmeyip 213 sayılı Kanun'un düzeltme hükümlerine uygun olmayan bu başvurunun reddedilmesinde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Başvurucu bu karara karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde dava dilekçesindeki iddialar tekrarlanmakla birlikte emsal nitelikte olduğu değerlendirilen ve davacılar lehine verilen Ankara Vergi Mahkemelerine ait beş karardan söz edilmiştir. Konya Bölge İdare Mahkemesi Vergi Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 11/9/2018 tarihinde istinaf istemini, mahkeme kararının usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek esastan reddetmiştir. Nihai karar 17/10/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2577 sayılı Kanun'un "Dava açma süresi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde ... vergi mahkemelerinde otuz gündür." 213 sayılı Kanun'un "Vergi hatası" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Vergi hatası, vergiye mütaallik hesaplarda veya vergilendirmede yapılan hatalar yüzünden haksız yere fazla veya eksik vergi istenmesi veya alınmasıdır." 213 sayılı Kanun'un "Vergilendirme hataları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Vergilendirme hataları şunlardır:... Mevzuda hata: Açık olarak vergi mevzuuna girmiyen veya vergiden müstesna bulunan gelir, servet, madde, kıymet, evrak ve işlemler üzerinden vergi istenmesi veya alınmasıdır...." 213 sayılı Kanunu'nun "Düzeltme talebi" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Mükellefler, vergi muamelelerindeki hataların düzeltilmesini vergi dairesinden yazı ile isteyebilirler." 213 sayılı Kanun'un "Şikayet yolu ile müracaat" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Vergi mahkemesinde dava açma süresi geçtikten sonra yaptıkları düzeltme talepleri reddolunanlar şikayet yolu ile Maliye Bakanlığına müracaat edebilirler." 193 sayılı Kanun'un "Menkul Sermaye İradı"nın "Tarif"ni düzenleyen maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Sahibinin ticari, zirai veya mesleki faaliyeti dışında nakdi sermaye veya para ile temsil edilen değerlerden müteşekkil sermaye dolayısıyla elde ettiği kar payı, faiz, kira ve benzeri iratlar menkul sermaye iradıdır.Kaynağı ne olursa olsun aşağıda yazılı iratlar menkul sermaye iradı sayılır:... Her nevi alacak faizleri (Adi, imtiyazlı, rehinli, senetli alacaklarla cari hesap alacaklarından doğan faizler ve kamu tüzelkişilerince borçlanılan ve senede bağlanmış olan meblağlar için ödenen faizler dahil.)..."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/32374
Başvuru, bağışa dayalı emekli geliri sisteminden yapılan toptan ödemeden gelir vergisi kesintisi yapılması nedeniyle mülkiyet hakkının, buna ilişkin olarak açılan davada benzer durumdaki davalardan farklı karar verilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkının, masumiyet karinesinin, çalışma hakkının, kamu hizmetine girme hakkının, özel hayata saygı hakkının, yaşam hakkının, eşitlik ilkesinin ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/9/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun, Diyarbakır Çınar İlçe Belediyesi bünyesinde alt işveren konumundaki şirketin personeli olarak çalışmaktayken 16/1/2017 tarihinde iş akdi tek taraflı olarak feshedilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle 11/1/2018 tarihinde dava açmıştır. Çınar Asliye Hukuk Mahkemesi 1/3/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Başvurucu karara karşı 3/8/2018 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 13/3/2019 tarihinde ilk derece mahkemesi kararını gerekçe yönünden düzeltilerek yeniden hüküm kurmak üzere ortadan kaldırmış ve davayı reddetmiştir. Nihai karar başvurucuya 31/8/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/9/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/32356
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkının, masumiyet karinesinin, çalışma hakkının, kamu hizmetine girme hakkının, özel hayata saygı hakkının, yaşam hakkının, eşitlik ilkesinin ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, baro staj listesine yazılma talebinin reddine ilişkin işlemin iptali davasında hukuk kurallarının öngörülemez biçimde yorumlanması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/10/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler ve Olağanüstü Hâl İlanı ile Bu Süreçte Uygulanan Tedbirler Başvuruya konu olaylara ilişkin genel bilgiler ve olağanüstü hâl ilanı ile bu süreçte uygulanan tedbirler için bkz. B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, §§ 11-B. Başvurucunun Baro Staj Listesine Yazılma Talebine İlişkin Süreç Başvurucu, Sakarya Adliyesinde icra müdür yardımcısı olarak görev yapmaktayken 2/1/2017 tarihli ve 679 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (679 sayılı KHK) kapsamında kamu görevinden çıkarılmıştır. Başvurucunun baro staj listesine yazılma talebi Afyonkarahisar Barosu (Baro) Yönetim Kurulunun 2/11/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun kesinleşmiş bir disiplin kararı sonucunda memur olma niteliğini kaybettiği belirtilmiştir. Başvurucunun anılan karara karşı yaptığı itiraz da Türkiye Barolar Birliğinin (TBB) 9/12/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. İtirazın reddine dair kararın gerekçesinde, başvurucu hakkında Sakarya Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/45 sayılı dosyasında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına üye olma suçundan kamu davası açıldığı, isnat edilen suçun avukatlığa kabule engel suçlardan olduğu, staj listesine yazılabilmek için avukatlığa kabulde engel hâlinin bulunmaması gerektiği hususlarına yer verilmiştir. Başvurucu söz konusu işlemin iptali talebiyle dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 24/1/2019 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararda, başvurucunun 679 sayılı KHK ile kamu görevinden çıkarıldığı, anılan KHK gereğince kamu görevinden çıkarılanların bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyecekleri gerekçesine yer verilmiştir. Kararda ayrıca başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Sakarya Ağır Ceza Mahkemesinde yargılandığı, anılan Mahkemenin 11/12/2018 tarihli ve E.2017/45, K.2018/401 sayılı kararıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verildiği, başvurucunun söz konusu suçu işlediği yönünde karar verildiğinin de gözönüne alındığı ifade edilmiştir. Başvurucu, Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesine (Bölge İdare Mahkemesi) istinaf başvurusunda bulunmuştur. Bölge İdare Mahkemesi 9/9/2019 tarihli kararıyla istinaf başvurusunu reddetmiştir. Nihai karar başvurucuya 3/10/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 31/10/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu Hakkındaki Ceza Yargılamasına İlişkin Süreç Başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Sakarya Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonunda 11/12/2018 tarihinde neticeten 1 yıl 6 ay 22 gün hapis cezasına ve HAGB'ye karar verilmiştir. Söz konusu karar başvurucu yönünden 19/12/2018 tarihinde kesinleşmiştir. A. İlgili Mevzuat İlgili hukuk için bkz. B., §§ 34- 679 sayılı KHK'nın "Kamu personeline ilişkin tedbirler" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan ve ekli (1) sayılı listede yer alan kişiler kamu görevinden başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın çıkarılmıştır. Bu kişilere ayrıca herhangi bir tebligat yapılmaz. Haklarında ayrıca özel kanun hükümlerine göre işlem tesis edilir.(2) Birinci fıkra gereğince kamu görevinden çıkarılan kişilerin, mahkûmiyet kararı aranmaksızın, rütbe ve/veya memuriyetleri alınır ve bu kişiler görev yaptıkları teşkilata yeniden kabul edilmezler; bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemezler, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler; bunların uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevleri de sona ermiş sayılır. Bunların silah ruhsatları, gemi adamlığına ilişkin belgeleri ve pilot lisansları iptal edilir ve bu kişiler oturdukları kamu konutlarından veya vakıf lojmanlarından onbeş gün içinde tahliye edilir. Bu kişiler özel güvenlik şirketlerinin kurucusu, ortağı ve çalışanı olamazlar. Bu kişiler hakkında bakanlıkları ve kurumlarınca ilgili pasaport birimine derhal bildirimde bulunulur. Bu bildirim üzerine pasaport birimlerince pasaportlar iptal edilir. (3) Birinci fıkra kapsamında kamu görevinden çıkarılanlar, varsa uhdelerinde taşımış oldukları büyükelçi, vali gibi unvanları ve müsteşar, kaymakam ve benzeri meslek adlarını ve sıfatlarını kullanamazlar ve bu unvan, sıfat ve meslek adlarına bağlı olarak sağlanan haklardan yararlanamazlar." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması" kenar başlıklı maddesinin başvuruya konu yargılama mercii kararlarının verildiği tarihte ilgili kısmı şöyledir:"(5) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.... (8) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur...... (10) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir. (11) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar..."B. Yargıtay İçtihadı HAGB kurumunun niteliğine yer verilen Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 1/2/2012 tarihli ve E.2011/19-639, K.2012/30 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile kurulan hüküm, belli bir süre sanık hakkında hüküm ifade etmemekte, herhangi bir sonuç doğurmamaktadır. Sanık bulunduğu hal üzere bırakılmakta, aynen yargılanan kimsenin durumunda kalmakta ve yapılan yargılama geçici bir süre askıda kalmaktadır. Askı süresi boyunca, yargılanan kimsenin sanık sıfatı devam eder ise de, hiçbir şekilde bu kimse hükümlü sayılamaz. Bu nedenle hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen kimse, hiçbir haktan yoksun bırakılamaz ve ayrıca bu karara dayanarak hiçbir hukuki statüden dışarıya çıkarılamaz." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 23/10/2018 tarihli ve E.2017/4-1353, K.2018/1552 sayılı ile 31/1/2019 tarihli ve E.2017/13-681, K.2019/46 sayılı kararlarında da HAGB kurumuna yönelik yukarıda alıntısı yapılan karar (bkz. § 20) ile aynı nitelemeye yer verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/36257
Başvuru, baro staj listesine yazılma talebinin reddine ilişkin işlemin iptali davasında hukuk kurallarının öngörülemez biçimde yorumlanması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Ekli tablonun (A) sütununda numaraları belirtilen başvuruların konu yönünden irtibatları nedeniyle 2017/29465 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin 2017/29465 numaralı başvuru üzerinden sürdürülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Bakanlık tarafından görüş bildirilen dosyalarda yer alan başvuruculardan Ali Faik Taş ve Adem Turan Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Devletin yetkili organları tarafından tehdit değerlendirmesi yapılarak demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine, millî güvenliğe yönelik tehdit oluşturan tüm terör örgütlerine ve illegal yapılanmalara karşı tedbirler alınması kararlaştırılmıştır (ayrıntılar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017). Anılan tedbirler kapsamında olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmiş ve OHAL kanun hükmünde kararnameleri çıkarılmıştır. Bu çerçevede 22/7/2016 tarihinde kararlaştırılan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 667 sayılı KHK'nın maddesinde devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen personelin kamu görevinden çıkarılmaları öngörülmüştür. 667 sayılı KHK 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Kanun'un 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucunda kanunlaşmıştır. B. Somut Başvuruya İlişkin Olay ve Olgular Başvurucular, kamu kurumlarında (İdareler) ve özel şirketlerde (Şirket) işçi olarak çalışmakta iken yapılan tespitler ve ilgili birimlerce başvurucuların terör örgütü ile iltisaklı olduklarının İdarelere bildirilmesi üzerine başvurucuların iş akitleri İdarelerce ve Şirketçe feshedilmiştir. Başvurucular, iş akitlerinin usulüne uygun olarak feshedilmediğini ve fesih için somut bir olguya dayanılmadığını belirterek işe iade istemiyle Şirket ve İdareler aleyhine dava açmıştır. Davalı İdareler ve Şirket cevap dilekçesinde; ilgili birimlerin yazıları ekinde davacının bilgilerinin de yer aldığı listede bulunan kişilerin terör örgütü yapılanması ile irtibatı ve iltisakı olduğu tespitine yer verildiğini, başvurucuların iş akitlerinin bu kapsamda ve 667 sayılı KHK'nın maddesi gereği feshedildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur. Ekli tablonun (D) sütununda belirtilen ilk derece mahkemelerince davaların kabulüne karar vermiştir. İlk derece mahkemeleri kararlarında; başvurucuların terör örgütleri ile bağlantılı ya da ilişkili olduklarına yönelik somut herhangi bir bilginin sunulmadığı, haklı ve geçerli bir fesih nedeni bulunmadığı ve bu nedenle yapılan fesihlerin geçersiz olduğu gerekçelerine yer verilmiştir. İdareler ve Şirket, karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Ekli tablonun (E) sütununda belirtilen bölge adliye mahkemeleri ilgili daireleri (Bölge Adliye Mahkemesi) istinaf istemlerini kabul ederek davaların reddine karar vermiştir. Kararlarda; şüphe feshi kavramı üzerine durulmuş ve ilgili birimlerin yazıları ile başvurucuların terör örgütü yapılanmalarıyla irtibatı olduğunun bildirildiği, davalı işveren bakımından iş sözleşmelerinin artık katlanılamaz derecede bir yük ve sıkıntı teşkil ettiği vurgulanmıştır. Temyiz yolu açık kararlara karşı yapılan temyiz başvuruları, Yargıtay ilgili Hukuk Dairesince (Daire) reddedilmiş ve Bölge Adliye Mahkemesinin kararları kesin olmak üzere onanmıştır. Nihai kararların tebliğinin ardından başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bakınız Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/29465
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, 17/10/2005 tarihinde İstanbul İş Mahkemesinde açtığı işçi alacaklarının ve tazminatlarının ödenmesi talepli davanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitini ve tazminat ödenmesini talep etmiştir. Başvuru, 8/1/2014 tarihinde İstanbul İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 31/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Birinci Bölümün 2/5/2014 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 20/5/2014 tarihli yazısı ile başvuruya ilişkin olarak görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 17/10/2005 tarihinde iki ticaret şirketi aleyhine İstanbul İş Mahkemesinde açtığı davada, 1/8/1996 tarihinden itibaren davalılara ait işyerinde çalıştığını, 3/5/2005 tarihinde iş akdinin haksız olarak feshedildiğini ileri sürerek, kıdem tazminatı ile fazla mesai ücreti alacağının tahsilini talep etmiştir. Mahkemece, 24/6/2009 tarih ve E.2005/761, K.2009/425 sayılı kararla; davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Davalıların temyizi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/1/2012 tarih ve E.2005/32638, K.2012/906 sayılı ilamıyla hüküm bozulmuştur. Mahkemece bozma kararına uyularak, 10/12/2013 tarih ve E.2012/148, K.2013/1047 sayılı kararla davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Karar taraflarca temyiz edilmiş olup, temyiz incelemesi devam etmektedir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 6100 sayılı Kanun’un “Diğer kanunlardaki yargılama usulü ile ilgili hükümler” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri uygulanır.” 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur.” 5521 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “İş mahkemelerinde şifahi yargılama usulü uygulanır. İlk oturumda mahkeme tarafları sulha teşvik eder. Uzlaşamadıkları ve taraflar veya vekillerinden birisi gelmediği takdirde yargılamaya devam olunarak esas hakkında hüküm verilir.” 5521 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Bu Kanunda sarahat bulunmıyan hallerde Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri uygulanır.” 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“İşveren fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde belirtmek zorundadır.” 4857 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Süresi belirli olsun veya olmasın işveren, aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir:…İşçi feshin yukarıdaki bentlerde öngörülen sebeplere uygun olmadığı iddiası ile 18, 20 ve 21 inci madde hükümleri çerçevesinde yargı yoluna başvurabilir.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/433
Başvurucu, 17/10/2005 tarihinde İstanbul 8. İş Mahkemesinde açtığı işçi alacaklarının ve tazminatlarının ödenmesi talepli davanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitini ve tazminat ödenmesini talep etmiştir.
1
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/10/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından, darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Polis memuru olarak görev yapmakta olan başvurucu hakkında da FETÖ/PDY'ye üye olma suçuna yönelik olarak Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) bir soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu, anılan soruşturma kapsamında 31/8/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başsavcılık 5/9/2016 tarihinde başvurucuyu tutuklanması istemiyle Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliği 5/9/2016 tarihinde, tutuklama talebinin reddi ile başvurucu hakkında adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:"[Başvurucunun da aralarında olduğu] Şüphelilere yüklenen suçun niteliği, suçun şüphelilerin ifadelerini etkin pişmanlık hükümleri kapsamında değerlendirilebileceği şüphelilerin samimi ikrarları, şüpheliler tarafından işlendiği hususunda kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması ve mevcut delil durumuna nazaran tutuklamanın bir koruma tedbiri olması hususu ile tutuklamadan beklenen hedefe haklarında adli kontrol tedbiri uygulanmak suretiyle ulaşılabileceği..." Tutuklama talebinin reddi üzerine Başsavcılık bu karara 6/9/2016 tarihinde itirazda bulunmuş, itirazı değerlendiren Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliğince itirazın kabulü ile başvurucu hakkında tutuklamaya yönelik yakalama emri çıkarılmasına karar verilmiştir. Aynı karara karşı başvurucu da adli kontrol tedbirine hükmedilmesi yönünden 9/9/2016 tarihinde itirazda bulunmuş, itirazı değerlendiren Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliğince 21/9/2016 tarihinde itirazın reddine karar verilmiştir. Başsavcılık, çıkarılan yakalama kararı üzerine yakalanan başvurucuyu 19/9/2016 tarihinde yeniden tutuklanması istemiyle Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliğince 19/9/2016 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Şüpheli üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunun vasıf ve mahiyeti, kanunda ön görülen cezai yaptırım miktarı, başlayan soruşturma kapsamında toplanan delillerin niteliği, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin mevcudiyeti, 15/07/2016 tarihinde meydana gelen darbeye kalkışma olayı esnasında olayın işleniş tarzı, darbeye kalkışanların TBMM dahil bir çok kamu kurum ve kuruluşuna ait binaya saldırmaları, bu eylemler neticesinde bir çok kolluk kuvvetinin ve sivil vatandaşların hayatlarını kaybetmesi, yaşanan darbe girişimine ilişkin basına da yansıdığı üzere darbe girişiminde bulunanların girift yapısı, bu girift yapı ve kalkışılan soruşturmaya konu darbeye teşebbüs suçunun ani bir şekilde gerçekleşmesi, soruşturmaya konu terör örgütünün eylemlerinin ülke sathına yayılması bu sebeple birden fazla mecrada soruşturmaya konu suçun işlendiğine dair kuvvetli şüphenin varlığı, şüphelinin by lock kullanıcısı olması, şüphelinin üzerine atılı suçun laik demokratik hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine yönelik bir suç niteliğinde bulunması, insan hakları özgürlükleri ile insan hakları özgürlüklerinin teminatı olan laik demokratik hukuk devletinin ortadan kaldırılmasının veya buna teşebbüs edilmesinin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan 80 milyon vatandaşın hak ve hürriyetlerini kullanmasına engel olabileceği gibi ortadan kalkmasına sebep olabilecek suçlardan olması, suçlara ilişkin ivedi şekilde suçun aydınlatılması için soruşturmanın selameti bakımında tedbir alınmasındaki zorunluluğun göz önünde bulundurulması gerekliliği, atılı suçun CMK [Ceza Muhakemesi Kanunu] 100/3-a-11 maddesi hükmünde sayılansuçlardan olması sebebiylevar sayılan kaçma, saklanma, ihtimali dikkate alınarak ve bu aşamada adli kontrol tedbirlerine başvurulmasının yetersiz nitelik taşıyıp, şüphelinin alması muhtemel cezaya nazaran tutuklama tedbirinin ölçülü olacağı..." Başvurucu 26/9//2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliği 1/10/2016 tarihinde "Şüphelinin üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunun niteliği, mevcut delil durumu, delillerin toplanmamış olması, tutuklama nedenlerinin varlığı ve adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalıp suça konu olayla ilgili tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, tutuklama şartlarının halen devam ettiği..." gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu, anılan kararı 14/10/2016 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 24/10/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığının 16/12/2016 tarihli iddianamesi ile silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. İddianame, Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından 26/12/2016 tarihinde kabul edilmiş ve Mahkemenin E.2016/33 sayılı dosyası üzerinden yargılamaya başlanmıştır. Mahkeme 24/3/2017 tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Mahkeme 4/10/2017 tarihli duruşmada başvurucunun dosyasının tefrikine (ayrılmasına) ve Mahkemenin yeni bir esasına kaydedilmesine karar vermiştir. Bu karar üzerine başvurucu hakkındaki yargılama, Mahkemenin E.2017/638 sayılı dosyası üzerinden devam ettirilmiştir. Devam eden yargılama sonunda Mahkeme, 27/4/2018 tarihli kararıyla başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 1 yıl 6 ay 22 gün hapis cezası tayin ederek hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) ve başvurucunun beş yıl süreyle denetim altında tutulmasına karar vermiştir. Hüküm itiraz edilmeden 8/5/2018 tarihinde kesinleşmiştir. İlgili hukuk için bkz. Abdurrahim Özkan, B. No: 2017/25586, 18/4/2018, §§ 19-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/50467
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun göndermek istediği mektuba el konulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru5/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuruya ilişkin görüş bildirilmesine gerek görülmediğinibeyan etmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hükümlü olarak Ümraniye T TipiKapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucu, Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneğine (Dernek) 1/9/2015 tarihinde bir mektup göndermek istemiştir. On üç sayfadan oluşan mektubun ilgili kısımları şöyledir:"...Zindanlara atılma tarih boyunca egemenlerin en temel cezalandırma ve iktidar araçlarından biri olmuştur...Uygarlık tarihi boyunca farklı versiyonlarla uygullanagelen bu sistem çağdan çağa...uygulamaların biçim ve yöntemi değişkenlik gösterse de tasfiye etme, topluma yabancılaştırma, pasif düşünce, belleksizliğe mahkum etme, vasıfsız bir durumda bırakma, söz ve eylem gücünden kopartılarak etkisizleştirme vb. gibi olgular hep politikaların özünü oluşturmuştur...Sosyal düzlemde bireyi toplumsal bağlarından koparan soyutlayıp yozlaştırmayı amaçlayan bu mekanlarda insanın kendisi ile olan yargısı ve kavgası nasıl yaşaması gerektiği noktasında, kendini arama ve anlama uğraşı içerisinde olmayı zorunlu kılar...bana nasıl ulaştığınızı bilmiyorum ancak, toplumun cezaevlerine duyarlı kılınması açısından...çalışmalarınaza ..yüksek değer biçtiğimi belirtmeliyim...Elimden geldiğince sorularınızı cevaplayacağım...Önce kendimi tanıtmakla başlayayım...iyi halli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim...Örgüt elemanı olduğum gerekçesiyle o dönemin meşhur Gayrettepesinde tutuldum. Hayatımda ilk defa her türlü kötü mıuamele, baskı, işkenceye orada maruz kaldım, tanık oldum...Serbest kalınca sivil polislerin takibine maruz kaldım...sürgün hayatı yaşadım...adalet duygumu hiçbir zaman kaybetmedim...Geçmişte yaşadığım, tanık olduğum her türlü hukuksuzluk beni güçlendirdi, blinç seviyemi yükseltti...zamanı iyi şekilde değerlendirmeye çalışıyorum...5 yıldır içerdeyim. Bu süre zarfında gerek kendim, gereksede arkadaşlarım sayısız hak ihlallerine maruz kaldık... özellikle F tiplerinde sistematik olarak haklarımız ihlal edildi...verilen disiplin cezalarına itirazlarımız bile toplu itiraz yapıldığı gerekçesiyle ekstradan disiplin cezaları verildi... Arkadaşlarımız hakaretvari davranışlarla zorla hücrelere konuldu... Kimi zaman arkadaşlarımıza işkence yaptıklarına da şahit olduk... toplatma kararı olmamasına rağmen sakıncalı bulunarak içeriye verilmeyen kitaplarımız oldu...Gelen mektuplar aynı uygulamaya tabi tutuldu... Revire çıktığımızda hepsi olmasa da kimi doktorların olumsuz yaklaşımlarına maruz kaldık. Örneğin çoğu zaman hiç muayene edilmeden bir şeyin yok tarzında söylemlerle azarlandık... Personel yetersizliği yer olmaması vb. Gerekçelerle sosyal faaliyetlere çıkma hakkımız engellendi... Yapılan tetkikler ve muayane sonuçları bildirilmiyor... Hastaların sevkten tutalım, teşhis, tetkik ve tanının daha erken konularak tedavilerine öncelik verilmesi yatırılan hastaların refakat bulundurulmasının kolaylaştırılması... hapsetmeye alternatif onarıcı ve sosyal entegrasyonun geliştirilmesi ve teşvik edilmesi. Tahliye sonrası maddi ve manevi desteğin sunularak ayakta kalmasının sağlanması... Eğitimsel açıdan imkanların arttırılarak kaynakların çeşitlendirilmesi... Herkes için eşit normların uygulandığı, ekolojik dengenin korunarak tüm canlıların yaşam bulduğu, bütün halkların kendi rengiyle barış içinde eşit ve özgürce yaşadığı güzel bir ülke olması dileğiyle..." İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının (Disiplin Kurulu) 1/9/2015 tarihli sakıncalı mektup değerlendirme kararıyla mektubun alıkonulmasına karar verilmiştir.Anılan kararda, mektubun içeriğinde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurum ve kuruluşlarını karalayan yalan ve yanlış ifadeler olduğu gerekçesine yer verilmiştir. Başvurucu tarafından Disiplin Kurulu kararına karşı İstanbul Anadolu İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yapılan itiraz 21/9/2015 tarihli kararla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, Disiplin kurulu kararının yasaya uygun olduğu belirtilmiştir. Başvurucu tarafından İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesine yapılan itiraz 6/10/2015 tarihli kararla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğuna ilişkin değerlendirmeye yer verilmiştir. Nihai karar9/10/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında hükümlü ve tutukluların gönderdiği veya kendilerine gönderilen mektupların denetlenmesine dayanak oluşturan mevzuata yer vermiştir (Ahmet Temiz, B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/17131
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun göndermek istediği mektuba el konulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Ekli tablonun A sütununda numaraları belirtilen başvuruların konu yönünden irtibatları nedeniyle 2018/18920 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin 2018/18920 numaralı başvuru üzerinden sürdürülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Devletin yetkili organları tarafından tehdit değerlendirmesi yapılarak demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine, millî güvenliğe yönelik tehdit oluşturan tüm terör örgütlerine ve illegal yapılanmalara karşı tedbirler alınması kararlaştırılmıştır (ayrıntılar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017). Anılan tedbirler kapsamında olağanüstü hâl ilan edilmiş ve olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri çıkarılmıştır. Bu çerçevede 22/7/2016 tarihinde kararlaştırılan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 667 sayılı KHK'nın maddesinde devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen personelin kamu görevinden çıkarılmaları öngörülmüştür. 667 sayılı KHK, 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Kanun'un 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucunda kanunlaşmıştır. B. Somut Başvurulara İlişkin Olay ve Olgular Başvurucular, Mardin ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyelerine (Belediye) hizmet veren özel şirketlerde (Şirket) işçi olarak çalışmakta iken başvurucuların terör örgütü ile iltisaklı olduklarının bildirilmesi üzerine şirket başvurucuların iş akdini feshetmiştir. Başvurucular, iş akdinin usulüne uygun olarak feshedilmediğini ve fesih için somut bir olguya dayanılmadığını belirterek işe iade istemiyle Şirket ve Belediyeler aleyhine dava açmıştır. Davalı Belediyeler cevap dilekçesinde, 667 sayılı KHK'nın maddesi gereği hazırlanan listede bulunan kişilerin terör örgütü yapılanması ile irtibatı ve iltisakı olduğu tespitine yer verildiğini başvurucuların iş akitlerinin bu kapsamda feshedildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur. Davalı Şirket ise işe alım ve iş akdinin feshinin asıl işveren konumundaki Belediyenin tasarrufunda olduğunu belirtmiştir. Mardin Asliye Hukuk Mahkemesi (İş Mahkemesi sıfatıyla) ve Diyarbakır İş Mahkemeleri, açılan davaların reddine karar vermiştir. Mahkeme kararlarında; başvurucuların millî güvenliği tehdit eden yapılar ile irtibatlı ve iltisaklı oldukları gerekçesiyle 667 sayılı KHK'ya dayalı olarak iş akitlerinin feshedildiği aynı maddenin (2) numaralı fıkrası uyarınca da bu kişilerin bir daha kamu hizmetinde çalıştırılmasının mümkün olmadığı gerekçesine yer verilmiştir. Başvurucular, karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Daireleri (Bölge Adliye Mahkemesi) başvurucuların istinaf istemlerini reddetmiştir. Kararda; şüphe feshi kavramı üzerine durulmuş ve başvurucuların PKK terör örgütü yapılanması ile irtibatı olduğunun bildirilmesi üzerine davalı işveren bakımından iş sözleşmesinin devam etmesinde yasal engel bulunduğu vurgulanmıştır. Nihai kararların tebliğinin ardından başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 19 İlgili hukuk için bakınız Berrin Baran Eker ([GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-35).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/18920
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyeti dışındaki iddialar yönünden kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurunun tutuklamanın hukukiliğine ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında yüksek mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Başvurucu en son Bakırköy Adliyesinde hâkim olarak görev yapmakta iken Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından 16/7/2016 tarihli karar ile açığa alınmış; 24/8/2016 tarihli karar ile meslekten ihraç edilmiş ve bu karar 29/11/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Darbe teşebbüsü sonrasında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu 20/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 21/7/2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu; ifadesinde özet olarak eğitim hayatı ile meslek hayatının hiçbir döneminde örgüte müzahir ev ve yurtlarda kalmadığını, HSYK seçimlerinde Yargıda Birlik Platformu ile Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) adaylarına oy vermekle birlikte açıktan kimseyi desteklemediğini, herhangi bir seçim çalışmasına yahut faaliyetine katılmadığını beyan etmiştir. Başvurucu, Başsavcılık tarafından silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu, müdafii huzurunda yaptığı savunmasında önceki anlatımlarına benzer beyanlarda bulunmuştur. Başvurucu, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan sorgusunun ardından 22/7/2016 tarihinde, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Tutuklama kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçunun vasıf ve mahiyeti, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren deliller, HSYK Dairesi'nin 16/7/2016 tarihindeki hakimlikten açığa alma kararı, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'nün cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti'nin Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya değiştirmeye teşebbüs eyleminin yakın ve somut bir tehdit olarak halen devam ediyor olması, 20/07/2016 tarihi itibarıyla tüm ülke genelinde bu eylem nedeniyle Olağanüstü Hal ilan edilmesi, şüphelilerin saklanma veya kaçma şüphesini uyandıran somut olguların varlığı (aynı suç kapsamında soruşturulan aynı statüdeki bir kısım şüphelilerin kaçmış olması) fiilin kanunda karşılığı olan ceza miktarı, suçun CMK'nın 100/3 maddesinde sayılan suçlardan olması ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin maddesinde yer alan tutuklamaya ilişkin şartların gerçekleştiği dikkate alınarak adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı anlaşılmakla şüphelilerin CMK'nın vd. maddeleri gereğince AYRI AYRI TUTUKLANMASINA...[karar verildi]." Başvurucu hakkında devam eden soruşturma sürecinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 10/10/2016 tarihli kararı ile tutukluluğun devamına hükmedilmiştir. Başvurucu, bu karara itiraz etmiş; Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 9/1/2017 tarihinde itirazın reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu, anılan kararın 18/1/2017 tarihinde tebliğ edildiğini beyan etmiştir. Başvurucu 13/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Soruşturma sürecinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 22/6/2017 tarihli yazı ile tutukluluğun orantısız olması, soruşturmanın geldiği aşama ve mevcut delil durumu itibarıyla başvurucunun serbest bırakılması talep edilmiş; bu talebi değerlendiren Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından aynı tarihte başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 25/1/2019 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede bu suçlamaya esas alınan olgular şöyle özetlenebilir:- Başvurucu, HSYK'nın 24/8/2016 tarihli kararı ile meslekten ihraç edilmiştir.- Tanık olarak ifadesi alınan O.K., başvurucu ile ilgili olarak "2014 yılı yaz Mart ayında Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcısı olarak atandım, burada yaklaşık 2 yıl aşkın bir süre ile görev yaptım. Keskin Hakimi olarak görev yaptığı belirtilen Kadir TANRIKULU ile seçim döneminde bir münasebetimiz olmadığından ve evvelinde de kendisini tanımadığımdan hakkında malumatım yoktur. O dönem Keskin Adliyesinde görev yapan isimlerini şu an hatırlayamadığım meslektaşlarımızın, kadir tanrıkulu hakkında malumat sahibi olduğunu düşünüyorum. Bu bakımdan kendilerinden bilgi alınabilir." şeklinde beyanda bulunmuştur.- Tanık olarak ifadesi alınan Ş.Y.K., başvurucu ile ilgili olarak "Kadir TANRIKULU'nu 2013-2015 yılları arasında Kırıkkale İli keskin ilçesinde birlikte çalışmamız nedeniyle tanırım. Fetö/pdy terör örgütü ile irtibat ve iltisakı noktasında herhangi bir eylem ve söylemini görmedim. 2014 yılında yapılan HSYK seçimlerinde Kadir TANRIKULU ortada kaldı, herhangi bir aday için aktif aleyhe veya lehe çalışması olmadı. Bildiğim kadarı ile kendisi evliydi. Eşi doktordu. Eşi Kırıkkale'de görev yaptığı için tanışma fırsatımız olmadı. Hatırladığım kadarı ile çocuklarından biri fetö ile irtibatlı bir anaokulunda eğitim öğretim görmekteydi." şeklinde beyanda bulunmuştur. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 13/2/2019 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2019/58 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39); Mustafa Özterzi [GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-48; ilgili Yargıtay kararları için bkz. A., B. No: 2016/63999, 9/1/2020, §§ 33-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/5916
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna, esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 3/6/2008 tarihinde ifadesi alınmış ve kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme ile yönetme suçlarından başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Kızıltepe Asliye Ceza Mahkemesinin 16/2/2012 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve cezanın ertelenmesine karar verilmiştir. Karar, temyiz edilmiş olup inceleme devam etmektedir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19238
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru "kaçakçılık suçunu işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak ve kaçakçılık" suçlarının işlendiği iddiasıyla açılan kamu davasının makul sürede sonuçlandırılamaması ve Yargıtay Ceza Dairesince zamanaşımına bağlı olarak kamu davasının ortadan kaldırılması nedeniyle aklanılmaması iddialarına ilişkindir. Başvuru 15/5/2013 tarihinde Mersin Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 20/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 3/4/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Mersin Cumhuriyet Başsavcılığının 30/1/2004 tarihli ve 2004/485-40 sayılı iddianamesi ve 17/3/2004 tarihli ve 2004/485-40 sayılı ek iddianameyle "kaçakçılık suçunu işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak ve kaçakçılık" suçlarını işledikleri iddiasıyla başvurucu ve diğer on beş şüpheli hakkında kamu davası açılmıştır. Mersin Ağır Ceza Mahkemesi 25/10/2011 tarihli ve E.2004/50, K.2011/432 sayılı kararı ile başvurucunun "kaçakçılık suçunu işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak" suçundan beraatine, başvurucu hakkında "kaçakçılık" suçundan açılan kamu davasının ise zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına karar vermiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 4/3/2013 tarihli ve E.2012/9621, K.2013/5192 sayılı ilamı ile başvurucu hakkında 30/1/2004 ve 17/3/2004 tarihli iddianameler ile teşekkül hâlinde kaçakçılık suçundan dolayı dava açılmış olması karşısında eylem tek olduğu hâlde iki ayrı suçtan dava açılmış gibi eylem bölünerek hem beraat hem zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırma kararı verilmesinin Kanun'a aykırı görüldüğü gerekçesiyle hükmün bozulmasına ancak suç tarihinde yürürlükte bulunan ve lehe hükümler içeren 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (4) numaralı bendi ile maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen zamanaşımı süresi dolduğundan başvurucu hakkında açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına karar verilmiştir. Karar, başvurucuya 2/5/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 10/7/2003 tarihli ve 4926 sayılı mülga Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi ile maddesinin birinci ve ikinci fıkraları; 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (4) numaralı bendi ile maddesinin ikinci fıkrası.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3394
Başvuru kaçakçılık suçunu işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak ve kaçakçılık suçlarının işlendiği iddiasıyla açılan kamu davasının makul sürede sonuçlandırılamaması ve Yargıtay 7. Ceza Dairesince zamanaşımına bağlı olarak kamu davasının ortadan kaldırılması nedeniyle aklanılmaması iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru; taşınmazın gerçek bedeline hükmedilmemesi ve kamulaştırmasız el atma nedenleriyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucular nihai hükmü 27/10/2019 tarihinde öğrendikten sonra 26/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu Fehime Ekici başvurunun devamı sırasında vefat etmiş ve yukarıda başvurucu olarak belirtilen mirasçıları başvuruya devam etmek istediklerini bildirmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/40903
Başvuru; taşınmazın gerçek bedeline hükmedilmemesi ve kamulaştırmasız el atma nedenleriyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca yargılamanın uzun sürdüğü iddiası dışındaki iddialar yönünden kabul edilemezlik kararı verilmiş, adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, bireysel başvuruya konu olayların geçtiği tarihlerde Nevşehir'de ikamet etmektedir. Başvurucuların değişik mahkemelerce yürütülen yargılamalar kapsamında farklı tarihlerde ibraz ettikleri dilekçeler ile hakaret, tehdit ve iftira suçlarını işledikleri yönündeki şikâyet üzerine Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucular hakkında soruşturma işlemlerine başlanmıştır. Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığı 25/9/2012 tarihinde yetkisizlik kararı vererek soruşturma dosyasını Derinkuyu Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Soruşturma kapsamında başvurucular 4/10/2012 tarihinde Derinkuyu Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Derinkuyu Cumhuriyet Başsavcılığı 23/11/2012 tarihinde yetkisizlik kararı vererek soruşturma dosyasını Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Kayseri ve Derinkuyu Cumhuriyet Başsavcılıkları arasındaki yetki uyuşmazlığı Aksaray Ağır Ceza Mahkemesinin 11/12/2012 tarihli kararı ile ortadan kaldırılmış ve soruşturma dosyası, yetkili olduğu belirlenen Derinkuyu Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Soruşturmanın tamamlanmasının ardından Derinkuyu Cumhuriyet Başsavcılığının 26/2/2013 tarihli iddianamesi ile başvurucuların çeşitli tarihlerde işledikleri iddia edilen hakaret, tehdit ve iftira suçlarından haklarında kamu davası açılmıştır. Derinkuyu Asliye Ceza Mahkemesi 8/4/2013 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dava dosyasını nöbetçi Kayseri Asliye Ceza Mahkemesine göndermiştir. Kayseri Asliye Ceza Mahkemesinde görülen ve sekiz celse devam eden yargılama sonucunda 31/12/2014 tarihli karar ile başvurucular hakkında isnat edilen tüm suçlardan beraat hükmü kurulmuştur. Katılan vekilinin temyiz talebi, Yargıtay Ceza Dairesinin 15/1/2019 tarihli kararı ile reddedilmiş ve hüküm onanmıştır. Başvurucular 11/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/4867
Başvuru, ceza davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; ihtiyati haciz kararı verilmesi ve bu ihtiyati haczin uzun süredir devam etmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Birinci Bölüm tarafından 20/9/2017 tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. İcra Takibi ve Menfi Tespit Davası Süreci Alacaklı hamil G.B. tarafından borçlular lehdar K.E. ve keşideci A. aleyhine 000 TL bedelli bonoya dayalı olarak İzmir İcra Müdürlüğünün 2007/306 Esas sayılı dosyasında kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile icra takibi başlatılmıştır. Bononun keşide tarihi 12/5/2006, ödeme tarihi ise 5/3/2007 olarak düzenlenmiştir. Ödeme emri borçluya 8/3/2007 tarihinde tebliğ edildikten sonra icra takibinin kesinleşmesi üzerine borçlu A., alacaklı ile lehdar aleyhine 6/4/2007 tarihinde İzmir Asliye Ticaret Mahkemesinde menfi tespit davası açmıştır. Borçlu, dava dilekçesinde bu senetten dolayı lehdara bir borcunun bulunmadığını ve yapılan ciroların usulsüz olduğunu iddia etmiştir. Borçlu ayrıca, senet arkasına yazılan "...teminat senedidir, kullanılamaz veya hatır senedidir kullanılamaz..." şeklindeki ibarelerin tahrif edildiğini ileri sürmüştür. Yapılan yargılama neticesinde 21/11/2013 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararda, bonoya "Emre yazılı değildir" veya bu anlama gelen "Ciro edilemez" gibi ibarelerin yazılmasının bononun kambiyo senedi niteliğini değiştirmeyeceği belirtilmiştir. Mahkeme, senedin keşideci ve lehdar arasındaki karşılıklı edimlerin teminatı olarak verildiği iddiasının hamile karşı ispat edilemediği takdirde hamil aleyhine ileri sürülemeyeceğini kabul etmiştir. Mahkemeye göre bononun ön yüzünde ve sadece "teminat" ibaresinin bulunması onun kambiyo senedi vasfını ve bu senetlere mahsus özel yol ile takibe dayanak yapılmasını engellemez. Kararda, takip dayanağı bononun hangi ilişkinin teminatı olduğunun anılan ibarede açıklanmış olmadığı ifade edilmiştir. Mahkeme ayrıca, alınan imza karşılaştırmasına ilişkin bilirkişi raporlarına göre senetteki imzaların borçlu ve lehdara ait olduğunu belirtmiştir. Kararda, bilirkişi raporuna göre senedin arka yüzünde tahrifat yapıldığı kabul edilmekle birlikte bu hususun sonuca etkili görülmediği ifade edilmiştir. Mahkeme, bononun teminat maksadıyla verildiği iddiasının yazılı delil ile ispat edilemediği, ayrıca ciro zincirinde kopukluk bulunmadığı ve hamilin senedi kötü niyetle devraldığının kanıtlanamadığı kanaatiyle davanın reddi gerektiği sonucuna varmıştır. Borçlu A. tarafından temyiz edilen hüküm, Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/10/2015 tarihli ve E.2015/7801, K.2015/13131 sayılı ilamıyla onanmıştır. Borçlunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 9/11/2016 tarihli ve E.2016/6656, K.2016/14470 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. B. Ceza Davası Süreci A. 9/4/2007 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığında suç duyurusunda bulunmuştur. Şikâyetçi, aralarındaki hukuki ilişki gereği K.E.ye teminat olarak bono verdiğini ve senedin arkasında “Kullanılamaz veya ciro edilemez” ibaresinin yazılı olduğunu belirtmiştir. Şikâyetçi, şüpheli K.E.nin bu ibareyi şerit düzeltici ile tahrif ederek üçüncü kişilere ciro ettiğini iddia etmiştir. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 11/5/2009 tarihli ve 2009/12458 sayılı iddianamesiyle, şüpheliler K.E. ve G.B.nin resmî belgede sahtecilik suçundan 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası ile maddesi uyarınca cezalandırılması talebiyle dava açılmıştır. İzmir Asliye Ceza Mahkemesince iddianamenin kabulüne karar verilerek yapılan yargılamanın 23/8/2017 tarihli oturumunda sanıkların resmî belgede sahtecilik suçundan ayrı ayrı beraatine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; takip konusu bononun İzmir Asliye Ticaret Mahkemesinin kararına göre geçerli bir bono olduğunun kabul edildiği, bu sebeple sanıkların üzerine atılı suçun unsurlarının oluşmadığı belirtilmiştir. Karara karşı istinaf başvurusunda bulunulmuş olup Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nden (UYAP) yapılan sorgulama sonucuna göre istinaf incelemesinin devam ettiği anlaşılmaktadır. Başvuruya Konu Tasarrufun İptali Davası ve İhtiyati Haciz Süreci Yargılama Süreci İcra takibinin alacaklısı G.B., davalılar A. ve E.B. ile başvurucular aleyhine 4/7/2007 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tasarrufun iptali davası açmıştır. Dava, İzmir'in Urla ilçesine bağlı Bademler köyünde bulunan 709 m² yüz ölçümlü 153 ada 2 parsel sayılı taşınmazda mevcut 2/32 arsa paylı bodrumlu dubleks mesken niteliğindeki 3 numaralı bağımsız bölümün satışına ilişkindir. Davacı, borçlu A.nın keşide ettiği senet borcunu ödemediğini belirtmiştir. Davacıya göre keşide tarihinden üç gün sonra borçlu, bu bağımsız bölümü değerinin çok altında bir fiyatla tapuda E.B.ye satmıştır. Davacı; senedin ödeme günü yaklaştığında bu kişinin söz konusu taşınmazı eşi başvurucu Hesna Funda Baltalı'ya hibe ettiğini, icra takibi henüz kesinleşmeden de bu kişinin taşınmazı aslında kendisinin de eşiyle birlikte ortağı olduğu başvurucu Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti.ne (Şirket) 000 TL bedelle sattığını ifade etmiştir. Davacı, bu hibe ve satış işlemlerinin alacağına kavuşmasını engellemek amacıyla kötü niyetle yapıldığını belirterek tasarrufun iptali ile taşınmazın icra yoluyla satışını talep etmiştir. Davalı A. ise 30/10/2007 tarihli cevap dilekçesi ile davanın reddini talep etmiştir. Mahkeme 28/12/2017 tarihinde davanın kabulüne ve uyuşmazlığa konu taşınmaza yönelik tasarrufların iptaline karar vermiştir. Mahkeme bu çerçevede davacıya İzmir İcra Dairesinin E.2007/306 sayılı icra dosyasındaki alacak ve ferîleri ile sınırlı olmak üzere dava konusu taşınmaz üzerinde cebri icra yetkisi tanınmasına karar vermiştir. UYAP'tan sorgulandığında kararın davalı A. tarafından temyiz edildiği ve istinaf incelemesinin devam ettiği görülmektedir. İhtiyati Haciz Süreci Davacı ayrıca dava konusu taşınmazın tapu kaydına ihtiyati haciz konulmasını talep etmiştir. Mahkeme 3/7/2008 tarihli oturumda, davacının ihtiyati haciz talebinin celse arası değerlendirilmesine karar vermiştir. Mahkemenin 10/7/2008 tarihli ara kararıyla, dava konusu taşınmazın tapuda davalı Şirket adına kayıtlı olması durumunda taşınmaza ihtiyati haciz konulmasına karar verilmiştir. Mahkeme 16/4/2012 tarihinde yapılan ihtiyati haciz duruşmasında, konulan ihtiyati haciz için 000 TL tutarında teminatın yatırılması için davacı tarafa iki hafta kesin süre vermiştir. Ara kararında, İzmir Asliye Ticaret Mahkemesinde görülen menfi tespit davası ile İzmir Asliye Ceza Mahkemesinde görülen özel belgede sahtecilik suçundan açılan davaların sonuçlanmasının beklendiği açıklanmıştır. Başvurucular 4/7/2012 tarihinde ihtiyati hacze itiraz etmiş, ihtiyati haczin teminat karşılığında kaldırılmasını talep etmişlerdir. İtiraz dilekçesinde davacının iddia ettiği alacağın çok üzerinde bir teminatın mevcut olduğu belirtilmiştir. Mahkeme, ihtiyati haczin kaldırılması isteğinin duruşmalı olarak değerlendirilmesine karar vermiştir. 10/8/2012 tarihinde yapılan duruşmada, ihtiyati haciz konulan taşınmazların -diğer davalının taşınmazı ile birlikte- rayiç değerinin belirlenmesi yönünden bilirkişi raporu alınmasına karar verilmiştir. Bu doğrultuda Urla Asliye Hukuk Mahkemesine talimat yazılmış, taşınmazların değeriyle ilgili olarak bilirkişilerden rapor alınması istenmiştir. Talimat mahkemesince alınan 18/12/2012 tarihli bilirkişi raporunda taşınmazların güncellenmiş değerinin 000 TL olduğu belirtilmiştir. İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi ayrıca takibin yapıldığı İzmir İcra Müdürlüğünün 2007/306 sayılı dosyasında borcun ferîleri ile birlikte ulaştığı tutarı sormuştur. İcra Müdürlüğünün 10/8/2012 tarihli cevap yazısında borç miktarının 026,22 TL'ye ulaştığı bildirilmiştir. Bilirkişi raporu ile İcra Dairesinin yazısını değerlendiren Mahkeme 25/1/2013 tarihinde başvurucuların ihtiyati haczin kaldırılması talebini reddetmiştir. Ara kararında; dava konusu taşınmazın tamamının değerinin borcu karşılamadığı, aciz belgesinin verildiği tarihten itibaren geçen dört yılı aşkın sürede aciz belgesinde belirtilen borcun bir misline yakın arttığı belirtilmiştir. Mahkeme, bekletici mesele yapılan menfi tespit davası ile ceza davasının sonuçlanması uzunca bir süre alacağından ve bu arada takip konusu olan ve ödenmeyen borç miktarına faiz işlemeye devam edeceğinden borç miktarının artacağı gerekçesiyle ihtiyati haczin kaldırılması talebinin reddi gerektiği sonucuna varmıştır. Başvurucular 17/1/2014 tarihinde yeniden ihtiyati haczin kaldırılmasına karar verilmesi talebinde bulunmuşlardır. İhtiyati haczin kaldırılması isteğinin duruşmalı olarak değerlendirilmesine karar verilmiştir. 26/9/2014 tarihinde yapılan duruşmada başvurucular ihtiyati haczin uzun süredir devam etmesi sebebiyle mağdur olduklarını belirterek ihtiyati haczin kaldırılması talebinde bulunmuşlardır. Mahkeme, davanın niteliği gereği ve 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'ndaki hükümlere uygun olarak ihtiyati haciz kararı verildiğini belirtmiştir. Mahkeme, yargılamanın uzadığını kabul etmiş ancak bu durumun ihtiyati haczin kaldırılmasını gerektirmediğini ifade etmiştir. Bu karar, duruşma sırasında başvurucular vekiline tefhim edilmiştir. Başvurucular 27/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuata. İhtiyati Hacze İlişkin Düzenlemeler 2004 sayılı Kanun'un "İhtiyati haciz şartları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Rehinle temin edilmemiş ve vadesi gelmiş bir para borcunun alacaklısı, borçlunun yedinde veya üçüncü şahısta olan taşınır ve taşınmaz mallarını ve alacaklariyle diğer haklarını ihtiyaten haczettirebilir...." 2004 sayılı Kanun'un "İhtiyati haciz kararı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"İhtiyati hacze 50 nci maddeye göre yetkili mahkeme tarafından karar verilir. Alacaklı alacağı ve icabında haciz sebepleri hakkında mahkemeye kanaat getirecek deliller göstermeğe mecburdur.Mahkeme iki tarafı dinleyip dinlememekte serbesttir. (Ek fıkra:17/7/2003 – 4949/60 md.; Değişik: 2/3/2005-5311/16 md.) İhtiyatî haciz talebinin reddi halinde alacaklı istinaf yoluna başvurabilir. Bölge adliye mahkemesi bu başvuruyu öncelikle inceler ve verdiği karar kesindir." 2004 sayılı Kanun'un "İhtiyati hacizde teminat" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"İhtiyati haciz istiyen alacaklı hacizde haksız çıktığı taktirde borçlunun ve üçüncü şahsın bu yüzden uğrayacakları bütün zararlardan mesul ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 96 ncı maddesinde yazılı teminatı vermeğe mecburdur.Ancak alacak bir ilama müstenid ise teminat aranmaz.Alacak ilam mahiyetinde bir vesikaya müstenid ise mahkeme teminata lüzum olup olmadığını takdir eder.Tazminat davası ihtiyati haczi koyan mahkemede dahi görülür." 2004 sayılı Kanun'un uyuşmazlık ve dava tarihi itibarıyla yürürlükte olan 17/7/2003 tarihli ve 4949 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik "İhtiyati haciz kararına itiraz ve temyiz" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Borçlu kendisi dinlenmeden verilen ihtiyatî haczin dayandığı sebeplere, mahkemenin yetkisine ve teminata karşı; huzuriyle yapılan hacizlerde haczin tatbiki, aksi hâlde haciz tutanağının kendisine tebliği tarihinden itibaren yedi gün içinde mahkemeye müracaatla itiraz edebilir.Menfaati ihlâl edilen üçüncü kişiler de ihtiyatî haczi öğrendiği tarihten itibaren yedi gün içinde ihtiyatî haczin dayandığı sebeplere veya teminata itiraz edebilir.Mahkeme, gösterilen sebeplere hasren tetkikat yaparak itirazı kabul veya reddeder.İtiraz eden, dilekçesine istinat ettiği bütün belgeleri bağlamaya mecburdur. Mahkeme, itiraz üzerine iki tarafı davet edip gelenleri dinledikten sonra, itirazı varit görürse kararını değiştirebilir veya kaldırabilir. Şu kadar ki, iki taraf da gelmezse evrak üzerinde inceleme yapılarak karar verilir.İtiraz üzerine verilen karara karşı temyiz yoluna başvurulabilir. Yargıtay bu başvuruyu öncelikle inceler ve verdiği karar kesindir. Temyiz, ihtiyatî haciz kararının uygulanmasını durdurmaz." 2004 sayılı Kanun'un maddesinin 2/3/2005 tarihli ve 5311 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik beşinci fıkrası şöyledir:"İtiraz üzerine verilen karara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Bölge adliye mahkemesi bu başvuruyu öncelikle inceler ve verdiği karar kesindir. İstinaf yoluna başvuru, ihtiyatî haciz kararının icrasını durdurmaz." 2004 sayılı Kanun'un "İhtiyati haczin kaldırılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Borçlu, para veya mahkemece kabul edilecek rehin veya esham yahut tahvilat depo etmek veya taşınmaz rehin yahut muteber bir banka kefaleti göstermek şartı ile ihtiyati haczin kaldırılmasını mahkemeden istiyebilir. Takibe başlandıktan sonra bu yetki, icra mahkemesine geçer." 2004 sayılı Kanun'un geçici maddesi şöyledir:"Bölge adliye mahkemelerinin, 2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar İcra ve İflâs Kanununun bu Kanunla yapılan değişiklikten önceki temyiz ve karar düzeltmeye ilişkin hükümleri uygulanır."b. Tasarrufun İptali ile İlgili Düzenlemeler 2004 sayılı Kanun'un "İptal davası ve davacılar" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "İptal davasından maksat 278, 279 ve 280 inci maddelerde yazılı tasarrufların butlanına hükmettirmektir. Bu davayı aşağıdaki şahıslar açabilirler:1 – Elinde muvakkat yahut kati aciz vesikası bulunan her alacaklı,2 – İflas idaresi yahut 245 inci maddede ve 255 inci maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hallerde alacaklıların kendileri." 2004 sayılı Kanun'un "Acizden dolayı butlan" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Aşağıdaki tasarruflar borcunu ödemiyen bir borçlu tarafından hacizden veya mal bulunmaması sebebile acizden yahut iflasın açılmasından evvelki bir sene içinde yapılmışsa yine batıldır:1 – Borçlunun teminat göstermeği evvelce taahhüt etmiş olduğu haller müstesna olmak üzere borçlu tarafından mevcut bir borcu temin için yapılan rehinler;2 – Para veya mutat ödeme vasıtalarından gayrı bir suretle yapılan ödemeler;3 – Vadesi gelmemiş borç için yapılan ödemeler. (Ek : 9/11/1988 - 3494/54 md.) Kişisel hakların kuvvetlendirilmesi için tapuya verilen şerhler.Bu tasarruflardan istifade eden kimse borçlunun hal ve vaziyetini bilmediğini ispat eylerse iptal davası dinlenmez." 2004 sayılı Kanun'un "Zarar verme kastından dolayı iptal" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Malvarlığı borçlarına yetmeyen bir borçlunun, alacaklılarına zarar verme kastıyla yaptığı tüm işlemler, borçlunun içinde bulunduğu malî durumun ve zarar verme kastının, işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu hâllerde iptal edilebilir. Şu kadar ki, işlemin gerçekleştiği tarihten itibaren beş yıl içinde borçlu aleyhine haciz veya iflâs yoluyla takipte bulunulmuş olmalıdır." Yargıtay İçtihatları Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 21/2/2014 tarihli ve E.2013/1, K.2014/1 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir: "Dava; Anayasanın 36 maddesi ile 'hak arama' hürriyeti kapsamında herkese tanınmış, olan temel bir hukuki koruma ve korunma yöntemidir. Dava yönteminin yasalarla önceden belirlenmiş bir süreci vardır ve bu süreç de ayrıntılı bir incelemeyi gerektirir. Bu süreçlerin tamamlanması aşamasında, hakkın özünün zarar görmemesi için geçici hukuki korumalara hep ihtiyaç duyulmuş ve bu konudaki gereklilik gün geçtikte önem kazanmaktadır. Bazen geçici tedbir taleplerinin karşılanması, asıl yargılamanın önüne geçmektedir.Bu bağlamda gerek davadan önce gerekse dava sırasındaki geçici hukukî korumalar, kişilerin haklarının korunması bakımından ve özellikle hak arama hürriyetinin etkin olarak gerçekleşmesi bakımından hayati bir misyona sahiptir. Diğer bir ifadeyle, hukukî korunma talebini günümüzde, hak arama hürriyetinin en etkin bir 'unsuru', 'enstrümanı' ya da 'ayrılmaz bir parçası' olarak tanımlanabilir. Bir hukuk devletinde herhangi bir hakkın anayasalarla salt tanınmış olması yeterli olmayıp, bunun yanında devlete bu hakların etkin kullanılması ve kullanılmasının önündeki engellerin kaldırılması bakımından bir takım pozitif ödevler yüklenmiştir.Bu pozitif yükümlülüğün bir gereği olarak devletin sadece yalın olarak hak arama ve hukukî korunma yollarını düzenlemesi ve bunları yürürlükte tutması yeterli değildir. Çağdaş devletler; aynı zamanda bu yolların etkinliğini sağlamak amacıyla verilecek kararların uygulanabilir olması için gerekli önlemleri almak, hukukî korunma ihtiyacını etkin karşılayabilmek için gerekli kuralları koymak, gerekli kurumları oluşturmak ve tüm bunları uygulamak, uygulatmak ve uygulamayı izleyerek gerekli önemleri almak gibi yükümlülükleri de yerine getirmelidir.... İhtiyati Haciz Kararları...“ihtiyati tedbir” ile “ihtiyatı haciz” aynı mahiyette olduğu halde bunların temyiz kapsamında olmadığı kabulü üzerinden yasa koyucu bu konudaki iradesini aşağıdaki belirtilen düzenlemelerle sadece ihtiyati haciz için İcra İflas Kanunu’nda yaptığı özel bir düzenlemeyle ortaya koymuştur. İhtiyati haciz geçici hukuki korumanın bir türü olup, tabi olduğu kanun yolu bakımından HMK’nun 341/(1) maddesine göre aynı usule (istinaf yoluna) tabi kılınmaktadır. Yine 406/(2) maddesi gereği ihtiyati hacze ilişkin kararlarla ilgili diğer kanunlarda yer alan özel kanun hükümlerinin saklı olduğu ifade edilmektedir.Nitekim eski düzenlemede, ihtiyati haciz talebinin reddi halinde temyiz yoluna başvurma imkânı yokken 2003 tarihli ve 4949 sayılı Kanunun. 64 ve 65 maddeleriyle İİK’nın 258 ve 265 inci maddelerinde değişiklik yapılmış ve böylece buna ilişkin karara karşı da temyiz yolu açılmıştır....İcra ve İflas Kanunun maddesinde değişiklik yapan bu kanunun maddesinin gerekçesinde: '...Maddeyle, Kanunun 258 inci maddesinde yapılan değişikliğe paralel olarak, birinci fıkrada yer alan ve ihtiyati haczin temyiz edilemeyeceğine ilişkin olan hüküm, madde metninden çıkartılmıştır.Maddeye eklenen fıkra ile, menfaati ihlal edilen üçüncü kişilere ihtiyati hacze "itiraz" olanağı getirilmiştir. Nitekim İsviçre İcra ve İflas Kanununda yapılan değişiklikle, üçüncü kişilere de bu olanak tanınmıştır. Zira ihtiyati haciz geçici bir hukuki koruma olup, bu karar bazen karşı taraf dinlenmeden ve ispat aranmadan verilebilmektedir. Bunun sonucu olarak, borç ilişkisinin dışında kalan üçüncü kişileri de doğrudan doğruya etkileyecek tarz ve içerikte ihtiyati haciz kararı verilebilmekte, üçüncü kişilerin bu durum karşısında kendilerini açık bir hükümle koruma olanağı bulunmamaktadır. Üçüncü kişinin ileri sürebileceği itiraz sebebinin ihtiyati haciz nedenlerine veya teminata ilişkin olabileceği belirtilmek suretiyle itiraz konusundaki tereddütlerin ortadan kaldırılması amaçlanmıştır. Görev konusu, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa göre belirleneceğinden maddede ayrıca belirtilmemiştir. İhtiyati haciz talebine esas teşkil eden alacak para alacağı olduğundan, alacağın miktarına göre sulh veya asliye hukuk mahkemesi görevli olacaktır.Maddede, borçlunun veya üçüncü kişinin yaptığı itiraz üzerine yargılama yapıp karar veren mahkemenin bu kararına karşı temyiz yoluna başvurulabileceği belirtilmiş ve konunun ivediliği nedeniyle başvurunun Yargıtayca öncelikle ve kesin olarak sonuçlandırılacağı hükme bağlanmıştır. Ayrıca uygulamada ortaya çıkabilecek duraksamaları gidermek amacıyla, ihtiyati haciz kararına itiraz üzerine verilen karara karşı temyiz yoluna başvurulması halinde bu başvurunun ihtiyati haciz kararının uygulanmasını durdurmayacağı hükme bağlanmıştır.' denilmektedir.Daha sonra Bölge Adliye Mahkemelerinin kuruluşuna uyum sağlamak amacıyla 2005 tarih ve 5311 sayılı Kanunun maddesi ile: ... şeklinde yeniden değişiklik yapılmış ve 'kanun yolu olarak daha önceden öngörülen temyiz, istinaf olarak' değiştirilmiştir.İcra ve İflas Kanunundaki bu düzenleme konusunda bir geçiş hükmü öngörülmediğinden, mevcut ve yürürlükteki düzenlemeye göre istinaf yolu fiilen faaliyete geçmediğinden temyiz yolunun ve istinaf yolunun ihtiyati haciz kararlarına yapılan itirazın reddi kararlarının da temyiz yolu ile incelenmesinin mümkün olup olmadığı bizim tartışma konumuz değildir.Yasa koyucu sadece uygulamada önem arzeden ihtiyati tedbir ve ihtiyatı hacze karşı istinaf yolunu açmış diğer geçici hukuki tedbirler (delil tespiti, defter tutma gibi) bu kapsama dâhil edilmemiştir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/11/2008 tarihli ve E.2008/4062, K.2008/4893 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"İİK 257 maddesi hükmünde, rehinle temin edilmemiş ve vadesi gelmiş bir para borcunun alacaklısına, borçlunun yedinde veya üçüncü şahısta olan taşınır ve taşınmaz mallarını ve alacakları ile diğer haklarını ihtiyaten haczettirebilme hakkı tanınmış olup, aynı kanunun maddesi hükmünde de ihtiyati haciz istiyen alacaklının, hacizde haksız çıktığı taktirde borçlu ve üçüncü şahsın bu yüzden uğrayacakları bütün zararlardan sorumlu olduğu açıklanmıştır. Öğreti ve uygulamada İİK'nun 259 maddesi hükmü ile getirilen bu sorumluluğun kusursuz sorumluluk olduğu ve ancak maddi tazminat talepleri yönünden uygulanabileceği kabul edilmektedir.İhtiyati haciz nedeniyle maddi tazminata hükmedilebilmesi için davalı tarafın istemi üzerine verilmiş ve uygulanmış bir ihtiyati haciz kararının bulunması, ihtiyati haczin herhangi bir nedenle kendiliğinden kalkması veya itiraz üzerine kaldırılması ya da açılan istihkak davasının davacı taraf lehine sonuçlanması, davacının ihtiyati haczin uygun sonucu olarak maddi bir zararının meydana geldiğinin kanıtlanması yeterlidir..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadında kişilerin diğer özel kişilerden olan alacaklarına kavuşmaları için bir icra sisteminin kurulması ve işletilmesi devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri kapsamında incelenmiştir (Fuklev/Ukrayna, B. No: 71186/01, 7/6/2005; §§ 88-93; Zuzane/Letonya (k.k.), B. No: 33674/02, 21/5/2013, §§ 62-66; Dimitrova ve diğerleri/Bulgaristan (k.k.), B. No: 54833/07, 3/11/2016, §§ 26-41). AİHM, mülkiyet hakkı bağlamında yargılamanın makul bir sürede sonuçlanmadığına ilişkin iddia ve şikâyetleri -ister bir suç isnadı isterse de bir medeni hak ve yükümlülüğe ilişkin olsun- yargılama sırasında uygulanan tedbirlerin mülkiyet hakkına etkileri kapsamında değerlendirmektedir. AİHM ayrıca mülkiyeti sınırlandıran tedbirlerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesine göre adil olabilmesi için mülkün sahibinin güncel zararının kaçınılmaz olandan daha fazla olmaması gerektiğini sıklıkla vurgulamaktadır (Raimondo/İtalya, B. No: 12954/87, 22/2/1994, § 33; Borzhonov/Rusya, B. No: 18274/04, 22/1/2009, § 61; Jucys/Litvanya, B. No: 5457/03, 8/1/2008, § 36). Poiss/Avusturya (B. No: 9816/82, 23/4/1987) kararında, başvurucunun taşınmazını geçici olarak kullanmasının ve taşınmazı üzerinde tasarruf etmesinin önüne geçen bir tedbirin uygulanması mülkiyet hakkına müdahale olarak görülmüştür. AİHM, başvuruyu mülkiyetten barışçıl yararlanmaya ilişkin birinci kural çerçevesinde incelemiş ve müdahaleye konu tedbirin yirmi dört yıldır devam etmiş olduğuna dikkat çekerek başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olmadığına karar vermiştir (Poiss/Avusturya, §§ 61-70). Diğer taraftan Köktepe/Türkiye (B. No: 35785/03, 22/7/2008) kararında, taşınmazın tapu kaydına konulan şerhin mülkiyet hakkına etkisi ayrıntılı olarak tartışılmıştır. AİHM; derece mahkemelerinin anayasal gerekçelerle başvurucunun mülkünün bir bölümüne tahdit getirdiği, bu mahrumiyetin doğanın ve çevrenin korunması şeklindeki kamu yararına dayalı meşru bir amacının bulunduğu, dolayısıyla hukuka aykırı ve keyfî hiçbir işlem bulunmadığını kabul etmiştir. AİHM, başvurucunun taşınmazı 1993 yılında iyi niyetle edindiğini de vurgulamıştır. Mülkiyet hakkına yapılan bu müdahaleye karşın iç hukukta etkin bir tazminat yolunun mevcut olmadığı ise kararda özellikle belirtilmiştir. AİHM, başvurucunun mülkiyet hakkından yararlanmasının engellenmesine rağmen bir tazminat ödenmemiş olması nedeniyle kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunmasının gereklilikleri arasındaki adil dengenin bozulduğu sonucuna varmıştır. Bu doğrultuda başvurucunun şahsi olarak olağan dışı ve aşırı bir yüke katlanmış olduğu kanaatiyle başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir (Köktepe/Türkiye, §§ 67-93). Son olarak Joannou/Türkiye (B. No: 53240/14, 12/12/2017) kararında ise herhangi bir tedbir uygulanmasa dahi mülkiyet hakkını ilgilendiren bir sürecin belirsizliğe yol açacak şekilde makul olmayan bir süre devam etmesi mülkiyet hakkına ölçüsüz bir müdahale olarak görülmüştür (Joannou/Türkiye, §§ 88-106). AİHM mülkiyet hakkının pozitif yükümlülükleri bağlamında kamu makamlarının zamanında, makul ve uygun bir biçimde hareket etme yükümlülüğü olduğuna işaret etmiştir (Joannou/Türkiye, § 90).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17196
Başvuru, ihtiyati haciz kararı verilmesi ve bu ihtiyati haczin uzun süredir devam etmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, tam yargı davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, 18/9/2018 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/29476
Başvuru, tam yargı davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, mahkûm olduğu eylem nedeniyle suç tarihinde yürürlükte olan Kanun ile sonradan yürürlüğe giren Kanun hükümlerinin uygulanması sırasında hatalı değerlendirme yapılması sonucu Anayasa’nın Ve Maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 26/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 31/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 19/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 13/11/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 10/5/2009 tarihinde başvurucu hakkında ‘’resmi belgede sahtecilik ve dolandırıcılık’’ suçlarından aynı yer Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi, ½/2007 tarih ve E.2003/89, K.2007/34 sayılı kararı ile suç tarihinde yürürlükte olan 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu ile 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu hükümlerini karşılaştırmış ve ceza miktarları itibarı ile 5237 sayılı Kanun hükümlerinin başvurucu lehine olduğunu kabul ederek ‘’zincirleme resmi belgede sahtecilik’’ suçu yönünden 5237 sayılı Kanun’a göre başvurucuyu altı yıl dokuz ay hapis cezasına mahkûm etmiş, diğer suç yönünden açılan kamu davasının ise zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar vermiştir. Anılan mahkûmiyet kararının temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi, 8/3/2012 tarih ve E.2010/16611, K.2012/3197 sayılı ilamı ile süresinde yapılmadığı gerekçesiyle temyiz talebinin reddine karar vermiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 18/4/2014 tarih ve 2014/99295 sayılı yazı ile; gerekçeli kararın başvurucunun adresi yerine yanlışlıkla başka bir adrese gönderilmesi nedeniyle temyiz talebinin süresinde yapıldığının kabul edilmesine yönelik olarak 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun Maddesi uyarınca itiraz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi, 29/4/2014 tarih ve E.2014/10395, K.2014/8237 sayılı ilamı ile Dairenin 8/3/2012 tarihli kararının başvurucu yönünden kaldırılmasına, temyiz talebinin süresinde yapıldığının kabulüne karar vererek, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin anılan hükmünü onamış ve karar kesinleşerek kanun yolları tüketilmiştir. Dairenin onama gerekçesi şöyledir:“… Resmi belgede sahtecilik suçundan sanık Fatiş Doğan’ın [Başvurucu] 5237 sayılı TCK’nın 204/1-3, 43/ Maddeleri uyarınca 6 yıl 9 ay hapis cezasıyla mahkumiyetine dair Ankara Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 2007 gün ve 2003/89 Esas, 2007/34 Karar sayılı hükmün sanık müdafii ve katılan vekilinin temyiz talebi sonucunda, sanık müdafi yönünden yasal süresinden sonra yapılan temyiz talebinin reddine, katılan vekilinin istemi yönünden ise hükmün onanmasına ilişkin Dairemizin 2012 gün ve 2010/16611 Esas, 2012/3197 sayılı Kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 2014 gün ve 11-2014/99295 sayılı yazı ile 6352 sayılı Yasa ile değişik 5271 sayılı CMK’nun Maddesi uyarınca “yokluğunda tayin olunan müdafiiden haberdar olmaması nedeniyle gerekçeli kararın sanığa tebliği ile verilmesi halinde temyiz dilekçesinin eklenip iadesi için Dairenin 2010 tarihli kararı üzerine mahkemenin gerekçeli kararının, sanığın adresi yerine yanlışlıkla bir başka sanığın adresine tebliğ edildiği, yapılan yanlışlığın fark edilmeyerek zorunlu müdafi tarafından yapılan temyiz isteminin süresinde olmadığından bahisle reddedildiği ve redde ilişkin Ankara Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 2007 gün ve 2003/89 Esas, 2007/34 Karar sayılı hükmün sanık yönünden kaldırılarak hükmün onanmasına karar verilmesi” gerektiğinden bahisle itiraz edilmekle Dairemize gönderilen dosyanın yeniden yapılan incelemesi sonucunda; itiraz nedenlerinin yerinde olduğu anlaşılmakla, itirazın kabulüne, Dairemizin 2012 gün ve 2010/16611 Esas, 2012/3197 Karar sayılı ilamın, (I) bendindeki sanık Fatiş Doğan hakkında, müdafiin temyiz isteminin süre yönünden “reddine”, (III) bendinde aynı sanık hakkında resmi belgede sahtecilik suçu yönünden kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik katılan vekilinin temyiz istemi yönünden yapılan incelemede ise hükmün “Onanmasına” ilişkin kararların sanık Fatiş Doğan yönünden kaldırılmasına karar verilip,sanık hakkında resmi belgede sahtecilik suçundan kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik müdafi ve katılan vekilinin temyiz itirazları incelenerek gereği görüşüldü:Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanık Fatiş Doğan’a yüklenen suçun sübutu kabul, soruşturma ve kovuşturma sonuçlarına uygun şekilde vasfı tayin, cezayı arttırıcı sebeplerin nitelik ve derecesi takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 7 ve 5349 sayılı Kanunla değişik 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun Maddeleri uyarınca mahkemece 765 ve 5237 sayılı Yasa hükümleri olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçların denetime imkân verecek şekilde gösterilip birbiriyle karşılaştırılması suretiyle lehe hüküm belirlenerek sonucuna göre karar verilmiş, hükmolunan ceza miktarı itibari ile sanık hakkında karar tarihinden sonra yürürlüğe giren 5728 sayılı Yasa ile değişik CMK.nun Maddesinin uygulanma olanağı bulunmadığı anlaşılmış, incelenen dosyaya göre verilen hükümde bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık müdafii ile katılan vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA, 2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.” Yargıtay Ceza Dairesinin 29/4/2014 tarihli kararı, başvurucu vekiline 26/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvuru, 26/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Bir resmî belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmî belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmî belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.…(3) Resmî belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması hâlinde, verilecek ceza yarısı oranında artırılır.” 5237 sayılı Kanun’un “Zaman bakımından uygulama” kenar başlıklı Maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.” 5271 sayılı Kanun’un, “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itiraz yetkisi” kenar başlıklı Maddesi şöyledir: “(1) Yargıtay ceza dairelerinden birinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, re’sen veya istem üzerine, ilâmın kendisine verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kuruluna itiraz edebilir. Sanığın lehine itirazda süre aranmaz. (2) (Ek: 2/7/2012-6352/99 md.) İtiraz üzerine dosya, kararına itiraz edilen daireye gönderilir. (3) (Ek: 2/7/2012-6352/99 md.) Daire, mümkün olan en kısa sürede itirazı inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderir.” 765 sayılı Kanun’un Maddesinin ikinci şöyledir: “Eğer vesika kanunen sahteliği isbat olunmadıkça muteber olan resmî evrak kabilinden ise dört seneden on seneye kadar ağır hapis cezası hükmolunur.” 765 sayılı Kanun’un , Ve Maddeleri, 5237 sayılı Kanun’un , Ve Maddeleri, 4/11/2014 tarih ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunu’nun Maddesinin (3) numaralı fıkrası. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 29/4/2008 tarih ve E.2008/1-79, K.2008/90 sayılı kararı şöyledir: “…Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, şikayetten vazgeçmeyi temin amacıyla silahla ve birden fazla kişi tarafından birlikte gerçekleştirilip, 765 sayılı TCY’nın 188/1-3, 5237 sayılı TCY’nın 106/2-a-c bentleri kapsamında değerlendirilen eylem nedeniyle dava zamanaşımı süresinin gerçekleşip, gerçekleşmediğinin belirlenmesine ilişkindir.5252 sayılı Yasanın Maddesinin Fıkrası uyarınca; Lehe olan hüküm, “önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir.”Yerel Mahkemece, hükmün tesis edildiği 2006 tarihinde, somut olaya, 765 sayılı Yasa hükümleri ile 5237 sayılı Yasa hükümleri bütünüyle uygulandığında, 1999 tarihinde gerçekleştirilen tehdit eylemi nedeniyle, 5237 sayılı Yasa hükümleri sonucu itibariyle bütünüyle sanıklar lehine ise de; 765 sayılı Yasanın 102/4 ve 104/ Maddeleri uyarınca 7 yıl 6 aylık zamanaşımı süresine tabi bulunan eylemde, Özel Dairece incelemenin yapıldığı 2007 tarihinde, suç tarihi ile inceleme tarihi arasında 7 yıl 9 ay 22 günlük bir süre geçmiş, atılı eylemde 765 sayılı TCY’nın 102/4 ve 104/ Maddelerinde düzenlenmiş bulunan dava zamanaşımına ilişkin koşullar gerçekleşmiştir.Sübuta eren suçun vasfının 765 sayılı TCY’nın 188/1- Maddelerine uyduğu ve zamanaşımının da hükmün kesinleşmesinden önce gerçekleştiği işbu ahvalde sanığın lehine sonuç vereceğinden bahisle 5237 sayılı TCY’nın 106/2, a, c maddelerindeki vasfa istinatla bu yasanın uygulanma bütünlüğü içerisinde yeni yasanın zamanaşımı hükümlerinin tatbiki gereğine yönelmek ve lehe sonuç verecek yasanın 765 sayılı Yasa olduğu gerçeğinden uzaklaşmak mümkün değildir…” Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 21/6/2011 tarih ve E.2011/6-94, K.2011/133 sayılı kararı şöyledir:“…Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazı 5271 sayılı CYY’nda olağanüstü bir yasa yolu olarak düzenlenmiş olduğundan, anılan Yasa döneminde yapılan itirazlar yönünden böyle bir ayrıma gerek bulunmamaktadır. Olağanüstü yasa yollarına ilişkin tüm ilke ve kurallar yasalarda aksi belirtilmedikçe bu yasa yolu için de uygulanmalıdır. Yasa yararına bozma ve yargılamanın iadesinde dava zamanaşımına ilişkin hükümler ancak yasanın açıkça izin verdiği hallerde uygulanabiliyorsa, Yargıtay Başsavcılığı itirazında da aynı şekilde hareket edilmelidir. Dolayısıyla, 5271 sayılı CYY’nda olağanüstü bir yasa yolu olarak düzenlenmiş olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazı üzerine yapılan incelemede, Ceza Genel Kurulunca itirazın kabulü halinde, Özel Daire onama kararı ile Ceza Genel Kurulunun karar tarihi arasında geçen sürenin dava zamanaşımının hesaplanmasında göz önünde bulundurulmaması gerektiğinin kabulü zorunludur. Ancak itirazın kabulü üzerine dosyanın derdest hale gelmesi nedeniyle yargılamaya devam edildiğinde Ceza Genel Kurulunca itirazın kabulü tarihinden itibaren geçerli olmak üzere süre işlemeye devam edeceğinden dava zamanaşımı buna göre hesaplanmalıdır…” Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10/5/1993 tarih ve E.1993/4-11, K.1993/151 sayılı kararı şöyledir:“…Yargıtay Ceza Dairelerinin temyiz yargılaması sonunda verdikleri kararların kesinliği evrensel bir ilkedir.Ancak; kanunkoyucu, hukuka aykırı gördüğü özel Daire kararlarına karşı Yargıtay Başsavcılığı’na itiraz yetkisi tanıyarak, Ceza Genel Kurulu’nun hakemliğine başvuru yolunu açmıştır. Sadece Yargıtay Başsavcısı için açılmış olan ve Yargıtay Başsavcısı’nın itirazı denilegelmekte olan bu yol, kesin bir karara karşı tanındığından olağanüstü sayılmalıdır.O halde, temyiz yargılaması sonucunda Özel Dairelerin “ONAMA” kararları üzerine, karar kesinleştiğine göre, bu karara Yargıtay Başsavcılığı’nca itiraz halinde, öncelikle işin esasına girilmeli, hukuka aykırılık bulunmadığı, bir başka anlatımla Özel Daire kararı yerinde görüldüğü takdirde, Ceza Genel Kurulu’nda yapılan inceleme sırasında dava zamanaşımı süresi dolmuş bulunsa bile, bu husus göz önüne alınmamalıdır. Ancak, Özel Daire onama kararı hukuka aykırı görülerek kaldırıldığı ve Yerel Mahkeme hükmü bozulduğu takdirde, Ceza Genel Kurulu’nda inceleme yapılırken dava zamanaşımı süresi dolmuş bulunursa, CYUY.nın Maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak esastan veya usulden karar bozulursa dava zamanaşımı nedeniyle, kamu davasının düşürülmesine karar verilmelidir…” Yargıtay Ceza Dairesinin 2014/2755 tarih ve E. 2014/2755, K.2014/2854 sayılı kararı şöyledir:“…Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 2014 gün ve KD – 2014/5653 sayılı itiraz yazısında özetle; İncelenen dosya kapsamından; suça sürüklenen çocuk T. Ç. Hakkında 6136 sayılı Kanunun 15/1, 5237 sayılı TCK’nun 31/3, 62/ Maddeleri uyarınca eylemi nedeniyle sonuç olarak 3 ay 10 gün hapis ve 250 TL adli para cezasına hükmedildikten sonra, hapis cezasının da 000 TL adli para cezasına çevrildiği ve suça sürüklenen çocuk hakkında aynı suç nedeniyle 000 TL ve 250 TL olmak üzere iki ayrı adli para cezasına hükmedildikten sonra verilen cezaların taksitlendirildiği, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2008 gün ve 2008/3-174 Esas – 2008/191 Karar sayılı ilamı ışığında aynı kararın içerisinde birden çok hükmün bulunması halinde temyiz sınırı her hüküm için diğerinden bağımsız olarak ayrı ayrı değerlendirilir görüşü dikkate alınarak aynı suçtan suça sürüklenen çocuk hakkında verilen hapisten çevirme adli para cezasının toplamının temyiz sınırında esas alınacağından temyiz talebinin reddi kaldırılarak suça sürüklenen çocuk hakkında esastan temyiz incelemesi yapılarak hükmün Bozulmasına ve zamanaşımı dolmuş bulunduğundan zamanaşımı nedeniyle kamu davasının Düşürülmesine karar verilmesi istenilmiştir. … 3) Sanık Tayfun Çakır hakkında 6136 sayılı Yasaya aykırılık suçundan kurulan hükme yönelik temyiz incelemesinde; Suça sürüklenen çocuğa yüklenen suçun gerektirdiği cezanın yasada belirtilen türü ve üst sınırına göre; dava, 5237 sayılı TCK’nun 66/e-2, 67/ Maddelerinde öngörülen (5 yıl 4 aylık) asli, (7 yıl 12 aylık) kesintili zamanaşımı süresine tabi bulunmakla; zamanaşımını kesen en son işlemlerden olan Ordu Ağır Ceza Mahkemesi tarafından mahkumiyet kararının verildiği, 2007 tarihinden 2014 günlü inceleme tarihine kadar 5 yıl 4 aylık asli zamanaşımı süresinin geçmiş bulunduğu anlaşılmış olmakla suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan CMUK’nun Maddesi uyarınca sanık T. Ç. Yönünden hükmün BOZULMASINA, ancak bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden aynı kanunun 322/ Maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak 5237 sayılı TCK’nun 66/e-2 ve 67/ Maddeleri uyarınca gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle kamu davasının DÜŞÜRÜLMESİNE, itiraza uygun olarak 2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”
Adil yargılanma hakkı (Ceza)-Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7223
Başvurucu, mahkûm olduğu eylem nedeniyle suç tarihinde yürürlükte olan Kanun ile sonradan yürürlüğe giren Kanun hükümlerinin uygulanması sırasında hatalı değerlendirme yapılması sonucu Anayasa’nın 10. ve 36. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, yakalama sırasında kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve ekindeki belgelerle Ulusal Yargı Ağır Bilişi Sistemi’nden (UYAP) elde edilen bilgilere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler 1971 doğumlu başvurucu Abdulbaki Bingöl, diğer başvurucu İsa Bingöl'ün oğludur. Başvurucular, Çaldıran ilçesi Soğuksu köyünde ikamet etmektedir. 13/8/2013 tarihinde saat 00’de tanzim edilen tutanakta yer alan bilgilere göre kimliği belirsiz yirmi atlının sınırdan geçerek kaçakçılık yapacağı yönünde sınır koruma piyade birliğinden gelen ihbar üzerine Çaldıran İlçe Jandarma Komutanlığına bağlı askerler şüphelileri yakalamak için göreve çıkmıştır. Saat 35’te düzenlenen Olay Yeri Görgü ve Tespit Tutanağına göre başvurucu Abdulbaki Bingöl, kolluk görevlilerine direnmiş ve hakaret etmiştir. Başvurucu Abdulbaki Bingöl 14/8/2013 tarihinde saat 00’de gözaltına alınmıştır. Başvurucu Abdulbaki Bingöl hakkında görevi yaptırmamak için direnme ve hakaret suçlarından adli kolluğun hazırladığı fezleke Çaldıran Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) gönderilmiştir. Savcılık 2013/485 sayılı dosya üzerinden soruşturma başlatmıştır. B. Başvurucu Abdulbaki Bingöl Hakkında Görevi Yaptırmamak İçin Direnme ve Hakaret Suçlarından Yapılan Soruşturma 13/8/2013 tarihinde saat 35’te kolluk tarafından düzenlenen tutanakta yer alan bilgilere göre köye atlıların giriş yaptığı görülünce jandarma devriye aracıyla köye gidilmiş, kimliği belirsiz atlıların yakalanmasına çalışıldığı sırada Abdulbaki Bingöl65… plakalı araçla jandarmanın yolunu kapatarak kaçakçıların yakalanmasına engel olmuştur. Bunun üzerine Araç Komutanı J. Asb. A.Ö. tarafından kimlik bilgileri istenen başvurucu Abdulbaki Bingöl “Sen kim oluyorsun kimliğimi sana vereceğim, bu saatte köyde ne arıyorsunuz, ekmek parası da mı kazanmayalım, ben kaçakçıyım” diye bağırmıştır. Araç şoförüne kimliğini beyan etmesi gerektiği, ana yolda atların gelişini beklerlerken önlerinden sekiz kez geçtiği başvurucuya söylenmesine rağmen kimliğini beyan etmemesi ve araçla hareket etmeye çalışması üzerine kendisine üç defa dur ihtarı yapılmış fakat başvurucu kaçmıştır. Araç takip edilerek şahsın evinin önüne gelindiğinde kalabalık bir grubun beklediği görülmüştür. Daha sonra Abdulbaki Bingöl, yanındaki kalabalıkla devriye aracının etrafını sarmış; J. Asb. A.Ö. araç sürücüsünün kimliğini beyan etmesini istediğinde “Sen kim oluyorsun da benden kimliğimi istiyorsun, daha önceden de benim malımı yakaladın daha ne istiyorsun be o… çocuğu, seni sinkaf ederim, benden kimlik alacak adam daha yoktur” diyerek sözü edilen kolluk görevlisinin koluna vurup onu yaralamış, yakasından çekmiş, kolundan tutarak araçtan indirmeye çalışmış, görevini yapmasına engel olmuş ve hakaret etmiştir. Kalabalığın çoğalması ve bazı kişilerin yerden taş alması üzerine daha emniyetli olan Soğuksu köyü girişinde takviye kuvvet beklenmiştir. Destek kuvvet beklenirken köyde bulunan zırhlı araç bir grup köylü tarafından taşlanmıştır. Olay sonrası takviye kuvvet olarak J. Uzm. Çvş. B.E.Ş. gelmiştir. Devriye kuvvetlerinin yanına çağrılan şüpheli “Beni götüremezsiniz, ben bir şey yapmadım, sadece kaçakçıyım” demiş, devriye aracına bindirildiği sırada J. Uzm. Çvş. B.E.Ş.ye dirsek atmış, J. Er T.nin boğazını sıkmış, küfürlü cümlelerle devriye ekiplerine mukavemette bulunmuştur. Çaldıran Devlet Hastanesi 14/8/2013 tarihinde yaralı kolluk görevlileri hakkında rapor tanzim etmiştir. Raporda;i. J. Uzm. Çvş. B.E.Ş.nin karın ağrısı, bulantı ve kusma şikâyetiyle geldiği, sağ alt kadranda hiperemi (kanlanma) oluştuğu belirtilmektedir. ii. J. Asb. A.Ö.nün sağ omuz ve sağ kolunda hiperemi bulunmaktadır.iii. J. Er T.nin boynunda 6 cm tırnak izi mevcuttur. Görevi yaptırmamak için direnme ve kamu görevlisine karşı hakaret suçlarından Cumhuriyet savcısının kararıyla saat 00’de gözaltına alınan başvurucu, saat 00’te gözaltından çıkarılmıştır. Başvurucu Abdulbaki Bingöl, Çaldıran Sulh Ceza Hâkimliğinin 14/8/2013 tarihli kararıyla, atılı suçlardan adli kontrol altına alınmıştır. Başvurucu, savunmasında suçlamaları kabul etmemiştir. Savcılık 15/8/2013 tarihinde başvurucu Abdulbaki Bingöl’ün anılan suçlardan cezalandırılması istemiyle Çaldıran Asliye Ceza Mahkemesine (Mahkeme) kamu davası açmıştır. İddianamede J. Asb. Çvş. A.Ö., J. Uzm. Çvş. B.E.Ş. ve J. Er T. müşteki olarak gösterilmiştir. Mahkeme 11/4/2017 tarihinde (bireysel başvuruda bulunulduktan sonra) başvurucu Abdulbaki Bingöl’ün her iki suçtan mahkûmiyetine ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Kararda, olayın Olay Yeri Görgü ve Tespit Tutanağında belirtildiği şekilde gerçekleştiği kabul edilmiştir. Bu karar 11/1/2018 tarihinde itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir. Başvurucu Abdulbaki Güngör’ün Yaralanması Konusunda Kolluk Görevlileri Hakkında Yapılan 2013/488 Sayılı Soruşturma Başvurucu İsa Bingöl’ün şüpheli J. Erler N.Ş., T., A. ve Y.İ. ile J. Asb. A.Ö. hakkında verdiği 15/8/2013 tarihli şikâyet dilekçesi üzerine 2013/488 sayılı soruşturma başlatılmıştır. Oto Yedek Parçacısı İ.A. ve Tamirci F.Y., şikâyet dilekçesinde tanık olarak gösterilmiştir. Çaldıran Devlet Hastanesince nezarethaneye giriş için 14/8/2013 tarihinde saat 38'de düzenlenen raporda başvurucu Abdulbaki Güngör’de darp ve cebir izi bulunmadığı belirtilmiştir. Diğer başvurucunun darp iddiası ve adli raporu bulunmamaktadır. Başvurucu İsa Bingöl 27/2/2014 tarihinde kollukta şu beyanda bulunmuştur:  “Ben 08 2013 tarihinde saat 22 00 sıralarında oğlum Abdulbaki ile birlikte Çaldıran merkez ilçesinde motor tamircisi [F.Y.] isimli kişinin yanında idik. Daha sonra Soğuksu köyüne oğlum Abdulbaki ile birlikte [65…] plakalı aracı ile köye girdik. Köye girdimizde jandarmalar bizi durdurdu. Kimlik sordu daha sonra komutan hiçbir şey söylemeden oğlum Abdulbaki’yi atın arabaya dedi ve jandarmalar oğlumu benim yanımda alıp götürdüler, neden götürdüklerin bilmiyorum. Daha sonra karakola geldim yüzbaşı ile görüştüm. Olayda benim oğlum Abdulbaki’nin görevli memura direndiğini söyledi, daha sonra oğlum Abdulbaki’yi Muradiye ilçesindeki nezarete aldılar ve 2013 tarihinde serbest bıraktılar…” Şüpheliler (beş şüpheli) hakkında yapılan 2013/488 sayılı soruşturma 24/6/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlanmıştır. Karar başlığında yalnız İsa Bingöl müşteki olarak gösterilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “Müştekinin suç tarihinde Çaldıran İlçesi Soğuksu köyünde jandarma devriyeleri tarafından oğlu Abdulbaki Bingöl'ün göz altına alınıp darp edildiğini söylemesi üzerine Başsavcılığımız tarafından soruşturma başlatılmış ise de yapılan soruşturma neticesinde o saatte olay yerinde devriye görevindeki bütün kolluk görevlilerin ifadeleri alınmış olup, hem mağdurun [adli muayene] raporunda herhangi bir darp ve cebir izine rastlanılmadığı, hem de tarafların ifadeleri doğrultusunda böyle bir suçun işlendiğine dair müştekinin soyut ifadeleri dışında bunu destekler nitelikte hiçbir delil bulunmadığı, bunun yanında olayın mağdurunun müştekinin beyanını destekler mahiyette ifade dahi vermediği anlaşıldığından; Şüpheliler hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına, karardan bir suretin müşteki ve şüphelilere tebliğine, ifadesi alınmayan mağdura tebliğe yer olmadığına [karar verilmiştir.]” Bu karar Temmuz 2014’te başvurucu İsa Bingöl’e tebliğ edilmiştir. Tebligat fotokopisi okunaklı olmadığından hangi gün tebliğ edildiği tespit edilememiştir. Karara itiraz edildiği yönünde başvuru formu ekinde ve UYAP kayıtlarında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Başvurucu Abdulbaki Güngör’ün Yaralanması Konusunda Yapılan 2014/322 Sayılı İkinci Soruşturma J. Asb. A.Ö. hakkında, ne şekilde soruşturmaya kaydedildiği UYAP kayıtlarından ve Savcılıktan istenen bilgilerden anlaşılamayan ikinci bir soruşturma daha yürütülmüştür. İncelenen başvurunun konusunu 2014/322 sayılı bu soruşturma oluşturmaktadır. 2013/322 sayılı soruşturmada şüpheli olan diğer dört kolluk görevlisinin bu soruşturmaya dâhil edilmediği anlaşılmıştır. 2013/488 sayılı soruşturma dosyasının bir suretinden başka hiçbir belgenin kayıtlı olmadığı bu soruşturma, 26/11/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlanmıştır. Başvurucu İsa Bingöl dosyada müşteki olarak gösterilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: “Müşteki İsa Bingöl'ün 2013 tarihli şikayet dilekçesinde 2013 tarihinde akşam saat 21:00-22:00 arasında Çaldıran ilçesinden köylerine dönerken evlerinin önünde Jandarma tarafından araçlarının durdurularak aracı süren oğlu Abdulbaki Bingöl'ü Jandarmanın alarak sebepsiz yere Muradiye ilçesine götürdükleri ve oğlu Abdulbaki Bingöl'e darp ve cebir uygulandığından bahisle şikayetçi olması üzerine Cumhuriyet Başsavcılığımızca soruşturma başlatılmış ise de yapılan soruşturma neticesinde alınan tanık, şüpheli beyanları ve tüm tahkikat evrakına göre Abdulbaki Bingöl isimli şahsın 2013 günü saat 20:00 sıralarında Soğuksu Piyade karakolundan 20 adet kaçak sigara taşıyan atlı bir grubun soğuksu köyüne geleceği ihbarı alınması üzerine Çaldıran İlçe Jandarma Komutanlığı görevlilerinin saat 20:20 'de Soğuksu köyüne gittiği, Soğuksu köyü içinde geçen Çaldıran Doğubayazıt karayolu kenarında beklerken [65…] plakalı araç İlçe Jandarma Görevlilerinin önünden sekiz kez geçmiş yine görevlilerin atlıları köy içinde kovlarken Abdulbaki Bingöl'ün evinin 50 metre kadar mesafede aracı yola yan bir şekilde çevirerek görevlilerin yolunu kesip atlıların kaçmasını engelledikleri için Cumhuriyet Savcısının [F.] talimatı üzerine Abdulbaki Bingöl isimli şahıs gözaltına alınmış olup, Çaldıran İlçesindegözaltında bulundurulabilecek herhangi bir nezarethane olmadığından şahsın Muradiye İlçesine götürüldüğü, yine Şahsın alınan doktor raporlarındadarp cebir izine rastlanmadığı, böyleceyasal görevini yapmakta olan şüphelinin üzerine atılı suçu işlemediği anlaşıldığından;Şüpheli hakkında kamu adına KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA, Kararın müştekiye ve şüpheliye ayrı ayrı tebliğine [karar verilmiştir.]…” Bu karara başvurucular vekili tarafından yapılan itiraz, Erciş Sulh Ceza Hâkimliğinin 26/1/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Kasten yaralamaMadde 86- … (2) (Ek fıkra: 31/3/2005 – 5328/4 md.) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindekietkisinin basitbirtıbbîmüdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur. (3) Kasten yaralama suçunun;…d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,…İşlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun karar tarihinde yürürlükte olan hâliyle maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararMadde 172 - (1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar, suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir. (2) Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra yeni delil meydana çıkmadıkça, aynı fiilden dolayı kamu davası açılamaz. …”
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/5100
Başvuru, yakalama sırasında kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, tutuklanmasını haklı gösterecek somut olay, olgu ve bilgi olmadığı halde tutuklandığını, yerel mahkemelerin “klişe gerekçelerle” tahliye taleplerini reddettiğini, tutukluluğun makul süreyi aştığını, milletvekili seçildikten sonra tutuklu bulundurulmasının siyasi faaliyette bulunma hakkına yönelik ağır bir müdahale olduğunu, emsal nitelikteki Anayasa Mahkemesi kararının kendisi hakkında uygulanmadığını, yargılanması sırasında tabii hakim ilkesinin gözetilmediğini ileri sürerek Anayasa’nın , , ve maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvuru, 31/12/2013 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 2/1/2014 tarihinde başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm, 2/1/2014 tarihinde yapılan toplantıda Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Bakanlık görüşünü 2/1/2014 tarihinde bildirmiştir. Mahkemenin konuya ilişkin önceki kararları dikkate alındığında bakanlık görüşünün başvurucuya bildirilmesinin başvurucu lehine herhangi bir sonuç doğurmayacağı anlaşıldığından bildirime gerek görülmemiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesinde ifade edildiği şekliyle olaylar şöyledir: Başvurucu 26/2/2010 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu, tutuklu iken 12/6/2011 tarihinde yapılan genel seçimde Mardin ilinden bağımsız milletvekili olarak seçilmiştir. Hazırlık soruşturmasının ardından başvurucu hakkında 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddenin (2) numaralı fıkrasına muhalefet iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Başvurucunun soruşturma ve kovuşturma aşamasında yapmış olduğu tutukluluğa itirazları her seferinde mahkeme tarafından “klişe” gerekçelerle reddedilmiştir. Başvurucu, milletvekili seçilmesinin ardından tahliye talebiyle Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuş, Mahkeme başvurucunun talebini 25/6/2011 tarihinde reddetmiştir. Mahkeme kararının ilgili bölümü şöyledir:“Sanık Gülser Yıldırım hakkında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 2010 tarih 2010/1192 esas sayılı iddianamesi ile, kendisinin de aralarında bulunduğu 22 sanık hakkında yasadışı PKK terör örgütü ile bağlantılı KCK-TM yapılanmasının Mardin ili kapsamında Kent Meclisi içerisinde örgütsel faaliyet yürüttüğü ve dolayısı ile ayrıntıları iddianamede yazılı olduğu üzere faaliyetlerinin sürekliliği ve yoğunluğu nedeniyle hakkında terör örgütü üyeliğinden TCK'nun 314/2 ve 3713 sy yasanın 5/2 maddeleri gereğince cezalandırılmasının istenildiği anlaşılmıştır Yukarıda belirtilen hükümler ile sanığın üzerine atılı suçun 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun 302 ila maddeleri kapsamında bulunan "terör örgütü üyeliği" olması, sanık hakkında seçimden önce soruşturmaya başlanmış ve hatta kamu davası açılmış olması ve ayrıca Yargıtay Ceza Dairesinin 2008 tarih, 2008/6292 esas ve 2008/11012 karar ilamı göz önüne alındığında; tahliyesi istenen sanık Gülser YILDIRIM'ın 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasının maddesinde düzenlenen "Yasama Dokunulmazlığı" kapsamında olmadığı anlaşılmıştır.Sanık Gülser YILDIRIM 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasının maddesinde düzenlenen "Yasama Dokunulmazlığı" kapsamında değil; "uzun süredir tutuklu oldukları, aleyhine toplanması beklenen delil olmadığı, toplanan delilleri de karartma ihtimalinin olmadığı ve Milletvekili seçilmiş olması nedeniyle kaçma riskinin olmadığı" gerekçesi ile tahliyesi talep edilmiştir.Netice itibariyle; sanık Gülser YILDIRIM her ne kadar milletvekili seçilmiş ise de; sanık hakkındaki yargılamanın 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasının maddesinde düzenlenen "Yasama Dokunulmazlığı" kapsamında bulunmaması, bir kısım gizli tanıkların dinlenmemiş olması, sanığın üzerlerine atılı suç için ön görülen cezaların alt ve üst sınırları ile söz konusu suçun 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 100/3-a maddesinde sayılan katolog suçlardan olması itibariyle; sanığın kaçacağı, delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık üzerinde baskı yapma olasılığının bulunması sebepleriyle; Sanık Gülser YILDIRIM'ın 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 100 ve devamı maddeleri gereğince tahliye talebinin reddi ile tutukluluk halinin devamına karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.” Başvurucu son olarak, Anayasa Mahkemesince verilen 4/12/2013 tarih ve B. No: 2012/1272 sayılı karara dayanarak, yargılamasının devam ettiği Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinden 6/12/2013 tarihinde tahliye edilmesini talep etmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun talebini 16/12/2013 tarihinde reddetmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 16/12/2013 tarihli ret kararına karşı başvurucu, 17/12/2013 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun talebini 24/12/2013 tarih ve 2013/568 Değişik İş sayılı kararı ile reddetmiştir. Başvurucu hakkındaki ceza davası ilk derece mahkemesi önünde derdesttir. B. İlgili Hukuk Anayasa’nın “Yasama dokunulmazlığı” başlıklı maddesi şöyledir:“Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisce başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar.Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz. Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ve seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır. Ancak, bu halde yetkili makam, durumu hemen ve doğrudan doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisine bildirmek zorundadır.Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi hakkında, seçiminden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi, üyelik sıfatının sona ermesine bırakılır; üyelik süresince zamanaşımı işlemez.Tekrar seçilen milletvekili hakkında soruşturma ve kovuşturma, Meclisin yeniden dokunulmazlığını kaldırmasına bağlıdır.Türkiye Büyük Millet Meclisindeki siyasî parti gruplarınca, yasama dokunulmazlığı ile ilgili görüşme yapılamaz ve karar alınamaz.” Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılamaması” başlıklı maddesi şöyledir:“Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir.” 5237 sayılı Kanun’un maddenin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.” 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; (1)… Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220), Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308), Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),…(4) (Değişik: 2/7/2012-6352/96 md.) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) (Değişik: 2/7/2012-6352/98 md.) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.(2) Kanunda tutuklama yasağı öngörülen hallerde de, adlî kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir.(3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir:a) Yurt dışına çıkamamak.b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak.c) Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak.d) Her türlü taşıtları veya bunlardan bazılarını kullanamamak ve gerektiğinde kaleme, makbuz karşılığında sürücü belgesini teslim etmek.e) Özellikle uyuşturucu, uyarıcı veya uçucu maddeler ile alkol bağımlılığından arınmak amacıyla, hastaneye yatmak dahil, tedavi veya muayene tedbirlerine tâbi olmak ve bunları kabul etmek.f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak.g) Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî emanete teslim etmek.h) Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim tarafından miktarı ve ödeme süresi belirlenecek parayı suç mağdurunun haklarını güvence altına almak üzere aynî veya kişisel güvenceye bağlamak.i) Aile yükümlülüklerini yerine getireceğine ve adlî kararlar gereğince ödemeye mahkûm edildiği nafakayı düzenli olarak ödeyeceğine dair güvence vermek.j) (Ek: 2/7/2012-6352/98 md.) Konutunu terk etmemek.k) (Ek: 2/7/2012-6352/98 md.) Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek. l) (Ek: 2/7/2012-6352/98 md.) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemek.(4) (Ek: 25/5/2005 – 5353/14 md.; Mülga: 2/7/2012-6352/98 md.) (5) Hâkim veya Cumhuriyet savcısı (d) bendinde belirtilen yükümlülüğün uygulamasında şüphelinin meslekî uğraşılarında araç kullanmasına sürekli veya geçici olarak izin verebilir. (6) Adlî kontrol altında geçen süre, şahsî hürriyeti sınırlama sebebi sayılarak cezadan mahsup edilemez. Bu hüküm, maddenin üçüncü fıkrasının (e) bendinde belirtilen hallerde uygulanmaz. (7) (Ek: 6/12/2006 – 5560/19 md.) Kanunlarda öngörülen tutukluluk sürelerinin dolması nedeniyle salıverilenler hakkında (…) adlî kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9894
Başvurucu, tutuklanmasını haklı gösterecek somut olay, olgu ve bilgi olmadığı halde tutuklandığını, yerel mahkemelerin “klişe gerekçelerle” tahliye taleplerini reddettiğini, tutukluluğun makul süreyi aştığını, milletvekili seçildikten sonra tutuklu bulundurulmasının siyasi faaliyette bulunma hakkına yönelik ağır bir müdahale olduğunu, emsal nitelikteki Anayasa Mahkemesi kararının kendisi hakkında uygulanmadığını, yargılanması sırasında tabii hakim ilkesinin gözetilmediğini ileri sürerek Anayasa’nın 10. , 19. , 37. ve 67. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
0
Başvuru; miras yolu ile intikal eden taşınmazın kamulaştırılması sürecinde tebligatların usulüne uygun yapılmaması, kamulaştırma bedeli olarak idarece herhangi birödeme yapılmaması, buna rağmen açılan kamulaştırmasız el koymadan kaynaklanan tazminat davasının reddedilmesi, yargılama sırasında esasa etki edebilecek önceki yargılama dosyalarının temin edilememesi, ayrıca yargılama sonunda maktu olarak belirlenmesi gereken vekâlet ücreti yerine nispi olarak belirlenen vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/11/2013 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesivasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 16/1/2014tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 14/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 26/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 9/9/2015 tarihinde ibraz etmiştir. Anayasa Mahkemesince Merkezî Nufüs İdaresi Sistemi'nden yapılan sorgulama neticesinde başvuruculardan Hasan Şimbil'in (T. Kimlik No: 50356249554) bireysel başvuru tarihinden önce 24/5/2013'te vefat ettiği tespit edilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Arif Şimbil 24/12/2010 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan tazminat davasında, kendisine murislerinden intikal eden İzmir ili Gaziemir ilçesi Yeşil Mahallesi 233 adada bulunan 70 ve 107 parsel numaralarına kayıtlı iki parselin 1979 yılında toplu konut yapılması amacıyla Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü tarafından kamulaştırıldığını, 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun geçici maddesi uyarınca davalı idareye 19/12/2010 tarihinde başvurduğunu ancak talebinin reddedildiğini belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla davalı idare aleyhine tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur. Diğer başvurucular 2/5/2011 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde aynı taşınmazlara ilişkin açtıkları kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan tazminat davasında taşınmazların kendilerine miras yolu ile intikal ettiğini, taşınmazların 1979 yılında toplu konut yapılması amacıyla Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü tarafından kamulaştırıldığını ancak kamulaştırma bedelinin mirasçılara ödenmediğini belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla davalı idare aleyhine tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuşlardır. İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi her iki dava dosyasının aralarında bulunan bağlantı nedeniyle E.2010/614 sayılı dosyada birleştirilmesine karar vermiştir. İzmir Asliye Hukuk Mahkemesindegörülenyargılamasürecinde dava konusu taşınmazlar ile bu taşınmazlara değer açısından emsal olabilecek taşınmazların tapu kayıtları, akit tabloları, imar durumları, emlak beyan değerleri incelenmiş; taşınmazlara davalı tarafça el atılıp atılmadığının, el atılmış ise tazminat miktarının ve el atılan yerlerin emsallerine göre değerinin tespit edilmesi için taşınmazlarda keşif yapılarak bilirkişi incelemesi yaptırılmış, bilirkişi raporları ile birlikte bunlara ek raporlar aldırılmıştır. Başvurucular 19/4/2011 tarihli dilekçeleri ile dava değerini 051 TL artırarak 051 TL olarak ıslah etmişlerdir. Yargılama sonunda İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi 24/12/2012 tarihli ve E.2010/614, K.2012/611 sayılı kararı ile uyuşmazlık konusu taşınmazların İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinin E.1983/179, K.1984/740 ve İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinin E.1985/364, K.1985/754 sayılı kararları ile Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü adına tesciline hükmedildiğini, kamulaştırma tebligatlarının usulüne uygun ve yasal olarak yapılmış olduğunu, ayrıca 2942 sayılı Kanun'un öngördüğü süre içinde dava açılmadığı gibi uzun yıllar sonra kamulaştırma kararına rağmen tebligat yapılmadığından bahisle dava açmanın 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nda belirtilen hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğunu ve bu durumun hukuk düzenince korunmayacağını belirtmiş; davanın reddine hükmetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"... Taraflar iddia ve savunmaya ilişkin delillerini bildirmiş, belgelerini ibraz etmiş, celbi gerekli kayıt ve belgeler ilgili yerlerden celp edilmiştir. İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 1985/364 Esas 1985/754 Karar sayılı dosyası istenmiş ise de müzekkeremize verilen cevap itibariyle bulunamadığının bildirildiği anlaşılmıştır. ...bilirkişi Y.Ö.'den 29/08/2012 havale tarihli raporunda; Halk Bankası İzmir Şubesine yazılan müzekkereye verilen cevapta Mustafa Şimbil, Mümine Şimbil, Ahmet Şimbil adına kayıtlı 70 ve 107 parsel ile ilgili yatırılmış ve çekilmiş bir para olmadığının bildirildiği, ancak Emlak Kredi Bankası İzmir Şubesine paraların yatırıldığının açılan tescil davalarında belirtildiği, böylece cevap ile kayıtlar arasında çelişki oluştuğu, öncelikle oluşan çelişkinin giderilmesi ve bankaya para yatırılıp yatırılmadığının, yatırıldı ise hak sahibi kişiler tarafından bedelin tahsil edilip edilmediğinin belirlenmesi gerektiği, 26/11/2012 tarihli raporu dosyaya ibraz olunmuş; İzmir, Gaziemir, Yeşil mah. 213 ada, 70 parsel yönünden; kamulaştırma evraklarının Ayişe (Ayşe) Vatansever (Şimbil), Fatime (Fatma) Kardelen (Şimbil), Hüseyin Şimbil ve Ahmet Şimbil'e usulüne uygun tebliğ edilmediği, Mehmet Şimbil'in 18/03/1948 tarihinde evlendiği ve 08/08/2011 tarihli mutarlık ilmühaberi ile eki 1986-1989 yıllarına ait emlak beyannamesine göre kardeşi Hasan Şimbil ile bitişik binada fakat farklı numaralı meskende ikamet ettiği, her iki meskeninde Hasan Şimbil'e ait olduğu, Mehmet'e yapılan tebligatın 28 sokak no:32 adresinde kardeşi Hasan'a yapıldığı, Mehmet Şimbil'in ise 32/A numaralı meskende oturduğu adreslerdeki yakınlık nedeni ile bu kişilerin aynı çatı altında yaşayan kişiler olup olmadığının ve kamulaştırma evrakının usulüne uygun olarak tebliğ edilip edilmediğinin takdirinin mahkemeye ait olduğu, tüm hak sahiplerinin kamulaştırma işleminden açılan tescil davası sırasında haberdar olduğu, kamulaştırma bedelinin bankaya yatırıldığı, ancak davacılar veya murisleri tarafından paranını tahsil edildiğine dair bir belgenin dosyada olmadığı, İzmir , Gaziemir, Yeşil mah., 233 ada 107 parsel yönünden; kamulaştırma evraklarının, Ayişe (Ayşe) Vatansever (Şimbil), Fatime (Fatma) Kardelen (Şimbil), Hüseyin Şimbil ve Ahmet Şimbil'e usulüne uygun tebliğ edilmediği, Mehmet Şimbil'in 18/03/1948 tarihinde evlendiği ve 08/08/2011 tarihli mutarlık ilmühaberi ile eki 1986-1989 yıllarına ait emlak beyannamesine göre kardeşi Hasan Şimbil ile bitişik binada fakat farklı numaralı meskende ikamet ettiği, her iki meskeninde Hasan Şimbil'e ait olduğu, Mehmet'e yapılan tebligatın 28 sokak no:32 adresinde kardeşi Hasan'a yapıldığı, Mehmet Şimbil'in ise 32/A numaralı meskende oturduğu adreslerdeki yakınlık nedeni ile bu kişilerin aynı çatı altında yaşayan kişiler olup olmadığının ve kamulaştırma evrakının usulüne uygun olarak tebliğ edilip edilmediğinin takdirinin mahkemeye ait olduğu, İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 1985/364 Esas ve 1985/754 Karar sayılı davasında 107 parselde ki hissenin Kamulaştırma Kanunun maddesi gereği idare adına tescili için dava açılmış ve davada Ahmet Şimbil adına 7 sokak no:20 Gaziemir adresine, Hüseyin Şimbil adına 173/1 sokak no:6/6 Basın Sitesi/ İzmir adresinde yukarıda belirtilen dört kişi adına ise 28 sokak Sakarya mah. No:32 Gaziemir/ İZMİR adresine tebligat çıkartıldığı, mahkemece tüm araştırma ve aramalara rağmen dava dosyası aslının dosyaya celp edilemediğinden ve karar örneğinden hak sahiplerine tebligatın nasıl yapıldığı ve tebligatı kimlerin aldığı anlaşılamadığından tüm hak sahiplerinin kamulaştırma işleminden açılan tescil davası sırasında haberdar olup olmadığı konusunda bir değerlendirme yapılamayacağı, kamulaştırma bedelinin İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinin gerekçeli kararına göre bankaya yatırıldığı, ancak davacılar veya murisleri tarafından paranın tahsil edildiğine dair bir belgenin dosyada olmadığı görüş ve kanaatine vardığı anlaşılmıştır.Bilirkişi raporunun tafsilatlı ve denetime açık hazırlamış olması nedeniyle mahkememizce başkaca bilirkişi incelemesi cihetine gidilmemiştir....Yapılan yargılama sonucunda; Gaziemir ilçesi, Yeşil mahallesi, Damlacık mevkii, ada 233, parsel 107 de kayıtlı taşınmazın Ahmet oğlu Mustafa Şimbil 13/24 pay, Ahmet kızı Nebiye Güven 11/24 pay maliki olduklarından Nebiye Güven'in payının davalı Arsa Ofisi Genel Müdürlüğüne satıldığı, Ahmet oğlu Mustafa Şimbil'in payının İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 1983/179 Esas 1984/740 Karar sayılı hükmü ile Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü'ne tescil edildiği, aynı yer 233 ada, 70 parselde kayıtlı taşınmazın 1/3 hisse itibariyle Ahmet oğlu Mustafa Şimbil, Hasan kızı Mümine Şimbil, Mustafa oğlu Ahmet Şimbil adına tapuda kayıtlı olduğu, İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 1985/364 Esas 1985/754 Karar sayılı hükmü ile Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü adına tesciline karar verildiği, kamulaştırma tebligatlarının usulüne uygun ve yasal olarak yapılmış olduğu, Kamulaştırma Kanunun öngördüğü yasal süresi içinde dava açılmadığı gibi uzun yıllar sonra Kamulaştırma Kararına rağmen tebligat yapılmadığından bahisle Kamulaştırmasız El Koyma davasının T.K. Maddesinde belirtilen hakkın kötüye kullanılması olduğu ve hukuk düzenince korumayacağından davanın reddine ve aşağıda hüküm kısmında belirtildiği şekilde karar verileceği kanısına varılmıştır. ..." İlk Derece Mahkemesi aynı kararında ayrıca asıl dava yönünden 102 TL, birleşen dava yönünden 000 TL olmak üzere toplam 102 TL nispi vekâlet ücretininbaşvuruculardan tahsili ile davalı tarafa ödenmesine karar vermiştir. İlk Derece Mahkemesi kararı, temyiz incelemesi sonucu Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/3/2013 tarihli ve E.2013/2120, K.2013/4767 sayılı ilamı ile onanmıştır. Onama ilamının ardından başvurucuların karar düzeltme talebinde bulunmaları üzerine karar düzeltme incelemesi devam ederken 24/5/2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanun'un maddesi ile 2942 sayılı Kanun’un geçici maddesinin yedinci fıkrası değiştirilerek geçici madde uyarınca açılan davalarda nispi vekâlet ücreti yerine maktu vekâlet ücreti uygulanacağı, onuncu fıkrasıyla da değişen hükümlerin kesinleşmeyen davalara da uygulanacağı hüküm altına alınmıştır. Söz konusu düzenleme 11/6/2013 tarihli ve 28674 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Başvurucuların karar düzeltme istemi Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/9/2013 tarihli ve E.2013/9592, K.2013/12140 sayılı ilamı ile reddedilmiş ve İlk Derece Mahkemesi kararı aynı tarihte kesinleşmiştir. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin ilam başvuruculara 30/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 26/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. B. İlgili Hukuk 2942 sayılı Kanun'un, 6487 sayılı Kanun'un maddesi ile yapılan değişiklikten önceki geçici maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: "Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle, malik tarafından ilgili idareden tazminat talebinde bulunulması halinde, öncelikle uzlaşma yoluna gidilmesi esastır. İdare ve malik arasında uzlaşma sağlanamadığı takdirde, uzlaşmazlık tutanağının tanzim edildiği veya ikinci fıkradaki sürenin uzlaşmaya davet olmaksızın sona erdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde malik tarafından sadece tazminat davası açılabilir. Dava açılması halinde, fiilen el konulan taşınmazınveyaüzerindetesis edilen irtifak hakkının müracaattarihindeki değeri, ikinci fıkranın birinci cümlesindeki esaslara göre mahkemece tespit ve taşınmazın veya hakkın idare adına tesciline veya terkinine ve malike tazminat ödenmesine hükmedilir. Tescile veya terkine ilişkin hüküm kesin olup tarafların hükmedilen tazminata ilişkin temyiz hakkısaklıdır." 2942 sayılı Kanun'un, 6487 sayılı Kanun'un maddesi ile yapılan değişiklikten sonraki geçici maddesinin altıncı ve yedinci fıkraları ile onuncu fıkrasının ilgili kısımları şöyledir: "İdare ve malik arasında uzlaşma sağlanamadığı takdirde, uzlaşmazlık tutanağının tanzim edildiği tarihten itibaren üç ay içinde malik veya idare tarafından bedel tespiti davası açılabilir. Dava açılması hâlinde, fiilen el konulan taşınmazın veya üzerinde tesis edilen irtifak hakkının dava tarihindeki değeri, ikincifıkranın birinci cümlesindeki esaslara göre mahkemece bu Kanunun 15 inci maddesine göre bilirkişi incelemesi yapılmak suretiyle tespit ve taşınmazın veya hakkın idare adına tesciline veya terkinine hükmedilir. Tespit edilen bedel, bu maddenin sekizinci fıkrasına göre idarece ödenir. Tescile veya terkine ilişkin hüküm kesin olup tarafların hükmedilen bedele ilişkin temyiz hakkı saklıdır. Bu madde kapsamında açılan davalarda mahkeme ve icra harçları ile her türlü vekalet ücretleri bedel tespiti davalarında öngörülen şekilde maktu olarak belirlenir. ... Bu madde hükümleri karara bağlanmamış veya kararı kesinleşmemiş tüm davalara uygulanır. Kararı kesinleşen davalara ise, bu maddenin yalnızca sekizinci fıkra hükümleri uygulanır.” 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Hukukun uygulanması" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Hâkim, Türk hukukunu resen uygular." 6100 sayılı Kanun'un "Yargılama giderlerinin kapsamı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Yargılama giderleri şunlardır: ... ğ) Vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti. ..." 6100 sayılı Kanun’un "Zaman bakımından uygulama" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8660
Başvuru, miras yolu ile intikal eden taşınmazın kamulaştırılması sürecinde tebligatların usulüne uygun yapılmaması, kamulaştırma bedeli olarak idarece herhangi bir ödeme yapılmaması, buna rağmen açılan kamulaştırmasız el koymadan kaynaklanan tazminat davasının reddedilmesi, yargılama sırasında esasa etki edebilecek önceki yargılama dosyalarının temin edilememesi, ayrıca yargılama sonunda maktu olarak belirlenmesi gereken vekâlet ücreti yerine nispi olarak belirlenen vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü soruşturma kapsamında silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan 23/2/2004 tarihinde gözaltına alınmıştır. (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (CMK mülga madde ile görevli) 20/6/2006 tarihli kararıyla başvurucunun üzerine atılı suçtan delil yetersizliği sebebiyle beraatine karar vermiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 29/3/2010 tarihli ilamıyla İlk Derece Mahkemesi kararı bozulmuştur. Bozmaya uyularak yürütülen yargılamada Mahkemece 22/2/2011 tarihli kararla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyizi üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 13/2/2013 tarihli ilamıyla onanmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1526
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/361
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, 12 Eylül 1980 döneminde maruz kalındığı iddia edilen işkence ve kötü muamelelere ilişkin şikâyet sonucunda verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar nedeniyle Anayasa'nın maddesinde güvence altına alınan işkence, eziyet ve insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/6/2013 tarihinde Bursa Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 16/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu "12 Eylül 1980 Askerî Müdahalesi" sonrasındaki süreçte, 1980 yılı Ekim ayında gözaltına alınmasını müteakip tutuklanmış ve aynı yıl Aralık ayı sonunda salıverilmiştir. Başvurucu, 17/2/1981 tarihinde tekrar gözaltına alınmış, Gölcük Donanma ve Sıkıyönetim Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 15/5/1981 tarihli ve 750-327 sayılı gıyabi tevkif kararına istinaden Bursa Sulh Ceza Mahkemesinin 23/5/1981 tarihli ve 981/340 sayılı kararı ile tutuklanmıştır. Gölcük Donanma ve Sıkıyönetim Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 21/7/1982 tarihli ve E.1981/328, K.1982/505 sayılı kararı ile başvurucunun "yasa dışı silahlı çeteye girme" suçunu işlediği sabit görülerek altı sene iki ay 20 gün ağır hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK madde ile görevli ve yetkili) 25/1/2012 tarihli ve 2012/73 Soruşturma, 2012/44 sayılı görevsizlik kararıyla başvurucunun iddiaları ile benzer mahiyetteki şikâyetlere ilişkin soruşturma dosyasının ilgili kısımlarının gönderildiği Bursa Cumhuriyet Başsavcılığınca 2012/7689 sayılı soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu, 29/5/2012 tarihli dilekçe ile Bursa Cumhuriyet Başsavcılığınamüracaat ederek kendisine işkence yaptıkları iddiasıyla, gözaltına alındığı 17/2/1981 ve sonraki tarihlerde görev alan kolluk görevlileri hakkında şikâyetçi olmuştur. Anılan dilekçenin ilgili kısımları şöyledir:"12 Eylül 1980 darbe sürecinde 'yasa dışı örgüte üye' olmak gerekçesiyle 17/02/1981 tarihinde Gemlik İlçe... Emniyet Müdürlüğü ekiplerince gözaltına alındım. Gözaltına alındığımda 15 yaşında (l)ise (s)ınıf öğrencisiydim. Gemlik'te gözaltına alındıktan sonra hemen Bursa İl Emniyet Müdürlüğüne getirildim.... sonra suçlandığım konu bana bildirilmeden doğrudan işkenceye alındım. Bursa Emniyet Müdürlüğünün Fomara Fevzi Çakmak Cad...desinde bulunan binasının katına çıkarıldım ve burada diğer gözaltına alınanlarla birlikte şiddete ve işkenceye maruz kaldım.Bana imzalatılmak istenen gerçek dışı beyanların bulunduğu ifade metinini kabul etmediğim için vücuduma elektrik verildi ve kaba dayak uygulandı. Daha sonra bu işkence zoruyla imzaladığım ifade metni nedeniyle yargılandım ve ne yazık ki cezaya çarptırıldım.Gölcük Donanma ve Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesince işkenceyle alınan ifademden başka delil bulunmamasına rağmen yasa dışı örgüt üyeliği gerekçesiyle 6 sene 20 gün ağır hapis cezasına çarptırıldım. (...)82 Anayasası (g)eçici madde nedeniyle gözaltında kaldığım süre içinde uğradığım işkenceleri dava edemediğim gibi, haksız tutuklama nedeniyle uğradığım hak kayıpların(ı) da dava edemedim. 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan referandum ile anayasa değişiklik maddeleri kabul edilmiş, 2010 tarihinde ... ResmiGazete'de yayınlanmıştır. Bu nedenle cezai ve hukuki anlamda tarafıma yapılan işkence ve kötü muameleyle ilgili hak aramanın önündeki engel kalkmıştır.Ayrıca tarafıma yapılan işkence suçu bir insanlık suçudur ve bu suç için hem yasalarımızda hem de kabul ettiğimiz uluslararası anlaşma metinlerinde zaman aşımı bulunmamaktadır.1981 yılında tarafıma işkence yapan kolluk güçleri devletin kayıtlarında mevcuttur. Gözaltına alındığım tarih bellidir. Ayrıca aynı tarihte daha bir çok gençle beraber Gemlik ilçesinde gözaltına alınmış ve Bursa'ya getirilmiştik. Bu nedenle olaya şahit bir çok insan da mevcuttur.Bu işkenceyle alınan ifadeler nedeniyle haksız bir şekilde cezalandırıldım ve yıllarca ceza evlerinde kaldım. Bu nedenle bana bu acıyı ve zulmü yaşatanlardan şikayetçiyim.... " Cumhuriyet savcısı tarafından aynı tarihte başvurucunun ifadesi alınmıştır. İfade tutanağının ilgili kısımları şöyledir:"...12 Eylül 1980 darbe sürecinde yasadışı örgüte üye olduğum gerekçesi ile 17/02/1981 tarihinde 15 yaşında bulunduğum sırada Gemlik Emniyet Müdürlüğü ekiplerince göz altına alındım. Daha sonra Bursa İl Emniyet Müdürlüğüne getirildim. Burada neyle suçlandığım bana bildirilmeden gözlerim bağlandı. İşkenceye alındım. Bana imzalatılmak istenen gerçek dışı beyanların bulunduğu ifade metnini kabul etmediğim için vücuduma elektrik verildi. Tarafıma kaba dayak uygulandı. Bunun sonucunda beyanlarım olmadığı halde gerçek dışı beyanlarla dolu ifadeyi imzalamak zorunda kaldım. Gölcük Donanma ve Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesinde yargılandım. 1981/321 Esas, 1982/505 Karar sayılı kararı ile 6 yıl 20 gün ağır hapis cezasına çarptırıldım. Yaklaşık 3 yıl cezaevinde yattım. 12/09/2010 tarihindeki referandumla kabul edilen anayasa değişikliği çerçevesinde, 12 Eylül darbesi sonrasına koruma getiren geçici [m]addenin yürürlükten kaldırılması nedeniyle bu dilekçeyi veriyorum. Tarafıma yapılan işkence suçu bir insanlık suçudur. Ülkemizin de taraf olduğu [u]luslararası [a]n[d]laşmalar çerçevesinde, bu tür suçlarda zaman aşımı bulunmamaktadır. O dönem Gemlik ilçesinde benim gibi pekçok insan mağdur olmuştur. İşkenceyle alınan ifadeler neticesi haksız bir şekilde cezalandırıldım. Belirttiğim gibi yıllarca cezaevinde kaldım. 17/02/1981 tarihinde Gemlik ilçesinde göz altına alındıktan sonra Bursa İl Emniyet Müdürlüğü Siyasi Şubede bana işkence ve kötü muamelede bulunan, zorla istemediğim ifadeyi imzalattıran kamu görevlilerinden şikayetçiyim. ... " Başvurucunun şikâyeti üzerine başlatılan 2012/33256 numaralı soruşturma, "aralarında fiili ve hukuki irtibat bulunduğu" gerekçesiyle 5/6/2012 tarihli ve 2012/500 sayılı kararla Bursa Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2012/7689 numaralı soruşturma (bkz.§ 7) ile birleştirilmiştir. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma sonucunda şüpheliler hakkında 30/1/2013 tarihli ve 2012/7689 Soruşturma ve 2013/2825 sayılı kararla kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"...Müştekilerin şikayet dilekçelerinde belirtmiş oldukları iddiaların araştırılması ve şüphelilerin savunmalarının alınması için İl Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüne talimat yazıldığı, Bursa İl Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünün hazırlamış olduğu 04/06/2012 tarihli evrakta; şüphelilerden ... savunmalarının alındığı, ... atılı suçlamaları kabul etmedikleri, şüphelilerden ... vefat ettiği, tespit edilen diğer şüphelilerin de yeni görev yerleri ve ikamet adreslerinin bildirildiği,Şüphelilerden ... bulundukları İllere savunmalarının alınması için talimat yazılmış, talimat ile ifadeleri alınan şüpheliler savunmalarında, atılı suçlamaları kabul etmediklerini beyan ettikleri,Müştekilerin iddialarının 12/09/1980 darbesi sonrasında 1980-1985 yılları arasındaki dönemde kendilerine yönelik kötü muamele, işkence suçlarına ilişkin olduğu anlaşılmıştır.Müştekilerin iddialarının aradan geçen zaman ve dönem dikkate alındığında somut olarak belgelendirilemeyip iddia konusu eylemlerin şüphelilerce gerçekleştirildiğine dair ilişkilendirme yapılabilecek delil mevcut olmadığı gibi olay tarihi ve Cumhuriyet Başsavcılıklarınca soruşturmaya başlama tarihleri dikkate alındığında dava zaman aşımı süresinin aşılmış olduğu anlaşılmış olmakla;..." Başvurucunun anılan karara karşı itirazı, Yalova Ağır Ceza Mahkemesinin 30/5/2013 tarihli ve 2013/742 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Anılan karar başvurucuya 17/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasa Anayasa’nın mülga geçici maddesi şöyledir:"12 Eylül 1980 tarihinden, ilk genel seçimler sonucu toplanacak Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanlık Divanını oluşturuncaya kadar geçecek süre içinde, yasama ve yürütme yetkilerini Türk milleti adına kullanan, 2356 sayılı Kanunla kurulu Millî Güvenlik Konseyinin, bu Konseyin yönetimi döneminde kurulmuş hükümetlerin, 2485 sayılı Kurucu Meclis Hakkında Kanunla görev ifa eden Danışma Meclisinin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezaî, malî veya hukukî sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamaz.Bu karar ve tasarrufların idarece veya yetkili kılınmış organ, merci ve görevlilerce uygulanmasından dolayı, karar alanlar, tasarrufta bulunanlar ve uygulayanlar hakkında da yukarıdaki fıkra hükümleri uygulanır." İlgili Ceza Kanunları 13/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun zamanaşımı sürelerini düzenleyen maddesi şöyledir:"Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:1- Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis ve müebbed ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerde yirmi sene, 2- Yirmi seneden aşağı olmamak üzere muvakkat ağır hapis cezasını müstelzim cürümlerde on beş sene,3- Beş seneden ziyade ve yirmi seneden az ağır hapis veya beş seneden ziyade hapis yahud hidematı ammeden müebbeden mahrumiyet cezalarından birini müstelzim cürümlerde on sene,4- Beş seneden ziyade olmamak üzere ağır hapis veya hapis yahud sürgün veya hidematı ammeden muvakkaten mahrumiyet cezalarını ve ağır para cezasını müstelzim cürümlerde beş sene,5- Bir aydan ziyade hafif hapis veya otuz liradan ziyade hafif para cezasını müstelzim fiillerde iki sene,6- Bundan evvelki bendlerde beyan olunan mikdardan aşağı cezaları müstelzim kabahatlerde altı ay geçmesile ortadan kalkar.Bu kanunun ikinci kitabının birinci babında yazılı ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis veya müebbedyahud muvakkat ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerin yurd dışında işlenmesi halinde dava müruru zamanı yoktur." 765 sayılı mülga Kanun’un zamanaşımını kesen sebepleri düzenleyen maddesi şöyledir:"Hukuku amme davasının müruru zamanı, mahkumiyet hükmü yakalama, tevkif, celb veya ihzar müzekkereleri, adli makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi, maznun hakkında son tahkikatın açılmasına dair olan karar veya müddeiumumisi tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesilir.Bu halde müruru zaman, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeğe başlar. Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müdetini 102 nci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesi ile baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz." 765 sayılı mülga Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Bir kimseye cürümlerini söyletmek, mağdurun, şahsi davacının, davaya katılan kimsenin veya bir tanığın olayları bildirmesini engellemek, şikayet veya ihbarda bulunmasını önlemek için yahut şikayet veya ihbarda bulunması veya tanıklık etmesi sebebiyle veya diğer herhangi bir sebeple işkence eden veya zalimane veya gayriinsani veya haysiyet kırıcı muamelelere başvuran memur veya diğer kamu görevlilerine sekiz yıla kadar ağır hapis ve sürekli veya geçici olarak kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası verilir." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun "Zaman bakımından uygulama" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: "Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur."
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4836
Başvuru, 12 Eylül 1980 döneminde maruz kalındığı iddia edilen işkence ve kötü muamelelere ilişkin şikâyet sonucunda verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar nedeniyle Anayasa nın 17. maddesinde güvence altına alınan işkence, eziyet ve insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, 19/1/1998 tarihinde açılan tazminat davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla ilgilidir. Başvuru, 25/9/2013 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 16/4/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 29/4/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Kooperatif, 19/1/1998 tarihinde Söke Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasında, yaptırılan tespit sonucu Kooperatife ait binaların sakat ve çürük olduğunun belirlendiğini bu kapsamda sorumlukları bulunduğunu ileri sürdüğü önceki Kooperatif yönetimi ve diğer bir takım kişiler aleyhine tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. Söke Asliye Hukuk Mahkemesi, 2/6/2005 tarihli ve E.2004/6, K.2005/298 sayılı kararı ile davalıların bir kısmı yönünden davanın kabulüne hükmetmiştir. Temyiz incelemesi sonucu Yargıtay Hukuk Dairesi, 30/1/2007 tarihli ve E.2005/10730, K.2007/1076 sayılı ilamı ile İlk Derece Mahkemesi kararını bozmuş, karar düzeltme istemini de 28/9/2007 tarihli ve E.2007/8278, K.2007/12045 sayılı ilamla reddetmiştir. Başvurucu, 25/12/2007 tarihinde Söke Asliye Hukuk Mahkemesinde yeni bir tazminat davası açarak, Kooperatif binalarının inşaatlarında taşeron olarak çalışmış olan bir kısım davalılar aleyhine tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. Söke Asliye Hukuk Mahkemesi, iki davanın birleştirilmesine karar vererek yaptığı yargılama sonunda, 22/4/2010 tarihli ve E.2007/444, K.2010/198 sayılı kararı ile ilk açılan davanın kısmen kabulüne, diğer davanın kabulüne hükmetmiştir. Temyiz incelemesi sonucu, Yargıtay Hukuk Dairesi, 28/6/2012 tarihli ve E.2012/1034, K.2012/4443 sayılı ilamı ile İlk Derece Mahkemesi kararının bozulmasına karar vermiş, karar düzeltme istemini de 19/2/2013 tarihli ve E.2012/5959, K.2013/914 sayılı ilamı ile reddetmiştir. Bozma üzerine dava, Söke Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2013/114 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Başvurucu yargılama devam etmekte iken, 25/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Söke Asliye Hukuk Mahkemesi, 28/11/2013 tarihli ve E.2013/114, K.2013/630 sayılı kararı ile her iki davanın da kabulüne hükmetmiştir. Temyiz üzerine karar Yargıtay Hukuk Dairesinin, 16/4/2015 tarihli ve E.2014/5530, K.2015/2585 sayılı ilamı ile düzetilerek onanmıştır. Onama ilamına karşı karar düzeltme yoluna başvurulmuş olup, karar düzeltme incelemesi halen sonuçlanmamıştır.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Usul ekonomisi ilkesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7373
Başvuru, 19/1/1998 tarihinde açılan tazminat davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla ilgilidir.
1
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/8873
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/8218
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, boşanma davasının kesinleşmesi üzerine açılan katkı payı alacağı davasında evlilik birliği içinde edinilen taşınmazın değerinin dava tarihi itibarıyla belirlenmemesi, katkı oranının da %45 olarak kabul edilmek suretiyle paylaştırma yapılması ve ayrıca yargılamanın yedi yıl sürmüş olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1955 doğumlu olup Antalya'da ikamet etmektedir. Başvurucu 1976 yılında Y.T.Ö. ile evlenmiştir. Her ikisi de devlet memuru olarak çalışmış ve gelir elde etmişlerdir. Başvurucunun eşi Y.T.Ö. adına 4/8/1980 tarihinde bir kooperatif hissesi satın alınmıştır. Başvurucuya ait üç bilezik bu kooperatif üyeliği için harcanmıştır. Daha sonraki dönemlerde de üyelik aidatının ödenmesine devam edilmiştir. Kooperatif hissesi karşılığında Y.T.Ö.ye bir dubleks daire tahsis edilmiştir. Y.T.Ö. 3/8/2001 tarihinde başvurucuya karşı boşanma davası açmıştır. Ancak dava reddedilmiş ve davanın reddine ilişkin hüküm 2/4/2004 tarihinde kesinleşmiştir. Boşanma davası devam ederken Y.T.Ö. tarafından kooperatif hissesi 19/3/2002 tarihinde satış yoluyla üçüncü bir kişiye 000 TL bedel karşılığında devredilmiştir. Y.T.Ö. tarafından 10/4/2007 tarihinde ikinci kez boşanma dava açılmıştır. 2/6/2008 tarihinde kesinleşen mahkeme kararıyla taraflar boşanmışlardır. Bu arada başvurucu 6/7/2007 tarihinde Antalya Aile Mahkemesinde (Mahkeme) katkı payı alacağı davası açmıştır. Dava dilekçesinde, kooperatife girişte verilen üç bileziğin yanında sonraki taksitlerin de kendisi tarafından ödendiği belirtilmiş ve bu katkısı sebebiyle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 000 TL maddi zararın faiziyle birlikte kendisine ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Başvurucu, ayrıca ilk boşanma davasının açıldığı tarihten (3/8/2001) sonra kooperatif ödemelerine katkı yapmaya son verdiğini dilekçede ifade etmiştir. Başvurucu, sonradan ıslah yoluyla tazminat talebini 000 TL'ye yükseltmiştir. Mahkeme 16/4/2010 tarihli kararla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun kooperatif ödemelerine katkı sağladığına ilişkin bilgi ve belge sunamadığı vurgulanmıştır. Başvurucunun üç adet bileziğini kooperatif için harcadığı iddiasının davalı tarafından ikrar edildiğinin ifade edildiği gerekçede, davalının sonradan bilezikler karşılığında bir adet kolyeyi başvurucuya verdiği yolundaki beyanına itibar edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Gerekçede son olarak, tanık beyanları da dikkate alındığında davalının 000 TL satış bedelini çocukları için harcadığı yolundaki savunmasının kabulünün hakkaniyet gereği olduğu açıklanmıştır. Mahkeme kararı, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 25/1/2011 tarihli kararı ile bozulmuştur. Daire öncelikle taraflar arasında 1/1/2002 tarihine kadar mal ayrılığı rejiminin, bu tarihten sonra da -sözleşme ile mal rejimi seçilmemiş olması nedeniyle- edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğunu ve uyuşmazlığın buna göre çözümlenmesi gerektiğini vurgulamıştır. Daire ayrıca başvurucunun, ilk boşanma davasının açıldığı tarihten sonra katkı sunmayı kestiği vakıasının da 1/1/2002 tarihinden önceki dönem yönünden dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir. Başvurucunun evlilik birliği süresince ve taşınmazın edinildiği dönem boyunca çalıştığının sabit olduğunun altını çizen Daire, başvurucunun taşınmazın edinilmesinde somut bir katkısının bulunmadığının söylenemeyeceğini ifade etmiştir. Daire ayrıca, başvurucunun üç adet bileziğinin kooperatif için harcandığını kabul eden davalının bu üç bilezik karşılığında başvurucuya bir kolye verdiği biçimindeki iddiasını kanıtlamakla yükümlü olduğuna işaret etmiştir. Daire ayrıca, satış bedelini harcadığı yolundaki savunmanın davalıyı tazminat sorumluluğundan kurtarmayacağını açıklamıştır. Daire sonuç olarak ihtilaf konusu taşınmazın edinme tarihi, şekli ile ödemelerin miktarı ve dönemine ilişkin olarak değinilen ilkeler çerçevesinde bilirkişi incelemesi yaptırılmak suretiyle yeniden karar verilmek üzere Mahkeme kararının bozulması gerektiğini belirtmiştir. Bozma kararına uyan Mahkemece yeniden yapılan yargılamada bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Bilirkişi raporunda başvurucunun en son katkısının 2001 Ağustos ayında gerçekleştiği dikkate alınarak 1/1/2002 tarihinden önceki yasal mal rejimi olan mal ayrılığı rejimi esas alınarak hesaplama yapılmıştır. Bilirkişi bu tarihte (Ağustos 2001) başvurucunun gelirinin 811 TL, davalının gelirinin ise 330 TL olduğunu dikkate alarak başvurucunun gelirinin aile geliri içindeki oranını %45 olarak tespit etmiştir. Raporda, kooperatife yapılan toplam 884 TL ödemenin %45'ine bilirkişi marifetiyle tespit edilen üç bileziğin toplam değeri (711 TL) de eklenmek suretiyle başvurucunun toplam katkısı 708 TL olarak saptanmıştır. Bu miktarın da kooperatife ödenen toplam tutara oranı %45 olarak belirlenmiştir. Bilirkişi raporunda taşınmazın 2001 tarihi itibarıyla değeri 000 TL (yeni TL) olarak bulunmuş ve bu tutarın %45'i olan 250 TL'nin başvurucuya tazminat olarak ödenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Mahkemece 11/10/2002 tarihli kararla davanın kısmen kabulüyle bilirkişi raporunda belirlenen 250 TL tazminatın yasal faiziyle birlikte başvurucuya ödenmesine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, taşınmaz 19/3/2002 tarihinde elden çıkarılmış ise de bu tarih ile bilirkişi raporunda esas alınan 2001 tarihinin birbirine çok yakın olması nedeniyle tazminat miktarının belirlenmesinde 000 TL taşınmaz bedelinin dikkate alınmasının hakkaniyete aykırı düşmediği açıklanmıştır. Başvurucu tarafından bu karar temyiz edilmiştir. Temyiz dilekçesinde, taşınmazın değerinin dava tarihi itibarıyla belirlenmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Karar, Dairenin 21/5/2013 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucu, aynı iddiayı ileri sürerek karar düzeltme isteminde bulunmuştur.Karar düzeltme talebi, Dairenin 24/2/2014 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 28/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat Olay tarihinde yürürlükte bulunan 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisi'nin maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Karı koca, mallarının idaresi hakkında hangi usulü kabul etmiş olursa olsun boşanma vukuunda her biri kendi şahsi emvalini geri alır. Husule gelmiş olan ziyade, kabul ettikleri usulün hükümlerine tevfikan aralarında taksim olunur. Zuhur eden noksan, karısı tarafından sebebiyet verildiğini ispat etmedikçe kocaya aittir.” 743 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir: “Karı koca, evlenme mukavelenamesi ile kanunda muayyen diğer usullerden birini kabul etmedikleri takdirde veya kabul edipte kanunda gösterilen sebeplerden birinin hüdusu halinde, aralarında mal ayrılığı cereyan eder.” 743 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir: “Karı kocadan her birinin mallarının geliri ve kendi kazançları, kendisine aittir.”B. Yargıtay İçtihadı Dairenin 23/6/2009 tarihli ve E.2009/1403, K.2009/3323 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:“Dava, 2002 tarihinden önce edinilen mal varlığına yönelik katkı payı alacağına ilişkindir. Mahkemece yapılan araştırma ve inceleme hüküm vermeye yeterli değildir....Bunlardan ayrı, ... tarafların dava konusu taşınmazın ve otomobilin edinildiği tarihe kadar olan tüm gelirlerinin hesaplanması,TMK.nun maddesine göre davacı kocanın evi geçindirme yükümlülüğü de gözönünde bulundurularak edinme tarihindeki katkı oranın belirlenmesi için yeniden uzman bilirkişiden rapor alınması, belirlenen katkı oranınıntaşınmaz ve otomobilin dava tarihi itibarıyla belirlenmiş değerleri ile çarpılarak katkı payı alacağının hesaplanması gerekirken belirtilen hususlar dikkate alınmadan karar verilmesi doğru olmamıştır. ” Dairenin 9/2/2010 tarihli ve E.2009/6666, K.2010/612 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:“Mahkemece yapılacak iş; önce öğretmen daha sonra öğretim görevlisi olarak çalıştıkları anlaşılan tarafların 1988 olan evlenme tarihinden taşınmazın edinildiği 1994 tarihine kadar geçen dönemde çalışmaları karşılığında elde ettikleri gelirlerini ayrıntılı olarak belirlemek, taşınmazın edinildiği tarihteki değerini tespit etmek vedavalı kocanın TKM’nin maddesinden kaynaklananiaşe yükümlülüğü de gözetilerek davacının kazancından tasarruf edebileceği miktarı bilirkişinin de görüşünü alarak saptamak ve buna göre katkı oranını açıklığa kavuşturmak ve taşınmazın dava tarihinde belirlenmiş olan değeri ile bulunan oranın çarpımı sonucu davacının katkısını belirlemek olmalıdır.Tüm bunlar yapılmadan ve davacının katkısının ne olduğu tam olarak belirlenmeden ve bundan ayrı kabule göre de; dava konusu taşınmazın dava tarihi itibariyle değerinin 000 YTL olduğu açık iken davalının mahsup isteğine konu ettiği taşınmaz için belirlenen 000 YTLdeğer üzerindenhüküm verilmesi de doğru olmamıştır. ” Dairenin 18/1/2010 tarihli ve E.2009/3121, K.2010/114 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:“Taraflar 1984 tarihinde evlenmişler, 2006 tarihinde açılan dava sonunda boşanmışlar ve boşanma kararı 2008 tarihinde kesinleşmiştir. Dava konusu taşınmaz kooperatif hissesi durumundaolup, davalı kadın adına 1997 tarihinde üye olunmuş 2005 tarihinde ise dava dışı üçüncü kişiye devir yapılmıştır. Taraflar arasında 2002 tarihine kadar mal ayrılığı (TKM. md. 170) bu tarihten itibaren mal rejiminin sona erdiği 2006 tarihine kadar edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir. (4722 s. Yürürlük K. md. 10/1)Toplanan deliller ve dosya kapsamına göre kooperatif ödemelerine davacının da kazancıyla katkıda bulunduğu anlaşılmaktadır. Ancak katkının oranı ve miktarının belirlenmesi bakımından 2002 tarihinden önce ve sonra yapılacak araştırmalar farklıdır....Mahkemece, dava konusu 6 noludairenin üçüncü kişiye devredildiği 2005 tarihindeki sürüm değeri uzman bilirkişi yada bilirkişileretespit ettirilmeli, bu değerden 2002 tarihindeki bina değeri çıkarılarakdikkate alınacak değer bulunmalı, 2002 tarihinden önceki döneme ilişkin bulunacak katkı payı alacağı, eklenecek değerler ve borçlar yukarıdaki açıklama doğrultusunda dikkate alınarak artık değer belirlenmeli, artık değerin yarısının katılma alacağı olarak davacı eşe ait olduğu düşünülmelidir. Tüm bu hesaplamalardan sonra hüküm kurulurken tarafların kazanılmış hakları da göz önünde tutulmalıdır. Mahkemece, bu yönler gözönünde bulundurulmadan yazılı şekilde hüküm kurulmuş olmasıdoğru olmamıştır. ”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6052
Başvuru, boşanma davasının kesinleşmesi üzerine açılan katkı payı alacağı davasında evlilik birliği içinde edinilen taşınmazın değerinin dava tarihi itibarıyla belirlenmemesi, katkı oranının da %45 olarak kabul edilmek suretiyle paylaştırma yapılması ve ayrıca yargılamanın yedi yıl sürmüş olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tapu iptali ve tescil davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi ; esaslı iddiaların kararda tartışılmaması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/12/2014 tarihinde yapılmıştır.Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuru konusu davada davacı olan R.H.S. ile başvurucunun dava konusu yeri satın aldığı şahısların murisi olan K.H. arasında, İstanbul ili, Şişli ilçesinde kâin, 1090 ada 11 parsel sayılı kargir fabrika binası vasfındaki taşınmazın 3/4 payı ile ilgili olarak 19/1/1998 tarihinde İstanbul Noterliğinde taşınmaz satış vaadi sözleşmesi yapılmıştır. Sözleşmeye göre R.H.S. bedel olarak 000 doları taksitler halinde ödemeyi, ödemenin yapılmasının ardından da K.H. dava konusu yerdeki 3/4 hissesini satış vaadi alacaklısına devretmeyi kabul ve taahhüt etmiş, sözleşmede belirlenen taksit ve tutarlara göre 24 adet emre muharrer senet düzenlenmiştir.Sözleşmenin tarafı olan K.H.nin ölümü üzerine mirasçılar, satış vaadine konu dava konusu yerdeki 3/4 hisseyi, başvurucu ve A. isimli şahsa satmışlardır. Satış vaadi alacaklısı olan R.H.S. İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesine 16/8/2006 tarihinde açtığı davada; sözleşme kapsamında borcun büyük kısmını ödediğini, ekonomik kriz üzerine kısmen yapamadığı ödemeler için K.H.nin icra takibi başlattığını, takip devam ederken taraflar arasında 26/2/2003 tarihinde protokol düzenlendiğini, sözleşmeye konu yerin bedelini ödediğini ancak satış vaadinde bulunanın tapuda devir yükümlülüğünü yerine getirmediği gibi ödediği bedellerin de mükerreren tahsili için avukata vekalet verdiğini, tapuda devir yapılmayınca Şişli Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2004/199 sayılı dosyasında tedbir talepli dava açtığını, şahsi sorunları nedeniyle davayı takipsiz bıraktığını, satış vaadi borçlusunun mirasçılarının kendisini zarara uğratmak için hisseyi başkalarına devrettiğini, devir işleminin muvazaalı olduğunu belirterek dava konusu yerdeki 3/4 hissenin davalılar adına olan kaydının iptaline karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme 9/10/2012 tarihli kararında, İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinin (eski Şişli Asliye Hukuk Mahkemesi) E.2008/72 sayılı dosyasında, davacının K.H.nin mirasçıları aleyhine açtığı davada, davalıların murisi ile İstanbul Noterliğinin 19/1/1998 tarihli satış vaadi sözleşmesi ve bu sözleşmeye ek olarak düzenlenen 26/2/2003 tarihli protokol uyarınca yüklendiği edimini yerine getirdiğini, sözleşmelerin geçerli olduğunu, satış bedellerini ödediğini belirterek icra takibine konu borçtan sorumlu olmadığının tespitini talep ettiğini, Mahkemece gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinden kaynaklanan mali yükümlülüklerin ifa edilmesi için 26/2/2003 tarihinde düzenlenen protokolün geçerli olduğu belirtilerek davanın kısmen kabulüne karar verildiğini ve bu kararın kesinleştiğini, bu açıdan davacının dayandığı satış vaadi sözleşmesi ve ek protokolün sözleşmeyi yapanlar arasında geçerliliğini koruduğunu, davacının bu sözleşmeler gereğince edimini yerine getirerek taşınmazın satış bedelini ödediğini ve sözleşmenin diğer tarafından tescil isteme hakkının doğduğunu, hatta kısmen alacaklı olduğu hususunun da İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2008/72sayılı dosyasında sabit olduğunu, davalıların taraflar arasındaki bu durumu bilebilecek konumda olduklarını, iyi niyetli kişi durumunda olduklarını söyleyebilme imkânının bulunmadığını belirterek davanın kabulüne karar vermiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 25/3/2014 tarihli kararında, Mahkemece davalıların dava konusu hisseyi temellük ederken iyi niyetli olup olmadıkları hususunda dosyadaki delillere göre değerlendirme yapılmadığını belirterek hükmü bozmuştur. Davacı tarafın karar düzeltme talebi üzerine aynı Daire 22/9/2014 tarihli kararında belirttiği "..kararın gerekçesinde belirtildiği üzere davalıların kötüniyetli olduğu kanıtlandığından Dairemizce kararın onanması gerekirken maddi hata sonucu yukarıda belirtilen gerekçeyle bozulduğu bu defa yapılan inceleme sonucu anlaşıldığından davacı vekilinin yerinde görülen karar düzeltme itirazlarının kabulü ilehükmün onanması gerekmiştir." şeklindeki gerekçeyle bozma kararını kaldırarak hükmü onamıştır. Onama kararı 25/11/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 24/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20517
Başvuru, tapu iptali ve tescil davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi ; esaslı iddiaların kararda tartışılmaması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru miras yolu ile intikal ettiği hâlde Maliye Hazinesi adına tescil edilen taşınmazların gayrimüslim cemaat vakfına iadesi sürecinde açılan tazminat davasının kısmen reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, merkezi İstanbul şehrinde olan Ermeni Lisesi Vakfıdır.A. Vasiyetname ve Tenfiz Süreci İstanbul'un Kadıköy ilçesi Zühtüpaşa Mahallesi 279 ada 5 parsel sayılı arsa niteliğindeki taşınmazın 24/32 payı -048,87 m2- Ermeni kökenli vatandaş K.Ç. (vasiyet eden) adına kayıtlıdır. Vasiyet eden, Beyoğlu Noterliğinin 31/8/1960 tarihli vasiyetnamesi ile adına kayıtlı taşınmazdaki hissesinin tamamını başvurucu Vakfa vasiyet etmiştir. Vasiyet eden 17/1/1968 tarihinde vefat etmiştir. Başvurucu Vakıf, vasiyet edenin mirasçılarının ve miras paylarının belirlenmesi için İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinde veraset davası açmıştır. Mahkemenin 7/5/1969 tarihli veraset belgesine göre vasiyet edenin tek mirasçısı kardeşidir. Kadıköy Sulh Hukuk Mahkemesi 10/9/1970 tarihli kararı ile itiraza uğramayan Beyoğlu Noterliğinin 31/8/1960 tarihli vasiyetnamenin tenfizine karar vermiştir. Kadıköy Sulh Hukuk Mahkemesince 12/10/1970 tarihinde verilen izne istinaden vasiyete konu arsa niteliğindeki taşınmaz, kat mülkiyetine çevrilmiş ve 24/32 hisseye karşılık olarak altı bağımsız bölüm düşmüştür. Vasiyet eden adına kayıtlı olup Mahkemenin tenfiz kararı uyarınca başvurucu Vakfa devredilmesi gereken taşınmazlar on iki on üç yıl boyunca devredilmemiştir. Başvurucu Vakıf anılan karar uyarınca zilyetliğinde bulundurduğu taşınmazları kiraya vermek suretiyle taşınmazlardan gelir elde etmiştir. Ayrıca bahsi geçen taşınmazların vergileri 1983 yılına kadar Vakıfça ödemiştir. B. Hazine Adına Tescil ve Arsa Payı Karşılığı İnşaat Süreci Kadıköy Sulh Hukuk Mahkemesi vasiyet edenin başkaca mal varlığı bulunması nedeniyle tereke dosyasında Av. O.A.nın kayyum olarak atanmasına karar vermiş, kayyum ise Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 1974 tarihli bir kararına istinaden vakıfların vasiyetname ile mal edinemeyeceklerinden bahisle dosyanın yeniden ele alınmasını ve keyfiyetin Hazineye ihbar edilmesini istemiştir. Mahkeme, bu dilekçe üzerine durumu Hazineye ve Vakıflar Genel Müdürlüğüne bildirmiş; Vakıflar Genel Müdürlüğü ve başvurucu Vakıf dilekçelerini sunmuştur. Kadıköy Sulh Hukuk Mahkemesi 20/9/1984 tarihli ek karar ile başvurucu Vakfın veraset yoluyla mal edinemeyeceği kanaatiyle daha önce verilen ve itiraza uğramadan kesinleşmiş tenfiz kararını iptal ederek tereke kapsamından çıkarılan taşınmazları yeniden terekeye dâhil etmiştir. Bunun üzerine Maliye Hazinesi tarafından vasiyet edenin kardeşi hakkında gaiplik kararı alınması amacıyla Kadıköy Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açılmıştır. Mahkeme 15/11/1989 tarihinde vasiyet edenin kardeşinin gaipliğine hükmetmiş, kararın kesinleşmesinin ardından tavzih yoluyla vermiş olduğu 16/10/1990 tarihli kararla ise vasiyete konu taşınmazların Hazine adına tapuya tescil edilmesine karar vermiştir. Karar üzerine altı bağımsız bölüm 18/12/1990 tarihinde Hazine adına tescil edilmiştir. Maliye Hazinesi 1992 yılında A. İnşaat ve Dış Tic. A.Ş. ile inşaat sözleşmesi yapmış ve İstanbul Noterliğinin 25/6/1992 tarihli işlemi ile 5 parsel sayılı taşınmazın diğer hissedarlarıyla birlikte adı geçen Şirkete vekâlet vermiştir. Bina yıkılmış ve 5/11/1992 tarihli işlem ile cins tashihi yapılarak arsaya dönüştürülmüştür. İstanbul'un Kadıköy ilçesi Zühtüpaşa Mahallesi 279 ada 4 parsel sayılı taşınmaz ile vasiyetname kapsamında kalan 5 parsel sayılı taşınmaz 5/11/1992 tarihinde tevhit edilmiş ve oluşan 771 m2 büyüklüğündeki 19 parsel sayılı taşınmazın 049 m2 si Hazine adına tescil edilmiştir. Tevhit edilen taşınmazla ilgili olarak 30/11/1992 tarihinde inşaat ruhsatı alınmış ve otuz iki daire yapılmasına karar verilmiştir. Kadıköy Noterliğinin 29/1/1993 tarihli işlemi ile bağımsız bölümlerin kimlere ait olacağı belirlenmiştir. Başvurucu Vakfın beyanına göre biri hisseli olmak üzere on üç bağımsız bölüm Hazineye kalmıştır. Başvurucu Vakıf, noter işlemi neticesinde 279 ada 19 parsel sayılı taşınmazda kayıtlı 1, 5, 6, 7, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 19 ve 20 numaralı bağımsız bölümlerin tamamı ile 8 numaralı bağımsız bölümün 77078/171802 hissesinin Hazineye ait olacağının öngörüldüğünü ifade etmiştir. Maliye Hazinesi tarafından 7, 8, 10, 12 ve 14 numaralı bağımsız bölümler muhtelif tarihlerde üçüncü kişilere satılmıştır. İade Süreci 20/2/2008 tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu 27/2/2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 5737 sayılı Kanun’un geçici maddesi ile 1936 beyannamelerinde kayıtlı olup hâlen bu vakıfların tasarruflarında bulunan, nam-ı müstear veya nam-ı mevhumlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazlar ile 1936 beyannamesinden sonra cemaat vakıfları tarafından satın alınmış, cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı hâlde mal edinememe gerekçesiyle Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü, vasiyet edenler veya bağışlayanlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazların tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on sekiz ay içinde müracaat edilmesi hâlinde Vakıflar Meclisinin olumlu kararından sonra ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescil edilmeleri hükme bağlanmıştır. Başvurucu Vakıf 5737 sayılı Kanun'un geçici maddesi kapsamında vasiyetnameye konu taşınmazların iade edilmesi için Vakıflar Genel Müdürlüğünden talepte bulunmuştur. İdare 5/7/2010 tarihli yazısıyla taleplerin değerlendirmeye alınmadığını bildirmiştir. 5737 sayılı Kanun'a 22/8/2011 tarihli ve 651 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesiyle eklenen geçici maddesinin birinci fıkrası ile cemaat vakıflarının 1936 beyannamesinde kayıtlı olup malik hanesi açık olan taşınmazları, 1936 beyannamesinde kayıtlı olup kamulaştırma, satış ve trampa dışındaki nedenlerle Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü, belediye ve il özel idaresi adına kayıtlı taşınmazları ve 1936 beyannamesinde kayıtlı olup kamu kurumları adına tescilli olan mezarlıkları ve çeşmelerinin tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on iki ay içinde müracaat edilmesi hâlinde Vakıflar Meclisinin olumlu kararından sonra ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescil edilmesine olanak tanınmıştır. Ayrıca maddenin ikinci fıkrasında da cemaat vakıfları tarafından satın alınmış, cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı hâlde mal edinememe gerekçesiyle Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tapuda kayıt edilen taşınmazlardan üçüncü şahıslar adına kayıtlı olanların Maliye Bakanlığınca tespit edilen rayiç değerinin Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından ödeneceği düzenlenmiştir. Başvurucu Vakıf, 5737 sayılı Kanun'un geçici maddesinin yürürlüğe girmesi üzerine sekiz taşınmazın adına tescili talebiyle Vakıflar İstanbul Bölge Müdürlüğüne müracaat etmiştir. Vakıflar Meclisi 25/3/2013 tarihinde taşınmazların anılan Kanun maddesinin kapsamında olmadığı gerekçesiyle bu talebi reddetmiştir. Tazminat Davası Süreci Başvurucu Vakıf, 5737 sayılı Kanun'un geçici maddesi kapsamında diğer taşınmaz bölümleriyle ilgili talepte bulunma hakları saklı kalmak kaydıyla sadece Maliye Hazinesi tarafından üçüncü kişilere satılan beş bağımsız bölümle ilgili olarak İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) haksız fiilden kaynaklanan tazminat davası açmıştır. Başvurucu Vakıf dava dilekçesinde özetle dava konusu taşınmazla ilgili olarak yapılan tevhit işlemi neticesinde inşaat ruhsatı alındığını, noterde tüm hissedarların katılımıyla yapılan paylaşıma göre on üç bağımsız bölümün Hazineye düştüğünü belirtmiştir. Vakıf ayrıca sekiz bağımsız bölümün hâlen Hazine adına kayıtlı olduğunu, 7, 8, 10, 12 ve 14 numaralı bağımsız bölümlerin ise Hazine tarafından üçüncü kişilere satıldığını ileri sürmüştür. Son olarak üçüncü kişilere satılan bu taşınmazlarla ilgili tazminat talebinde bulunmuştur. Maliye Hazinesi savunma dilekçesinde özetle başvurucu Vakıf tarafından kat karşılığı inşaat sözleşmesine istinaden Hazineye on üç bağımsız bölüm düştüğü iddiasının yersiz olduğunu, sözleşme gereğince dokuz bağımsız bölümün Hazine adına tescil edildiğini vurgulamıştır. Yüklenici inşaat firması tarafından Hazine alacağına karşı teminat olarak fazladan dört bağımsız bölümün üzerinde kat irtifakı kurulmuş ise de bunların inşaat yapımı aşamalarında kademeli ve belli bir program dâhilinde, şirketin inşaatı bitirme oranına göre şirket tasarrufuna bırakıldığı ifade edilmiştir. Ayrıca başvurucu Vakfın 5737 sayılı Kanun'un geçici maddesinde belirtilen vakıflardan olmadığı ve bu taşınmaz üzerinde hak iddia etmesinin söz konusu olmayacağı öne sürülmüştür. Mahkemece 21/3/2014 tarihinde bilirkişilerle birlikte keşif yapılmıştır. Yapılan keşif sonucu 15/4/2014 tarihli bilirkişi raporu ve bu rapora itiraz üzerine düzenlenen ek raporlar Mahkemeye sunulmuştur. Bilirkişi raporu ve ek raporlarda özetle şu tespitlere yer verilmiştir:i. Dava konusu 279 ada 5 parsel sayılı taşınmazın 24/32 hissesi K.Ç. adına kayıtlıyken komşu 4 parsel sayılı taşınmaz ile tevhit edilerek 19 parsel sayılı taşınmaz oluşmuştur. Bu parsel üzerinde 18 kattan oluşan binada 32 bağımsız bölüm bulunmaktadır.ii. Taşınmazda kayıtlı 1, 5, 6, 7, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 19 ve 20 numaralı bağımsız bölümlerin tamamı Maliye Hazinesi adına kayıtlıyken 8 numaralı bağımsız bölüm ile hisseli olarak Maliye Hazinesi adına kayıtlıdır.iii. 7, 8, 10, 12 ve 14 numaralı bağımsız bölümlerin satışı Hazine tarafından gerçekleştirilmiştir. 7 numaralı bağımsız bölüm ihale yoluyla satılmıştır. Son duruma göre sekiz bağımsız bölüm hâlen Hazine adına kayıtlıdır.iv. Dava konusu parselin bulunduğu yer, mevki ve mimari projesi itibarıyla 10, 12 ve 14 numaralı bağımsız bölümlerin dava tarihi itibarıyla rayiç değeri ayrı ayrı 000 TL, 8 numaralı bağımsız bölümün dava tarihi itibarıyla rayiç bedeli 000 TL, 7 numaralı bağımsız bölümün dava tarihi itibarıyla rayiç bedeli 000 TL'dir.  v. İtiraz üzerine dosya yeniden değer yönünden bilirkişilere tevdi edilmiş ve ek rapor alınmıştır. Buna göre 8, 10, 12 ve 14 numaralı bağımsız bölümlerin maliki Hazine iken Hazine temsilcisinin verdiği vekâlet ile satışlar A. İnşaat ve Dış Tic. A.Ş. tarafından yapılmıştır. 7 numaralı bağımsız bölüm ise ihale ile Hazine tarafından satılmıştır. Raporda belirtilen değerler değerlendirme tarihine uygundur.vi. Dava konusu yapılan 8, 10, 12 ve 14 numaralı bağımsız bölümlerin kat karşılığı inşaat sözleşmesinde müteahhite düşen yerlerden olup olmadığı hususunda net bir açıklama bulunmadığı ifade edilerek anılan bağımsız bölümlerin sözleşme gereğince arsa sahibi Hazineye düşen bağımsız bölümler mi yoksa müteahhite düşen bağımsız bölümler mi olduğunun net olarak belirlenmesi için dosya yeniden bilirkişi heyetine tevdi edilmiştir. Bilirkişiler tarafından 26/8/2015 tarihli ikinci ek rapor Mahkemeye sunulmuştur.vi. Raporda yükleniciyle yapılmış kat karşılığı inşaat sözleşmesine göre %34,60 hissenin müteahhite, %65,40 hissenin arsa sahibine ait olacağının kararlaştırıldığı açıklanmıştır. Sözleşmenin özel idari teknik şartnamesinde hazineye verilecek daire adedinin 1, 3, 4, 5, 6, 7 ve katlardan 140 m2 alanlı toplam yedi, 3 ve katta 217 m2 alanlı iki olacağının öngörüldüğü ifade edilmiştir. Mahkeme 3/9/2015 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesinde özetle;i. Başvurucu Vakfın mevcut yasal düzenlemeler kapsamına göre dava açma hakkının bulunup bulunmadığı hususunda bilirkişi incelemesi yapılması gerektiği açıklanmıştır. Bilirkişiler tarafından hazırlanan 26/11/2014 tarihli raporda başvurucu Vakfın 5737 sayılı Kanun'un geçici maddesinin ikinci fıkrasına dayanarak Hazineden tazminat talep edebileceğinin belirtildiği ifade edilerek Vakfın dava açma hakkının olduğu kabul edilmiştir.ii. Dava konusu taşınmazda resen oluşturulan bilirkişi kurulu ile birlikte 21/3/2014 tarihinde keşif yapıldığı, yapılan keşif sonucu düzenlenen 15/4/2014 tarihli bilirkişi raporu ve ek raporuna itibar edildiği ifade edilmiştir. Raporda özetle sözleşmeye göre Hazineye dokuz bağımsız bölüm verileceği açıklanmıştır. iii. Başvurucu Vakfın dosya kapsamına göre cemaat vakıflarından olduğu ve yabancı vakıf niteliğinde bulunmadığı belirtilmiştir. iv. Hazinenin kat karşılığı inşaat sözleşmesi ve satış vaadi sözleşmesi ile taşınmaz üzerinde inşaat yapımını sağladığına ve Hazinenin başvurucunun halefi olarak sözleşmeyi imzaladığına dikkat çekilmiştir. v. Sözleşmede arsa sahibinin oranının %65,40 olduğu ve buna karşılık dokuz bağımsız bölüm isabet ettiği açıklanmıştır. Kalan dört bağımsız bölümün ise sözleşmede müteahhit hissesine tekabül eden bağımsız bölümler olduğu belirtilmiştir. Bu bağımsız bölümlerin idare tarafından verilen vekâletname ile yüklenici şirket tarafından satıldığının tapu kaydından görüldüğünün altı çizilmiştir. Buna göre anılan bağımsız bölümlerin sözleşme gereğince müteahhidin emeği karşılığında verildiğinin açık olduğu belirtilmiştir.vi. Sonuç olarak davalı idarenin sadece 7 numaralı bağımsız bölümün satışı nedeni ile başvurucu Vakfa karşı sorumlu olduğu, diğer dört bağımsız bölümün ise müteahhidin sözleşmedeki %34,60 hissesine denk geldiği kanaatine varılmıştır. Başvurucu Vakıf tarafından temyiz edilen karar Yargıtay Hukuk Dairesince (Daire) 4/10/2016 tarihinde onanmıştır. Başvurucu Vakfın karar düzeltme talebi Daire tarafından 27/2/2017 tarihinde reddedilmiş, nihai karar başvurucu vekiline 13/3/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Haralambos Sakati ve diğerleri, B. No: 2015/15815, 4/4/2019, §§ 34-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/20289
Başvuru miras yolu ile intikal ettiği hâlde Maliye Hazinesi adına tescil edilen taşınmazların gayrimüslim cemaat vakfına iadesi sürecinde açılan tazminat davasının kısmen reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, terör olayları nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığından bahisle uğradığı zararların karşılanması için yaptığı başvurunun reddine ilişkin işleme karşı açtığı davada verilen ret kararı nedeniyle mülkiyet hakkının ve hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 21/1/2013 tarihinde Ağrı Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Belirlenen eksikliklerin tamamlanmasının ardından dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Başvurucu tarafından başvuru formunda adli yardım talep edilmişse de 18/2/2013 tarihinde bireysel başvuru harcının yatırıldığı görülmüştür. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 12/4/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, adli yardım talebinin ve kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Ağrı ili, Merkez ilçesi, Ortakent köyünde ikamet etmekte iken 1994 yılında meydana gelen terör olayları sebebiyle köyünden göç etmiştir. Başvurucunun, köyünü terk etmesi sebebiyle zarara uğradığından bahisle, 17/7/2004 tarih ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun hükümlerinden yararlandırılması yönündeki istemi Ağrı Valiliği Zarar Tespit Komisyonunun 24/3/2011 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucunun anılan komisyon işleminin iptali için açtığı dava Erzurum İdare Mahkemesinin 30/12/2011 tarih ve E.2011/1005, K.2011/1926 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine karar, Danıştay Dairesinin 9/10/2012 tarih ve E. 2012/1179, K. 2012/6497 sayılı kararı ile onanmıştır. Başvurucu karar düzeltme yoluna gitmediğinden anılan karar 9/10/2012 tarihinde kesinleşmiştir. Söz konusu karar başvurucuya 24/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un ve maddeleri, 20/10/2004 tarih ve 25619 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmeliğin ve maddeleri.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/906
Başvurucu, terör olayları nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığından bahisle uğradığı zararların karşılanması için yaptığı başvurunun reddine ilişkin işleme karşı açtığı davada verilen ret kararı nedeniyle mülkiyet hakkının ve hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, kolluk görevlileri ve üçüncü kişilerce kasten yaralanma ve buna ilişkin soruşturmanın etkili biçimde yürütülmemesi nedenleriyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olay tarihinde Muğla'nın Fethiye ilçesinde yaşamakta ve çiftçilik yapmaktadır. Başvurucunun adına kayıtlı Facebook sosyal medya hesabından YPG/PKK terör örgütleri lehine olduğu öne sürülen paylaşımlarda bulunulmasından bir müddet sonra yaşadığı bölgede ikamet eden bir askerin şehit olması nedeniyle bölge halkından oluşan bir grup tarafından başvurucu yaralanmıştır. Başvurucunun anlatımına göre; 8/9/2015 tarihinde saat 15 civarında jandarma karakol komutanı tarafından başvurucu aranarak bazı kişiler tarafından kendisine zarar verilebileceği hususunda uyarılmış ve kolluğun evine gelmek üzere yolda olduğu bilgisi verilmiştir. Telefon görüşmesinden yaklaşık on dakika sonra başvurucunun evinin önünde dört beş motosiklet ile iki arabadan inen ve ellerinde sopa bulunan bir kalabalık toplanmıştır. "Terörist burda, evini bastık" diye bağıran ve küfür eden kalabalıktan korkan başvurucu, evinden çıkıp kaçmaya çalışmış ise de kendisini kovalayanlardan bir kısmı tarafından önü kesilerek yakalanmıştır. Bu kişiler sopa ve tekmelerle başına, midesine ve yüzüne vurmak suretiyle başvurucuyu yaralamış ve arabayla Kumluova Mahallesi'nin meydanına getirmişlerdir. Oradaki başka kişilerce de darbedilen ve hakarete maruz kalan başvurucu, meydanda bulunan Atatürk büstünün üstüne çıkarılmış ve büstü öpmesi için zorlanmıştır. Başvurucunun büstü tuttuğu sırada arkasında bulunan bir kişi başvurucunun kafasını büste vurmak suretiyle dişlerini kırmıştır. Atatürk büstünü öpen başvurucu, kolluk görevlilerinin olay yerine yaklaşık 45 dakika sonra gelip olaya müdahale etmesiyle büstün üstünden alınarak kolluk aracına bindirilmiştir. Soruşturma dosyasında yer alan Olay Yeri Tutanağına göre ise Eşen Jandarma Karakol Komutanlığını saat 55 civarlarında arayan Kumluova mahallesi muhtarı, başvurucunun sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı paylaşımlar nedeniyle mahalle halkının öfkelenerek bir araya geldiğini ve başvurucuya zarar verebileceklerini söylemiştir. Saat 03'te, yapılan ihbar mahalle muhtarı aranmak suretiyle teyit edilmiş ve gerekli hazırlıklar tamamlandıktan sonra önlem amacıyla kolluk görevlileri başvurucunun evine doğru yola çıkmıştır. Araç seyir hâlindeyken jandarma tarafından başvurucu, saat 18'de aranarak uyarılmıştır. Yaklaşık 12 dakika sonra başvurucunun evine varan kolluk görevlileri başvurucuyu evde bulamamış ve evin önünde toplanan kişilerden başvurucunun mahalle meydanına götürüldüğünü öğrenmesi üzerine mahalle meydanına gitmiştir. Meydana geldiklerinde başvurucunun Atatürk büstünde oturduğunu, çevresinde yaklaşık 40-50 kişinin bulunduğunu ve darbedilmekte olduğunu gören kolluk görevlileri olaya müdahale ederek başvurucuyu jandarma aracına bindirmişlerdir. Yaralı olan başvurucu, kolluk görevlileri tarafından Fethiye Devlet Hastanesine götürülerek tedavi ettirilmiş ve buna ilişkin sağlık raporu alınmıştır. Alınan geçici sağlık raporunda -anlaşıldığı kadarıyla- başvurucunun sol dizinde, her iki ayağında ve yüzünde çarpmaya bağlı yaralanmalar gözlemlendiği; alt dudağı ve çenesinde kesi ile burun kemiğinde kırık tespit edildiği belirtilmiştir. Hayati tehlikesi bulunmayan başvurucunun yaralanmasının basit tıbbi müdahale ile düzelmeyecek düzeyde olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun tıbbi yardım aldığı esnada hastane önünde yaklaşık 200 kişinin başvurucuyu protesto etmek amacıyla toplanması nedeniyle hastane çevresi polis ekipleri tarafından koruma altına alınmış ve hastane çıkışı güvenliği sağlanarak başvurucu, polis aracıyla Seydikemer İlçe Jandarma Komutanlığına götürülmüştür. Terör örgütü propagandası yapma suçunu işlediği şüphesiyle ifadesi alınan başvurucu, ifadesinin ardından serbest bırakılmış ise de can güvenliğinden endişe edilmesi nedeniyle kendisine eşlik edecek bir yakını gelene kadar rızasıyla ertesi sabah saat 15'e kadar karakolda kalmıştır. Başvurucu, aynı tarihte kendisini yaralayan kişilerden şikâyetçi olmuş ve olayın ardından ailesiyle birlikte Mersin'in Tarsus ilçesine taşınmıştır. Başvurucu, olaydan üç gün sonra 11/9/2015 tarihinde tedavi amacıyla Tarsus Medical Park Hastanesine gitmiş,hakkında ikinci kez adli rapor düzenlenmiştir. Alınan ikinci geçici raporda; darp nedeniyle kendi imkânları ile acil servise başvuran başvurucunun vücudunda çok sayıda darba bağlı ödem, kızarıklık ve yüzeysel sıyrığın mevcut olduğu, nazal (burun) kemiğinde fraktür (kırık) tespit edildiği ve başvurucunun yaralanmasının basit tıbbi müdahaleyle giderilemez seviyede olduğu açıklanmıştır. Başvurucu; alınan ilk sağlık raporunun usulüne uygun düzenlemediğini, daha önce hastanede bulunduğu süre içinde doktor ve hemşirelerin kendisiyle gerektiği kadar ilgilenmediğini hatta kendisine hakaret ettiklerini ve görevlerini ihmal ettiklerini iddia ederek bu kişiler hakkında Fethiye Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) gönderilmek üzere Mersin Cumhuriyet Başsavcılığına 2/2/2016 tarihinde avukatı vasıtasıyla şikâyetçi olmuştur. Başvurucu 2/2/2016 tarihli şikâyet dilekçesiyle, polis aracında bulunduğu esnada bir polis memurunun "Verecen bu pis teröristi halkın eline, böylelerinin cezasını versin" dediğini, bir diğer polis memurunun sırtına tekme atarak "Kalk git lan ileri" diyerek hakaret ettiğini ve sonrasında jandarma karakolundaki askerlerden birinin "Mersin'den terörist çıkmaz, sen nerden çıktın orospu çocuğu, pis terörist" diyerek kafasını iki kez duvara vurmak suretiyle kendisini darbettiğini iddia etmiş; ayrıca ifadesi alındıktan sonra can güvenliği için hiçbir önlem alınmaması nedeniyle sabaha kadar karakolda bekletildiğini ileri sürerek kolluk görevlilerinden şikâyetçi olmuştur. Başvurucu ayrıca kolluk görevlilerinin olay mahalline gecikmeli olarak geldiğini, dolayısıyla meydana gelen olayla bağlantıları olduğunu ve bu nedenle görevlerini ihmal ettiklerini de iddia etmiştir. Başvurucunun olay tarihinde üçüncü kişiler hakkındaki şikâyeti ile 2/2/2016 tarihli kolluk ve hastane görevlileri hakkındaki şikâyeti birlikte değerlendirilmek üzere soruşturmalar birleştirilmiştir. Başvurucunun üçüncü kişiler tarafından yaralanmasına ve hastane görevlilerine ilişkin soruşturmada soruşturma makamları tarafından şüphelilerin kimlikleri tespit edilerek savunmaları alınmış, başvurucunun olay ile ilgili ayrıntılı şikâyeti tespit edilmiş, kendisini yaralayan kişileri fotoğraflarından teşhis etmesi sağlanmıştır. Savcılık tarafından, olayın başladığı esnada başvurucunun evinde bulunan yakınları tanık olarak dinlenmiş ve olayın basına yansıması dolayısıyla bazı televizyon kanallarınca kaydedilen görüntü ve resimlere erişilmiştir. Basına yansıyan resim ve görüntülerde başvurucunun yaralanmış bir vaziyette Atatürk büstünü tuttuğu görülmektedir. Toplanan tüm delillerin Savcılıkça değerlendirilmesi sonucunda 2/5/2016 tarihinde; kolluk görevlileri, başvurucunun tedavisini yapan doktor ve hemşireler ile başvurucuyu yaraladığı iddia edilen bazı kişiler hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiş ve yedi kişi hakkında cebir, tehdit veya hile kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, yaralama, nitelikli olarak konut dokunulmazlığını ihlal etme suçlarını işledikleri isnadıyla Fethiye Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) dava açılmıştır. Savcılığın kovuşturmaya yer olmadığına dair kararının gerekçesinin kolluk görevlileri ile ilgili kısımları şöyledir:"... Olay günü Jandarma görevlilerinin olay mahalline gecikmeli olarak geldiği iddiasının da soyut iddia niteliğinde olduğu, yapılan soruşturmada olaya en kısa sürede müdahale edildiği, bu iddianın doğru olduğu yönünde somut hiçbir delil olmadığı, müşteki vekili ve müştekinin soyut iddiasına dayandığı, ...İbrahim ÇAY isimli şahsın çevik kuvvet aracına bindirildiğinde bir polis memurunun vereceksin bu pis teröristi halkın eline böylelerin cezasını versin şeklinde söylemde bulunulduğunu iddia etmiş ise de, söz konusu iddiaya ilişkin de somut hiçbir delile ulaşılamadığı, İbrahim ÇAY isimli şahsın söz konusu iddiasını ispatlayacak somut hiçbir delil sunulmadığı gibi böyle bir delili de dosya içinde olmadığı,Seydikemer Jandarma Karakolunda askerlerden birinin İbrahim ÇAY isimli şahsa mersinden terörist çıkmaz sen nereden çıktın orospu çocuğu pis terörist diyerek kafasını iki kere duvara vurduğu yönündeki iddianın da tamamen müşteki ve vekilinin soyut iddiasına dayandığı, bu iddiasını da doğrulayacak kamu davasını açmayı gerektirir hiçbir delile ulaşılamadığı, İbrahim ÇAY isimli şahsın işlemleri bitirildikten sonra doktora götürülmediği yiyecek içecek verilmediği yönündeki iddialarının da dosyadaki mevcut delillerle uyuşmadığı, İbrahim ÇAY isimli şahsın Devlet Hastanesine götürülerek tedavisinin yaptırıldığı, bu iddiasının da tamamen soyut iddialardan oluştuğu, Eşen Jandarma Karakol Komutanı ve Seydikemer Jandarma Karakol Komutanının da olayların içerisinde yer aldığı ve görevlerinde ihmallerinin olduğu ihmal edilmiş ise de, bu iddiaların da tamamen soyut iddia olduğu, kolluk görevlilerinin söz konusu olaya zamanında müdahale ederek İbrahim ÇAY isimli şahsın daha fazla zarar görmesine engel olarak olay yerindeki kişilerin elinden alıp güvenliğini sağladıkları, bu sebeple bu iddiaların soyut iddiadan ibaret olduğu, ..." Anılan karara başvurucu tarafından yapılan itiraz, Fethiye Sulh Ceza Hâkimliğinin 22/7/2016 tarihli kararıyla Savcılık kararının "usul ve yasaya uygun olduğu" gerekçesiyle reddedilmiş ve karar 9/8/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun bireysel başvurusundan sonra yedi kişi hakkında açılan davada Mahkeme, sanıkların tamamının konut dokunulmazlığını ihlal etme suçu yönünden beraatine; cebir kullanmak suretiyle hürriyeti tahdit etme ve yaralama suçları yönünden hapis cezasıyla cezalandırılmalarına hükmetmiştir. Yaralama suçu yönünden dört sanık ile ilgili hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmiş, diğer üç sanık ile ilgili hapis cezaları para cezasına çevrilmiştir. HAGB kararına başvurucu tarafından itiraz edilmiş, diğer hükümler (beraat-mahkûmiyet) yönünden mahkeme kararı istinaf incelemesine gönderilmiş olup istinaf aşamasındadır. HAGB yönünden yapılan itirazın Fethiye Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmesi üzerine başvurucu, anılan karar yönünden de bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun aynı olayın devamı niteliğindeki bu ikinci başvurusu, Anayasa Mahkemesinin 2019/13373 numaralı başvuru dosyasında değerlendirme aşamasındadır.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/16236
Başvuru, kolluk görevlileri ve üçüncü kişilerce kasten yaralanma ve buna ilişkin soruşturmanın etkili biçimde yürütülmemesi nedenleriyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 13/9/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Tutuklamaya İlişkin Süreç Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) -daha önceden başlatılan ve kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilen- 2011/762 sayılı Selam Tevhid Kudüs Ordusu soruşturmasındaki (Mehmet Kuru, B. No: 2015/7559, 25/12/2018) usulsüzlük iddialarına ilişkin olarak başlatılan 2014/41637 sayılı soruşturma kapsamında diğer şüphelilerle birlikte 22/7/2014 tarihinde gözaltına alınmıştır. Savcılık 26/7/2014 tarihinde başvurucuyu hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetme, özel hayatın gizliliğini ihlal etme, resmî belgede sahtecilik, suç uydurma, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçlarından tutuklanması talebiyle sulh ceza hâkimliğine sevk etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 29/7/2014 tarihinde başvurucunun devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme ve resmî belgede sahtecilik suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Mahkeme tutuklama kararında özetle soruşturma kapsamında çok sayıda siyasetçi, akademisyen, gazeteci, yazar, iş adamı, devlet kurumlarındaki görevli, vakıf, dernek vb. kuruluşların başkan ve görevlilerinin soruşturmaya dâhil edildiği, soruşturma kapsamında 238 kişi hakkında iletişimin tespiti kararının alındığı, bazı şüpheliler ile 13 adet vakıf, dernek, kültür merkezi, sosyal tesis, cami ve TV kanalı olmak üzere çeşitli yer hakkında teknik araçlarla izleme kararı alındığı, bazı kurumlara ait telefonların hedef şahıs üzerinden iletişimin tespitinin yapıldığı ve yapılan soruşturma sonucunda şüphelilerin terör ile ilişkilendirilebilecek herhangi bir faaliyetlerinin olmadığı için takipsizlik kararı verildiği belirtilmiştir. Kararda ayrıca soruşturma kapsamında Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı başmüşaviri olarak görev yapan S.T.nin kullandığı telefonların iletişim takibinin yapıldığı, bu kapsamda S.T.nin kullandığı telefonla 26/11/2013-3/12/2013 tarihleri arasında Başbakan'ın bazı yabancı ülke cumhurbaşkanları, başbakanları ve çok sayıda üst düzey devlet yöneticileriyle yaptığı görüşmelerin, S.T.nin 25/11/2013-6/12/2013 tarihleri arasında Başbakan ve bakanlarla yaptığı görüşmelerin, Başbakan'ın danışmanı olarak görev yapan nin kullandığı telefondan 25/11/2013-29/11/2013 tarihleri arasında Başbakan ile bazı şahısların görüşmelerinin ve 23/11/2013-1/12/2013 tarihleri arasında nin bakanlar ve üst düzey kamu görevlileriyle yaptığı ve devlet politikası açısından önem arz ettiği düşünülen birtakım görüşmelerin tespit edilerek kayıt altına alındığı, eski siyasetçi, iş adamı F.K.nın kullandığı telefonların soruşturma kapsamında dinlendiği, bu şahsın bir bakan, Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) müsteşarı ve MİT müsteşarının özel kalem müdürü ile olan iletişimlerinin tespit edilerek kayıt altına alındığı, bunların bir kısmının ise tape dökümleri yapılmak suretiyle yazılı hâle getirildiği, bu dökümlerde MİT müsteşarının terör örgütü üyesi gibi gösterilerek ona "Emin" kod adının verildiği belirtilmiştir. Karar gerekçesinin devamı şöyledir:"…[Ş]üpheliler tarafından bilinçli olarak iletişime müdahale edilmek suretiyle gerçeğe aykırı olarak kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınmasının sağlandığı, ayrıca bu konuda gerçeğe aykırı belge düzenledikleri, bu belgelerin resmi belge niteliğinde oldukları, zira görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgenin sahte olarak düzenlenmesi, gerçek bir belgenin başkalarını aldatacak şekilde değiştirilmesi ile resmi belgede sahtecilik suçunun oluşacağı, bu dinlemeler kod adı verilmek suretiyle yapıldığı, bu dinlemeler sonucunda elde edilen verilerin içeriklerinin devlet güvenliği açısından önem arz ettiği ve gizli kalması gereken bilgiler olduğu, bu haliyle bu bilgilerin temini ile siyasal ve askeri casusluk suçunun oluşacağı, zira ülke Başbakanı'nın diğer ülke cumhurbaşkanı ve başbakanları ile onlarca dakika görüşmelerinin dinlenmesinin ve kayıt altına alınmasının tesadüf olamayacağı, bu dinlemeler [kapsamında şüphelilerin] gerçek kişilerin kimliklerini mahkemelerden sakla[mak suretiyle] yargıyı yanılttıkları, eksik ve yanlış bilgi verilmek suretiyle yapılan dinlemeleri amaç dışı kullandıkları, bizzat dinlemeyi yapan kişilerin dinlemelerinin içeriği ve hangi amaç için kullanacağı konusunda bilgilerinin olmayabileceği, ancak sorumluluk noktasında rütbeli görevlilerin ham dinlemelerin hangi kısmının çıkarılıp hangi kısmının çıkarılmayacağına karar verdikleri, bu noktada içeriğine vakıf oldukları anlaşılmakla,Şüphelilerin üzerlerine atılı devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme ve resmi belgede sahtecilik suçları yönünden şüphelilerin emniyette rütbeli oldukları, uzun süre çalıştıkları, çok sayıda dinleme ve takip kararının altın[d]a imzalarının bulunduğu, dolayısıyla içeriklerinden haberdar olmamalarının olası olmadığı, böylece suç işledikleri yönünde kuvvetli suç şüphesinin var olduğu, tutuklama verilen suçlar için yasada öngörülen ceza miktarı, suçun nitelikli ve önemli suçlardan olduğu, devlet sırlarına karşı suçlardan sayıldığı, bu sebeple tutuklama nedeninin var olduğu, söz konusu suçlar için kanunda düzenlenen cezanın alt ve üst miktarları göz önüne alındığında kaçma şüphelerinin bulunduğu, soruşturmanın devam ettiği, delillerin yok edilme, gizleme, tanık ve mağdurlar üzerinde baskı oluşturma şüphelerinin bulunduğu, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde adli kontrol tedbiri uygulamasının bu aşamada soruşturmaya konu suçlara şüpheliler açısından yetersiz kalacağı kanaatine varılarak şüpheliler ve müdafilerinin serbest bırakılmaları isteminin reddi ile şüphelilerin üzerlerine atılı suçlardan 5271 sayılı CMK'nın ve devamı maddeleri uyarınca ayrı ayrı tutuklanmalarına [karar verilmiştir.]" Başvurucunun tutuklama kararına itirazı İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 7/8/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"Şüpheliler ... hakkında İstanbul Sulh Ceza Hakimliğince CMK'nın ve devamı maddeleri gereğince verilen kararın usul ve yasaya uygun bulunduğu[ndan] ve hukuka aykırı bir yön bulunmadığından şüpheliler müdafilerince yapılan itirazların reddine [karar verilmiştir.]" İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 29/8/2014 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Şüphelilerin üzerlerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz toplanmamış olması, atılı suçun yasada ön görülen cezasının üst sınırı, şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlediğine ilişkin suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin varlığı, soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi dikkate alındığında, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçun sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle şüphelilerin tutukluluk hallerinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delilin bulunmadığı, tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı anlaşıldığından CMK 100 ve maddeleri gereğince şüphelilerin tutukluluk hallerinin devamına ... [karar verildi]" İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 21/11/2014 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda başvurucunun savunmasını da aldıktan sonra tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu savunmasında özetle soruşturmaya konu edilen hususların görevi gereği yaptığı yazışmalar olduğunu belirterek suçlamaları kabul etmemiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...resmi belgede sahtecilik, Devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme suçlarından,İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği'nin 26/7/2014 tarihli, 2014/53 sorgusayılıtevkif müzekkeresi ile tutuklu şüpheliler ... Yurt Atayün' ünüzerilerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz toplanmamış olması, atılı suçun yasada ön görülen cezasının üst sınırı, şüphelilerin üzerine atılı suçu işlediğine ilişkin suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin varlığı, şüphelilerin kaçması, saklanması, veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut delillerin bulunması, soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi dikkate alındığında, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçun sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle şüphelilerin tutukluluk halinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delilin bulunmadığı, tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı anlaşıldığından CMK'nın ve maddeleri gereğince şüphelilerin tutukluluk hallerinin devamına... [karar verildi.]" İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca Selam Tevhid Kudüs Ordusu soruşturması kapsamında soruşturmaya dâhil edilen, haklarında iletişimin tespiti ve teknik araçlarla izleme kararı alınan kişilerin terör ile ilişkilendirilebilecek herhangi bir faaliyetlerinin olmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucunun da aralarında olduğu 122 şüpheli hakkında 23/10/2015 tarihli iddianame ile devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, silahlı terör örgütünü kurma veya yönetme, suç uydurma, resmî belgede sahtecilik, özel hayatın gizliliğini ihlal etme, hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetme, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede öncelikle Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasından (FETÖ/PDY) ve örgüt liderinin talimatları doğrultusunda yürütülen Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmasının başlatılması ve yürütülmesi sürecinden, anılan soruşturmanın 17-25 Aralık ve MİT tırları soruşturması ile bağlantısından ayrıntılı şekilde bahsedildikten sonra başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında suçlama konusu yapılan olay ve olgulara yer verilmiştir. Bu bağlamda iddianamede özetle;i. FETÖ/PDY'nin kurucusu ve lideri olan Fetullah Gülen ile yöneticisi sanık E.U.nun talimatları doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmak ve görevlerini yapmasını engellemek amacıyla Selam Tevhid Kudüs Ordusu adı altında bir örgüt kurgulanarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatıldığı, soruşturma kapsamında haklarında herhangi bir delil bulunmadığı hâlde veya gerçeğe aykırı şekilde üretilen belgelerle başta dönemin Başbakanı, bakanları, MİT müsteşarı ve milletvekilleri olmak üzere çok sayıda kişi, kurum, vakıf ve derneğin iletişiminin tespit edilerek kayda alındığı, teknik araçlarla izleme tutanakları düzenlendiği, bu kişilerin terör örgütü üyesi olarak gösterilmeye çalışıldığı, üst düzey devlet yetkililerinin Türkiye Cumhuriyeti devletinin millî güvenliği ya da iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken görüşmelerinin kayıt altına alındığı, bu kapsamda İstanbul ve Bursa Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde çeşitli kademelerde görev yapan FETÖ/PDY üyesi emniyet teşkilatı mensubunun gerçeğe aykırı şekilde tanık beyanları aldığı, haklarında terör örgütü üyeliğine ilişkin hiçbir delil bulunmayan şikâyetçi ve mağdurlarla ilgili olarak iletişimin tespiti ve teknik araçlarla izleme kararı talep edebilmek için gerçeğe aykırı raporlar düzenlediği, usulsüz dinleme ve izleme yaptığı, suç unsuru içermeyen görüşmeleri imha etmesi gerekirken iletişim tespit tutanağı hâline getirip kişilerin terör örgütü ile irtibatları bulunduğu algısını oluşturmaya çalıştığı, sahte iletişimin tespiti ve fiziki takip tutanakları düzenlediği, 17 Aralık soruşturmasıyla ilgili İstanbul Emniyet Müdürlüğünde bulunan belgeleri kaçırdığı ve log kayıtlarını sildiği, FETÖ/PDY üyesi bir kısım şüphelinin ise MİT'e ait tırların 1/1/2014 tarihinde Kırıkhan, 19/1/2014 tarihinde ise Ceyhan'da durdurulması ve aranması eylemlerinden sorumlu olduğu belirtilmiştir.ii. Suç tarihlerinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürü ve Teknik Büro Amirliğinden sorumlu şube müdürü olarak görev yapan başvurucu ile aynı dosyada yargılaması devam eden ve çoğu emniyet görevlisi olan şüphelilerin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı da dâhil olmak üzere çok sayıda devlet adamı, siyasetçi, akademisyen, gazeteci, yazar, iş adamı, vakıf, dernek vb. kuruluşların başkan ve görevlilerini -terör örgütleriyle bağlantılı olduklarına dair herhangi bir delil olmamasına rağmen- sahte belge ve gerçeğe aykırı beyanlara göre kurguladıkları Selam Tevhid Kudüs Ordusu kapsamına dâhil ederek hukuka aykırı şekilde yaptıkları dinleme ve takipler sonucunda elde ettikleri gizli bilgileri Türkiye Cumhuriyeti devleti aleyhine kullanarak bir kısım devlet görevlisi ile vakıf ve yöneticilerinin terör örgütleriyle bağlantılı olduğu yönünde algı oluşturmak suretiyle Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini devirmeye çalıştıkları iddia edilmiştir. İddianame İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilerek Mahkemenin E.2015/297 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamış ve 1/2/2016 tarihinde ilk duruşma yapılmıştır. Mahkeme 2/2/2016 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"Tutuklu sanıklar ...Yurt Atayün ...yönündenüzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, buna göre tutuklu sanıklar yönünden 'iletişim tespit tutanakları, araştırma raporları, müşteki beyanları, fiziki takip tutanakları, tanık ve gizli tanık anlatımları, görev belgeleri, tanık Kamile Yazıcıoğlu ifadeleri ve bu tanık tarafından dosyaya sunulan materyaller, MİT, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlıktan gelen yazı cevapları, teftiş raporları, dinlemeye ilişkin ses çözüm tutanakları, diplomatik dokunulmazlığı olan kişilerle ilgili dinleme yapılmış olması, mail adreslerinin takip edilmiş olması' kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut kanıtlar bulunması, sanıklara atılı bir kısım suçların tutuklama nedenlerinin yasal karine olarak var sayıldığı 5271 sayılı CMK.nun 100/3-a.11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara atılı suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma kuşkusunu somutlaştırması, sanıkların savunmalarının henüz alınmamış oluşu, müştekilerin ve sanıklara atılı eylemlerin sayısal çoğunluğu da dikkate alındığında sanıkların suçunun sübutu halinde yargılama sonucunda verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü oluşu, tüm bu nedenlerle sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu hususlarına nazaran adı geçen sanıkların CMK.nın 100 ve devamı maddeleri uyarınca tutukluluk hallerinin ayrı ayrı devamına, adı geçen sanıklarla ilgili tahliye istemlerinin ayrı ayrı reddine... [karar verildi.]" Mahkeme sonraki tarihlerde yaptığı duruşmalarda da başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkemece 2/9/2016 tarihinde yapılan celsede, dosyanın Yargıtay Ceza Dairesince ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılaması yapılan E.2016/2 sayılı dosya ile birleştirilmesine karar verilmiş; Yargıtay Ceza Dairesinin birleştirmeye muvafakat etmemesi üzerine dosya birleştirme uyuşmazlığının çözülmesi için Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu ise 22/11/2016 tarihli kararıyla İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin birleştirme kararının kaldırılarak yargılamanın İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince yapılmasına karar vermiştir. Karar üzerine yargılamaya İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/2 sayılı dosyası üzerinden devam edilmiştir. Mahkeme 9/3/2017 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Tutuklu sanıklar ...Yurt Atayün ...yönünden üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, buna göre tutuklu sanıklar yönünden 'iletişim tespiti tutanakları, araştırma raporları, müşteki beyanları, fiziki takip tutanakları, şahıs tespit tutanakları, tanık ve gizli tanık anlatımları, görev belgeleri, tanık K.Y.nin ifade ve teşhisleri ile bu tanık tarafından dosyaya sunulan materyaller, MİT, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlıktan gelen yazı cevapları, teftiş raporları, dinlemeye ilişkin ses çözüm tutanakları, diplomatik dokunulmazlığı olan kişilerle ilgili dinleme yapılmış ve mail adreslerinin takip edilmiş olması, 2011/762 soruşturma sayılı soruşturmada görev yapan ve sanıkların eylem ve işlemleri ile irtibatlı oldukları iddia edilen hâkim ve savcılarla ilgili yargılamanın devam ediyor olması' kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut kanıtlar bulunması, sanık ve müşteki sayısı, sanıklara yüklenen eylemlerin yoğunluğu, suçlamaların niteliği ile dosya kapsamının geniş oluşusanıklara atılı bir kısım suçların tutuklama nedenlerinin yasal karine olarak var sayıldığı 5271 sayılı CMK'nın 100/3-a.11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara atılı suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphelerini somutlaştırması, bir kısım sanıkların savunmalarının henüz alınmamış oluşu, tutuklama sebep ve şartlarında sanıklar lehine bu aşamada değişiklik meydana gelmemiş oluşu, müştekilerin ve sanıklara atılı eylemlerin sayısal çoğunluğu da dikkate alındığında sanıkların suçunun sübutu halinde yargılama sonucunda verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü oluşu, tüm bu nedenlerle sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu hususlarına nazaran adı geçen sanıkların CMK'nın , 102/2-cümle.2 maddeleri uyarınca tutukluluk hallerinin ayrı ayrı devamına... [karar verildi.]" Mahkeme 5/5/2017 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "Tutuklu sanıklar ...Yurt Atayün ...yönünden üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, buna göre tutuklu sanıklar yönünden 'iletişim tespit tutanakları, araştırma raporları, müşteki beyanları, fiziki takip tutanakları, şahıs tespit tutanakları, tanık ve gizli tanık anlatımları, görev belgeleri, tanık K.Y.nin ifade ve teşhisleri ile bu tanık tarafından dosyaya sunulan materyaller, MİT, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlıktan gelen yazı cevapları, teftiş raporları, dinlemeye ilişkin ses çözüm tutanakları, diplomatik dokunulmazlığı olan kişilerle ilgili dinleme yapılmış ve mail adreslerinin takip edilmiş olması, 2011/762 soruşturma sayılı soruşturmada görev yapan ve sanıkların eylem ve işlemleri ile irtibatlı oldukları iddia edilen hakim ve savcılarla ilgili yargılamanın devam ediyor olması, bir kısım sanıkların iddia olunan örgütün gizli haberleşme programı olan Bylock programını kullandıklarının tespitine ilişkin gelen yazı ve ekleri' kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut kanıtlar bulunması, sanık ve müşteki sayısı, sanıklara yüklenen eylemlerin yoğunluğu, suçlamaların niteliği ile dosya kapsamının geniş oluşusanıklara atılı bir kısım suçların tutuklama nedenlerinin yasal karine olarak var sayıldığı 5271 sayılı CMK.nun 100/3-a.11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara atılı suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphelerini somutlaştırması, bir kısım sanıkların savunmalarının henüz alınmamış oluşu, tutuklama sebep ve şartlarında sanıklar lehine bu aşamada değişiklik meydana gelmemiş oluşu, müştekilerin ve sanıklara atılı eylemlerin sayısal çoğunluğu da dikkate alındığında sanıkların suçunun sübutu halinde yargılama sonucunda verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü oluşu, tüm bu nedenlerle sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu hususlarına nazaran adı geçen sanıkların CMK.nun 100, 102/2-cümle.2 maddeleri uyarınca tutukluluk hallerinin ayrı ayrı devamına... [karar verildi.]" Mahkeme 25/5/2018, 7/6/2018 ve 26/6/2018 tarihlerinde yaptığı duruşmalarda ise "Tutuklu sanıklar...Yurt Atayün ...yönünden üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, buna göre tutuklu sanıklar yönünden 'iletişim tespit tutanakları, araştırma raporları, müşteki beyanları, fiziki takip tutanakları, şahıs tespit tutanakları, tanık ve gizli tanık anlatımları, görev belgeleri, tanık K.Y.nin ifade ve teşhisleri ile bu tanık tarafından dosyaya sunulan materyaller, MİT, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlıktan gelen yazı cevapları, teftiş raporları, dinlemeye ilişkin ses çözüm tutanakları, diplomatik dokunulmazlığı olan kişilerle ilgili dinleme yapılmış ve mail adreslerinin takip edilmiş olması, 2011/762 soruşturma sayılı soruşturmada görev yapan ve sanıkların eylem ve işlemleri ile irtibatlı oldukları iddia edilen hakim ve savcılarla ilgili yargılamanın devam ediyor olması, bir kısım sanıkların örgütün gizli haberleşme programı olan Bylock programını kullandıklarının tespitine ilişkin gelen yazı ve ekleri, bir kısım sanıklar için dosyaya gelen Bylock içerikleri, Bylock HTS kayıtları, bir kısım sanıkların birleşen dosyalarına ilişkin deliller, yargılama aşamasında dosyaya giren dosyamızdaki bir kısım sanıklarla ilgili tanık ve gizli tanık beyanları' kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut kanıtlar bulunması, sanık ve müşteki sayısı, sanıklara yüklenen eylemlerin yoğunluğu, suçlamaların niteliği ile dosya kapsamının geniş oluşusanıklara atılı bir kısım suçların tutuklama nedenlerinin yasal karine olarak var sayıldığı 5271 sayılı CMK.nun 100/3-a.11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara atılı suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphelerini somutlaştırması, bir kısım sanıkların savunmalarının henüz alınmamış oluşu, tutuklama sebep ve şartlarında sanıklar lehine bu aşamada değişiklik meydana gelmemiş oluşu, müştekilerin ve sanıklara atılı eylemlerin sayısal çoğunluğu da dikkate alındığında sanıkların suçunun sübutu halinde yargılama sonucunda verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü oluşu, tüm bu nedenlerle sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu hususlarına nazaran adı geçen sanıkların CMK.nun 100, 102/2-cümle.2 maddeleri uyarınca tutukluluk hallerinin ayrı ayrı devamına... [karar verildi.]" şeklindeki gerekçelerle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkeme 14/7/2017 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Tutuklu sanıklar ...Yurt Atayün ...yönünden üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, buna göre tutuklu sanıklar yönünden 'iletişim tespit tutanakları, araştırma raporları, müşteki beyanları, fiziki takip tutanakları, şahıs tespit tutanakları, tanık ve gizli tanık anlatımları, görev belgeleri, tanık K.Y.nin ifade ve teşhisleri ile bu tanık tarafından dosyaya sunulan materyaller, MİT, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlıktan gelen yazı cevapları, teftiş raporları, dinlemeye ilişkin ses çözüm tutanakları, diplomatik dokunulmazlığı olan kişilerle ilgili dinleme yapılmış ve mail adreslerinin takip edilmiş olması, 2011/762 soruşturma sayılı soruşturmada görev yapan ve sanıkların eylem ve işlemleri ile irtibatlı oldukları iddia edilen hakim ve savcılarla ilgili yargılamanın devam ediyor olması, bir kısım sanıkların iddia olunan örgütün gizli haberleşme programı olan Bylock programını kullandıklarının tespitine ilişkin gelen yazı ve ekleri, yargılama aşamasında dosyaya giren dosyamızdaki bir kısım sanıklarla ilgili tanık ve gizli tanık beyanları' kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut kanıtlar bulunması, sanık ve müşteki sayısı, sanıklara yüklenen eylemlerin yoğunluğu, suçlamaların niteliği ile dosya kapsamının geniş oluşusanıklara atılı bir kısım suçların tutuklama nedenlerinin yasal karine olarak var sayıldığı 5271 sayılı CMK.nun 100/3-a.11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara atılı suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphelerini somutlaştırması, bir kısım sanıkların savunmalarının henüz alınmamış oluşu, tutuklama sebep ve şartlarında sanıklar lehine bu aşamada değişiklik meydana gelmemiş oluşu, müştekilerin ve sanıklara atılı eylemlerin sayısal çoğunluğu da dikkate alındığında sanıkların suçunun sübutu halinde yargılama sonucunda verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü oluşu, tüm bu nedenlerle sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu hususlarına nazaran adı geçen sanıkların CMK.nun 100, 102/2-cümle.2 maddeleri uyarınca tutukluluk hallerinin ayrı ayrı devamına... [karar verildi.]" Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 1/8/2017 tarihinde reddedilmiştir. Mahkeme 10/9/2018 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Tutuklu sanıklar ...Yurt Atayün ...yönünden üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, buna göre tutuklu sanıklar yönünden 'iletişim tespit tutanakları, araştırma raporları, müşteki beyanları, fiziki takip tutanakları, şahıs tespit tutanakları, tanık ve gizli tanık anlatımları, görev belgeleri, tanık Kamile Yazıcıoğlu'nun ifade ve teşhisleri ile bu tanık tarafından dosyaya sunulan materyaller, MİT, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlıktan gelen yazı cevapları, teftiş raporları, dinlemeye ilişkin ses çözüm tutanakları, diplomatik dokunulmazlığı olan kişilerle ilgili dinleme yapılmış ve mail adreslerinin takip edilmiş olması, 2011/762 soruşturma sayılı soruşturmada görev yapan ve sanıkların eylem ve işlemleri ile irtibatlı oldukları iddia edilen hakim ve savcılarla ilgili yargılamanın devam ediyor olması, bir kısım sanıkların örgütün gizli haberleşme programı olan Bylock programını kullandıklarının tespitine ilişkin gelen yazı ve ekleri, bir kısım sanıklar için dosyaya gelen Bylock içerikleri, Bylock HTS kayıtları, bir kısım sanıkların birleşen dosyalarına ilişkin deliller, yargılama aşamasında dosyaya giren dosyamızdaki bir kısım sanıklarla ilgili tanık ve gizli tanık beyanları' kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut kanıtlar bulunması, sanık ve müşteki sayısı, sanıklara yüklenen eylemlerin yoğunluğu, suçlamaların niteliği ile dosya kapsamının geniş oluşu, sanıklara atılı bir kısım suçların tutuklama nedenlerinin yasal karine olarak var sayıldığı 5271 sayılı CMK.'nin 100/3-a.11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara atılı suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphelerini somutlaştırması, bir kısım sanıkların savunmalarının henüz alınmamış oluşu, tutuklama sebep ve şartlarında sanıklar lehine bu aşamada değişiklik meydana gelmemiş oluşu, müştekilerin ve sanıklara atılı eylemlerin sayısal çoğunluğu da dikkate alındığında sanıkların suçunun sübutu halinde yargılama sonucunda verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü oluşu, tüm bu nedenlerle sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu hususlarına nazaran adı geçen sanıkların 5271 sayılı CMK.'nin 100, 102/2-cümle.2 maddeleri uyarınca... " Başvurucu 13/9/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme 4/1/2019 tarihinde yaptığı celsede başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"...Tutuklu sanıklar ...Yurt Atayün ve ...tahliye talepleri ve tutukluluk durumlarının devam edip etmeyeceği yönünden yapılan incelemede:...Tutuklu Sanık Yurt Atayün'ün TCK'nın 328/1, Maddeleri uyarınca tutuklanmalarına karar verilmiş olduğu anlaşılmış olmakla; sanıkların tutuklu bulundukları suçlardan; siyasal ve askeri casusluk (TCK 328/1) suçu için kanunda öngörülen cezanın onbeş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası, cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs (TCK 312/1) suçu için kanunda öngörülen cezanın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, silahlı örgüte üye olma (TCK 314/2) suçu için öngörülen cezanın beş yıldan on yıla kadar hapis cezası olduğu, bu suçların cezalarının ağırlığı gereği bu suçlardan yargılanan sanıkların kovuşturmadan veya kovuşturma sonucu verilebilecek olan cezanın infazından kaçma veya saklanma riskini doğurabileceği, ceza yargılamasının etkinliğinin, ceza ve infaz kurallarının işlerliğinin, kaçma veya saklanma gibi sanıklardan kaynaklı olarak sürüncemede kalmaması ve maddi gerçeğin tam olarak ortaya çıkartılmasının sağlanması amacıyla tutukluluk halinin devamına karar verilebileceği, dosyada mevcut tutanak, kayıt ve belgeler, müşteki ve tanık ifade tutanakları, araştırma raporları, iletişim tespit tutanakları, teşhis, tespit ve takip tutanakları, görev belgeleri, tape kayıtları, dijital materyaller, cevabi yazı içerikleri, bir kısım tutuklu sanık hakkındaki bylock tespit ve değerlendirme tutanakları, hts kayıtları gibi kayıt ve belgeler gözetildiğinde sanıklar aleyhine tutuklama tedbirinin devamına yeter derecede kuvvetli suç şüphesini ortaya koyan somut olguların halen varlığını sürdürdüğü, sanıkların olay tarihinde icra ettikleri görev ve yürüttükleri iş ve işlemlere ilişkin haklarında yapılan iddia ve isnatların vehameti, halen bir kısım tutuklu sanığın savunmasını yapmamış, yine mağdur/müşteki ve tanıkların beyanlarının da henüz tamamlanmamış olması sebebiyle henüz beyanı alınmamış olan mağdur/müşteki veya tanıklar üzerinde baskı kurulması riskinin ortaya çıkmasının önüne geçilebilmesi, bu aşamaya kadar verilen tutukluluk devam kararlarından sonra tutuklu sanıkların hukuki durumlarında lehe bir değişikliğerastlanmaması göz önüne alınarak adli kontrol tedbirlerinin bu aşamada yeterli olmayacağı ve tutuklama tedbirinin devamının işlendiği iddia olunan suçlara ve dosyadaki mevcut delil durumuna göre ölçülü olduğu değerlendirildiğinden, sanıkların 5271 sayılı CMK'nın ,, maddeleri uyarınca tutukluluk hallerinin ayrı ayrı devamına... [karar verildi.]" Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. Başvurucunun tutukluluk durumu devam etmektedir. Başvurucu adli yardım talebinde bulunmuştur.B. İlgili Süreç Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda FETÖ ve/veya PDY olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında darbe girişimiyle bağlantılı ya da darbe girişimiyle doğrudan bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),..." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun'un "Adlî kontrol" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.… (3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir: a) Yurt dışına çıkamamak. b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak. c) Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak. ...f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak. g) Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî emanete teslim etmek. ...j) Konutunu terk etmemek. k) Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek. l) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemek." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklulukta geçecek süre" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) (Değişik: 6/12/2006 – 5560/18 md.) Ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde tutukluluk süresi en çok bir yıldır. Ancak bu süre, zorunlu hallerde gerekçeleri gösterilerek altı ay daha uzatılabilir. (2) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlarda beş yılı geçemez.  (3) Bu maddede öngörülen uzatma kararları, Cumhuriyet savcısının, şüpheli veya sanık ile müdafiinin görüşleri alındıktan sonra verilir." 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Suç işlemek amacıyla örgüt kurma" kenar başlıklı maddesinin (6) ve (7) numaralı fıkraları şöyledir:"(6) Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişi, ayrıca örgüte üye olmak suçundan da cezalandırılır. Örgüte üye olmak suçundan dolayı verilecek ceza yarısına kadar indirilebilir." (7) Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişi, örgüt üyesi olarak cezalandırılır. Örgüt üyeliğinden dolayı verilecek ceza, yapılan yardımın niteliğine göre üçte birine kadar indirilebilir." 5237 sayılı Kanun'un "Resmi belgede sahtecilik" kenar başlıklı maddesi şöyledir: (1) Bir resmi belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmi belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmi belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Resmi belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması halinde, verilecek ceza yarısı oranında artırılır. 5237 sayılı Kanun'un "Siyasal veya askerî casusluk" kenar başlıklı maddesi şöyledir:(1) Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri, siyasal veya askerî casusluk maksadıyla temin eden kimseye onbeş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası verilir. (2) Fiil;a) Türkiye ile savaş halinde bulunan bir devletin yararına işlenmişse,b) Savaş sırasında işlenmiş veya Devletin savaş hazırlıklarını veya savaş etkinliğini veya askerî hareketlerini tehlikeye sokmuşsa,Fail, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır. 5237 sayılı Kanun'un "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir." 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Cezaların artırılması" kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır..."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/34216
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
VE Z. BAŞVURUSU (2)(Başvuru Numarası: 2014/16413) Karar Tarihi: 20/12/2017 BİRİNCİ BÖLÜM KARAR GİZLİLİK TALEBİ KABUL Başkan:Burhan ÜSTÜNÜyeler:Hicabi DURSUN  Kadir ÖZKAYA  Rıdvan GÜLEÇ  Yusuf Şevki HAKYEMEZRaportör:Hüseyin MECEKBaşvurucular:    Z.Vekili:Av. Ferdi AMCA  Başvuru, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutulma koşulları nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 16/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucuların adli yardım taleplerinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucuların Yakalanmaları, Sınır Dışı Edilmeleri ve İdari Gözetim Altına Alınmaları Rusya Federasyonu Dağıstan Cumhuriyeti vatandaşı olan başvuruculardan 1990, Z. 1991 doğumludur. Evli olan başvurucuların iki çocuğu vardır. Başvurucu Z. 12/5/2014, başvurucu 1/6/2014 tarihinde resmî yollardan Türkiye’ye giriş yapmıştır. Başvurucular, kısa dönem ikamet izin belgesi almak için aldıkları randevu gereği 25/6/2014 tarihinde geldikleri İstanbul Beylikdüzü İlçe Emniyet Müdürlüğünde saat 30’da yakalanmışlardır. Gözaltına alma gerekçesi olarak başvurucu hakkında 7/8/2013 tarihli “genel güvenlik (G.87)-yurda giriş yasağı”, başvurucu Z. hakkında 18/11/2013 tarihli “genel güvenlik (G.87)-yurda giriş yasağı” ile 14/9/2013 tarihli “hakkında yasal işlem yapılan kaydı (Ç-114)” tahdit kararı gösterilmiştir. Başvurucular gözaltına alındıktan sonra Gürpınar Polis Merkezi Amirliğine sevk edilmişlerdir. Başvurucular, Gürpınar Polis Merkezi Amirliği nezarethanesinde 27/6/2014 tarihine kadar tutulmuşlardır. İstanbul Emniyet Müdürlüğünün 27/6/2014 tarihli yazısıyla başvurucuların “vize ihlali - G.87 tahdit kodları” suç kodu girilerek sınır dışı edilmeleri ve bir ay süreyle idari gözetim altında tutulmaları İstanbul Valiliğinden (Valilik) talep edilmiştir. Valiliğin aynı tarihli kararıyla başvurucular hakkında 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesi uyarınca sınır dışı etme, maddesi uyarınca da idari gözetim altında tutma kararı alınmıştır. Başvurucular aynı gün İstanbul Kumkapı Geri Gönderme Merkezine (GGM/Merkez) teslim edilmişlerdir. B. İdari Gözetim Süreci Başvurucuların idari gözetim altında tutma kararına yaptıkları itirazlar, (kapatılan) İstanbul Sulh Ceza Mahkemesinin 9/7/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Valiliğin 5/8/2014 tarihli kararıyla başvurucu nin idari gözetimi bir ay süreyle uzatılmıştır. Başvurucuların ikinci itirazı, İstanbul Suh Ceza Hâkimliğinin 8/8/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Giriş yasağı ihlalleri ve tahdit kodlarına göre sınır dışı edilmek üzere başvurucuların idari gözetim altında tutulmalarının hukuka uygun olduğu belirtilmiştir. Üçüncü itiraz ise İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 16/9/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucuların son itirazı, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 2/10/2014 tarihli kararıyla kabul edilmiştir. Kararın gerekçesinde Emniyet Müdürlüğünün 27/6/2014 tarihli yazısıyla idari gözetim kararı talep edildiği, talep yazısı üzerine bir vali yardımcısının “Uygundur.” ibaresi yazarak imzalamasının idari gözetim kararı niteliği taşımadığı, idari gözetim kararının usulüne uygun olmadığı ifade edilmiştir. Başvurucular “Salıverme ve Tebliğ Tebellüğ Tutanağı”yla aynı gün saat 00’de serbest bırakılmışlardır. Başvurucular 25 ila 27 Haziran 2014 tarihlerinde üç gün Gürpınar Polis Merkezi Amirliği nezarethanesinde, 27/6/2014 ila 2/10/2014 tarihlerinde doksan sekiz gün Kumkapı GGM’de olmak üzere toplam yüz bir gün tutulmuşlardır. 2/10/2014 tarihinde GGM'den serbest bırakılan başvurucuların 16/10/2014 tarihinde yaptıkları bireysel başvuruda süre aşımı bulunmamaktadır. Sınır Dışı Etme Kararlarına Karşı Açılan Davalar Başvurucuların sınır dışı etme kararlarına karşı açtıkları davalar, İstanbul İdare Mahkemesinin 22/12/2014 tarihli ve E.2014/1781, K.2014/2313 ile aynı tarihli E.2014/1782, K.2014/2314 sayılı kararlarıyla kesin olarak reddedilmiştir. Anılan kararlarda; çatışma bölgeleriyle bağlantılı faaliyet göstermeleri nedeniyle haklarında yurda giriş yasağı olan başvurucuların kamu düzeni ve kamu güvenliği açısından tehdit oluşturan kişilerden olduğu, bu nedenle dava konusu işlemde hukuka ve mevzuata aykırılık görülmediği gerekçelerine yer verilmiştir. Başvurucular sınır dışı etme işleminin tesisinde hukuka aykırı uygulamalarda bulunulduğu ve işlemin hukuki denetiminin yapıldığı yargılama sürecinin adil yürütülmediği, sınır dışı etme kararının uygulanmasının özgürlük, yaşam ve vücut bütünlükleri yönünden risk oluşturduğunu ileri sürerek işkence ve kötü muamele yasağı ile adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine müracaat etmişlerdir. Anayasa Mahkemesinin 2015/2037 sayısına kaydedilen başvuruda, 19/2/2015 tarihinde tedbir talebi kabul edilmiştir. Ancak Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü 6/1/2016 tarihinde başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. A. Ulusal Hukuk 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu, 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ilgili maddeleri B.T. ([GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 19-21) kararında açıklanmıştır. B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme/AİHS) ilgili maddeleri, tutulma koşullarından dolayı kötü muamele yasağı, etkili başvuru ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarına dair Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) uygulaması B.T. (Aynı kararda bkz. §§ 23-38) kararında açıklanmıştır.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16413
Başvuru, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutulma koşulları nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, Şırnak'ın Cizre ilçesinde güvenlik güçleri tarafından terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonlar sırasında meydana gelen ölüm olayı ve bu olay yönünden etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Olayların arka planı PKK/KCK Terör Örgütü, Çözüm Süreci ve 6-7 Ekim Olayları ile ilgili açıklamalara Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], (B. No: 2017/37897, 5/7/2022, §§ 16-28) kararında yer verilmiştir. Suriye'nin Türkiye sınırında bulunan Ayn el Arap (Kobani) kentinde -PKK'nın Suriye kolu olduğu kabul edilen- PYD ile DAEŞ arasındaki çatışmalar, 2014 yılının Eylül ayı sonunda ve Ekim ayı başında yoğunlaşmıştır (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, § 21). Suriye'deki çatışmalar dolayısıyla tepkilerini dile getirdiğini ileri süren gruplar 6/10/2014 tarihinden itibaren Türkiye'nin birçok yerinde günlerce devam eden ve kamuoyunda “6-7 Ekim olayları” olarak adlandırılan şiddet eylemlerini gerçekleştirmiştir. Bu eylemler sırasında ülkenin pek çok yerinde kamu binalarına, banka şubelerine, işyerlerine, araçlara, güvenlik güçlerine ve sivillere taş, sopa, molotof kokteyli ve silahlarla saldırıda bulunulmuştur. Bu sırada kamu makamlarınca güvenliğin sağlanması için birçok şehirde eğitime ara verilmiş ve sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir (Gülser Yıldırım (2), § 26). Türkiye, 2015 yılı Temmuz ayından itibaren giderek yoğunlaşan terör saldırılarına maruz kalmıştır. Tırmanan terör saldırılarını PKK/KCK terör örgütünün öz yönetim ilanları izlemiştir. Öz yönetim ilan edilen bölgelerde Öz Savunma Birlikleri (ÖSB) adı altında silahlı gruplar oluşturan PKK terör örgütü, bu gruplar ve YDG-H (Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi) eliyle yollara barikat kurma, hendek kazma ve tünel açma gibi eylemlerde bulunmuştur (Gazal Kolanç ve diğerleri, §§ 25-27). Öz yönetim ilan ettiği bölgelerde patlayıcıyla tuzaklanmış hendekler kazmak ve barikatlar kurmak suretiyle yalıtılmış bölgeler oluşturmaya çalışan PKK terör örgütü, kamuoyunda hendek olayları olarak adlandırılan ve aylarca devam eden bu süreçte roketatarlar, keskin nişancı tüfekleri, patlayıcılar ve otomatik saldırı tüfekleri kullanarak terör saldırıları düzenlemiştir. Okullar, hastaneler, barajlar, adliye binaları, ambulanslar gibi temel kamu hizmetlerini sağlayan eşya ve binaların yanında sivilleri de hedef alan bu terör saldırılarında 335 sivil hayatını kaybederken 106 kişi yaralanmıştır. Terör saldırılarında 859 güvenlik görevlisi ve Derik kaymakamı şehit olmuş, 711 güvenlik görevlisi yaralanmıştır. Bu terör eylemlerinin engellenmesi, halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla sözde öz yönetim ilan edilen bazı bölgelerde mülki idare amirliklerince sokağa çıkma yasakları uygulanarak terörle mücadele operasyonları başlatılmıştır (hendek olayları, öz yönetim ilanları, PKK terör örgütünün şehir savaşı stratejisi ve sokağa çıkma yasakları hakkında arka plan bilgisi ile ayrıntılı açıklamalar için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri, §§ 16-28, 67, 346-348). Terörle mücadele operasyonlarının gerçekleştirildiği bölgelerin bazılarında sokağa çıkma yasakları uygulanmış ve bazıları geçici süreyle askerî güvenlik bölgesi ilan edilmiştir. Bu kapsamda terör örgütü üyelerinin yakalanarak halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla anılan il ve ilçelerin bir kısmında sokağa çıkma yasakları ilan edilmiş fakat güvenlik güçlerince yürütülen operasyonların sona ermesinin ardından söz konusu yasaklar kaldırılmıştır (Ayşe Çelik, B. No: 2017/36722, 9/5/2019, § 12). Şırnak Valiliği, Cizre ilçesinde ilk olarak terörle mücadele operasyonlarının düzenlendiği bazı yerlerde uygulanan sokağa çıkma yasakları kapsamında 4/9/2015 tarihinden itibaren terör örgütü mensuplarının etkisiz hâle getirilmesi, mayın ve patlayıcılarla tuzaklanmış barikat ve hendeklerin bertaraf edilmesi, vatandaşların can, mal güvenliğinin ve kamu düzeninin sağlanması amacıyla sokağa çıkma yasağı ilan edildiğini açıklamıştır. Cizre'de bu tarihten itibaren çeşitli defalar kaldırılıp yeniden uygulamaya konulan ve uygulama saatleri değiştirilen sokağa çıkma yasağı 10/4/2017 tarihinde tamamen kaldırılmıştır (Gazal Kolanç ve diğerleri, § 28). Şırnak Valiliğinin olaylarla ilgili olarak Anayasa Mahkemesine 28/1/2016 tarihinde verdiği bilgiler özetle şöyledir: i. Sokağa çıkma yasağı ilan edilen bölgelerde terör örgütü üyelerinin saldırıları devam etmektedir. Terör örgütü, silahlı ve bombalı eylemlerle temel kamu hizmetlerinin sunulmasını engellemektedir. Sokağa çıkma yasaklarıyla, yerleşim yerleri içinde terör örgütü mensupları ile girilen silahlı çatışmalar sırasında bölgede yaşayan vatandaşlarımızın can ve mal emniyetinin sağlanması amaçlanmaktadır. ii. Şırnak Valiliği güvenlik operasyonlarının icra edileceği Silopi ve Cizre ilçelerinde yaşayan halkın temel ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli planlama ve düzenlemeleri yapmıştır. Bu kapsamda Cizre Devlet Hastanesi hizmet vermeye devam etmekte, dört eczane dönüşümlü olarak eczacılık hizmetlerini sürdürmektedir. Ambulanslar 14/12/2015 ile 27/1/2016 tarihleri arasında 295 vakaya müdahale etmiştir. 112 ve 155 yardım hatları faaliyettedir. 155 hattına başvuran tüm vatandaşlara gıda ve temel ihtiyaç malzemesi dağıtımı yapılmıştır. Bazı market ve bakkallarla birlikte ekmek fırınları açık tutulmaktadır.iii. 5/9/2015-4/1/2016 tarihleri arasında Cizre’de 112 Acil yardım hattına yapılan çağrıların %84’ü cevaplanmıştır. Sağlık personelinin yaşamlarının korunması amacıyla müdahale edilemeyen vakalara, vaka bölgesinde güvenlik sağlandıktan hemen sonra müdahale edilmektedir. Bu süreçte sağlık personeli ve ambulanslar terör örgütü tarafından birçok defa saldırıya uğramış, buna rağmen hizmetler devam etmiştir(Gazal Kolanç ve diğerleri, § 35). Başvurucuların oğlu E.K., sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı dönemde 10/2/2016 tarihinde Cizre, Cudi Mahallesi'nde kolluk görevlileri tarafından C-3186 olarak numaralandırılan binada ölü olarak bulunmuştur. Cizre Emniyet Müdürlüğü görevlilerince düzenlenen 10/2/2016 tarihli Ev Arama ve Muhafaza Altına Alma Tutanağı'nın ilgili kısmında binanın üç katlı olduğu ve patlamalar sırasında kısmen zarar gördüğü, bina giriş kapısı ile sokak giriş kapısı arasında kalan alanda üzeri hafriyatla kapatılmış vaziyette 2 bayan 2 erkek cesedi bulunduğu, cesetlerin yanında 2 Kalaşnikof marka silah, 2 şarjör, şarjöre takılı 47 dolu fişek, 1 tabanca şarjörü, şarjöre takılı 14 dolu fişek elde edildiği belirtilmiştir. Silopi Cumhuriyet Başsavcılığının 11/2/2016 tarihli Ölü Muayene ve Otopsi Tutanağı'nda adli tıp uzmanı hekimler tarafından kişinin ölümünün ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı olan iç organ ve büyük damar delinmesinden gelişen iç kanama sonucu meydana gelmiş olduğu kanaatinin bildirildiği tespit edilmiştir. Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından yürütülen soruşturmada alınan bilirkişi raporunda ölenden alınan sol el üstü ve yanak svaplarında atış artıklarında bulunan antimon elementinin bulunduğu tespit edilmiştir. Başsavcılık tarafından yürütülen soruşturma neticesinde meçhul şüpheli hakkında kasten öldürme suçundan 2/1/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Karar gerekçesinde özet olarak, E.K.dan alınan sol el üstü ve yanak svaplarında atış artıklarında bulunan antimon elementinin bulunduğunun kriminal raporla tespit edildiği, E.K.nın PKK/KCK terör örgütünün silahlı yapılanmalarından olan YDG-H içerisinde silahlı faaliyette bulunduğuna dair istihbari bilgilerin bulunduğu, E.K. hakkında daha önceden silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan kamu davası açılmış olduğu ve mahkûmiyet kararı verildiği, binada yapılan aramada E.K.nın cesedi ile birlikte terör örgütü mensubu olduğu değerlendirilen 4 şahsa ait ceset ve terör örgütü mensuplarınca kullanılan çok sayıda silah, şarjör ve fişek ele geçtiği belirtilmiştir. Kararda, E.K.nın terör örgütü üyesi olarak faaliyetlerde bulunduğuna dair teşhis tanığının beyanları, svaplarda atış artıklarına rastlanması, E.K. hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyet kararı verilmiş olması dikkate alınarak ölen E.K.nın terör örgütü PKK üyesi olduğu, Cizre ilçesinde terör örgütü PKK'nın amaçları doğrultusunda ilan edilen sözde öz yönetim kapsamında mahallelerde silahlı faaliyet gösterdiği ifade edilmiştir. Yine kararda, E.K.nın cesedinin bulunduğu binada terör örgütü mensuplarınca güvenlik güçlerine yönelik saldırıların devam ettiğinin kolluk tutanaklarından anlaşıldığı, güvenlik güçlerinin hukuka uygun bir emri yerine getirdikleri sırada meşru müdafaa hakkı kapsamında hareket ettikleri ve meşru müdafaa sınırının aşıldığına dair herhangi bir delil elde edilemediği, olayda hukuka uygunluk sebebi bulunduğu gerekçesi açıklanmıştır. Başvurucular karara soruşturmanın yeterli olmadığı, tarafsız yürütülmediği ve somut olaydaki silah kullanımının orantılılığının ortaya koyulmadığı gerekçesi ile itiraz etmiştir. Cizre Sulh Ceza Hâkimliğince başvurucuların karara itirazı kararda usul ve yasaya aykırı yön bulunmadığı gerekçesi açıklanarak reddedilmiştir. Başvurucular nihai kararı 6/3/2017 tarihinde öğrendikten sonra 4/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/20569
Başvuru, Şırnak'ın Cizre ilçesinde güvenlik güçleri tarafından terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonlar sırasında meydana gelen ölüm olayı ve bu olay yönünden etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/4/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkı dışındaki özel hayatın gizliliği ilkesinin ihlal edildiği iddiası yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hakkındaki yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 18/4/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür. Anayasa Mahkemesi, daha önceki kararında 6384 sayılı Kanun'un kapsamı, bu Kanun'a göre kurulan Tazminat Komisyonunun yapısı, çalışma esasları ve müracaat usulüne dayanak oluşturan mevzuata yer vermiştir (Ferat Yüksel,B. No: 2014/13828, 12/9/2018 §§ 11-14).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/7580
Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, sözleşmeden kaynaklanan alacak davasında hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvurucuya ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvuru Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölü Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 30/1/2007 tarihinde dava açmıştır. Yargıtay Hukuk Dairesi 22/10/2019 tarihinde karar düzeltme talebini reddetmiş ve hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu 17/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2249
Başvuru, sözleşmeden kaynaklanan alacak davasında hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; zorunlu askerlik hizmeti sırasında ateşli silah yaralanması sonucu meydana gelen ölüm olayına ilişkin etkili ceza soruşturması yürütülmemesi, soruşturmanın makul sürede sonuçlandırılamaması nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. OLAYLAR VE OLGULAR Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Ağrı Doğubayazıt Gökay Hudut Alayı Taktik Hudut Tabur Komutanlığı emrinde askerlik görevini ifa etmekte iken 21/6/2012 tarihinde yaşamını yitiren 1992 doğumlu O.Ş.nin babasıdır. Soruşturma dosyasında yer alan bilgi ve belgelere göre askerlik görevini ifa eden O.Ş. 21/6/2012 tarihinde Gökay 10 Sınır Karakolu'nda kulede nöbet tutarken saat 00 sıralarında ölü olarak bulunmuştur. O.Ş. ile birlikte nöbet tutan Ş.K. nöbet kulesinden su içmek için aşağıya indiği sırada silah sesi duyduğunu, geriye dönüp baktığında kulenin üzerinde O.Ş.nin yüzüstü yatar vaziyette olduğunu gördüğünü belirterek olayı Bölük Merkezine bildirmiştir. Ağrı Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı Askerî Savcılığınca olayla ilgili olarak soruşturma başlatılmış, soruşturma dosyası daha sonra Erzurum Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığının (Askerî Savcılık) 2013/1409 Esas sayılı soruşturma dosyası ile birleştirilmiş, 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun uyarınca yüksek askerî yargı organları ve askerî mahkemeler ve savcılıkların kapatılması üzerine soruşturmaya Doğubayazıt Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) devam edilmiştir. Olay günü Ağrı Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı Askerî Savcılığının yazısı üzerine nöbetçi Aralık Cumhuriyet savcısı olay yerinde gerekli incelemelerin yapılması ve tedbirlerin alınması için görevlendirilmiştir. Nöbetçi Aralık Cumhuriyet savcısının talimatı ile saat 00 sıralarında Iğdır İl Jandarma Komutanlığına bağlı Olay Yeri İnceleme ekibi olay yerine yönlendirilmiştir. Olay Yeri İnceleme ekibi olay yerini emniyete alarak fotoğrafların ve kamera çekimlerinin yapılması, ölen askerle nöbet tutan askerlerin el, yüz svapları ile parmak izlerinin alınması, olay yerinde gerekli incelemelerin yapılması, kroki çizimlerine esas ölçümlerin yapılması gibi işlemleri gerçekleştirmiştir. Aralık Cumhuriyet Başsavcılığı Soruşturma Bürosu tarafından Olay Yeri Tespit ve Ölü Muayene Tutanağı düzenlemiştir. Tutanakta şu hususlara yer verilmiştir:i. Olay Gökay Taburu binasına yaklaşık 1,5 km mesafede Gökay 10 olarak tabir edilen, İran sınırına bakan nöbet kulübesinde meydana gelmiştir. ii. Piyade Er Ş.K., mütevveffa ile birlikte nöbet tuttuğunu, nöbet kulübesinin altında bulunan dinlenme yerine su içmeye geldiği sırada olayın meydana geldiğini bildirmiştir.iii. Nöbet yerinin yaklaşık 20x20 metre ebatında olduğu, cesedin nöbet girişinin sol ön tarafında bulunduğu, baş kısmının doğu, ayak kısmının batı istikametine baktığı, 80 cm güneyinde 593802 seri numaralı G3 piyade tüfeğinin bulunduğu, baş kısmının bitişiğinde iki adet çelik başlığın, ayak kısmının gerisinde bir adet çelik yelek bulunduğu, başının güneyinde demir ayaklı dürbün, dürbünün yanında çevrilmiş vaziyette sandalye, güney duvarı önünde bir adet sandık bulunduğu, sandığın yanında iki adet varil, varilin üzerinde namlusu batı istikametine bakan uçaksavar, nöbet kulübesinin çeşitli yerlerinde ve çatı iç kısmında doku parçaları, beyin parçasının bir bütün olarak kafatasının altında olduğu, nöbet yerine çıkış yapılan demir merdivenin 60 m batısında bir adet, 20 m kuzeybatısında bir adet olmak üzere iki adet 62 mm çapında boş kovan olduğu, tüfeğin haricî incelemesinde emniyetinin "E" (emniyette) konumunda olduğu, şarjörün hazneye takılı olduğu, şarjörün içinde yedi adet fişek, kurma kolu çekildiğinde atım yatağında bir adet fişek olduğu görülmüştür.iv. Ceset ölü muayene işlemlerinin yapılması için Gökay Taburu'na getirilmiştir. v. Cesedin üzerinden bir adet, O.Ş. imzalı, altı satırdan ibaret mektup çıkarılmış, incelenmek üzere Olay Yeri İnceleme Birimine teslim edilmiştir.vi. Cesedin kafa bölgesinde, ağız kısmından ateşli silah yaralanmasına bağlı giriş yeri ve kafanın arka kısmında ağırlıklı olarak sağa doğru ateşli silah yaralanmasına bağlı çıkış yeri görülmüştür.vii. Kesin ölüm nedeninin belirlenmesi için cesedin İzmir Adli Tıp Kurumuna gönderilmesine karar verilmiştir. Ölü Muayene Tutanağı'nda kimlik tanığı sıfatıyla yer alan Ş.K.nın beyanları şöyledir: "Ben olay günü saat 19:40 da Gökay 10 nöbet yerinde nöbetimi tutmak için [O.Ş.] ve toplam 9 kişi ile birlikte nöbete gittik. Nöbetçilerden bir kısmı diğer mevzilerde kaldı. Ben ve [O.] nöbet yerimize geldik. Birlikte nöbet tutuyorduk. Sohbet ediyorduk. Bir arkadaşımıza kargo ile sigara gelmişti. Ben kendisinden bir paket almıştım. Benden bir tane sigara istedi. Kendisine bir sigara verdim. Sigarayı İran tarafına dönerek içti. Normalde çok konuşan bir arkadaştır. Ancak o gün fazla konuşmadı. Saat 20:30 civarında nöbet kulübesinin altında bulunan istirahat bölümünde devriye komutanı ve bir asker vardı, sonra onlar devriyeye gitti. Onlardan 15-20 dakika sonra aşağıya indim. Su içmek için bardağı aldım. Suyu içemeden silah sesi geldi. Ben sesin nereden geldiğini anlayamadım. Ağrı dağı tarafından geldiğini düşündüm. İçerde bulunan duvara asılı [B.K.ya] ait G3 silahını alarak mevzinin arka tarafına geçtim. Benim MG3 silahımı 34 mevzideki arkadaşım [B.K.] kullanır. Ben de [O.] MG3 cü olduğu ve yeni asker olduğu için ona öğretmek amacıyla kendi MG3 ümü [B.K.ya] verdim. Ben onun G3 ünü aldım. Ateş sesi gelmeyince [O.ya] bağırdım. Ses gelmeyince kendine zarar verdiğini düşündüm. Ben yukarı çıkamadım. Merdivenin olduğu yerden baktım. Yerde yatarken gözüküyordu. Korktum giremedim. [A.T.] ben bağırdıktan 5 dakika sonra geldi ve yukarı çıktı. Başından vurularak öldüğünü söyledi. Daha sonra 34 mevziye seslendik ve diğer arkadaşlar geldiler. Bildiğim kadarıyla [O.nun] bir sıkıntısı yoktu. Kız arkadaşı yoktu. Olay günü mevziye gelmeden önce saat 16:30 gibi ailesi ile telefonda görüşmüş. Benim konuyla ilgili bilgim ve görgüm bundan ibarettir." Ölü Muayene Tutanağı'nda olay tanığı sıfatıyla yer alan A.T.nin beyanları şöyledir:"Ben olay anında 32 mevzide nöbetçi idim. Nöbet tutarken tam saatini hatırlamıyorum. 21:00 sularında bir el silah sesi duyduk. [Ş.] bağırdı. Biz koştuk geldik. İlk olarak elimdeki fenerle ben nöbetçi kulübesine çıktım. Kan göremediğim için doğrudan başına baktım. Beyninin parçalanmış olduğunu gördüm. Silahı kaldırdım. Baktığımda emniyette değildi, seri atış konumundaydı. Silahı emniyete aldım. Daha sonradan telsizle anons geçtik durumu." İzmir Adli Tıp Grup Başkanlığının 9/7/2012 tarihli otopsi raporunun ilgili kısmı şöyledir:"...Dış muayenede alt dudak kısmında çeneye ve üst dudağa doğru yırtık tarzında bir açılanma gösteren en geniş yeri 5 cm ölçülen, kenarları yarık görünümde ateşli silah girişi yarası, kafatası arka kısmında en geniş yeri 18 cm ölçülen cilt, cilt altı ve kemik dokuda harabiyet meydana getiren bir kısım kemik parçası eksik olan ve kafatası boşluğunu açığa çıkaran ateşli silah yarası görüldüğü...Sonuç olarak kişinin ölümünün ateşli silah yaralanmasına bağlı kafatası kuvve, kaide kemikleri, burun, yüz ve çene kemikleri kırıkları, beyin harabiyeti ve kanaması sonucu meydana gelmiş olduğu, ateşli silah yarası giriş yarası cilt, cilt altı bulgularına göre atışın bitişik atış mesafesinden yapılmış olduğu, cesetten mermi çekirdeği elde edilmediği kayıtlıdır." Olay yerinde tespit edilen ve Jandarma Genel Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Daire Başkanlıklarınca gönderilen deliller üzerinde yapılan incelemeler sonucunda muhtelif uzmanlık raporları düzenlenmiştir. Olay yeri incelemesi sırasında cesedin üzerinden çıkan bir adet, O.Ş. imzalı, altı satırdan ibaret mektupta şu not yer almaktadır:"Merhaba ve bu yazı asteğmen [S.] içindir, komutanım ben sizden insan gibi izin istedim, ama siz reddettiniz, ben o yerde ayrı yerde ayrı kalamam, içinizi ferah tutun, aileme izne gittiğimi, daha da gelmediğimi söyleyin, bide ricam Guns n Roses-November Rain bu parçayı benim için dinleyin. Hadi Eyvallah" O.Ş.nin üzerinden çıkan mektubun incelemesi neticesinde düzenlenen 17/7/2012 tarihli uzmanlık raporunda mektup üzerindeki el yazıları ile O.Ş.ye ait olduğu belirtilen el yazılarının karşılaştırmalı olarak incelendiği, aynı şahsın eli ürünü olduğu kanaatine varıldığı belirtilmiştir. El svapları ile O.Ş.ye ait kamuflajlı parka ve eldivenler üzerinde atış artığı belirlemek amacıyla yapılan inceleme sonucunda düzenlenen 17/7/2012 tarihli uzmanlık raporunda ise O.Ş.ye ait sağ el içi, sol el içi svaplarında, kamuflaj parka ve eldivenler üzerinde atış artıklarının tespit edildiği, Piyade Er Ş.K. vePiyade Er A.T.ye ait sağ el iç ve sol el iç bölgesinden, el üstlerinden ve yüz bölgelerinden alınan svaplar üzerinde atış artıklarının tespit edilmediği, O.Ş.ye ait olduğu belirtilen giysiler üzerinde herhangi bir delinmeye rastlanmadığından atış mesafesine yönelik değerlendirme yapılamadığı hususlarına yer verilmiştir. Tetkik için gönderilen 593802 numaralı, 7,62x51 mm çap ve tipinde, fişek atan, Türkiye yapısı, G3 marka, sabit dipçikli tüfek üzerinde yapılan inceleme sonucu alınan 1/8/2012 tarihli uzmanlık raporunda tüfekten elde edilen mukayese kovan ile olay yerinden elde edilen iki adet kovanın mikroskopta yapılan karşılaştırılmalarında aralarında karakteristik izler yönünden uygunluklar bulunduğu, tetkik konusu kovanların 593802 numaralı, 7,62x51 mm çap ve tipindeki dipçikli tüfek ile atılmış olduğunun tespit edildiği bildirilmiştir. Askerî Savcılıkça O.Ş. ile birlikte nöbet tuttuğu iddia edilen Piyade Er Ş.K.nın 28/6/2012 tarihinde alınan ifadesi şöyledir:"Ben olay günü GÖKAY10 kulübesinde kendisini vuran [O.Ş.] ile nöbet tutan askerim. [O.] ile birlikte 20 gündür göreve çıkmaktaydık. Birlikte göreve çıktığımız zaman zarfında [O.] herkes ile iyi ilişkiler kuran, konuşan, gülen hayat ile barışık bir insandı. Sadece olay günü biraz suskundu. Diğer günler gibi konuşmuyordu. Olay günü saat 19:00 sıralarında bölük merkezinde içtimaya çıktık ve ardından GÖKAY10 mevziine doğru intikale başladık. Saat 20:05'de GÖKAY10 kulesinde göreve başladık. Göreve başladıktan yaklaşık 20 dakika sonra başımızdaki lider Uzm. Çvş. [E.], Piyade er [Ö.S.] ile birlikte 32 ve 34 dere mevzilerini kontrol etmek üzere devriyeye çıktı. Kulede ben ve [O.] kalmıştık. Yaklaşık olarak saat 20:30 dan saat 20:50 ye kadar kulede birlikteydik. Hiç konuşmuyordu. İran tarafına doğru dönmüş balıyordu., düşünceliydi. Elimde sigara görünce benden sigara istedi. Kendisine sigara verdikten sonra ben aşağı inip su içeceğimi söyledim. Yine konuşmadı bana herhangi bir cevap vermedi, sadece başını salladı. Ben kuleden inip kulenin altındaki kapalı bölümde su içmek için bardağa su doldurduğumda uzun bir silah sesi duydum. Öncesinde kurma kolu sesi hiç duymadım. Kulenin altındaki dinlenme bölümü kapalı bir alan olduğu için dışardan ses geliyor gibiydi. Sonra [O.ya] seslendim. [O.] cevap vermedi. Duymadığını düşünerek bir kere daha seslendim. Fakat yine cevap vermeyince kendine bir şey yapmış olabileceğini düşündüm, merdivenlerden bir iki basamak çıktım. Çıktığımda [O.nun] ayaklarını gördüm. Silahın ucu da merdivenin çıkış yönüne bakıyordu. Silahın namlusu ise merdivenlere doğru [O.nun] ayakları doğrultusunda, dipçik ise [O.nun] başı doğrultusundaydı. Silah [O.nun] yanında duruyordu. [O.nun] ayaklarını görünce kendine zarar verdiğini anladım. Ve daha fazla çıkmaya cesaret edemedim. Hemen 32 mevzideki [A.T.] İle 34 mevzideki [Y.ye] seslendim. [A.] gelip hemen kuleye çıktı. Ardından [] ve devriyeden silah sesini duyup koşarak gelen [Ö.S.] çıktı. Ben silahın merdivenlere doğru baktığını gördüğümden yine çıkmaya cesaret edemedim. [A.ya] tüfeği emniyete almasını söyledim. [A.], [O.nun] nabzını kontrol ederek [O.nun] kendisini öldürdüğünü söyledi. Bunun üzerine telsizi alıp Bayraktepeye olayı bildirdim. Çok geçmeden komutanlarımız olay yerine geldi. Kuleye ilk çıkan rütbeli komutan [] uzmandır. Komutanlarımız olay yerine geldikten sonra biz askerleri bölüğe gönderdiler. Sonrasında savcı geldi. Benim ifademi aldılar. [O.] ile görev yaptığım 20 gün zarfında [O.nun] sıkıntısından bahsettiğini hiç duymadım. Bütün komutanlarımızla ve askerlerle arası iyiydi. Maddi sıkıntısı olduğunu da düşünmüyorum. Bana kız arkadaşı veya sevgilisi olduğundan hiç bahsetmemişti. İntihar edebileceğini düşüneceğim en son insan [O.] idi. Çünkü [O.] neşeli, konuşkan ve kendisi ile barışık bir insandı. Olaya dair bilgim görgüm bundan ibarettir..." Askerî Savcılıkça Piyade Er Ö.S.nin 28/6/2012 tarihinde alınan ifadesi şöyledir:"Ben olay günü müteveffa [O.], [Ş.] ve uzman çavuş [E.]ile birlikte GÖKAY10 kulesinde nöbet tutuyorduk . Saat 20:30 sıralarında [E.] uzmanla diğer mevzileri kontrol etmek üzere devriyeye çıktık. Saat 21:00 sıralarına biz 32-31 mevzileri arasındayken silah sesi duydum. Hemen silahın geldiği GÖKAY 10 kulesine gittik. Ben kuleye çıktığımda kulede [A.] vardı. Hemen yerde yatan [O.yu] kontrol ettim. Gövdesinde herhangi bir yara izi yoktu.El fenerini başına doğru tuttuğumda kafatasının parçalanmış olduğunu gördüm. [O.] yüzüstü bir şekilde kafatası hafif sola yatık İran istikametini gösterir aayakları da Ağrı Dağına dönük bir şekilde uzanıyordu. Silaha pek dikkate etmediğim için hangi pozisyonda olduğunu bilmiyorum. Sonrasında olay yerine gelen [] uzman bizi ordan toparlayıp bölüğe getirdikten sonrasında yaşanan şeyleri bilmiyorum. [O.] ile pek samimiyetimiz olmadığı için problemi olup olmadığını bilmiyorum. Ama komutanlarımızla ve askerlerimizle arası iyiyiydi. Bölükten memnundu. Sadece arazi tapularıyla ilgili bir mevzuyu halletmek için Temmuz ayında izne ayrılmak istiyordu. Ben kendisine daha yeni geldin dedim bunu dışında bana herhangi bir sıkıntısından söz etmedi. Neden intihar ettiğini bilmiyorum. Fakat intihar edebileceğini düşündüğüm son kişi [O.] idi..." Askerî Savcılıkça Bölük Komutanı A.K.nın 25/6/2012 tarihinde alınan ifadesi şöyledir:"Ben olay günü ateşli silahla kendini yaralayarak vefat eden [O.Ş.nin] bölük komutamı olarak görev yapmaktayım. Bizim görev yaptığımız bölük küçük Ağrı Dağının eteklerinde bulunan bir bölüktür. Genel itibari ile Ağrı Dağı-İran arasındaki terör örgütü sızmalarına müsait bir coğrafyada olduğundan ve bizim taburumuzun asli görevi hudut güvenliğini sağlamak olduğundan kritik bir görev icra etmekteyiz. Bu doğrultuda biz mevzilerde nöbet şeklinde değil görev şeklinde çalışmaktayız. P.Er [O.Ş.] vefat ettiği GÖKAY10 kulübesinde görev şeklinde nöbet icra edilmektedir. Görevler saat 19:00 da bölük içtiması ile başlayıp sabah 5:00 a kadar devam etmektedir. Gökay10 kulesinin güneybatısında 34 dere mevzi bulunmaktadır. Bu mevzide üç asker görev yapar ve GÖKAY10 kulesinin uzaklığı yaklaşık 60 metredir. GÖKAY10 kulesinin kuzeybatısında -80 m. Mesafede 32 dere mevzi bulunmaktadır. Bu mevzide de üç asker görev yapar. GÖKAY 10 kulesinde üç asker ve bir rütbeli asker olarak toplam dört kişi görev yapar. 32 DERE, 34 DERE ve GÖKAY10 kulesi dahil bu bölgeye GÖKAY10 gözetleme ve dinlenme görev yeri denmektedir. Olayın olduğu 21 Haziran 2012 tarihinde Piyade er [O.Ş.] GÖKAY10 kulesinde iki asker ve bir lider ile birlikte görev yapıyordu. Bu askerlerin isimleri P.Er [Ö.S.], P.Er [Ş.K.] ve liderin ismi P. Uzm Çvş. [E.] dir. Olay tarihinde saat 19:00 da GÖKAY10 mevziine yaklaşık bir buçuk km uzaklıktaki bölük merkezinde içtima alındıktan sonra mevziye geçmek üzere ve 19:45 te mevziye varılmıştır. Olay günü ben bölük merkezindeyken saat 21:05 sıralarında bölük merkezinde görevli P.Asteğmen [H.Ö.] tarafından bir askerin başından vurulduğu söylendi..." Askerî Savcılıkça Piyade Er A.T.nin 25/6/2012 tarihinde alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir: "...Ben olay günü 32 dere mevziinde görev yapan ve [Ş.nin] uyarısı üzerine kuleye ilk çıkan kişiyim. O gün saat 19:00 da bölükten alınan içtimadan sonra GÖKAY10 mevziine intikal ettik. Ben ve iki arkadaş 32 dere mevziinde 19:40 civarında göreve başladık. Göreve başladıktan bir süre sonra saat 20:30 sıralarında lider uzman çavuş [E.], piyade er [Ö.S.] ile birlikte 32, 34 mevzileri ve GÖKAY9 mevziini kontrol etmek için devriyeye çıktı. Ben 32 mevziide onun devriyeye çıktığını duydum. Saat yaklaşık21:00 civarında bir ses duydum. İlk anda hava rüzgarlı olduğu için silah sesi olup olmadığını anlayamadım. Sesten kısa bir süre sonra [Ş.] 32 diye bağırmaya başladı. Onun bağırma sesini duyunca hemen kuleye doğru koştum. Kuleye varınca [Ş.yi] çok telaşlı gördüm. Kuleye çıkmaya cesaret edemiyordu. Ben silahımı bırakıp hemen kuleye çıktım. Kuleye çıktığımda [O.nun] ayakları merdivene bakar şekilde yüzükoyun yatıyordu. Silahı da ayaklarının dibinde namlu kuzeybatı yönünü [O.nun] ayakları da batı yönünü gösterir şekilde duruyordu. Ben hemen [O.yu] kontrol ettim. Nabzını almaya çalıştım, bir şey anlayamadım. Sonrasında kafasına baktığımda kafası dağılmıştı. O zaman öldüğünü anladım. Dışarıda beyninin parçaları duruyordu. Ben silaha baktığımda seri atımda olduğunu gördüm. Silahın namlusu yerden kalkmayacak şekilde kabzasından tutup döndürdüm. Seri atımdan emniyete aldım ve silahı olduğu şekliyle bıraktım. O panik sırasında silaha dokunmamam gerektiğini düşünemedim. Silahın kabzasına dokunduğum için parmak izim çıkmış olabilir. Benden sonra kuleye 34 mevzide görevli [Y.] geldi ..." Askerî Savcılıkça Piyade Asteğmen S.nin ifadesi alınmış, S. 25/6/2012 tarihli ifadesinde takım komutanı olarak görev yaptığını, O.Ş.nin de takım komutanı olduğunu, O.Ş.nin mülakatını yaptığını, kendisi ile barışık, disiplinli bir asker olduğunu, O.Ş.nin bir sıkıntısının olmadığını bildiğini, kendisine izin ile ilgili sorular sorduğunu, onun da bilgi verdiğini, olay günü Erzurum Asker Hastanesinde olduğundan olayın nasıl olduğunu bilmediğini beyan etmiştir. Askerî savcı, bunun dışında Piyade Er S.A., B.K., Y., U.K., R.Ç.Piyade Uzman Çavuş E.nin ifadelerini almış; tüm ifadelerde olayın oluşu ile O.Ş.nin kişiliğine ilişkin aynı yönde beyanların yer aldığı görülmüştür. Askerî Savcılık O.Ş.nin ateşli silahla yaralanma sonucu meydana gelen ölümü hakkında yürütülen 2013/1409 numaralı soruşturma dosyası ile ilgili olarak bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. 6/11/2014 tarihli bilirkişi raporunun ilgili kısmı şöyledir. "...Bu aşamada çözüImesi gereken önemli çelişkiler mevcuttur. Bunlardan ilki mütevveffa P. Er [O.Ş.nin] olay esnasında elinde eldivenlerinin olup olmadığı, diğeri başında beresinin ya da kompozit miğferinin olup olmadığıdır. Ellerde eldiven olması halinde el svaplarında atış artıklarının olmasıancak bulaşla mümkün olabilmektedir. Olay yerinde kule dışında bulunan ve ilk olay yeri inceleme ekiplerince bulunan ve üzerinde giriş-çıkış delikleri bulunduğu kayda geçirilen 'haki renkli örme kar başlığı' nın yapılan kriminal incelemesinde ateşli silahla meydana gelebilecek herhangi bir delinmeye rastlanmadığından atış mesafesi tespitine yönelik değerlendirme yapmanın mümkün olmadığı kaydı arasındaki çelişki ise öncelikle çözümlenmeli daha sonra da 'haki renkli örme kar başlığı' nın atış esnasında müteveffanın başında olması halinde başı terk ederek olay yerinde bulunduğu mesafeye erişip erişemeyeceğinin cevaplandırılması gereklidir.Kriminal inceleme sonrası müteveffa P. Er [O.Ş.nin] el ürünü olduğu sonucuna varılan yazılı belgenin ve bu belgenin konusu olan yabancı şarkı sözünün mevcudiyetinin olayın orijinini belirlemede mutlak bilimsel bir değerinin olduğu söylenemez. Sonuç olarak; mütevveffa P. Er [O.Ş.nin] ateşli silah yaralanması sonucu meydana gelen ölümünde orijinin belirlenebilmesi amacı ile yukarıda belirtilen hususları da kapsayacak şekilde detaylı olay yeri keşfinin yapılması ve ayrıca ilgili adli bilimcilerden görüş alınmasının uygun olacağı bilirkişi görüşümü taktir yüce makamınıza ait olmak üzere saygıyla arz ederim." Başvurucu 2/6/2014 tarihinde Piyade Er Ş.K., Ö.S., A.T. ile Piyade Uzman Çavuş E.den tanık olarak verdikleri beyanlarda çelişkiler bulunması nedeniyle yalan tanıklık suçundan şikâyetçi olmuştur. Askerî Savcılıkça Piyade Er Ş.K., Ö.S., E. hakkında emre itaatsizlikte ısrar, yalan tanıklık, adli mercileri yanıltma suçlarından soruşturma başlatılmıştır. Başlatılan bu soruşturma O.Ş.nin ateşli silahla yaralanması sonucu meydana gelen ölüm olayı hakkında yürütülen soruşturma dosyası ile birleştirilmiştir. Askerî Savcılığının talimat yazısı gereği kolluk tarafından şüpheli sıfatıyla Ö.S.nin ifadesi alınmıştır. Ö.S.nin 8/9/2015 tarihinde alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"...2012 günü saat 19:00 sıralarında Gökay 10 nöbet kulesini gündüz grubundan teslim aldık, bizim nöbet grubumuz [E.] Uzman Çavuş ile asker arkadaşlarım [Ş.] ve [O.] ile birlikte nöbet için kuleye geçtik. [O.] ilk nöbet için kulenin üst kısmına geçti. Ben, [E.] Uzman Çavuş ve [Ş.] kulenin alt kısmındaki istirahat bölümünde nöbeti yeni aldığımız için çay hazırlığı yapıyorduk, köpeklere yem falan verdik. yaklaşık bir saat sonra hava iyice kararınca[E.] Uzman Çavuş bana seninle yaya olarak devriyeye çıkalım dedi ve birlikte Uçar karakolu tarafına doğru devriyeye çıktık. [Ş.] isimli arkadaşımda kulede bulunan [O.nun] yanına çıktı, [E.] Uzman Çavuş ile yaya olarak yürüyorduk. Dere yatağının sınırına geldikten sonra Gökay10 kulesine doğru dönüş yaptık, kuleye doğru giderken Mevzide bulunan [A.T.yi] aldık ve Gökay 10 Kulesine geldik, [A.T.yi] Gökay 10 kulesine bırakıp kuledeki [Ş.yi] alıp mevziye bırakmak için tekrar geri döndük, [Ş.yi] mevziye bırakıp tekrar Gökay 10 kulesine doğru yönelip kulenin yanından geçerek Dere yatağı olarak adlandırılan mevziye doğru yöneldik, kulede [A.T.] ile [O.] kalmıştı. [O.] kuleninüst tarafında [A.] da aşağısındaydı. [E.] Uzman çavuş, [A.ya] talimat verdi ve kulenin üstüne[O.nun] yanına çık dedi. Onları nöbet kulübesine bıraktıktan sonra [E.] Uzman Çavuş ile Dere yatağına doğru yürüyorduk. 32 Dere yatağı mevkine geldikten bır müddet sonra silah sesine benzer bir el ses duydum, ilk önce çakmak patlama sesine benzetmiştim, ses Gökay10 kulesi tarafından gelince [E.] Uzman Çavuş ile o tarafa doğru saldırı olduğu düşüncesi ile siper alarak yata kalka Gökay10 kulesine vardık, sesi duyduğumuz nokta ilc Gökay10 kulesi arası yaklaşık 500-600 metre civarında idi, kuleye ben[E.] Uzman Çavuş'tan önce vardım ve kuleye çıkış merdiveninin başına geldiğimde [A.T.] ile karşılaştım. [A.] bana 'O. kendini vurmuş' dedi. Ben hemen onun bu sözü üzerine yukarı çıktım, Kule girişinde yerde G-3 tüfeği vardı, tüfeğin namlu kısmı Ağrı Dağı istikametini, dipçik kısmı ise İran tarafına bakıyordu, tüfek kuleye girişime engel olduğu için tüfeğin kabzesinden tutup bana göre giriş sağ taraf olan Ağtı Dağı tarafı duvarına doğru dik vaziyette yasladım, karanlık olduğu için [O.yu] ilk etapta göremedim... [E. ]Uzman Çavuş yukarıdan bana seslendi ve 'silah böyle mi duruyordu' dedi, ben de "Hayır komutanım öyle durmuyordu. Yerde duruyordu ben kaldırdım' dedim. O da bana 'neden değdin silaha' dedi.... [O. nun] da elinde eldiven olup olmadığını ben görmedim, olayın sıcaklığı ve korkmamdan dolayı olay yerine dikkatli bir şekilde bakmamış idim. [O.] ile olay öncesinde Gökay10 kulesinde karşılaştığımız esnada başında kompozit başlığı var idi, ancak bu kompozit başlığın içerisinde haki renkli örme kar başlığının olup olmadığını görmedim, ancak daha önceki tarihlerde başında bir tane örme başlık görmüş idim, nöbet kulesinin dışında bulunan berenin kime ait olup olmadığını bilmiyorum o berenin kulenin dışına atılması konusunda da benim bir bilgim yoktur, ancak k ış mevsimi bitince benim gibi asker olanlar bizlere verilen bere ve eldiven gibi kışlık malzemeler eskiyince bunları kulenin civarına atıyor idik,Gökay10 kulesinin civarında bulunan boş kovanlar ile ilgili ben herhangi bir şey bilmiyorum, boş kovanların oraya kim veya kimler tarafından bırakıldığını da bilmiyorum..." Askerî Savcılığının talimat yazısı gereği kolluk tarafından Ş.K.nın ifadesi şüpheli sıfatıyla alınmıştır. Ş.K.nın 11/9/2015 tarihinde alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Müteveffa [O.Ş.nin] olay günü elinde eldiven olup olmadığını hatırlamıyorum. Müteveffa [O.Ş.nin] olay günü başında haki renkli örme kar başlığı vardı, kar başlığının nöbet kulübesinin nasıl dışına çıktığı konusunda tahminim merminin hızı ile kafa tasının bir kısımının parçalanarak o hızla berenin nöbet kulübesi dışına bır iki metre uzaklığa gitmiş olduğunu tahmin ederim. Nöbet kulübesinin dışında boş kovan olduğunu ben olay yeri inceleme ekibi ve Askeri Savcı geldiğinde olay yeri ekibinin işaretleme yaptığı sırada gördüm. Nöbet kulübesinin dışında ve nöbet kulübesinde kaç boş kovan olduğunu hatırlamıyorum. [O.Ş.] ile ben aynı kulübede nöbet tutuyorduk. İkimizde de silah vardı benim silahım MG-3 Tam kurulu vaziyette idi. [O.Ş.nin] silahı G3 marka idi. Nöbet kulübemizin kule tarzı kulübe idi ve yerden 3 mt kadar mesafede idi. Bu kulübenin yani kulenin alt kısmında bizim dinlenme yerimiz yeme içme malzemelerimiz bulunuyordu, Ben su ihtiyacımı karşılamak için kulübeden dışarı çıktım ve merdivenleri kullanarak kuleden aşağıya indim Cam bardağa suyu doldurdum ve suyu içmeme fırsat kalmadan silah sesi geldi. Ben de sesin nerden geldiğini fark edemedim ve hemen [O.Ş.ye] seslendim ancak cevap gelmedi defalarca seslendim ancak cevap gelmeyince mevzideki diğer nöbetçi arkadaşlara seslendim. Bu arkadaşlarımın isimleri [T.], [İ.], [Ö.S.], [A.T.] ve [B.] idi. Bu arkadaşlarda geldi. [A.T.] ve [Ö.S.], [İ.] merdivenleri kullanarak Nöbet Kulübesine yani kuleye çıktılar. Kulübeye çıkan [A.T.], [O.Ş.] ölmüş demesi ile [] kendisinden geçerek çevredeki eşyalara vurmaya başladı. Ben de hemen telsizle Bayraktepe isimli mevzi merkezine anons ettim. Akabinde [] isimli Uzman Çavuş geldi, daha sonra karakolun teğmeni olan ismini hatırlamadığım komutan geldi, sonrada karakol komutanlarının tamamı geldi. Ben[O.Ş.ye] seslendiğim de ses gelmemesi üzerine nöbet kulübesinin altından yerimi değiştirerek kulübenin çıkış noktasına gittiğimde,[O.Ş.nin] silahının merdiven yönüne baktığını, [O.Ş.nin de] yerde yatar vaziyette olduğunu görmemden sonra diğer arkadaşları çağırdığımı hatırlıyorum..." Askerî Savcılığının talimat yazısı gereği kolluk tarafından Piyade Uzman Çavuş E.nin ifadesi şüpheli sıfatıyla alınmıştır. Piyade Uzman Çavuş E.nin4/11/2015 tarihinde alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Ağrı Doğubayazıt Gökay Taktik Taburunda uzman çavuş olarak görev yaptığım sırada hatırladığım kadarıyla 2012 yılı Mayıs ya daHaziran ayı içerisinde akşam saat 21:00 sıralarında nöbet yerinde bulunuyordum, o esnada üç mevzi bulunmaktaydı ben olay yerine uzak olan mevzide bulunduğum sırada telsizden çağrı geldi yani bir el ateş sesi geldi. Ben de bu ses üzerine olay yerindeki mevziye onbaşı [S.K.] ile gittim, olay yerine gittiğimde gözetleme kulesinde nöbettte bulunan erlerden isminin daha sonra [O.Ş] olarak öğrendiğim askerin intihar ettiğini orada bulunan mevzi arkadaşları söyledi. ben nöbet kulesine çıkmadan aşağıda bölük komutanını aradım, bölük komutanı hemen olay yerine geldi, bölük komutanı olay yerine gelince bana "kuleye çık bak nasıl "dedi, bende bölük komutanının emri üzerine kuleye tam çıkmadan yani kulenin içerisine girmeden basamaktan içeri doğru baktım, yerde asker silahta çenesinin altında duruyordu, ben kuleden aşağı indim bölük komutanı kimse çıkmasın savcı bey gelecek dedi: bende savcı bey gelene kadar kulenin aşağısında nöbetçi kaldım. Olay bu şekilde olmuştur. Bende önce kuleye çıkan olup olmadığını bilmiyorum, ölenin yanında bulunan askerler yani badiler ağlıyordu onlarda aşağıdaydılar, olay yerinde hiçbir delile dokunmadım, sadece savcı bey gelip ölenin otopsi işlemi için kaldırıldıktan sonra yani bir hafta sonra boş yeri temizletmek için bölük komutanı beni görevlendirdi, bende temizlettirdim, ancak olay sırasında herhangi bir yere dokunulmadı, ben ordaykende kimsenin dokunduğunu görmedim. Olay yerinde sonradan savcı beyin talimatı ile boş kovan arattırdığını duymuştum, ben arama esnasında görevli değildim sonradan duyduğuma göre boş kovanda arama sonrası bulunmuş. Müteveffanın kafasında bere yoktu, müteveffa oturur vaziyette G-3 tüfeği çenesinin altında duruyordu, zaten ateş etme sonucu beyin parçalanmıştı tavana yapışmıştı, kafasında bere de yoktu, nöbet kulübesinin dışında olay yeri inceleme ekipleri tarafından bulunan boş kovanlarla örme bere hakkında bilgim yok..." Askerî Savcılığının talimat yazısı gereği kollukça tanık sıfatıyla beyanı alınanPiyade Er R.Ş.nin 2/5/2016 tarihindeki ifadesinin ilgili kısmı şöyledir: "...Bu sorduğunuz asker arkadaşın [O.Ş.nin] intihar olayının tarihini hatırlamıyorum. Saat olarak akşam 21:00 sıralarında, ben kulenin altında bulunan dinlenme yerinde istirahat ediyordum. Bir el silah sesi duydum. Yanımda benim ile birlikte duran, [T.] ve [Ö.S.] isimli devrelerim ile birlikte dışarı hemen çıktık. Silah sesi üstümüzde bulunan kuleden gelmişti. [Ö.S.] hemen kuleye çıktı.[Ö.S.] kuleden, [O.Ş.nin] kafası yok diye bağırdı. Bu kule tek başına nöbet tutulan yerdi. [A.T.] isimli kişide asker arkadaşımdır. O an silah patladığında anda Gökay10' un Mevzisinde nöbet tutmaktaydı. Yaklaşık [O.Ş.nin]nöbet tuttuğu Gökay 10 isimli kuleye 100 metre mesafedeydi. [A.T.] nöbet yerini bırakıp, O.nun silahla kafasından vurulduğu kuleye çıktı. O da, [O.ya] baktı çıktığı ile indiği bir olup aşağıya indi [A.nın] elinde telsiz yoktu. [Ö.S.], ilk kuleye çıktığında kafası yok diye bağırması üzerine [A.nın] nöbet tuttuğu kulübeden hemen koşup geldi. Kim tarafından görev yerinden ayrılması konusunda emir verildi, bilmiyorum. Bizim gibi oda ses üzerine merakından dolayı geldiğini zannediyorum. Bölük komutanımız [A.], on dakika sürmeden olay yerine geldi. Bölük komutanı geldiğinde [O.nun] yanında kimse kalmamıştı. Bölük komutanımız, geldi. Olay yerine çıkıp baktı. Aşağıya inip bize nasıl olduğunu ordu. Olayı anlattığım gibi komutana da anlattık....[O.Ş.] o gece nöbete giderken güle oynaya nöbete gitmişti. Bir sorunu var mı tam bilmiyorum ama o gün, gündüz ailesi ile telefonda konuştuğunu duymuştum. Kimden bu konuyu duyduğumu hatırlamıyorum. Telefon ile konuştuktan sonra telefon ahizesini sert bir şekil vurduğunu söylemişlerdi. Ben, [O.Ş.nin] Gökay 10 isimli kulede nöbet esnasında bir el silah sesi duydum Benim görgüm ve bilgi bunlardan ibarettir..." Yapılan soruşturma sonucunda şüpheliler hakkında Askerî Savcılığın 29/2/2016 tarihli kararı ile kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Anılan karara başvurucu ve yakınlarının itirazı üzerine Erzincan Kara Kuvvetleri Komutanlığı Ordu Komutanlığı Askerî Mahkemesi (Askerî Mahkeme) tarafından soruşturmanın genişletilmesi kararı verilmiştir.13/5/2016 tarihli soruşturmanın genişletilmesi kararı şöyledir."...İtiraz dosyası incelendiğinde olayın geçtiği gün ve saat diliminde GÖKAY10 kulesinde müteveffa[O.Ş.] ile birlikte hangi askerin nöbet tuttuğunun ciddi şüpheler uyandırması, [A.T.] ile [Ş.K.ya] göre olay esnasında [Ş.Knın][Ö.S.ye] göre olay esnasında [A.T.nin] GÖKAY10 'da müteveffa ile nöbetçi olduğunu ifade etmeleriyle bu hususun özellikle [E.] ile diğer kule askerleri olan [T.] ile [R.Ş.ye] gerekirse de olay günü nöbet tutan tüm nöbetçilere sorularak varsa olay günü telsiz kayıtlarının çıkarılarak netleştirilmesi gerekmektedir. [E.] son alınan ifadesinde ise silah sesini duyduğunda olay yerine onbaşı [S.K.] ile gittiğini ifade ederken, [Ö.S.] olay yerine [E.] ile beraber gittiklerini ifade etmektedir. Oluşan bu çelişkili durumunda her üç şahsın da ifadesine yeniden başvurularak giderilmesi gerekmektedir.Müteveffanın beresinin kuleden uzak bir noktada bulunması ile ilgili olarak olay günü havanın rüzgarlı olup olmadığının da tanık ifadelerine başvurularak tespit edilmesi gerekmektedir. Müteveffanın cebinde bulunan eldivenlerde tespit edilen atış artıklarının daha önce yapılan atışlardan mı (eğitim vs. gibi) yoksa olay günü kullanılan G-3 marka silahtan mı kaynaklandığının tespiti gerekmektedir.4998 numaralı fotoğraftaki müteveffanın sağ elinde bulunan şişliğin, müteveffanın her iki el avuç içi svaplarında atış artıklarının tespit edilmesinin, kule içinde kum torbalarının bulunduğu yerde yoğun bir kan öbeği olmasının yeniden bilirkişi raporları doğrultusunda açıklığa kavuşturulması, yine de şüpheler giderilemediği takdirde keşif heyetinin teşkil edilerek olay yeri keşfinin yapılması gerekmektedir. Dosyada bulunan intihar mektubu üzerinde parmak izi incelemesi ve yazının baskı altında alınıp alınmadığının teknik olarak mümkün olması halinde bu incelemenin de yapılması ge ekmektedir. Ayrıca olay döneminde varsa müteveffaya ait telefon dökümlerinin çıkarılması, mağdur/şikayetçi [Ş.nin] dinlenilmesi, KYOK kararlarına veya iddianamelere mağdurların eksiksiz yazılması tespitleri yönünden noksan soruşturma yürütüldüğü anlaşıldığından... soruşturmanın genişletilmesine..." Soruşturmanın genişletilmesi kararı kapsamında Alay Hudut Komutanlığına yazı yazılarak olay günündeki telsiz kayıtları talep edilmiş, Doğubayazıt Kara Kuvvetleri Komutanlığı Hudut Tabur Komutanlığından gelen cevap yazısında O.Ş.nin ölümünün meydana geldiği andaki haber verme sürecini içeren telsiz kayıtlarına rastlanmadığı bildirilmiştir. Askerî Savcılığın talimat yazısı gereği kollukça beyanı alınan Ö.S.nin 11/5/2017 tarihli beyanının ilgili kısmı şöyledir: "... Silah sesini duyar duymaz olay yerine yakın olduğumuz için ben ve benim yanımda bulunan Uzman çavuş[E.] ile birlikte olay yerine gittik. Olay yerine gittiğimizde olay yerinde [A.T.] isimli asker arkadaşım bulunmakta idi. Biz olay yerine gittikten sonra ben ölen arkadaşın nöbet tuttuğu nöbet kulesine çıkmıştım. Daha sonra aşağı inerken orada hatırladığım kadarı ile bizden başka [Y.], [T.], [A.E.], [Ş.K], bölük komutanımız ve Tabur Komutanlarımız ve onların Şoförleri olay yerine gelmişlerdi. Olayın gerçekleştiği gün olan 2012 tarihinde,GÖKAYI0 Kulesinde o gün [Ş.K.] ve[O.Ş.nin] nöbet listesinde ismi yazılı iken, [Ş.K.nın] uçaksavar eğitimi olmayıp sadece MG eğitimi olduğu için GÖKAY34 te olan [A.T.nin] uçaksavar eğitimi olduğu için [Ş.K.yı] kuleden alarak [A.T.] ile devriye eşliğinde nöbet değişikliğini komutanım olan [E.] İle birlikte yapmıştık. Bahse konu 2012 tarihinde saat:21:30 sularında GÖKAY10 nöbet kulesinde [O.Ş.] ve [A.T.] isimli şahıslar nöbetçi olarak bulunmaktaydı. Bahse konu olay günü hava rüzgarlı değildi. Fakat olay yerinde çok sayıda köpek olduğu için köpekler tarafından[O.Ş.nin] beresinin köpekler tarafından oraya götürülmesi ihtimali mevcuttur..." Askerî Savcılığın talimat yazısı gereği kollukça beyanı alınan Piyade Er T.nin 25/1/2017 tarihli beyanlarının ilgili kısmı şöyledir: "... [A.T.] İsimli şahıs olay anında [O.Ş.nin] yanında değildi. [A.T.] o ara nöbetteydi. [A.T.] yanında bulunan kişi askerlik görevini yapan piyade er [R.Ş.]dir....Piyade er [Y.] ve Piyade er [B.] ile olay yerine gittim. ...Olay anına kadar [A.T.] görev yerinden ayrılmadı. ...Silah sesinden sonra [O.Ş.] ile aynı kulede nöbet tutan [Ş.K] isimli asker bizi çağırdı, bizde silah sesinin geldiği yere doğru mevzimde bulunan [Y.], [B.] ile birlikte koşarak gittik, sonra diğer mevzideki arkadaşlar [A.T.] , [R.Ş.] koşarak geldi. Sonra olay yerine mevzi komutanımız [E.] Komutanımızın yanında bulunan [Ö.S.] de geldi.... Ben [Y.], [B.yle] koşarak gittik sonra diğer mevzideki arkadaşlar [A.T.] , [R.Ş.] de koşarak geldi. Sonra olay yerine mevzi komutanımız[E.] olay anından beş dakika sonra koşarak geldi. Komutanımızın yanında bulunan [Ö.S.] de geldi... Olay yerinden 640 cm mesafede, kule dışında bulunan örme kar başlığı üzerinde yapılan inceleme sonucunda alınan 5/6/2015 tarihli uzmanlık raporunda kar başlığının tepe kısmında çıkış karakterli bir adet delinme olduğu, delinme bölgesinin etrafında atış artıklarının tespit edildiği, delinmenin çıkış karakterli olması nedeniyle atış mesafesi hakkında değerlendirme yapılmasının mümkün olmadığı bildirilmiştir. Askerî Savcılıkça O.Ş.nin üzerinden çıkan mektupta parmak izi incelemesi yapılması, parmak izlerinin O.Ş.nin parmak izleri ile karşılaştırılması, mektubun ve mektuptaki imzanın baskı altında yazılıp yazılmadığının tespit edilmesi istenmiş; anılan mektupta yapılan inceleme sonucu düzenlenen 21/7/2016 tarihli uzmanlık raporunda inceleme konusu mektup üzerindeki el yazıları ile O.Ş.ye ait olduğu belirtilen el yazılarının karşılaştırmalı olarak incelendiği, aynı şahsın eli ürünü olduğu kanaatine varıldığı ancak incelemeye konu mektup üzerindeki el yazılarının baskı altında yazılıp yazılmadığı hususunda herhangi bir inceleme ve karşılaştırma yapılamadığı belirtilmiştir. 15/8/2016 tarihli uzmanlık raporunda ise mukayese için gönderilen parmak izlerinin bir kısmının mukayeseye elverişli olmadığı, elverişli parmak izlerinin de veri tabanında kayıtlı herhangi bir parmak izi ile aynı olmadığı bildirilmiştir. Bakanlık Adli Tıp Kurumu Başkanlığı tarafından düzenlenen 31/10/2016 tarihli kan lekesi model analiz raporunun ilgili kısmı şöyledir."...B) olay yerinde Model 1'i oluşturan kan lekeleri ve model 2'yi oluşturan üç adet kan lekesi modeli incelendiğinde ve ayrıca otopside tarif edilen yaralanmalara göre mermi çekirdeğinin vücuttaki trajesi dikkate alındığında kişinin ateşli silah ateşlendiği anda kafasının yere dik vaziyette olduğu...F) Cesedin bulunduğu nöbet kulübesinin dışarıda bulunarak fotoğraflanan kar beresinde fotoğraftan anlaşılabildiği kadarı ile kan ve doku parçaları olduğu ve üzerinde defekt olduğu, buna göre ateşli silah ateşlendiği anda berenin kişinin kafasında olmasının bekleneceği, cesedin yukarıda tarif edilen pozisyonu göz önünde bulundurulduğunda, silah ateşlendikten sonra kafadan çıkarak kulübeden dışarıya düşmesinin olası olduğu ancak bulunduğu pozisyona nasıl geldiğinin kan lekesi model analizi prensipleri ile açıklanamayacağı,Orijin tespitinde birçok adli bilimler disiplininin bir araya gelmesi, bilimsel verilerden yola çıkılması gerekmekte olup, kişinin olay anındaki pozisyonunun ve olaylar zincirinin belirlenmesinin tek başına orijin tespitini sağlamayacağı yalnızca yardımcı bulgular olduğu, kan lekesi model analizi yöntemleri ile bu olayda kişinin ateşli silah ateşlendiği anda çömelir ya da ayarı çömelir pozisyonda sırtı kulübenin duvarına yüzü içeriye dönük durumda olduğunun tespit edilebildiği, otopsi bulguları ve kan lekesi modellerinin birlikte değerlendirilmesi sonucu da kafanın yere dik/kısmen çapraz pozisyonda olduğunun tespit edilebildiği kanaatini bildiri rapordur.." O.Ş.ye ait olduğu değerlendirilen bir çift eldiven üzerinde yapılan inceleme sonucunda alınan 28/4/2017 tarihli uzmanlık raporunda eldivenlerde atış artıkları tespit edildiği, ateşli silahlarla yapılan atışlardan sonra oluşan ve yüzeylere bulaşan (el, giysi vb.) atış artıklarının birbiri ile ilişkilendirilmesi ve hangi tarihte yapıldığının tespitinin bilimsel ve teknik açıdan mümkün olmadığı değerlendirilmiştir. Doğubayazıt Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından daha önce toplanan deliller ile soruşturmanın genişletilmesi kararı kapsamında alınan uzman görüşleri ve alınan beyanlar da dikkate alınarak Doğubayazıt Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. 27/9/2017 tarihli kararın ilgili kısmı şöyledir:"21 Haziran 2012 tarihinde Gökay 4 ncü Taktik Hudut Tabur Komutanlığı emrinde görevli P. Er [O.Ş.nin] nöbet kulübesinde nöbet tuttuğu esnada ateşli silah ile intihar ettiğinin tespit edilmesi üzerine Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı Askeri Savcılığınca olayın aydınlatılması ve olaya karışmış faillerin bulunması amacıyla soruşturmaya başlanıldığı,...Dosyanın tetkikinde; Görev yapan personellerin kullandığı silahların kurma kolları geriye çektirilerek namlularında koklama usulü yapılan kontrollerde taze barut kokularına rastlanılmadığının anlaşıldığı,Olay yerinde yapılan incelemelerde maktulun el svapları ve üzerindeki kıyafetlerinin Erzurum Kriminal Polis Laboratuvarlığına gönderildiği, ilgili kurum tarafından tanzim edilen 17/07/2012 tarih ve KMY.2012/995 sayılı uzmanlık raporunda; maktulun kıyafetlerinde ateşli silahla meydana gelebilecek herhangi bir delinmeye rastlanılmadığından atış mesafesine yönelik tespitlerin yapılamadığı, maktulün sağ ve sol el içi svaplarında, kamuflaj parkanın sağ ve sol kollarından ve eldivenler üzerinde alınan svaplarda atış artığının tespit edildiği,Olay yerinde yapılan incelemede maktulun yazdığı değerlendirilen ve intihar notu kapsamında olduğu değerlendirilebilecek kağıtta; "merhaba ve bu yazı asteğmen [S.] içindir, komutanım ben sizden insan gibi izin istedim, ama siz reddettiniz, ben o yerde ayrı yerde ayrı kalamam, içinizi ferah tutun, aileme izne gittiğimi, daha da gelmediğimi söyleyin, bide ricam Guns n Roses-November Rain bu parçayı benim için dinleyin. Hadi eyvallah" yazılı [O.Ş.] imzalı yazıların olduğunun tespit edildiği,Olay yerinde yapılan incelemelerde maktulun yazdığının değerlendirildiği bir not kağıdının ele geçirildiği, söz konusu not kağıdında belirtilen yazının maktule ait olup olmadığı hususlarında Ankara Jandarma Genel Komutanlığı’na müzekkere yazıldığı, ilgili komutanlık tarafından tanzim edilen 21/07/2016 tarih ve 2016/646 uzmanlık raporunda; inceleme konusu belge üzerinde bulunan el yazıları ile [O.Ş.ye] ait olduğu belirtilen el yazıların yapılan mukayesesinde yazıların genel şekli ve işleklik derecesi, ortak harflerin tersimi, yuvarlak harflerin başlangıç ve bitim noktası, kaligrafik ve karakteristik özellikler yönünden benzerlikler olduğunun görüldüğü, bu kapsamda [O.Ş.ye] ait olduğu bildirilen mukayese el yazılarının aynı şahıs eli ürünü olduğunun tespit edildiğinin bildirildiği,...Yine olayın faillerinin yada intihar olayının aydınlatılması hususunda Adli Tıp Grup Başkanlığı’na müzekkere yazıldığı, ilgili kurum tarafından tanzim edilen 31/10/2016 tarih ve 91778600-02-16-59060/2661 sayılı raporda; maktulun olay anındaki pozisyonunun ve olaylar zincirinin belirlenmesi hususunda inceleme yapıldığı, yapılan incelemede maktulun ateşli silah ateşlendiği anda çömelir yada yarı çömelir pozisyonda, kafanın ve silahın yere dik/kısmen çapraz pozisyonda olduğunun tespit edildiği,Maktul [O.Ş.ye] ait olay yerinden alınan eldivenler üzerinde atış artığının olup olmadığı hususunda Erzurum Kriminal Polis Laboratuvarı’na müzekkere yazıldığı, ilgili kurum tarafından tanzim edilen 02/05/2017 tarih ve ERZ-KİM-17-00670 sayılı uzmanlık raporunda; maktule ait eldivenlerden alınan svaplarda atış artıklarının tespit edildiğinin anlaşıldığı,Maktul [O.Ş.] yönünden 25/05/2012 tarihinde yapılan RDM muayenesinde herhangi bir probleminin olmadığının anlaşıldığı, 16/06/2012 tarihinde yapılan muayenede maktulun sağlıklı olduğunu beyan ettiğinin tespit edildiği, Olay yerinde tespit edilen silahtan çıktığı düşünülen kovanların maktule ait zimmetli silahtan çıktığının tespit edildiği,Tüm dosya kapsamı birlikte değelendirildiğinde; ölen [O.Ş.] vekilinin olayda etkisi olduğunu beyan ettiği kişilere yönelik olarak dosya safahatında atfı kabil kusur kabul edilebilecek herhangi bir bilgi, belge ve emareye rastlanılmadığı, bu suretle isnat edilenlerin soyut iddia dışında kuvvetli suç şüphesi oluşturabilecek nitelikte olmadığı, adli tıp raporundan da anlaşılacağı üzere ölen [O.Ş.nin] vurulduğu andaki pozisyonunun veateşli silah ateşlendiği anda çömelir yada yarı çömelir pozisyonda, kafanın ve silahın yere dik/kısmen çapraz pozisyonda olduğunun tespit edildiği, bu aşamada öne doğru eğilmiş veya çömelir vaziyette veya öne doğru meyil etmiş kişinin yaralanmış olduğu çene alt kısmı da gözönünde bulundurulduğunda ölen şahsın kendisine ait ve üzerine zimmetli bulunan silah ve mermi ile arkasında intihara ilişkin düşünceleri kapsayacak şekilde Gun's n Roses grubuna ait November Rain isimli şarkının yukarıda açıklanan Türkçe karşılığı ile birlikte notta yazan diğer ibareler de bir bütün olarak değelendirildiğinde [O.Ş.nin] intihar ettiği yönünde dosyada mevcut deliller ile desteklenecek şekilde kanaat oluştuğu, intiharına ilişkin olarak herhangi birine yüklenebilecek bir kusur bulunmadığından kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır..." Başvurucu, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı 22/11/2017 tarihinde tebliğ aldığını belirtmiş; anılan kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek aynı tarihte itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Doğubayazıt Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) 5/12/2017 tarihli kararı ile Başsavcılığın kararında usul ve yasaya aykırılık tespit edilemediğinden itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu 15/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Coşkun Çiftler, B. No: 2014/18624, 22/2/2018, §§ 55-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/1139
Başvuru, zorunlu askerlik hizmeti sırasında ateşli silah yaralanması sonucu meydana gelen ölüm olayına ilişkin etkili ceza soruşturması yürütülmemesi, soruşturmanın makul sürede sonuçlandırılamaması nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, infaz hâkimliğine yapılan disiplin cezasına dair şikâyete ilişkin incelemenin hükümlünün duruşmada hazır edilmeden yapılması nedeniyle duruşmada hazır bulunma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/6/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Bireysel Başvuruya İlişkin Süreç 1969 doğumlu olan başvurucu, başvuru tarihleri itibarıyla anayasal düzeni zorla değiştirmeye kalkışma suçundan aldığı cezanın infazı kapsamında Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucunun, 26/12/2019 tarihinde hastaneye sevki sırasında Ceza İnfaz Kurumuna ait ring aracının kabin bölmesinde yer alan güvenlik kamerasını peçete ile kapatarak görüntü alınmasını engelleyerek sevk işleminin güvenliğini tehlikeye attığı iddiasıyla Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı (Disiplin Kurulu Başkanlığı) tarafından başvurucu hakkında disiplin soruşturması başlatmıştır. Disiplin Kurulu Başkanlığı, 27/12/2019 tarihinde başvurucu hakkında dört gün hücreye koyma disiplin cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, süresi içinde Kırıkkale İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) başvuruda bulunmuştur. İnfaz Hâkimliğinin 24/2/2020 tarihinde düzenlediği tensip zaptında duruşmanın Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile yapılmasına karar verilmiştir. Bu kapsamda İnfaz Hâkimliği tarafından infaz kurumlarına yazılan müzekkere ile başvurucunun 26/2/2020 tarihinde yapılması öngörülen duruşmaya katılımının sağlanması için anılan tarihte infaz kurumu SEGBİS odasında hazır bulundurulması istenmiştir. 26/2/2020 tarihli duruşmada SEGBİS odasında hazır bulundurulan başvurucu, Hâkimlik huzuruna getirilerek savunma yapmak istediğini ve süre talep ettiğini beyan etmiştir. Hâkimlik; duruşmanın SEGBİS aracılığı ile yapılmasının ceza muhakemesi ilkelerinden yüz yüzelik ilkesine uygun olduğunu bildirerek başvurucunun duruşma salonunda bulunma talebini reddederek süre talebini kabul etmiştir. 11/3/2020 tarihli bir sonraki duruşmada SEGBİS odasında hazır bulundurulan başvurucu; açlık grevinde olduğu için sağlık durumun iyi olmadığını bu nedenle savunma yapacak durumda olmadığını ileri sürerek süre talep ettiğini ayrıca Hâkimlik huzurunda savunma yapmak istediğini belirtmiştir. Hâkimlik, başvurucunun süre ve duruşmada hazır bulunma istemini reddetmiştir. Hâkimliğin 16/3/2020 tarihli kararı ile başvurucunun Disiplin Kurulu kararına yaptığı itiraz reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde; Cumhuriyet savcısı mütalaası ile Yargıtay kararlarına atıf yaparak ve tüm dosya kapsamı dikkate alınarak başvurucunun eylemi nedeniyle hakkında verilen disiplin cezasının kanuna uygun olduğu belirtilmiştir. Başvurucu 23/3/2020 tarihli dilekçesi ile duruşma salonunda bizzat hazır bulunarak ifade vermek istediği hâlde SEGBİS ile duruşmaya katılmaya zorlandığını, duruşma salonunda savunma yapma hakkının kullandırılmadığını, hastane, adliye gibi farklı kurumlarda gerçekleşen eylemler hakkında disiplin cezası verilemediğini, kısa bir zaman dilimi ve aynı mekân içinde üst üste arama yapılmasının kötü muamele olduğunu, kötü muamelenin sloganla ve protesto edilmesinin disiplin cezasına konu edilmemesi gerektiğini, bu üst aramasının ayakkabı da dâhil olmak üzere hücreden mahkûm kabul birimine kadar beş kez yapıldığını, kararın hukuka aykırı olduğunu belirterek karara itiraz etmiştir. Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesinin 1/4/2020 tarihli kararıyla Ceza İnfaz Kurumunda yapılan işlemlerin kanun, tüzük ve yönetmelik hükümleri çerçevesinde yapıldığı belirtilerek başvurucunun itirazı reddedilmiştir. Anılan karar başvurucuya 12/5/2020 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 11/6/2020 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Bireysel Başvurudan Sonraki Süreç Başvurucu, başvurusu Anayasa Mahkemesi önünde derdest iken 22/2/2021 tarihli dilekçesi ile Ağır Ceza Mahkemesinin 1/4/2020 tarihli ve 2020/362 İş sayılı kararına karşı kanun yararına bozma talebinde bulunmuştur. Yargıtay Ceza Dairesi 10/9/2021 tarih ve E.2021/10238, K.2021/12027 sayılı kararında başvurucunun talebinin kabulü ile Ağır Ceza Mahkemesi kararının bozulmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"1) Tedavi amaçlı hastaneye götürülmek üzere bindirildiği ceza infaz kurumu nakil aracında bulunan ve nakil esnasında hükümlülerin izlenmesine olanak sağlayan kameraların kapatılarak görüntü almasını engelleme eylemi nedeniyle hükümlü hakkında disiplin cezası uygulanmış ise de, benzer bir olay sebebiyle Yargıtay Ceza Dairesinin 07/04/2014 tarihli ve 2014/2918 Esas, 2014/2406 Karar sayılı ilâmında '..somut olayda; hükümlüden cep telefonu ele geçirilen hastane odasının ceza infaz kurumu niteliğinde olmadığı, bu durumda hükümlü hakkında belirtilen kanun maddesi uyarınca disiplin cezası verilemeyeceğinden...' şeklinde belirtildiği üzere, hükümlünün eylemini gerçekleştirdiği ceza infaz kurumu nakil aracının ceza infaz kurumu niteliğinde olmadığı, bu halde hükümlü hakkında 5275 sayılı Kanun’un 43/2-c maddesi uyarınca disiplin cezası verilemeyeceği gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmesinde,2) 4675 sayılı İnfaz Hakimliği Kanunu’nun 6/ maddesinde yer alan, 'İnfaz hakimi, inceleme sonunda şikayeti yerinde görmezse reddine; yerinde görürse, yapılan işlemin iptaline ya da faaliyetin durdurulmasına veya ertelenmesine karar verir.' şeklindeki düzenleme karşısında, hükümlü tarafından yapılan şikayetin sadece reddine karar verilmesi ile yetinilmesi gerekirken, ayrıca onaylanmasına karar verildiği cihetle, itirazın belirtilen nedenle kabulüne karar verilmemesinde, isabet görülmediğinden bahisle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 25/05/2021 gün ve 94660652-105-71-6762-2021-Kyb sayılı yazılı istemlerine müsteniden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının tebliğnamesi ile Dairemize ihbar ve dava evrakı gönderilmekle, incelenerek gereği düşünüldü;Karar tarihinden sonra 2020 tarihinde kabul edilen 2020 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 7242 sayılı Kanun'un maddesi ile 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinde yapılan değişikliğe göre, hükümlünün duruşma, sağlık, eğitim ve çalışma gibi nedenlerle geçici olarak kurum dışında bulunduğu yerler de bu fıkranın uygulanması bakımından kurum olarak kabul edilmesi gerekecek ise de; kanun yararına bozma, kesinleşen hükümde verildiği zaman yürürlükte bulunan usul ve maddi hukuka ilişkin hukuka aykırılıkların giderilmesi ile sınırlı olduğundan, inceleme karar tarihindeki mevzuat hükümlerine göre yapılmış olup;Kanun yararına bozma talebine dayanılarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen tebliğnamedeki bozma isteği incelenen dosya kapsamına göre yerinde görüldüğünden, Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesinin 01/04/2020 tarihli ve 2020/362 Değişik İş sayılı kararının 5271 sayılı CMK'nin maddesi uyarınca kanun yararına BOZULMASINA,..." Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesi 2/3/2022 tarih ve 2020/362 İş sayılı kararıyla bozma ilamında açıklanan gerekçeler ışığında İnfaz Hâkimliğinin 16/3/2020 tarihli kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Bu açıklamalar ışığında, itiraz konusu dosya Mahkememizce incelendiğinde;Karar tarihinden sonra 2020 tarihinde kabul edilen 2020 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 7242 Sayılı Kanun'un maddesi ile 5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinde yapılan değişikliğe göre hükümlünün duruşma, sağlık, eğitim ve çalışma gibi nedenlerle geçici olarak kurum dışında bulunduğu yerler de bu fıkranın uygulanması bakımından kurum olarak kabul edilmesi gerekecek ise de karar verildiği tarihte yürürlükte bulunan kanun hükmünün uygulanması gerektiğinden hükümlünün eylemini gerçekleştirdiği ceza infaz kurumu nakil aracının ceza infaz kurumu niteliğinde olmadığı ve eyleminden ötürü disiplin cezası verilemeyeceği hususları ile Yargıtay l. Ceza Dairesince verilen bozma ilamı birlikte değerlendirildiğinde itirazın kabulüne ilişkin aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur...'' Adalet Bakanlığından gelen yazıda Disiplin Kurulu Başkanlığının, 27/12/2019 tarih ve 2019/615 sayılı kararının infaz edilmediği bildirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/17510
Başvuru, infaz hâkimliğine yapılan disiplin cezasına dair şikâyete ilişkin incelemenin hükümlünün duruşmada hazır edilmeden yapılması nedeniyle duruşmada hazır bulunma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1995 doğumlu olan başvurucu olayların geçtiği tarihte Balıkesir'in Edremit ilçesinde ikamet etmektedir. Burhaniye Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) 30/9/2014 tarihinde F.Ç.nin ateşli silahla vurularak öldürülmesi olayı ile ilgili olarak soruşturma başlatmıştır. Soruşturma kapsamında 30/9/2014 tarihinde gözaltına alınan başvurucu aynı tarihte tutuklanmıştır. Başsavcılığın 6/1/2015 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında kasten öldürme suçundan cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmıştır. Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 9/6/2015 tarihli kararı ile başvurucunun atılı suçtan müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına hükmedilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan araştırma sonucunda Yargıtay Ceza Dairesinin 19/6/2019 tarihli kararı ile hükmün bozulduğu anlaşılmıştır. Başvurucu 7/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/27459
Başvuru, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, askerliğe elverişli olunmadığı hâlde zorunlu askerlik hizmetine alınmaktan dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, askerlik işlemleri yönünden sakıncalı bir durumunun bulunmadığı kabul edilerek 8/12/2011 tarihinde askere sevk edilmiştir. Askerlik hizmeti devam etmekteyken Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hastanesinin (GATA)20/1/2012 tarihli raporu ile askerliğe elverişli olmadığı tespit edilen başvurucu aynı tarihte terhis edilmiştir. Söz konusu rapor 7/3/2012 tarihinde onaylanmış, bu kapsamda Silvan Askerlik Şubesince 12/6/2012 tarihinde terhis belgesi tanzim edilerek terhis belgesi ile raporun bir sureti başvurucuya gönderilmiş; ancak, söz konusu belgelerin tebliğ edildiğine dair herhangi bir belge bulunamamıştır. Başvurucu, elverişli olmadığı hâlde hukuka aykırı şekilde kendisineaskerlik yaptırılarak zarara uğratıldığı iddiasıyla 29/1/2013 tarihinde idareye başvurarak maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuş, başvurucunun başvurusu zımnen reddedilmiştir. Başvurucunun idari başvurusunun reddedilmesi üzerine aynı taleple açtığı tazminat davasında Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) İkinci Dairesi 9/10/2013 tarihli ve E.2013/1034, K.2013/1141 sayılı kararıyla, başvurucunun askerliğe elverişsiz olduğuna ilişkin sağlık kurulu raporunun 7/3/2012 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Komutanlığınca onaylandığı, davacının zararını bu tarih itibarıyla öğrendiğinin kabulünün gerektiği, buna göre işlemden doğan tam yargı davası kapsamındaki zararın tazmini için 7/3/2012 tarihinden itibaren altmış gün içinde dava açılması yahut davalı idareye ihtiyari müracaatta bulunulması gerekirken bu süre geçirildikten sonra 29/1/2013 tarihinde yapılan başvuru üzerine açılan davada süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 26/3/2014 tarihli ve E.2014/542, K.2014/408 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 17/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa’nın maddesinin son fıkrası şöyledir:“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun maddesinin "İhtiyarı müracaat" kenar başlıklı (a) bendi şöyledir:“Kesin işlem yapmaya yetkili makamlarca tesis edilen idari işlemlerin geri alınması, kaldırılması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması; üst makamdan, yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açmak için belli olan süre içinde istenebilir. Bu müracaat işlemeye başlamış olan dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde cevap verilmez ise, istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddi üzerine dava açma süresi başlar ve müracaat tarihine kadar geçmiş olan süre de hesaba katılır.” 1602 sayılı Kanun’un "Dava açma süresi" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:“Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açma süresi her çeşit işlemlerde yazılı bildirim tarihinden itibaren kanunlarda ayrı süre gösterilmeyen hallerde altmış gündür.” 1602 sayılı Kanun’un "İptal ve tam yargı davaları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:“İlgililer, haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davaları ile birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı, icra tarihinden itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 35 inci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6371
Başvuru, askerliğe elverişli olunmadığı hâlde zorunlu askerlik hizmetine alınmaktan dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Başvurucu tarafından yapılan 2014/19850 ve 2015/7669 numaralı başvurular; aralarında kişi ve konu yönünden irtibat bulunduğu anlaşıldığından birleştirilmiş, incelemeye 2014/19850 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 8/4/2010 tarihinde itirazın iptali davası açmıştır. Kadıköy Asliye Hukuk Mahkemesi 2/2/2012 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 14/3/2013 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Karar düzeltme talebi, Dairenin 1/11/2013 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. Kadıköy Adliyesinin kapatılmasının ardından yargılamaya İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2013/396 sayılı dosyasında devam edilmiş, Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada 28/1/2014 tarihli karar ile davanın reddine karar verilmiştir. Tarafların temyizi üzerine karar, Dairenin 23/6/2014 tarihli ilamı ile onanmıştır. Davalı taraf temyiz incelemesi yapılırken temyiz itirazlarının incelenmediğini ileri sürerek maddi hatanın giderilmesi için karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Dairece davalının karar düzeltme dilekçesi maddi hatanın giderilmesine yönelik olduğundan temyiz dilekçesi olarak kabul edilmiş, 20/10/2014 tarihli ilam ile Mahkeme kararı davalı yönünden de onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi, Dairenin 10/3/2015 tarihli ilamı ile reddedilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19850
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tek başına oturma eylemi yapan başvurucu hakkında emre aykırı davrandığı gerekçesiyle idari para cezası uygulanmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/8/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde bir askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). OHAL döneminde alınan tedbirlerden biri de "terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca [MGK] karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu" değerlendirilen kişilerin Cumhurbaşkanı'nın başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılan kanun hükmünde kararnameler (KHK) ile kamu görevinden çıkarılmasıdır. Bu kapsamda darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olan FETÖ/PDY'nin yanı sıra diğer terör örgütleri ile ilgisi nedeniyle de çok sayıda kamu görevlisinin ihraç edildiği bilinmektedir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 56-60). Diğer yandan olay öncesinde Bakırköy Kaymakamlığı tarafından 30/1/2020 tarihli kararla "Terör örgütlerine müzahir şahısların katılımlarıyla yapılacak tüm etkinliklerin ilçe genelinde yapıldığı taktirde terör örgütleriyle irtibatlı ve iltisaklı kişilerin de katılım sağlayacağı düşünüldüğünde kalabalık halk kitlelerince atılan slogan ve yapılan hareketlerle kışkırtarak düzenlenecek basın açıklaması ve oturma eylemlerinin kuvvetle muhtemel genel asayiş ve kamu düzenini bozabilecek müessif olaylar yaşanmasına sebep olabileceği ve telafisi mümkün olmayan olaylara sebebiyet verebileceği değerlendirmesiyle" 3/2/2020 ve 3/3/2020 tarihleri arasında Bakırköy Özgürlük Meydanı ve Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu gibi kamuya açık alanlar ve civarında her türlü toplanma, oturma eylemi ve diğer etkinlikler yasaklanmıştır.B. Somut Olaya İlişkin Bilgiler Başvurucu 1976 doğumlu olup 7/2/2017 tarihli ve 686 sayılı KHK ile görevinden ihraç edilmiş bir öğretmendir. Başvurucu, ihraç kararının hukuka aykırılığına karşı 20/2/2017 tarihinde oturma eylemine başlamış ve işe iade talebiyle başlattığı eylemini İstanbul'da bulunan Bakırköy Özgürlük Meydanı'nda devam ettirmiştir. Başvurucunun başlattığı eylem 68 hafta boyunca olaysız bir şekilde devam etmiş, 1/8/2018 tarihinden itibaren ise kolluk kuvvetleri tarafından söz konusu oturma eylemine müdahale edilmeye başlanmıştır. Her Pazartesi saat 00'te Bakırköy Özgürlük Meydanı'nda oturma eylemine devam eden başvurucu hakkında 24/2/2020 ve 2/3/2020 tarihlerinde gerçekleştirdiği oturma eylemleri nedeniyle 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca ayrı ayrı 392 TL idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucu tarafından söz konusu idari para cezalarına itiraz edilmiştir. İtirazı inceleyen Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliği "idari para cezası karar tutanağında herhangi bir usulsüzlük olmadığı, idari yaptırım kararına dayanak teşkil eden tutanakların aksi ispat edilene karar geçerli tutanaklardan olduğu ve aksinin ispat edilemediği, bu nedenle usul ve yasaya uygun olduğu" gerekçesiyle başvurucunun itirazını 9/7/2020 tarihinde kesin olarak reddetmiştir. Karar 15/7/2020 tarihinde başvurucunun vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu, süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5326 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: "(1) Yetkili makamlar tarafından adli işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye... idari para cezası verilir..." 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun maddesinin (Ç) fıkrası şöyledir: "İlçe sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının tasarrufa mütaallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi kaymakamın ödev ve görevlerindendir. Bunları sağlamak için kaymakam gereken karar ve tedbirleri alır."Bu hususta alınan ve ilan edilen karar ve tedbirlere uymıyanlar hakkında 66 ncı madde hükmü uygulanır"
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/26374
Başvuru, tek başına oturma eylemi yapan başvurucu hakkında emre aykırı davrandığı gerekçesiyle idari para cezası uygulanmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğa ilişkin kararların bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız olarak yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gazetecilik faaliyeti ve ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm tarafından 4/7/2018 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, kamuoyunca bilinen bir gazeteci ve yazardır. Türkiye, 15 Temmuz 2016 gecesi askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış; bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 21/7/2016 tarihinde FETÖ/PDY'nin medya yapılanmasıyla bağlantılı olarak başvurucunun da aralarında bulunduğu kırk bir kişi hakkında (Soruşturma No. 2016/85057) soruşturma başlatılmıştır. Savcılığın 24/7/2014 tarihinde talebi üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince başvurucunun İstanbul'da bulunan evinde 25/7/2015 tarihinde arama ve el koyma işlemi yapılmıştır. Başvurucunun evinde bulunmamasına rağmen yapılan aramada başvurucuya ait birçok kitap, CD ve kendi el yazısıyla notlar aldığı defterler ele geçirilmiştir. Öte yandan 24/7/2014 tarihinde ilgili soruşturma dosyası hakkında 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca müdafinin dosya içeriğini incelemesinin ve belgelerden örnek almasının kısıtlanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun İstanbul'daki konutunda bulunamaması nedeniyle 25/7/2016 tarihinde başvurucu hakkında yakalama emri düzenlenmiştir. Başvurucu, Bodrum'daki evinde yapılan aramada da bulunamamış ancak 26/7/2017 tarihinde Bodrum'da yakalanmış ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma, bu örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçlarından gözaltına alınmıştır. Başvurucu ifadesi alınmak üzere 29/7/2016 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilmiştir. Sorgulama tutanağında, başvurucuya isnat edilen suçların okunup anlatıldığı belirtilmiştir. Bu sırada başvurucunun müdafileri de hazır bulunmuştur. Başvurucunun alınan ilk ifadesi şöyledir: "... İfademden önce müdafilerim ile görüştüm. Bana isnat edilen suçlamaları anladım. Ben darbe mağduru bir insanım. 28 Şubat sürecinde de her zaman mağdur kişilerin yanında durmaya gayret ettiğim için K.nın yanında oldum, milletvekilliğim de bu sebeble iki yılda sona erdi. Aynı dönemde şu anki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da yanındaydım. Benim yukarıda bahsettim gibi mağdurların yanında olmak gibi bir karakterim olduğu için 17-25 Aralık sonrasında da dindar insanların üzerine insafsızca gidildiği yönünde bir kanaatim oluştu, ben 17-25 Aralık ile ilgili soruşturmaların etkin yapılması yönünde bir kanaatim oluştu. Yolsuzlukların irdelenmesi gereğine vurgu yaptım. Herhangi bir örgütle ve cemaatle bir ilişkim yoktur. Olsaydı, maddi manevi bir takım menfaatler elde etmem gerekirdi. Ben o dönemde Sabah gazetesinde çalışıp, CNN Türk'te program yapıyordum. Aynı şekilde Kanal D'de bir programım vardı. Ben mağdur olduğunu düşündüğüm kitlenin yanında yer alıp, yine o dönemde yapıldığını düşündüğüm, cadı avına karşı çıktığım için yukarıda bahsettim. Basın yayın kuruluşlarındaki görevime son verildi. Sonrasında iş aramaya başladım. Bugün TV ve Bugün gazetesinde işe başladım. Aynı dönemde Samanyolu TV ve Zaman gazetesinden de teklif geldi, ancak Bugün TV'nin müstakil bir iş adamı olması ve daha bağımsız kalmak istediğimden dolayı oradaki işi kabul ettim. Yukarıda bahsettiğim gibi benim herhangi bir darbeyi tasvip etmem mümkün değildir. 15 Temmuz akşamı öğrendiğim, ilk dakika itibariyle yani köprüden geçişlerin engellendiği an itibariyle karşı olduğuma dair twittler attım. Benim cemaatle her hangi bir organik bağım yoktur, organik bağım olsaydı daha önceki soruşturmalar döneminde H.A.nın bana yazmış olduğu özel mektupları Oda TV davasında Balyoz davasında delillerin sahte olduğuna dair mağdurların açıklamalarını görev yaptığım gazetenin köşesinde yayınlamazdım. Ben gazetecilik mesleği refleksli ile haberleri yaptım. Ayrıca belirtmek isterim ki Balyoz ve Ergenekon soruşturmaların yapıldığı dönemde ben Ak partinin destekleyicisiydim. O dönemde Ak partide soruşturmaların yapılması yönünde fikir birliği içerisinde hareket edip, beyanlarda bulunuyordu. Sorasında sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da yanıldığını söylemişti. Bende şu anda özellikle darbe yapılması, darbe esnasında Genelkurmay Başkanına darbeye katılanların Fetullah Gülen ile ilgili görüştürme teklifleri, darbeye karışanlardan çıkan birer dolarlık banknotlar, darbeye karışanların koşulsuz polise ve vatandaşa ateş talimatı vermesi ve meclisin bombalanması gibi hususları gördüğümde, bu insanların aslında mağdur olmadığını, anladım. Ben de yanıldığımı düşünüyorum. Bu yapının aslında dindar bir yapı olmadığını, mazlum bir yapı olmayıp, örgütsel bir yapılanma olduğunu yeni anladığım için üzgünüm, ben işimden atılınca nafakamı kazanmak için bugün TV'de programlara başladım, sonrasında Can Erzincan TV'de devam ettim. Bu kuruluşların bir örgütün hedefi doğrultusunda hareket ettiğinden haberim yoktu. 15 Temmuzdan sonra özellikle Genelkurmay başkanına örgüt mensubu bir askerin Fetullah Gülen ile sizi görüştürelim talebi beni çok sarstı. Bu ne biçim bir zihniyet ki koskoca Genelkurmay başkanını bu şekilde ikna edebileceğini düşünmektedir. Ayrıca bir dolarlar meselesi çıktı bunun dahakikaten görev dağılımı olabileceğini düşündümve asker içinde ciddi bir yapılanma olduğunu idrak ettim. Bukabul edilemez. Daha önce bu iddialar vardı. Ancak Genelkurmay Adli Müşaviri de bu iddiaları da reddediyordu. Bunları benim bilmem mümkün değildir. Yanıldığımı bu yapılanmanın bir örgüt olduğunu 15 Temmuz sonrasında gördüm. Daha önce bilseydim, ne orada yazardım ne de orada bulunurdum, bilakis karşısında yer alırdım. Üzerime atılı hiçbir suçlamayı kabul etmiyorum. Ben yaptığım programlarda veya yazılarda bilerek suç işlemedim. Yaptığım iş suç kalıbına uyuyorsa da farkında değilim, suç olduğunu düşünmüyorum. Ayrıca Türkiye Cumhuriyet Devletinde herkes bu yapılanmanın bir terör örgütü olduğunu 15 Temmuz 2016 tarihi ile idrak etti. Herhangi bir kastım yoktur.Ben 40 yıllık gazeteceyim. İyi niyetimin kurbanı oldum.Ben çalıştığım dönemde şu anda yurt dışına kaçmış olduklarını öğrendiğim, daha önce öğrendiğimde de aşırı derecede tepki gösterdiğim T.T. ve E.B. gibi çalıştığım kurumda yönetici olan kişiler ile örgütsel bir bağ içerisinde bulunmadım. Kendileri de bana program ile ilgili her hangi bir telkinde bulunmadılar, çalıştığım dönemde örgütsel bir faaliyet olduğunun farkında değildim." Başsavcılık aynı gün (FETÖ/PDY'nin yargı ve emniyet yapılanmasına mensup kişilerle görüntülerinin çıkması ve röportaj yapması ile ilgili olarak) başvurucunun ifadesine başvurmuştur. Başvurucunun ifadesi şöyledir: "... Başka dosyalardan yargılandığını duyduğum A.F.Y., Y.S., N.A. gibi polis memurları ile ilgili de sormuş olduğunuz irtibatımı anlatmak isterim. Hrand Dink davası ile ilgili soruşturmalar devam ederken A.F.Y.in Fetullah Gülen cemaati daha doğrusu şu anda örgüt olduğunu öğrendiğim grup içerisinde olduğunu öğrendiğim Ergenekon sanıklarının yoğun beyanları vardı. N.Ş. de aynı şekilde suçlamaktaydı. Ben o dönemde çalıştığım TV8'deki program arkadaşım T.ya bu söylentileri sordum. O da bana A.F.Y.'yi tanıdığını, isterse benimle tanıştırıp, görüştürebileceğini söyledi. nin aracılığı ile A.F.Y ile kendi evimde görüştük, burada Hrand Dink dosyası ile ilgi hakkında çıkan söylentileri sordum. Kendisi de bana kendisinin boş yere suçlandığını ilgisinin olmadığını belirtti. Hatta bana birkaç gazeteci ayarlayıp, birlikte görüşüp görüşemeyeceğimizi sordu. Ben Ö. gibi bir kaç gazeteci arkadaşım ile birlikte yine evimde A.F.Y ile görüştük, şunu da belirtmek isterim ki evimde yapmış olduğum bu tür görüşmeler her zaman yaptığım olağan görüşmelerdendir. Burada Hrand Dink davası ile ilgili A.F.Y. bazı anlatımlarda bulunup, kendisinin hiçbir şekilde dahil olmadığını ve bu anlamda bazı cümleleri oldu. Zaten ben o tarihte Ak Parti destekçisi olarak görülüyordum ve öyleydim.A.F.Y. ile bu şekilde tanıştıktan sonra sosyal ilişki çerçevesinde bir kaç defa görüşmüşlüğüm olmuştur. Sonrasında 17-25 Aralık olayları gündeme geldi. Ben bu dönemde kendisine emniyetin yazmış olduğu fezlekede 'Dönemin Başbakanı....' şeklinde ibarenin geçip geçmediğini sordum, kendisi de bana o konularda fazla bilgi sahibi olmadığını Y.S.nin bilgi vereceğini söyledi ve tanıştırdı. Y.S. de bana kendi yazdığı fezlekede böyle bir ibare olmadığını, silinmiş bilgisayar kayıtlarından böyle bir ibarenin çıkabileceğini bir polis memurunun yazmış olabileceğini ancak kendi kontrolünden geçen fezlekede olmadığını söyledi. Ayrıca soruşturmanın 2012 yılında başladığını, bakan çocukları ile ilgili iddianın 2013 yılında ortaya çıktığını, bakanların da hedef alınmadığını da anlattı. Ben de bu şekilde gazetecilik çerçevesinde edinebildiğim bilgileri Bugün gazetesindeki köşemde yazdım. Ben gazetecilik dışında herhangi bir başka amaçla yukarıdaki bahsettiğim şahıslar ile görüşmedim. Ben Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı ile sekretaryasını yapan E.T.A. ile organizasyon olduğu dönemlerde görüşürdüm. Yine bu vakfın düzenlediği Abant platformuna bazen konuk olarak katılırdım. Burada konuşmacı veya organize tertip heyetinde herhangi bir görevim olmazdı. Ben bu yapının örgütü olduğunu anladığım dakika itibariyle kendilerine tepki gösterdim. Şu anda bu yapılanmanın bir silahlı terör örgütü olduğunu gözlemliyoruz. Böyle bir durumda benim hem aile yapım, hem geçmişim dikkate alındığındabu şekilde terör örgütünün yanında yer almam mümkün değildir, bilakis devletimin yanında her zaman yer alırım. Bunu kendime zul addederim ..." İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı aynı tarihte silahlı terör örgütüne üye olma ve örgüte bilerek isteyerek yardım etme suçlarından tutuklanması istemiyle başvurucuyu İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Savcılığın talep yazısı, sorgu işlemi öncesinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuştur. Ayrıca sorgu tutanağında, başvurucuya isnat edilen suçların okunup anlatıldığı da belirtilmiştir. Bu sırada başvurucunun üç avukatı da hazır bulunmuştur. Başvurucunun ifadesinin ilgili kısmı şöyledir: "... Bir kere kesinlikle hiç bir örgüte üye değilim... [Darbe gecesi yaptığı sosyal paylaşımlarıyla ilgili olarak] Ben ... mağdur gördüğüm insanların yanında yer aldım. Şimdi ben bakın darbe girişimini öğrenene kadar yani 15 Temmuz gününe kadar, gecesine kadar ben hiç bir şeyin farkında değildim. Yani netice itibarıyla böyle isnatlar vardı ama bir terör örgütüyle karşı karşıya kaldığımız bilincinde ben değildim, dolayısıyla bakın, ben aslında zaten 2013 yılına kadar 17-25 Aralık 2013 yılına kadar zaten AK Partiyi destekleyen bir insandım, ne zaman ben koptum, bunun bir hani örgütle cemaatle bir alakası yok ki, bir takım yolsuzluk dosyaları ortaya saçıldı, ben bunun bir tertip bir darbe olduğunu evet Tayyip Erdoğan ifade ediyordu ama muhalefetin bir bölümü, halkın bir bölümü bunun tam tersini ifade ediyordu, ben de sonuna kadar irdelenmesi lazım bu yolsuzluk dosyaları kanaatindeyim, yani ben onu savundum esas itibariyle, yani bunu açıkça söyleyeyim bir darbe olarak görmedim, ama benim uyanmam 15 Temmuz akşamıdır, 15 Temmuzda darbeyi öğrendim, birileri bana söyledi, böyle hareketler var köprüyü kapatmışlar diye, televizyonu açtım, ve televizyonu açtım bir tweet attım, dedim ki; 'bu bir darbe değil, bu bir isyandır', aynı Talat Aydemir olayı gibidir, sonu hüsrandır, zavallı memleketim dedim ve ondan sonra bu tweetleri devam ettim, meclisi bombaladıklarında veyahut CNN baskınında burada tavrımı ortaya koydum bunun son derece yanlış olduğunu, bu benim yapım itibariyle ben her zaman darbelere karşı olmuş bir insanım ... şimdi 15 Temmuzda yalnız benim için büyük bir uyanış oldu, 15 Temmuzdan önce kafalar karışıktı, ne diyordu kimisi 15 Temmuz öncesinde, canım örgüt diyorsun ama nerede terör nerede silah filan gibi, sadece ben demiyordum bunu, yani toplumun bir yarısı da ve bir de bir cadı avına benzer bir hadise, hani kim bir sey olsa, vay sen paralelcisin denildiği için, toplumda bir kafa karışıklığı......15 Temmuzdan önce kafalar karışıktı, dikkat ederseniz muhalefet de farklı konuşuyordu ama 15 Temmuzdan sonra iktidarıyla muhalefetiyle herkes elbirliği yaptı ve belirli bir istikamette bir toplumsal uzlaşma sağlandı, ben de bu toplumsal uzlaşmanın esas itibarıyla bir parçasıyım, çünkü bir baktım ki mesela ortaya konulan delilleri gördüm ... yani şimdi iddialar somut iddialar çok ciddiyet kazanmış durumda benim gözümde, yani ben 15 Temmuz gecesi kimin yaptığını bilmeme imkan yok, yani orada bir isyan hareketi var da bu nedir, bu Ordu yok bilmem ne, bir sürü isim sayılıyor ... ben bu şüphelerimi de dile getirdim ... gerçek suçluları bulalım, benim bütün meselem bu, tekrar edeyim devletime karşı hareket etmiş, milletime bomba atmış, bir çok polisin ölmesine yani şehit olmasına yol açmış bir örgütle benim birlikte ismimin anılmasını şiddetle reddediyorum bir kere, ben yanlış yapmış olabilirim, ben yanılmış olabilirim, yani 2013' e kadar ... [17/25 Aralık dönemindeki yazılarıyla ilgili olarak] ...Yani o medyanın muhalif havası içinde birden bire muhalefete düşmüş gibi oldum, yani o hava içinde herkes gibi ben de bunun bir yolsuzlukların irdelenmesi gerektiğini söyledim, yani, hep iddia lafını kullandık ama benim kanaatim yolsuzluklar tahkik edilmeli, nitekim sonra da tahkik edildi zaten, ama baştan beri hiç süpheye mahal verilmeyecek biçimde kapsamlı olarak bu yolsuzlukların üzerine gidilmesi memleketim için hayırlı olur düşüncesinde olduğum için ben şunları söyledim... ...Şimdi dolayısıyla büyük bir kırılma ve büyük bir travma yaşadım bakın devlet de aslında 15 Temmuzda asıl bunu idrak etti, yani tamam Tayyip Erdoğan söylüyordu ama illa ki herkesi ikna etmiyordu, ama birden bire devletin koruma refleksi de 15 Temmuzla birlikte harekete geçti, bütün kadroların tasfiye edilmesi filan hareketi 15 Temmuzdan sonra meydana çıktı, daha yeni insanlar bu meseleyle karşı karşıya kaldılar, bunun bilincine vardılar... [Kaçmak üzereyken Bodrum'da yakalandığı iddiasıyla ilgili olarak] ...Bakın Bodrum şeyine sorarsanız, Bodrum polisine ben Bodrum ilçesinde, Bodrum emniyetine gidiyordum o sabah yani kaçmak isteyen Bodrum ilçesine gider mi, ben Bodrum emniyetine gidiyordum, benim sekreterim ve sekreterimin kocasıyla birlikte, tam o kavşakta bizi durdurdu, zaten bizi takip ediyor, onlar zaten bizim niyetimizi biliyor, konuşmaları izliyor, ben dedim ki ben teslim olacağım, yani benim kaçmama, benim bir yere gitmeme imkan yok hayır bunu sorabilirsiniz, benim kaçmama imkan yok, neden yok, bakın ben daha önce de zaten gidebilirdim, ben böyle bir fırsatı hiçbir zaman değerlendirmek istemedim, çünkü ben nereye gideceğim, benim yurtdışında yaşayacak ne bir çevrem var, ne de ben ailemden torunlarımdan sevdiklerimden dostlarımdan kopabilirim, bu medyaya, belirli bir kısım medyaya bu sekilde yansımış olabilir ama medyanın topu bu şekilde yazmamıştır, muhtemel ben bilmiyorum, izlemedim, ama bütün medyanın bunu yazdığını düşünmüyorum, ama siz başka yazarlar var ki bir çok yazar, benim ne kadar darbeye karşı olacağımı, benim böyle bir örgüt üyesi olacak yapıda olmadığımı da yazanlar var, yani ben şunu açıkça ifade ediyorum, inanmanızı rica ediyorum, ben aklımın ucundan kaçmayı geçirmedim, ben daha önce de hatta bu kaçacak filan lafları varken Bodrum'da evimden fotoğraf paylaştım ben twitterda, ben Bodrum'dayım, hadiseleri izliyorum diye, yani isteseydim bakın o zaman hakikaten bir tekne ile oradan bir adaya geçebilirdim kolayca bir Yunan adasına, aklımın ucundan geçmedi, o zaman ben öyle bir aranan bir şahıs falan da değildim, ama benim aklımın ucunda her zaman bir sene önce de böyle laflar çıkıyordu, ben diyorum ki benim yerim Türkiyedir ne olursa benim başıma Türkiye'de gelsin dedim, tekrar şunu ifade edeyim, yani ben o yapının, bu örgüt yapısının içinde değilim, ben o kılcal damarlara nasıl sızdılar, nasıl atandılar, ne şekilde faaliyet gösterdiler bunu hiç bilmiyorum ...  [FETÖ/PDY'nin yargı ve emniyet yapılanmasından kişilerle görüntülerinin çıkması ve röportaj yapması ile ilgili olarak] ... Şimdi bir kere savcılık ifademde A.F.Y. ile nasıl tanıştığımı belirttim, A.F.Y. ile böyle bir kitap yazıyordum ben, bu kitap vesilesiylc ona da cemaatin imamı diyorlardı, şeyde polisteki imamı diye yazıyorlardı, T. vardı ... TV'de birlikte çalıştığımız, ben meraklı ve sorgulayan bir insanım dedim ki A.F.Y. ile acaba bu imam mı hakikaten cemaatin polisteki imamı, dedi ki yoo dedi, senin benim gibi bir insan dedi cemaatle falan alakası yok, ben A.F.Y. ile kitabım dolayısıyla tanıştım ve kendisinin hiç bir zaman bir cemaatin üyesi veya bu FETÖ'nün örgüt üyesi olduğunu düşünmedim, yani daha doğrusu o bunu reddetti, zaten konumuz o zaman Hrant DİNK cinayetiydi ve Hrant DİNK cinayetinde etkisinin olup olmadığını bana izah etti o vesileyle tanıştık .... yolsuzluk dosyaları ortaya çıkmıştı, bu yolsuzluk dosyaları ortaya çıkınca bilgi almak istedim, mesela medyaya yansıyan bir haber var, diyor ki, neydi... Başbakan, dönemin Başbakanı mesela, ben dedim ki F.Y.ye dönemin başbakanı diye hakikaten yazmışlar mı dosyaya, o da bana dedi ki, bunu ben bilemem yani ben o dosyada yokum ama bu dosyanın sahibi olan Y.S. ile bir kere beni görüştürdü, ben sordum o bana bunu izah etti, kendisine göre izah etmiş olabilir, orada da ben zaten ifade ettim, o dediki hayır biz böyle yazmadık bizim fezlekemizde böyle bir ifade yok, yani netice itibariyle böyle bir bilgi amaçlı ben onunla görüştüm, A.F.Y.yi siz savundu diyorsunuz ama şimdi size şu örneği vermek istiyorum, mesela Ergenekon hakim .. savcıları, Ergenekon savcıları değil, Ergenekon avukatları veya yakınları, hepsi televizyonlarda çıkıp bunun dandik bir dava olduğunu belirtiyorlardı, dolayısıyla, olabilir, ben de o kanaatle çünkü bunun böyle bir yasak durumu olduğunu düşünemedim, düşünmedim, yoktu da zaten yani böyle bir yasak da yoktu zaten, bana kimse demedi ki bu bir terör örgütüdür, denilmedi, mesela A.F.Y. usulsüz dinlemeden o zaman tutuklanmıştı, mesela ben ondan neyi öğrenmek istedim, bu usulsüz dinlemeler mesela adli dinleme nedir, istihbari dinleme nedir, bir kanaat elde edeyim diye, eğer siz Z.Ö.yü kastediyorsanız o zaman onun için örgüt suçlaması yoktu ben röportaj yaptığımda herkes ona müracaat ediyordu, röportaj yapabilmek için, bakın ben yaptım röportajı ve röportajı yayınladım, orada o soruları sordum o da onlara cevap verdi, e şimdi herkes bu şekilde yani mesela Öcalanla bile röportaj yapılıyor, yapıldı gidildi, kitaplar yazıldı, suçlu olduğu artık tamamen belirli olmasına rağmen, netice itibariyle bunlar yargılanan kişiler e kamuoyunda ilgi uyandınyor görüşleri, ben de bir gazeteciyim......Ben her zaman röportaj yapan kitaplar yazan, önemli gördüğüm kişilerle röportaj yapan bir gazeteciyim ... benim röportajlarım olduğu gibi, ben mesela Kanal D'de röportaja dayanan görüntülü programlar da yaptım, yani dolayısıyla ben sadece bir köşe yazarı değilim ... gazetelerde çıkan, mesela ben Selam Tevhid hakimleriyle de konuştum ... ben mesela şeyle de konuşmuştum, neydi o.. Deniz Feneri savcılarıyla mesela ... bakın ben Balyoz ve Ergenekona karşı olmama rağmen bana Balyoz sanıklarının aileleri geldi ve dediler ki bu Balyoz belgeleri sahtedir, ben dedim ki ben sütunumda yayınlayayım, Sabah gazetesinde çalışıyorum, onları yayınladım, bana H.A.nın cezaevinden yazdığı mektuplar var, niye yazıyor, ben aslında, tarafsız gördüğü için yazıyor, H.A. ... bir şey göndermiş, ben bunu aynen sütunumda yayınladım, yani bunun gibi, şunu demek istiyorum, haksızlığa uğradığını düşündüğüm zaman veya bana ulaşabildikleri zaman ben mesela T.Ö. için Silivri' ye gittim ... ve T.Ö.nün tutuklanmaması gerektiğini, bir gazetecilikvazifesi yaptığını yazdım, şimdi bu tarz şeyler bana ulaşıldığı vakit, bana yansıtıldığı vakit, mesela İ.B.nin avukatı ... bana ziyaretime geldi .. onu ... alt derecede yargılayamazsınız diye yazılarım var .... Ben bu örnekleri niye veriyorum, bana ulaşıldığı vakit, bana bir haksızlık yansıtıldığı vakit ben o fikirde olmasam bile bunları yazıyorum, yani yazdım, mesela ben Balyoza karşı bir tavrım vardı, ama Balyozun ailelerinin yakınları gelip bunu söyleyince bunu yazdım......Bizim görevimiz yani bazı şeyleri ortaya çıkarmak, ben orada kendim kanaat belirtmedim ki, mesela bir şey soruyorum, ona nasıl ulaştım diye söylediniz, zaten onu açıkladım, sorulan hani daha sonra meselede F.Y. hani kızı vasıtasıyla sorular gönderdim, bu Ergenekon ve Balyoz konusunda kendisi, Balyoz yok yanlış söyledim, Ergenekon konusunda A.F.Y. bu işin takibini yaptığı için ve yani o dönemde zaten yaparken siyasi iktidarla da birlikte hareket ettiği için bu konuları gayet iyi bildiğini düşündüğümden dolayı sordum o iddiaların, hepsi orada vardır yani ben soru soruyorum o cevap veriyor, ben soru soruyorum yani çünkü benim onunla karşılıklı konuşmama zaten imkan yok, sadece yazılı soru gönderdim, o bana yazılı cevap gönderdi, bu yani çok yerde oldu bu, ilk defa bunu yapan gazeteci ben değilim, Z.Ö. ile benim şey fotoğrafım çok dolaşıyor, onu da sizinbilginize arz etmek istiyorum, bu kartopu gibi, şimdi bu kartopu lafı bir latife olarak, şöyle, şimdi biz aldık Z.Ö.yü ikna ettim, benimle bir röportaj verecek, şimdi röportajın muhtevasını hatırlamıyorum ama ben ona sorular sordum ve o bana cevaplar verdi, ondan sonra bunun bir fotoğrafla süslenmesi gerekir diye düşündüm, A.A.nın yaptığı gibi o da böyle değişik fotoğraflar koyuyor ben de dedim ki ya herkes yani böyle röportaj yapınca değişik fotoğraflar koyuyor izin verirseniz böyle hani kar da vardı, şöyle ben size kar topu atayım gibi yani ilgi çeksin röportaj anlamında, şimdi ben gerçekten bilerek ve isteyerek onun da bir terör örgütü olduğu veya bir terör örgütü üyesi olduğunu bile bile şimdi ben onunla böyle kar topu fotoğrafı gibi böyle gayri ciddi bir hava verecek bir röportaj yayınlar mıyun, bununla hiçbir alakası yok, ben ona yani o gün tartışılan o görevden mi alınmış o zaman bize yansıyan terör örgütü üyeliği isnadı Z.Ö.ye yoktu, Z.Ö. Ergenekon ve Balyozcular aleyhinde çok konuşuyordu ama Z.Ö. bilfiil bu yolsuzluk operasyonlarında tam, tam içinde görünmüyor gibiydi, yani biraz mesafeli gibi duruyordu, konudan biraz uzak gibi duruyordu, zaten A.F.Y.nin bu yolsuzluk bu yolsuzluk olaylarıyla ilgili hiç bir ilgisi yokbenim yaptığım röportaj tamamen Ergenekon davasıyla ilgili ... [Fetullah Gülen ile ilgili olarak] ...1994 yılında ... Gazeteciler ve Yazarlar Vakfıı diye bir vakıf kurmuşlar ... E. var, şimdi biliyorsunuz, FETÖ örgütüne karşı olarak televizyonlara çıkıyor, bana geldi dedi ki biz dedi ben kim olduğunu anlamadım, biz dedi muhafazakar bir yapı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı kurduk, ... bir toplantımız var katılır mısınız dedi, ben o toplantıya katıldım, benim gibi başka tabi gazeteciler de katıldı, ben otururken oradan bir baktım böyle bir kıpırdama oldu falan, birisi çıktı bir konuşma yaptı o Fethullah Gülen'miş, ben de dedim ki bu nedir arkadaşlar kimdir bu beyefendi dedim, Fethullah Gülen, bilmem ne hizmet hareketi ... benim ilk görmem burayla böyle oldu, ondan sonra ... 94 yılında, ondan sonra, bakın çeşitli mesela toplantılar düzenliyorlardı, bir tanesinde diyelim ki S.nin ve T.E.nin da katıldığı bir toplantı, 28 Şubat döneminde düzenlendi, tıklım tıklım dolu salon, o mesela oraya ben de katıldım, yani ben ödül almadım, ödül alan gazeteciler var da, o gün ben ödülü alan gazeteciler arasında değilim, fikir özgürlüğü o bu falan o kadar gözde değilim yani, onun da bilinmesi lazım, ama ben de katıldım hani her toplantısına katıldım, orada da gördüm bir kaç kere o şekilde görmüşlüğüm var ama gördüm de ne oldu yani ... yakın zamanda hiç görmedim, nereden göreyim ... telefonla da konuşmadım, ben Amerikaya da zaten gitmedim, yani Amerika'ya gitmek lazım onu görmek için benim öyle bir alakam hiçbir zaman olmadı yani bakın o dar çevreden ben hiç kimseyi tanımıyorum, sadece tanıdığım isimler Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı ve Zaman gazetesi, Samanyolu yönetimi bu şekilde gazetecilikle ilgisi olan insanları tanıyorum ben, yoksa mesela ben okul müdürlerini de tanımam, he bir iki okul beni de götürdüler herkesi götürdükleri gibi bir okula gitmişliğim iki okula gitmişliğim olabilir, doğrusu o okullar da beni etkilemişti o zaman bunu da ifade edeyim. ...Şimdi ben bunu tekraren söyleyeyim, darbe teşebbüsü 15 Temmuzdaki darbe teşebbüsü devlete karşı hareket etmiş milletine bomba atmış, böyle bir yapının mevcudiyetini ortaya çıkarttı, aslında ben ilk defa o zaman bu tabloyla karşı karşıya kaldım, somut bir şekilde böyle bir tabloyla karşı karşıya kaldım ve işte dediğim gibi nasıl daha önce fark etmedim diye de ben düşündüm, çünkü şunu söylemek istiyorum yani bu bir kere korkunç bir şey bu darbe, diyebilirsiniz ki bu darbede kim sorumlu, e şimdi Genelkurmay başkanının ifadesine bakarsanız ne diyor, bana bunu yapan asker Fethullah Gülen ile sizi görüştüreyim diye teklifte bulundu veya işte 1 dolarlar üzerilerinden çıktı, bu bir işaretti, bu bir sıralama gösterecekti bu mevkide şimdi bunlar iddia yalnız tekrar söyleyeyim bu sefer de benim kanaatim tamamen değişti hakikaten böyle bir yapıyla benim hiç bir iltisakım hiç bir ilişkim olamaz, ben onların karşısındayım diye düşündüm ama şunu da tekraren söyleyeyim ki bunlar da iddia ediliyor, bunlar da yargılanacak ve gerçek daha belirgin hatlarıyla ortaya çıkacak ama şu ilk aşamada bizim gördüklerimiz yani bu bombalama hadiseleri bu nedir ben bunu da meydana çıkarmış değil ... Yani tam manasıyla idrak etmedim yani burada amacın da ne olduğunu tam anlamadım yani ülkeyi kaosa sürüklemek amacı mı, ülkenin bölünme amacı mı, nedir yani böyle bir takım bir kalkışma bir dar kapsamlı bir kalkışmaydı ... Şu anki tabloya bakıyorum ve böyle bir terör örgütüyle aynı kare içinde gösterilmek istenmemi zul addediyorum." İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 29/7/2016 tarihinde, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına, örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan ise her iki suçun bir arada olamayacağı gerekçesiyle bu suçtan tutuklama talebinin reddine karar verilmiştir. Anılan kararda, FETÖ/PDY ve darbe teşebbüsü hakkında bazı genel bilgilere yer verildikten sonra başvurucunun da aralarında bulunduğu şüpheliler hakkında tutuklama koşullarının bulunup bulunmadığı hususunda değerlendirme yapılmıştır. Hâkimliğin kararı şöyledir:"FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün silahlı kuvvetler içerisindeki unsurlarının 15/7/2016 günü icra ettiği askeri darbe girişimi sonucunda Fetullah Gülen yapılanmasının artık silahlı bir terör örgütü olduğu hususunda kuşku bulunmamaktadır. Nitekim daha önceden verilen mahkeme ve hakimlik kararlarında da Fethullah Gülen örgütlenmesinin bir terör örgütü olduğu hususu derc edilmiştir. FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün faaliyetlerini yürüttüğü süre zarfında birden fazla yayın organına sahip olduğu, bu bağlamda şüphelilerin çalıştıkları haber yaptıkları, köşe yazısı yazdıkları, Bugün Gazetesi, Özgür Bugün, Özgür Düşünce, Zaman Gazetesi, Millet Gazetesi, Aksiyon Dergisi, Yeni Hayat Gazetesi ile Samanyolu TV, Kanaltürk, Bugün TV'nin de anılan terör örgütünün yayın organlarından olduğu kamuoyunca bilinen bir gerçektir. Zaman Gazetesinin genel yayın müdürü E. hakkında silahlı terör örgütü suçundan soruşturma yürütüldüğü ve çıkarıldığı hakimlik tarafından hakkında yurt dışına çıkmasının yasaklanması adli kontrol tedbiri uygulanarak serbest bırakıldığı da bilinmektedir. Şüphelilerin de içinde olduğu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/85057 soruşturma sayılı dosyasının diğer şüphelileri hakkında gözaltı ve yakalama kararları çıkarıldığı halde aradan geçen zamana rağmen yakalanamadıkları ve firari durumda oldukları anlaşılmıştır.Şüphelilerin alınan savunmalarında ise; şüphelilerin yukarıda belirtilen gazete ve televizyonlarda habercilik yaptıklarını ve terör örgütüyle irtibatlı olmadıklarını beyan ettikleri tespit edilmiştir.Şüphelilerin FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün basın ayağı olarak adlandırılan yapılanması içerisinde yer alan anılan gazete, dergi ve televizyonlarında örgüte bağlılık ve sadakat ilkesi çerçevesinde görevlerini ifa ettikleri ve kamuoyunda 17/25 Aralık soruşturma dosyaları olarak bilinen silahlı terör örgütünün Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engelleme suçuna iştirak eden emniyet görevlilerini, yargı mensuplarını haberleştirerek örgütün amaçları doğrultusunda propaganda faaliyetleri yürüttükleri, nitekim şüphelilerin sosyal paylaşım sitelerinden de bu yönde paylaşımlarda bulundukları görülmüştür.Fethullahçı terör örgütünün yargı ve emniyet mensuplarının görevlerine son verilmesi ve akabinde emniyet mensuplarının haklarında soruşturma açılması üzerine örgütün yayın organlarının örgüt mensuplarını sahiplendikleri ve lehlerine kamuoyunda algı oluşmasına sebebiyet verdikleri de müşahade edilmiştir. Fethullahçı terör örgütünün yayın organı olan veya yayın organı haline dönüşen bilahere 668 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan gazete, dergi ve televizyonların çalışanları, köşe yazarları olan şüphelilerin FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün üyeleri oldukları yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller bulunduğu hakimliğimizce değerlendirilmiştir. Yüklenen silahlı terör örgütüne üye olma suçunun yasadaöngörülen ceza miktarı, işlendiği iddia edilen suçun önemli ve ciddi sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedeni 'kanun gereğince' var sayılmıştır.Şüphelilerden [başvurucu] hakkında gözaltı ve yakalama kararı çıkarıldıktan sonra Bodrum ilçesinde aranmasına rağmen bulunamadığı, kaçma hazırlığı yaptığı hususu ile soruşturma dosyasında haklarında yakalama ve gözaltı kararları bulunan diğer şüphelilerin arandıkları yerlerde bulunamadıkları gibi anılan örgüte üye olan gazeteci ve yazarların bir kısmının da yurtdışına 15 Temmuz 2016 tarihinden önce ve sonrasında çıkış yaptıkları değerlendirildiğinde şüphelilerin bırakılmaları ve almaları muhtemel cezagöz önüne alındığında kaçma şüphelerinin bulunduğu kanaatine varılmıştır.Soruşturmanın henüz tamamlanmaması nedeniyle şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme, tanıklar üzerinde baskı oluşturma şüphesinin bulunduğu, işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde, Türkiye CumhuriyetiAnayasasının maddesindeifade olunan ‘ölçülülük’ ilkesi uyarınca, daha hafif koruma önlemi olanadli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada soruşturmaya konu suç ve bu şüpheliler açısından ‘yetersiz’ kalacağı ve amaca hizmet etmeyeceği kanaatine varılarak ... şüphelilerin üzerine atılı olan FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 5271 sayılı CMK’nın ve devamı maddeleri uyarınca ayrı ayrıtutuklanmalarına," Tutuklama kararında atıfta bulunulan ve Twitter isimli sosyal paylaşım sitesinden 15-17 Temmuz 2016 tarihleri arasında darbe teşebbüsünün yaşandığı ve savuşturulduğu sırada yapılan paylaşımlar şu şekildedir: [16 Temmuz 2016, saat 02:28'de] "Yolsuzluk operasyonu darbe girişimi değildir, darbe girişimini o akşam yaşadık. Aradaki farkı gördünüz mü?" [16 Temmuz 2016, saat 03:23'de] "Bir askeri savcı ve 46 subay darbe girişiminden sorumlu diyor CNN. Memleketi karıştırmak bu kadar kolay mı? Bir avuç asker bunu yapabilir mi?'" [16 Temmuz 2016, saat 03:39'da] "TRT yi kurtardıkları gibi CNN TÜRK'ü de kurtaracaklar, öyleyse ne bu saçmalık." [16 Temmuz 2016, saat 05:14'de] "Herhalde Başbakan ve RTE bu İsimlerin cemaatle ilişkisini somut delillerle ortaya koyacaktır." [16 Temmuz 2016, saat 05:29'da] "30 Ağustos 2014 te Tuğgenaralliğe terfi ettirdikleri Semih Terzi'ye Gülen'in emri ile darbe yaptırıyorlar. Nerede delil ? Cadı avı yetmedi mi ?" [16 Temmuz 2016, saat 20:03'de] "İnsaf ve Ordu komutanları da mı paralel. Buradan Cadı avınıza malzeme devşirmeye çalıştığınız çok açık." [16 Temmuz 2016, saat 20:04'de] "Her dediğinize inananlar oldukça bu masalı daha çok anlatırsınız." [16 Temmuz 2016, saat 20:06'da] "Anayasa Mahkemesi üyesi de Fetöcüymüş, fırsat bu fırsat biat etmeyeni tasfiye et, onu atayan Gül değil miydi ?" [16 Temmuz 2016, saat 20:07'de] "Arı kovanına çomak sokuyorlar yaraları hep kaşıyorsunuz" [16 Temmuz 2016, saat 20:19'da] "Bu durumda nasıl FETÖ darbesi oluyor ? O iki kuvvet komutanı da cemaatçi mi? Yoksa niyet mi başka?" [16 Temmuz 2016, saat 20:22'da] "Akıllı olun ve oyunu görün! Asıl şimdi bir kumpas kuruluyor gibi geliyor. Fırsat bu fırsat tasfiyeye mi girişildi?" [16 Temmuz 2016, saat 20:24'de] ''Akıllı ol... Manipülasyona karşı uyanık ol. Türkiye'nin başına çorap örülmesine izin verme.'' [16 Temmuz 2016, saat 20:29'da] "Milletimiz gerçekten demokrasiye bağlı olsaydı islamcı soslu faşizm bozuntusu bir rejimin ülkeye çöreklenmesine izin vermezdi." [16 Temmuz 2016, saat 20:31'de] "Darbeyi halkın sokağa çıkması değil komuta heyetinin darbecilere katılmaması engelledi. Zaten halk sokağa bu durumu anlayınca çıktı."  [16 Temmuz 2016, saat 20:32'de] "Darbeye karşı olup RTE nin yanında yer alanlar demokrasiye sahip çıkmış olmaz. Zira AKP demokrasiyi değil otoriterliği temsil ediyor"  [16 Temmuz 2016, saat 20:34'de] "Ne askeri darbe nede sivil darbe! Hukukun üstünlüğü, basın özgürlüğü derseniz ancak o zaman demokrasiye sahip çıkmış olursunuz."  [16 Temmuz 2016, saat 20:37'de] "Aktrollerin küfür ve hakaretle doğruların söylenmesini engellemeye çalışması her darbe karşıtı duruşun demokrasi olmadığını anlamaya yeter."  [17 Temmuz 2016, saat 00:17'de 2745 Hakim ve Savcı için göz altı kararına ilişkin karşıgazete.com.tr İnternet sitesine ait link etiketini paylaşarak] "Bu da sivil darbenin bir eylemi. Bir fark var askeri darbe teşebbüs olarak kaldı bu gerçekleşti."  [17 Temmuz 2016, saat 12:54'de] "Halkı askerle karşı karşıya getirmek, linç ettirmekle demokrasiye sahip çıkılmaz. Zaten darbeyi komutanlar engelledi"  [17 Temmuz 2016, saat 13:05'de] "Genel Kurmay Başkanı Hulusi Akar, bu linç eylemine bir şey demeyecek misiniz?" [17 Temmuz 2016, saat 15:57'de] "Bugünler geçecek onlar yüz kızartan suçlarının ayıbını yaşar ve cezasını çekerken, özgürlük mücadelesi verenler baş tacı edilecek." Başvurucu 4/8/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiştir.İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 12/8/2016 tarihinde "... İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin ... sorgu sayılı kararında usul ve yasaya aykırı bir yön bulanmadığı ..." gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu hakkında ayrıca 14/7/2016 tarihinde Can Erzincan TV'de yayımlanan "Özgür Düşünce" isimli programdaki açıklamaları dolayısıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca bir başka soruşturma (Soruşturma No: 2016/100447) yürütülmüştür. Bu soruşturma kapsamında 9/9/2016 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğüne yazılı bir talimat verilmiştir. Talimatın gerekçesi şöyledir:"Ülkemizde gerçekleşen FETÖ/PDY mensubu bir kısım şahıslarca darbe girişiminde bulunulması olaylarından bir gün önce, 14 Temmuz 2016 günü www.youtube.com isimli sosyal paylaşım sitesi üzerinden canlı yayın yapan Can Erzincan Tv isimli kanalda [başvurucu] ve H.A. nın hazırlayıp sundukları 'Özgür Düşünce' isimli programa katılan A.H.A. ile birlikte darbe çağrışımıyla subliminal mesaj içeren söylemlerde bulundukları, bu söylemler kapsamında Türkiye Cumhuriyetini ve Cumhurbaşkanı'nı tehdit ettikleri, darbenin gerçekleşeceğini beyan ettikleri, darbe girişimini terör örgütünce fikir ve eylem birliği içerisinde olmadan bilmelerinin ve bunu bir gün önce kamuoyu algısını şekillendirecek biçimde beyan etmelerinin mümkün olmayacağı, hiçbir demokratik düzende darbe girişimini desteklemenin veya darbeyle seçilmiş hükumeti tehdit etmenin basın veya ifade hürriyetiyle açıklanamayacağı, bu şekilde darbe girişiminde bulunan terör örgütü mensubu bir kısım asker şahıslarla birlikte iştirak halinde atılı suçları işledikleri [anlaşılmıştır.]" Söz konusu soruşturma hakkında 26/8/2016 tarihinde 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarıncakısıtlama kararı verilmiştir. Başvurucu anılan soruşturma kapsamında ifadesi alınmak üzere 4/10/2016 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında yeniden hazır edilmiştir. Sorgu tutanağında, başvurucuya isnat edilen suçların okunup anlatıldığı belirtilmiştir. Bu sırada başvurucunun avukatları da hazır bulunmuştur. Başvurucunun ifadesinin ilgili kısmı şöyledir: "...Bana isnat etmiş olduğunuz suçlamayı anladım. FETÖ/PDY üyesi olma iddiasıyla tutuklu bulunduğum Cumhuriyet Başsavcılığınızın 2016/85057 sayılı evrakında vermiş olduğum savunmamı tekrar ederim. Sormuş olduğunuz Can Erzincan isimli televizyon kanalında, yaklaşık 1 yıl önce BugünTV'ye kayyum atanıp işten çıkarıldığımdan bir süre sonradan beri çalışmaktayım. Kanalın sahibi R.A.dır. Kendisinin FETÖ/PDY ile ilişkili olmadığını biliyorum. Televizyon kanalının FETÖ/PDY ile bilgisi olınadığnı biliyorum. Bugün televizyonu genel yayın yönetmeni T.T.nın tavsiyesiyle işe girdim. Program sunmaya başladım. T.T.ye kanalın sahibini sorduğumda bana kanal sahibinin MHP'li olduğunu ve bu partiden millevekili aday adayı olduğunu söylemişti. Bu durumunu da teyit ettikten sonra çalışmaya başladım. Kanalın lisansı R.A. üzerindedir. Ben kanalda çalışmaya başladıktan bir süre sonra H.A. kanalda çalışmaya başladı ve kendisiyle program sunmaya başladık. B.yi gazeteci olarak tanırım. Başkaca bir ilişkim ve irtibatım bulunmamaktadır. Biz programı sunduğumuz zamanda kendisi cezaevinde idi. 14/7/2016 tarihinde A. ile sunduğumuz ve A.A.nın konuk olarak katıldığı programda darbe girişimini meşrulaştıran söylemlerde bulunmadım. Kendilerinin söylemlerine ise müdahele edecek durumda değilim. Kendilerinin söylemlerini onların kanaati olarak değerlendirdiğimden müdahele etmedim. Ayrıca belki de yayın esnasında duymamış da olabilirim. Kendilerinin görüşleri beni ilgilendirmez. 15/7/2016 tarihinde gerçekleşen darbe girişiminden bir süre önce ülkede darbe söylentileri dolaşıyordu. Hatta bu yılın mayıs ayında Genel Kurmay başkanı H.A.nın bu söylentilere karşı silahlı kuvvetlere emir komuta zinciri içerisinde hakim olduğunu ve bu tür darbe girişiminin olmayacağı söylemlerini hatırlıyorum......Kamuoyunda Oda TV soruşturması olarak bilinen soruşturmada Taraf gazetesinin yine kamuoyunca malum 'gazetecilikten tutuklanmadılar' şeklindeki manşetinin savcı Z.Ö.nün ağzından atılan bir manşet olduğu söylemiyle ilgili olarak; burada gazetenin Z.Ö.nün söylemlerini aynen manşete taşıdığı, kendi kanaatini belirtmediğini vurgulamak isterim. Yine 28 Şubat sürecinde Hürriyet gazetesinin attığı manşetleri de aynı şekilde değerlendirdim. Herhangi bir gazetecinin attığı manşetlerden dolayı yargılanmasını doğru bulmuyorum....Sormuş olduğunuz A.K.yı Zaman gazetesi eski genel yayın yönetmeni olarak bilirim. Aynı camiada olduğumuzdan dolayı 1-2 kez görmüş olabilinn. Herhangi bir ilişkim bulunmamaktadır. Kendisinin A.A. veya B. ile ilişki veya irtibatlı olup olmadığını bilmiyorum. A.K.nın A.A.ya Taraf gazetesi genel yayın yönetmeni olduğu dönemde yapılan soruşturmalarla alakalı manşet attırdığı veya haber yaptırdığı iddiaları hususunda bir bilgim bulunmamaktadır....FETÖ/PDY'nin nihai amacının 15/7/2016 tarihinde gerçekleşen darbe girişimiyle anladım. Bu tarihten önce suç konusu faaliyetler içerisinde olduğunu düşünmüyordum. Bilseydim zaten 17-25 gibi faaliyetlerini savunmazdım. 17-25 Aralık soruşturmalarının cemaat faaliyeti olduğu iddiaları da henüz ispat edilmemişti. Bu sebeple bir yolsuzluk soruşturması olarak değerlendirdim. Sonuç olarak 14/7/2016 tarihli yayında darbe girişimini çağrısı ve toplumda haklılık algısı uyandıracak söylemlerde bulunulması iddilarını kabul etmiyorum. Benim yaptığım televizyon yayını sunmaktan ibarettir. Can Erzincan TV'de çalıştığım sürede bir çok bürokrat ve siyasetçi program konuğum olmuştur. Muhtelif görüşlere yer verilmiştir. Ayrıca şunu da belirtmek isterim ki yaptığım programa ilişkin FETÖ/PDY ile ilgili herhangi bir ceza da gelmemiştir. Üzerime atılı suçlamaları kabul etmem..." İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu hakkında 2016/85057 No.lu dosyadan yürütülen soruşturma işlemi bu dosyadan tefrik edilerek 2016/100447 sayılı soruşturma dosyasına eklenmiştir. Başvurucu 25/8/2016 tarihinde 5237 sayılı Kanun'un ve maddeleri gereğince yapılan tutukluluk incelemesi nedeniyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinden tahliye talebinde bulunmuştur. İtiraz ve tahliye talebine ilişkin dilekçede incelemenin duruşmalı olarak yapılması da istenmiştir. Hâkimlik 26/9/2016 tarihinde, dosya üzerinden yaptığı incelemede "... atılı suçun CMK.nın 100/ madde ve fıkrasında sayılan tutuklama nedeni varsayılabilir suçlardan olduğu, soruşturma dosyası kapsamında toplanan deliller, şüphelilerin ifade ve savunmaları, olaya ve şüphelilerin yakalanmasına ilişkin kolluk görevlilerince düzenlenmiş olan tutanak içerikleri ile tüm soruşturma dosyası kapsamının hep birlikte değerlendirilmesi neticesinde; şüphelilerin bir kısmının FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütünün mensupları olarak medyada örgüt lehine propagandalarda bulundukları, bir kısmının ise FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün içinde "abilik, ablalık" diye tabir edilen görevlerde bulundukları, söz konusu terör örgütüyle ilgili kamuoyuna yansıyan bir çok hazırlık soruşturması ve kamu davalarından anlaşıldığı, FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütünün bilindiği üzere Temmuz 2016 tarihinde kanlı bir darbe teşebbüsünde bulunduğu, bu örgütün devletin her kademedeki birimlerine militanlarını yerleştirdiği, birçok soruşturmanın devam ettiği, bu örgütün bütün faaliyet alanlarının ve mensuplarının henüz ortaya çıkarılamadığı, örgütün Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve Hükûmetine yönelik tehdit ve tehlikesinin devam ettiği, buna göre şüphelilerin eylemleri ve bağlantıları dikkate alındığında FETÖ/PDY örgütü üyesi olduğu hususunda kuvvetli suç şüphesi ve delillerin bulunduğu, CMK.nın maddesinde yazılı adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasının ve bu suretle şüphelilerin serbest kalmalarının, suçun hiçbir karanlık nokta kalmadan tüm unsurlarıyla ortaya konulması suretiyle aydınlatılması, böylece soruşturmanın ve şüpheli hakkında atılı suçtan açılması muhtemel kamu davasının kovuşturmasının selametle sonuçlandırılması bakımından sakıncalı olacağı, maddede sayılan adli kontrol tedbirlerinin hiçbirinin bu sakıncaları giderme ve ortaya çıkabilecek olumsuz sonuçları bertaraf edebilme niteliğine haiz olmadığı kanaatine varıldığı, yukarıda açıklanan nedenler de dikkate alındığında şüpheli hakkında uygulanacak tutuklama tedbirinin, soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi, şüphelilerin suçunun sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleri ile ölçülü olduğu kanaatine varıldığı, tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı ... " gerekçeleriyle tahliye talebinin reddine karar vermiştir. Başvurucu 12/10/2016 tarihinde bu karara itiraz etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 20/10/2016 tarihinde "dosyada tutukluluk halinin sonlandırılmasını gerektirecek yeni bir delil bulunmadığıve İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğininkararının usul ve yasaya uygun olduğu" gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Anılan karar başvurucuya 31/10/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 11/4/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun Türkiye Büyük Millet Meclisini (TBMM) ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçlarından cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucu dışında on altı şüpheli hakkında da benzer suçlardan cezalandırma talebinde bulunulmuştur. İddianamede ilk olarak FETÖ/PDY'nin yapısına, kamuoyunca bilinen isimleriyle 17-25 Aralık, MİT tırları, Selam-Tevhid-Kudüs Ordusu, Tahşiye, Kozmik Oda ve Balyoz gibi soruşturmalarda veya bu soruşturmalar sonucunda açılan davalarda anılan örgütün yargı ve emniyet içindeki unsurlarını kendi amaçları doğrultusunda nasıl kullandığına ve Hükûmeti devirmeye yönelik eylemlerine değinilmiştir. Devamında ise FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu ve darbe girişimine iştirak ettikleri değerlendirilen Zaman, Today's Zaman, Taraf, Bugün, Samanyolu TV, Can Ezincan TV gibi örgütün medya yapılanmasına dâhil olduğu belirtilen unsurlara yer verilmiştir. Cumhuriyet savcısı; başvurucunun süreklilik arz edecek şekilde örgütün amaçları doğrultusunda faaliyette bulunduğunu, özellikle gerçekleştirileceğini önceden bildiği darbe girişiminin altyapısının oluştuğunu ima eden konuşmalar yaparak bu girişime iştirak ettiğini ileri sürmüştür. Bu suçlamalara esas alınan iddianamedeki olgular şöyle özetlenebilir:i. Başvurucunun H.A. (bazı soruşturma belgelerinde "A." olarak ifade edilmiştir) ile birlikte yaptığı ve Can Erzincan TV'de yayımlanan "Özgür Düşünce" isimli programın 14/7/2016 tarihli yayınına A.H.A. (bazı soruşturma belgelerinde "A.A." olarak ifade edilmiştir) da katılmıştır. Başvurucunun bu programda yaptığı konuşmalarla -ertesi gün gerçekleşecek olan- darbe girişimini meşrulaştırmaya çalıştığı, TürkiyeCumhuriyeti hükümetini ve Cumhurbaşkanını tehdit ettiği ve darbenin gerçekleşeceğini beyan ettiği iddia edilmiştir. (Bu programın yayımlandığı Can Erzincan TV isimli televizyon kanalı FETÖ/PDY'nin amacı doğrultusunda yayınlar yaptığı ve kamuoyu oluşturmaya çalıştığı gerekçesiyle 668 sayılı KHK ile kapatılmıştır.) Başvurucunun suçlamaya konu programdaki konuşmasının ilgili kısmı şöyledir:"... Eski Peru devlet başkanı Fujimori’nin yaptığı bir hükümet darbesi, bir saray darbesi biçiminde, yapılan budur fiili bir, sözüm ona bir durum. böyle bir fiili durumun mutlaka hesabı sorulacak. Bu anayasa ihlallerinin, sadece yolsuzlukların değil, bir de resmen açık anayasa ihlalleri var. Bir gün bunun hesabı sorulacak. Eğer Türkiye Cumhuriyeti bir devlet olarak kalacaksa ki; siz bunu söylediniz, yani beraber yok etmeye çalışıyor devletle kendisini. Devlet, bunca senelik bir devlet, böyle bir gelenek sıfırlanamayacağına göre, bunun hesabı er geç sorulacak, hep soruldu ve maalesef bakın Tayyip Erdoğan çok iyi umutlarla ortaya çıkmıştı ama hep bu yaptığı olumsuzluklarla anılacak. Mesela Demokrat Parti dönemi deniliyor, Demokrat Parti dönemi üç tane gazeteciyi, tutuklandı diye ki Menderes kitlelere malolmuş, sevilmiş bir adam olmasına rağmen, sürekli Menderes’den bahsederken bu tahkikat komisyonu meselesi mutlaka ve mutlaka açılır. Yani bunlar…"ii. Başvurucunun kullandığı twitter sosyal paylaşım platformu hesabında FETÖ/PDY'nin kamuoyu oluşturmak için örgütlü ve sistemli bir şekilde faaliyette bulunan fuatavni, simge ekici, Son Vesayet, kaç saat oldu gibi kullanıcıların paylaşımlarını yeniden defalarca paylaştığı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin terör örgütü DEAŞ'a destek verdiği, ülkenin baskı ve diktatörlük ile yönetildiği şeklinde kamuoyu oluşturmaya çalışarak darbe girişimine zemin oluşturma faaliyeti içerisine girdiği ileri sürülmüştür. Bu kapsamda başvurucunun; "Adı geçen sosyal medya hesabından 07/07/2016 günü terör örgütü mensubu T.T. hakkındaki 'T.T.nin tek suçu muktedirlere boyun eğmemek ve kalemini satmamaktır' şeklindeki paylaşımı yeniden paylaştığı,13/07/2016 günü terör örgütünün kumpas tabir edilen kurguya dayalı soruşturma faaliyetlerini kast ederek 'Zaten topraktan çıkanlar da, Gölcükteki belgeler de hepsi sonradan yüklendi! Boru deyip geçelim' şeklinde paylaşımda bulunduğu, Aynı gün 'Batı Ergenekon davasına inanıyordu. FETÖ'ye ise gülüyor. Askeri vesayetin kalkmasını Ergenekon'a borçluyuz' şeklinde paylaşımda bulunduğu,Aynı gün 'Darbe soruşturmaları sürecinde cemaat aleyhine algı oluşturup, heyula üretenler 17 Aralık sonrası AKP gölgesinde hasat yapıyor', 'Cemaatin terör örgütü olduğuna inanan tek bir tane devlet yok İsmail, hatta AB şiddetle reddetti bu saçmalığı', terör örgütünün yayın organı Can Erzincan TV'yi kastederek 'Susmuyoruz. Siz de Canerzincandan vazgeçmediğinizi uydunuzu Hotbird'e ayarlayarak gösteriniz', 14/07/2016 günü şüphelilerden A.H.A. yı konuk ettiği ve darbe girişimine ilişkin toplumsal meşruiyet zemini hazırlama amaçlı söylemleriyle ilgili olarak 'A.A. yı dinliyorum, gözlerim kapalı!' şeklinde paylaşımda bulunduğu,16/07/2016 günü 'Yolsuzluk operasyonu darbe girişimi değildi. Darbe girişimini bu akşam yaşadık. Aradaki farkı gördünüz mü?' şeklinde paylaşımda bulunduğu,Yine aynı gün 'Meclis'e bomba atıldı. Siz hala iktidara ya da cemaate yükleniyorsunuz. Oysa bu, ordu içinde bir isyan. Bastırılır, ama tahribatı çok fazla" şeklinde paylaşımda bulunduğu ileri sürülmüştür.- Başvurucunun söz konusu paylaşımlarla darbe girişimini gerçekleştiren FETÖ/PDY'yi aklamaya çalıştığı, bu örgütün liderinin darbe girişimini sözde kınadığı haberini aynı amaçla paylaştığı, darbe girişiminden sonra devlet kademelerinden terör örgütü mensuplarının uzaklaştırılarak haklarında adli işlem başlatılmasını cadı avı olarak nitelendirdiği, "Milletimiz gerçekten demokrasiye bağlı olsaydı, İslamcı soslu faşizm bozuntusu bir rejimin ülkeye çöreklenmesine izin vermezdi" şeklinde paylaşımda bulunarak darbe girişimine canı pahasına karşı çıkan ve sokağa inen halkı aşağıladığı, terör örgütünün propagandası nitelikli diğer birçok paylaşım yaptığı ileri sürülmüştür.iii. Başvurucunun, 23/2/2015 tarihinde kamuoyunda Ergenekon ve 17-25 Aralık adıyla bilinen soruşturma ve kovuşturmalarda etkin rol üstlenen FETÖ/PDY üyesi olan eski Cumhuriyet Savcısı Z.Ö. ile kartopu oynarken fotoğrafının yayımlandığı, röportaj adı altında yapılan görüşmeyle ilgili "Öz'e hep taş atıyorlar. Ben de kartopu atayım dedim." şeklinde söylemde bulunarak örgüt üyesinin faaliyetlerini meşrulaştırmaya çalıştığı ileri sürülmüştür.iv. Başvurucunun 2012 yılı Ocak ayında "Her Taşın Altında 'The Cemaat' mi Var?" isimli kitabında FETÖYPDY'nin gerçekleştirdiği eylemler hususunda dezenformasyon faaliyetinde bulunduğu ileri sürülmüştür.v. Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığınca (MASAK) düzenlenen rapora istinaden başvurucunun FETÖ/PDY'ye mensup bir kısım yayın organının ait olduğu Koza İpek Basın ve Basım San. Tic. A.Ş.den on beş ayrı işlemde toplam 000 TL, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hakkında bu örgüte mensubiyeti dolayısıyla adli soruşturma yapılan F.A. dan ise iki ayrı işlemde toplam 167 TL havale ile para aldığı ileri sürülmüştür.vi. Başvurucunun konutunda ele geçirilen Office Bloknot ibareli, içinde otuz sekiz sayfadan ibaret el yazılı notlar bulunan bir adet not defterinin sayfasında, FETÖ/PDY lehine faaliyetleri çerçevesinde haklarında önceden işlem yapılan emniyet ve medya mensuplarının isimlerinin yer aldığı "Y.S, Y.T, Gazetecileri Koruma Kanunu B., A., Y., Ç., Sınır tanımayan gazeteciler, uluslararası yazarlar, gazeteciler tutuklandılar" ibareli, sayfasında ise terör örgütünün eylem ve faaliyetlerinin övüldüğü, örgütsel amaçlarla alındığı anlaşılan "Can Erzincan RTÜK karartma, RTE gezide Topçu kışlası yapılacağını, RTE=tehlikeli şahıs, Hukuk erozyona uğruyor, demokrasi tehdit altında, Herşey 17-25 aralıkta 4 Bakan ve Erdoğanın oğluyla yolsuzluk dosya başladı" şeklinde el yazılı notların yer aldığı ileri sürülmüştür.- Söz konusu bloknotun ve sayfalarının incelenmesinde "somut olgulara dayalı kuvvetli şüphe, A.G. Gaziantep'te tutuklandı, ışıd üniformasıyla, 22 ekim 2015, 7 yıla mahkum oldu, 10 ekim 2015 gar saldırısı Allah'ım, medrese yusufiye salıver, onları en tez zamanda sevdiklerine kavuştur....vb." şeklinde notlar alındığı, sayfada ise "Özgürlükçü Avrupalı Yargıçlar B.lığı aday, Mit Tırları savcı A.T., Ö.Ş., S.B., A.K., Ö.,B., 40 kişi tahliye...vb." şeklinde notlar alındığı, medrese yusufiye ifadesinin örgüt içinde kullanılan bir ifade olduğu ileri sürülmüştür.vii. FETÖ/PDY içinde üst düzey yöneticilik yaptıktan sonra yapılanmadan ayrıldığı belirtilen N.nin tanık olarak alınan 24/10/2016 tarihli ifadesine atıfla N.den sonraki dönemde FETÖ/PDY'nin medya yapılanmasının en güçlü kişisinin A.K. olduğu, başvurucunun da aralarında olduğu bir kısım medya mensubu ile Fetullah Gülen arasındaki ilişkinin bu kişi/kişiler tarafından sağlandığı ve söz konusu medya mensuplarının A.K. ile sık sık görüştükleri ileri sürülmüştür.viii. Telefon kayıtlarına dayanılarak başvurucunun FETÖ/PDY'nin üst düzey yöneticilerinden olduğu iddia edilen ve haklarında bu yapılanmayla bağlantılı suçlardan kamu davası açılan bazı kişilerle (H.E., E., H.T., A.A. ve H.A.) iletişim hâlinde olduğu ileri sürülmüştür.ix. Başvurucunun FETÖ/PDY'nin yayın organı Bugün gazetesinde köşe yazarlığı yaptığı, gazetenin ait olduğu şirket yönetimine örgüte yönelik olarak yürütülen soruşturmalar kapsamında kayyım atanmasından sonra yazılarına Özgür Bugün ve www.ozgurdusunce.com isimli haber sitesinde devam ettiği ileri sürülmüştür. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 3/5/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/127 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkemece yapılan tensip incelemesinde başvurucunun tutukluluğunun devamına ve ilk duruşmanın 19/6/2017 tarihinde yapılmasına karar verilmiştir. Tutukluluğun devamı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "... üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, arama tutanakları ve ekleri vs. deliller kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren müşahhas deliller bulunması, sanığın üzerine atılı suçun tutuklama sebeplerinin kanuni karine olarak varsayıldığı, CMK 100/3-a. 11 alt bendinde sayılan katalog suç oluşu, sanığa isnat edilen suçun kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini doğurması, Anayasının maddesindeki hukukidüzenleme de değerlendirildiğinde sanığın eyleminin subüta ermesi halinde sanığa verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü olması, sanık üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu dikkate alınarak, adı geçen sanığın CMK. 100 ve devamı maddeleri gereğince ... Tahliye taleplerinin reddi ile tutuklu sanıkların ...tutukluluk hallerinin devamına..." Başvurucunun savunması 19/6/2017 tarihinde yapılan ilk duruşmada alınmıştır.Başvurucu savunmasında özetle; i. (17/25 Aralık dönemindeki yazılarıyla ilgili olarak) FETÖ/PDY terör örgütü ile hiçbir bağının bulunmadığını, hayatı boyunca darbelerle mücadele etmiş bir gazeteci olduğunu, 17/25 Aralık soruşturmalarında kamuoyuna yansıyan belgeler üzerine bunların aydınlanmasını isteyen bir yazı yazması nedeniyle Sabah gazetesinden ayrılmak zorunda kaldığını ve iktidara muhalif konumuna geldiğini, gazetecilerin görünen gerçeğe göre yazılar yazdığını, bu kapsamda kendisinin de gördüklerini yazdığını, kaldı ki o dönemde muhalefet parti liderlerinin de benzer açıklamalarının olduğunu, daha önce oğluyla kurduğu ve 2002-2003 yılında devrettiği Bugün gazetesinden teklif gelmesi üzerine burada yazmaya başladığını, hiçbir zaman kaos oluşturmak ve darbeye zemin hazırlamak üzere bir yazı kaleme almadığını ifade etmiştir.ii. (Can Erzincan TV'deki konuşmasına ilişkin olarak) TV programının yayımlandığı kanalın o tarihte yasal ve meşru bir kanal olduğunu, sahibi hakkında hiçbir soruşturmanın bulunmadığını, FETÖ/PDY'ye ait bir televizyon olduğunu bilmediğini, kendisinin zaten az konuştuğunu, konuşmalarının hiçbirinde darbe ima eden bir sözünün geçmediğini, o tarihlerde medya aleyhine soruşturmalar olduğu için bunları eleştirdiğini, hukuka ve basın özgürlüğüne vurgu yaptığını, herkesin yargı denetimi altında olduğunu ve yargıya hesap vermesi gerektiğini, Fujimori örneğini bunun için verdiğini, programda reklam öncesi geçen Yine Yeşillendi Fındık Dalları şarkısını televizyonun hazırladığını, sadece kendi programı öncesinde değil tüm programlarda bu şarkıyı verdiğini, bu şarkıyla basın özgürlüğüne vurgu yapıldığını bildiğini, konuşmacı olarak katılan A.A.nın Balyoz'danyargılandığı bir dava olduğunu ve bunun güncel bir mesele olduğu için Balyoz konusunu açtığını ifade etmiştir.iii. (Darbe gecesi yaptığı sosyal paylaşımlarıyla ilgili olarak) Darbe aleyhine attığı tweetlerin hiçbirinin iddianameye konulmadığını, darbe gecesi gördüklerinin önceki tecrübelerine dayanarak bir darbe olamayacağını ancak bunun kalkışma olduğunu söylediğini, o gece de Twitter'in ikiye bölündüğünü, kimilerince bunun bir darbe olduğu, kimilerine göre ise böyle olmadığı yönünde görüşler ortaya konulduğunu, herkesin birbirini suçladığı o gecede kendisinin millet olarak kenetlenmeye vurgu yaptığını, tweetlerininpaylaştığı görüşlere katıldığı şeklinde anlaşılmaması gerektiğini belirtmiştir.iv. (Tanık N.nin beyanları ve telefon kayıtlarına ilişkin olarak) Tanık N.nin beyanlarında geçen A.K. ile hiç görüşmediğini, sadece bir iki toplantıda selamlaşmış olabileceğini, bu kişinin beyanlarının inandırıcı olmadığını, ayrıca telefon kayıtlarına dayanılarak 2006-2015 tarihleri arasında görüştüğü belirtilen kişilerden ikisinin yasal medya kurumunun yöneticileri olduğunu, bu kişilerle on yılda toplam en fazla beş kez görüşmüş olabileceğinive diğerinin ise avukatlığını yapan kişi olduğunu, mesleğinden kaynaklanan bu görüşmelerin hiçbirinde suç unsurunun bulunmadığını, içeriklerinin ne olduğunun da ortaya konulmadığını ifade etmiştir. v. (FETÖ/PDY'nin yargı yapılanmasından kişilerle görüntülerinin çıkması ve röportaj yapması ile ilgili olarak) Z.Ö. ile röportaj yaptığı tarihte bu kişinin terör örgütü üyeliği ile suçlanmadığını ve sadece açığa alınan bir savcı olduğunu, bu röportajla onu aklamaya çalışmadığını, daha önce yürüttüğü bir soruşturma nedeniyle onun hakkında soruşturma yapılması gerektiğine ilişkin yazı yazdığını, röportajı bir resimle süslemek istediğini ifade etmiştir.vi. (FETÖ/PDY ile irtibatlı basın kuruluşlarından yüklü miktarda para aldığına ilişkin olarak) Kendisine on beş bölümde verilen ücretin çalıştığı aylara ilişkin olduğunu, kendisinin bu miktardan daha yüksek ücretle başka gazete ve televizyonlarda çalıştığını ifade etmiştir.vii. (Evinde ele geçirilen Office Bloknot içinde geçen yazı ve notlarla ilgili olarak) Gördükleri ve dinledikleri hakkında küçük küçük notlar aldığını, daha sonra bunları sekreterine yazdırdığını, haberde geçen isimleri unuttuğu için isimleri de not aldığını, yazdığı bu notlarla bir terör örgütünün propagandasını yapmadığını ifade etmiştir. Cumhuriyet savcısı 11/12/2017 tarihli duruşmada esas hakkındaki mütalaasını sunmuştur. Savcılık mütalaasında, iddianamedeki gibi (bkz. §§ 33-35) FETÖ/PDY hakkında genel bazı açıklamalara yer verilmiş; başvurucunun da aralarında bulunduğu her bir sanık hakkında ayrı ayrı değerlendirme yapılmıştır. Mütalaada başvurucuyla ilgili değerlendirmeler genel olarak iddianamede belirtilen olgularla aynı mahiyette olup bunlara ek olarak münhasıran FETÖ/PDY üyeleri tarafından örgütsel haberleşme aracı olarak kullanılan Bylock programı (anılan programla ilgili bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 106) üzerinden bu örgütün üst düzey yöneticilerinden olduğu belirtilen kişiler arasında yapılan görüşmelerin içeriğinde başvurucuyla ilgili bazı hususların bulunmasına değinilmiştir. Söz konusu görüşmeleri yapan kişilerden E.T.A.nın FETÖ/PDY ile irtibatı olduğu gerekçesiyle kapatılan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfının başkan yardımcılığı görevini yürüttüğü, FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan hakkında soruşturma yürütüldüğü ve kaçak konumda olduğu, E.Y.nin ise FETÖ/PDY üyesi olduğu anlaşılmaktadır.-1/9/2015 tarihinde E.T.A ile E.Y. arasında yapılan görüşmenin içeriği söyledir:"Erkam bey bir abzurd teklifim var. Ancak bunu bizim seslendirmemiz değil de nazli hanım gibi birilerinin veya can dundar gibi birilerinin söylemesi faydalı olur. Bundan sonra hangi gazete baskın yerse ertesi gün bütün gazeteler o gazetenin yüzünü aynen bassın ve bütün gazeteler birlikte hareketin resmini versinler. Yani bir nevi bütün basın o gün biz bugun medyasıyız demiş olsalar. Yarın başka gazeteler olursa aynı şeyler onlar için de olmalı tabi" Savcılık mütalaasında, başvurucunun "örgütsel amaçlar doğrultusunda, darbe girişimine maddi cebir kullanmak suretiyle iştirak eden faillerin eylemine girişime sözde neden teşkil eden siyasal ve toplumsal kaos ortamının bulunduğuna ve bu ortamın yaratılmasına yönelik örgütsel amaçla gerçekleştirilen kalkışma suçlarının hareket unsurunun alt unsuru olan 'cebir' teriminin öncülü ve ayrı düşünülemeyecek bir parçası olan söylem ve propagandalarda bulunmak suretiyle" üzerine atılı anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçunun asli faili olduğu belirtilerek bu suçtan cezalandırılmasına karar verilmesi talep edilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 16/2/2018 tarihli kararıyla başvurucunun cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs etme suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. İddianame ve mütalaada belirtilen delillere atıfla verilen kararın ilgili kısmı şöyledir:"... terör örgütünün medya unsuru olan sanığın örgütsel amaçlar doğrultusunda, darbe girişimine maddi cebir kullanmak suretiyle iştirak eden faillerin eylemine girişime sözde neden teşkil eden siyasal ve toplumsal kaos ortamının bulunduğuna ve bu ortamın yaratılmasına yönelik örgütsel amaçla gerçekleştirilen kalkışma suçlarının hareket unsurunun alt unsuru olan 'cebir' teriminin öncülü ve ayrı düşünülemeyecek bir parçası olan söylem ve propagandalarda bulunmak suretiyle üzerine atılı anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçunun asli faili olduğu, ... somut olayda sanığın eyleminin bir bütün olarak TCK'nın 309/ maddesinde düzenlenen suçu oluşturacağı anlaşılmakla .... cezalandırılmasına ... karar verilmiştir." Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Yargıtay'da derdesttir ve başvurucunun hükmen tutukluluk durumu devam etmektedir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Şahin Alpay [GK], B. No: 2016/16092, 11/1/2018, §§ 41-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/24616
Başvuru, uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğa ilişkin kararların bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız olarak yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gazetecilik faaliyeti ve ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, milletvekili genel seçimlerinde bağımsız aday olan başvurucunun yapmak istediği halka açık toplantının yasaklanmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ve davanın uzun sürmesinin ise makul sürede yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu; Halkın Demokrasi Partisi, Demokratik Halk Partisi ve Demokratik Toplum Partisinin çeşitli yönetim kademelerinde bulunmuş Manisa'da siyaset yapan bir kişidir. 2011 yılı genel seçimlerinde Manisa'dan bağımsız milletvekili adayı, 2014 ve 2019 yılları yerel seçimlerinde Halkların Demokratik Partisinden Manisa belediye başkanı adayı, 2015 ve 2019 yılları genel seçimlerinde de aynı Partinin Manisa milletvekili adayı olarak seçimlere katılmıştır. Başvurucunun 12/6/2011 tarihli genel seçim faaliyeti kapsamında halka açık toplantı yapması için 20/5/2011 tarihinde Manisa Valiliğine bildirimde bulunulmuştur. 29/5/2011 tarihinde Cumhuriyet Meydanı'nda gerçekleştirilmek istenilen miting için Valilik, yakın tarihte bildirimsiz yapılan bazı toplantılarda meydana gelen kamu düzenini bozucu eylemleri gözeterek "Cumhuriyet Meydanında yapılacak seçim mitinginde terör örgütü propagandası ve provokatif eylemlerin yapılacağı, seçim mitinginin ideolojik gösteriye dönüştürülebileceği duyumu ... ve istemeyen olumsuz olayların çıkabileceği" gerekçesiyle toplantıyı yasaklamıştır. 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun maddesi ile 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun maddesinin (C) maddesi uyarınca verilen kararda millî güvenlik, kamu düzeninin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunmasının amaçlandığı açıklanmıştır.Yasaklama kararına dayanak olaylar özetle şöyledir:i. 4/4/2011 tarihinde Fevzi Çakmak Mahallesi'nde bazı kişiler akşam vakti sivil itaatsizlik adı altında kanuna aykırı yürüyüş gerçekleştirmiş, güvenlik güçlerine taşlı saldırıda bulunmuştur.ii. 26/4/2011 tarihinde Barış ve Demokrasi Partisinin aldığı karar doğrultusunda, aynı mahallede olan partinin temsilcilik bürosunun önündeki bir alanda "sivil itaatsizlik eylemlerini gündemde tutmak" için Demokratik Çözüm Çadırı adı verilen bir çadır kurulmak istenmiştir. Güvenlik güçlerinin çadırın kurulmasına müdahalesi nedeniyle grup, polise taş, sopa ve molotof kokteyli ile saldırmıştır. Ayrıca grup terör örgütü lehinde sloganlar atmıştır.iii. 18/5/2011 tarihinde saat 30 sıralarında aynı mahallede toplanan "partili grup" kanuna aykırı yürüyüş gerçekleştirerek Cumhuriyet Halk Partisi seçim irtibat bürosuna taş ve sopa ile saldırmış, bazı kişilerin araçlarına ve MOBESE kamerasına zarar vermiş, ayrıca terör örgütü lehine slogan atmıştır. Barış ve Demokrasi Partisi İl ve Merkez İlçe Yönetim Kurulu üyelerince bu olayların engellenmediği belirtilmiştir.iv. 20/5/2011 ve 22/5/2011 tarihlerinde Kazım Karabekir Mahallesi'nde toplanan "partili grup", "korsan" gösteri düzenlemek istemiş, güvenlik güçlerine taş ve havai fişekle saldırmıştır. Başvurucunun Valiliğin yasaklama kararının iptali talebiyle 18/7/2011 tarihinde açtığı davayı Manisa İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) 30/12/2011 tarihinde reddetmiştir. İdare Mahkemesi, iptal taleplerinin reddine ilişkin kararda geçmiş tarihlerde başvurucuyu destekleyen grupların silah kullanmak suretiyle birçok kişinin yaralanmasına, kamu malına zarara, toplumda korku ve paniğe neden olduklarını belirterek kamu düzenini ihlal ettiklerini vurgulamıştır. Ayrıca kararda, başvurucunun da bazı olaylarda yer aldığını belirtilerek "aynı olaylara yeniden mahal vermemek üzere Cumhuriyet Meydanında yapılmak istenen mitingin yasaklanmasın[da]" hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Mahkeme, gerekçeli kararında Valiliğin yasaklama kararında dayanmadığı -başvurucunun katıldığı- bazı toplantılarda yaşanan olaylara önem vermiş görünmektedir. Mahkemenin aktardığına göre olaylar özetle şöyledir: i. Emek, Özgürlük ve Demokrasi Partisi bağımsız milletvekili adayı olan başvurucuyu 17/4/2011 tarihinde tren garında karşılayan Barış ve Demokrasi Partisi yönetici ve destekçilerinin oluşturduğu grup yasa dışı slogan atarak yürüyüş gerçekleştirmiştir. Başvurucunun da aralarında olduğu grup vilayet binası önünde beş dakikalık oturma eylemi ve basın açıklaması gerçekleştirmiştir. Aynı nitelikte sloganları atarak tren garına geri dönen grup akabinde Fevzi Çakmak Mahallesi'nde kurulan çadıra gitmiştir. ii. 14/5/2011 tarihinde saat 30 sıralarında aralarında başvurucunun da bulunduğu grup bildirimde bulunmadan Horozköy Meydanı'na doğru yürüyüş yaptıkları, anılan yerde yol tamamen trafiğe kapatılarak oturma eylemi gerçekleştirdikleri ve olayla ilgili suç duyurusunda bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucu, davanın reddine ilişkin karara karşı temyiz ve karar düzeltme başvuruları üzerine Danıştay Onuncu Dairesi 10/11/2015 tarihinde başvuruya konu kararın hukuka uygun olduğu sonucuna vararak temyiz talebini 28/2/2019 tarihinde ise karar düzeltme talebini kesin olarak reddetmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 24/4/2019 tarihinde öğrendikten sonra süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18668
Başvuru, milletvekili genel seçimlerinde bağımsız aday olan başvurucunun yapmak istediği halka açık toplantının yasaklanmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ve davanın uzun sürmesinin ise makul sürede yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, "uyuşturucu madde ticareti yapmak amacı ile kurulan suç örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etmek" suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 15/5/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 24/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm başkanı tarafından 2/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 24/10/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK. maddesi ile yetkili) yürütülen soruşturma kapsamında 11/9/2008 tarihinde gözaltına alınarak aynı tarihte tutuklanmış, 23/10/2008 tarihinde serbest bırakılmıştır. Başvurucu hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK. maddesi ile yetkili) 12/1/2009 tarih ve E.2009/35 sayılı iddianamesi ile "uyuşturucu madde ticareti yapmak amacı ile kurulan suç örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etmek ve uyuşturucu madde ticareti yapmak” suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Başvurucu hakkında açılan dava, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. maddesi ile görevli) E.2009/36 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Mahkemece, 23/1/2009 tarihli tensip zaptı ile E.2009/36 sayılı dava dosyasının Mahkemenin E.2008/38 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine, yargılamaya E.2008/38 sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmesine karar verilmiştir. Başvurucunun da aralarında bulunduğu altı sanık hakkında yargılama yapan Mahkeme, 14/10/2009 tarih ve E.2008/38, K.2009/244 sayılı karar ile başvurucunun, "suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve yönetmek, kurulan örgüte bilerek, isteyerek yardım etmek ve üye olmak" suçlarından beraatine, "uyuşturucu madde ticareti yapma suçuna yardım" fiilinden 3 yıl 1 ay 15 gün hapis ve 40,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Karar başvurucu tarafından 20/10/2009 tarihinde temyiz edilmiş olup, temyiz incelemesi devam etmektedir. Başvurucu, 15/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası, maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları ile 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrasının (e) bendi.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6773
Başvurucu, "uyuşturucu madde ticareti yapmak amacı ile kurulan suç örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etmek" suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru; kızamık aşısı olunmasına rağmen kızamık hastalığına bağlı olarak ortaya çıkan bir rahatsızlık sonucunda ölüm olayının meydana gelmesi nedeniyle yaşam hakkının, olay hakkında açılan tam yargı davasının dokuz yılı aşkın bir sürede kesinleşmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu dava dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuru formu ve eklerindeki tıbbi belgelere göre başvurucuların 15/2/1998 tarihinde dünyaya gelen müşterek çocukları A.A.ya 2002 yılında subakut sklerozan panensefalit (SSPE) hastalığı tanısı konulmuştur. A.A. gördüğü tedavilere rağmen 23/7/2009 tarihinde hayatını kaybetmiştir. Başvurucular 11/4/2006 tarihinde -A.A. hayatta iken- Sağlık Bakanlığına müracaat etmiş ve A.A.nın SSPE hastalığına yakalanmasında hizmet kusuru bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Başvurucuların dilekçesi üzerine Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün talebi doğrultusunda Diyarbakır İl Sağlık Müdürlüğü tarafından konu ile ilgili olarak bir inceleme başlatılmıştır. Bu inceleme kapsamında A.A.nın bağlı olduğu Bağlar 1 No.lu Sağlık Ocağına müzekkere yazılarak A.A.nın aşı kaydının bulunup bulunmadığı sorulmuştur. Bağlar 1 No.lu Sağlık Ocağının cevap yazısında; 2000 yılında yağan yağmurun kanalizasyonun taşmasına sebep olduğu, sağlık ocağının zemininin düşük olması nedeniyle 2000 yılı da dâhil olmak üzere daha önceki yıllara ait evrakların hasar gördüğü, kızamık aşısı ile diğer aşıların kaydedildiği formların da su baskınında hasar gördüğü, bu sebeple söz konusu belgelerin bulunamadığı belirtilmiştir. Bu inceleme kapsamında ayrıca A.A.ya ait Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi kayıtları temin edilmiştir. A.A.nın rahatsızlığının ilk belirtilerinin ortaya çıktığı 2002 yılında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesince düzenlenen anamnez (hasta öyküsü) kâğıdında diğer bilgilerin yanı sıra A.A.nın kızamık olup olmadığı hususu ile ilgili olarak "kızamık (?)" şeklinde bir kayıt yer almaktadır. Sağlık Bakanlığı yukarıdaki araştırmaları yaptıktan sonra SSPE ve kızamığa bağlı diğer komplikasyonların aşılanmamış, aşılandığı hâlde yeterli bağışıklık düzeyine ulaşmamış veya aşılanmadan önce kızamık geçirmiş çocuklarda ortaya çıktığını; somut olayda SSPE hastalığının ortaya çıkmasında hizmet kusurunun bulunmadığını belirterek 18/5/2006 tarihinde başvurucuların isteminin reddine karar vermiştir. Başvurucular, bunun üzerine 14/6/2006 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesinde dava açmış ve 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır. Başvurucular dava dilekçesinde özetle oğullarının doğduğu dönemde tek doz kızamık aşısının uygulanmakta olduğunu, oğullarının bu uygulama nedeniyle SSPE hastalığına yakalandığını ileri sürmüşlerdir. Başvurucular, oğullarının hastalığı döneminde gerek manevi gerekse maddi yönden büyük sıkıntı çektiklerini ifade etmişlerdir.Başvurucular son olarak devletin düzenli aşı kampanyaları yapmakla yükümlü olduğunu, on yıldır Bağlar Sağlık Ocağına yakın bir yerde oturmalarına rağmen yeterli doz aşı uygulamasının bu yere ulaştırılamamasının kabul edilemez olduğunu ileri sürmüşlerdir. Sağlık Bakanlığı, sunulan koruyucu sağlık hizmeti ile ortaya çıktığı iddia edilen sonuç arasında uygun illiyet bağı bulunmadığını savunmuştur. Sağlık Bakanlığı Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinin anamnez kâğıdında A.A.ya kızamık aşısı yapılmadığı ve A.A.nın 18 aylıkken kızamık hastalığı geçirdiği bilgisinin yer aldığını, Diyarbakır İl Sağlık Müdürlüğü kayıtlarında da A.A.nın aşılandığına ilişkin bir bilginin bulunmadığını belirtmiştir. SağlıkBakanlığı, dava tarihinden önce Sağlık Bakanlığı onayıyla oluşturulmuş ve SSPE hastalığı hakkında çeşitli araştırmalar yapmış olan SSPE Bilimsel İnceleme Komisyonunca (Komisyon) hazırlanan rapordaki verilere dayanarak dava konusu olayda hizmet kusuru bulunmadığını savunmuştur. Başvurucular; oğulları A.A.nın ölümü ile neticelenen olayda hizmet kusuru bulunduğunu, oğullarına Bağlar 1 No.lu Sağlık Ocağında bebeklik aşısını yaptırdıklarını, idarenin oğullarına kızamık aşısı yapılmadığı yönündeki savunmasına itibar edilmesi hâlinde bile gerekli organizasyonu kuramaması ve oğullarına kızamık aşısını ulaştıramaması nedeniyle idarenin sorumluluğunun bulunduğunu belirterek Sağlık Bakanlığının savunma dilekçesine karşı beyanda bulunmuşlardır. Yukarıda da belirtildiği üzere Sağlık Bakanlığı, SSPE Komisyonunca hazırlanan rapordaki verilere dayanarak olayda hizmet kusuru bulunmadığını savunmuştur. Dava dosyasında da bir örneği bulunan bu rapor, 1970 yılından itibaren Türkiye'de uygulanan kızamık aşısı ile SSPE hastalığı arasındaki ilişkiyi incelemek üzere Sağlık Bakanı'nın 1/7/2005 tarihli ve 6888 sayılı oluru ile kurulan bir komisyon tarafından hazırlanmıştır. Bu Komisyon, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalında görevli Prof. Dr. S.T. ile Doç. Dr. A., aynı Üniversitenin Çocuk Nörolojisi Bilim Dalında görevli Prof. Dr. S.A. ile Prof. Dr. B.A., yine aynı Üniversitenin Çocuk Enfeksiyonu Ana Bilim Dalında görevli Prof. Dr. , ayrıca Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalında görevli Prof. Dr. U.B. ile bu Üniversitenin Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalında görevli F.A. ve İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsünde görevli Prof. Dr. G.G.den oluşmaktadır. Komisyon rapor hazırlamadan önce diğer bazı araştırmaların yanı sıra Dünya Sağlık Örgütü tarafından yıllara göre önerilen kızamık aşı takvimini ve uygulamalarını incelemiş, dünyada tek doz kızamık aşısı uygulanan ülkelerdeki SSPE görülme sıklığını araştırmış, ayrıca Türkiye'deki üniversite ve eğitim hastanelerinde takip/tedavi edilen SSPE olgularının sayısını tespit etmeye çalışmıştır. Komisyon, toplam üç toplantı yaparak 5/4/2006 tarihli bir rapor hazırlamıştır. Raporda;i. Kızamık hastalığının bulaşıcılığı yüksek olan çocukluk çağı hastalıklarından biri olduğu, bildirilen kızamık olgularının yaklaşık %30'unda bir ya da daha fazla komplikasyonun ortaya çıktığı, bu komplikasyonlardan birinin de SSPE hastalığı olduğu belirtilmiştir.ii. Aşı Güvenliği Küresel Danışma Komitesinin incelenen tüm SSPE olgularında vahşi kızamık suşlarının saptandığını açıkladığı ifade edilmiştir. Rapora göre Aşı Güvenliği Küresel Danışma Komitesi, kızamığın kontrol altına alındığı ülkelerde SSPE'nin azalmasını veya hiç görülmemesini dikkate alarak SSPE hastalığına kızamık aşısının neden olmadığını açıklamıştır.iii. SSPE hastalarında moleküler tanı yöntemleri ile yapılan incelemelerde daima vahşi kızamık virüs suşlarının saptandığı, kızamık aşı virüsünün hiçbir zaman saptanmadığı belirtilmiştir.iv. Kızamık hastalığından ve hastalığın yol açtığı komplikasyonlardan korunmanın tek yolunun duyarlı nüfusun yaygın ve etkin aşılanması ile toplumun bağışıklığının yükseltilmesi olduğu ifade edilmiştir.v. Türkiye'de kullanılan aşıların Dünya Sağlık Örgütü tarafından önerilen ve onaylanan iyi üretim uygulamaları (good manufacturing practices) kurallarına göre üretilmiş ve uluslararası referans laboratuvarlarında test edilmiş aşılar olduğu belirtilmiştir. Rapordaki bilgilere göre aşılar kullanıma sunulmadan önce Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezinde test edilmekte ve uygun olduğu kanıtlanan aşıların kesin kabulü yapılmaktadır. Rapora göre aşılar üretici firmadan alınıp aşılanacak kişiye uygulanana kadar tüm sağlık kuruluşlarında soğuk zincir sistemi içinde, uygun ısı aralığında korunmakta ve sistem sürekli olarak izlenmektedir.vi. Türkiye'deki aşı uygulamalarının hastalıkların görülme sıklığı ve dağılımı değerlendirilerek Dünya Sağlık Örgütü ve Bağışıklama Danışma Kurulu önerilerine göre düzenlendiği ifade edilmiştir. Rapordaki bilgilere göre kızamık aşısı 1970 yılı sonlarında Dünya Sağlık Örgütü tarafından bebeklik çağında yapılması gereken aşılar arasına alınmıştır. Yine rapordaki bilgilere göre Dünya Sağlık Örgütü, aşı uygulama zamanını 1986-1989 yılları arasında dokuzuncu ayda ve tek doz olarak önermiş; 1993 yılında ise kızamık eliminasyonunu hedefleyen ülkeler için ikinci dozu önermiş ancak gelişmekte olan ülkeler için rutin iki doz aşı uygulamasının erken olduğunu ve ilk dozda yüksek oranlara ulaşılmasına öncelik verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Rapordaki bilgilere göre Dünya Sağlık Örgütü, 1998 yılında da dokuzuncu ayda tek doz önerisini devam ettirmiştir. Rapora göre Dünya Sağlık Örgütü 2000 yılında ise dokuzuncu aydaki ilk doz kızamık aşısına ek olarak çocuklara ikinci doz fırsatının verilmesini önermiş, 2003 yılında da bu önerisini tekrar etmiştir.vii. Kızamık aşısı uygulamasının ülkemizde de Sağlık Bakanlığı tarafından 1970 yılında başlatıldığı belirtilmiştir. Türkiye'deki rutin kızamık aşı uygulamasının Dünya Sağlık Örgütü ve Bağışıklama Danışma Kurulu önerileri doğrultusunda 1970 yılından 1998 yılına kadar tek doz olarak sürdürüldüğü ifade edilmiştir. Aşılanma oranının 1987 yılından bu yana giderek artış gösterdiği, bu oranın 1987-1990 yılları arasında %60,7, 1991-1994 yılları arasında %73,7, 1995-1998 yıllarında ise %76'ya ulaştığı belirtilmiştir. 1999-2002 yılları arasında %81,7 aşılama oranına ulaşıldığı, kızamık hastalığının en düşük düzeye indirilmesi amacıyla 2002 yılında Sağlık Bakanlığı tarafından Kızamık Eliminasyon Programı başlatıldığı, 2003-2005 yılları arasında uygulanan kızamık aşı günleri ile on beş yaş altı 18,5 milyon çocuğa aşı yapılarak %95 oranının aşıldığı, 2003-2004-2005 yıllarında rutin kızamık aşısı oranlarının ise sırasıyla %75, %87,4 ve %91 olarak gerçekleştiğiifade edilmiştir.viii. İlkokullarda görülen kızamık salgınlarının önlenmesine yönelik olarak 1998 yılında Bağışıklama Danışma Kurulu kararı ile kızamık aşısının dozunun ilköğretim birinci sınıf aşı takvimine eklendiği ifade edilmiştir. Rapordaki bilgilere göre kızamık aşısı 2006 yılından itibaren on ikinci ayda uygulanmış, ilkokul sınıfta yapılan kızamık aşısına da devam edilmiştir.ix. Türkiye'deki SSPE olgularının sayısı ile ilgili olarak yapılan araştırmada toplam altmış bir eğitim ve araştırma hastanesi ile üniversite hastanesinden bildirim yapıldığı, bu bildirimlere göre 1995 yılından bu yana tedavi/takip amacıyla hastaneye başvuran SSPE olgularının sayısının 131 olduğu belirtilmiştir. Raporda; bu olguların %56'sının kızamık hastalığı geçirdiğinin, %11'inin ise kızamık hastalığı geçirmediğinin bildirildiği, %33'ü ile ilgili bilgiye ulaşılamadığı, yalnızca %29'unda kızamık aşısı yapıldığının bildirildiği ifade edilmiştir.x. Dokuzuncu ayda uygulanan kızamık aşısının etkinliğinin %80-85 olduğu, Türkiye'deki SSPE olgularının toplumsal bağışıklığın %60 olduğu dönemlerden kaynaklandığı, bu bağlamda önemli olan hususun zamanında aşılanma oranının %95'lerin üzerinde tutulması olduğu ifade edilmiştir. Aşılanma oranının tek dozla bile %100'e yaklaşması hâlinde o toplumda kızamık olgularının çok aza inebileceği, bunun en uygun örneğinin Çin olduğu, aşılanma oranı ülke düzeyinde yüksek olduğu ve salgın oluşturacak, aşısı eksik bir nüfus bulunmadığı için dokuzuncu ay aşılaması ile kızamık olgularının ve buna bağlı SSPE olgularının Çin'de belirgin şekilde azaldığı ifade edilmiştir.xi. Epidemiyolojik verilerin kızamık aşısının kızamık hastalığına, dolayısıyla SSPE hastalığına karşı koruyucu olduğunu gösterdiği belirtilmiştir. Komisyon tarafından hazırlanan raporda sonuç olarak aşağıdaki değerlendirmeler yapılmıştır:"Sonuç olarak;Ülkemizde, Sağlık Bakanlığı tarafından GBP kapsamında uygulanan tüm aşıların kalite kontrolleri yapılmakta ve üretimden kullanıcıya soğuk zincir sistemi içerisinde ulaştırılmaktadır. Sağlık Bakanlığı kayıtlarına göre kızamık aşısı rutin aşılama programı içerisinde 1998 yılına dek her zaman tek doz uygulanmıştır, bu süre içerisinde iki dozdan tek doza geçildiği bir dönem olmamıştır. 1998 yılında okullarda yaşanan kızamık salgınlarını önlemek amacıyla ilköğretim sınıfta doz uygulaması başlatılmıştır. Ülkemizde geçmişte uygulanmış ve halen uygulanmakta olan kızamık aşılama şemaları başta DSÖ olmak üzere uluslararası uygulamalarla ve bilimsel bulgularla uyumludur. SSPE hastalığı kızamık aşısının değil kızamık hastalığının komplikasyonudur. SSPE olgularından kızamık hastalığı virüsü sorumludur. Ülkemizde aşılanma oranları göz önüne alındığında SSPE insidansının benzer ülkelerden çok farklı olmadığı görülmektedir. Ülkemizde SSPE olguları aşılama oranlarının ve aşı ile elde edilen toplumsal bağışıklığın düşük olduğu dönemlerde gorülen kızamık olgularından kaynaklanmaktadır.Öneriler; Çocukların rutin aşılanma oranlarını ülke genelinde ve her il düzeyinde arttırmaya yönelik çalışmalar sürdurülmelidir. Aşı konusunda toplumu doğru bilgilendirmeye yönelik halk eğitim çalışmaları yapılmalı, aşı uygulamalarında toplum katılımının sağlanmasına çalışılmalı, aşının güvenli olduğu konusunda bilgilendirme yapılmalı ve bu konuda yazılı ve görsel medya ile işbirliğine gidilmelidir. Kızamık ve SSPE sürveyans ve bildirim sistemi güçlendirilmelidir. İlgili dallardan uzmanların katılımıyla, SSPE olgularının tanı ve tedavi protokollerine yönelik bir komisyon oluşturulmalı, bu komisyonca uygun görülen tedavi giderleri sosyal güvence kapsamında olmalı ve bakım giderleri desteklenmelidir. Konuyla ilgili uzmanlar tarafından bu konularda yapılacak açıklamaların bilimsel gerçekler doğrultusunda ve özenle seçilmiş ifadelerle bilimsel etik ve sorumluluğun gereği olarak yapılması önerilir.  (...)" Diyarbakır İdare Mahkemesi, anılan raporun yanı sıra 2/3/2009 tarihinde Adli Tıp Kurumu Başkanlığına müzekkere yazarak SSPE hastalığının A.A.ya uygulanan tek doz kızamık aşısı uygulamasından kaynaklanıp kaynaklanmadığı, bu uygulamada davalı idarenin bir kusurunun bulunup bulunmadığı hususlarının tespit edilmesi amacıyla bir rapor hazılanması talebinde bulunmuştur. Bunun üzerine A.A. hakkındaki adli ve tıbbi evrak dikkate alınarak Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu tarfından bir rapor hazırlanmıştır. Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulunun 27/5/2009 tarihli raporunun sonuç kısmı şöyledir:"Tanısı konan SSPE hastalığının kızamık aşısı yapılmayan ve bu nedenle kızamık geçiren çocuklarda ileri dönemde görülen bir komplikasyon olduğu, aşının yapılması ile değil yapılmamasıyla ilişkisi olduğu, cihetle ilgili idarenin kusurunun olmadığı oy birliği ile mütalaa olunur." Başvurucular 18/12/2009 tarihli dilekçelerinde özetle Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulundan alınan raporda delillerin takdir edilmiş olmasının hukuka aykırı olduğunu, objektif olmayan Adli Tıp Kurumu raporunun ikna edicilikten de uzak olduğunu belirterek Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan yeni bir rapor alınması talebinde bulunmuşlardır. Diyarbakır İdare Mahkemesi,Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu raporunu hükme esas alınabilecek yeterlilikte görerek 31/12/2009 tarihli kararla davanın reddine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"(...)Dava konusu uyuşmazlıkta İlyas AKBOZ ve Ayten AKBOZ'un müşterek çocukları [A.A.nın] SSPE hastalığına yakalanmasının tek doz aşı uygulamasından kaynaklanıp kaynaklanmadığının tespiti ile davalı idarenin kusurunun bulunup bulunmadığı, kusuru varsa kusur oranının belirlenmesi amacıyla dava dosyası Adli Tıp Kurumu Başkanlığı'na gönderilmiş, Adli Tıp Kurumu Adli Tıp İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen 2009 tarih ve 17699-2913 sayılı raporda özetle;SSPE hastalığının kızamık aşısı yapılmayan ve bu nedenle kızamık geçiren çocuklarda ileri dönemde görülen bir komplikasyon olduğu, aşının yapılması ile ilgili değil, yapılmaması ile ilişkisi olduğu cihetle ilgili idarenin kusurunun olmadığı belirtilmiştir. Söz konusu bilirkişi raporu taraflara tebliğ edilmiş, davacı tarafından rapora itiraz edilmiştir. Ancak davacı tarafından bilirkişi raporuna yapılan itirazlar yerinde görülmemiş, bilirkişi raporu hükme esas alınabilecek nitelikte bulunmuştur.Bilirkişi raporunda ayrıntılı olarak belirtildiği üzere SSPE hastalığının kızamık aşısı yapılmayan ve bu nedenle kızamık geçiren çocuklarda ileri dönemde görülen bir komplikasyon olduğu, aşının yapılması ile ilgili değil, yapılmaması ile ilişkili olduğu ve davacılar tarafından çocuklarına kızamık aşısının yapılmaması sonucuSSPE hastalığının oluştuğu kanaatine ulaşıldığından idareye atfedilebilecek bir kusur bulunmadığından davacılarıntazminat taleplerinin kabulüne olanak bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.Kaldı ki söz konusu aşının tek doz olarak yapıldığının kabul edilmesi halinde bile aşının bahsi geçen hastalığa sebep olmayacağının kabülü gerekmektedir. Zira davacılar tarafından hastalığın tek doz kızamık aşısından kaynaklandığı iddia edilmektedir. Ancak SSPE hastalığı kızamık hastalığından sonra ortaya çıkan bir hastalıktır. Davalı idareye bağlı olmayan ve çeşitli üniversitelerde görev yapan akademisyenlerce hazırlanan 2006 tarihli rapora göre SSPE hastalığı kızamık aşısının değil kızamık hastalığının bir komplikasyonudur. Bu açıdan hastalığın yapıldığı iddia edilen aşıdan kaynaklandığı hususu bilimsel olarak kabul edilemiyecek niteliktedir. Yine söz konusu rapora göre Genişletilmiş Bağışıklama Programı kapsamında uygulanan tüm aşıların kalite kontrolleri yapılmakta ve üretimden kullanıcıya dek soğuk zincir sistemi içerisinde güvenle ulaştırılmaktadır. Bu açıdan aşının kendisinde bir bozukluk olması hususu da kabul edilemeyecek bir durumdur. Aşının iki doz yerine tek doz yapılması hususuna gelince, hem raporun hem de savunma dilekçesinin incelenmesinden kızamık aşısının 1998 yılına kadar tek doz bu yıldan sonra iki doz yapıldığı görülmektedir. Ancak bu husus davacıların iddialarını kanıtlar nitelikte değildir. Zira yapılması gereken ikinci doz hemen ilk dozun ardından değil bu aşıdan yıllar sonra ilköğretim sınıf çağında yapılmaktadır. Bu nedenle söz konusu aşı yapılmış olsa bile o yaş çağındatek doz yapılması doğru bir uygulama olup, söz konusu kişi 5 yaş civarında SSPE hastalığına yakalandığından idarenin burada bir kusurunun bulunmadığı açıktır. Çünkü ikinci aşı ilköğretim sınıf çağında yapıldığından bu süreden daha önce söz konusu hastalığa yakalanan davacıların çocuklarının yaşı itibariyle ikinci dozu vurulması zaten mümkün değildir. Bu açıdan aşının eksik yapıldığı iddiası da kabul edilemez.Bunların dışında, idarece sunulan aşı uygulaması hizmeti, kamu yararının sağlanmasına yönelik hizmetler olup, asıl olarak anne-babalar tarafından çocuklarının aşı takibinin yapılması gerekmektedir. İdarece yapılmış olan bir aşı var ise ancak bu aşının bozuk olması durumunda kusurlu olduğunun, bunun dışında aşı yaptırılıp yaptırılmama açısından ise asıl sorumluluğun ailelerde bulunduğunun kabulü zorunludur. Dava konusu olayda ise eğer bir aşı yapılmış ise bu aşının bozuk olma ihtimalinin bulunmadığını yukarıda açıklanmış olup, ayrıca yine kızamık aşısı yapılmış olsa bile davacıların çocuklarının kızamık hastalığına yakalanması durumunda bu hususun bahsi geçen kişinin yeterli bağışıklık düzeyine ulaşamamasından kaynaklanağının kabulü gerekeceğinden, bu konuda da idareye atfedilecek bir kusur bulunmamaktadır.Bütün bu nedenlerle, davacıların çocuklarının davalı idareye bağlı ekiplerce aşılandığının kanıtlanamaması, aşı yapılmış olsa bile SSPE hastalığına yakalanılmasında kızamık aşısının sebep olamayacağı, hastalığa ancak kızamık hastalığı virüsünün neden olabileceği, aşının bozuk olma ihtimalinin bulunmadığı,ikinci doz aşınında birinci sınıf çağında yapılacağı, bu nedenle aynı andaçift doz aşı yapılması gibi bir uygulamanın söz konusu olmadığı, davacıların çocuklarının da ikinci doz uygulama döneminden önce bahsi geçen hastalığa yakalanması karşısında ortada idareye atfedilebilecek bir kusur bulunmadığından davacılarıntazminat taleplerinin kabulüne olanak bulunmamaktadır." Başvurucular 18/2/2010 tarihli dilekçelerinde özetle ilk derece mahkemesi kararının eksik inceleme sonucu verildiğini, Adli Tıp Kurumu raporuna yaptıkları itirazın dikkate alınmadığını, kararın kendi içinde çelişkili olduğunu belirterek temyiz talebinde bulunmuşlardır. Başvurucular ayrıca oğullarına tek doz kızamık aşısını Bağlar 1 No.lu Sağlık Ocağında yaptırdıklarını, bunun aksini ispatlamanın idareye düştüğünü ancak bu husus hakkında yeterli araştırma yapılmadan hüküm kurulduğunu ifade etmişlerdir. Başvurucular, önceki dilekçelerinde ileri sürdükleri hususları temyiz dilekçesinde de yinelemişlerdir. Danıştay Onbeşinci Dairesi 30/4/2014 tarihli kararla ilk derece mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir. Başvurucular gerek ilk derece mahkemesi kararının gerekse Danıştay kararının gerekçesiz olduğunu, somut olayda adil yargılanma hakkının, ayrımcılık yasağının ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini belirterek Danıştayın onama kararına karşı karar düzeltme yoluna başvurmuşlardır. Başvurucuların karar düzeltme istemi aynı Dairenin 7/5/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 6/7/2015 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 14/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk 24/4/1930 tarihli ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun maddesi şöyledir:"Memleketin sıhhi şartlarını ıslah ve milletin sıhhatine zarar veren bütün hastalıklar veya sair muzır amillerle mücadele etmek ve müstakbel neslin sıhhatli olarak yetişmesini temin ve halkı tıbbi ve içtimai muavenete mazhar eylemek umumi Devlet hizmetlerindendir." 1593 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti bütçeleriyle muayyen hatlar dahilinde olarak aşağıda yazılı hizmetleri doğrudan doğruya ifa eder: (...)3 -Memlekete sari ve salgın hastalıkların hulülüne mümanaat.4 - Dahilde her nevi intani, sari ve salgın hastalıklarla veya çok miktarda vefiatı intaç ettiği görülen sair muzır amillerle mücadele. (...)6 -ilaçları ve bütün zehirli müessir ve uyuşturucu maddelerle yalnız hayvanlar için serumlar ve aşıları murakabe hariç olmak üzere her nevi serum ve aşıları murakabe." 1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Kolera, veba (Bübon veya zatürree şekli), lekeli humma, karahumma (hummayi tiroidi) daimi surette basil çıkaran mikrop hamilleri dahi -paratifoit humması veya her nevi gıda maddeleri tesemmümatı, çiçek, difteri (Kuşpalazı)- bütün tevkiatı dahi sari beyin humması (İltihabı sahayai dimağiişevkii müstevli), uyku hastalığı (İltihabı dimağii sari), dizanteri (Basilli ve amipli), lohusa humması (Hummai nifası) ruam, kızıl, şarbon, felci tıfli (İltihabı nuhai kuddamii sincabii haddı tifli), kızamık, cüzam (Miskin), hummairacia ve malta humması hastalıklarından biri zuhur eder veya bunların birinden şüphe edilir veyahut bu hastalıklardan vefiyat vuku bulur veya mevtin bu hastalıklardan biri sebebiyle husule geldiğinden şüphe olunursa aşağıdaki maddelerde zikredilen kimseler vak'ayı haber vermeğe mecburdurlar. Kudurmuş veya kuduz şüpheli bir hayvan tarafından ısırılmaları, kuduza müptela hastaların veya kuduzdan ölenlerin ihbarı da mecburidir." 1593 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"57 nci maddede zikredilen hastalıklardan biri zuhur ettiği veya zuhurundan şüphelenildiği takdirde aşağıda gösterilen tedbirler tatbik olunur: (...)2 - Hastalara veya hastalığa maruz bulunanlara serum veya aşı tatbikı. (...)" 1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletince 57 nci maddede zikredilen hastalıkların her birine karşı yapılacak mücadele tedbirlerini ve tathirat ve tephirat ve itlafı haşerat ve hayvanat usullerini ve tathirata tabi binalar ve eşya ve sairenin ne zamanlarda ve ne suretle tephir ve tathir edileceklerini mübeyyin bir nizamname neşrolunur." 1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Türkiye dahilinde her fert çiçek aşısı ile mükerrenen aşılanmağa mecburdur. Bu aşının, icrası tarzı ve vesikaların ne suretle ita olunacağı ve aşılarının fennen geri bırakılması icap eden kimseler 87 nci maddede yazılan nizamnamede zikredilir." 1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Sari hastalıklara karşı kullanılan her nevi serum ve aşılar Hükümet tarafından ihzar edilir. Hariçten getirilenlerin Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletince tayin olunan vasıf ve şartları haiz olmaları mecburidir. Dahilde beşeri serum ve aşı imali Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletinin müsaadesine ve murakabesine tabidir. Bu müesseselerin vasıfları ve şartları Vekaletçe tayin olunur." 1593 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti sari ve salgın hastalıklardan korunma, çocuk büyütme ve sıhhi şartlar dairesinde yaşama gibi sıhhi meseleler hakkında halkı tenvir için kitap, levha, risale neşreder, sıhhi propaganda müessesatı yapar ve konferanslar verdirir ve her nevi sinema filimleri gösterir. Bu gibi hizmetler meccanidir. İcabı takdirinde lazım gelen vasıtaları haiz seyyar sıhhi propoganda kolları teşkil olunur." 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’nun "Temel esaslar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının "k" bendinin ilgili kısmı şöyledir:  “Sağlık hizmetleriyle ilgili temel esaslar şunlardır: (...)k) Koruyucu, teşhis, tedavi ve rehabilite edici hizmetlerde kullanılan ilaç, aşı, serum ve benzeri biyolojik maddelerin üretiminin ve kalitesinin teşvik ve temini esas olup, her türlü müstahzar, terkip, madde, malzeme, farmakopemamülleri, kozmetikler ve bunların üretiminde kullanılan ham ve yardımcı maddelerin ithal, ihraç, üretim, dağıtım ve tüketiminin, amaç dışı kullanılmak suretiyle fizik ve psişik bağımlılık yapan veya yapma ihtimali bulunan madde, ilaç, aşı, serum ve benzeri biyolojik maddeler ile diğer terkiplerin kontroluna, murakabesine ve bunların yurt içinde ve yurt dışında ücret karşılığı kalite kontrollerini yaptırmaya, özel mevzuata göre ruhsatlandırma, izin ve fiyat verme işlerini yürütmeye Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı yetkilidir. (...)” 5/1/1961 tarihli ve 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun'un maddesi şöyledir:"İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde bir hak olarak tanınan sağlık hizmetlerinden faydalanmanın sosyal adalete uygun bir şekilde ifasını sağlamak maksadiyle tababet ve tababetle ilgili hizmetler bu kanun çerçevesinde hazırlanacak bir program dahilinde sosyalleştirilecektir." 224 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sosyalleştirme: Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi vatandaşların sağlık hizmetleri için ödedikleri prim ile amme sektörüne ait müesseselerin bütçelerinden ayrılan tahsisat karşılığı herçeşit sağlık hizmetlerinden ücretsiz veya kendisine yapılan masrafın bir kısmına iştirak suretiyle eşit şekilde faydalanmalarıdır.Sağlık ocağı: Takriben 5000 - 10000 kişinin köyler grubu veya bir kasaba veya şehir ve büyük kasabalardaki mahalle grupları bir sağlık ocağını teşkil eder. Bunların il içinde idari taksimata uyması icabetmez." 224 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Sosyalleştirilmiş sağlık hizmeti teşkilatı: Sağlık evleri sağlık ocakları, sağlık merkezleri ile hastaneleri, çeşitli koruyucu hekimlik teşekkülleri, sağlık hizmeti hususiyet arzeden yerler için kurulmuş sağlık teşekkülleri, sağlık müdürlükleri, bölge hastaneleri, bölge laboratuvarları, sağlık personeli yetiştiren eğitim müesseseleri, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı merkez teşkilatı ve diğer Bakanlık ve kurumlarda Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı ile işbirliği yapmak üzere kurulmuş olan dairelerden teşekkül eder." 224 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bir sağlık ocağının hizmeti en az bir hekim ve yeter sayıda yardımcı sağlık personelinden teşekkül eden bir ekip tarafından yürütülür. Köylerde bu ekibe yardımcı olarak tesis edilen sağlık evlerinde yardımcı sağlık personeli vazifelendirilir.Sağlık ocakları ve evleri her türlü koruyucu hekimlik hizmetleri, hastaların muayene ve tedavisi ile, sağlık ocağına kayıtlı şahısların sağlık sicillerini tutmakla mükelleftir. Ocak hekimleri yalnız kendi ocakları içinde adli tabiplik vazifesi görürler." 224 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirildiği yerlerdeki her ilçede en az bir sağlık ocağı bulunur.Sağlık merkezlerindeki sağlık personeli, ocaklarda çalışan personelin her türlü koruyucu hekimlik ve tedavi hekimliği hizmetlerinde onlara rehber ve yardımcıdır. Bu hizmetlerden kendi uhdelerine verilenleri de bizzat ifa ederler. Sağlık merkezleri başhekimi kendisine bağlı sağlık ocaklarında çalışan personelin faaliyetlerini de denetler." 224 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sosyalleştirilmiş sağlık hizmetlerinden faydalanmak istiyen, acil vakalar hariç, evvela sağlık evine veya sağlık ocağına başvururlar. Köylük bölgelerde sağlık ocağı hekimleri tedavi edemedikleri vakaları, güç olması muhakkak bulunan doğumları sağlık merkezine, hastaneye sevki gereken acil vakaları hastaneye yollarlar, Sağlık ocağında hekim bulunmadığı hallerde yardımcı sağlık personeli hastaları -kendi selahiyetleri dahilinde olan müdahaleyi mütaakıp gerekirse- sağlık merkezine veya hastaneye sevkedebilir. Sağlık merkezinde tedavisi mümkün olmıyan hastalar veya mütehassıs müdahalesini icabettiren doğumlar hastanelere veya doğumevlerine sevkedilir." Başvuruya konu olayın meydana geldiği dönemde yürürlükte bulunan 13/12/1983 tarihli ve 181 sayılı mülga Sağlık Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sağlık Bakanlığının görevleri şunlardır:a) Herkesin hayatını bedenen, ruhen ve sosyal bakımdan tam iyilik hali içinde sürdürmesini sağlamak için fert ve toplum sağlığını korumak ve bu amaçla ülkeyi kapsayan plan ve programlar yapmak, uygulamak ve uygulatmak, her türlü tedbiri almak, gerekli teşkilatı kurmak ve kurdurmak,b) Bulaşıcı, salgın ve sosyal hastalıklarla savaşarak koruyucu, tedavi edici hekimlik ve rehabilitasyon hizmetlerini yapmak,c)Ana ve çocuk sağlığının korunması ve aile planlaması hizmetlerini yapmak,d) İlaç, uyuşturucu ve psikotrop maddelerin üretim ve tüketimini her safhada kontrol ve denetlemek; farmasötik ve tıbbi madde ve müstahzar üreten yerlerin, dağıtım yerlerinin açılış ve çalışmalarını esaslara bağlamak, denetlemek,e) Gerekli aşı, serum, kan ürünleri ve ilaçların üretimini yapmak, yaptırmak ve gerekirse ithalini sağlamak,(...)" 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sağlık Bakanlığındaki anahizmet birimleri şunlardır:a) Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü,(...)c) İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü,(...)e) Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü,(...)" 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır:a) (Değişik bent: 08/06/1984 - KHK - 210/1 md.) Toplum sağlığını ilgilendiren her türlü koruyucu sağlık hizmetlerinin verilmesini sağlamak, bu hizmetlere halkın katkı ve iştirakini temin etmek,b) Bulaşıcı, salgın, sosyal ve dejeneratif hastalıklarla mücadele ile aşılama ve bağışıklık hizmetlerini yürütmek, (...)f) Zehirli ve uyuşturucu maddelerle, tıbbi ve hayati müstahzarları, insan sağlığında kullanılan her cins serum ve aşıları, bunların yapıldığı ve satıldığı yerleri denetlemek, (...)" 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır :a) Sağlık hizmetlerinde kullanılacak ilaçların imalini, ithalini ve piyasaya arz şekillerini izne bağlamak, ilaçların kaliteli olarak uygun fiyatlarla ve sürekli bir şekilde halka ulaşmasını sağlamak, bu amaçla gerekli kontrolleri yapmak, (...)" 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesi şöyledir:"Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır:a) Ana Çocuk sağlığı ve aile planlaması hizmetleri ile ilgili hedefleri belirlemek, bu hedefler doğrultusunda çalışma plan ve programları hazırlamak ve uygulamaya koymak,b) Annenin ve çocuğun beden ve ruh sağlığının korunmasını ve evli kadınların doğum öncesi ve sonraki bakımlarını sağlamak,c) Bakanlıkça verilen benzeri görevleri yapmak." 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sağlık Bakanlığının bağlı kuruluşları şunlardır: (...)c) Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı." Başvuruya konu olayın meydana geldiği dönemde yürürlükte bulunan 30/12/1940 tarihli ve 3959 sayılı mülga Türkiye Cumhuriyeti Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi Teşkiline Dair Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletine bağlı, Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Hıfzıssıhha Mektebinden ibaret olmak üzere teşkil edilen (Türkiye Cumhuriyeti Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi) bu kanunda yazılı işleri yapmakla mükelleftir." 3959 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Hıfzıssıhha Enstitüsü Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekilliğince muhtelif ihtisas şubelerine ayrılır.Bu müessese vekaletçe gösterilecek lüzum üzerine:A) Halk Hıfzıssıhha şartlarının ıslah ve inkisafına ve her nevi hastalıklarla mücadeleye yarayacak sıhhi ve fenni araştırmaları ve incelemeleri yapmak,B) Vekaletçe nevileri tayin edilen serum ve aşıları ve sair biyolojik ve kimya maddelerini hazırlamak,C) Hususi kanunlarına tevfikan yerli veyahut yabancı müstahzarların, serum ve aşılarla sair hayati terkip veya kimyevi maddelerin kontrollerini yapmak, (...) E) Umumi ve içtimai hıfzıssıhhaya ve sair sıhhi mevzulara ait konferanslar tertip etmek ve neşriyat yapmakla mükelleftir." 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisi'nin maddesi şöyledir:"Çocuk, küçük iken ana ve babasının velayeti altındadır; kanuni sebep olmadıkça, ana ve babadan alınamaz. Hakim, vasi tayinine lüzum görmedikçe hacredilen çocukları dahi, ana ve babanın velayetine tabidirler." 743 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Çocuk, ana ve babasına riayete mecburdur. Ana ve baba, kudretlerine göre çocuğu yetiştirmekle ve çocuk alil veya aklı zayıf ise haline münasip bir terbiye vermekle mükelleftirler." 743 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:"Ana ve baba, velayeti icra hakkını haiz oldukları nisbette çocuklarının kanuni mümessilidirler. Bu sıfatla hareketlerinde hakimin reyine ihtiyaçları yoktur." 743 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:"Ana ve baba, vazifelerini ifa etmedikleri takdirde hakim, çocuğun himayesi için muktazi tedbirleri ittihaz ile mükelleftir." 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Ergin olmayan çocuk, ana ve babasının velâyeti altındadır. Yasal sebep olmadıkça velâyet ana ve babadan alınamaz." 4721 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Ana ve baba, çocuğun bakım ve eğitimi konusunda onun menfaatini göz önünde tutarak gerekli kararları alır ve uygularlar." 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Çocuğun menfaati ve gelişmesi tehlikeye düştüğü takdirde, ana ve baba duruma çare bulamaz veya buna güçleri yetmezse hâkim, çocuğun korunması için uygun önlemleri alır." 4721 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Çocuğun bedensel ve zihinsel gelişmesi tehlikede bulunur veya çocuk manen terk edilmiş hâlde kalırsa hâkim, çocuğu ana ve babadan alarak bir aile yanına veya bir kuruma yerleştirebilir." Sağlık Bakanlığının 13/8/1993 tarihli ve 09762 sayılı Genelgesi'nin aşılama hizmetlerinin uygulanması sırasında dikkat edilmesi gereken hususları düzenleyen ve tüm valiliklere gönderilen ekinin "Aşı Takvimi" başlıklı kısmı şöyledir:"AŞI TAKVİMİ: 1) BİR YAŞ ALTI (0-11 ay) BEBEKLERE • Ayın bitiminde ( 8 haftalık ) : BCG DBTPOLİO• Ayın bitiminde ( 12 haftalık ) : DBTPOLİO• Ayın bitiminde ( 16 haftalık ) : DBTPOLİO• Ayın bitiminde ( 36 haftalık ) : KIZAMIK2) RAPEL DOZ • 1,5 yaşında ( 16-24 aylık ) : DBT POLİO3) OKUL AŞILAMALARl• İlköğretim sınıfta : DTPOLİOBCG (Bir skarı olan çocuğa doğrudan uygulanır. Aksi halde PPD kontrolü yapılır)•İlköğretim sınıfta : TTBCG (İki skarı olan çocuğa doğrudan uygulanır. Aksi halde PPD kontrolü yapılır)• Lise l. sınıfta : TT • Lise sınıfta : BCG (Üç skarı olan çocuğa doğrudan uygulanır. Aksi halde PPD kontrolü yapılır)" Anılan Genelge'nin "Aşı Uygulamalarında Genel Prensipler" başlıklı kısmı şöyledir:"[Aşı Uygulamalarında Genel Prensipler:]* Sağlık kurumuna herhangi bir nedenle başvuran her bebek, çocuk ve gebenin aşılanma durumunu kontrol ediniz, aşı takvimine göre aşılanması gerekenleri ve eksik aşı1ıları tespit edip, aşılamak için her fırsatı değerlendiriniz. * Bir daha gelemeyecek ise, bir bebek, çocuk ya da gebe için bir ampul/flakon açınız.* Aşı uygulamalarından önce aşı üzerindeki etiketi ve son kullanma tarihini kontrol ediniz, etiketi olmayan ya da son kullanma tarihi geçmiş aşıları kullanmayınız. İlk olarak miadı önce dolacak aşıyı kullanınız.* Her aşı için ayrı ve steril bir enjektör kullanınız.* Ailelere bir sonraki aşı için gelmeleri gereken zaman ve uygulanan aşının yan etkileri hakkında bilgi veriniz ve anladığından emin olunuz. (...)- Aşı uygulamalarını, ilgili tüm formlara zamanında, tam ve doğru olarak kaydediniz." Anılan Genelge'nin "Kızamık Kontrolü" başlıklı kısmı şöyledir:"Kızamık aşı ile korunulabilir hastalıklar içinde en çok görülen ve en çok öldürenidir.Kızamık bulaşıcılığı çok yüksek olan bir hastalıktır. Bu nedenle tek bir kızamık vakası, yeterince bağışık olmayan bir toplumda bir salgına neden olabilir ve salgın hızla yayılır.Kızamık Hastalığını Kontrol Altına Almak İçin Temel Stratejiler: Her il ve sağlık ocağı seviyesinde kızamık aşılama oranlarının yükseltilmesi ve devamının sağlanması. Vakaları ve salgınları önlemenin tek yolu, uygun yaşta aşılama ile yüksek aşılama oranlarına ulaşmaktır. Ülkemizde olduğu gibi, kızamığın endemik olduğu durumlarda ilk olarak aşılanması hedeflenen grup 1 yaş altı bebeklerdir. 1 yaş altı bebekleri yüksek oranda aşılama ile; hasta1ığa hassas kişiler daha yavaş ve daha az sayıda birikecek ve ayrıca hastalığın ve komplikasyonlarının daha ağır seyrettiği bu yaş grubu kızamığa karşı korunmuş olacaktır.Kızamık aşılama çalışmalarında, hastalık yönünden riskli bölgelere (aşılama oranı düşük bölgeler, gecekondu bölgeleri, nüfusun yoğun oldugu bölgeler vb.) öncelik verilmelidir.Aşı oranlarının yükseltilmesine yönelik çalışmalar GBP'nin bir parçası olarak ele alınmalıdır. Hastalık sürveyansının güçlendirilmesiStandart Vaka Tanımı:- 3 gün veya daha uzun süren jeneralize makülopajüler döküntüve- 38 derece veya daha yüksek ateş hikayesive- Öksürük, nezle ve konjunktivit bulgularından en az birinin varlığıYukarıdaki tanıma uyan bir vakanın tespit edilmesi halinde;- Başkavakalar araştırılmalıdır.Bunun için aktif vaka araştırması; bölgede ev ev araştırma, vakaların ve yakınlarının araştırılması, tüm sağlık birimlerinin (resmi ve özel) hastalık ihbarı konusunda uyarılmaları ve hastane kayıtlarının incelenmesi ile yapılabilir.- Vakaların; adı, soyadı, cinsiyeti, yaşı, hastalığın başlangıç tarihi, aşılanma durumu, aşılanma yaşı ve adresleri tespit edilerek “Bildirimi Zorunlu Hastalıklar Tespit Fişi” (form 016) ne kaydedilmelidir.- Tespit edilen vaka sayısı önceki yılların ( son 5 yıl)vaka sayıları ile karşılaştırılarak, bir salgın olup olmadığı belirlenmelidir.Mevcut vaka sayısının daha önceki epidemi olmayan yılların aynı dönem vaka sayılarından ya da vaka sayısı ortalamasından fazla olması halinde olay bir epidemi olarak kabul edilmelidir.- Vakalar hastalığın başlangıcı, buna imkan yoksa tespit tarihleri esas alınarak zaman grafiğine işlenmeli, haftalık ve aylık grafikler ile olay takip edilerek, alınan önlemlerin yeterli olup olmadığı izlenmelidir.- Tespit edilen vakaların kişi ve yeri özelliklerine göre (harita üzerinde işaretleme ile belirlenir) riskli bölge ve nüfuslar tespit edilmelidir.- Bölgenin aşılama durumu tespit edilerek, riskli bölge ve gruplardan başlamak üzere aşısız ve hastalığı geçirmemiş hassas nüfusun aşılanmasına başlanmalıdır.-Tüm vakalar yakından izlenmeli ve komplikasyonların erken teşhis ve tedavisi için gereken önlemler alınmalıdır.Sürveyansın güçlendirilmesinde en önemli konulardan biri; tüm sağlık kurumlarının düzenli, tam ve zamanında bildirim yapmalarıdır. Bildirim yapılması kadar, sağlık kurumlarına düzenli geri bildirim yapılması da çok önemlidir. Ayrıca, sağlık kurumları yanı sıra, eczaneler, okullar, kreşler, aileler vb. toplumsal kurumlara bilgi verilerek, şüpheli gördükleri vakaları en kısa sürede bir sağlık kurumuna göndermeleri teşvik edilmelidir. Anılan Genelge'nin "Soğuk Zincir" başlıklı kısmı şöyledir:"Soğuk zincir, bir aşının potensini üretiminden kişiye verilene kadar koruyan ve ihtiyacı olanlara yeterli miktarda ulaşmasını sağlayan insan ve malzemeden oluşan sistemdir. Zamanında ve istenilen miktarda aşı temin edilemezse aşı uygulamaları aksayacak, kullanılan aşılar etkin değilse de, %100 aşılama oranlarına ulaşılsa bile, bağışık bir toplum oluşturma açısından hiçbir yarar sağlamayacaktır. Bu nedenle soğuk zincir Genişletilmiş Bağışıklama Programının can alıcı komponentlerinden biri olarak büyük önem taşımaktadır. Bilindiği gibi tüm aşılar sıcaklığa hassastır, aynca BCG ve Kızamık aşıları ultraviyole ışınına da hassastır. Aşıları tahrip eden, ısının kümülatif etkisidir. Yani bir kerede çok yüksek ısıya maruziyet kadar, bir çok kereler daha az ısılara maruziyet de aşıyı aynı derecede bozabilir. Bir kez aşının etkinliği kaybolur ya da azalırsa, aşılar eski haline döndürülemez, bu yüzden soğuk zincir süreklilik gerektirir. Öte yandan bazı aşılar dondurulabilirken, DBT, DT, Td aşılarının hiçbir zaman donmaması gerekir.İl düzeyinde soğuk zincir uygulamaları aşağıdaki kurallara göre düzenlenir: - Her Sağlık Müdürlüğünde, il aşı ve soğuk zincir malzemesi ihtiyacının belirlenmesi, aşıların soğuk zincire uygun olarak merkezden temini, il deposunda saklanması ve perifere dağıtımı ile sorumlu, bir soğuk zincir sorumlusu ve yardımcısı olmalıdır.- Aşıların dağıtımında son kullanma tarihleri mutlaka göz önüne alınarak, miadı önce dolacak aşıların önce kullanımı sağlanmalı ve miadı dolmuş olanlar vakit geçirilmeden imha edilmelidir. - Merkezden illere 3 ayda bir yapılan aşı sevkiyatında kullanılan frigo-rifik kamyonların soğutucu üniteleri ilde bulunduğu süre içerisinde elektrikle çalıştırılmalı, bunun için de kamyonun park edeceği yere sanayi cereyanı = 380 volt trifaze elektrik hattı çekilmiş olmalıdır.- Ankara merkez depodan kurye ile sevkiyat yapılması gereken hallerde, yalnızca uzun ömürlü aşı nakil kabı kullanılmalıdır.- İllerden sağlık ocaklarına aylık olarak yapılan aşı sevkiyatlarında 4 saate kadar olan mesafelere askılı tip aşı nakil kabı kullanılabilir.- Her yıl tekrarlanmak üzere ilin soğuk zincir malzemesi mevcudu, periyodik bakım ve tamir gerektirenler ile yeni malzeme ihtiyacı belirlenmeli, onarımı/temini sağlanmalıdır.- Her sağlık ocağında aşılar buzdolabında saklanmalı, buzdolabından sorumlu biri asil, biri yedek olmak üzere iki kişi belirlenmelidir.- Buzdolaplarında mutlaka bir termometre bulundurulmalı, bozulan veya kırılanın yerine hemen yenisi konmalı ve dolabın ısısı +2 ila +8 dereceler arasında korunmalıdır.- Buzdolabının kapısına bir ısı izlem çizelgesi yapıştırılarak, dolabın ısısı sabah ve akşam bu çizelgeye kaydedilmelidir.- Buzdolabı gölge, ancak kışın ısıtılan odalardan birinde, duvardan 10-15 cm uzaklıkta düz bir zemine yerleştirilmelidir.- Buzdolabının yerleştirilmesinde şunlara dikkat edilmelidir:•Aşıları yalnızca buzdolabı raflarında tutunuz.•Aşı kutu/şişeleriarasında yeterli bir hava dolaşımına izin verecek kadar mesafe bırakınız.•Aşı yerleştirilmesinde miadı yakın bir süre sonra dolacak olan aşıların en kolay alınabilecek sol ön kısımda bulunmasına çok dikkat ediniz.•Dolap kapağına hiçbir şey koymayınız.•Buzdolabına asla aşı dışında yiyecek maddeleri vs.koymayınız.•Buzlukta aralıklı olarak dizilmiş buz aküleri bulundurunuz.•Buzluğun 5 cm’den fazla buzlanmamasına dikkat ediniz.•En alt kısıma (sebzelik) dolap ısısının sabit tutulmasına yardımcı olmak üzere su şişeleri yerleştiriniz.•Buzdolabının sık sık açılmasını engellemek için kapağını kilitli tutunuz.- Olabilecek elektrik kesintilerinde buzluktaki buz aküleri buzdolabı kapağına yerleştirilmeli ve kapak açılmamalıdır. Bu yolla aşılar 48 saat süreyle bozulmazlar.- Buzdolabı temizliği yapılırken ve saha uygulamalarında aşılar aşı nakil kabı ile nakledilmeli ve korunmalıdır.- Donduğundan şüphelenilen DBT, DT ve TTaşıları donma-çalkalama testi ile değerlendirilmeden kullanılmamalıdır.- Aşı uygulamaları esnasında; kızamık aşısı sulandırıldıktan 4 saat sonra, polio aşısı açıldıktan 8 saat sonra atılmalıdır." Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün tüm valiliklere gönderdiği 10/2/1998 tarihli yazısının ilgili kısmı şöyledir:"(...) 1998 yılından itibaren bütün illerde ilkokul sınıflarda doz kızamık aşısı uygulamasına başlanacaktır."B. Uluslararası Hukuk Türkiye tarafından 14/10/1990 tarihinde imzalanan ve 27/1/1995 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 20/11/1989 tarihli Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'nin maddesi şöyledir: “(1) Kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde, çocuğun yararı temel düşüncedir.(2) Taraf Devletler, çocuğun ana–babasının, vasilerinin ya da kendisinden hukuken sorumlu olan diğer kişilerin hak ve ödevlerini de gözönünde tutarak, esenliği için gerekli bakım ve korumayı sağlamayı üstlenirler ve bu amaçla tüm uygun yasal ve idari önlemleri alırlar. (3) Taraf Devletler, çocukların bakımı veya korunmasından sorumlu kurumların, hizmet ve faaliyetlerin özellikle güvenlik, sağlık, personel sayısı ve uygunluğu ve yönetimin yeterliliği açısından, yetkili makamlarca konulan ölçülere uymalarını taahhüt ederler.” Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin maddesi şöyledir:" Taraf Devletler, çocuğun olabilecek en iyi sağlık düzeyine kavuşma, tıbbi bakım ve rehabilitasyon hizmetlerini veren kuruluşlardan yararlanma hakkını tanırlar. Taraf Devletler, hiçbir çocuğun bu tür tıbbi bakım hizmetlerinden yararlanma hakkından yoksun bırakılmamasını güvence altına almak için çaba gösterirler. Taraf Devletler, bu hakkın tam olarak uygulanmasını takip ederler ve özellikle:a) Bebek ve çocuk ölüm oranlarının düşürülmesi;b) Bütün çocuklara gerekli tıbbi yardımın ve tıbbi bakımın; temel sağlık hizmetlerinin geliştirilmesine önem verilerek sağlanması;c) Temel sağlık hizmetleri çerçevesinde ve başka olanakların yanısıra, kolayca bulunabilen tekniklerin kullanılması ve besleyici yiyecekler ve temiz içme suyu sağlanması yoluyla ve çevre kirlenmesinin tehlike ve zararlarını gözönüne alarak, hastalık ve yetersiz beslenmeye karşı mücadele edilmesi;d) Anneye doğum öncesi ve sonrası uygun bakımın sağlanması:e) Bütün toplum kesimlerinin özellikle ana-babalar ve çocukların, çocuk sağlığı ve beslenmesi, anne sütü ile beslenmenin yararları, toplum ve çevre sağlığı ve kazaların önlenmesi konusunda temel bilgileri elde etmeleri ve bu bilgileri kullanmalarına yardımcı olunması;f) Koruyucu sağlık bakımlarının, ana-babaya rehberliğini, aile plânlaması eğitimi ve hizmetlerinin geliştirilmesi; amaçlarıyla uygun önlemleri alırlar. Taraf Devletler, çocukların sağlığı için zararlı geleneksel uygulamaların kaldırılması amacıyla uygun ve etkili her türlü önlemi alırlar. Taraf Devletler, bu maddede tanınan hakkın tam olarak gerçekleştirilmesini tedricen sağlamak amacıyla uluslararası işbirliğinin geliştirilmesi ve teşviki konusunda karşılıklı olarak söz verirler. Bu konuda gelişmekte olan ülkelerin gereksinimleri özellikle gözönünde tutulur." Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmışöyledir: "Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur(...)" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre yaşam hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülükler -ister özel hastane ister devlet hastanesi olsun- hastaların yaşamlarının korunmasını teminat altına alma zorunluluğu getiren düzenleyici bir çerçeve oluşturulmasını gerekli kılar (Asiye Genç/Türkiye, B. No: 24109/07, 27/1/2015, § 67). Yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülükler ayrıca -ister özel hastane ister devlet hastanesi olsun- sağlık çalışanlarının sorumluluğu altında yaşamını yitiren bir kişinin ölüm nedeninin belirlenmesine ve gerektiği takdirde sağlık çalışanlarının eylemlerinden dolayı sorumlu tutulmalarına imkân tanıyan etkin ve bağımsız bir yargı sistemi kurmayı gerektirir (Mehmet Şentürk ve Bekir Şentürk/Türkiye, B. No: 13423/09, 9/4/2013, § 81). AİHM, sağlık hizmeti alanındaki kamusal kaynakların tahsisi gibi meselelerde taraf devletlerin yetkili makamlarının AİHM'e göre daha elverişli konumda olduklarını belirtmektedir (Lopes De Sousa Fernandes/Portekiz [BD], B. No: 56080/13, 19/12/2017, § 175).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/12382
Başvuru, kızamık aşısı olunmasına rağmen kızamık hastalığına bağlı olarak ortaya çıkan bir rahatsızlık sonucunda ölüm olayının meydana gelmesi nedeniyle yaşam hakkının, olay hakkında açılan tam yargı davasının dokuz yılı aşkın bir sürede kesinleşmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/10/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Komisyon tarafından başvurucunun tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası bakımından kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların ise kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) İkinci Dairesinin 16/7/2016 tarihli kararı ile -Ankara Batı Adliyesinde hâkim olarak görev yapmakta olan- başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına ve 24/8/2016 tarihinde meslekten ihraç edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan başlatılan soruşturma kapsamında 18/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 20/7/2016 tarihinde Başsavcılıkta ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle; İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesinden 1992 yılında mezun olduğunu, üniversite döneminde Kredi Yurtlar Kurumuna bağlı İzmir İnciraltı Öğrenci Yurdunda kaldığını, bunun haricinde başkaca bir yerde kalmadığını, 1995 yılında Şanlıurfa Adliyesinde hâkim olarak göreve başladığını, 2010 yılı HSYK seçimlerinin ardından ilk çıkarılan kararname ile Ceyhan Ağır Ceza Mahkemesi başkanı olarak atamasının yapıldığını, eşinin 2012 yılında Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazanması sonrasında talebi üzerine 2013 yılında Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesi başkanı olarak atandığını, adı geçen yapılanmanın dernek, vakıf veya diğer kuruluşlarının herhangi bir gezisine ve yemeğine katılmadığını, isnat edilen suçu kabul etmediğini beyan etmiştir. Başvurucunun müdafii, dosyada atılı suçları işlediğine dair bir delil bulunmaması nedeniyle müvekkilinin serbest bırakılmasını talep etmiştir. Başvurucu 21/7/2016 tarihinde, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanması istemiyle Başsavcılık tarafından Ankara Batı Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk edilmiştir. Başvurucu sorgudaki ifadesinde özetle Başsavcılıktaki beyanlarını tekrar ederek kendiliğinden teslim olduğunu, kaçma şüphesinin ve delilleri karartma ihtimalinin bulunmadığını belirtmiş ve serbest bırakılmayı talep etmiştir. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Hâkimlik 21/7/2016 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:" Şüphelilerin üzerilerine atılı suçları işledikleri konusunda kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olguların bulunması, şüphelilere atılı suçların CMK' nun maddesinde sayılan katalog suçlardan olması, suçların yasadaki cezasının üst sınırı itibariyle adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı ve delillerin karartılma ihtimalinin bulunduğu, kaçma şüphelerinin varlığı da nazara alınarak şüphelilerin CMK' nun 100 ve devamı maddeleri gereğince ayrı ayrı tutuklanmalarına ... [karar verildi.] " Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, Ankara Batı Sulh Ceza Hâkimliği 27/7/2016 tarihinde benzer gerekçelerle itirazı reddederek başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Hâkimliğin 6/8/2016 tarihli tutukluluğun devamına dair karara başvurucu itiraz etmiş, Ankara Batı Sulh Ceza Hâkimliğince 9/8/2016 tarihinde "...üzerine atılı suçun niteliği, tutuklamanın tarihi, süresi, kolluk tutanakları ve aşamalardaki ifadelere göre de kuvvetli suç şüphesi bulunmakla adli kontrol tedbirinin yetersiz kalacağı..." gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başsavcılığın başvurucunun tutukluluk hâlinin gözden geçirilerek tutukluluğunun devamına karar verilmesini talep etmesi üzerine Ankara Batı Sulh Ceza Hâkimliği 8/9/2016 tarihinde "... tutuklanmasını gerektirir yasal nedenlerin halen devam ediyor oluşu, atılı suçların niteliği, delillerin henüz toparlanmamış olması, adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı..." gerekçesiyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu anılan kararı 9/9/2016 tarihinde öğrenmiştir. UYAP'ta yapılan incelemede; başvurucunun anılan karara karşı itiraz yoluna başvurduğu, itirazın Hâkimlikçe 29/9/2016 tarihinde kesin olarak reddine karar verildiği görülmüştür. Başvurucu 5/10/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Soruşturma devam ederken Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 19/1/2017 tarihli kararı ile başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu hakkında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiş ve 15/11/2018 tarihinde düzenlediği iddianame ile silahlı terör örgütüne üye olma suçundan aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede, başvurucunun FETÖ/PDY'nin yargıdaki yapılanmasında bilerek ve isteyerek yer aldığına dair bazı olgulara dayanılmıştır. İddianamede; başvurucu hakkındaki genel hükümlere göre soruşturma başlatıldığı, başvurucuya isnat edilen suçun mütemadi suç olması nedeniyle yakalanma tarihi itibarıyla suçüstü hâlinin oluştuğu belirtilmiştir. İddianamede başvurucuya yöneltilen suçlamanın dayandığı olgular özetle şöyledir:i. FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle başvurucunun HSYK Dairesinin 24/8/2016 tarihli ve 426 sayılı kararıyla meslekten uzaklaştırılmasına karar verildiği, ihraç kararının 29/11/2016 tarihinde kesinleştiği belirtilmiştir.ii. Başvurucunun soruşturmaya konu edilen örgüte iltisakı olduğu değerlendirilen "Kimse Yok Mu" derneğinden elli üç defa mesaj aldığı, ayrıca Bank Asyadan da yedi defa mesaj aldığı ve bir defa adı geçen Bankaya yönelik arama yaptığı iddia edilmiştir.iii. Banka Asyada başvurucu ve eşine ait ayrı ayrı hesabın olduğu ileri sürülmüştür.iv. Telefon hattına ilişkin HTS analizine göre haklarında FETÖ/PDY üyeliği suçundan soruşturma yürütülen bir kısım yargı mensubu kişiyle başvurucunun telefon irtibatının bulunduğuna yönelik tespitler yapıldığı, görüşülen bu kişilerin örgütün üst düzey yöneticisi olduklarına dair bir bulgunun elde edilemediği ifade edilmiştir.v. Tanık O.A.nın başvurucu hakkında "...Kendisini fakülte yıllarından tanırım. Öğrencilik yıllarında Fetö evlerinde kalırdı ve eski HSYK tarafından sürekli terfi ettirilirdi. Çünkü söylemleri sürekli Fetullah Gülen'i över nitelikteydi..." şeklinde beyanının olduğu belirtilmiştir.vi. FETÖ/PDY şüphelisi olarak hakkında Gümüşhane Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma yapılan Y.nin ifadesinde "gireceği mülakat sınavında yardım istemek amacıyla başvurucuyu ziyaret ettiğine" dair beyanının bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:"... tüm soruşturma kapsamında elde edilen deliller bir bütün olarak değerlendirildiğinde; şüphelinin, Fetullahçı silahlı terör örgütünün ideolojisini, amaçlarını, faaliyetlerini benimsediği, kendi iradesini örgütün iradesine terk ettiği, örgüt hiyerarşisi içinde hareket ettiği, örgütle organik bağ kurduğu ve örgütün yargı yapılanması içinde yer aldığı ve anlatılan lehe/aleyhe tüm deliller ile savunması karşısında; şüphelinin, anılan silahlı terör örgütünün üyesi olduğuna dair kamu davasını açmaya yetecek derecede yeterli şüphenin bulunduğu..." İddianame Ankara Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 3/12/2018 tarihinde kabul edilerek E.2018/529 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 21/3/2019 tarihinde yapılan duruşmada başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucunun savunmasının ilgili kısmı şöyledir:"... İddianamedeki suçlamaları kabul etmiyorum, somut delillere dayanmamaktadır, isnatların hiçbiri yargılanmayı gerektirmez. Yapılan tespitler ve örgüt üyeliğine dair deliller ortaya konulmamıştır. O.A.nın beyanlarıyla ilgili yazılı savunmalarımı bildirmiştim. İnciraltı Öğrenci Yurdu blokta kaldım. Aynı yurtta kalan O. A.yı tanımaktayım. Okul sonrasında herhangi bir şekilde kendisiyle görüşmedim. Aleyhimdeki beyanları, suçtan kurtulmaya ya da cezadan indirim alma amaçlıdır. Bu beyanlara itibar edilmemelidir... Kırıkkale ACM başkanıyken daha önceden tanımadığım Y.nin Kırıkkale'ye geldiği ve görüştüğüm doğrudur. Kendisine referans olmadım. Görüşmem tamamen hemşeri olmamızdan öteye gitmemektedir. Bank Asya'da hesabım olmasına dair, yazılı savunmamda belirttim. Bu hesap annem 18 Aralık 2009 tarihinde vefat ettiğinde hacca gitmek için biriktirdiği para ve ziynet eşyaları babam tarafından bozdurulup bana verilmişti. Annemin vefatından iki hafta sonra ben hemen faizsiz bankacılık işlemleri yapan Bank Asya'ya yatırdım. Üzerine başkaca bir para ilavesi söz konusu değildir. Eşimin Bank Asya hesabına dair, eşimle 2004 yılında evlendim. Bu durum ancak çocuğu olmayan bir insanın ruh haliyle anlaşılabilir. Bu evliliğimizden eşim yıllarca tedavi gördüğü halde çocuk sahibi olamadık. 2014 yılı başında tüp bebek tedavisine başlamak isteyince bir yıl süreyle tüp bebek hazırlık çalışması yapılacağı belirtilmiştir. Eşim kimseyle görüşmemeye karar verdiyse de bir kişinin hacca gidip dua etmesini önermesiyle hacca gitmeye karar vermiştir. Eşim hacca gitmek üzere Bank Asya'ya faizsiz bankacılık olduğu için 2014 Şubat ayında para yatırmıştır... Y. hakimlik sınavını kazanmış, ihraç edilmiş olabilir, bilmiyorum. O.A.nınbenim cemaat içerisinde olduğuma dair beyanları gerçek dışıdır. İçinde bulunduğu durumdan kurtulmak için atfı cürümde bulunmaktadır..." Kovuşturma aşamasında dinlenen tanık O.A.nın beyanı şöyledir:"Benim hakkımda FETÖ üyeliği kapsamında soruşturma yapılmıştır. Etkin pişmanlık kapsamında bir beyanım ve talebim yoktur. Halen Antalya 10 ACM'de yargılamam sürmektedir. Huzurda bulunan sanık [İ.]'yi tanıyorum. Kendisiyle samimiyetim ya da husumetim yoktur. Meslektaşımdır. Nezaketen zaman zaman karşılaştığımız olmuştur. Kendisinin 30 sene önce, bir dönem, o zamanki adıyla cemaatin evlerinde kaldığını duyum olarak biliyorum. Ben örgüt üyesi olmadığım için nerede kaldığını, kimle görüştüğünü bilmiyorum. Tamamen duyuma dayalı bilgilerim vardır. Ben cemaatçi ya da FETÖ üyesi olmadığım için detayları bilmiyorum. Eski HYSK döneminde terfi aldığına dair duyumlarım vardır. Benim soruşturma aşamasındaki ifademde 'çünkü söylemleri sürekli Fethullah Gülen'i över nitelikteydi' şeklinde bir son cümle vardır. Bu son cümle her ifade tutanağında kopyala yapıştır şeklinde geçmektedir, bir yazım hatası olduğunu düşünüyorum. Ben böyle bir ifade kullanmadım. İfademi bu şekilde düzeltiyorum. Ben sanıkla bir arada çalışmadım, sanıkla yıllardır görüşmedim. Bahsettiğim iddialara dair duyumları arkadaş ve meslektaş çevremden duydum. O dönem cemaat evinde kaldığına dair söylenti vardı, kimin söylediğini hatırlamıyorum. Bana soruşturma aşamasında sorulan sorular üzerine sanıkla ilgili beyanda bulundum." Yapılan yargılama sonunda Mahkeme 12/12/2019 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinin sabit olmadığı gerekçesiyle beraatine hükmetmiştir. Anılan karara karşı başvurucu müdafiince istinaf yoluna başvurulmuş olup bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla yargılama dosyası ilk derece mahkemesindedir. A. Kanun Metinleri 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),..." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.(2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun "Ceza sorumluluğunun şahsîliği" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:" Ceza sorumluluğu şahsîdir. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz. " 5237 sayılı Kanun'un "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir." 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Cezaların artırılması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur."B. Yargıtay Kararları Yargıtay Ceza Dairesinin 28/3/2019 tarihli ve E.2018/3121, K.2019/2165 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: "...TCK'nın maddesine göre 'ceza sorumluluğu şahsi olup kimse bir başkasının fiilinden sorumlu olamayacağı' nazara alındığında sanığın eşinin Bank Asya'da hesabının bulunması sanığın mahkumiyetine esas alınamayacağının gözetilmemesi ... " Yargıtay Ceza Dairesinin 19/12/2018 tarihli ve E.2018/4870, K.2018/5247 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: "...Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre; sanığın eşinin Bank Asya'da hesabının bulunması ve bu bankadan kredi kullanmasının ... örgütsel faaliyet olarak kabul edilemeyeceği belirlenerek yapılan incelemede..." Yargıtay Ceza Dairesinin 9/7/2019 tarihli ve E.2019/552, K.2019/4862 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: "...Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre; örgüt liderinin talimatı üzerine hesap açtığı, işlem yaptığı yönünde delil bulunmayan sanığın Bank Asya nezdindeki mutad hesap kayıtlarının örgütsel faaliyet olarak kabul edilemeyeceği belirlenerek yapılan incelemede..." Yargıtay Ceza Dairesinin 3/7/2019 tarihli ve E.2019/2951, K.2019/4682 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: "..örgüt liderinin talimatı üzerine hesap açtığı, işlem yaptığı yönünde delil bulunmayan sanığın Bank Asya nezdindeki mutad hesap kayıtlarının örgütsel faaliyet olarak değerlendirilemeyeceği..."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/41492
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/20263
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, aleni olmayan bir konuşmanın hukuka aykırı şekilde kayıt altına alınmasına yönelik şikâyet üzerine yapılan soruşturmanın devletin pozitif yükümlülüklerine uygun yürütülmemesi nedeniyle kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. İkinci Bölüm tarafından niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; borç ilişkisiyle ilgili konuşmasının planlı şekilde ve suç kastıyla hareket edilerek aleni olmayan bir ortamda kayıt altına alındığını ve bu kaydın şüpheli olarak bulunduğu bir ceza soruşturması dosyasına sunulduğunu belirterek kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması suçu kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucu 3/1/2018 tarihli dilekçesinde, söz konusu konuşmanın rızasına aykırı şekilde R.A. tarafından kayda alındığını ileri sürerek anılan kişi hakkında kamu davası açılması talebinde bulunmuştur. Başsavcılık, söz konusu ses kaydının başvurucunun ve diğer bir kısım kişinin şüpheli olduğu bir soruşturmanın müştekisi durumundaki R.A. tarafından soruşturma dosyasına sunulduğunu tespit etmiş; ses kaydının başvurucunun rızası ve bilgisi dışında kayda alındığı iddiasıyla ilgili olarak özel hayatın gizliliğini ihlal ve kişiler arasındaki konuşmaların kayda alınması suçları kapsamında soruşturma başlatmıştır. Soruşturma neticesinde Başsavcılık, şüphelinin ses kayıtlarını sunarken başvurucu tarafından işlendiğini iddia ettiği suçlara ilişkin olarak delil sunma saikiyle hareket ettiği kanaatine ulaşmıştır. Başsavcılık; başvurucunun özel hayat alanına dâhil olan ve özel hayatının gizliliğini ihlal eden bir hususun konuşulmadığını, söz konusu görüşmenin kayda alınmasında ve soruşturmaya delil olarak sunulmasında kasıt unsurunun oluşmadığını, bu yönde Yargıtay kararlarının bulunduğunu belirterek 8/2/2018 tarihinde kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Söz konusu kararda ayrıca kaydın şüpheli R.A.nın başvurucuya olan borcunun ödenmesine ve sonraki süreçte başvurucunun yapmadığı birtakım iş ve işlemlere ilişkin ifadeler içerdiği de belirtilmiştir. Karara karşı başvurucu, sunduğu 19/3/2018 tarihli itiraz dilekçesinde; talep edilen delillerin toplanmadığını, ses kaydının aidiyetinin araştırılmadığını, ses kaydında kesinti ya da montaj olup olmadığına ilişkin tespit yapılmadığını, kendisinin ve ses kaydında isimleri geçen kişilerin ifadelerinin alınmadığını ileri sürmüştür. Ayrıca ses kaydının suç kastıyla hareket edilerek planlı şekilde alındığını ve verilen kararla özel hayata saygı hakkının güvencelerinin yerine getirilmediğini iddia etmiştir. İtiraz talebi İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 27/3/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararda, Başsavcılığın verdiği kararın usule ve mevzuata uygun olduğu ifade edilmiştir. Nihai karar 27/4/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları, taraflardan herhangi birinin rızası olmaksızın bir aletle dinleyen veya bunları bir ses alma cihazı ile kaydeden kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.Katıldığı aleni olmayan bir söyleşiyi, diğer konuşanların rızası olmadan ses alma cihazı ile kayda alan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.Kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaların kaydedilmesi suretiyle elde edilen verileri hukuka aykırı olarak ifşa eden kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve dörtbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. İfşa edilen bu verilerin basın ve yayın yoluyla yayımlanması halinde de aynı cezaya hükmolunur. " 5237 sayılı Kanun'un "Özel hayatın gizliliğini ihlal" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Gizliliğin görüntü veya seslerin kayda alınması suretiyle ihlal edilmesi halinde, verilecek ceza bir kat artırılır" Yargıtay Ceza Dairesinin 27/4/2015 tarihli ve E.2014/23371, K.2015/6859 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması suçundan: sanığın, haberleşme içeriğini kaydedip, bu kaydı içeren CD'yi, görülmekte olan dava dosyasına delil olarak vermesi biçimindeki eylemleri, TCK'nın 133/ maddesinde düzenlenen kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması suçu kapsamında değerlendirilebilir ise de, sanığın konuşmanın tarafı olması nedeniyle atılı TCK'nın 133/ maddesindeki kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı, eylemin TCK'nın maddesinde düzenlenen özel hayatın gizliliğini ihlal suçu kapsamında değerlendirilebileceği ancak, kişinin, bir daha kanıt elde etme olanağının bulunmadığı ve yetkili makamlara başvurma imkanının olmadığı ani gelişen durumlarda, örneğin; kendisine yada akrabalarına karşı işlenmekte olan (cinsel saldırı, hakaret, tehdit, iftira veya şantaj gibi) bir suç söz konusu olduğunda ya da kendisine veya aile birliğine yönelen, onurunu zedeleyen, haksız bir saldırıyı önlemek için, kaybolma olasılığı bulunan kanıtların kaybolmasını engelleyip, yetkili makamlara sunarak güvence altına almak amacıyla, saldırıyı gerçekleştiren tarafın bilgisi ve rızası dışında, özel hayata ait bilgileri okuma, konuşma ve haberleşme içeriklerini veya özel hayata ilişkin ses ve görüntüleri dinleme, izleme ya da kaydetme, kişisel verileri kaydetme, ele geçirme ve yayma eylemlerinin hukuka aykırı olduğunu kabul etmek mümkün olmadığı gibi, esasen bu hallerde, kişinin hukuka aykırı hareket ettiği bilinciyle hareket ettiğinden de söz edilemeyeceği gözetildiğinde, kayda alınan haberleşme ve konuşma içeriklerini, üçüncü kişi ya da kişilerle paylaştığına ilişkin hakkında bir iddia ileri sürülmeyen sanığın, katılanın sanık olarak yargılandığı ve akrabası olan mağdur İ.ye karşı cinsel taciz davasındaki mağdurenin iddiasını ispatlama amacını taşıyan eylemlerinde, hukuka aykırı hareket ettiği bilinciyle hareket etmediği anlaşılmakla, sanığın eylemlerinin anılan suçları da oluşturmayacağı gözetilerek atılı suçtan beraat kararı verilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde mahkumiyet kararı verilmesi ...Kanuna aykırı olup ... hükmün ... bozulmasına ... karar verildi...." Yargıtay Ceza Dairesinin 7/6/2017 tarihli ve E.2016/4795, K.2017/4840 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... İki veya daha fazla kişinin, başkalarının bilmeyeceği ve sınırlı bir dinleyici çevresi dışına çıkmayacağı yönünde haklı bir inanç ve iradeyle hareket ederek, herhangi bir aracı vasıta olarak kullanmadan, yüz yüze gerçekleştirdikleri, ancak özel bir çaba gösterilerek duyulabilecek, aleni olmayan, söze dayalı, sesli düşünce açıklamalarının, konuşmanın tarafı olmayan kişi veya kişilerce, ilgilisinin rızası olmaksızın, elverişli bir aletle (sesli bir açıklamayı kuvvetlendirerek veya naklederek onu ses alanının dışına çıkartıp doğrudan doğruya algılanabilir hale getirmeye yarayan her türlü düzenekle) dinlenmesi veya akustik olarak tekrar dinlenebilmesi imkanını sağlayan bir aletle kaydedilmesinin TCK'nın 133/ maddesinde; en az üç veya daha fazla kişinin, yüz yüze gerçekleştirdikleri, aleni olmayan, söze dayalı düşünce aktarımlarının, söyleşinin tarafı olan kişi veya kişilerce, ilgililerinin rızası olmaksızın, bir aletle kaydedilmesinin aynı Kanunun 133/ maddesinde kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması başlığı altında suç olarak tanımlandığı, söyleşiden farklı olarak, iki kişi arasında da gerçekleşebilecek olan konuşmada, konuşan tarafların, aralarında geçen sözleri kaydetmesi, TCK'nın 133/ maddesi kapsamında suç olarak tanımlanmamış olup, koşulları bulunduğu takdirde eylemin aynı Kanunun maddesinde düzenlenen özel hayatın gizliliğini ihlal suçunu oluşturabileceği; elverişli bir aletle dinlenilen veya kaydedilen konuşma veya söyleşiden elde edilen bilgiler sayesinde kendi veya üçüncü kişi lehine, maddi ya da manevi yarar, yani; fayda veya avantaj sağlanması; bu bilgilerin, menfaat karşılığı olsun ya da olmasın, ilgilisi dışındaki kişi veya kişilere verilmesi ya da diğer kişilerin dolaylı olarak bilgi edinmelerinin temin edilmesinin TCK'nın 133/ maddesinde ayrıca suç olarak tanımlandığı, hükümden önce 2012 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanunun maddesi ile TCK'nın 133/ maddesinde yapılan değişiklikle kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaların kaydedilmesi suretiyle elde edilen verilerin hukuka aykırı olarak ifşa edilmesi eyleminin suç olarak düzenlendiği,Bu açıklamalar ışığında incelenen dosya kapsamına göre; sanığın, hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilen sanık yi azmettirip katılan ile yüzyüze yapmış olduğu konuşmayı kaydettirip, katılanın açmış olduğu İş Mahkemesindeki davaya delil olarak sunduğu iddia edilen olayda, iki kişinin yüzyüze yapmış olduğu konuşmaların kaydedilmesinin kanunda suç olarak tanımlanmadığı, şartları oluştuğu takdirde TCK maddesinde düzenlenen özel hayatın gizliliğini ihlal suçu kapsamında değerlendirilebileceği, ancak konuşma içeriklerinin incelenmesinde konuşmaların katılanın özel yaşam alanına dahil ve onun özel hayatının gizliliğini ihlal edecek bir husus konuşulmadığından, sanığın söz konusu konuşma içeriklerini devam eden İş Mahkemesindeki davaya delil olarak sunmasında hukuka aykırı hareket etme bilinciyle de hareket etmemesi nedeniyle, sanığın eyleminde, TCK'nın maddesinde düzenlenen özel hayatın gizliliğini ihlal suçunun yasal unsurlarının da gerçekleşmediği gözetilmeden sanığın CMK’nın 223/2-a maddesi gereğince beraatine karar verilmesi gerekirken aynı kanunun 223/2-e maddesi gereğince beraatine karar verilmesi ... Kanuna aykırı olup ... hükmün düzeltilerek onanmasına ... karar verildi." Yargıtay Ceza Dairesinin 24/3/2021 tarihli ve E.2019/8984, K.2021/3089 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:".. Dosya kapsamına göre, iş arkadaşı ve komşusu olan katılan sanık Y. tarafından şahsına sürekli hakaret edildiğini iddia eden sanık T.nin, apartman merdiven boşluğunda karşılaştığı katılan sanık Y. ile aralarında geçen tartışmayı ve bu esnada katılan sanık Y. tarafından söylenen rencide edici sözleri gizlice cep telefonuna kaydedip, söz konusu ses kaydını, şikayet dilekçesindeki iddialarının delili olarak Cumhuriyet Başsavcılığına sunduğu olayda; ses kaydının çözümüne ilişkin 2015 tarihli bilirkişi raporu ile kolluk görevlilerince düzenlenen 2015 tarihli tutanak, dosyada mevcut diğer delillerle birlikte değerlendirildiğinde; şikayete konu kaydı, üçüncü kişi ya da kişilerle paylaştığına ve/veya çoğaltarak dağıttığına ilişkin hakkında bir iddia ileri sürülmeyen sanık T.nin, haksız bir saldırı altında ve başkaca şekilde ispatlanması mümkün olmayan bir hal içerisinde iken, kaybolma olasılığı bulunan delillerin muhafazasını sağlayıp katılan sanık Y.nin şahsına yönelik hakaret suçunu işlediğine dair iddialarını ispatlama amacını taşıyan eylemlerinde hukuka aykırı hareket ettiği bilinciyle davranmaması nedeniyle sanık T.nin CMK'nın 223/2-a maddesi gereğince beraatine karar verilmesi gerekirken, sanık T. hakkında aynı Kanun'un 223/2-d maddesi gereğince beraat hükmü kurulması, Kanuna aykırı olup ...hükmün düzeltilerek onanmasına ... karar verildi."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kişiler arası ilişkilerde Sözleşme'nin maddesine uyulmasını güvence altına alacak tedbirlerin seçiminin ulusal makamların takdirinde olduğunu, bu konudaki yükümlülüğü yerine getirmenin niteliğinin özel hayata yönelik müdahaleye göre farklılık oluşturabileceğini ifade etmiştir. AİHM, devletlerin Sözleşme’nin maddesi uyarınca uygun bir yasal koruma çerçevesi oluşturma ve uygulama yükümlülüğünün her zaman ceza hükümlerinin tatbik edilmesi anlamına gelmeyeceğini de vurgulamıştır (Söderman/İsveç [BD], B. No: 5786/08, 12/11/2013, § 79; P./Portekiz, B. No: 27516/14, 7/9/2021, §§ 40, 41). AİHM, eşlerin birbirlerinin erişimine rıza gösterdiği bilgilerin hukuk davasında kullanılması suretiyle ifşa edildiği iddiasının incelendiği bir ceza davasının akabinde yapılan başvuruda, ifşa edildiği iddia edilen söz konusu bilgilerin ortak erişime açık olduğuna ve başvuranın özel hayatı üzerindeki etkilerinin sınırlı olduğuna vurgu yapmış; neticede bu bilgilerin hukuk davasında kullanılmasının cezai takibatı gerektirmediği yönünde ulaşılan sonucu özel hayata saygı hakkının öngördüğü pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmediği anlamına gelmediğini belirterek sonuca ulaşmıştır (P./Portekiz, §§ 46-51).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/16857
Başvuru, aleni olmayan bir konuşmanın hukuka aykırı şekilde kayıt altına alınmasına yönelik şikâyet üzerine yapılan soruşturmanın devletin pozitif yükümlülüklerine uygun yürütülmemesi nedeniyle kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, başvurucunun WhatsApp adlı mesajlaşma programını kullanarak yaptığı yazışmaların işveren tarafından incelenmesi ve bu yazışmalar gerekçe gösterilerek iş akdinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu özel bir şirket çalışanı olup şirketin hizmet sağladığı Sağlık Bakanlığına bağlı bir devlet hastanesinde (Kurum) bilgi işlem sorumlusu olarak görev yapmaktadır. Başvurucunun bilgisayarını açık bırakması sonucunda sorumlu olan amiri tarafından kurum içerisinde görevini icra ettiği sırada mesajlaşma programı kullanarak çalışma arkadaşları ile firma ve kurum yöneticilerine karşı iftira ve hakaret ettiği tespit edilmiştir. İşveren şirket tarafından 16/11/2017 tarihli yazısında başvurucudan çalışma arkadaşları ile firma ve kurum yöneticilerine karşı iftira ve hakaret ettiği, çalışma arkadaşlarıyla birlikte örgütlü bir biçimde bilişim sistemini sekteye uğrattığı hususlarında savunması istenmiştir. Başvurucu, savunmasını 21/11/2017 tarihinde göndermiş ve 22/11/2017 tarihinde iş akdi bildirimsiz olarak feshedilmiştir. Başvurucu 20/12/2017 tarihinde Ordu İş Mahkemesinde (Mahkeme) işe iade istemiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; iş akdinin haksız olarak feshedildiğini, feshe dayanak yapılan mesajlaşma programının çok yaygın olarak kullanıldığını, bu yazışmaların kişisel veri olarak korunması gerektiğini, bu yazışmaların elde ediliş şeklinin muğlak olduğunu ve hukuka aykırı delil niteliğinde olduğunu ifade etmiştir. Mahkeme 31/5/2018 tarihinde davanın kabulüne, feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; fesih bildiriminin yazılı olarak yapılmadığı, bu nedenle şekil şartlarına uygun olmayan feshin geçersiz olduğu belirtilmiştir. Davalı vekillerinin anılan karara karşı yaptığı istinaf başvurusu Samsun Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin (Bölge Adliye Mahkemesi) 5/10/2018 tarihli kararıyla dava dosyasında eksikliklerin tamamlaması amacıyla dosyanın esası incelenmeden mahkemesine iade edilmesine kesin olarak karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; davalı işveren tarafından hizmet akdinin WhatsApp adlı mesajlaşma programında küfür ve hakaret yapılması nedeniyle haklı nedenle feshettiklerinin iddia olunduğu, ilk derece mahkemesince yazılı şekil şartına uyulmayarak sözleşmenin feshedildiğinden bahisle davanın kabulüne karar verildiği belirtilmiştir. Kararda ilk derece mahkemesinin davalı işverenin iddiası üzerinde durmadığı, haklı fesih nedenlerinin bulunup bulunmadığını tartışmadığı, haklı nedenle feshin varlığı halinde yazılı fesih bildirim şartının bulunmadığı hususunu dikkate almaksızın eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme yaptığı vurgulanmıştır. Mahkeme tarafından yapılan yeniden yargılama neticesinde 10/5/2019 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; işverenin kendisine yönelik hakaret içeren ve sunmuş olduğu hizmeti sekteye uğratmaya yönelik söylemlerde bulunan çalışan ile iş akdini devam ettirmesinin beklenemeyeceği, işverenin başvurucunun şirkete yapılan hakaret, tehdit ve küfürler ile sunmuş olduğu hizmetleri sekteye uğratmaktan dolayı yani ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller sebebine dayanarak iş sözleşmesini feshettiği ifade edilmiştir. Kararda işverenin haklı nedenle derhal feshinde yazılı şekil şartı aranmadığı, başvurucunun eylemleri nedeniyle yapılan feshin geçerli olduğu, başvurucu tarafından söz konusu WhatsApp yazışmalarının hukuka aykırı şekilde ele geçirildiği iddia edilmiş ise de iş verence bu işlemin yapıldığı yönünden bir iddia ve tespit bulunmadığı vurgulanmıştır. Başvurucunun karara karşı istinaf yoluna başvurması üzerine Bölge Adliye Mahkemesi 19/9/2019 tarihinde ilk derece mahkemesi kararının yasal ve hukuksal gerekçeleri ile maddi delillerin takdirinde isabetsizlik bulunmadığından istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu vekili nihai hükmü 14/10/2019 tarihinde tebliğ aldıktan sonra 8/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/37012
Başvuru, başvurucunun WhatsApp adlı mesajlaşma programını kullanarak yaptığı yazışmaların işveren tarafından incelenmesi ve bu yazışmalar gerekçe gösterilerek iş akdinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru; öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi ve geri gönderme merkezindeki tutulma koşulları nedeniyle aile hayatına saygı hakkı ve kötü muamele yasağının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvuruların başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölümler tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölümler tarafından bir kısım başvurucu hakkında sınır dışı etme işlemlerinin geçici olarak (tedbiren) durdurulmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli listede numaraları belirtilen başvuruların 2017/40063 numaralı bireysel başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Muhtelif ülkelerin vatandaşı olan başvurucular hakkında farklı tarihlerde 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesi kapsamında ilgili valilikler tarafından sınır dışı etme kararı tesis edilmiş, ayrıca başvurucuların bir kısmı idari gözetim altına alınarak geri gönderme merkezlerine konulmuştur. Başvurucular sınır dışı etme işlemi yönünden etkili bir iç hukuk yolu bulunmadığını belirterek değişik tarihlerde bireysel başvurularda bulunmuşlardır. Başvurucular gönderdikleri ayrı dilekçelerle bireysel başvurularından feragat ettiklerini ve gönüllü olarak ülkelerine dönmek istediklerini belirtmişlerdir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/40063
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi ve geri gönderme merkezindeki tutulma koşulları nedeniyle aile hayatına saygı hakkı ve kötü muamele yasağının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1974 doğumlu olan başvurucu, bir kamu bankası (kurum) bünyesinde 20/4/2015 tarihinden itibaren çalışmakta olup Uygulama Geliştirme Müdürlüğünde kıdemli uzman olarak görev yapmakta iken 12/8/2016 tarihli yönetim kurulu kararına istinaden kurum tarafından başvurucunun iş sözleşmesi feshedilmiştir. Yönetim kurulu kararında, darbe teşebbüsü sonrasında ülke genelinde olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilerek darbe teşebbüsü ve terörle mücadele çerçevesinde birtakım zaruri tedbirler alındığından bahsedilmiştir. Bu kapsamda diğer tüm kamu kurum ve kuruluşlarında Fethullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanmasıyla (FETÖ/PDY) bağlantılı olan çalışanların görevlerine son verildiği, bünyelerinde çalışan bazı personelin de iş akitlerinin bu çerçevede feshedilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Yapılan incelemeler ve edinilen ek bilgiler neticesinde FETÖ/PDY'yle irtibatı olduğu değerlendirilen ve/veya görev yaptıkları dönem içinde yeterli verim alınamadığı, performansının beklentilerin altında kaldığı tespit edilen çalışanların ihbar ve kıdem tazminatları ödenerek kurumla olan ilişiklerinin kesilmesine karar verilmiştir. Başvurucu; feshin geçersizliğinin tespiti, işe iadesi ile haksız fesihten kaynaklanan tazminat ve hak ettiği ücretlerinin ödenmesine karar verilmesi taleplerini ileri sürerek işveren aleyhine 9/9/2016 tarihinde İstanbul İş Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde işe iade davası açmıştır. Davalı işveren; sunduğu cevap dilekçesinde yönetim kurulu kararındaki hususların müvekkil banka açısından haklı nedenle fesih teşkil ettiğini, fesih işleminde keyfî davranılmadığını, feshin kaçınılmaz olması sebebiyle son çare olarak iş akdinin feshedildiğini belirterek davanın reddini talep etmiştir. Başvurucu; cevaba cevap dilekçesinde fesih sebebinin somut ve kesin bir şekilde bildirilmediğini, ne yönetim kurulu kararından ne de fesih bildiriminden hangi sebebe istinaden iş akdinin sonlandırıldığının net olarak anlaşılabildiğini, savunmasının alınmadığını, çalıştığı süre içinde üstün performans notları alarak işyerinde yükseldiğini, bu süre zarfında uyarı cezası dahi almadığını, herhangi bir terör örgütüyle bağlantısı olmadığını, feshin geçerli yahut haklı bir nedene dayanmadığını ifade etmiştir. Mahkeme 21/12/2016 tarihli karar ile davanın reddine hükmetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda, davalı işverence yukarıdaki KHK ve devamında çıkarılan diğer bu nitelikteki hükümler uyarınca bir değerlendirme yapılmak suretiyle işçinin, adı geçen FETÖ/PDY terör örgütü ile illiyet, irtibat ve iltisakı olduğu kanaatine varılarak iş akdinin sonlandırıldığı anlaşılmaktadır. Yukarıdaki tanımı yapılan Yüksek Mahkeme kararı ve KHK hükmü göz önüne alındığında, işveren açısından işçiden kaynaklı nedenlerle güven ilişkisinin sarsılmasına yol açıldığı ve artık iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğun ortadan kalktığı, bu durumun işveren yönünden katlanması beklenemeyecek nitelikte olduğu, iş için uygunluğun sona erdiği anlaşıldığından fesih işleminin haklı ve geçerli nedenlerle gerçekleştiği kanaatine varılarak aşağıdaki şekilde karar verilmesi usul ve yasaya uygun bulunmuştur." Başvurucu istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf başvuru dilekçesinde dava dilekçesinde ileri sürdüğü beyanları tekrar etmiş; ispat yükünün işverende olduğunu ancak hem işveren tarafından sunulan belgelerde hem de gerekçeli kararda FETÖ/PDY'yle iltisakına ilişkin soyut bir iddia dışında bir bilgi ve belge sunulmadığını, hakkında bir soruşturma yahut kovuşturma da bulunmadığını ileri sürmüş ve istinaf talebinin kabulü ile işe iadesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı işveren cevap dilekçesinde önceki iddialarını tekrarlamış ve davanın reddini talep etmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 25/5/2017 tarihli kararıyla istinaf talebinin kabulüne, feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine hükmetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Davacının, iş sözleşmesinin yönetim kurulu kararında belirtilen performans kapsamında feshedildiğinin kabul edilmesi halinde ise; yapılan feshin, İş Kanunundaki iş güvencesi hükümlerine aykırı olduğu sonucu ortaya çıkacaktır. 4857 sayılı İş Kanunu'nun 19/ maddesine göre; işveren, fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin şekilde belirtmek zorundadır. Maddenin ikinci fıkrasında ise; hakkındaki iddialara karşı savunması alınmadan bir işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesinin o işçinin davranışı veya verimi ile ilgili nedenlerle feshedilemeyeceği, ancak işverenin maddenin II numaralı bendi şartlarına uygun fesih hakkının saklı olduğu hüküm altına alınmıştır. Davacının iş akdinin performans nedeniyle feshedilmiş olması halinde de, söz konusu düzenlemedeki koşullar göz önüne alınarak feshin geçersizliği sonucu ortaya çıkmaktadır.İlk derece mahkemesi tarafından, davacının iş akdinin FETÖ/PDY terör örgütü ile illiyet, irtibat ve iltisakı olduğu gerekçesiyle feshedildiği kabul edilerek 673 sayılı KHK' nın maddesi hükmü doğrultusunda karar verilmiş ise de; yukarıda yapılan açıklamalar nedeniyle, mahkemenin oluşturduğu gerekçe ve vardığı sonucun isabetli olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Gerek yönetim kurulu kararı ve ekindeki listede gerekse bu karara dayalı olarak düzenlenen fesih bildiriminde, davacının iş akdinin belirtilen nedenle feshedildiğine yönelik bir açıklama mevcut değildir. İşveren, fesih bildiriminde ileri sürmüş olduğu fesih sebebi ile bağlı olup sebep bildirmemesine ya da bildirdiği sebebi değiştirmesine hukuken olanak yoktur. Bu koşullar altında, geçerli bir fesih işleminden söz edilemeyeceğinden; davacının işe iadesine karar vermek gerekirken davanın reddedilmesi usul ve yasaya aykırı olup davacı vekili tarafından ileri sürülen istinaf sebepleri yerindedir." Davalı kurum, Bölge Adliye Mahkemesi kararına karşı 14/7/2017 tarihli dilekçesi ile temyiz talebinde bulunmuş; yargılama sürecinde belirttiği hususları tekrar ederek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini ileri sürmüş ve bu kapsamda birtakım belgeleri derece mahkemelerine ibraz etmiştir. 3/7/2018 tarihli kurum yazısında; başvurucunun Emniyet İstihbaratta kaydı olduğu ve Bank Asyada yoğun olarak işlem yaptığı bilgisi edinildiği, bunun dışında başvurucuya yönelik adli ya da idari bir soruşturma yapılmadığı belirtilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) gönderdiği 7/6/2018 tarihli yazıda başvurucu hakkında soruşturma kaydına rastlanmadığını, soruşturma evraklarında gizlilik kararının bulunması, evraklarının sayısının çokluğu ve buna bağlı iş yoğunluğu nedeniyle hâlen Başsavcılığa intikal etmeyen ancak kolluk kuvvetlerinde tahkikat aşamaları devam eden soruşturmalar bulunduğunu, başvurucu hakkında bahsi geçen suçtan soruşturma yürütülüp yürütülmediği hususunda şu aşamada sağlıklı bilgi verilmesinin bu yönüyle mümkün olmadığını belirtmiştir. Öte yandan başvurucu, temyize cevap dilekçesinde yargılama sürecinde ileri sürdüğü hususların yanı sıra Bank Asyada hesabının olmadığını, örgüt tarafından organize edilen herhangi bir toplantıya katılmadığını belirterek davalı kurumun ileri sürdüğü hususların soyut ve mesnetsiz olduğunu ifade etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 8/10/2018 tarihli karar ile Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozularak ortadan kaldırılmasına ve davanın reddine hükmetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Bölge Adliye Mahkemesi kararında değinildiği üzere Yönetim kurulu kararında feshe yönelik 2 neden bulunmakta olup fesih bildirminde davacının iş sözleşmesinin hangi nedenle fesh edildiği açık değildir. Ancak Dairemizce verilen geri çevirme kararı üzerine davalı tarafça gönderilen yazı cevabında 'davacının emniyet istihbaratta kaydı olduğu, Bank Asya'da yoğun olarak işlem yaptığı' belirtilmiştirHer ne kadar davacı hakkında cezai bir tahkikat olmadığı görülse de açıklanan eylemler ve davalı savunmasına göre davacının FETÖ/PDY ile ilgi, iltisak ya da irtibatı bulunduğu konusunda davalı işveren açısından şüphe feshini gerektirir yeterli delil mevcuttur. Buna göre 673 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin kamu iştiraklerindeki işçilere ilişkin Maddesi de dikkate alındığında davacının iş sözleşmesi yasal düzenleme kapsamında sona erdirilmiştir ve kamu bankası niteliğinde olan işyerine işe iadesi mümkün olmadığından ve yasal yetki nedeni ile fesihlerde 4857 sayılı İş Kanunu'nun18 ve devamı maddeleri uyarınca geçersizlik koşulları aranmayacağından işveren tarafından kıdem ve ihbar tazminatları ödenerek yapılan feshin geçerli olduğu kabul edilerek davanın reddi gerekmekte olup 4857 sayılı İş Yasasının 20/ maddesi uyarınca Dairemizce aşağıdaki şekilde karar verilmiştir." Nihai karar 14/12/2018 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üysi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:"...şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/10/2018 tarihli ve E.2018/10430, K.2018/20956 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde değerlendirme yapılacak olursa, somut olayda davacının iş sözleşmesinin feshi ile ilgili yasal dayanakların 4857 sayılı İş Kanunu ile birlikte Bakanlar Kurulu kararı ile ülke genelinde ilan edilen Olağanüstü Hal kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnameler olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Söz konusu kararnamelerin iş sözleşmesi ile çalışan işçilere yönelik hükümleri incelendiğinde, gerek 667 sayılı KHK’nin maddesi gerekse 673 sayılı KHK’nin maddesinde bu kanun hükmünde kararnameler kapsamında iş sözleşmesi feshedilen işçilerin bir daha yeniden doğrudan veya dolaylı olarak eski işinde veya benzer işlerde görevlendirilemeyecekleri, bunların işe iadesinin mümkün olmadığı şeklinde emredici nitelikte düzenlemelerin yer aldığı görülecektir. Bu yasal düzenlemelerin nitelik itibariyle, kamu düzenine ilişkin ve açıkça emredici nitelikte olduğu değerlendirildiğinde, açılacak davalarda taraflarca hazırlama ilkesine üstünlük tanınamayacağı göz önüne alınmalıdır. Bu itibarla, ilgili kanun hükmünde kararnameler kapsamındaki fesihlere ilişkin olarak açılan işe iade davalarında, taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir.Buna göre görülmekte olan davada, sözleşmenin feshine dayanak bilgi ve belgelerin mahkemece resen araştırılması gerekmekte ise de, dosyada sadece Erzurum Cumhuriyet Baş Savcılığına davacı hakkında soruşturma veya kovuşturma olup olmadığı yönünde yazılan yazı cevabi ile yetinildiği, bu yönde başkaca bir araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Davacının iş sözleşmesinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı bankadan sorularak; bunun yanında resen araştırma ilkesi kapsamında davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumu’ndan getirtilmeli, varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asya nezdinde açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek ulaşılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davacının davasının kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/10/2018 tarihli ve E.2018/11972, K.2018/22382 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacının ... sözleşmesinin feshinin 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin maddesi doğrultusunda davalı işverence oluşturulan komisyon kararıyla davalı kurum tarafından gerçekleştirilmiştir. Davacı işçi 4857 sayılı ... Kanunu hükümleri çerçevesinde çalışmış olmakla ... sözleşmesinin 2016 tarihindeki feshinde ... Kanunu'nun ve devamı maddeleri hükümleri uygulanmalıdır.Somut olayda davacının ... akdinin feshine neden olan bilgi ve belge işverence ibraz edilememiştir. Davacının ... akdinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı Kurumdan araştırılmalı; ayrıca davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı'nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumundan varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asyaya açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek sonucuna göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile davanın reddi hatalı olup bozmayı gerektirir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/3/2018 tarihli ve E.2018/464, K.2018/6086 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda; davacının iş sözleşmesinin feshine ilişkin hiçbir belgenin dosyaya sunulmadığı anlaşılmaktadır. İlk Derece Mahkemesi tarafından şüpheyi haklı kılacak güçte somut delillerin bulunup bulunmadığı araştırılmamıştır. Tarafların iddia ve savunmaları dikkate alındığında Mahkemece öncelikle yapılacak iş; davacının banka kayıtları getirtilerek özellikle adı geçen Bank Asya da hesabının hangi tarihler arasında açık olduğu, bankaya toplu para yatırma ve çekme işlemlerinin yapılıp yapılmadığı, yapıldı ise hangi tarihler arasında hangi sebeplerle yapıldığına ilişkin bilgi ve belgelerin toplanması, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı'nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve istihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi teknolojileri Kurumundan davacının hakkında FETÖ/PDY terör örgütü ile ilgili işlem yapılıp yapılmadığının emniyet veya diğer güvenlik güçlerinden sorularak gelen yazı cevaplarının dosyaya getirtilmesi gerektiği gibi, ayrıca, davacının iş sözleşmesinin feshinin haklı nedene dayalı olup olmadığına dair denetime elverişli tüm delillerin de araştırılarak toplanması gerekmektedir. Feshin haklı nedene dayanıp dayanmadığı hususunun açıklığa kavuşturulması için belirtilen yönlerden gerekli araştırmaya gidilmeli ve toplanacak deliller dosya içeriği ile yeniden bir değerlendirmeye tabi tutularak sonucuna göre bir karar verilmelidir. Eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2166
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1