text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvuru; başvurucuların yakınının tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirmesiyle ilgili olarak etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. İkinci Bölüm tarafından 27/10/2016 tarihinde yapılan toplantıda verilecek kararın Bölümlerin önceden vermiş olduğu kararlarla çelişebileceği anlaşıldığından başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görülmüş ve başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular İstanbul'da yaşamaktadırlar. Başvurucu İsmet Gülten Ergün'ün eşi, diğer başvurucuların ise babası olan müteveffa Sumer Ergün olay tarihinde 76 yaşındadır ve fizik tedavi ve rehabilitasyon dalında uzmanlığı bulunan emekli bir tıp doktorudur. Başvurucular gibi İstanbul'da yaşayan müteveffa 12/6/2012 tarihinde idrar yapmada güçlük, sık tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonları ve benzeri şikâyetlerle İstanbul'da faaliyet gösteren özel bir hastaneye başvurmuştur. Müteveffaya aynı gün spinal anestezi altında üretradaki darlığın genişletilmesi ameliyatı yapılmıştır. Bu ameliyattan iki gün sonra 14/6/2012 tarihinde müteveffa, felç gelişmesive solunum güçlüğü yaşaması nedeniyle Hastanenin yoğun bakım ünitesine alınmıştır. Bu ünitede 15/6/2012 tarihinde yapılan incelemede spinal bölgede kanama tespit edilmiştir. Müteveffanın 16/6/2012 tarihinde kalbi durmuş ve yeniden canlandırma işlemine yanıt alınarak kalp ritminin geri dönmesi sağlanmış ise de müteveffa, yoğun bakım ünitesinde tedavisine devam edildiği 20/7/2012 tarihinde yaşamını yitirmiştir. Hastane tarafından düzenlenen aynı güne ait ölüm belgesinde, ölüm sebebinin kronik kalp hastalığı, mesane tümörü, kronik böbrek yetmezliği ve aritmi, çoklu organ yetmezliği ve beyne yeteri kadar oksijen gitmemesi olduğu belirtilmiştir. Müteveffa, aynı gün defnedilmiştir. Defnedilmeden önce yakınları tarafından talep edilmediğinden cesedi üzerinde ölü muayene ve otopsi işlemi yapılmamıştır. Başvurucular, ölüm olayından yaklaşık üç ay sonra 17/10/2012 tarihinde müteveffanın, hastalığının teşhisinde ve tedavisinde ihmalkârlık gösterilmesi sonucunda yaşamını yitirdiğini ve ihmali ispatlayan belgelerde sahtecilik yapıldığını ileri sürerek aralarında Hastanenin uzman doktorları, hemşireleri, teknisyeni, yoğun bakım kliniği nöbetçisi, yoğun bakım kliniği şefi, başhekimi ve başhekim yardımcısının da bulunduğu on bir sağlık personeli hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) suç duyurusunda bulunmuşlar ve sorumluların cezalandırılmasını talep etmişlerdir. Başvurucular bu suç duyurularında özetle, kendisi de doktor olan müteveffanın uygulanacak operasyonun basit bir işlem olduğu hususunda ikna edildiğini, genel anestezi altında olacağı zannıyla kabul ettiği ameliyat işleminin ne müteveffadan ne de kendilerinden bir onay (rıza) alınmadan spinal anestezi uygulanarak gerçekleştirildiğini, ardından genel durumunun bu anestezi yöntemi yüzünden kötüleşmesi nedeniyle yoğun bakım ünitesine alınan müteveffanın burada -bir dizi kusur ve ihmalkârlığın da eklenmesi sonucu- yaşamını yitirdiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular, ayrıca ihmali ispatlayan belgelerde sahtecilik yapıldığını iddia etmişlerdir. Başvurucular ayrıca, hastanede hemşire olarak görev yapan G.N.A.nın olay hakkında bilgi sahibi olduğunu ileri sürmüş ve ifadesinin alınmasını talep etmişlerdir. Başvurucuların müracaatı üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olay hakkında aynı tarihte soruşturma başlatılmış ve bu soruşturmada G.N.A.nın tanık sıfatıyla ifadesi 6/12/2012 tarihinde kollukta alınmıştır. Tanık bu ve soruşturmanın ileriki aşamasında alınan ifadelerinde özetle, yoğun bakım ünitesinde olan ve ağrıları bulunan müteveffaya burada görevli olan doktor Ç.nin talimatıyla hemşire A. tarafından gereğinden yüksek dozda morfin verildiğini, kalbinin durmasından sonra bu durumun tespitinde ve müdahalesinde geç kalındığını, ayrıca bu hususlara ilişkin belgelerde gerçeğe aykırı bilgilere yer verildiğini ileri sürmüştür. Soruşturmada, şüphelilerin ifadeleri 12/12/2012 tarihinde alınmıştır. Şüpheliler bu ifadelerinde özetle, müteveffanın son beş yıldır kronik kalp yetmezliği yaşaması, kroner arter hastalığı nedeniyle öncesinde çeşitli cerrahi operasyonlar geçirmesi, kalp kapaklarında fonksiyon bozukluğu yaşaması ve kalbine pil takılması gibi nedenlerle kardiyolojik açıdan yüksek riskli bir hasta olmasının yanında kendisinde böbrek ve karaciğer yetmezliğinin bulunması, prostat ve mesane kanseri öyküsünün bulunup radyoterapi tedavisi görmesi ve cerrahi mesane ameliyatı geçirmesi gibi nedenlerle anestezik yaklaşım açısından yapılan sınıflandırmada ölüm riski yüksek hasta grubunda yer aldığını söylemişlerdir. Ayrıca bu sebeple genel anestezi yönteminin ve bu yöntemde kullanılan ilaçların müteveffayı olumsuz etkileyeceğini hatta ölümüne yol açabileceğini değerlendirdiklerini, yakınlarının da müteveffanın başka bir hastalığı nedeniyle daha önce uygulanan genel anestezi sonucunda solunum problemi yaşadığını vurgulamaları üzerine spinal anestezi uygulanmasının daha doğru bir seçim olduğuna karar verip kendisi de doktor olan müteveffaya ve hazır bulunan yakınlarına hastalığının tedavisi için uygulanacak spinal anestezi yöntemi de dâhil tüm anestezi yöntemlerinin içerdikleri riskleriyle birlikte ayrıntılı olarak anlatıldığını, müteveffanın da spinal anestezi uygulamasını kabul edip buna ilişkin "Aydınlatılmış Onam (Rıza) Formu"nu imzaladığını beyan etmişlerdir. Şüpheliler ifadelerinde bunların yanında tıbbi sebeplerden ötürü -böbrek yetmezliği yaşaması ve benzeri sebeplerle- müteveffanın hayati risklerle karşılaşmaması için ameliyatın gerekli olduğunu, spinal anestezi uygulanarak ameliyat gerçekleştirildiğinde hastaların bilincinin kapanmadığını, müteveffanın da bu uygulama sırasında bilinci açık bir şekilde ameliyatı gerçekleştiren doktor ile yapılmakta olan ameliyat hakkında konuştuğunu, bu nedenle iddia edildiği gibi spinal anestezi yöntemin uygulanmasından haberdar olmaması veya kabul etmemesi gibi bir durumun söz konusu olmadığını, aksi hâlde bu yöntemin uygulanmasının imkânsız olduğunu belirtmişlerdir. Şüpheliler ayrıca, pek çok hastalığı nedeniyle sürekli tedavide olan müteveffanın 16/6/2012 tarihinde duran kalbinin müdahaleler sonunda yeniden atım yapmaya başladığını, kalp ve diğer sistemleri ile ilgili var olan tüm hastalıklarına rağmen kalbinin yeniden çalıştırılabilmesinin ekiplerinin bir başarısı olduğunu, yoğun bakım ünitesinde yeteri kadar personel bulundurulduğunu, müteveffanın bu ünitede kaldığı sürede de önceki aşamalarda olduğu gibi bir kusur veya ihmalkârlıklarının bulunmadığını ifade etmişlerdir. Şüphelilerden yoğun bakım ünitesi doktoru olan Ç. bunlara ek olarak Hemşire G.N.A.nın, başvurucuların baskı ve yönlendirmesiyle mesnetsiz iddialarda bulunduğunu, hastane kayıtlarından da anlaşılacağı üzere müteveffaya tıbben gerekli olduğu içinG.N.A.nın iddiasının aksine uygun dozda morfin verildiğini, yeniden canlandırma işleminin süratle gerçekleştirildiğini, müteveffaya uygulanan tüm işlem zamanlarının diğer hastalar için de uygulandığı gibi elektronik monitörde kayıt altına alındığını, bu nedenle ilgili evrakta sahtecilik yapılmasının mümkün olmadığını söylemiştir. Soruşturmada, tanık G.N.A.nın ifadesinde adı geçen şüpheli Hemşire A.nın ifadesi de 12/12/2012 tarihinde kollukta alınmış olup bu ifadesinde özetle üzerine atılı suçlamayı kabul etmemiş ve müteveffanın yakınlarının, kendisine ve tanık G.N.A.ya soruşturma makamlarına olayda ihmal olduğu şeklinde ifade vermeleri yönünde baskı yaptıklarını iddia etmiştir. Cumhuriyet savcısı 27/2/2014 tarihinde tanığın ifadesini bizzat almıştır. Tanık, Cumhuriyet Savcısına verdiği ifadesinde kolluğa verdiği bu ifadesini tekrar ederek yoğun bakım ünitesindeyken müteveffayla ilgilenilmediği, müdahalelerde geç kalındığı ve bazı belgelerde sahtecilik yapıldığı iddialarının asılsız olduğunu söylemiştir. Hastanenin başhekim vekili ve sorumlu müdürü olan şüpheli E.A.nın 12/12/2012 tarihinde alınan ifadesinde ayrıca müteveffa öldüğünde ailesinin tıbbi ölüm sebebinin kesin olarak belirlenebilmesi için otopsi yapılması önerilerini kabul etmediğini ve bu durumu bir belgeye kaydettiklerini belirtmiştir. Bunun yanında, müteveffaya ve ailesine spinal anestezinin komplikasyonları hakkında ayrıntılı bilgi verilip bu hususta bir anestezi değerlendirme formunun düzenlendiğini, ameliyat işleminin gerçekleştirilmesinden önce bu durumun tespit edilerek başka bir belgeye kayıt edildiğini ancak ölüm olayından sonra yaptıkları kontrolde bu formun müteveffaya ait hasta dosyasında bulunmadığını belirlediklerini, hasta dosyasının, örneğini almak isteyen müteveffanın yakınlarına verilmesinden kaynaklanan bu durumu, bir tutanak altına alarak noter onayına sunduklarını ve hemen İstanbul İl Sağlık Müdürlüğüne bir yazı yazarak bildirdiklerini savunmuştur. Başvurucular, soruşturma dosyasına Süleyman Demirel Üniversitesinde görev yapan öğretim üyelerinden 26/9/2012 tarihinde aldıkları bilimsel mütalaayı sunmuşlardır. Başvuru dosyasında bu mütalaanın aslı veya sureti bulunmamakta ise de aşağıda yer verilen ve başvurucular tarafından alınan diğer uzman görüşlerinde bu mütalaanın ilgili kısımlarına da yer verilmiştir. Söz konusu mütalaanın sonuç bölümünde müteveffanın ölüm sebebinin spinal anestezinin öngörülebilir bir komplikasyonu olan spinal kanama ve spinal bas nedeniyle felç gelişmesi üzerine takip edildiği yoğun bakım ünitesindeki tedavi sırasında yüksek dozda morfin verilmesi sonucu solunum ve dolaşım durması ile geç başlayan yeniden canlandırma işlemleri sonrası solunum ve dolaşımın geri gelmesine rağmen komaya girme ve komaya bağlı gelişen komplikasyonlar olduğunun belirtildiği anlaşılmıştır. Başvurucular, Dokuz Eylül Üniversitesinde görev yapan öğretim üyelerinden 24/4/2013 tarihinde aldıkları bilimsel mütalaayı da soruşturma dosyasına sunmuşlardır. Bu mütalaada da benzer tespitler yapılmış ve spinal anestezinin öngörülebilir komplikasyonlarının farkedilmesinde geç kalındığı ayrıca tıbbi belgelerde (00009 numaralı ekipriz raporu) hastanenin üroloji uzmanı doktoru olan şüpheli F. tarafından müteveffaya ameliyatın riskleri, komplikasyonları, başarı şansı, sonraki süreçle ilgili olası sorunlar, tedavi yapılması hâlinde oluşabilecek durumlara ilişkin bilgi verilerek aydınlatılmış onam formunun imzalatıldığı belirtilmiş ise de bu formun ameliyat için düzenlenip ameliyat sırasında kullanılan anestezi yöntemine ilişkin olmadığının düşünüldüğü belirtilmiştir. Başvuru dosyasındaki belgelerden şüphelilerin de İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde görev yapan dokuz öğretim üyesi tarafından hazırlanan 16/1/2013 tarihli mütalaayı soruşturma dosyasına sundukları anlaşılmıştır. Başvuru dosyasına eklenen ifadelerde ve belgelerde başkaca bir bilgi bulunmadığından sadece bu raporun sonuç bölümünde olayda şüphelilerin sorumluluğunu gerektirecek herhangi bir eksiklik, hatalı tıbbi uygulama ve ihmalin bulunmadığının belirtildiği tespit edilebilmiş ancak raporu düzenleyen öğretim üyelerinin uzmanlıkları ve olaya ilişkin tespitlerinin ve görüşlerinin neler olduğu ise belirlenememiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından müteveffaya ilişkin tüm tıbbi belgeler geçmiş yılları da kapsar şekilde hastaneden getirtilmiş ve 18/7/2013 tarihinde soruşturma dosyası Adli Tıp Kurumu Başkanlığına gönderilerek müteveffanın kesin ölüm nedeni ile hastalığının teşhisine, takibine ve tedavisine katılan doktorlar ile diğer sağlık personelinin kusurlarının bulunup bulunmadığı hakkında mütalaa verilmesi talep edilmiştir. Üç ayrı adli tıp uzmanı ve birer üroloji, anestezi ve reanimasyon, tıbbi patoloji, çocuk sağlığı ve hastalıkları ile kadın hastalıkları ve doğum uzmanın katılımıyla toplanan Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu (Adli Tıp Kurumu) 13/10/2013 tarihli raporunu (şüphelilerin ifadelerinin, olay hakkında düzenlenen adli belgelerin, müteveffaya ilişkin tüm tıbbi belgelerin ve tanık ifadelerinin yer aldığı) hazırlamıştır. Raporun sonuç kısmının ilgili bölümü şöyledir: "(...)SONUÇ:...1-Zamanında otopsi yapılarak dokularda makroskopik, mikroskopi, toksilojik, serilojik inceleme yapılmamış olmakla birlikte adli dosyada kayıtlı belgelere göre; daha önceden ASD ve by-pass ameliyatı olduğu, prostat ca nedeniyle radyoterapi aldığı, takiplerinde hematüri (yüksek riskli mesane kanseri tedavisi) olduğu, tetkikler sonrası mesane tümörü tanısının konduğu, 5/6/2002 tarihinde sistoskop ile opere edildiği, (TUR-MT), patoloji multipl papillertarsd aoluşumlar, TaG2 olarak geldiği, takip eden zamanlarda sistokop ile mesane tümörü için sitolojiler, rezeksiyonların yapıldığı (2002-2011), idrar yapmada zorlanma, damla damla idrar nedeniyle USG,TİT,PSA,flow istendiği,18/5/2012 tarihinde bening prostat hipertrofisi, üretra tanısının konduğu, idrar yapmada güçlük, ince ve zor idrar yapma, sık idrara çıkma,sık tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu şikâyetleriyle A... Hastanesine başvurduğu.... 2012 tarihinde spinal anestezi altında internal üretrotomi ameliyatı yapıldığı....2012 tarihinde yapılan dorsollomber BT incelenmesinde hastada spinal hemoraji ile uyumlu görüntü tespit edildiği, Beyin Cerrahisi tarafından operasyon önerildiği ancak INR'nin yüksek olması nedeniyle (23) operasyonun riskli olduğu bu nedenle ertelendiği, ailenin ameliyatı reddettiği, ajitasyonlarının olduğu, kalp pili olduğundan MR çekilemediği, 2012 tarihinde yoğun bakım ünitesinde yatan hastada kardiyak arrest geliştiği, CPR'a cevap alındığı ve kalp ritminin döndüğünün görüldüğü, 2012 tarihli nörolojik muayenede beyin sapı ve kortikal reflekslerin total kaybı tespit edildiği, spontan solunumu olmadığından ventilatörde olan hastada 2012 tarihinde saat 14'de TA:60/30 olduğu, müdahale edildiği, sonrasında CPR'a başlandığı, saat 02'de cevap alınamadığı için exitus kabul edildiği, kendinde kronik iskemik kalp hastalığı, geçirilmiş ASD ve by-pass ameliyatı ve steni, mesane tm, prostat Ca, üretra darlığı olan kişinin ölümünün üretra darlığı nedeniyle yapılan ameliyat sonrası gelişen komplikasyonlar sonucu meydana geldiği; 2- ... 15/6/2012 tarihinde yapılan dorsolomber BT incelemesinde hastada spinalhemaroji ile uyumlu görüntü tespit edildiği, Beyin Cerrahisi Konsültasyonu istendiği, INR ye göre hemen operasyon önerildiği, İNR: 2,23 olduğu, kardiyologların ameliyat için onay vermediği, ancak İNR.nin yüksek olması nedeniyle (23) operasyonun riskli olduğu, bu nedenle ertelendiği,, ailenin ameliyatı reddettiği, 15/6/2012 tarihinde ajitasyonlarının olduğu, Böbrek yetmezliği yüzünden ve kalp pili nedeniyle kontrast verilemediğinden ve MR yapılamadığından ötürü nörolojik yönden takip ve destek tedavisine devam edilmesi önerildiği, MR için kontrendikasyon olduğu üç ayrı kardiyolog tarafından dile getirildiği, Kişinin şikâyetlerine yönelik yapılan tetkiklerin uygun olduğu, üretra darlığı tanısının doğru olduğu, yapılan cerrahi işlemin uygun olduğu, preop ameliyat hazırlıklarının tam yapıldığı, konsültasyonların istendiği,... Kişinin mevcut şikâyetlerine yönelik yapılan tetkiklerin uygun olduğu, üretra darlığı tanısının doğru olduğu, yapılan cerrahi işlemin doğru olduğu, preop ameliyat hazırlıklarının tam yapıldığı, konsültasyonlarının istendiği, kendinde mevcut hastalıkları nedeniyle ASA 3-4 olarak değerlendirildiği, genel anestezinin riskli olduğu, bu nedene spinal anestezi yönteminin seçilmesinin uygun olduğu, ameliyat sırasında uygulanan yöntem sonrası olan spinal kanamanın bir komplikasyon olduğu, fark edilip tetkik istenildiği, böbrek yetmezliği, kalp yetmezliği ve kalp pili mevcut kişiye MR çekilemeyebileceği, bunun bir eksiklik olmadığı, ajitasyonları ve ağrıları mevcut kişiye morfin yapılabileceği, ajite hastalarda her 4-6 saatte bir morfin verilebileceği, tek seferde verilen 4 mg morfin dozunun yüksek olmadığı, takipleri düzenli olarak yapıldığı da dikkate alındığında; kişinin ameliyatını, takip ve tedavisine katılan hekimlere ve yardımcı sağlık personellerine atfı kabil kusur bulunmadığı oy birliğiyle mütalaa olunur." Başvurucular, bu raporun hazırlanmasının ardından Adli Tıp Vakfından 8/1/2014 tarihinde aldıkları mütalaayı da soruşturma dosyasına sunmuşlardır. Söz konusu mütalaada başvurucuların daha önce sundukları iki mütalaa ve Adli Tıp Kurumu raporu değerlendirilerek başvurucular tarafından sunulan mütalaalarla Adli Tıp Kurumu raporu arasında çok ciddi çelişkiler bulunduğu gibi Adli Tıp Kurumunun raporunda nöroloji ve kardiyoloji uzmanlarının yer almaması nedeniyle müteveffaya uygulanan tıbbi işlemlerde kusur bulunup bulunmadığı hususunda Adli Tıp Kurumu Adli Tıp Genel Kurulu veya üniversitelerin ilgili uzmanlık alanlarındaki öğretim üyelerinden oluşturulacak geniş katılımlı bir heyet tarafından değerlendirme yapılmasının uygun olacağı kanaatine varıldığı belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından sahtecilik yapıldığı iddiasının araştırılması bakımından ilgili tıbbi belgeler hastaneden getirtilmiş ve İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğünde görevli bir Adli Tıp ve Grafoloji uzmanı resen bilirkişi seçilerek rapor düzenlemesi istenilmiştir. Bilirkişi, müteveffanın yoğun bakım ünitesinde tedavisinin yapıldığı sırada düzenlenen ilaç formları ve diğer belgeler üzerinde grafolojik ve grafometrik usullere göre optik cihazlar kullanarak ve çıplak gözle yaptığını belirttiği inceleme sonucunda düzenlediği raporlarda, iddiaya konu belgelerin sahte olmadığını tespit ettiğini belirtmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 6/6/2014 tarihli kararıyla şüpheliler hakkında kasten öldürmenin ihmalî davranışla işlenmesi, resmî evrakta sahtecilik ve suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme suçlarından kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:" ... müteveffa Sümer Ergun'un, 12/6/2012 tarihinde üretra darlığı teşhisi sonucu ... Hastanesinde rızası alınarak ameliyata alındığı, ameliyatın başarıyla tamamlandığı ve servise alındığında 14/6/2012 tarihinde serviste bulunduğu sırada gelişen birtakım komplikasyonlar sonucu yoğun bakım ünitesine alındığı ve burada devam eden tedavisi sırasında 20/7/2012 tarihinde vefat ettiği, yasal mirasçıları tarafından otopsi yapılması istenmediğinden otopsi yapılmadan defnedildiği; Müştekiler dilekçelerinde özet olarak ölümün hastanede görevli ve hasta Dr. Sümer Ergun'un tedavisi ile ilgilenen şüpheli doktorlar ve hastane çalışanlarının gerekli dikkat ve özeni göstermemeleri, teşhis ve tedavide hatalı davranmaları, yoğun bakımda bulunduğu sırada görevliler tarafından zamanında ve etkin müdahalelerde bulunulmaması nedeniyle ölümün gerçekleştiğini, ölümden sonra şüphelilerin kendilerini sorumluluktan kurtarmak için bir takım belgelerde tahrifat ve sahtecilik yaptıklarını, monitör kayıtlarının değiştirildiğini ve silindiğini belirttikleri ve şikâyetçi oldukları;İleri sürülen iddialar doğrultusunda soruşturma yapılarak belge asılları, şüpheli savunmaları ve tüm hastane evrakları celp edilmiş, soruşturma evrakı ve ekleri rapor tanzimi için tedavi kusuru yönünden Adli Tıp Kurumu İhtisas Dairesi Başkanlığına, sahtecilik yönünden İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğünde görevli bilirkişiye tevdi edilmiş olup;Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulunun 18/9/2013 tarihli ve 3757 sayılı raporunda, dosyada mevcut tüm tıbbi belge ile iddia ve savunmalar değerlendirilerek, sonuç olarak ölen Dr. Sümer Ergun'da önceki mevcut hastalıkları da dikkate alındığında, ' kişinin ameliyatı yapan, takip ve tedavisine katılan hekimlere ve yardımcı personeline atfı kabil kusurun bulunmadığı' oy birliğiyle mütalaa edilmiş olup; Müştekiler ve vekillerinin maktulun ölümünden sonra birtakım ilaç direktifleri ve belgelerde tahrifat yapıldığı iddiasın doğrultusunda yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda bilirkişi olarak resen tayin edilen Adli Tıp Grafoloji Uzmanı bilirkişisinin 24/3/2014 tarihli raporu ve 22/4/2014 tarihinde ibraz ettiği ek raporda ibraz edilen belgelerde tahrifat ve sahteciliğin bulunmadığı belirtilmiş olup;Toplanan delillere, bilirkişi beyanlarına ve şüpheli savunmalarına göre maktulun ölümünde şüphelilere atfı kabil bir kusur ve kastın bulunmadığı, maktulde mevcut önceki rahatsızlıklar ile birlikte değerlendirildiğinde ameliyat sonrası oluşması muhtemel olan komplikasyonlar sonucu ölümün meydana geldiği ve şüpheliler aleyhine kamu davası açmayı gerektirir yeterli şüphe oluşturacak bir delil ele geçirilemediği anlaşıldığından;... kovuşturma yapılmasına yer olmadığına... (karar verildi)." Başvurucuların Cumhuriyet Başsavcılığının 6/6/2014 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair kararına itirazları, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 4/8/2014 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucular, 3/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun haksız fiilden doğan borç ilişkilerinin Ceza Hukuku ile ilişkisini düzenleyen maddesi şöyledir:"Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz." Yargıtay Hukuk Dairesinin bazı içtihatlarının somut olayla ilgili bölümleri şöyledir:"(…) Diğer yandan, Biyotıp Sözleşmesinin maddesinde “Rıza” konusu düzenlenmiş ve …’sağlık alanında herhangi bir müdahale, ilgili kişinin bu müdahaleye özgürce ve bilgilendirilmiş bir şekilde muvafakat etmesinden sonra yapılabilir. Bu kişiye, önceden, müdahalenin amacı ve niteliği ile sonuçları ve tehlikeleri hakkında uygun bilgiler verilecektir. İlgili kişi muvafakatını her zaman serbestçe geri alabilecektir.’ düzenlemesiyle rızanın kapsamı belirlenmiş ve Dairemizin yerleşik uygulamalarına paralel düzenlemeler getirilmiştir. Salt ameliyata rıza göstermek yeterli değildir. Ayrıca, komplikasyonların da izah edilmesi gerekmektedir. Ancak bu rızanın da az yukarıda vurgulandığı üzere aydınlatılmış rıza olması gerekir. Nitekim Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’nın maddesinde düzenleme yapılmış ve ‘Hekim hastasını, hastanın sağlık durumu ve konulan tanı, önerilen tedavi yönteminin türü, başarı şansı ve süresi, tedavi yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler, verilen ilaçların kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi seçenekleri ve riskleri konularında aydınlatır. Yapılacak aydınlatma hastanın kültürel, toplumsal ve ruhsal durumuna özen gösteren bir uygunlukta olmalıdır. Bilgiler hasta tarafından anlaşılabilecek biçimde verilmelidir. Hastanın dışında bilgilendirilecek kişileri, hasta kendisi belirler. Sağlıkla ilgili her türlü girişim, kişinin özgür ve aydınlatılmış onamı ile yapılabilir. Alınan onam, baskı, tehdit, eksik aydınlatma ya da kandırma yoluyla alındıysa geçersizdir. Acil durumlar ile hastanın reşit olmaması veya bilincinin kapalı olduğu ya da karar veremeyeceği durumlarda yasal temsilcisinin izni alınır.' düzenlemesiyle aydınlatmanın ne şekilde yapılacağı açıklanmıştır. Aydınlatılmış onamda ise ispat külfeti hekim ya da hastanededir.’ şeklinde bir değerlendirmede bulunulmuştur (...) (1/11/2013 tarihli, E.2013/19631, K.2013/26901 sayılı kararı. Benzer şekilde 2013 tarihli, E.2012/26593, K.2013/21129 sayılı; 28/10/2013 tarihli ve E.2013/17027, K.2013/26132 sayılı kararları).""...Olayımızda davacının burun rahatsızlığından dolayı davalı hastanede çalışan diğer davalı doktor tarafından ameliyat edildiği, ... uyuşmazlık konusu değildir. Mahkemece, itibar edilen Adli Tıp İhtisas Kurulunun 2001 tarihli raporunda 'yapılan ameliyatın usulüne uygun olduğu, damakta ortaya çıkan fistüğün olağan ameliyat komplikasyonu olarak kabul edilmesi gerektiği, doktora atfedilecek herhangi bir kusur bulunmadığı' görüşüne yer verilmiştir. Ancak, bu raporu düzenleyen kurul içerisinde konusunda uzman Kulak Burun ve Boğaz Uzmanı bulunmamaktadır. Bu nedenle bu rapora itibar edilerek hüküm oluşturulamaz. (...) (25/4/2002 tarihli ve E.2002/2589, K.2002/4560 sayılı kararı).""...Açıklanan ... bilirkişi raporunda gerekçeli, ikna edici bir açıklama bulunmamaktadır. Adli Tıp İhtisas Dairelerince verilen raporlar mahkemeyi bağlayıcı nitelikte değildir. (...) (16/9/2003tarihli ve E. 2003/6060, K. 2003/10174).""(…) Ayrıca hakim HUMK.nun 286/ maddesi hükmüne göre, bilirkişilerin vardığı sonuçla bağlı olmayıp, delilleri kendisi değerlendirip, somut olayın özelliklerini ve dosyadaki sair verileri esas alarak, kusurun mevcut olup olmadığını kendisi takdir edip belirlemelidir (...) (7/2/2005 tarihli ve E. 2004/12088, K. 2005/1728 sayılı kararı).""...tüm bu bilgilere göre alınan raporların birbiriyle çelişkili, olayı aydınlatıcı olmaktan uzak olup, Mahkemece Üniversitelerin Öğretim üyelerinden oluşturulacak bilirkişilerden yeniden rapor alınması gerektiği, (...) (23/2/2006 tarihli ve E. 2005/15820, K. 2006/2367 sayılı kararı)." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13/4/2011 tarihli ve E.2010/13-717, K.2011/129 sayılı kararı şöyledir:"(...)... O nedenle doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif de olsa, sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor, hastasının zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir tereddüt doğuran durumlar da, bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da, koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın özellikleri göz önünde tutulmak, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınılmalı ve en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de müvekkil (hasta), mesleki bir iş gören doktor olan vekilden, tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, BK.nun 394/maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulmamalıdır.(...)" | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14844 | Başvuru, başvurucuların yakınının tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirmesiyle ilgili olarak etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ateşli silah yaralanması sonucu meydana gelen ölüm olayında yaşamın korunması için gerekli tedbirlerin alınmaması, etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/10/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla ulaşılan bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun oğlu E.Ş. ile şüpheliler A.Ş. ve İ.H.Ş. arasında arazi anlaşmazlığı nedeniyle 26/4/2019 tarihli olayda çıkan tartışma sonucunda E.Ş. ateşli silahla vurularak yaşamını yitirmiştir. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) olay günü derhâl ve resen soruşturma açmış, olay yeri incelemesi yapmıştır. Olay yeri incelemesi sırasında aynı gün Olay Yeri İnceleme Tutanağı düzenlenmiştir. Olay Yeri İnceleme Tutanağı'nda ölenin olay yerindeki traktörün direksiyon bölümü ile sağ arka tekerinin arasında bulunduğu, muhtelif yerlerde kan lekelerinin olduğu, traktöre 60 metre uzaklıkta beyaz renkli bir aracın olduğu, aracın ön teker kısmında iki adet boş kovanın, arka teker kısmında bir adet dolu fişeğin bulunduğu belirtilmiştir. Olay yeri incelemesinin gerçekleştirilmesinden sonra ölü muayenesi ve otopsi işlemi yapılmıştır. Ölü Muayene ve Otopsi Tutanağı'nda, kişinin ölümünün av tüfeği saçma taneleri yaralanmasına bağlı ekstremite kemik kırıkları ile birlikte büyük damar yaralanmasında gelişen yaygın yumuşak doku içi kanama ve dış kanama sonucu meydana geldiği kanaatine varılmıştır. 14/6/2019 tarihli uzmanlık raporunda suça konu iki adet 12 kalibre av fişeği kartuşunun suçta kullanılan av tüfeğinden atıldığı, inceleme konusu av tüfeği, av fişeği kartuşları, av fişeği plastik tapaları, tapa parçaları, metal parçalarının 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun kapsamında olmadığı tespit edilmiştir. Başsavcılık atış mesafesi ve atış artıklarının belirlenmesi amacıyla uzmanlık raporu aldırmıştır. 27/6/2019 tarihli uzmanlık raporunda ölene ait tüm svaplar üzerinde ve şüpheli İ.H.Ş.nin elinde ve kıyafetlerinde atış artığı tespit edildiği belirtilmiştir. Raporda ayrıca yapılan atışların yakın atış mesafesinden olduğu bildirilmiştir. Başsavcılık tarafından Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Kimya İhtisas Dairesinden alınan 24/7/2019 tarihli raporda ölenin kanında, idrarında ve safrasında uyuşturucu ve uyarıcı madde bulunmadığı ifade edilmiştir. Yürütülen soruşturma kapsamında şüphelilerin ifadeleri ve tanık beyanları alınmıştır. Başsavcılık 14/5/2019 tarihinde şüpheli İ.H.Ş.nin ifadesini müdafii eşliğinde almıştır. İ.H.Ş. ifadesinde E.Ş.nin hakaret ettiğini, kendisini bıçakla yaraladığını, kendisinin de av tüfeği ile E.Ş.yi yaraladığını belirtmiştir. Başsavcılık 27/5/2019 tarihinde şüpheli A.Ş.nin ifadesini müdafii eşliğinde almıştır. A.Ş. ifadesinde şüpheli İ.H.Ş.nin babası olduğunu, E.Ş.nin ölümü ile ilgili bilgisinin olmadığını, olay günün evinden hiç çıkmadığını belirtmiştir. Başsavcılık 27/5/2019 tarihinde tanık Ne.Ş.nin beyanını almıştır. Söz konusu ifadesinin ilgili kısmı şöyledir: "...[E.Ş.yi] olay günü kimin vurduğunu ve olayın nasıl gerçekleştiğini kesinlikle görmedim, fakat olay günü ben tarlamdan evime doğru yürüyordum, saat.35' te evime 70 metre mesafede bulunan caminin önündeydim, bu esnada sürücülüğünü [İ.H.Ş.nin] yaptığı, yanında da babası olan [A.Ş.nin] yolcu olarak bulunduğu, kangoo marka araç köy içerisinden [İ.H.Ş.nin] tarlalarının olduğu yöne doğru geçti, araçta ikisinin bulunduğuna kesinlikle eminim, bahse konu ölüm olayının saat kaçta gerçekleştiğini bilmiyorum, ayrıca [İ.H.Ş.nin] aracı ile tarladan tekrardan köy içerisi istikametine doğru gelip gelmediğini, geldi ise de, araçta kaç kişi olduğunu görmedim ve bilmiyorum, ben sadece belirtmiş olduğum saatte [İ.H.Ş.nin] ve babasının köy içerisinden kendi tarlalarına doğru gittiklerini gördüm, benim diyeceklerim bundan ibarettir..." Başsavcılık 27/5/2019 tarihinde tanık İ.Ş.nin beyanını almıştır. Söz konusu ifadesinin ilgili kısmı şöyledir: "...[E.Ş.yi] olay günü kimin vurduğunu ve olayın nasıl gerçekleştiğini kesinlikle görmedim, fakat olay günü ben ikametimde eşimle birlikte avluda ot toplarken, 3 el silah sesi duydum, hemen akabinde yan komşumuz olan [A.Ş.nin] elinde tüfek ile ikametine doğru koşarak geldiğini gördüm, sonrasında ben eşim ile birlikte ot yolmaya devam ettik, olay günü 3 el silah sesini duymam ve hemen sonrasında [A.Ş.nin] elinde tüfek ile ikametine girdiği saati tam hatırlayamamak ile birlikte kesinlikle Cuma ezanı okunduktan sonra atım sesini duyduğumu ve [A.Ş.nin] koşarak geldiğini gördüğümü biliyorum, [A.Ş.] ikamete girdikten sonra çıkıp çıkmadığını, çıktı ise kimler ile çıktığını bilmiyorum, benim diyeceklerim..." Başsavcılık, şüpheliler İ.H.Ş. ve A.Ş. hakkında kasten öldürme suçundan iddianame düzenleyerek şüpheliler hakkında Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde kamu davası açmıştır. Başsavcılık soruşturma kapsamında elde ettiği verileri dikkate alarak şüpheliler B.Ş., S.Ş., N.Ş. hakkında 6/10/2019 tarihinde ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Ek kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda E.Ş.nin ateşli silahla vurularak öldürülmesine ilişkin olay yerini gösterir kamera kaydı bulunmadığı, şüphelilerin kullanımlarında olan hatlar üzerinden teknik dinleme süreci içinde şüpheli herhangi bir görüşmenin olmadığı, alınan HTS kayıtları uyarınca olay günü şüphelilerin kullanımlarında olan telefonların olay yerine 30-35 km mesafede bulunan Şanlıurfa il merkezinden sinyal verdiği, bu şüpheliler aleyhine tanık beyanı bulunmadığı, olay yerinde şüphelilere ait parmak ve diğer vücut izlerine rastlanmadığı, şüphelilerin E.Ş.nin öldürülmesine iştirak ettiklerini gösterir başvurucunun anlatımları dışında bir delil bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmiştir. Başvurucu itirazında şüphelilerden N.Ş.nin sosyal medya hesabından 21/7/2017 tarihinde E.Ş.yi ölümle tehdit ettiğini, sadece HTS kayıtlarına bakılarak kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilemeyeceğini, eksik inceleme yapıldığını iddia etmiştir. İtirazı inceleyen Şanlıurfa Sulh Ceza Hâkimliği 23/7/2020 tarihli kararıyla, itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Bu karar 5/10/2020 tarihinde başvurucu vekili tarafından öğrenilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/32336 | Başvuru, ateşli silah yaralanması sonucu meydana gelen ölüm olayında yaşamın korunması için gerekli tedbirlerin alınmaması, etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, uzun süren yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başkale Cumhuriyet Başsavcılığının 20/3/2007 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında kasten yaralama ve tehdit suçlarından kamu davası açılmıştır. Başkale Sulh Ceza Mahkemesince görülen yargılama sonucunda başvurucunun eyleminin yağma suçunu oluşturabileceği gerekçesiyle görevsizlik kararı verilerek dosya görevli ağır ceza mahkemesine gönderilmiştir. Van Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) devam edilen yargılama sonucunda başvurucunun kasten yaralama suçundan hapis cezası ile cezalandırılmasına 30/4/2009 tarihinde karar verilmiştir. Bununla birlikte başvurucu hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi uygun görülmüş, ayrıca 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (8) numaralı fıkrası uyarınca 5 yıl süreyle denetime tabi tutulmasına karar verilmiştir. İddianamede başvurucunun hukuki ilişkiye dayanan alacağını tahsil etmek amacıyla tehdit suçundan da cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmış ise de Mahkeme bu suç hakkında herhangi bir değerlendirme yapmamıştır. Karar kanun yolu denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Bu arada başvurucu, (kapatılan) Antalya Sulh Ceza Mahkemesinin 7/11/2013 tarihli kararıyla denetim süresi içinde hakaret ve tehdit suçunu işlediği gerekçesiyle mahkûm edilmiştir. Temyiz talebi Yargıtay Ceza Dairesince 15/3/2016 tarihinde reddedilmiş ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir. Bunun üzerine (kapatılan) Antalya Sulh Ceza Mahkemesi, başvurucunun denetim süresi içinde kasten suç işlemesi nedeniyle 13/5/2016 tarihinde Mahkemeye ihbarda bulunmuştur. Mahkeme daha önce açıklanmasını geri bıraktığı hükmü 7/12/2017 tarihinde açıklamış ve önceki hükümde herhangi bir değişiklik yapmamıştır. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi, başvurucunun istinaf talebini 23/1/2019 tarihinde esastan reddetmiş; İstinaf talebinin reddine ilişkin kararda tehdit suçundan açılan kamu davası hakkında mahallinde bir hüküm kurulabileceğini kabul etmiştir. İstinaf kararı üzerine Mahkemenin E.2019/76 sayılı dosyası üzerinden ve tehdit suçu yönünden yargılamaya devam edilmiştir. Mahkeme, dava zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle davanın düşmesine 18/3/2019 tarihinde karar vermiştir. Karar istinaf kanun yoluna müracaat edilmeksizin 28/5/2019 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu 24/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/14407 | Başvuru, uzun süren yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; bandrolsüz eser satmak suretiyle eser sahibinin mali haklarına müdahale etmek suçundan yürütülen yargılama sonucunda, katılan tarafın şikâyetten vazgeçme talebi dikkate alınmadan mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 14/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: 1987 doğumlu olan başvurucu, olay tarihinde seyyar satıcılık yapmakta olup hâlen İstanbul’da esnaf olarak çalıştığını belirtmektedir. Başvurucu hakkında başlatılan soruşturma sonunda Kartal Fikri ve Sınai Haklar Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) E.2010/34 sayılı dosya ile başvurucu hakkında bandrolsüz eser satmak suretiyle eser sahibinin mali haklarına müdahale etmek suçundan dava açılmıştır. Mahkemenin 5/7/2011 tarihli kararı ile sanığın üzerine atılı suçtan 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun 71/, 81/ ve 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddeleri gereğince 1 yıl 1 ay 10 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Sanığın temyiz talebi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin (Daire) 6/11/2013 tarihli kararı ile İlk Derece Mahkemesinin gerekçeleri tekrar edilip müsadereye ilişkin kısım düzeltilerek onama kararı verilmiştir. Karar, başvurucu tarafından 14/2/2014 tarihinde öğrenilmiştir. Başvurucu 14/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.Bireysel başvuru süreci devam ederken başvurucunun 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi kapsamındaki 14/2/2014 tarihli talebini değerlendiren Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 27/3/2014 tarihli itirazı, ilgili Daireye sunulmuştur. Dairenin 26/6/2014 tarihli kararı ile itirazın kabulü ve önceki onama ilamının şikâyete tabi suç ile ilgili olarak kaldırılması yönünde bozma kararı verilmiştir. Bozma kararı sonrasında yeniden yapılan yargılama sonucunda Mahkeme, 30/4/2015 tarihli kararı ile şikayet konusunu ve bozma ilamını dikkate alarak ortaya çıkan yeni durumla ilgili olarak; sanığın eyleminin, 5846 sayılı Kanun’un 81/ maddesi kapsamında şikâyete tabi olmayan ve daha hafif bir cezayı öngören “bandrole tabi eseri bandrolsüz satışa arz etmek” suçuna uygun olduğu gerekçesiyle mahkumiyet ve devamında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4081 | Başvuru, bandrolsüz eser satmak suretiyle eser sahibinin mali haklarına müdahale etmek suçundan yürütülen yargılama sonucunda, katılan tarafın şikâyetten vazgeçme talebi dikkate alınmadan mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, katılım sağlanamayan duruşmada mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle savunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: 1966 doğumlu olan başvurucu, olayların geçtiği tarihte İstanbul Barosuna kayıtlı avukat olarak görev yapmaktadır. Müşteki S.Y. 2004 yılında işten çıkarılması nedeniyle tazminat davası açmak üzere başvurucu ile anlaştığını, vekâletname verdiğini, 500 TL makbuz karşılığı ödeme yaptığını, başvurucunun kendisini oyalayarak dava açmadığını uzun yıllar sonra öğrendiğini iddia ederek şikâyetçi olmuştur. Başvurucu hakkında görevi ihmal suçunu işlediği iddiasıyla Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) soruşturma başlatılmıştır. Başvurucunun alacak davası açmak üzere Beyoğlu Noterliğince düzenlenen 2/11/2004 tarihli vekâletname uyarınca şikâyetçinin vekilliğini üstlenip masraf karşılığı 500 TL aldığı hâlde gereğini yapmayarak görevi ihmal suçunu işlediği iddiasıyla Başsavcılıkça 16/3/2016 tarihli iddianame ile hakkında kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) yapılan 22/11/2016 tarihli duruşmada başvurucu ve müdafiine duruşma davetiyesinin tebliğ edildiği, başvurucunun duruşmaya gelmediği, müdafiinin ise mazeret sunduğu belirtilmiş; müştekinin beyanları alınmıştır. Mahkeme başvurucunun katılmadığı duruşmada başvurucunun müdafiinin mazeretinin reddine, başvurucunun dinlenilmesinden de 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi gereğince vazgeçilmesine, açılan davanın zamanaşımı süresi dolduğundan düşürülmesine karar vermiştir. Mahkemenin 22/11/2016 tarihli gerekçeli kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Sanık Murat Tezel hakkında görevi ihmal suçundan açılan kamu davası neticesinde mahkememizce yapılan yargılama sonucunda, olay tarihinde ve halen İstanbul Barosuna kayıtlı avukat olarak görev yapan Avukat Murat TEZEL'in, alacak davası açmak üzere Beyoğlu Noterliğince düzenlenen 01/11/2004 tarihli ve 28693 yevmiye sayılı vekaletname uyarınca şikayetçinin vekilliğini üstlenip masraf karşılığında 500,00 Türk lirası aldığı halde, gereğince tevessül etmediği iddia edilmiş ise de; Suç tarihi itibariyle sanığın eyleminin 765 Sayılı TCK'nun 230/1 maddesine uyduğu ancak zamanaşımı süreleri yönünden 01/06/2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 Sayılı TCK'nun hükümlerinin sanık lehine olması nedeni ile, 5237 Sayılı TCK'nın 257/2 maddesi için 66/1-e ve 67/4 maddelerinde ön görülen uzamış zamanaşımı süresi olan 7 yıl 6 aylık zamanaşımı süresinin, vekaletname düzenlenme tarihi olan 01/11/2004’ten itibaren dolmuş olması nedeni ile, sanık hakkında açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine..." Katılan S.Y. Mahkemece verilen zamanaşımı nedeniyle düşme kararının hukuka aykırı olduğunu belirterek istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 1/2/2017 tarihli inceleme raporu düzenleyerek istinaf incelemesinin duruşma açılarak yapılmasına karar vermiş, inceleme raporu açıklamalı duruşma davetiyesi ile birlikte 7/2/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucuya tebliğ edilen açıklamalı duruşma davetiyesinde "mazeretiniz olmadığı halde duruşmaya gelmediğinizde CMK'nın 176/2 maddesi uyarınca zorla getirileceğiniz CMK.'nın maddesi uyarınca delillerin ortaya konulmasına başlanacağı, tebliğe rağmen yapılacak duruşmaya gelmediğiniz takdirde yokluğunuzda karar verileceği tebliğ ve ihtar olunur" şeklinde bir açıklama yer almıştır. Bölge Adliye Mahkemesi 2/3/2017 tarihli oturumda başvurucu ve katılanın davetiye tebliğine rağmen hazır bulunmadığını, başvurucu müdafiinin bulunduğunu belirtmiş; iddia makamından mütalaa aldıktan sonra Mahkemenin kararını kaldırarak başvurucunun görevi kötüye kullanma suçundan 000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu, nihai karardan 2/3/2017 tarihinde haberdar olduğunu beyan ederek 31/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5271 sayılı Kanun'un "İddianamenin sanığa tebliği ve sanığın çağrılması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) İddianame, çağrı kâğıdı ile birlikte sanığa tebliğ olunur.(2) Tutuklu olmayan sanığa tebliğ olunacak çağrı kâğıdına mazereti olmaksızın gelmediğinde zorla getirileceği yazılır." 5271 sayılı Kanun'un "Sanığın duruşmada hazır bulunmaması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kanunun ayrık tuttuğu hâller saklı kalmak üzere, hazır bulunmayan sanık hakkında duruşma yapılmaz. Gelmemesinin geçerli nedeni olmayan sanığın zorla getirilmesine karar verilir.(2) (Ek: 25/5/2005 - 5353/28 md.) Sanık hakkında, toplanan delillere göre mahkûmiyet dışında bir karar verilmesi gerektiği kanısına varılırsa, sorgusu yapılmamış olsa da dava yokluğunda bitirilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Sanığın yokluğunda duruşma" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Suç, yalnız veya birlikte adlî para cezasını veya müsadereyi gerektirmekte ise; sanık gelmese bile duruşma yapılabilir. Bu gibi hâllerde sanığa gönderilecek davetiyede gelmese de duruşmanın yapılacağı yazılır." 5271 sayılı Kanun'un "Delillerin ortaya konulması ve reddi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Sanığın sorguya çekilmesinden sonra delillerin ortaya konulmasına başlanır. (Ek cümleler: 25/5/2005 - 5353/29 md.) Ancak, sanığın tebligata rağmen mazeretsiz olarak gelmemesi sebebiyle sorgusunun yapılamamış olması, delillerin ortaya konulmasına engel olmaz. Ortaya konulan deliller, sonradan gelen sanığa bildirilir." | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/20307 | Başvuru, katılım sağlanamayan duruşmada mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle savunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/7069 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargı kararlarının yerine getirilmemesi sebebiyle oluşan zararların tazmini istemiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle kararın icrası hakkının; kararda iddialarının karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ve yargı kararlarının uygulanmaması dolayısıyla kazanç kaybına uğranılması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirilmesine gerek görülmediğini belirtmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, S.S. 108 No.lu Körfez Otobüs ve Minibüsçüler Motorlu Taşıyıcılar Kooperatifinin (S.S. 108 No.lu Kooperatif) üyesidir ve yolcu taşımacılığı işi ile meşguldür.A. Başvuru Konusu Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucunun üyesi olduğu S.S. 108 No.lu Kooperatifin Kocaeli'nin Körfez ilçesi ile İlimtepe Belediye Konutları ve Bayındırlık Konutları güzergâhını takiben Körfez ilçesine bağlı köyler arasında 22 araçla yolcu taşımacılığı yapmasına Körfez İlçe Trafik Komisyonunun 16/2/2000 tarihli kararı ile izin verilmiş ve bu karar Kocaeli İl Trafik Komisyonunun 31/5/2002 tarihli kararı ile onanmıştır. Daha sonra kurulan S.S. 10 No.lu Kooperatife de Körfez İlçe Trafik Komisyonunun 3/12/2003 tarihli kararı ile Bayındırlık Konutları ile İlimtepe Belediye Konutlarından Körfez ilçesine ve İzmit Merkeze yolcu taşıma izni verilmiş ve bu karar da Kocaeli İl Trafik Komisyonunun 6/7/2004 tarihli kararı ile onanmıştır. S.S. 108 No.lu Kooperatif tarafından, S.S. 10 No.lu Kooperatife de benzer güzergâhta yolcu taşıma izni veren 6/7/2004 tarihli İl Trafik Komisyonu kararının iptali istemiyle dava açılmış; Kocaeli İdare Mahkemesinin 30/12/2005 tarihli kararı ile trafik düzenlemesinin İl Trafik Komisyonunun yetkisinde bulunduğu, İlimtepe ve kalıcı konutlarda oturmakta olan vatandaşların S.S. 10 No.lu Kooperatifin İzmit-Körfez arası olan güzergâhı uzatıldığında tek bir vasıtayla İzmit'e ulaşabilecekleri, ulaşımın daha ekonomik, kolay ve kısa sürede gerçekleşeceği, kamu yararı ve hizmet gerekleri gözetilerek tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmediği gerekçesiyle davanın reddine hükmedilmiştir. Yukarıda anılan dava açıldıktan sonra Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Koordinasyon Merkezi Başkanlığının (UKOME) 10/12/2004 tarihli kararı ile bahsi geçen S.S. 108 ve S.S. 10 No.lu Kooperatiflerin güzergâhları üzerinde yolcu alma-indirme yerleri yeniden belirlenmiştir. Bu düzenleme ile her iki Kooperatife ait araçların depolama ve kalkış yeri olarak başlangıç noktası Bayındırlık Konutlarının bulunduğu mevki olarak belirlenmiş, bu noktadan kalkış yaptıktan sonra İlimtepe Belediye Konutlarına gelmelerine ancak burada sadece S.S. 108 No.lu Kooperatifin yolcu almamak kaydıyla sadece yolcu indirmesine, daha sonra Korfez ilçe merkezindeki kendi duraklarına gitmelerine, İlimtepe Belediye Konutlarından İzmit'e ve Körfez ilçe merkezine sadece S.S. 10 No.lu Kooperatifin yolcu taşımacılığı yapmasına, dönüş güzergâhının da aynı şekilde belirlenmesine karar verilmiştir. Söz konusu UKOME kararının iptali istemiyle yine S.S. 108 No.lu Kooperatif tarafından dava açılmış, Kocaeli İdare Mahkemesinin 9/3/2007 tarihli kararı ile S.S. 108 No.lu Kooperatifin öteden beri faaliyette bulunduğu Körfez ilçe merkezi ile Körfez ilçesine bağlı köyler arasındaki güzergâhın orta kısmında yer alan ve davacının daha önce yolcu aldığı İlimtepe Belediye Konutlarından Körfez ilçe merkezine yolcu almamasına yönelik işlemin, davacı Kooperatifin faaliyet alanını ve ekonomik çıkarlarını kısıtlamasının yanında, İlimtepe Belediye Konutlarında ikamet eden ve Körfez ilçe merkezine gitmek isteyen yolcuların ulaşımlarını da zorlaştırıcı nitelik taşıdığından kamu yararı ve hizmet gereklerine aykırı olduğu gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. S.S. 10 No.lu Kooperatife yolcu taşıma izni veren ve yukarıda bahsedilen 6/7/2004 tarihli İl Trafik Komisyonu kararının iptali istemiyle açılan davanın 30/12/2005 tarihli mahkeme kararı ile reddedilmesi üzerine 12/4/2006 tarihli UKOME kararı alınmıştır. Anılan UKOME kararında; açılan davanın S.S. 108 No.lu Kooperatifin aleyhine sonuçlanmış olduğundan İl Trafik Komisyonun 6/7/2004 tarihli kararı gereği bundan böyle S.S. 108 No.lu Kooperatifin mevcut ruhsatlı araçları ile Körfez köylerinden alacakları yolcuları güzergâhları boyunca Körfez ilçe merkezindeki depolama yerlerine getirmelerine, Körfez depolama yerinden aldıkları yolcuları aynı güzergâhlarından köylere götürmelerine, mevcut güzergâhlarını takip etmek kaydıyla gerek Körfez köylerinden aldıkları yolcuları Körfez ilçe merkezine getirdiklerinde ve gerekse Körfez ilçe merkezinden aldıkları yolcuları köylere taşıdıkları sırada İlimtepe Kalıcı Konutlarından ve Bayındırlık Kalıcı Konutları yol güzergâhlarından ilçe merkezine gelişlerinde yolcu indirmelerine, yolcu almamalarına, ilçe merkezinden köylere gidişlerinde ise Belediye Konutlarında ve Bayındırlık Kalıcı Konutları yol güzergâhında indirme yapmamalarına, sadece köylere gidecek yolcuları almalarına karar verilmiştir. Kocaeli İdare Mahkemesinin 31/1/2008 tarihli kararı ile, 10/12/2004 tarihli UKOME kararıyla yapılan düzenlemenin Mahkemenin 9/3/2007 tarihli kararı ile hukuka aykırı bulunarak iptal edildiği ve aynı yönde düzenleme içeren 12/4/2006 tarihli UKOME kararının da hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle işlemin iptaline karar verilmiştir. 10/12/2004 tarihli UKOME kararının 9/3/2007 tarihli mahkeme kararı ile iptal edilmesinden sonra ise 13/6/2007 tarihli yeni bir UKOME kararı alınmış, güzergâh ve durak noktaları belirtilmeksizin söz konusu mahkeme kararının uygulanmasına karar verilmiştir. Körfez Kaymakamlığının kararın uygulanmasına yönelik açıklama talebi üzerine tesis edilen 16/10/2007 tarihli UKOME Kara Ulaşım Şube Müdürlüğü işlemi ile de Kooperatiflerin güzergâh ve yolcu alma-indirme noktaları yeniden belirlenmiştir. Bahsi geçen işlemle S.S. 108 No.lu Kooperatife bağlı araçların Körfez ilçesine bağlı köyler ile ilçe merkezi arasındaki güzergâhın orta kısmında yer alan Bayındırlık Kalıcı Konutları girişinden sonraki orta refüjden (Doğal Yaşam Sitesi sapağından) dönerek kendilerine tahsis edilen duraktan yolcularını alarak güzergâh üzerinden İlimtepe Konutlarından geçerken yolcu alıp indirerek çalışmakta oldukları mevcut güzergâhı takip ederek depolama yerine gidecekleri belirtilmiştir. Bu işleme karşı da S.S. 108 No.lu Kooperatifi tarafından dava açılmış, anılan hususta UKOME Kurulunun toplanarak karar alması gerektiği ve işlemin yetki yönünden hukuka uygun olmadığı gerekçesiyle önce Kocaeli İdare Mahkemesinin 21/1/2009 tarihli kararı ile işlemin yürütülmesinin durdurulmasına ve ardından 20/5/2010 tarihli kararı ile de işlemin iptaline karar verilmiştir. Bahsi geçen yürütmenin durdurulması kararı üzerine toplanan UKOME Kurulunca 16/10/2007 tarihli UKOME Kara Ulaşım Şube Müdürlüğü işleminde belirtilen güzergâh ve durak yerleri doğrultusunda 15/4/2009 tarihli karar alınmıştır. UKOME Başkanlığının 15/4/2009 tarihli kararı da S.S. 108 No.lu Kooperatif tarafından dava konusu edilmiş ve Kocaeli İdare Mahkemesinin 16/3/2012 tarihli kararı ile "Körfez İlçe Trafik Komisyonunun 2000 tarih ve 2000/02 sayılı kararı ile taşımacılık yapmasına izin verilen davacı kooperatifin, Körfez İlçe Merkezi ile Körfez İlçesine bağlı köyler arasındaki güzergahı üzerinde, Bayındırlık Kalıcı Konutları ve İlimtepe Belediye Konutlarının da yer aldığı ve bu noktalardan davacı kooperatifin yolcu taşımacılığı yaptığı, davaya konu işlemle Bayındırlık Kalıcı Konutlarından yolcu alması engellenmek suretiyle davacı kooperatifin faaliyet alanı daraltıldığından ve burada ikamet eden ve Körfez İlçe Merkezine gitmek isteyen yolcuların ulaşımlarını zorlaştırıcı nitelik taşıdığından, dava konusu UKOME kararının kamu yararı ve hizmet gereklerine aykırı olduğu sonucuna varılmıştır." gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiş ve bu karar Danıştay Sekizinci Dairesinin 16/5/2014 tarihli kararı ile onanmıştır.B. Başvuru Konusu Uyuşmazlığa Yönelik Dava Süreci S.S. 108 No.lu Kooperatifin üyesi olan başvurucu tarafından güzergâhları içinde yer almasına rağmen Bayındırlık Kalıcı Konutları ve İlimtepe Konutlarından yolcu almalarını engeller nitelikteki UKOME kararlarının yargı organlarınca iptal edilmesine rağmen bu kararların uygulanmaması nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen 000 TL maddi ve 000 TL manevi zararın tazmini istemiyle 14/7/2009 tarihinde dava açılmıştır. Kocaeli İdare Mahkemesinin 30/3/2012 tarihli kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde öncelikli olarak UKOME kararları neticesinde başvurucunun taşımacılık yapmasının tamamen elinden alınmadığına değinilmiştir. Aynı hatta çalışan iki kooperatif arasındaki güzergâhların belirlenmesi kapsamında alınan kararların hukuka aykırı oldukları gerekçesiyle yargı organlarınca yürütülmesinin durdurulması veya iptali sonucunda sorunun çözümüne yönelik alınan yeni kararların da yargı organlarınca iptal edilmesinin idarenin tazmin sorumluluğunu doğurmadığı belirtilmiştir. Ayrıca maddi tazminat isteminin soyut iddia ve varsayıma dayalı olduğu, idarenin başvurucunun uğradığını ileri sürdüğü maddi zararın tazminiyle sorumlu tutulamayacağı vurgulanmıştır. Son olarak olayda manevi tazminata hükmedilmesini gerekli kılan koşulların da oluşmadığı ve başvurucunun manevi tazminat isteminin de yerinde görülmediği ifade edilmiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay Sekizinci Dairesinin 16/5/2014 tarihli ilamı ile hükmün onanmasına oyçokluğuyla karar verilmiştir. Daire kararında azınlıkta kalan bir üyenin karşıoy gerekçesinde UKOME kararlarının iptaline yönelik mahkeme kararlarında belirtilen gerekçeler doğrultusunda idarece otuz günlük süre içinde karar alınarak ilgilinin değiştirilen güzergâhı ve indirme bindirme yerlerinin eski hâline getirilmesi gerekirken alınan yeni UKOME kararları ile farklı güzergâh noktaları belirlenerek mahkeme kararının etkisizleştirildiğinin altı çizilmiştir. Otuz günlük sürede alınan UKOME kararının şeklen uygulamaya ilişkin olduğu, özü itibarıyla karar gereğinin yerine getirilmesine yönelik olmadığı, bu nedenle kanuna aykırı hareket edildiği ve manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği belirtilmiştir. Karar düzeltme istemi aynı Dairenin 23/2/2015 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddi kararı 4/5/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili mevzuat 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“ Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez.... Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabilir..." 10/7/2004 tarihli ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu'nun "Büyükşehir ve ilçe belediyelerinin görev ve sorumlulukları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "Büyükşehir belediyesinin görev, yetki ve sorumlulukları şunlardır:...f) Büyükşehir ulaşım ana plânını yapmak veya yaptırmak ve uygulamak; ulaşım ve toplu taşıma hizmetlerini plânlamak ve koordinasyonu sağlamak; kara, deniz, su ve demiryolu üzerinde işletilen her türlü servis ve toplu taşıma araçları ile taksi sayılarını, bilet ücret ve tarifelerini, zaman ve güzergâhlarını belirlemek; durak yerleri ile karayolu, yol, cadde, sokak, meydan ve benzeri yerler üzerinde araç park yerlerini tespit etmek ve işletmek, işlettirmek veya kiraya vermek; kanunların belediyelere verdiği trafik düzenlemesinin gerektirdiği bütün işleri yürütmek..." 5216 sayılı Kanun'un "Ulaşım hizmetleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Büyükşehir içindeki kara, deniz, su, göl ve demiryolu üzerindeki her türlü taşımacılık hizmetlerinin koordinasyon içinde yürütülmesi amacıyla büyükşehir belediye başkanı ya da görevlendirdiği kişinin başkanlığında, yönetmelikle belirlenecek kamu kurum ve kuruluşları ile, Türkiye Şoförler ve Otomobilciler Federasyonunun görevlendireceği ilgili odanın temsilcisinin katılacağı Ulaşım Koordinasyon Merkezi kurulur....Bu Kanun ile büyükşehir belediyesine verilen trafik hizmetlerini plânlama, koordinasyon ve güzergâh belirlemesi ile taksi, dolmuş ve servis araçlarının durak ve araç park yerleri ile sayısının tespitine ilişkin yetkiler ile büyükşehir sınırları dahilinde il trafik komisyonunun yetkileri ulaşım koordinasyon merkezi tarafından kullanılır....Ulaşım koordinasyon merkezi tarafından toplu taşıma ile ilgili alınan kararlar, belediyeler ve bütün kamu kurum ve kuruluşlarıyla ilgililer için bağlayıcıdır..." Danıştay İçtihadı Danıştay Sekizinci Dairesinin 22/10/2015 tarihli ve E.2014/10978, K.2015/8954 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"...Uyuşmazlığın özünü, idarece, yargı kararının yasa ile kendisine tanınan otuz günlük süreden sonra uygulanması halinde idare aleyhine tazminata hükmedilip edilemeyeceği oluşturmaktadır....Mahkeme kararlarının yerine getirilmesi, bir hukuk devletinde o kadar önemlidir ki, mahkeme kararının yerine getirilmemesi kanuna aykırı davranıştan daha ağır bir kusur kabul edilmektedir. (Prof. Ragıp Sarıca, idari Kaza, İstanbul 1949, s. 283 ve Dr. Necdet Özdemir Hizmet Kusuru Teorisi ve idarenin sorumluluğu, Ankara 1963, s. 80).Ayrıca, sorumluluk için idarenin ve kamu gorevlisinin kin, garez, husumet ve benzeri duyguların etkisi altında hareket ettiklerinin de araştırılmasına gerek yoktur. Salt yargı kararlarının kanunda öngörülen sürede yerine getirilmemesi sorumluluk için yeterli bir unsurdur (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 1979 gün ve 7/2 sayılı kararı )Dosyanın incelenmesinden, davacının 2003 yılında Siirt Merkezde il trafik komisyonunun verdiği bir hatta toplu taşımacılık yapmaya başladığı; 2005'te güzergah uzatma talebinin Encümence kabulü sonrası il trafik komisyonunun 2005/2 sayılı kararla talebi kabul ettiği ve davacı kooperatife ek güzergah izni verildiği; davacının, İl Trafik Komisyonunu kararı ile 2005'te davalı belediyeye başvurarak, kendine çalışma ruhsatı (ek güzergah için) verilmesini istediği; Belediyenin ret cevabında; 2 adet minibüs hattının aynı güzergahta faaliyette bulunduğundan, güzergahlar uyumlu hale getirilene kadar işlemlerin durdurulduğunu belirttiği; bu işlemin iptali istemiyle açılan davada Diyarbakır İdare Mahkemesinin E:2009/1583 sayılı dosyasında keşif ve bilirkişi incelenmesine karar verildiği, 2009 gününde yapılan keşif sonrası hazırlanan raporda, S.S.Siirt Kılın 8 Nolu kooperatifin aslında başka bir hatta çalıştığı, izinsiz olarak davacı kooperatifin hattını dönüşte kullandığı, ek güzergah izni verilen bu hatta ihtiyaç olduğu, halihazırda (2009) ve işlemin tesis edildiği 2005 yılında burada faaliyet gösteren başka da kooperatifin olmadığı belirtilince Mahkemece de; 2010 gününde davacıya ek güzergah verilmemesine ilişkin işlem hakkında iptal kararı verildiği; bu kararın Dairemizin 2010 gün ve E:2010/7484,K:2010/5258 sayılı kararıyla onandığı, diğer taraftan; davacı kooperatifin 2005'te (aynı tarihte) bu ek güzergahda başka kişilere ruhsat verilip verilmediği, eğer verildiyse iptal edilmesi istemiyle de başvurduğu ve bu başvuruya verilen cevapta ruhsat verilmediğinin bildirilmesi üzerine bu işleme karşı açtığı davada, Diyarbakır İdare Mahkemesinin 2008 günlü E:2006/298, K:2008/1488 sayılı kararıyla aynı güzergah için 8 nolu kooperatife ruhsat verildiğinin açık olduğu; buna rağmen inkara yönelik işlem tesis edildiği, diğer yandan, davacının başvurusu üzerine davalı belediyenin 8 nolu kooperatife verdiği ruhsatları değerlendirerek, İl Trafik Komisyonundan bu güzergah için izin almadıysa iptalinin gerektiği; davacıyla ilgili İl Trafik Komisyonu kararının uygulaması gerektiği yönünde karar verildiği; davacı tarafından, bu mahkeme kararlarının uygulanması ve kendilerine ek güzergahta çalışma ruhsatı verilmesi 2007, 2008, 2009 yıllarında çeşitli ihtarlarla istenmiş ise de davacıya Diyarbakır İdare Mahkemesi kararında bahsi geçen ek güzergah çalışma ruhsatının 2010 gününde verildiği; böylece kararın 7 ay sonra uygulandığı, diğer mahkeme kararının ise uygulanmadığı; diğer taraftan, söz konusu iki kararın uygulanmaması nedeniyle, görev yapmış iki belediye başkanı hakkında yargı kararını uygulamamak suretiyle görevi kötüye kullanma suçu nedeniyle yapılan yargılama sonunda ceza verildiği anlaşılmaktadır.Olayda; Diyarbakır İdare Mahkemesinin 2010 gün ve E:2009/1583 K:2010/1185sayılı kararıyla ve davacı tarafından uzatılması talep edilen güzergahta yolcu taşımacılığı yapmak için ihtiyaç olduğu, davacının yapmak istediği faaliyetin, ekonomik, elverişli, güvenli, çevreye kötü etkisi olmayan, genel sağlık ,kişi, toplum ve çevre sağlığı ile güvenliğini olumsuz yönde etkilemeyecek nitelikte ve serbest rekabet ortamının gerçekleştirilmesi yolundaki genel kurala uygun olduğu gerekçesiyle verilen iptal kararının 2010 gününde uygulandığı ve bu geç uygulama sebebiyle davacı kooperatifin ek güzergahta çalışamamaktan kaynaklanan maddi zararının bulunduğu; diğer yandan davacının güzergahında çalışan S.S.Siirt Kılınç 8 Nolu Motorlu Taşıyıcılar kooperatifinin çalışmasının engellenmesi yönünde verilen iptal kararının da uygulanmayarak davacının eşitsiz uygulamalarla karşılaşmasına neden olunduğu ve bu durumun manevi zarara yol açtığı açıktır.Buna karşın; Mahkeme kararlarını yasal sürede uygulamayan davalı idarenin hizmet kusuru bulunmakta ise de; Mahkemece 2010 gününde verilen iptal kararından sonra, kararın uygulanmasını sağlayacak şekilde harekete geçerek ara işlemler tesis etmiş ise bu durumun da zararın belirlenmesi sırasında gözönüne alınması kaçınılmazdır.Bu hale göre; yargı kararını uygulamayan idare görevlileri hakkındaki ceza kararları ile yargı kararının verildiği tarihle uygulandığı tarih arasında makul olmayan uzun bir sürenin bulunması karşısında; geçen sürede davacının ek güzergahta çalışamamasından mütevellit maddi zararı ile makul manevi zararlarının tazmini gerekirken, aksi yaklaşımla davayı reddeden İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Sözleşme'nin adil yargılanma hakkını düzenleyen maddesinde kararların icrasından açıkça bahsedilmemekle birlikte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) mahkemeye erişim hakkından yola çıkarak yargı kararlarının icra edilmesi hakkını adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul etmektedir. AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40). AİHM'e göre herhangi bir mahkeme tarafından verilen bir kararın icrası, Sözleşme'nin maddesinin amaçları bağlamında davanın ayrılmaz bir parçası olarak düşünülmelidir (Hornsby/Yunanistan, § 40; Scordino/İtalya (No. 1) [BD], B. No: 36813/97, 29/3/2006, § 196). Kamu otoriteleri, nihai yargı kararına uymak için gerekli önlemleri almada başarısız olduğu takdirde maddenin (1) numaralı fıkrasının hükümlerini tüm yararlı etkilerinden mahrum bırakmış olurlar (Burdov/Rusya, § 37). AİHM, yukarıdaki prensiplerin -sonuçları davacının medeni hakları üzerinde belirleyici olan idari uyuşmazlıklara ilişkin yargılamalar bağlamında- daha büyük bir öneme sahip olduğunu ifade etmektedir. Gerçekte davacı, devletin en üst idari mahkemesi önünde iptal başvurusunda bulunmak suretiyle yalnızca hakkında itirazda bulunulan kararın iptalini değil aynı zamanda ve her şeyden önce söz konusu kararın neticelerinin ortadan kaldırılmasını talep etmektedir. Dolayısıyla davacının etkili bir şekilde korunması ve hukuka uygunluğun yeniden sağlanması, idari makamların kararı icra etme yükümlülüğünün olmasını gerektirir (Hornsby/Yunanistan, § 41; Kyrtatos/Yunanistan, B. No: 41666/98, 22/5/2003, §§ 31, 32). AİHM, kesinleşmiş ve bağlayıcı bir yargı kararının lehine karar verilen tarafın zarar görmesine rağmen infaz edilmemesi durumunda Sözleşme'nin maddesinin teminat altına aldığı mahkemeye erişim hakkının bir anlam ifade etmeyeceğini vurgulamaktadır. Hangi yargı makamı verirse versin bir yargı kararının veya hükmünün infaz edilmesi Sözleşme'nin maddesi anlamında davanın tamamlayıcı unsuru olarak değerlendirilmelidir (Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 34). AİHM, Sözleşme'nin maddesi kapsamında bir yargı yerine ulaşma hakkının sadece teorik olarak bu hakkın tanınmasını değil aynı zamanda o yargı yerinden alınan nihai kararın icrasına yönelik meşru bir beklentiyi de koruduğunu kabul etmiştir (Apostol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/2/2007, § 54). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/9439 | Başvuru, yargı kararlarının yerine getirilmemesi sebebiyle oluşan zararların tazmini istemiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle kararın icrası hakkının; kararda iddialarının karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ve yargı kararlarının uygulanmaması dolayısıyla kazanç kaybına uğranılması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; milletvekili seçilerek dokunulmazlık hakkını kazanan başvurucu hakkında yargılamaya devam edilmesinin seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkını, başvurucunun sosyal medya hesabından yaptığı bir paylaşım gerekçe gösterilerek terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılmasının ise ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu 8/4/2019 ve 3/3/2021 tarihlerinde iki ayrı başvuru yapmıştır. Başvurular, başvuru formlarının ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurular, aralarında kişi yönünden irtibat bulunduğu anlaşıldığından birleştirilmiş ve incelemeye 2019/10634 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm tarafından 9/6/2021 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Çözüm Süreci ve Hendek Olayları Anayasa Mahkemesinin Ayşe Çelik (B. No: 2017/36722, 9/5/2019, §§ 10-13) kararında çözüm süreci ve hendek olaylarına ilişkin arka plan bilgisi şu şekilde verilmiştir: " Türkiye'de uzun süredir devam eden, PKK'nın neden olduğu şiddetin ve terör olaylarının sona erdirilmesi amacıyla Hükûmet tarafından ... demokratik açılım adı verilen bir süreç başlatılmıştır. Çözüm süreci olarak da isimlendirilen ... süreçte şiddet ve terör olayları önemli ölçüde azalmıştır. Güvenlik güçlerinin daha sonra yayımlanan raporlarına bakılırsa bu dönemde PKK terör örgütü bazı şehirlerde silah ve mühimmat yığınağı yapmış, 2015 yılının ortalarından itibaren terör ve şiddet bu kez şehirlerde baş göstermiştir. Şırnak'ın Cizre, İdil, Silopi ilçeleri; Hakkâri'nin Yüksekova ilçesi; Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçeleri; Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçeleri ile Muş'un Varto ilçesinde PKK terör örgütü tarafından cadde ve sokaklara hendekler kazılarak barikatlar kurulmuş ve buralara patlayıcılar yerleştirilerek bu yerleşim yerlerinin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet kurulmaya çalışılmıştır. Yaklaşık on ay süren şiddet olayları daha sonra hendek olayları olarak isimlendirilmiştir. Hendek operasyonları, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet Genel Müdürlüğünce PKK mensuplarına karşı ortak olarak gerçekleştirilen, başta Sur, Cizre ve Nusaybin olmak üzere on bir şehirde yürütülen askerî operasyonlardır. Güvenlik güçleri, anılan yerlere halkın giriş ve çıkışını engellemek isteyen terör örgütü mensuplarına operasyon düzenlemiş ve çatışmaya girmiştir. Bu operasyonların gerçekleştirildiği bölgelerin bazılarında sokağa çıkma yasakları uygulanmış ve bazıları geçici süreyle askerî güvenlik bölgesi ilan edilmiştir. Bu kapsamda terör örgütü üyelerinin yakalanarak halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla anılan il ve ilçelerin bir kısmında sokağa çıkma yasakları ilan edilmiş fakat güvenlik güçlerince yürütülen operasyonların sona ermesinin ardından söz konusu yasaklar kaldırılmıştır. Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında yaşanan kayıpların büyüklüğü konusunda 2016 yılının Mayıs ayında bazı resmî görevlilerin açıklamalarına göre en az 500 terörist öldürülmüş, 480 güvenlik görevlisi de şehit olmuş, ayrıca 000'in üzerinde güvenlik görevlisi de yaralanmıştır. Açık kaynaklarda yer alan, resmî olmayan ve doğrulanmamış bazı açıklamalara göre 100'ün üzerinde sivil hayatını kaybetmiş, 000'in üzerinde sivil ise yaralanmıştır. Buna ilave olarak en az 400 bin kişinin çatışma bölgelerinden başka bölgelere göç etmek zorunda kaldığı ileri sürülmüştür. Kesin rakamların yer aldığı resmî bir açıklama bulunmadığı gibi bu konuda güvenilir ve bağımsız herhangi bir rapor da Anayasa Mahkemesinin bilgisine sunulmamıştır."B. Somut Olaya İlişkin Bilgiler Başvurucu 1965 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte İzmit Seka Devlet Hastanesinde doktor olarak görev yapmakta ve aynı zamanda T24 isimli internet gazetesinde yazılar yazmaktadır. Bunun yanında başvurucu 2003-2007 yılları arasında İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER) Kocaeli şube başkanlığı ve 2007-2009 yılları arasında aynı Derneğin genel başkanlığı görevlerini yürütmüştür. Çözüm sürecinde Kocaeli Barış Platformu sözcüsü olarak görev yapan başvurucu 6/1/2017 tarihli ve 29940 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 679 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (679 sayılı KHK) ile kamu görevinden çıkarılmıştır. Başvurucu, Twitter isimli sosyal medya platformundaki hesabından 20/8/2016 tarihinde yazarlarından olduğu T24 internet haber sitesinin “PKK: Devlet Adım Atarsa Barış 1 Ayda Gelir” başlıklı bir haberini "Bu çağrı hakkıyla değerlendirilmeli, bu işin sonu yok..! 'Öcalan devreye girerse olur' diyorlar" yorumuyla paylaşmıştır. Başvurucunun yargılandığı tarihte ve hâlen yayında olan haberde, elinde uzun namlulu silah bulunan ve yüzleri görünmeyen -kamu makamlarınca terör örgütü üyesi oldukları değerlendirilen- üç kişinin fotoğrafına yer verilmiştir. Haber içeriği şu şekildedir: "PKK, Kürt sorununda gelinen aşamayı ve bundan sonraki süreci değerlendirdiği bir açıklama yayımladı. Açıklamada, Kürt sorununun çözümü için devletin adım atması gerektiği ve adım atılması halinde 1 ayda barışın geleceği öne sürüldü.Açıklamada, Kürt sorununun araçsallaştırma ve oylama konusu yapılmaktan çıkarılması halinde Türkiye'deki halklarla kardeşlik içinde çözüm özleminin gerçekleştirileceği ifade edildi. HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken, PKK'nın açıklamasını İmralı Heyeti olarak tarihi bir fırsat olarak değerlendirdiklerini belirterek, tüm kesimlere gerekli sorumlulukları alma çağrısı yaptı. Baluken, İmralı Heyeti’nin ‘çözüm sürecinin yeniden başlama umudu’na ilişkin görüşlerini pazartesi günü yapacakları basın açıklamasıyla aktaracaklarını da belirtti.'Türk devleti ve AKP hükümetinin bir çözüm politikası geliştirmesi halinde, Kürt sorunu bir ay gibi kısa bir sürede çözülür ve Türkiye'ye barış gelir' ifadesi kullanılan açıklamada 'Atılacak adımlar ve karşılıklı taahhütler çerçevesinde üzerimize düşen sorumlulukları her bakımdan yerine getirmeye hazırız' dendi.Açıklamada, 'Dolmabahçe Mutabakatı'nın reddedilmesi ve örgüt lideri Abdullah Öcalan’a tecritte olması' eleştirildi.Bülent Arınç: HDP ve Kandil çok kötü niyetliydiKürt sorununa çözüm arayışları sürecinde rol alan eski Başbakan Yardımcısı ve TBMM Başkanı Bülent Arınç, PKK/KCK açıklamasından yaklaşık bir ay önce BBC'ye yaptığı açıklamada, süreçte 'HDP ve Kandil'in çok kötü niyetli olduğu' görüşünü dile getirmişti. Arınç, özetle şunları söylemişti:'Buradaki hedefimiz şuydu: silahlı terör örgütünü, silahlarından arındırmak; eylem yapmaktan vazgeçirmek, sivil hayatın içine dahil etmek ve terör örgütlerinin en büyük sermayesi olan dağa çıkan gençleri dağa çıkmaktan vazgeçirmek ve dağdakileri de indirmek. Bütün bunlarla biz iyi niyetle bir çözüm sürecine başlamıştık. Bu kademe kademe devam edecek, güven arttırıcı önlemler diyebileceğimiz bazı tedbirlerle de sonuca ulaşabilecektik. Gerçekten de süreç geliştikçe mesela terör örgütünün lideri Abdullah Öcalan, yani şu an hükümlü olarak İmralı'da bulunan kişinin giden gelenler marifetiyle olumlu mesajlar verdiğini, bu mesajların belki birincisinin de 2013 Nevruz'unda okunan mesajdı. ‘Silahları bırakacaksınız, ülkeyi terk edeceksiniz, bundan sonra fikir ve siyaset konuşsun’ dedi. Bizim de istediğimiz buydu. Sembolik bazı çıkışlar başladı ama örgüt hayır dedi ve kalmaya devam etti...Biz burada çok iyi niyetliydik. HDP ve Kandil çok kötü niyetliydi. Bu çok açık. Her fırsatı kollayarak, bu büyük toplu terör olayları olmasa bile, bireysel olarak çok kötü işler yapıyorlardı. Bunların bir kısmına belki çözüm süreci zarar görmesin diye göz yumuluyordu. Ama büyük bir kısmı da adli olay olması sebebiyle müsaade edilmiyordu.Bu süreçte bir kırılma noktası olarak; siz de söylediniz en son 28 Şubat’ta HDP'li milletvekilleriyle Yalçın Akdoğan, Mahir Ünal ve Efkan Ala'nın da birlikte olduğu; sanırım Kamu Güvenliği Müsteşarı'nın da olduğu bir toplantı yapıldı. Bu bir mutabakat değildi. Burada anlaşılan şuydu: HDP tarafı kendi düşüncelerini ortaya koyacak, hükümet de ne yapılması gerektiği konusunda kendi düşüncesini ortaya koyacaktı. Yoksa ortak bir metin üzerinde konuşulmuş ve anlaşılmış değildi.Niyetimiz iyiydi ama devam etmedi. Bitti mi derseniz, bitmedi. Cumhurbaşkanı'nın tabiriyle buzdolabında kaldı. Ne zaman biter, tek taraflı olarak silahlarını bırakırlar, patlayıcılarını bırakırlar, Türkiye'den dışarı çıkarlar ve ta o başta geldiğimiz noktaya bugün samimi olarak geldiklerini fiilen gösterirlerse o zaman şüphesiz yeni bir süreç, yeni bir isimle yeni argümanlarla yeniden başlayabilir. Terörün bitmesi için bence siyasi bir karara ihtiyaç var." Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucunun sözü edilen 20/8/2016 tarihli sosyal medya paylaşımı ile birlikte başka bazı paylaşımları nedeniyle terör örgütünün propagandasını yapma suçunu işlediği gerekçesiyle hakkında soruşturma başlatmış ve aynı suçtan 4/8/2017 tarihinde iddianame düzenlemiştir. İddianamede başvurucunun 20/8/2016 tarihli haber paylaşımıyla "adeta PKK/KCK terör örgütünün sözcülüğünü yaptığı, terör örgütünün isteklerini yayınlayarak meşrulaştırmaya çalıştığı" iddia edilmiştir. Yargılamayı yürüten Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 21/2/2018 tarihinde başvuruya konu 20/8/2016 tarihli sosyal medya paylaşımı nedeniyle terör örgütünün propagandasını yapma suçundan başvurucunun 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiştir. Mahkeme, başvurucunun iddianameye konu edilen diğer paylaşımlarının ise terör örgütünün propagandasını yapma suçunun unsurlarını oluşturmadığını belirtmiştir. Mahkemenin gerekçeli kararındaki değerlendirmelerin eldeki başvuruyla ilgili kısmı şu şekildedir:"Sanığın kendi adına olan sosyal paylaşım sitesi üzerinden 20 Ağustos 2016 tarihinde www.tcom.tr isimli internet sitesinde yazmış olduğu yazıyı paylaştığı, bu paylaşım incelendiğinde 3 adet teröristin elinde AK-47 uzun namlulu tüfekleriyle fotoğrafı ve bu fotoğrafın yanında 'PKK: Devlet adım atarsa barış 1 ayda gelir' sözünün yazılı olduğu anlaşılmaktadır.Belirtilen paylaşımın içeriği ve yanındaki görsel dikkate alındığında sanığın PKK/KCK terör örgütünün propagandası mahiyetinde fotoğrafa yer vererek, silahlı terör örgütü PKK'nin şiddet, cebir içeren yöntemlerini övücü ve teşvik edici şekilde propagandasını yaptığı açıktır.Her ne kadar sanık söz konusu paylaşımı devletin bir dönem uyguladığı çözüm süreci nedeniyle yaptığını, kendisinin insan hakları savunucusu olduğunu beyan etmiş ise de tüm dosya kapsamı ile sanığın beyanı birlikte değerlendirildiğinde sanığın beyanının suçtan kurtulmaya yönelik olduğu sonucuna varılarak savunmaya itibar edilmemiştir.Sanığın yukarıda belirtilen delil ve gerekçe ile sübut bulan eylemine uyan 3713 sayılı Kanunun 7/2 maddesi gereğince, bu paylaşımın çözüm süreci bittikten çok sonra ve devlet güçlerinin ülkenin güneydoğu bölgesinde terörle mücadelesinin sürdüğü dönemlerde yapılması ve sanığın televizyon programlarında açıklamalar yapan ve bu sebeple bir hedef kitlesine sahip olması muhtemel olan bir kişi olduğu da göz önüne alındığında taktiren ve teşdiden cezalandırılmasına karar verilmiş; sanığın internet ortamında kendisine ait sosyal medya hesabında propaganda eylemini gerçekleştirdiği sabit olmakla verilen ceza 3713 sayılı kanunun 7/2-cümlesi gereğince artırılmış; sanığın iddianamede yer alan diğer paylaşımlarının müsnet suç unsurlarını taşımadığı kanaatine varılmakla hakkında TCK 43/1 maddesi uygulanmamış, sanığın yargılama sürecindeki tutumları, saygılı davranışları lehine takdiri indirim nedeni sayılmış ve yapılan yargılama sonucu mahkememizce ulaşılan hukuki ve vicdani kanaate göre aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Mahkûmiyet hükmüne karşı başvurucu tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Hükmün istinaf incelemesi devam ederken başvurucu 24/6/2018 tarihinde Halkların Demokratik Partisinden (HDP) Kocaeli milletvekili seçilmiştir. İstinaf incelemesini yapan İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 7/12/2018 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılması yasağına, 1982 Anayasasının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ise maddelerinde yer verilmiştir. Anayasamızın 14/1 maddesinde 'Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri Devletin ülkesi ve Milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik, laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.' şeklinde temel ilkeyi ortaya koyduktan sonra, aksine davranışlara ilişkin müeyyidelere mevzuatta yer verilmiştir. Nitekim seçimden önce bu madde kapsamında suç işleyen milletvekili, Anayasanın 83/2 maddesinde öngörülen yasama dokunulmazlığından yararlanamayacaktır. Kanun koyucu, hangi suçların bu madde kapsamında olduğunu tahdidi olarak saymamıştır. Kapsamı belirleme görevi uygulayıcıya aittir.Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçların bu kapsamda kaldığında kuşku yoktur. Ancak, bu suçları işlemek amacı ile oluşturulan silahlı terör örgütünün propagandasını yapmak suçunun madde kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususunda Yargısal içtihatlara bakıldığında; Anayasa Mahkemesi 2008 tarih 2002/1 Esas, 2008/1 Karar sayılı kararında; Düşünce açıklamalarının Anayasanın maddesi kapsamında kötüye kullanma olarak değerlendirilebileceğini, ancak her düşünce açıklamasının değil, demokratik yaşam için doğrudan açık ve yakın tehlike oluşturan düşünce açıklamalarının bu kapsamda olduğu değerlendirilmelidir, sonucuna varmıştır. Yargıtay Ceza Dairesinin 2016 tarih ve 2015/8449 Esas, 2016/4723 karar sayılı ve benzer içtihatları ile Yargıtay Ceza Dairesinin yerleşik içtihatlarında, terör örgütü propagandası suçunun Anayasanın madde kapsamında hakkın kötüye kullanımı olduğuna vurgu yapılmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Da Becker/Belçika, B. No: 214/56, 1962 tarihli karında, 'demokratik sisteme yönelik tehdidin ağırlığı ve süresi ile sıkı sıkıya orantılı bir şekilde, kullanılmalıdır.' demek suretiyle maddenin Devlete verdiği yetkinin çerçevesini çizmiştir. Avrupa Sözleşmesinin maddesindeki hak ve özgürlüklerin, yine hak ve özgürlükleri kullanarak ortadan kaldırılmasını yasaklanacağına ilişkin düzenleme, Anayasamızın ilgili maddesindeki kanun koyucunun amacı yargısal karar ve doktrindeki görüşler değerlendirildiğinde; ülkenin bölünmez bütünlüğüne ve anayasal düzene yönelik suç oluşturan söylem ve eylemlerin Anayasanın maddesi kapsamındaki hakkın kötüye kullanılması niteliğinde görüldüğünden, demokratik yönetimlerde halkın iradesinin tecelli ettiği parlamentoda görevli üyelerin bu sisteme sadakat yemini ettikleri ve koruma yükümlülükleri de bulunduğu gözetildiğinde, demokratik sisteme yönelik eylemlere katılmaları halinde Milletvekili dokunulmazlığından istifade edememesi Anayasanın lafzına ve ruhuna uygun olacağının kabulü karşısında, yargılamaya devam edilmesinde bir isabetsizlik olmadığı görülmektedir. ...Mahkemenin kararında usule ve esasa ilişkin herhangi bir hukuka aykırılığın bulunmadığı, delillerde ve işlemlerde herhangi bir eksiklik olmadığı, ispat bakımından değerlendirmenin yerinde olduğu anlaşıldığından, istinaf başvurusunda bulunan sanık müdafiinin ileri sürdüğü nedenler yerinde görülmemiş olmakla, CMK'nın 280/1-a maddesi uyarınca istinaf başvurusunun esastan reddine,Milletvekilliğinin kesin hüküm giyme halinde düşmesinin, bu husustaki kesin mahkeme kararının genel kurula bildirilmesine bağlanmış bulunmasına (Anayasa 84/ m.) ve TBMM üyesi hakkında, seçimden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesinin, üyelik sıfatının sona ermesinden sonra mümkün bulunmasına (Anayasa 83/3 m.) nazaran, Anayasanın 83/3 maddesi gereğince sanık hakkında verilen ceza hükmünün yerine getirilmesinin üyelik sıfatının sona ermesine bırakılmasına..." Başvurucu, istinaf kararından 1/4/2019 tarihinde haberdar olduğunu belirterek 8/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuş ve başvurusu 2019/10634 numaralı başvuru dosyasına kaydedilmiştir. Söz konusu bireysel başvurudan sonra başvurucu 4/11/2019 tarihinde Mahkemeye başvurarak 17/10/2019 tarihli ve 7188 sayılı Kanun gereğince temyiz yoluna başvurma imkânının tanındığı gerekçesiyle infazın durdurulmasını talep etmiştir. Mahkeme 4/11/2019 tarihli ek kararıyla başvurucu hakkındaki hükmün infazının durdurulmasına ve dosyanın talep doğrultusunda temyiz incelemesi yapılması için Yargıtaya gönderilmek üzere İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesine gönderilmesine karar vermiştir. Temyiz incelemesini yapan Yargıtay Ceza Dairesi 28/1/2021 tarihinde oyçokluğuyla mahkûmiyet kararını onamıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Anayasamızın 14/1 maddesinde 'Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri Devletin ülkesi ve Milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik, laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.' şeklinde temel ilke ortaya konulduktan sonra aksine davranışlara ilişkin müeyyidelere mevzuatta yer verilmiştir. Nitekim seçimden önce bu madde kapsamında suç işleyen milletvekili, Anayasanın 83/ maddesinde öngörülen yasama dokunulmazlığından yararlanamayacaktır. Kanun koyucu, hangi suçların bu madde kapsamında olduğunu tahdidi olarak saymamıştır. Kapsamı belirleme görevi uygulayıcıya aittir. Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçların bu kapsamda kaldığından kuşku yoktur. Ancak, bu suçları işlemek amacı ile oluşturulan silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçunun Anayasanın maddesi kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği doktrinde tartışmalıdır. Bu maddede 2001 yılında yapılan değişiklikle Anayasada yer alan hak ve özgürlüklerin, bu hak ve özgürlükleri yıkmak 'amacı ile kullanılamayacağı' hükmü yerine, bu hak ve özgürlükleri yıkmayı 'amaçlayan faaliyetler' olarak kullanılamayacağı hükmü getirilmiştir. Yapılan değişiklikle madde metninde yer verilen 'faaliyet' deyiminin sadece eylemi mi yoksa düşünce açıklamasını da içerip içermediği sorunun özünü teşkil etmektedir. Doktrinde 'faaliyetin' eylemi içerdiğini ileri süren görüşler olduğu gibi eylem ve söylemi içerdiğini ifade eden yazarlar da mevcuttur. Nitekim Feyzioğlu; 'Bu düzenleme, fiil ya da suç tipini değil amacı esas almaktadır.' görüşünü savunarak farklı bir bakış açısı sergilemiştir.Yargısal içtihatlara bakıldığında; Anayasa Mahkemesi 2008 tarih 2002/1 Esas, 2008/1 Karar sayılı kararında; düşünce açıklamalarının Anayasanın maddesi kapsamında kötüye kullanma olarak değerlendirilebileceğini, ancak her düşünce açıklamasının değil, demokratik yaşam için doğrudan açık ve yakın tehlike oluşturan düşünce açıklamalarının bu kapsamda olduğunun değerlendirilmesi sonucuna varmıştır. Yargıtay Ceza Dairesinin yerleşik içtihatlarında, terör örgütü propagandası suçunun Anayasanın maddesi kapsamında hakkın kötüye kullanımı olduğuna vurgu yapılmıştır.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Da Becker/Belçika, B. No: 214/56, 1962 tarihli kararında 'demokratik sisteme yönelik tehdidin ağırlığı ve süresi ile sıkı sıkıya orantılı bir şekilde kullanılmalıdır.' demek suretiyle Anayasanın maddesinin Devlete verdiği yetkinin çerçevesini çizmiştir.Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin maddesindeki hak ve özgürlüklerin yine hak ve özgürlükleri kullanarak ortadan kaldırılmasının yasaklanacağına ilişkin düzenleme, Anayasamızın ilgili maddesindeki kanun koyucunun amacı yargısal karar ve doktrindeki görüşler değerlendirildiğinde; ülkenin bölünmez bütünlüğüne ve anayasal düzene yönelik suç oluşturan söylem ve eylemlerin Anayasanın maddesi kapsamında hakkın kötüye kullanılması niteliğinde görüldüğünden, demokratik yönetimlerde halkın iradesinin tecelli ettiği parlamentoda görevli üyelerin bu sisteme sadakat yemini ettikleri ve koruma yükümlülükleri de bulunduğu gözetildiğinde, demokratik sisteme yönelik eylemlere katılmaları halinde milletvekili dokunulmazlığından istifade edememesi Anayasanın lafzına ve ruhuna uygun olacağının kabulü karşısında yargılamaya devam edilerek hüküm kurulmasında ve ayrıca sanığın, çözüm sürecinin bitmesinin üzerinden çok zaman geçmesinden ve hendek olaylarının sona ermesinden sonra yaptığı suça konu 20 Ağustos 2016 tarihli paylaşımında yazdığı mesaj, örgüt mensuplarının silahlı fotoğrafının görsel olarak kullanıldığı, örgütün cebir ve şiddet içeren eylemlerini meşru gösteren ve teşvik eden ifadeler içerdiği anlaşılan ve PKK silahlı terör örgütünce yayımlanan bir açıklamanın yer aldığı habere link vermesi, böylece açıklamanın sahiplenilmesi, PKK terör örgütünün meşru gösterilmeye çalışılması şeklindeki eyleminin bağlamı ve mahiyeti itibarıyla örgütün siyasi veya sosyal etkinliğini artırmak, sesinin kitlelere duyurulmasını sağlamak, örgütün başa çıkılması imkansız bir güç olduğu ve amacına ulaşabileceği kanaatini toplum üzerinde oluşturmak, halkın örgüte sempatisini artırmak ve aktif desteğini sağlamak amacı taşıdığı nazara alındığında sanığın savunmasına itibar edilmeyip cezalandırılmasına karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir.Yargılama sürecindeki usuli işlemlerin Kanuna uygun olarak yapıldığı, hükme esas alınan tüm delillerin hukuka uygun olarak elde edildiğinin belirlendiği, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde eksiksiz olarak sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı, eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve Kanunda öngörülen suç tipine uyduğu, yaptırımın kanuni bağlamda şahsileştirilmek suretiyle uygulandığı anlaşılmakla; sanık müdafiinin temyiz dilekçesinde ileri sürdüğü nedenler yerinde görülmediğinden CMK’nın 302/ maddesi gereğince temyiz davasının esastan reddiyle hükmün ONANMASINA... oyçokluğuyla karar verildi." Yargıtay kararının -istinaf mahkemesi kararının bozulması gerektiğine ilişkin- karşıoy yazısının ilgili kısmı şöyledir:"...Sonuç olarak;1- Sanık Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun 24 Haziran 2018 tarihinde yapılan Dönem milletvekili genel seçimlerinde Kocaeli milletvekili olarak seçildiği, T.C Anayasası'nın 83/ maddesinde milletvekilleri yönünden ceza soruşturması ve kovuşturmasının hangi suretle yapılabileceğine yönelik kuralları belirlediği, Buna göre; T.C Anayasası'nın 83/ maddesinde 'Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz. Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ve seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır...' şeklinde düzenlemeyi getirdiği, Sanık hakkında düzenlenen iddianamenin düzenlenmesinde 'Terör Örgütü Propagandası Yapmak' suçundan cezalandırılmasının talep edildiği, sanık hakkında milletvekili seçimlerinden önce soruşturmaya başlanıldığı, iddianamenin tanzimi ile kovuşturma aşamasına da geçildiği anlaşılmış ise de, yargılamaya konu suçlar yönünden suç üstü halinden bahsedilmesinin mümkün bulunmaması ve sanığın yargılandığı suçların T.C Anayasası'nın maddesinde belirtilen 'Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan' suçlar içerisinde yer almadığı, sanık hakkında yargılama devam ettiği, Bölge Adliye Mahkemesi aşamasında ve Yargıtay Ceza Dairesi temyiz incelemesi yaptığı sırada milletvekilliğinin devam ettiği göz önüne alınarak, Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/490 Esas sayılı dosya üzerinde T.C Anayasası'nın 83/ maddesinin cümlesi uyarınca kovuşturma şartının ortadan kalktığı, 5271 sayılı CMK.nun 223/ maddesinde '...soruşturmanın veya kovuşturmanın yapılması şartı bağlı tutulmuş olup da şartın henüz gerçekleşmediği anlaşırsa; gerçekleşmesini beklemek üzere durma kararı verilir.' hükmü de dikkate alındığında sanık hakkındaki CMK 223/8 maddesi gereğince kovuşturmanın yapılması şarta bağlı tutulması nedeniyle Meclisin dokunulmazlığı kaldırma kararının gerçekleşmesini beklemek üzere durma kararı verilmesi gerektiği,2-Yargıtay Ceza Dairesinin 2017 tarih ve 2016/7430 Esas, 2017/3637 Karar sayılı kararında; '...3713 sayılı Kanunun 7/ fıkrasında tanımlanan terör örgütünün propagandasını yapma suçunun unsurları 2013 tarih ve 6459 sayılı kanunun maddesi ile değiştirilerek 'Terör örgütünün, cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek şekilde' propagandasını yapmayı yaptırıma bağlamıştır. Propaganda suçunun oluşması için; Terör örgütü ile ilgili bir öğreti, düşünce veya inancı başkalarına tanıtma, benimsetme ya da yayma amacıyla yapılmasının yanında terör örgütünün cebir, şiddet ve tehdit içeren yöntemlerini meşru göstermeli veya bu yöntemleri övmeli ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde yapılması gerekmektedir.' içtihatları gereğince sanığa isnat edilen eylemin unsurlarının oluşması bakımından sanığın suç kastının tespiti, 3-Kabule göre, sanığın eylemi TMK 7/2 değil, TMK 6/2 maddesinde düzenlenen 'Terör örgütlerinin; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösteren veya öven ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik eden bildiri veya açıklamalarını basanlar veya yayınlayanlar...' şeklinde düzenlenen suç kapsamında kaldığı, mahkemenin kabulüne göre sanığın TMK 7/2 değil, TMK 6/ maddeye göre cezalandırılması gerektiği göz önüne alınarak öncelikle usul yönünden ve esasa geçildiği takdirde de suç vasfı ve suç unsurları yönünden kararın bozulması gerektiği düşüncesinde olduğumuzdan çoğunluk görüşüne katılmamaktayız." Başvurucu, Yargıtay kararından 19/2/2021 tarihinde haberdar olduğunu belirterek 3/3/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuş ve başvurusu 2021/7794 numaralı başvuru dosyasına kaydedilmiştir. Hakkındaki mahkûmiyet kararının 17/3/2021 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulunda okunmasıyla başvurucunun milletvekilliği düşmüştür. Başvurucunun milletvekilliğinin düşmesi üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucu hakkındaki mahkûmiyet kararının infazını başlatmış ve başvurucu 2/4/2021 tarihinde Sincan 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumuna yerleştirilmiştir. Savcılık tarafından düzenlenen müddetnameye göre başvurucunun koşullu salıverilme tarihi 13/2/2023, hak ederek tahliye tarihi ise 29/9/2023'tür. A. Ulusal Hukuk Mevzuat 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör örgütleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(Değişik ikinci fıkra: 11/4/2013-6459/8 md.) Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır..." Yüksek Mahkeme Kararları Anayasa'nın maddesinin yorumuyla ilgili olarak Yargıtay Ceza Dairesinin 15/10/2008 tarihli ve E.2008/6292, K.2008/11012 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "... 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 'Terör Tanımı' başlıklı maddesinde yer alan 'Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.' biçimindeki düzenlemeden de anlaşılacağı üzere, madde kapsamındaki suçları, sadece 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun Kısım 4 ve Bölümlerindeki suçlarla sınırlamanın doğru olamayacağı, ... dolayısıyla iddianamede gösterilen hukuki nitelendirmenin geçerli olduğu ve iddianamede anlatılan suçun da 'Yasa dışı Örgüt Propagandası Yapmak' olduğu gözetildiğinde, sanığın eyleminin Anayasanın 83/ maddesi ikinci cümlesi yollamasıyla madde kapsamında değerlendirilmesi ve mahkemenin yargılamaya devam ederek sonucuna göre hüküm kurması gerektiği gözetilmeden, ..." Yargıtay Ceza Dairesinin 28/1/2019 tarihli ve E.2018/4803, K.2019/647 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "... Hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılması yasağına, 1982 Anayasasının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ise maddelerinde yer verilmiştir. Anayasamızın 14/ maddesinde 'Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri Devletin ülkesi ve Milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik, laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.' şeklinde temel ilkeyi ortaya koyduktan sonra, aksine davranışlara ilişkin müeyyidelere mevzuatta yer verilmiştir. Nitekim seçimden önce bu madde kapsamında suç işleyen milletvekili, Anayasanın 83/2 maddesinde öngörülen yasama dokunulmazlığından yararlanamayacaktır. Kanun koyucu, hangi suçların bu madde kapsamında olduğunu tahdidi olarak saymamıştır. Kapsamı belirleme görevi uygulayıcıya aittir. Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçların bu kapsamda kaldığında kuşku yoktur......Somut olayda; sanığın, herkese açık olan sosyal medya hesabından iddianamede yer alan söz ve resimleri paylaştığı iddia olunması karşısında bu eylemin sabit olması halinde, iddianamede unsurları gösterilen halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme ve devletin kurum ve organlarını alenen aşağılama suçlarının oluşabileceği, atılı silahlı terör örgütünün propagandası suçunun unsurlarının oluşmayacağı değerlendirildiğinde, sübut bulma ihtimali olan suçların Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesinde öngörülen; 'Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler' kapsamında sayılmalarına yasal olanak bulunmamaktadır..." Terör örgütü propagandası yapma suçuyla ilgili olarak Yargıtay Ceza Dairesinin 4/2/2008 tarihli ve E.2007/9370, K.2008/617 sayılı; 23/3/2012 tarihli ve E.2012/1746, K.2012/3869 sayılı; 6/6/2012 tarihli ve E.2012/3935, K.2012/7390 sayılı; 17/10/2012 tarihli ve E.2010/8012, K.2012/11648 sayılı; 1/11/2012 tarihli ve E.2011/5005, K.2012/77966 sayılı; 12/11/2012 tarihli ve E.2011/5895, K.2012/12886 sayılı; 7/2/2013 tarihli ve E.2011/5809, K.2013/1743 sayılı; 16/12/2013 tarihli ve E.2013/647, K.2013/16150 sayılı; 16/12/2013 tarihli ve E.2012/6784, K.2013/16205 sayılı kararlarının ilgili kısmı şöyledir: "... Milletvekilliği Genel Seçimlerinde milletvekili seçildiği anlaşılmış ise de; dosya kapsamına göre, sanığa yüklenen ve seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olan suçun, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 83/ maddesinde işaret edilen ve 14/ maddesinde gösterilen temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılması niteliğindeki suçlardan olduğu, yasama dokunulmazlığının istisnası kapsamında kalan bu suç bakımından yargılamanın yürütülmesine ve temyiz incelemesine engel bir durumun bulunmadığı... [anlaşılmıştır.]" Terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçuyla ilgili olarak Yargıtay Ceza Dairesinin 27/4/2016 tarihli ve E.2015/8819, K.2016/2657 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "... Sanık hüküm tarihinden sonra 7/6/2015 tarihinde yapılan milletvekili genel seçiminde Şanlıurfa ilinden milletvekili seçilmiş ise de yargılama konusu suçun niteliği itibariyle Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesinde öngörülen Devletin Ülkesi ve Milletiyle Bölünmez Bütünlüğünü Bozmaya yönelik olduğu, seçimden önce soruşturmaya başlanarak hüküm kurulduğu, bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesinin fıkrası cümlesi kapsamında ve yasama dokunulmazlığı dışında kaldığı belirlenerek yapılan incelemede; ..." Terör örgütüne üye olma suçuyla ilgili olarak Yargıtay Ceza Dairesinin 24/12/2013 tarihli ve E.2013/2670, K.2013/16582 sayılı; 24/12/2013 tarihli ve E.2012/10057, K.2013/16583 sayılı kararlarının ilgili kısmı şöyledir: "... Milletvekilliği Genel Seçimlerinde milletvekili seçildiği anlaşılmış ise de; dosya kapsamına göre, sanığa yüklenen ve seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olan suçun, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 83/ maddesinde işaret edilen ve 14/ maddesinde gösterilen temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılması niteliğindeki suçlardan olduğu, yasama dokunulmazlığının istisnası kapsamında kalan bu suç bakımından yargılamanın yürütülmesine ve temyiz incelemesine engel bir durumun bulunmadığı... [anlaşılmıştır.]" Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs suçuyla ilgili olarak Yargıtay Ceza Dairesinin 9/10/2013 tarihli ve E.2013/9110, K.2013/12351 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "... Milletvekilliği Genel Seçiminde İstanbul ilinden milletvekili seçildiği anlaşılmış ise de; dosya kapsamına göre; sanığa yüklenen ve seçimden önce de soruşturmasına başlanılmış olan suçun, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 83/ maddesinde işaret edilen ve 14/ maddesinde gösterilen temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılması niteliğindeki suçlardan olduğu, yasama dokunulmazlığının istisnası kapsamında kalan bu suç bakımından kovuşturma yapılmasına engel bir durumun bulunmadığı... [anlaşılmıştır.]" 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na aykırılık suçuyla ilgili olarak Yargıtay Ceza Dairesinin 16/12/2012 tarihli ve E.2012/8209, K.2012/16000 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "... sanıklara atılı ve seçimden önce işlenen suçun, işleniş şekli ve niteliği itibariyle Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 83/ maddesinde işaret edilen ve 14/ maddesi kapsamında kalan suçlardan olmadığı, sanıkların hüküm tarihinden sonra 12 Haziran 2011 tarihinde yapılan dönem Milletvekili Genel Seçiminde milletvekili seçildikleri anlaşıldığından, sanıklar hakkında yasama dokunulmazlığı nedeniyle Anayasanın 83/ maddesi uyarınca işlem yapılmasının gerekmesi ..." Yargıtay; 2911 sayılı Kanun'a aykırılık (Yargıtay Ceza Dairesinin 16/12/2012 tarihli ve E.2012/8209, K.2013/16000 sayılı; 11/9/2014 tarihli ve E.2013/11051, K.2014/8994 sayılı kararları), suç işlemeye tahrik (Yargıtay Ceza Dairesinin 9/9/2019 tarihli ve E.2018/4806, K.2019/5116 sayılı kararı), 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na aykırılık (Yargıtay Ceza Dairesinin 5/7/2018 tarihli ve E.2016/2482, K.2018/7585 sayılı kararı), hakaret (Yargıtay Ceza Dairesinin 11/9/2012 tarihli ve E.2012/20471, K.2012/18227 sayılı; Yargıtay Ceza Dairesinin 19/9/2018 tarihli ve E.2016/5134, K.2018/11428 sayılı kararları) ve yaralama (Yargıtay Ceza Dairesinin 12/3/2018 tarihli ve E.2017/4047, K.2018/4207 sayılı kararı) suçlarının Anayasa'nın maddesi kapsamında olmadığını belirtmiştir.B. Uluslararası Hukuk Avrupa Konseyi Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi 16/5/2005 tarihli Avrupa Konseyi Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin (Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi) giriş bölümünde aşağıdaki ifadeler yer almaktadır:"Avrupa Konseyi'nin üye devletleri ve imzacılar olarak;Terörizmi önlemek için etkin önlemler almayı ve özellikle, terör suçlarını işlemeyi alenen tahrike, terörist saflara katmaya ve eğitime karşı mukabelede bulunmayı arzu ederek;...Bu Sözleşmenin mevcut ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin ilkeleri değiştirme niyetinde olmadığını kabul ederek;Terörist eylemlerin doğası veya koşulların gereği olarak, halkı sindirmek veya bir hükümeti veya uluslararası örgütü bir eylemi yerine getirmeye veya yerine getirmekten kaçınmaya haksız olarak zorlamak veya bir ülkeyi veya uluslararası bir örgütü ciddi biçimde istikrarsız hale getirmek veya temel siyasal, anayasal, ekonomik ve toplumsal yapılarını yıkmak amacını güttüklerini hatırda bulundurarak;Aşağıdaki hususlarda anlaşmışlardır." Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin "Terminoloji" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şu şekildedir:"(1) Bu Sözleşmenin amaçları açısından, 'terör suçu' Ek'te sıralanan antlaşmalardan birinin kapsamına giren ve bu antlaşmalarda tanımlanan suçlar anlamına gelir." Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin "Terör suçunun işlenmesine alenen teşvik" kenar başlıklı maddesi şu şekildedir: "1) Bu Sözleşmenin amaçları açısından, 'bir terör eylemini işlemeye alenen teşvik', terör suçunun işlenmesini kışkırtmak niyetiyle, böyle bir eylemin dolaylı olsun veya olmasın terör suçlarını savunarak, bir veya birden fazla suçun işlenmesi tehlikesine yol açacak bir mesajın kamuoyuna yayılması veya başka bir şekilde erişilebilir hale getirilmesi anlamına gelir.2) Her bir taraf, paragrafta tanımlandığı şekilde, yasadışı olarak ve kasten işlendiği durumlarda, terörizm suçunu işlemeyi alenen teşviki ulusal mevzuatı açısından cezai suç olarak ihdas etmek üzere gerekli olabilecek tedbirleri alacaktır." Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin "Terörist saflara katma" kenar başlıklı maddesi şu şekildedir: "1) Bu Sözleşmenin amaçları açısından, 'terörist saflara katma' bir başka kişiyi terörist bir eylemi işlemeye veya bu eylemin işlenmesine katılmaya veya bir veya daha fazla suçun bir dernek veya grup tarafından işlenmesine katkıda bulunmak amacıyla bir dernek veya gruba katılmaya teşvik etmek anlamına gelmektedir.2) Her bir taraf, paragrafta tanımlandığı şekilde, yasadışı olarak ve kasten bir suç işlendiği durumda, terörist saflara katmayı ulusal mevzuatı açısından cezai suç olarak ihdas etmek üzere gerekli olabilecek tedbirleri alacaktır." Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin "Terör suçunun işlenip işlenmemesi arasında fark bulunmaması" kenar başlıklı maddesi şu şekildedir:"Bir eylemin Sözleşmenin 5 ila maddelerinde belirtilen suçlardan birini teşkil etmesi için, bu eylemin bilfiil gerçekleşmiş olması gerekmeyecektir." Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin "Koşullar ve güvenceler" kenar başlıklı maddesi şu şekildedir: "l) Her bir Taraf, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına dair Sözleşme, Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ve uluslararası hukuk uyarınca diğer yükümlülüklerinde yer aldığı şekilde ve o Tarafa uygulanabildiği durumlarda, insan hakları yükümlülüklerine, özellikle ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü ve din özgürlüğüne saygı göstererek bu Sözleşmenin 5 ila 7 ve maddelerde yer alan konuların suç haline getirilmesinin ihdasını, uygulanmasını ve yerine getirilmesini sağlayacaktır.2) Bu Sözleşmenin 5 ila 7 ve maddelerde yer alan konuların suç haline getirilmesinin ihdası, uygulanması ve yerine getirilmesinde ayrıca, izlenen meşru amaçlar ve demokratik toplum açısından gereklilik göz önünde bulundurularak orantılılık ilkesine bağlı kalınacak ve her türlü keyfilik, ayrımcılık veya ırkçı muamele dışında tutulacaktır." Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin açıklayıcı raporunda, şiddet içeren terör suçlarına doğrudan veya dolaylı teşvik oluşturacak mesajlara yönelik belirli sınırlamaların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS/Sözleşme) uygun olduğu hatırlatılmıştır (açıklayıcı raporda bkz. § 91). Açıklayıcı raporda, daha sonra terör suçlarının işlenmesine dolaylı teşvik ile meşru eleştiri hakkı arasındaki sınırın nerede olduğu meselesinin önemine değinilmiştir:" Bu hükmü [Terör Suçunun İşlenmesine Alenen Tahrik (Madde 5)] kaleme alırken, CODEXTER [Sözleşme’nin uygulanmasının değerlendirmesi mekanizması olan Terörizmle Mücadelede Uzmanlar Komitesi], Parlamenter Asamblenin (Görüş no. 255 (2005), paragraf 3 vii ve devamı) ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserinin (doküman BcommDH (2005) 1, paragraf 30 sonu) bu hükmün, terör şiddetine dolaylı tahrik oluşturabilecek 'bir eylemin failini öven mesajları veya mağdurların aşağılanması, terörist örgütlere mali kaynak isteyen veya diğer benzeri davranışları' kapsayabileceği hususundaki görüşlerini dikkate almıştır. Daha kazuistik olana göre bu hüküm daha genel nitelikte bir formül kullanmakta ve Tarafların terör suçlarını savunan mesajların yayılmasını veya farklı bir şekilde kamuya sunulmasını cezalandırmasını gerektirmektedir. Bu hükmün uygulanması bakımından, bunun doğrudan veya dolaylı yollardan yapılıp yapılmadığı önem taşımamaktadır. Doğrudan tahrik, çoğu hukuk sisteminde bir şekilde suç teşkil ettiğinden özel bir soruna yol açmamaktadır. Dolaylı tahriki bir suç haline getirmenin amacı uluslararası hukukta veya eylemde mevcut olan boşluğu bu alanda hükümler ekleyerek telafi etmektir. Bu hüküm, suçun tanımı ve uygulaması bakımından Taraflara belirli miktarda takdir yetkisi tanımaktadır. Örneğin, bir terör suçunu gerekli ve haklı göstermek dolaylı teşvik suçunu oluşturabilir. Ancak, uygulanmasında iki şartın karşılanmasını gerektirmektedir: ilk olarak, bir terör suçunun işlenmesi hususunda özel bir kastın varlığı gerekir, aşağıda verilen paragraftaki diğer bir gerekliliğe göre de tahrik hukuka aykırı bir şekilde ve kasten işlenmelidir. İkinci olarak, böyle bir eylemin sonucu, bu tip bir suçun işlenmesi tehlikesine neden olmalıdır. Böyle bir tehlikeye neden olup olmadığı değerlendirilirken, yazarın ve mesajın muhatabının niteliği yanında suçun hangi bağlamda işlendiği AİHM’nin oluşturduğu içtihat anlamında dikkate alınacaktır. Tehlikenin önemi ve inandırıcılığı iç hukukun gereklerine uygun olarak ele alınmalıdır.… Kamuya bir mesajın sunulması için, çeşitli araçlar ve teknikler kullanılabilir. Örneğin, basılı yayınlar veya diğerlerinin erişebileceği yerlerde yapılan konuşmalar, kitle iletişim araçları veya elektronik imkânların, özellikle, mesajların e-posta ile yayılması veya sohbet odalarında, haber grupları veya tartışma ortamında materyallerin değişimi gibi imkânları sunan internetin kullanımı. AİHM içtihatları ilave rehberlik sunmaktadır. Bu bağlamda, CODEXTER (doküman CODEXTER (2004)19) için hazırlanan AİHM’nin ilgili içtihatlarının derlemesine müracaat edilmelidir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sürek ve Özdemir/Türkiye ([BD], B. No: 23927/94 ve 24277/94, 8/7/1999) kararına konu olayda başvurucuların PKK liderlerinden biriyle yapılan bir röportajı ve dört örgütün ortak bildirisini yayımlamaları nedeniyle terörist örgütlerin bildirilerini yayımlama ve bölücü propaganda yapma suçlarından mahkûm edilmelerinin başvurucuların ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine karar vermiştir. AİHM kararının ilgili kısmı şöyledir:" … Mahkeme ilk olarak, söz konusu ropörtajların yasa dışı bir örgütün bir üyesiyle yapılmış olması gerçeğinin başvuranların ifade özgürlüğü haklarına yapılan müdahaleyi haklı göstermeyeceğine dikkat çeker; ayrıca ropörtajların içerisinde resmi politikaya karşı getirilen ağır eleştiriler vardır ve Türkiye’nin güneydoğusunda yaşanan rahatsızlıkların kaynağı ve sorumluluğuna ilişkin olarak tek taraflı bir yaklaşım benimsenmektedir. Röportajlarda kullanılan kelimelerden mesajın uzlaşmazlık olduğu ve PKK’nın hedefleri garantiye alınmadıkça yetkililerle anlaşma olmayacağı açıkça anlaşılmaktadır. Ancak metinler bir bütün olarak ele alındığında kin ve düşmanlığa tahrik ettiği söylenemez. Mahkeme, ropörtajların bu şekilde yorumlanabilecek bölümleri üzerinde dikkatle durmuştur. Ancak Mahkemeye göre, 'Bizden topraklarımızdan çıkmamız istenirse, bunu hiçbir zaman kabul etmeyeceğimiz bilinmelidir' veya 'Bizim tarafımızda tek bir kişi kalana kadar savaş devam edecek' veya 'Türkiye Devleti bizi topraklarımızdan atmak istiyor. İnsanları köylerinden çıkarıyor' veya 'Bizi yok etmek istiyorlar' gibi ifadeler, karşı tarafın amaçlarına ulaşma kararlılığının ve bu açıdan liderlerinin gösterdiği tavırların bir yansımasıdır. Bu açıdan bakıldığında, ropörtajlar Türkiye’nin güneydoğusundaki resmi politikaya muhalefetin ardındaki itici güçlerin psikolojisine ilişkin olarak kamuoyunu aydınlatmak ve bu ihtilafta yer alan çıkarları değerlendirmek açısından haber niteliği taşımaktadır. Mahkeme, doğal olarak, yetkililerin bölgedeki güvenlik durumunu kötüleştirebilecek kelimeler ve eylemler üzerinde önemle duracağının farkındadır, çünkü bu bölge yaklaşık 1985 yılından beri çok sayıda kişinin hayatını kaybetmesi ve bölgede olağanüstü halin kurulmasıyla sonuçlanan ve PKK üyeleriyle güvenlik güçleri arasında meydana gelen rahatsız edici durumlarla karşı karşıya kalmıştır. Mahkemeye göre, anılan davada yerel yetkililerin Türkiye’nin güneydoğusunda süregelen durumla ilgili olarak halkı farklı bir perspektiften, bu perspektif her ne kadar hoş olmasa da, bilgilendirmeleri hususunda gereken dikkati göstermedikleri görüşündedir. Daha önce de belirtildiği üzere, ropörtajlarda ifade edilen görüşler, şiddete tahrik olarak değerlendirilemez; şiddete tahrik etmeye meyilli olarak da yorumlanamaz. Mahkemenin görüşüne göre, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından başvuranları suçlamak ve cezalandırmak adına gösterilen sebepler, ilgili olsalar da, başvuranların ifade özgürlüğü haklarına yapılan müdahaleleri haklı göstermek için yeterli olarak değerlendirilemez. Bu karar, başvuranların 1991 tarihli Yasa’nın Maddesi kapsamında, ortak bildirinin yayınlanmasına ilişkin olarak, mahkum edilmeleri için de geçerlidir çünkü Mahkemeye göre metnin içinde şiddete tahrik etme olarak yorumlanacak herhangi bir husus yoktur. Mahkeme, ayrıca, Sn. Sürek’in ağır para cezasına ve Sn. Özdemir’in ise hem para cezasına hem de altı ay hapis cezasına çarptırıldığını ifade etmiştir. Söz konusu yayınların yer aldığı derginin tüm kopyaları yetkililer tarafından toplatılmıştır. Bu bağlamda Mahkeme, verilen cezaların ağırlığının yapılan müdahalenin oranı değerlendirilirken göz önüne alınması gereken faktörler olduğuna dikkat çeker. Mahkeme, medya mensupları tarafından ifade özgürlüğü hakkının kullanılmasına eşlik eden 'görev ve sorumlulukların' ihtilaflı ve gergin ortamlarda özel önem taşıdığını vurgular. Bu yüzden de Devlete karşı şiddet kullanma yoluna giden örgüt temsilcilerinin görüşleri yayınlanırken medya, şiddeti tahrik eden ve kin güden konuşmaların yapıldığı bir araç olarak görülmesin diye, daha fazla özen gösterilmelidir. Aynı zamanda, bu tür görüşler böyle sınıflandırılamayacağı için, Sözleşmeci Devletler, ceza hukukunun ağırlığını medya üzerine taşıyarak, toprak bütünlüğü veya ulusal güvenliğin korunmasının veya suç ve asayişsizliğin önlenmesinin halkın bu hususlarda haber alma hakkını kısıtladığını ifade edemezler. Yukarıda bahsedilen görüşlerin ışığında Mahkeme, başvurucuların suçlanmasının ve cezalandırılmasının izlenen amaçla orantılı olmadığı, bu yüzden de demokratik bir toplumda gerekli olmadığı kararına varmıştır. Bu sebepten dolayı da Sözleşmenin maddesinin ihlali söz konusudur." AİHM; Nedim Şener/Türkiye (B. No: 38270/11, 8/7/2014) kararında başvurucunun iki kitabın yazımına katkıda bulunduğu gerekçesiyle terör örgütüne üye olma suçundan açılan ceza soruşturması çerçevesinde bir yıldan daha fazla bir zaman boyunca tutuklu olarak kaldığını, dolayısıyla başvurucunun Sözleşme’nin maddesi tarafından koruma altına alınan ifade özgürlüğünün kullanımına bir müdahale olduğunu değerlendirmiş ve şu tespitlerde bulunmuştur:" Demokratik toplum kavramının tam kalbinde bulunan siyasi tartışmaların serbestliği ilkesi aynı zamanda, kamuya açık olarak ifade edilen görüşleri terör eylemleri yapmayı veya şiddete başvurmayı övücü şekilde olmadığı sürece yasaklanan örgütlerin de görüşlerini serbestçe açıklayabilmelerini gerektirmektedir: Kamuoyu, bir çatışma veya gerilim halinin farklı şekillerde yorumlanması hakkında bilgi edinme hakkına sahiptir; bu bağlamda yetkililer, kendi çekinceleri her ne olursa olsun, bütün tarafların görüşlerini açıklamalarına imkân tanımak zorundadır. Yasaklanmış bir örgütün yayınlarının şiddete başvurmayı teşvik etme riski taşıyıp taşımadığını değerlendirebilmek için, öncelikle söz konusu yayının Mahkemenin içtihatları anlamında içeriği ve hangi bağlamda yayınlandığı dikkate alınmalıdır (aynı yönde bk. Gözel ve Özer/Türkiye, No. 43453/04 et 31098/05, par. 56, 6 Temmuz 2010). Bu bağlamda, açıklanan görüşler şiddeti teşvik etmiyorsa bir başka ifadeyle, söz konusu görüşler şiddet yollarına başvurmayı veya kanlı eylemleri tavsiye etmiyorsa taraftarlarının hedeflerini gerçekleştirmek için terör eylemleri yapılmasını haklı göstermiyorsa ve yine belli kişilere karşı derin ve akıl dışı bir kin saikiyle şiddet yoluna başvurmayı teşvik edecek şekilde yorumlanamıyorsa sözleşmeci devletler, maddenin fıkrasında sayılan amaçları, yani ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi amaçlarını ileri sürerek bile kamuoyunun bu görüşleri öğrenme hakkını kısıtlayamaz (Sürek/Türkiye (No. 4) [BD], No. 24762/94, par. 60, 8 Temmuz 1999). Mahkeme, denetleme yetkisini kullanırken, ihtilaf konusu müdahaleyi davanın tamamının ışığı altında incelemelidir. Bu incelemede, başvurana atfedilen sözlerin içeriği yanında, hangi bağlamda bunları kullandığı ve bu sözlerin gerçek etkilerinin neler olduğu dikkate alınmaktadır. Şiddet eylemlerine yol açma ihtimali olmayan ve davanın gerçek koşulları dikkate alındığında, soyut bir şekilde ifade edildiğinde, şiddete başvurmayı teşvik etme ihtimali olmayan söylemleri demokratik bir toplumda cezalandırmak gereği yoktur (aynı yönde bk. Gül ve diğerleri/Türkiye, No. 4870/02, par. 41 ve 42, 8 Haziran 2010)." AİHM; daha önce yargı kararlarıyla terör örgütü olduğu tespit edilmiş bir örgütün bildiri ve açıklamalarını yayımladığı için suçlanıp mahkûm edilen dergi editörü, yazı işleri müdürü ve sahiplerinin başvurularıyla ilgili kararlarında, yazılarda şiddet kullanımının, silahlı direniş veya ayaklanmanın teşvik edilmediği ve kin güden bir söylem içermediğini belirten gerekçelerle Türkiye aleyhine ihlal kararları vermiştir (diğerleri arasında bkz. Çapan/Türkiye, B. No: 71978/01, 25/7/2006; Gözel ve Özer/Türkiye, B. No: 43453/04, 31098/05, 6/7/2010; Kanat ve Bozan/Türkiye, B. No: 13799/04, 21/10/2008; İmza/Türkiye, B. No: 24748/03, 20/1/2009). Ulusal ve uluslararası hukuka ilişkin daha fazla kaynak için bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, §§ 46-59; Meki Katar [GK], B. No: 2015/4916, 3/10/2019, §§ 18-35; Sırrı Süreyya Önder [GK], B. No: 2018/38143, 3/10/2019, §§ 23- | Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/10634 | Başvuru, milletvekili seçilerek dokunulmazlık hakkını kazanan başvurucu hakkında yargılamaya devam edilmesinin seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkını, başvurucunun sosyal medya hesabından yaptığı bir paylaşım gerekçe gösterilerek terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılmasının ise ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, banka çalışanı başvurucunun terör örgütüyle irtibatlı ve iltisaklı olduğu gerekçesiyle iş akdinin feshedilmesi dolayısıyla özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 22/10/2017 ve 5/3/2019 tarihleri arasında Ziraat Bankasında (İşveren) çeşitli pozisyonlarda çalışmıştır. Başvurucunun iş akdi, hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan mahkûmiyet hükmü bulunması nedeniyle güven ilişkisinin zedelendiği gerekçesiyle 5/3/2019 tarihinde İşverence feshedilmiştir. Başvurucunun İş Mahkemesinde açtığı işe iade davası, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) başvurucu hakkında verdiği silahlı terör örgütüne üye olma suçundan hapis cezasına mahkûmiyet hükmü gerekçe gösterilerek reddedilmiştir. Başvurucunun istinaf başvurusu Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesince (Bölge Adliye Mahkemesi) kabul edilmiş, Ağır Ceza Mahkemesi kararının kesinleşmemiş olmasına işaret edilerek gerekçesi değiştirilmek suretiyle davanın reddine karar verilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) vasıtasıyla evrak işlem kütüğü üzerinde yapılan inceleme sonucunda, başvurucunun nihai kararı 9/7/2020 tarihinde ve saat 19'da öğrendiği tespit edilmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/29720 | Başvuru, banka çalışanı başvurucunun terör örgütüyle irtibatlı ve iltisaklı olduğu gerekçesiyle iş akdinin feshedilmesi dolayısıyla özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığının 13/7/2009 tarihli iddianamesiyle hakaret, şantaj, kişilerin huzur ve sükununu bozma suçlarını işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Başvurucunun sorgusu 10/12/2010 tarihinde talimat yolu ile yapılmıştır. (Kapatılan) Eyüp Asliye Ceza Mahkemesinin 12/4/2011 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 2/7/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15850 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, köprülü kavşak çalışması sırasında açılan kuyuya düşülmesi sonucu meydana gelen ölüm olayıyla ilgili olarak yürütülen ceza soruşturması neticesinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına kararı verilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/3/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: G.G. Adi Ortaklığı (Ortaklık) Bursa çevre yolu Yalova ayrımı Turanköy köprülü kavşağı kısım otoyol işini Karayolları Genel Müdürlüğü Bölge Müdürlüğünden (İdare) ihale suretiyle almış, işin toprak ve hafriyat işini taşeronluk sözleşmesiyle alt yüklenici Ç.İ. İnşaat Ticaret Limitet Şirketine (Şirket) vermiştir. Başlayan çalışmalar sırasında Şirket tarafından köprülü kavşak çalışma alanına 700 metre mesafede yol alanında zemin etüdü amacıyla birkaç yerde çapı 5-2, derinliği 2 metre olan kuyular açılmıştır. Kuyuların içleri yağışlar yoluyla ve zeminden çıkan sularla dolmuştur. Turanköy Mahallesi'nde ikamet eden başvurucu 18/4/2009 tarihinde yanında 8 yaşındaki oğlu B.O. ve 6 yaşındaki torunu O. olduğu hâlde bu kuyuların bulunduğu mevkiye hayvan otlatmaya gelmiştir. B.O. ve O. bir ara oyun oynamak için başvurucunun yanından ayrılarak kuyuların yan tarafında bulunan çimenlik alana gitmiş, oyunun ardından üzerlerini temizlemek için oyun oynadıkları alanın yanında yapım aşamasında olan yolun ortasındaki kuyuların yanına gelmiş, kuyudaki su ile üzerilerini temizledikleri sırada kuyuya düşüp boğularak hayatlarını kaybetmişlerdir. A. Olayla İlgili Ceza Soruşturması Süreci Olay üzerine Kestel Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında olay yerinde keşif ve bilirkişi inceleme yapılmıştır. Ayrıca Ortaklığın proje sorumlusu ve şantiye şefi İ.Z.nin, Şirketin şantiye şefi G.Y.nin ve Şirketin ustabaşı yetkisine sahip mühendisi H.Ö.nün şüpheli sıfatıyla, başvurucunun ise müşteki şüpheli sıfatıyla ifadeleri alınmıştır. Soruşturma aşamasında iş güvenliği uzmanı tarafından hazırlanan 8/5/2009 tarihli bilirkişi raporunda: i. Zemin etüdü yapmak amacıyla açtırdığı kuyuların bölgeyi kullanan kişilerin güvenliği açısından kapatılmasını ya da uygun yükseklikte korkuluklarla çevrilmesini sağlamayan, özetle sezon bitmesine rağmen bölgeyi kullanma ihtimali yüksek olan köylülerin tehlike arz eden bölümlere girmesini önlemek için gerekli önemleri almayıp uyarı levhalarını asmayan alt işveren konumundaki Şirketin şantiye şefi G.Y.nin asli kusurlu olduğu, ii. İnşaat hâlinde olan işyerindeki olası tehlikeleri yerince tespit ederek önlem aldıracak donanımda bir sağlık ve güvenlik koordinatörü görevlendirmeyen, özetle doğmuş ve doğabilecek tüm tehlikelere karşı geniş bir kontrol mekanizması oluşturmayan asıl işveren konumundaki Ortaklığın proje sorumlusu İ.Z.nin tali kusurlu olduğu, iii. B.O. ve O.nın yaşları ve akli melekelerinin tam anlamıyla gelişmediği dikkate alındığında çocukları tehlikeli bir durumla karşı karşıya kalmamaları için yeterince koruyup kollamadığı anlaşılan başvurucunun ise tali kusurlu olduğu belirtilmiştir. Başsavcılık yürüttüğü soruşturma neticesinde İ.Z., G.Y. H.Ö. ve başvurucu hakkında üzerlerine atılı, taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olma suçunu işledikleri iddiasıyla oluşturduğu dosyayı anılan kişilerle ilgili olarak Bursa Ağır Ceza Mahkemesinde yargılama yapılabilmesi amacıyla 1/6/2009 tarihli fezleke ile Bursa Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı ise anılan kişiler hakkında taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olma suçundan cezalandırılmaları talebiyle Bursa Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açmıştır. Mahkemece olay mahallinde keşif yapılmış, neticesinde inşaat yüksek mühendisi/iş güvenliği uzmanı tarafından bilirkişi raporu düzenlenmiştir. Düzenlenen bilirkişi raporunda:i. Şirketin olay yeri inşaat sahasında derecede sorumlu olan G.Y.nin iş sağlığı ve güvenliğini sağlamak amacıyla almakla yükümlü olduğu her türlü önlemi dikkatsiz ve tedbirsiz davranmak suretiyle almaması nedeniyle derecede kusurlu olduğu, ii. Ortaklığın proje sorumlusu ve şantiye şefi İ.Z.nin işyerinde güvenliği sağlamaya yönelik her türlü önlemi almakla yükümlü olmasına rağmen dikkatsiz ve tedbirsizce açılan kuyuların etrafına tel örgü veya işaretleme yapmak suretiyle gerekli önlemleri almaması nedeniyle kazanın meydana gelmesinde derecede kusurlu olduğu, iii. Başvurucunun ise olay öncesinde mahali ve özellikle su dolu çukurları da bildiği hâlde bu çukurların çocuklar için tehlikeli olabileceğini düşünmeyerek tehlikeli mahal yakınlarında bulunmalarına karşın dikkatli ve özenli davranmaması ve çocukları çukura yaklaşmamaları hususunda uyarmayarak kusurlu davranması nedeniyle kazanın meydana gelmesinde derecede kusurlu olduğu belirtilmiştir. Yapılan yargılama neticesinde Mahkeme 20/4/2010 tarihli kararıyla, taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olma suçunu işledikleri sabit görülen G.Y.nin kusur durumunu dikkate alarak neticeten 3 yıl 4 ay hapis cezası ile, İ.Z.nin kusur durumunu dikkate alarak neticeten 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına, meydana gelen olayda kusuru bulunmayan H.Ö.nün de beraatine hükmetmiştir. Mahkeme olayda oğlunu ve torununu kaybeden başvurucu yönünden ise kişisel ve ailevi durumu bakımından artık bir cezanın verilmesini gereksiz kılacak şekilde mağdur olduğu gerekçesiyle hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Anılan karar, sanıklar G.Y. ve İ.Z. ile katılanlar tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz incelemesini yapan Yargıtay Ceza Dairesi (Yargıtay) 11/2/2013 tarihli kararıyla, yetersiz bilirkişi heyetinin raporuna göre karar verildiğini belirterek işçi sağlığı ve güvenliği uzmanı inşaat mühendisleri ve hukukçu bilirkişilerden oluşan bilirkişi heyetinden rapor alınarak sanıkların hukuki durumlarının tespit ve tayin edilmesi gerekirken eksik inceleme ile hüküm kurulduğundan bahisle kararın bozulmasına karar vermiştir. Bozma kararına uyan Mahkeme kusur durumunun tespitine yönelik farklı tarihlerde bilirkişi raporları aldırmış olup raporların kusur durumuna ilişkin kısımlarında şu tespitlere yer verilmiştir:i. 12/12/2013 tarihli bilirkişi raporuna göre olayın meydana gelmesinde G.Y., İ.Z. ve başvurucu tali kusurludur.ii. 10/4/2015 tarihli bilirkişi raporuna göre G.Y. asli, İ.Z. ve başvurucunun tali kusurlu olup H.Ö.ye ise herhangi bir kusur izafe edilmeyecektir.iii. 25/4/2015 tarihli bilirkişi raporuna göre olayın meydana gelmesinde G.Y. birinci derecede asli, H.Ö. ikinci derecede tali, ölenler ikinci derecede tali kusurlu olup İ.Z.ye ise kusur izafe edilemeyecektir. iv. 17/9/2015 tarihli ek bilirkişi raporunda ise 10/4/2015 tarihli raporda ortaya konulan kanaatten farklı bir kanaat oluşmadığı belirtilmiştir. Toplanan deliller ve yapılan yargılama neticesinde Mahkeme 30/12/2015 tarihli kararıyla, taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olma suçunu işledikleri sabit görülen G.Y.nin kusur durumunu dikkate alarak neticeten 3 yıl 4 ay hapis cezası ile, İ.Z.nin kusur durumunu dikkate alarak neticeten 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına, İ.Z. hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, meydana gelen olayda kusuru bulunmayan H.Ö.nün de beraatine hükmetmiştir. Mahkeme olayda oğlunu ve torununu kaybeden başvurucu yönünden ise kişisel ve ailevi durumu bakımından artık bir cezanın verilmesini gereksiz kılacak şekilde mağdur olduğu gerekçesiyle hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Anılan kararın İ.Z. ile ilgili kısmına başvurucu vekili tarafından itiraz edilmiştir. İtirazı inceleyen Bursa Ağır Ceza Mahkemesi itiraza konu kararda herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle 13/1/2015 tarihinde yapılan itirazı reddetmiş ve bu şekilde karar sanık İ.Z. yönünden kesinleşmiştir. Başvurucu, sanık İ.Z. hakkında verilen kesin kararın 1/2/2016 tarihinde tebliğ alındığını beyan etmiştir. Başvurucu 1/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkemenin verdiği 30/12/2015 tarihli kararın sanık H.Ö. ve G.Y.ye ilişkin hüküm kısmı da başvurucu vekili ve G.Y. tarafından temyiz edilmiştir. Anılan hükümlerin temyiz incelemesini yapan Yargıtay 18/2/2019 tarihli kararıyla, Mahkemenin sanık H.Ö. hakkında verdiği beraat kararının onamasına, G.Y. hakkında verdiği mahkûmiyet kararının ise uzun süreli hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesine ilişkin kısmının esas tam gün sayısı gösterecek şekilde düzeltilerek onanmasına karar vermiştir. Bireysel başvuruya konu edilmeyen mahkeme kararının bu kısmı da böylelikle kesinleşmiştir. B. Olayla İlgili Tam Yargı Davası Süreci Ölenlerin başvurucunun da aralarında bulunduğu yakınları tarafından Bursa İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) İdarenin davalı, Ortaklık ve Şirketin davalı yanında müdahil sıfatıyla bulunduğu maddi ve manevi tazminat talepli tam yargı davası açılmıştır. İdare Mahkemesi ölenlerin yakınlarının ölüm olayı nedeniyle uğradıkları maddi zararın sorumluların kusurları oranında belirlenmesi için bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. 22/5/2012 tarihli bilirkişi raporunda; i. B.O.nun ölümü nedeniyle başvurucunun 830,37 TL, B.O.nun annesinin 556,73 TL destek kaybı olduğu,ii. O.nun ölümü nedeniyle babası O.nun 231,73 TL, annesinin ise 919,43 TL destek kaybının bulunduğu belirtilmiştir. İdare Mahkemesi bilirkişi raporundaki tespitleri hukuki ve bilimsel açıdan doğru bularak bilirkişi raporuna yapılan itirazları reddetmiştir. İdare Mahkemesi 19/7/2012 tarihli kararıyla; i. B.O.nun ölümü nedeniyle başvurucuya 830,37 TL maddi, 000 TL manevi tazminat, annesine 556,73 TL maddi, 000 TL manevi tazminat, B.O.nun altı kardeşinin her birine de 000 TL manevi tazminat,ii. O.nun ölümü nedeniyle babası O.ya 231,73 TL maddi, 000 TL manevi tazminat, annesine 919,43 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat ödenmesine, fazlaya ilişkin taleplerin reddine karar vermiştir. Anılan karar davalı ve davacılar tarafından temyiz edilmiş olup temyiz incelemesini yapan Danıştay Onuncu Dairesi (Danıştay) 24/3/2014 tarihli kararıyla İdare Mahkemesinin 19/7/2012 tarihli kararının onamasına karar vermiş ve bu şekilde karar kesinleşmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/4913 | Başvuru, köprülü kavşak çalışması sırasında açılan kuyuya düşülmesi sonucu meydana gelen ölüm olayıyla ilgili olarak yürütülen ceza soruşturması neticesinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına kararı verilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, mutlak koruma alanında kaldığı gerekçesiyle iptal edilen ruhsata konu işletme alanının daha sonra mutlak koruma alanından çıkarılarak ihale edilmesi üzerine ihalenin iptali istemiyle açılan davada esasa etkili iddialar karşılanmadan karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul ili Gaziosmanpaşa ilçesi Cebeci köyü civarında başvurucu Şirkete ait İR:2443 ve İR:1206 sayılı maden işletme ruhsatları başvurucunun 26/9/1988 tarihli talebi üzerine birleştirilerek başvurucuya TR:2692 sayılı yeni bir ruhsat verilmiştir. İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğünce (İSKİ) bu ruhsatlardan İR:1206 sayılı işletme ruhsatı sahasındaki faaliyetler nedeniyle oluşan atık maddelerin Alibeyköy Barajı'nı alüvyon ile doldurduğunun tespit edildiği, bu nedenle ruhsatın iptal edilmesi 1/10/1990 tarihli yazıyla Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığından istenilmiştir. Bakanlığın cevap vermemesi üzerine İSKİ Genel Müdürlüğünce Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı aleyhine İstanbul İdare Mahkemesinde dava açılmış, anılan Mahkemenin 21/1/1993 tarihli ve E.1992/791, K.1993/59 sayılı kararıyla dava konusu taş ocağının Alibeyköy Barajı'nın su toplama havzasında mevcut derelerin mutlak koruma alanı içinde kalmasından dolayı muhafazasının mümkün olmadığı gerekçesiyle iptal kararı verilmiş; bu karar Danıştay tarafından onanarak kesinleşmiştir. Bunun üzerine Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından daha önce birleştirilmiş ruhsat alanından İR:1206 sayılı ruhsat alanı çıkarılmak suretiyle başvurucuya yeni bir ruhsat verilmiştir. Başvurucu Şirket, yargı kararıyla iptal edilen İR:1206 sayılı ruhsat alanının Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından mermer işletilmek üzere İnternet üzerinden ihaleye çıkarıldığını öğrendiğini belirterek 19/7/2005 tarihli dilekçeyle ihaleye çıkarılan maden alanının kendi ruhsat alanı olduğunu, bu yüzden ihalenin iptal edilerek ihale konusu alanın kendi ruhsatına ilave edilmesini talep etmiştir. Başvurucunun bu talebine"İSKİ Genel Müdürlüğü'ne içme ve kullanma suyu temin edilen mutlak koruma alan sınırları ve İSKİ Baraj Koruma alan sınırları sorulmuş olup gelecek cevaba göre işlem tesis edilecektir." şeklinde cevap verilmiştir. Başvurucu bunun üzerine dava açmıştır. İstanbul İdare Mahkemesi 30/4/2007 tarihli ve E.2005/2912, K.2007/1119 sayılı kararıyla Alibeyköy Barajı su toplama havzası içinde ve koruma havzasında mevcut derelerin mutlak koruma alanında kaldığı Mahkeme kararıyla sabit olan taşınmaz için davalı idarece tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Bu kararın temyizi üzerine Danıştay Sekizinci Dairesi 30/4/2007 tarihli ve E.2005/2912, K.2007/1119 sayılı kararıyla6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesi hükmüne uygun bulunmayan dava dilekçesinin reddedilmesi gerekirken işin esasına girilerek davanın reddi yönünde verilen mahkeme kararında yasal isabet bulunmadığı gerekçesiyle Mahkeme kararını bozmuştur. İdare Mahkemesi bozmaya uymuş ve verilen dilekçe ret kararı üzerine anılan alanın ihaleye çıkartılmasına ilişkin işlemin iptali istemi ayrı, söz konusu alanın başvurucunun kendi ruhsatına ilave edilmesi yönündeki istemi ayrı birer dava olarak görülmeye başlanmıştır. İhaleye çıkılmasına ilişkin işlemin iptali isteminin görüldüğü başvuruya konu davada Mahkeme 30/6/2010 tarihli ve E.2009/640, K.2010/1209 sayılı kararıyla, İstanbul İdare Mahkemesinin 21/1/1993 tarihli kararına atıfla uyuşmazlık konusu alanın, Alibeyköy Barajı'nın su toplama havzasında, mevcut derelerin mutlak koruma alanı içinde kaldığı, bu alanın ihale yoluyla yeniden aramaya açılacak alan olarak belirlenmesinin mümkün bulunmadığı gerekçesiyle işlemin iptaline karar vermiştir. Bu kararın temyizi üzerine Danıştay Sekizinci Dairesi 27/3/2013 tarihli ve E.2010/9638, K.2013/2357 sayılı kararıyla, uyuşmazlık konusu alanın İstanbul İdare Mahkemesinin 21/1/1993 tarihli kararının verildiği tarihte mutlak koruma alanı içinde kalmasına rağmen daha sonra kısa mesafeli koruma alanı içine alındığını; bu durumda İstanbul İdare Mahkemesince bu alanın mutlak koruma alanı içinde kaldığını tespit eden mahkeme kararı gerekçe gösterilerek davanın reddedilmesinde hukuki isabet görülmediğini ancak ilgili mevzuatta, kısa mesafeli koruma alanında madencilik faaliyetinde bulunulmasının son derece sıkı şartlara bağlanması ve dava konusu alanın bu istisnai şartlardan hiçbirini taşımaması karşısında İdare Mahkemesince verilen kararın sonucu itibarıyla yerinde bulunduğunu belirterek onamıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 5/3/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar 11/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Diğer taraftan başvurucunun söz konusu alanın ruhsatına ilave edilmesi yönündeki talebi hakkında görülen davada ise Mahkeme 30/6/2010 tarihli ve E.2009/451, K.2010/1208 sayılı kararıyla, "olayda, davacı şirket uhdesinde bulunan İR:2692 sayılı ruhsattan bölünen alanın, Alibeyköy Barajının su toplama havzasında, mevcut derelerin mutlak koruma alanı içinde kaldığı, bu nedenle de Yüzeysel Su Kaynaklarının Kirlenmeye Karşı Korunması Hakkında Yönetmeliğin 4/A maddesinin bendi gereğince taş, kum, kil ve maden ocağı açılmasına izin verilmeyecek yerlerden olduğunun İstanbul İdare Mahkemesinin 21/1/1993 tarih ve E.1992/791, K.1993/59 sayılı kararıyla açıkça belirlenmesi karşısında, söz konusu alan 3213 sayılı Maden Kanunu uyarınca madencilik faaliyeti yapılacak alanlardan olamayacağından, bu alanın davacı şirketin halen mevcut ruhsatına ilave edilmesi mümkün bulunmamaktadır." gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Anılan karar, Danıştay Sekizinci Dairesinin 27/3/2013 tarihli ve E.2010/8516, K.2013/2355 sayılı kararıyla; uyuşmazlık konusu alanın İstanbul İdare Mahkemesinin 21/1/1993 tarihli kararının verildiği tarihte mutlak koruma alanı içinde kalmasına rağmen daha sonra kısa mesafeli koruma alanı içine alındığı, bu durumda bu alanın mutlak koruma alanı içinde kaldığını tespit eden mahkeme kararı gerekçe gösterilerek davanın reddedilmesinde hukuki isabet görülmediği ancak kısa mesafeli koruma alanında madencilik faaliyetinde bulunulmasının ilgili mevzuatta son derece sıkı şartlara bağlanması ve dava konusu alanın bu istisnai şartlardan hiçbirini taşımaması karşısında İdare Mahkemesince verilen kararın sonucu itibarıyla yerinde bulunduğu belirtilerek onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme isteminin reddedilmesi üzerine başvurucu, Anayasa Mahkemesine 11/3/2014 bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi Dalbay Taş İmalatı Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. (B. No: 2014/3210, 16/6/2016) başvurusunda öncelikle, başvurucunun başvuruya konu ettiği davanın mutlak koruma alanından çıkarılan maden sahasının tekrar ruhsatına ilavesi talebiyle açıldığı ve uyuşmazlığın esasını, daha önce başvurucuya ait birleştirilmiş ruhsat alanının bir kısmının mutlak koruma alanında olduğu gerekçesiyle ruhsat kapsamından çıkarıldıktan sonra mutlak koruma alanı sınırlarının değiştirilmesi ve söz konusu alanın yeniden madencilik faaliyetine açılması üzerine oluşan yeni hukuki durumda başvurucunun korunması gerekli bir hakkının olup olmadığı hususunun oluşturduğunu belirlemiştir. Anayasa Mahkemesi kararında, İstanbul İdare Mahkemesince 30/6/2010 tarihinde verilen kararda söz konusu işletme alanının mutlak koruma alanından çıkarıldığı hususu ile başvurucunun iddiaları dikkate alınmaksızın ve bu konuda bir gerekçeye dayanılmaksızın söz konusu alanın 21/1/1993 tarihindeki eski statüsü gerekçe gösterilerek davanın reddedildiğini, kararda başvurucunun esasa etkili iddialarının değerlendirilerek yanıt verildiğinden ve/veya başvurucunun temel şikâyetinin incelendiğinden söz edilemeyeceğini temyiz incelemesinde ise Danıştay tarafından İdare Mahkemesinin kararında davanın reddedilmesinde hukuki isabet görülmediği belirtilmesine rağmen kararın bozulması yoluna gidilmediğini, somut olay ve iddialar değerlendirilmeden sadece kısa mesafeli koruma alanında madencilik faaliyetinde bulunulmasının son derece sıkı şartlara bağlanması ve dava konusu alanın bu istisnai şartlardan hiçbirini taşımaması gerekçeleriyle kararın onandığı ayrıca kararda kısa mesafeli koruma alanıyla ilgili hangi şartların taşınmadığının da izahı yapılmadığı hususlarına dikkat çekilmiştir. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi, başvurucunun mutlak koruma alanından çıkarılan alanın ruhsatına ilave edilmesi talebini dayandırdığı temel iddiasının incelenmediğini; İlk Derece Mahkemesinin, kararın gerekçesini somut gerçekliği değişmiş bir hukuki durum üzerine bina ettiği, temyiz incelemesinde ise bu durum fark edildiği hâlde gerekçe kısmen değiştirilerek ancak somut davanın koşulları yeterince gerekçelendirilmeden onandığını tüm bu nedenlerle başvurucunun esasa etkili olduğu açık olan iddiası karşılanmaksızın ve somut gerçekliğe uygun olmayan hukuki duruma dayanılarak hüküm kurulmasıyla başvurucunun Anayasa'nın maddesinde güvence altına alınan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Dalbay Taş İmalatı Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., §§ 38-41). 2577 sayılı Kanun' un maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez." Diğer ilgili hukuk için bkz. Dalbay Taş İmalatı Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., §§ 19- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10518 | Başvuru, mutlak koruma alanında kaldığı gerekçesiyle iptal edilen ruhsata konu işletme alanının daha sonra mutlak koruma alanından çıkarılarak ihale edilmesi üzerine ihalenin iptali istemiyle açılan davada esasa etkili iddialar karşılanmadan karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, uyuşturucu madde ticareti yapmak suçundan yargılandığı ceza davasında, yeğeni ve oğullarıyla yaptığı telefon görüşme kayıtlarına dayanılması, delillerin değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet edilememesi ve gerekçesiz şekilde mahkûmiyet hükmünün onanması nedenleriyle Anayasa’nın maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 25/7/2014 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde, başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 19/1/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu, iki oğlu ve yeğeni A. Ç. hakkında dinleme kararları alınmıştır. Başvurucu hakkında, uyuşturucu madde ticareti yapma suçunu işlediği gerekçesiyle, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 19/1/2012 tarihli ve E.2012/54 sayılı iddianame ile İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Anılan iddianamede, başvurucunun müsnet suçu işlediğine dair gösterilen deliller arasında, başvurucunun aynı davanın sanıkları olan oğulları K., K. ve yeğeni A. Ç. ile yaptığı telefon görüşmeleri de bulunmaktadır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 29/11/2012 tarihli ve E.2012/13, K.2012/115 sayılı kararıyla başvurucunun müsnet suçtan mahkumiyetine karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi gerekçeli kararında, bahsi geçen ve yakın akrabalar arasında yapılan konuşma kayıtlarını da hükme esas almıştır. Hükme esas alınan delillerle ilgili olarak gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir: “…. teknik ve fiziki takip tutanakları, adli muayene raporları, soruşturma aşamasında hakimlikçe verilmiş iletişimin tespiti kararları, arama ve el koyma kararları, üst arama yakalama ve gözaltına alma tutanakları, uyuşturucu test sonuçları, değerlendirme raporları ve buna ilişkin test kiti neticesi tutanağı, olay yeri inceleme raporu, kimlik ve pasaport el koyma tutanağı, oto arama tutanağı, yakalama, ev arama ve el koyma tutanakları, yakalama ve muhafaza altına alma tutanakları, olay tutanağı, araç fotoğrafları, örgüt şeması, savcılık sorgu tutanakları, sorgu zaptı, tutuklama müzekkereleri, kan numunesi inceleme kararları, Adli Tıp Kurumu raporu, ekspertiz raporu, sanıklara ait nüfus ve sabıka kayıtları ile dosyada mevcut tüm belge ve tutanaklar okunmuştur. … … sanık Abdul Cemal KIRÇUVALOĞLU’nun[Başvurucu], sanık ’nin Türkiye'ye gelişi ve yurt dışından araç temini gibi konularda işin planlayıcısı olduğu, sanık K’nın sanık A. ile görüşmeden önce babası olan Abdul Cemal ile görüşerek bilgi verdiği, A. ’ye ne diyeyim diye sorduğu, sanıklar A. D’nin ve Abdul Cemal’in gelişmeleri yüz yüze görüşmek için bir araya geldikleri, sanık A. D’nin "vallahi ben geliyorum oraya baban orada mı, ne yapmış görüşmüş mü Vahap ile" şeklindeki birden çok telefon görüşmeleriyle ve dosyada mevcut fiziki takip tutanaklarıyla bu durumun tespit edildiği….” Başvurucu, kararda tanıklıktan çekinebilecek kişilerle yaptığı telefon görüşmelerinin aleyhinde delil olarak kullanılmasının hukuka aykırı olduğu ve Mahkemenin hukuk kurallarının uygulanmasında hataya düştüğü gerekçeleriyle hükmü temyiz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi, 26/6/2014 tarihli ve E.2014/2285, 2014/4959 sayılı ilamıyla anılan hükmü onamıştır. Onama gerekçesi şöyledir: “Sanıklar …, Abdul Cemal KIRÇUVALOĞLU [Başvurucu] ve K. hakkında “uyuşturucu madde ticareti yapma” suçundan kurulan mahkûmiyet hükümlerinin incelenmesi: Suç konusu 14367,661 gram eroinin miktarına bağlı olarak önemi ve değerine göre, TCK'nın maddesindeki ölçütler ile maddesindeki orantılılık ilkesi gereğince temel hapis cezalarının üst sınır veya üst sınıra yakın olarak belirlenmesi gerektiğinin gözetilmemesi, karşı temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır. Yargılama sürecindeki işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, delillerin gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, vicdanî kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eylemin sanıklar tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, eyleme uyan suç tipi ile eleştiri dışında yaptırımların doğru biçimde belirlendiği anlaşıldığından; …hükümlerin ONANMASINA,…” Onama kararı, 26/6/2014 tarihinde başvurucu vekiline tefhim edilmiştir. Başvurucu 25/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 19/2/2013 tarihli ve E.2011/MD-137, K.2013/58 sayılı kararı şöyledir: “…Şüpheli ya da sanıkların, birlikte suç işleme şüphesi bulunmayan tanıklıktan çekinebilecek kişilerle yaptıkları görüşmelerin kanuni delil olmadığı konusunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Bu konuda sorun, akrabalık ilişkilerinin sağladığı kolaylıklardan yararlanarak şüpheli ya da sanıkların birlikte suç işleme kuşkusu altında bulunan kişilerle yaptıkları iletişimin dinlenmesi ve kayda alınmasında doğmaktadır. …. CMK'nun 135/ maddesi hükmünün birlikte suç işleme şüphesi altında bulunan kişileri kapsamayacağı, tanıklıktan çekinme hakkına sahip kişinin suça katıldığı daha önceden başka delillerle belirlenmiş ise artık bu noktada CMK'nun 135/ maddesi kapsamına giren bir dinleme ve kayıt yasağından söz edilemeyeceği, çünkü konuşması kayıt altına alınan kişinin, tanıklıktan çekinme hakkına sahip kişi sıfatını o kayıttan önce kaybettiği kabul edilmektedir. … Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu ele alındığında; Sanık A. K. ile yeğeni olan sanık K. ve kardeşi olan sanık H. K. arasında yapılan ve mahkeme kararıyla dinlenilmesi ve kayda alınmasına karar verilen telefon konuşmaları, bu kişilerin suça katıldıklarının daha önceden başka delillerle belirlenmesi ve bunlar hakkında da mahkeme kararıyla iletişimin tespiti ve kayda alınmasına karar verilmiş olması nedeniyle kanuni delil olarak kullanılabileceğinin kabulü gerekmektedir. Aksi halde; tanıklıktan çekinme hakkına sahip kişilerin, aynı suçu birlikte işlemelerinin kanun koyucu tarafından himaye edildiği sonucuna ulaşılır ki bunun kabulü de mümkün değildir…” 17/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Tanıklıktan çekinme" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Aşağıdaki kimseler tanıklıktan çekinebilir: … c) Şüpheli veya sanığın kan hısımlığından veya kayın hısımlığından üstsoy veya altsoyu. d) Şüpheli veya sanığın üçüncü derece dahil kan veya ikinci derece dahil kayın hısımları. …” Aynı Kanun’un maddesinin, 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun’un maddesi ile değişiklik öncesi (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması hâlinde, alınan kayıtlar derhâl yok edilir." Aynı Kanun’un maddesi şöyledir: “(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir. (2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13205 | Başvurucu, uyuşturucu madde ticareti yapmak suçundan yargılandığı ceza davasında, yeğeni ve oğullarıyla yaptığı telefon görüşme kayıtlarına dayanılması, delillerin değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet edilememesi ve gerekçesiz şekilde mahkûmiyet hükmünün onanması nedenleriyle Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru, bir kamu hastanesi aleyhine başlatılan bir icra takibinde alacağın ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu bir kamu hastanesi aleyhine 702 TL asıl alacak ve 081,26 TL işlemiş faiz olmak üzere toplam 783,26 TL alacak üzerinden 22/12/2012 tarihinde ilamsız icra takibi talebinde bulunmuştur. Takip talebinin dayanağı olarak 31/8/2012 tarihli ve 547 TL bedelli fatura ile 6/4/2012 tarihli ve 984 TL bedelli (bu faturadan kalan 155 TL bedel) fatura gösterilmiştir. Takip talebi üzerine İstanbul İcra Dairesince (İcra Dairesi) örnek 7 sayılı ödeme emri düzenlenerek borçluya gönderilmiş, 26/12/2012 tarihli takip, süresinde itiraz edilmediğinden kesinleşmiştir. Borçlu tarafından 7/1/2013 tarihinde 279,53 TL tutarında bir ödeme yapılmıştır. Alacaklı başvurucunun talebi üzerine kalan borç miktarı üzerinden Kamu Hastaneleri Kurumu aleyhine 9/1/2013 tarihli birinci haciz ihbarnamesi gönderilmiştir. Sağlık Bakanlığı bunun üzerine 17/2/2014 tarihinde İstanbul Anadolu İcra Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) icra işlemini şikâyet etmiştir. Şikâyet dilekçesinde, Kamu Hastaneleri Kurumunun ayrı bir tüzel kişiliğinin bulunmadığı ve ayrıca kamu mallarının haczedilemeyeceği belirtilerek, haciz ihbarnamesinin iptal edilmesi talep edilmiştir. Mahkeme, 7/8/2014 tarihinde şikâyetin kabulü ile İcra Müdürlüğü tarafından gönderilen birinci haciz ihbarnamesinin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, Kamu Hastaneleri Kurumunun tüzel kişiliğinin olmadığı, bunun ise icra memuru tarafından kendiliğinden dikkate alınması gereken işlemlerden olup kamu düzenini ilgilendirdiğinden süresiz şikâyete tabi olduğu kabul edilmiştir. Başvurucunun talebi üzerine İcra Müdürlüğü, kalan takip borcunun 7 gün içinde ödenmesi ihtarını içerir bir muhtırayı Sağlık Bakanlığına göndermiş, bu muhtıra 21/10/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İcra Müdürlüğünden dosyanın güncel hesabı istenilmiş olup 9/5/2017 tarihli dosya hesabına göre 587,98 TL tutarında bakiye borcun bulunduğu bildirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17557 | Başvuru, bir kamu hastanesi aleyhine başlatılan bir icra takibinde alacağın ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, başvurucu hakkında şiddet uygulayan ifadesinin kullanılması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 7/12/2018 tarihinde öğrendikten sonra 7/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/1924 | Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, başvurucu hakkında şiddet uygulayan ifadesinin kullanılması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; tutuklamanın hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluğa ilişkin incelemelerin duruşmasız olarak yapılması ve bu incelemeler sırasında alınan savcılık görüşünün bildirilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un maddesinin ikinci fıkrası uyarınca görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek suçundan Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca (Savcılık) (CMK madde ile görevli) yürütülen bir soruşturma kapsamında 15/11/2011 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucunun Savcılık ifadesi şöyledir:"... Ben İstanbul'da vapur kaçırma eylemini gerçekleştirdiği için vurularak öldürülen terörist G.'yi tanımam, kendisiyle herhangi bir akrabalığım bulunmamaktadır. Ben örgütün çağrıları üzerine bu terörist için15/11/2011 tarihinde Diyarbakır'da düzenlenen cenaze törenine katılmadım. Bu törende yüzünü bezle kapatarak terörörgütü propagandası yapmadım. Ben olay yerinin yakınından geçerek bir arkadaşımın yanına gitmek istediğim sırada polisler beni yakaladı. Benim kaçmam gibi bir durum söz konusu değildi. Beni yakaladıklarında yanımda başka kimse bulunmuyordu. E. ya da T.K. isimli şahsı tanımıyorum. Ayrıca benim yanımda havai fişek ve çakmakta bulunmuyordu. Beni yakaladıklarında polisler yüzümü siyah-beyaz bir puşi ile kapatarak bana ameliyat eldiveni giydirdiler. Bunu ne için yaptıklarını bilmiyorum.15/11/2011 tarihli çekilen olay görüntülerine ait fotoğraf kareleri şüpheliye gösterilerek soruldu: Fotoğraf karelerinde yüzü açık ve yüzü kapalı bulunan fotoğraflardaki kişi ben değilim. Ayrıca ben Demokratik Yurt Sever Gençlik yapılanmasıyla herhangi bir ilgim bulunmamaktadır. Herhangi bir şekilde yurt dışına çıkarılıp terör örgütü Ali Çicek akademisinde ders almadım. K., İ.A., Ö.Y., R.K., R.E., E.İ.ve A. isimli kişileri tanımam bunların benim Demokratik Yurt Sever Gençlik içerisinde aktif faaliyet içermesi şeklindeki beyanlarını kabul etmiyorum. Benim Ruken Serhat isminde bir kod adım yoktur. H.K. benim ablam olur kendisi Van'da üniversite öğrencisidir. Kardeşimin Demokratik Yurt Sever Gençlik yapılanması ile bir ilgisinin olmadığını biliyorum.Üzerime atılı suçlamaları kabul etmiyorum." Başvurucu, örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek suçundan tutuklanma talebiyle Savcılıkça Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine (CMK madde ile görevli) sevk edilmiştir. Başvurucu, sorgu sırasındaki ifadesinde de suçlamaları kabul etmeyerek Savcılık beyanını tekrar etmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince (CMK madde ile görevli) 18/11/2011 tarihinde, başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek suçundan tutuklama tedbiri uygulanmıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... kuvvetli suç şüphesi sebeplerinin bulunması, atılı suçun vasıf ve mahiyeti ve mevcut delil durumuna göre kuvvetli suç şüphesi oluşması dikkate alınarak CMK maddesinde ön görülen adli kontrol tedbirlerinin şüpheliler hakkında yetersiz kalacağı sonucuna varıldığından, CMK 100/2-a ve 101 maddeleri gereğince şüphelilerin tutuklanmalarına ..." Savcılık (TMK madde ile görevli) yürütülen soruşturma sonucunda hazırlanan 28/2/2012 tarihli iddianameyle başvurucunun silahlı terör örgütünün yöneticisi olma, terör örgütünün amaçları doğrultusunda patlayıcı madde atma, genel güvenliği kasten tehlikeye sokma, terör örgütünün propagandasını yapma, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet ve kamu görevlisine direnme suçlarından cezalandırılması istemiyle dava açılmıştır. Başvurucu hakkında düzenlenen iddianamede, başvurucunun üzerine atılı suçları işlediğine ilişkin olarak;i. Örgüt çağrıları doğrultusunda 15/11/2011 tarihindeki yasa dışı gösteriye yüzünü puşi ile kapatarak katılması, güvenlik güçlerinin uyarılarına rağmen dağılmayarak yanında bulunan diğer şüpheli T.K. ile birlikte havai fişek patlatmak suretiyle güvenlik güçlerine direnmesi, bir kartuş havai fişeği patlattıktan sonra diğer bir kartuşu patlatmaya hazırlanırken güvenlik güçlerinin kovalamacası sonucu yakalanması, şüphelilerin kaçarken patlamamış havai fişek kartuşunu ellerinden bırakmaları ve yüzünü kapatmakta kullandığı bez parçasının yakalandıktan sonra şüphelinin üzerinde ele geçirilmesi, ayrıca kartuşlarda parmak izi kalmaması için şüphelinin eline geçirmiş olduğu medikal eldivenle yakalanması,ii. Savcılığın (CMK madde ile görevli) 2010/1931 sayılı soruşturmasında 7/4/2011 tarihinde ifade veren gizli tanık nin fotoğraftan şüpheli Zeynep Kaplan'ı teşhis ederek onu R.S. kod adıyla tanıdığını, ifade verdiği sırada şüphelinin Irak'ın Kandil bölgesinde bulunan Komalen Civan Ali Çiçek Akademisinde ideolojik eğitim aldığını ve eğitimini bitirdikten sonra muhtemelen Türkiye'ye döneceğini söylemesi,iii. PKK/KONGRA-GEL terör örgütü gençlik yapılanması olan Demokratik Yurtsever Gençlik (DYG) içindeki İstanbul'un Kağıthane ilçesinde gerçekleştirilen molotof kokteyli korsan gösteri ve araç yakma eylemlerine katıldıkları ve bu eylemi organize ettikleri tespit edilen şahıslara yönelik olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2009/2432 sayılı soruşturma dosyası kapsamında 12/7/2010 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğünce yakalanarak gözaltına alınan ve salıverilen A. isimli kişi 13/7/2010 tarihinde vermiş olduğu ifadesinin sayfasında; Zeynep Kaplan'ın DYG yapılanmasının bölge sorumlusu H.K.nın kardeşi olduğunu, DYG il yapılanması içinde faaliyet gösterdiğini duyduğunu söylemesi,iv. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK madde ile görevli) 2010/2241 sayılı soruşturma kapsamında yapılan teknik takip neticesi, PKK/KONGRA-GEL terör örgütüne katılarak kırsal alanda askerî eğitim ve bomba eğitimi alan, silahlı faaliyet gösterdikten sonra İstanbul'a gönderilen ve bölücü terör örgütüne kazandırılan şahısların aktarımını yaptığı yönünde hakkında bilgiler elde edilerek 17/5/2011 tarihinde yakalanan R.K. isimli kişinin 18/5/2011 tarihinde alınan ifadesinin sayfasında; Zeynep Kaplan'ın Yurtsever Demokratik Gençlik Meclisi (YDGM) Lise Komiteleri il sorumlusu olduğunu söyleyerek şüpheliyi fotoğrafından teşhis etmesi,v. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK madde ile görevli) 15/3/2011 tarihli ve 2010/1784 soruşturma sayılı dosyası kapsamında yapılan teknik dinlemeler neticesinde, PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün gençlik yapılanması olan DYG içinde İstanbul'un Kağıthane ilçesinde faaliyet gösterdikleri tespit edilerek 15/3/2011 tarihinde yakalanıp gözaltına alınan H.İ.İ. isimli kişiye 16/3/2011 tarihinde yaptırılan fotoğraf teşhisi işleminde fotoğraf albümünün/teşhis defterinin sayfasında H.İ.İ.nin Zeynep Kaplan'ı teşhis etmesi ve şüphelinin Kağıthane DYG yapılanmasındaki gençlerle toplantı yaparak toplantıda bölücübaşı Abdullah Öcalan’ın görüşme notlarını ve PKK terör örgütü tarihiyle ilgili kitaplar okuduğunu söylemesi,vi. İstanbul Emniyet Müdürlüğünce yasa dışı PKK/KONGRA-GEL terör örgütüne yönelik yapılan operasyon neticesinde 5/7/2010 tarihinde yakalanarak gözaltına alınan Ö.Y. isimli kişinin 8/7/2010 tarihinde yaptığı fotoğraf teşhisi işleminde fotoğraf albümünün/teşhis defterinin sayfasında; Zeynep Kaplan'ın Bolu İzzet Baysal Üniversitesinde DYG içinde faaliyet yürütmekteyken İstanbul'a gönderildiğini, şüpheliyi İstanbul'daki Barış ve Demokrasi Partisi binasında (BDP) gördüğünü, kendisi ile yapmış olduğu konuşmada şüphelinin aktifleştiğini ve İstanbul il DYG yapılanması içinde örgütsel faaliyetler yürüttüğünü söylediğini belirtmesi,vii. İstanbul Emniyet Müdürlüğünce yasa dışı PKK/KONGRA-GEL terör örgütüne yönelik olarak yapılan operasyonlarda 5/7/2010 tarihinde yakalanarak gözaltına alınan K. isimli kişinin yaşı küçük olduğundan dolayı soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısına verdiği 8/7/2010 tarihli ifadesinin ve sayfasında; Zeynep Kaplan'ın DYG yapılanması içinde aktif faaliyet yürüttüğünü söylemesi,viii. Adli makamdan alınan karar doğrultusunda İstanbul Emniyet Müdürlüğünce yapılan teknik takip neticesi, PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün gençlik yapılanması olan DYG içinde faaliyet gösteren örgüt mensuplarının İstanbul'un Güngören ilçesinde PKK/KONGRA-GEL terör örgütü ve terörist başı lehine slogan atılması, molotoflu gösteri yapılması, park hâlinde bulunan araçlara hasar verilmesi gibi eylemlere katıldığı tespit edilen şahısların yakalanmasına yönelik yapılan çalışmalarda 26/4/2010 tarihinde yakalanarak gözaltına alınan R.E. isimli kişinin 28/4/2010 tarihinde alınan ifadesinde; Zeynep Kaplan'ın YDGM il sorumlularından olduğunu ve liseli öğrencilerin PKK terör örgütüne kazandırılması için çalışmalar yürüttüğünü söylemesi,ix. PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün faaliyetlerinin deşifre edilmesine yönelik olarak yapılan çalışmalar neticesinde terör örgütü adına örgütün silahlı olarak faaliyet gösterdiği kırsal alanda bulunan örgüt mensuplarıyla irtibatlı olarak Demokratik Kurtuluş Partisi (PRD)-Öz Savunma Birlikleri (ÖSB) yapılanması içinde faaliyet yürüten şahıs ve bu şahıslarla irtibatlı şahısların yakalanabilmesi için İstanbul Emniyet Müdürlüğünce yapılan çalışmalar neticesinde 20/12/2010 tarihinde yakalanarak gözaltına alınan E.İ. isimli kişinin 23/12/2010 tarihinde alınan ifadesinin sayfasında; Zeynep Kaplan'ın terör örgütünün gençlik yapılanmasında faaliyet yürüttüğünü ve terör örgütü adına gerçekleştirilen eylemlere aktif olarak katıldığını söylemesi,x. Diyarbakır'da terör örgütü PKK adına çok sayıda bombalı, molotoflu ve havai fişekli eylem gerçekleştirdiği gerekçesiyle gözaltına alınan ve hakkında Başsavcılığın 2011/3250 soruşturma sayılı evrakı üzerinden yürütülen soruşturma nedeniyle tutuklu bulunan Y.S., Cumhuriyet savcısının huzurunda 5/12/2011 tarihinde yapmış olduğu fotoğraf teşhisinde; şüpheli Zeynep Kaplan'ı REŞE kod adıyla tanıdığını, bu kişinin 2011 yılı içinde terör örgütü PKK'nın şehitlik gençliğinden sorumlu kadro (terör örgütünün gençler arasında örgütlenmesini organize eden sorumlu) olarak geldiğini, sorumlu düzeyde görev aldığını, yapılacak eylemleri T.K. ile birlikte kararlaştırdıklarını, 15/11/2011 tarihindeki eylemde polise atılan molotof kokteyllerini T. ve Zeynep'in temin ettiklerini söylemesi olgularına dayanıldığı görülmüştür. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) E.2012/79 sayılı dosyası üzerinden görülen davada, 28/2/2012 tarihli tensip incelemesiyle birlikte başvurucunun "kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve ayrıca sanıkların kaçacağı, delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık veya başkaları üzerinde baskı yapma olasılıklarının bulunması, bunların yanında sanıkların 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 100/3-a maddesinde sayılan suçlardan birini işlediği hususunda yoğun şüphenin varlığı" gerekçesiyle tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 25/4/2012, 20/6/2012, 13/9/2012, 27/11/2012, 20/12/2012, 28/2/2013, 4/4/2013, 18/4/2013, 20/6/2013, 29/8/2013, 14/11/2013 ve 12/12/2013 tarihli duruşmalarda da benzer gerekçelerle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un 6/3/2014 tarihli ve 28933 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun mülga maddesi ile yetkili mahkemelerin kapatılması üzerine dava dosyasının Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine devredilmesine karar verilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince 31/3/2014 tarihli tensip incelemesiyle birlikte başvurucunun aynı gerekçelerle tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 24/6/2014, 1/7/2014, 16/9/2014, 4/12/2014, 29/1/2015 ve 19/3/2015 tarihli duruşmalarda "isnat edilen suçun vasıf ve mahiyeti, sanıkların üzerine atılı suçla ilgili delillere göre kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren delillerin bulunması, sanığın üzerine atılı suçun 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 100/3 maddesinde sayılan katalog suçlardan olması ve isnat edilen suçlar için öngörülen ceza miktarı nedeniyle sanığın kaçma şüphesinin varlığının bulunması, sanık hakkında öngörülen cezaya göre, tutuklulukta geçirdiği sürenin makul ve tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu koşullar altında adli kontrol uygulamasının, tutuklamadan beklenen amaca ulaşılmasını sağlamayacağı" gerekçesiyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu 19/3/2015 tarihli duruşmada verilen tutukluluk hâlinin devamına ilişkin karara itiraz etmiş, itiraz Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 2/4/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Anılan karar 15/4/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince 21/5/2015 tarihinde yapılan duruşmada tahliye edilmiştir. Devam eden yargılama sonucu Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 7/6/2016 tarihli kararı ile başvurucunun silahlı suç örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis, izinsiz tehlikeli madde bulundurma suçundan 4 yıl 2 ay hapis ve 320 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Ayrıca başvurucuya 2911 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan açılan davada 6352 sayılı Kanun hükümlerince ertelenmiş olan genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçundan verilen 7 ay 15 gün hapis, terör örgütü propagandası yapma suçundan verilen 10 ay hapis ve görevi yaptırmamak için direnme suçundan verilen 1 yıl 6 ay hapis cezaları hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:". . . Sanık Zeynep KAPLAN'ın terör örgütü PKK/KCK'nın gençlik yapılanması içerisinde şehitlik gençlik sorumlusu olarak yöneticilik düzeyinde faaliyet yürüttüğü, sanığın örgüt mensuplarınca yapılacak eylemlerde talimat verici bir konumda bulunduğu, hangi eylemlerin talimatını verdiği somut olarak tespit edilememekle birlikte; 15/11/2011 tarihindeki gösterideki molotoflu saldırıları sanık T. ile birlikte planlayıp molotofları temin ettikleri, sanığın örgüt içerisinde Ruken Serhat ve Reşe kod adlarını kullandığı anlaşılmıştır. Yerleşik içtihatlara göre örgüt hiyerarşisi içerisinde insiyatif kullanarak bağımsız karar alabilme yetkinliğini gösterir delil durumu mevcut olmamasına göresanığın örgütsel konumunun örgüt yöneticisi olmaktan azade efektif-fonksiyonelüye sıfatıyla değerlendirilmesi gerekmektedir. Sanığın yukarıda anlatılan eylemleriyle silahlı terör örgütünün üyesi olmak, terör örgütünün amaçları doğrultusunda patlayıcı madde atmak, genel güvenliği kasten tehlikeye sokma, terör örgütünün propağandasını yapmak, 2911 sayılı yasaya muhalefet ve kamu görevlisine direnme suçlarını işlediği anlaşılmıştır. " Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 7/6/2016 tarihli mahkûmiyet kararı Yargıtay Ceza Dairesinin 19/4/2017 tarihli ilamıyla temyize tabi olan silahlı suç örgütüne üye olma ve izinsiz tehlikeli madde bulundurma suçları yönünden onanmış, hükmün açıklanmasını geri bırakılmasına karar verilen suçlar yönünden de itiraz Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 29/7/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla kesin hükümle sonuçlanmıştır. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması " kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kişilerin hayatı, sağlığı veya malvarlığı bakımından tehlikeli olacak biçimde ya da kişilerde korku, kaygı veya panik yaratabilecek tarzda;. . . c) Silâhla ateş eden veya patlayıcı madde kullanan, Kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. " 5237 sayılı Kanun'un "Tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirmesi " kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "(1) Yetkili makamlardan gerekli izni almaksızın, patlayıcı, yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı, boğucu, zehirleyici, sürekli hastalığa yol açıcı nükleer, radyoaktif, kimyasal, biyolojik maddeyi imal, ithal veya ihraç eden, ülke içinde bir yerden diğer bir yere nakleden, muhafaza eden, satan, satın alan veya işleyen kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Yetkili makamların izni olmaksızın, bu fıkra kapsamına giren maddelerin imalinde, işlenmesinde veya kullanıl-masında gerekli olan malzeme ve teçhizatı ihraç eden kişi de aynı ceza ile cezalandırılır. . . . " 5237 sayılı Kanun'un "Suç işlemek amacıyla örgüt kurma" kenar başlıklı maddesinin(1) numaralı fıkrası şöyledir:" . . . (6) Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişi, ayrıca örgüte üye olmak suçundan dolayı cezalandırılır. . . . " 5237 sayılı Kanun'un "Görevi yaptırmamak için direnme " kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kamu görevlisine karşı görevini yapmasını engellemek amacıyla, cebir veya tehdit kullanan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. . . . (3) Suçun, kişinin kendisini tanınmayacak bir hâle koyması suretiyle veya birden fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte biri oranında artırılır. (4) Suçun, silâhla ya da var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır. . . . " 5237 sayılı Kanun'un "Silahlı örgüt" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir. (3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır. . " 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun "Terör suçları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır. " 3713 sayılı Kanun'un "Cezaların artırılması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir: "3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. " 3713 sayılı Kanun'un "Terör örgütleri" kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir: "Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. . . " 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;. . . Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),. . . " 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1), (2) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir. . . . (5) Bu madde ile 100 üncü madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir. " 5271 sayılı Kanun'un "Tutukluluğun incelenmesi" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü Madde hükümleri göz önünde bulundurularak karar verilir. . . . (3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir. " 5271 sayılı Kanun’un "Tutuklulukta geçecek süre" kenar başlıklı maddesinin(2) numaralı fıkrası şöyledir: “Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez. ” 5271 sayılı Kanun’un "İtirazın Cumhuriyet savcısına ve karşı tarafa tebliği ile inceleme ve araştırma yapılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"1) İtirazı inceleyecek merci, yazı ile cevap verebilmesi için itirazı, Cumhuriyet savcısı ve karşı tarafa bildirebilir. Merci, inceleme ve araştırma yapabileceği gibi gerekli gördüğünde bunların yapılmasını da emredebilir. (2) (Ek: 11/4/2013-6459/20 md. ) 101 ve 105 inci maddeler uyarınca yapılan itiraz üzerine Cumhuriyet savcısından görüş alınması durumunda, bu görüş şüpheli, sanık veya müdafiine bildirilir. Şüpheli, sanık veya müdafii üç gün içinde görüşünü bildirebilir. " 5271 sayılı Kanun'un "Karar" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Kanunda yazılı olan hâller saklı kalmak üzere, itiraz hakkında duruşma yapılmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekil dinlenir. " | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7311 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluğa ilişkin incelemelerin duruşmasız olarak yapılması ve bu incelemeler sırasında alınan savcılık görüşünün bildirilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, Habertürk gazetesinde vegazetenin internet sitesinde yer alan bir haberde gerçeğe aykırı bilgilere yerverilmesi nedeniyle şeref ve itibarının korunması hakkının ihlal edildiğineilişkindir. Başvuru 19/2/2014 tarihinde Antalya Ağır Ceza Mahkemesivasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan önincelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bireksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/3/2015 tarihinde,başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına kararverilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 10/7/2015 tarihinde, başvurununkabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına kararverilmiştir. Başvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 28/8/2015 tarihinde AnayasaMahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş30/9/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığıngörüşüne karşı beyanlarını 7/10/2015 tarihinde sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgiliolaylar özetle şöyledir:Başvurucu, başvuru tarihi itibarıyla tıp profesörü unvanıylabir üniversitede öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Habertürk gazetesinin20/4/2011 tarihli nüshasında ve gazetenin internet sitesinde başvurucu hakkında“’Hasta kocamı çaldın’ diye Prof’u dövdü” başlıklı bir haber yayımlanmıştır. Gazetenin birincisayfasında “’Hasta kocamı çaldın’ diye Prof’u dövdü” başlığı kullanılmış ve altında “Antalya’da lösemi hastası kocası Ö.Y.’ı,doktoru olan kadın profesörle aşk yaşamakla suçlayan Y. lokanta bastı.Profesör dövüldü.” şeklinde iddialar yer almıştır. Devamı gazeteninaltıncı sayfasında yer alan haberde, başvurucunun görev yaptığı üniversitedetedavi gören hastası ile yemek yediği bir restoranda hastasının eşi ve diğerbazı yakınlarının saldırısına uğradığı iddia edilmiştir. Bahsi geçen haberşöyledir: “Hastasıyla yemeğe giden Prof’a yasak aşksuçlaması:… Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. A.T.,tedavisini yaptığı lösemi hatası Ö.Y. ile yemeğe gittiği restoranda, Ö.Y.’ın anne babasının ve eşinin saldırısına uğradı. Ö.Y.’ın karısı, profesörün, kocasıyla aşk yaşadığını ilerisürdü.… Üniversitesi Tıp Fakültesi … Bilim DalıÖğretim Üyesi Prof.Dr.A.T., yaklaşık 6 aydırtedavisini sürdürdüğü lösemi hastası Ö.Y.’ın davetiüzerine, kendisiyle buluşup …’deki bir restoranda yemeğe gitti. Ö.Y.’ın eşi Y., kayınpederi Y. ve kayınvalidesi A.Y. daikiliyi takip ederek restorana geldi. İddiaya göre Y., eşiyle aşk yaşadığınıileri sürdüğü kadın profesöre tepki gösterince aralarında tartışma çıktı.Restoran dışında kavgaya dönüşen olaya polis müdahale etti ve taraflarbirbirlerinden şikayetçi oldu. İkiçocuk annesi Y., emniyetteki ifadesinde Prof. Dr. A.T.’nusuçlayarak şunları söyledi: ‘YUVAMI YIKACAK’ ‘6 yıllık eşim, lösemi olduğunu öğrenince tedavi için Prof. Dr. A.T.’na gitti. Bir süre sonra doktorun eşime gösterdiği özelilgiden şüphelendim. Yaklaşık bir ay önce eşim ‘Boşanmamız lazım’ diyerek eviterk etti. Nedenini sorduğumda anlatmak istemedi. Olay günü eşim, bir telefongelince evden ayrıldı. Kayınvalidem ve kayınpederim ile birlikte eşimi takipettik. Amacımız doktordan, eşimin yakasını bırakmasını istemekti. Restorandakonuşurken eşim ve o kadın bize saldırdı. Kayınvalidem, ‘Ne olur oğlumu bize veçocuklarına bağışla, peşini bırak’ diye yalvardı. Fakat o, yaşlı kayınvalidemebile tekme tokat vurdu.’ ‘EŞİM BOŞANMAK İSTEMİYORDU’ Y., eşinin evden ayrıldıktan sonra aracılargöndererek eve dönmek istediğini, boşanmak istemediğini, ama doktorununkendisini ‘Tedavini yarım bırakırım, ölürsün’ diye tehdit ettiğini öne sürdü. ‘YERDESÜRÜKLEDİLER’Suçlamanın asılsız olduğunu ileri süren birçocuk annesi Prof. Dr. A.T. da ifadesinde şunları söyledi: ‘Hastam Ö.Y., olaygünü telefonla arayıp, eşiyle kavga ettiğini ve psikolojisinin bozuk olduğunusöyledi. Bir alışveriş merkezindeydim, Ö.Y.’ü …’nda aracıma aldım. Sakin bir yerde konuşmak amacıylayakında bulunan bir restorana gittik. Yemek söyledik. Bu sırada Ö.Y., ‘Eyvaheşim ve ailem geldi’ dedi. Onları da kısmen tanıyordum. Beni konuşmak içindışarı çağırdılar. Sonra beni hastamla ilişki yaşamakla suçlayıp saldırdılar.Saçlarımdan tutup yerlerde sürüklediler. Ö.Y. beni kurtarmak isterken ona dasaldırdılar. Polisler gelip bizi kurtardı. Hastamla aramda doktor-hastailişkisi dışında bir ilişki yoktur.’ Kadın profesörün ifadelerini doğrulayanÖ.Y. da, ‘Ben istediğim için buluştuk. Eşiminsuçlamaları asılsızdır’ diye ifade verdi." Başvurucu, bahsigeçen haber nedeniyle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıylagazete, gazete sorumlu müdürü ve haberi yapan muhabir aleyhine 27/4/2011tarihinde Antalya Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Antalya AsliyeHukuk Mahkemesi, Habertürk gazetesinde ve internetsitesinde yayımlanan haberin görünür gerçekliğe uygun olduğu gerekçesiyle19/1/2012 tarihli kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Kararıngerekçesinin ilgili bölümü şöyledir: “…Mahkememizce, tarafların iddialarıdoğrultusunda; tüm deliller ve dokümanlar toparlanmıştır.CumhuriyetBaşsavcılığı’ndan celp edilen ceza dosyalarının tetkikinde; gazetenin veinternet sitesinin bildirdiği olayın esas itibarıyla gerçekleşmiş olduğu, cezasoruşturmasının devam ettiği, 2011/24584 soruşturma noludosyada dava dışı Ö.Y.’ın Cumhuriyet Savcısıhuzurunda verdiği 13/7/2011 tarihli beyanında açıkça ‘… aramızda duygusal biryakınlaşma oldu. Yaklaşık 20-25 gün bu manada bir ilişki yaşadık. En son …balıkçıdaki olaydan sonra ilişkimiz de bitti…’ şeklinde beyanda bulunduğu, yanibasının verdiği haberin yaşanan olaylara ilişkin olduğu, görünür gerçekliğeuygun olduğu görülmüştür. Basının bir mahkeme gibi her zaman maddi anlamdagerçeği bulması beklenemez. Onlar görünür gerçekliği kamuoyu ile paylaşmakgörevi ve hakkını yürütmektedirler. Bu olayda da yapılan haber görülürgerçekliğe uygundur. Bu sebeple ceza dosyasının incelenmesiyle mahkememizcehaberin içeriği ve dosya konusunda yeterli kanaate ulaşıldığından, mahkememizdekison duruşmada dinlenen üçüncü tanıktan sonra tanıkların olaya farklı bir boyutgetiremeyecekleri, davalı basının yaptığı haberin olaya uygun olduğu kanaatiyletanıkların dinlenilmesine son verilmiş, oluşan kanaatle… davanın reddine…” Temyiz üzerineYargıtay Hukuk Dairesinin, 13/5/2013 tarihli ilamıylagazeteninsorumlu müdürü bakımından husumet yönünden davanın reddedilmemiş olmasınedeniyle İlk Derece Mahkemesinin kararının bozulmasına, diğer yönlerden iseusul ve yasaya uygun olduğundan bahisle onanmasına karar vermiştir. Karar düzeltme istemiise aynı Dairenin 28/11/2013 tarihli ilamı ile reddedilmiş ve anılan kararbaşvurucu vekiline 29/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/2/2014 tarihindebireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararıgidermekle yükümlüdür. Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlakaaykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, buzararı gidermekle yükümlüdür.” | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2251 | Başvuru, Habertürk gazetesinde ve gazetenin internet sitesinde yer alan bir haberde gerçeğe aykırı bilgilere yer verilmesi nedeniyle şeref ve itibarının korunması hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. | 0 |
Başvuru, terör olaylarından doğan maddi zararların eksik tazmin edilmesi, manevi zararların ise tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Tunceli'nin Ovacık ilçesi Bilgeç köyünde ikamet etmekte iken 1994 yılında meydana gelen terör olayları neticesinde köyünün boşaltılmasıyla yerleşim yerinden göç etmek zorunda kaldığını iddia etmiş ve 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında zararlarının karşılanması talebiyle Tunceli Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 6/10/2009 tarihli kararıyla başvurucuya 142,93 TL ödenmesine karar vermiştir. Söz konusu tutarı yeterli bulmayan başvurucu dava açmıştır. Dava dilekçesinde, zararının Komisyonca belirlenen tutardan çok daha yüksek olduğu belirtilerek Komisyonun 6/10/2009 tarihli işleminin iptaline ve 5233 sayılı Kanun'daki esaslar çerçevesinde 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini istemiştir. Elazığ İdare Mahkemesi 25/9/2012 tarihli kararıyla eksik incelemeye dayalı olduğu gerekçesiyle Komisyon kararının iptaline, maddi tazminat istemi hakkında bu aşamada karar verilmesine yer olmadığına, manevi tazminat isteminin ise 5233 sayılı Kanun'da düzenlenmediğinden reddine karar vermiştir. Danıştay Onbeşinci Dairesi (Daire); ilk derece mahkemesi kararının usul ve hukuka uygun olduğunu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğini belirterek kararı 20/2/2014 tarihinde onamıştır. Karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 4/12/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bu karar 30/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bu arada iptal kararı üzerine anılan Komisyon tarafından yeniden yapılan inceme ve değerlendirme sonucu 2/11/2012 tarihli kararla başvurucuya 832,75 TL ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucu bu tutarı da kabul etmeyerek Komisyon kararının iptaliyle 000 TL maddi tazminat ödenmesine karar verilmesi istemiyle yeniden dava açmıştır. Elazığ İdare Mahkemesi 10/4/2014 tarihli kararıyla dava konusu işlemin hukuka uygun olduğunu belirterek davayı reddetmiştir. Karar, Danıştay Onbeşinci Dairesinin11/10/2017 tarihli kararıyla ev ve ahıra ilişkin amortisman oranının evin inşa tarihine göre yanlış uygulandığı gerekçesiyle bu kısım yönünden bozulmuştur. Elazığ İdare Mahkemesi, bozmaya uyarak yaptığı inceleme sonucu binanın inşa tarihi yanlış belirtilmiş ise de amortisman oranının doğru oran üzerinden uygulandığını belirterek ilk kararıyla aynı sonuca varmıştır. Bu arada başvurucu, idarenin 832,75 TL ödenmesi teklifini içeren, 5233 sayılı Kanun’un maddesi gereğince davet yazısı ile birlikte gönderilen ve “Yukarıda nakdi olarak belirtilen zararımın/zararlarımın karşılanması sonucunda Komisyonun tespitine esas olay ile ilgili olarak uğradığım zararımın tamamının karşılanmış olduğunu kabul ve taahhüt ederim.” beyanını içeren 9/4/2015 tarihli sulhnameyi kabul etmiştir. Sulhname başvurucunun avukatı tarafından imzalanmış ve söz konusu tutar başvurucunun avukatının hesabına 10/6/2015 tarihinde ödenmiştir. A. Ulusal Hukuk 5233 sayılı Kanun'un , , , , , , geçici , geçici maddeleri (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-21, 23). İlgili diğer ulusal hukuk için bkz. Ali Ekber Çeçi ve diğerleri (B. No: 2015/5463, 23/1/2019,§ §18-25) başvurusu hakkında verilen karar.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), söz konusu başvuruya benzer şekilde terör olaylarından dolayı köyü terke mecbur kalınması nedeniyle uğranılan zararın tazminine ilişkin olarak sulhname imzalanmasının ardından köyü terkten önce var olan hayvanlarına ilişkin zarar ile manevi zararının tazmin edilmediği iddialarıyla yapılan şikâyetleri kapsayan bir grup başvuruyu incelediği Akbayır ve diğerleri/Türkiye (B. No: 30415/08, 28/6/2011) kararında sulhname imzalanmasının -taleplerden feragat edilmesini gerektirdiği için- yerel boyuttaki bu uzlaşmanın tartışmasız olarak ihtilaflı tazminat hakkında öne sürülen itiraza son verdiği gerekçesiyle başvuruları kabul edilemez bulmuştur. AİHM, başvuranlar tarafından imzalanan dostane çözüm beyanlarında (sulhnamelerin) manevi tazminattan söz edilmediğini gözlemlediğini belirterek dostane çözüme dair bu beyanların (sulhname) ilgili tarafların prosedürü sona erdirmeye ilişkin açık iradesinin tezahürü olduğunu ifade etmiştir. AİHM; tüm başvuru sahiplerinin iç hukukta ve AİHM huzurunda avukatlar tarafından temsil edildiğini, bu hâlde başvuranların ne 5233 sayılı Kanun ve kendi beyanlarının manevi zarara ilişkin hiçbir talep içermediği iddiasını ne de bu anlaşmaların sonuçlarından habersiz oldukları iddiasını ileri süremeyeceklerini belirtmiştir. AİHM'e göre söz konusu düzenleme, başvuranların prosedürle ilgili her türlü iddiadan feragat etmelerini gerektirmektedir ve uluslararası boyutta bu anlaşmanın söz konusu ödemeyle ilgili anlaşmazlığı tartışmasız bir şekilde sonlandırması nedeniyle başvuranların şikâyette bulunamayacakları sonucuna ulaşılmıştır (Akbayır ve diğerleri/Türkiye, § 77). AİHM sürü hayvanlarının farklı türlerine göre besicilikten elde edilen gelirlerin tazminatının komisyonlarca yanlış değerlendirilmesine ilişkin şikâyetle ilgili olarak da dostane çözümün kabul edilmesiyle ilgili yukarıda belirtilen sonuçların ayrıca bu şikâyete de uygulanabilir olduğu kanaatinde olup AİHM'e göre sulhnamelerin imzalandığı ve ödemeler gerçekleştiği andan itibaren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) bağlamında başvuranların mağdur sıfatı yok olmaktadır (Akbayır ve diğerleri/Türkiye, § 78). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3427 | Başvuru, terör olaylarından doğan maddi zararların eksik tazmin edilmesi, manevi zararların ise tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; taşınmaza kamulaştırmasız el atılması, kamulaştırmasız el atma tazminatının uzun süren yargılama nedeniyle değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nihai kararı 20/1/2020 tarihinde öğrendiğini belirterek 5/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/6982 | Başvuru, taşınmaza kamulaştırmasız el atılması, kamulaştırmasız el atma tazminatının uzun süren yargılama nedeniyle değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, üyesi olduğu sendikanın tüm Türkiye’de yaptığı göreve gelmeme çağrısına katıldığını ve sevk alarak görevine gelmediğini, ancak mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle ders ücretinin kesilmesi cezası verildiğini, sendikal faaliyetlere katılması nedeniyle ceza verilmesinin toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüş, yeniden yargılama talebinde bulunmuştur. Başvuru, 13/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 30/9/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 10/11/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 10/11/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 7/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 12/1/2015 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 27/1/2015 tarihinde sunmuştur. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Ankara İli Yenimahalle İlçesi Mimar Sinan İnşaat Meslek Lisesinde öğretmen olarak görev yapmaktadır ve aynı zamanda Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM SEN) Ankara 2 No.lu Şube üyesidir. Olayların geçtiği tarihte Milli Eğitim Bakanlığı tarafından bir Ek Ders Ücret Yönetmeliği çıkartılmıştır. Sendikalar çıkartılan yönetmeliğin öğretmenlerin ek ders ücretlerinde azalmaya neden olacağını iddia etmiştir. EĞİTİM SEN Yönetim Kurulu, 10/4/2007 tarihli kararı ile 25 Nisan 2007 tarihinde tüm ülke çapında “sevk eylemi” adı altında hastaneye gitmek için sevk alınmasına ve işe gitmeyerek Bakanlığın Ek Ders ücretlerine ilişkin uygulamalarını protesto etmek için bazı sendikal faaliyetler düzenlenmesine karar vermiştir. Başvurucu EĞİTİM SEN tarafından 25/4/2007 tarihinde düzenlenen etkinliklere katılması sebebiyle okutmakla yükümlü olduğu iki ders saatinde derse girmemiştir. Başvurucunun okutmakla yükümlü olduğu halde derse girmemesi sebebiyle 10/6/1930 tarih ve 1702 sayılı İlk ve Orta Tedrisat Muallimlerinin Terfi ve Tecziyeleri Hakkında Kanun’un maddesinin birinci fıkrası uyarınca “ders ücretinin kesimi” cezası tesis edilmiştir. Başvurucu, hakkında tesis edilen disiplin cezasının iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 17/1/2008 tarih ve E. 2007/1307, K. 2008/105 sayılı kararı ile davanın reddine karar vermiştir. İlk Derece Mahkemesi, başvurucunun kendisine ayrılan ders saatinde okulda olduğu halde derse girmediğinin sabit olduğu, kabul edilebilir bir mazereti olmadığı halde başvurucunun derse girmemesi nedeniyle tecziyesinde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Başvurucu tarafından karar temyiz edilmiş; Danıştay Dairesi, 2/2/2011 tarihli ilamı ile ilk derece mahkemesi kararını onamıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 28/11/2012 tarihli ilamı ile reddedilmiş ve 14/1/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 13/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 14/7/1965 tarih ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Toplu eylem ve hareketlerde bulunma yasağı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Devlet memurlarının kamu hizmetlerini aksatacak şekilde memurluktan kasıtlı olarak birlikte çekilmeleri veya görevlerine gelmemeleri veya görevlerine gelipte Devlet hizmetlerinin ve işlerinin yavaşlatılması veya aksatılması sonucunu doğuracak eylem ve hareketlerde bulunmaları yasaktır”. 1702 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Ders ücretlerinin kesilmesi cezası şu hallerde verilir.1 - Kabule şayan mazereti olmadan derse girmemek veyahut girdiği halde dersten başka bir şeyle meşgul olmak; …Derse gelmeyen veya dershanede dersten başka bir işle meşgul olan muallimin maaşından kesilecek miktarı tayin için dört hafta bir ay itibar olunarak muallimin maaş yekunu bir ay zarfında girmeğe mecbur olduğu ders adedine taksim olunur ve boş geçen her ders saati için muallimin maaşından bu miktarı ilk alacağı aylığından kesilir.…Mazeret sebebile derse girmeyen muallimin mazeretini en çok üç gün zarfında ihbar ve bir hafta içinde de ispat etmesi lazımdır. Yoksa ceza tatbik olunur.” Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 22/5/2013 tarih, 2009/63 Esas ve 2013/1998 Karar sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:“…Uyuşmazlıkta, davacının, üyesi bulunduğu sendikanın yetkili kurullarınca alınan karara uyarak 11/12/2003 tarihinde 1 gün göreve gelmeme eyleminin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125/C-b maddesi kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceğinin tespiti önem taşımaktadır.2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesinin son fıkrasında; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 07/05/2004 - 5170 S.K./mad) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü yer almıştır.Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Dernek kurma ve toplantı özgürlüğü”nün düzenlendiği maddesinde; herkesin asayişi bozmayan toplantılar yapmak, dernek kurmak, ayrıca çıkarlarını korumak için başkalarıyla birlikte sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak haklarına sahip olduğu, bu hakların kullanılmasının, demokratik toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve ancak yasayla sınırlandırılabileceği, bu maddenin, bu hakların kullanılmasında silahlı kuvvetler, kolluk mensupları veya devletin idare mekanizmasında görevli olanlar hakkında meşru sınırlamalar konmasına engel olmadığı kuralına yer verilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 15/09/2009 tarihli, Kaya ve Seyhan - Türkiye kararında (application no. 30946/04); Eğitim-Sen üyesi öğretmenlere, 11/12/2003 tarihinde KESK’in çağrısına uyarak, parlamentoda tartışılmakta olan kamu yönetimi kanun tasarısını protesto etmek üzere düzenlenen bir günlük ulusal eyleme katılmaları nedeniyle 11/12/2003 tarihinde göreve gelmedikleri için uyarma cezası verilmesinin, her ne kadar bu ceza çok küçük olsa da, sendika üyelerinin çıkarlarını korumak için meşru grev ya da eylem günlerine katılmaktan vazgeçirecek bir nitelik taşıdığı, öğretmenlere verilen disiplin cezasının “acil bir sosyal ihtiyaca” tekâbül etmediği ve bu nedenle “demokratik bir toplumda gerekli” olmadığı sonucuna varmış, bunun sonucu olarak, bu davada, başvuranların AİHS’nin maddesi anlamında gösteri yapma özgürlüğünü etkili bir şekilde kullanma haklarının orantısız olarak çiğnendiği gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.Bu durumda, davacının, sendikal faaliyet gereği, 11/12/2003 tarihinde göreve gelmeme eyleminin özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek fiili kapsamında değerlendirilemeyeceği ve sendikal faaliyet kapsamında bir gün göreve gelmemek fiilinin mazeret olarak kabulü gerektiğinden, disiplin suçu teşkil etmeyen eylem nedeniyle davacıya 657 sayılı Kanunun 125/C-b maddesi uyarınca aylıktan kesme cezası verilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamıştır.…” | Sendika hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1315 | Başvurucu, üyesi olduğu sendikanın tüm Türkiye’de yaptığı göreve gelmeme çağrısına katıldığını ve sevk alarak görevine gelmediğini, ancak mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle ders ücretinin kesilmesi cezası verildiğini, sendikal faaliyetlere katılması nedeniyle ceza verilmesinin toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüş, yeniden yargılama talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, kolluk görevlileri tarafından atılan gaz fişeğinin göze isabet etmesi sonucu yaralanma meydana gelmesi ve buna dair etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Olay tarihinde 15 yaşında olan başvurucu, 23/4/2013 tarihinde Cudi Mahallesi Mezhaba Sokak civarında yüzüne sert bir cisim gelmesi sonucunda hastaneye kaldırılmış, gaz fişeğiyle yaralanma iddiası kayıtlara geçirilmiştir. Hastane polisi tarafından bilgi verilmesi üzerine Emniyet Müdürlüğü, aynı gün nöbetçi Cumhuriyet savcısına durumu bildirmiştir. Cumhuriyet savcısı müşteki ve tanıkların beyanlarının alınması, kamera kayıtlarının araştırılması, kroki hazırlanması, kapsülün bulunması hâlinde korumaya alınması, gaz kullanan ekiplerin görev listesinin ve kimliklerinin tespit edilmesi, doktor raporları ile tüm evrakın gönderilmesi talimatı vermiştir. 23/4/2013 tarihinde saat 15'de düzenlenen tutanakta yaralanmanın meydana geldiği adreste toplumsal olayların yoğun şekilde yaşanması nedeniyle araştırma yapmak için olay yerine gidilemediği belirtilmiştir. 24/4/2013 tarihinde saat 00'te düzenlenen tutanakta olayla ilgili olarak tanık ya da kamera kaydına ulaşılamadığı belirtilmiştir. 24/4/2013 tarihinde saat 30 sıralarında yapılan olay yeri incelemesindegaz fişeğine ait herhangi bir emare bulunmadığı rapor edilmiştir. 24/6/2013 tarihinde kolluk tarafından beyanı alınan başvurucu; ikamet adresine yakın boş bir alanda arkadaşlarıyla top oynarken sağ gözüne sert bir cismin isabet ettiğini, çarpmanın etkisiyle bilincini kaybettiğini, kendisine geldiğinde hastanede olduğunu fark ettiğini belirtmiştir. Başvurucunun babası 24/6/2013 tarihinde kollukta alınan beyanında; olay günü oğluyla birlikte çarşıda olduğunu, saat 00 sıralarında oğluna eve gitmesini söyleyerek gönderdiğini, saat 30 sıralarında ise kızının arayarak oğlu Ahmet'in gözüne gaz fişeği geldiğini söylediğini, oğlunu hastaneye götürdüklerini, oğluna sorduğunda arkadaşlarıyla top oynadığı sırada gaz fişeğiyle yaralandığını beyan ettiğini belirtmiştir. Olay günü başvurucunun yanında olan arkadaşı N.P. ve amcasının oğlu T.26/6/2013 tarihinde kolluk tarafından alınan beyanlarında; başvurucuyla top oynadıkları sırada başvurucunun birden yere düştüğünü gördüklerini, başvurucunun etrafının dumanla kaplandığını, biber gazı atıldığını görmediklerini ancak patlama sesleri geldiğini, bununla birlikte beyaz renkli, modeli cip olan bir polis arabasını başvurucuya 50-60 metre mesafede gördüklerini ifade etmiştir. Emniyet Müdürlüğü, topladığı delilleri 26/6/2013 tarihinde Cizre Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) göndermiştir. Başsavcılık 19/7/2013 tarihinde, olay tarihinde gazcı olarak görev yapan polis memurları hakkında soruşturma izni talep etmiştir. Olay günü toplumsal olaylara müdahalede bulunduğu anlaşılan polis memurları G., E.T., O.Ş., G. ve A.G. hakkında ön inceleme başlatılmıştır. Kaymakamlık tarafından ilçe emniyet müdür yardımcısı ön incelemeci olarak atanmıştır. Aynı zamanda polis memurları hakkında da bir disiplin soruşturması (11/6/2015 tarihinde işlemden kaldırma kararı verilmiştir.) başlatılmıştır. 20/8/2013 tarihinde idari soruşturma kapsamında beyanı alınan G. olay günü ara sokaklardan çıkan 50-100 kişilik bir grubun taş ve havai fişek atması üzerine eğitimini aldıkları gibi dikkatli ve özenli şekilde diğer polis memuru A.G. ile birlikte gaz fişeği attıklarını, attıkları fişeklerin kimseye isabet etmediğini ve kimsenin olmadığı yere düştüğünü, etrafta top oynayan çocuk ve top oynanacak alan olmadığını ifade etmiştir. Ön inceleme kapsamında 16/8/2013 tarihinde beyanı alınan A.G. olay günü taş ve havai fişekli saldırı olması nedeniyle gaz fişeği kullandığını, atışı eğitimini aldığı şekilde gerçekleştirdiğini ve fişeğin grubun önündeki boşluğa düştüğünü, bir kişiye isabet etmediğini, polis memuru G.nin de gaz fişeği kullandığını, çevrede top oynayan çocuklar ya da top oynanacak bir yer bulunmadığını beyan etmiştir. İdari soruşturma kapsamında olay günü bahsedilen gruba müdahale eden diğer polis memurlarının da beyanları alınmış, memurlar beyanlarında gaz fişeği kullanmadıklarını ifade etmiştir. Polis memurlarının alınan beyanlarında olay günü iki kişinin (A.G. ve G) gaz fişeği kullandığı konusunda uzlaşmazlık bulunmamaktadır. Kaymakamlık, polis memurları G., E.T., O.Ş., G. ve A.G. hakkında 22/8/2013 tarihinde soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Başvurucunun soruşturma izni verilmemesi kararına karşı yaptığı itiraz üzerine Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi 7/11/2013 tarihinde polis memurları A.G. ve G. hakkında soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararı kaldırmış; hakkında inceleme başlatılan diğer polis memurları G., E.T. ve O.Ş. hakkında yapılan itirazları reddetmiştir. Başsavcılık, A.G. ve G hakkında soruşturma başlatmış; 19/12/2014 tarihinde ise polis memurları G., E.T. ve O.Ş. hakkında inceleme yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Adli Tıp Kurumundan soruşturma kapsamında alınan 23/10/2014 tarihli rapordaki tespitler şöyledir:i. Başvurucunun yaralanmasının künt travmayla oluşması mümkündür.ii. Yaralanmanın gaz fişeği ile oluşup oluşmadığının tespiti tıbben mümkün değildir.iii. Başvurucuda saptanan kırık, hayat fonksiyonlarını ağır (4) derecede etkileyecek niteliktedir.iv. Yaralanma başvurucunun organlarından birinin işlevini yitirmesine, ayrıca yüzünde sabit ize neden olmuştur. Başsavcılığın 3/1/2014 tarihinde istinabe yoluyla ifadesini aldığı şüpheli G. polis arkadaşlarına yönelik saldırı nedeniyle gaz fişeğini inisiyatifiyle kullandığını, dört beş el gaz fişeği attığını, gaz fişeklerinin genel olarak nereye düştüğünü gördüğünü ve kimseye isabet etmediğini, yaralanan çocuğu görmediğini, kendilerine yoğun şekilde taş atıldığını, başvurucuya da taş isabet etmiş olabileceğini beyan etmiştir. Şüpheli A.G.nin 8/1/2014 tarihli beyanı şöyledir:"Olay tarihi olan 23/04/2013 günü Ekipler Büro Amirliğine bağlı 7369 kod no'lu ekip aracında görevli olarak bulunmaktaydım. Haber merkezinden yapılan anons üzerine Cudi Mahallesinde görevde bulunan 7367 kod no'lu ekibe destek olmak amacıyla 7369 kod no'lu ekip aracıyla Cudi Mahallesine gittik, burada 7367 kod no'lu ekip aracına ve bize yaklaşık 40-50 kişilik bir grup tarafından taş ve havai fişeklerle saldırıda bulunulmaktaydı, ekip aracından söz konusu şahıslara saldırılarını sonlandırmaları ve dağılmaları hususunda gerekli anonslar yapılıp, makul bir süre beklenmesine rağmen grubun dağılmaması üzerine ben de gaz fişeği kullanma sertifikam bulunması nedeniyle araçtan inmeden kalabalık grubun bulunduğu bölgeye doğru ancak grubu hedef almadan önlerindeki boş alana denk gelecek bir şekilde talimatlara uygun biçimde iki adet gaz fişeği attım. Attığım fişekleri gözümle takip edip düştükleri yerleri gördüm. Kesinlikle gaz fişekleri herhangi bir şahsa isabet etmedi. Zaten gaz fişeğinin düştüğü bölgede top oynamakta olan çocuklarda bulunmamaktaydı. Ahmet Tanrıverdi isimli şahsın nasıl ve ne şekilde yaralandığını bilmiyorum.Benim dışımda 7369 kod no'lu ekip aracında bulunan hiç kimse gaz fişeği kullanmadı. Ancak 7367 kod no'lu ekip aracında bulunan arkadaşım [G. de] benimle birlikte gaz fişeği kullandı. Ben onun attığı gaz fişeklerini gözümle takip etmediğim için nereye düştüklerini tam olarak bilmiyorum. Ancak o da benim gibi grubu hedef almadan grubun önüne denk gelecek şekilde gaz fişeği attı. Ben görevimin gerektirdiği kurallara uygun bir şekilde davrandım. Herhangi bir dikkatsizliğim ve ihmalim söz konusu değildir." Olay günü hastanede başvurucuya ilk müdahaleyi yapan doktor 11/8/2015 tarihinde alınan beyanında; olay tarihinde acil servise 13-14 yaşlarında, iki gözünde de yaralanma olan bir çocuk getirdiklerini, ilk müdahaleyi yaptıktan sonra göz doktorunu çağırdığını, hatırladığı kadarıyla çocuğun bilincinin açık olup kendisine gaz fişeği geldiğini söylediğini, ayrıca çocuğu hastaneye getiren kişilerin çocuğun gaz fişeğiyle yaralandığını ifade ettiğini ancak kendisinin yaralanmaya neyin sebep olduğunu bilemeyeceğini belirtmiştir. Göz doktoru G. 11/11/2015 tarihinde alınan beyanında; başvurucunun gaz fişeği yaralanması şikâyetiyle geldiğini, sağ gözünde delici göz yaralanması olduğunu ancak ayrıntıların seçilemediğini, hastayı sevk ettiklerini, gözün dışında yüzünde başka kesiler ve yüz kemiklerinde kırıklar olduğunu; sert, yabancı bir cisimle kafasından yaralandığını ancak neyle yaraladığını anlamadığını beyan etmiştir. 12/1/2015 tarihine Başsavcılık tarafından dinlenen tanık E.P.nin beyanı şöyledir:"23/04/2013 günü ikindi vakitlerinde evimin bulunduğu Cudi Mahallesi Mezbaha sokakta idim, evimizin hemen karşısındaki top sahasında çocuklar top oynuyorlardı, ancak evimizin bulunduğu muhitte toplumsal olaylar vardı, poliste bu olaylara müdahale ediyordu, araçlardan bir tanesi bizim bulunduğumuz yöne doğru geldi, bu esnada bizden tarafa gelen beyaz renkli zırhlı polis aracına taş atıldı, polis aracı içerisinden de bir kaç kez biber gazı atıldı, atılan biber gazlarından bir tanesi olay yerinde top oynamakta olan komşumuzun oğlu Ahmet Tanrıverdi' nin kafasına isabet etti ve Ahmet yere düştü, Ahmet'e gelen biber gazı zırhlı aracın içerisinden atıldığı için hangi polisin attığını göremedim, ben okuma yazma bilmediğim için polis aracında plaka olup olmadığını hatırlamıyorum, gaz kapsülünün şu an nerde olduğunu o gün birisinin alıp almadığını bilmiyorum." 12/1/2015 tarihinde Başsavcılık tarafından ifadesi alınan tanık A.nin beyanı şöyledir:"23/04/2013 günü ikindi saatlerinde Cudi Mahallesi Mezbaha sokakta bulunan evimin önünde iken evime hemen yakın mesafede bulunan top sahasında oyun oynayan çocukları seyrediyordum. Çünkü oyun oynayan çocuklar arasında benim öz oğlum olan [F. de] vardı, bu sırada bizim mahallede toplumsal olaylar meydana gelmişti ve polisler zırhlı araçlarla gösteri yapanlara müdahale ediyorlardı, müdahale eden araçlardan beyaz renkli olan zırhlı bir araç bizim bulunduğumuz yere doğru geldi, bu sırada etraftan bu zırhlı araca doğru taş atıldı, zırhlı araçtan da taş atanlara karşı bir adet biber gazı atıldı, atılan bu biber gazı olay yerine yakın vaziyette bulunan komşumuzun oğlu Ahmet Tanrıverdi'nin gözüne isabet etti ve Ahmet yere düştü, ben bu olayı net bir şekilde gördüm, ancak biber gazı beyaz zırhlı polis aracının içerisinden atıldığı için hangi polis memurunun attığını göremedim, zırhlı aracın üzerinde bir plaka olup olmadığını hatırlamıyorum zaten okuma yazma bilmediğim için plaka vardı ise de; okuyamadım, karşı sokakta bulunan komşularımızdan bir tanesi Ahmet'e yardım ederek kaldırdılar ve hastaneye götürdüler, herkes çocukla ilgilendiği için atılan gaz kapsulünü kimin aldığını ve bu gaz kapsülünün nerede olduğunu bilmiyorum." Başsavcılıkça polis memurları A.G. ve G. hakkında taksirle yaralama suçundan cezalandırılmaları talebiyle kamu davası açılmıştır. Asliye Ceza Mahkemesince olay yerinde keşif gerçekleştirilmiş, biber gazı kullanımına ilişkin olarak iki farklı bilirkişi raporu alınmıştır. 18/12/2017 tarihli raporda, göz yaşartıcı gaz tüfek ve fişeklerine dair teknik bilgilere yer verilmiş; düzenlemelere göre fişeklerin kişilerin baş ve boyun bölgeleri ile bu mesafenin üzerine hedef alınarak kesinlikle atılmaması gerektiği, mağdur, müdahale edilen topluluk, emniyet görevlileri ve gaz fişeğinin gittiği mesafe dikkate alındığında kullanım şeklinin makul sınırlar içinde olduğu değerlendirmesi yapılmıştır. 20/10/2017 tarihli raporda olay yeri krokisine yer verilmiştir. Mağdur ve tanık beyanlarına göre emniyet görevlileri ile mağdur arasındaki mesafe 25 m 34 cm'dir. Taş atan iki farklı grup vardır. Bunlardan biri emniyet görevlilerine 105 m, diğer grup ise 95 m mesafededir. Bilirkişi raporunun sonuç kısmında 105 ve 95 m mesafedeki gruplara ulaşabilmesi için gaz fişeğinin genelgeye uygun açılarda atılması gerektiği, aksi hâlde bu mesafelere ulaşamayacağı değerlendirilmiş; gaz fişeklerinin enhızlı olduğu mesafenin ilk25 m olduğu, bu mesafedeki hedef üzerinde kırıcı, ezici etki yapacağı, hızın 25-30 m'den sonra kademeli yavaşlayacağı ve yüksekliğin azalacağı, gerek rüzgarın etkisi gerek gaz tüfeklerinin teknik özellikleri nedeniyle 20 m mesafeden sonrasının hedef gözetilerek vurulamayacağı belirtilmiş, emniyet görevlilerince hedef gözeterek atış yapılmadığı yönünde kanaat bildirilmiştir. Asliye Ceza Mahkemesi sanıkların, tanıkların ve katılanların beyanlarını almış; 26/4/2018 tarihinde sanıkların beraatine karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "...Tanık, mağdur ve sanıklar beyanı değerlendirildiğinde olay yerinde kalabalık bir grubun olduğu ve yapılan eylem nedeniyle sanıkların içinde bulundukları iki şortlandla olay yerine gittikleri, kalabalık grup tarafından sanıkların içinde bulundukları araçlara karşı eylemde bulunmaları üzerine sanıkların kalabalığı uzaklaştırmak için gaz fişeği fırlattığı, olay yerinde bulunan kalabalık grubun sanıkların bulunduğu araçlara karşı taş atma şeklinde eylemde bulunduğu mahkememizce kabul edilmiştir. Her ne kadar mağdur ve müşteki tanıklarının mağdurun olay günü arkadaşlarıyla birlikte top oynadığını beyan etse de eylem yapan kalabalık bir grubun olduğu ve polis araçlarının olaya müdahale için olay yerine geldiği bir ortamda mağdur ve müşteki tanıklarının olay yerinde top oynayan çocukların olduğu şeklindeki beyanına itibar edilmemiş, polislerin eylem yapan gruba müdahale etmek için geldiği olay yerinde karışık ve gergin bir ortam olan yerde hiçbir şey yokmuş gibi mağdurun arkadaşları ile birlikte olay yerinde top oynadığı iddiası hayatın olağan akışına uygun bulunmamış; tanıklar ve mağdurun olay günü olay yerinde mağdurun top oynadığına ilişkin beyanlara mahkememizce itibar edilmemiştir.Her ne kadar tanıklar mağdurun kafasına sert bir cismin çarptığını ve mağdurun kafasından dumanlar çıktığını beyan etseler de olayın hemen akabinde tanıklar tarafından beyanda bulunulmayıp tanıklar [N. ve nin] olayın üstünden 2 ay geçtikten sonra, diğer tanıklar [A. ve E.nin] olayın üzerinden yaklaşık 9 ay geçtikten sonra savcılık huzurunda beyanda bulunmaları, olaydan bir gün sonra tanzim edilen 2013 tarihli tutanakta olayın meydana geldiği yerde yapılan çalışmalarda olay ile ilgili herhangi bir bulguya, bilgi sahibi kimselere ve kamera kaydına rastlanmadığı şeklindeki tutanak değerlendirildiğinde tanıkların olayın hemen akabinde savcılığa gelerek beyanda bulunmayıp, olayın üzerinden 2 ay ve 9 ay geçtikten sonra beyanda bulunmaları karşısında, tanıkların mağdurun kafasına bir cismin çarptığı ve mağdurun kafasından dumanlar çıktığı şeklindeki olay anlatımlarına mahkememizce itibar edilmemiştir.Olay yerinde kalabalık gurup tarafından taşlı saldırının olduğunun beyan edilmesi, adli tıp raporunda mağdurda meydana gelen yaralanmanın gaz fişeği ile oluşup oluşmadığının tespitinin tıbben mümkün olmadığı, bu durumun adli tahkikatla aydınlatılması gerektiği şeklindeki tespitleri dikkate alındığında, mağdurda meydana gelen yaralanmanın adli tıp raporunda künt travma ile oluşumun mümkün olduğunun belirtilmesi ve künt travmatik yaralanmanın künt cisimlerle meydana geldiği, künt cisimlerin ağırlığı ile iş gören, kesmeyen, delmeyen cisimler olması, sopa, odun, cop, taş, tekme, yumruk gibi cisimlerin künt cisimler olması karşısında olay günü kalabalık grup tarafından olay sırasında atılmış olan taş vb. künt bir cisim ile de mağdurun yaralanmasının mümkün olması karşısında,olay yerinde mağdurun yaralanmasına sanıkların attığı gaz fişeğinin sebep olduğuna ilişkin dosya kapsamında her türlü şüpheden uzak kesin inandırıcı bir delilin olmaması, 2013 tarihli olay yeri inceleme tutanağında olay yerinde yapılan incelemede herhangi bir gaz fişeğine ait iz, eser ve emareye rastlanmadığı şeklindeki tespit ile sanıkların atmış olduğu gaz fişeklerinin ele geçirilip söz konusu fişek parçalarında herhangi bir kan izi vs. olduğuna ilişkin bir tespitin yapılamaması, sanıkların mağdurun yaralanmasında bir mevcut kusurlarının mahkememizce tespit edilememesi nedeniyle sanıkların üzerine atılı suçu işlediklerinin sabit olmaması nedeniyle CMK'nın 223/2-e bendi kapsamında her iki sanığın ayrı ayrı beraatine karar verilmiştir." 17/1/2019 tarihinde istinaf talebi kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu kararı 6/5/2019 tarihinde öğrendiğini beyan ederek 14/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, ayrıca maddi ve manevi zararlarının tazmini amacıyla tam yargı davası açmıştır. İdare Mahkemesi 26/4/2019 tarihinde olayda hizmet kusuru bulunduğu gerekçesiyle başvurucu lehine maddi ve manevi tazminata hükmetmiştir. Karar henüz kesinleşmemiştir. İlgili hukuk için bkz. Özlem Kır, B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 22- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/17198 | Başvuru, kolluk görevlileri tarafından atılan gaz fişeğinin göze isabet etmesi sonucu yaralanma meydana gelmesi ve buna dair etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle mülkiyet hakkının, gözaltı tedbiri nedeniyle ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, adli kontrol tedbirine dayalı tazminat talebinin değerlendirilmemesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olayın gerçekleştiği 15/2/2017 tarihinde çocuktur ve -diğer suça sürüklenen çocuklarla birlikte- Adana Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü bir soruşturma kapsamında PKK/KCK silahlı terör örgütü adına eylem ve faaliyetlerde bulunmak suçundan 15/3/2017 günü saat 15'te gözaltına alınmış; 22/3/2017 tarihinde serbest bırakılmıştır. Adana Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu ve suça sürüklenen bir kısım çocuk hakkında 28/9/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiş; bu karar itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir. Başvurucu 25/10/2017 tarihli dilekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle haksız yere gözaltında kaldığından bahisle 000 TL maddi,000 TL manevi tazminatın, ayrıca soruşturma aşamasında kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden 500 TL vekâlet ücretinin maddi tazminata dâhil edilerek gözaltı tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte tahsili talebiyle dava açmıştır. Hakkında uygulanan adli kontrol tedbiri nedeniyle başvurucunun tazminat davası açmadığı başvuru dosyasının incelenmesinden anlaşılmaktadır. Başvurucu 21/12/2017 tarihli duruşmada maddi tazminatın asgari ücret tarifesi üzerinden hesaplanmasına muvafakat etmiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 26/12/2017 tarihinde; başvurucunun gözaltında kaldığı süre içindeki maddi kaybının karşılığı olarak 327,61 TL, soruşturma evresinde kendisini avukat ile temsil ettirmesi nedeniyle yaptığı masrafın karşılığı olarak Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'ne göre belirlenen 600 TL vekâlet ücreti olmak üzere toplam 927,61 TL maddi tazminat ile 700 TL manevi tazminata hükmederek gözaltı tarihi olan 15/3/2017 tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte bu tazminatın başvurucuya verilmesine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca kendisini vekil ile temsil ettiren başvurucuya karar tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca 770 TL vekâlet ücretinin ödenmesine de karar vermiştir. Mahkeme maddi tazminatın hesabında asgari ücretin bir günlük tutarını esas almıştır. Mahkemenin manevi tazminatın tutarını belirlerken manevi tazminatın zenginleşme aracı olarak kullanılamayacağına vurgu yaptığı görülmektedir. Mahkeme ayrıca başvurucunun üzerine atılı suçun niteliğini, gözaltında kaldığı süreyi, sosyal ve kişisel durumunu ve özgürlüğün önemini gözönünde bulundurduğunu ifade etmiştir. Öte yandan Mahkeme, başvurucu lehine 770 TL vekâlet ücretine hükmetmiştir. Mahkeme vekâlet ücretinin miktarını, 25/8/2017 tarihli ve 30165 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 694 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile 5271 sayılı Kanun'un maddesine eklenen düzenlemeyi gözeterek belirlediğini kaydetmiştir. Bu karara karşı istinaf yoluna başvurulmuştur. Başvurucu 23/1/2018 tarihli istinaf dilekçesinde, maddi tazminat hesaplanırken vekâlet ücretinin eksik hesaplandığını; gözaltında kaldığı sürenin uzunluğu ve isnat edilen suçun ağırlığı nedenleriyle belirlenen manevi tazminatın düşük olduğunu ve Mahkemece lehine hükmedilen vekâlet ücretinin ağır ceza mahkemelerinde takip edilen işler için belirlenen maktu ücret yerine sulh ceza mahkemelerinde takip edilen işler için belirlenen maktu ücret üzerinden hesaplandığını ileri sürmüştür. Adana Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 13/4/2018 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu, Bölge Adliye Mahkemesinin kararını 28/5/2018 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 5/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. E. (B. No: 2018/696, 9/5/2019, §§ 15-25) başvurusu hakkında verilen karar. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17068 | Başvuru, vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle mülkiyet hakkının, gözaltı tedbiri nedeniyle ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, adli kontrol tedbirine dayalı tazminat talebinin değerlendirilmemesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresinde yapılmıştır. 2021/24547, 2021/24549, 2021/31911, 2021/31912, 2021/31915, 2021/49923, 2021/54646, 2021/64702, 2021/64712, 2022/7292, 2022/7294, 2022/7302, 2022/27298, 2022/27302 ve 2022/73914 numaralı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2021/17182 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası birleştirilerek incelenmesine ve incelemenin 2021/17182 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/17182 | Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, Sancaktepe Belediye Başkanlığı (Belediye) aleyhine Kartal Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı, imar uygulaması sonucu el konulan taşınmaz bedelinin ödenmesi davası sonunda hükmedilen bedelin tahsili amacıyla yaptığı icra takibine rağmen ödeme yapılmadığını, bu nedenle Belediye tarafından yapılan kısmi ödemeyi kabul etmek zorunda kaldığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 11/10/2013 tarihinde İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 11/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 31/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 30/5/2014 tarihli görüş yazısı başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 25/12/2009 tarihinde, Belediye aleyhine, Kartal Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davada, Sancaktepe ilçesinde bulunan 711 parsel numaralı taşınmazın hissedarı olduğunu, davalının yaptığı imar uygulaması sonucu taşınmazın elinden alındığını ve bedelinin ödenmediğini, Belediye tarafından takdir edilen bedelin düşük olduğunu belirterek, taşınmaz bedeli olarak 990,00 TL’nin ödenmesini talep etmiştir. Mahkemece, 3/3/2011 tarih ve E.2009/672, K.2011/38 sayılı kararla; başvurucunun taşınmazının bulunduğu alanda davalı tarafından yapılan imar uygulaması sonucu başvurucuya ait taşınmazdan “düzenleme ortaklık payı” (DOP) kesildiği, bunun karşılığında başvurucuya yeni arsa verilmediği ve bedel de ödenmediği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, 072,06 TL bedelin dava tarihinden itibaren yasal faiziyle davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Davalının temyizi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/12/2011 tarih ve E.2011/11894, K.2011/21266 sayılı ilâmıyla hüküm onanmıştır. Başvurucu, anılan ilâma dayalı olarak Belediye aleyhine 21/4/2011 tarihinde Kartal İcra Müdürlüğünün E.2011/3507 sayılı dosyasında başlattığı icra takibinde, asıl alacak, faiz ve yargılama giderleriyle birlikte toplam 371,35 TL'nin takip tarihinden itibaren yasal faiziyle tahsilini talep etmiştir. Takibin kesinleşmesinden sonra, başvurucunun talebi üzerine davalıya ait taşımazlara haciz konulmuştur. Belediye, 28/2/2012 tarihinde, başvurucu aleyhine Kartal İcra Hukuk Mahkemesinde açtığı şikâyet davasında, taşınmazlar üzerine konulan hacizlerin kanuna aykırı olduğunu ileri sürerek, hacizlerin kaldırılmasını talep etmiştir. Mahkemece, 15/11/2012 tarih ve E.2012/120, K.2012/788 sayılı kararla; davanın açılmasından sonra taşınmazlar üzerine konulan haciz şerhlerinin kaldırıldığı ve davanın konusuz kaldığı gerekçesiyle karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş ve hüküm temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Başvurucunun talebi üzerine davalıya ait tüm hak ve alacaklara haciz konulmuştur. Belediye, 24/6/2013 tarihinde, başvurucu aleyhine İstanbul Anadolu İcra Hukuk Mahkemesinde açtığı şikâyet davasında, hak ve alacakları üzerine konulan hacizlerin kaldırılması talebinin İcra Müdürlüğünce reddedildiğini, hacizlerin kanuna aykırı olduğunu ileri sürerek, hacizlerin kaldırılmasını talep etmiştir. Mahkemece, 7/11/2013 tarih ve E.2013/466, K.2013/767 sayılı kararla; başvurucu vekili tarafından icra dosyasında bulunan bütün hacizlerin kaldırılmasının talep edildiği, İcra Müdürlüğünce 5/8/2013 tarihinde başvurucu vekilinin talebi üzerine dosyadaki tüm hacizlerin kaldırıldığı, davacı Belediye vekilinin hacizlerin kaldırılması nedeniyle davadan feragat ettiğini bildirdiği, bu şekilde davanın konusuz kaldığı gerekçesiyle karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş ve hüküm temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Kartal Adliyesinin kapatılmasından sonra icra takibine, İstanbul Anadolu İcra Müdürlüğünün E.2011/3507 sayılı dosyasında devam edilmiştir. Başvurucu vekili, 22/7/2013 tarihinde Belediyeye verdiği dilekçesinde, İstanbul Anadolu İcra Müdürlüğünün E.2011/3507 sayılı dosyasında toplam 975,00 TL alacaklarının olduğunu, bu alacaklarına karşılık 000,00 TL ödenmesini kabul ettiklerini, ödeme yapılması karşılığında icra dosyaları ve fazlaya ilişkin haklarla ilgili tüm alacaklardan feragat ettiklerini, Belediyeyi ibra ettiklerini bildirmiştir. Başvurucunun alacağına karşılık 11/9/2013 tarihinde, başvurucu ve vekilinin bankadaki hesaplarına 000,00 TL ödeme yapılmıştır. Başvurucu, ödeme yapıldığını, 7/10/2013 tarihinde öğrendiğini belirtmiştir. Başvurucu, 11/10/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 10/12/2003 tarih ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun “Ödenemeyen giderler ve bütçeleştirilmiş borçlar” kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: “Ödeme emri belgesine bağlandığı halde ödenemeyen tutarlar, bütçeye gider yazılarak emanet hesaplarına alınır ve buradan ödenir. Ancak, malın alındığı veya hizmetin yapıldığı malî yılı izleyen beşinci yılın sonuna kadar talep edilmeyen emanet hesaplarındaki tutarlar bütçeye gelir kaydedilir. Gelir kaydedilen tutarlar, mahkeme kararı üzerine ödenir.Kamu idarelerinin nakit mevcudunun tüm ödemeleri karşılayamaması halinde giderler, muhasebe kayıtlarına alınma sırasına göre ödenir. Ancak, sırasıyla kanunları gereğince diğer kamu idarelerine ödenmesi gereken vergi, resim, harç, prim, fon kesintisi, pay ve benzeri tutarlara, tarifeye bağlı ödemelere, ilama bağlı borçlara, ödenmemesi halinde gecikme cezası veya faiz gibi ek yük getirecek borçlara ve ödenmesi talep edilen emanet hesaplarındaki tutarlara öncelik verilir.” 5018 sayılı Kanun’un “Taşınır ve taşınmaz edinme” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Genel yönetim kapsamındaki kamu idareleri, kamu hizmetlerinin zorunlu kıldığı durumlarda gereken nicelikte ve nitelikte taşınır ve taşınmazları, yurt içinde veya yurt dışında, bedellerini peşin veya taksitle ödeyerek veya finansal kiralama suretiyle edinebilirler. Kamu idareleri, taşınmaz satın alma veya kamulaştırma işlemlerini yetki devri yoluyla bir başka kamu idaresi eliyle yürütebilir. Genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinin edindiği taşınmazlar Hazine adına, diğer kamu idarelerine ait taşınmazlar ise tüzel kişilikleri adına tapu sicilinde tescil olunur. Hazine adına tescil edilen taşınmazlar Maliye Bakanlığı tarafından yönetilir. Bu tescil işlemleri, adına tescil yapılan idarenin taşınmazın bulunduğu yerdeki ilgili birimine bildirilir.” 9/6/1932 tarih ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun “Haczi caiz olmıyan mallar ve haklar” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Aşağıdaki şeyler haczolunamaz: Devlet malları ile mahsus kanunlarında haczi caiz olmadığı gösterilen mallar,…” 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na 18/6/2010 tarih ve 5999 sayılı Kamulaştırma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’la eklenen “Kamulaştırmasız el koyma sebebiyle tazmin” kenar başlıklı geçici maddenin son fıkrası şöyledir: “Bu madde uyarınca ödenecek olan tazminatın tahsili sebebiyle idarelerin mal, hak ve alacakları haczedilemez." 2942 sayılı Kanun’un, 24/5/2013 tarih ve 6487 sayılı Bazı Kanunlar ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile değiştirilen, “Kamulaştırılmaksızın kamu hizmetine ayrılan taşınmazların bedel tespiti” kenar başlıklı geçici maddesinin sekizinci ve onbirinci fıkraları şöyledir: “Kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden bu madde uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması hâlinde, merkezi yönetim bütçesine dâhil idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerinin (Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı bütçelerinin güvenlik ve savunmaya yönelik mal ve hizmet alımları ile yapım giderleri için ayrılan ödeneklerin) yüzde ikisi, belediye ve il özel idareleri ile bağlı idareleri için en son kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının, diğer idareler için en son kesinleşmiş bütçe giderleri toplamının en az yüzde ikisi oranında yılı bütçelerinde pay ayrılır. Kesinleşen alacakların toplam tutarının ayrılan ödeneğin toplam tutarını aşması hâlinde, ödemeler, sonraki yıllara sâri olacak şekilde, garameten ve taksitlerle gerçekleştirilir. Taksitlendirmede, bütçe imkanları ile alacakların tutarları dikkate alınır. Taksitli ödeme süresince, 3095 sayılı Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödenir. İdare tarafından, mahkeme kararı gereğince nakdi ödeme yerine, üçüncü fıkrada belirtilen diğer uzlaşma yolları da teklif edilebilir ve bu maddenin uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre işlem yapılabilir.…. Bu madde uyarınca ödenecek olan bedelin tahsili sebebiyle idarelerin mal, hak ve alacakları haczedilemez.” 3/7/2005 tarih ve 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun “Belediyenin yetkileri ve imtiyazları” kenar başlıklı maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:“Belediyenin proje karşılığı borçlanma yoluyla elde ettiği gelirleri, şartlı bağışlar ve kamu hizmetlerinde fiilen kullanılan malları ile belediye tarafından tahsil edilen vergi, resim ve harç gelirleri haczedilemez.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7662 | Başvurucu, Sancaktepe Belediye Başkanlığı (Belediye) aleyhine Kartal 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı, imar uygulaması sonucu el konulan taşınmaz bedelinin ödenmesi davası sonunda hükmedilen bedelin tahsili amacıyla yaptığı icra takibine rağmen ödeme yapılmadığını, bu nedenle Belediye tarafından yapılan kısmi ödemeyi kabul etmek zorunda kaldığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. | 0 |
Başvuru ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannamesi üzerinden yapılan vergi tarhiyatına ve cezasına karşı açılan davanın esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/9/2015 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Taşımacılık işi ile uğraşan başvurucu şirketin mal ve hizmet alımında bulunduğu mükellef G. ve firması hakkında vergi tekniği raporu düzenlenmiştir. Bu rapora göre vergi mükellefi G. ve firması, iş ve işlemlerinde sahte faturalar düzenlemiştir. Tekirdağ Vergi Dairesi Başkanlığı (Vergi İdaresi) tarafından 13/6/2014 tarihli yazı ile hakkında vergi tekniği raporu düzenlenen mükellef G. ve firmasından yapılan mal ve hizmet alımlarına ait faturaların sahte olduğu belirtilerek başvurucudan bu alımlara isabet eden katma değer vergisinin (KDV) tenzil edilmesi istenmiş, aksi takdirde olumsuz mükellefler listesine alınacağı uyarısı yapılmıştır. Başvurucu anılan yazı üzerine olumsuz mükellefler listesine girmemek için Vergi İdaresine 23/7/2014 tarihinde ihtirazi kayıtla düzeltme beyannamesi vermiştir. Bu beyanname üzerine Vergi İdaresince KDV, damga vergisi ve gecikme faizi tahakkuk ettirilmiş ve vergi ziyaı cezası kesilmiştir. Başvurucu, ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannamesi üzerine Vergi İdaresince tahakkuk ettirilen vergilerin, gecikme faizlerinin ve vergi ziyaı cezalarının iptali talebiyle Tekirdağ Vergi Mahkemesinde (Vergi Mahkemesi) dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçelerinde; ihtirazi kayıtla düzeltme beyannamesinin Vergi İdaresinin isteği üzerine verildiğini, mal ve hizmet alımı yapılan mükellefin düzenlediği faturaların sahte olduğu iddiasının somut tespit ilkesine aykırı olduğunu, ödemelerin çeklerle yapıldığını, şirketiyle ilgili vergi incelemesi yapılmadığını, ilgili beyannameyi vermeme durumunda olumsuz mükellefler listesine dâhil olmak durumunda kalacağını belirtmiştir. Vergi Mahkemesi 26/11/2014 tarihli kararıyla, 25/10/1984 tarihli ve 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun maddesinde öngörülen yasal süre geçtikten sonra verilen KDV düzeltme beyanına konulan ihtirazi kaydın beyanname üzerinden tahakkuk ettirilen vergiye bir etkisinin bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Edirne Bölge İdare Mahkemesi 11/3/2015 tarihli kararıyla Vergi Mahkemesi kararını bozmuştur. Bölge İdare Mahkemesi beyan olunan matrah üzerinden tarh olunan vergiye karşı mükelleflerin dava açamayacaklarını kabul etmiş, ancak ihtirazi kayıtla verilen beyannamelerle ilgili kanun hükmüne dikkati çekmiştir. Kararda, mal ve hizmet alımında bulunduğu firmaların olumsuz mükellefler listesinde yer almasından dolayı başvurucunun düzeltme beyannamesi vermek durumunda bırakıldığı vurgulanmıştır. Bölge İdare Mahkemesi sonuç olarak hakkında bir inceleme yapılmadan ve kullandığı faturaların gerçek olup olmadığı, kendisi ve fatura düzenleyicileri hakkında her yönüyle incelenerek ortaya konulmadan, kod listesinden çıkmak amacıyla verilen düzeltme beyannamesi üzerine yapılan tahakkukta ve kesilen cezada hukuka uyarlık bulunmadığı kanaatine ulaşmıştır. İdarenin karar düzeltme istemini 3/7/2015 tarihinde kabul eden Bölge İdare Mahkemesi, bozma kararını kaldırarak ilk derece mahkemesi hükmünü onamıştır. Kararın gerekçesinde; beyanname verme süresi geçtikten sonra verilen beyannameye konulan ihtirazi kaydın beyanname üzerinden yapılan tahakkuka etkisi olmadığı gibi dava açma hakkı vermesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Bölge İdare Mahkemesi Danıştay içtihadına da atıf yaparak davalı idarece başvurucu mükellefe yazı yazılarak izahat istenmesinin belirtilen durumu değiştirmediği gerekçesiyle bozma kararında ve vergi cezası ile tahakkukun kaldırılmasında hukuki isabet bulunmadığı sonucuna varmıştır. Nihai karar başvurucuya 3/8/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Ltd. Şti. ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., [GK], B. No: 2015/15100, 27/2/2019, §§ 19- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/15104 | Başvuru ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannamesi üzerinden yapılan vergi tarhiyatına ve cezasına karşı açılan davanın esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, bir yayın kuruluşu tarafından yayımlanan haberden dolayı adli para cezasına hükmedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun sorumlu müdürü olduğu yayın kuruluşu Akit TV'de 12/8/2016 tarihinde "Ülker'den Telekom'a Paralel Bağlantı" isimli bir haber yayımlanmıştır. Söz konusu haberde, Türk Telekomünikasyon A.Ş. (şirket) bayisi olduğu anlaşılan Y.U.nun bir röportajına yer verildiği görülmüştür. Röportajda bir zamanlar şirket bünyesinde yönetici olarak çalışmış H.B. isimli kişinin Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) menfaatine uygun hareket ettiğine dair birtakım iddialar mevcuttur. Mezkûr röportajda Y.U.nun ihtilaflı ifadeleri şöyledir: "Bu bir Yahudi taktiğidir. [...] [H.B.] Türk Telekom'un başına geldikten sonra Pensilvanya'dan aldığı emirleri bir bir uygulamaya başladı, kendinden olmayanların kuyularını kazdı. Sayın [H.B.] Trabzonlu, hemşehrimiz. İmam hatip mezunu olduğunu söyledi bana telefonda. Ben de kendisine aynen şunu söylüyorum. Sayın [H.B.] imam hatip mezunusun, müslüman adam, başka insanların ekmeğiyle oynar mı? [...] Sen içerideki bütün işi bilen adamları lağvettin, istifa ettirdin, başka kurumlara gönderttin, gittin oradan coca-colacıları getirttin. [...] Örgüt Telekom'da metastas yaptıktan sonra kendi ajanlarını yerleştirmeye başladı. [...] Üstelik örgüt yerleştirdiği hainlere her perşembe günü eğitim adı altında beyin yıkama operasyonu yapıyordu..." Söz konusu yayın sonrasında haberde adı geçen H.B., şirket ile ilişiğini anlaşma yoluyla kesmiştir. Ayrıca H.B. hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçu kapsamında açılan soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Bunun üzerine H.B. (müşteki), Akit TV'de yayımlanan habere konu röportajda Y.U.nun ileri sürdüğü, kendisinin FETÖ/PDY mensubu olduğu ve Ülker isimli şirketten Türk Telekom'a örgüt tarafından atandığı, örgüt adına faaliyet yürüttüğü iddialarının asılsız olduğunu belirterek röportajı veren kişi ve kanal sorumlusundan şikâyetçi olmuştur. Müşteki, başvurucunun sorumlu müdürü olduğu kanalda yayımlanan röportajda hakkındaki asılsız bilgilerin kamunun bilgisine sunulduğunu; haberin kişilik haklarına, şeref ve onuruna, ticari itibarına zarar verdiğini ileri sürmüştür. Hakkında terör örgütü üyeliğine ilişkin kesinleşmiş herhangi bir yargı kararı bulunmaksızın yayımlanan röportajın hakaret ve iftira niteliği taşıdığını iddia ederek ilgili haberin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceğini savunmuştur. Başvurucu, röportajda paylaşılan bilgilerin görünür gerçeğe uygun olduğunu, müştekinin üst düzey yöneticisi olduğu şirkette darbe girişimi sonrasında 290 çalışanın terör örgütüyle bağlantısı olduğu gerekçesiyle iş aktine son verildiğini, FETÖ/PDY'nin Türk Telekom A.Ş.deki yapılanmasıyla ilgili çeşitli davaların mevcut olduğunu, haberin ifade özgürlüğü sınırları içerisinde kaldığını beyan etmiştir. İstanbul Anadolu Asliye Ceza Mahkemesi tarafından görülen yargılamada, başvurucunun söz konusu haber sebebiyle hakaret suçunu işlediği kanaatine varılarak 740 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar kesin niteliktedir. İlgili kararın gerekçesinde mahkemenin haberde adı geçen müştekinin şikâyet dilekçesini; sanık Y.U.'nun savunmasını; başvurucunun savunmasını tırnak işareti içerisinde özetlediği ve "bu suretle sanıkların üzerine atılı hakaret suçunu işledikleri anlaşılmış[tır]" demek suretiyle hakaret suçunun somut olayda sübuta erdiğini tespit ettiği görülmüştür. Başvurucu 9/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/37223 | Başvuru, bir yayın kuruluşu tarafından yayımlanan haberden dolayı adli para cezasına hükmedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; imar planında taşınmazın kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının, tam yargı davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun murisi K.Ö. Ankara'nın Çankaya ilçesi Karakusunlar Mahallesi 27420 ada 2 sayılı parselde bulunan taşınmazın hissedarıdır. Anılan taşınmaz 1994 yılında Çankaya Belediye Meclisi kararı ile kabul edilen 1/1000 ölçekli imar planı ile "İlkokul Alanı" olarak ayrılmıştır. K.Ö.; kullanım amacı doğrultusunda kamulaştırma görevinin yerine getirilmeyerek mülkiyet hakkının idare tarafından süresi belirsiz şekilde kısıtlandığından bahisle 16/12/2011 tarihinde kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açılmıştır. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi 12/11/2013 tarihinde görevsizlik kararı vermiştir. Kararda Uyuşmazlık Mahkemesinin 14/1/2013 tarihli kararı uyarınca davanın idari yargının görevinde olduğu belirtilmiştir. Görevsizlik kararı üzerine K.Ö. tarafından kamulaştırmasız el atma nedeniyle 6/3/2014 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açılmıştır. Mahkeme 24/2/2015 tarihinde davayı kısmen kabul etmiştir. Kararda taşınmazın imar planında "İlkokul Alanı" olarak belirlenmesi nedeniyle 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun maddesi uyarınca imar planının yürürlüğe girmesinden itibaren en geç üç ay içinde bu planı tatbik etmek üzere beş yıllık imar programının belediyece hazırlanması gerektiği belirtilmiştir. Söz konusu hususun yerine getirilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının belirsiz bir süre ile kısıtlandığı ve bu kısıtlamanın kaldırılmadığı ifade edilmiştir. Taşınmazın değerinin tespiti amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırılmış ve taşınmazın değeri 235 TL olarak belirlenmiştir. Mahkeme tespit edilen değerin K.Ö.ye ödenmesine karar vermiştir. Karara karşı K.Ö. ve idare tarafından sırasıyla 27/5/2015 ve 21/5/2015 tarihlerinde temyiz yoluna başvurulmuştur. Danıştay Altıncı Dairesi (Daire) tarafından 18/10/2016 tarihinde mahkemenin kararı bozulmuştur. Kararda 7/9/2016 tarihinde yürürlüğe giren 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Mahkeme bozma kararına uyarak 9/6/2017 tarihinde uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. İdare 31/7/2017 tarihinde kararı temyiz etmiştir. Daire 9/11/2017 tarihinde temyiz talebini reddetmiştir. İdarenin 30/1/2018 tarihli karar düzeltme talebi de Dairenin 30/10/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 27/11/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/37630 | Başvuru, imar planında taşınmazın kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının, tam yargı davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, “transit rejimi kurallarına aykırılık” suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 3/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 23/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 30/6/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ve diğer üç şüpheli hakkında, “transit rejimi kurallarına aykırılık” suçunu işledikleri iddiasıyla Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının 2/5/2006 tarih ve E.2006/414 sayılı iddianamesi ile kamu davası açılmıştır. Mardin Asliye Ceza Mahkemesi, 14/3/2012 tarih ve E.2006/372, K.2012/159 sayılı kararı ile başvurucunun “kaçakçılık” suçundan 845,83 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Karar başvurucu tarafından temyiz edilmiş olup, temyiz incelemesi devam etmektedir. Başvurucu, 3/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 10/7/2003 tarih ve 4926 sayılı mülga Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin 2 numaralı alt bendi. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4628 | Başvurucu, “transit rejimi kurallarına aykırılık” suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, başvurucu tarafından hakaret, görevi kötüye kullanma, iftira, kamu görevlisinin suçu bildirmemesi iddialarıyla yapılan suç duyuruları üzerine yürütülen soruşturmalar kapsamında soruşturma izni verilmemesi ve bu kararlara karşı yapılan itirazların reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı ile maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, aynı şikâyetler kapsamında 27/2/2014 ve 15/5/2014 tarihlerindeüç ayrı başvuru yapmıştır. 2014/2545 ve 2014/6716 numaralı başvurular 2014/2544 numaralı başvuruda birleştirilmiştir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atıfta bulunarak başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Gümrük ve ve Ticaret Bakanlığında başmüfettiş olarak görev yapmıştır. Başvurucu, başmüfettişlik görevi gereğince düzenlediği raporlar ile tespit ettiği hukuka aykırılıklar hakkında işlem yapılmadığını, aleyhine kanun ve usule aykırı soruşturmaların yapıldığını ve disiplin cezalarının uygulandığını, müstafi kabul edildiğini ileri sürerek 3/4/2013 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde hakaret, görevi kötüye kullanma, iftira, kamu görevlisinin suçu bildirmemesi suçlarının işlendiğinden bahisle Gümrük ve Ticaret Bakanlığı müsteşar ve yardımcıları, rehberlik ve teftiş başkanı, personel dairesi başkanı ve başmüfettişten şikâyetçi olmuştur. Başvurucu benzer iddialar kapsamında kendisi hakkında tesis edilen birtakım idari işlemler sebebiyle 17/4/2013 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı nezdindeGümrük ve Ticaret Bakanlığı müsteşar yardımcısı, gümrükler genel müdürü ve genel müdür yardımcısı, rehberlik ve teftiş başkanı, rehberlik ve teftiş başkan yardımcısı, personel dairesi başkanı, başmüfettişler ve hukuk müşavirinden şikâyetçi olmuştur. Başvurucunun 24/6/2013 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde yaptığı suç duyurusunun konusu ise bayram tatili için Antalya'da bulunduğu sıradaherhangi bir görev emri olmamasına rağmen Antalya Havalimanında yaptığı resen inceleme ve araştırma ile H.Z. isimli kişinin bilgisine başvurması sonucunda hakkında disiplin cezası verilmesi üzerine hakaret, iftira, görevi kötüye kullanma, suç uydurma ve kamu görevlisinin suçunun işlendiği iddiası olup Gümrük ve Ticaret Bakanlığı rehberlik ve teftiş başkanı ile başmüfettişleri hakkında şikâyetçi olunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, şikâyet edilenler hakkında Gümrük ve Ticaret Bakanlığından soruşturma izni talep etmiştir. Gümrük ve Ticaret Bakanı sırasıyla 25/7/2013, 29/8/2013 ve 19/11/2013 tarihli işlemlerle soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararlar vermiştir. Başvurucu, soruşturma izni verilmemesi kararına karşı süresi içerisinde Danıştay nezdinde itiraz yoluna gitmiş, Danıştay Dairesinin 18/12/2013 tarihli ve E.2013/1467, K.2013/1761 ile E.2013/1522, K.2013/1762 sayılı kararlarıyla 25/7/2013 ve 29/8/2013 tarihli soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararlara karşı yapılan itirazlar reddedilmiştir. Yine aynı Dairenin 5/3/2014 tarihli ve E. 2014/12, K.2014/334 sayılı kararıyla başvurucunun 19/11/2013 tarihli işleme karşı yaptığı itirazı reddedilmiştir. Anılan kararlar 10/2/2014 ve 28/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/2/2014 ve 15/5/2014 tarihlerinde bireysel başvurularda bulunmuştur. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2544 | Başvuru, başvurucu tarafından hakaret, görevi kötüye kullanma, iftira, kamu görevlisinin suçu bildirmemesi iddialarıyla yapılan suç duyuruları üzerine yürütülen soruşturmalar kapsamında soruşturma izni verilmemesi ve bu kararlara karşı yapılan itirazların reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı ile maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
BAŞVURU KONUSU Başvuru, bir dokümanın ceza infaz kurumu idaresince hükümlü olan başvurucuya verilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu başvuru tarihinde, devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışmak suçundan hükümlü olarak Alanya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucuya dışarıdan otuz beş sayfalık fotokopi biçiminde bir doküman gönderilmiştir. İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu (Eğitim Kurulu) söz konusu dokümanı incelenmesi amacıyla Alanya İlçe Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Büro Amirliğine göndermiştir. Amirlik tarafından hazırlanan inceleme tutanağına göre söz konusu dokümanda; PKK terör örgütü mensuplarını övücü nitelikte, örgüt adına şiddet eylemleri gerçekleştirerek sözde kahraman olmaya özendirir mahiyette ve ayrıca örgütsel motivasyon kazandırmaya yönelik ifadelere yer verildiği tespit edilmiştir. Eğitim Kurulu 10/8/2015 tarihli kararında, 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasına aykırı olduğu gerekçesiyle söz konusu dokümanın başvurucuya teslim edilmemesine karar vermiştir. Eğitim Kurulu, yukarıda yer verilen inceleme tutanağına göre dokümanın başvurucuya verilmesi hâlinde mahkûmların yeniden suç işlemesini engelleyici etmenlerin güçleştirileceğini, ayrıca örgüt talimatları doğrultusunda mahkûmların topluma yeniden kazandırılmasının geciktirileceğini, dokümanın örgüt propagandası amacıyla kullanılarak örgüte yeni eleman kazandırılması amacıyla da kullanılabileceğini ifade etmiştir. Eğitim Kurulu kararına karşı başvurucunun Alanya İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yaptığı şikâyet, İnfaz Hâkimliğinin 16/9/2015 tarihli kararında usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu, İnfaz Hâkimliğinin ret kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Alanya Ağır Ceza Mahkemesi, İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Bu karar başvurucuya 26/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevcut başvurunun değerlendirilmesi sırasında gözönünde bulundurulan ulusal hukuk kaynakları için bkz. Halil Bayık [GK], (B. No: 2014/20002, 30/11/2017, §§ 15-16).B. Uluslararası Hukuk Mevcut başvurunun değerlendirilmesi sırasında gözönünde bulundurulan uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Ahmet Temiz (6), (B. No: 2014/10213, 1/2/2017, §§ 17-18). | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/18100 | BAŞVURU KONUSU Başvuru, bir dokümanın ceza infaz kurumu idaresince hükümlü olan başvurucuya verilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutuklamanın hukuka aykırı olması, tutukluluğun makul süreyi aşması, sulh ceza hâkimliklerinin bağımsız ve tarafsız olmaması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, resen yapılan tutukluluk incelemelerinde alınan savcılık görüşünün bildirilmemesi, tutukluluğa itirazların değerlendirilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; mal varlığına tedbir konulması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, sadece tutuklamanın hukuki olmadığı şikayetiyle ilgili görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:Başvurucu, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Genel Kurulunun 16/7/2016 tarihli kararı ile görevinden uzaklaştırılmış; 24/8/2016 tarihli kararı ile meslekten ihraç edilmiş ve bu karar 29/11/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla meslekten ihraç edilenler hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine Denizli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 17/7/2016 tarihinde başvurucu gözaltına alınmıştır. Başvurucu 17/7/2016 tarihinde Denizli Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu, ifadesinde; Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile herhangi bir bağlantısının olmadığını, hiç kimsenin telkiniyle hareket etmediğini, televizyondan gördüğü haberler dışında darbe teşebbüsü hakkında bir bilgiye sahip olmadığını, bu darbe girişimini tasvip etmediğini ifade etmiştir. Sonuç olarak başvurucu, FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur. Denizli Cumhuriyet Başsavcılığı 17/7/2016 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle başvurucuyu Denizli Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu Denizli Sulh Ceza Hâkimliğinde 17/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu, sorgu sırasındaki ifadesinde; çalıştığı yerlerde yasal olmayan hiçbir faaliyet içine girmediğini, kaçma imkânına sahip olmasına rağmen kaçmadığını, herhangi bir örgütün üyesi olmadığını ve suçlamaları kesinlikle kabul etmediğini belirtmiştir. Denizli Sulh Ceza Hâkimliği 17/7/2016 tarihinde başvurucunun tutuklanması talebinin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Şüpheli hakkında atılı suçlardan tutuklanması talebinde bulunulmuş ise de soruşturma evrakının incelenmesinde talep yazısı ekinde şüphelinin Cumhuriyet Savcısı tarafından alınan ifadesi bunun dışında iş yeri ve arama tutunağı olduğu soruşturmanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar soruşturma bürosunun 16/7/2016 tarih bila sayılı talebi üzerine Denizli Cumhuriyet başsavcılığının 17/7/2016 tarih 19701 soruşturma numarasını alan tutanak ile başlatıldığı, sonrasında Denizli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Nöbeçti Sulh Ceza Hâkimliğine göz altına alma, arama ve elk koyma kararı talep edildiği, alınan bu karar doğrultusunda şüphelinin yakalanarak ifadesi alınıp hâkimliğimizde hazır edildiği, soruşturma evrakında başka bir evrakın olmadığı CMK'nun 100/1 maddesinde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde tutuklama kararı verilebileceğinin ön görüldüğü, buna göre şüpheli hakkında işlediği iddia edilen suçlarla ilgili herhangi bir somut delilin soruşturma evrakında bulunmamasından dolayı tutuklama talebinin reddine ... [karar verildi.]" Bu karara Cumhuriyet Başsavcılığınca 19/7/2016 tarihinde itiraz edilmiş ve başvurucu hakkında tutuklamaya yönelik yakalama emri düzenlenmesine karar verilmesi talebinde bulunulmuştur. Denizli Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Denizli Sulh Ceza Hâkimliği 19/7/2016 tarihinde, başvurucu hakkında yürütülen soruşturmaya ilişkin olarak müdafinin ve tarafların dosya içeriğini incelemesinin veya belgelerden örnek almasının soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanmasına karar vermiştir. Denizli Sulh Ceza Hâkimliği 21/7/2016 tarihinde, Cumhuriyet Savcılığının itirazının yerinde olduğu gerekçesiyle başvurucu hakkında tutuklamaya yönelik yakalama emri düzenlenmesine karar vermiştir. Erzurum'da yakalandıktan sonra 25/7/2016 tarihinde başvurucunun Denizli Sulh Ceza Hâkimliğinde sorgusu yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Sorgu işlemi, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla kayda alınmıştır. Başvurucunun sorgusundaki ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"Ben sorguya çıkartıldım üzerime atılı suçlar tarafından serbest bırakıldım Cumhuriyet Başsavcı vekili bey ile görüştüm serbest kaldığımı belirttim eşim ve çocuklarım Erzurumda olduğu için Denizli'de hiç kimsemiz olmadığından ve kalacak yerim de olmadığından eşim ve çocuklarım Erzurum'da kalmıştı. Başsavcı vekilimize Erzurum'a gidip gidemeyeceğimi sordum. Hukuki sureci sizde biliyorsunuz şu anda serbestsiniz açığa da alındınız Adliye'ye gelme zorunluluğunuz yoktur takdir sizindir dedi. Daha önceden Bafra'dan tanıdığım ve stajyerim olanDenizli Ağır Ceza Mahkemesi üyesiile lojmanda aynı daireyi paylaşıyorduk ben orada misafir idim ailem de çok tedirgin olmuştu. Erzurum'dan Denizli ye gelmek istiyorlardı beraber kaldığımhâkime bir zararımda olmasın diyerek Denizli'den otobüs ile Erzurum'a intikal ettim beni serbest bırakan hâkim ifademi alırken bulunacağım adresi de bildirdim ben bu sene adli tatilden yararlanıyordum zaten 20 temmuz itibari ile erzuruma gitmek için uçak bileti almıştım bu vahim olay olmasaydı ben 20 temmuz günü uçak ile Erzurumda olacaktım ben serbest kaldıktan sonra otobüs ile erzuruma geldim uçak biletimi de iptal ettirdim ...Ben cep telefonumu kullanmış olduğum bilgisayarımı da teslim ettim. Facebook hesabım vardır gene adaletorg sitelerinde hesabım vardır bunlarında şifrelerini vermeye hazırım gene bu hesaplardan suçlandığım terör örgütü ile ve hükümet ile alakalı en ufak ne övücü nede yerici bir paylaşımım yoktur. Ben görevimi yaparken hükümet aleyhine veya lehine hiç bir şey yazmadım olurda soruşturmalarda önümüze gelirse tarafsızlığımıza gölge düşürmesin diye hareket ettim . Fetö terör örgütü ile herhangi bir bağlantım yoktur. Ben 9 yıllık Cumhuriyet savcısıyım herhangi bir başsavcılığım yoktur, yurt dışına çıkmadım , seminerlere gitmedim meslek içerisinde böyle bir yapılanma olduğu herkes tarafından biliniyordu ancak iyiniyetle bakıyorduk ama atamalardaki haksızlıklar yurtdışına seminerlere gidenleri gördükten ve diğer kurumlarda sınav sorularının çalınması sureti ile kişilerin hak etmedikleri görevlere atandıklarını fark etmem üzerine benim bakış açım tamamen değişti, benim Fetö terör örgütü ile herhangi bir bağım yoktur ... Bazı hâkim ve cumhuriyet savcılarına bu darbe ile ilgili telefonlarına mesaj gitmiş benim telefonumda geriye doğru incelenebilir bu şekilde herhangi bir mesaj yoktur gene bazı hâkim ve cumhuriyet savcılarının zaten bu darbe girişimi biliniyordu şeklinde açıklamalarını duyduğumda benim böyle bir girişimin düşünüldüğünden dahi haberim yoktu . Ben bir gün önce Cumhuriyet Savcısı idim bir gün sonra polisine askerine kurşun sıkan şerefsizlerle aynı konuma getirildim. Bu zaten benim ceza almamdan bile daha ağır bir şeydir, mesleğim tehlikededir 3 çocuğum vardır benim ailemle çok mutlu bir hayatım vardı. Ben en ufak market alışverişine dahi çocukları ile birlikte giden bir insanım çalıştığım yerlerdeki meslektaşlarım ve vatandaşlarla hepsiyle memnun olarak ayrıldım, benim kaçma şüphem yoktur karartacak herhangi bir delil de yoktur üzerime atılı suçlamaları kabul etmiyorum ben her şeyin sonuna kadar araştırılmasını talep ediyorum. Çocuklarım ailem buradadır herkes mağdur oldu tutuklama gibi bir durum olacaksa adli kontrol ile serbest bırakılmamı talep ediyorum." Sorgu sonucunda başvurucunun Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevi yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarından tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:"Şüpheli[nin] üzerine atılı Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Ortadan Kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Anayasal Düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, Silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevi yapmasını engellemeye teşebbüs suçlarından, üzerineatılı suçların vasıf ve mahiyeti mevcut delil durumu, delillerin henüz toplanma aşamasında olması; soruşturma dosyasına ekli ev arama el koyma tutanağı, iş yeri arama tutanağı, Denizli 1 Sulh Ceza Hâkimliğinin 21/7/2016 tarih 2016/2083 değişik iş sayılı kararı, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal düzene karşı işlenen suçlar soruşturma bürosunun 16/7/2016 tarihli yazısı, HSYK Dairesinin 16/7/2016 tarih 2016/7900-2016/9052karar sayılı yazıları bir bütün olarak değerlendirildiğinde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin mevcudiyeti, şüphelinin üzerine atılı suçların CMK. 100/3 a-10-11 maddesinde belirtilen katalog suçlardan olması karşısında kaçma şüphesi de gözetilerektutuklama sebebi mevcut olmakla, atılı suçların TCK'daki cezasının alt ve üst sınırıları dikkate alındığında, tutuklama tedbirinin fiil ile orantılı olacağı, bu aşamada adli kontrol hükümlerinin yetersiz ve işlevsiz kalacağı değerlendirilerek şüphelinin CMK. 100 ve devamı maddeleri gereğince tutuklanmasına... [karar verildi.]" Denizli Cumhuriyet Başsavcılığı 19/9/2016 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Başvurucu 25/7/2016 tarihli tutuklama kararına 28/7/2016 tarihinde, 18/8/2016 tarihinde verilen tutukluluğun devamı kararına 22/8/2016 tarihinde, 7/9/2016 tarihli tutukluluğun devamı kararına da 26/9/2016 tarihinde itiraz etmiştir. Başvurucu, bu itirazları hakkında herhangi bir karar verilmediğini belirtmiş; 24/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. UYAP üzerinden yapılan incelemede de başvurucunun itirazları hakkında karar verildiğine ilişkin bir bilgi veya belgeye ulaşılamamıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 6/1/2017 tarihli ve 680 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesi ile 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasında hâkim ve savcıların kişisel suçları hakkında soruşturma yapma yetkisinin ilgilinin görev yaptığı yerin bağlı olduğu bölge adliye mahkemesinin bulunduğu yerdeki il Cumhuriyet başsavcılığına ait olduğu şeklinde değişiklik yapıldığı gerekçesiyle 9/1/2017 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Antalya Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Antalya Sulh Ceza Hâkimliği 24/10/2017 tarihinde; başvurucu hakkında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarından verilen tutuklama kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının 11/12/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle Antalya Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede, başvurucunun FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer almak suretiyle terör örgütüne üye olma suçunu işlediği iddia edilmiştir. İddianamede suçlamaya esas alınan olgular şöyle özetlenebilir: i. Başvurucunun HSYK'nın 16/7/2016 tarihli kararı ile görevinden uzaklaştırıldığı, 24/8/2016 tarihli kararı ile meslekten ihraç edildiği ve bu kararın 29/11/2016 tarihinde kesinleştiği belirtilmiştir. ii. Bafra Adliyesinde görevli olan tanıklar R.P., Ç.Ş., F.G. ve Y.S.ni şüphelinin Bafra Adliyesinde görev yaptığı dönemde FETÖ/PDY ile ilgili bir söz ve davranışının olmadığını beyan ettikleri, Denizli Adliyesi personeli A.nın da beyanının aynı yönde olduğu ifade edilmiştir.iii. Başvurucuya ait telefon hattı üzerinde yapılan inceleme neticesinde Antalya İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü görevlilerince tanzim edilen 7/12/2017 tarihli HTS analiz raporunda başvurucunun FETÖ/PDY'ye üye olma suçu kapsamında işlem yapılan kişilerle görüşme yaptığı belirtilmiştir.iv. Başvurucunun cep telefonuna ait olan klasörde yer alan fotoğraflar arasında nereden ya da ne şekilde yüklendiği bilinmeyen FETÖ/PDY lideri Fethullah Gülen'e ait dört adet fotoğrafın olduğu, ayrıca imaj dosyaları arasında adli konuları içeren Microsoft Office formatında dijital verilerin bulunduğunun tespit edildiği iddia edilmiştir.v. HSYK Genel Sekreterliğinin 5/12/2017 tarihli yazısıyla Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen gizli tanık Defne'nin 29/11/2017 tarihli dilekçesinde başvurucuyla ilgili olarak "....her biri İstanbul Hukuk Fakültesi mezunu olan adli yargı hâkimleri Y.K., [AL.], A.İ., A.Y., T.A., A.N., S., İ. isimli kişilerin cemaat evlerinde veya yurtlarında kaldıklarını..." şeklinde açıklamaların bulunduğu belirtilmiştir. İddianame Antalya Ağır Ceza Mahkemesince 26/12/2017 tarihinde kabul edilerek E.2017/429 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 25/1/2018 tarihinde yaptığı ilk duruşmada başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucu savunmasında özetle cep telefonunda bulunduğu iddia edilen fotoğrafların haber sitelerinden kaldığını, gizli tanık beyanlarını kabul etmediğini, örgütün ev ve yurtlarında kalmadığını, dayısının evinde kaldığını, bunun ikametgâh belgesi ile sabit olduğunu, HTS kayıtlarına göre görüştüğü iddia edilen kişilerin aynı yerde çalışırken görüştüğü meslektaşları ile jandarma ve polisler olduğunu, bu kişiler arasında hâlen görevde olan kişilerin de bulunduğunu, görüşmeleri arasında aleyhine olacak şekilde ayrım yapılmasının yanlış olduğunu belirtmiştir. Mahkeme, duruşma sonunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tahliyesine ve başvurucu hakkında adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sanığın aşamalarda alınan birbiriyle uyumlu savunmaları, mevcut delil durumu, tutuklulukta geçirdiği süre ve tüm dosya kapsamı göz önüne alındığında sanığın tutukluluk halinin devamının ölçülü olmayacağı, adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasının yeterli olacağı kanaatine varıldığından başkaca bir suçtan tutuklu veya hükümlü değil ise tahliyesine, aynı gerekçelerle CMK maddesi gereğince yurt dışına çıkış yasağı uygulanmak suretiyle adli kontrol altına alınmasına... [karar verildi.]" 24/5/2018 tarihli duruşmada Mahkeme, başvurucunun cep telefonunda tespit edilen FETÖ/PDY lideri Fetullah Gülen'e ait dört adet fotoğrafın haber sitelerinin kalıntısı olan fotoğraf niteliğinde mi yoksa özellikle indirilmiş fotoğraf niteliğinde mi olduğunun tespiti için bilirkişi raporu aldırılmasına karar vermiştir. 25/10/2018 tarihli duruşmada bilirkişi, raporunu sunmuştur. Bilirkişi raporunda; dört adet resim dosyasının telefon hafızasına özellikle indirilmiş resim dosyaları olmadığı, telefonda yüklü Chrome uygulaması tarafından cache klasörüne internet sitesinde içerik gezintisi sırasında kaydedilmiş resim dosyalarından ibaret olduğu belirtilmiştir. 25/10/2018 tarihli duruşmada A. (eski hâkim) adlı kişinin etkin pişmanlık kapsamında verdiği 1/2/2018 tarihli dilekçe okunmuştur. A. adlı kişi, dilekçesinde; hukuk fakültesinin son sınıfındayken Ö. adlı kişiyle tanıştığını, bu kişinin kendisine Ankara'da hâkimlik sınavına çalışan kişilerin kaldığı evlerden bahsettiğini, Ankara'daki bu evlerden birinde aralarında başvurucunun da bulunduğu kişilerle birlikte kaldığını, bu evlerde disiplinli bir şekilde sınava çalıştıklarını, bu süreçte sınav sorularının verilmesi gibi bir durumun söz konusu olmadığını, böyle bir olaya şahit olmadığını belirtmiştir.Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. A. Ulusal Hukuk İlgili ulusal hukuk için bkz. Adem Türkel (B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39) başvurusu hakkında verilen karar. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/9/2017 tarihli ve E.2017/MD-956, K.2017/370 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:"... 2- FETÖ/PDY Silahlı Terör ÖrgütüFETÖ/PDY silahlı terör örgütü, paravan olarak kullandığı dini, din dışı dünyevi emellerine ulaşma aracı haline getiren; siyasi, ekonomik ve toplumsal yeni bir düzen kurma tasavvuruna sahip örgüt liderinden aldığı talimatlar doğrultusunda hareket eden; bu amaçla öncelikle güç kaynaklarına sahip olmayı hedefleyip güçlü olmak ve yeni bir düzen kurmak için şeffaflık ve açıklık yerine büyük bir gizlilik içerisinde olmayı şiar edinen; bir istihbarat örgütü gibi kod isimler, özel haberleşme kanalları, kaynağı bilinmeyen paralar kullanıp böyle bir örgütlenmenin olmadığına herkesi inandırmaya çalışarak ve bunda başarılı olduğu ölçüde büyüyüp güçlenen, bir yandan da kendi mensubu olmayanları düşman olarak görüp mensuplarını motive eden; 'Altın Nesil' adını verdiği kadrolarla sistemle çatışmak yerine sisteme sahip olma ilkesiyle devlete tabandan tavana sızan; bu kadroların sağladığı avantajlarla devlet içerisinde belli bir güce ulaştıktan sonra hasımlarını çeşitli hukuki görünümlü hukuk dışı yöntemlerle tasfiye eden; böylece devlet aygıtının bütün alt bileşenlerini ünite ünite kontrol altına almayı ve sisteme sahip olmayı planlayıp ele geçirdiği kamu gücünü de kullanarak toplumsal dönüşümü sağlamayı amaçlayan; casusluk faaliyetlerini de bünyesinde barındıran atipik/suigeneris bir terör örgütüdür....Örgütün hiyerarşik yapılanması tabaka-kat sistemine dayanır. Katlar arasında geçişler mümkün ise de, dördüncü kattan sonrasındaki geçişleri önder belirlemektedir. Katlar şu şekildedir:a) Birinci Kat (Halk Tabakası): Örgüte iman ve gönül bağıyla bağlı olanlar, fiili ve maddi destek sağlayanlardan oluşur. Bunların bir çoğu örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan bilinçli veya bilinçsiz hizmet ettirilen kesimdir.b) İkinci Kat (Sadık Tabaka): Okul, dershane, yurt, banka, gazete, vakıf ve kurum görevlilerinden oluşan sadık gruptur. bunlar örgüt sohbetlerine katılan, düzenli aidat ödeyen, az veya çok örgüt ideolojisini bilen kişilerdir.c) Üçüncü Kat (İdeolojik Örgütlenme Tabakası): Gayri resmi faaliyetlerde görev alan, örgüt ideolojisini benimseyen ve ona bağlı çevresine propaganda yapan kişilerdir.d) Dördüncü Kat (Teftiş Kontrol Tabakası): Bütün hizmeti (legal ve illegal) denetler. Bağlılık ve itaatte dereceye girenler buraya yükselebilir. Bu tabakaya girenler örgütte çocuk yaşta kazandırılanlardan seçilir. Örgüte sonradan katılanlar genellikle bu katta ve daha üst katlarda görev alamazlar.e) Beşinci Kat (Organize Eden ve Yürüten Tabaka): Üst düzey gizlilik gerektirir. Birbirlerini çok az tanırlar. Örgüt lideri tarafından atanan ve devletteki yapıyı organize edip yürüten kişilerdir.f) Altıncı Kat (Has Tabaka): Örgüt lideri Fethullah Gülen tarafından bizzat atanan ve lider ile alt tabakaların irtibatını sağlayan, örgüt içi görev değişiklikleri yapıp azillere bakan kişilerdir.g) Yedinci Kat (Kurmay Tabaka): Örgüt lideri tarafından doğrudan seçilen ve on yedi kişiden oluşan örgütün en seçkin kesimidir....3- Hata Hükümleri Çerçevesinde Silahlı Terör Örgüt Üyeliği Suçunun DeğerlendirilmesiBir suç örgütü, baştan itibaren suç işlemek üzere kurulmuş illegal bir yapı olabileceği gibi, legal olarak faaliyet göstermekte olan bir sivil toplum örgütünün sonradan bir suç örgütüne, hatta terör örgütüne dönüşmesi de mümkündür. Bu kapsamda önceden var olan ancak hakkında karar verilmediği için kamuoyu tarafından varlığı bilinmeyen örgütün hukuki varlık kazanması mahkemeler tarafından verilecek karara bağlı ise de örgütün kurucusu, yöneticileri ya da üyeleri; kuruluş tarihinden veya meşru amaçlarla kurulup daha sonra suç örgütüne dönüştüğü andan itibaren ceza hukuku bakımından sorumlu olacaklardır.Silahlı terör örgütüne üye olma suçunun doğrudan kasıtla işlenebildiği gözetilerek, hukuki zeminde faaliyet gösteren ve nihai amacını gizli tutması nedeniyle açıkça bilinmeyen yapılara dahil olan örgüt mensuplarından bir kısmının, oluşumun bir terör örgütü olduğunu bilmediklerini iddia etmeleri durumunda, TCK'nun maddesinin birinci fıkrasında yer alan hata hükmü uyarınca değerlendirme yapmak gerekecektir....FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün, Devletin anayasal düzenini cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olan nihai amacını gerçekleştirmek için 'mahrem alan' şeklinde örgütlenmesi ve devletin silahlı kuvvetlerindeki unsurları dikkate alındığında gerekli ve yeterli örgütsel güce sahip olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Örgütün bu amaç ve yöntemlerini bilen örgüt mensuplarının örgütteki konumları gözetilerek cezalandırılacağı da açıktır. örgütlenme piramidine göre, beş, altı ve yedinci kat ve kural olarak üç ve dördüncü katlarda bulunan örgüt mensuplarının bu durumda olduklarının kabulü gerekmektedir. Ancak önce dini bir kült, ardından da terör örgütü haline dönüşen FETÖ/PDY'nin, başlangıçta bir ahlak ve eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve genellikle böyle algılanması, örgütün gayrı meşru amaçlarını gizleyip alenen kriminalize olmamaya çalışması ve örgütün kurucusu ve yöneticisi Fethullah Gülen hakkında Ankara Ağır Ceza Mahkemesince verilen beraat kararının onanarak kesinleşmesi karşısında, özellikle örgütün sözde meşruiyet vitrini olarak kullanılan diğer katlardaki örgüt mensupları tarafından bilinip bilinmediğinin olaysal olarak TCK'nun maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.Bu bağlamda söz konusu değerlendirme yapılırken, ülke çapında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar, FETÖ/PDY silahlı terör örgütüyle ilgili dava dosyalarında yer alan EGM'nin[Emniyet Genel Müdürlüğü] örgüt hakkındaki raporuyla diğer belgeler, mahkemelerce karara bağlanan davalar, bu davalarda dinlenen itirafçı sanıkların savunmaları, tanık beyanları ve benzer pek çok kaynakta yer aldığı üzere; örgüt mensubu olan kamu görevlileri tarafından örgütün nihai amacının açıkça ortaya konularak, devleti ve hükümeti açıkça hedef alan terör faaliyetlerinin icra edilmesi, bu faaliyetlerin örgüt liderinin açıklamaları ve basın yayın araçlarıyla üstlenilmesi gibi sansasyonel olayların kamuoyunun gündemini uzunca bir süre meşgul edip yoğun bir şekilde tartışılması hususları gözden kaçırılmamalıdır. Bu nitelikli çok sayıda olay arasında, 7 Şubat 2012 tarihli MİT krizi, gayri hukuki iletişimin dinlenmesi kararları aracılığıyla elde edilmiş hukuka aykırı bulgulara dayandığı ve suç unsurlarının da oluşmadığı gerekçeleriyle kovuşturmaya yer olmadığı kararlarına konu olan 17/25 Aralık 2013 tarihli operasyonlar ile 1 Ocak ve 19 Ocak 2014 tarihli MİT tırlarının durdurulması hadiselerini saymak mümkündür.Ayrıca, Milli Güvenlik Kurulunun 2014 ve daha sonraki tarihlerde gerçekleştirdiği müteaddit toplantılarında alınan ve kamuoyuyla paylaşılan kararlarda; FETÖ/PDY'nin, milli güvenliği tehdit eden ve kamu düzenini bozan, devlet içerisinde legal görünüm altında illegal faaliyetler yürüten, illegal ekonomik boyutu bulunan, diğer terör örgütleriyle işbirliği yapan bir terör örgütü olduğuna dair değerlendirmelerin yapılması ve bu terör örgütüyle devletin tüm kurum ve birimleriyle birlikte etkin bir mücadele edilmesine dair kararların alınması, aynı tespit ve açıklamaların devlet ve hükümet yetkililerince de en üst düzeyde benimsenip kamuoyuyla paylaşılması gibi olguların da gözardı edilmemesi gerekir...." Yargıtay Ceza Dairesinin 26/10/2017 tarihli ve E.2017/1809, K.2017/5155 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:"...Örgüt üyesi, örgüt amacını benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir. Örgüt üyeliği, örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hâkim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir. Örgüt üyesi örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ, canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit eden bağ olup, üyeliğin en önemli unsurudur. Örgüte yardımda veya örgüt adına suç işlemede de, örgüt yöneticileri veya diğer mensuplarının emir ya da talimatları vardır. Ancak örgüt üyeliğini belirlemede ayırt edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir. Silahlı örgüte üyelik suçunun oluşabilmesi için örgütle organik bağ kurulması ve kural olarak süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren eylem ve faaliyetlerin bulunması aranmaktadır. Ancak niteliği, işleniş biçimi, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı, örgütün amacı ve menfaatlerine katkısı itibariyle süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk özelliği olmasa da ancak örgüt üyeleri tarafından işlenebilen suçların faillerinin de örgüt üyesi olduğunun kabulü gerekir. Örgüte sadece sempati duymak ya da örgütün amaçlarını, değerlerini, ideolojisini benimsemek, buna ilişkin yayınları okumak, bulundurmak, örgüt liderine saygı duymak gibi eylemler örgüt üyeliği için yeterli değildir (Evik, Cürüm işlemek için örgütlenme, Syf 383 vd.).Örgüt üyesinin, örgüte bilerek ve isteyerek katılması, katıldığı örgütün niteliğini ve amaçlarını bilmesi, onun bir parçası olmayı istemesi, katılma iradesinin devamlılık arz etmesi gerekir. Örgüte üye olan kimse, bir örgüte girerken örgütün kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla kurulan bir örgüt olduğunu bilerek üye olmak kastı ve iradesiyle hareket etmelidir. Suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olmak suçu için de saikin 'suç işlemek amacı' olması aranır. (Toroslu özel kısım syf.263-266, Alacakaptan Cürüm İşlemek İçin Örgüt syf.28, Özgenç Genel Hükümler syf.280)Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;Kuruluş, amaç, örgüt yapılanması ve faaliyet yöntemleri Dairemizin 2015/3 E.sy.kararında anlatılan ve nihai amacı, Devletin anayasal nizamını cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olduğu anlaşılan FETÖ/PDY terör örgütünün başlangıçta bir ahlak ve eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve toplumun her katmanının büyük bir kesimince de böyle algılanması, amaca ulaşmak için her yolu mübah gören fakat sözde meşruiyetini sivil alanda dinden, kamusal alanda ise hukuktan aldığı izlenimi vermek için yeterli güce ulaşıncaya kadar alenen kriminalize olmamaya özen göstermesi gerçeği nazara alındığında, örgütün sözde meşruiyet vitrini olarak kullanılan katlarla irtibatlı olduğu anlaşılan ve fakat örgütün nihai amacını bildiği, örgütle organik bir bağ kurarak hiyerarşisine dahil olduğu yönünde herhangi bir delil bulunmayan sanığın, hükme esas alınan ikrarı ve HTS kayıt içeriğine göre ... İlçe Tarım Müdürlüğü'nde ziraat mühendisi olarak görev yaptığı dönemde, örgütün ilçe imamı olduğu iddia edilen ve örgütün ilçe yapılanması içerisinde görevli oldukları iddiasıyla haklarında soruşturma yürütülen şahıslarla telefonla görüşmek suretiyle irtibat içinde olmak, çoğunluğu kamuoyu nezdinde örgütün gerçek yüzünü ortaya koyan, hukuki kılıflarla kamu görevlileri ve sivil şahıslara yönelik bir kısım operasyonlara başladığı 2013 yılı öncesinde olmak üzere birkaç kez de bu tarihten sonra örgütün dini sohbet toplantılarına katılmak, örgüt tarafından çıkarılan gazetelere gerçek ismiyle abone olmak ve çocuğunu örgüte müzahir olması nedeniyle kapatılan ... isimli okula göndermekten ibaret eylemlerinin, sanığın konum ve kişisel özellikleri de nazara alındığında sempati ve iltisak boyutunu aşan, örgüt üyesi olduğunu ispat etmeye yeterli örgütsel faaliyetler kapsamında değerlendirilemeyeceği gözetil[melidir.] ..." Yargıtay Ceza Dairesinin 20/12/2017 tarihli ve E.2017/1862, K.2017/5796 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:"Kuruluş, amaç, örgüt yapılanması ve faaliyet yöntemleri Dairemizin 2015/3 E.sy. kararında anlatılan ve nihai amacı, Devletin Anayasal nizamını cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olduğu anlaşılan FETÖ/PDY terör örgütünün başlangıçta bir ahlak ve eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve toplumun her katmanının büyük bir kesimince de böyle algılanması, amaca ulaşmak için her yolu mübah gören fakat sözde meşrutiyetini sivil alanda dinden, kamusal alanda ise hukuktan aldığı izlenimi vermek için yeterli güce ulaşıncaya kadar alenen kriminalize olmamaya özen göstermesi gerçeği nazara alındığında; örgütün kurucusu, yöneticileri ve örgüt hiyerarşisinde üçüncü veya daha yukarı katmanlarda yer alan mensuplarının zaman sınırlaması olmaksızın örgütün nihai amacından haberdar oldukları yönünde kuşku bulunmamakta ise de, bir ve ikinci katmanlarda yer alanlar açısından; Devletin her kurumuna sızan mensupları vasıtasıyla kişi ve kurumlara yönelik, örgütün gerçek yüzünü ortaya koyan operasyonlara başlandığı, bu yapının kamuoyu ve medya tarafından tartışılır hale geldiği, üst düzey hükümet yetkilileri ve kamu görevlileri tarafından yapılan açıklamalarda 'paralel yapı' veya 'terör örgütü' olduğuna ilişkin tespitler ve uyarıların yapıldığı, Milli Güvenlik Kurulu tarafından da aynı değerlendirmelerin paylaşıldığı süreçten önce icra edilen faaliyetlerin, nitelik, içerik ve mahiyeti itibariyle silahlı terör örgütünün amacına hizmet ettiğinin somut delil ve olgularla ortaya konulmadıkça örgütsel faaliyet kapsamında kabul edilemeyeceği değerlendirilerek, bir Devlet okulunda öğretmen olarak görev yapan, örgütle irtibatlı olduğu için kapatılmasına karar verilen sendikaya üye olan, örgütün kriptolu iletişim ağı olan ByLock iletişim sistemini kullanmayan ancak 2014 ve 2014 tarihlerinde örgüt liderinin talimatı doğrultusunda anılan örgütle irtibatlı Bank Asya’ya eşi adına para yatıran sanığın faaliyetlerinin, silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olduğunu gösterir biçimde çeşitlilik, devamlılık ve yoğunluluk içermemesi karşısında örgüt üyesi olarak kabul edilmesine yasal olanak bulunmadığından, konusu suç oluşturmayan ancak örgüt liderinin talimatı doğrultusunda amaca hizmet eden faaliyetlerin yardım suçunu oluşturacağı gözetilmeden, suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması kanuna aykırı... [görülmüştür.]"B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Mustafa Baldır (B. No: 2016/29354, 4/4/2018, §§ 33-37) başvurusu hakkında verilen karar. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/63999 | Başvuru, tutuklamanın hukuka aykırı olması, tutukluluğun makul süreyi aşması, sulh ceza hâkimliklerinin bağımsız ve tarafsız olmaması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, resen yapılan tutukluluk incelemelerinde alınan savcılık görüşünün bildirilmemesi, tutukluluğa itirazların değerlendirilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; mal varlığına tedbir konulması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, bir sosyal güvenlik ödemesinin değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1/10/1970-15/7/1988 tarihleri arasında T. Ziraat Bankasında Emekli Sandığına tabi olarak görev yapmıştır. Başvurucu daha sonra bu görevinden ayrılarak bir süre özel sektörde Sosyal Sigortalar Kurumuna (SSK) tabi olarak çalışmıştır. Başvurucu, özel sektörden ayrıldıktan sonra isteğe bağlı sigortalı olarak prim ödemiştir. SSK tarafından başvurucuya 1/9/1992 tarihi itibarıyla yaşlılık aylığı bağlanmıştır. Anayasa Mahkemesi 5/2/2009 tarihli ve E.2005/40, K.2009/17 sayılı kararı ile 24/5/1983 tarihli ve 2829 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında Kanun'un maddesinde yer alan "Son defa T. Emekli Sandığına tabi görevlerden emekliye ayrılan ve" ibaresini, Anayasa'nın ve maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal etmiştir. Bu karar 5/6/2009 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanmış olup 5/6/2010 tarihi itibarıyla yürürlüğe girmiştir. Başvurucu 3/5/2010 tarihli dilekçesiyle Sosyal Güvenlik Kurumundan (SGK) Emekli Sandığına tabi olarak çalıştığı hizmet süresi için kendisine emekli ikramiyesi ödenmesini talep etmiştir. SGK 29/9/2010 tarihli yazıyla başvurucunun talebini reddetmiştir. Bu yazıda Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği belirtilmiştir. SGK ayrıca kanun koyucu tarafından bu konuda yapılan yeni düzenlemeye işaret etmiştir. 19/9/2010 tarihli ve 5997 sayılı Kanun'un maddesi ile 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası "Son defa bu Kanun veya 5510 sayılı Kanunun geçici maddesi hükümlerinin uygulanmasını gerektiren görevlerde çalışmakta iken emekliye ayrılan ve..." şeklinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemenin yürürlük tarihi ise 5997 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca 1/6/2010 tarihi olarak belirlenmiştir. SGK'ya göre söz konusu iptal kararının yürürlüğe girmesinden önce yeni bir düzenleme yapılmış olduğundan emeklilik ikramiyesinin ödenmesi imkânı bulunmamaktadır. Başvurucu 2/11/2010 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme), talebinin reddine ilişkin idari işlemin iptali ve bahse konu emekli ikramiyesinin yasal faiziyle birlikte kendisine ödenmesi istemiyle dava açmıştır. Mahkeme 6/4/2012 tarihinde davanın kabulü ile dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Mahkemece emekli aylığının bağlandığı tarihte yürürlükte bulunan katsayılar dikkate alınarak hesaplanacak emekli ikramiyesi tutarının başvuru tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı SGK tarafından başvurucuya ödenmesine karar verilmiştir. SGK tarafından gönderilen 16/8/2012 tarihli yazı ile başvurucunun lehine sonuçlanan Mahkeme kararı gereği emekli ikramiyesinin aylığın bağlandığı 1/9/1992 tarihine göre hesaplandığı bildirilmiştir. Bu yazıda ayrıca yapılan hesaplama sonucu 32,92 TL emekli ikramiyesi ve 6,79 TL faiz ödendiğinin banka hesabına yatırıldığı belirtilmiştir. Temyiz edilen karar Danıştay Dairesince (Daire) uyuşmazlığın İdare Mahkemesi hakimlerinden biri tarafından çözümlenmesi gerektiği gerekçesiyle 10/2/2015 tarihinde bozulmuştur. Karar düzeltme istemi de Daire tarafından 16/10/2015 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu 7/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bozma kararına uyan Mahkemece 27/1/2016 tarihinde davanın kabulü ile dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Mahkemece, emekli aylığının bağlandığı tarihte yürürlükte bulunan katsayılar dikkate alınarak hesaplanacak emekli ikramiyesi tutarının başvuru tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı SGK tarafından başvurucuya ödenmesine karar verilmiştir. Temyiz edilen karar Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesince 5/4/2018 tarihinde onanmıştır. Nihai karar başvurucu vekiline 14/5/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Ferda Yeşiltepe [GK], B. No: 2014/7621, 25/7/2017, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/12719 | Başvuru, bir sosyal güvenlik ödemesinin değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; kolluk görevlileri tarafından darbedilme iddiasıyla yapılan şikâyetle ilgili yargılamanın uzun sürmesi, bazı failler hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilip bazı failler hakkındaki davanın dava zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle düşürülmesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 11/5/2008 tarihinde Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) müracaat ederek şikâyet için gittiği Taksim Polis Merkezinde polisler tarafından darbedildiğini ve şikâyetinin işleme alınmadığını ileri sürmüştür. Beyoğlu Adli Tıp Şube Müdürlüğü tarafından 26/5/2008 tarihinde düzenlenen sağlık raporuna göre başvurucu basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanmıştır. Başvurucu hakkında düzenlenen raporda; sol kürek kemiğinde darp izi, sol kulakta kızarlıklık, sol üst bacakta darp izi, kafa sol tarafta ödem ve hassasiyet tespit edildiği bilgisi kayıtlıdır. Olayla ilgili olarak yürütülen soruşturma sonucunda Başsavcılık, şüpheli polis memurları hakkında görevi kötüye kullanma ve kasten basit yaralama suçlarından 22/2/2009 tarihli iddianameyle kamu davası açmıştır. Yapılan yargılama sonucunda İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 5/2/2015 tarihinde altı sanık hakkında görevi kötüye kullanma ve kasten yaralama suçlarından, dört sanık hakkında ise sadece kasten yaralama suçundan beraat; sanıklar S.A., B.K., O.K. ve E.Ç. hakkında kasten yaralama suçundan, sanıklar Ö., Ö.Ö., G.A. ve N.A. hakkında ise görevi kötüye kullanma suçundan mahkûmiyet kararı vermiştir. Mahkeme verdiği tüm mahkûmiyet hükümlerinin açıklanmasını geri bırakmıştır. Mahkemeye göre olayın gerçekleşme şekli şöyledir:"...[İ]fade alınması için beklediği sırada sanık komiser [O.K.nın] yanına gelerek ne için beklediğini sorunca bacak bacak üstüne atmış oturmakta olan müştekiye orada bulunan sanık polis memuru [B.K.nın] düzgün oturması konusunda uyardığı ve her ikisinin müşteki yanından uzaklaştığı, karakola 00’ da gittiği halde 20’ ye kadar ifadesinin alınmaması nedeniyle ifade bölümüne gidip polis memuru ile konuştuğunda ’komiserim ifadesinin alınmamasını’ söylediği beyan edilmesi üzerine bu beyanı müştekinin cep telefonu ile kaydetmek istediği, oradaki polis memurlarının tepkisi ile karşılaştığı, ısrar etmesi üzerine üst araması yapılarak nezarethaneye konduğu anlaşılmış, müştekinin de teşhis ettiği üzere sanıklar [S., B., O. ve E.nin] basit şekilde kasten yaralama suçunu gerçekleştirdikleri kanaatine varıldığından bu sanıkların müştekiyi kasten yaralamak suçundan ve görevleri gereği ifadesinin alınmasını sağlamaları gerekirken buna engel olarak görevlerini kötüye kullandıkları anlaşılmakla bu suçtan da cezalandırılmalarına karar verilmiştir." Başvurucunun hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararlarına yaptığı itiraz 21/10/2015 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir. Beraat kararlarına karşı temyiz kanun yoluna başvurulmuştur. Yargıtay Ceza Dairesinin 28/5/2019 tarihli kararıyla hakkında temyiz başvurusunda bulunulan sanıklar hakkındaki kamu davası zamanaşımı nedeniyle düşürülmüştür. Başvurucu 5/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesine göre kamu davası, beş yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adlî para cezasını gerektiren suçlarda sekiz yıl geçmesiyle düşer. 5237 sayılı Kanun’un "Kasten yaralama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.(3) Kasten yaralama suçunun;…d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,…işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır." 5237 sayılı Kanun’un "Görevi kötüye kullanma" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle,kişilerinmağduriyetineveyakamununzararınanedenolanyadakişilerehaksızbirmenfaatsağlayankamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadarhapis cezası ile cezalandırılır." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinin (5) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir: “… (5) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder. (6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için; a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması, b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması, c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.”B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Mevzuat Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "İşkence yasağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz."Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme’nin maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır. Terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme’nin mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiğini belirtmiştir. AİHM, kötü muamele yasağının Sözleşme’nin maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediğini içtihatlarında hatırlatmıştır (birçok karar arasından bkz. Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). AİHM, Sözleşme’nin maddesinin inandırıcı kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve çabuklukla çalışmasını gerektirir (Mammadov (Jalaloglu)/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; benzer yöndeki karar için bkz. Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55). AİHM, devletin pozitif yükümlülüklerinin kapsamının Sözleşme’nin maddesine aykırı muamelelerde bulunanların devlet görevlisi olması veya şiddetin özel kişiler tarafından uygulanmış olmasına göre farklılık gösterdiğini kabul etmektedir (Beganović/Hırvatistan, B. No: 46423/06, 25/6/2009, § 69). AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05, 45001/05, 5/7/2011, §§ 90, 91). AİHM, bir devlet görevlisinin işkence veya kötü muameleyle suçlandığı durumlarda etkili başvurunun amaçları çerçevesinde cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının, genel af veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin görevinin askıya alınmasının ve hüküm alırsa meslekten men edilmesinin önemine dikkati çekmiştir (Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55). AİHM, hukuka aykırı öldürme eylemlerine ilişkin olarak Türkiye’de yürürlükte bulunan ulusal hukukun mahkemelere HAGB kararı vermelerine olanak sağladığını ancak mahkemelerin takdir yetkilerini, ilgili eylemlere hiçbir şekilde müsamaha edilmeyeceğini göstermek için kullanmaktan ziyade ciddi bir suç teşkil eden eylemin sonuçlarını hafifletmek ya da ortadan kaldırmak için kullandıklarını belirtmektedir (Kasap ve diğerleri, B. No: 8656/10, 14/1/2014, § 60; hâkimlerin takdir haklarını kullanmalarına ilişkin benzer yöndeki eleştiriler için bkz. Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99, 17/10/2006, § 75). Ayrıca AİHM, HAGB kararı verilmesiyle faillerin cezadan tamamen muaf kaldığını çünkü HAGB kararının uygulanması sonucunda -failin denetimli serbestlik tedbirlerine uyması şartıyla- verilen kararın içerdiği ceza da dâhil olmak üzere tüm hukuki sonuçlarıyla ortadan kalktığını ifade etmektedir (Kasap ve diğerleri/Türkiye, § 60). Aynı şekilde AİHM, negatif yükümlülükler kapsamında kamu görevlilerinin güç kullanması sonucu ortaya çıkan kötü muamele iddialarını içeren bazı başvurularda (Eski/Türkiye, B. No: 8354/04, 5/6/2012, § 36; Taylan/Türkiye, B. No: 32051/09, 3/7/2012, § 46; Böber/Türkiye, B. No: 62590/09, 9/4/2013, § 35; Ateşoğlu/Türkiye, B. No: 53645/10, 20/1/2015, § 28) yapılan yargılama sonucunda verilen mahkûmiyete ilişkin HAGB kararının Sözleşme’nin maddesini usul yönünden ihlal ettiği gerekçesiyle kabul edilemez bir önlem olarak belirtmiştir. Ancak devletin pozitif yükümlülüklerinin kapsamının Sözleşme’nin maddesine aykırı muamelelerde bulunanların devlet memuru olması veya şiddetin özel kişiler tarafından uygulanmış olmasına göre farklılık gösterdiğini de kabul etmiştir (Beganović/Hırvatistan, § 69). Öte yandan AİHM, üçüncü kişiler arasında gerçekleşen kasten yaralama olayına ilişkin mevcut davaya özgü şartları dikkate alarak ceza davası sonucunda verilen mahkûmiyet hükmünün yeterli şekilde caydırıcı etkisi olduğunu ve HAGB kararının Sözleşme’nin maddesine aykırı muamelelere karşı bireylerin korunmasının amaçlandığı caydırıcı yasal önlemleri etkisiz kılmadığını belirterek devletin Sözleşme’nin maddesi gereğince üstüne düşen pozitif yükümlülükleri yerine getirdiğini de dile getirmiştir (Çalışkan/Türkiye (k.k.), B. No: 47936/11, 1/12/2015, §§ 46-52). AİHM kolluk görevlilerinin güç kullanımlarının hukuka aykırılık teşkil ettiğine ilişkin yerel yargı makamlarınca yapılan nihai tespitlerden sonra ayrıca Sözleşme kapsamında söz konusu hakkın maddi boyutu itibarıyla ihlal edilip edilmediği yönünde bir inceleme yapmayacağını ancak yerel yargı makamlarınca söz konusu ihlalin verilen ceza ile orantılı şekilde giderilip giderilmediğini cezanın caydırıcı etkisi yönünden değerlendireceğini belirtmiştir. Başka bir ifadeyle yerel mahkemelerce hukuka aykırı eylemin sabit görülmesinden sonra ihlale yönelik uygun ve yeterli bir tazminatın sağlanıp sağlanmadığı ile sınırlı bir inceleme yapacağını ifade etmiştir (Kasap ve diğerleri/Türkiye, § 56; Fadime ve Turan Karabulut/Türkiye, B. No: 23872/04, 27/5/2010, § 43; Külah ve Koyuncu/Türkiye, B. No: 24827/05, 23/4/2013, § 38). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/33351 | Başvuru; kolluk görevlileri tarafından darbedilme iddiasıyla yapılan şikâyetle ilgili yargılamanın uzun sürmesi, ve sonucunda failler hakkında beraate ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, infaz hâkimliğine yapılan şikâyetin esasa girilmeden reddedilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Hava Kuvvetleri Komutanlığında subay olarak görev yapmaktayken Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu isnadıyla Konya Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 27/1/2017 tarihinde tutuklanmış ve Konya E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna yerleştirilmiştir. 19/4/2017 tarihinde de Akşehir T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) nakledilmiş ve burada bulunduğu sırada İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 13/2/2019 tarihli mahkûmiyet kararıyla tahliye edilmiştir.A. Başvuru Konusu Dava Süreci Başvurucu, Ceza İnfaz Kurumunda bulunmaktayken 10/5/2018 tarihli dilekçesiyle Akşehir İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) başvuruda bulunmuştur. Dilekçesinde özetle başvurucu, Ceza İnfaz Kurumu kantininden ücreti karşılığında radyo talebinde bulunduğunu ancak talebinin sözlü olarak reddedildiğini beyan ederek kendisine radyo temin edilmesine yönelik karar verilmesini istemiştir. İnfaz Hâkimliği 14/5/2018 tarihli yazısıyla söz konusu ceza infaz kurumuna başvurucunun talebine ilişkin alınmış herhangi bir karar olup olmadığını sormuştur. Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü 14/5/2018 tarihli yazısında; İdare ve Gözlem Kurulu tarafından 7/4/2017 tarihinde, başvurucunun şikâyetinden bağımsız olarak genel anlamda "Kurumda FETÖ/PDY Terör örgütü suçundan tutuklu olanların kalmakta olduğu odalarda bulunan Analog radyoların (Genlik Modülasyonu) bandı üzerinden uluslararası yayın yapan radyo frekanslarını ayarlamak suretiyle haberleşebildikleri düşüncesiyle terör örgütlerin haberleşmesini önlemek, asayiş ve güvenliği sağlamak ve ayrıca kurumda merkezi yayın yapan radyo sistemi olmasından dolayı dışarıya ses vermeyen kulaklıklı radyoların hükümlü ve tutukluların isimleri üzerlerine yazılarak incelenmek ve araştırılmak amacıyla koğuşlardan alınarak kurum deposuna kaldırılmasına oy birliğiyle karar verilmiştir." şeklinde karar alındığı ve bu kararın ceza infaz kurumunda barındırılan tutuklulara/hükümlülere duyurulduğunu bildirmiş, bu yönüyle başvuran özelinde alınmış bir karar bulunmadığı anlaşılmıştır. İnfaz Hâkimliğinin 24/5/2018 tarihli kararında; 17/6/2005 tarihli Ceza İnfaz Kurumlarında Bulundurabilecek Eşya ve Maddeler Hakkında Yönetmelik ile düzenlendiği, Yönetmelik'in ''Elektrikli Eşyalar'' başlıklı maddesinde ''Koğuş, oda ve eklentilerinde, kantinden temin edilmek koşuluyla, bir adet otuz yedi ekran televizyon ile elektrikli su ısıtıcısı, saç kurutma makinesi ve büro tipi buzdolabı ile kurumun bulunduğu coğrafi bölgenin iklim koşulları dikkate alınarak, her koğuş veya odada bir adet vantilatör bulundurulmasına izin verilebilir. Ayrıca her hükümlü, kurum kantininden satın almak kaydıyla bir adet kulaklıklı küçük el radyosu bulundurabilir.'' hükmüne yer verildiği ancak kurum kantininden temin edilmiş olsa bile FM dışındaki kanalları çeken radyonun örgütsel haberleşmede kullanılabileceği ve kurum güvenliğini tehlikeye düşürebileceği vurgulanarak başvurucunun hakkında verilmiş herhangi bir karara yönelik itirazı olmadığı, başvurucunun öncelikle barındırıldığı ceza infaz kurumuna başvuruda bulunması gerektiği, kurumun kendisine yönelik vereceği karara karşı İnfaz Hâkimliğine itirazda bulunabileceği belirtilerek görev yönünden talebinin reddine karar verilmiştir. Başvurucu, ret kararına karşı 28/5/2018 tarihli dilekçesiyle itiraz etmiştir. Dilekçesinde özetle başvurucu, daha önceki iddialarını yineleyerek İnfaz Hâkimliğinin görevini yerine getirmediğini, Savcılık görüşünün bildirilmediğini ve itirazının süresinde incelenmediğini ileri sürerek itirazının kabulüne karar verilmesini istemiştir. Akşehir Ağır Ceza Mahkemesinin 1/6/2018 tarihli kararı ile İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğundan bahisle başvurucunun itirazı reddedilmiştir. Anılan karar başvurucuya 4/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 21/6/2018 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Akşehir İnfaz Hâkimliğinin E.2018/461 Sayılı Dosyasındaki Dava Süreci Başvurucu 5/6/2018 tarihli dilekçesiyle Ceza İnfaz Kurumu idaresine başvurarak kendisine ücreti karşılığında bir adet radyo temin edilmesini talep etmiştir. Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu tarafından ''Kurumda FETÖ/PDY Terör örgütü suçundan tutuklu olanların kalmakta olduğu odalarda bulunan Analog radyoların (Genlik Modülasyonu) bandı üzerinden uluslararası yayın yapan radyo frekanslarını ayarlamak suretiyle haberleşebildikleri düşüncesiyle terör örgütlerinin haberleşmesini önlemek, asayiş ve güvenliği sağlamak amacıyla ve ayrıca kurumda koğuşlarda merkezi yayın yapan radyo sisteminin olmasından dolayı" 5/6/2018 tarihli kararla başvurucun talebi reddedilmiştir. Başvurucu bu karara karşı 7/6/2018 tarihinde İnfaz Hâkimliği nezdinde itirazda bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği 11/6/2018 tarihli kararıyla itirazın kabulü ile söz konusu ret kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Karar 12/6/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Ceza İnfaz Kurumu ile yapılan yazışma sonucu 25/6/2018 tarihinde, konuya ilişkin ikinci olarak belirtilen İnfaz Hâkimliği kararı doğrultusunda, bir adet FM radyo ile bir adet kulaklığın Ceza İnfaz Kurumu kantini aracılığıyla temin edilerek başvurucuya teslim edildiği bildirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/19965 | Başvuru, infaz hâkimliğine yapılan şikâyetin esasa girilmeden reddedilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, iptal davasının reddi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun zabıt kâtibi olarak atanmamasına ilişkin işlem ile bu işleme esas olan düzenleyici işleme karşı 18/5/2010 tarihinde açtığı davada Danıştay Onikinci Dairesi tarafından iptal kararı verilmiş ise de Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından iptal hükmü bozulmuştur. Bozma gerekçesinde zabıt kâtiplerinin alımı için yapılan uygulama sınavında yazılan metnin anlam bütünlüğüne ilişkin şartlarına aranmasına dair düzenleyici işlemde ve bu işlem esas alınarak tesis edilen bireysel işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Bozma hükmüne yönelik karar düzeltme istemi 9/4/2018 tarihinde reddedilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/23169 | Başvuru, iptal davasının reddi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılama devam ederken çıkarılan yasa ile davanın ortadan kaldırılması suretiyle uyuşmazlığın esasına yönelik talebin karara bağlanmasının engellenmesi nedeniyle karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. İkinci Bölüm tarafından 3/7/2018 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1985 Hakkari doğumlu olup 2007 yılında Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Mühendislik Fakültesinde yükseköğrenimine başlamış, 2011 yılında da Fakülteden mezun olmuştur. Başvurucu, taahhütname imzalamak suretiyle yükseköğrenimi süresince Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumundan (Yurtkur) katkı ve öğrenim kredisi (kredi) almıştır. Yurtkur, mezuniyeti sonrasında başvurucudan taahhütnamedeki kredi borcunu geri ödemesini istemiştir. Kredi borçlusu olan başvurucu 11/3/2014 tarihinde Yurtkura başvurmuş ve ikamet ettiği köyün terörle mücadeleden dolayı boşaltılan köylerden olduğunu belirterek 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun ilgili hükümleri uyarınca, daha önce aldığı kredinin bursa dönüştürülmesini ve borcunun iptal edilmesini talep etmiştir. Yurtkur 13/3/2014 tarihli yazıyla başvurucunun talebini reddetmiştir. Söz konusu yazıda, terör sebebiyle köyleri boşaltılan öğrencilere 2007-2008 öğrenim yılı itibarıyla burs verilmeye başlandığı hatırlatılmış; kredi almakta iken durumunda sonradan değişiklik olanlardan değişikliğin meydana geldiği öğretim yılında burs verilecek öğrenciler kapsamına girenlerin kredilerinin öğrencinin durumunda meydana gelen değişikliği izleyen ödeme döneminden itibaren bursa dönüştürüldüğü belirtilmiştir. Aynı yazıda bu uygulama kapsamında kredisinin bursa dönüştürülmesinin mümkün olmadığı ve kredi borcunun iptali için yapılacak herhangi bir işlem bulunmadığı başvurucuya bildirilmiştir. Başvurucu, söz konusu talebinin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle Yurtkur'a karşı 26/5/2014 tarihinde idari yargıda dava açmıştır. Başvurucu, hakkında takip ve haciz işlemlerine geçilmemesi için dava sürecinde kredi borcunu ödemiştir. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 15/7/2015 tarihli kararıyla dava konusu işlemi iptal etmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun ikamet ettiği yer olan Hakkari'nin merkez ilçesi Dutluca köyünün 1994 yılında terör nedeniyle boşaltılan köylerden olduğunun Hakkari Valiliği Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığı yazısıyla sabit olduğuna dikkat çekilmiştir. Sağladığı koşullar itibarıyla başvurucuya burs verilmesinin ilgili yasa hükmünden kaynaklandığı, bu hususta idarenin takdir yetkisinin bulunmadığı belirtilen kararda kredi borcunun bursa dönüştürülmesi yolundaki talebin reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı ifade edilmiştir. Davalı idarenin söz konusu karara karşı yaptığı itiraz Ankara Bölge İdare Mahkemesi (Bölge İdare Mahkemesi) Kurulunun 17/5/2016 tarihli kararıyla reddedilmiş ve Mahkeme kararı onanmıştır. Yurtkur 13/7/2016 tarihinde başvurucuya borç terkini konulu bir yazı göndermiştir. Söz konusu yazıda, yapılan incelemede kredi borcunu ödediğinin tespit edildiği ancak Mahkeme kararının uygulanması zorunluluğu nedeniyle ödediği miktar kendisine iade edileceğinden banka hesap numarası bilgilerini göndermesi gerektiği hususu başvurucuya bildirilmiştir. Bu süreçte Yurtkur 25/7/2016 tarihinde, 17/5/2016 tarihli onama kararına karşı karar düzeltme yoluna başvurmuştur. Karar düzeltme incelemesi devam ederken 3713 sayılı Kanun'un, terör nedeniyle köyleri boşaltılan öğrencilere karşılıksız burs verilmesini öngören maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendi 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin(KHK) maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır. Aynı KHK'nın maddesi ile 3713 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddede ise 3713 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının mülga (ı) bendine istinaden yargı mercilerinde Yurtkur aleyhine açılan davalardan feragat edilmiş sayılacağı hükme bağlanmıştır. Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire) 10/11/2016 tarihli kararıyla davalı idarenin karar düzeltme istemini kabul etmiş, 17/5/2016 tarihli onama kararını kaldırarak 15/7/2015 tarihli Mahkeme kararını bozmuştur. Daire bozma kararı üzerine yeniden yaptığı inceleme neticesinde 3/10/2016 tarihli yasal düzenleme gereğince feragat edilmiş sayılması nedeniyle konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Nihai karar 31/12/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvurunun incelenmesi sürecinde, 676 sayılı KHK, 1/2/2018 tarihli ve 7070 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun ile kanunlaşmıştır. Anılan Kanun'un ve maddeleriyle, 676 sayılı KHK'nın ve maddeleri aynen kabul edilmiştir. 7070 sayılı Kanun'un maddesiyle 3713 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddenin "Söz konusu bende istinaden yargı mercilerinde Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu aleyhine açılan davalardan feragat edilmiş sayılır" şeklindeki ikinci cümlesinin iptali istemiyle 114 milletvekili tarafından 3/5/2018 tarihinde Anayasa Mahkemesinde dava açılmıştır. Anayasa Mahkemesi 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73, K.2019/65 sayılı kararıyla kuralı, Anayasa'nın ve maddelerine aykırı görerek iptal etmiştir. Anayasa Mahkemesinin anılan iptal kararının gerekçesinde özetle; yargılama usulü kurallarına göre doğrudan davacının açık iradesine bağlı kılınan davadan feragat etme hususunda bireye herhangi bir seçenek tanınmadığı, söz konusu davalar hakkında her ne kadar şeklî olarak bir karar verilmesi öngörülmüşse de kuralın uyuşmazlığı maddi yönden çözüme kavuşturmadığı, sadece davayı davacının tamamen aleyhine olacak şekilde ve üstelik onun iradesi dışında ortadan kaldırdığı, bu yönüyle kuralın bireyin dava açmaktaki gayesiyle bağdaşmadığı; Kanun’da bireye, sınırlama ile ortadan kaldırılan davayı açmakla elde etmek istediği menfaatlerini kısmen de olsa telafi etmeye yönelik herhangi bir imkân sağlanmadığı da dikkate alındığında bu durumun bireye aşırı ve orantısız bir külfet yüklediği, dolayısıyla söz konusu kuralın karar hakkına orantısız, ölçüsüz bir sınırlama getirdiği belirtilmiştir. A. Ulusal Hukuk İlgili Kanunlar 3713 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının olay tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan mülga (ı) bendi şöyledir:"Terörle mücadeleden dolayı köyleri boşaltılan üniversite çağındaki öğrencilere ve ölenlerin çocuklarına yüksek öğrenimleri süresince Devletçe karşılıksız burs verilir." 3713 sayılı Kanun'un, 7070 sayılı Kanun'un maddesi ile eklenen geçici maddesi şöyledir: "Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla 21 inci maddenin birinci fıkrasının mülga (ı) bendi kapsamında Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumundan burs almakta olanların bursları, normal öğrenim sürelerinin sonuna kadar ilgili mevzuat hükümlerine göre verilir. Söz konusu bende istinaden yargı mercilerinde Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu aleyhine açılan davalardan feragat edilmiş sayılır. Feragat nedeniyle mahkemece yargılama giderleri ve vekalet ücretine hükmedilemez, verilmiş olan kararlar üzerine ayrıca herhangi bir işlem yapılmaz." 7070 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "3713 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendi yürürlükten kaldırılmıştır." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı bendi şöyledir:"Feragat, davacının, talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesidir." Danıştay İçtihadı Danıştay Onuncu Dairesinin 19/4/2016 tarihli ve E.2016/1503, K.2016/2134 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"Dicle Üniversitesi öğrencisi olan davacı tarafından, almakta olduğu öğrenim kredisinin 3713 sayılı [Kanun hükmü] uyarınca karşılıksız bursa çevrilmesi istemiyle 2013 tarihinde yapılan başvurunun reddine dair 2014 [günlü] işlemin iptali istemiyle açılan dava sonucunda, Ankara İdare Mahkemesince; Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığı'nın 2013 tarihli... belgesinden davacının yaşamış olduğu Diyarbakır/Değirmenli Köyü'nün terör ve güvenlik gerekçesiyle boşaltıldığı anlaşılmakta olup, bu bağlamda, 5532 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 2006 tarihinden sonra müracaat eden ilgililerin anılanKanun kapsamında karşılıksız burs almaya hak kazanacağı gibi, söz konusu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra öğrenim kredisi alan ilgililerin hak sahibi olduklarını kanıtlamaları hâlinde öğrenim kredilerinin karşılıksız bursa çevrilmelerini her zaman talep edebilecekleri, davacının Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra 2008 tarihli müracaatında hak sahibi olduğunu belirtmemiş olmasının daha sonra yeniden başvurmasına engel teşkil etmeyeceği, aksi yorumun ilk başvurularında belgelerini ibraz ederek karşılıksız burs alanlar ile daha sonraki başvurularında ibraz ederek hak talebinde bulunanlar arasında eşitsizliğe sebep olacağı ve hakkaniyete aykırı bir durum yaratacağı, zira ilgililerin 5532 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten sonraki öğrenim kredilerinin bursa çevrilmeyeceğine dair mevzuatta sınırlayıcı bir hüküm yer almadığı, bir başka deyişle kredisinin tamamını 5532 sayılı Kanun ile getirilen kural yürürlüğe girdikten sonra aldığı dikkate alındığında; davacının anılan Kanun kuralından yararlandırılması gerektiği sonucuna varıldığından, öğrenim kredisinin karşılıksız bursa çevrilmesi istemiyle yaptığı başvurusunun reddine dair dava konusu işlemde hukuka ve mevzuata uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptali yolunda verilen kararıntemyizen incelenerek bozulmasına karar verilmesi istenilmektedir.(...)Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğinden, temyiz isteminin reddi ile ...[kararın] ONANMASINA..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar[ın] ... esası konusunda karar verecek olan, ... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin maddesinin medeni hukuk alanına giren konularda uygulanabilirliği ilk olarak bir uyuşmazlığın varlığına bağlıdır. İkinci olarak uyuşmazlık en azından savunulabilir bir şekilde iç hukukta tanınmış olduğu söylenebilecek hak ve yükümlülükler ile ilgili olmalıdır. Son olarak ise bu hak ve yükümlülükler -her ne kadar bizzat madde bu hak ve yükümlülüklere Sözleşmeci devletlerin hukuk sistemi içinde belirli bir anlam atfetmese de- Sözleşme anlamında medeni nitelikte olmalıdır (James ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 81). AİHM; Sözleşme'nin maddesinin Sözleşmeci devletlerin iç hukukunda geçen bir hak için belirli bir anlam öngörmediğini, bir hakkın var olup olmadığını karara bağlamada ilke olarak iç hukuka başvurulacağını, ulusal mahkemelerin bu konudaki değerlendirmelerinden farklı bir sonuca ulaşılması için de güçlü gerekçelerin olması gerektiğini, yetkililerin belli bir başvuran tarafından talep edilen tedbirin kabul edilip edilmemesine karar vermede takdir hakkını kullanıp kullanmadığının dikkate alınabileceğini, hatta bu durumun belirleyici olabileceğini, bununla birlikte salt bir kanun hükmünün lafzında bir takdir unsurunun bulunmasının bir hakkın varlığını tek başına hükümsüz kılmayacağını, benzer durumlarda iddia edilen hakkın yerel mahkemelerce tanınması veya yerel mahkemelerin başvuranın talebinin esasını incelemesi hususunun da gözönüne alınması gerektiğini belirtmiştir (Boulois/Lüksemburg [BD], B. No: 37575/04, 3/4/2012, §§ 91-94). AİHM; mahkeme hakkının görünümlerinden biri olan karar hakkı ile ilgili Kutic/Hırvatistan davasında yaptığı değerlendirmede ise Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının hukuki uyuşmazlıkların tespiti için mahkemeye erişim hakkını güvence altına aldığını yinelemekte ancak bu hakkın yalnızca dava açma hakkı ile sınırlı olmadığını, aynı zamanda mahkemenin uyuşmazlık konusundaki kararını elde etme hakkını da kapsadığını belirtmektedir. AİHM'e göre bir taraf devletin iç hukuk sistemi uyarınca, bir birey tarafından açılan davaya ilişkin yürütülen yargılamalar neticesinde davanın nihai bir karara bağlanacağı garanti edilmeden bu kişinin bir mahkeme önünde hukuk davası açmasına izin verilmesi yanıltıcı olur. AİHM, Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının davacılara tanınan usule ilişkin güvenceleri -adil, aleni ve hızlı yargılama-, uyuşmazlıklarının nihai bir çözüme kavuşturulacağını garanti etmeksizin detaylı olarak açıklamasının anlamsız olacağına dikkat çekmektedir (Kutic/Hırvatistan, B. No: 48778/99, 1/3/2002, § 25). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/15698 | Başvuru, yargılama devam ederken çıkarılan yasa ile davanın ortadan kaldırılması suretiyle uyuşmazlığın esasına yönelik talebin karara bağlanmasının engellenmesi nedeniyle karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, hakkında ceza soruşturması veya kovuşturması bulunmadığı hâlde başvurucunun taşınmazına el konulması ve taşınmazın mülkiyetinin kamuya geçirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. OHAL 19/7/2018 tarihinde bir daha uzatılmayarak son bulmuştur. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır. Kırklareli Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından başvurucunun kiracısı H.O. hakkında yürütülen soruşturma kapsamında H.O.nun kullandığı ancak başvurucuya ait olan eve el konularak mülkiyetin kamuya geçirilmesi talep edilmiştir. Kırklareli Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 2/8/2016 tarihinde Başsavcılığın talebini kabul etmiş, başvurucunun konut niteliğindeki taşınmazına el konulmasına ve mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar vermiştir. Kararda 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi ile 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) maddesi dayanak olarak gösterilmiştir. 667 sayılı KHK'nın maddesi 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 26/10/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucu aynen kanunlaşmıştır. Mahkeme kararının gerekçesinde; Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY)kurucusu ve lideri olan F.G.nin 1965 yılında ikamet ettiği, vaizlik yaptığı, "Bülbül Yuvası" olarak adlandırılan evin örgüt sempatizanları ve örgüt mensuplarınca uhrevi yer hâline getirildiği, yaklaşık 21 metrekare civarında olan, bülbül yuvası olarak belirtilen evin tapu kayıtlarına göre 180 ada 31 parselde başvurucu adına kayıtlı olduğu, su faturasının ise hakkında soruşturma yürütülen H.O. adına kayıtlı olduğunun tespit edildiği belirtilmiştir. Başvurucu 4/8/2016 tarihinde anılan karara itiraz etmiştir. Başvurucu, itiraz dilekçesinde taşınmazını 1/7/2011 tarihinde yaptıkları yazılı kira sözleşmesi ile H.O.ya kiraladığını, H.O.nun düzenli olarak kira bedelini ödediğini ve taşınmazı ne amaçla kullandığını bilmediğini, H.O. ile kiralayan-kiracı ilişkisi dışında herhangi bir bağlantısı olmadığını, taşınmazına el konulması nedeniyle mağdur edildiğini belirtmiş; itiraz dilekçesi ekinde H.O. ile aralarında düzenledikleri kira sözleşmesini sunmuştur. Edirne Ağır Ceza Mahkemesi12/8/2016 tarihinde itirazı kesin olmak üzere reddetmiştir. Kararın gerekçesinde millî güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapılar hakkında 667 sayılı KHK'nın maddesinin uygulanacağı, başvurucuya ait olan taşınmazın FETÖ/PDY lideri F.G.nin bir zamanlar yaşadığı yer olduğu, örgüt üyeleri tarafından bu taşınmaza manevi bir anlam yüklenerek ziyaret edilip taşınmazda toplantılar yapıldığı, bu nedenle yapının millî güvenliğe tehdit oluşturduğu değerlendirilmiş; anılan kararın usul ve yasaya uygun bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucu 15/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5271 sayılı Kanun’un "Taşınmazlara, hak ve alacaklara elkoyma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Soruşturma veya kovuşturma konusu suçun işlendiğine ve bu suçlardan elde edildiğine dair somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebebi bulunan hallerde, şüpheli veya sanığa ait;a) Taşınmazlara,b) Kara, deniz veya hava ulaşım araçlarına,c) Banka veya diğer malî kurumlardaki her türlü hesaba,d) Gerçek veya tüzel kişiler nezdindeki her türlü hak ve alacaklara,e) Kıymetli evraka,f) Ortağı bulunduğu şirketteki ortaklık paylarına,g) Kiralık kasa mevcutlarına,h) Diğer malvarlığı değerlerine,Elkonulabilir. Somut olarak belirlenen bu taşınmaz, hak, alacak ve diğer malvarlığı değerlerinin şüpheli veya sanıktan başka bir kişinin zilyetliğinde bulunması halinde dahi, elkoyma işlemi yapılabilir. (Ek cümle: 21/2/2014 – 6526/10 md.) Bu madde kapsamında elkoyma kararı alınabilmesi için ilgisine göre Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Sermaye Piyasası Kurulu, Mali Suçları Araştırma Kurulu, Hazine Müsteşarlığı ve Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumundan, suçtan elde edilen değere ilişkin rapor alınır. Bu rapor en geç üç ay içinde hazırlanır. Özel sebepler zorunlu kıldığında bu süre talep üzerine iki ay daha uzatılabilir. (2) Birinci fıkra hükmü; a) Türk Ceza Kanununda tanımlanan;… (Değişik: 2/12/2014-6572/41 md.) Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 311, 312, 313, 314, 315, 316), ... (3) Taşınmaza elkonulması kararı, tapu kütüğüne şerh verilmek suretiyle icra edilir. ...Söz konusu karar, ilgili gerçek veya tüzel kişiye ayrıca tebliğ edilir. ...” 667 sayılı KHK'nın "Kapatılan kurum ve kuruluşlara ilişkin tedbirler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" (1) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen;a) Ekli (I) sayılı listede yer alan özel sağlık kurum ve kuruluşları,b) Ekli (II) sayılı listede yer alan özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonları,c) Ekli (III) sayılı listede yer alan vakıf ve dernekler ile bunların iktisadi işletmeleri,ç) Ekli (IV) sayılı listede yer alan vakıf yükseköğretim kurumları,d) Ekli (V) sayılı listede yer alan sendika, federasyon ve konfederasyonlar,kapatılmıştır. (2) Kapatılan vakıfların her türlü taşınır ve taşınmazları ile her türlü mal varlığı, alacak ve hakları, belge ve evrakı Vakıflar Genel Müdürlüğüne bedelsiz olarak devredilmiş sayılır. Kapatılan vakıf yükseköğretim kurumlarının sağlık uygulama ve araştırma merkezleri ve kapatılan diğer kurum ve kuruluşlara ait olan taşınırlar ile her türlü mal varlığı, alacak ve haklar, belge ve evrak Hazineye bedelsiz olarak devredilmiş sayılır, bunlara ait taşınmazlar tapuda resen Hazine adına, her türlü kısıtlama ve taşınmaz yükünden ari olarak tescil edilir. Birinci fıkrada sayılanların her türlü borçlarından dolayı hiçbir şekilde Hazineden bir hak ve talepte bulunulamaz. Devire ilişkin işlemler ilgili tüm kurumlardan gerekli yardımı almak suretiyle ilgisine göre Maliye Bakanlığı veya Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yerine getirilir. (3) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği veya iltisakı ya da bunlarla irtibatı belirlenen ve ekli listelerde yer almayan özel ve vakıf sağlık kurum ve kuruluşları, özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonları, vakıflar, dernekler, vakıf yükseköğretim kurumları, sendikalar, federasyonlar ve konfederasyonlar, ilgili bakanlıklarda bakan tarafından oluşturulacak komisyonun teklifi üzerine bakan onayı ile kapatılır. Bu fıkra kapsamında kapatılan kurum ve kuruluşlar hakkında da ikinci fıkra hükümleri uygulanır...."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün maddesinin kamu otoritelerince mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuna dayanmasını zorunlu kıldığını ifade etmiştir. AİHM ayrıca demokratik toplumun temel ilkelerinden olan hukuk devletinin Sözleşme'de mündemiç bir kavram olduğunu vurgulamıştır (Vistins ve Perepjolkins/Letonya, B. No: 71243/01, 25/10/2012, § 95). Ancak AİHM, kanunilik ilkesinin sağlanması bakımından müdahalenin iç hukukta yasal bir temelinin varlığının tek başına yeterli olmadığını, kanunun belli bir kalitesinin de olması gerektiğini vurgulamış; bu bağlamda kanunun hukuk devleti ilkesine uygun olmanın yanında keyfîliğe karşı güvenceler içermesi gerektiğine de işaret etmiştir(Vistins ve Perepjolkins/Letonya, § 96). AİHM'e göre mülkiyetten yoksun bırakma yetkisi tanıyan bir kanun kuralının kanunilik kriterini taşıdığından söz edilebilmesi için yeterli düzeyde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olması gerekir. Öngörülebilirliğin derecesinin tespitinde söz konusu kanunun içeriği, düzenlediği alanın mahiyeti ve temas ettiği kişilerin sayısı ve statüsü büyük önem taşımaktadır. Öngörülebilirlik, özellikle kamu otoritelerinin keyfî müdahalelerine karşı koruma önlemleri getirilmiş olmasını gerektirmektedir. Öte yandan kanunun öngörülebilirlik ilkesinin önemiyle orantılı asgari usule ilişkin güvenceler içermesi gerekir (Vistins ve Perepjolkins/Letonya, § 97). AİHM, her hukuk sisteminde kanun hükümlerinin yargısal yoruma tabi tutulmasının kaçınılmaz olduğunun altını çizmektedir. AİHM'e göre müphem hususların açıklığa kavuşturulması ve değişen koşullara uyum sağlanması her zaman için bir ihtiyaçtır.Kesinlik, ziyadesiyle arzulanan bir husus olduğu hâlde bu, aşırı katı olma sonucunu doğurabilmekte ve kanunun değişen koşullara uyumuna engel teşkil edebilmektedir. Birçok kanun kaçınılmaz olarak -az veya çok- belli bir derecede muğlaklık içerir. Muğlaklık barındıran bu kanunların yorumlanması ve uygulanması ise bir pratik sorunudur. Bu çerçevede kanunların müphem yönlerini açıklığa kavuşturmak ve yorumda ortaya çıkan şüpheleri dağıtmak mahkemelerin görevidir (OAO Neftyanaya Kompaniya Yukos/Rusya, B. No: 14902/04, 20/9/2011, § 568). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/75950 | Başvuru, hakkında ceza soruşturması veya kovuşturması bulunmadığı hâlde başvurucunun taşınmazına el konulması ve taşınmazın mülkiyetinin kamuya geçirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu adına vekil tarafından, tapu verilmesi talebinin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada Anayasa’nın ve maddelerinde tanımlanan mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği ileri sürülmüş, tazminata karar verilmesi talebinde bulunulmuştur. Başvuru, 6/8/2013 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 18/2/2014 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm kararı alınması gerekli görüldüğünden, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanınca 10/4/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Ankara ili Keçiören ilçesi Kanuni Mahallesi imarın 30309 ada 10 parsel sayılı taşınmazı üzerine 1980 yılında gecekondu yapmıştır. Başvurucu, gecekondusu için tapu tahsisi belgesi düzenlendiğinden bahisle tahsis belgesinin tapuya çevrilmesi talebinde bulunmuş, ancak Defterdarlık tarafından gecekondunun ilk yapım tarihinde mülkiyeti özel şahıslara ait kadastro parselinde bulunduğu gerekçesiyle 4/3/1999 tarihli işlem ile talep reddedilmiştir. Başvurucunun 13/2/2001 tarihli dilekçesi ile Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tescil davası Mahkemenin 23/5/2001 tarih ve E.2001/121, K.2001/286 sayılı kararıyla davada idari yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle reddedilmiş, bu karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/12/2001 tarih ve E.2001/8168, K.2001/8417 sayılı kararıyla onanmıştır. Başvurucu bu karar üzerine gecekondusu için tapu verilmesi talebinin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde dava açmış, Mahkeme 26/12/2002 tarih ve E.2002/90, K.2002/1824 sayılı kararı ile davayı reddetmiş, bu karar Danıştay Altıncı Dairesinin 9/3/2005 tarih ve E.2003/4913, K.2005/1385 sayılı kararı ile bozulmuştur. Ankara İdare Mahkemesi bozma kararına uymuş ve 9/4/2008 tarihli kararı ile gecekondunun bulunduğu yerde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar vermiş, 16/12/2008 tarihli bilirkişi raporunun Mahkemeye sunulmasından sonra 28/1/2009 tarih ve E.2005/1785, K.2009/171 sayılı kararı ile davayı yeniden reddetmiştir. Başvurucu tarafından bu karar temyiz edilmiş, Danıştay Ondördüncü Dairesi 5/3/2011 tarih ve E.2011/5447, K.2012/1409 sayılı kararı ile Mahkeme kararını onamıştır. Bu karara karşı yapılan karar düzeltme başvurusu da aynı Dairenin 12/6/2013 tarih ve E.2012/5172, K.2013/4918 sayılı kararı ile reddedilerek Mahkeme kararı kesinleşmiş, karar başvurucu vekiline 17/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili tarafından 6/8/2013 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. Diğer taraftan, Anayasa Mahkemesince elektronik ortamda elde edilen nüfus kayıt örneğine göre başvurucunun 18/11/2011 tarihinde vefat ettiği anlaşılmaktadır. B. İlgili Hukuk 24/2/1984 tarih ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanunun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun’un maddesinin (a) bendi şöyledir:“Bu Kanun hükümlerine göre hazine, belediye, il özel idaresine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare ettiği arsa veya araziler üzerinde, gecekondu sahiplerince yapılmış yapılar, 12 nci madde hükümlerine göre tespit ettirildikten sonra, kayıt maliki kamu kuruluşunca bu yer hak sahibine tahsis edilir ve bu tahsisin yapıldığı tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterilerek ilgilisine "Tapu Tahsis Belgesi" verilir. Tapu tahsis belgesi, ıslah imar planı veya kadastro planları yapıldıktan sonra hak sahiplerine verilecek tapuya esas teşkil eder.(Ek : 18/5/1987 - 3366/4 md.) Ancak islah imar planı veya kadastro planları ile belirlenen alanlarda tapu tahsis belgesi yerine hak sahiplerine doğrudan tapuları verilebilir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6140 | Başvurucu adına vekil tarafından, tapu verilmesi talebinin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada Anayasa’nın 35. ve 36. maddelerinde tanımlanan mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği ileri sürülmüş, tazminata karar verilmesi talebinde bulunulmuştur. | 0 |
Başvuru; sehven fazladan yapılan ödemelere ilişkin borç tahakkuk ettirilmesine ve bir aylık süre içinde geri ödenmesinin istenmesine ilişkin işleme karşı açılan davada idari merci tarafından tesis edilmiş icrai bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, istinaf dilekçesinde ileri sürülmeyen bir hususla ilgili resen bozma gerekçesi oluşturulması nedeniyle de silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Konusu Olayın Arka Planı Başvurucu, ziraat mühendisi olup çalıştığı Mersin Üniversitesi Rektörlüğünde (İdare) mühendis kadrosu bulunmadığından teknisyen kadrosuyla 3600 ek gösterge ile göreve başlatılmıştır. Devam eden süreçte İdare, başvurucunun maaşına esas ek göstergesinin sehven 3600 olarak belirlendiği gerekçesiyle ek göstergenin 3600'den 2200'e düşürülmesine ilişkin 16/3/2015 tarihli işlemi tesis etmiştir. Başvurucu tarafından ek göstergesinin 2200'e düşürülmesine ilişkin 16/3/2015 tarihli işleme karşı açılan davada Mersin İdare Mahkemesi 8/3/2018 tarihli kararla davanın reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun ziraat mühendisi olduğu ancak göreve başladığı tarihten bu yana teknik hizmetler kadrosunda teknisyen unvanıyla görev yaptığına işaret edilerek bugüne kadarki hizmet süresi boyunca mühendis unvanıyla fiilî bir hizmetinin bulunmadığı vurgulanmıştır. Buna göre ek göstergeden yararlanabilmek için salt mühendis unvanına sahip olmanın yeterli olmayacağı ve dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Karara karşı yapılan istinaf talebi Konya Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 6/12/2018 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiş ve hüküm kesinleşmiştir. İdare ayrıca bireysel başvuruya konu olan 8/4/2015 tarihli yazıyla (işlem) sehven belirlenen ek gösterge nedeniyle geçmişe yönelik olarak fazladan ödenen 762,51 TL'nin borç çıkarıldığını başvurucuya bildirmiştir. İşlemde borcun 19/10/2006 tarihli ve 26324 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Kamu Zararlarının Tahsiline İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesi gereğince bir ay içinde ödenmesi gerektiği, borca karşı yedi günlük itiraz süresinin olduğu, ödenmediği takdirde yasal işlem başlatılacağı belirtilmiştir.B. Başvuruya Konu Yargılama Süreci Başvurucu, memurluğa Ziraat Bankası bünyesinde ziraat mühendisi kadrosunda başladığını ancak daha sonra naklen Mersin Üniversitesine geçtiğinde mühendis kadrosu olmadığından teknisyen kadrosu ile görevine başladığını belirterek 762,51 TL borç çıkarılmasına ilişkin işlemin iptalini ve eksik maaş ödemelerinin yasal faiziyle birlikte tazminini istemiştir. Dava dilekçesinde, sicil başarısı ve mühendislik unvanı nedeniyle ek göstergesinin 3600'e çıkarıldığını, bu konuda kendisinin herhangi bir talebinin olmadığını ileri sürmüştür. Ayrıca tesis edilen idari işlemlerin açık bir hata veya muhatabın hilesinin bulunması durumu hariç ancak dava açma süresi içinde geri alınabileceğini, olayın üzerinden uzun yıllar geçtikten sonra tesis edilen idari işlemde bu yönüyle de hukuka uygunluk bulunmadığını belirtmiştir. Mersin İdare Mahkemesi (Mahkeme) 8/3/2018 tarihinde dava konusu işlemin iptaline, tazminat talebinin ise reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, Danıştay İçtihadı Birleştirme Kurulunun (İBK) 22/12/1973 tarihli kararına da atıfta bulunarak söz konusu ödemelerin yapılmasında açık bir hata olmadığını ve başvurucunun da herhangi bir gerçek dışı beyanı veya hilesinin de saptanmadığını vurgulamıştır. Buna göre Mahkeme, ödemelerin ancak yapılan hatalı ödeme tarihinden itibaren Altmış gün içinde geri istenebileceğini belirterek en son ödemenin yapıldığı tarihten itibaren Altmış günlük dava açma süresi geçirildikten sonra tesis edilen işlemde hukuka uygunluk bulunmadığına hükmetmiştir. Mahkeme uyuşmazlığın tazminata ilişkin kısmında ise başvurucu tarafından ek göstergesinin düşürülmesi işleminin iptali için açılan davada davanın reddine karar verildiğini belirtmiştir. Mahkeme bu tespitten hareketle ek göstergenin 3600'den 2200'e düşürülmesi işleminin hukuka uygun olduğunun yargı kararıyla da sabit olduğunu ve başvurucunun 2014 yılı Temmuz ayından itibaren yoksun kaldığı eksik maaş ödemelerinin işletilecek yasal faiziyle birlikte tazmini isteminin yerinde olmadığı sonucuna ulaşmıştır. Karara karşı başvurucu ve İdare tarafından istinaf talebinde bulunulmuştur. Konya Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire) 6/12/2018 tarihinde İdarenin istinaf talebini kabul etmiştir. Daire, işlemin iptaline yönelik mahkeme kararını kaldırmış ve bu yönüyle davanın incelenmeksizin reddine kesin olarak karar vermiştir. Daire kararının gerekçesinde, İdarece başvurucu adına kişi borcu çıkarılarak fazladan ödenen 762,51 TL'nin ödenmesinin istendiği, kişi borcu çıkarılmasının kendi başına icrai bir işlem olmayıp ödemeye davet niteliğinde bir ön işlem olduğu vurgulanmıştır. Ayrıca İdarenin uygulanan usul dışında kişi borcunu resen ve cebren tahsil etme olanağının bulunmadığının altı çizilerek anılan işlem yönünden incelenmeksizin ret kararı verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Daire, başvurucunun istinaf talebini ise mahkeme kararında belirtilen gerekçeye atıfla reddetmiştir. Nihai karar 25/2/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 26/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun "İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: " (Değişik: 10/6/1994 - 4001/1 md.) İdari dava türleri şunlardır:a) (İptal: Anayasa Mahkemesinin 21/9/1995 tarihli ve E.1995/27, K.1995/47 sayılı kararı ile; Yeniden Düzenleme: 8/6/2000 - 4577/5 md.) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,… İdari yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır…" 2577 sayılı Kanun'un "Dilekçeler üzerine ilk inceleme" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Dilekçeler, ...d) İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı,...yönlerinden sırasıyla incelenir." 2577 sayılı Kanun'un "İlk inceleme üzerine verilecek karar" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;...b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine,...Karar verilir." 2577 sayılı Kanun'un "Dosyaların incelenmesi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Danıştay ile idare ve vergi mahkemeleri, bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yaparlar. Mahkemeler belirlenen süre içinde lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların, ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir...'' 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu'nun "Kamu zararı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kamu zararı; kamu görevlilerinin kasıt, kusur veya ihmallerinden kaynaklanan mevzuata aykırı karar, işlem veya eylemleri sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunmasıdır.Kamu zararının belirlenmesinde; a) İş, mal veya hizmet karşılığı olarak belirlenen tutardan fazla ödeme yapılması,b) Mal alınmadan, iş veya hizmet yaptırılmadan ödeme yapılması,c) Transfer niteliğindeki giderlerde, fazla veya yersiz ödemede bulunulması,d) İş, mal veya hizmetin rayiç bedelinden daha yüksek fiyatla alınması veya yaptırılması,e) İdare gelirlerinin tarh, tahakkuk veya tahsil işlemlerinin mevzuata uygun birşekilde yapılmaması,f) (Mülga: 22/12/2005-5436/10 md.)g) Mevzuatında öngörülmediği halde ödeme yapılması,esas alınır. (Değişik üçüncü fıkra: 22/12/2005-5436/10 md.) Kontrol, denetim, inceleme, kesin hükme bağlama veya yargılama sonucunda tespit edilen kamu zararı, zararın oluştuğu tarihten itibaren ilgili mevzuatına göre hesaplanacak faiziyle birlikte ilgililerden tahsil edilir.Alınmamış para, mal ve değerleri alınmış; sağlanmamış hizmetleri sağlanmış; yapılmamış inşaat, onarım ve üretimi yapılmış veya bitmiş gibi gösteren gerçek dışı belge düzenlemek suretiyle kamu kaynağında bir artışa engel veya bir eksilmeye neden olanlar ile bu gibi kanıtlayıcı belgeleri bilerek düzenlemiş, imzalamış veya onaylamış bulunanlar hakkında Türk Ceza Kanunu veya diğer kanunların bu fiillere ilişkin hükümleri uygulanır.Ayrıca, bu fiilleri işleyenlere her türlü aylık, ödenek, zam, tazminat dahil yapılan bir aylık net ödemelerin iki katı tutarına kadar para cezası verilir. (Değişik son fıkra: 25/4/2007-5628/4 md.) Kamu zararının, bu zarara neden olan kamu görevlisinden veya diğer gerçek ve tüzel kişilerden tahsiline ilişkin usûl ve esaslar, Cumhurbaşkanı tarafından çıkarılan yönetmelikle düzenlenir. Yönetmelik'in "Kamu zararının tespiti ve bildirilmesi " kenar başlıklı maddesi şöyledir: (1) Kamu zararı 6 ncı maddede belirtilen hususlar göz önünde bulundurulmak suretiyle;a) Kontrol, denetim veya inceleme,b) Sayıştayca kesin hükme bağlama,c) Yargılama,sonucunda tespit edilir. (2) Tespit edilen kamu zararına ilişkin yazı, tutanak, rapor, ilâm ve benzeri belgeler ilgili kamu idaresine gönderilir. Yönetmelik'in "Kamu zararından doğan alacağın tebliği ve takibi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: (6) Kamu zararı alacaklarının yapılan tebligata rağmen sorumlular ve/veya ilgililerce süresinde rızaen ödenmemesi, sulh teklifinde ya da itirazda bulunulmaması halinde sürenin bitiminden itibaren beş iş günü içerisinde, sulh teklifinin ya da itirazın idare tarafından reddedilmesi halinde ise bu ret tarihinden itibaren beş iş günü içerisinde ve her hâlükârda 30 günlük ödeme süresinden sonra ilgili alacak takip dosyası, alacağın tahsili için takibe yetkili birimce kamu idaresini temsile yetkili hukuk birimine gönderilir. Yönetmelik'in "Kamu zararından doğan alacakların tahsil şekilleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir: 1) Kamu zararından doğan alacaklar, sorumlulardan ve/veya ilgililerden, zararın oluştuğu tarihten itibaren ilgili mevzuatına göre hesaplanacak faiziyle birlikte tahsil edilir.2) Tespit edilen kamu zararları;a) Rızaen ve sulh yolu ile ödenmek,b) (Değişik:RG-15/6/2019-30802-K.-1147/7 md.) 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu hükümlerine göre takas yapılmak,c) 2004 sayılı Kanun hükümleri uygulanmak, suretiyle tahsil edilir. Yönetmelik'in "Rızaen ve sulh yolu ile tahsilat" kenar başlıklı maddesi şöyledir: 1) Kamu zararından doğan alacaklar, sorumluları ve/veya ilgilileri tarafından rızaen veya ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde sulh yoluyla ödenebilir.2) (Mülga:RG-15/6/2019-30802-K.-1147/8 md.)3) (Değişik:RG-15/6/2019-30802-K.-1147/8 md.) Kamu zararından doğan alacağın ödenmesinin ilgili mevzuat çerçevesinde sulh yolu ile sağlanması halinde, sulh işleminin kesinleştiği tarihi izleyen ay başından itibaren sorumlunun ve/veya ilgilinin yazılı muvafakati ile aylığından kesilerek tahsil edilebilir. Rızaen ve defaten ödemede, sorumlunun ve/veya ilgilinin yazılı isteğiyle aylığından kesilerek tahsil edilebilir.4) Aylıklardan yapılacak kesinti tutarı, sorumlulara ve/veya ilgililere yapılan her türlü aylık, ödenek, zam, tazminat dahil bir aylık net ödemelerinin dörtte birinden az, üçte birinden çok olamaz. Yönetmelik'in "Diğer hükümler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: 1- Kamu zararından doğan alacakların takip ve tahsilinde aşağıda belirtilen hükümlere uyulur. a) Kamu zararından doğan alacakların sorumlularca ve/veya ilgililerce rızaen veya sulhen ödenmemesi halinde alacak takip dosyası, genel hükümlere göre takibat yapılmak ve dava açılmak üzere, genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerince o yerdeki muhakemat müdürlüğü veya hazine avukatlığına gönderilir. Hazine avukatı bulunmayan yerlerde dava ve icra işleri kamu idaresi yöneticileri tarafından takip edilir. Genel bütçe dışındaki diğer kamu idarelerinde söz konusu dosya hukuk birimine gönderilir. b) Alacağın takibinden sorumlu birim yöneticileri, mahkemeye veya icraya intikal ettirilen alacakların takibinin hangi aşamada olduğunu ilgili hukuk birimleri nezdinde izlemek, icra dairelerince tahsil edildiği bildirilen paraların muhasebe biriminin veznesine veya banka hesabına yatırılmasını ve sorumluların ve/veya ilgililerin borçlarına mahsubunu sağlamak zorundadırlar...."Kamu zararından doğan alacakların takip ve tahsilinde aşağıda belirtilen hükümlere uyulur.a) Kamu zararından doğan alacakların sorumlularca ve/veya ilgililerce rızaen veya sulhen ödenmemesi halinde alacak takip dosyası, genel hükümlere göre takibat yapılmak ve dava açılmak üzere, genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerince o yerdeki muhakemat müdürlüğü veya hazine avukatlığına gönderilir. Hazine avukatı bulunmayan yerlerde dava ve icra işleri kamu idaresi yöneticileri tarafından takip edilir. Genel bütçe dışındaki diğer kamu idarelerinde söz konusu dosya hukuk birimine gönderilir.b) Alacağın takibinden sorumlu birim yöneticileri, mahkemeye veya icraya intikal ettirilen alacakların takibinin hangi aşamada olduğunu ilgili hukuk birimleri nezdinde izlemek, icra dairelerince tahsil edildiği bildirilen paraların muhasebe biriminin veznesine veya banka hesabına yatırılmasını ve sorumluların ve/veya ilgililerin borçlarına mahsubunu sağlamak zorundadırlar...." Danıştay İçtihadı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun (İDDK) 4/10/2021 tarihli ve E.2020/3084, K.2021/1660 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...fazladan ve yersiz ödendiği iddia edilerek davacı adına borç çıkarılan tutarların rızaen geri ödenmesini; aksi takdirde tahsilat işlemi yapılacağı bilgisini içeren dava konusu işlemin, Kamu Zararlarının Tahsiline İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik uyarınca tesis edilmiş bir işlem olduğu, bu işlemle zararın rızaen ve sulhen tahsil edilememesi halinde adli yargı yoluyla tahsili cihetine gidileceği, bu haliyle işlemin bildirim mahiyeti taşıdığı ve idari davaya konu olabilecek kesin ve icrai bir niteliği bulunmadığı açık olup, borç çıkarılmasına ilişkin Gaziantep Vergi Dairesi Başkanlığının 02/05/2012 tarih ve 771 sayılı işlemi ile bu işleme dayanılarak kişi borcu kaydı yapılmasına ilişkin işlem yönünden davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi gerekirken, davanın esası incelenerek söz konusu işlemlerin iptali yolunda verilen Daire kararında hukuka uyarlık görülmemiştir..." İDDK'nın 3/6/2021 tarihli ve E.2021/30, K.2021/1173 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...veri hazırlama ve kontrol işletmeni kadrosunda görev yapmak olan davacının, 05/12/2006 tarihinden itibaren Hamur Kaymakamlığı Yazı İşleri Müdürlüğü kadrosuna vekaleten atandığı, Ağrı Valiliği Defterdarlık Muhasebe Denetmenliğince davalı idare hakkında 2011 dönemini kapsayan 08/07/2011 tarih ve 2011/İ.R-02 sayılı Denetim Raporu düzenlendiği, denetim raporunda, veri hazırlama ve kontrol işletmenliği kadrosunda görev yapmakta iken 05/12/2006 tarihinden itibaren Hamur Kaymakamlığı Yazı İşleri Müdürlüğü kadrosuna vekaleten atanan davacıya mevzuatta öngörülen esasa ve usule ilişkin şartları bir arada taşımaması nedeniyle vekalet görevinden dolayı müdürlük için öngörülen zam ve tazminatların ödenmesinin mümkün olmadığı, bu nedenle fazladan yapılan ödemelerin 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu'nun maddesi ile Kamu Zararlarının Tahsiline İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik hükümleri uyarınca davacıdan geri alınması gerektiğinin belirtildiği, bunun üzerine davalı idarece ilgili yıllara ait almış olduğu tazminat farklarının geri ödenmesi gerektiği yolunda dava konusu işlemin tesis edildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda; fazladan ve yersiz ödendiği iddia edilerek davacı adına borç çıkarılan tutarların rızaen geri ödenmesi bilgisini içeren dava konusu işlemin, Kamu Zararlarının Tahsiline İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik uyarınca tesis edilmiş bir işlem olduğu, bu işlemle zararın rızaen ve sulhen tahsil edilememesi halinde adli yargı yoluyla tahsili cihetine gidileceği, bu haliyle işlemin bildirim mahiyeti taşıdığı ve idari davaya konu olabilecek kesin ve icrai bir niteliği bulunmadığı, bu nedenle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi gerektiği anlaşıldığından, davanın reddi yolundaki İdare Mahkemesi ısrar kararında sonucu itibarıyla hukuka aykırılık görülmemiştir..." İDDK'nın 20/5/2021 tarihli ve E.2020/3086, K.2021/1015 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Temyize konu dosyanın incelenmesinden; Yenimahalle Kaymakamlığının 18/06/2013 tarih ve 15909 sayılı yazısı ile ilgili Bakanlar Kurulu Kararı'nda yiyecek içecek hizmetleri branşına yer verilmemesine rağmen davacı adına 15/06/2008 tarihinden 15/05/2013 tarihine kadar 9 puan ilave eğitim tazminatı tahakkuk ettirildiği, adına tahakkuk eden 119,56-TL'nin (faiz hariç) tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içerisinde Yenimahalle Malmüdürlüğüne yatırılması gerektiği, aksi halde dosyanın tahsilat için Defterdarlık Muhakemat Müdürlüğüne gönderileceği bilgisinin verildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda; fazladan ve yersiz ödendiği iddia edilerek davacı adına borç çıkarılan tutarların rızaen geri ödenmesini; aksi takdirde tahsilat işlemi yapılacağı bilgisini içeren dava konusu işlemin, Kamu Zararlarının Tahsiline İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik uyarınca tesis edilmiş bir işlem olduğu, bu işlemle zararın rızaen ve sulhen tahsil edilememesi halinde adli yargı yoluyla tahsili cihetine gidileceği, bu haliyle işlemin bildirim mahiyeti taşıdığı ve idari davaya konu olabilecek kesin ve icrai bir niteliği bulunmadığı açık olup, borç çıkarılmasına ilişkin Yenimahalle Kaymakamlığının 18/06/2013 tarih ve 15909 sayılı işlemi yönünden davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi gerekirken, söz konusu işlemin kısmen iptali yolundaki Daire kararında hukuka uyarlık görülmemiştir..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı için bkz. Ali Diren, B. No: 2015/13108, 18/4/2018, §§ 26- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/10203 | Başvuru, sehven fazladan yapılan ödemelere ilişkin borç tahakkuk ettirilmesine ve bir aylık süre içinde geri ödenmesinin istenmesine ilişkin işleme karşı açılan davada idari merci tarafından tesis edilmiş icrai bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, istinaf dilekçesinde ileri sürülmeyen bir hususla ilgili resen bozma gerekçesi oluşturulması nedeniyle de silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; tutuklu kalınan süre için verilen tazminatın düşük olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, bilirkişi raporunun tebliğ edilmemesi ve mahkeme kararlarının gerekçeli olmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; nitelikli cinsel istismar, yol kesmek suretiyle yağma, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından yargılandığı davada 14/4/2007 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucunun bu davada 22/4/2010 tarihinde beraatine ve tahliyesine karar verilmiştir. Beraat kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 5/10/2011 tarihli ilamıyla onanmıştır. Beraat kararının kesinleşmesinden sonra başvurucu; tutuklu kaldığı süre için 068,60 TL maddi, 000 TL manevi tazminata hükmedilmesi talebiyle Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinde Maliye Hazinesi aleyhine dava açmıştır. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi 17/4/2012 tarihli duruşmada başvurucunun maddi zararı hususunda bilirkişiden rapor alınmasına karar vermiştir. 4/12/2012 tarihli duruşmada bilirkişiye rapor ve dosyayı ibraz etmesi hususunda ihtarat yapılmasına ve bir sonraki duruşmanın 25/12/2012 tarihine bırakılmasına karar verilmiştir. Başvurucu müdafii 12/12/2012 tarihinde, Mahkemeye 25/12/2012 tarihinde başka bir davada duruşması olduğunu belirterek mazeret dilekçesi sunmuştur. 25/12/2012 tarihli duruşmada Mahkeme, başvurucu müdafiinin mazeret dilekçesini delillendirmediği gerekçesiyle mazeretin reddine karar vermiştir. Bu duruşmada dosya bilirkişiden dönmüş, bilirkişi raporu okunmuş ve duruşma savcısından görüşü sorulmuştur. Mahkeme; aynı duruşmada yargılamayı sonlandırarak başvurucuya 981,44 TL maddi, 000 TL manevi tazminat ve 400 TL vekâlet ücreti ödenmesine, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:"Mahkememizce yapılan yargılama, Bakırköy AĞCM'nin dava dosyası, tazminat talebine ilişkin bilirkişi raporu ve dosya kapsamındaki diğer tüm deliller, davalı savunması, davalı vekilinin beyanı hep birlikte değerlendirildiğinde; Davacının hakkında yapılan soruşturma kapsamında Bakırköy 3 Sulh Ceza Mahkemesinin 04/04/2007 tarihli ve 2007/116 Sorgu sayılı kararıyla tutuklandığı ve 22/04/2010 tarihinde tahliye olduğu ,hakkında kasten tasarlayarak adam öldürme, nitelikli yağma, cinsel saldırı, konut dokunulmazlığını ihlal etme, hürriyetten yoksun kılma suçundan Bakırköy 8 Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açıldığı, yapılan yargılama sonucunda mahkemenin 2007/220 Esas - 2010/131Karar sayılı ilamıyla beraatine karar verildiği, bu kararın kesinleştiği, davacının beraat kararı verilmesi nedeniyle haksız olarak tutuklu kaldığı anlaşılmakla; bilirkişi raporu da gözönüne alındığında tazminat talebinin 981,44 TL 'lik kısmının kabulüne, fazlaya ilişkin talebinin reddine, manevi tazminat talebinin de 20,000,00 TL lik kısmının kabulüne, fazlaya ilişkin kısmının reddine ve tutuklama tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıda yazılı şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucu bu kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 23/6/2014 tarihli ilamıyla ilk derece mahkemesi kararının düzeltilerek onanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:Yapılan incelemeye, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, incelenen dosya kapsamına göre, davalı ve davacı vekillerinin sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;1-Kendisini vekil ile temsil ettiren davacı lehine, hükmedilen maddi ve manevi tazminat miktarlarının toplamı üzerinden yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin üçüncü kısmında yer verilen oranlar üzerinden, '597,95' TL nispi vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiği gözetilmeden, karar tarihindeki maktu vekalet ücretine hükmedilmesi,2-Dava dilekçesinde, tutuklama tarihinden itibaren faiz talebinde bulunulmasına rağmen, davacı lehine hükmolunan maddi ve manevi tazminatlar için, 2007 tarihinden itibaren faize hükmedilmesi,3-Gerekçeli karar başlığında, 'dava' yerine 'suç', dava tarihi yerine, 'suç tarihi ve saati' ile' suç yeri' ibarelerine yer verilmiş olması,İsabetsiz olup, davalı ve davacı vekillerinin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görüldüğünden hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/ maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK'un maddesi gereğince BOZULMASINA, ancak yeniden yargılama yapmayı gerektirmeyen bu hususların aynı Kanunun maddesine göre düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, gerekçeli karar başlığında yer verilen 'suç yeri' ibaresi çıkartılarak, 'suç' ibaresi yerine 'dava', 'suç tarihi ve saati' yerine 'dava tarihi' yazılması ve hükmün vekalet ücretine ilişkin beşinci bendi hüküm fıkrasından çıkartılarak yerine Kendisini vekil ile temsil ettiren davacı lehine hükmolunan maddi ve manevi tazminat miktarlarının toplamı üzerinden karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre '597,95' TL olarak hesaplanan nispi vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine ibaresinin yazılması ve hüküm fıkrasının birinci ve üçüncü bendlerinde davacı lehine hükmolunan maddi ve manevi tazminatların yasal faize ilişkin kısımlarında yer alan '2007' ibaresinin çıkartılıp yerine '2007' ibaresinin yazılması suretiyle, sair yönleri usul ve kanuna uygun olan hükmün düzeltilerek onanmasına [karar verildi]. Bu karar başvurucuya 8/9/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." B. Uluslararası Hukuk Sözleşme Metinleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özgürlük ve güvenlik hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir: " Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:...c) Kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek için inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine ya da suçu işledikten sonra kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin varlığı halinde, yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulması;... Bu madde hükümlerine aykırı bir yakalama veya tutma işleminin mağduru olan herkes tazminat hakkına sahiptir." Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin maddesinin (5) numaralı fıkrasında öngörülen tazminat hakkı, ulusal bir makam veya Sözleşme kurumları tarafından bu maddenin diğer fıkralarından birinin ihlal edildiğinin sabit bulunduğu varsayımına dayanır (N./İtalya [BD], B. No: 24952/94, 18/12/2002, § 49). Sözleşme'nin maddesinin (1), (2), (3) ve (4) numaralı fıkraları kapsamında bir özgürlükten yoksun bırakılma için tazminat almak üzere başvuru imkânının bulunması hâlinde anılan maddenin (5) numaralı fıkrasına uygunluk sağlanmış olacaktır (Wassink/Hollanda, B. No: 12535/86, 27/9/1990, § 38). AİHM'e göre bir müdahalenin telafi edilmesine yönelik hukuk yollarının başarısızlığı Mahkemenin sonradan zaman bakımından yargı yetkisine dâhil edilmez (Blecic/ Hırvatistan [BD], B. No: 59532/00, 8/3/2006, §§ 77-79). AİHM, Korizno/Litvanya (k.k.) (B. No: 68163/01, 28/9/2006) kararında zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihten önce başvurucunun gözaltına alınmasının sona erdiğini belirterek Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının ihlal edildiği şikâyetinin yanı sıra (5) numaralı fıkrasının ihlal edildiği iddiasını da incelememiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16144 | Başvuru, tutuklu kalınan süre için verilen tazminatın düşük olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, bilirkişi raporunun tebliğ edilmemesi ve mahkeme kararlarının gerekçeli olmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/43791 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza davasında sanığın hazır bulunma talebinin reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. A. Bireysel Başvuru Süreci İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu hakkında PKK silahlı terör örgütü üyesi olma ve tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirmesi suçlarından yürütülen soruşturma sırasında başvurucu üzerine atılı suçlardan dolayı 10/2/2016 tarihinde tutuklanmış, soruşturma sonucunda düzenlenen iddianame ile PKK silahlı terör örgütü üyesi olma, genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması, tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirmesi ve kasten yaralama suçlarından açılan kamu davası; İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinde görülmeye başlanmıştır. Diğer yandan, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından aralarında başvurucunun da bulunduğu şüpheliler hakkında yürütülen soruşturma sonucunda düzenlenen iddianamenin kabulü ile -diğer şüphelilerin yanı sıra- başvurucu hakkında PKK silahlı terör örgütüne üye olma, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet, tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirmesi, genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması (2 kez), genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması (9 kez), işyeri dokunulmazlığının ihlali ve nitelikli hırsızlık suçlarından açılan kamu davası da İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) E.2016/231 sayılı dosyasında görülmeye başlanmıştır. İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinde görülmekte olan dava ile Mahkemede görülen E.2016/231 sayılı dava 28/7/2016 tarihinde birleştirilmiş ve yargılamaya Mahkemenin anılan dava dosyası üzerinden devam edilmiştir. Başvurucu muhakeme süreci boyunca farklı ceza infaz kurumlarında (İnfaz Kurumu) tutulmuştur. Başvurucu, İnfaz Kurumu aracılığıyla Mahkemeye gönderdiği 18/7/2016 tarihli dilekçeyle 19/7/2016 tarihinde yapılacak olan celseye katılımının Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla yapılmasına rıza göstermediğini ve duruşmada bizzat hazır bulunmak istediğini beyan etmesi üzerine Mahkeme, başvurucuyu 16/8/2016 tarihinde yapılan bir sonraki celsede hazır bulundurmuştur. Anılan celsede başvurucu, müdafiinin hazır bulunmaması nedeniyle savunma yapmayacağını beyan etmiştir. 14/10/2016, 8/11/2016 ve 5/11/2017 tarihli celselerde hazır bulunan başvurucu, müdafii huzurunda savunmasını yapmış; bu celselerde tanık ve müştekilerin de beyanları alınmıştır. 5/11/2017 tarihli celse sonunda Mahkeme, başvurucunun 26/1/2017 tarihinde yapılması kararlaştırılan bir sonraki celseye katılımının SEGBİS aracılığıyla sağlanmasına karar vermiştir. Başvurucu 26/1/2017 tarihli dilekçesiyle bu celseye SEGBİS aracılığıyla katılmak istemediğini beyan ederek duruşmaya katılmamıştır. Duruşma tutanağına göre başvurucunun yokluğunda ve müdafiinin hazır bulundurulmasıyla yapılan celsede dava konusu olaylara ilişkin kolluk görevlilerinin tanık sıfatıyla ifadeleri alınmış, Mahkeme, başvurucunun 8/3/2017 tarihinde yapılmasını kararlaştırdığı sonraki celseye katılımının da SEGBİS aracılığıyla sağlanmasına dair ara karar vermiştir. Başvurucu 8/3/2017 tarihli dilekçesiyle SEGBİS aracılığıyla kendisini ifade edemediğini söyleyerek bu tarihte yapılacak olan celseye de katılmayacağını Mahkemeye bildirmiş, anılan celsede başvurucunun yokluğunda yapılan yargılama sırasında diğer kolluk görevlilerinin de tanık sıfatıyla ifadeleri alınmıştır. Mahkeme bu celse sonunda da başvurucunun 27/4/2017 tarihinde yapılması kararlaştırılan bir sonraki celseye katılımının SEGBİS aracılığıyla sağlanmasına karar vermiştir. Ancak söz konusu celsede de başvurucu hazır bulunmamış ve yargılamaya yokluğunda devam edilmiştir. Yargılamanın 7/9/2017 tarihinde yapılan bir sonraki celsesinde başvurucu hazır bulunmuş, bu celsede Mahkeme Başsavcılığa araştırılması talep edilen başka delil olup olmadığının bildirilmesi ya da esas hakkındaki mütalaanın sunulması için süre vermiştir. Mahkeme 18/9/2017 tarihinde İnfaz Kurumuna gönderdiği müzekkere ile başvurucunun 7/12/2017 tarihinde yapılması kararlaştırılan celsede bizzat hazır bulundurulması için talimat vermiştir. Bununla birlikte, 7/12/2017 tarihli duruşma tutanağında başvurucunun İnfaz Kurumu tarafından duruşmada hazır edilmediği, bu nedenle SEGBİS aracılığıyla duruşmaya katılımı sağlanmaya çalışılsa da bağlantı kurulamadığı belirtilmiş, bu nedenle anılan celsede başvurucunun duruşmaya katılımı sağlanamamıştır. Mahkeme 8/2/2018 tarihli celsede başvurucuyu duruşmada hazır etmiş, bu celsede Başsavcılık esas hakkındaki mütalaasını sunmuştur. Başvurucu, bu celsede esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmasını sunmak için kendisine süre verilmesini talep etmiştir. Başvurucu 8/5/2018 tarihinde yapılan bir sonraki celsede de müdafii ile duruşmada hazır bulunmuş ancak bu celsede tercüman hazır edilmediği gerekçesiyle esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmasını sonraki celsede yapacağını beyan etmiştir. Celse sonunda Mahkeme, bir sonraki celsenin 17/7/2018 tarihinde yapılmasına ve başvurucunun duruşmaya katılımının SEGBİS aracılığıyla sağlanmasına dair ara karar vermiştir. Başvurucu müdafii 16/7/2018 tarihinde sunduğu dilekçe ile 17/7/2018 tarihli celsede başvurucunun savunması alınırken tercümanın hazır edilmesini ve başvurucunun duruşmaya katılımının SEGBİS aracılığıyla sağlanması yerine duruşmada bizzat hazır bulundurulmasını talep etmiştir. Buna karşın 17/7/2018 ve 18/9/2018 tarihli celselerde yeniden SEGBİS aracılığıyla hazır edilen başvurucu duruşmaya gelmek istediğini, SEGBİS aracılığıyla savunma yapmayacağını beyan etmiştir. Yargılamanın 20/11/2018 tarihli celsesinde duruşmaya katılımı yine SEGBİS aracılığıyla sağlanan başvurucu esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmasını yapmakla birlikte duruşmada bizzat hazır bulundurulmasına dair talebini yinelemiştir. Celse sonunda Mahkeme 12/2/2019 tarihinde yapılması kararlaştırılan bir sonraki celsede başvurucunun talebi üzerine bizzat hazır bulundurulması, aksi hâlde duruşmaya katılımının SEGBİS aracılığıyla sağlanmasına dair ara karar vermiştir. Anılan karar doğrultusunda Mahkeme tarafından İnfaz Kurumuna bir sonraki celsede başvurucunun bizzat hazır bulundurulması talimatı verilmiş ancak İnfaz Kurumundan gönderilen 11/2/2019 tarihli yazıda başvurucunun 18/1/2019 tarihinden itibaren açlık grevinde olması nedeniyle İnfaz Kurumunun Aile Hekimliği tarafından yol raporu verilmediği, dolayısıyla başvurucunun celsede hazır bulundurulamayacağı belirtilmiştir. Yargılamanın 12/2/2019 tarihli celsesine dair duruşma tutanağında, İnfaz Kurumundaki SEGBİS salonlarının dolu olması nedeniyle başvurucunun hazır edilemediği belirtilmiş ve başvurucu müdafiinin hazır bulunduğu bu celsede başvurucunun yokluğunda yargılama yapılmıştır. Başvurucu müdafii anılan celsede esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmasını sunmuş ve başvurucunun duruşmada bizzat hazır bulundurulma talebini yinelemiştir. Buna karşın 12/3/2019 tarihli bir sonraki celsede de başvurucunun duruşmaya katılımı SEGBİS aracılığıyla sağlanmış, başvurucu bu celsede esas hakkındaki mütalaaya karşı savunma yapmıştır. Celse sonunda Mahkeme, bir sonraki celsenin 9/4/2019 tarihinde yapılmasına ve bu celsede de başvurucunun duruşmaya katılımının SEGBİS aracılığıyla sağlanmasına karar vermiştir. Başvurucu İnfaz Kurumu aracılığıyla Mahkemeye gönderdiği 9/4/2019 tarihli dilekçede duruşmaya SEGBİS aracılığıyla katılmayacağını belirtmiştir. Yargılamanın 9/4/2019 tarihli son celsesinde başvurucunun söz konusu dilekçesi okunmuş, başvurucunun katılmadığı bu celsede hazır bulunan başvurucu müdafileri, başvurucunun ısrarlı taleplerine rağmen duruşmalarda SEGBİS aracılığıyla hazır edilmeye çalışılması nedeniyle savunmalarını etkili şekilde dile getiremediğini vurgulamışlardır. Yargılama sonunda Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis, 2911 sayılı Kanun'un maddesinin (a) bendine aykırılık suçundan 2 yıl 1 ay hapis, genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçuna azmettirmeden 3 yıl 9 ay hapis, tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirmesi suçundan 9 yıl 17 ay hapis ve 800 TL adli para ve kasten yaralama suçuna azmettirmeden 22 ay 15 gün hapis cezaları ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararda Mahkeme, başvurucunun duruşmaya katılmayacağına dair dilekçe göndermesi nedeniyle yargılamaya devam edilerek yokluğunda hüküm kurulduğuna dair açıklamaya yer vermiştir. Başvurucunun anılan kararlara karşı -diğerlerinin yanı sıra- duruşmalara katılımının bizzat hazır bulundurulma yerine SEGBİS aracılığıyla sağlanmasına yönelik itirazını da ileri sürmek suretiyle yaptığı istinaf kanun yoluna başvuru talebi İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin (Daire) 23/1/2020 tarihli kararıyla esastan reddedilmiştir. Başvurucunun benzer nedenlerle Daire kararına karşı yaptığı temyiz kanun yolu başvurusu üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 14/10/2021 tarihinde verdiği karar şöyledir:i. 17/10/2019 tarihli ve 7188 sayılı Kanun'un maddesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesine eklenen (3) numaralı fıkra uyarınca, Bölge Adliye Mahkemeleri Ceza Dairelerinden verilecek kararla kesinleşen ve temyiz kanun yolu daha önce kapalı olan bazı suçlar açısından temyiz kanun yolunun açık hâle getirilmesine dair düzenlemeye değinilmiş ancak başvurucu hakkındaki mahkûmiyet kararları arasında yer alan 2911 sayılı Kanun'un maddesinin (a) bendine muhalefet, genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması ve kasten yaralama suçlarının anılan düzenlemede temyiz kanun yolu açılan suçlar arasında sayılmadığı, bu nedenle 2911 sayılı Kanun'a muhalefet suçu ile genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması ve kasten yaralama suçlarına azmettirmeden kurulan hükümlere ilişkin verilen esastan ret kararlarına karşı temyiz kanun yolunun kapalı olduğu gerekçesiyle bu suçlardan verilen Daire kararı yönünden temyiz kanun yoluna başvuru talebi reddedilmiştir. ii. Diğer yandan ret kararında, genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması ve kasten yaralama suçlarının terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi hâlinde başvurucunun bu suçlardan "azmettiren" sıfatıyla sorumlu tutulamayacağı değerlendirilerek bu suçlar yönünden Daire kararına karşı Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 5271 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca itiraz kanun yoluna başvurulabileceği açıklamasına yer verilmiştir.iii. Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan verilen mahkûmiyet kararına dair esastan ret kararı onanmıştır.iv. Tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirmesi suçundan verilen mahkûmiyet kararına dair esastan ret kararı ise bozulmuştur. Başvurucu, nihai kararı 19/11/2021 tarihinde öğrendikten sonra silahlı terör örgütüne üye olma ve 2911 sayılı Kanun'a muhalefet suçlarından kesinleşen mahkûmiyet hükümleri yönünden 20/12/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne, adil yargılanma hakkı kapsamındaki kanuni hâkim güvencesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilemez olduğuna, adil yargılanma hakkı kapsamındaki diğer şikâyetlerin incelenmesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. B. Bireysel Başvuru Sonrası Süreç İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı 6/1/2022 tarihinde, Yargıtayın genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması ve kasten yaralama suçlarına dair temyiz talebinin reddi kararında yer verdiği açıklama doğrultusunda Dairenin esastan ret kararının bu suçlar yönünden kaldırılması için 5271 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca talepte bulunmuştur. Daire 20/1/2022 tarihinde itirazı kabul ederek Mahkemenin bu suçlar yönünden verdiği mahkûmiyet kararlarının bozulmasına karar vermiştir. Bu suçlar yönünden dava Mahkemenin E.2022/53 sayılı dosyasında derdesttir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/62174 | Başvuru, ceza davasında sanığın hazır bulunma talebinin reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kolluk görevlilerinin hukuka aykırı ve orantısız güç kullanmaları nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/2/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Başvurucu Mustafa Rençber 1974, kardeşi olan diğer başvurucu Ahmet Rençber ise 1979 doğumlu olup iki başvurucu da Adana'da ikamet etmektedir. Başvurucular, başvuruya konu olay günü Ahmet Rençber'in eşi S.R.nin mağdur/müşteki olduğu ve yakınlarının ölümü ile neticelenen bir trafik kazasına ilişkin kamu davasının 6/8/2015 tarihli ilk duruşmasına katılmak için Adana Adliyesine gitmişlerdir. Polis memurlarının Adliye binası koridorunu boşaltmaya başlamaları üzerine başvurucularla görevli polis memurları arasında birtakım olaylar yaşanmıştır. Başvurucular ile kolluk görevlileri arasındaki olaylarla ilgili olarak tarafların birbirinden farklı anlatımları bulunmaktadır:i. Başvurucu Mustafa Rençber 6/8/2015 tarihinde Adliye binasına kardeşi Ahmet Rençber ve oğlu O.R. ile birlikte gittiğini, daha sonra oğlunun arkadaşı A.K.nın da yanlarına geldiğini, duruşma salonunun önünde beklemeye başladıklarını, polislerin yanlarına gelerek "Burada işi olmayan dışarı çıksın" dediğini, polis memurlarına hitaben "Abi burada mahkememiz var" dediğini, akabinde uzun boylu polis memurunun kendilerine vurmaya başladığını, oğlunun ve arkadaşının polis memurlarını engellemeye çalıştığını ancak onlara da polislerin saldırdığını, kaçarak Adliye binası dışına çıktıklarını, dışarıda da polis memurları tarafından darbedildiklerini, destek polis memurlarının geldiğini ve kelepçe takılarak polis merkezine götürüldüklerini belirtmiştir. Başvurucu Ahmet Rençber ise duruşma salonunda bulunduğu sırada koridordan gelen sesler üzerine dışarı çıktığını, bu sırada ağabeyi Mustafa Rençber'in polis memurları tarafından darbedildiğini gördüğünü, ne olduğunu sormak için polis memurlarının yanına gittiğinde kendisine de vurmaya başladıklarını, çok sayıda polis memurunun gelerek kendilerine vurmaya devam ettiğini, akabinde kelepçelenerek polis merkezine teslim edildiğini belirtmiştir.ii. Kolluk görevlileri H.K., B.Ü., Ç.Y., İ.K., N., H.T., A.Ö. ve Ş. ise 6/8/2015 tarihinde yapılmakta olan duruşmanın sükûnetini ve işleyişini tehlikeye düşürecek şekilde gürültü yapan ve yüksek sesle bağıran Ahmet Rençber, O.R., Mustafa Rençber ve A.K.nin görevliler tarafından uyarıldığını ancak bu kişilerin uyarılara aldırmayarak mahkeme duvarlarına vurmak ve sandalyeleri yumruklamak suretiyle taşkınlık yapmaya devam ettiklerini, kendilerine hakaret ve tehdit boyutuna varan ifadeler kullandıklarını, Adliye dışına çıkarıldıklarında ise kendilerini darbetmeye ve yerden söktükleri parke taşları ile aynı zamanda yumruk, tekme ve kafa atmak suretiyle yaralamaya çalıştıklarını, bunun üzerine cop kullanmak suretiyle müdahalede bulunulduğunu ve olay yerine çağrılan takviye ekiplerin yardımı ile etkisiz hâle getirildiklerini belirtmişlerdir. Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca Adliye binası içinde ve müteakiben dışarıda devam eden olayların basına yansıması nedeniyle başvurucular hakkında görevi yaptırmamak için direnme ve hakaret, kolluk görevlileri hakkında ise başvurucuların 28/8/2015 tarihli şikâyet dilekçesi üzerine yaralama, işkence yapma ve zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçlarından soruşturma başlatılmıştır. Başvurucular hakkında görevi yaptırmamak için direnme ve hakaret suçlarından başlatılan soruşturma kapsamında kamu davası açılmış, yargılama sonucunda başvurucular hakaret suçu yönünden beraat etmiş, görevi yaptırmamak için direnme suçu yönünden ise hapis cezasına mahkûm edilmiş ancak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Bireysel başvurunun konusunu kolluk görevlileri hakkında yapılan soruşturma oluşturmaktadır. Ancak başvurucular hakkında yürütülen soruşturma kapsamında yapılan işlemlerin de bireysel başvuru konusu olayla doğrudan ilgisi olduğundan olay ve olguların açıklanmasında her iki dosyadaki bilgilerden yararlanılmıştır. B. Adli Muayene Raporları Başvurucular ve polis memurları hakkında düzenlenen raporlarda yer alan açıklamalar şöyledir:i. Ahmet Rençber: Adana Adli Tıp Şube Müdürlüğü tarafından düzenlenen sağlık raporunda "frontal sağda yukarıdan aşağı 4x0,5 cm'lik ekimozlu sıyrık, burun sırtında 1x0,5 cm'lik ekimozlu sıyrık, boyun arkada 3x1 cm'lik ve 4x2 cm'lik ekimoz, sol kol omuz başına yakın önde 10x3 cm likhematom, sağ skapulada 7x5 cm'lik her iki skapula arasında 6x0,2 cm'lik , sağ ve sol skapula altta 1 cm çapta, sol uyluk orta 1/3 dışta 3x2 cm'lik ekimozlu sıyrık tespit edilmiş ve yumuşak doku yaralanmasının kişinin yaşamını tehlikeye sokmayan nitelikte olduğu, basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğu" belirtilmiştir.ii. Mustafa Rençber: Adana Adli Tıp Şube Müdürlüğü tarafından düzenlenen sağlık raporunda ise "sol şakakta hafif yüzeyel 2x2 cm şişlik, burun dış kısmında hafif yüzeyel morluk, sol omuz ve sol kürek kemiği üstünde yaygın yüzeyel kızarıklık, yer yer hafif morluklar, sağ arka sırtta hafif kızarıklık, sağ ön kol dış kısımda kızarıklık, ve 3,3x3,3 cm 0,4x0,2 cm yüzeyel çizikler, sol ön bacakta 1x2 cm lik sıyrık, sağ torakalomber bölgede 6x2 cm ve 2x2 cm çizgisel tarzda sıyrık, bu bölgede ağrı ile nefes almada güçlük şikayeti olduğunun saptandığı ve yaralanmasının yaşamsal tehlike oluşturmadığı ve basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğu" belirtilmiştir.iii. Polis memuru B.Ü.: "Sağ el başparmak orta falanksta 1x1 cm lik kanamalı lezyon, aynı parmakta ağrı bulgusu ve şişlik, sol ön kol dirsek altında 4x2 cm lik ekimoz ve sıyrık, ağrı, sol dizde 0,2x0,3 cm lik kızarıklık, ve sıyrık olduğunun saptandığı ve basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek" şekilde yaralandığına ilişkin rapor düzenlenmiştir.iv. Polis memuru Ç.Y.: "Ön göğüste 26x1,5 cm ve 18x1,5 cm lik morluklar, sağ şakak bölgesinde 3x0,3 cm, 1x1 cm ve etrafı kızarık yüzeyel lezyonlar, sırtta her iki kürek kemiği arasında 22x1,5 cm lik ekimoz, sağ omuzda 10x1,5 cm ekimoz, sol üst kol arka kısımda 20x1,5 cm ekimoz, sol ön kolda boydan boya 2 yerde 28x1,5 cm ve 24x1,5 cm morluklar, sağ boyunda 10x1,5 cm morluk sağ ön kolda 2 yerde 20x1 cm ve 24x1,5 cm ekimozlar olduğunun baş, boyun ve sırt ağrısı olduğunun saptandığı ve basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek" şekilde yaralandığına ilişkin rapor düzenlenmiştir.v. Polis Memuru H.K.: "2 kaş arasında yüzeyel morluk, 2 kürek kemiği arasında 26x2 cm lik derin ekimoz, sol kürek kemiği altında 18x2 cm lik derin ekimoz, sol üst kol arka kısımda 22x2 cm lik ekimoz, sağ üst kol içte 8x10 cm cilt altı morluk, sağ ön kolda 26x4 cm lik derin ekimoz, sağ ön kol dışta 24x1,5 cm lik cilt altı ekimoz, sol ön kolda 24x2,5 cm ekimoz, sol ön kolda 26x1,5 cm,24x1,5 cm ve 24x1,5 cm lik 3 ayrı yerde ekimoz, saçlı deride sağ okspikalde boyun bölgesine doğru uzanan 8x3 cm lik alanda ödem, bu bölgede dağınık kırmızı ekimoz ve hassasiyet saptandığı ve basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek" şekilde yaralandığına ilişkin rapor düzenlenmiştir. Tutanak Fezleke ekinde bulunan Olay Tespit Yakalama ve Teslim Tutanağının ilgili kısmı şöyledir:"06/08/2015 günü saat 10:00 sıralarında eski adliye binasında zemin katta bulunan ağır ceza mahkemesinde yapılmakta olan 2015/333 nolu taksirle ölüm ve yaralama olayı ile ilgili duruşma yapılırken mahkeme önünde şahısların mahkemenin sukünetini ve işleyişini tehlikeye düşürecek şekilde gürültü ve yüksek sesle bağırarak görevli polis memurlarına küfür ve hakaretlerde bulunmaları üzerine şahıslara sessiz ve sakin olmaları konusunda uyarma yapıldığı ancak, uyarılara aldırış etmeyerek mahkeme duvarlarını ve sandalyeleri yumruklamak suretiyle taşkınlık çıkarmaya başlamaları üzerine, şahıslara orantılı bedeni güç kullanılarak adliye dışına çıkarmaya çalıştıkları sırada isimleri sonradan öğrenilen Ahmet Rençber, O.R., Mustafa Rençber ve A.K. isimli şahıslardan, Ahmet Rençber'in görevlilere hitaben 'sizin bayrağınızı, devletinizi, toprağınızı sinkaf ederim, sizin verdiğiniz adaletin a.... korum, sizin gibi TC nin faşist polislerini sinkaf ederim, biz kendi adaletimizi kendimiz dışarıda veririz, sizin adaletinize gerek yok, sizinle de görüşeceğiz, sizin tek tek hesabınızı keseceğim'' dediği,...Mustafa Rençber'in ise polis memurlarına, "ananızı avradınızı sinkaf edeceğim, orospununa... dan çıkanlar, orospunun doğurdukları, sizinle hesaplaşacağız, sizin adaletinize a... korum. Biz devletimizi kurup adaleti biz vereceğiz" dediği,...Adı geçen şahısların görevlilere mukavemet göstermesi, darp etmeye çalışıp, ellerine geçirdikleri sopalarla adliye dışında bulunan yerden söktükleri parke taşları ile, yumruk, tekme, kafa atmak suretiyle yaralamaya çalışmaları üzerine, görevlilerce jop kullanılarak etkisiz hale getirilmeye çalışıldığı, daha sonra dışarıdan yakınlarının kalabalık bir şekilde görevlilere taş ve sopalarla saldırmaları üzerine polis memuru H.T. Tarafından havaya 2 el ateş edildiği, diğer şahısların üzerlerine gelmelerinin engellendiği ve dağıtıldığı,..." Kamera Görüntülerinin Tespitine İlişkin Bilirkişi Raporları Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca (Cumhuriyet Başsavcılığı), olayın geçtiği koridorda bulunan güvenlik kamerası kayıtları ile ilgili olarak bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Adliye binasında bulunan kamera görüntülerinin tespitine ilişkin bilirkişi raporunun ilgili kısmı şöyledir: "Adana Adliyesinin koridorlarını gösterir açıda kurulu bulunan güvenlik kamerasına ait 4 adet dosyalarının olduğu tespit edilmiştir.Kamera kayıtlarında özetle; Adliye koridorlarında polisin adliyeye gelen vatandaşları çıkarmaya çalıştığı, daha sonra 3 nolu fotoğrafta görüldüğü üzere şahıslardan birinin duvara yumruk attığı, polis memurunun gelerek şahsa cop ile vurduğu, daha sonra olayların büyüdüğü, arbede çıktığı, 13 ve 30 no.lu fotoğraflarda da grubun arkadaşlarından birinin koşarak polislere doğru geldiği, polisin ayağı ile şahsı durdurduğu, şahıslardan birinin eline paspas sopası alarak polislere saldırdığı, diğer şahısların polislere yumruk attığı ve müdahalede bulunduğu, polislerin ellerinde bulunan cop ile şahısları adliye dışına çıkarmaya çalıştığı görülmüştür...Kamera kayıtlarında herhangi bir ses kaydı olmayıp kayıtların sadece görüntüden ibaret olduğu," Bilirkişi raporunda başvurucu Mustafa Rençber'in " erkek şahıs" olarak kodlandığı tespit edilmiştir. Raporun Mustafa Rençber ile ilgili kısımları şöyledir:"Kamera kayıtlarının incelenmesi neticesinde; 6/8/2015 günü Adliye binası içerisinde bazı şahısların bekledikleri, bu sırada koridorda bulunan polis memurlarının şahısları dışarı çıkarmaya çalıştıkları, ...saat 10:09:02 de Erkek şahsın Polis memurunun elindeki copu almaya çalıştığı,...saat 10:09:10 da Polis memurunun Erkek şahsa cop ile vurduğu,...saat 10:09:15, saat 10:09:17 ve saat 10:09:20 de Polis memurunun Erkek şahsa cop ile vurduğu...10:09:34 te Erkek şahsın Polis memuruna eli ile vurduğu....tespit edilmiştir." Diğer taraftan başvurucuların vekili tarafından Cumhuriyet Başsavcılığına verilen 27/8/2015 tarihli dilekçe ile Adliye içinde/eski binada ön koridoru/alanı/meydanı gösteren dört kamera bulunmasına rağmen soruşturma dosyasındaturnikelerin bulunduğu ön alanı gösteren sadece bir kamera kaydının bulunduğu belirtilerek eski bina içinde olay tarihi olan 6/8/2015 tarihindeki giriş ve çıkış turnikelerinin bulunduğu orta alanı/meydanı gösteren bütün kamera kayıtlarının celbi talep edilmiş; başvurucuların vekilinin istemi doğrultusunda Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Adliye Polis Merkezi Amirliğine 28/8/2015 tarihinde müzekkere yazılarak bina giriş ve çıkış turnikelerinin bulunduğu orta alanı/meydanı gösteren bütün kamera kayıtlarının CD ortamına aktarılarak gönderilmesi istenmiştir. Polis Merkezi Amirliğince Cumhuriyet Başsavcılığına Adliye binası önünde meydana gelen olayın görüntülerini gösterir video ve otuz fotoğraf CD ortamında gönderilmiştir. Adliye binası önünde meydana gelen olayla ilgili güvenlik kamerası kayıtları da bilirkişi marifetiyle incelenmiştir. Son olarak başvurucular hakkında görevi yaptırmamak için direnme ve hakaret suçlarından başlatılan soruşturma sonucunda Adana Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) açılan E.2015/553 sayılı kamu davasında olayla ilgili güvenlik kamerası kayıtları bilirkişi marifetiyle incelenmiştir. Mahkeme tarafından alınan bilirkişi raporunun ilgili kısmı şöyledir:"...İsimlerinde 5 adet video dosyası ile olay sonrası polis memurlarının vücutlarında aldığı yaraları gösteren 34 adet fotoğraf bulunduğu,Kamera kayıtlarında özetle; Adliye binası içerisinde bazı şahısların bekledikleri, bu sırada olay yerinde bulunan polis memurlarının şahısları dışarı çıkarmaya çalıştıkları, şahıslardan birisinin duvara iki kez yumruk attığı, daha sonra polis memurlarından birisinin gelerek bu şahsa cop ile vurduğu, akabinde polis memurları ile şahıslar arasında tartışma başladığı, görüntülerin devamında başka bir erkek şahsın koşarak polis memurlarına doğru geldiği, polis memurlarından birisinin şahsı ayağını kaldırmak suretiyle durdurduğu, yaşanan arbede esnasında bir şahsın paspas sopası ile başka bir polis memuruna vurduğu, şahıslardan birisinin bir polis memuruna yumruk attığı, başka bir şahsın ise polis memurlarından birisinin elinde bulunan copu almaya çalıştığı, polis memurlarının ise ellerinde bulunan coplarla şahıslara vurdukları, daha sonra şahısların kaçtıkları, son olarak şahısların polis memurlarınca yakalandıkları görülmüştür.Ayrıca dava dosyasında 2 adet CD ile 1 adet DVD daha olduğu, 1 adet CD ile 1 adet DVD'nin "ASIL DVD" etiketli çözümü yapılan DVD ile aynı içerikli olduğu, diğer CD'nin içerisinde ise 30 adet fotoğraf ve 4 adet video kaydı bulunduğu, bu CD'deki video kaydında herhangi bir kavga olayına rastlanılmadığı tespit edilmiştir." E. Soruşturma Sonucunda Verilen Karar Cumhuriyet Başsavcılığınca polis memurları hakkında yaralama, işkence yapma ve zor kullanma yetkisine ilişkin sınırı aşılması suçlarından başlatılan soruşturma sonucunda "düzenlenen doktor raporları içeriği ve olay tutanağına göre Adana Ağır Ceza Mahkemesinde yapılmakta olan duruşma nedeniyle, duruşma yerine gelen insanların adliye binasında gürültü yaptıkları, uyarıya rağmen eylemlerine devam ettikleri, adliye binasındaki huzur ve sükunun sağlanması için görevli polis memurlarının vatandaşlara müdahale ettikleri, müdahale sırasında olayın büyüdüğü, olayı bastırmaya çalışan polis memurlarının zor kullandıkları, bu haliyle görevli polis memurlarının görevlerini yaptıkları, zor kullanma yetkisinin aşıldığına dair delil bulunmadığı" gerekçesiyle15/12/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı Adana Sulh Ceza Hâkimliğine başvurucular tarafından yapılan itiraz 19/1/2016 tarihinde reddedilmiştir.F. Başvurucular Hakkında Başlatılan Soruşturma ve Ceza Davası Süreci Başvurucular hakkında görevi yaptırmamak için direnme ve hakaret suçlarından başlatılan soruşturma kapsamında açılan E.2015/553 sayılı kamu davasının sonucunda başvurucular hakaret suçu yönünden beraat etmiş, görevi yaptırmamak için direnme suçu yönünden ise alt sınırdan uzaklaşılarak ayrı ayrı 1 yıl 15 gün hapis cezasına çarptırılmış, ancak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Mahkememizce yapılan yargılama sonucunda iddia, savunma ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; Her ne kadar sanıklar O.R., A.K., Ahmet Rençber, Mustafa Rençber hakkında Hakaret suçundan cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmış ise de, sanıkların atılı suçu işlediğine dair mahkumiyetine yeterli her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği ve yapılan yargılama sonucunda isnat edilen eylemlerin sanıklar tarafından işlendiğinin sabit olmaması nedeniyle CMK'nun 223/2-e. Maddesi gereğince sanıkların ayrı ayrıberaatlerine karar verilerek aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur.Ayrıca, sanıkların suça konu olayda görevli polis memurlarına direndikleri kamera kayıtları, tanıkların beyanları, sanıkların olayın oluşuna ilişkin savunmaları, müştekilerin beyanları ve tüm dosya kapsamına göre sabit olduğundan sanıkların görevi yaptırmamak için direnme suçundan cezalandırılmalarına karar verilmiştir.Ayrıca, kamera görüntülerine göre sanıkların direnme suçunu işlemedeki kasıtlarının ağır oluşu ve suçun işleniş şekli dikkate alınarak ceza miktarı belirlenirken alt sınırdan uzaklaşılmıştır." Başvurucular 15/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Başvurucuların; yargılandıkları kamu davasında haksız olarak HAGB kararı verilmesinin maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkını, ayrıca yargılama sırasında başvuruculardan Mustafa Rençber'in haksız olarak tutuklanmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkin olarak Anayasa Mahkemesine yaptıkları bireysel başvuru kabul edilemezlik kararıyla sonuçlanmıştır. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ve maddelerinin ilgili kısımları şöyledir: “Kasten yaralama Madde 86- (1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) (Ek fıkra: 31/3/2005 – 5328/4 md.) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindekietkisinin basitbirtıbbîmüdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur. (3) Kasten yaralama suçunun;…d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,…İşlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.""Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralamaMadde 87- … (3) (Değişik: 6/12/2006 – 5560/4 md.) Kasten yaralamanın vücutta kemik kırılmasına veya çıkığına neden olması halinde, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, kırık veya çıkığın hayat fonksiyonlarındaki etkisine göre, yarısına kadar artırılır.…” 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “Zor ve silah kullanma Madde 16-(Değişik: 2/6/2007-5681/4 md.) Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir. Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir. İkinci fıkrada yer alan; a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü, b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,ifade eder. Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir. Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur. Polis; … b) Bedenî kuvvet ve maddî güç kullanarak etkisiz hale getiremediği direniş karşısında, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde, c) … suçüstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde,…silah kullanmaya yetkilidir.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Adlî kolluk ve görevi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Adlî kolluk; 1937 tarihli ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununun 8, 9 ve 12 nci maddeleri, 1983 tarihli ve 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanununun 7 nci maddesi, 1993 tarihli ve 485 sayılı Gümrük Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 8 inci maddesi ve 1982 tarihli ve 2692 sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanununun 4 üncü maddesinde belirtilen soruşturma işlemlerini yapan güvenlik görevlilerini ifade eder. (2) Soruşturma işlemleri, Cumhuriyet savcısının emir ve talimatları doğrultusunda öncelikle adlî kolluğa yaptırılır. Adlî kolluk görevlileri, Cumhuriyet savcısının adlî görevlere ilişkin emirlerini yerine getirir.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir: “Madde 3- İşkence yasağıHiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.” Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin El Kılavuzu’nun (İstanbul Protokolü) birinci ekinin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"6a) İşkence ve kötü muamele soruşturmalarında çalışan tıp uzmanları her zaman en yüksek etik standartlara uygun biçimde davranmalı ve tıbbi araştırma ve muayeneden önce kişinin bilgilendirilmiş onamını almalıdır. Muayene, tıp biliminin kabul edilmiş standartlarına uygun biçimde yürütülmelidir.Muayene, tıp uzmanın denetimi altında, devlet görevlileri ve güvenlik güçleri mensuplarının mevcut olmadığı bir ortamda, kişinin mahremiyetine saygı göstererek yapılmalıdır. 6b) Tıp uzmanı muayenenin hemen sonrasında doğru bir yazılı rapor hazırlamalıdır. Bu raporda en azından aşağıdaki bilgiler yer almalıdır: (i) Görüşme Koşulları: Görüşme yapılan kişinin adı, muayene sırasında mevcut olanların adları, bu kişilerin muayene yapılan kişiyle olan ilişkileri, görüşmenin kesin tarihi, saati, görüşme yapılan yerin adresi (uygun olduğu durumlarda görüşme yapılan odanın yeri), görüşme yapılan yerin tanımı (örneğinklinik, cezaevi, ev vb.); görüşme yapıldığı sıradaki koşullar (muayene için geldiğinde veya muayene sırasında kişinin tabii olduğu kısıtlamalar, görüşme sırasında odada güvenlik güçlerinin mevcut olup olmadığı, tutukluya eşlik edenlerin hal ve tavrı, muayeneyi yapan kişiye yönelik tehditkar ifadeler vs.) ve diğer geçerli unsurlar; (ii) Öykü: Gerçekleştiği iddia edilen işkence ve kötü muamele yöntemleri, işkence ve kötü muamelenin ne zaman gerçekleştiği, bütün fiziksel ve psikolojik semptomlar ve şikayetler de dahil olmak üzere kişinin görüşme sırasında anlattığı öykünün detaylı bir raporu; (iii) Fiziksel ve Psikolojik Muayene: Uygun tanı koyucu testler ve mümkün olduğu durumlarda bütün yaralanmaların renkli fotoğrafları da dahil olmak üzere klinik muayene sonucunda elde edilen bütün fiziksel ve psikolojik bulguların kaydı. (iv) Değerlendirme: Fiziksel ve psikolojik bulgular ile işkence ve kötü muamele arasındaki muhtemel ilişkinin değerlendirilmesi. Gerekli tıbbi ve psikolojik tedavi ve/veya yapılması gereken başka tıbbi testler ve muayeneler için görüş ve tavsiyeler; (v) Yazar: Raporda muayeneyi yapan kişilerin adları açıkça belirtilmeli ve rapor hazırlayanlar tarafından imzalanmalı; …" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), bir kişi özgürlüğünden yoksun bırakıldığında veya daha genel anlamda kolluk görevlileriyle karşı karşıya kaldığında -örneğin tutuklandığı sırada- kişinin davranışları kesinlikle gerektirmediği hâlde fiziksel güç kullanımının insan onurunu zedelediğini ve kural olarak Sözleşme’nin maddesi ile güvence altına alınan hakkın ihlalini teşkil ettiğini belirtmektedir (Bouyid/Belçika [BD], B. No: 23380/09, 28/9/2015, § 88; Ribitsch/Avusturya, B. No: 18896/91, 4/12/1995, § 38; Mete ve diğerleri/Türkiye, B. No: 294/08, 4/10/2011, § 106; Turan Çakır/Belçika, B. No: 44256/06, 10/3/2009, § 57). Devletin bireyleri koruma yükümlülüğü sadece esasa ilişkin olmayıp usule ilişkin boyutu da içermektedir. Usule ilişkin yükümlülükler, Sözleşme’de düzenlenen hakların teorik veya hayali olmayıp etkili ve uygulanabilir olmasının zorunlu bir sonucudur. Aksi takdirde polis veya diğer kamu görevlileri tarafından kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarının soruşturulması, kötü muamele yasağının temel ve mutlak niteliğine rağmen uygulamada etkisiz kalacak ve bazı durumlarda bunların cezasız kalmasına yol açacaktır (Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, § 102; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, §§ 131-136). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin, tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarını etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar; soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55). AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini, ancak iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05, 45001/05, 5/7/2011, §§ 90, 91). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/3866 | Başvuru, kolluk görevlilerinin hukuka aykırı ve orantısız güç kullanmaları nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hakkındaki yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 10/2/2017 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür. Anayasa Mahkemesi, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin mevzuata önceki içtihadında yer vermiştir (Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 11-14). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/17387 | Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranıldığından bahisle açılan tam yargı davasında hükmedilen tazminat miktarının yetersiz olması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 6/3/2014 tarihinde baş ağrısı ve mide bulantısı şikâyetiyle Gaziantep Doktor Ersin Arslan Devlet Hastanesine başvurmuştur. Göğüs cerrahisi uzmanı doktorun migren tanısı ve talimatıyla Dikloron isimli ampul, hemşire tarafından kas içine enjekte edilmiştir. Enjeksiyon işleminin ardından başvurucunun sağ bacağında uyuşma ve yanma şikâyeti üzerine yapılan muayenede sağ bacak sinirlerinin ağır derecede tahrip olduğu anlaşılmıştır. Başvurucunun zararının karşılanması talebiyle idareye yaptığı başvuru zımnen reddedilmiştir. Bunun üzerine başvurucu 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi istemiyle tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, enjeksiyon işleminden önce olası riskler hakkında bilgilendirilmediğini, tıbbi ihmal nedeniyle sağ ayağının malul kaldığını, inşaat ustası olması nedeniyle iş göremez hâle geldiğini vurgulamıştır. Gaziantep İdare Mahkemesi (Mahkeme) tarafından yargılama safahatında bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulunca (ATK) düzenlenen 24/4/2017 tarihli raporda enjeksiyonun yanlış yere yapıldığını gösteren tıbbi belge bulunmadığı, enjeksiyon doğru yere yapılmış olsa dahi ilaçların doku içi yayılımla sinir hasarına yol açmasının mümkün olduğu belirtilerek enjeksiyonu uygulayan hemşireye ve talimatı veren doktora kusur atfedilemeyeceği ifade edilmiştir. Mahkeme 9/2/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde ATK raporuna atıfta bulunularak somut olayda hizmet kusuru bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu tarafından anılan karara karşı istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucu dava dilekçesindeki beyanlarına ilaveten ATK raporunda doktor ve hemşireye kusur yüklenemeyeceği tespit edilmiş ise de davalı Sağlık Bakanlığının adam çalıştıranın sorumluluğu hükümlerine göre tazminat sorumluluğu bulunduğunu ifade etmiştir. Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 9/5/2018 tarihinde başvurucunun talebini kısmen kabul ederek Mahkeme kararının kaldırılmasına ve başvurucuya 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; maddi tazminat için tıbbi uygulama ile meydana gelen zarar arasında doğrudan illiyet bağı aransa da manevi tazminat açısından böyle bir gereklilik bulunmadığına işaret edilmiştir. Bu kapsamda, hizmetin kötü yürütüldüğü hususunda ömür boyu kuşku duyacak başvurucuya elem ve ızdırabını giderecek ancak sebepsiz zenginleşmeye yol açmayacak bir miktar manevi tazminatın ödenmesinin uygun olduğu belirtilmiştir. Başvurucu bu kararı temyiz etmiştir. Danıştay Onuncu Dairesi 14/5/2020 tarihinde Bölge İdare Mahkemesi kararının gerekçeli şekilde onanmasına karar vermiştir. Danıştayın gerekçesinde doktor ve hemşirenin hizmet kusuru tespit edilemediğinden maddi tazminata hükmedilebilme şartları oluşmamış ise de aydınlatılmış onamı alınmayan başvurucuya uygun bir miktar manevi tazminat ödenmesinin uygun görüldüğü belirtilmiştir. Başvurucu nihai hükmü 13/7/2020 tarihinde öğrendikten sonra 22/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu ayrıca tıbbi müdahalede ihmali bulunduğunu iddia ettiği doktor ve hemşire hakkında Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) suç duyurusunda bulunmuştur. Şahinbey Kaymakamlığı (Kaymakamlık) 16/1/2015 tarihinde soruşturma izni verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucunun itirazı üzerine Gaziantep Bölge İdare Mahkemesinin 26/5/2015 tarihli kararı ile hemşire yönünden soruşturma izni verilmesine karar verilmiştir. Başsavcılık 18/1/2016 tarihinde hemşire yönünden taksirle yaralamaya sebebiyet verme eyleminde kusuru bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturma yapılmasına yer olmadığına, doktor yönünden ise soruşturma izni verilmemesi nedeniyle soruşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu anılan karara karşı 10/2/2015 tarihli dilekçesi ile Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliğine (Sulh Ceza Hâkimliği) itirazda bulunmuştur. Sulh Ceza Hâkimliği, Başsavcılık kararında isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle 23/3/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/24446 | Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranıldığından bahisle açılan tam yargı davasında hükmedilen tazminat miktarının yetersiz olması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutukluluk süresinin makul olmaması nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. Başvuru, 11/12/2013 tarihinde Oltu Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 30/5/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 4/7/2014 tarihinde edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvurunun bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvurunun bir örneği ve ekleri görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığının 17/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, tasarlayarak kan gütme saikiyle adam öldürme suçundan 7/10/2006 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında, kan davası gütmek suretiyle kasten öldürmek suçundan Kars Cumhuriyet Başsavcılığının 6/2/2007 tarihli iddianamesiyle Van Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Van Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/161 sayılı dosyasında tutuklu devam eden yargılamanın 25/7/2007 tarihli ilk duruşmasında başvurucunun “üzerine atılı suçun niteliği, sanıkların suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, CMK 100/3 maddesindeki koşulların bulunması dikkate alınarak” tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu, 29/2/2009 tarihli duruşmada tahliye talebinde bulunmuş, ancak talebi “üzerlerine atılı suçun niteliği, suç şüphesinin varlığını gösteren kuvvetli olguların bulunması, suçun CMK.nun 100/3 maddesinde belirtilen suçlardan olması, ceza süresi dikkate alınarak” gerekçesiyle reddedilmiş ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Van Ağır Ceza Mahkemesinin 29/2/2009 tarihli ve E.2007/161 sayılı kararıyla başvurucunun, atılı suçtan iki kez müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 3/2/2011 tarihli ve E.2010/331, K.2011/295 sayılı ilamıyla bozulmuştur. Bozma üzerine yapılan yargılama sonucunda Van Ağır Ceza Mahkemesi, 29/9/2011 tarihli ve E.2009/94 sayılı kararıyla başvurucunun atılı suçtan 32 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiş ve karar başvurucuya tefhim edilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 6/2/2014 tarihli ve E.2013/5944, K.2014/502 sayılı ilamıyla tekrar bozulmuştur. Yargılama ilk derece mahkemesi önünde halen devam etmekte olup, başvurucu 11/2/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: … Kasten öldürme (madde 81, 82, 83),” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9106 | Başvuru, tutukluluk süresinin makul olmaması nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. | 0 |
Başvuru; kararın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki bir iddiaya ayrı ve açık yanıt verilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağ Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Gaziosmanpaşa Asliye Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 14/11/2013 tarihli kararıyla basit yaralama suçundan neticeten 12 ay hapis cezasıyla cezalandırılmıştır. Mahkeme, başvurucunun adli sicil kaydında Karamürsel Asliye Ceza Mahkemesinin 25/6/2002 tarihli kararına dayalı bir başka mahkûmiyeti bulunduğunun tespit edilmesi nedeniyle hapis cezasının seçenek yaptırımlara çevrilmesine; ertelenmesine veya hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şu şekildedir:"Sanığa sabıka kaydı kişiliğine göre yeterli ve caydırıcı olmayacağı kanaatine varıldığından cezanın seçenek yaptırımlara çevrilmesine, ertelenmesine veya CMK'nın maddesinin uygulanmasına takdiren yer olmadığına ..." Başvurucunun Karamürsel Asliye Ceza Mahkemesinin 25/6/2002 tarihli kararına konu olaya dair yeniden yargılama talebinde bulunması üzerine Karamürsel Asliye Ceza Mahkemesi22/4/2014 tarihli kararıyla asıl fail tarafından başvurucu adına sahte kimlik ibraz edildiğinin, başvurucu adına sahte imzalar atıldığının tespit edilmesi nedeniyle yargılamanın yenilenmesi talebini kabul ederek başvurucunun beraatine karar vermiştir. Başvurucu; beraat kararını 22/10/2014 havale tarihli dilekçesiyle Gaziosmanpaşa Asliye Ceza Mahkemesinin 14/11/2013 tarihli kararının temyiz incelemesinde gözetilmek üzere Yargıtaya iletmiş ve hakkında HAGB kararı verilmesine yer olmadığına karar verilmesine neden olan adli sicil kaydına esas suçtan beraat ettiğini, dolayısıyla hakkında HAGB kararı verilmemesinin haksız olduğunu ifade etmiştir. Karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 2/4/2015 tarihli kararıyla düzeltilerek onanmıştır. Yargıtay kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Yüzde sabit ize neden olan yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilemeyeceği gözetilmeden temel cezanın 5237 sayılı TCK'nin 86/ maddesinden belirlenmesi gerekirken TCK'nin 86/ maddesi üzerinden belirlenmesi, daha sonra TCK'nin 86/3-e ve 87/1-c maddesi uyarınca artırım yapılması gerektiği, hapis cezasının 5 yıldan az olması halinde sonuç cezanın TCK'nin 87/1-c-son maddesine göre 5 yıla çıkarılması gözetilmeden yazılı şekilde uygulama yapılarak eksik ceza tayini, aleyhe temyiz olmadığından bozma nedenleri yapılmamıştır. ..." Başvurucu tarafından nihai kararın 11/5/2015 tarihinde öğrenildiği bildirilmiştir. Başvurucu 25/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/9479 | Başvuru, kararın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki bir iddiaya ayrı ve açık yanıt verilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, atama işleminin iptali istemiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Yozgat Bozok Üniversitesi (Üniversite) Meslek Yüksekokulu Müdürlüğünde yüksekokul sekreteri olarak görev yapmaktayken Üniversitenin 22/2/2016 tarihli işlemi ile önce Teknik Bilimler Meslek Yüksekokuluna yüksekokul sekreteri olarak, ardından Üniversitenin aynı tarihli işlemi ile Akdağmadeni Meslek Yüksekokuluna yüksekokul sekreteri olarak naklen atanmıştır. Başvurucu 26/2/2016 tarihli dilekçesi ile Üniversiteye başvurarak atama işleminin geri alınmasını veya dilekçesinde dile getirdiği özellikli durumuna uygun olduğunu ifade ettiği İlahiyat Fakültesine atamasının yapılmasını istemiştir. Başvurucu dilekçesinde, engelli olduğunu, özel yetenekli bir çocuğunun olduğunu ve çocuğun bu durumuna uygun bir eğitim merkezinde eğitim gördüğünü, eşinin Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okullarda öğretmen olarak çalıştığını ve atama sebebiyle aile düzenlerinin bozulacağını, atamanın haklı bir sebebinin olmadığını ve bu yolla kendisine mobbing uygulandığını ifade etmiştir. Başvurucu 21/3/2016 tarihinde atama işleminin yürütmesinin durdurulması ve iptali için Yozgat İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, yedi ay içerisinde üçüncü kez görev yerinin değiştiğini, herhangi bir disiplin cezasının dahi bulunmadığını ve ilgili kurumun herhangi bir gerekçe göstermeksizin keyfî bir tutumla atama işlemini gerçekleştirdiğini ifade etmiştir. Başvurucu sağlık problemleri olduğunu ve %40 engelli olduğunu, çocuğunun özel yetenekli bir çocuk olduğunu ve bu durumuna uygun bir eğitim kurumunda eğitiminin devam ettiğini, ataması yapılan yerde eğitimini devam ettirebileceği bir okulun bulunmadığını, eşinin öğretmen olduğunu ve kısa sürede tayininin yapılamayacağı düşünüldüğünde aile düzeni ve birliğinin bozulacağını ifade etmiştir. Davalı Üniversite cevap dilekçesinde, i. İdari işlemin sebep ve amacı doğrultusunda; başvurucunun sekreter olarak görev yaptığı Meslek Yüksekokulunun kapatılarak Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu ve Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu olarak ayrılmasına Yükseköğretim Kurulunun 17/11/2015 tarihli kararıyla olur verildiği ve başvurucunun Rektörlüğün 22/2/2016 tarih ve 330 sayılı oluruyla Teknik Bilimler Meslek Yüksekokuluna sekreter olarak atandığı ifade edilmiştir. Bu süreçte personelin hem yeni bilgi ve deneyim sahibi olmaları hem de mevcut bilgi, görgü ve deneyimlerini başka birimlerde de değerlendirerek birimlerin gelişmesine katkı sağlamak amacıyla kamu yararı ve hizmet gereği doğrultusunda otuz personelle birlikte başvurucunun da görev yerinde değişikliğe gidildiği, bu kapsamda Rektörlüğün 22/2/2016 tarihli oluruyla, 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun ve maddeleri uyarınca Akdağmadeni Meslek Yüksekokuluna yüksekokul sekreteri olarak atanmasına karar verildiği ifade edilmiştir. ii. Öte yandan başvurucunun Millî Eğitim Bakanlığına bağlı olarak görev yapan öğretmen olan eşinin naklinin mümkün olduğunu, haftada iki gün akşam saatlerinde eğitim gören çocuğunun ders saatlerine ilişkin ayarlama yapılabileceğinin eğitim alınan okulun web sayfasından da anlaşılabildiğini belirtmiştir. Ayrıca, başvurucunun engelliliği nedeniyle atandığı yerde görev yapamayacağının sağlık kurulu raporuyla ortaya konulması gerektiğini ifade etmiştir. Öte yandan söz konusu atama işleminin kamu yararı ve hizmetin gerekleri dışında bir amaçla yapılmadığı, başvurucu gibi çok sayıda personelin hizmetin gerekleri gözetilerek atamalarının yapıldığını ifade etmiş ve davanın reddini istemiştir. Rektörlük ek beyan dilekçesiyle başvurucu hakkında başlatılan soruşturma sunucunda terör örgütü üyeliği sebebiyle ilgili OHAL KHK'ları kapsamında 22/8/2016 tarihi itibari ile başvurucunun kamu görevinden çıkarılmasına karar verildiği, bu çerçevede davanın konusuz kaldığını ileri sürmüştür. Başvurucunun yürütmenin durdurulması talebi Mahkemenin 9/6/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı itiraz, Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 11/8/2016 tarihli kararıyla kabul edilmiş ve atama işleminin yürütmesinin durdurulmasına karar verilmiştir. Karar gerekçesinde başvurucunun görev yeri belirlenirken hangi objektif ve nesnel kriterlerin kullanıldığının açıkça ortaya konulamadığı ve başvurucu ve ailesinin özel durumları gözetilmeksizin gerçekleştirilen işlemin hukuka uygun olmadığı değerlendirilmiştir. Mahkeme 13/7/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda, başvurucunun atandığı kadro ve unvanın aynı olduğu, bu çerçevede hiçbir parasal ve maddi kaybının olmadığı, atama konusunda idareye tanınan takdir yetkisinin kötüye kullanıldığına dair somut bir olgunun bulunmadığı ve yasalarla kendisine verilen görevleri zamanında ve etkin bir biçimde yapmak ve bu sebeple kadrolara uygun personeli atamakla yükümlü olan idarenin takdir yetkisine dayanarak gerçekleştirdiği atama işleminin hukuka aykırı olmadığı değerlendirilmiştir. Başvurucu karara itiraz etmiştir. İstinaf dilekçesinde başvurucu; özel bir eğitim alması gereken çocuğu ile Yozgat Fen Lisesinde öğrenimi devam eden çocuğunun 110 kilometre uzakta olan atandığı yerde öğrenimine devam etmesinin imkânsız olduğunu, eşinin naklen atanmasının mümkün olmadığını, bu sebeple ailesinin, atamasının yapıldığı yere taşınamayacağını, dolayısıyla ailesinin yanına gidebilmek için her gün yolculuk yapmasının kendisi açısından ağır bir külfet doğuracağını ifade etmiştir. İstinaf talebini inceleyen Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi kararın usul ve yasaya uygun olduğunu değerlendirerek 30/3/2018 tarihinde istinaf talebinin kesin olarak reddine karar vermiştir. Nihai karar, başvurucuya 29/5/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun "Yönetim örgütleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: " b. Her fakültede, dekana bağlı ve fakülte yönetim örgütünün başında bir fakülte sekreteri, enstitü ve yüksekokullarda ise enstitü veya yüksekokul müdürüne bağlı enstitü veya yüksekokul sekreteri bulunur." 2547 sayılı Kanun'un "Atamalar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Atama esasları:A. "...Fakülte, enstitü ve yüksekokul sekreterinin atanması, ilgili dekan ve müdürün önerisi üzerine rektör tarafından yapılır. " 657 sayılı Kanunu’nun "Yer değiştirme suretiyle atanma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Kurumlarda yer değiştirme suretiyle atanmalar; hizmetlerin gereklerine, özelliklerine, Türkiyenin ekonomik, sosyal, kültürel ve ulaşım şartları yönünden benzerlik ve yakınlık gösteren iller gruplandırılarak tespit edilen bölgeler arasında adil ve dengeli bir sistem içinde yapılır.Yeniden veya yer değiştirme suretiyle yapılacak atamalarda; aile birimini muhafaza etmek bakımından kurumlar arasında gerekli koordinasyon sağlanarak memur olan diğer eşin de isteği halinde ataması, atamaya tabi tutulan memurun atandığı yere 74 ve 76 ncı maddelerde belirtilen esaslar çerçevesinde yapılır. Yer değiştirme suretiyle atanmaya tabi memurun atandığı yerde eşinin atanacağı teşkilatın bulunmaması ya da teşkilatı olmakla birlikte niteliğine uygun münhal bir görev bulunmaması ve ilgilinin de talebi halinde, bu personele eşinin görev süresi ile sınırlı olmak üzere aşağıdaki şartlarda izin verilebilir." 25/6/1983 tarihli ve 18088 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Devlet Memurlarının Yer Değiştirme Suretiyle Atanmalarına İlişkin Yönetmelik'in (Atama Yönetmeliği) "Temel ilkeler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Madde 4 – Temel ilkeler şunlardır:a) Yer değiştirme suretiyle atamalarda kadro imkanları gözönünde bulundurulur.b) Yer değiştirme suretiyle atamalar, ekonomik, sosyal, kültürel ve ulaşım şartları yönünden benzerlik ve yakınlık gösteren iller gruplandırılmak suretiyle oluşturulan bölgeler arasında yapılır.c) Bu atamalarda, memurların bölgeler arasında adil ve dengeli dağılmasını sağlamak esastır." Atama Yönetmeliği'nin işlem tarihinde yürürlükte olan hâliyle "Sağlık mazeretine bağlı yer değişikliği" başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Memurun sağlık mazeretine dayanarak yer değiştirme talebinde bulunabilmesi için; kendisi, eşi, annesi, babası, bakmakla yükümlü olduğu çocukları ve yargı kararı ile vasi tayin edildiği kardeşinin hastalığının görev yaptığı yerde tedavisinin mümkün olmadığı veya mevcut görev yerinin söz konusu kişilerin sağlık durumunu tehlikeye düşüreceğini eğitim ve araştırma hastanesi veya üniversite hastanesinden alınacak sağlık kurulu raporu ile belgelendirmesi gerekir." Atama Yönetmeliği'nin "Aile Birliği Mazeretine Bağlı Yer Değişikliği" kenar başlık maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Aile birliği mazeretine dayanarak yer değişikliği memurun;a) Kamu personeli olan eşinin, kurum içi yer değiştirme suretiyle atanma imkânının olmaması veya mevzuatı uyarınca eşin zorunlu yer değiştirmeye tabi tutulan bir görevde bulunması durumunda bu kapsamdaki eşin bulunduğu yere,b) Eşlerin her ikisinin de aynı kurumda çalışıyor olması halinde, kurumun daha fazla hizmet ihtiyacı duyduğu yere,c) Eşlerin farklı kurumda çalışıyor olması halinde kurumlar arasında gerekli koordinasyon sağlanmak suretiyle her iki kurumun da öncelikli hizmet ihtiyacının bulunduğu yere,...atanması suretiyle yapılabilir". | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17665 | Başvuru, atama işleminin iptali istemiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, taşınmaz hissesinin kamulaştırılarak idare adına tescil edilmesinin ardından açılan tapu iptali ve tescil davasında terditli talepler bulunmasına karşın Mahkemenin asıl talep hakkında bir değerlendirme yapmadan ikinci talep hakkında hüküm kurması ve asıl talebe ilişkin değerlendirmenin karar düzeltme aşamasında yapılması nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 14/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 14/8/2015 tarihli görüş yazısı 27/8/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu vekili Bakanlık cevabına karşı beyanlarını ibraz etmemiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun, Ankara ili Çankaya ilçesi Dikmen Mahallesi 154 numaralı parselde bulunan taşınmazdaki hissesi kamulaştırılarak 11/7/1991 tarihinde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı adına tescil edilmiştir. Ankara Büyükşehir Belediyesi Encümeninin 10/1/2008 tarihli kararıyla onaylanan 81210 sayılı parselasyon planı ile bu işlemin dayanağı olan Dikmen Vadisi ve Etaplarla ilgili 1/1000 ölçekli uygulama planı ve 1/5000 ölçekli nazım imar planı revizyonunun kabulüne ilişkin Ankara Büyükşehir Belediyesi Meclisi kararları ile Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Proje Alanı kararının iptali istemiyle 7/4/2008 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Mahkemenin 13/5/2009 tarihli ve E.2008/363, K.2009/594 sayılı ilamıyla; alınan bilirkişi raporunda dava konusu idari işlemlerin planlama mevzuatına aykırılıklar içerdiği, anılan planlarda yeşil alan ve kültür alanı olarak ayrılan alanların çelişkili olduğu, bu bağlamda hangi alanların kültür alanları ve yeşil alan kullanımına ayrıldığı konusunda belirsizliklerin bulunduğu, davalı idarenin kentsel dönüşüm ve gelişime ilişkin mevzuatı doğru yorumlamadığı, bu mevzuatın imar mevzuatı yerine kullanılmaya çalışıldığı, bu nedenle yetki sınırlarının aşıldığı yönünde tespitlere yer verildiği, bilirkişi raporunun hükme esas alınabilecek nitelikte olduğu belirtilerek dava konusu idari işlemlerin iptaline karar verilmiştir. Karar temyiz edilmemiş ve kesinleşmiştir. Başvurucu; 2/5/2011 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tapu iptali ve tescil davasında Ankara ili Çankaya ilçesi Dikmen Mahallesi 154 numaralı parselde bulunan taşınmazdaki hissesinin davalı idare tarafından kamulaştırılarak 11/7/1991 tarihinde idare adına tescil edildiğini ancak söz konusu tescile dayanak olan kamulaştırma kararının Ankara İdare Mahkemesinin E.2008/363 sayılı kesinleşen kararı ile iptal edildiğini, davalı Ankara Büyükşehir Belediyesinin 15/5/2009 tarihli kararıyla kamulaştırmalardan tek taraflı olarak vazgeçtiğini belirterek tescilin yolsuz hâle geldiğinin kabul edilmesini, idarenin kamulaştırma için ödediği bedelin iadesi ile taşınmazdaki ilgili hissenin kendisi adına tesciline karar verilmesini, aksi kanaat hâlinde 4/11/1983 tarihli 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun maddesi uyarınca taşınmaz üzerinde geri alma hakkının kabul edilmesini, taşınmazın adına tescil edilmesini ve idarenin müdahalesinin menine karar verilmesini talep etmiştir. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin 8/3/2012 tarihli ve E.2011/131, K.2012/78 sayılı kararında " ...Ankara İdare Mahkemesince verilen iptal kararını müteakip 5998 sayılı Kanun’un maddesinde yapılan değişiklik ile; Büyükşehir Belediye sınırları dâhilinde Kentsel Dönüşüm Alanı ilan etme yetkisinin Büyükşehir Belediyelerine verildiği ve Bakanlar Kurulu’nun 7/7/2010 tarihli 2010/670 sayılı kararının 13/7/2010 tarihinde yayınlanarak yürürlüğe girdiği, bu karar gereğince Ankara Büyükşehir Belediye Meclisinin almış olduğu 16/7/2010 tarihli 2199 sayılı kararı ile 1/5000 ölçekli Dikmen Vadisi son etap Kentsel Dönüşüm ve Gelişim proje alanı sınırı önerisinin onayına ilişkin İmar ve Bayındırlık Komisyonunun raporunun kabul edildiği bilahare aynı meclisin 13/08/2010 tarihli 2496 sayılı kararı ile 1/5000 ölçekli nazım ve 1/1000 ölçekli uygulama imar planlarının onayına ilişkin İmar ve Bayındırlık Komisyonunun raporunun kabul edilmesi ile taşınmazın kamulaştırma amacına uygun olarak kullanılabileceği ve davaya konu taşınmazdaki tüm hisselerin henüz kamulaştırılmamış olması nedeni ile beş yıllık geri alım süresinin başlamadığı..." gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucu, temyiz dilekçesinde geri alma talebinden vazgeçtiği hususunu da belirtmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/2/2013 tarihli ve E.2012/22665, K.2013/2467 sayılı ilamı ile "...Dosyada bulunan kanıt ve belgelere, kararın dayandığı gerekçelere göre, davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir. Davacı vekilinin temyiz itirazları yerinde olmadığından usul ve yasaya uygun olan hükmün onanmasına" hükmedilmiştir. Başvurucu; temyiz dilekçesinde geri alma hakkından vazgeçtiğini belirtmesine karşın bu durumun dikkate alınmadığını, açtığı davanın tapu iptali ve tescil davası olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirterek karar düzeltme isteminde bulunmuştur. Aynı Dairenin 17/6/2013 tarihli ve E.2013/12098, K.2013/12637 sayılı ilamı ile "...Dava konusu edilen 154 parsel sayılı taşınmazdaki davacıya ait hissenin kamulaştırılmasına ilişkin işlem kesinleşmiştir. Bu nedenle, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesi uyarınca yolsuz tescil nedeniyle tapu iptali ve tescil isteminin koşulları oluşmadığı gibi Kamulaştırma Kanunu’nun maddesine göre geri alma şartlarının da mevcut olmadığı tüm dosya kapsamı ile sabittir..." gerekçesiyle karar düzeltme istemi de reddedilmiştir. Karar başvurucuya 2/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir Başvurucu 16/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 22/11/2011 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun "Tescil" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur. Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır." 3/7/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun “Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “(Değişik: 17/6/2010-5998/1 md.) Belediye, belediye meclisi kararıyla; konut alanları, sanayi alanları, ticaret alanları, teknoloji parkları, kamu hizmeti alanları, rekreasyon alanları ve her türlü sosyal donatı alanları oluşturmak, eskiyen kent kısımlarını yeniden inşa ve restore etmek, kentin tarihi ve kültürel dokusunu korumak veya deprem riskine karşı tedbirler almak amacıyla kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir. Bir alanın kentsel dönüşüm ve gelişim alanı olarak ilan edilebilmesi için yukarıda sayılan hususlardan birinin veya bir kaçının gerçekleşmesi ve bu alanın belediye veya mücavir alan sınırları içerisinde bulunması şarttır. Ancak, kamunun mülkiyetinde veya kullanımında olan yerlerde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı ilan edilebilmesi ve uygulama yapılabilmesi için ilgili belediyenin talebi ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca bu yönde karar alınması şarttır. … Büyükşehir belediye ve mücavir alan sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projesi alanı ilan etmeye büyükşehir belediyeleri yetkilidir. Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi halinde ilçe belediyeleri kendi sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir.” 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi şöyledir: " Yargıtay kararlarına karşı tefhim veya tebliğden itibaren 15 gün içinde aşağıdaki sebeplerden dolayı karar düzeltilmesi istenebilir; 1- Temyiz dilekçesi ve kanuni süresi içinde verilmiş olması şartiyle karşı tarafın cevap dilekçesinde ileri sürülüp hükme etkisi olan itirazların kısmen veya tamamen cevapsız bırakılmış olması, 2- Yargıtay kararında birbirine aykırı fıkralar bulunması, 3- Yargıtay incelemesi sırasında hükmün esasını etkileyen belgelerde bir hile veya sahteliğin ortaya çıkması. 4- Yargıtay kararının usul ve kanuna aykırı bulunması, Yargıtay evvelce cevapsız bırakılan itirazları kendi görüşüne göre hükme etki yapacak nitelikte bulmazsa karar düzeltilmesi isteği üzerine vereceği kararda bu itirazları reddederken herbiri hakkında gerekçe göstermek zorundadır ." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6239 | Başvuru, taşınmaz hissesinin kamulaştırılarak idare adına tescil edilmesinin ardından açılan tapu iptali ve tescil davasında terditli talepler bulunmasına karşın Mahkemenin asıl talep hakkında bir değerlendirme yapmadan ikinci talep hakkında hüküm kurması ve asıl talebe ilişkin değerlendirmenin karar düzeltme aşamasında yapılması nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü etkinlikleri çerçevesinde gerçekleşen gösteri yürüyüşüne gereksiz ve orantısız müdahale edilmesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının; kolluk güçlerinin hukuka aykırı kuvvet kullanımı nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 29/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: 1964 doğumlu ve doktor olan başvurucu, 1 Mayıs 2015 tarihinde Emek ve Dayanışma Günü kapsamında gerçekleşen gösteri yürüyüşlerinin İstanbul'un Beşiktaş ilçesindeki kısmına katılmıştır. Başvurucunun anlatımına göre şiddet içermeyen yürüyüşe kamu görevlilerince hiçbir uyarı yapılmaksızın müdahalede bulunulmuş, 50-60 kişilik gruba toplumsal müdahale aracı (TOMA) vasıtasıyla tazyikli suyla müdahale edilmiş, kendisinin boğazı sıkılmış, elleri arkadan sert bir şekilde bükülerek darbedilmiş ve yerde tekmelenmiştir. Başvurucunun gözaltına alınmak üzere polis aracında bekletildiği esnada doktor B.G. adli rapor düzenlemek üzere polis aracının içine girerek gösteride yakalanan kişilere darp olup olmadığını sormuş, başvurucunun kendilerinin bu şekilde muayene edilemeyeceğine dair itirazı üzerine başvurucuyla tartışmış ve araçtan inerek adli rapor düzenlemiştir. Görevli doktor B.G. tarafından düzenlenen sağlık raporunda (ilk rapor) başvurucuda darp ve cebir izi olmadığı açıklanmıştır. Başvurucu ayrıca polis aracında elleri ters kelepçeli bir biçimde yaklaşık altı saat, ardından kelepçeleri çıkarıldığı hâlde yaklaşık beş saat daha temel insani ihtiyaçları giderilmeksizin bekletildiğini ve gözaltı sürecinde Çağlayan Adliyesinin bodrum katında günlerce aşağılayıcı ve onur kırıcı muameleye maruz kaldığını iddia etmiştir. 1 Mayıs 2015 tarihinde İstanbul'da gerçekleşen tüm gösterilerle ilgili olarak soruşturma makamları tarafından tek tutanak düzenlenmiştir. Sekiz sayfadan oluşan Olay Tutanağının başvuruya konu olay ile ilgili kısımları tam olarak tespit edilememekle birlikte Beşiktaş'ta birkaç grubun farklı bölgelerde gösteri yapmaya çalışması nedeniyle gruba müdahale edildiği ve tüm grupların saat 00 itibarıyla dağıtıldığı ifade edilmiştir. Tutanakta ayrıca Taksim Meydanı'nda geniş katılımlı etkinlik düzenlenmesine Valilikçe kamu düzeni gerekçesiyle izin verilmediği, 16/1/2015 tarihli kararla da gösteri yürüyüşü yapılabilecek farklı bölgelerdeki birkaç alanın belirlendiği, bu alanların dışında kalan Taksim Meydanı'nda gösteriye izin verilmediğinin kamuoyuna duyurulduğu belirtilmiştir. Yakalama Tutanağında, alanı terk etmemek için direnen ve elektrik direğine sarılan başvurucuya orantılı güç kullanılarak başvurucunun muhafaza altına alındığı bilgisine yer verilmiştir. Başvurucu hakkında kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşüne silahsız katılarak ihtara rağmen dağılmama suçunu işlediği isnadıyla İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinde dava açılmış, yargılama sonunda başvurucunun beraatine karar verilmiş ve anılan karar 3/5/2016 tarihinde kesinleşmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin başvurucu hakkındaki beraat kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "Dosyadamevcut aşamalarda değişmeyen ve aksikanıtlanamayan inkara dönük sanık savunmaları, sanıkların olay nedeniyle gözaltı işlemine tabi tutuldukları sıradapolislere yönelik direnme,yaralamaeylemi gerçekleştirdikleri veya kamu düzenini bozucu başka bir eylemde bulunduklarına dönük herhangi bir tespityapılamadığına ilişkin kolluktan gelen cevabi yazı içerikleri ve fotoğraflar,bir kısım sanıkların doğrudan gösteri ile bağlantıları bulunmadığı haldekolluk müdahalesi sırasında civar cafe ve işyerlerinde bulunduklarına ilişkinbirbiri ile de örtüşen beyanlarıgösteriye katılmak amacıyla olay yerine gittikleri belirtilen ve bu yönde ikrarları da bulunan bir kısım sanıkların da ( ... )cebir ve şiddet içeren dolayısıyla yasa dışı olarak kabul edilebilecek bir eylemleri tespit edilemediği için sadece Valiliğin yasakladığı bölgede mevzuat hükümlerine göre kurulanyasal bazıDernek veSendikaların çağrısı üzerine toplanmış olmalarınınAvrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasa ile güvence altına alınmış olanifade hürriyeti ve toplantı gösteri hakkı kapsamında değerlendirilmesinin gerektiği,sanıklar tarafından bizzat şiddete başvurulduğu veya sanıkların eylemi nedeniyle kamu düzeninin bozulduğuna ilişkinceza yargılaması ilkelerine görekabul edilebilirsavunmayı çürütendelil de bulunmadığı için AİHSve Anayasahükümlerine göre demokratik toplumun gereği olarak barışçılyöntemlerle yapılan gösteriye katılmış olmalarının yasal düzenlemeye göreizinsiz dahi olsa üst norm niteliğindeki Anayasa ve AİHS hükümleriçerçevesinde suç olarak kabulü mümkün olmadığından sanıkların beraatlarına karar verilmesi gerektiği vicdani kanaatine varılmıştır." Başvurucu, olayda görevli polis memurları ve amirleri ile ilk sağlık raporunu düzenleyen doktor hakkında 8/5/2015 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) şikâyetçi olmuştur. Savcılık, öncelikle başvurucuyu darbettiği iddia edilen kolluk görevlilerinin kimliklerini tespit etmiş ve savunmalarını almıştır. Görevli polis memurları A.H.S. ve A.N. ile Komiser Yardımcısı G. savunmalarında; 1 Mayıs kutlamaları nedeniyle Taksim Meydanı ve çevresinde geniş katılımlı gösteri yapılmasına İstanbul Valiliği tarafından izin verilmediği hâlde çeşitli sendika ve kuruluşların farklı bölgelerde gösteri yürüyüşü yapmaya çalıştığını, başvurucunun da bir grupla birlikte bu yürüyüşlerden birine katılma girişiminde bulunduğunu ifade etmişlerdir. Hukuka aykırı olan bu yürüyüşü engellemek amacıyla uyarı yapmalarına rağmen dağılmadığı için topluluğa müdahale ettiklerini, elinde sopa bulunan başvurucunun kalabalığın ön tarafında bulunduğunu ve provakatif davranışlar sergilediğini belirten bu kolluk görevlileri gözaltına almaya çalıştıkları esnada başvurucunun elektrik direğine sarılarak direndiğini ve bu nedenle zor kullanarak başvurucuyu polis aracına götürdüklerini ancak darbetmediklerini savunmuşlardır. Başvurucu, darbedilmesi olayına tanık olan ve kendisiyle birlikte gözaltına alınan diğer kişilerin dinlenilmelerini talep etmesine rağmen Savcılık tarafından bu kişiler dinlenilmemiştir. Savcılık tarafından, olay yerini gösteren MOBESE ve diğer kamera kayıtlarının CD'ye aktarılarak çözümünün yapılması için iki polis memuru görevlendirilmiştir. Görevlendirilen polis memurları tarafından düzenlenen 22/6/2015 tarihli CD İzleme Tutanağına göre;- Ellerinde sopa, bayrak ve döviz; başlarında baret bulunan ve yüzleri maskeli, kırmızı yıldızlı, sarı renkte yelek giyimli 50-60 kişilik bir grupla birlikte başvurucunun grubun önünde hareket ettiği, bu görüntüye ilişkin video ve fotoğraf olduğu,-Başvurucunun polis aracında kamera çekimi yapan polis memuruna hitaben yüksek sesle "Yaşasın devrim, yıkacağız düzeninizi" dediği tespit edilmiştir. Soruşturma dosyasında yer alan iki video ve bir fotoğraf görüntüsünden oluşan ve savcılıktan temin edilerek incelenen CD'deki fotoğrafta başvurucunun bir grupla birlikte yürüdüğü görülmektedir. İki video görüntüsünden birincisinde başvurucunun polis aracında yüksek sesle "Yaşasın devrim, sosyalizm, yıkacağız sizin düzeninizi" dediği, ikincisinde ise aralarında başvurucunun da bulunduğu bir grubun yürüyüşünü gösteren birkaç dakikalık bir görüntü bulunduğu, bunda da yürüyüş yapan gruptaki bazı kişilerin kapalı şekilde pankart ve bayrak taşıdığı, birkaç kişinin yüzünü yarım örtecek şekilde burun ve ağız bölgesini kapattığı ve sonrasında kamera yönünün değiştiği görülmektedir. Kolluk güçlerinin uyarıları veya müdahale anına dair görüntü bulunmamaktadır. Savcılık, doktor B.G. hakkında yürüttüğü soruşturma kapsamında B.G.nin savunmasını almıştır. B.G. ifadesinde; gözaltına alınan kişilerin hastaneye getirilmesinin güvenlik açısından riskli olabileceği dile getirildiğinden polis aracına gittiğini, araçta bulunan herkese darp ve cebir olduğuna ilişkin şikâyetleri varsa onları muayene edebileceğini söylediğini ancak araçtaki kişilerin kendisiyle tartıştığını, ardından polis aracından inerek araçtaki gözlemleri üzerine adli raporları hazırladığını açıklamıştır. Adli Tıp Kurumu İstanbul Şubesi (ATK) tarafından başvurucunun gözaltından çıkarılırken düzenlenen 4/5/2015 tarihli raporuna (ikinci rapor) göre başvurucunun sağ hemitoraks dış yan duvar alt kısmında hassasiyet tespit edildiği, onun dışında gözaltında oluşmuş travmatik lezyon saptanmadığı belirtilmiştir. Ek olarak başvurucunun gözaltına alınırken travmaya maruz kaldığı iddiasına yer verilmiştir. Başvurucu hakkında Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs Cerrahisi Bölümü tarafından düzenlenen 14/5/2015 tarihli rapora göre (üçüncü rapor) başvurucunun sağ meme altında darba bağlı göğüs ağrısı tespiti yapılmış, bunun dışında herhangi bir fiziksel bulgu gözlemlenmemiştir. ATK tarafından 5/6/2015 tarihinde düzenlenen bilirkişi raporunda, ikinci raporun tespitleri doğrultusunda başvurucunun yaralanmasının basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek türde olduğuna ilişkin kanaat bildirilmiştir. Savcılık tarafından doktor B.G. hakkında muayene işlemi yapmadan başvurucu ve diğer gözaltına alınanlar hakkında adli rapor düzenlediği gerekçesiyle görevi kötüye kullanma suçundan dava açılmıştır. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda "araç kapısından herkese toplu olarak seslenip muayene etmeden rapor yazan sanığın (B.G.) görevinin gereklerini yerine getirmeyerek atılı suçu işlediği" kanaatiyle 5 ay hapis cezasına hükmedilmiş, söz konusu hükmün açıklanması geri bırakılmıştır. Karara yapılan itiraz reddedilerek karar 6/7/2018 tarihinde kesinleşmiştir. Öte yandan Savcılıkça, görevli kolluk personeli hakkında 3/5/2016 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, CD İzleme Tutanağına göre Taksim'de 1 Mayıs kutlaması yapılmasına Valilik tarafından izin verilmemesine rağmen Beşiktaş'ta izinsiz gösteri yapan gruba kolluğun müdahale ettiği, bu grubun önünde bulunan başvurucunun grubun dağılmaması için grubu provoke ettiği belirtilmiştir. Başvurucunun ayrıca gözaltına alınırken direndiği ve gözaltı aracında yüksek sesle slogan attığı tespit edilerek polis uyarısına rağmen direnen başvurucuya orantılı güç kullanıldığı ve zor kullanma yetkisinin aşılmadığı değerlendirilmiştir. Savcılık kararına karşı yapılan itiraz, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) tarafından reddedilmiştir. Anılan karar, 30/6/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 29/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §§ 22-38; Ali Ulvi Altunelli, B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 23-27, 29- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/13964 | Başvuru, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü etkinlikleri çerçevesinde gerçekleşen gösteri yürüyüşüne gereksiz ve orantısız müdahale edilmesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının; kolluk güçlerinin hukuka aykırı kuvvet kullanımı nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, trafiği tehlikeye düşüren davranışlarda bulunulduğu belirtilerek idari para cezası uygulanmasının asıl amacının cinsel kimliğin baskı altına alınması olduğundan bahisle eşitlik ilkesi ve özel hayata saygı hakkının; kolluk tarafından haksız olarak tutulma sebebiyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/12/2014 tarihinde Bursa Sulh Ceza Hâkimliği vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 4/9/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, nüfus kaydına göre 28/8/1980 doğumludur. Bireysel başvuru formunda cinsel tercih bakımından travesti kimliğinde olduğunu, sosyal çevresinde kadın ismi kullandığını beyan etmiştir. Bursa İl Emniyet Müdürlüğü polis memurları tarafından 12/3/2014 tarihinde saat 45'te düzenlenen tutanakta; yapılan denetim esnasında başvurucunun yaya olarak Yeni Yalova Yolu Beşyol Kavşağı civarında seyir hâlindeki araçları durdurmaya çalıştığı, araçların önüne geçerek trafiği tehlikeye düşürecek şekilde davranışlarda bulunduğunun tespit edildiği, hangi amaçla orada bulunduğuna dair soruya otostop yaparak fuhuş amacıyla müşteri aradığı cevabını verdiği ve bunun üzerine konuyla ilgili gerekli işlemlerin yapılması için Ahlak Büro Amirliğine intikal ettirildiği belirtilmiştir. Anılan tutanakta; başvurucu hakkında yapılan UYAP sorgulamasında kaydının mevcut olduğu ancak aranmadığının anlaşıldığı, herhangi bir darp ve cebire maruz kalmadığından dolayı doktor raporu almak istemediğini beyan ettiği, trafiği tehlikeye düşürdüğü gerekçesiyle gerekli idari işlemler yapıldıktan sonra başvurucunun gönderildiği ifade edilmiştir. Bursa Valiliği İl Emniyet Müdürlüğünün 12/3/2014 tarihli ve 518703 sayılı Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanağı ile taşıt yolu üzerinde trafiği tehlikeye düşürecek davranışlarda bulunduğu gerekçesiyle başvurucu hakkında 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi uyarınca 80 TL para cezası uygulanmıştır. Başvurucu, vekili aracılığıyla verdiği 27/3/2014 tarihli dilekçe ile söz konusu idari para cezasına itiraz etmiştir. Anılan dilekçede başvurucu; idari para cezasının kendisinin travesti kimliğinin baskılanması amacıyla verildiğini, polis memurlarının kendisini haksız olarak iki saat Emniyet Müdürlüğünde beklettiğini, bu şekilde hürriyetinden yoksun bırakılarak suç işlendiğini, ilgili görevliler hakkında yasal başvuru haklarının saklı olduğunu belirtmiş ve idari para cezasının iptalini talep etmiştir. Bursa Sulh Ceza Hâkimliğinin 9/4/2014 tarihli ara kararıyla idareden söz konusu para cezasına dayanak belgelerin gönderilmesi istenmiştir. Bursa İl Emniyet Müdürlüğünün 6/5/2014 tarihli yazısıyla 12/3/2014 tarihinde saat 45'te yapılan trafik denetimi sırasında başvurucunun seyir hâlindeki araçları durdurmaya çalışarak araçların önüne geçip trafiği tehlikeye düşürdüğünün tespit edilmesi üzerine hakkında 2918 sayılı Kanun uyarınca ilgili yaptırımın uygulandığı, başvurucunun daha önce de aynı şekilde 2918 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (c) bendini ihlal ettiği ve hakkında idari işlem yapıldığı bildirilmiştir. İdarenin söz konusu savunmasının 18/7/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edildiği anlaşılmıştır. Bursa Sulh Ceza Hâkimliğinin 16/10/2014 tarihli ve 2014/945 Değişik İş sayılı kararı ile başvurucunun itirazı kesin olarak reddedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:“...İtiraz edenin dilekçesindeki iddiaları doğrultusunda ceza tutanağının aksinin kesin delillerle kanıtlanamadığı, bu itibarla idari yaptırım kararının hukuka uygun olarak verildiği ve itirazın yerinde olmadığı kanaatine varıldığından, itirazın reddine karar vermek gerekmiştir.” Karar, başvurucu vekiline 10/11/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi tarafından Bursa Valiliğine yazılan yazıyla; başvurucunun tutulduğu, emniyet birimlerine getirildiği, serbest bırakıldığı saatlerin bildirilmesi istenmiştir. Bursa Valiliğinin cevap yazısında ve gönderilen belgelerde, Bursa İl Emniyet Müdürlüğü Ahlak Büro Amirliği görevlileri tarafından 12/3/2014 tarihinde saat 45'te yapılan denetim sırasında başvurucunun seyir hâlindeki araçları durdurmaya çalışarak araçların önüne geçip trafiği tehlikeye düşürdüğünün tespit edildiği, başvurucunun fuhuş amacıyla müşteri aradığını beyan etmesi üzerine Emniyet Müdürlüğü Ahlak Büro Amirliğine götürüldüğü, burada başvurucunun UYAP'ta kaydı ile aranan kişilerden olup olmadığının araştırıldığı, UYAP kayıtlarında başvurucunun daha önce il içinde merkezî yerlerde fuhuş amaçlı müşteri bulmak için otostop yaptığından bahisle idari işlemler yapıldığı ancak aranan şahıslardan olmadığının anlaşıldığı, bunun üzerine Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünden ekip talep edildiği, Müdürlüğün görevli polis memuru tarafından Polis Bilgi Sistemi (POLNET) kayıtlarına göre saat 39'da 2918 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi uyarınca hakkında idari para cezası tutanağı tanzim edilerek başvurucunun gönderildiği belirtilmiştir. Bireysel başvuru formu ve eklerinde başvurucunun haksız olarak iki saat Emniyet Müdürlüğünde bekletildiği iddiasına yönelik olarak ilgili polis memurları hakkında herhangi bir suç duyurusunda bulunup bulunmadığı veya devlet aleyhine tazminat yoluna başvurup başvurmadığı konusunda bilgi bulunmamaktadır. A. Ulusal Hukuk 2918 sayılı Kanun'un "Emniyet Genel Müdürlüğünün, merkez, bölge, il ve ilçe trafik kuruluşları, görev ve yetkileri" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin ilgili kısmı şöyledir: “b) Görev ve yetkiler: Araçları, bu Kanuna göre araçlarda bulundurulması gerekli belge ve gereçleri, sürücüleri ve bunlara ait belgeleri, sürücülerin ve karayolunu kullanan diğer kişilerin kurallara uyup uymadığını, trafik düzenlemelerinin ve çeşitli tesislerin bu Kanun hükümlerine uygun olup olmadığını denetlemek, Duran ve akan trafiği düzenlemek ve yönetmek, (Mülga: 17/10/1996 - 4199/47 md.) El koyduğu trafik kazalarında trafik kaza tespit tutanağı düzenlemek, Trafik suçu işleyenler hakkında tutanak düzenlemek, gerekli işlemleri yapmak ve takip etmek, Trafik kazası neticesinde hastalanan veya yaralananların bakımlarını sağlayacak tedbirlerin süratla alınmasına yardımcı olmak ve yakınlarına haber vermek,...” 2918 sayılı Kanun'un "Yayaların uyacakları kurallar" kenar başlıklı Maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi şöyledir: “Yaya yollarında, geçitlerde veya zorunlu hallerde taşıt yolu üzerinde bulunan yayaların, trafiği engelleyecek veya tehlikeye düşürecek şekilde davranışlarda bulunmaları veya buraları saygısızca kullanmaları yasaktır.(Değişik: 21/5/1997 - 4262/4 md.) Bu madde hükümlerine uymayan yayalar 1 800 000 lira para cezası ile cezalandırılırlar.” 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “İdarî para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idarî yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idarî yaptırım kararı kesinleşir.” 5326 sayılı Kanun'un maddesinin (10) numaralı fıkrası şöyledir: “Üçbin Türk Lirası dahil idarî para cezalarına karşı başvuru üzerine verilen kararlar kesindir.” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "İnsanlığa karşı suçlar" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “(1) Aşağıdaki fiillerin, siyasal, felsefi, ırki veya dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenmesi, insanlığa karşı suç oluşturur:...d) Kişi hürriyetinden yoksun kılma.…” 5237 sayılı Kanun’un "Kişi hürriyetinden yoksun bırakma" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkralarının ilgili bölümleri şöyledir: “(1) Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir....(3) Bu suçun;...d) Kamu görevinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,...İşlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza bir kat artırılır.” 5237 sayılı Kanun’un "Nefret ve ayrımcılık" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Dil, ırk, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi düşünce, felsefi inanç, din veya mezhep farklılığından kaynaklanan nefret nedeniyle;a) Bir kişiye kamuya arz edilmiş olan bir taşınır veya taşınmaz malın satılmasını, devrini veya kiraya verilmesini,b) Bir kişinin kamuya arz edilmiş belli bir hizmetten yararlanmasını,c) Bir kişinin işe alınmasını,d) Bir kişinin olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını, engelleyen kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun’un "Hayasızca hareketler" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Alenen cinsel ilişkide bulunan veya teşhircilik yapan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:“1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında; a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen ... Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nun "Durdurma ve kimlik sorma" kenar başlıklı 4/A maddesi şöyledir: “Polis, kişileri ve araçları;a) Bir suç veya kabahatin işlenmesini önlemek,b) Suç işlendikten sonra kaçan faillerin yakalanmasını sağlamak, işlenen suç veya kabahatlerin faillerinin kimliklerini tespit etmek,c) Hakkında yakalama emri ya da zorla getirme kararı verilmiş olan kişileri tespit etmek,ç) Kişilerin hayatı, vücut bütünlüğü veya malvarlığı bakımından ya da topluma yönelik mevcut veya muhtemel bir tehlikeyi önlemek amacıyla durdurabilir....” 2559 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “Polis;A) Genel ahlak ve edep kurallarına aykırı olarak; utanç verici ve toplum düzeni bakımından tasvip edilmeyen tavır ve davranışta bulunanlar(ı)......Herhangi bir müracaat veya şikayet olmasa bile engeller, davranışlarının devamını durdurarak yasaklar...”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Ayrımcılık yasağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Sözleşme'de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadında eş cinsel ilişkilerin suç sayılması (Dudgeon/Birleşik Krallık, B. No: 7525/76, 22/10/1981; Norris/İrlanda, B. No: 10581/83, 26/10/1988; Modinos/Kıbrıs, B. No: 15070/89, 22/4/1993), kişilerin cinsel yönelimleri sebep gösterilerek mesleklerinden çıkarılmaları (Smith ve Grady/Birleşik Krallık, B. No: 33985/96, 33986/96, 27/9/1999; Beck, Copp ve Bazeley/Birleşik Krallık, B. No: 48535/99, 48536/99, 48537/99, 22/10/2002), transseksüellerin cinsiyet değişikliği durumunun hukuki olarak tanınmaması, özellikle de iş, sosyal güvenlik, emeklilik ve evlenme haklarının engellenmesi özel hayata saygı hakkına müdahale kabul edilmiştir (Y.Y./Türkiye, B. No: 14793/08, 10/3/2015; Christine Goodwin/Birleşik Krallık [BD], B. No: 28957/95, 11/7/2002; Van Kück/Almanya, B. No: 35968/97, 12/6/2003). | Ayrımcılık yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19308 | Başvuru, trafiği tehlikeye düşüren davranışlarda bulunulduğu belirtilerek idari para cezası uygulanmasının asıl amacının cinsel kimliğin baskı altına alınması olduğundan bahisle eşitlik ilkesi ve özel hayata saygı hakkının; kolluk tarafından haksız olarak tutulma sebebiyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; yakalama ve gözaltına almanın hukuki olmaması, gözaltı süresinin makul olmaması ve tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından bu kararda incelenen şikâyetler haricindeki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna karar verilmiş, bu şikâyetler yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ayrıca başvurucunun yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olması nedeniyle adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından, darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu 29/3/2018 tarihinde ilgili yabancı devlet yetkilileri tarafından yakalanarak gözaltına alınmıştır. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin tutuklama kararında ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin başvurucu hakkındaki mahkûmiyet kararının gerekçesinde belirtildiğine göre ilgili yabancı devlet yetkililerince sınır dışı edilmesine karar verilen başvurucu aynı tarihte Türk yetkililere teslim edilmiştir. Türk yetkililer tarafından 29/3/2018 uçakla İstanbul'a getirilen başvurucu, (Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin tutuklamaya yönelik verdiği yakalama kararına istinaden) İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlar nedeniyle yürütülen bir soruşturma kapsamında 29/3/2018 tarihinde İstanbul'da havalimanında gözaltına alınmıştır. Başvurucunun ilk ifadesi İstanbul Emniyet Müdürlüğünde alındıktan sonra başvurucu 11/4/2018 tarihinde Başsavcılığa sevk edilmiştir. Başsavcılık aynı tarihte başvurucunun ifadesini almış ve başvurucuyu terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) aynı tarihte başvurucunun sorgusunu yapmıştır. Sorgu esnasında şüphelinin kendisinin belirlediği avukatı da hazır bulunmuştur. Başvurucunun sorgudaki ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"Üzerime atılı suçlamayı kabul etmiyorum. ben sadece matematik öğretmeniyim. Ben jakova ilinde Mehmet Akif Kolejinin müdürüydüm. buranın örgütle irtibatlı olduğunu bilmiyordum. öğretmen olarak okuldaki işleri hallediyordum. örgütle bağlantısı olduğunu bilmiyordum. [A.G.nin] beyanlarının benimle alakası yoktur. ablası ile arasında olan konuşmalardır sık sık konuşmayız. yaş itibarıyla aramızda fark vardır. onunla bir bağlantım yoktur. program yüklediğine dair bilgim yoktur. Bank Asya'ya talimat üzerine para yatırmadım. bilerek para yatırmadım. sadece bireysel emeklilik sistemine kaydım var onun parası vardır. fatih üniversitesinin taksitleri vardır. bir de ramazan ayında iftar bağışında bulundum diye hatırlıyorum. iki üç lira girişleri vardır. kredi kartımın borcunu ödemeye çalışıyordum. yurt dışındaki bankadan Türkiye'ye eft yapıyordum. böyle bir hesap hareketi vardır. talimatla para yüklemem söz konusu değildir. NT isimli bir firmaya para göndermedim. alışveriş yapmış olabilirim. Viber isimli uygulamadaki yazışmalar ise [E.] bizim müdürümüzdür onunla alakalı görüşmelerdir. birçok kez görüşmüşüzdür. ben daha çok viber kullanırım. ben suçsuzum. işim sadece öğretmenliktir. öğrenciler ve öğretmenlerle işimdir. silahlı terör örgütü ile alakam yoktur. hiçbir yerden talimat almadım. öğretmenliğimi yapmaya çalışıyorum." Hâkimlik 11/4/2018 tarihinde başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... Soruşturmaya konu FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün yönetici konumundaki şüphelilerin ... [ilgili yabancı devlette] faaliyet ve eylemleri bu çerçevede değerlendirildiği, 15/7/2016 tarihinde FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün Türk Silahlı Kuvvetleri içerisine yerleştirmiş olduğu mensuplarınca gerçekleştirilmeye çalışılan darbe teşebbüsünün bertaraf dilmesi sonrasında bu durum tüm dünyaya delilleriyle birlikte anlatılıp izah edildiği, buna rağmen FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'nün bu ülkelerde halen sözde eğitim-öğretim faaliyetinde bulunduğunun tespit edildiği, gelinen aşamada Türkiye Cumhuriyeti devleti bürokrasisi ve istihbari kurumlarının başarılı çalışmaları ile örgüt yapılanmasında önemli yeri olan şüphelilerin, diplomatik alandaki başarılı çalışmalar sonucu ülkemize iadesinin sağlanmaya başlandığı, bu kapsamda; FETÖ/PDY Silahlı terör örgütü'nün ... [ilgili yabancı devletteki] sözde eğitim-öğretim kurumlarında ülkenin en üst düzey devlet yönetimindeki kişilerinin çocuklarına sözde eğitim veren şüpheliler 29/3/2018 tarihinde ... [Türk görevlilerin] gözetiminde ... [ilgili yabancı devletten] deport edilerek ülkemize getirildiği, şüphelilerin ülkemize getirilmesinin hemen sonrasında örgüt lideri Fetullah Gülen'in 2/4/2018 tarihinde yaptığı konuşmada, bu şüpheliler sahiplenilerek icra edilen bu faaliyetin 'EŞKIYALIK' olduğunu beyan ettiği, şüphelilerin ülkemize getirilmesi ile birlikte daha öncesinde devam eden soruşturmalara ilişkin bulgular ile tahkikata devam edilirken başkaca Cumhuriyet Başsavcılıkları nezdinde bulunan soruşturma ve tahkikat evrakları temin edilerek soruşturma dosyasına konulduğu, gelinen aşamada 15/7/2016 tarihinde vuku bulan hain darbe girişimi sonrasında dahi FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün yurt dışı eğitim yapılanması içerisinde ... [ilgili yabancı devlette] faaliyette bulunan örgüt yöneticisi olan şüphelilerin örgüt faaliyeti kapsamındaki eylemleri irdelendiğinde;...şüpheli [K.] hakkında yapılan soruşturmada, Türkiye'de bulunduğu dönemde örgütle bağlantılı olduğundan bahisle kapatılan İzmir ilinde mevcut dershanede öğretmen olarak görev yapması, hakkında Dışişleri Bakanlığı Araştırma ve Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğü tarafından yazılan dosya içerisinde mevcut tutanaklarda, şüphelinin FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü ile irtibatlı olan örgütün eğitim birimlerinden olan bir okulda kolej müdürü olarak çalıştığının tespit edilmesi, şüphelinin örgütle bağlantılı olduğundan bahisle kapatılan Umut Özel eğitim A.Ş isimli firmada SGK kaydı ile çalıştığının tespit edilmesi, Elmalı Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından şüpheli sıfatıyla ifadesi alınan [A.G.nin] alınan savunmasında, şüphelinin eniştesi olduğunu, ablası ile yurt dışında tanışarak evlendiğini, örgütün eğitim birimlerinden olan bir okulunda çalıştığını beyan etmesi ayrıca şüphelinin örgütle bağlantılı olduğundan bahisle kapatılan hesap hareketlerinde ve kredi kartı ekstrelerinde yapılan incelemede, örgütün yardım kuruluşlarından olan kimse yok mu derneğine çok sayıda bağışının olduğunun tespit edilmesi, yine örgütle bağlantılı bulunan Fatih Üniversitesi ve NT isimli firmalara çok sayıda para gönderdiğinin tespit edilmesi, 2014 yılı ikinci yarısında 000 TL kadar parayı hesabına yatırdığının tespit edilmesi, şüpheli hakkında yapılan açık kaynak araştırmasında, örgütün Gjakova yerleşim merkezindeki kolejinin müdürü olduğunun tespit edilmesi, şüpheliden ele geçirilen telefon üzerinde yapılan ön incelemede, telefon içerisinde yer alan bir kısım evrakın şifreli döküman olarak kaydedilmesi, yine dijital verilerinde yapılan incelemede, örgütle bağlantılı bulunan Samanyolu haber, Çağlayan Dergisi gibi uygulamaların telefonunda yüklü bulunduğunun tespiti, telefonda yüklü bulunan VİBER isimli program üzerinden [E.] isimli şüpheli ile örgütün ... [ilgili yabancı devlette] faaliyetlerine yönelik bir kısım yazışmalarda bulunduğunun tespit edilmesi, ayrıca örgüt liderinin ve örgütün üst düzey yöneticilerinden olan şahsın şüpheliyi sahiplenerek ümit ve moral verici beyan ve açıklamalarda bulunmuş olması, yurt dışı eğitim faaliyetlerinin gerçekte uluslararası alanda o ülkeler aleyhine casusluk faaliyeti niteliğinde olduğu hususları dikkate alındığında, [şüphelinin] ... Silahlı Terör Örgütü Yöneticiliği yapmak suçu ve TCK.nın 331 maddesi kapsamında kalan Uluslararası Casusluk suçunu işlediği ... yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller bulunduğu, yüklenen suçun yasada öngörülen ceza miktarı, işlendiği iddia edilen suçun önemli ve ciddi sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedenin 'Kanun gereğince' var sayıldığı, Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları ve 5271 sayılı CMK'nun ve devam eden maddeleri uyarınca şüphelilerin tutuklanmasına engel bir hallerinin (tutuklama yasağı ve yargılama engeli bulunmaması hali gibi) bulunmadığı, almaları muhtemel ceza göz önüne alındığında kaçma şüphelerinin bulunduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmaması nedeniyle şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme, tanık ve mağdurlar üzerinde baskı oluşturma şüphesinin bulunduğu, işin önemi, verilmesi beklenen ceza ve güvenlik önlemi değerlendirildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesinde ifade olunan 'ölçülülük' ilkesi uyarınca, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada soruşturmaya konu suç ve bu şüpheliler açısından 'yetersiz' kalacağı ve amaca hizmet etmeyeceği kanaatine varılarak şüpheliler ve müdafilerinin serbest bırakılma istemlerinin reddi ile tüm şüphelilerin üzerine atılı olan Silahlı Terör Örgütü Kurma veya Yönetme ve Uluslararası Casusluk Yapma suçlarından 5271 sayılı CMK'nın CMK ve devamı maddeleri uyarınca tutuklanmasına ... karar verildi." Başvurucu tutuklama kararına 17/4/2018 tarihinde itiraz etmiş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 20/4/2018 tarihinde başvurucunun itirazını kesin olarak reddetmiştir. Sonraki süreçte başvurucunun tutukluluk durumu resen veya başvurucunun talebi üzerine ilgili sulh ceza hâkimlikleri tarafından değerlendirilmiş ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 14/8/2018 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiş, başvurucunun anılan karara itirazı İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 7/9/2018 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu 3/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılık 1/3/2019 tarihli iddianame ile başvurucunun terör örgütü kurma veya yönetme ve uluslararası casusluk yapma suçlarından cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY'nin yapılanmasına ve faaliyetlerine ilişkin açıklamalar yapılmış, sonrasında başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilmiştir. Başsavcılık, dosya kapsamında bulunan olgu ve delillere göre başvurucunun FETÖ/PDY yöneticisi olma ve uluslararası casusluk suçlarını işlediğini iddia etmiştir. Bu bağlamda iddianamede başvurucunun; - FETÖ/PDY'nin yurt dışı yapılanmasında görevli olduğu ve ilgili yabancı devlette örgüt adına yönetici sıfatıyla faaliyet yürüttüğü, - Dışişleri Bakanlığı Araştırma ve Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğü tarafından soruşturma dosyasına gönderilen yazı içeriğine göre ilgili yabancı devlette faaliyet yürüten FETÖ/PDY ile iltisaklı olan eğitim kurumlarında görev yaptığı, - ...[ilgili yabancı devlette] ... isimli yerleşim merkezinde faaliyet gösteren FETÖ/PDY'ye ait Gülistan Eğitim Kurumlarında genel müdürlük yaptığı,- FETÖ/PDY ile iltisaklı Bank Asyada bulunan hesabında 2013 yılı Aralık ayında hiç parası bulunmadığı hâlde terör örgütü lideri Fetullah Gülen'in örgüt mensuplarına Bank Asyaya para yatırılması talimatı vermesi üzerine 2014 yılı ilk yarısında 023 TL para artışının bulunduğu,- Bank Asya mevduat hesabına tanımlı kredi kartı hesap hareketlerine göre FETÖ/PDY ile iltisakı nedeniyle kanun hükmünde kararname (KHK) ile kapatılan Kimse Yok mu derneğine çok sayıda bağışının olduğu,-Bank Asyada bulunan mevduat hesabı üzerinden terör örgütü ile iltisaklı olan Fatih Üniversitesine ve NT isimli firmaya çok sayıda para transferinin bulunduğu,-Terör örgütü ile iltisakından dolayı KHK ile kapatılan Umut Özel Eğitim A.Ş.de çalıştığı,ileri sürülmüştür.- Ayrıca Elmalı Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan hakkında soruşturma yürütülen A.G.nin savunmasında başvurucuyla ilgili "başvurucunun eniştesi olduğu, ablası ile yurt dışında tanışarak evlendiği ve örgütün ... [ilgili yabancı devlette] bulunan bir okulunda çalıştığı" şeklindeki beyanına özetle yer verilmiştir.- Dijital verilerde yapılan incelemeye göre terör örgütüyle bağlantılı bulunan Samanyolu haber ve Çağlayan dergisi gibi uygulamaların telefonunda yüklü bulunduğu ayrıca cep telefonunda yüklü bulunan "VİBER" isimli program üzerinden hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan soruşturma yürütülen E. ile örgütün ... [ilgili yabancı devletteki] faaliyetlerine yönelik bir kısım yazışmalarda bulunduğunun tespit edildiği belirtilmiştir.- 10/4/2018 tarihli video çözüm tutanağı içeriğine göre FETÖ/PDY'ye ait herkül.org isimli sitede yayımlanan ''EŞKİYANIN TASALLUTU VE YOL HARİTAMIZ '' başlıklı video içeriğinde örgüt lideri Fetullah Gülen'in ve sosyal medyada paylaşılan video içeriğinde de FETÖ/PDY'nin yöneticilerinden E.nin başvurucuyu ve diğer şüphelileri sahiplenerek ümit ve moral verici beyan ve açıklamalarda bulunduklarının tespit edildiği belirtilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 7/3/2019 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve Mahkemenin E.2019/83 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme başvurucu hakkındaki davayı tefrik ederek yetkisizlik kararı vermiş ve dosyayı Afyonkarahisar Ağır Ceza Mahkemesi'ne göndermiştir. Afyonkarahisar Ağır Ceza Mahkemesinin karşı yetkisizlik kararı vermesi üzerine yetki uyuşmazlığını inceleyen Yargıtay Ceza Dairesi, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin yetkili olduğuna karar vermiş ve anılan karar üzerine yargılamaya Mahkemenin E.2019/319 sayılı dosyası üzerinden devam olunmuştur. Mahkeme 25/9/2019 tarihinde yaptığı ilk duruşmada başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucu savunmasında özetle İzmir'de üniversiteyi bitirdikten sonra 2006 yılında Körfez Dershanesine başvurduğunu ve kabul üzerine bir süre (84 gün) çalıştığını, 2016 yılında bu kurumun KHK ile kapatıldığını, kendisinin çalıştığı dönemde bunu öngörmesinin mümkün olmadığını, Körfez Dershanesinden sonra yabancı dili olması nedeniyle yurtdışına çıkmak istediğini ve yurtdışındaki okullara öz geçmişini gönderdiğini, bu nedenle Arnavutluk'a kabul edildiğini ve üç yıl Arnavutluk'ta çalıştığını, evlendikten sonra ilgili yabancı devlete geçtiğini ve yaklaşık dokuz yıldır ilgili yabancı devlette öğretmenlik yaptığını, oturma ve çalışma izninin bulunduğunu, çalıştığı kurumda genel müdür olarak değil müdür olarak görev yaptığını, çalıştığı okulun terör örgütüyle ilgisinin bulunmadığını, Bank Asyadaki hesabının maaş hesabı olduğunu ve yatırılan paraların da kredi kartı borcu ödemesi olduğunu bu durumun uzman raporlarıyla anlaşılabileceğini, dolayısıyla talimatla para yatırmasının söz konusu olmadığını, telefonunda bulunan programların ilgili sitelerden indirilebilen yasal programlar olduğunu, tanık A.G.nin kendisinin kayınbiraderi olduğunu ve süreçte tutuklandığını ifadesinde kendisiyle ilgili doğrudan bir beyanının bulunmadığını ancak çalıştığı kurumun FETÖ/PDY ile iltisaklı olduğu yönünde beyanlarının bulunduğunu, tanığın muhtemelen etkin pişmanlıktan faydalanmak için bir kısım beyanlarda bulunmuş olabileceğini, aleyhine olan hususları kabul etmediğini, o tarihlerde yasal bir dernek olan Kimse yok mu derneğine dinî duygularla özellikle ramazan aylarında bağışta bulunduğunu, bağış miktarlarının küçük olduğunu ve bağışı taksitli yaptığı için her taksitin ayrı bir bağış gibi algılandığını, Fatih Üniversitesinde uzaktan yüksek lisans yaptığını, bu nedenle okul ücreti gönderdiğini, söz konusu ödemenin de yine taksitli olarak yapılması nedeniyle her ay para transferi yapmış gibi gözüktüğünü, NT firmasına yaptığı ödemenin (19 TL, 80 TL) aldığı kırtasiye malzemesi nedeniyle yaptığı ödeme olduğunu, E. ile aynı yerde çalışmaları nedeniyle tanıştıklarını ve yazışma içeriklerinin işle alakalı olduğunu, içeriklerde suç teşkil eden herhangi bir husus bulunmadığını, Fethullah Gülen ve E.nin açıklamalarının kendisiyle ilgilisinin olmadığını belirterek suçlamaları kabul etmemiştir. Mahkemenin talimatla ifadesinin alınmasına karar verdiği Tanık A.G. Kaş Asliye Ceza Mahkemesinde 23/9/2019 tarihinde ifade vermiştir. Tanığın beyanının ilgili kısmı şöyledir:"...Sanıklardan [K.] benim eniştem olur. Kendisini eniştem olması sebebi ile tanırım. Ablam ile yurt dışında tanışmışlar. Türkiye'de düğünleri oldu. Seneden seneye yıllık izinlerinde Türkiye'ye geldiklerinde kendisi ile aile içinde görüşüyordum. ... [ilgili yabancı devletteki] bir Türk okulunda öğretmen olarak çalıştığını biliyordum. Kendisi ile ilgili başka söyleyeceğim bildiğim hiç birşey yoktur ..." Mahkeme 26/12/2019 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan 8 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Sanıkla ilgili toplanan ve mahkememizce kabul edilen tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde; sanığın ... [ilgili yabancı devletten] Türkiye'ye o ülke açısından kamu güvenlik açısından tehlike arz edeceğinden bahisle deport edilerek getirilmesi, örgüt liderinin ve terör örgütünün yöneticilerinden olup terör örgütüne ait kapatılan Zaman Gazetesini firari genel yayın yönetmeni [E.nin] sanığı sahiplenerek sanıkların yurda getirilip Türk Yargısı önüne çıkarılmasının eşkıyalık olduğunu beyan ettiği, sanığın da savunmasını bu propaganda üzerine inşa etmesi, sanığın ... [ilgili yabancı devlette] faaliyet yürüten FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü ile iltisaklı olan eğitim kurumlarında yakalanmış olduğu tarihe kadar o kolejde okul müdürü olarak görev yapması, sanıktan elde edilen dijital materyallerinin incelenmesinde terör örgütü ile bağlantılı Samanyoluhaber, Çağlayan Dergisi gibi uygulamalarına ait telefon uygulamaları ve birtakım örgütsel yazışmalara ilişkin mesaj içeriklerinin ortaya çıkması örgütün talimatıyla hareket ederek, örgütün yurt dışı yapılanması içerisinde bulunduğu, yurt dışı alanda da örgüt adına faaliyetlerde bulunarak iradesini örgütün iradesine teslim edecek kadar derin bir örgütsel ilişki içinde olduğu konusunda mahkememizce kanaat oluşmuştur.Bütün terör örgütleri gibi Fetö'nün de temel amacı bu örgüte müntesip yetiştirmektir. İlk ve öncelikli kuruluş gayesi eğitim değil, insan kaynağı sağlamaktır. FETÖ de eleman bulma, buldukları elemanları örgüt amacına göre eğitme, örgütsel olarak onlara nasıl davranılması gerektiğini öğretip uygulatma üzerine kuruludur. Örgütsel bağlılığın temini bakımından; gizlilik ve tedbir uygulanması, kişiler hakkında istihbarat toplayıp özel bilgi edinmek, sorunsuz işleyen bir emir ve rapor zincirinin varlığı, devletten ve aileden önde gelen örgüt aidiyeti, devlet hiyerarşisinde daha üstte olsa bile örgüt hiyerarşisi asıl olduğundan daha ast birinden emir alınması, hizmet kardeşliği ve örgüt içi dayanışma nedeniyle illegal olsa dahi talimatın sorgulanmaması, psikolojik tehdidin etkisiyle özgür iradenin kaybedilmesi hususları önem taşımaktadır. Sanığın da yakalandığı zamana kadar-15 Temmuz darbe girişiminden sonra dahi- ... [ilgili yabancı devlette] örgüte müzahir eğitim kurumunda çalışmaya devam etmesi, örgüt kapsamındaki faaliyetlerini yurt dışında devam ettirmesi, illegal olan bir faaliyeti sorgulamaksızın iradesini örgütün emrine adayıp feda ettiğini göstermektedir. Zira yukarıda açıklandığı üzere örgüt için eğitim kurumları büyük önem taşımaktadır.Sanıktan alınan dijital materyallerde yapılan bilirkişi incelemesinde tespit edilen mesaj içeriklerine bakıldığında da sanığın atılı suçu işlediği sabit görülmüştür. Zira VİBER üzerinden yapılan bu mesaj içeriklerinde ... [ilgili yabancı devlette] bulunup iadesi istenen [U.T.nin] iade talebinin reddine ilişkin kararı haklı bulduklarına, bu durumun herkesin bilmesi gerektiğine ilişkin örgütsel tutum ve davranış içerisinde örgütle irtibatlı bu şahsı destekleyici ve sahiplenici sayılabilecek yazışmaların bulunduğu, yine VİBER üzerinden yapılan bir konuşmada yapılacak bir program için kendi aralarında Klan tv ve Opinion tv ile alakalı konuşmaların olduğu, aynı zamanda hizmet harekatı olarak bahsedilen örgüt kapsamında yapılan faaliyetleri, Türkiye'de yaşanan olayları bir zulüm olduğunu, bunun için dua ettiklerini, bir zaman sonra tüm bunların geçeceğini, sabır etmeleri gerektiğini, örgüt liderinin de bamtelinde bu duruma vurgu yaptığını, cezaevinde olan örgüt üyelerinin mahkeme sürecinde ve hakim karşısında yaşadıklarını, cezaevindeyken neler yaptıklarını, vakitlerini nasıl değerlendirdiklerini, örgüt faaliyetleri kapsamında kalacak eylemlerini anlatan bu gibi çok sayıda mesaj içeriklerinin yer alması sanığın örgüt kapsamında yer alarak yaşanan tüm sürece rağmen (15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra dahi) örgüt kapsamında faaliyetlerini sürdürerek tüm kararlarını örgütün tasarrufuna bırakmış olduğunu göstermektedir. Bunun altında yatan sebeplerden en önemlisi bağlı olduğu imamların ve örgüt liderinin hata yapmayacağı inancıdır. Zira örgüt lideri Fetullah Gülenin kitabındaki bir bölümde 'Hizmet insanı' başlıklı bölümde 'Cemaate bağlı kişinin azimli kararlı ve hizmete itaatkar her şeyin sorumluluğunu alması gereken, darbe yediğinde azmi bozulmayan, yüksek rütbelere geldiğinde kendi rütbesi değil, hizmetin rütbesini ön planda tutan hizmet içerisinde yapacağı görevlerin zor olabileceğine inanan ve bütün varlığını canını sevdiklerini hizmet için feda etmeye hazır olması gerektiği' belirtilmiştir. İşte sanık da mesaj içeriklerinde görüleceği üzere hizmet harekatı adıyla yurt dışındaki örgüt kapsamındaki eylem ve sorumluluklarıyla örgüt liderinin bahsettiği şahıslardan olup, iradesini örgütün emrine amade tutarak, azimli bir şekilde bu faaliyetlerini ... [ilgili yabancı devletten] deport edilip de yakalanana kadar devam ettirmiştir.Ayrıca örgüt liderinin video kaydında detaylı görüleceği üzere yurt dışından deport edilerek gönderilen sanıkla ilgili bu yapılanların eşkiyalık olduğunu, bir gün tüm bunların sona ereceğini söyleyerek sanığı sahiplenici konuşmalar yapmıştır. Bu konuşmalar sanığın örgüt içinde örgütün strateji ve hedefleri doğrultusunda amaca giden yolda bu karşılaştıkları tüm kötü durumların bir gün son bulacağını, ümitvar olmaları gerektiğine ilişkin zihniyetle onlara ümit verici konuşmalar olmuştur.Bu konuşmalar örgüt lideri Fetullah Gülen'in talimatlar yoluyla kolektif bir şekilde mobilize olan, kamu erkinin kritik bürokratik alanları başta olmak üzere, kamusal alanı ele geçirme refleksi ile hareket eden, mülkiye, adliye, emniyet, eğitim, istihbarat ve ordu içerisinde kendi özel hiyerarşisi ile illegal şekilde kadrolaşan, devletin tüm kurumlarına yerleştirdiği örgüt mensupları ile devlet teşkilatını kendisine hizmet eder hale getiren ve adeta devlet içinde ayrı bir devlet yapısı oluşturma amacıyla yapılmıştır. Örgüt liderinin bu sözleri fetvalarla 'Tedbir ve İstihbarat', 'Maarif ve Şirket' ilkesine göre yetiştirilen örgüt mensuplarının, amaçlarına giden yolda hasım olarak gördükleri diğerlerini de etkisiz kılarak devlet içinde etkin bir konuma gelmeleri amacıyla sanıkları sahiplenerek, onların moral ve motivasyonlarını yükseltme gayesiyle söylenerek onların örgütle bağını sıkı bir şekilde ortaya koymuştur." Karar başvurucu tarafından istinaf edilmiş, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 20/2/2020 tarihinde istinaf başvurusunu esastan reddetmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla temyiz kanun yolunda derdesttir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Mehmet Sabri Şirin, B. No: 2016/10825, 12/2/2020, §§ 28-47; Mustafa Özterzi [GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33- Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Abdullah Öcalan/Türkiye ([BD], B. No: 46221/99, 12/5/2005) kararında, başvurucunun uygulanabilecek iade süreci izlenmeden, kanuna aykırı olarak özgürlüğünden mahrum bırakıldığı şikâyetine ilişkin olarak esas alacağı ilkeleri aşağıdaki şekilde belirlemiştir:" Gözaltının 'kanunun öngördüğü prosedüre' uygun olup olmadığını da içine alan gözaltının 'yasal' olup olmadığı sorusu üzerinde, AİHS esasen ulusal hukuka atıfta bulunur ve ulusal hukukun maddi ve usule ait kurallarına uyma zorunluluğu koyar. Bununla beraber, AİHS ayrıca, özgürlük mahrumiyetinin maddenin amacına, özellikle bireyleri keyfilikten korumaya uymasını gerektirmektedir. Burada tehlikede bulunan yalnızca “özgürlük hakkı” değil, aynı zamanda “kişinin güvenlik hakkıdır” (bkz., diğer kararlar arasında, Bozano, yukarıda kayıtlı, s. 23, § 54; ve Wassink / Hollanda, 27 Eylül 1990 tarihli karar, A Serisi no. 185-A, s. 11, § 24). İç hukuku yorumlamak ve uygulamak en başta ulusal makamların, özellikle de mahkemelerin görevidir. Bununla beraber, 5 § 1 maddesi uyarınca, iç hukuka uymamaklaAİHS ihlal edildiği için, AİHM bu kanuna uyulup uyulmadığını gözden geçirmek için belli bir yetki kullanabilir ve kullanmalıdır (bkz. Benham / Đngiltere, 10 Haziran 1996 tarihli karar, Hüküm ve Karar Raporları 1996-III, s. 753, § 41; ve Bouamar / Belçika, 29 Şubat 1988 tarihli karar, A Serisi no. 129, s. 21, § 49). Bir Devletin yetkililerinin bir diğer Devletin topraklarında bu Devletin onayı olmadan gerçekleştirdikleri yakalama, 5 § 1 maddesi uyarınca, ilgili kişinin bireysel güvenlik haklarını etkilemektedir (bkz., aynı etkiye ilişkin Stocké / Almanya, 12 Ekim 1989, A Serisi no. 199, Komisyon görüşü, s. 24, § 167). AİHS, iade anlaşmaları ya da sınırdışı etme konuları çerçevesinde, AİHS’de tanınan özel haklara müdahale etmemesi koşuluyla kaçak suçluları adaletin önüne çıkarabilmek için yapılan Devletler arası işbirliğini engellemez (bkz. Stocké, yukarıda kayıtlı Komisyon görüşü, s. 24-25, § 169). Biri AİHS’ye taraf olan, diğeri olmayan Devletler arasındaki iade anlaşmalarıyla ilgili olarak, bir iade anlaşmasının koymuş olduğu kurallar ya da, böyle bir anlaşmanın olmaması durumunda, ilgili Devletler arasındaki işbirliği de, AİHM’ye şikayet edilmesine neden olan yakalanmanın yasal olup olmadığına karar vermede gözönüne alınması gereken ilgili faktörlerdendir. Devletler arasındaki işbirliği sonucu bir kaçağın teslim edilmesi, tek başına yakalamayı kanuna aykırı kılmamakta ya da bu nedenle madde çerçevesinde bir soruna yol açmamaktadır (bkz. Freda / Đtalya, no. 8916/80, 7 Ekim 1980 tarihli Komisyon kararı, DR 21, s. 250; Klaus Altmann (Barbie) / Fransa, no.10689/83, 4 Temmuz 1984 tarihli Komisyon kararı, DR 37, s. 225; Luc Reinette/ Fransa, no. 14009/88, 2 Ekim 1989 tarihli Komisyon kararı, DR 63, s. 189). AİHS’nin tamamında var olan, toplumun genel çıkarına ilişkin talepler ile bireyin temel haklarının korunmasına ilişkin gereklilikler arasında adil bir denge kurma arayışıdır. Dünyadaki dolaşım daha kolay hale geldikçe ve suç daha geniş çaplı bir uluslararası boyut aldıkça, yurtdışına kaçan şüphelilerin adalete teslim edilmesi, giderek bütün ulusların çıkarına olmaya başlamıştır. Bunun tersine, kaçaklar için güvenli sığınaklar tesis etmek, yalnızca korunan kişiyi barındırma zorunluluğu bulunan Devlet için tehlike oluşturmakla kalmayacak, bunun yanısıra iade kurumunun temellerinin zayıflamasına da sebep olacaktır. (bkz. Soering / Đngiltere, 7 Temmuz 1989 tarihli karar, A Serisi no. 161, s. 35, § 89). AİHS, iadenin sağlanabileceği koşullara ya da iadenin sağlanmasından önce izlenecek prosedüre ilişkin hiçbir hüküm içermemektedir. İlgili Devletler arasındaki işbirliğinin sonucu olmuş ve kaçağın yakalanmasına ilişkin emrin yasal temelinin, kaçağın menşe Devletinin yetkilileri tarafından çıkarılan bir tutuklama emri olması sağlanmışsa, sıradışı bir iade bile AİHS’ye aykırı olarak değerlendirilmemektedir (bkz. Illich Ramirez Sánchez, yukarıda kayıtlı, s. 155). Yakalamanın, kaçağın sığınmacı olarak bulunduğu Devletin kanunlarına aykırılık oluşturup oluşturmadığı dikkate alınmaksızın -bu, sadece ev sahibi Devletin AİHS’ye taraf olması halinde AİHM tarafından incelenecek bir husustur- AİHM, başvuranın gönderildiği Devletin yetkililerinin ev sahibi Devletin egemenliğine aykırı şekilde ve dolayısıyla uluslararası hukuka ters düşen bir biçimde, kendi toprakları dışında hareket ettiklerine dair, birbiriyle tutarlı çıkarımlardan oluşan kanıta ihtiyaç duymaktadır (bkz., mutatis mutandis, Stocké / Almanya, 19 Mart 1991 tarihli karar, A Serisi, no. 199, s. 19, § 54). Ancak bundan sonra ev sahibi Devletin egemenliğine ve uluslararası hukuka uygun hareket edildiğini ispat külfeti, savunmacı Hükümet’e ait olacaktır. Bununla beraber, Daire’nin ileri sürmüş olduğu üzere (12 Mart 2003 tarihli karar, § 92), bu noktada başvurandan 'her türlü makul süpheden uzak' bir kanıt göstermesi istenmemektedir." AİHM, yukarıda yer verilen ilkeler ışığında yaptığı incelemede ise başvuranın Nairobi Havaalanı'nın uluslararası sahasında Türk güvenlik kuvvetleri mensupları tarafından yakalandığına değinerek söz konusu olayda Türkiye'nin yetkisini kendi ülkesi sınırları dışında kullanmış olmasına rağmen başvuranın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) maddesinin kapsamı doğrultusunda, Türk yetkilileri tarafından Türkiye'ye dönmeye fiziksel olarak zorlandığı ve yakalanmasını takiben dönüşünde Türk yetkililerinin yetki ve kontrolü altında bulunduğunun kabul edilmesi gerektiğini söylemiştir (Öcalan/Türkiye, § 91). AİHM; yakalamanın Türk iç hukukuna uyup uymadığı ile ilgili olarak başvuranın yakalanması için Türk ceza mahkemeleri tarafından yedi tutuklama emrinin ve İnterpol tarafından bir arama bülteninin çıkarıldığını belirterek belgelerin her birinde, başvuranın Türk Ceza Kanunu uyarınca cezai suçlarla özellikle Devletin toprak bütünlüğünü bozmak için silahlı bir örgüt kurmakla ve yaşam kaybıyla sonuçlanan bir dizi terör eylemini kışkırtmakla itham edildiğine ve yakalanmasının ardından gözaltında tutulabileceği kanuni süre sona erdiğinde bir mahkeme huzuruna çıkartıldığına, akabinde yargılandığına ve mahkum edildiğine vurgu yaparak başvuranın yakalanmasının ve gözaltına alınmasının Türk mahkemeleri tarafından "bir suç islediğine dair makul bir şüphe üzerine yetkili bir yasal makam huzuruna getirme amacıyla" çıkartılmış bulunan emirlere uygun olduğunu belirtmiştir (Öclan/Türkiye, § 91). AİHM, nihai olarak başvuranın Türk yetkiler tarafından yakalanması sürecinde Kenyalı yetkililerin Türk yetkililerle iş birliği yaptığına da değinerek başvuranın yakalanması ve gözaltına alınmasının AİHS'in maddesinin fıkrasının amaçları dâhilinde "hukukun öngördüğü usul" ile uyumlu olduğu dolayısıyla anılan hükmün ihlalinin söz konusu olmadığı sonucuna varmıştır (Öcalan/Türkiye, §§ 93-99). | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/30756 | Başvuru, yakalama ve gözaltına almanın hukuki olmaması, gözaltı süresinin makul olmaması ve tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ileri sürülen iddiaların mahkeme ve temyiz merciince karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Batman İl Emniyet Müdürlüğünde şube müdürü olarak görev yapmaktayken İstanbul'da emniyet amiri olarak görev yaptığı döneme ilişkin olarak hakkında soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma sonucu hizmet dışında resmî sıfatının gerektirdiği saygınlığı ve güven duygusunu sarsacak eylem ve davranışlarda bulunma fiilinden dolayı başvurucunun 6 ay kısa süreli durdurma cezası ile cezalandırılması yerine alt ceza tayiniyle 4 günlük aylık kesimi cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, hakkında verilen disiplin cezasının iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde 1/11/2010 tarihinde dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 11/11/2010 tarihli kararla davanın yetki yönünden reddine, dosyanın Diyarbakır İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Diyarbakır İdare Mahkemesi de 27/7/2011 tarihli kararla davanın yetki yönünden reddine, dosyanın Batman İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Batman İdare Mahkemesi 18/1/2012 tarihli kararla davanın esastan reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde, başvurucunun soruşturma raporuna göre hizmet dışında resmî sıfatının gerektirdiği saygınlığı ve güven duygusunu sarsacak eylem ve davranışlarda bulunmak fiilinin sübuta erdiği sonuç ve kanaatine varıldığı belirtilmiştir. Başvurucunun temyiz talebi üzerine Danıştay Beşinci Dairesi 17/4/2018 tarihli kararla davanın reddine ilişkin kısmı onamıştır. Karar başvurucuya 9/10/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/33131 | Başvuru, ileri sürülen iddiaların mahkeme ve temyiz merciince karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, sosyal medya etkileşimi nedeniyle terör örgütü propagandası yapma suçundan verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının ifade özgürlüğü ile suç ve cezaların kanuniliği ilkesini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/4/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Başvurucunun mahkûmiyetine ve hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına sebebiyet veren olayın değerlendirilmesi bakımından ülkemizde uzun yıllardır süregelen teröre ve terörle mücadeleye ilişkin bazı bilgilere yer verilmesi uygun görülmüştür. Bilindiği üzere farklı amaçlara sahip çok sayıda terör örgütünün saldırılarına maruz kalan ülkemiz son otuz beş yılda ağırlıklı olarak PKK ile mücadele etmiştir. Kuruluşundan itibaren örgütlenmesinde birçok kez değişiklik yapan ve bu bağlamda farklı isimler (KADEK, KONGRA/GEL, TÜDEK, KKK, KCK, PJAK, PÇDK, ARGK, ERNK, HPG, HRK, TAK gibi) alan PKK, silahlı mücadeleyi temel strateji olarak benimseyen bir terör örgütüdür. Türk yargısı, PKK'nın silahlı bir terör örgütü olduğuna dair çok sayıda karar vermiştir. Uluslararası alanda birçok devlet ve kuruluş da PKK'yı silahlı bir terör örgütü olarak kabul etmektedir. PKK'nın gerçekleştirdiği terörist şiddet bölücü amaçları dolayısıyla anayasal düzene, millî güvenliğe, kamu düzenine, kişilerin can ve mal emniyetine yönelik ağır bir tehdit oluşturmaktadır. Bu yönüyle ülkenin toprak bütünlüğünü hedef alan PKK kaynaklı terör onlarca yıldır Türkiye'nin en hayati sorunu hâline gelmiştir (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 7-18). 2003 yılında Suriye'de kısa adı PYD olan Partiya Yekîtiya Demokrat (Demokratik Birlik Partisi) kurulmuştur. PYD'nin silahlı kanadını ise kısa adı YPG olan Yekîneyên Parastina Gel (Halk Koruma Birlikleri veya Halk Savunma Birlikleri) oluşturmaktadır. PYD-YPG ilk başta kendisini sadece DAEŞ terör örgütüne karşı mücadele eden bir örgüt olarak tanıtmış ve bu suretle uluslararası kamuoyunda taraftar kazanmaya çalışmıştır. PYD-YPG devam eden süreçte bölgede bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri ile silahlı çatışmalara girmiştir. Kuruluşundan bir süre sonra PYD'nin PKK terör örgütünce alınan karar doğrultusunda kurulduğu tespit edilmiş ve bu kapsamda PYD-YPG, Türkiye tarafından PKK terör örgütünün Suriye kolu olarak faaliyet gösteren bir terör örgütü olarak kabul edilmiştir. Nitekim yargı makamları da birçok kez PYD-YPG'nin bir terör örgütü olduğuna karar vermiştir. Anayasa Mahkemesine sunulan belgelere göre Yargıtay Ceza Dairesinin 21/5/2015 tarihli kararıyla bu durum yargısal bir içtihat hâline gelmiştir (bkz. § 19).B. Somut Başvuruya İlişkin Olay ve Olgular Başvurucu 1960 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir. Adıyaman Emniyet Müdürlüğü Siber Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından düzenlenen 7/12/2018 tarihli araştırma raporunun Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesi üzerine başvurucu hakkında terör örgütü propagandası yapma suçundan soruşturma başlatılmıştır. Bahsi geçen araştırma raporunda başvurucunun Facebook isimli sosyal paylaşım platformunda üçüncü kişilerin erişimine açık paylaşımları arasında suç unsuru olabilecek mahiyette 15/5/2015 tarihli bir beğenisinin bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucunun söz konusu beğenisi, R. isimli Facebook kullanıcısının yanındaki üç kişi ile birlikte PYD-YPG terör örgütüne ait bayrağın arkasında çektirdiği fotoğrafa ilişkindir. Başvurucu 11/2/2020 tarihinde Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucu ifadesinde özetle 7/12/2018 tarihli araştırma raporuna konu Facebook hesabının kendisine ait olduğunu, soruşturmaya konu fotoğrafı paylaşmadığını, R. isimli şahsın arkadaşı ve akrabası olması nedeniyle fotoğrafı beğenmiş olabileceğini, fotoğrafta bulunan diğer şahısları tanımadığını, fotoğraftaki bayrağın ne anlama geldiğini bilmediğini ve terör örgütü propagandası yapmadığını savunmuştur. Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı 12/2/2020 tarihinde, başvurucunun terör örgütü propagandası yapma suçunu işlediğinden bahisle hakkında kamu davasının açılması için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben bir fezleke düzenlemiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 6/3/2020 tarihli iddianameyle başvurucunun terör örgütü propagandası yapma suçundan cezalandırılmasını istemiştir. İddianamenin İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) kabul edilmesiyle birlikte kovuşturma aşaması başlamıştır. Başvurucu kovuşturma aşamasında da Başsavcılıktaki ifadelerine benzer beyanlarda bulunmuş ve atılı suçlamayı kabul etmemiştir. Yapılan yargılama sonucunda Mahkemenin 8/1/2021 tarihli kararı ile başvurucunun terör örgütü propagandası yapma suçundan 1 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şu şekildedir:"...sanık Ahmet ASLAN'ın kendi kullanımında ve herkese açık olan facebook hesabı üzerinden; 15/05/2015 tarihinde PKK/KCK silahlı terör örgütünün sözde bayrağının bulunduğu fotoğraf karesini paylaştığı, her ne kadar sanık mahkememizdeki savunmasında; kendisinin böyle bir paylaşım yapmadığını, ortada sadece bir beğeni olduğunu, fotoğraftaki [R.nin] çocukluk arkadaşı ve uzaktan akrabası olduğunu, bu şekildeki resimleri prensip olarak paylaşmadığını, arkadaşı olduğu için fotoğrafı beğenmiş olabileceğini beyan etse de sanığın kendisini suçtan kurtarmaya yönelik savunmalarına itibar edilmemiş, sanığın kendi facebook hesabı üzerinden yapmış olduğu paylaşımın PKK/KCK (Suriye uzantısı YPG) silahlı terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek, bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek nitelikte olduğu, söz konusu paylaşımın yukarıda açıklandığı üzere düşüncenin açıklanması kapsamında değerlendirilemeyeceği ve sanığın PKK/KCK (Suriye uzantısı YPG) silahlı terör örgütünün propagandasını yaptığı mahkememizce kabul edilmekle..." Başvurucunun bu karara itirazı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 4/3/2021 tarihinde reddedilmiştir. A. Ulusal Hukuk Mevzuat 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör tanımı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.” 3713 sayılı Kanun'un "Terör örgütleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili ikinci fıkrası şöyledir: “Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır...” Yargıtay İçtihadı Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/9/2017 tarihli ve E.2017/MD-956, K.2017/370 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “Bir suç örgütü, baştan itibaren suç işlemek üzere kurulmuş illegal bir yapı olabileceği gibi, legal olarak faaliyet göstermekte olan bir sivil toplum örgütünün sonradan bir suç örgütüne, hatta terör örgütüne dönüşmesi de mümkündür. Bu kapsamda önceden var olan ancak hakkında karar verilmediği için kamuoyu tarafından varlığı bilinmeyen örgütün hukuki varlık kazanması mahkemeler tarafından verilecek karara bağlı ise de örgütün kurucusu, yöneticileri ya da üyeleri; kuruluş tarihinden veya meşru amaçlarla kurulup daha sonra suç örgütüne dönüştüğü andan itibaren ceza hukuku bakımından sorumlu olacaklardır.Silahlı terör örgütüne üye olma suçunun doğrudan kastla işlenebildiği gözetilerek, hukuki zeminde faaliyet gösteren ve nihai amacını gizli tutması nedeniyle açıkça bilinmeyen yapılara dahil olan örgüt mensuplarından bir kısmının, oluşumun bir terör örgütü olduğunu bilmediklerini iddia etmeleri durumunda, TCK'nun maddesinin birinci fıkrasında yer alan hata hükmü uyarınca değerlendirme yapmak gerekecektir.” Yargıtay Ceza Dairesinin 18/7/2017 tarihli ve E.2016/7162, K.2017/4786 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “Terörle Mücadele Kanunu ve Türk Ceza Kanunu kapsamında, bir oluşumun, örgüt niteliğinde bulunup bulunmadığı ve niteliğinin belirlenmesi hususunda özel bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Yargılama safahatında, dava ya da soruşturmaya konu oluşumun nerede, ne zaman, kimler tarafından, ne amaçla kurulduğu, ülke genelinde amaca elverişli eylem ve faaliyetlerine ilişkin bilgiler ilgili Devlet kurumlarından dosyaya getirtilmek suretiyle dosyada mevcut olay ve deliller doğrultusunda yargılama makamlarınca belirlenmekte ve yargı kararının kesinleşmesi ile oluşumun suç, terör ya da silahlı terör örgütü niteliğinde bulunup bulunmadığı kesin olarak tespit edilmektedir....Örgütün niteliklerinin mahkemece belirlenmesi bir tespit kararıdır. Önceden var olan ancak hakkında karar verilmediği için kamuoyu tarafından bilinmeyen örgütün hukuki varlık kazanması mahkemeler tarafından verilecek karara bağlı ise de, örgütün kurucusu, yöneticileri ya da üyeleri açısından, kuruluş tarihinden veya meşru amaçlarla kurulup daha sonra suç örgütüne dönüştüğü andan itibaren ceza hukuku bakımından işledikleri fiile göre sorumlu olacaklardır. Bu mensuplardan bir kısmı, oluşumun bir terör örgütü olduğunu bilmemesi (hata hükümleri) durumunda, 'kusursuz ceza olmaz' ilkesi doğrultusunda uygulama yapılacağında bir tereddüt yoktur.…Sanıklar ve müdafileri tarafından, suç tarihinde bu yapının bir terör örgütü olduğuna dair mahkemelerce bir karar verilmemiş olduğundan, terör örgütü olarak kabulüne olanak bulunmadığı savunulmuş ise de, bir oluşumun suç örgütü olarak faaliyette bulunması her zaman mümkün olup, suç örgütü kabulü için mahkemenin bu yönde bir tespit yapması zorunlu değildir. Aksine kabul örgüt kararı kesinleşinceye kadar gerçekleşen zaman diliminde örgütsel suçların oluşmayacağı anlamına gelir ki bu durum suç ve yaptırım teorisine aykırıdır. Zira, bir kasten öldürme, hırsızlık, cinsel saldırı suçlarında, ceza usul hukuku açısından, fiilin ve failin tespiti yapılacak yargılama sonucunda verilen kararın kesinleşmesi ile hukuki açıdan varlık kazanacaktır. Eylemin gerçekleştiği tarih şüphe yok ki maddi olayın olduğu tarih olup, kararın kesinleşme tarihi olmadığı tartışmadan uzak olduğu gibi, kişilere örgütten yaptırım uygulanması da örgüt kararının verilmesine bağlı değildir. Mahkeme kararıyla örgüt kararı verilmemiş olması, örgüte bir şekilde katılan, örgüt adına suç işleyen veya örgüte yardım eden kişilerin kusursuz olmaları bir başka deyimle yardım ettikleri veya adına suç işledikleri yapının örgüt olduğunu bilmemeleri halinde 'hata hükümleri çerçevesinde' sorumsuzluk halini sağlayacaktır. Bu nedenle suç tarihi itibariyle bir örgüt kararının verilmemiş olması, açıklanan ilkeler doğrultusunda, neticeyi bilerek ve isteyerek tipik hareketi gerçekleştiren sanıkları, yasal yönden sorumlu tutulmalarına engel teşkil etmeyecektir.” PYD-YPG'nin bir terör örgütü olduğuna dair tespitin yapıldığı ilk Yargıtay ilamı, Ceza Dairesi tarafından verilen Mardin Ağır Ceza Mahkemesinin 17/9/2014 tarihli ve E.2014/93, K.2014/250 sayılı kararının onanmasına ilişkin 21/5/2015 tarihli ve E.2015/3513, K.2015/1456 sayılı karardır. Onanmasına karar verilen hükmün gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir: “Ülkemiz, bölücü terör örgütünün amaç edindiği bu hedef kapsamında bahsedilen bölgenin kuzeyinde kaldıgı için Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgelerimizden örgüte müzahir kesimlerce 'Kuzey Kürdistan' olarak bahsedilmektedir. Örgüte yakın kaynaklarca Rojava olarak tabir edilen ve bahsi geçen devlet kurma planına ilişkin coğrafyanın batısında kalan Suriye ülkesindeki topraklardan da 'Batı Kürdistan' olarak bahsedildiği bilindiğinden, bölücü terör örgütünün PKK/KCK adı altında ülkemizde yürüttüğü kanlı faaliyetlerini Suriye Ülkesi topraklarında da YPG olarak yürüttüğü anlaşılmaktadır. Örgüt mensuplarının ülkemiz topraklarında PKK/KCK mensubu olarak faaliyet yürütürken, aynı kişilerin sınırın diğer tarafında Suriye topraklarında aynı amaç uğruna yürüttüğü faaliyetler YPG adı altında görülmektedir. Tüm bu hususlar dahilinde YPG ve YPJ adlı yapılanmaların bölücü terör örgütü PKK/KCK ile birbirine fikri ve organik bağlarla örülü bulundukları, aynı yapının ve ideolojinin ürünü durumunda oldukları anlaşılmaktadır. Buna göre; Suriye'de faaliyet gösteren PYD, YPG, YPJ gibi örgütlerin PKK'nın Suriye ülkesinde faaliyet gösteren türdeşleri oldukları, KCK başlığı altında 4 ülkede faaliyet gösteren 4 alt örgütlenmeden biri olduğu, bu örgütlerin aynı amaca hizmet ettikleri, faaliyet amaçlarının ve yöntemlerinin birebir aynı oldugu, hatta PKK'lıların PYD'lilere eğitim vermeleri gibi birbirlerinin içine geçmelerin de yaşanabildiği, özetle terör örgütünün kollarından biri olarak terör amacıyla hareket eden ve üyelerinin de terör örgütü üyesi olarak vasıflandırılan adı geçen örgütler içerisinde bulundukları anlaşılmaktadır....sanıkların üzerinden çıkan dijital veriler ve fotoğraflar, arama el koyma tutanakları, teshiş tutanakları dikkate alındığında sanıklar [Z.A.] ile [İ.S.nin] terör örgütünün Suriye'de faaliyet yürüten silahlı kanadı olan YPG'nin hiyerarşik yapısına bağlı ve üyesi oldukları, bu şekilde üzerlerine atılı terör örgütü üyesi olma suçunu işledikleri anlaşıldığından suçlamadan kurtulmaya yönelik savunmalarına itibar edilmemesi gerektiği, bu itibarla [Z.A.] ile [İ. S.nin] terör örgütü üyesi olmak suçundan eylemlerine uyan 5237 sayılı TCK 314/2 maddesi gereğince cezalandırılmaları gerektiği...”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarıa. Yasin Özdemir/Türkiye (B. No: 14606/18, 7/12/2021) Kararı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile bu örgütün liderini öven sosyal medya paylaşımları nedeniyle cezalandırılan başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin şikâyetini, paylaşımların yayımlandığı tarih itibarıyla ulusal hukukun öngörülebilir olup olmadığı bakımından ele almıştır. Terörle mücadeleye ve teröre ilişkin ceza normlarında ulusal mevzuatların son derece genel formüller kullandıklarını ve bunların uygulamasının yargı makamlarının yorumuna bağlı olduğunu belirten AİHM, hâkimlerin kanunu yorumlarken bireyleri keyfîliğe karşı korumaları gerektiğini ifade etmiştir. AİHM; kararında, hükûmetlere karşı eleştirilerde bulunmanın terör örgütü olduğu değerlendirilen oluşumlara destek vermek gibi suçlamalarla sonuçlanmaması gerektiğini vurgulamış, ceza hukuku kapsamında ifade özgürlüğü hakkının kullanımının bertaraf edilerek bunun silahlı bir terör örgütüne üye olma veya onu destekleme olarak nitelendirilmesine yol açan geniş yorumların herhangi bir somut delil olmaksızın kullanıldığında kanunilik ilkesinin esaslı unsurlarından olan öngörülebilirliğe zarar vereceğini belirtmiştir. AİHM'e göre somut olayda başvurucunun paylaşımları 17-25 Aralık 2013 sürecinde yolsuzluk iddiaları bakımından başlatılan adli soruşturmalar kapsamında idari kurum ve yargı makamlarının FETÖ/PDY ile mücadelede aldıkları tedbirler, siyasi iktidarın muhalefete karşı yürüttüğü politikalar ve siyasi iktidarın silahlı bir İslamcı örgütle ilişkileri hakkındaki iddialara yönelik eleştirilerden oluşmakta ve bu şekildeki paylaşımlar güncel siyasi konular kapsamında kalmaktadır. AİHM ayrıca bu görüşlerin daha önce siyasi muhalefet partileri ile ulusal ve uluslararası medya tarafından da ifade edildiğini vurgulamış, görüşlerin şiddet veya ayaklanma çağrısı içermediğine dikkat çekmiştir. AİHM, Fetullahçı yapılanmanın bazı mensuplarının yaklaşık 15 ay sonrasında darbe teşebbüsü yapmış olmasının siyasi tartışmalar sırasında düşünceleri ifade etme özgürlüğünü etkilemeyeceği görüşündedir. Bu bağlamda AİHM; ceza hukukunun bir yandan siyasi tartışmalarda hükûmete karşı yöneltilen eleştiriler, diğer yandan terör örgütlerinin eylemlerini haklı çıkarmak için ileri sürdükleri gerekçeler arasında karışıklığa yol açacak şekilde yorumlanmasının ulusal hukuk ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) hükümleri ile bağdaşmadığını ifade etmiştir. Kararda ayrıca olaylar esnasında Fetullahçı yapılanmanın yürütmenin bazı organları tarafından tehlikeli olarak değerlendirilmesine karşın paylaşım tarihleri itibarıyla bu hareketin mensupları hakkında yasa dışı veya terörist bir örgütün üyesi oldukları gerekçesiyle verilen herhangi bir kesinleşmiş mahkûmiyet kararı bulunmadığını, paylaşımların bu hareketin eğitim veya dinî eğilimli bir topluluk mu yoksa devlet organlarına sızmayı hedefleyen bir terör örgütü mü olduğuna dair önemli tartışmaların olduğu bir dönemde yayımlandığını belirterek başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalede ulusal hukukun öngörülebilir olmadığına karar vermiştir.b. Kasymakhunov ve Saybatalov/Rusya (B. No: 26261/05 ve 26377/06, 14/3/2013) Kararı Hizb-ut Tahrir, Rusya Yüksek Mahkemesi tarafından 2003 yılında terör örgütü olarak ilan edilmiş ve bu örgütün faaliyetleri yasaklanmıştır. Bu karar 28/7/2006 tarihinde Rusya Resmî Gazetesi’nde yayımlanmıştır. Yusup Kasymakhunov (birinci başvurucu) ve Marat Saybatalov (ikinci başvurucu) 2004 yılında Rusya makamları tarafından Hizb-ut Tahrir üyesi oldukları gerekçesiyle tutuklanmıştır. Başvurucular savunmalarında Hizb-ut Tahrire üye olduklarını kabul etmekle birlikte anılan örgütün terörist bir organizasyon olmadığını, şiddeti bir yöntem olarak benimsemediği gibi buna da başvurmadığını, amacının kadife bir devrimle İslami yönetim kurmak olduğunu ifade etmiştir. Ulusal mahkeme birinci başvurucunun 1999-2004 yıllarında broşür ve el ilanı dağıtarak yeni üyeler kazandırmak suretiyle terör örgütüne yardım etme suçunu işlediğini kabul etmiştir. Ulusal mahkemeye göre birinci başvurucu, Rusya Yüksek Mahkemesinin 2003 tarihli kararından haberdardır ve bu sebeple terör örgütüne yardım etme suçundan mahkûm olabileceğini öngörebilir durumdadır. Ulusal mahkeme, ikinci başvurucunun ise 2003 yılının başından itibaren terör örgütüne üye olduğunu ve tıpkı birinci başvurucu gibi Rusya Yüksek Mahkemesinin kararından haberdar olduğunu kabul etmiştir. Başvurucular diğer ihlal iddialarının yanı sıra erişilebilir ve öngörülebilir olmayan kanun hükümlerine dayanılarak haklarında mahkûmiyet kararı verildiğini, bu kapsamda suçta ve cezada kanunilik ilkesinin de ihlal edildiğini ileri sürerek AİHM'e müracaat etmiştir. AİHM; kararında, Sözleşme'nin maddesinde güvence altına alınan suçta ve cezada kanunilik ilkesinin keyfî soruşturma, mahkûmiyet ve cezalandırmalara karşı güvence teşkil edecek biçimde yorumlanması gerektiğini, ilkenin sanığın aleyhine olan ceza hükümlerinin geçmişe yürütülmesi yasağının ötesinde bir anlama sahip olduğunu ve mevcut bir suçun kapsamının önceden suç olarak tanımlanmayan fiilleri de içerecek şekilde genişletilmesini yasaklarken aynı zamanda ceza normunun kıyas ve benzeri yollarla sanığın aleyhine olarak genişletici yoruma tabi tutulmaması gerektiğini de ifade ettiğini belirtmiştir. Anılan ilke uyarınca suç ve cezalar kanunda açık bir biçimde tanımlanmalıdır ve AİHM'e göre bu gereklilik, bireyin ilgili hükmün lafzından ve -gerekiyorsa- mahkemelerin yorumlarının yardımıyla hangi fillilerin veya ihmallerin onu cezai yönden sorumlu kılacağını bilebildiği hâllerde yerine getirilmiş olur. AİHM; Rusya'da yürürlükte olan kanunların terör örgütünü, terörist faaliyetleri, terör örgütüne yardım etme ve terör örgütüne üye olma suçlarını açık bir biçimde tanımladığını ve hukuki yardım alınması suretiyle kanunların ne anlama geldiğinin tespit edilebilir olduğunu belirtmiştir. Ancak AİHM, Rus mevzuatına göre salt terör örgütüne üyeliğin veya yardım etmenin cezalandırılabilmesi için yardım edildiği veya üye olunduğu değerlendirilen yapılanmanın terör örgütü olduğunun önceden bir yargı kararıyla tespit edilmiş olmasının yanı sıra bu kararın resmî gazetede de yayımlanmış olması gerektiğinin altını çizmiştir. Öte yandan AİHM; kararında, terörist aktivitelere katılım çağrısı yapılmasının cezalandırılmasının ihtilaf konusu örgütün önceden terörist veya suç niteliğindeki faaliyetler temelinde yargı kararıyla yasaklanma ön şartına bağlanmadığına işaret etmiştir. AİHM bu çerçevede yapmış olduğu değerlendirmede ulusal mahkemenin birinci başvurucu yönünden verdiği mahkûmiyet hükmünün sadece Hizb-ut Tahririn Yüksek Mahkeme tarafından terör örgütü kabul edilmesine dayanmadığını, aynı zamanda başvurucunun broşür ve el ilanı dağıtmasına da bağlı olduğunu ifade etmiştir. AİHM, ulusal mahkemenin başvurucunun dağıttığı broşür ve el ilanlarının içeriklerinde şiddet yoluyla gayrimüslim hükûmetin ortadan kaldırılmasının savunulduğu ve gayrimüslimlere karşı savaşın (cihadın) yüceltildiği sonucuna ulaştıklarını da vurgulamıştır. Ayrıca AİHM, söz konusu broşürlerde silah, patlayıcı ve zehir kullanımıyla ilgili yönergenin de yer aldığını belirttikten sonra birinci başvurucunun, mahkûmiyetinde Yüksek Mahkemenin 2003 tarihli kararının etkili olduğu savının ikna edici olmadığını değerlendirmiştir. Bu kapsamda AİHM, 2003 tarihli Yüksek Mahkeme kararının Resmî Gazete'de yayımlanmamış olmasının suçu öngörülebilir olmaktan çıkarmadığını belirtmiş; birinci başvurucu yönünden suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edilmediği sonucuna ulaşmıştır. AİHM sadece faaliyetleri yasaklanan bir örgüte yardım etmesinden dolayı mahkûm edilen ve birinci başvurucunun aksine şiddet içeren veya şiddeti teşvik eden bir eylemi tespit edilmeyen ikinci başvurucu yönünden ise suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır. AİHM, ikinci başvurucu yönünden hükûmetin başvurucunun Hizb-ut Tahririn yasaklanmasına ve terör örgütü ilan edilmesine ilişkin kararı medya ve benzeri araçlar üzerinden öğrendiği yolundaki savunmasını ikna edici bulmamıştır. AİHM’e göre Yüksek Mahkeme kararının haberleştirilmesi, gerekçenin veya en azından hüküm fıkrasının resmî olarak yayımlanmasının yerini ikame etmemektedir ve kararın sadece resmî kaynaklar üzerinden ilan edilmesi somut davada uygulanabilir hukuk kurallarını yeterli ve güvenilir şekilde bilinebilir hâle getirebilir. Bu nedenle AİHM, Yüksek Mahkemenin 2003 tarihli kararının resmî yollardan yayımlanmamış olması sebebiyle ikinci başvurucunun Hizb-ut Tahrir üyeliğinin kendisini cezai yönden sorumluluk altına sokacağını makul olarak öngörebilmesinin mümkün olmadığını belirterek suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır.c. Melike/Türkiye (B. No: 35786/19, 15/6/2021) Kararı AİHM; bu kararında, başvurucunun sosyal medya beğenileri nedeniyle görevine son verilmesini ifade özgürlüğünün ihlali olarak görmüştür. Somut olayda bir millî eğitim kurumunun temizlik hizmetlerinde sözleşmeli işçi statüsünde görevli olan başvurucu, sosyal medyada üçüncü kişilerin paylaşımına yapmış olduğu beğeniler nedeniyle tazminat ödenmeksizin işten çıkarılmıştır. Başvurucu, toplu iş sözleşmesine istinaden yetkili disiplin kurulunun vermiş olduğu bir kararla işten çıkarılmıştır. Başvurucu, hakkındaki karara karşı iş mahkemesi önünde dava açmıştır. İş mahkemesi, başvurucunun beğenmiş olduğu sosyal medya içeriklerinin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceğini, bu içeriklerin başvurucunun çalıştığı okulda huzuru ve barışı etkileyebilecek nitelikte olduğunu, dolayısıyla bu saldırı mahiyetindeki içeriklerin ebeveynler ve çocuklarda kaygı oluşturabileceğini belirtmiş; diğer bazı içeriklerin de siyasi nitelikli olduğuna hükmederek başvurucunun davasını reddetmiştir. AİHM söz konusu kararda, ilgili içerikleri ulusal mahkemelerin yayımlandıkları bağlamdan kopararak bir bütün olarak değerlendirmediğini tespit etmiştir. AİHM’in tespitlerine göre beğenilen paylaşımlar; makamların baskıcı uygulamaları hakkında ağır eleştiriler, bu uygulamalara karşı gösteri düzenleme çağrıları, bir baro başkanının öldürülmesine karşı gösterilen öfke, idari makamların denetlediği kurumlarda yetim çocukların taciz edildiğine ilişkin iddialar ve tanınmış bir dinî figürün cinsiyetçi olarak algılanan bir ifadesine yönelik tepkiler gibi konuları içermektedir. AİHM sözleşmeli çalışan (sürekli işçi statüsünde) başvurucunun sadakat yükümlüğünün kadrolu bir devlet memuru kadar güçlü olmadığını, görevine nazaran temsil görevinin çok kısıtlı olduğunu, sosyal medyadaki beğenilerinin ciddi bir etki doğurmayacağını, başvurucunun işten çıkarılması hakkındaki gerekçelerin yeterli olmadığını belirtmiştir. Ayrıca başvurucunun ilgili içeriği oluşturan ve yayımlayan kişi olmadığının da altını çizen mahkeme bu bağlamda ilgili içerikleri yalnızca beğenme ile içeriği bizzat yayımlamanın ağırlığının aynı olmadığını da önemle vurgulamıştır. | Adil yargılanma hakkı (Ceza)-Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/23949 | Başvuru, sosyal medya etkileşimi nedeniyle terör örgütü propagandası yapma suçundan verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının ifade özgürlüğü ile suç ve cezaların kanuniliği ilkesini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, işçi alacaklarının tahsili istemiyle 8/8/2005 tarihinde açtığı davanın hatalı değerlendirme sonucu kısmen reddedildiğini ve yargılamanın yaklaşık sekiz yıl sürdüğünü belirterek adil yargılanma hakkının, iş ve çalışma hürriyetinin, sözleşme hürriyetinin ve hak arama özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ve yeniden yargılama talebinde bulunmuştur. Başvuru, 20/5/2013 tarihinde Alaşehir Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 26/7/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 17/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 20/5/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Alaşehir Belediye Başkanlığında işyeri doktoru olarak çalışmak üzere 15/11/2002 tarihinde bir yıl süreli iş sözleşmesi imzalamış, sözleşmenin her yıl Ocak ayı itibarıyla birer yıllık sürelerle uzayacağı öngörülmüştür. 24/2/2004 tarihinde taraflar arasında 5 yıllık başka bir sözleşme imzalanmış, Alaşehir Belediye Başkanlığı tarafından sözleşme 8/7/2005 tarihinde feshedilmiştir. Başvurucu sözleşmesinin haksız olarak feshedildiğini ileri sürerek, uğradığı zararların tazmini ve işçi alacaklarının ödenmesi talebiyle, 8/8/2005 tarihinde Alaşehir Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi sıfatıyla) dava açmıştır. Mahkeme, 18/2/2009 tarih ve E.2005/409, K.2009/37 sayılı kararıyla, davanın kısmen kabulüne hükmetmiştir. Davalının temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/9/2011 tarih ve E.2009/16417, K.2011/33229 sayılı ilamıyla; taraflar arasındaki ilişkinin belirli süreli iş sözleşmesinin unsurlarını taşıyıp taşımadığının belirlenmesi gerektiği, belirli süreli iş sözleşmesinden bahsedilebilmesi için sözleşmenin süreye bağlanmasında objektif nedenler bulunması gerektiği, 22/5/2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesinde, belirli süreli iş sözleşmesinin, esaslı bir neden olmadıkça, birden fazla üst üste (zincirleme) yapılamayacağı aksi halde iş sözleşmesinin başlangıçtan itibaren belirsiz süreli kabul edileceğinin düzenlendiği, somut olayda, davacı (başvurucu) tarafından işyeri hekimi olarak Alaşehir Belediyesi ile 21/6/2002 tarihinde ilk sözleşmenin imzalandığı, yapılacak işin sürekli nitelikte olduğu, son olarak 24/2/2004 tarihinde ikinci kere 5 yıllık işyeri hekimliği sözleşmesi yapıldığının anlaşıldığı, olayda belirli süreli hizmet akdi yapmanın objektif – nesnel unsuru bulunmadığı, bu nedenlerle davacının bakiye süre ücret alacağı ve bakiye süre için ikramiye taleplerinin reddi gerektiği belirtilerek, hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Mahkeme bozma kararına uyarak, 19/9/2012 tarih ve E.2011/334, K.2012/214 sayılı kararıyla; "davacı tarafından işyeri hekimi olarak Alaşehir Belediyesi ile 21/6/2002 tarihinde ilk sözleşmenin imzalandığı, yapılacak işin sürekli olduğu, son olarak 24/2/2004 tarihinde ikinci kere 5 yıllık işyeri hekimliği sözleşmesi yapıldığı anlaşılmış olup, belirli süreli iş sözleşmesinin, esaslı bir neden olmadıkça, birden fazla üst üste (zincirleme) yapılamayacağı, olayda belirli süreli hizmet akdi yapmanın objektif – nesnel unsurunun bulunmadığı, bu nedenlerle davacının bakiye süre ücret alacağı ve bakiye süre için ikramiye taleplerinin reddi gerektiği” gerekçesiyle davanın kısmen kabul ve kısmen reddine karar vermiştir. Tarafların temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 5/3/2013 tarih ve E.2013/3484, K.2013/7760 sayılı ilâmı ile onanmıştır. Onama kararı başvurucuya 19/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 20/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ve maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası ve maddesi (Bkz. B. No: 2013/6792, 18/6/2014, §§ 16–20). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3617 | Başvurucu, işçi alacaklarının tahsili istemiyle 8/8/2005 tarihinde açtığı davanın hatalı değerlendirme sonucu kısmen reddedildiğini ve yargılamanın yaklaşık sekiz yıl sürdüğünü belirterek adil yargılanma hakkının, iş ve çalışma hürriyetinin, sözleşme hürriyetinin ve hak arama özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ve yeniden yargılama talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru; birinci ve ikinci başvurucuların çocuğu olan üçüncü başvurucunun kızamık aşısı olmasına rağmen kızamık hastalığına bağlı olarak ortaya çıkan Subakut Sklerozan Panensefalit (SSPE) rahatsızlığı sonucunda sakat kalınması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının; olay hakkında açılan tam yargı davasının yaklaşık yedi yıl devam etmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Birinci ve ikinci başvurucuların (Bundan sonra başvurucular diye bahsedilecektir.) beyanına göre 26/9/2000 tarihinde dünyaya gelen üçüncü başvurucu (Bundan sonra çocukları olarak bahsedilecektir.) dokuz aylıkken sağlık ocağında kızamık aşısı olmasına rağmen bir yaş civarında kızamık hastalığı geçirmiş, hastalıktan sonra 2007 yılında kızamık hastalığına bağlı olarak ortaya çıkan SSPE hastalığına yakalanmış ve vücut fonksiyonlarını kaybederek yatağa bağımlı hâle gelmiştir. Başvurucular, çocuklarının SSPE hastalığına yakalanmasında ve bu nedenle sakat kalmasında hizmet kusuru bulunduğunu ileri sürerek 16/9/2008 tarihinde Sağlık Bakanlığına müracaat etmiş ve bu olay nedeniyle ortaya çıkan zararlarının tazmin edilmesi talebinde bulunmuşlardır. Sağlık Bakanlığınca yapılan araştırma neticesinde başvurucuların çocuklarına aşı yapıldığına dair kayda rastlanılmadığı buna karşın 9/5/2005 tarihinde gezici sağlık ekiplerince aşısının yapıldığı tespit edilmiştir. Sağlık Bakanlığı; SSPE ve kızamığa bağlı diğer komplikasyonların aşılanmamış, aşılandığı hâlde yeterli bağışıklık düzeyine ulaşmamış veya aşılanmadan önce kızamık hastalığı geçirmiş çocuklarda ortaya çıktığını, somut olayda SSPE hastalığının ortaya çıkmasında hizmet kusurunun bulunmadığını belirterek 20/11/2008 tarihinde başvurucuların isteminin reddine karar vermiştir. Başvurucular, bunun üzerine Diyarbakır İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmış ve tazminat talebinde bulunmuşlardır. Başvurucular dava dilekçesinde özetle kızamık hastalığının ardından beyne yerleşen virüsün neden olduğu merkezî sinir sistemi hastalığı olan SSPE'den korunmanın tek yolunun kızamık aşısı olduğunu, kızamık aşısının ülke genelinde yaygın, yeterli ve uygun koşullarda yapılması hâlinde SSPE hastalığına yakalanma riskinin büyük ölçüde azalacağını ifade etmişlerdir. Başvurucular, çocuklarına kızamık aşısı yapılmış olmasına rağmen bu aşının yeterli dozda ve uygun koşullarda yapılmaması nedeniyle önleyici etkisinin olmadığını ve çocuklarının SSPE hastalığına yakalanarak sakat kaldığını ileri sürmüşlerdir. Başvurucular, kızamık aşısının ülkemizde 1987-1998 yılları arasında tek doz olarak yapıldığını ancak tek doz kızamık aşısının ülke genelinde yaygın ve yeterli dozda yapılmaması nedeniyle önleyici özellik gösteremediğini ifade etmişlerdir. Başvurucular ayrıca tüm aşıların kalite kontrollerinin yapılması ve üretimden kullanıcıya kadar soğuk zincir sistemi içinde hareket edilmesi gerekmesine rağmen ülkemizde bu koşullara uygun hareket edilmediğini iddia etmişlerdir. Sağlık Bakanlığı, dava tarihinden önce Bakanlık onayıyla oluşturulmuş ve SSPE hastalığı hakkında çeşitli araştırmalar yapmış olan SSPE Bilimsel İnceleme Komisyonunca (Komisyon) hazırlanan rapordaki verilere dayanarak dava konusu olayda hizmet kusuru bulunmadığını savunmuştur. Bu rapor 1970 yılından itibaren Türkiye'de uygulanan kızamık aşısı ile SSPE hastalığı arasındaki ilişkiyi incelemek üzere Sağlık Bakanının 1/7/2005 tarihli ve 6888 sayılı oluru ile kurulan bir komisyon tarafından hazırlanmıştır. Komisyon, rapor hazırlamadan önce diğer bazı araştırmaların yanı sıra Dünya Sağlık Örgütü tarafından yıllara göre önerilen kızamık aşı takvimini ve uygulamalarını incelemiş, dünyada tek doz kızamık aşısı uygulanan ülkelerdeki SSPE görülme sıklığını araştırmış, ayrıca Türkiye'deki üniversite ve eğitim hastanelerinde takip/tedavi edilen SSPE olgularının sayısını tespit etmeye çalışmıştır. Komisyon, toplam üç toplantı yaparak 5/4/2006 tarihli bir rapor hazırlamıştır. Komisyon tarafından hazırlanan raporda sonuç olarak aşağıdaki değerlendirmeler yapılmıştır:"Sonuç olarak; Ülkemizde, Sağlık Bakanlığı tarafından GBP kapsamında uygulanan tüm aşıların kalite kontrolleri yapılmakta ve üretimden kullanıcıya soğuk zincir sistemi içerisinde ulaştırılmaktadır. Sağlık Bakanlığı kayıtlarına göre kızamık aşısı rutin aşılama programı içerisinde 1998 yılına dek her zaman tek doz uygulanmıştır, bu süre içerisinde iki dozdan tek doza geçildiği bir dönem olmamıştır. 1998 yılında okullarda yaşanan kızamık salgınlarını önlemek amacıyla ilköğretim sınıfta doz uygulaması başlatılmıştır. Ülkemizde geçmişte uygulanmış ve halen uygulanmakta olan kızamık aşılama şemaları başta DSÖ olmak üzere uluslararası uygulamalarla ve bilimsel bulgularla uyumludur. SSPE hastalığı kızamık aşısının değil kızamık hastalığının komplikasyonudur. SSPE olgularından kızamık hastalığı virüsü sorumludur. Ülkemizde aşılanma oranları göz önüne alındığında SSPE insidansının benzer ülkelerden çok farklı olmadığı görülmektedir. Ülkemizde SSPE olguları aşılama oranlarının ve aşı ile elde edilen toplumsal bağışıklığın düşük olduğu dönemlerde gorülen kızamık olgularından kaynaklanmaktadır. (...)" Mahkeme 29/9/2010 tarihli kararla davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme karar gerekçesinde; SSPE hastalığına yakalanılmasına kızamık aşısının sebep olamayacağı, hastalığa ancak kızamık hastalığı virüsünün neden olabileceği, aşının bozuk olma ihtimalinin bulunmadığı, ülkemizde aşılama oranları gözönüne alındığında SSPE insidansının benzer ülkelerden çok farklı olmadığı hususlarına yer verilerek idarece sunulan aşı uygulaması hizmetinde asıl olarak ebeveyn tarafından çocuklarının aşı takibinin yapılması gerektiği belirtilmiş ve çocuğun bahsi geçen hastalığa yakalanması karşısında ortada idareye atfedilebilecek bir kusur bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca, kızamık aşısı yapılmış olsa bile çocukların kızamık hastalığına yakalanması durumunda bu hususun bahsi geçen kişinin yeterli bağışıklık düzeyine ulaşamamasından kaynaklandığı kabul edilmiştir. Başvurucular, kararı temyiz etmişlerdir. Danıştay Onbeşinci Dairesi 29/5/2014 tarihli kararla ilk derece mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir. Başvurucuların karar düzeltme istemi aynı Dairenin 17/9/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 18/11//2015 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 10/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Anayasa Mahkemesi daha önceki içtihadında başvuru konusuyla ilgili olarak derece mahkemelerince verilen kararlara dayanak oluşturan ulusal ve uluslararası mevzuata ve konuyla ilgili AİHM içtihadına yer vermiştir (Leyla Doğan ve Salih Doğan, B. No: 2015/4662, 10/10/2018, §§ 25-66; Emine Sonsuz ve Sedat Sonsuz, B. No: 2015/3786, 10/10/2018, §§ 27-68). | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19126 | Başvuru, birinci ve ikinci başvurucuların çocuğu olan üçüncü başvurucunun kızamık aşısı olmasına rağmen kızamık hastalığına bağlı olarak ortaya çıkan Subakut Sklerozan Panensefalit SSPE) rahatsızlığı sonucunda sakat kalınması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının; olay hakkında açılan tam yargı davasının yaklaşık yedi yıl devam etmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kadastro tespitine itiraz davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular 10/9/2007 tarihinde dava açmıştır. Yargılama devam etmektedir. Başvurucular, açtıkları davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla 31/5/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/19748 | Başvuru, kadastro tespitine itiraz davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kişilik haklarına saldırı niteliğinde sicil raporları düzenlenmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının; buna ilişkin açılan tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/2/2014 tarihinde yapılmıştır.Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi Samsun Canik Türk Telekom Müdürlüğünde kapsam dışı tekniker olarak çalıştığı dönemde başvurucu hakkında gizli olarak düzenlenen 2002 yılına ait sicil ve başarı değerlendirme raporunda birinci sicil amiri tarafından "Çalışmaları vasattır.", ikinci sicil amiri tarafından "Vasat bir personeldir." şeklinde değerlendirmelere yer verilmiş ve başvurucunun sicil notu yetmiş üç olarak belirlenmiştir.Başvurucu, söz konusu ifadelerin somut ve nesnel olmadığı gerekçesiyle 2002 yılı sicil raporunun iptali talebiyle Samsun İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Samsun İdare Mahkemesi, 15/10/2009 tarihli kararıyla dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Karar gerekçesinde, başvurucunun vasat olarak değerlendirilmesine dayanak olarak herhangi bir somut olay, bilgi ve belgenin bulunmaması nedeniyle tesis edilen işlemin hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir. Söz konusu karar, Danıştay İkinci Dairesinin 30/5/2011 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucu, 2002 yılı sicil raporunda yer alan mesnetsiz ve soyut ifadelernedeniyle elem duyduğunu, kasıtlı olarak yazılan ve ağır hizmet kusuru oluşturan bu ifadelerin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğunu belirterek 000 TL manevi tazminat talebiyle 9/9/2011 tarihinde Samsun İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. Samsun İdare Mahkemesi, 19/4/2013 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde, sicil ve başarı değerlendirme raporunun maktu bir form olduğu, bu formda yer alan hususların tek tek notlanarak başvurucu hakkında yetmiş üç puan verildiği ve çalışmalarının vasat olduğu yönünde amirlerince görüş açıklandığı belirtilmektedir. Kararda, her ne kadar çalışmaların vasat olarak değerlendirilmesine neden olarak herhangi bir somut olay, bilgi ve belge gösterilmediği gerekçesiyle söz konusu sicil raporu hukuka aykırı bulunarak iptal edilmiş ise de bu hususun kendiliğinden hizmet kusuru olarak nitelendirilemeyeceği ve manevi tazminata hükmedilmesini gerekli kılan koşulların oluşmadığı şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir. Başvurucunun itiraz talebi Samsun Bölge İdare Mahkemesinin 19/9/2013 tarihli kararıyla reddedilmiş ve karar onanmıştır. Karar düzeltme talebi de aynı Mahkemenin 19/12/2013 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Nihai karar 20/1/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İptal ve tam yargı davaları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 inci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır." 2577 sayılı Kanun'un "Tebligat ve cevap verme" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Dava dilekçelerinin ve eklerinin birer örneği davalıya, davalının vereceği savunma davacıya tebliğ olunur."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Bu hakların kullanılmasına ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, suçun veya düzensizliğin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla, hukuka uygun olarak yapılan ve demokratik bir toplumda gerekli bulunan müdahaleler dışında, kamu makamları tarafından hiçbir müdahale yapılamaz." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kişilerin itibarının kişisel kimliklerinin ve psikolojik bütünlüklerinin bir parçası olduğunu ve Sözleşme'nin maddesi kapsamında korunduğunu belirtmektedir (X ve Y/Hollanda, B. No: 8978/80, 26/3/1985, § 22; Pfeifer/Avusturya, B. No: 12556/03, 15/11/2007, § 35). AİHM'e göre bu durumda kişilerin şeref ve itibarlarına yönelik saldırının belirli bir ağırlık düzeyine ulaşması ve kişisel yararlara zarar verici nitelik arz etmesi gerekir (A./Norveç, B. No: 28070/06, 9/4/2009, § 64). | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2041 | Başvuru, kişilik haklarına saldırı niteliğinde sicil raporları düzenlenmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının; buna ilişkin açılan tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, iş kazasına bağlı olarak meydana gelen iş gücü kaybından doğan zararın tazmini talebiyle açılan davada Sosyal Güvenlik Kurumunca tespit edilen maluliyet oranına davacı tarafından itiraz edilmemesi sebebiyle maluliyet oranı yönünden karşı taraf lehine usule ilişkin kazanılmış hak oluştuğu gerekçesiyle maluliyet oranının daha yüksek hesaplandığı Adli Tıp Kurumu raporunun hükme esas alınmaması suretiyle gerçek zararın belirlenmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, davanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 13/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Birinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, işçi olarak çalıştığı T. Madencilik ve Sanayi Yatırımlar Anonim Şirketine (T.A.Ş.) ait maden ocağında 24/6/2010 tarihinde meydana gelen kazada sol ayak tendonunda yırtık ve sağ elinde kesi oluşacak şekilde yaralanmıştır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulu tarafından düzenlenen 25/5/2011 tarihli raporda 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kazanın iş kazası niteliğinde olduğu belirtilmiştir. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Başkanlığı Ankara Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü Kocatepe Sağlık Sosyal Güvenlik Merkezince (SGK Sağlık Merkezi) düzenlenen 26/10/2011 tarihli raporda ise başvurucunun meslekte kazanma gücü kaybı/maluliyet oranı (sürekli iş göremezlik derecesi) %14 olarak tespit edilmiştir. Anılan raporda 1/10/2012 tarihinde kontrol muayenesi gerektiği hususuna da yer verilmiştir. Başvurucu 19/1/2012 tarihinde Soma Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat talebiyle belirsiz alacak davası açmıştır. Dava dilekçesinde, SGK Sağlık Merkezince yapılan değerlendirmede iş kazası sonucu meslekte kazanma gücü kaybı oranının %14 olarak tespit edildiğini belirten başvurucu, buna dair raporu Mahkemeye hukuki delil olarak ibraz etmiştir. Dava devam ederken SGK Sağlık Merkezince yapılan kontrol muayenesi üzerine düzenlenen 26/11/2012 tarihli raporda da başvurucunun meslekte kazanma gücü kaybı oranı %14 olarak tespit edilmiştir. Yargılama sürecinde davalı işveren, SGK Sağlık Merkezince tespit edilen %14 maluliyet oranına itiraz etmiştir. Bunun üzerine Mahkeme 1/10/2013 tarihli duruşmada dosyanın Adli Tıp İhtisas Kuruluna (ATK) gönderilerek gerektiğinde şahıs da hazır edilecek şekilde hakkında rapor aldırılmasına karar vermiştir. ATK tarafından düzenlenen 24/2/2014 tarihli raporda başvurucunun maluliyet oranı %19 olarak tespit edilmiştir. Başvurucu, Mahkemeye sunduğu 5/6/2014 tarihli dilekçesinde ATK tarafından düzenlenen raporda iş gücü kaybı oranı %19 olarak tespit edildiğinden tazminat hesabında bu oranın dikkate alınması gerektiğini belirtmiş; aksi takdirde ATK Genel Kurulundan rapor alınmasını talep etmiştir. Mahkeme ise 1/7/2014 tarihli duruşmada, SGK Sağlık Merkezi tarafından %14 olarak belirlenen maluliyet oranına başvurucunun itiraz etmediği, davalı tarafın itirazı üzerine dosyanın ATK'ya gönderildiği ve maluliyet oranının arttığı dikkate alındığında maluliyet oranı bakımından davalı taraf lehine usule ilişkin kazanılmış hak oluştuğu değerlendirmesinde bulunarak dosyanın ATK Genel Kuruluna gönderilmesi yönündeki talebi reddetmiş ve kusur oranlarının tayini için dosyanın bilirkişi incelemesine gönderilmesine karar vermiştir. 21/7/2014 tarihi itibarıyla Soma İş Mahkemesinin faaliyete geçmesi üzerine görevsizlik kararı verilerek Soma İş Mahkemesine (Mahkeme) devredilen dosyaya ibraz edilen kusur oranına ilişkin 14/8/2014 tarihli raporda dava konusu iş kazasının oluşumunda davalı işverenin %70, başvurucunun ise %30 oranında kusurlu olduğu tespiti yapılmıştır. Hem başvurucu hem de davalı işveren tarafından söz konusu kusur oranlarına itiraz edilmiş ise de Mahkemece raporun denetime elverişli olduğu gerekçesiyle itirazlar reddedilmiş ve dosya tazminat miktarının hesaplanması için bilirkişi incelemesine gönderilmiştir. %14 maluliyet oranı esas alınarak düzenlenen 17/6/2015 tarihli hesap bilirkişi raporunda kusur oranına göre başvurucunun karşılanmamış toplam zararının 203,03 TL olduğu tespit edilmiştir. Başvurucu, ATK tarafından düzenlenen raporda maluliyet oranının %19 olarak tespit edildiğinden bahisle zararının bu oran üzerinden hesaplanması gerektiğini belirterek söz konusu bilirkişi raporuna itiraz etmiş; Mahkeme bu itirazı reddetmiştir. Başvurucu, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmak suretiyle 28/9/2015 tarihinde davayı ıslah etmiş; talep ettiği maddi tazminat miktarını 17/6/2015 tarihli bilirkişi raporunda tespit edilen zarar miktarı doğrultusunda 000 TL'ye yükseltmiştir. Mahkeme 12/11/2015 tarihli kararıyla davayı kısmen kabul etmiştir. Bu kapsamda Mahkeme, başvurucunun 17/6/2015 tarihli hesap bilirkişi raporuna göre 203,03 TL maddi zararının oluştuğunun anlaşıldığını belirterek 000 TL olan talebine bağlı kalarak maddi tazminat talebini kabul etmiş; ayrıca 000 TL manevi tazminata hükmetmiş, fazlaya ilişkin manevi tazminat talebini ise reddetmiştir. Kararın gerekçesinde özetle yargılama sürecinde ATK'dan alınan raporda davacının maluliyet oranı %19 olarak tespit edilmişse de davacının SGK tarafından tespit edilen %14 maluliyet oranına itiraz etmediği, bu orana davalı işveren tarafından itiraz edilmesi üzerine dosyanın ATK'ya gönderildiği, bu itibarla maluliyet oranı konusunda davalı taraf lehine usuli kazanılmış hak oluştuğundan SGK raporundaki maluliyet oranı esas alınarak karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu bağlamda kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Davalı tarafından davacının SGK tarafından tespit edilen %14 maluliyet oranına davalı iş veren tarafından itiraz edilmesi üzerine dosya İstanbul Adli Tıp Kurumu İhtisas Dairesine gönderilmiş, İhtisas Dairesinden aldırılan raporda davacının %19 oranında maluliyetinin bulunduğu bildirilmiştir. ...Usuli kazanılmış hak kavramı üzerinde yapılan açıklamalar sonucunda İstanbul Adli Tıp Kurumu İhtisas Dairesi tarafından davacının 24/06/2010 tarihinde meydana gelen iş kazası neticesinde maluliyet oranı %19 olarak belirlenmiş ise de; maluliyete itirazın davalı tarafından yapıldığı, davacı tarafından maluliyete itiraz edilmediği, sonuç olarak maluliyet konusunda davalı taraf lehine usuli kazanılmış hak oluştuğu, davacıya fark maluliyet için SGK'ya başvurması için süre vermenin eldeki davaya bir katkısının olmayacağı, yargılamayı uzatacağı, davacının oluşan fark maluliyet için ayrıca SGK' ya başvurabileceği ve bağlanan geliri fark maluliyet üzerinden yeniden hesaplattırabileceği, yine fark maluliyet için ek dava açabileceği ve karşılanmayan zararı bu şekilde giderilebileceği, kanaatine varıldığından eldeki davada davacının maluliyetinin %14 olduğu, maddi ve manevi tazminat miktarlarının bu oran üzerinden takdir edilmesi kanaatine varılmıştır....Aldırılan hesap, kusur raporu, adli tıp kurumu raporu ve tüm dosya kapması bir arada değerlendirildiğinde; davacının, davalıya ait iş yerinde çalışırken 24/06/2010 tarihinde iş kazası geçirdiği, iş kazası neticesinde %14,0 oranında maluliyetinin oluştuğu, iş kazasının oluşumunda davalının %70, davacının %30 oranında kusurlu olduğu, davacının %14,0 maluliyeti ile sonuçlanan iş kazası neticesince davacıya SGK tarafından geçici iş göremezlik tediyesinde bulunulduğu, İlk peşin sermaye değeri+SYZ geliri bağlandığı, geçici iş göremezlik ödeneği ve İlk PSD+SYZ' nin rücuya tabi tahsisler olduğu bu nedenle, Türk Borçlar Kanununun maddesine göre davacının kusuruna isabet eden kısmın indirilmesi ile elde edilen miktarın tenzili gerektiği, sonuç olarak davacının 203,03-TL karşılanmamış maddi zararının oluştuğu anlaşıldığından 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun maddesi uyarınca talep ile bağlı kalınarak davacının maddi tazminat talebinin kabulüne karar vermek gerekmiştir. İş kazasının oluşumunda davacı ve davalının kusur oranı, davacının maluliyet oranı, kaza anında 38 yaşında olması, bundan sonraki hayatını bu şekilde yaşamak zorunda kalacağı, bunun insan psikoloji üzerinde bırakacağı olumsuz etki, kazanın meydana gelmesinde davalının iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini almaması nedeniyle ağır kusurlu olması, ülkenin ekonomik koşulları, tarafların sosyo-ekonomik durumu, tazminat tutarının caydırıcılık uyandıran oranda olması gerektiği gözetildiğinde davacı lehine uygun bir manevi tazminata hükmetmek gerekmiş ve aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur." Anılan karar taraflarca temyiz edilmiştir. Başvurucu; temyiz dilekçesinde, usule ilişkin kazanılmış hak kurumunu Mahkemenin hatalı yorumladığını, bu hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için yargılama sürecinde taraflar ya da mahkeme tarafından yapılmış ve istisnalar arasında sayılmayan bir işlemin bulunması gerektiğini, kamu düzeninin söz konusu olduğu durumlarda ise böyle bir haktan söz edilemeyeceğini, Yargıtay içtihadının da bu yönde olduğunu belirtmiştir. Ayrıca açtığı davada gerçek maluliyetinin tespitinin esas olduğunu dile getiren başvurucu, özellikle somut olaydaki gibi çelişkili raporların bulunması hâlinde ATK Genel Kurulundan rapor alınması gerektiğini ancak bu yöndeki taleplerinin kabul edilmediğini ifade etmiş; maluliyet oranına ilişkin SGK raporunun 2011 yılında düzenlendiğini, ATK raporunun ise Mahkemenin talimatı üzerine 2013 yılında hastanede yeniden yaptırılan muayene sonucu hazırlandığını, daha yüksek maluliyet oranı tespitinin nedeninin rahatsızlığının ilerlemesinden kaynaklandığını belirterek bu gibi durumlarda SGK raporunun bağlayıcı olduğundan söz edilemeyeceğini ileri sürmüştür. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 23/1/2019 tarihinde kararı onamıştır. Nihai karar başvurucuya 12/2/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 13/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun;i. "Sürelerin belirlenmesi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"(1) Süreler, kanunda belirtilir veya hâkim tarafından tespit edilir. " ii. "Kesin süre" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Kanunun belirlediği süreler kesindir.(3) Kesin süre içinde yapılması gereken işlemi, süresinde yapmayan tarafın, o işlemi yapma hakkı ortadan kalkar."iii. "Delillerin değerlendirilmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kanuni istisnalar dışında hâkim delilleri serbestçe değerlendirir."iv. "Bilirkişi raporuna itiraz" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Taraflar, bilirkişi raporunun, kendilerine tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde, raporda eksik gördükleri hususların, bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilirler. (Ek cümle:22/7/2020-7251/24 md.) Bilirkişi raporuna karşı talebin bu süre içinde hazırlanmasının çok zor veya imkânsız olması ya da özel yahut teknik bir çalışmayı gerektirmesi hâlinde yine bu süre içinde mahkemeye başvuran tarafa, sürenin bitiminden itibaren işlemeye başlamak, bir defaya mahsus olmak ve iki haftayı geçmemek üzere ek süre verilebilir. (2) Mahkeme, bilirkişi raporundaki eksiklik yahut belirsizliğin tamamlanması veya açıklığa kavuşturulmasını sağlamak için, bilirkişiden, yeni sorular düzenlemek suretiyle ek rapor alabileceği gibi, tayin edeceği duruşmada, sözlü olarak açıklamalarda bulunmasını da kendiliğinden isteyebilir. (3) Mahkeme, gerçeğin ortaya çıkması için gerekli görürse, yeni görevlendireceği bilirkişi aracılığıyla, tekrar inceleme de yaptırabilir."v. "Bilirkişinin oy ve görüşünün değerlendirilmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hâkim, bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir." Yargıtay İçtihadı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 4/2/1959 tarihli ve E.1957/13, K.1959/5 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Temyizce bir kararın bozulması ve mahkemenin bozma kararına uyması halinde bozulan kararın bozma sebeplerinin şümulü dışında kalmış cihetlerinin kesinleşmiş, sayılması, davaların uzamasını önlemek maksadıyla kabul edilmiş çok önemli bir usuli hükümdür. Bir cihetin bozma kararının şümulü dışında kalması da iki şekilde olabilir. Ya o cihet, açıkça bir temyiz sebebi olarak ileri sürülmüş fakat dairece itiraz reddedilmiştir, yahut da onu hedef tutan, bir temyiz itirazı ileri sürülmemiş olmasına rağmen dosyanın Temyiz Dairesince incelendiği sırada dosyada bulunan yazılardan onun bir bozma sebebi sayılması mümkün bulunduğu halde o cihet dairece bozma sebebi sayılmamıştır. Her iki halde de o konunun bozma sebebi sayılmamış ve başka sebeplere dayanan bozma kararına mahkemece uyulmuş olması, taraflardan birisi lehine usuli bir müktesep hak meydana getirir ki, bu hakkı ne mahkeme, ne de Temyiz Mahkemesi halele uğratabilir. Zira umumi müktesep hakkın tanınması da amme intizamı düşüncesiyle kabul edilmiş bir esastır. Lakin, vazife konusunda usuli müktesep hak prensibinin kayıtsız, şartsız tatbiki, usulün az önce anılan mutlak hükmünün değiştirilmesi neticesini doğuracaktır ki, sözkonusu maddenin yazılışı ve kanuna konuluş gayesi itibariyle böyle bir netice kaideten caiz görülemez. Ancak ileri sürülen vazifesizlik itirazının Temyiz Dairesine reddi ve kararın başka sebeplerden bozulması ve bozmaya uyulması halinde davanın yine vazifesizlik sebebiyle reddi yoluna gidilebilmesi, usul hükümlerinin esas gayesini haleldar edebilecek bir mahiyet arz edeceği cihetle haddi zatında nadir olan böyle vaziyetlerde istisnai olarak kanunun 7 nci maddesinin tatbikini kabul etmemek, menfaatlar vaziyetine gereği gibi uygun düşecektir" Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 20/12/2013 tarihli ve E.2013/23-131, K.2013/1681 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut uyuşmazlığın doğduğu tarihte yürürlükte olan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda 'usuli kazanılmış hak' kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır.Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin yada tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.Hemen belirtelim ki; bir mahkemenin Yargıtay Dairesi'nce verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. 'Usuli kazanılmış hak' olarak tanımlayacağımız bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirdiği gibi, mahkemenin kararını bozmuş olan Yargıtay Hukuk Dairesi'nce de, sonradan, ilk bozma kararı ile benimsemiş olduğu esaslara ve dolayısı ile oluşan usuli kazanılmış hakka aykırı bir şekilde ikinci bir bozma kararı verilmesini yasaklamaktadır.Mahkemenin, Yargıtay’ın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli kazanılmış hak doğabileceği gibi, bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu'nun 1959 gün ve 1957/13-1960/5; 1960 gün ve 21/9 sayılı ilamlarında açıklandığı üzere, bir mahkemenin Yargıtayca verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verme mükellefiyeti meydana gelir ve bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada gösterilen esaslara aykırı bulunması, usule uygun sayılamaz ve bozma sebebidir; meğer ki, bu aykırılık sadece bozma kararında gösterilen bir usul kaidesine ilişkin bulunsun ve son kararın neticesini değiştirecek bir mahiyet arz etmesin. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen durum uyarınca muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisi lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usuli kazanılmış hak yahut usule ait kazanılmış hak denilmektedir. Usul Kanunumuzda usule ait kazanılmış hakka ilişkin açık bir hüküm konulmuş değilse de Yargıtayın bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan gayesi ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadıyla kabul edilmiş olması yanında, hukuki alanda istikrarı sağlamak amacına ermek üzere kabul edilmiş bulunması bakımından usule ait kazanılmış hak müessesesi, usul kanununun dayandığı ana esaslardandır ve kamu düzeni ile de ilgilidir.Gerçekten, mahkemenin doğru bularak uyduğu ve yahut kanun gereğince uymak zorunda olduğu bozma kararı ile dava, usul ve kanuna uygun bir çığıra sokulmuş demektir. Buna aykırı karar verilmesi, usul ve kanuna uygunluktan uzaklaşılması manasına gelir ki, böyle bir netice asla kabul edilemez. Bundan başka, mahkemenin bozma kararına uygun karar vermesine rağmen Yargıtayın ilk bozmasıyla benimsenmiş olan kanuna veya usule ait hükümlere aykırı şekilde ikinci bir bozma kararı vermesi, usul hükümleriyle hedef tutulan amacı zedeler ve hatta kararlara karşı duyulması gereken genel güveni dahi sarsar.Esasen, hukukun kaynağı, sadece kanun olmayıp, mahkeme içtihatları dahi hukukun kaynaklarından oldukları cihetle, söz konusu, usuli kazanılmış hak için kanunda açık hüküm bulunmaması, onun kabul edilmemesini gerektirmez.Kazanılmış haklar Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasanın maddesinde açıklanan 'Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir' hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez.Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için; bir davada, ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir" Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/2/2022 tarihli ve E.2021/10668, K.2022/3491 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Davacı vekili dava dilekçesinde, kaza nedeniyle davacı müvekkilinin İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından düzenlenen ancak hangi yönetmeliğe göre düzenlendiği belirtilmeyen 27/03/2017 tarihli rapor uyarınca %20 oranında engelli olduğunu belirterek, bu maluliyet oranına göre aktüer hesabı yapılarak karar verilmesini talep etmiştir. Davalılar vekilleri, bu maluliyet raporuna itiraz etmişlerdir. Tahkim yargılaması sırasında uyuşmazlık hakem heyetince kaza tarihinde yürürlükte olan Özürlülük Ölçütü, Sınıflandırması ve Özürlülere Verilecek Sağlık Kurulu Raporları Hakkında Yönetmelik hükümleri uyarınca aldırılan Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığı tarafından düzenlenen 16/05/2018 tarihli raporda davacının maluliyet oranı %23 olarak belirlenmiştir. Davacı taraf, aldıkları raporla maluliyet oranının %20 olarak tespit edildiğini belirterek ve maluliyet oranı konusunda fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmadan tazminat istemiyle dava açmış olup, anılan maluliyet oranını açıkça kabul edip talebini sınırlamıştır. Diğer yandan, dava belirsiz alacak davası olarak açılmamış olup, davacının maluliyet oranı bakımından talebini (%20 oranı ile) sınırladığı da dikkate alındığında, İtiraz Hakem Heyetince tahkim yargılaması sırasında aldırılan rapordaki %23 maluliyet oranı üzerinden hesaplamanın yapıldığı 01/11/2018 tarihli aktüer raporu esas alınarak karar verilmesi, HMK’nın maddesinde düzenlenen taleple bağlılık kuralına aykırı olmuştur. Açıklanan hukuki ve maddi vakıalar karşısında; İtiraz Hakem Heyetince, davacının %20 maluliyet oranıyla kendisini bağladığı dikkate alınarak, sürekli maluliyet zararının %20 maluliyet üzerinden (karar sadece davalı Halk Sigorta A.Ş vekilince temyiz edildiğinden, önceki karara esas alınan 10/11/2018 tarihli aktüer raporundaki diğer veriler aynı kalmak ve işlemiş/işleyecek devre hesabında 2018 yılının esas alınması suretiyle) hesap yapılması içinaynı bilirkişiden ek rapor alınarak temyiz eden davalı lehine usuli kazanılmış haklar ve talepten fazlaya hükmedilemeyeceği kuralı da gözetilmek suretiyle karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davacının talebi aşılarak karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar[ın] ... esası konusunda karar verecek olan, ...bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir..." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/8609 | Başvuru, iş kazasına bağlı olarak meydana gelen iş gücü kaybından doğan zararın tazmini talebiyle açılan davada Sosyal Güvenlik Kurumunca tespit edilen maluliyet oranına davacı tarafından itiraz edilmemesi sebebiyle maluliyet oranı yönünden karşı taraf lehine usule ilişkin kazanılmış hak oluştuğu gerekçesiyle maluliyet oranının daha yüksek hesaplandığı Adli Tıp Kurumu raporunun hükme esas alınmaması suretiyle gerçek zararın belirlenmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, davanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; yargılama aşamasında yürürlüğe giren kanun hükmünün aleyhe sonuç doğuracak şekilde uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının, kanun hükmü kapsamında bulunmayan talebin mahkemece karşılanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Dağıtım tarifeleri içinde yer alan, teknik olan ve teknik olmayan kayıp maliyeti şeklinde ifade edilen kayıp kaçak elektrik; dağıtım sistemine giren toplam enerji ile tüketicilere fatura edilen enerji arasındaki farkı oluşturan elektrik enerjisidir. Bu kayıp, elektriğin dağıtımı sırasındaki teknik sorunlardan meydana gelebileceği gibi elektriğin mevzuata aykırı kullanılmasından da kaynaklanabilmektedir (AYM, E.2016/150, K.2017/179, 28/12/2017). Dağıtım faaliyetinin yürütülmesi sırasında kaçınılmaz olarak ortaya çıkan bu kayıp kaçak elektrik maliyetinin tüketicilere yansıtılmasından oluşan bedel de kayıp kaçak bedeli olarak adlandırılmaktadır. Yargıtay, kayıp kaçak bedeli ile bu bedel üzerinden tahsil edilen tutarların kurallara uygun davranan abonelerden tahsilinin hukuk devleti ile bağdaşmayacağını kabul etmekte iken Danıştay, söz konusu bedelin tahsilinin dayanağı olan idari işlemin iptaline dair açılan davaları anılan bedelin elektrik piyasası faaliyetlerinin düzgün yürütülmesi, kaliteli ve sürekli bir elektrik hizmeti sağlanmasının teminini amaçladığı gerekçesiyle reddetmektedir. Başvurucunun elektrik aboneliği sonucunda kullandığı elektriğe ilişkin olarak düzenlenen faturalara, normal kullanımının dışında elektrik enerjisinin nakli sırasında meydana gelen veya başka kişilerin kaçak kullanımından kaynaklanan kayıplara ilişkin bedel yansıtılmıştır. Başvurucu 17/3/2015 tarihinde Samsun Asliye Ticaret Mahkemesinde (Mahkeme) kendisinden tahsil edilen kayıp kaçak bedeli, dağıtım bedeli, personel satış hizmet bedeli, personel sayaç okuma bedeli, iletişim sistemleri bedeli ve Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) fonu kesintisinin şahsına iadesini teminen alacak davası açmıştır. Mahkeme 5/12/2017 tarihli kararıyla başvurucunun davanın açıldığı tarihteki içtihatlara göre davayı açmakta haklı olduğunu fakat dava tarihinden sonra yürürlüğe giren 4/6/2016 tarihli ve 6719 sayılı Kanun ile 14/3/2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu'na eklenen geçici maddenin aynı Kanun'un maddesine yaptığı gönderme uyarınca Türkiye Cumhuriyeti Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) tarafından onaylanan tarifelerin uygulanmasının zorunlu olduğu ve mahkemelerin denetim yetkisinin bedelin EPDK'nın düzenleyici işlemlerine uygunluğu ile sınırlı olduğu gerekçesiyle davanın konusuz kalması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. İstinaf başvurusu Samsun Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin 14/3/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 29/3/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 3/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Aksaray Tır Nakliyat San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2017/36736, 1/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/9826 | Başvuru, yargılama aşamasında yürürlüğe giren kanun hükmünün aleyhe sonuç doğuracak şekilde uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının, kanun hükmü kapsamında bulunmayan talebin mahkemece karşılanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun çok sayıda dilekçe yazarak suç örgütlerinin eğitim ve propaganda faaliyetlerini yaptığı gerekçesiyle disiplin cezasıyla cezalandırılmasından dolayı ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Trabzon E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) Fetullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan hükümlü olarak bulunmaktadır. Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) 24/10/2018 tarihinde Trabzon İl Emniyet Müdürlüğüne bir yazı yazmıştır. Başsavcılık yazıda, FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan tutuklu veya hükümlü olarak Ceza İnfaz Kurumunda bulunan bazı kişilerin Ceza İnfaz Kurumuna ve Başsavcılığa aynı veya benzer konularda sürekli dilekçeler yazdıklarını, aynı eylemin başka ceza infaz kurumlarında da gerçekleştirildiğinin tespit edildiğini, anılan örgütle bağlantılı olarak ceza infaz kurumunda bulunanların bu şekilde davranmalarının bir örgütsel faaliyet çerçevesinde yapılıp yapılmadığının araştırılarak bilgisinin verilmesini istemiştir. İl Emniyet Müdürlüğünün 12/11/2018 tarihli cevap yazısında, FETÖ/PDY'nin, bu örgütle bağlantılı suçlardan tutuklu veya hükümlü olarak ceza infaz kurumunda bulunanlara;i. Ülkedeki tüm ceza infaz kurumlarındaki şartların mahkûmlar açısından elverişsiz olduğunu ve kurumlarda birçok hukuksuzluk yaşandığını belirten dilekçeler yazılması, bu dilekçelerle infaz hâkimliklerine ve Cumhuriyet başsavcılıklarına doğrudan veya kurum aracılığıyla başvurulması, ii. Ceza infaz kurumlarındaki olumsuzlukları içeren dilekçelerle Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesine başvurulması,iii. Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komitesine posta veya online form ile şikâyette bulunarak inceleme heyeti talep edilmesi,iv. Uzun tutukluluk ile ilgili olarak şahsen veya avukatlar aracılığıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurular yapılması, bu yola başvuru öncesinde iddianame kabulüne kadar sırasıyla sulh ceza hâkimliklerine ve Anayasa Mahkemesine, iddianamenin kabulü sonrasında ise ağır ceza mahkemelerine ve Anayasa Mahkemesine başvuru yapılması,v. Yargılamalar sırasında öne sürülen taleplerin kabul edilmemesi durumunda ilgili hâkimler hakkında Hâkimler ve Savcılar Kuruluna şikâyette bulunulması, bunun yanında Türkiye Büyük Millet Meclisi, Başbakanlık İletişim Merkezi (BİMER) ve Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi (CİMER) gibi resmî kurumlara da şikâyetlerin iletilmesi, vi. Sürekli olarak ceza infaz kurumu personellerini şikâyet etmeleri, bu hususta dilekçeler yazmaları talimatları verdiği yönünde istihbari bilgilere ulaşıldığını açıklamaktadır. Başsavcılık gelen yazı içeriğini dikkate alarak Ceza İnfaz Kurumuna 19/11/2018 tarihinde bir yazı göndermiştir. Yazının içeriğinde FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan Ceza İnfaz Kurumunda bulunan Salim Adanur'un (başvurucu) örgütün istek ve talepleri doğrultusunda sürekli bir şekilde dilekçe yazdığını, bu kişi hakkında Ceza İnfaz Kurumunda örgüt faaliyeti yürütmek eyleminden dolayı gerekli işlemlerin yapılması gerektiğini belirtmiştir. Başsavcılık yazısı üzerine başvurucu hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu (Disiplin Kurulu) yaptığı soruşturma sonucunda suç örgütlerinin eğitim ve propaganda faaliyetlerini yapma veya yaptırma eylemini gerçekleştirdiği gerekçesiyle başvurucu hakkında 11 gün hücreye koyma cezası verilmesine karar vermiştir. Disiplin Kurulu 5/12/2018 tarihli ve K.2018/971 numaralı kararında, başvurucunun benzer ve aynı konulara ilişkin olarak 197 adet dilekçe yazdığını, dilekçelerde özellikle Ceza İnfaz Kurumu personelini ve işleyişini sürekli aynı nedenlerden ötürü şikâyet ettiğini ve böylece sürekli bir şekilde taleplerde bulunduğunu belirtmiştir. Disiplin Kurulu bu tespit sonrasında, Başsavcılık ve Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü yazılarını da dikkate alarak, başvurucunun bu dilekçeleri FETÖ/PDY'nin sürekli bir şekilde kamu görevlilerinin şikâyet edilmesi talimatı doğrultusunda ve örgütsel bir faaliyetin icrası kapsamında yazdığını ifade etmiş ve anılan disiplin suçunun somut olayda oluştuğunu kabul etmiştir. Başvurucu, Disiplin Kurulunun kararına karşı Trabzon İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği/Hâkimlik) şikâyette bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği, başvurucunun itirazını 21/1/2019 tarihinde reddetmiştir. Hâkimlik, başvurucunun yazdığı dilekçelerin sayısı ve içeriği ile Ceza İnfaz Kurumunda bulunduğu süre birlikte değerlendirildiğinde, dilekçelerin şahsi ihtiyaçların karşılanmasına yönelik olmaktan ziyade, kamu kuruluşlarını ve çalışanlarını iş yoğunluğu ile yıldırma amacı taşıdığını belirtmiştir. Daha sonra İnfaz Hâkimliği, başvurucunun eylemi ile mensubu bulunduğu örgütün organizasyonuna hizmet etme ve örgüt üyelerinin motivasyonunu sağlama amacı taşıdığını ifade etmiştir. Bu değerlendirmeler sonrasında İnfaz Hâkimliği, başvurucunun suç örgütlerinin propagandası faaliyetini yerine getirdiğini kabul etmiş ve şikâyeti reddetmiştir. Başvurucu, İnfaz Hâkimliği kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğundan bahisle anılan itirazı 11/2/2019 tarihinde reddetmiştir. Başvurucu, nihai kararı 15/2/2019 tarihinde öğrendikten sonra 14/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının olay tarihindeki hâli şöyledir:"Hükümlü hakkında kurumda, düzenli bir yaşamın sürdürülmesi, güvenliğin ve disiplinin sağlanması bakımından kanun, tüzük, yönetmelikler ile idarenin uyulmasını emrettiği veya gerekli kıldığı davranış ve tutumları, kusurlu olarak ihlâl ettiğinde, eyleminin niteliği ile ağırlık derecesine göre Kanunda belirtilen disiplin cezaları uygulanır." 5275 sayılı Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrasının (l) bendi şöyledir:"(3) Onbir günden yirmi güne kadar hücreye koyma cezasını gerektiren eylemler şunlardır:…l) Suç örgütlerinin eğitim ve propaganda faaliyetlerini yapmak veya yaptırmak.…" | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/9275 | Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun çok sayıda dilekçe yazarak suç örgütlerinin eğitim ve propaganda faaliyetlerini yaptığı gerekçesiyle disiplin cezasıyla cezalandırılmasından dolayı ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebi kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 9/6/2007 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası, yerel Mahkemenin 5/2/2014 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16121 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; yakınlarının yaşamlarının korunması için makul tedbirlerin alınmaması sonucu öldürülmeleri ve bu olayla ilgili ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2014/15377 sayılı başvurunun konu bakımından aynı nitelikte olması nedeniyle 2014/15376 sayılı başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve başvuruların 2014/15376 sayılı dosya üzerinden incelenmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmemiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Yüksel Kapçak'ın eşi olan 1960 doğumlu H.K., Diyarbakır ilinde yayımlanan yerel bir gazetenin basın kimlik kartı sahipli muhabiri olup aynı zamanda Mazıdağı ilçesinde bir fotoğraf stüdyosu işletmektedir. H.K. 18/11/1992 tarihinde saat 00 sıralarında akrabası olan S.K. ile birlikte Mazıdağı ilçesinde yolda yürümekte iken kimliği belirlenemeyen kişilerin silahlı saldırısına maruz kalarak yaşamını yitirmiştir. H.K.nın olay sırasında yanında bulunan ve aynı silahlı saldırıya maruz kalan S.K. ise aldığı mermi isabetleri sonucu hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanmıştır. Olay yerine yakın bölgede ikamet eden başvurucular Mehmet Adsay, Mahmut Adsay ve Cemile Adsay'ın birinci derece yakınları olan 1935 doğumlu R.A., 1973 doğumlu İ.A. ve N.A.; silah seslerini duyup evlerinden çıktıkları sırada kimliği belirlenemeyen aynı kişilerin silahlı saldırısına maruz kalmışlardır. Bu saldırı sonucunda R.A. ve İ.A. yaşamını yitirmiş, N.A. ise bir merminin ayağına isabet etmesi sonucu yaralanmıştır. Bu saldırı nedeniyle ilçede silah seslerinin yoğun şekilde duyulması üzerine Mazıdağı İlçe Emniyet Amirliğine bağlı ekipler (kolluk), derhâl olay yerine intikal etmiş ve saat 30 itibarıyla olay tutanağı ile görgü ve tespit tutanağı tanzim etmişlerdir. Bu tutanaklara göre kolluk, H.K. ve S.K.ya yönelik saldırının gerçekleştirildiği yerde yaptığı incelemeler sonucunda toplam on iki adet 9 mm çapında kovan elde etmiş; maktuller R.A. ve İ.A.nın öldürüldüğü yerde ise kovan bulamamıştır. Yine bu tutanağa göre, çevrede yaptığı araştırmada olayın tanıklarının "Saldırıyı tanımadıkları 4 kişinin gerçekleştirdiğini, bu kişilerin mahalli kıyafetler giydiklerini, tipoloji olarak köyde yaşayan kişilere benzediklerini, kasketli, şalvarlı, bıyıklı ve hafif sakallı olduklarını, olaydan sonra mevsim ve olayın gerçekleştiği saat itibarıyla karanlık olan ara sokaklara kaçtıklarını" söylemeleri üzerine faillerin kaçış güzergâhında da kolluğun maddi delil araştırması yaptığı ancak burada herhangi bir delile ulaşamadığı anlaşılmıştır. Kolluk tarafından ayrıca her iki saldırının gerçekleştirildiği olay yeri krokilendirilmiş olup bu krokilerde maktul ve yaralıların bulunduğu yerler, elde edilen kovanların konumları ve çevredeki binaların isabet alan bölümleri gibi hususlar işaretlenerek belirtilmiştir. Bir yandan bu işlemler gerçekleştirilirken diğer yandan da saldırıda yaralanan ve yaşamını yitiren kişiler sağlık kuruluşlarına sevk edilmişlerdir. Olaydan haberdar edilen nöbetçi Cumhuriyet savcısı, maktuller R.A. ve H.K.nın sevk edildiği sağlık ocağına gitmiş; burada hazır bulunan doktor bilirkişiyle birlikte ölü muayenesi işlemi gerçekleştirmiştir. 18/11/1992 tarihli ölü muayenesi tutanağına göre maktul R.A., sol ulnar ikinci kosta bölgesinden aldığı bir adet mermi isabeti; maktul H.K. ise kafatası, sol kol ve sağ bacak bölgelerinden aldığı toplam beş mermi isabeti nedeniyle yaşamını yitirmiştir. Aynı tutanağa göre maktul R.A.nın vücuduna isabet eden tek mermi çekirdeği ile maktul H.K.ya isabet eden mermi çekirdeklerinden üçüne ilişkin çıkış delikleri tespit edilememiştir. Cumhuriyet savcısı ve doktor bilirkişisi, çıkış delikleri olmayan bölgelerdeki mermi çekirdeklerinin maktullerin cesetlerinde kaldığını değerlendirmiş ancak kesin tıbbi ölüm sebeplerinin belirlendiği ve ölü muayenesinin gerçekleştirildiği sağlık ocağında mermilerin kesin yerlerini belirlemeye yarayacak röntgen cihazı ile mermi çekirdeklerinin çıkarılması için gereken tıbbi cihazın bulunmaması gerekçesiyle mermi çekirdeklerinin çıkarılmadığı hususunu tutanağa şerh ederek ölü muayene işlemine son vermişlerdir. Maktul İ.A. ise yaralı şekilde Diyarbakır Devlet Hastanesine sevk edilmiş ancak Hastaneye ulaştırılamadan yaşamını yitirmiştir. Olaydan haberdar edilen Diyarbakır nöbetçi Cumhuriyet savcısı, refakatine Adli Tıp Şube Müdürlüğünde görevli doktor bilirkişisini alarak maktulün cesedinin bulunduğu Diyarbakır Devlet Hastanesine gitmiş ve burada otopsi işlemini gerçekleştirmiştir. 18/11/1992 tarihli otopsi tutanağına göre maktul İ.A., silahlı saldırı sırasında iki mermi isabeti almış ve sağ kot bölgesinden aldığı isabet nedeniyle yaşamını yitirmiştir. Bu bölgeden giren mermi çekirdeğinin maktulün vücudunda kaldığı çekilen grafiler sonucunda anlaşılmış, göğüs ve batın bölgesi açılarak 9 mm çapında olan, yiv ve set izleri belirgin bir adet mermi çekirdeği çıkartılarak yetkililere teslim edilmiştir. 19/11/1992 günü Mazıdağı İlçe Emniyet Amirliğine telefonla olaya ilişkin isimsiz bir ihbarda bulunulmuştur. Aynı tarihli tutanağa göre saat 50 sıralarında yapılan bu ihbarda, isimsiz bir kişinin olayı gerçekleştirenlerin aynı ilçede ikamet eden N.K., Y.T. ve F.Ş. isimli kişiler olduğunu tahmin ettiğini bildirdiği anlaşılmıştır. Kolluk, bu ihbar üzerine aynı gün saat 00 sıralarında bu kişilere ulaşmış; eş zamanlı olarak da bu kişilerin evlerinde arama işlemleri gerçekleştirmiştir. Adı geçenlerin üstlerinde ve evlerinde yapılan aramalarda herhangi bir suç deliline rastlanmamış olup alınan ifadelerinde olaya ilişkin bilgilerinin ve olayla bir ilgilerinin olmadığını ifade ettikleri görülmüştür. Mazıdağı Belediyesinde görevli A.K. 19/11/1992 tarihinde Polis Karakoluna gelerek maktuller R.A. ve İ.A.nın öldürüldüğü olay yerinden vatandaşların topladıkları dört adet 9 mm çapında kovanı kolluğa teslim etmiştir. Kolluk tarafından aynı tarihte düzenlenen Zapt Etme Tutanağı şöyledir:"18/11/1992 tarihinde saat 07 sıralarında ...mahallesi, ... sokak bila sayılı yerde meydana gelen {R.A.] ve [İ.A.nın] ölümü ile sonuçlanan silahlı saldırı olayı ile ilgili olarak olay yerinde yapılan incelemede, olay akabinde olay yerine gelen vatandaşlar tarafından boş kovanlar toplandığından dolayı herhangi bir delil bulunamamıştır. Ertesi gün mahallenin ileri gelenlerinden boş kovanların Emniyete teslim edilmesi istenmiş ve Belediye'de görevli A...A... tarafından vatandaşlardan toplanan 4 adet 9x19 mm çapında yabancı menşeli boş kovan Karakola teslim edilmiş olup yapılacak olan adli tahkikatta kullanılmak üzere boş kovanların zapt edilmiş olduğuna dair tutanaktır." Olay yerinden elde edilenlerle sonradan kolluğa teslim edilen toplam on altı adet 9 mm çapındaki kovan, balistik inceleme yapılmak üzere önce Mardin Emniyet Müdürlüğüne, akabinde buradan da Diyarbakır Bölge Kriminal Polis Laboratuvarına (Kriminal Laboratuvar) gönderilmiştir. Kriminal Laboratuvarın 16/3/1993 tarihli ekspertiz raporunda söz konusu on altı adet kovanın üç ayrı silahtan (10+4+2) atıldığı, "bu kovanların bölgeleri dahilindeki 15 ilin çeşitli makamlarından incelenmek üzere Laboratuvarlarına gönderilen ve gönderilecek olan silahlar" ile atılıp atılmadığının tespit edilebilmesi amacıyla sanıkları bilinmeyen olaylar arşivlerinde geçici olarak alıkonulduğu ve bu kovanların atılmış oldukları silahlar tespit edildiğinde bu durumun ek ekspertiz raporuyla bildirileceği belirtilmiştir. Soruşturmada tanık olarak dinlenen maktul H.K.nın kardeşi K.nın 19/11/1992 tarihinde kolluk tarafından alınan ifadesinde; maktul ağabeyinin evine aynı yıl Nisan ayı içinde silahlı saldırıda bulunulduğunu, soruşturma konusu olaydan sonra S.K.nın kendisine saldırıyı gerçekleştirenlerin üç kişi olduklarını söylediğini, kimseyle bir husumetlerinin veya anlaşmazlıklarının bulunmadığını ve bu olayı gerçekleştirdiğinden şüphelendiği birinin de bulunmadığını söylemiştir. Olayın gerçekleştiği bölgede ikamet eden ve tanık sıfatıyla dinlenen S.A. ve K.A. ifadelerinde, silah seslerini duyduklarını ancak olayı ve faillerini görmediklerini söylemişlerdir. Başvurucu Yüksel Kapçak'ın da 3/12/1992 tarihinde kolluk tarafından ifadesi alınmış olup bu ifadesinde; eşiyle ikamet ettikleri eve öncesinde de silahlı bir saldırı gerçekleştirildiğini, bu olayda kimsenin yaralanmadığını, soruşturmaya konu olaydan önce ise eşi ve eşinin akrabası olan S.K. ile birlikte K.A. isimli kişinin evinde bir süre oturduklarını, akabinde eşi ve S.K.nın ayrılıp evden çıktıklarını, bir süre sonra silah sesleri duymaları üzerine S.K.nın eşiyle dışarıya çıktıklarını ve seslerin geldiği yöne doğru koştuklarını, bu sırada üç kişinin kaçmakta olduğunu gördüklerini, görebildiği kadarıyla bu kişilerin üzerilerinde şalvar ve poşu diye tabir edilen mahallî kıyafetler olduğunu, havanın karanlık olmasından dolayı bu kişilerin yüzlerini göremediğini, olay yerine geldiğinde eşini yerde vurulmuş şekilde gördüğünü söylemiştir. Başvurucu bu ifadesinde ayrıca öncesinde eşinin tehdit edilmediğini, kimseyle husumetlerinin bulunmadığını, şüphelendiği birinin bulunmadığını da beyan etmiştir. Maktul H.K. ile birlikte silahlı saldırıya maruz kalan S.K.nın 24/5/1993 tarihinde kolluk tarafından alınan ifadesi şöyledir:"Cengiz Topel sokaktan yukarıya doğru yani Sağlık Ocağına doğru gidiyorduk ve sokağın köşesine yaklaştığımızda bizim önümüzde üç kişi gitmekte idi bunlardan bir tanesi 65 boylarında bir tanesi 70 boylarında diğeri ise 75 boylarında idi.... Biz bunların arkasına geldiğimizde bize doğru geriye döndüler ve birden bire üçü birlikte ateş etmeye başladılar ve hemen [H.K.] beni kendisine siper etti, benim arkamdan ateş edilmekte idi aldığım yaraların tesiri ile yere düştüm, bu şahıslar üzerimden atlayarak kaçmakta olan H.K.nın üzerine doğru gittiler, o andan sonra olan olayları hatırlamıyorum çünkü bayılmışım. Bize ateş eden şahısların yüzlerini tam olarak göremedim hatta şahısların yüzlerinde siyah beyaz poşu vardı..." Maktuller R.A. ve İ.A.nın öldürüldüğü sırada yaralanan N.A.nın 19/11/1992 tarihinde kolluk tarafından alınan ifadesinin ilgili bölümü şöyledir:"...evde otururken saat 00 sıralarında dışarıdan silah sesleri duyuldu, biz de seslerin nereden geldiğini anlamak amacıyla bahçeye çıktık, o sırada silah sesleri kesilmişti. Kayınvalidem [R.A.] arkasında oğlu [İ.A.] olduğu halde yola açılan dış kapıya çıktı hemen arkasından tekrar silah sesleri başladı. Kayınvalidem ile oğlu vuruldular. Ben o an evin kapısında ayakkabılarımı giymeye çalışıyordum. Sanıyorum seken kurşun sol ayağımın dış tarafını sıyırdı. Ben de hemen evin içerisine girdim...." Soruşturmada olayın faillerinin tespiti ve yakalanmaları için Mazıdağı Cumhuriyet Başsavcılığının 2/5/1994 tarihli kararıylaDaimî Arama Kararı verilmiştir. 1/6/1995 tarihinde S.K.nın ifadesi yeniden alınmıştır. Bu ifadesinde 24/5/1993 tarihinde alınan ifadesinden farklı olarak eylemi gerçekleştirenlerin ellerinde uzun namlulu silahların olduğunu gördüğünü, maktul H.K.nın bir örgüte üye olduğunu, bu nedenle daha önce de kendisine yönelik silahlı bir saldırının gerçekleştirildiğini, örgüt üyeliği nedeniyle Diyarbakır Ceza İnfaz Kurumunda bir süre tutulduğunu, kendilerine yönelik saldırının ideolojik amaçlı gerçekleştirildiğini düşündüğünü belirtmiştir. Mazıdağı İlçe Emniyet Amirliği 21/6/1995 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına bir yazı göndermiş ve bu yazıda olayın faillerinin yakalanamadığını, maktul H.K.nın bir örgütün üyesi olduğunu, izinsiz gösterilere katıldığının ve kamu hizmetlerinden men edildiğinin ilgili evrakların ve arşiv kayıtlarının araştırılmasından anlaşıldığını, bu nedenle soruşturmaya konu olayı gerçekleştirenlerin muhtemelen başka silahlı bir terör örgütünün üyeleri olduğunu belirtmiştir. Mazıdağı Cumhuriyet Başsavcılığı, aynı tarihte soruşturmada görevsizlik kararı vermiştir. Söz konusu kararda 26/4/1992 tarihinde maktul H.K.nın Mazıdağı ilçesinde bulunan evine ideolojik amaçlı olarak otomatik silahlarla ateş edildiği, bu olaya ilişkin soruşturma evrakının 9/1/1994 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği, maktulün bir örgütün üyesi olduğu, bazı gösteri ve yürüyüşlerde başka ve silahlı bir terör örgütü lehine sloganlar attığı, bu nedenle 18/11/1992 tarihinde gerçekleştirilen eylemin bu örgüte karşı eylemler gerçekleştiren başka bir silahlı terör örgütü tarafından yapıldığının tahmin edildiği, bu nedenle söz konusu olaya ilişkin soruşturma yetkisinin Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına ait olduğu gerekçesine yer verilmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturma dosyasının görevsizlik kararıyla kendisine ulaşmasının ardından dosyayı 1995/2627 sırasına kaydetmiş ve anayasal düzeni cebren değiştirmeye teşebbüs suçundan daimî arama kararı vererek "faillerin kimliklerinin tespiti ile yakalanmaya çalışılması, olaydan sonra ele geçirilen terör örgütü mensuplarının veya itirafçı örgüt elemanlarının beyanlarında bu olay hakkında bilgi verip vermediklerinin araştırılması" ve olayla ilgili temin edilecek bilgi ve belgelerin dava zamanaşımı süresi olarak belirlediği 18/11/2012 tarihine kadar altı ayda bir düzenli olarak ve başkaca bir yazışmaya gerek bırakmadan Başsavcılıklarına gönderilmesi hususunda Mazıdağı Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazmıştır. Bu tarihten sonra soruşturmada, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının kanun değişikliği nedeniyle yetkisizlik kararı verdiği 2014 yılına kadar Mazıdağı Cumhuriyet Başsavcılığıyla kolluk arasında olayın faillerinin tespit edilip edilemediğine ilişkin olarak belli zaman aralıklarıyla yapılan ve bir süre sonra sıradanlaşan yazışmalar gerçekleştirilmiştir. Bu zaman diliminde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi nöbetçi üyeliğinden 1/6/2005 tarihinde maktul İ.A.nın cesedinden çıkarılan ve Mazıdağı Adli Emanet Memurluğunun 1992/46 sırasında kayıtlı bulunan bir adet mermi çekirdeğinin, olay yerinde yapılan araştırmalar sonucu boş kovanların ele geçirilip bunlar üzerinde ekspertiz incelemesinin yapıldığı ve buna ilişkin Kriminal Laboratuvar raporunun dosyada bulunduğu gerekçesiyle müsaderesine karar verilmesini talep etmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi nöbetçi üyeliği de 2/6/2005 tarihinde söz konusu mermi çekirdeğinin müsaderesine karar vermiştir. Bireysel başvuru formları ve ekleri ile söz konusu soruşturma dosyasında herhangi bir bilgi veya belge bulunmadığından kanun yolu açık olmak üzere verilen bu kararın kesinleşmesinin hangi tarihte gerçekleştiği anlaşılamamıştır. Başvurucu Yüksel Kapçak 16/10/2012 tarihinde vekili aracılığıyla Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına başvurmuş ve olaya ilişkin maddi delil veya tanık delili araştırılmasının yapılmadığını, olay yerinden elde edilen ve Kriminal Laboratuvarında muhafaza edilen boş kovanların aradan geçen sürede farklı olaylar nedeniyle elde edilen silahlarla uyumluluğunun sorulmadığını, olaya güvenlik güçlerinin karışıp karışmadığının araştırılmadığını, faili meçhul cinayetler ile ilgili olarak düzenlenen ancak kamuoyuna bir kısmı açıklanmayan raporlarda bu olaya da yer verilip verilmediğinin ilgili mercilerden sorulmadığını ileri sürerek dava zamanaşımı süresinin dolacağı 18/11/2012 tarihinden önce var olduğunu ileri sürdüğü bu eksikliklerin tamamlanarak olayın faillerinin tespit edilmesini talep etmiştir. Soruşturma dosyasına, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının kanun değişikliği gerekçesiyle verdiği yetkisizlik kararı üzerine yeniden bakan Mazıdağı Cumhuriyet Başsavcılığı; dosyayı başka bir soruşturma numarasına kaydetmiş ve soruşturmada 8/5/2014 tarihinde dava zamanaşımı süresinin 18/11/2012 tarihinde dolduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Başvurucuların soruşturmanın etkili yürütülmediğini ileri sürerek bu karara yaptıkları itiraz, Mardin Sulh Ceza Hâkimliğinin 6/8/2014 tarihli kararıyla dava zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir. Bu karar başvurucu Yüksel Kapçak'a 22/8/2014 tarihinde, diğer başvuruculara ise 19/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucular 18/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İlgili HukukA. Ulusal Hukuk 13/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun ve maddelerinin ilgili bölümleri şöyledir: “Madde 102 - Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:1 - Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis ve müebbed ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerde yirmi sene, … geçmesiyle ortadan kalkar.Bu kanunun ikinci kitabının birinci babında yazılı ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis veya müebbedyahud muvakkat ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerin yurd dışında işlenmesi halinde dava müruru zamanı yoktur.”Madde 104 - Hukuku amme davasının müruru zamanı, mahkumiyet hükmü yakalama, tevkif, celb veya ihzar müzekkereleri, adli makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi, maznun hakkında son tahkikatın açılmasına dair olan karar veya müddeiumumisi tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesilir.Bu halde müruru zaman, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeğe başlar. Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müdetini 102 nci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesi ile baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz.” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.” Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından kabul edilen (11/12/2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’na 6524 sayılı Kanun’un maddesi ile eklenen geçici maddenin (6) numaralı fıkrası gereğince yürürlükten kaldırılmış olan ancak başvuruya konu soruşturmanın yürütüldüğü periyotta yürürlükte olan) 18/10/2011 tarihli ve faili meçhul olay ve cinayetlerin soruşturma usul ve esaslarına ilişkin genelgesinin ilgili bölümü şöyledir: “… Faili meçhul olay ve cinayetlerin soruşturulmasında,...g) Soruşturma evraklarının ilgili Cumhuriyet savcısı tarafından sık sık gözden geçirilmesi, ancak sadece soruşturma evrakının en üstündeki müzekkereye cevap verilmiş olup olmadığı ile yetinilmeyerek içeriği itibarıyla başkaca eksik kalmış bir husus varsa onun da tamamlanması için gerekli yazının yazılması, sonucunun uygun aralıklarla takip edilmesi,…”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Kabul edilebilirlik koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Mahkeme'ye ancak, uluslararası hukukun genel olarak kabul edilen ilkeleri uyarınca iç hukuk yollarının tüketilmesinden sonra ve iç hukuktaki kesin karar tarihinden itibaren altı aylık bir süre içinde başvurulabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında, Sözleşme’nin maddesinde öngörülen altı aylık süre sınırının birkaç amaca hizmet ettiği belirtilmekte ve bu sınırlamanın esas amacının Sözleşme kapsamında mesele oluşturan davaların makul bir süre içinde incelenmesini sağlayarak hukuki güvenliği (belirliliği) ve yetkili makamlar ile ilgili diğer kişilerin uzun süre belirsiz bir durumda tutulmasını önlemek olduğu ifade edilmektedir (Mocanu ve diğerleri/Romanya [BD], B. No: 10865/09, 45886/07, 32431/08, 17/9/2014, § 258; Sabri Güneş/Türkiye [BD], B. No: 27396/06, 29/6/2012, § 39; El Masri/“Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti” [BD], B. No: 39630/09, 13/12/2012, § 135; Jeronovičs/Letonya [BD], B. No: 44898/10, 5/7/2016, § 74; Bulut ve Yavuz/Türkiye (k.k.) B. No: 73065/01, 28/5/2002; Fındık/Türkiye ve Kartal/Türkiye (k.k.), B. No: 33898/11, 35798/11, 9/10/2012, § 10). AİHM; başvurucunun hiçbir soruşturma başlatılmamış olduğunun, soruşturmada hareketsiz kalındığının veya soruşturmanın başka şekilde etkisiz hâle geldiğinin farkında olduğunda ya da olması gerektiğinde, ayrıca bu olasılıkların her birinde gelecekte etkili bir soruşturma yürütülmesine dair yakın ve gerçekçi bir beklenti bulunmadığında aşırı veya nedensiz yere geciken bireysel başvuruları altı aylık bireysel başvuru süresinin geçmiş olması sebebiyle reddetmiştir (Narin/Türkiye, B. No: 18907/02, 15/12/2009, § 51; Aydınlar ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 3575/05, 9/3/2010). AİHM ayrıca, ölenlerin yaşam hakkını korumaya yönelik olarak ulusal yetkililerce adım atılmadığı yönündeki iddiaların başvurucuların şikâyetlerinin esasını teşkil ettiği olaylarda idare mahkemeleri önünde açılan tazminat davalarının -en azından teoride- söz konusu dava sonucunda yetkililerin kusurlu olup olmadıklarına ilişkin bir değerlendirme elde edebilmesine ve başvurucuların maruz kaldıklarını ileri sürdükleri zarara ilişkin tazminat alabilmelerine uygun bir hukuk yolu olduğunu belirtmektedir (Sakine Epözdemir ve diğerleri/Türkiye , B. No: 26589/06, 1/12/2015, § 42). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15376 | Başvuru, yakınlarının yaşamlarının korunması için makul tedbirlerin alınmaması sonucu öldürülmeleri ve bu olayla ilgili ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, rahatsızlığa ilişkin reçete edilen ilacın ithali için gerekli ödemenin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yapılan talebin reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/2/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucular, tedavi süresince ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından ödenmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Başvurucuların tedbir talebinin 19/4/2021 tarihinde reddine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Muhammet Yiğit Tezcan, SMA Tip 1 hastalığı nedeniyle tedavi görmektedir. Muhammet Yiğit Tezcan açısından hastalığın tedavisinde kullanılan ilaçtan minimal fayda sağlandığı için tedaviyi uygulayan doktoru tarafından "Zolgensma" isimli ilacın tedavide kullanılmasının gerekli olduğuna dair rapor düzenlenmiştir. İlacın yurt dışı kullanımı için doktor tarafından yapılan talebin Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu tarafından uygun bulunmaması üzerine başvurucular Fikri ve Serpil Tezcan başvurucu Muhammet Yiğit Tezcan'a velayeten Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumunun işleminin reddine ilişkin işlemin iptali için Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. İdare Mahkemesi, verdiği yürütmeyi durdurma kararının ardından 9/3/2021 tarihinde söz konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Karara karşı SGK ve Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu tarafından istinaf talebinde bulunulmuş olup istinaf incelemesi devam etmektedir. Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu 22/12/2020 tarihinde yürütmeyi durdurma kararı gereğince "Zolgensma" isimli ilacın kullanımını ve bu ilacın Türk Eczacılar Birliği aracılığıyla yurt dışından ithalini uygun görmüştür. Bunun üzerine başvurucuların ilaç bedelinin ödenmesine yönelik talebi SGK'ca reddedilmiştir. Diğer yandan başvurucular, ilacın bedelinin SGK tarafından ödenmesi talebiyle Ankara İş Mahkemesi (İş Mahkemesi) nezdinde dava açmış ve ihtiyati tedbir talebinde bulunmuştur. İş Mahkemesi, ihtiyati tedbir talebini reddetmiş; başvurucuların istinaf talebi sonrasında Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi de ( Hukuk Dairesi) bu talebin reddine karar vermiştir. Başvurucuların yeni tedbir talebi üzerine İş Mahkemesince 19/2/2021 tarihinde tedbir talebi kabul edilmiş, daha sonra SGK tarafından yapılan itirazda söz konusu ilacın muadili olan ilacın SGK tarafından karşılandığı ve başvurucu Muhammet Yiğit Tezcan'ın bu ilaçtan fayda gördüğü gerekçeleriyle 11/3/2021 tarihinde ihtiyati tedbir kararının kaldırılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların karara karşı yaptıkları istinaf talebi sonrasında Hukuk Dairesi 3/6/2021 tarihli kararla istinaf talebinin kabulüne ve kararın kaldırılmasına karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"...ihtiyati tedbir talep eden taraf Ankara İş Mahkemesi'nin 2021/113 E. sayılı dosyasında asıl davanın açıldığını beyan etmiş, dava dilekçesi ile tensip zaptını istinaf talebine eklemiştir. Asıl davanın açılmış olması karşısında tedbire yapılan itirazın da asıl davanın açıldığı mahkemede değerlendirilmesi gerekmektedir. Mahkemece bu gerekçe ile 'dosyanın itirazın değerlendirilmesi için asıl davanın açıldığı mahkemeye gönderilmesine, itiraz hakkında karar verilmesine yer olmadığına' şeklinde hüküm tesis edilmesi gerekirken, yazılı şekilde itirazın kabulü ile tedbir talebinin kaldırılmasına dair karar verilmesi hukuka aykırıdır..." Başvuru formunda da belirtildiği üzere UYAP üzerinden yapılan inceleme neticesinde başvurucuların Ankara İş Mahkemesinde ilacın finansmanının sağlanması ve ilacın yurt dışından ithali için gerekli ödemenin Türk Eczacılar Birliği Yurt Dışı İlaç Temin Birimine yapılması talebiyle dava açtıkları ve davanın derdest olduğu anlaşılmıştır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/7083 | Başvuru, rahatsızlığa ilişkin reçete edilen ilacın ithali için gerekli ödemenin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yapılan talebin reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aştığı, tutukluluğa itiraz incelemesinde alınan savcılık görüşünün bildirilmediği, yargılama aşamasında taleplerinin hukuka aykırı olarak kabul edilmediği iddialarına ilişkindir. Başvuru 30/1/2014 tarihinde Antalya Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 17/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 18/6/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/55743 Soruşturma sayılı dosyası ile yürütülen soruşturma kapsamında Antalya Sulh Ceza Mahkemesinin 26/11/2010 tarihli ve 2010/347 Sorgu sayılı kararı ile dolandırıcılık ve suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma suçlarından tutuklanmıştır. Mahkemenin tutuklama gerekçesi şöyledir: "Şüphelilerin üzerlerine atılı suç ile ilgili mevcut delil durumu, bu suç için öngörülen hapis cezasının süresi gözönüne alındığında şüphelilerin kaçmaya ve delilleri karartmaya yönelik davranışları bulunduğu anlaşılmakla..." Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının 15/7/2011 tarihli ve E. 2011/17471 sayılı sayılı iddianamesi ile başvurucunun suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, resmî belgede sahtecilik ve (yirmi altı ayrı) dolandırıcılık suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucuya isnat edilen eylemeler özetle söyledir:"[Şikâyetçi Y.'ye yönelik]: Belçika ... firmasına ait internet sitesi açarak, Türkiye'deki temsilcisi rolünü üstlenmek suretiyle şikayetçiye Belçika ... Bankasına ait sahte çeki vermek suretiyle, iş merkezini bedelsiz olarak kiraladığından...[Şikâyetçi S.'ye ve mağdurlar N.A., A.A., Ş.K.'ye yönelik]: Belçika ... firmasına ait internet sitesi açarak, Türkiye'deki temsilcisi rolünü üstlenmek suretiyle şikayetçiye Belçika ... Bankasına ait sahte çeki vermek suretiyle, oteli bedelsiz olarak satın alma sözleşmesi düzenlediğinden... bilirkişi raporundan çekin resmi evrak niteliğinde olduğu anlaşıldığından...[Şikâyetçiler , T., Ş., B.E.Y., K.K., E.B., F.P., E., Ö.B.S., G.F., Y.B. ve E.G.'ye yönelik]: Belçika firması ... Türkiye'deki yetkilisi olarak tanıtıp, Antalya Havalimanı yolu üzerindekiralanan iş merkezini ve Konyaaltı'ndaki oteli, referans olarak gösterip, şikayetçi[ler]i, alınan malzemelerin parasının ödeneceği konusunda güvenini kazanarak dolandırdığından...[Şikâyetçiler A.G., F.T., Y.Y., G.B.K., S.K., Z., N.K., G., F.B., K., A.A.O. ve H.G.'ye yönelik]: Belçika firması ... Türkiye'deki yetkilisi olarak tanıtıp, Antalya Havalimanı yolu üzerindekiralanan iş merkezini ve Konyaaltı'ndaki oteli, referans olarak gösterip, şikayetçi[ler]i, personel olarak işe alıp, ücretini ödemeyerek, dolandırdığından......Şüpheli A., suç örgütü kurarak, Belçika ülkesinde faaliyet gösteren ... firmasının Türkiye temsilcisi rolünü üstlenerek, bu firma adına internet sitesi kurarak, ilk önce ... adresinde iş merkezi kiralayıp, pırlanta,mücevher işinde faaliyet gösteren ciddi bir firma görüntüsü oluşturup, Konyaaltı İlçesinde bir otelin alım satımı vaadi sözleşmesi ile kiralayarak, suç örgütü faaliyetine başladığı tespit edilmiştir.Şüpheli A., suç örgütüne; şüpheli Mehmet Güneş'i [başvurucu] üye yaparak, tüm işlemlerinde Avukat T.Y. olarak sahte kullandırttığı..." Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/426 sayılı dosyası üzerinden yapılan yargılama başvurucu yönünden tutuklu olarak sürdürülmüştür. Başvurucu 31/12/2013 tarihli celsede tahliye talebinde bulunmuştur. Mahkeme "üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyetine, tutuklanma tarihine, suçu işledikleri yönünde kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, delillerin tam olarak toplanamadığı, atılı suça yasada öngörülen cezanın üst sınırı göz önünde alındığında tutuklama tedbirinin orantılı olduğu" gerekçesiyle başvurucunun talebini reddederek tutukluluğun devamına karar vermiştir. Başvurucu 3/1/2014 tarihinde karara itiraz etmiş, Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin 16/1/2014 tarihli ve 2014/20 Değişik İş sayılı kararı ile "isnat edilen suçların niteliği, işleniş şekli ve dava dosyası kapsamına göre suç delillerinin henüz tam olarak toplanmaması karşısında sanıkların delilleri karartma ve kaçma şüphelerinin bulunduğu" gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Anılan karar 20/1/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Antalya Ağır Ceza Mahkemesi 30/1/2014 tarihli celsede başvurucunun 000 TL kefaletle (güvence bedeli) tahliyesine karar vermiş, başvurucu anılan güvence bedelini yatırmadığından tahliye edilmemiştir. Başvurucunun salıverilmesi için bu güvence bedelinin kaldırılması talebi, Mahkemece 25/2/2014 ve 20/3/2014 tarihli celselerde kabul edilmemiştir. Mahkeme 15/4/2014 tarihli celsede ise "katılan, müşteki ve mağdurların soruşturma ve kovuşturma aşamasındaki beyanları, dosya kapsamı nazara alınarak ... Mehmet Güneş[in] ... suç işledikleri yolunda somut olgular olsa da yargılamanın bu aşamasından sonra delillerin sanıklar yönünden büyük oranda toplanmış olması ve tutuklu kaldıkları süre nazara alınarak haklarında adli kontrolün yeterli olacağı" gerekçesiyle başvurucunun 000 TL nakdi güvence karşılığında tahliyesine, başvurucunun tahliyesi hâlinde yurt dışına çıkmasının yasaklanması ve pazartesi, çarşamba ve cuma günleri saat 00 ile 00 arası ikametgâhlarına en yakın zabıta birimine başvurması şeklinde adli kontrol altına alınmasına karar vermiştir. Başvurucu, kararda belirtilen güvence bedelini 25/4/2014 tarihinde yatırmış ve aynı tarihte tahliye edilmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla İlk Derece Mahkemesinde derdesttir. Başvurucu 30/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun "Dolandırıcılık" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası verilir. " 5237 sayılı Kanun’un "Nitelikli dolandırıcılık" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Dolandırıcılık suçunun;...f) Bilişim sistemlerinin, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle,...İşlenmesi halinde, iki yıldan yedi yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur. (Ek cümle: 29/6/2005 – 5377/19 md.; Değişik: 3/4/2013-6456/40 md.) Ancak, (e), (f), (j) ve (k) bentlerinde sayılan hâllerde hapis cezasının alt sınırı üç yıldan, adli para cezasının miktarı suçtan elde edilen menfaatin iki katından az olamaz." 5237 sayılı Kanun’un "Suç işlemek amacıyla örgüt kurma" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: "Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa." 5271 sayılı Kanun’un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun’un "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun’un "Usul" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"103 ve 104 üncü maddeler uyarınca yapılan istem üzerine, merciince Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiin görüşü alındıktan sonra, üç gün içinde istemin kabulüne, reddine veya adlî kontrol uygulanmasına karar verilir. (Ek cümle: 11/4/2013-6459/15 md.) Duruşma dışında bu karar verilirken Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü alınmaz. Bu kararlara itiraz edilebilir. " 5271 sayılı Kanun’un "İtirazın Cumhuriyet savcısına ve karşı tarafa tebliği ile inceleme ve araştırma yapılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) İtirazı inceleyecek merci, yazı ile cevap verebilmesi için itirazı, Cumhuriyet savcısı ve karşı tarafa bildirebilir. Merci, inceleme ve araştırma yapabileceği gibi gerekli gördüğünde bunların yapılmasını da emredebilir.(2) (Ek: 11/4/2013-6459/20 md.) 101 ve 105 inci maddeler uyarınca yapılan itiraz üzerine Cumhuriyet savcısından görüş alınması durumunda, bu görüş şüpheli, sanık veya müdafiine bildirilir. Şüpheli, sanık veya müdafii üç gün içinde görüşünü bildirebilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1268 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aştığı, tutukluluğa itiraz incelemesinde alınan savcılık görüşünün bildirilmediği, yargılama aşamasında taleplerinin hukuka aykırı olarak kabul edilmediği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle öğretmenlik mesleğine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2008 yılında girdiği Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkçe Öğretmenliği Bölümünden 2012 yılında mezun olduktan sonra 2016 yılında Kamu Personeli Seçme Sınavına girmiş ve 82,68 puan alarak Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yapılan mülakata katılmaya hak kazanmıştır. Mülakattan 87,33 puan alan başvurucu 20/7/2017 tarihli kararname ile Şanlıurfa'nın Siverek ilçesi Mehmet Akif Ersoy Anadolu İmam Hatip Lisesine sözleşmeli öğretmen olarak yerleştirilmiştir. Başvurucu hakkında 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (676 sayılı KHK) maddesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen (8) numaralı alt bent uyarınca güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle başvurucunun ataması gerçekleştirilmemiştir. Başvurucu, söz konusu işlemin iptali istemiyle 28/11/2017 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde, hakkında açılan herhangi bir soruşturma ya da kovuşturma bulunmadığını belirtmiştir. Ayrıca adli sicil kaydının bulunmadığını da eklemiştir. Güvenlik soruşturmasının olumsuz olarak sonuçlanmasına yol açacak herhangi bir durum olmamasına rağmen haksız ve hukuka aykırı bir şekilde atamasının gerçekleştirilmemesinden yakınmıştır. Şanlıurfa İdare Mahkemesi 8/12/2017 tarihli kararıyla davayı yetki yönünden reddetmiştir. Kararda, dava konusu işlemi tesis eden Millî Eğitim Bakanlığının bulunduğu yer idare mahkemesi olan Ankara İdare Mahkemesinin yetkili olduğu belirtilmiştir. Yetkisizlik kararı üzerine dosyanın gönderildiği Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 10/10/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararda, başvurucunun güvenlik soruşturması sonucunda kendisinin PKK/KCK terör örgütü kırsal yapılanmasında faaliyet gösterenler ile irtibatta olan ve YDGM (Yurtsever Devrimci Gençlik Meclisi) örgütünün haftalık toplantılarına aktif olarak katılan şahıslardan olduğunun tespit edildiği, dolayısıyla başvurucunun terör örgütü ile iltisaklı olması nedenine bağlı olarak tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu karara karşı 16/11/2018 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, hakkında açılan herhangi bir dava ya da soruşturma bulunmadığını, soyut istihbari nitelikteki bilgilerden hareket edildiğini, güvenlik soruşturmasının içeriğinin somut bilgiler ile kanıtlanmadığını belirtmiştir. Başvurucu 2012-2015 yılları arasında ek ders karşılığı öğretmenlik yaptığını vurguladıktan sonra hakkında yapılan tespitler mevcutsa bu göreve bu kadar süre devam edemeyeceğinin altını çizmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 5/12/2018 tarihinde istinaf talebini kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar başvurucuya 8/1/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Devlet memurluğuna alınacaklarda aşağıdaki genel ve özel şartlar aranır.A) Genel şartlar: Türk Vatandaşı olmak, Bu Kanunun 40 ncı maddesindeki yaş şartlarını taşımak, Bu Kanunun 41 nci maddesindeki öğrenim şartlarını taşımak, Kamu haklarından mahrum bulunmamak, Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, (…) zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak. Askerlik durumu itibariyle;a) Askerlikle ilgisi bulunmamak,b) Askerlik çağına gelmemiş bulunmak,c) Askerlik çağına gelmiş ise muvazzaf askerlik hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veyayedek sınıfa geçirilmiş olmak, 53 üncü madde hükümleri saklı kalmak kaydı ile görevini devamlı yapmasına engelolabilecek (…) akıl hastalığı (…) bulunmamak. [Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.:2018/73; K.:2019/65 sayılı Kararı ile iptal edilmiştir]B) Özel şartlar: Hizmet göreceği sınıf için 36 ve 41 nci maddelerde belirtilen öğretim ve eğitim kurumlarının birinden diploma almış olmak, Kurumların özel kanun veya diğer mevzuatında aranan şartları taşımak." 676 sayılı KHK'nın maddesiyle 657 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen ve Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73, K.2019/65 sayılı kararıyla iptal edilen (8) numaralı alt bent şöyledir:"Güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olmak." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/3169 | Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle öğretmenlik mesleğine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi ve geri gönderme merkezindeki tutulma koşulları nedenleriyle aile hayatına saygı hakkı ile kötü muamele yasağının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Ekli tabloda yer verilen başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Başvurucular, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı etme işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Bir kısım başvuru dosyası hakkında Komisyonlarca, ileri sürülen iddialar ve ibraz edilen belgeler itibarıyla -başvurucuların yaşamlarına ya da maddi veya manevi bütünlüklerine yönelik ciddi bir tehlike altında olduklarının anlaşılamadığı değerlendirilerek- tedbir talebi incelenmek üzere Bölüme gönderilmemiştir. Kalan diğer başvurularda ise Komisyonlarca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvuruların tedbir ve kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bu dosyalarda Bölümler tarafından ilk önce kısa süreli tedbir kararı verilmiş ise de başvuruculardan ve Göç İdaresi Genel Müdürlüğünden gelen bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi neticesinde aynı gerekçeyle (bkz. § 4) başvurucuların tedbir talepleri reddedilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Konularının aynı olması nedeniyle ekli listede numaraları belirtilen başvuruların 2016/10071 numaralı bireysel başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Muhtelif ülkelerin vatandaşı olan başvurucular hakkında farklı tarihlerde 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesi uyarınca ilgili valilikler tarafından sınır dışı etme kararı tesis edilmiş, ayrıca başvurucuların bir kısmı idari gözetim altına alınarak geri gönderme merkezlerine konulmuştur. Başvurucuların bir kısmı 6458 sayılı Kanun'da 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (676 sayılı KHK) ile yapılan değişiklik sonrasında sınır dışı etme kararına karşı karşı etkili bir yol bulunmadığını belirterek doğrudan Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bununla birlikte diğer başvurucular sınır dışı etme işleminin iptali amacıyla ilgili idare mahkemelerinde dava açmıştır. Mahkemeler, başvurucular hakkında alınan sınır dışı etme kararının mevzuata uygun olduğunu belirterek davaların reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucuların tümü, haklarında alınan sınır dışı etme kararının uygulanması hâlinde geri gönderilecekleri ülkede kötü muameleye maruz kalma tehlikesi altında bulunduklarını iddia etmiştir. Bunun yanında bazı başvurucular ise sınır dışı etme kararı alındıktan sonra hukuka aykırı olarak idari gözetim altında tutulduklarını, ayrıca tutuldukları merkezin fiziki koşullarının insan haysiyetine aykırı olduğunu belirtmişlerdir. Karar tarihi itibarıyla tüm başvurucuların tutuldukları geri gönderme merkezinden salıverildikleri anlaşılmaktadır. Tüm başvurular otuz günlük yasal başvuru süresi içinde yapılmıştır. İlgili hukuk için bkz. A.A. ve A.A. [GK], B. No: 2015/3941, 1/3/2017, §§ 28-38; T.T., B. No: 2013/8810, 18/2/2016, §§ 22-25; B.T. [GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 19- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/10071 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi ve geri gönderme merkezindeki tutulma koşulları nedenleriyle aile hayatına saygı hakkı ile kötü muamele yasağının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, açılan tam yargı davasında hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 7/7/2010 tarihinde idare mahkemesinde açtığı davanın yargılaması 31/10/2018 tarihinde tamamlanmıştır. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve diğer anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/7017 | Başvuru, açılan tam yargı davasında hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından aynı gün tedbir talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Somali vatandaşıdır. İstanbul Valiliği Göç İdaresi Müdürlüğü tarafından 2/12/2014 tarihinde kamu güvenliği açısından tehdit oluşturduğu gerekçesiyle başvurucunun sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından 11/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvurucu 23/8/2017 tarihli dilekçesiyle bireysel başvurusundan feragat ettiğini ve kendi imkânlarıyla Amerika Birleşik Devletleri'ne gideceğini belirtmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/544 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Z. H.Z.Vekili:Av. Abdulhalim YILMAZ Başvuru, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutulma koşulları nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 15/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Başvurucular, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca Kumkapı Geri Gönderme Merkezindeki (GGM/Merkez) tutulma koşullarının gayriinsani ve onur kırıcı olması nedeniyle tedbiren serbest bırakılmayı talep etmişlerdir. Bu talep 9/1/2015 tarihinde başvurucuların yaşamlarına ya da maddi ve manevi varlıklarına yönelik ciddi bir risk bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Komisyonca adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu, Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM) ve Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün (GİGM) sunduğu belgelerle Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgilere göre olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucuların Yakalanması, Sınır Dışı Etme ve İdari Gözetim Altına Alma Kararı Verilmesi Başvurucular, Rusya Federasyonu Dağıstan Özerk Cumhuriyeti vatandaşıdır. Birinci başvurucu G.B. 1986 doğumlu olup sırasıyla 2008, 2012 ve 2013 doğumlu olan diğer başvurucular A.İ., Z ve H.Z.nin annesidir. İdari gözetim altına alındıkları sırada başvurucu çocuklar 6, 2 ve 1 yaşındadır. Başvurucular 17/10/2014 tarihinde İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanından Türkiye’ye giriş yapmışlardır. Başvurucular 18/10/2014 tarihinde saat 55’te Kilis'ten Suriye’ye yasal olmayan yollardan çıkış yapmak isterken Elbeyli Dağ Hudut Karakolunda görevli askerler tarafından yakalanmışlardır. Kilis Valiliğinin 19/10/2014 tarihli kararıyla başvurucu G.B. hakkında idari gözetim kararı alınmıştır. İstanbul Valiliği 23/10/2014 tarihinde başvurucu G.B.nin kamu düzeni ve güvenliği açısından tehdit oluşturduğu, kaçma ve kaybolma riski bulunduğu gerekçesiyle 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) ve (h) bentleri ile maddesi uyarınca sınır dışı edilmesine, bir ay süreyle idari gözetim altında tutulmasına ve kırk sekiz saat içinde geri gönderme merkezine yerleştirilmesine karar verilmiştir. Başvurucu çocuklarla ilgilibir karar bulunmamaktadır. Başvurucular 23/10/2014 tarihinde Kumkapı GGM’ye yerleştirilmişlerdir. 27/10/2014 tarihinde başvurucuların çatışma bölgesine seyahat edecekleri değerlendirilerek “087-Genel Güvenlik” gerekçesiyle GİGM tarafından haklarında yurda giriş yasağı (tahdit) konulmuştur. Başvurucu G.B. 7/11/2014 tarihinde verdiği uluslararası koruma talep dilekçesinin işleme konulmadan imha edildiğini, 13/11/2014 tarihli ikinci başvurusunun da işleme konulmadığını, nihayet 19/11/2014’te üçüncü kez uluslararası koruma talebinde bulunduğunu ifade etmektedir. Ancak EGM'nin 7/4/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine gönderdiği yazı ekindeki belgelerde 6/11/2014 tarihli uluslararası koruma talep dilekçesi bulunmaktadır. Başvurucuların uluslararası koruma talebi, gerekli şartları taşımadığı gerekçesiyle GİGM’nin 17/12/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı 22/12/2014 tarihinde başvurucu G.B.ye tebliğ edilmiştir. Başvurucu G.B. hakkında verilen idari gözetim kararı İstanbul Valiliğince 22/11/2014 tarihinde bir ay süreyle uzatılmıştır. Başvurucuların idari gözetim kararına karşı 11/11/2014 ve 20/11/2014 tarihlerinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine yaptıkları itirazlar, 21/11/2014 tarihli kararla reddedilmiştir. Başvurucuların 26/11/2014 ve 2/12/2014 tarihli itirazları İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 2/12/2014 ve 9/12/2014 tarihli kararlarıyla reddedilmiştir. Başvurucular 15/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Başvuru tarihinden sonra İstanbul Valiliğinin 24/12/2014 ve 23/1/2015 tarihli kararlarıyla G.B. hakkında verilen idari gözetim kararı bir aylık sürelerle uzatılmıştır. GİGM’nin 5/1/2015 tarihli yazısı üzerine başvurucular 22/1/2015 tarihinde uçakla Kumkapı GGM’den Gaziantep GGM’ye sevk edilmişlerdir. Gaziantep Valiliğince 23/1/2015 tarihinde Başvurucu G.B. hakkında “sınır dışı etme, idari gözetim veya Türkiye’yi terke davet”;başvurucu çocuklar hakkında ise -ilk kez- idari gözetim kararı (annesi yanında refakatli) verilmiştir. Yapılan itiraz üzerine Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliğinin 5/2/2015 tarihli kararıyla idari gözetim kararı kaldırılarak başvurucular serbest bırakılmıştır. B. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılan Müracaat Başvurucular 22/1/2015 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) tedbir talepli olarak müracaat etmişlerdir. AİHM Bölüm Başkan Vekili, 23/1/2015 tarihli ve 4633/15 No.lu kararla tarafların çıkarları ve yargılama sürecinin iyi işlemesi gözetilerek AİHM İçtüzüğü’nün maddesi uyarınca başvurucuların tutulma koşullarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesine uygun hâle getirilmesi için gerekli tedbirlerin alınması lüzumunun Türk Hükûmetine bildirilmesine karar vermiştir. A. Ulusal Hukuk 6458 sayılı Kanun, 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ilgili maddeleri B.T. ([GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 19-21) kararında açıklanmıştır. B. Uluslararası Hukuk Sözleşme'nin ilgili maddeleri, tutulma koşullarından dolayı kötü muamele yasağı, etkili başvuru ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarına dair AİHM'in uygulaması B.T. (aynı kararda bkz. §§ 23-38) kararında açıklanmıştır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19481 | Başvuru, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutulma koşulları nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir . | 0 |
Başvuru, formül gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verildiği, tutukluluğun makul olmayan bir süredir devam ettiği, adil bir yargılama yapılmadığı, makul olmayan bir süredir yargılamanın devam ettiği gerekçeleriyle adil yargılanma ile kişi özgürlüğü ve güvenliği haklarının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. Başvuru, 13/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde, başvuruda Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 7/5/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığının 1/6/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, suç işlemek amacıyla örgüt kurma, tefecilik yapma, yağma, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma ve tehdit suçlarından 22/12/2008 tarihinde gözaltına alınmış, Mersin Sulh Ceza Mahkemesinin 26/12/2008 tarihli ve 2008/418 sorgu sayılı kararıyla tutuklanmıştır. Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen iddianameyle başvurucu hakkında suç işlemek amacıyla örgüt kurma, tefecilik yapma, yağma, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma ve tehdit suçlarından kamu davası açılmıştır. Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 9/11/2012 tarihli ve E.2009/123, K.2012/177 sayılı kararıyla başvurucunun atılı suçlardan mahkûmiyetine ve hükümle birlikte tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu, 7/3/2014 tarihli dilekçesiyle tutukluluk durumunun incelenmesi için dosya temyiz aşamasında iken Yargıtay Ceza Dairesine tahliye talebiyle başvurmuştur. Başvuru formu ve eklerinden Yargıtay Ceza Dairesince bu talebin reddine karar verildiği anlaşılmıştır. Başvurucu, 13/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Temyiz üzerine ilk derece mahkemesi kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 8/5/2014 tarihli ve E. 2013/30950, K.2014/9482 sayılı ilâmıyla bozulmuştur. Bozma kararı sonrası dosya, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/243 sayılı esasına kaydedilmiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 2/6/2014 tarihli ve E.2014/243, K.2014/171 sayılı yetkisizlik kararı üzerine dava, Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/282 sayılı esasına kaydedilmiş olup yargılama halen devam etmektedir.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),…(4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “(1) Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit eden kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehditte ise, mağdurun şikayeti üzerine, altı aya kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur. (2) Tehdidin; a) Silahla, b) Kişinin kendisini tanınmayacak bir hale koyması suretiyle, imzasız mektupla veya özel işaretlerle, c) Birden fazla kişi tarafından birlikte, d) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak, İşlenmesi halinde, fail hakkında iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (3) Tehdit amacıyla kasten öldürme, kasten yaralama veya malvarlığına zarar verme suçunun işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ceza verilir.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir. (2) Kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “(1) Yağma suçunun; a) Silahla, b) Kişinin kendisini tanınmayacak bir hale koyması suretiyle, c) Birden fazla kişi tarafından birlikte, d) (Değişik: 18/6/2014-6545/64 md.) Yol kesmek suretiyle ya da konutta, işyerinde veya bunların eklentilerinde, e) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı, f) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak, g) Suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla, h) Gece vaktinde, İşlenmesi halinde, fail hakkında on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “ (1) Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3457 | Başvuru, formül gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verildiği, tutukluluğun makul olmayan bir süredir devam ettiği, adil bir yargılama yapılmadığı, makul olmayan bir süredir yargılamanın devam ettiği gerekçeleriyle adil yargılanma ile kişi özgürlüğü ve güvenliği haklarının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. | 1 |
Başvuru, Cumhuriyet savcısı olarak görev yapan başvurucu hakkında darbe teşebbüsüyle bağlantılı olarak yürütülen soruşturmada uygulanan yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, gizlilik kararı nedeniyle hakkındaki belgeleri inceleyememesi, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, tutukluluğun devamı kararlarına karşı yaptığı itirazların geç değerlendirilmesi ve alınan savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; hukuka aykırı olarak verilen kararlarla meslekten çıkarılması ve mal varlığına el konulması nedeniyle mülkiyet hakkının, soruşturma aşamasındaki bazı işlemler nedeniyle de adil yargılanma hakkı ile özel ve aile hayatına saygı haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/9/2016 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Aralarında konu ve kişi yönünden hukuki irtibat olması nedeniyle 2017/34855, 2018/4803 ve 2018/14408 numaralı başvuruların 2016/21926 numaralı başvuru ile birleştirilmesine, incelemenin 2016/21926 numaralı başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve diğer başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alanlara ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl süresi 19/7/2018 tarihinde yeniden uzatılmayarak son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Bakanlık verilerine göre yüz altmıştan fazla Yüksek Mahkeme (Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay) üyesi hakkında tutuklama tedbiri uygulanmış, bunlardan bir kısmı sonradan tahliye edilmiştir. Soruşturma ve/veya kovuşturma mercilerince kaçak oldukları değerlendirilen yaklaşık otuz Yüksek Mahkeme üyesi hakkında ise yakalama emri çıkarılmıştır. Türk yargı organları yakın dönemde verdikleri birçok kararda FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğunu kabul etmişlerdir. Bu kapsamda Yargıtay Ceza Genel Kurulu 26/9/2017 tarihinde (E.2017/MD-956, K.2017/370) ve -terör suçlarına ilişkin davaların temyiz mercii olan- Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 ve 14/7/2017 tarihlerinde verdiği kararlarda (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21) FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğu sonucuna varmışlardır. FETÖ/PDY'nin (Genel özelliklerine ilişkin olarak bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26) yargı kurumlarındaki örgütlenmesine ve faaliyetlerine ilişkin olarak soruşturma ve kovuşturma belgeleri ile tedbir/disiplin kararlarında yer alan, başta haklarında soruşturma yürütülen yargı mensuplarının beyanları olmak üzere maddi olgulara dayalı bulunan iddia ve tespitler Selçuk Özdemir kararında geniş olarak açıklanmıştır (Selçuk Özdemir, § 22).B. Başvurucuya İlişkin Süreç Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmakta olan başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan yürütülen bir soruşturma kapsamında 27/7/2016 tarihinde Ankara İl Emniyet Müdürlüğünce gözaltına alınmıştır. Başvurucu aynı tarihte Sivas Cumhuriyet Başsavcılığına Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) vasıtasıyla ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur. Başvurucu müdafii, atılı suçları işlediğine dair dosyada delil bulunmaması nedeniyle müvekkilinin serbest bırakılmasını talep etmiştir. Sivas Cumhuriyet Başsavcılığı aynı tarihte tutuklanması istemiyle başvurucuyu Sivas Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucu hakkındaki talep yazısında, başvurucunun "FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan mevcutlu olarak gönderildiği" belirtilerek "atılı suçların CMK [Ceza Muhakemesi Kanunu] 100/3-a-11 maddesinde tutuklama nedeni olarak gösterilmesi, FETÖ örgütünün bir kısım üyelerinin olaydan sonra kaçtıklarının tespit edilmiş olması, şüphelinin de kaçma şüphesinin bulunması, delillerin henüz tam olarak toplanmayışı, şüphelilerin delillere tesir edip delilleri değiştirme ihtimallerinin olması" nedenleriyle tutuklanmasına karar verilmesi istenmiştir. Başvurucunun sorgusu SEGBİS vasıtasıyla Sivas Sulh Ceza Hâkimliğince 27/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucunun sorgu sırasındaki ifadesi şöyledir:"... Ben 16 Temmuz 2016 cumartesi günü sabahı sabah 09:00-10:00 sıralarında memleketim olan Mersin/Gülnar'a özel aracımla gittim. Savcılık ifademde de beyan ettiğim gibi babamın sağlık sorunları olduğu için Ankara'ya getirmeyi düşünüyordum. Şayet 15 Temmuz gecesi söz konusu darbe kalkışması olmasaydı da ben yine babamı tedavi amaçlı Ankara'ya getirecektim. Ben önce Mersin'e uğradım. Amacım önce babamı memleketim olan Gülnar'dan Mersin'e götürüp orada muayene ettirmekti. O gece yani 16 Temmuz gecesi Mersin'e vardığımda o gece akrabalarımda kaldım, ertesi gün yani 17/7/2016 pazar günü babamın Mersin'deki muayene ve tedavisi için hastane işlerini halletmeye çalıştım, aynı gün de HSYK ikinci dairesi tarafından açığa alındığımı öğrendim, Bana 16 Temmuz 2016 sabah saatlerinde adli tatilin iptal edildiği, izinde olanların görev yerlerine gitmeleri gerektiği yönünde mesaj geldi, ancak ben mehil müddeti kullandığım için daha doğrusu mehil sürem 18 Temmuz da başlayacığı için bu mesajın beni kapsamadığını düşündüm. Ben yine 17/7/2016 pazar günü görevden el çektirilmek dışında hakkımda yakalama kararı çıkarıldığında öğrenmiştim, 18 yada 19 Temmuz 2016 tarihlerinde polisler Ankara'daki evime gelerek arama yapmışlar. Bunu bana eşim telefonla bildirdi. Ben olayın şokuyla aynı gün yani 16/7/2016 tarihinde geri dönmedim, bu arada babamın hastane işini de halletmek istiyordum, ancak bu olaylardan dolayı babamın tedavisi ile ilgili işlemleri yapamadım, bir iki gece daha o gece Mersin'de akrabalarımda kaldıktan sonra pazartesi yada salı tam olarak hatırlamıyorum aramamın yapıldığı gün Ankara'ya geri döndüm. O tarihten bu zamana kadar geçen sürede de Ankara'da evimdeydim. Bugün sabah saatlerinde Ankara'daki adresime Ankara emniyetinde görevliler geldi. Kendileriyle Ankara Adliyesi'ne geldim. Savcılık ifademde de beyan ettiğim gibi benim söz konusu darbe girişiminde bulunan FETÖ/PDY yapılanmasıyla herhangi bir ilgim yoktur, bu zamana kadarki Gerek Çüngüş ve Haymana Savcılığı gerekse Adalet Akademisi Kordinatör Hakimliği, akabinde Uyuşmazlık Mahkemesinde raportörlük görevlerim kendi isteğimle olmuştur, ancak söz konusu yapılanlanmayla herhangi bir ilgisi bulunmamaktadır. 2016 Yaz kararnamesinde Sivas iline Savcısı olarak atandım. Ancak bu görevi ben talep etmedim. 2012-2016 yılları arasında Uyuşmazlık Mahkemesi başkanı olarak S.Ö görevliydi. Ancak kendisinin görevi 2016 Mart ayında süresi dolduğu için Uyuşmazlık Mahkemesi başkanlığından ayrıldı. Biz zaten geçici görevlendirmeyle çalışıyorduk, yeni başkan da bizimle çalışmak istemediğini bildirmiş olacakki tayinimi Sivas Savcılığına çıktı. Kaldıki ben geçici görevli olduğum için halen Haymana Cumhuriyet Savcısı ola[ra]k görünüyorum, atılı suçlamaları kabul etmiyorum, iddia edildiği gibi FETÖ/PDY yapılanlamasıyla herhangi bir ilgim yoktur, ayrıca benim hakkımdaki benim ithamın dayanağını teşkil eden bilgi ve belgelerden haberim yoktur, bu konuda bilgilendirilmedim. Sivas Başsavcılığında ifadem alınırken bu hususu sormak aklıma gelmemişti ancak şuan sormak istiyorum." Sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs suçlarından tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...suçlarından somut delillere dayandığı ve kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu ve bu kapsamda elde edilen deliller, söz konusu soruşturmanın kapsamı, şüphelilerin sayısı, delillerin henüz toplanmakta oluşu, delillerin bu aşamadı karartma ihtimalinin, şüphelinin başkaları üzerinde baskı yapma şüphesi bulunması, haklarında yakalama kararı verilen bir takım şüphelilerin halen yakalanamamış olmaları nedeniyle şüphelinin kaçacağına ve saklanacağına dair somut olguların bulunması, şüphelinin üzerine atılı suçların CMK 100 maddesinde belirtilen katalog suçlar arasında yer alması nedenleriyle ve gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, gerek 5271 Sayılı CMK hükümleri nazara alındığında şüphelinin tutuklanmasına engel bir hal bulunmaması, atılı suçun örgüt suçu faaliyeti kapsamında icra edildiğine ilişkin deliller ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Maddesinde ifade edilen ölçülülük ilkesi gözetildiğinde tutuklamaya alternatif koruma tedbirlerinin bu aşamada şüpheli açısından yetersiz kalacağı anlaşıldığından CMK 100 maddeleri gereğince TUTUKLANMASINA ... [karar verildi.]" Başvurucu 3/8/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Tokat Sulh Ceza Hâkimliğince 9/8/2016 tarihinde "... tutuklama gerekçeleri dikkate alındığında, Sivas Sulh Ceza Hakimliği kararının usul ve yasaya uygun, isabetli ve yerinde olduğu ..." gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Sivas Cumhuriyet Başsavcılığı 29/8/2016 tarihli kararıyla başvurucu hakkında yürüttüğü soruşturmada yetkisizlik kararı vererek dosyayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 12/2/2018 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır. FETÖ/PDY'ye ve ByLock programına ilişkin açıklamaların yer aldığı iddianamede başvurucu hakkında yapılan değerlendirme özetle şöyledir:"...Şüpheli hakkındaki beyanlar, ByLock kullandığına dair yapılan tespit, HTS analiz raporu, Yarsav üyeliği, FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle HSYK tarafından verilen meslekten çıkarma kararı ve tüm soruşturma kapsamında elde edilen deliller bir bütün olarak değerlendirildiğinde; Sivas savcısı olarak görev yaparken örgüt üyesi olduğu gerekçesiyle meslekten çıkarılmasına karar verilen şüphelinin, Fetullahçı silahlı terör örgütünün ideolojisini, amaçlarını, faaliyetlerini benimsediği, örgüt hiyerarşisi içinde hareket ettiği, örgütün organizasyonlarında görev aldığı, abilik yaptığı, örgüt adına himmet topladığı, T3 gurubunda yer aldığı, bir kısım soruşturmaları örgüt adına takip ettiği, örgütün talimatı ile YARSAV' a üye olduğu, örgüt üyeleri arasında kullanılan gizli ve şifreli haberleşme programı ByLock'u kullanarak örgütle organik bağ kurduğu, örgütün yargı yapılanması içinde yer aldığı, şüphelinin savunmasında suçlamayı kesin bir dille reddettiği, ancak alınan ifadeler, bylock tespiti ve Yarsav üyeliğinin bu savunmayı doğrulamadığı ve şüphelinin anılan silahlı terör örgütünün üyesi olduğuna dair kamu davasını açmaya yetecek derecede yeterli şüphenin bulunduğu..." İddianamede başvurucu hakkındaki bu değerlendirmeye esas olmak üzere tanık beyanları bulunduğu ileri sürülmüştür. Bu kapsamda başvurucuyla ilgili olarak ifadeleri alınan tanıklardan;- T. beyanında; başvurucunun FETÖ/PDY örgütü mensubu olduğunu, örgüte ait evlerde kaldığını, örgüt içinde abilik görevi yaptığını, 2014 yılı HSYK seçimlerinde örgüt adayları lehine oy istediğini ifade etmiştir.- Gizli tanık beyanında; başvurucunun FETÖ/PDY örgütü mensubu olduğunu, örgütün sohbet toplantılarına katıldığını, örgütün Anayasa Mahkemesi içindeki yapılanmada yer aldığını ifade etmiştir.- A.B. beyanında; başvurucunun FETÖ/PDY örgütü mensubu olduğunu, örgüt içinde abilik görevi yaptığını, sohbet toplantılarına katıldığını, örgüte ait evlerde kaldığını, örgütün çalışma evlerinde sorumlu olarak görev yaptığını, örgütün evlilik yapılandırması olan katalog evlilik çerçevesinde kendisine iki bayan fotoğrafı gösterdiğini, örgütün lideri Fethullah Gülen'in yanına gittiğini, örgütün parasıyla kendisini yurt dışına götürmek istediğini, üç kişiyi Bosna Hersek'e götürdüğünü, MİT tırları konusundan bahsederken dosyada görevli Cumhuriyet Savcısı F.A. hakkında "Devran dönünce ilk tutuklanacaklardan biri odur." şeklinde beyanda bulunduğunu ifade etmiştir.- R.Ü. beyanında; başvurucunun FETÖ/PDY örgütü mensubu olduğunu, örgüt içinde üst kademede görevli olduğunu ifade etmiştir.- A.Y. beyanında, başvurucunun 2014 yılı HSYK seçimlerinde FETÖ/PDY örgütü mensubu olan bağımsız adaylar lehine oy istediğini ifade etmiştir.- Ş.Y. beyanında, başvurucunun 2014 yılı HSYK seçimlerinde FETÖ/PDY örgütü mensubu olan bağımsız adaylar lehine oy istediğini ifade etmiştir.- Ö. beyanında; başvurucunun FETÖ/PDY örgütü mensubu olduğunu, örgüt tarafından hakkında görevlendirmeler yapıldığı şeklinde beyanda bulunduğunu, 2014 yılı HSYK seçimlerinde FETÖ/PDY örgütü mensuplarına sabah erkenden sandıklarda gözetmenlik yapılması hususunda talimat verdiğini, örgüt içindeki T3 (taşra mesulü) yapılanmasında görev yaptığını, YARSAV yönetiminin ele geçirilmesi hususunu Örgüt Lideri Fetullah Gülen'e bizzat sorulduğunu söylediğini, kendisine YARGI-SEN kurucuları arasında bulunması gerektiğini söylediğini, bu Sendikanın örgütün talimatı ile kurulduğunu, örgüt liderinin YARSAV hakkında "Sallayın." şeklindeki talimatını kendilerine söylediğini, örgüt liderinin Erzincan dosyasındaki İ. için "Onu alacak babayiğit yok mu?" sözünü kendilerine bizzat söylediğini, bazı hâkim ve savcıların örgüt mensubu olduğunu kendisine söylediğini ifade etmiştir.- Z.A. beyanında, başvurucunun 2014 yılı Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) seçimlerinde FETÖ/PDY örgütüne ait bağımsız adaylar lehine bazı hâkim ve savcılardan oy ve destek istediğini ifade etmiş; başvurucuyu net ve kesin olarak teşhis etmiştir.- R.A. beyanında; başvurucunun FETÖ/PDY örgütüne ait evlerde kaldığını, örgüt adına himmet topladığını ifade etmiştir.- B.B. beyanında; başvurucunun FETÖ/PDY örgütü mensubu olduğunu, örgüte ait evlerde kaldığını, kendisine Örgüt Lideri Fethullah Gülen'in atletini getirdiğini, örgüt tarafından Adalet Bakanı Ç.ye sunulacak hâkim ve savcı adayları listesinde örgüt lehine oynamalar yaparak FETÖ/PDY örgütüne mensup şahıslara sınav kazandıranlar arasında görevlendirildiğini, örgüt tarafından hukuk fakültesi bulunan illere gönderilerek üniversiteye hazırlanan öğrencilerin hukuk fakültelerini yazmaları hususunda talimat aldığını, örgüt içindeki T3 yapılanmasında görevli abinin yardımcısı olduğunu, çoçuklarını örgüte ait Anemon Kolejine gönderdiğini ifade etmiştir.- Ş.A. beyanında, başvurucunun FETÖ/PDY örgütü lehine hâkim ve savcıları ziyaret ettiğini ifade etmiştir.- Gizli tanık 4 ve gizli tanık 5 beyanlarında, başvurucunun örgütün Anayasa Mahkemesi içindeki yapılanmasında yer aldığını ifade etmişlerdir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 19/2/2018 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2018/162 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamış, aynı gün yapılan tensip incelemesinde "atılı suçun vasıf ve mahiyeti, atılı suçun CMK 100/3-a maddelerinde sayılan tutuklama nedeni var sayılabilen katalog suçlardan olması, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının aralarında kriptolu iletişim kurdukları bylock programını kullandığına dair tespit, gizli tanıklar ve tanık beyanları ve tüm dosya kapsamı birlikte gözetildiğinde, sanığın üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin ve somut olguların bulunması, tutuklu kaldığı süre isnat olunan suçun kanunda tanımlı alt ve üst sınırı dikkate alındığında bu aşamada adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı ve tutuklama tedbirinin isnat edilen suçla orantılı olduğu" gerekçesiyle başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Başvurucu aynı konulardaki benzer şikâyetleriyle ilgili olarak 13/9/2017 tarihinde 2017/34855 numaralı, 5/2/2018 tarihinde 2018/4803 numaralı ve 9/5/2018 tarihinde 2018/14408 numaralı bireysel başvurularda bulunmuş; bu başvurular 2016/21926 numaralı bireysel başvuru ile birleştirilerek incelenmiştir. Mahkemece 17/5/2018 tarihinde ilk duruşma yapılmış ve başvurucunun yukarıdaki gerekçelerle tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde derdesttir ve 8/11/2018 tarihli duruşmada başvurucunun tutuksuz yargılanmak üzere tahliyesine karar verilmiştir. Öte yandan HSYK 24/8/2016 tarihinde söz konusu yapı ile meslekte kalmasıyla bağdaşmayacak nitelikte bağının olduğunu değerlendirdiği başvurucunun meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına oybirliğiyle karar vermiştir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24- | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/21926 | Başvuru, Cumhuriyet savcısı olarak görev yapan başvurucu hakkında darbe teşebbüsüyle bağlantılı olarak yürütülen soruşturmada uygulanan yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, gizlilik kararı nedeniyle hakkındaki belgeleri inceleyememesi, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, tutukluluğun devamı kararlarına karşı yaptığı itirazların geç değerlendirilmesi ve alınan savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; hukuka aykırı olarak verilen kararlarla meslekten çıkarılması ve mal varlığına el konulması nedeniyle mülkiyet hakkının, soruşturma aşamasındaki bazı işlemler nedeniyle de adil yargılanma hakkı ile özel ve aile hayatına saygı haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; kamu görevine atanmama işleminin iptali talebiyle açılan davada hükmün esas dayanağı olan belgeye erişim imkânının tanınmaması ve sadece idarece sunulan istihbarat kaynaklı bilgiler gerekçe gösterilerek karar verilmesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin, atanmama gerekçesine dayanak gösterilen bilgi notunda yer alan terör örgütü ilişkisi ithamı nedeniyle masumiyet karinesinin, tesis edilen haksız işlem nedeniyle kamu hizmetine girme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. İkinci Bölüm tarafından niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Devletin yetkili organları tarafından tehdit değerlendirmesi yapılarak demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine, millî güvenliğe yönelik tehdit oluşturan tüm terör örgütlerine ve illegal yapılanmalara karşı tedbirler alınması kararlaştırılmıştır (ayrıntılar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017). Anılan tedbirler kapsamında olağanüstü hâl ilan edilmiş ve olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri çıkarılmıştır. Bu çerçevede 22/7/2016 tarihinde kararlaştırılan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 667 sayılı KHK'nın maddesinde devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen personelin kamu görevinden çıkarılmaları öngörülmüştür. 667 sayılı KHK 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Kanun'un 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucunda kanunlaşmıştır. B. Somut Başvuruya İlişkin Olay ve Olgular Başvurucu 2016 yılı Kamu Personeli Seçme Sınavı'nda aldığı puanla kamu kurum ve kuruluşlarının kadro ve pozisyonlarına yapılan ikinci yerleştirme sonuçlarına göre Kültür ve Turizm Bakanlığının Erzincan teşkilatına kütüphaneci olarak yerleştirilmiştir. 23/6/2017 tarihli işlemle başvurucuya 667 sayılı KHK'da yer alan "terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mesuliyeti veya iltisaki yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen" hükmü uyarınca yapılan değerlendirme sonucu ve Kültür ve Turizm Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığının 13/6/2017 tarihli onayına istinaden atamasının yapılmadığı bildirilmiştir. Başvurucu, söz konusu işleme karşı Mardin İdare Mahkemesinde 19/7/2017 tarihinde iptal davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; atanmama işleminin ortada herhangi bir suç isnadı bulunmadan, bu konuda ifadesine veya savunmasına başvurulmadan, kendisine en ufak bir bilgilendirme yapılmadan gerçekleştirildiğini, hiçbir somut gerekçe ve delil olmamasına karşın atamasının iptal edildiğini, kararın hukuka aykırı olduğunu ifade etmiştir. Mardin İdare Mahkemesince 3/8/2017 tarihinde davanın yetki yönünden reddine ve dosyanın yetkili Ankara idare mahkemesine gönderilmesine karar verilmiş, dava dosyası Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) esasına kaydedilmiştir. Davalı idare tarafından Mahkemeye 1/11/2017 tarihinde ilk savunma dilekçesi sunulmuştur. Dilekçede; Kültür ve Turizm Bakanlığı Bakanlık makamı onayının birinci sayfasında başvurucunun ilişik kaydına rastlandığı ifadesine yer verildiğinden kadroya alınmasının uygun görülmediği ifade edilmiştir. Savunma dilekçesinde, 667 sayılı KHK'nın maddesinde belirtilen hükme göre hâlihazırda kamu personeli olsa idi kamu görevinden çıkarılması gerekecek kişilerin kamu personeli statüsüne alınmamasının kamu yararı ve hizmet gerekleri açısından uygun olduğu savunulmuştur. Dilekçede ayrıca işlem dosyasının ilgili bölümlerinin savunma ekinde sunulduğu belirtilmiştir. Başvurucu 20/11/2017 tarihinde Mahkemenin kayıtlarına giren dilekçesiyle, davalı idarece sunulan cevap dilekçesinin ekinde bakan onayı, inceleme raporu ve eklerinin yer aldığı belirtilmesine karşın kendisine sadece cevap dilekçesinin gönderildiğini, bahsedilen eklerin tarafına tebliğ edilmediğini belirtmiştir. Cevaba karşı savunmalarını ve cevaplarını sunabilmesi için davanın temel konusunu oluşturan söz konusu belgelerin tarafına tebliğ edilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bu talebe Mahkemece herhangi bir cevap verilmemiştir. Mahkemece 28/2/2018 tarihinde davanın reddine oyçokluğuyla karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun atamasının hakkında yapılan inceleme ve araştırma sonucunda 2012-2015 yılları arasında PKK/KCK eylem etkinlik kaydına rastlandığı ve eylem etkinlik potansiyeli taşıyan kişiler arasında değerlendirildiği şeklindeki bilgi notu üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığının 13/6/2017 tarihli onayı ile 667 sayılı KHK'ya atıfta bulunularak yapılmadığı belirtilmiştir. Ardından 667 sayılı KHK ile 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu kapsamında mevzuat değerlendirmesi yapılmış ve netice itibarıyla yıkıcı ve bölücü terör örgütü ile irtibatı ve iltisakı olması sebebiyle güvenlik soruşturması olumsuz sonuçlanan başvurucunun atamasının yapılmamasına ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Karşıoyda ise dosyaya sunulan bilgi ve belgelerden başvurucu hakkında herhangi bir adli, idari soruşturma ya da adli sicil kaydının bulunmadığının anlaşıldığı, sadece 2012-2015 yılları arasında nerede, ne zaman, hangi şartlarda gerçekleştiği belli olmayan PKK/KCK eylem etkinlik kaydı ve eylem etkinlik potansiyeli taşıyan kişiler arasında değerlendirildiği şeklinde subjektif bir bilgi notunun bulunduğunun görüldüğü belirtilmiştir. Doğruluğu kesin olarak teyit edilmemiş, istihbari mahiyetteki bilgi notlarının tek başına güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanması için yeterli olmadığı, davalı kamu idaresince başvurucu hakkında bir karara ve sonuca varılırken ilave araştırmalar yapılması, başvurucunun yasa dışı terör örgütlerine üyeliğini, bu örgütle irtibatını ve iltisakını ortaya koyan, destekleyen, hukuken kabul edilebilir, somut bir tespitin bulunup bulunmadığı hususunda devletin yetkili kurum ve kuruluşlarından bilgi istenmesi ve elde edilen her türlü şüpheden uzak, kesin, somut tespitler değerlendirilerek bir sonuca varılması gerektiği vurgulanmıştır. Diğer taraftan dava konusu işlemin 667 sayılı KHK'nın maddesine istinaden tesis edildiği, söz konusu madde ile kamu görevlileri ile ilgili alınacak tedbirlerin düzenlendiği, hâlihazırda kamu görevlisi olmayan başvurucunun atanma talebinin bu gerekçe ile reddedilmesinin ise hem sebep yönünden hem de eksik inceleme ve araştırmaya dayalı olarak tesis edilmiş olması nedeniyle hukuka uygun olmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu, ret hükmüne yönelik istinaf talebinde bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucu, karara dayanak gösterilen belgelerin talep etmesine karşın tarafına tebliğ edilmediğini ve savunma hakkının kısıtlandığını belirtmiştir. Bununla birlikte aleyhine kurulan hükme dayanak teşkil eden hakkındaki bilgi notunun nereden geldiğine, kimin tarafından tutulduğuna, hangi eyleme ve ne tür bir eylem etkinliğine katıldığına ilişkin bir bilgi taşımadığını, hiçbir temele veya delile dayandırılmayan söz konusu bilgi notuna istinaden kurulan mahkeme hükmünün hukuka aykırı olduğunu ve bu şekilde doğruluğu kesin olarak teyit edilmemiş istihbarı mahiyetteki bilgi notlarının tek başına güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanması için yeterli olamayacağını ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca hiçbir illegal yapılanma veya terör örgütü ile en ufak bir bağının veya irtibatının asla söz konusu olmadığını ve olamayacağını, Mahkemece kurulan hükmün tamamen eksik inceleme sonucu alındığını ve kanuna açıkça aykırılık teşkil ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun istinaf başvurusu Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) tarafından 24/5/2018 tarihli karar ile kesin olarak reddedilmiştir. Nihai karar 20/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 18/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 667 sayılı KHK'nın "Kamu görevlilerine ilişkin tedbirler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen;...f) 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile bu Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesinde belirtilenler hariç diğer mevzuata tabi her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dahil) istihdam edilen personel, ilgili kurum veya kuruluşun en üst yöneticisi başkanlığında bağlı, ilgili veya ilişkili bakan tarafından oluşturulan kurulun teklifi üzerine ilgisine göre ilgili bakan onayıyla kamu görevinden çıkarılır,g) Bir bakanlığa bağlı, ilgili veya ilişkili olmayan diğer kurumlarda her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dahil) istihdam edilen personel, birim amirinin teklifi üzerine atamaya yetkili amirin onayıyla kamu görevinden çıkarılır. ..." 6749 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen;...f) 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa ve diğer mevzuata tabi her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen personel, ilgili kurum veya kuruluşun en üst yöneticisi başkanlığında bağlı, ilgili veya ilişkili olunan bakan tarafından oluşturulan kurulun teklifi üzerine ilgili bakan onayıyla kamu görevinden çıkarılır. Bu Kanunun 3 üncü maddesinde belirtilenlerin işlemleri ise söz konusu maddedeki usule göre yapılır.g) Bir bakanlığa bağlı, ilgili veya ilişkili olmayan diğer kurumlarda her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen personel, birim amirinin teklifi üzerine atamaya yetkili amirin onayıyla kamu görevinden çıkarılır. ..." 657 sayılı Kanun'un "Genel ve özel şartlar" kenar başlıklı maddesinin olay tarihindeki ilgili kısmı şöyledir:"Devlet memurluğuna alınacaklarda aşağıdaki genel ve özel şartlar aranır.A) Genel şartlar:... Güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olmak. ... " 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Dava dilekçelerinin ve eklerinin birer örneği davalıya, davalının vereceği savunma davacıya tebliğ olunur.Davacının ikinci dilekçesi davalıya, davalının vereceği ikinci savunma da davacıya tebliğ edilir....Davalara ilişkin işlem dosyalarının aslı veya onaylı örneği idarenin savunması ile birlikte, Danıştay veya ilgili mahkeme başkanlığına gönderilir." 2577 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Danıştay, bölge idare mahkemeleri ile idare ve vergi mahkemeleri, bakmakta oldukları davalara ait her türlü incelemeyi kendiliğinden yapar. Mahkemeler belirlenen süre içinde lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların, ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir. ..."B. Uluslararası Hukuk İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“ Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir. ... Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır. ..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadıa. Silahların Eşitliği ve Çelişmeli Yargılama İlkelerine İlişkin İçtihat Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme’deki hakların etkili bir biçimde korunması için davaya bakan mahkemelerin Sözleşme’nin maddesine göre "tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi" vardır (Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33). Hakkaniyete uygun yargılanmanın temel unsuru, yargılamanın çelişmeli olması ve taraflar arasında silahların eşitliğinin sağlanmasıdır (Rowe ve Davis/Birleşik Krallık [BD], B. No: 28901/95, 16/2/2000, § 60). Adil yargılanma hakkının unsurlarından olan çelişmeli yargılama ilkesi taraflara, dava dosyasındaki belgeler hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkını tanımayı, bu nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını gerektirmektedir. Bu anlamda mahkemece tarafların dinlenmemesi, taraflara delillere karşı çıkma imkânı verilmemesi yargılama faaliyetinin hakkaniyete aykırı hâle gelmesine neden olabilecektir (Feldbrugge/Hollanda, B. No: 8562/79, 29/5/1986, § 44). Sözleşme’nin maddesinde davada kullanılan delillerin ispat güçleri ile ilgili bir düzenleme bulunmamakla birlikte AİHM delillerin kabul edilebilirliği ile ilgili olarak somut davada kullanılan delillerin silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri gözetilerek tartışılıp tartışılmadığını ya da söz konusu delillerin yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmamasına etkisini değerlendirmekte (Tamminen/Finlandiya, B. No: 40847/98, 15/6/2004, §§ 40, 41; Barberà, Messegué ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, §§ 68, 81-89) ve birçok kararında Sözleşme’nin maddesinin adil yargılanma hakkını güvence altına almakla beraber öncelikli olarak ulusal hukuk bağlamında düzenlenmesi gereken bir konu olan delillerin kabul edilebilirliğine ilişkin bir kural ortaya koymadığını belirtmektedir (Schenk/İsviçre, B. No: 10862/84, 12/7/1988, §§ 45, 46; Desde/Türkiye, B. No: 23909/03, 1/2/2011, § 124). AİHM, hükme esas olan ve gizli olduğu belirtilen belgelere tarafların erişiminin kısıtlanmasını ihlal sebebi saydığı birçok kararından biri olan Miran/Türkiye (B. No: 43980/04, 21/4/2009) kararında, Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde görülen davada “gizli” ibareli belgelere başvuranın erişiminin imkânsız olmasına ilişkin şikâyet yönünden Sözleşme’nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının ihlal edildiğine karar vermiştir. AİHM, benzer bir kararında gizli ibareli belgelere erişimin sağlanmamasının silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine aykırı olduğu gerekçesiyle Sözleşme’nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının ihlal edildiğine hükmetmiştir (Güner Çorum/Türkiye, B. No: 59739/00, 31/10/2006, §§ 21-30). AİHM, Aksoy (Eroğlu)/Türkiye, (B. No: 59741/00, 31/10/2006) kararında da idare tarafından mahkemeye sunulan ve davanın sonucu hakkında temel önem taşıyan bazı belgelerin başvurucunun bilgisine sunulmayarak kendisine yorumda bulunma olanağı sağlanmamasının silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine aykırı olduğu gerekçesiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır.b. Masumiyet Karinesine İlişkin İçtihat AİHM Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen masumiyet karinesinin adil bir ceza yargılamasının unsurlarından biri olmakla birlikte sadece ceza yargılamasındaki usule ilişkin bir güvenceden ibaret olmadığını, kapsamının daha geniş olup hiçbir devlet temsilcisi ya da kamu otoritesinin suçu mahkeme kararıyla tespit edilmeden önce kimseyi suçlu ilan edememesini de güvence altına aldığını belirtmiştir (Moullet/Fransa (k.k.), B. No: 27521/04, 13/9/2007; Çelik (Bozkurt)/Türkiye, B. No: 34388/05, § 29). AİHM, masumiyet karinesinin Sözleşme'deki düzenlenme biçimi gereği ancak cezai bir suçla itham edilme durumunda uygulanabilir olduğunu ancak bunun özerk olarak yorumlanması gerektiğini belirtmiştir. AİHM, özerk yorumda dikkate alacağı kriterleri (Engel kriterleri) ise şöyle sıralamıştır: suç ithamının iç hukuktaki nitelendirmesinin ne olduğu, itham edilen suçun doğasının ne olduğu, bu suç ithamı nedeniyle maruz kalınacak cezanın ağırlığının ne olduğu (Engel ve diğerleri/Hollanda, B. No: 5100/71; 5101/71; 5102/71; 5354/72; 5370/72, 8/6/1976, § 82; Phillips/Birleşik Krallık, B. No: 41087 / 98, 5/7/2001, § 31; Allen/Birleşik Krallık [BD], B. No: 25424/09, § 95). Öte yandan AİHM, ceza yargılamasının sona ermesinden sonra devreye giren masumiyet karinesinin koruduğu ikinci yönün anılan teste tabi olmadığını da belirtmiştir. Zira bu durumlarda ceza davası zorunlu olarak sonuçlandırılmıştır ve müteakip adli işlemler yapılacak özerk yoruma göre yeni bir suç ithamı içermiyorsa masumiyet karinesinin uygulanma alanından bahsedilemeyecektir (Allen/Birleşik Krallık, § 96). Ayrıca görülmekte olan ya da mahkûmiyet dışındaki bir hükümle sonuçlanan ceza yargılamalarıyla tazminat ya da disiplin hukuku gibi davaların arasında bağlantı bulunması hâlinde de masumiyet karinesinin uygulanabilirliğinden bahsedilebilir (Sekanina/Avusturya, B. No: 13126/87, 25/8/1993, § 22; Weixelbraun/Avusturya, B. No: 33730/96, 20/12/2001, § 24; O./Norveç, B. No: 29327/95, 11/2/2003, § 38; Hammern/Norveç, B. No: 30287/96, 11/2/2003, § 46). Örneğin bir ceza yargılaması sonucunda suçlu bulunmayan kişiye karşı mağdurun açtığı tazminat davasında verilen kararın cezai sorumluluğa işaret eden ifade içermesi durumunda anılan bağlantının varlığı kabul edilebilir (Ringvold/Norveç, B. No: 34964/97, 11/2/2003, § 38; Y/Norveç, B. No: 56568/00, 11/2/2003, § 42; hapishane iznindeyken kasten yaralama suçundan yargılanan ve beraat eden başvurucunun şartlı tahliye talebinin aynı suçlamaya bağlı olgulara dayanılarak reddedilmesine ilişkin yargılamada masumiyet karinesi yönünden davalar arasında bağlantı bulunduğu yönündeki karar için bkz. Müller/Almanya, B. No: 54963/08, 27/3/2014, § 35). Ancak AİHM'e göre bu yöndeki bir bağlantının başvurucu tarafından ispat edilmesi gerekmektedir (Allen/Birleşik Krallık, § 104). Masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiası bulunan bir başvuruda AİHM -her ne kadar üye devlet konu bakımından yetkisizlik itirazında bulunmasa da- bu hususun resen incelenmesi gereken bir mesele olduğunu belirtmiştir (Batiashvili/Gürcistan, B. No: 8284/07, 10/10/2019, § 78). AİHM, İngiliz Parlamentosundaki soru önergesi sonrası konuşmada bir parlamenterin elmas ticareti konusunda Birleşmiş Milletler ambargosunu ihlal etme ve Namibyalı yetkililere rüşvet verme ithamlarına maruz kalan Belçika vatandaşı iki başvurucunun masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarını yukarıda yer verilen ölçütler üzerinden değerlendirmiş ve başvuruyu konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez bulmuştur (Zolmann/Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 62902/00, 27/11/2003). Benzer şekilde AİHM, bir istihbarat görevlisinin kaleme aldığı kitaptaki bilgilerin yayımlanmasına ilişkin tazminat davasının temyiz incelemesindeki bazı ifadeler ile parlamentodaki bir konuşmacının ithamlarının masumiyet karinesini ihlal ettiği şikâyetine dair başvuruyu; başvuran hakkında açılmış veya gelecekte açılma ihtimali bulunan bir ceza davasının olmadığı, davanın başlangıcından itibaren başvuranın Birleşik Krallık yargı yetkisi dışında bulunduğu, söz konusu ithamların bir ceza davasını amaçlamadığının açık olduğu gerekçeleriyle -Zolmann/Birleşik Krallık kararına da atıf yaparak- konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez bulmuştur (Blake/Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 68890/01, 25/10/2005, §§ 120-124). AİHM, başvuranın eşinin şikâyetçi olmaması nedeniyle ceza yargılamasına taşınamayan yaralama olayıyla ilgili olarak sağlık sigortası şirketince polis kaydının kullanılmasının masumiyet karinesini ihlal ettiği iddiasını, üye devletin uygulanabilirliğe ilişkin açık bir itirazı da bulunmamasına rağmen konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez bulmuştur (Mikolajova/Slovakya, B. No: 4479/03, 18/1/2011, §§ 40-43). Öte yandan AİHM, hakkında yolsuzluk ithamıyla ceza yargılaması yapılan bir kamu görevlisinin işten çıkarılmasına dair işlemin iptali nedeniyle açılan idari davada masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkin olarak başvurucunun ceza gerektiren bir suç işlediği için görevden alınmadığını, idari davada verilen kararın ceza yargılamasında elde edilen bulgulara dayandırılmadığını ve hakkındaki iddialara başvuranın yanıt verebilme fırsatı bulabildiğini, kararda kullanılan dilin başvurucunun masumiyetini sorgulamayıp suçlu olduğu imasını içermediğini belirterek başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Nikolova ve Vandova/Bulgaristan, B. No: 20688/04, 17/12/2013, §§ 97-101). Pişkin/Türkiye (B. No: 33399/18, 15/12/2020) kararında ise AİHM, terör örgütüyle ilişkili olma sebebine bağlı olarak başvurucunun işten çıkarılmış olmasının masumiyet karinesini ihlal ettiği şikâyetini uygulanabilirlik yönünden değerlendirme konusu yapmıştır. Bu değerlendirmede AİHM, yerleşik içtihadına da atıf yaparak Engel kriterleri olarak bilinen testini uygulamış ve başvurucunun işten çıkarılmasının suç isnadına bağlı bir cezalandırma olmadığı sonucuna varmıştır. AİHM'e göre başvurucu her ne kadar bir terör örgütü ile olan ilişki sebebine bağlı olarak işten çıkarılmış olsa da bunun başlı başına (teknik anlamda) bir suç ithamı olmadığı, söz konusu işten çıkarma sebebinin herhangi bir ceza yargılamasına da konu edilmediği, işten çıkarılmaya dair yargılamanın cezai bir yönü bulunmayıp salt iş hukuku yargılamasından ibaret olduğu açıktır (aynı kararda bkz. §§ 103-109). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/21949 | Başvuru, kamu görevine atanmama işleminin iptali talebiyle açılan davada hükmün esas dayanağı olan belgeye erişim imkânının tanınmaması ve sadece idarece sunulan istihbarat kaynaklı bilgiler gerekçe gösterilerek karar verilmesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin, atanmama gerekçesine dayanak gösterilen bilgi notunda yer alan terör örgütü ilişkisi ithamı nedeniyle masumiyet karinesinin, tesis edilen haksız işlem nedeniyle kamu hizmetine girme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, bildirim ve izin koşuluna uyulmadan yurt dışına döviz çıkarılması kabahatinden dolayı idari para cezası verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/9/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, S. İnşaat Taahhüt Turizm Tekstil Gıda San. ve Tic. A.Ş.nin (Şirket) ortağı ve Yönetim Kurulu başkanıdır. Türkmenistan'da yoğun olarak faaliyet gösteren bu Şirket, inşaat işleri yanında tıbbi ve ortopedik ürünlerin perakende ticareti ile de iştigal etmektedir. 22/8/2014 tarihinde saat 45'te başvurucunun yanında büyük bir miktar parayla yurt dışına çıkacağı İstanbul Emniyet Müdürlüğü Atatürk Havalimanı Şube Müdürlüğüne ihbar edilmiştir. Aynı gün saat 55'te başvurucu, Türkmenistan'ın Aşkabat şehrine gidecek olan uçağa binmeden önce durdurulmuş ve başvurucunun yanında taşıdığı valizde 000 ABD doları bulunduğu tespit edilmiştir. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı 12/9/2014 tarihinde başvurucunun 20/2/1930 tarihli ve 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası uyarınca 123 TL tutarında idari para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun 1567 sayılı Kanun'un maddesinde yazılı kıymetleri izinsiz olarak yurttan çıkardığı vurgulanmıştır. İdari para cezasının miktarı 1567 sayılı Kanun'un maddesinin altıncı fıkrasına göre eylem tarihi olan 22/8/2014 tarihindeki döviz satış kuru esas alınarak belirlenmiştir. Bunun yanında eylem yurt dışına çıkış işlemi tamamlanmadan gümrük sahasında meydana geldiğinden eylemin teşebbüs aşamasında kaldığı gerekçesiyle idari para cezası rayiç bedelin yarısı oranında indirilmiştir. Kararda, on beş gün içinde ödenmesi durumunda idari para cezasının dörtte üçünün tahsil edileceği belirtilmiştir. Başvurucu 17/9/2014 tarihinde idari para cezası olarak 342,25 TL tutarında ödeme yapmıştır. Başvurucu 18/9/2014 tarihinde Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliğinde idari para cezasına itiraz etmiştir. Başvurucu; itiraz dilekçesi ekinde, yeminli mali müşavir tarafından düzenlenmiş 17/9/2014 tarihli Özel Amaçlı Değerlendirme Raporu'nu ibraz etmiştir. Bu raporun ilgili kısmı özetle şöyledir:i. Şirket; Türkmenistan'da otel, spor okulu ve hastane inşaatı işleri ile uğraşmakta ve Türkmenistan'a medikal ürünlerin ihracı işlemlerini gerçekleştirmektedir. Bu ticarete ve düzenlenen hak edişlere istinaden Türkmenistan resmî makamları tarafından Şirketin Türkiye'deki banka hesaplarına para transferi yapılmaktadır.ii. Görünmeyen işlemlere ilişkin genelge hükümlerine göre taahhüt işlemleri, görünmeyen işlemler kapsamındadır. iii. Şirket, Türkmenistan resmî makamları tarafından banka hesabına aktarılan dövizlerden 000 ABD dolarını görünmeyen işlemler kapsamında yurt dışına çıkarmak istemiştir. Başvurucu, itiraz dilekçesi ekinde bir bilimsel mütalaa da ibraz etmiştir. 5/2/2015 tarihli mütalaada özetle şu hususlara yer verilmiştir:i. Olayda kabahatin maddi unsuru, Bakanlar Kurulu tarafından belirlenmiş olan miktardaki -yani 000 ABD doları veya eşitini aşan- dövizin yolcu üzerinde yurt dışına çıkarılmasıdır.ii. Ancak Bakanlar Kurulunun 7/8/1989 tarihli ve 32 sayılı kararına göre Türkiye'de yerleşik kişiler, görünmeyen işlemler çerçevesinde bankalardan satın aldıklarını tevsik etmek kaydıyla 000 ABD doları veya eşitini aşan miktardaki dövizi beraberlerinde yurt dışına çıkarabilirler. iii. Başvurucu, Türkmenistan devletinin büyük inşaat projelerini yürütmektedir. Şirketin oradaki işçilerine ödenmek üzere yurt dışına götürülmek istenen dövizin Türkmenistan Hükûmetince gönderildiği de belgelenmiştir.iv. Eylemin işlenmesi sırasında kabahat tanımındaki maddi unsuru bilmeyen kişi kasten hareket etmiş sayılmaz. Olayda başvurucu, yanındaki dövizin görünmeyen işlemler kapsamında serbestçe yurt dışına çıkarılabileceği vesadece gideceği ülkede yapacağı bildirimin yeterli olduğu düşüncesiyle hareket etmiştir. Buna göre yasak hatasına düşen başvurucu yanındaki paranın meşru kaynağı ve sevk sebebi dolayısıyla eyleminin kabahat oluşturduğunun bilincinde değildir. Hâkimlik tarafından konu hakkında gümrük alanında uzman bir bilirkişiden rapor alınmıştır. Bilirkişi raporuna göre;i. Kabahatin oluşması için öncelikle yurt dışına çıkarılması izne bağlı dövizin izin alınmaksızın ihraç edilmesi veya buna teşebbüs edilmesi gerekli ve yeterlidir.ii. Başvurucu tarafından sonradan sunulan belgeler, izin alınması sırasında gösterilmesi ve izin verilmesi için gerekli belgeler niteliğindedir. Bu belgelerin kabahat fiili oluştuktan sonra ibraz edilmesi, izin alınmadan yurt dışına döviz çıkarmaya teşebbüs fiilini kanuna uygun hâle getirmez.iii. Kanun gereği yabancı para ihracında özel izin belgesi arandığından olayda kabahat fiilinin unsurları gerçekleşmiştir. Bir nevi tazminat niteliği taşıyan söz konusu idari yaptırımın amacı Hazinenin uğrayacağı zararları ödetmek ve devletin ekonomik çıkarlarını korumaktır.iv. Sonuç olarak başvurucunun yurt dışına çıkarmak üzereyken yakalanan dövizin rayiç bedelinin yarısı oranında idari para cezası ile cezalandırılması hukuka uygundur. Sulh Ceza Hâkimliği 20/2/2015 tarihinde bilirkişi raporunu hükme esas alarak itirazın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Her ne kadar itiraz eden vekili tarafından alınan bilimsel mütalaada kabahatlinin 'yasak hatası'na düştüğü, meblağın 32 sayılı kararın 4/f fıkrasının cümlesinde belirtilen 'görünmeyen işlemler' cinsinden olduğu belirtilmiş ise de; alınan mütalaa Hakimliğimizce hukuka uygun görülmemiştir, zira görülmeyen işlemler çerçevesinde bulundurulan belgenin dahi yurt dışına çıkarılırken tevsik edilmesi gereklidir. Bu itibarla bilirkişi [N.T.] tarafından düzenlenen rapordaki bilgi ve veriler Hakimliğimizce hükme esas alınmıştır. Bilirkişi raporunda belirtildiği üzere ve Hakimliğimizde oluşan kanıya göre sonradan itiraz eden vekili tarafından sunulan bilgi ve belgelerin izin alınması sırasında ve izin verilmesi için ibraz edilmesi gerekli belgeler niteliğinde olduğu, bu belgelerin kabahat fiili oluştuktan sonra ibraz edilmesinin izin alınmadan yurt dışına döviz çıkarmaya teşebbüs şeklindeki fiili hukuka uygun hale getirmeyeceği kanısına varılmıştır. Kaldı ki Türkmenistan sınırları içerisinde Türkmenistan Devletine ait ihale yoluyla yapılan inşaat işlerinden kaynaklanan işçi ücretleri alacağının Türkiye'ye banka yoluyla havale edildikten sonra izin alınmaksızın ve işçi ücretlerini ödemek amacıyla yeniden Türkmenistan'a götürülmesine Hakimliğimizce bir anlam verilememiştir." Başvurucu bu karara itiraz etmiş, Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliği aynı gerekçelerle 16/7/2015 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Kararda, yedi gün içinde itiraz edilebileceği belirtilmiştir. Başvurucu bu defa Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliğine itirazda bulunmuştur. Ancak Sulh Ceza Hâkimliği 13/8/2015 tarihinde karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, Sulh Ceza Hâkimliğinin kararının kesin olduğu belirtilerek bu sebeple itirazın incelenemeyeceği vurgulanmıştır. Bu karar başvurucu vekiline 25/8/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/9/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 1567 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: "Kambiyo, nukut, esham ve tahvilat alım ve satımının ve bunlar ile kıymetli madenler ve kıymetli taşlarla bunlardan mamul veya bunları muhtevi her nevi eşya ve kıymetlerin ve ticari senetlerle tediyeyi temine yarıyan her türlü vasıta ve vesikaların memleketten ihracı veya memlekete ithalinin tanzim ve tahdidine ve Türk parasının kıymetinin korunması zımnında kararlar ittihazına Bakanlar Kurulu salahiyetlidir." 1567 sayılı Kanun’un maddesinin ikinci ve altıncı fıkraları şöyledir: "Fiil, 1 inci maddede yazılı kıymetlerin izinsiz olarak yurttan çıkarılması veya yurda sokulması mahiyetinde ise 21/3/2007 tarihli ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu hükümlerine göre suç veya kabahat oluşturmadığı takdirde kişi; eşya ve kıymetlerin rayiç bedeli kadar, teşebbüs halinde bu bedelin yarısı kadar idarî para cezası ile cezalandırılır.""Kabahatin konusunu yabancı para oluşturması halinde, idarî para cezasının hesaplanmasında fiilin işlendiği tarih itibarıyla Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının bu paraya ilişkin 'döviz satış kuru' esas alınır." 11/8/1989 tarihli ve 20249 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulunun "Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında" 7/8/1989 tarihli ve 32 sayılıkararının maddesinin ilgili kısmının ilk hâli şöyledir:"d) Türkiye'de yerleşikkişiler yurt dışına çıkışlarında, beraberlerinde 000 ABD Doları veya eşitine kadar döviz çıkarabilirler . Bu miktarın üzerinde döviz çıkarılabilmesi, ancak kendilerine bankalarca döviz verildiğinin tevsiki kaydıyla mümkündür. Dışarıda yerleşik kişiler ile Türkiye'de yerleşik sayılmakla birlikte yurt dışında çalışan Türk uyruklu kişiler, yurda girişlerinde beyan etmiş olmak kaydıyla, 000 ABD Doları veya eşitini aşan miktarlardaki dövizlerini beraberlerinde yurt dışına serbestçe çıkarabilirler." 20/6/1991 tarihli ve 20907 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulunun 12/6/1991 tarihli ve 91/935 sayılı kararı ile 32 sayılı kararın ilgili kısmı şu şekilde değiştirilmiştir:"f) Yolcular 000 ABD Doları veya eşitine kadar efektifi beraberlerinde yurtdışına çıkarabilirler.Dışarıda yerleşik kişiler ile Türkiye'de yerleşik sayılmakla birlikte yurtdışında çalışan Türk uyruklu kişiler, yurda girişlerinde beyan etmiş olmak, Türkiye'de yerleşik kişiler ise görünmeyen işlemler çerçevesinde bankalar ve özel finans kurumlarından döviz satın aldıklarını tevsik etmek kaydıyla 000 ABD Doları veya eşitini aşan miktarlardaki efektifi beraberlerinde yurtdışına serbestçe, çıkarabilirler." 11/6/2015 tarihli ve 29383 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulunun 14/4/2015 tarihli ve 2015/7603 sayılı kararı ile 32 sayılı kararın ilgili kısmı şu şekilde değiştirilmiştir:"f) 000 Avro veya eşitini aşan efektifin yurt dışına çıkarılması Bakanlıkça belirlenecek esaslar dahilinde yapılır." 3/7/1991 tarihli ve 20918 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının I-M sayılı Genelgesinin Uygulanmasına Dair Genelge'ninilgili kısmı şöyledir:"...Görünmeyen İşlemler, ithalat, ihracat gibi mal hareketini doğuran işlemler ile sermaye akımları dışında kalan, ancak bu konulara dolaylı olarak bağlı bulunan sosyal, ekonomik ve kişisel ilişkilerin değişik aşamasını içine alan işlemleri ve ödemeleri kapsamaktadır...A- TİCARET VE ENDÜSTRİ...A-4 Taahhüt İşleri..." Hazine Müsteşarlığının Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 sayılı karara ilişkin 2008/32-34 sayılı tebliğinin maddesine 30/12/2015 tarihli ve 29578 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan tebliğ ile şu fıkralar eklenmiştir:"(2) Yolcu beraberi yapılan 000 Avro veya eşitini aşan döviz çıkışlarında gümrük idarelerine Gümrük ve Ticaret Bakanlığı tarafından yayımlanan nakit beyan formu ile beyanda bulunulur.(3) Yolcu beraberi yapılan 000 Avro veya eşitini aşan döviz çıkışlarında beyanda bulunulmaması veya yanlış ya da yanıltıcı beyanda bulunulduğunun tespiti halinde söz konusu değerler gümrük idaresince muhafaza altına alınır ve durum şüpheli kabul edilerek Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığına bildirilir. Ayrıca, gümrük idarelerince Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca işlem yapılabilmesini teminen Cumhuriyet Savcılıklarına bildirimde bulunulur."B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Sözleşmeler Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." 30/1/2003 tarihli ve 4800 sayılı Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun ile onaylanması uygun bulunan 15/11/2000 tarihli Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nin ve maddelerinin ilgili kısımları şöyledir:"Madde 7: Taraf Devletler, meşru sermayenin dolaşımını herhangi bir şekilde engellemeksizin, bilginin yerinde kullanımını temin etmek kaydıyla, nakdin ve parasal değeri haiz her türlü evrakın sınırlan içindeki dolaşımının denetlenmesi ve izlenmesi için makul önlemlerin uygulanmasını göz önüne alacaklardır. Bu tür önlemler kişi ve kuruluşların önemli miktarda nakdin ve parasal değeri haiz her türlü evrakın sınırötesi nakline ilişkin bildirimde bulunmaları zorunluluğunu içerebilir.Madde 12: Taraf Devletler, iç hukuklannın elverdiği en geniş biçimde aşağıdakilerin müsaderesinin sağlanması için gerekli önlemleri alacaklardır:(a) Bu Sözleşmede belirtilen suçlardan elde edilen gelir veya değeri bunlara tekabül eden malvarlığı;(b) BuSözleşmede belirtilmişsuçlarda kullanılmış veya kullanılması amaçlanan malvarlığı, malzeme, teçhizat veya diğer araç-gereçler. Taraf Devletler, muhtemel bir müsadere amacıyla, bu maddenin fıkrasında bahsedilen herhangi bir malın tespitinin, izlenmesinin, dondurulmasının veya el konulmasının sağlanması için gerekli önlemleri alacaklardır." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı ve Diğer Yüksek Mahkeme Kararları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Ismayilov/Rusya (B. No: 30352/03, 6/11/2008) kararına konu olayda Bakü’de annesinden intikal eden evini satan başvurucu, yanında taşıdığı para miktarını (348 ABD doları) gümrük makamlarına eksik (48 ABD doları) bildirmiştir. Rusya kanunlarına göre ise 000 ABD doları üzerindeki para miktarı gümrüğe bildirilmelidir. Başvurucu hakkında bildirim yükümlülüğüne uymama suçundan şartlı tahliye koşuluyla altı ay hapis cezası ve ayrıca el konulan paranın tamamının müsaderesine karar verilmiştir. AİHM, müsadere tedbiriyle ilgili istikrarlı yaklaşımına değinmiş ve müdahalenin mülkiyetten yoksun bırakma içerse dahi Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin ikinci paragrafı kapsamında mülkiyetin kullanımının kontrolü mahiyeti taşıdığını belirtmiştir (Ismayilov/Rusya, §§ 28-30). AİHM, kamu yararı bakımından korunan hukuki menfaatin ise gümrük makamlarına bildirim yükümlülüğüne uyulmasını sağlamak olduğunu vurgulamıştır (Ismayilov/Rusya, § 33). AİHM; başvurucuya herhangi bir suç isnadında bulunulmadığını ve olayda müsadere tedbirinin kara paranın aklanması, terörizmin finansmanı, uyuşturucu kaçakçılığı, vergi kaçırma veya başka suç faaliyetleri kapsamında uygulanmadığı tespitlerine yer vermiştir. Buna göre belirli bir miktarın üzerinde nakit parayı yanında taşıyan başvurucu, sadece gümrük makamlarına yanında taşıdığı bu parayı eksik bildirmekten dolayı sorumlu tutulmuştur. AİHM, bildirilmeyen paranın meşru yollardan elde edildiğini ve bu paranın bildirilmemesinin kamuya olan zararının ise oldukça az olduğunu vurgulamıştır. Bununla birlikte müsadere tedbirinin sadece zararın tazmini amacıyla uygulandığı değil aynı zamanda caydırıcı ve cezalandırıcı bir yönünün de bulunduğu kabul edilmiştir. Ancak olayda başvurucunun zaten bildirim yükümlülüğüne uymadığı için şartlı tahliye koşuluyla hapis cezası aldığına dikkat çekilmiştir. AİHM'e göre yalnızca bildirim yükümlülüğüne uymamasından dolayı başvurucu ceza da almışken ayrıca müsadere uygulanması ölçüsüz olup başvurucuya aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklemektedir (Ismayilov/Rusya, §§ 37, 38). AİHM, başka başvurularda da benzer şekilde yurda girerken veya yurttan çıkarken yolcu yanında taşınan paranın gümrük makamlarına bildirilmemesi nedeniyle idari veya adli yaptırımlar uygulanmasına rağmen buna ek olarak ayrıca söz konusu paranın da bütünüyle müsadere edilmesinin ölçüsüz bir müdahale olduğunu kabul ederek mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Boljevic/Hırvatistan, B. No: 43492/11, 31/1/2017, §§ 37-46; Gabric/Hırvatistan, B. No: 9702/04, 5/2/2009, §§ 31-40). Avrupa Birliği Adalet Divanı ise gümrük makamlarına bildirmeme fiili sebebiyle bildirime konu nakit paranın %60'ı tutarında para cezası verilmesinin yaptırımla amaçlanan sonuçlar ile karşılaştırıldığında ölçülü olmadığı sonucuna varmıştır (Chmielewski, C-255/14, 16/7/2015). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/15358 | Başvuru, bildirim ve izin koşuluna uyulmadan yurt dışına döviz çıkarılması kabahatinden dolayı idari para cezası verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, işçilik alacaklarının tahsili talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 30/12/2011 tarihinde açtığı davada yargısal süreç Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/5/2019 tarihli onama kararıyla sona ermiştir. Başvurucu, açtığı davada yargılamanın uzun sürdüğü iddiasıyla 17/6/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/21700 | Başvuru, işçilik alacaklarının tahsili talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutukluluğun uzun sürmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle Anayasa’nın ve maddelerinde tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 3/6/2013 tarihinde Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/12/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık), başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş; başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlık, görüşlerini 24/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 13/3/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı 24/3/2014 tarihinde beyanda bulunmuştur. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, “İstanbul ili Gaziosmanpaşa ilçesi Gazi mahallesinde 18/2/2007 tarihinde PKK/KONGR-GEL terör örgütü lehine molotofkokteyilli korsan gösteride bulunduğu” gerekçesiyle 6/3/2007 tarihinde yakalanmış ve 9/3/2007 tarihinde ifadesi alınmak üzere İstanbul Emniyet Müdürlüğüne götürülmüş ancak sorulan sorulara cevap vermeyip susma hakkını kullanmıştır. Aynı tarihte İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vererek suçlamaları kabul etmeyen başvurucu, yasa dışı örgüt üyesi olmak ve patlayıcı madde bulundurmak suçlarından tutuklanması talebiyle mahkemeye sevk edilmiştir. Başvurucu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 9/3/2007 tarihli ve 2007/13 sorgu numaralı kararı ile “PKK terör örgütüne yardım etmek suretiyle bu örgütün üyesi olmak ve patlayıcı madde bulundurmak suçlarını işlediğine dair kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması, atılı örgüt üyeliği suçunun CMK.nın 100/ maddesinde sayılan suçlardan olması da dikkate alınarak CMK.nın 100 ve devamı maddeleri uyarınca” tutuklanmıştır. Başvurucu ile birlikte dört şüpheli hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca “Tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, Genel Güvenliği Kasten Tehlikeye Sokma, Örgüt mensuplarına yardım ederken veya propaganda yaparken bir başka suç oluşturmak, gösteri yürüyüşlerine silah veya madde belirtilen aletlerle katılma, silahlı örgüte üye olma, mala zarar verme suçlarından cezalandırılmaları için TCK. nın 314/2, 174/1, 170/1-c, 152/l-a-2-a ve 2911 sayılı Kanun’un 33/a maddeleri uyarınca cezalandırması” istemiyle 29/3/2007 tarihli ve E.2007/507 sayılı iddianame düzenlenmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine açılan E.2007/215 sayılı kamu davasının 20/4/2007 tarihli tensiben yapılan incelemesinde başvurucu hakkında “atılı suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesini gösteren bulguların varlığı, kaçma şüphesi, suçun yasal yaptırımı, suçun CMK.nın 100/ fıkrada belirtilen suçlardan olması dikkate alınarak tutukluluk hallerinin devamına” karar verilmiş ve yargılama 28/8/2007 tarihine ertelenmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde ilk duruşma 28/8/2007 tarihinde yapılmış ve başvurucunun “üzerine atılı suçun yasal yaptırımı ve kuvvetli suç şüphesinin devam ettiğini gösteren mevcut bulgular dikkate alınarak tutukluluk halinin devamına, koşullar oluşmadığından CMK maddesi kapsamında koruma tedbirlerinin uygulanmasına yer olmadığı” gerekçesiyle tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde görülen E.2008/285 ve E.2009/58 sayılı dosyaların, hukuki ve fiilî irtibat bulunması nedeniyle başvuruya konu E.2007/215 sayılı dosya ile birleştirilmesine ve yargılamanın bu dosya üzerinden devamına karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 1/2/2011 tarihli kararı ile başvurucunun; terör örgütüne üye olmak suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile, patlayıcı madde muhafaza etme suçundan 5 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası ve 500 TL adli para cezası ile, 18/2/2007 tarihli eylemi nedeniyle patlayıcı madde muhafaza etme suçundan 5 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası ve 500 TL adli para cezası ile, 18/2/2007 tarihli eylemi nedeniyle patlayıcı madde atma suçundan 5 ay hapis cezası ile, 13/8/2007 tarihli eylemi nedeniyle patlayıcı madde muhafaza etme suçundan 5 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası ve 500 TL adli para cezası ile, 18/2/2007 tarihli eylemi nedeni ile patlayıcı madde atma suçundan 5 ay hapis cezası ile, 27/11/2007 tarihli eylemi nedeniyle patlayıcı madde muhafaza etme suçundan 5 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası ve 500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 1/2/2011 tarihinde verdiği ilk kararına kadar on bir celse duruşma yapılmış ve başvurucunun benzer gerekçelerle tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 1/2/2011 tarihli kararı başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan inceleme üzerine Başsavcılığın 7/9/2012 tarihli ve 9-2011/191083 sayılı yazısı ile başvurucunun hukuki durumunun 5/7/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun uyarınca yeniden değerlendirilmek üzere yargılama dosyasını Derece Mahkemesine iade etmiştir. Bozma sonrası yargılama İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/145 sayılı dosyasında görülmeye başlanmış, 28/9/2012 tarihinde tensiben yapılan incelemede mahkeme, “…. kuvvetli suç şüphesinin varlığının devam ediyor olması, tutuklulukta geçen makul süreyi aşan bir durumun bulunmaması, serbest bırakma halinde atılı suçların ağırlığı dikkate alındığında kaçma şüphesinin bulunduğu, bu nedenle tutuklamaya alternatif tedbirlerin bu aşamada yetersiz kalacağı ve tutuklamanın bu aşamada ölçülü olduğu…” gerekçeleriyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiş ve yargılama 18/12/2012 tarihine ertelenmiştir. Başvurucu, 2/5/2013 tarihinde “dosya kapsamına göre, tutuklu kaldığı süre” göz önüne alınarak tahliye edilmiştir. Başvurucu hakkında tahliye kararı verilene değin üç celse yapılmış ve Mahkeme benzer gerekçelerle tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 30/5/2013 tarihli ve E.2012/145 sayılı kararı ile başvurucunun terör örgütüne üye olmak suçundan 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası ile, patlayıcı madde muhafaza etme suçundan 4 yıl 2 ay 15 gün hapis cezası ve 100 TL adli para cezası ile, 18/2/2007 tarihli eylemde patlayıcı madde muhafaza etme suçundan 4 yıl 2 ay 55 gün hapis cezası ve 100 TL adli para cezası ile, 18/2/2007 tarihli eylemde patlayıcı madde atma suçundan 7 ay 15 gün hapis cezası ile, 13/8/2007 tarihli eylemde patlayıcı madde muhafaza etme suçundan 4 yıl 2 ay 55 gün hapis cezası ve 100 TL adli para cezası ile, 27/11/2007 tarihli eylemde patlayıcı madde muhafaza etme suçundan 4 yıl 2 ay 55 gün hapis cezası ve 100 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, diğer suçlardan ise beraatine karar verilmiştir. Başvurucu 3/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hakkındaki dava Yargıtayda temyiz aşamasındadır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.” 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesi şöyledir:“3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315), (4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4042 | Başvuru, tutukluluğun uzun sürmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinde tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, vekâlet ücretine hükmedilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/10/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir Başvurucu tarafından kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla yapılan takipte borçlu, Ankara İcra Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) borca itirazda bulunmuştur. Mahkeme; davacı borçlunun 8/9/2016 tarihli duruşmaya katılmaması nedeniyle, yenileninceye kadar dosyanın işlemden kaldırılmasına, üç aylık süre içinde yenilenmemesi nedeniyle de davanın açılmamış sayılmasına (istinaf yolu açık olmak üzere) karar vermiştir. Başvurucu, davanın açılmamış sayılmasına dair kararda lehine vekâlet ücretine hükmedilmediğini belirterek Mahkemeden hükmün tavzihini talep etmiştir. Mahkeme 17/1/2017 tarihli ek kararında, 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na göre tavzih yoluyla taraflara tanınan hak ve borçların değiştirilip genişletilemeyeceğini ve sınırlandırılamayacağını, bu hususun ancak istinaf sebebi olabileceğini belirterek tavzih talebini reddetmiştir. Başvurucu 15/12/2016 tarihli karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 21/9/2017 tarihli kararında; takip konusu miktarın 350,38 TL olduğunu, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun maddesinin değişik birinci fıkrasında öngörülen miktar dikkate alındığında uyuşmazlık konusu takipte talep edilen değerin 000 TL'yi geçmediğini, bu nedenle incelenmesi istenen kısmın miktar itibarıyla kesin olduğunu belirterek istinaf dilekçesinin kesin olarak reddine karar vermiştir. Nihai karar 9/10/2017 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 27/10/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/36478 | Başvuru, vekâlet ücretine hükmedilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, pasaport iptali nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1989 yılından bu yana Almanya'da yaşayan başvurucu 20/7/2017 tarihinde tatil için Türkiye'ye gelmiştir. Yurda girişinde yapılan pasaport kontrolünde görevli polis memuru tarafından İçişleri Bakanlığı tarafından iptal edildiği gerekçesiyle başvurucunun pasaportuna el konulmuştur. 31/7/2017 tarihinde pasaportun iptalinin nedeninin bildirilmesi talebiyle yaptığı başvuruya, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Pasaport Şube Müdürlüğü tarafından silahlı terör örgütü FETÖ/PDY ile ilişkisi nedeniyle Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnameleri kapsamında pasaportun iptal edildiği cevaben bildirilmiştir. Başvurucu anılan idari işlemlerin iptali talebiyle Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) 22/8/2017 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; 1989 yılından bu yana Federal Almanya'da yaşadığını ve bu ülkede 25 yıldır bir fabrikada çalıştığını, 2024 yılına kadar da Almanya’da oturma ve ikamet izni bulunduğunu belirtmiştir. Yıllık izin süresinin 25/8/2017 tarihinde biteceğini, 28/8/2017 tarihinde işbaşı yapamaması hâlinde iş akdinin feshedileceğini ve yaklaşık 25 yıllık haklarının heba olacağını vurgulamıştır. FETÖ/PDY'yle herhangi bir irtibatının söz konusu olmadığını, hakkında açılmış soruşturma ya da kovuşturma da bulunmadığını belirtmiştir. İdarece davaya verilen cevapta; Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/180056 soruşturma numaralı sayılı talimatı çerçevesinde, 23/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) (5) numaralı maddesi kapsamında pasaport iptal işlemlerinin yapıldığı belirtilmiştir. Mahkeme 15/5/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 13/5/2017 tarihli ve 2016/180056 sayılı "Pasaport İptali" konulu yazısına istinaden davacının da aralarında bulunduğu şahıslar hakkında 667 sayılı KHK'nın maddesi uyarınca işlem yapıldığı tespit edilmiştir. Bu bağlamda kamu idarelerinin herhangi bir takdir yetkisine ve mevzuatın öngördüğünden başkaca bir işlem tesis etme seçeneğine sahip olmadığı, mevzuat hükümlerinin doğruluğunu tartışma yetkisinin bulunmadığı gibi uygulamaktan kaçınamayacakları, aksi takdirde cezai ve hukuki sorumluluklarının doğacağı vurgulanmıştır. Buradan hareketle davaya konu işlemin davalı idarece bağlı yetki çerçevesinde 667 sayılı KHK'da yer alan hüküm gereği tesis edildiği anlaşıldığından uyuşmazlık konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Başvurucunun istinaf talebi, Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 20/9/2018 tarihli kararıyla ilk derece mahkemesinin kararının hukuka ve usule uygun olduğu belirtilerek reddedilmiştir. Nihai karar 19/10/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk (ulusal mevzuat, Anayasa Mahkemesi kararları, uluslararası düzenlemeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları) için bkz. Onur Can Taştan [GK], B. No: 2018/32475, 27/10/2021, §§ 24-32; Yağmur Erşan [GK], B. No: 2018/36451, 27/10/2021, §§ 22-30; Şengül Tükel, B. No: 2018/12456, 12/1/2022, §§ 16- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/34658 | Başvuru, pasaport iptali nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, 18/6/2008 tarihinde Kadıköy İş Mahkemesinde açtığı işçi alacaklarına ilişkin davanın makul sürede tamamlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talep etmiştir. Başvuru, 12/2/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 8/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 29/5/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 18/6/2008 tarihinde, Detar Elektronik San. Tic. Ltd. Şti. aleyhine Kadıköy İş Mahkemesinde işçi alacaklarının ödenmesi amacıyla alacak davası açmıştır. Mahkeme, 15/4/2010 tarih ve E.2008/132, K.2010/177 sayılı kararla davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Başvurucunun temyizi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 13/2/2013 tarih ve E.2010/45273, K.2013/5607 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır. Onama kararı başvurucuya 4/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 12/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası ile maddesinin birinci fıkrası ve maddesi. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2367 | Başvurucu, 18/6/2008 tarihinde Kadıköy İş Mahkemesinde açtığı işçi alacaklarına ilişkin davanın makul sürede tamamlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, hakkaniyete uygun yargılama yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Siverek Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu hakkında başlattığı soruşturma sonucunda başvurucunun resmî belgede sahtecilik ve dolandırıcılık suçlarını işlediği iddiasıyla iddianame düzenlemiştir. Siverek Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) iddianameyi kabul ederek yargılamaya başlamıştır. Yargılama sonucunda Mahkeme, dolandırıcılık suçundan açılan kamu davasının zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle düşmesine, resmî belgede sahtecilik suçundan ise başvurucunun mahkûmiyetine karar vermiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi (Daire) düşme kararını onamış, resmî belgede sahtecilik suçundan verilen mahkumiyet kararını bozmuştur. Bozma sonrası yapılan yargılama sonucunda Mahkeme, resmî belgede sahtecilik suçundan başvurucunun yeniden mahkûmiyetine karar vermiştir. Başvurucu, karara karşı temyiz yoluna başvurmuş; Daire mahkûmiyet kararını onamıştır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı onama kararına karşı başvurucu lehine itirazda bulunmuştur. Daire itiraz üzerine yaptığı inceleme sonucunda onama kararının kaldırılmasına ve hükmün bozulmasına karar vermiştir. Bozma üzerine yapılan yargılamada Mahkeme önceki kararında direnmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu (Genel Kurul) 11/4/2019 tarihinde direnme kararını yerinde bulmayarak mahkeme kararının bozulmasına karar vermiştir. Genel Kurulun bozma kararından sonra Mahkeme, resmî belgede sahtecilik suçuna ilişkin kamu davasında dava zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle davanın düşmesine karar vermiştir. Başvurucu, bu kararı temyiz etmiş; Daire, düşme kararını kesin olarak onamıştır. Başvurucu nihai kararı 28/3/2021 tarihinde öğrendikten sonra 9/4/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/21825 | Başvuru, hakkaniyete uygun yargılama yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, uyuşmazlığın esasına yönelik talebin karara bağlanmaması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/12/2014 tarihinde yapılmıştır.Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bir bankada 1984-2008 yılları arasında avukat olarak çalışmıştır. Başvurucu söz konusu bankada 1984-2002 yılları arasında kadrolu avukat olarak görev yapmış, 2001 yılına kadar banka adına takip edilen dava ve işler nedeniyle Banka Genel Müdürlük hesabında biriken vekâlet ücretlerinin ilgili avukatlara ödemesi, 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinde belirtilen yıllık limit dâhilinde yapılmıştır. 15/11/2000 tarihli ve 4603 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası,Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanun'un 25/11/2000 tarihinde yürürlüğe girmesiyle başvurucu anılan bankada sözleşmeli avukat statüsünde çalışmaya başlamış, 2/5/2001 tarihli ve 4667 sayılı Kanun ile 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nda yapılan değişiklikle vekâlet ücretinin limit dâhilinde ödenmesi usulü yürürlükten kaldırılmıştır. Limit dâhilinde ödeme usulü yürürlükten kaldırılmasına rağmen 2001-2002-2003 yıllarına ait vekâlet ücretleri yıllık limit dâhilinde başvurucuya ödenmiş, paraların ödenmesi usulüne ilişkin yönetmeliğin çıkarılmaması nedeniyle 2004-2005 yıllarına ait vekâlet ücreti ödemeleri ise gerçekleştirilmemiştir. Banka Yönetim Kurulu, 31/12/2004 tarihi itibarıyla Genel Müdürlük hesabında biriken ve ödenmeyen 900,45 TL'nin dağıtımıyla ilgili aldığı 31/8/2005 tarihli kararda, hesap bakiyesinin %80'lik kısmının bankada görev yapan tüm personele eşit olarak dağıtılmasına, kalan tutarın 1/1/2004-31/12/2004 tarihlerini kapsayan dönem için Genel Müdürlük birimlerinde, bölge başkanlıklarında ve şubelerde hangi unvan ve görevde bulunursa bulunsun avukatlık mesleğini ifa etmiş olan personele 12 aylık eşit taksitler hâlinde dağıtılmasına, bunu teminen belirtilen dönemde görev yapan hak sahibi kadrolu avukatların önerge ekindeki temlik ve ibraname örneğine uygun olarak ve 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun maddesi uyarınca haklarının bankaya temlik edilmesinin ve ibra verilmesinin temin edilmesine karar vermiştir. Yönetim Kurulu 18/10/2005 tarihli kararı ile 1/1/2005 tarihinden geçerli olmak üzere Genel Müdürlükte toplanan vekâlet ücretinin dağıtımına ilişkin T. Ziraat Bankası A.Ş. Avukatlık Ücreti Dağıtım Yönetmeliği'ni kabul etmiştir. Anılan karar doğrultusunda başvurucu, 14/9/2005 tarihli "Temlik ve İbraname" başlıklı belge ile söz konusu dönemde biriken paranın Yönetim Kurulu Kararı gereği dağıtılmasını teminen hesap üzerindeki hak ve alacaklarını temlik ve ibra etmiştir. Yine 16/11/2005 tarihli "Temlikname" başlıklı belgede başvurucu, bankanın vekili olarak adına doğmuş ve doğacak avukatlık ücretini 818 sayılı mülga Kanun'un maddesi gereği yönetmelikte belirtilen hak sahiplerine dağıtılmak üzere bankaya temlik ettiğini, temlike konu alacaklarıyla ilgili olarak bankanın tasarrufa yetkili olduğunu beyan ve taahhüt etmiştir. Yönetim Kurulu Kararı gereği banka hesabında biriken paranın %20'lik kısmından başvurucunun payına düşen 115,57 TL başvurucuya 12 taksitte ödenmiş, %80'lik kısmı ise banka çalışanlarına eşit olarak dağıtılmıştır. Başvurucu, Genel Müdürlük hesabında biriken vekâlet ücreti paralarının Kanun gereği banka avukatlarına ait olduğunu, Yönetim Kurulu Kararı ile paranın %80'lik kısmının personele, %17'lik kısmın performansa göre avukatlara, %3'lük kısmın yardımcı personele dağıtıldığını, vekâlet ücretinin personele dağıtılmasının Kanun hükümlerine aykırı olduğunu, bu konuda verdiği ibranamenin geçersiz olduğunu, ayrıca 2007 yılına ait performans vekâlet ücretinin kendisine ödenmediğini gerekçe göstererek banka aleyhine alacak davası açmıştır. Başvurucu mahkemeye sunduğu 18/10/2010 havale tarihli dilekçesi ve 29/12/2010 tarihli celsedeki beyanında, talep ettiği 000 TL'lik alacağın 000 TL'sinin performans vekâlet ücreti alacağı olduğunu belirtmiştir. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 18/4/2013 tarihli kararında, davanın çözümünün davalı bankanın özel hesabında biriken vekâlet ücretlerinin Yönetim Kurulu Kararı ile %80'inin banka personeline dağıtılıp dağıtılmayacağı, bu hususa ilişkin olarak verilen temlikname ve ibranamenin geçerli olup olmadığı, performans ücreti alacağının bulunup bulunmadığı ve mahkemenin görevli olup olmadığı noktasında toplandığını, davacı tarafından da kabul edilen "Temlik ve İbraname" başlıklı belgede; vekâlet ücreti hesabında biriken paranın %80'inin personele, kalan miktarın avukatlara dağıtımını teminen hesap üzerindeki hak ve alacaklarını temlik ve ibra ettiğini, hesaptaki paranın dağıtımına bankanın yetkili olduğunu beyan ve kabul ettiğini, davacının avukat olduğunu, temliknamenin işçinin işverene verdiği temlikname olarak değerlendirilemeyeceğini, bu nedenle içeriği kabul edilen temliknamenin davacıyı bağlayacağını, bu yöndeki bilirkişi görüşünün de benimsendiğini belirterek davanın reddine karar vermiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/3/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 6/11/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı 5/12/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 29/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. A. Ulusal Hukuk818 sayılı mülga Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Kanun veya akit ile veya işin mahiyeti icabı olarak menedilmiş olmadıkça borçlunun rızasını aramaksızın alacaklı, alacağını üçüncü bir şahsa temlik edebilir." 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Kanun, sözleşme veya işin niteliği engel olmadıkça alacaklı, borçlunun rızasını aramaksızın alacağını üçüncü bir kişiye devredebilir." 1136 sayılı Kanun'un maddesinin beşinci fıkrası şöyledir: "Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücreti avukata aittir. Bu ücret, iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez." 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Masarifi muhakeme aşağıda beyan olunan şeylerdir:...6-Davanın ehemmiyetine göre kanunu mucibince takdir olunacak vekil ücretleri...." 18/10/2005 tarihli ve 359 sayılı Yönetim Kurulu Kararı ile kabul edilen T. Ziraat Bankası A.Ş. Avukatlık Ücreti Dağıtım Yönetmeliği'nin maddesi şöyledir:"Genel Müdürlük Avukatlık Ücreti Hesabında toplanan meblağın % 17'si ise avukatların,-Görev ve yetki alanına giren işleri kendiliğinden, zamanında ve doğru olarak yapma, takip edip sonuçlandırma alışkanlığı,-Mesleki bilgisi,-Görevinin yerine getirmede çalışkanlığı, kabiliyeti ve verimliliği,-Karar verme, temsil ve müzakere yeteneği,gibi kriterler dikkate alınmak suretiyle dağıtılır. Bu dağıtım her yıl Baş Hukuk Müşaviri ve Takipteki Krediler Daire Başkanının tüm kadrolu avukatların genel anlamda emek ve performansları ile orantılı olarak yapacağı değerlendirme sonucu oluşturulacak ortak önerge ile Genel Müdür tarafından onaylanmak suretiyle ayrıca yapılır. Bu belirlemede Baş Hukuk Müşaviri ile Takipteki Krediler Daire Başkanının puanı tam kabul edilir. Bu bent ğereğince her bir kadrolu avukata ödenecek net tutar, 4-1 maddesi uyarınca kendisine ödenen avukatlık ücretinin yıllık net tutarının %50'sini aşmaz"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Herkes davasının medeni hak ve yükümlülüklerin.. esası konusunda karar verecek olan, ... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir...” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) mahkemeye erişim hakkının, Sözleşme'nin maddesinde yerini bulan güvencelerin doğal bir parçası olduğunu, bu kapsamda herkesin medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili iddialarını yetkili merciler önünde dile getirme hakkına sahip olduğunu (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B. No: 54252/07, 16/6/2009, § 52), Sözleşme'de tanınan hakların teorik ve görüntüde değil pratik ve etkili bir biçimde güvence altına alınması gerektiğini belirtmiştir (Airey/İrlanda, B. No:6289/73, 9/10/1979,§ 24). AİHM, mahkeme hakkının görünümlerinden biri olan etkili karar hakkı ile ilgili Kutic/Hırvatistan (B. No: 48778/99, 1/3/2002, § 25) davasında yaptığı değerlendirmede, Sözleşme'nin maddesinin hukuki uyuşmazlıkların tespiti için mahkemeye erişim hakkını güvence altına aldığını, ancak bu hakkın yalnızca dava açma hakkı ile sınırlı olmaksızın mahkeme tarafından uyuşmazlığın nihai olarak karar altına alınması hakkını da içerdiğini belirtmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20343 | Başvuru, uyuşmazlığın esasına yönelik talebin karara bağlanmaması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 10/7/2006 tarihinde tapusuz taşınmazın tescili talebiyle dava açmıştır. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi 10/11/2008 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/12/2009 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozmaya uyularak yapılan yargılamada Mahkemece 22/7/2010 tarihli karar ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 5/10/2012 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinin kurulmasının ardından Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2013/584 sayılı dosyasına kaydedilen davada Mahkemece 3/4/2014 tarihinde dava usulden reddedilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan araştırma neticesinde anılan kararın taraflara tebliğ edilmediği anlaşılmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5592 | Başvuru makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kıymet takdirine itiraz talebiyle açılan davada keşif ve bilirkişi incelemesi için gereken gider avansının yatırılmadığı gerekçesiyle davanın reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında borçlusu olduğu şirket tarafından icra takibi başlatılmıştır. Söz konusu icra takibi kapsamında başvurucu adına kayıtlı taşınmazlar üzerine haciz konulmuş, satış için kıymet takdir raporu düzenlenmiştir. Başvurucu, taşınmaz için yapılan kıymet takdirinde taşınmazın değerinin çok düşük belirlendiği gerekçesiyle Akşehir İcra Hukuk Mahkemesinde kıymet takdirine itiraz davası açmıştır. Mahkeme 3/7/2018 tarihli yetkisizlik kararıyla dosyanın Yalvaç İcra Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Yalvaç İcra Hukuk Mahkemesi, dava dosyası üzerinden ve kesin olarak verdiği 13/12/2018 tarihli kararla davayı usulden reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucu tarafından davanın süresinde açıldığı ancak dava açılırken veya açıldıktan sonra 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra İflas Kanunu'nun 128/a maddesinin birincifıkrasına uyarınca yedi gün içinde yatırılması gereken keşif, bilirkişi ücreti gibi masrafların mahkeme veznesine yatırılmadığı belirtilmiştir. Başvurucu 26/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Nkt Teknoloji Dağıtım Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2018/26844, 24/2/2021, §§ 12- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/132 | Başvuru, kıymet takdirine itiraz talebiyle açılan davada keşif ve bilirkişi incelemesi için gereken gider avansının yatırılmadığı gerekçesiyle davanın reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli listede sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun A sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının, aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2014/8656 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonlarca 2014/14130, 2014/14124, 2014/14323, 2014/14319, 2014/14317, 2015/166, 2014/15638, 2014/14321, 2014/14117, 2014/14107, 2014/14137, 2014/14120, 2014/14324, 2014/14114, 2014/14318, 2014/15642, 2014/14316, 2014/14123, 2014/14327, 2015/173, 2014/15643, 2015/184, 2014/15646, 2014/15647, 2014/14121, 2015/160, 2014/15641, 2014/14138, 2014/14110, 2014/1428, 2014/14112, 2014/14136, 2014/14126, 2014/15640, 2014/14132, 2014/14135, 2014/14116, 2014/14315 ve 2014/14326 numaralı bireysel başvuru dosyalarının kabul edilebilir olduklarına ve esaslarının incelenmesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonlarca ekli tablonun (A) sütununda yer alan ve yukarıda (§ 4) belirtilen başvurular dışında kalan başvuruların kabul edilebilirlik hususları karara bağlanmadan Bölüme gönderilmesine karar verilmiş, Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular ekli tablonun (D) sütununda belirtilen tarihlerde ve Batman İş Mahkemesi nezdinde ekli tablonun (E) sütununda belirtilen nihai esas sıra numaralarına kayden Millî Eğitim Bakanlığı aleyhine hizmet tespiti ve aksi yöndeki işlemin iptali davası açmışlardır.Bu davalara ilişkin nihai kararlar ekli tablonun (F) sütununda belirtilen yargılama makamlarınca ve ekli tablonun (G) sütununda belirtilen tarihlerde verilmiş böylece yargılama süreçleri sona ermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8656 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Birinci başvurucu sırt ve bel ağrısı şikâyetiyle Diyarbakır Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Hastane) başvurmuştur. Akabinde yapılan muayene ve tetkikler sonucunda bel bölgesinde kist oluştuğu belirlenen başvurucuya 11/5/2015 tarihinde cerrahi müdahalede bulunulmuştur. Anılan müdahale sonrasında birinci başvurucunun bel bölgesinde felç oluştuğundan yürüyemeyecek duruma gelmiştir. Hastanede ve çeşitli sağlık kuruluşlarında yatılı olarak tedavi gören başvurucuya uygulanan tedavilerden bir sonuç elde edilememiş ve Diyarbakır Selahattin Eyyubi Devlet Hastanesinin 16/2/2016 tarihli raporu uyarınca birinci başvurucunun %92 oranında engelli olduğu tespit edilmiştir. Başvurucular 10/8/2016 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Başvurucular dava dilekçesinde; ameliyatı gerçekleştiren sağlık görevlilerinin hatalı müdahaleleri sonucunda dört çocuk annesi olan birinci başvurucunun engelli hâle geldiğini, hayatını bakıcı yardımı ile sürdürebildiğini belirterek tüm başvurucular için toplam 000 TL maddi ve 200 TL manevi tazminatın ödenmesini talep etmiştir. Mahkeme dosyayı bilirkişi incelemesi için Adli Tıp Kurumuna (ATK) göndermiştir. ATK İhtisas Kurulunun 23/3/2018 tarihli raporunda; sağlık görevlilerinin uygulamalarının tıp bilimince genel kabul görmüş ilke ve kurallara uygun olduğu, birinci başvurucuda meydana gelen neticenin bu tür ameliyatlardan sonra her türlü dikkat ve özene rağmen ortaya çıkabilen -herhangi bir tıbbi kusur ya da ihmalden kaynaklanmayan- komplikasyon olarak nitelendirilmesi nedeniyle ilgili sağlık çalışanlarına atfı kabil kusur bulunmadığı bildirilmiştir. Başvurucular anılan rapora itiraz ederek, raporda Hastane kayıtlarının değerlendirilmediğini, başvurucuda oluşan felç hâlinin inceleme konusu yapılmadığını ileri sürerek ATK Genel Kurulundan rapor alınmasını talep etmiştir. Başvurucular ayrıca cerrahi müdahale öncesinde alınan aydınlatılmış onamın yetersiz olduğunu bildirmiştir. Mahkeme 12/6/2018 tarihinde başvurucuların maddi tazminat talebinin reddine, manevi tazminat talebinin kısmen kabulü ile başvurucular lehine toplam 000 TL tazminat ödenmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; ATK raporunda yer verilen tespitlerin bilimsel açıdan yeterli olması nedeniyle başvurucuların itirazının reddine karar verildiği, anılan raporda sağlık görevlilerinin kusurunun bulunmadığının belirlenmesi dikkate alınarak maddi tazminat talebinin reddedildiği belirtilmiştir. Gerekçede ayrıca, aydınlatılmış onam belgesinde bilgilendirmeyi yapan hekimin kaşe ve imza kısmının boş olduğu gibi hastanın şuurunun açık olmasına rağmen ameliyat ve komplikasyonları ile ilgili bilgilendirmenin eşine yapıldığı vurgulanarak illiyet bağı ve zararın oluşmasında idarenin kusuru bulunmasa da aydınlatma yükümlülüğünün ihlali nedeniyle başvuruculara manevi tazminat ödenmesi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucular istinaf talebinde bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde; dosyada mevcut heyet raporları ile ATK raporu arasında çelişkiler bulunmasına rağmen ATK Genel Kurulundan rapor alınmadığı, maddi tazminat talebinin reddedilmesinin hukuka aykırı olduğu ve hükmedilen manevi tazminat miktarının yetersiz olduğu ileri sürülmüştür. Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire) 14/10/2020 tarihinde Mahkemenin kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle istinaf talebinin reddine kesin olarak vermiştir. Başvurucular nihai kararı 6/12/2020 tarihinde tebliğ aldıktan sonra 25/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurucunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/1039 | Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, imtiyaz sözleşmesi çerçevesinde katkı payı ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; davanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, entegre iletişim ve teknoloji hizmeti alanında faaliyet gösteren bir şirkettir. Başvurucu Şirket, Ulaştırma Bakanlığı ile 27/4/1998 tarihinde -900 megahertz (Mhz) bant genişliğinde olmak üzere- mobil cep telefonu (GSM) imtiyazı verilmesine ilişkin olarak lisans sözleşmesi imzalamıştır. 12/5/2001 tarihli ve 4673 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu, Posta, Telgraf ve Telefon İdaresinin Biriktirme ve Yardım Sandığı Hakkında Kanun ile Ulaştırma Bakanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un yürürlüğe girmesi üzerine anılan Kanun'un geçici maddesinin amir hükmü gereğince başvurucu, mevcut sözleşmeyi Telekomünikasyon Kurumu ile 13/2/2002 tarihinde yenilemiştir. Yenilenen sözleşmenin maddesinde "İşletmeci, elde edeceği brüt gelirlerden her türlü vergi, resim, harç, fon, hazine payı ve KDV düşüldükten sonra kalan miktarın %00 35'ini (onbinde otuzbeş) Kurum masraflarına katlı payı olarak... Kurum'a ödeyecektir" düzenlemesine yer verilmiştir. Başvuru Şirket, anılan hüküm gereğince de kendisinden talep edilen kurum masraflarına katkı payının önemli bir bölümünü ihtirazi kayıtla ödemiştir. Başvurucu Şirket, Telekomünikasyon Kurumunun, Şirketten kurum masraflarına katkı payı istenmesine ilişkin idari işlemi ve dayanağı kararlar ile imtiyaz sözleşmesinin dava konusu edilen kurum masraflarına katkı payının dayanağını teşkil eden maddesinin yürütmesinin durdurulması ve iptali talebiyle 15/6/2004 tarihinde Danıştay Onuncu Dairesinde dava açmıştır. Danıştay Onuncu Dairesi öncelikle 3/11/2004 tarihli kararı ile yürütmenin durdurulması talebinin reddine karar vermiştir. Başvurucu Şirket, anılan karara karşı 24/12/2004 tarihinde itiraz yoluna başvurmuştur. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu dosya içeriğinden anlaşılamayan bir tarihte itirazın reddine karar vermiştir. Danıştay Onüçüncü Dairesinin kurulmasının ardından dosya, anılan Daireye gönderilmiştir. Daire 26/12/2006 tarihli kararı ile davanın kısmen reddine, kısmen ise incelenmeksizin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde 2183 sayılı Kanun'un maddesi ile işletmecilerden kurum masraflarına katkı amacıyla ücret alınacağı yolunda yasal düzenleme yapıldığı, keza 4673 sayılı Kanun'un geçici maddesinde de hâlihazırda hizmet veren işletmecilerle Kurumun karşılıklı mutabakat sağlayarak bu Kanun'a ve kurum düzenlemelerine aykırı olmayacak şekilde sözleşmelere gidilebileceğine dair hükme yer verildiği dikkate alındığında yenilenen sözleşmede yasal kurum geliri olarak düzenlenen kurum masraflarına katkıya ilişkin paya yer verilmesinde mevcut yasal düzenlemelere aykırı bir husus bulunmadığı belirtilmiştir. Daire ayrıca Kurumun, Kurul kararının uygulanması ile ilgili 9/4/2004 tarihli işleminin iptali istemine ilişkin olarak idari davaya konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu bir idari işlem niteliği bulunmayan bu işlemlerin esasının incelenmesinin imkânsız olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu Şirket tarafından ilgili Daire kararının temyiz edilmesi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 26/9/2012 tarihinde verdiği kararla temyize konu edilen kararı onamıştır. Anılan karara karşı başvurucu Şirketin karar düzeltme talebi ise Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 1/6/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.Nihai karar, başvurucu Şirkete 1/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu Şirket 2/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu Şirket 25/10/2018 tarihli dilekçesiyle bireysel başvurusundan feragat ettiğini belirtmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/16830 | Başvuru, imtiyaz sözleşmesi çerçevesinde katkı payı ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; davanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, varsayıma dayalı şekilde idari para cezası kesilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı ile suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İzin verilen azami yük ağırlığının aşılması suretiyle 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun maddesinin hükmünün ihlal edildiği gerekçesiyle başvurucu Şirkete "gönderen" sıfatıyla 253 TL idari para cezası kesilmiştir. Sahibi olmadığı ve üzerinde tasarruf yetkisi bulunmayan bir araç ile yük taşımacılığı yapılırken kendisine idari para cezası verildiğini, kendisinin sadece taşınan eşyanın sahibi olduğunu belirterek anılan cezaya başvurucunun yaptığı itiraz, İstanbul Anadolu Sulh Ceza Mahkemesinin 23/1/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:"İstanbul Bölge Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünden konuya ilişkin evraklar istenmiş, gönderilen evraklardan itiraza konu hususun net olarak anlaşılması ve celse açılmasını gerektirir bir durumun bulunmaması nedeniyle celse açılmamıştır.Gelen evrakların tetkikinden başvurana ait 06 E... 89plaka sayılı araca 01/03/2007 tarihinde tonaj aşımı yaptığı gerekçesi ile tutanak tutulduğu, bu tutanağa istinaden 2918 sayılı yasanın 65/5maddesiuyarınca253,00TLidari para cezasıverildiği anlaşılmıştır.Mahkememizce yapılan inceleme sonucunda; başvuranın başvurusunu haklı gösterecek şekilde her hangi bir delil ve belgenin bulunmaması nedeniyle başvurunun reddine [karar verilmiştir.]" Anılan karar, başvurucuya 14/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.Bireysel başvuru 14/3/2014tarihinde yapılmıştır. A. Ulusal Hukuk 2918 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Araçların yüklenmesinde, yönetmeliklerle belirlenen ölçü ve esaslara aykırı olarak;…b) Azami yüklü ağırlığın veya izin verilen azami yüklü ağırlığın aşılması, …yasaktır.Birinci fıkranın (b) bendine uymayarak;…d) % 25 fazlasına kadar yüklemelerde 000 Türk Lirası,…İşleten ve gönderenlere ayrı ayrı idarî para cezası verilir.”B. Uluslararası Hukuk İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.”Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), suçluluk karineleri ve ispat yüküne ilişkin olarak ilkeler belirlemiştir. Buna göre ispat yükünün iddia makamından alınıp savunma makamına verilmesi hâlinde masumiyet karinesi ihlal edilebilir (Telfner/Avusturya, B. No: 33501/96, 20/3/2001, § 15). AİHM, Salabiaku/Fransa (B. No: 10519/83, 7/10/1988, §§ 24, 28, 29) başvurusunda, fiilî veya hukuki karinelerin her hukuk sisteminde bulunabileceğini belirttikten sonra ceza hukukundaki karinelerin belli koşulların oluşması durumunda kabul edilebileceğini ifade etmiştir. Mahkemeye göre fiilî veya hukuki karinelerin bulunduğu durumlarda suç isnadı altındaki kişiye bunun aksini ortaya koyma olanağının mutlaka tanınması ve kişinin savunma hakkının kısıtlanmaması gerekir. Bu karinelerin kabul edilebilirliği, ceza davasında risk altında bulunan menfaatle de doğrudan ilgilidir. Sözleşmeci devletler, ceza hukuku kapsamında karinelere başvururken dava konusunun önemi ile savunmanın hakları arasında adil bir denge kurmalıdırlar. Yararlanılan araçlar, ulaşılması gereken meşru amaçla orantılı olmalıdır (Janosevic/İsveç, B. No: 34619/97, 21/5/2003, § 101). Özet olarak AİHM; savunma hakkının kısıtlanmaması, suç isnadı altındaki kişilere karinelerin aksini ortaya koyma olanağının tanınması ve hâkimin sanığı şüpheden yararlandırmak konusunda mutlak takdir hakkının bulunması durumunda masumiyet karinesinin ihlal edilmiş sayılmayacağını, kanun koyucuların bu tür hükümler ihdas etmesinin masumiyet karinesine aykırı olmayacağını belirtmektedir (Pham Hoang/Fransa, B. No: 13191/87, §§ 33, 36). | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3905 | Başvuru, varsayıma dayalı şekilde idari para cezası kesilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı ile suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi ve kanunda öngörülen azami süreyi aşması, tutukluluğun hukuka aykırı olması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın uzun süredir devam etmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/6/2014 tarihinde Karabük Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 24/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 16/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 17/11/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 24/11/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Van Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında 27/12/2009 tarihinde gözaltına alınmış; Van Sulh Ceza Mahkemesinin 29/12/2009 tarihli ve 2009/219 Sorgu sayılı kararıyla kasten adam öldürme ve kasten adam öldürmeye teşebbüs suçlarından tutuklanmıştır. Van Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu ile birlikte 17 şüpheli hakkında 13/6/2010 tarihli ve 2010/3239 Soruşturma sayılı iddianame düzenlenmiş, başvurucunun kasten adam öldürme ve kasten öldürmeye teşebbüs suçlarından cezalandırılması talep edilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 11/8/2010 tarihli ve E.2010/7838, K.2010/6343 sayılı ilamı ile dosyanın Zonguldak Ağır Ceza Mahkemesine nakline karar verilmiştir. 7/4/2014 tarihli duruşmada başvurucunun tahliye talebinin reddi ile tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucunun tutuklamanın devamına dair karara yasal süresi içinde itirazı üzerine itirazı inceleyen Zonguldak Ağır Ceza Mahkemesi 24/4/2014 tarihli ve 2014/353 Değişik İş sayılı kararıyla itirazın reddine kesin olmak üzere karar vermiştir. Bu karar 13/5/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Zonguldak Ağır Ceza Mahkemesi 26/12/2014 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Devam eden yargılamada Zonguldak Ağır Ceza Mahkemesi 18/5/2015 tarihli ve E.2010/180, K.2015/76 sayılı kararıyla başvurucunun tasarlayarak kan gütme saikiyle adam öldürme ve tasarlayarak kan gütme saikiyle adam öldürmeye teşebbüs suçlarından üç kez ağırlaşmış müeebet, üç kez 18 yıl ve üç kez 13 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hakkında yakalama emri çıkarılmasına karar vermiştir. İlk Derece Mahkemesinin kararı temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi Yargıtay Ceza Dairesinde devam etmektedir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.(2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır."5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9776 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi ve kanunda öngörülen azami süreyi aşması, tutukluluğun hukuka aykırı olması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın uzun süredir devam etmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/27578 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutuklamanın makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; delillerin hatalı değerlendirilmesi, gizli tanığın huzurda dinlenilmemesi ve soruşturmanın genişletilmesi taleplerinin reddedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 6/1/2014 ve 4/4/214 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/5052 numaralı bireysel başvuru dosyası, kişi yönünden hukuki irtibatı nedeniyle bu dosya ile birleştirilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Ceyhan Cumhuriyet Başsavcılığınca çocuğu öldürme suçundan başvurucu ve başka şüpheliler hakkında yürütülen soruşturma sırasında başvurucu 2/9/2009 tarihinde gözaltına alınmış ve 3/9/2009 tarihinde tutuklanmıştır. Ceyhan Cumhuriyet Başsavcılığının 8/10/2009 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında çocuğu öldürme suçundan kamu davası açılmıştır. Yargılama sırasında gizli tanık A.nın sanık ve müdafilerinin yokluğunda tespit olunan beyanları,başvurucu ve müdafiinin de hazır bulunduğu 5/3/2010 ve 6/4/2012 tarihli celselerde okunmuştur. Ceyhan Ağır Ceza Mahkemesinin 4/5/2012 tarihli kararı ile başvurucunun çocuğu öldürme suçuna yardımdan mahkûmiyetine karar verilmiştir. Mahkûmiyet kararı, sanıklar ve suça sürüklenen çocuk ile müdafilerinin savunmalarına, katılan beyanlarına, yeminli tanık ifadelerine, gizli tanık A.nın ifadesine, olay nedeniyle düzenlenen tutanaklara, doktor raporlarına ve Adli Tıp Kurumunca düzenlenen raporlara dayandırılmıştır. Başvurucunun temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 27/1/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucu, kişi hürriyeti ve güvenliği ve adil yargılanma hakları yönünden 6/1/2014 tarihinde; sadece adil yargılanma hakkı yönünden 4/4/214 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/233 | Başvuru, tutuklamanın makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; delillerin hatalı değerlendirilmesi, gizli tanığın huzurda dinlenilmemesi ve soruşturmanın genişletilmesi taleplerinin reddedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; köy korucusu olarak görev yapmakta iken terör örgütü mensuplarınca kaçırılması sonrasında köy koruculuğu görevinin idare tarafından sona erdirilmesi, örgüt tarafından alıkonulma süresi boyunca koruculuk görevinin ifa edilememesi sebepleriyle maaştan mahrum kalındığı iddiasıyla 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/12/2013 tarihinde Ankara Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 20/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 19/3/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, geçici köy korucusu olarak görev yapmakta iken Şırnak ili Uludere ilçesi Küçükkurt tepe mevkisinde 22/8/1994 tarihinde terör örgütü mensupları ile güvenlik güçleri arasında çıkan çatışma sonrasında örgüt mensupları tarafından kaçırıldığını, terör örgütü tarafından Kuzey Irak’a götürüldüğünü ve burada uzun süre alıkonulduğunu iddia etmiştir. Başvurucu 11/10/1994 tarihli Vali oluru ile geçici köy koruculuğu görevine son verildiğini beyan etmiştir. Başvurucu, Türkiye Cumhuriyeti ile Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) tarafından ortak yürütülen “Gönüllü Geri Dönüş” programı kapsamında 1997 yılı Kasım ayında Kuzey Irak’tan Türkiye’ye dönüş yaptığını belirtmiştir. Başvurucu 13/5/2005 tarihinde, köy koruculuğu görevini yapamadığı süre boyunca mahrum kaldığı maaş gelirlerinin 5233 sayılı Kanun kapsamında karşılanması talebiyle Şırnak Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 1/2/2007 tarihli ve 2007/2-2007/135 sayılı kararında, başvuru dilekçesi ile talep edilen zararların 5233 sayılı Kanun kapsamında belirtilen zararlardan olmadığının tespit edildiği gerekçesiyle talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine iptal ve tam yargı davası açılmıştır. Mardin İdare Mahkemesinin 3/11/2009 tarihli ve E.2007/2183, K.2009/1401 sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. İlgili gerekçe şöyledir:“...5233 Sayılı ... Kanun’un ... maddesinde sayılan komisyonun görevleri arasında, zarar gören veya mirasçılarının başvurusu halinde bu Kanun kapsamına giren zararın bulunup bulunmadığını tespit etmek olduğunun belirtildiği; maddesinde bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararların; hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlaraverilen her türlü zararlar, yaralanma, sakatlanma ve ölüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri, terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan maddî zararlar olarak sayıldığı......5233 sayılı Yasanın yukarıda yer verilen “kapsam” başlıklı maddesine göre, bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanacak zararların; hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar, yaralanma, sakatlanma ve ölüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri, terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan maddî zararları kapsadığı hükme bağlanmıştır.Bakılan davada ise, davacının uğradığı ileri sürülen maddi zararın terör örgütü mensupları tarafından kaçırıldığı gerekçesiyle Valilik oluruyla görevine son verilmesine ilişkin işlemden kaynaklandığı anlaşılmakta olup, sözkonusu işlemden kaynaklanan maddi zararın 5233 sayılı Yasa kapsamında değerlendirilmesine olanak bulunmamaktadır.Öte yandan, 5233 sayılı Yasada manevi tazminata yer verilmemiş olması nedeniyle davacının 4 yıl boyunca terör örgütünce esir olarak tutulması nedeniyle uğradığı ileri sürülen manevi zararın da 5233 sayılı Yasa kapsamında karşılanamayacağı sonucuna varılmıştır. Bu durumda, davacının 5233 sayılı Yasa kapsamında tazminat istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamakta olup davacının yasal dayanağı bulunmayan tazminat isteminin de kabulüne olanak bulunmamaktadır...” Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 28/2/2013 tarihli ve E.2011/9697, K.2013/1590 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek kararın onanmasına hükmedilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 26/9/2013 tarihli ve E.2013/11170, K.2013/6402 sayılı ilamı ile reddedilmiş, ret kararı başvurucuya 11/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. İlgili gerekçe şöyledir:“... 5233 sayılı Yasanın “kapsam” başlıklı maddesine bakıldığında sulh yoluyla karşılanacak zararların; hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar, yaralanma, sakatlanma ve ölüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri, terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan maddî zararları kapsadığı hükme bağlanmıştır.Dosya kapsamındaki belgelerkarar düzeltme aşamasında yeniden incelenmiş olup, davacının oluştuğunu ileri sürdüğü zararın sebebi olarak bölgede meydana gelen terör olayları gösterilmiş ise de davacının terör örgütü mensuplarınca kaçırıldığına dair bu hususu doğrular nitelikteki belgeler dosyada bulunmamaktadır.Bunun aksine Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından düzenlenmiş olan ve dosyada mevcut olan belgede ise davacının Kuzey Irak’ın çeşitli bölgelerinde mülteci olarak kaldığı ve Gönüllü Geri Dönüş Projesi kapsamında Türkiye’ye geri dönüş yapmış olduğunun belirtildiği görülmüştür. Durum böyle olunca davacının valilik kararı ile görevine son verilmesine dair işlemden kaynaklandığını ileri sürdüğü zararın; Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından düzenlenmiş olan belge dikkate alınarak 5233 sayılı Yasa kapsamında değerlendirilmesine hukuken imkan bulunmadığı sonucuna varılmıştır...” Başvurucu 11/12/2013 tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.” 5233 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Bu Kanun,3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar.” 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesi şöyledir:“Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararlar şunlardır: a) Hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar.b) Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri. c) Terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan maddî zararlar.” 5233 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“7 nci maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz önünde bulundurulması suretiyle,hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile belirlenir.” 5233 sayılı Kanun’un , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8908 | Başvuru, köy korucusu olarak görev yapmakta iken terör örgütü mensuplarınca kaçırılması sonrasında köy koruculuğu görevinin idare tarafından sona erdirilmesi, örgüt tarafından alıkonulma süresi boyunca koruculuk görevinin ifa edilememesi sebepleriyle maaştan mahrum kalındığı iddiasıyla 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; Yüksek Askerî Şûra kararı ile görevden alınan Türk Silahlı Kuvvetleri personeline sağlanan haklardan yararlandırılmama işlemine karşı açılan davada benzer durumda olan personelden farklı uygulama yapılması, gereği gibi savunma yapma imkânı sunulmaması, haksız olarak suç isnat edilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının, eşitlik ilkesinin ve masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/6/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde astsubay olarak görev yapmakta iken Yüksek Askerî Şûra (YAŞ) kararı ile 2007 yılında meslekten ihraç edilmiştir. 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun geçici maddesi uyarınca başvurucu, YAŞ kararı ile ihraç edilen personele sağlanan imkânlardan (maaş, tazminat vb.) faydalanmak için başvuruda bulunmuş ancak Millî Savunma Bakanlığı tarafından talep reddedilmiştir. Başvurucu, söz konusu ret işlemine karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde dava açmıştır. AYİM Birinci Dairesi (Mahkeme) 26/9/2012 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Başvurucu söz konusu yargılama sürecinde kendisine hükme esas alınan belgelerin incelettirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek Anayasa Mahkemesine başvurmuştur. Anayasa Mahkemesi 6/5/2015 tarihli ve B. No: 2012/775 sayılı kararı ile hükme esas alınan belgelerin başvurucuya incelettirilmemesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiği sonucuna varmış, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılarak yeniden yargılama yapılmasına hükmetmiştir. İhlal kararı uyarınca yeniden yargılama yapan mahkeme öncelikle hükme esas alınan belgeleri başvurucunun incelemesine sunmuş ve başvurucuya bu belgelere ilişkin itirazlarını ileri sürme imkânı vermiştir. Mahkeme yeniden yargılama sonucunda 7/4/2016 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle mevcut uyuşmazlığın meslekten ihraç edilme işlemine ilişkin olmayıp başvurucunun 926 sayılı Kanun'un geçici maddesinden yararlandırılma talebinin reddi işlemine yönelik bulunduğu ve bu yararlandırılmama işlemin hukuki değerlendirmesinin yapılacağı hatırlatılmıştır. Millî Savunma Bakanlığının 926 sayılı Kanun'un geçici maddesi uyarınca daha önce meslekten ihraç edilmiş olanlara imkân tanımak noktasında açık bir takdir yetkisinin bulunduğu vurgulanarak bu takdir yetkisinin kamu yararı ve hizmet gereklerine uygun olarak kullanılması gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucunun yapılan idari soruşturma sonucunda gerek kendi ifadesinden gerekse meslektaşlarının beyanlarından uyuşturucu temini ve kullanımı faaliyetinde bulunduğunun tespit edildiği belirtilmiştir. Ayrıca başvurucunun birlik içinde hız limitlerini aşarak askerî araç kullanması nedeniyle beş gün göz hapsi cezası da almış olduğu ifade edilmiştir. Başvurucunun idari soruşturma sırasında ifadesi alınırken iradesinin fesada uğratıldığını veya zorlandığını ortaya koyan bir kanıt bulunmadığı ve dosya içindeki bilgilerin hükme ulaşmak için yeterli olduğu hususlarının altı çizilmiştir. Ayrıca disiplin hukuku ilkeleri çerçevesinde değerlendirme yapıldığından masumiyet karinesinin ihlalinin de söz konusu olmadığı vurgulanmıştır. Sonuç olarak idarenin takdir yetkisini objektif ölçülere uygun bir biçimde kullanmak suretiyle işlem tesis ettiği kanaatine varılmış ve ret gerekçesi oluşturulmuştur. Başvurucu, ret hükmünü 13/5/2016 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 6/6/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 926 sayılı Kanun'un geçici maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"12 Mart 1971 tarihinden bu Kanunun yayımı tarihine kadar, yargı denetimine kapalı idari işlemler veya Yüksek Askerî Şûra kararları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenler veya vefatları hâlinde hak sahipleri, bu madde hükümlerinden yararlanabilmek için altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına başvururlar.Milli Savunma Bakanı, başvurunun kabulüne veya reddine en geç altı ay içinde karar verir. Milli Savunma Bakanı, hazırlık amacıyla sadece gerekli yazışmaların yapılması hususunda yardımcı olmak üzere gerektiğinde komisyonlar kurabilir ve bu komisyonlara, ilgili bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarından temsilci çağırabilir. İlgililerin, Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiklerinin kesilmesine esas bilgi ve belgeler Genelkurmay Başkanlığınca en geç altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına gönderilir." 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde; İdari Yargılama Usulü Kanunu ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun ...bilirkişi, keşif, delillerin tespitine... ilişkin hükümleri uygulanır.'' | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/10431 | Başvuru, Yüksek Askerî Şûra kararı ile görevden alınan Türk Silahlı Kuvvetleri personeline sağlanan haklardan yararlandırılmama işlemine karşı açılan davada benzer durumda olan personelden farklı uygulama yapılması, gereği gibi savunma yapma imkânı sunulmaması, haksız olarak suç isnat edilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının, eşitlik ilkesinin ve masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; haksız yakalama ve gözaltı tedbiri uygulanması nedeniyle açılan davada hükmedilen tazminatın yetersiz olması, ayrıca haksız olarak sürdürülen adli kontrol tedbirinden dolayı tazminat ödenmemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Kars/Kağızman'da icra edilen operasyon kapsamında terör örgütü üyeleriyle güvenlik güçleri arasında çıkan çatışma sonrasında örgüt üyelerinin üzerilerinde ve barınma yerlerinde yapılan aramalarda ele geçirilen not defterinde birçok kişinin yanı sıra başvurucunun da isminin olduğunun tespit edilmesi üzerine başvurucu hakkında PKK/KCK silahlı terör örgütü ile üyesi olduğu isnadıyla soruşturma başlatılmıştır. Kars Sulh Ceza Hâkimliği (Sulh Ceza Hâkimliği) kararı uyarınca diğer 31 şüphelinin yanı sıra başvurucunun da evinde 12/10/2017 tarihinde arama yapılmış, cep telefonuna el konmuş, başvurucu aynı tarihte müsnet suçtan gözaltına alınmıştır. Başvurucu, Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/10/2017 tarihli kararıyla sorgusunun ardından hakkında imza atmak suretiyle en yakın polis merkezine başvurma ve yurt dışına çıkış yasağı şeklindeki adli kontrol tedbiri uygulanmak üzere salıverilmiştir. Kars Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu hakkında 2/5/2019 tarihinde şuçun işlendiğine dair yeterli delil bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kovuşturmaya yer olmadığı kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu, hukuka aykırı yakalama ve gözaltı tedbiri uygulanması nedeniyle tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, hakkında gözaltı tedbiri uygulanmasını gerektirecek delil bulunmadığı hâlde gözaltına alındığını, uzun süre keyfî olarak gözaltında tutulduğunu, delil olmamasına rağmen adli kontrol tedbirlerinin sürdürüldüğünü belirterek 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat talep etmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi 24/12/2020 tarihinde, on üç gün süre boyunca gözaltında kalması nedeniyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi uyarınca başvurucuya 588,80 TL maddi, 871 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu; istinaf dilekçesinde, terör örgütü ile bir ilişkisi olmadığının kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla tespit edildiğini, uzun süre adli kontrol tedbiri uygulandığı da gözetildiğinde hükmedilen tazminat miktarlarının yetersiz olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucunun istinaf talebi Bölge Adliye Mahkemesi tarafından kesin olarak esastan reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 16/3/2021 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 1/4/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne, yargılama giderlerini ödemekten geçici olarak muaf tutulmasına, ayrıca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/22560 | Başvuru, haksız yakalama ve gözaltı tedbiri uygulanması nedeniyle açılan davada hükmedilen tazminatın yetersiz olması, ayrıca haksız olarak sürdürülen adli kontrol tedbirinden dolayı tazminat ödenmemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, taşınmazın dava yoluyla tapusunun iptal edilerek orman vasfıyla Hazine adına tespit ve tescilinden dolayı uğranılan zararın tazmin edilmesi istemiyle açılan davanın zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 10/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1930 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir.A. Uyuşmazlığın Arka Planı İstanbul'un Beykoz ilçesi Anadolu feneri köyü 180 parsel sayılı tarla vasıflı ve 960 m² yüz ölçümündeki taşınmaz, 1970 yılında yapılan tapulama çalışmalarında başvurucunun murisi Havva Deniz ile diğer hissedarlar adına tespit edilmiştir. Başvurucu bu tespitin Beykoz Zabıt Defterindeki Mayıs 1928 tarihli cilt, sayfa ve 7, 8 ve 9 sıra No.lu tapu kayıtlarına dayandığını belirtmiştir. Orman İdaresi 11/5/1973 tarihinde Beykoz Tapulama Hâkimliğinde (Hâkimlik) başvurucunun murisi ile birlikte diğer paydaşlar aleyhine, taşınmazın orman tahdidi içinde kaldığı gerekçesiyle tapulama tespiti ve komisyon kararına itiraz davası açmıştır. Hâkimlikçe taşınmazın orman tahdit sınırı içinde kaldığı gerekçesiyle 26/8/1987 tarihinde davanın kabulüyle taşınmazın orman tahdidinin müseccel bulunduğu birliğin tapu kütüğüne aktarılmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde ayrıca taşınmazın eski tapulu yer olmasına rağmen orman tahdidine alınmakla tapuların hükmünü yitirdiği belirtilmiştir. Başvuru formunda ve ekinde bu karara karşı kanun yoluna gidildiğine ilişkin bir beyan veya delile rastlanmamıştır. Ancak başvuruya konu tazminat davasının gerekçeli kararında söz konusu 26/8/1987 tarihli Hâkimlik kararının 5/7/2012 tarihinde kesinleştiği ifade edilmiştir. Başvuru konusu taşınmaza ait 19/2/2013 tarihli tapu kaydının malik hanesinin boş olduğu ve beyanlar hanesinde ''taşınmazın 6831 sayılı Kanun'un 2/B gereğince 24/5/1995 tarihinde orman dışına çıkarıldığı, 12/9/1995 ve 13/3/2006 tarihlerinde derecede kara askeri yasak saha içerisinde kaldığı ve en son 9/11/2012 tarihinde tescile yönelik kesinleşmiş mahkeme kararı vardır'' şerhlerinin düşüldüğü görülmüştür. B. Başvuru Konusu Tazminat Davası Süreci Başvurucu ve diğer mirasçılar, Beykoz Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) taşınmaza ait tapu kaydının hiçbir bedel ödenmeksizin iptal edilmiş olması nedenine dayanarak 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi uyarınca 31/1/2013 tarihinde tazminat davası açmıştır. Mahkemece 24/3/2014 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Tüm dosya kapsamından davacı TMK'nun ve maddelerine göre dava konusu taşınmazda herhangi satın alma işlemi olmadığı, taşınmazın Beykoz Kadastro Hakimliğinin 1986/14 Esas 1987/28 sayılı kararı ve 05/07/2012 kesinleşme tarihli kararına göre 'Orman' olarak hükmen tesciline karar verilmiş olduğu, korunabilecek bir iyiniyetinin olmadığı gibi hüküm tarihleri göz önüne alındığında tazminat taleplerinin zamanaşımına uğradığı anlaşıldığından, orman olan dava konusu yerin evveliyatının murislerine ait olduğu iddiası ile davacıların açtığı Tazminat taleplerinin reddine karar vermek gerekmiştir." Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesince (Daire) 11/5/2017 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi Dairece 22/3/2018 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 13/4/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat Hükümleri 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenîsi'nin maddesi şöyledir:"Gayrimenkul mülkiyetini iktisap için tapu siciline kayıt, şarttır. Bununla beraber işgal, miras, istimlak, cebri icra tarikleriyle veya mahkeme ilamı ile bir gayrimenkulü iktisabeden kimse tescilden evvel dahi ona malik olur. Fakat tescil merasimi ikmal edilmedikçe temliki tasarrufta bulunamaz." 4721 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır." 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder. Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür. " 3/12/2001 tarihli ve 4722 sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un maddesi şöyledir:"Eski hukuka göre kurulmuş olup da, Türk Kanunu Medenîsinin yürürlükte bulunduğu zamanda varlıklarını korumuş olan aynî haklar, Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten sonra da varlıklarını sürdürürler. Bu haklardan Türk Medenî Kanunu uyarınca kurulması mümkün olmayanlar, tapu kütüğünün beyanlar sütununa yazılır." 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun mülga maddesinin üçüncü fıkrasının ilk hâli şöyledir:"Orman sınırları içerisinde kalan veya orman dışına çıkarılan alanlarda tapulu yerlerle iskân suretiyle veya toprak tevzii yoluyla verilen yerler (işlemleri tamamlanmamış olsa dahi) başka bir şart aranmadan hak sahipleri adına tespit ve tescil edilir." 3402 sayılı Kanun'un mülga maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan "Orman sınırları içerisinde kalan ..." ibaresi Anayasa Mahkemesinin 13/6/1989 tarihli ve E.1989/7, K.1989/25 sayılı kararıyla iptal edilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "1- Anayasa'nın Maddesi Yönünden inceleme:Topraksız ya da yeterli toprağı bulunmayan, çiftçilikle uğraşan köylüye toprak sağlanması amacıyla gerekli önlemlerin alınacağını öngören Anayasa'nın maddesi, bu görevin yerine getirilmesinin, üretimin düşürülmesi, ormanların küçülmesi, diğer toprak ve yeraltı servetlerinin azalması sonucunu doğurmayacağım da belirtmektedir, itiraz konusu ibare orman olan yerin dağıtılması durumunda da, bu işlemin ortadan kaldırılarak dağıtılan yerin yeniden orman sınırları içerisine alınmasını önlemektedir. Bu yönüyle, dolaylı da olsa, ormanların küçülmesine neden olan ibare Anayasa'ya aykırı düşmektedir.Kaldı ki, Anayasa'nın maddesi devleti, toprağın erozyonla kaybedilmesini önlemek amacıyla gerekli önlemleri almakla görevlendirmiştir. Daha önce orman olan yerlerin erozyonla yitirilmesi büyük olasılık taşımaktadır. Devletin, kendi malı olmayan taşınmazlar içinde önlem alabileceği düşünülebilirse de, malikinin izni olmadan gerçek kişilerin (ve özel hukuk tüzelkişilerin) taşınmazları için önlemler uygulaması güçlükler yaratabilir, itiraz konusu ibare bu nedenle de Anayasa'nın 44, maddesine aykırıdır.2- Anayasa'nın Maddesi Yönünden inceleme:Toprak dağıtımına konu olan yerler, 4753 sayılı Yasa'yla bu Yasa'dan önceki, aynı amaca yönelik talimatnameler uyarınca kişilere verilmişlerdir. 3402 sayılı Yasa'nın incelenmekte olan ibaresi bu tür yerleri, orman olduklarına bakılmaksızın, dağıtıldığı kişilere vermekte, onlar adına tespit ve tescili öngörmektedir.Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının ilk tümcesi, 'Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz' açıklığıyla, orman sayılan bir yerin özel mülkiyete geçirilmesini kesin olarak yasaklamaktadır. Anayasa Mahkemesi'nin 1988 günlü, 19905 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 1988 günlü, Esas 1987/31, Karar 1988/13 sayılı kararında da belirtildiği üzere orman olan yerlerin dağıtımı geçersizdir, işlemleri tamamlanmış olsa bile Anayasa'nın maddesi karşısında özel mülkiyet konusu yapılması olanaksızdır.itiraz konusu ibare, ayrıca, Anayasa'nın maddesinin dördüncü fıkrasına karşın orman sınırlarında daraltmaya neden olduğu için de Anayasa'ya aykırıdır. Sözü edilen fıkradaki koşullan taşımayan yerlerin, toprak dağıtımı yoluyla, kişilere bırakılması açıkça orman sınırlarının daraltılması sonucunu doğurmaktadır.Bu nedenlerle, 'Orman sınırları içerisinde kalan...' ibaresi iptal edilmelidir." 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç ve ağaççık toplulukları yerleriyle birlikte orman sayılır." 6831 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:"Bu yerler dışında orman sınırlarında hiçbir suretle daraltma yapılamaz. " Yargıtay İçtihadı 4721 sayılı Kanun'un maddesiyle tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğu, devletin zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu edebileceği hüküm altına alınmıştır. Öncesinde Yargıtay, bu maddenin sadece tapu sicilinde yapılan hataları kapsadığı ancak tapu sicili oluşturulurken yani kadastro çalışmalarından kaynaklanan hataların bu madde kapsamında değerlendirilemeyeceği yönünde kararlar vermiştir. Bununla birlikte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından verilen çok sayıda ihlal kararından sonra Yargıtay, içtihat değişikliğine giderek kadastro sırasında yapılan hataların da 4721 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında devletin sorumluluğu altında olduğuna ve tazminat ödenmesi gerektiğine dair kararlar vermiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ilk defa 18/11/2009 tarihli ve E.2009/4-383, K.2009/517 sayılı ilamıyla içtihat değişikliğine gitmiştir. Bu kararın ilgili kısmı şöyledir:"Tapu işlemleri kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan bu kayıtlarda yapılan hatalardan 4721 sayılı Kanun'un maddesine göre devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir. Burada devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi ya da yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16/6/2010 tarihli ve E.2010/4-349, K.2010/318 sayılı kararı da benzer yöndedir. Yargıtaya göre kadastrodan kaynaklanan hatalar nedeniyle zarar görenler, 4721 sayılı Kanun'un maddesi gereğince zararlarının tazmini için 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu'nun maddesi gereğince on yıllık zamanaşımı süresi dolmadan Hazine aleyhine adli yargıda dava açabilir (Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/12/2012 tarihli ve E.2012/7876, K.2012/14598 sayılı kararı).B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol'ün maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." AİHM, mülkün gerçek değerine göre makul kabul edilebilecek bir miktarda tazminat ödemeden mülkiyetten yoksun bırakmanın Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün maddesi kapsamında aşırı bir yük oluşturduğunu ve hiç tazminat ödenmeden mahrum bırakmanın ancak istisnai durumlarla haklı bulunabileceğini belirtmektedir (Nastou/Yunanistan (No. 2), B. No: 16163/02, 15/7/2005, § 33; Jahn ve diğerleri/Almanya [BD], B. No: 46720/99, 72203/01, 72552/01, 30/6/2005, § 116). Turgut ve diğerleri/Türkiye (B. No: 1411/03, 8/7/2008) kararına konu olayda, 1911 yılında tapuya tescil edilen taşınmazın tapu kaydında orman olması dolayısıyla özel mülkiyete konu olamayacağı gerekçesiyle yargı kararıyla iptal edilmiştir. AİHM, başvurucuların miras bırakanının 1911 yılında bu taşınmazı edindiğine ve başvurucuların tapu kayıtlarının Hazine yararına iptal edildiği tarihe kadar söz konusu taşınmazın iç hukuktaki tüm sonuçlarıyla birlikte meşru olduğuna işaret etmiştir. AİHM sonuç olarak tazminat ödenmeksizin tapu kaydının iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlaline karar vermiştir (Turgut ve diğerleri/Türkiye, §§ 86-93). Devecioğlu/Türkiye (B. No: 17203/03, 13/11/2008) kararında da AİHM, tapu siciline güven ilkesi çerçevesinde satın alınan bir taşınmazın tapu kaydının tazminat ödenmeksizin iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Devecioğlu/Türkiye, §§ 31-41). Avyidi/Türkiye (B. No: 22479/05, 16/7/2019) kararına konu olayda ihtilaf konusu taşınmazın başvurucuya ait olduğunu gösteren 1954 tarihli bir tapu bulunmaktadır. 1998 yılında yapılan kadastro çalışmalarında bu tapunun kapsadığı yer Hazine adına tespit ve tescil edilmiştir (Avyidi/Türkiye, §§ 6-31). AİHM öncelikle mülkün bulunup bulunmadığını tartışmıştır. Hükûmetin tapunun geçerliliğine itiraz etmediğinin altını çizen AİHM, olaydaki tartışmanın söz konusu tapunun dava konusu taşınmazların tamamını kapsayıp kapsamadığına yönelik olduğuna işaret etmiştir. AİHM ulusal mahkemelerin mülkün bütün sınırlarının ihtilaf konusu taşınmazlara karşılık geldiğinin kesin olarak tespit edilemediği yönünde ulaştığı sonucun keyfî olmadığını vurgulamış ancak ulusal mahkemelerin yine de tapuda belirtilen mülkün sınırlarından ikisinin söz konusu mülke karşılık geldiğini kabul ettiklerini kaydetmiştir. AİHM'e göre mevcut başvuru, tapunun talep edilen mülkle ilgili olmadığı, tapuda belirtilen sınırlardan hiçbirinin mülkün sınırlarına karşılık gelmediği Dönmez ve diğerleri/Türkiye ((k.k.), B. No: 19258/07, 30/1/2018) başvurusundan farklıdır. Başvurucunun mülkünün sınırlarından ikisinin ihtilaf konusu taşınmaza karşılık geldiğinin tespit edilmesi nedeniyle tapu kaydının davaya konu parsellerin bir kısmını kapsadığı açıktır. Ulusal mahkemelerin yaptığı bu olgusal tespitler dikkate alındığında bir başka sonuca varmak açıkça mantıksız olacaktır. Bu nedenle Sözleşme’ye ek 1 No.lu Protokol’ün maddesi somut olayda uygulanabilir niteliktedir (Avyidi/Türkiye, §§ 87-100). AİHM esasta ise başvurucunun mülkiyetine tazminatsız bir şekilde son verilmesinin Sözleşme’ye ek 1 No.lu Protokol’ün maddesinin gerektirdiği adil dengenin başvurucunun aleyhine bozulduğunu belirtmiş ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Avyidi/Türkiye, §§ 104-112). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/14592 | Başvuru, taşınmazın dava yoluyla tapusunun iptal edilerek orman vasfıyla Hazine adına tespit ve tescilinden dolayı uğranılan zararın tazmin edilmesi istemiyle açılan davanın zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutuklunun ceza infaz kurumundan ailesinin yaşadığı yere yakın bir infaz kurumuna nakli ile bu konu hakkında bilgi talebine ilişkin dilekçesinin nakil şartlarını taşımadığı değerlendirilerek işleme konulmaması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. OHAL süreci, üçer aylık sürelerle uzatılarak 18/7/2018 tarihine kadar devam etmiştir. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı ve OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır.10 Eski bir hâkim olan başvurucu, darbe teşebbüsü sonrasında yürütülen soruşturma sürecinde silahlı terör örgütü (Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması) üyesi olduğu gerekçesiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 18/10/2016 tarihli kararıyla tutuklanmış ve Silivri 6 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) konulmuştur. Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün (Genel Müdürlük) Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) aracılığıyla Ceza İnfaz Kurumuna gönderdiği tutuklu nakilleri konulu 8/9/2016 tarihli yazısında, yargılama yeri ve suç nedeniyle bazı tutukluların başka kurumlara nakledildiğinin görüldüğü belirtilmiştir. Genel Müdürlük tarafından hazırlanan 5/6/2015 tarihli ve 167 No.lu Ceza İnfaz Kurumlarının Tahsisi, Nakil İşlemleri ve Diğer Hükümler Hakkında Genelge'nin (Genelge) "Suç ve yargılama yeri nedeniyle nakil" kenar başlıklı maddesinin (13) numaralı fıkrasında tutukluların yargılanacakları mahkemeler belli olup duruşmaları için müzekkere gelinceye kadar bulundukları kapalı ceza infaz kurumunda barındırılmalarına devam edileceğinin açıkça belirtildiği vurgulanmıştır. Bu kapsamda soruşturma evrakı veya dava dosyasının görevsizlik veya yetkisizlik kararı ile iade edilen tutukluların yargılanacakları mahkemeler belli olmadan ve duruşmaları için müzekkere gelmeden Genelge'nin ilgili maddeleri uyarınca başka bir ceza infaz kurumuna nakillerinin yapılması hâlinde söz konusu naklin Genelge'ye aykırılık teşkil edeceği bildirilmiştir. Başvurucu; Genel Müdürlüğe hitaben yazdığı 27/12/2016 tarihli dilekçesinde; İstanbul Adliyesinde görev yapmaktayken tutuklandığını, İstanbul'da bir yakınının bulunmadığını ve ailesinin açık/kapalı görüşlere gelme konusunda sıkıntı yaşadığını belirterek ailesinin yaşadığı Denizli'deki (olmadığı takdirde İzmir veya Antalya'daki) ceza infaz kurumuna naklinin mümkün olup olmadığı, mümkün ise şartlarının bildirilmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucunun dilekçesi Ceza İnfaz Kurumu tarafından işleme konulmamıştır. Söz konusu dilekçenin alt kısmına yazılan derkenar ise şöyledir:"İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından tutuklanmışsınız. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 05/06/2015 tarihli ve 167 No.lu Genelgesinin 'Suç ve yargılama yeri nedeniyle nakil' başlıklı maddesinin fıkrasında; 'Tutuklular öncelikle mahkemenin bulunduğu yerdeki kapalı ceza infaz kurumunda barındırılacaktır.' hükmü gereğince dilekçenize işlem yapılmamıştır." Başvurucu bu defa Ceza İnfaz Kurumuna hitaben yazdığı 16/1/2017 tarihli dilekçesinde; Genel Müdürlüğe hitaben yazdığı dilekçesinin işleme konulmamış olması nedeniyle dilekçe hakkının engellendiğini, nakil konusunun ihtiyari olduğunu, dilekçesinde belirttiği gerekçelerin kabul görüp görmeyeceğinin belirlendikten sonra naklin gerçekleştirilebileceğini, bu nedenle dilekçesinin ekindeki yazısının Genel Müdürlüğe gönderilerek UYAP kayıt numarasının tarafına bildirilmesini istemiştir. Genel Müdürlüğe hitaben yazdığı ekli dilekçesinde ise babasının yakın zamanda trafik kazası geçirdiğinden ziyaretine gelmesinin sağlığı açısından sorun oluşturduğunu, annesi ve ablasının da İstanbul'a gelip sonrasında Silivri'ye gelmelerinin zorluklarını ifade etmiştir. Ceza İnfaz Kurumunun 17/1/2017 tarihli yazısı ile başvurucunun dilekçesinin işlemsiz olarak iade edilmesine karar verildiği başvurucuya bildirilmiştir. Karar gerekçesinde, başvurucu hakkında devam eden soruşturma veya dava dosyasının İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı ve mahkemeleri tarafından yürütüldüğü hatırlatılarak nakil talebinin Genelge'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasına aykırılık oluşturacağı açıklanmıştır. Ceza İnfaz Kurumu kararının kaldırılması talebiyle başvurucunun yaptığı şikâyet başvurusu Silivri İnfaz Hâkimliğinin (İnfaz Hâkimliği) 31/3/2017 tarihli kararı ile kabul edilmiştir. Kararda, başvurucunun talebinin dilekçe hakkının kullanılmasına yönelik olduğu vurgulanmış ve dilekçe hakkının kullanılmasını sağlamak amacıyla dilekçenin Genel Müdürlüğe gönderilmesine karar verildiği açıklanmıştır. Başsavcılık anılan karara 10/4/2017 tarihinde itiraz etmiştir. İtirazda; Genel Müdürlüğün 8/9/2016 tarihli yazısına göre düzenleme dışı nakil yapılmamasına, aksi durumun Genelge'ye aykırı olacağına işaret edildiğinden başvurucunun dilekçesinin Genel Müdürlüğe gönderilmediği ve sebebi konusunda bilgilendirme yapıldığı belirtilmiştir. Aksi durumun lüzumsuz yazışmalarla Genel Müdürlüğün meşguliyetine yol açacağı gibi Ceza İnfaz Kurumunun işleyişini de yavaşlatacağı ifade edilmiştir. Bu nedenlerle Genel Müdürlükçe işleme alınması söz konusu olmayan dilekçenin gönderilmesi yönünde karar verilmesinin düzenlemeyle çelişmesi dolayısıyla İnfaz Hâkimliğinin kararının kaldırılması talebinde bulunulmuştur. Başsavcılığın itirazı, Silivri Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 1/6/2017 tarihli kararı ile kabul edilmiş ve İnfaz Hâkimliğinin kararının kesin olarak kaldırılmasına karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, başvurucunun dilekçesinin öncelikle Ceza İnfaz Kurumunca değerlendirilerek şartları taşıyorsa Genel Müdürlüğe gönderilmesi ve açıkça şartları taşımaması hâlinde gönderilmemesi uygulamasında hukuka aykırılık bulunmaması nedeniyle itirazın kabulüne karar verildiği açıklanmıştır. Nihai karar 22/6/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelerden; başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 18/4/2017 tarihli iddianamesi ile kamu davasının açıldığı, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davada başvurucunun savunmasının alındığı 8/11/2017 tarihli ilk duruşmasında tahliyesine karar verildiği ve başvurunun inceleme tarihi itibarıyla yargılamanın derdest olduğu anlaşılmaktadır. Diğer yandan Anayasa Mahkemesinin 18/12/2019 tarihli yazısı ile başvurucunun Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu kaldığı sürede yaptığı tüm görüşlere ilişkin bilgi ve belgeler talep edilmiştir. 19/12/2019 tarihli cevap yazısından başvurucunun tutuklu olarak barındırıldığı 18/10/2016 ile 8/11/2017 tarihleri arasında beş kez açık görüş hakkından yararlandığı ancak kapalı görüş yapmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun bu süre içinde aile fertleriyle (annesi, babası ve kardeşi) 28/10/2016, 24/4/2017, 26/6/2017, 4/9/2017 ve 23/10/2017 tarihlerinde açık görüş; iki haftada bir telefonla haberleşme hakkını kullandığı anlaşılmıştır. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un "Hükümlüyü ziyaret" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Hükümlü, belgelendirilmesi koşuluyla eşi, üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımları ile vasisi veya kayyımı tarafından haftada bir kez ve ayrıca kuruma kabullerinde, zorunlu hâller dışında bir daha değiştirilmemek üzere, ad ve adreslerini bildirdiği en fazla üç kişi tarafından, yarım saatten az ve bir saatten fazla olmamak üzere çalışma saatleri içinde ziyaret edilebilir. ...... (3) Görüşler, koşul ve süreleri Adalet Bakanlığınca hazırlanan yönetmelikle kapalı ve açık olmak üzere iki biçimde yaptırılır." 5275 sayılı Kanun’un "Kendi istekleri ile nakil" kenar başlıklı maddesi şu şekildedir:"(1) Hükümlülerin kendi istekleri ile bulundukları kurumdan başka kurumlara nakledilebilmeleri için;a) Gitmek istedikleri kurumlardan durumlarına uygun en az üç yeri belirten bir dilekçe vermeleri,b) Nakil giderlerini peşin olarak ödemeyi kabul etmeleri,c) Koşullu salıverilmelerine beş aydan az süre kalmamış olması,d) İyi hâl göstermeleri, disiplin cezası almamış veya kaldırılmış olması,e) İstekte bulunulan kurumda yer, kapsama gücü ve sınıfının uygun bulunması ve tutukevi olmaması,f) Mahkûmiyet sürelerine uygun hükümlülerin barındırıldığı bir kurum olması,g) Daha önce disiplin nedeniyle ayrılmak zorunda kaldıkları kurum olmaması,Gerekir. (Ek cümle: 24/1/2013-6411/7 md.) Çocuk hükümlüler bakımından bu fıkranın (b) bendi uygulanmaz. (2) Bu hükümlüler nakledildikleri kurumlarda, eğitim öğretim veya hastalık nedeniyle nakil hariç, bir yıl kalmak zorundadırlar. Çocuklar bakımından bu süre altı ay olarak uygulanır." 5275 sayılı Kanun'un "Tutukluların yükümlülükleri" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şu şekildedir:"Bu Kanunun;... nakiller, disiplin nedeniyle nakil, zorunlu nedenlerle nakil, hastalık nedeniyle nakil, nakillerde alınacak tedbirler,... konularında 9, 16, 21, 22, 26 ilâ 28, 34 ilâ 53, 55 ilâ 62, 66 ilâ 76 ve 78 ila 88 inci maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir." 5275 sayılı Kanun gereğince Genel Müdürlük tarafından hazırlanan Genelge'nin "Suç ve Yargılama Yeri Nedeniyle Nakil" başlıklı maddesinin (1) ve (13) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Tutuklular, öncelikle yargılandıkları mahkemenin bulunduğu yerdeki kapalı ceza infaz kuramlarında, bu yerde kapalı ceza infaz kurumu bulunmuyor ise suçları itibariyle konumlarına uygun en yakın kapalı ceza infaz kurumlarında barındırılacaktır. (13) Haklarındaki soruşturma evrakı veya dava dosyasının görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilerek yetkili Cumhuriyet başsavcılıklarına veya mahkemelere gönderilmesi halinde tutuklular yargılanacakları mahkeme belli olup, duruşmaları için müzekkere gelinceye kadar bulundukları kapalı ceza infaz kuramımda barındırılacaktır.Ancak; ağır ceza mahkemelerinin görevine giren suçlardan tutuklu olup, müdürlük teşkilatı bulunmayan kapalı ceza infaz kuramımda bulunanlar derhal bağlı ağır ceza merkezi kapalı ceza infaz kurumuna nakledilecektir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre özel hayat, özel bir sosyal hayat sürdürmeyi yani kişinin sosyal kimliğini geliştirme hakkı anlamında bir özel hayatı güvence altına almaktadır. Bu yönü ile birlikte değerlendirildiğinde bahsi geçen hak, ilişki kurmak ve geliştirmek üzere çevresinde bulunanlarla temas kurma hakkını da içermektedir (Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, § 45; Oleksandr Volkov/Ukrayna, B. No: 21722/11, 9/1/2013, §§ 165-167; Niemietz/Almanya, B. No: 13710/88, 16/12/1992, § 29). AİHM'e göre hükümlü ve tutuklular, Sözleşme kapsamında kalan temel hak ve hürriyetlerin tamamına kural olarak sahiptirler (Hirst/Birleşik Krallık (No. 2) [BD], B. No: 74025/01, 6/10/2005, § 69). AİHM'e göre suçun mahiyeti haklı gösteriyorsa bir tutuklunun özel bir ceza infaz kurumu rejimine veya sınırlayıcı ziyaret düzenlemelerine tabi tutulması Sözleşme'nin maddesi kapsamındaki hakkına müdahale teşkil eder ancak kendiliğinden bu hakkın ihlali anlamına gelmez (Vlasov/Rusya, B. No: 78146/01, 12/6/2008, § 123). AİHM'e göre hükümlü ve tutukluların özel ve aile hayatına saygı gösterilmesi hakkı, ceza infaz kurumu idaresinin hükümlü ve tutukluların ailesi ve yakınlarıyla temasını devam ettirecek önlemleri almasını zorunlu kılmaktadır (Messina/İtalya (No. 2), B. No: 25498/94, 28/9/2000, § 61; Ouinas/Fransa (k.k.), B. No: 13756/88, 12/3/1990; Kučera/Slovakya, B. No: 48666/99, 17/7/2007, § 127). Bu hakka getirilen sınırlamalar, suç ve düzensizliğinin önlenmesi için güvenlik nedeniyle uygulamaya konulmuş olsa da haklı bir gerekçeye dayanmalıdır (Gülmez/Türkiye, B. No: 16330/02, 20/5/2008, § 46). Federal Alman Anayasa Mahkemesinin bir kararında; aileyle uzun görüşe izin verilmemesi şeklindeki ceza infaz kurumu kararına yapılan itirazda, Mahkemenin geçici hukuki koruma tedbiriyle ilgili olarak kurumun kararına ilişkin gerekçeleri belirleme yükümlülüğünü standartlaştırmaktan kaçınılmıştır. Bir mahkeme kararının, itiraza konu yasa uygulaması ya da onun için kullanılan prosedür kusurlu olsa bile keyfîlik yasağını ihlal etmeyeceği belirtilmiştir. Ancak buna ek olarak verilen kararın bariz bir şekilde açık hukuk kurallarına aykırı olmaması ve keyfî değerlendirmelere dayanmaması gerektiği vurgulanmıştır (Federal Alman Anayasa Mahkemesi, 2 BvR 2530-31/16, 21/12/2016). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/31069 | Başvuru, tutuklunun ceza infaz kurumundan ailesinin yaşadığı yere yakın bir infaz kurumuna nakli ile bu konu hakkında bilgi talebine ilişkin dilekçesinin nakil şartlarını taşımadığı değerlendirilerek işleme konulmaması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, “terör örgütü propagandası yapmak” suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 12/3/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 5/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 18/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 12/8/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK. maddesi ile yetkili) yürütülen soruşturma kapsamında 12/11/2006 tarihinde gözaltına alınmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (CMK. maddesi ile görevli), 14/11/2006 tarih ve 2006/68 Sorgu sayılı kararı ile tutuklama talebini reddederek, başvurucunun serbest bırakılmasına karar vermiştir. Başvurucu ve diğer altı şüpheli hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK. maddesi ile yetkili) 20/11/2006 tarih ve E.2006/1030 sayılı iddianamesi ile "terör örgütü propagandası yapmak" suçunu işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Dava, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK maddesi ile görevli) E.2006/354 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK. maddesi ile yetkili) yürütülen başka bir soruşturma kapsamında 26/3/2007 tarihinde gözaltına alınmış, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK maddesi ile görevli) 27/3/2007 tarih ve 2007/36 Sorgu sayılı kararı ile tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK. maddesi ile yetkili) 5/4/2007 tarih ve E.2007/552 sayılı iddianamesi ile "terör örgütüne üye olmak ve terör örgütü propagandası yapmak" suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (CMK maddesi ile görevli), 6/9/2007 tarih ve E.2007/244, K.2007/198 sayılı kararı ile dava dosyasının, Mahkemenin E.2006/354 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine, yargılamanın bu dosya üzerinden yürütülmesine karar vermiştir. Başvurucu, 6/9/2007 tarihinde tahliye edilmiştir. Mahkemece, 8/10/2009 tarih ve E.2006/354, K.2009/322 sayılı karar ile başvurucunun "terör örgütüne üye olmak" suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 7/5/2013 tarih ve E.2011/12230, K.2013/7332 sayılı ilâmı ile “başvurucunun terör örgütü üyesi olduğuna ilişkin somut bilgi ve belge bulunmadığı, ayrıca terör örgütünün propagandasının bir defadan fazla yapılmasının terör örgütü üyeliği oluşturmayacağı, terör örgütü propagandası yapmak suçundan, hükümden sonra yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun’un geçici maddesi de gözetilerek katıldığı eylem sayısınca hüküm kurulması gerektiği gözetilmeden yazılı gerekçeyle silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan mahkûmiyet hükmü kurulduğu” gerekçesiyle bozulmuştur. Mahkemece bozma ilâmına uyularak yapılan yargılama sonunda, 19/12/2013 tarih ve E.2013/74, K.2013/129 sayılı karar ile başvurucu hakkında "terör örgütü propagandası yapmak" suçundan yürütülen kovuşturmaların ayrı ayrı ertelenmesine karar verilmiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 17/2/2014 tarih ve 2014/245 Değişik İş sayılı kararı ile kesin olarak reddedilmiştir. Karar, 7/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 12/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/4/1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesinin ikinci fıkrası; 2/7/2012 tarih ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un Geçici maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3282 | Başvurucu, “terör örgütü propagandası yapmak” suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, askerî tatbikat sonrasında arazide terk edilen mühimmatın patlaması sonucunda hayati tehlike geçirecek şekilde bir yaralanmanın meydana gelmesi ve bu olayla ilgili olarak etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. İkinci Bölüm tarafından yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Olay tarihinde on yedi yaşında olan başvurucu, Diyarbakır'ın Ergani ilçesinin Şölen köyünde yaşamakta ve çobanlık yapmaktadır. Başvurucunun yaşadığı bölgedeki askerî birlik 11/1/2007-12/1/2007 tarihlerinde Şölen köyünün sınırları içindeki İncebel Dağı mevkiinde bulunan eski bir taş ocağında tatbikat amaçlı top ve benzeri silah atışları yapmıştır. Askerî birlik, atış öncesi ve sırasında bölgeye yaklaşılmaması gerektiğini muhtar aracılığıyla köy camisinde anons ettirmek suretiyle bölge halkına duyurmuştur. Tatbikattan sonra yapılan atışlarda bir kısım mühimmatın patlamadığının tespit edilmesi üzerine yetkili komutan tarafından askerlere bu mühimmatın aranarak imha edilmesi emri verilmiştir. 13/1/2007 tarihinde bölgede yapılan araştırma sonrasında patlamamış mühimmat bulunarak imha edilmiş ancak bir tanesi -T40 diye tabir edilen bomba atar silah mermisi- tüm arama çalışmalarına rağmen arazinin karla kaplı olması nedeniyle bulunamamıştır. Patlamamış bu mühimmatın bulunamadığı hususu bir tutanakla kayıt altına alınmıştır. Bu tutanak, askerî birliğin tabur komutanı tarafından imzalanarak üst yazıyla gereği için Muharebe Komutanlığına gönderilmiştir. Başvurucu 18/3/2007 tarihinde köyden arkadaşı olan S.P.yi de yanına alarak hayvanlarını arazide otlatmaya çıkarmıştır. İncebel Dağı mevkiinin yakınlarına geldiklerinde S.P., yerde bir metal parçası görüp başvurucuya vermiştir. Başvurucu, bu parçayı eline alarak bir süre inceledikten sonra giysisinin cebine koymuştur. Başvurucuyla birlikte belli bir mesafe katettikten sonra otlattıkları hayvanların bir kısmının sürüden ayrılarak başka bir yere yönelmesi üzerine S.P., bu hayvanları toparlamak için başvurucudan uzaklaşmıştır. Bu sırada arazide buldukları ve başvurucunun giysisinin cebine koyduğu metal parçası yere düşerek uç kısmından delinmiştir. Başvurucu, yerden aldığı ve düşmenin tesiriyle delindiğini gördüğü metal parçasını yeniden kurcalamaya başlamış; ardından patlamış bir mühimmat olduğunu düşünerek yerdeki taşa vurmuştur. Birinci vuruşunda patlamayan metal parçası, ikinci vuruşunda infilak etmiştir. Patlamayı duyan S.P. geri döndüğünde başvurucunun sağ elinin bileğinden koparak ayrıldığını görmüş, vakit kaybetmeden köye dönerek köydekileri durumdan haberdar etmiştir. Köydekiler bir araçla olay yerine gelmiş ve başvurucuyu araca bindirerek önce Diyarbakır Devlet Hastanesine, burada yapılan ilk müdahaleden sonra ise ileri tetkik ve tedavisinin yapılabilmesi amacıyla Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine (Üniversite Hastanesi) götürmüşlerdir. Diyarbakır Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) durumdan haberdar olur olmaz olaya ilişkin soruşturma başlatmıştır. Bu soruşturmada Jandarma Olay Yeri İnceleme ekibi tarafından gerçekleştirilen inceleme sonucunda çeşitli ebatta metal parçaları bulunmuş, olay yerine ilişkin inceleme raporu düzenlenmiş, ayrıca olay yeri krokisi çizilerek fotoğraflandırılmıştır. Başvurucunun babası R., bir süre sonra gittiği olay yerinde iki adet metal parçası bulmuştur. Bu metal parçalarının üzerlerinde seri numaralarıyla birlikte FÜZE ve benzeri ibareler yazmaktadır; ayrıca bu parçalar, başvurucunun yaralandığı olayda Olay Yeri İnceleme ekibi tarafından elde edilen metal parçalarına benzemektedir. R., bu parçaları kolluğa teslim etmiştir. Jandarma Bölge Kriminal Laboratuvarından alınan 1/5/2007 tarihli Patlayıcı Madde Uzmanlık Raporu'nun sonuç bölümü şöyledir:"Yukarıda özellikleri belirtilmiş olan delillerin incelenmesi neticesinde sertleştirilmiş alüminyumdan mamul toplam 15 (on beş) adet metal parçasının neye ait olduğunun tespit edilemediği, söz konusu metal parçalarının TCK’nın ve 174/ maddelerinde veya 6136 sayılı Kanunun ek maddesinde bahsi geçen harp mühimmatlarından olabileceği (kanaatine varılmıştır)." Diyarbakır Emniyet Müdürlüğünde bomba uzmanı olarak görev yapan bilirkişi tarafından hazırlanan, arazide patlamamış şekilde bırakılan bomba ile aynı niteliğe sahip olan mühimmata ilişkin 8/5/2007 tarihli raporun ilgili bölümü şöyledir: " ...Yukarıda teknik özellikleri belirtilen 1 adet 40 mm. tüfek bombasının tapa kısmı ile bir adet atılmış ancak patlamamış 40 mm. tüfek bombasının askeri amaçlar için üretilip kullanılan mühimmatlardan olduğu, askeri birimler ve emniyet birimleri tarafından kullanılmakta olduğu, bu itibarla söz konusu mühimmatların canlılar üzerinde öldürücü ve yaralayıcı, cansızlar üzerinde yakıcı, yıkıcı ve tahrip edici özelliklere haiz olduğu anlaşılmıştır." Askerî Savcılığın talebi üzerine askerî makamların kusur durumunun tespiti için Kara Kuvvetleri Komutanlığı tarafından atanan bilirkişi heyetince hazırlanan raporun ilgili bölümü şöyledir:" ...Atış alanı vasfı olmayan bir bölgenin o güne kadar ve önceki belli bir dönemde atış alanı olarak gerekli fiziksel emniyet tedbirleri alınmadan kullanılıyor olması nedeniyle kurumsal sorumluluğun bulunduğu, tabur komutanı olan B...K... tarafından, atıştan önce atışla ilgili gerekli emir ve talimatların verildiği ancak atıştan sonra patlamayan mühimmatla ilgili hususun üst makamlara bildirilmesi ve ayrıca atıştan sonra patlamayan merminin bulunduğu yerin emniyete alınması hususunun takip ve koordinesinde ise eksikler gösterildiği,Tb. İkm.Sb.lığı görevi verilen personel olan S.....'ın her ne kadar patlamayan mühimmatla ilgili evrakta sadece sarfla ilgili işlem yapması gerektiğini beyan etse de, Tb.K.ınca evrakların kendisine 'gereği' olarak düşülmüş olması nedeniyle evrakla ilgili tüm sorumluluğun kendisine verildiği ancak kendisinin bu işlemi tamamlamadığı (kanaatine varılmıştır)." Başvurucu hakkındaki geçici ve kesin adli raporlar, Üniversite Hastanesinde düzenlenmiştir. Bu raporlara göre başvurucunun sağ eli, bileğinden itibaren ampüte edilmiştir. Ayrıca sağ uyluğundan başlayıp bacağına kadar uzanan bölgede çok sayıda ve birden fazla organı etkileyen şarapnel giriş delikleri tespit edilmiştir. Başvurucu, bu yaralanma nedeniyle hayati tehlike geçirmiştir. Belirlenemeyen bir tarihte A.K. -görevi ve rütbesi belirtilmemiştir- hakkında, 31/12/2013 tarihinde ise başvurucunun yaralandığı arazide atış talimi yapan askerî birliğin tabur komutanı Albay B.K ile bu taburda görevli Binbaşı S. hakkında, ihmal ve gecikme gerekçe gösterilerek görevi kötüye kullanma suçundan Askerî Savcılık tarafından kamu davası açılmıştır. A.K. hakkında açılan kamu davasında 20/3/2013 tarihinde Diyarbakır Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesi (Askerî Mahkeme) tarafından görevsizlik kararı verilerek dava dosyası Şanlıurfa Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Başvurucu 12/2/2014 tarihinde, olaya ilişkin soruşturmanın makul sürede tamamlanmadığını ve soruşturma makamlarınca hareketsiz kalınarak olayın sorumluları hakkında kamu davasının açılmadığını ileri sürerek bireysel başvuruda bulunmuştur. Sanıklar B.K. ve S. hakkında açılan ve Askerî Mahkemede görülen davada bireysel başvuruda bulunulmasının ardından gerçekleştirilen işlemlere bakıldığında sanıklardan B.K.nın alınan savunmasında bölgedeki arazinin karla kaplı olması ve patlamanın meydana geldiği tarihe kadar faaliyet takviminin yoğun olması nedenleriyle patlamanın olduğu tarihe kadar tutanakta yapıldığı belirtilen aramaların dışında arama yapılamadığını ifade ettiği görülmüştür. Ayrıca B.K. iş yoğunluğu sebebiyle aramaların gerçekleştirilmesi için bir görevlendirme yapılamadığını söylemiştir. Sanık S. ise savunmasında, üzerine atılı suçlamayı kabul etmemiş ve patlamayan mühimmata ilişkin bir görevinin bulunmadığını söylemiştir. Başvurucu, bu davaya müdahil (katılan) olmuş ve duruşmada ifadesini vermiştir. İfadesinin ilgili bölümü şöyledir:"Ben 18/3/2007 tarihinde arkadaşım olan .. S... P... ile birlikte hayvan otlatmak için ikamet ettiğim köy olan Şölen Köyünün güneyindeki taş ocağı bölgesine gitmiştim. Bu esnada .. S..., yerde metal bir cisim buldu ve bulduğu bu cismi bana gösterdi. Cismi elime aldım. İnceledim. Sonra cebime koydum. Bulunduğumuz yerden 200 metre civarı ilerledikten sonra bu metal cisim yere düştü. Düşmenin etkisiyle uç kısmı delindi. Ben tekrar elime alıp cismi kurcaladım. Cismi taşa vurdum. Hatırladığım kadarıyla ikinci kez vurduğumda cisim patladı. Patlamanın etkisiyle sağ elimden yaralandım...... Ocak ayı içerisinde taş ocağı bölgesinde askeri birlikler atış yapmışlardı. Atış yapılmadan önce atış yapılacağı muhtar tarafından köyde duyurulmuştu. Bize atış bölgesinden uzak durmamız gereği hususunda bildirim yapılmıştı. Ancak atış yapıldıktan sonra bölgenin tehlikeli olduğu, bulunamayan mühimmat olduğu, bölgeye yaklaşılmaması gerektiği hususunda bir bildirim yapılmadı. Ayrıca o bölge sürekli atış yapılan bir bölge değildir. Biz orada hayvanlarımızı da otlatıyoruz. Bölgede herhangi bir uyarı levhası bulunmamaktadır.Ben bulduğumuz cismi gördüğümde onu patlamış bir mühimmat zannettim. Patladığını ve içinde barut gibi patlayıcı bir özellik taşıyan madde bulunmadığını düşündüm. Bu nedenle kurcalarken ve taşa vururken patlamayacağını düşündüm. Bu nedenle taşa vurdum. Ancak tahminimde yanılmışım. ..." 16/4/2014 tarihli duruşmada atış alanında kaybolan mühimmatın fotoğrafları başvurucuya gösterilerek olay günü buldukları metal parçasının bu mühimmata benzeyip benzemediği sorulmuştur. Başvurucu, buldukları cismin fotoğrafları gösterilen mühimmat olduğunu söylemiştir. Yargılamada S.P.nin tanık sıfatıyla verdiği ifade şöyledir:"Kadri Ceyhan ile hayvan otlatmaya gitmiştik. Hayvanlar uzaklaşınca Kadri benden hayvanları getirmemi istemişti. Yanlış hatırlamıyorsam yaklaşık 200-300 metre uzaklaşmıştım. Sonrasında bir patlama sesi duydum. Olay yerine gittiğimde Kadri yerde yatıyordu ve kolu bilek kısmından kopmuştu. Hastaneye götürdük. Öncesinde ise söz konusu yerde askerî yetkililer ateş yapacaklarını söylediler. Aradan 4 ay geçtikten sonra hayvan otlatmaya götürmüştük. Bize burada hayvan otlatmayın diye bir şey söylemediler." Askerî Mahkeme 1/6/2015 tarihli kararıyla, sanıkların ihmal ve gecikme göstermek suretiyle görevi kötüye kullanma suçundan mahkûmiyetine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:"...6/4/2014 tarihli celsede Dz. 40-41'deki bomba atar mühimmatı resimleri katılan Kadri Ceyhan'a gösterilmiş; Kadri Ceyhan, bulmuş olduğu mühimmatın Dz. 41'de bulunan sağ alt resimdeki şekilde olduğunu, mühimmatın sarı renkli uç kısmını taşa vurduğunu, mühimmatın cebinden düşünce sarı renkli uç kısmının delindiğini, bulduğu ve patlayan mühimmatın Dz. 40-41'deki mühimmatlar olduğunu beyan etmiştir. Katılanın teşhis ettiği resimdeki mühimmatların bomba atar mühimmat olduğu Dz. 27-28'deki ekspertiz raporuyla sabittir. ... Tüm bu nedenlerle, sanık B... K... müdafi Av. E... T...'ın patlayan mühimmatın bomba atar mühimmat olamayacağı yönündeki savunmalarına itibar edilmemiştir. Van Jandarma Bölge Kriminal Laboratuvar Amirliğinin 1/5/2007 tarihli ve ... sayılı PATLAYICI MADDE uzmanlık numaralı ekspertiz raporunda, mağdurun vücudundan ve olay yerinden elde edilen metal parçasının neye ait olduğunun tespit edilemediği açıkça belirtildiğinden bu hususta ayrıca bir bilirkişi incelemesi yaptırılmasına gerek duyulmamıştır....Sonuç olarak atış faaliyetleri esnasında patlamayan bir mühimmat bulunamamış, buna dair tutanak tutulmuş, patlamayan mühimmatla ilgili olarak Tabur Komutanı B... K... tarafından S-4 olan S... .. görevlendirilmiştir. Bu mühimmatın bulunması veya bir emniyet tedbiri alınması sağlanmamış, sonrasında Kadri Ceyhan bu mühimmatı bulmuş, mühimmatı taşa vurmuş, vurduğunda mühimmat patlamış, patlamanın etkisiyle Kadri Ceyhan yaralanmıştır. Her ne kadar katılan Kadri Ceyhan bulduğu patlamamış mühimmatı taşa vurarak patlamasına sebebiyet vermiş ise de, olay esnasında Kadri Ceyhan reşit değildir, henüz askerlik hizmetini de yerine getirmemiştir. Bu nedenle, katılanın bunun mühimmat olduğunu ve patlama ihtimalinin bulunduğunu düşünerek hareket etmesi beklenemeyecektir. Bu kabulle, katılanın davranışının illiyet bağının kesilmesi gibi sonuç doğurmayacağı (kanaatine varılmıştır). " Askerî Mahkemenin Anayasa Mahkemesine gönderdiği 29/3/2016 tarihli yazı içeriğinden başvurucunun bu kararı temyiz etmediği anlaşılmıştır. Söz konusu yazıya göre dava dosyası, sanıkların temyiz yoluna başvurmaları nedeniyle Yargıtayda temyiz incelemesi aşamasındadır. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İptal ve tam yargı davaları” kenar başlıklı maddesi şöyledir:"İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır." 2577 sayılı Kanun'un “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:" İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir." Bu tür olaylarda mağdurların zararlarının sosyal risk ilkesine göre tazmin edilmesi gerektiğine ilişkin Danıştay Onuncu Dairesinin 16/11/1995 tarihli ve E.1995/566, K.1995/5746 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:"Askeri lojmanda kalan davacının, lojman ile bitişik jandarma karakolunun bahçe duvarı yanına kimliği belirsiz kişilerce konulan bombalı paketin patlaması sonucu yaralanması nedeniyle uğranıldığı öne sürülen ... zararın, olay tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle dava açılmıştır.İstanbul İdare Mahkemesi ... olayda davalı idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı, münferit bir olay olduğu gerekçesiyle davayı reddetmiştir....İdarenin hukuki sorumluluğu sadece hizmet kusuru kavramına dayanmamakta; idare, kusur koşulu aranmadan da sorumlu sayılabilmektedir. Kural olarak idare, yürüttüğü hizmetin doğrudan sonucu olan, nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlüdür.Sözü edilen kuralın istisnası, idarenin faaliyet alanıyla ilgili, önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bir takım zararları da nedensellik bağı aramadan tazmin etmesidir. Kollektif sorumluluk anlayışına dayalı, sosyal risk adı verilen bu ilke, öğretide ve yargı kararlarında kabul edilmiştir....Dava dosyasındaki belgelerin incelenmesinden; bazı yasadışı terör örgütlerinin ... ve çevre illerde güvenlik kuvvetlerine ve askeri binalara saldırılar düzenleyeceklerine ilişkin duyumlar elde edilmesi üzerine, orduevleri askeri gazinolar ve askeri lojmanların emniyete alınması gerektiğine ilişkin yetkili makamlarca uyarı yazılarının yazıldığı, bu yazışmaların bir kaç ay sonrasında, dava konusu zararı doğuran bombalı paket eyleminin gerçekleştiği anlaşılmaktadır.Bu itibarla, davacının zararının, yukarıda belirtilen hususlar gözetilerek tazmini gerekirken, münferit bir olay olduğu gerekçesiyle davanın reddi yolunda verilen kararda hukuka uygunluk bulunmamaktadır.Açıklanan nedenlerle,... kararın bozulmasına (karar verildi). " Terör örgütü mensupları tarafından kara yoluna yerleştirilen ve mağdurun kamyonunda maddi hasara neden olan antipersonel mayının patlamasına ilişkin Danıştay Onuncu Dairesinin4/10/1996 tarihli ve E.1995/1102, K.1996/5774 sayılı kararında sosyal risk kavramı ve idarenin sorumluluğu tanımlanmıştır. Kararın ilgili bölümü şöyledir:"Dava, davacının 1974 model ... marka damperli kamyonunun 1993 tarihinde ... İlçesi ... köyünden ... kasabasına giderken, yasadışı örgüt üyelerince karayoluna yerleştirilen mayının patlaması sonucu hasar görmesi sebebiyle uğradığını öne sürdüğü ... maddi zararın olay tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle açılmıştır....İdare mahkemesince, idarenin tazmin sorumluluğu belirlenirken sosyal risk ilkesine dayanılmasına karşın, özetlenen gerekçesi karşısında belirtilen ilkenin yeniden tanımlanıp, irdelenmesi gerekmiştir.Kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında bireylerin uğradığı özel ve olağandışı zararların idarece tazmini gerektiği idare hukukunun bilinen ilkelerindendir. İdarenin belirtilen hukuki sorumluluğu, Türkiye Cumhuriyetinin hukuk devleti olma niteliğinin doğal sonucudur.İdarenin hukuki sorumluluğu sadece kusur esasına, hizmet kusuru teorisine dayanmamakta; idare, kusur koşulu aranmadan da sorumlu sayılabilmektedir. Kural olarak idare, yürüttüğü hizmetin doğrudan sonucu olan nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü, ancak sözü edilen kuralın istisnası olarak, idarenin faaliyet alanıyla ilgili, önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bir takım zararları da nedensellik bağı aramadan tazmin etmesi gerekmektedir, kollektif sorumluluk anlayışına dayalı, sosyal risk adı verilen ilke, öğreti ve yargısal içtihatlarla kabul edilmiştir.Terör eylemlerinin devlete yönelik olduğu, devletin anayasal düzenini yıkmayı amaçladığı, bu tür olayların zarar gören kişi ve kurumlara karşı kişisel husumetten ileri gelmediği bilinmekte ve gözlenmektedir.Sözü edilen eylemler nedeniyle zarara uğrayan, terör eylemlerine her hangi bir şekilde katılmamış olan kişiler kendi kusur ve eylemleri sonucu değil, toplum içinde ortaya çıkan bu olaylardan zarar görmektedirler. Başka bir deyişle toplumun birer parçası olmak sıfatıyla zarar gören kişilerin belirtilen şekilde ortaya çıkan zararların özel ve olağan dışı nitelikleri dikkate alınıp nedensellik bağı aranmadan, terör olaylarını önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemeyen idarece yukarıda açıklanan sosyal risk ilkesine göre tazmini gerekir. Esasen terör olayları sonucu ortaya çıkan zararların idarece tazmini böylece topluma pay edilmesi hakkaniyet gereği olduğu gibi, sosyal devlet ilkesine de uygun düşmektedir.Olayda da, dava ve temyiz dosyasındaki belgelerin incelenmesinden eylemin yasadışı bir örgütün elemanlarınca devletin ve ülkenin bütünlüğüne yönelik yaygın terör faaliyetlerinin bir parçası olarak gerçekleştirildiği davacıya yönelik kişisel bir husumetten doğmadığı idarenin bir hizmet kusurunun da bulunmadığı anlaşılmaktadır.Bu durum karşısında, idarenin hizmet kusuru bulunmamakla birlikte, idari faaliyet alanıyla ilgili, toplum içinde ortaya çıkan terör eyleminin sonucu olarak uğranılan özel ve olağandışı zararı yukarıda belirtilen sosyal risk ilkesi uyarınca tazmini gerekmektedir...." Danıştay Onuncu Dairesi 8/10/1996 tarihli ve E.1995/1508, K.1996/5887 sayılı kararıyla, yerel mahkemenin idarenin sorumluluğundaki patlayıcıların toplanmasındaki ihmalkârlık nedeniyle eşit oranda sorumlu olduğunu tespit ederek objektif sorumluluk çerçevesinde mağdurların yakınları lehine tazminata hükmettiği kararı onamıştır. Kararın ilgili bölümü şöyledir:"...Dava, askeri tatbikat sırasında arazide bırakılan tanksavar mermisinin ot balyaları arasına karışarak boşaltılması sırasında patlaması sonucu davacıların oğlu ve kardeşleri olan ...'nın öldüğünden bahisle ... tazminatın yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.Erzurum İdare Mahkemesi dairemizin ... sayılı bozma kararına uyduktan sonra idarenin eylem ve işlemlerinden dolayı ilgililerin uğradıkları zararların tazmini gerektiği ancak zararın meydana gelmesinde, artmasında veya önlenememesinde idareyle birlikte zarar görenin yada üçüncü kişinin kusurunun idarenin sorumluluğunu kusur oranında azaltacağı, dosyada mevcut belgelerin ve olayla ilgili olarak yaptırılan savcılık soruşturmasının incelenmesinden ölenin çocuğun 1986 tarihinde Yukarı ... köyü ... mevkiinde ot biçerken bir adet tanksavar mermisini bulduğu ve annesine haber verdiği ancak mermiyi otların arasına gizlice yerleştirerek akşam eve getirdiği ertesi gün bir topluluk önünde mermiyi yere çarparak veya ellerinden düşürerek patlamaları sonucu ölüm olayının meydana geldiğinin anlaşıldığı, bu durumda ölenin mümeyyiz küçük olarak kusurlu olduğu öte yandan idarenin askeri tatbikattan sonra tatbikat alanındaki can ve mal güvenliğini tehlikeye sokacak her türlü patlayıcıyı toplaması, temizlemesi ve imha etmesi gerekirken bu hizmeti gereği gibi yapmamasından dolayı aynı oranda kusurlu bulunduğu sonucuna varıldığı, bilirkişiye hesaplattırılan ... maddi tazminata 1987 tarihinden itibaren yasal faiz uygulaması ve fazlaya ilişkin istemlerin reddine karar verilmiştir.Davalı idare: ölenin kusurunun daha fazla olduğu, manevi tazminattan kusur oranında indirim yapılmadığı, ölenin kusurlu olması ile kusursuz olmasının aynı manevi tazminat verilmesi sonucunu doğurmayacağı iddialarıyla anılan kararın temyizen incelenip bozulmasını istemektedir....Temyizen incelenen ve yukarıda özetlenen gerekçelere dayalı olarak verilen ... kararın onanmasına, .... (karar verildi)." Danıştay Onuncu Dairesinin askerî birlik tarafından döşenen antipersonel mayının patlaması sonucu özürlü kalan çocuğa ilişkin 25/2/2003 tarihli ve E.2001/4795, K.2003/696 sayılı kararında, idarenin hizmet kusuru tespit edilemese dahi zarar ile idari eylem arasında illiyet bağının bulunduğundan bahisle yerel mahkemenin mağdur lehine tazminata hükmeden kararı onanmıştır. Kararın ilgili bölümü şöyledir:"....Dava, olay tarihinde 11 yaşında olan ...'in 1996 tarihinde, ... ili, ... ilçesi, ... Köyü Jandarma Komutanlığına ait mevziler önüne mevzi güvenliği amacıyla döşenen mayına basması sonucu sol dizinden aşağısının kopması nedeniyle uğranıldığı öne sürülen ... zararın olay tarihinden itibaren uygulanacak yasal faiziyle birlikte tazminen ödenmesi istemiyle açılmıştır....İdare kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.Buna karşın bilimsel ve yargısal içtihatlarla geliştirilen sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağandışı zararların da topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır.Belirtilen niteliğine göre sosyal risk ilkesinin uygulanabilmesi için olayın tüm toplumla ilgilendirilmesi ve zararın toplumsal nitelikli bir riskin gerçekleşmesi sonucu meydana gelmesi yanında, olay ve zararın yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmaması, başka bir deyişle zarar ile idari eylem arasında bir nedensellik bağının da kurulamaması gerekmektedir.Zarar ile idari eylem arasında nedensellik bağının kurulabildiği hallerde sosyal risk ilkesinin uygulanmasına olanak bulunmadığından, idare hukuku kuralları çerçevesinde öncelikle hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkesine göre zararın tazmin edilip edilemiyeceğinin belirlenmesi gerekmektedir.Olayda zararın güvenlik kuvvetlerince mevzi güvenliği amacıyla döşenen mayına basılması sonucu davacıların çocuğunun sakat kalması nedeniyle meydana geldiği, kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında oluştuğu, zarar ile idari eylem arasında nedensellik bağı bulunduğu açık olduğundan, açılan tam yargı davasında sosyal risk ilkesine dayanılarak hüküm kurulmasına olanak bulunmamaktadır.Dosya incelendiğinde, idarenin hizmet kusuru saptanamamakla birlikte, yürütülen güvenlik hizmeti sırasında kusuru bulunmayan davacıların uğradığı özel ve olağandışı zararın kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince tazmini gerekmektedir...." Danıştay Onuncu Dairesinin askerî arazide köylüler tarafından bulunan el bombasının patlamasına ilişkin 18/9/2007 tarihli ve E.2005/4493, K.2007/4199 sayılı kararında idarenin güvenlik hizmetini yeterince iyi yürütememesi nedeniyle hizmet kusurunun bulunduğu tespit edilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:"...Bu durumda; olayda, insanların sürekli kullanımında ve yerleşim yerlerine yakın bulunan bir alanda patlamamış el bombasının bulunmasında, davalı idarenin güvenlik hizmetinin yeterince iyi yürütülmemesi nedeniyle hizmet kusuru bulunmaktadır;......"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygı yükümlülüğü" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar." Sözleşme'nin "Yaşam hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir: "Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin maddesiyle birlikte yorumlandığında devletin yaşam hakkı kapsamındaki bir olayı pozitif yükümlülük kapsamında etkili soruşturma yükümlülüğünün bulunduğunu kabul etmiştir (McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18984/91, 27/9/1995, § 161). Ölüme kasten sebep olunduğu veya ölümün bir saldırı ya da kötü muamele sonucu meydana geldiği iddiasına ilişkin başvurularda AİHM, Sözleşme'nin maddesi kapsamındaki yaşam hakkının korunmasına ilişkin yükümlülüğün cezai nitelikte bir soruşturma yürütülmesini gerektirdiğini ifade etmektedir (Mustafa Tunç ve Fecire Tunç/Türkiye [BD], B. No: 24014/05, 14/4/2015, §§ 169, 170). AİHM'e göre kasten gerçekleştirilen ölümlerde etkili bir cezai soruşturma yürütme zorunluluğu bulunmakla birlikte ihmal sonucu meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin davalar açısından farklı bir yaklaşımın benimsenmesi gerekir. Buna göre yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara tek başına ya da bir ceza soruşturmasıyla birlikte hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Vo/Fransa [BD], B. No: 53924/00, 8/7/2004, § 90; Mastromatteo/İtalya [BD], B. No: 37703/97, 24/10/2002, §§ 90, 94, 95; Calvelli ve Ciglio/İtalya, B. No: 32967/96, 17/1/2002, § 51; Anna Todorova/Bulgaristan, B. No: 23302/03, 24/5/2011, § 73; Ercan Bozkurt/Türkiye, B. No: 20620/10, 23/6/2015, § 59; Selvi Şimşek/Türkiye (k.k.), 3839/13, 17/11/2016, § 27). AİHM; bu nedenle ulusal hukukun başvuruculara, yakınlarının ihmal sonucu ölümüne uygun hukuki bir yanıt verebilecek, dolayısıyla etkili bir yargı sistemi kurma yükümlülüğünü yerine getirebilecek tazminata ilişkin hukuk yollarını sunduğu kanaatine vardığı ancak başvurucuların bu imkânı değerlendirmediğini ya da uygun bir şekilde kullanmadığını tespit ettiği olaylara ilişkin başvuruları kabul edilemez bulmaktadır (Selvi Şimşek/Türkiye, § 32; Ercan Bozkurt/Türkiye, § 60; Eyüp Güvenç ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 43036/08, 5/9/2008, § 38; Süleyman Adak/Türkiye (k.k.), B. No: 15428/09, 14/4/2015, § 22;Emine Demir ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 58200/10, 13/10/2015, § 20). AİHM; ayrıca yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmediği olaylarda kullanabilecek birden fazla başvuru yolu bulunup da başvurucuların bu yolların tamamını kullandıkları durumlarda etkili yargısal sistem kurma yükümlülüğünün yerine getirebilmesi için söz konusu yolların tamamının etkili yürütülmesi gerekmediğini, bu nedenle incelemesinin sadece devletin bu yollardan herhangi biriyle etkili yargısal sistem kurma yükümlülüğünü yerine getirip getirmediğini denetlemekten ibaret olacağını belirtmiştir(Anna Todorova/Bulgaristan, § 74; Nurettin Demir ve Çiçek Demir/Türkiye, B. No: 34885/06, 13/11/2012, § 71). Bununla birlikte AİHM'e göre ihmal sonucu meydana gelen ölüm olaylarında kamu görevlilerinin bu konuda muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmali olduğu, başka bir ifadeyle olası sonuçların farkında olmalarına rağmen kendilerine verilen yetkileri göz ardı ederek tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadıkları durumlarda -bireyler kendi inisiyatifleriyle ne gibi hukuk yollarına başvurmuş olursa olsun- insanların hayatının tehlikeye girmesine neden olan kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmaması yaşam hakkının ihlaline neden olabilir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 93; Budayeva ve diğerleri/Rusya, B. No: 15339/02, 20/3/2008,§ 140). AİHM; Oruk/Türkiye (B. No: 33647/04, 4/2/2014) kararında, ihmal davalarına ilişkin farklı bir yaklaşım benimsediği Öneryıldız/Türkiye kararına da atıf yapmış ve patlamamış mühimmatın toplanması ve imha edilmesine ilişkin olarak kamu görevlilerinin ihmalinin derecesini dikkate aldığını belirtip somut olayda devletin, ihlali yalnızca tazminat ödemesiyle gideremeyeceğine karar vermiştir. AİHM, söz konusu kararında Sözleşme'nin maddesi dikkate alınarak kurulması gereken yargısal sistemin caydırıcı gücünün ve yaşam hakkı ihlallerini önlemede oynanması gereken rolünün öneminin azalmaması gerektiğini, tazminat yolunun ise söz konusu olaya yeterli bir cevap oluşturamadığını, bu nedenle başvurucunun ulusal hukuktaki tazminat yolunu kullanması gerekmediğini belirtmiştir (bkz. §§ 65, 66). Böylelikle AİHM, anılan kararında bu tür bir olaya ilişkin 30/11/2010 tarihinde verdiği Hayri Aslan ve diğerleri/Türkiye ((k.k), B. No: 18751/05) kararından farklı bir yaklaşım benimseyerek askerî mühimmat patlamalarındaki ihmallerde tazminat yolunu etkili yargısal sistem kurma yükümlülüğü kapsamında yetersiz bulmuştur. Ancak AİHM, Oruk/Türkiye kararından sonra yapılan somut başvuruya benzeyen ve Türkiye aleyhine başvurulan, bilhassa askerî mühimmatın imhasına ilişkin yönetmeliğin uygulanması hususunda kamu görevlilerinin ihmalinin söz konusu olduğu başvurularda ilgili ulusal mevzuatı ve Danıştayın ilgili içtihadını (bkz. §§ 35-39) ayrıntılı biçimde incelemiş ve tazminat yolunun etkili yargısal sistem kriterini karşıladığına ve ihlalin tespiti ile giderilmesi bakımından uygun ve yeterli olarak kabul edilebileceğine karar vermiştir (Akdemir ve Evin/Türkiye, B. No: 58255/08 ve 29725/09, 17/3/2015, § 55; Abdulhamit Yılmaz ve diğerleri/Türkiye, B. No: 7755/10, 24/5/2016, § 51; Sarıhan/Türkiye, B. No: 55907/08, 6/12/2016, § 39; Abdulbari Tamuçu ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 37930/09, 24/1/2017, §§ 61, 70; Sarur/Türkiye, B. No: 55949/11, 2/5/2017, § 33). AİHM, söz konusu kararlarında Oruk/Türkiye başvurusunda aksi yönde bir karar vermiş ise de daha sonra ayrıntılı biçimde incelediği Türkiye'deki tazminat yolunun kişilerin yaşamı için tehlikeli olduğunda şüphe bulunmayan askerî mühimmatın toplanması ve imhasına ilişkin faaliyetler bakımından da etkili olduğuna kanaat getirdiğini belirtmektedir. Sonuç olarak AİHM, askerî mühimmatın imhasına dair yönetmeliğin uygulanmasında kamu görevlilerinin ihmalinin söz konusu olduğu hâllerde tazminat yoluna başvurulmasının bireysel başvuruda bulunmak için gerekli olduğunu ve bu yolun benzer koşullarda yaşamını yitiren ölenlerin yakınları adına etkili bir başvuru yolu olduğu sonucuna vardığını sık sık hatırlatmakta (Sarıhan/Türkiye, § 39) ve Türkiye'deki mahkemelerin benzer olaylarda kayda değer tazminatlar ödenmesine karar verdiğini belirttikten sonra bu yol tüketilerek yapılan ve yaşamın korunmadığına ilişkin şikâyetleri içeren başvuruları olayın koşullarına göre yeterli tazminatlar ödendiği takdirde kabul edilemez bulmaktadır (Akdemir ve Evin/Türkiye, § 69; Abdulbari Tamuçu ve diğerleri/Türkiye, §§ 48, 49). AİHM, devletin bu tür yaşam hakkı ihlallerini cezalandırması için etkili bir yargısal sistem kurması gerektiği şikâyetlerini içeren başvuruları da bu tür olaylarda yaşam hakkının kasten ihlal edilmediğini ve söz konusu olayların ne şekilde gerçekleştiğini aydınlatmaya imkân sağlayan ceza soruşturmalarının yanında -patlamada kişisel sorumlulukları bulunanlar tespit edilememiş olsa da- tazminat yolunun açıklanan etkililiğini gözönüne aldığını belirterek kabul edilemez bulmaktadır (Abdulbari Tamuçu ve diğerleri/Türkiye, §§ 54-57, 71). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1924 | Başvuru, askerî tatbikat sonrasında arazide terk edilen mühimmatın patlaması sonucunda hayati tehlike geçirecek şekilde bir yaralanmanın meydana gelmesi ve bu olayla ilgili olarak etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, “bilişim sistemlerinin kullanılması suretiyle hırsızlık” suçunu işlediği iddiasıyla hakkında açılan kamu davasında makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 16/6/2014 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 30/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: 30/6/2006 tarihinde Denizli Cumhuriyet Başsavcılığına yapılan şikâyet üzerine başvurucu hakkında “bilişim sistemlerinin kullanılması suretiyle hırsızlık” suçundan soruşturma başlatılmıştır. Denizli Cumhuriyet Başsavcılığı, 11/6/2008 tarih ve 2006/12812 Soruşturma sayılı kararı ile Başsavcılığın yetkisizliğine ve dosyanın Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığı, 30/7/2008 tarih ve 2008/2042 Soruşturma sayılı kararı ile Başsavcılığın yetkisizliğine ve dosyanın Denizli Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Denizli Cumhuriyet Başsavcılığı, 10/9/2008 tarih ve 2008/18128 Soruşturma sayılı kararı ile Başsavcılığın yetkisizliğine ve dosyanın yeniden Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Başvurucu hakkında, Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığı, 18/11/2008 tarih ve E.2008/1063 sayılı iddianamesi ile “bilişim sistemlerinin kullanılması suretiyle hırsızlık” suçunu işlediği iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Kızıltepe Asliye Ceza Mahkemesi, 20/3/2014 tarihinde, başvurucu müdafiinin bulunduğu duruşmada, E.2008/504, K.2014/184 sayılı karar ile başvurucunun beraatine karar vermiştir. Temyiz edilmeyen karar, Mahkemece 15/5/2014 tarihinde kesinleştirilmiştir. Başvurucu, 16/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasının (e) bendi, 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasının (e) bendi. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9803 | Başvurucu, “bilişim sistemlerinin kullanılması suretiyle hırsızlık” suçunu işlediği iddiasıyla hakkında açılan kamu davasında makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. | 0 |
Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla 21/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru sonrasında 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeyle yargılamaların uzun sürmesi, yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür. Anayasa Mahkemesi, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin mevzuata önceki içtihadında yer vermiştir (Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 11-14). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1787 | Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esasının incelenmesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 30/4/2007 tarihinde Ankara İş Mahkemesinde açılan işçi ve işveren ilişkilerinden kaynaklanan alacak davasında İlk Derece Mahkemesinin 29/5/2012 tarihli hükmü ile dava kısmen kabul edilmiş, temyiz incelemesi sonucu hüküm Yargıtay Hukuk Dairesinin 30/4/2013 tarihli ilamı ile bozulmuş, bozma üzerine yargılamaya devam edilmiş, Ankara İş Mahkemesinin 20/11/2013 tarihli kararı ile dava kısmen kabul edilmiş, temyiz incelemesi sonucu bu karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/4/2014 tarihli ilamı ile onanmış ve yargılama süreci sona ermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7124 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.