text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 1973 yılında açtığı kadastro tespitine itiraz davası çeşitli aşamalardan geçtikten sonra hâlen yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16276 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu cinsel içerikli bazı görüntülerinin internette yayınlandığı duyumu üzerine hakkında başlatılan disiplin soruşturması neticesinde devlet memurluğundan çıkarma cezası almış olması nedeniyle Anayasa'nın , , , , , ve maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle yeniden yargılama yapılmasına, yeniden yargılama yapılmasına hükmedilmemesi durumunda uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 26/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 25/4/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 13/8/2014 tarihli görüş yazısı 26/8/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş olup, başvurucu vekili tarafından Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyanda bulunulmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Sağlık Meslek Yüksek Okulundan mezun olduktan sonra sivil memur hemşire olarak GATA’da görev yapmakta iken bir sosyal paylaşım sitesinde başvurucu adına açılmış olan bir kullanıcı hesabı üzerinden başvurucuya ait olduğu iddia edilen cinsel içerikli görüntünün yer aldığı duyumu üzerine, hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. Soruşturma aşamasında temin edilen Jandarma Kriminal Daire Başkanlığının 1/11/2011 tarihli uzmanlık raporunda, başvurucuya ait vesikalık fotoğraf ve internette yer alan görüntülerin mukayesesi neticesinde, söz konusu şahısların aynı kişi olduğu kanaatine varıldığı, aynı birim tarafından düzenlenen 8/12/2011 tarihli raporda ise, ilgili görüntülerin çözünürlüğünün düşük olması nedeniyle, başvurucunun savunmasında belirttiği ve geçirdiği bir tıbbi müdahale neticesinde vücudunda oluştuğu belirtilen dikiş izi ve deri deformasyonu şeklindeki bulguların tespitine yönelik gerekli detayı elde etmenin teknik olarak mümkün olmadığı belirtilmiştir. Milli Savunma Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulunun 27/6/2012 tarih ve MÜT-11-5470-J dosya numaralı kararıyla, başvurucunun görüntülerin hukuka aykırı olarak yayınlandığı ve belirtilen görüntülerin rızası ile yayınlanmasının hayatın olağan akışına aykırı olacağı savunması karşısında, her ne kadar facebook sayfasında söz konusu cinsel içerikli görüntülerin hukuka aykırı olarak elde edilip yayınlandığı değerlendirilebilecek ise de, idare hukukunda her türlü delil ile disiplin soruşturması yapılabileceğinin yerleşik yargısal uygulamalarla sabit olduğu, bu kapsamda başvurucunun fiilinin memurluk sıfatıyla bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak şeklinde değerlendirildiği, 14/7/1965 tarih ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 232 ve maddelerinde Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli devlet memurlarına uygulanacak özel kanunların hüküm altına alındığı; dolayısıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli devlet memurlarına disiplin hukuku bakımından daha katı kuralların uygulanmasına yasalarca imkan tanındığı ve başvurucunun şahsi dosyasında ödül veya başarı belgesi bulunmadığı gibi eylemin niteliğinin Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarını derinden sarsacak nitelikte olduğu belirtilerek, başvurucuya 657 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (E) bendinin (g) alt bendi ve 11/3/1983 tarihli Türk Silahlı Kuvvetlerinde Görevli Devlet Memurları Disiplin Kurulları ve Disiplin Amirleri Yönetmeliğinin maddesinin beşinci fıkrasının (g) alt bendi uyarınca devlet memurluğundan çıkarma cezası verilmiştir. Başvurucu tarafından, verilen disiplin cezasının yürütmesinin durdurulması ile iptal edilmesi talebiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açılmış ve dava dilekçesi ile aşamalarda verilen dilekçelerde, söz konusu görüntülerin kendisi adına açılan bir facebook hesabında yayınlandığı, belirtilen hesabın kim tarafından açıldığının bilinmediği, görüntülerin kendisine ait olmadığı ve bahsedilen görüntülerin kendi adı ile açılan bir hesap üzerinden kendisi tarafından paylaşılmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, söz konusu görüntülerin kendisine ait olduğu kabul edilse dahi, gizlice çekilen ve ev ortamında kaydedildiği anlaşılan görüntülerin tamamen özel hayat alanına ait eylemleri içerdiği, bu yönüyle kurum içerisinde veya görevi ile bağlantı kurulacak şekilde kayda alınan görüntüler olmaması nedeniyle kurum içerisindeki düzen ve disiplinin bozulması üzerinde etkili olmasının söz konusu olamayacağı ve idarenin özellikle bir alt ceza uygulanması noktasındaki takdir yetkisini doğru kullanmayarak hizmetin gerekleri ve kamu yararı ile kişisel yarar arasındaki dengeyi tesis edemediği iddia edilmiştir. Davalı idare savunmasında, her ne kadar söz konusu cinsel içerikli görüntülerin hukuka aykırı olarak yayınlandığı değerlendirilebilecek ise de, kamu görevlilerinin hizmete başlarken ilgili mevzuatın öngördüğü kurallara uymayı kabul ettikleri ve başvurucunun disiplin soruşturmasına konu eylemleri memuriyet sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici eylemler olduğundan, savunmasında belirttiği hususların hukuki bir geçerliliği bulunmadığı ifade edilmiştir. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Nöbetçi Daire Başkanlığının 23/8/2012 tarih ve E.2012/419 sayılı kararı ile yürütmenin durdurulması talebinin reddine hükmedilmiştir. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığının 10/12/2012 tarih 2012/2862 sayılı düşüncesinde, ev ortamında çekilen ve özel hayatın gizliliği kapsamında kalması gereken görüntülerin kim tarafından ve ne şekilde facebook sayfasına konulduğunun ve ne kadar süre ile bu sayfada kaldığının tespit edilemediği, bu görüntülerin kim tarafından ve ne şekilde ele geçirildiğinin idare savunmasında açıklanamadığı, dolayısı ile kriminal raporu ile başvurucuya ait olduğu belirtilen görüntülerin başvurucunun rızası dışında ve hukuka aykırı olarak ele geçirilmiş ve yayınlanmış olduğu kanaatine varıldığı, bu kapsamda idarenin takdir yetkisini objektif kıstaslara bağlı kalarak ve kamu yararı ile kişi yararı arasında bir denge gözeterek ölçülülük ilkesi ekseninde kullandığından bahsedilemeyeceği belirtilerek, dava konusu işlemin iptaline hükmedilmesi yönünde görüş bildirilmiştir. Yargılama sırasında temin edilen Jandarma Kriminal Daire Başkanlığının 22/3/2013 tarihli uzmanlık raporunda, görüntülerin niteliği gereği, başvurucunun vücudunda yer aldığını iddia ettiği dikiş izi ve deri deformasyonunu tespitinin mümkün olmadığı bildirilmiştir. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Dairesinin 24/4/2013 tarih ve E.2012/721, K.2013/516 sayılı kararı ile, kamu hizmetinin gerekli saygınlığını yitirmiş ajanlar eliyle yürütülmesinin bireylerin idareye olan güven duygularının sarsılmasına neden olabileceği, 657 sayılı Kanun uyarınca disiplin soruşturmasının ceza kovuşturmasından ayrı olduğu, dolayısıyla devlet memurluğundan çıkarma cezası gerektiren eylemin mutlaka ceza hukuku anlamında yüz kızartıcı suç olması gerekmediği bu nedenle “memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı hareket” kavramının 657 sayılı Kanunun maddesinde belirtilen yüz kızartıcı suçlardan daha geniş kapsamlı olduğu, bahse konu cinsel içerikli görüntülerin başvurucunun kendisi tarafından kaydedilerek bilgisayar vasıtası ile başka birisine aktarıldığının anlaşıldığı, dolayısı ile görüntülerin başvurucu tarafından internet ortamında başkalarının erişimine açık hale getirildiği ve ilgili görüntülerin kendisine ait bir kullanıcı hesabı sayfasından alındığı, bu kapsamda söz konusu delilin yasa dışı yollardan elde edilmiş sayılamayacağı belirtilerek iptal davası reddedilmiştir. Başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme talebi Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Daire Başkanlığının 4/12/2013 tarih ve E.2013/961, K.2013/1431 sayılı kararı ile reddedilerek, karar 18/12/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. 26/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. B. İlgili Hukuk 657 sayılı Kanun’un “Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (E) bendinin (g) alt bendi şöyledir: “Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: … E - Devlet memurluğundan çıkarma: Bir daha Devlet memurluğuna atanmamak üzere memurluktan çıkarmaktır. Devlet memurluğundan çıkarma cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: …. g) Memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak.” 657 sayılı Kanun’un “Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” kenar başlıklı maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir: “Geçmiş hizmetleri sırasındaki çalışmaları olumlu olan ve ödül veya başarı belgesi alan memurlar için verilecek cezalarda bir derece hafif olanı uygulanabilir.” 11/3/1983 tarihli Türk Silahlı Kuvvetlerinde Görevli Devlet Memurları Disiplin Kurulları ve Disiplin Amirleri Yönetmeliğinin maddesinin beşinci fıkrasının (g) alt bendi şöyledir: “Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: … 5 - Devlet memurluğundan çıkarma: Bir daha Devlet memurluğuna atanmamak üzere memurluktan çıkarmaktır. Devlet memurluğundan çıkarma cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: …. g) Memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak.” | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9660 | Başvurucu cinsel içerikli bazı görüntülerinin internette yayınlandığı duyumu üzerine hakkında başlatılan disiplin soruşturması neticesinde devlet memurluğundan çıkarma cezası almış olması nedeniyle Anayasa'nın 2. , 13. , 20. , 2 , 22. , 36. ve 38. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle yeniden yargılama yapılmasına, yeniden yargılama yapılmasına hükmedilmemesi durumunda uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, icra dairesince gerçekleştirilen ihale ile satın alınan taşınmaz hakkında soruşturma aşamasında sulh ceza hâkimliği tarafından şerh konulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Alacaklı İ.K., borçlu A.G.den olan alacağını tahsil etmek amacıyla ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla icra takibine girişmiş ve A.G.ye ait taşınmaz 7/4/2016 tarihinde açık artırma ihalesi sonucunda 000 TL bedelle başvurucu tarafından satın alınmıştır. İhale sonucunda satılan taşınmaz hakkında Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 16/1/2017 tarihli yazısı ve Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliğinin 17/1/2017 tarihli kararı ile şüphelilerden İ.K.nın liderliğindeki suç örgütü yönetici ve üyeleri hakkında "örgüt faaliyeti çerçevesinde nitelikli yağma, tefecilik, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması vs. suçlarından" Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olan soruşturma kapsamında elkoyma izni verilmiştir. El koyma kapsamında satışa konu taşınmazın tapu kütüğüne şerh işlenmiştir. Bu tarihte ihalenin feshi davası henüz kesinleşmediğinden taşınmaz eski malik A.G adına kayıtlıdır. İhalenin feshi davasının kesinleşmesi sonrasında taşınmaz başvurucu adına 28/8/2019 tarihinde tescil edilmiştir. Başvurucu tarafından elkoyma kararının kaldırılması talebiyle yapılan başvuru Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir. Karar gerekçesinde özetle tedbir kararının ihale kesinleşmeden önce verildiği, kararın görünüşte haklılık ilkesi, gecikmesinde sakınca bulunan hâl kapsamında ölçülülük ilkesi çerçevesinde alındığı belirtilmiştir. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı itiraz, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 5/2/2019 tarihinde reddedilmiştir. Bu karar 8/12/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 27/12/2022 ve 23/2/2023 tarihli duruşmalarda elkoyma kararlarının kaldırılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/1881 | Başvuru, icra dairesince gerçekleştirilen ihale ile satın alınan taşınmaz hakkında soruşturma aşamasında sulh ceza hâkimliği tarafından şerh konulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Komisyon tarafından başvurucunun, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların kabul edilemez olduğuna, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası bakımından Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Komisyon ayrıca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne de karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında yüksek mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Yargıtay tetkik hâkimi olarak görev yapmakta olan başvurucu FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan yürütülen bir soruşturma kapsamında 13/8/2016 tarihinde gözaltına alınmış; 17/8/2016 tarihinde ise silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 17/8/2016 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Şüpheliler ... , Numan Acar'ın üzerlerineatılı bulunan silahlı terör örgütüne üye olma suçunuişlediklerinedair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterendosya kapsamında somut delillerin bulunması, şüphelilerin kaçma ve delilleri karartma ihtimalinin olması karşısında,adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı, şüphelilere isnat edilen suçun suç üstü hallerinden olması nedeniyle CMK 2/1-j ve 2802 sayılı yasanın maddeleri, CMK'nın maddesi ile ilgili düzenlemeler ile AİHS maddesindeki tutuklama şartları kapsamında isnat olunan suç ile orantılı olarak tedbir kapsamında şüphelinin CMK'nın maddeleri uyarınca ayrı ayrı tutuklanmalarına ... [karar verildi.]" Başvurucu, tutuklandıktan sonra tutukluluk hâlinin devamına dair kararlara süresinde itiraz ettiğini ancak cevap verilmediğini, bireysel başvurusuna konu tutukluluk hâlinin devamına dair verilen 4/11/2016 tarihli karara karşı da süresinde itiraz etmesine karşın Sulh Ceza Hâkimliğinden herhangi bir cevap verilmediğini belirtmiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 4/11/2016 tarihinde başvurucu hakkında verilen tutukluluk hâlinin devamına dair karara karşı başvurucunun 17/11/2016 tarihli dilekçesiyle itiraz ettiği, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince verilen 26/4/2017 tarihli kararda başvurucunun 8/3/2017 tarihinde tahliye olması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına, itirazın Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince değerlendirilmesine karar verildiği anlaşılmıştır. Başvurucu 2/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Öte yandan başvurucu, FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından 31/8/2016 tarihli karar ile meslekten çıkarılmış ve bu karar kesinleşmiştir. Başvurucunun bireysel başvuruda bulunduktan sonra tutukluluğunun devamına dair 5/12/2016 tarihinde verilen karara karşı itirazı üzerine Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 19/1/2017 tarihinde itirazın reddine karar verilmiştir. Başvurucunun, 8/3/2017 tarihinde adli kontrol altına alınarak tahliyesine karar verilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 1/10/2018 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY hakkında genel bilgilere, daha sonra ise başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilmiştir. Bu bağlamda iddianamenin başvurucu hakkında iddia olunan suça ve örgüt bağlantısına ilişkin kısımlarında özetle;i. Başvurucunun adı geçen örgütle irtibatlı olduğu gerekçesiyle HSYK tarafından meslekten çıkarıldığı ve bu kararın kesinleştiği belirtilmiştir.ii. Emniyet tarafından düzenlendiği belirtilen HTS analiz raporunda; başvurucunun kullandığı telefon ile haklarında FETÖ kapsamında soruşturma yürütülen bazı kişilerle görüşmesinin bulunduğunun belirtildiği, ancak bu kişilerin genellikle yargı mensubu olduğu ve örgütün üst düzey yöneticisi olduklarına dair bir tespite yer verilmediği ifade edilmiştir.iii. Olağanüstü hâl döneminde çıkarılan bir kanun hükmünde kararname (KHK) ile FETÖ/PDY ile bağlantısı bulunduğu değerlendirmesiyle kapatılan Yargıçlar ve Savcılar Birliğine (YARSAV) başvurucunun da 1/4/2010 tarihinde üye olduğu ve dernek kapatılana kadar üyeliğinin faal bulunduğu belirtilmiştir.iv. Somut beyan içermeyen ve başvurucunun FETÖ/PDY mensubu olduğuna dair ihbar evrakının dosya arasına alındığı belirtilerek tanık S.A.nın ifadesininbaşvurucu hakkındaki kısmına yer verilmiştir. İddianame Ankara Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 17/10/2018 tarihinde kabul edilmiş ve Mahkemenin E.2018/337 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından HSYK'ya gönderilen 23/6/2019 tarihli yazıda başvurucunun ByLock programı kullanıcısı olduğunun tespit edildiği belirtilmiştir. Anılan belge HSYK tarafından Mahkemeye gönderilmiş ve 22/8/2019 tarihi duruşmada başvurucuya okunmuştur. Başvurucu ByLock kullandığı iddiasını kabul etmiştir. Cumhuriyet savcısı 7/11/2019 tarihli duruşmada esas hakkındaki mütalaasını Mahkemeye sunmuş ve başvurucunun 466775 ID numarası ile FETÖ/PDY'nin gizli haberleşme yazılımı olan ByLock programı kullanıcısı olduğunun tespit edildiğini belirtilmiştir. Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla dava ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/66486 | Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu 2002 yılında açılan hukuk davasının henüz ilk derece mahkemesinde karara bağlanmamış olması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradığı manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 27/12/2013 tarihinde Fethiye Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 19/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 14/4/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Muğla ili Fethiye ilçesi Kaya Köyü Tunçpınarı mevkiinde kain 1330 parsel sayılı taşınmazın tapulama tespiti sırasında yarı hissesinin başvurucular murisi Aziz Bolel adına tespitine karar verilmiştir. Orman Genel Müdürlüğü’ne izafeten Fethiye Orman İşletme Müdürlüğü tarafından taşınmazın tespit malikleri aleyhine Fethiye Tapulama Mahkemesinin 1957/466 esas sayılı dosyasında tespite itiraz davası açılmıştır. Fethiye Tapulama Mahkemesinde yapılan yargılama neticesinde Mahkemenin 1957/466 esas 1971/3 karar sayılı kararı ile taşınmazın tespit gibi, sunulan veraset ilamları uyarınca tespit maliklerinin mirasçıları adına tapuya tesciline karar verilmiştir. Belirtilen taşınmaz hakkında Orman Genel Müdürlüğü’ne izafeten Fethiye Orman İşletme Müdürlüğü tarafından taşınmaz malikleri aleyhine Fethiye Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/175 ve 2002/699 esas sayılı dosyaları ile sırasıyla 26/3/2002 ve 27/11/2002 tarihlerinde tapu iptali ve tescil davaları açılmıştır. Açılan bu davalarda Orman Genel Müdürlüğü tarafından, dava konusu parselin bulunduğu köyde 5/6/1986 tarihli ve 3302 sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun’un ve maddeleri ile Orman Sınırları Dışına Çıkarılacak Yerler Hakkındaki Tüzüğün maddeleri uyarınca uygulama yapıldığı ve dava konusu parselin bir kısmının kesinleşen orman tahdidi sınırları içinde kaldığı ifade edilerek, belirtilen kısmın tapusunun iptaline ve orman vasfı ile hazine adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesi talep edilmiştir. Orman Genel Müdürlüğü tarafından açılan bu davalar Fethiye Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/175 esas sayılı dosyası üzerinde birleştirilmiştir. Fethiye Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/175 esas sayılı dosyasında devam eden yargılama sırasında Fethiye Kadastro Mahkemesince 27/12/2011 tarihli yazı ile dava konusu taşınmazın 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 22-A bendi uyarınca yapılan uygulama çalışmalarında 251 ada 4 parsel sayılı taşınmaz olarak uygulamaya tabi tutulduğu ve tespit tutanaklarının Kadastro Mahkemesine gönderildiği bildirilmiştir. Fethiye Kadastro Mahkemesinin bahsedilen yazısı üzerine Fethiye Asliye Hukuk Mahkemesi 2002/175 esas sayılı dosyasında görevsizlik kararı vermiştir. Görevsizlik kararı sonrası Fethiye Kadastro Mahkemesinin E.2014/13 sırasına kaydı yapılan dosyada 20/2/2014 tarihinde verilen karşı görevsizlik kararı üzerine, dosya olumsuz görev uyuşmazlığının karara bağlanması için Yargıtay Hukuk Dairesine gönderilmiştir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Genel olarak görev” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kadastro mahkemesi; taşınmaz mal mülkiyetine ve sınırlı ayni haklara, tapuya tescil veya şerh edilecek veyahut beyanlar hanesinde gösterilecek sair haklara, sınır ve ölçü uyuşmazlıklarına, kadastroya ve tapu sicilini ilgilendiren benzeri davalara ve özel kanunlarca kendisine verilen işlere bakar; Kadastroya veya kadastro ile ilgili verasete ait uyuşmazlıkları çözümleyebileceği gibi, istek üzerine veraset belgesi de verebilir.” 3402 sayılı Kanun’un “Kadastro davalarında usul” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kadastro hakimi, askı süresi içinde açılacak davalar ve kadastro müdürü tarafından mahkemeye tevdi olunacak taşınmaz mallara ait kadastro tutanakları ve mahalli hukuk mahkemelerinden devredilen işler hakkında dava dosyası açar. İlgililerin başvurusunu beklemeksizin kadastro tutanakları ile uyuşmazlığın çözümlenmesine etkili olabilecek kayıt ve diğer bilgileri ilgili dairelerden getirtir. Hakim, duruşma gününü taraflara Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen tebliğ eder.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama usulü” kenar başlıklı maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir: “Kadastro mahkemesinde gelmeyen tarafın yokluğunda duruşma yapılır. Taraflardan hiç biri gelmez ise dosya işlemden kaldırılmaz. Hakim, toplanması mümkün olan delilleri inceler ve 30 uncu madde hükmünce işi karara bağlar.…Bu Kanunun tatbikinde ayrıca açıklık bulunmıyan hallerde basit yargılama usulü uygulanır.Kadastro mahkemeleri adli tatile tabi değildir.” 3402 sayılı Kanun’un “Deliller ve hakimin takdiri” kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: “Kadastro tutanaklarında beyanlarına başvurulan kişiler, bu beyanlarına gerekçe gösterilerek itiraz edilmedikçe, yeniden dinlenmezler. Ancak hakim, kadastro tutanağındaki beyanla, duruşma sırasında topladığı deliller arasında çelişki görürse, bunu gidermek için tutanakta beyanlarına başvurulan kimseleri tanık sıfatıyla yeniden dinleyebilir. Kadastro komisyonlarından gönderilen tutanaklar ile mahalli mahkemelerden devredilen dosyaların muhtevasından malik tespiti yapılamadığı veya dava açan mirasçının dışında başka mirasçıların da bulunduğu anlaşıldığı takdirde, hakim resen lüzum gördüğü diğer delilleri toplayarak taşınmaz malın kimin adına tescil edileceğine karar vermekle yükümlüdür. Taşınmaz malın ölü bir şahsa ait olduğu anlaşılır ve mirasçıları da tespit edilemezse, ölü olduğu yazılmak suretiyle o şahsın adına tescil kararı verilir.” 3402 sayılı Kanun’un “Kararların tebliği, kanun yollarına başvurma ve ilamların infazı” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kadastro mahkemesi kararları Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen taraflara tebliğ olunur.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama giderleri, kadastro harcı ve tahakkuku” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi şöyledir: “Bu Kanun gereğince resen yapılması gereken soruşturma ve tebligat işlemleri için zaruri giderler, ileride haksız çıkacak taraftan alınmak üzere bütçeye konulan ödenekten karşılanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9885 | Başvurucu 2002 yılında açılan hukuk davasının henüz ilk derece mahkemesinde karara bağlanmamış olması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradığı manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, tutukluya annesinin cenaze törenine katılması için izin verilmemesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru tarihinde Türkiye Cumhuriyeti hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçundan Silivri L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) tutuklu olarak bulunan başvurucunun annesi 16/7/2020 tarihinde vefat etmiştir. Başvurucu aynı tarihli dilekçesiyle Samsun'un Çarşamba ilçesinde gerçekleşecek cenaze törenine katılma talebinde bulunmuştur. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) 17/7/2020 tarihinde başvurucunun talebini reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; pandemi nedeniyle infaz kurumlarında sirkülasyonu azaltmaya yarar bir dizi önlem alındığı, başvurucunun cenazeye katılımı hâlinde virüs kapma ve sonrasında kurumda bulunan tutuklu, hükümlü ve personele bulaştırma riskinin yüksek olduğu belirtilmiştir. Bununla birlikte başvurucunun kurum dışına çıkarılması hâlinde dönüşünde on dört gün süreyle karantinaya alınmasının gerektiği, bu durumun ise kurumun fiziki şartları açısından zorluk yaratacağı ifade edilmiştir. Başvurucu, anılan karara karşı 27/7/2020 tarihli dilekçesiyle Silivri İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) şikâyette bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği 28/7/2020 tarihli kararıyla başvurucunun şikâyetini reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tutukluya cenazeye katılma izni verilmesinin zorunluluk değil Başsavcılıkça alınacak takdiri bir karar olduğu, devletin vatandaşların yaşam hakkını koruma yükümlülüğü karşısında başvurucunun kendisinin ve İnfaz Kurumunda bulunan diğer kişilerin yaşamını riske atma ihtimalinin bulunduğu gözetildiğinde anılan kararın isabetli olduğu ifade edilmiştir. Başvurucu, anılan karara karşı 4/8/2020 tarihli dilekçesiyle Silivri Ağır Ceza Mahkemesine (Ağır Ceza Mahkemesi) itirazda bulunmuştur. Ağır Ceza Mahkemesince itiraz konusu olayın İnfaz Hâkimliğinin görev alanına girmediği, bu nedenle esası incelenmeksizin karar verilmesi gerektiği ancak bu durumun sonuca etkili olmadığı gerekçesiyle 12/8/2020 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü 28/8/2020 tarihinde tebellüğ ettikten sonra 7/9/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/29558 | Başvuru, tutukluya annesinin cenaze törenine katılması için izin verilmemesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru "Anayasayı ihlal, silahlı terör örgütünü yönetme" suçlarından yürütülen soruşturma kapsamında 12/9/2006 tarihinde gözaltına alınan başvurucular hakkında açılan kamu davasının makul sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle adil yargılama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 29/11/2013 tarihi ile 2/12/2013 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Komisyon tarafından 31/12/2013 tarihinde, başvuruların kabul edilebilirlik incelemelerinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucular tarafından yapılan 2013/8668, 2013/8669, 2013/8891 numaralı bireysel başvuru dosyaları, aralarındaki hukuki ve fiili irtibat nedeniyle birleştirilmiş; incelemeye 2013/8668 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK maddesi ile görevli) yasa dışı MLKP (Marksist Leninist Komünist Parti) örgütüne yönelikyürütülen soruşturma kapsamında 12/9/2006 tarihinde gözaltına alınıp 15/9/2006 tarihinde tutuklanmışlardır. Başvurucular hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK maddesi ile görevli) 17/5/2007 tarihli iddianamesi ile anayasal düzeni silahlı ayaklanma yoluyla değiştirmeyi amaçlayan silahlı terör örgütünü yönetme, sahte kimlik kullanma, patlayıcı madde bulundurma, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet etme, mala zarar verme suçlarından yirmi şüpheli ile birlikte kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (CMK maddesi ile görevli) 13/12/2012 tarihinde başvurucu Adem Serkan Gündoğdu'nun, 17/5/2011 tarihinde ise başvurucu Ziya Ulusoy'un tahliyesine karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (CMK maddesi ile görevli) 5/11/2013 tarihli ve E.2007/303, K.2013/192 sayılı kararıyla başvurucuların, üzerilerine atılı suçların bir kısmı yönünden mahkûmiyetlerine karar vermiştir. Bu karar temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi devam etmektedir. Başvurucular 29/11/2013 ve 2/12/2013 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ve maddeleri, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası, 6136 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrası. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8668 | Başvuru Anayasayı ihlal, silahlı terör örgütünü yönetme suçlarından yürütülen soruşturma kapsamında 12/9/2006 tarihinde gözaltına alınan başvurucular hakkında açılan kamu davasının makul sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle adil yargılama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, temyiz isteminin süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için 26/5/2017 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu kooperatif aleyhine icra takibine konu olan borcun iflas ödeme emrine rağmen ödenmediği gerekçesi ile 27/9/2012 tarihinde iflas davası açılmıştır. Ankara Batı (Sincan) Asliye Ticaret Mahkemesi (Mahkeme) 14/5/2013 tarihli ve E.2012/292, K.2013/146 sayılı kararı ile davanın kabulüne ve başvurucu kooperatifin iflasına karar vermiştir. Mahkemenin 14/5/2013 tarihli hüküm celsesi tutanağı ve gerekçeli kararında kanun yolu ve süresiyle ilgili olarak "...davacıvekilinin yüzüne karşı, yasa yolları açık olmak üzere (kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde mahkememize sunulacak, yahut mahkememize gönderilmek üzere bir başka mahkemeye ibraz edilecek dilekçeyle hükmün temyiz edilebileceği, temyiz incelemesinin Yargıtay ilgili Hukuk Dairesi tarafından yapılacağı) verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı." ibaresi yazılmıştır. Gerekçeli karar 29/5/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 12/6/2013 tarihinde anılan kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 4/11/2013 tarihli ve E.2013/5652, K.2013/6768 sayılı kararıyla temyiz istemini süre yönünden reddetmiştir. Karar gerekçesi şu şekildedir:"Mahkemece iflâs talebi hakkında verilen hüküm temyiz eden vekiline 2013 günü tebliğ edildiği halde, temyiz dilekçesi İİK'nın maddesinde öngörülen 10 günlük yasal süre geçirildikten sonra 2013 tarihinde verilmiştir. Süresinden sonra yapılan temyiz istemleri hakkında mahkemece bir karar verilebileceği gibi,1990 gün ve 1989/3 Esas, 1990/4 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı'nda Yargıtay tarafından da karar verilebileceği kabul edilmiş olmakla, temyiz isteminin reddi gerekmiştir." Karar düzeltme talebi Dairenin 16/5/2014 tarihli ve E.2014/898, K.2014/3852 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:"...Davalı vekilinin hükme yönelik temyiz isteminin, yasal sürede yapılmadığından dolayı, İİK'nın maddesi uyarınca reddine ilişkin Dairemiz kararına karşı, istemin süresinde olduğu ileri sürülerek başvuruda bulunulması üzerine yapılan incelemede, temyiz isteminin süresinde olmadığı anlaşılmakla, talebin reddi gerekmiştir." Ret kararı 14/7/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 13/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 2/3/2005 tarihli ve 5311 sayılı Kanun ile değiştirilen maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Ticaret mahkemesince verilen nihaî kararlar, 160 ıncı maddenin son fıkrasına göre alınan masraftan karşılanmak suretiyle mahkemece re'sen taraflara tebliğ olunur. Bu kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde istinaf yoluna başvurulabilir. Bölge adliye mahkemesi kararına karşı da tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde temyiz yoluna başvurulabilir. İstinaf ve temyiz incelemeleri, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre yapılır. ..." 2004 sayılı Kanun’un maddesinin 5311 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki hâli şöyledir: "Ticaret mahkemesince verilen nihai kararlar tebliğden itibaren on gün içinde temyiz edilebilir. Kararlar 160 ıncı maddenin son fıkrasına göre alınacak masraftan karşılanmak suretiyle mahkemece resen taraflara tebliğ olunur...." 2004 sayılı Kanun’a 5311 sayılı Kanun'un maddesiyle eklenen geçici madde şöyledir: "Bölge adliye mahkemelerinin, 2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar İcra ve İflâs Kanununun bu Kanunla yapılan değişiklikten önceki temyiz ve karar düzeltmeye ilişkin hükümleri uygulanır." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:“Hüküm "Türk Milleti Adına" verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:…ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini.…” 6100 sayılı Kanun'un geçici maddesi şöyledir:"(1) Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.(2) Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.(3) Bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır." 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun dava tarihi itibarıyla yürürlükte olan maddesinin birinci fıkrası şu şekildedir:"Temyiz süresi on beş gündür. Temyiz süreleri, ilâmın usulen taraflardan her birine tebliği ile işlemeye başlar." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13217 | Başvuru, temyiz isteminin süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle doktorluk mesleğine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1991 doğumlu olan başvurucunun 25/10/2017 tarihinde yapılan dönem devlet hizmeti yükümlülüğü kurası sonucunda Adıyaman Gölbaşı Devlet Hastanesine doktor olarak yerleştirmesi yapılmıştır. 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (676 sayılı KHK) maddesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen (8) numaralı alt bent uyarınca başvurucu hakkında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle başvurucunun göreve ataması gerçekleştirilmemiştir. Başvurucu, söz konusu işlemin iptali talebiyle 13/2/2018 tarihinde iptal davası açmıştır. Dava dilekçesinde işlemin gerekçesini bilmemekten yakınmış; 657 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (A) bendinde belirtilen hangi şartı sağlamadığının belirtilmediğini ifade etmiştir. Hukuka ve hakkaniyete aykırı olan işlemin iptalini talep etmiştir. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 12/12/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Olayda, güvenlik soruşturmasının olumlu sonuçlanmasının kamu görevlisinin atanması için gerekli şartlardan birisi olduğu göz önüne alındığında, dosya içerisinde yer alan davacı hakkındaki 'kendisinin 2008-2012 yılları arasında MLKP ve PKK/KCK terör örgütü tarafından düzenlenen eylem ve etkinliklerine katıldığı' yönündeki istihbari bilginin değerlendirilmesi sonucu davacının güvenlik soruşturmasının olumsuz olduğu kanaatine varıldığından, güvenlik soruşturmasının olumsuz olduğundan bahisle atamasının yapılmamasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır." Başvurucu, karara karşı 28/2/2018 tarihinde istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde hükme esas alınan bilgi ve belgelerin kendisi ile paylaşılmamasından şikâyet etmiştir. Bugüne kadar hakkında cezai ve idari bir soruşturma ve kovuşturma yürütülmediğini belirtmiştir. İstihbari nitelikteki bilgilerin hukuken başka bilgi ve belgelerle doğrulanmadıkça tek başına hukuki delil olarak değerlendirilemeyeceğini söylemiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 28/11/2019 tarihinde istinaf başvurusunu kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar, başvurucuya 29/12/2019 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu 23/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Devlet memurluğuna alınacaklarda aşağıdaki genel ve özel şartlar aranır.A) Genel şartlar: Türk Vatandaşı olmak, Bu Kanunun 40 ncı maddesindeki yaş şartlarını taşımak, Bu Kanunun 41 nci maddesindeki öğrenim şartlarını taşımak, Kamu haklarından mahrum bulunmamak, Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, (…) zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak. Askerlik durumu itibariyle;a) Askerlikle ilgisi bulunmamak,b) Askerlik çağına gelmemiş bulunmak,c) Askerlik çağına gelmiş ise muvazzaf askerlik hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veyayedek sınıfa geçirilmiş olmak, 53 üncü madde hükümleri saklı kalmak kaydı ile görevini devamlı yapmasına engelolabilecek (…) akıl hastalığı (…) bulunmamak. [Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73; K.2019/65 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.]B) Özel şartlar: Hizmet göreceği sınıf için 36 ve 41 nci maddelerde belirtilen öğretim ve eğitim kurumlarının birinden diploma almış olmak, Kurumların özel kanun veya diğer mevzuatında aranan şartları taşımak." 676 sayılı KHK'nın maddesiyle 657 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen ve Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73, K.2019/65 sayılı kararıyla iptal edilen (8) numaralı alt bent şöyledir:"Güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olmak." Anayasa Mahkemesi Kararı Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73, K.2019/65 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:" Anayasa’nın maddesi uyarınca kişisel veriler ancak kanunda öngörülen hâllerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Dolayısıyla kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sağlanan anayasal güvencenin yaşama geçirilebilmesi için bu hakkı ilgilendiren yasal düzenlemelerin açık, anlaşılabilir ve söz konusu hakkın kullanılabilmesine elverişli olması gerekir. Ancak böyle bir düzenleme ile kişilerin özel hayatlarını ilgilendiren veri, bilgi ve belgelerin resmî makamların keyfî müdahalelerine karşı korunması mümkün hâle gelebilir.... Bu bağlamda güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasıyla elde edilen veriler kişisel veri niteliğindedir. Kuralla güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması kapsamında kamu mercileri tarafından özel yaşamı ile ilgili sorular sorulması da dâhil olmak üzere bir bireyin özel hayatı, iş ve sosyal yaşamıyla ilgili bilgilerinin alınması, kaydedilmesi ve kullanılması özel hayata saygı hakkına sınırlama niteliğindedir. Anayasa'nın maddesinin birinci fıkrasında memurlar ve kamu görevlilerinin Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunma yükümlülükleri düzenlenmiştir. Belirtilen hususlar gözetilerek kamu görevlerine atanacak kişiler bakımından birtakım şartlar getirilmesi doğaldır. Bu şekilde aranan nitelikler kamu hizmetinin etkin ve sağlıklı bir biçimde yürütülmesi amacına yöneliktir. Dolayısıyla kamu görevine atanmadan önce kişilerin güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının yapılmasını öngören kural kanun koyucunun takdir yetkisindedir. Ancak bu alanda düzenleme getiren kuralların kamu makamlarına hangi koşullarda ve hangi sınırlar içinde tedbirler uygulama ve özel hayatın gizliliğine yönelik müdahalelerde bulunma yetkisi verildiğini yeterince açık olarak göstermesi ve olası kötüye kullanmalara karşı yeterli güvenceleri sağlaması gerekir. Kuralda güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılması memurluğa alımlarda genel şartlar arasında sayılmasına karşın güvenlik soruşturmasına ve arşiv araştırmasına konu edilecek bilgi ve belgelerin neler olduğuna, bu bilgilerin ne şekilde kullanılacağına, hangi mercilerin soruşturma ve araştırmayı yapacağına ilişkin herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. Diğer bir ifadeyle güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının yapılmasına ve elde edilecek verilen kullanılmasına ilişkin temel ilkeler belirlenmeksizin kuralla sadece güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılması devlet memurluğuna alımlarda aranacak şartlar arasında sayılmıştır. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonucunda devlet memurluğuna atanmada esas alınacak kişisel veri niteliğindeki bilgilerin alınmasına, kullanılmasına ve işlenmesine yönelik güvenceler ve temel ilkeler kanunla belirlenmeksizin bunların alınmasına ve kullanılmasına izin verilmesi Anayasa’nın , ve maddeleriyle bağdaşmamaktadır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin maddesinin medeni hukuk alanına giren konularda uygulanabilirliği ilk olarak bir uyuşmazlığın varlığına bağlıdır. İkinci olarak uyuşmazlık en azından savunulabilir bir şekilde iç hukukta tanınmış olduğu söylenebilecek hak ve yükümlülükler ile ilgili olmalıdır. Son olarak bu hak ve yükümlülüklerin -her ne kadar bizzat madde bu hak ve yükümlülüklere Sözleşmeci devletlerin hukuk sistemi içinde belirli bir anlam atfetmese de- Sözleşme anlamında medeni nitelikte olması gerekmektedir (James ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 81). AİHM'e göre mahkemelerin kararlarının gerekçeli olması zorunluluğu, yargılama sürecinde ileri sürülen her bir iddiaya ayrıca cevap verilmesi anlamına gelmemektedir. Gerekçe gösterme yükümlülüğünün ne ölçüde uygulanacağı kararın niteliğine göre değişebilir. Bu nedenle bir mahkemenin Sözleşme'nin maddesinde güvence altına alınan gerekçe gösterme yükümlülüğünü yerine getirip getirmediği ancak davanın özel koşulları altında değerlendirilebilecektir (Ruiz Torija/ İspanya,B. No: 18390/91, 9/12/1994, § 29). AİHM; gerekçeli karar hakkı ile ilgili olarak verdiği H./Belçika (B. No: 8950/80, 30/11/1987) kararında, barodaki kaydı daha önce silinen başvurucunun tekrar kayıt talebinin mevzuatta yer alan istisnai şartların bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmesinin adil yargılanma hakkı yönüyle problemli olduğunu belirtmiştir. AİHM, yaptığı değerlendirmede istisnai şartlar kavramının doğası gereği belirsiz olduğunu, ne olduğuna dair hem mevzuatın hem de içtihadın net olmadığını, bu kapsamda başvurucunun da etkili bir savunma geliştirmesinin ve koşulların oluştuğuna dair kanıt ortaya koymasının çok zor olduğunu belirtmiş; dolayısıyla somut olayda başvurucunun ortaya koyduğu şartların neden istisnai olarak kabul edilemeyeceğinin gerekçeli kararda belirtilmesi gerektiğini zira söz konusu kararın sonuçları itibarıyla ciddiyet arz ettiğini ifade etmiştir (H./Belçika, § 53). Georgiadis/Yunanistan (B. No: 21522/93, 29/5/1997) kararında da AİHM, mahkemelerin gerekçe gösterme yükümlülüğünün davanın niteliğine göre farklılık arz edebileceği yönündeki içtihadını tekrar etmiş; başvuruya konu olayda haksız tutuklama nedeniyle tazminat talebi mevzuatta yer alan ağır ihmal kavramına istinaden reddedilen başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Mevcut davada yerel mahkemeler, başvurucunun ağır ihmali nedeniyle tutuklu kaldığı gerekçesiyle devletin tazminat sorumluluğu bulunmadığına karar vermiştir. AİHM, bahsi geçen kavramın kesinlik içermemesi, özellikle başvurucunun tazminat hakkı açısından belirleyici olması nedeniyle mahkemelerin daha ayrıntılı gerekçeler göstermesi gerektiğini belirtmiştir (Georgiadis/Yunanistan, § 43). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/4254 | Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle doktorluk mesleğine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının reddedilmesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının, örgütlenme özgürlüğünün ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Erzurum Valiliği Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfında (Erzurum SYDV/ İşveren) hizmet akdine dayalı olarak 1/11/1994 tarihinde işe başlamıştır. Erzurum SYDV başvurucunun iş akdini 17/8/2016 tarihinde tek taraflı olarak feshetmiştir. İşveren tarafından başvurucuya gönderilen 29/9/2016 tarihli yazıda başvurucunun iş akdinin "Millî Güvenlik Kurulunca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı kuvvetle muhtemel olması nedeniyle 2015 yılında kapatılan Erzurum İli Memurlar Derneği (ERİMDER) yönetim kurulu yedek üyesi olması gerekçesiyle" feshedildiği belirtilmiştir. Başvurucu, iş sözleşmesinin feshine karşı 12/10/2016 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde ERİMDER'in 2016 yılında kendi iradesiyle kapanma kararı alarak faaliyetlerine son verdiğini ve iş akdinin geçerli ve haklı bir nedene dayanmaksızın feshedildiğini belirten başvurucu, işe iadesini ve haksız ve geçersiz fesihten kaynaklı tazminatların ve çalışmadığı dönem için aylık maaşlarının ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Erzurum İş Mahkemesi (İş Mahkemesi) 8/2/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) ile bağlantısı bulunan ERİMDER'in yönetim kurulu yedek üyesi olması nedeniyle iş sözleşmesinin devamını sağlayacak güven ilişkisinin sarsıldığı ve işverenden iş ilişkisini sürdürmesinin makul ölçüler içerisinde beklenemeyeceği vurgulanarak iş sözleşmesinin feshinin en azından geçerli sebebe dayandığının kabulünün gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu bu karara karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde ERİMDER'in bahse konu yapılarla bağlantılı olduğuna ilişkin tahkikat yapılmayarak eksik incelemeyle hüküm kurulduğu belirtilmiştir. Ayrıca başvurucu, ERİMDER'in İşveren tarafından öne sürüldüğü gibi kapatılmadığını, 25/6/2016 tarihinde kendini feshettiğini ifade etmiş, İş Mahkemesi kararının kaldırılarak davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 21/12/2017 tarihli kararıyla İş Mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın dava şartı yokluğundan usulden reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, davanın incelenebilmesi için 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasına göre otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyeri koşulunun somut olayda sağlanması gerektiği belirtilmiştir. Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun (İBK) 9/6/2017 tarihli kararında sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının her birinin ayrı işyeri olduğu, her vakıf için işyeri düzeyinde toplu iş sözleşmesi yetkisi verileceği ve iş güvencesi bakımından otuz işçi sayısının her vakıf için aranması gerektiğinin belirtildiği ifade edilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesince, Erzurum SYDV'de otuzdan az işçi çalıştığının tespit edildiği belirtilerek otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyeri koşulunun somut olayda sağlanmadığı sonucuna varılmıştır. Başvurucu tarafından Bölge Adliye Mahkemesi kararına karşı temyiz başvurusunda bulunulmuş, temyiz dilekçesinde iş güvencesinin olmamasına yapılan atıfla davasının reddedilmesinin ulusal ve uluslararası tüm düzenlemelere ve kişi haklarına aykırı olduğu ifade edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 11/7/2018 tarihli kararıyla Bölge Adliye Mahkemesi kararında bir isabetsizlik bulunmadığını belirterek temyiz itirazlarının reddine ve usul ve kanuna uygun olan kararın onanmasına karar vermiştir. Nihai karar, başvurucuya 2/8/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. İlgili hukuk için bkz. Nuran Erdoğan, B. No: 2018/36613, 17/11/2021 §§ 15- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/26777 | Başvuru, iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının reddedilmesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının, örgütlenme özgürlüğünün ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gayrimüslim cemaat vakıflarının taşınmaz mal edinmelerine ilişkin olarak vakıflar mevzuatında yapılan yasal değişiklikler çerçevesinde bir taşınmazın başvurucu Vakıf adına tescil edilmesi talebinin Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıflar Meclisi tarafından reddedilmesi ve bu idari işlemin iptali istemiyle idari yargıda açılan davadan bir sonuç alınamaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/11/2015 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 22/7/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 5/6/1935 tarihli ve 2762 sayılı mülga Vakıflar Kanunu’nun Maddesi ile geçici Maddesi uyarınca sahip oldukları malları, gelirleri, giderleri ve vakıfları ile ilgili diğer hususları bildirme yükümlülüğü çerçevesinde beyanname vermiş bulunan (1936 Beyannamesi) gayrimüslim cemaat vakıflarındandır. Başvurucu 20/2/2008 tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun geçici Maddesi doğrultusunda İstanbul ili Sarıyer ilçesi Mirgün Mahallesi’nde bulunan 110 ada 7 parsel sayılı taşınmazın adına tescil edilmesi istemiyle 20/8/2009 tarihinde Vakıflar Genel Müdürlüğüne başvuruda bulunmuştur. Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıflar Meclisi (Vakıflar Meclisi) başvurucunun talebini 5737 sayılı Kanun’un geçici Maddesi kapsamında olmadığı gerekçesiyle 28/12/2009 tarihinde reddetmiştir. Başvurucu, talebinin reddi üzerine 24/5/2010 tarihinde Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine İstanbul İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) iptal davası açmıştır. Yapılan yargılama neticesinde İdare Mahkemesi 25/2/2011 tarihli ve E.2010/1000, K.2011/191 sayılı kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:“Cemaat vakıflarının dini, hayri, sosyal, kültürel, eğitim ve sıhhi gibi amaçlarını gerçekleştirebilmeleri amacıyla taşınmaz mal edinmelerine izin verilmiştir. Cemaat vakfı adına tescil edilebilmesi için taşınmazın,1936 tarihli beyannamelerinde kayıtlı olup, kendi hak ve tasarruflarında bulunması veya 1936 beyannamesinde yer almakla birlikte vakıf tarafından daha sonradan satın alma veya bağışla iktisap edilip mal edinememe gerekçesiyle adlarını tescilli olmaması gereklidir. Dolayısıyla, başka bir özel veya tüzel kişi adına kayıtlı olan, vakfın hak ve tasarrufunda olmayan taşınmazlar vakıf adına tescil edilemeyecektir. Cemaat vakıfları adına taşınmazın tescilinin yapılabilmesi için 5737 sayılı Kanun uyarınca tescile dayanak teşkil eden her türlü bilgi ve belgenin idareye verilmesi gereklidir. İdareler de taşınmazın mülkiyet ve tasarruf gibi hukuki durum ve statüsünü gösteren bilgi ve belgeleri ilgisinde isteme hak ve yetkilisine sahiptir. Taşınmaz tescilinde ilgililerin ibraz ettikleri bilgi ve belgeler de göz önüne alınarak değerlendirme yapılacaktır. Zira, kanunda cemaat vakıflarına belli şartlar altında idari işlem yoluyla taşınmazın mülkiyetini kazanma ve tapuya tescil ettirme yetkisi tanınmıştır. Dolayısıyla, idari karar ile tapuda değişiklik yapılacağından, taşınmazın mülkiyet ve tasarruf durumuna ilişkin bilgi ve belgelerin ilgililerden (cemaat vakıfları) talep edilmesi ve ilgililerindetalep doğrultusunda gerekli bilgi ve belgeleri sunmak ya da bilgi ve belge bulunmadığı hususunu bildirme sorumluluğu bulunmaktadır. Olayda, vakıf adına tescili talep edilen taşınmazlara ilişkin olarak 5737 sayılı Kanunda öngörülen şartların gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespiti için davacıdan tescile dayanak teşkil edecek bilgi ve belgelerin ibrazının istenilebileceği, tescili talep edilen taşınmazın tapuda başka kişi adına kayıtlı olması,mülkiyet hanesinin boş gözükmesi veya kamu – özel hukuk tüzel kişileri ile gerçek kişiler adına kayıtlı olması halinde taşınmazların davacı vakıf adına tescil edilmesi talebinin ancak adli yargıda açılacak tapu iptali ve tescil davasında irdelenebileceği, davalı idarece, tapuda mazbut Abdülhamit Han Vakfı adına kayıtlı olduğu anlaşılan taşınmaza ait tescil talebi hakkında karar verilmesine olanak bulunmadığısonucuna varılmaktadır. Bu durumda davacının, Vakıflar Kanunu’nun geçici maddesinde öngörülen koşulları taşımadığı anlaşıldığından taşınmazların tescili talebiyle yapılan başvurunun reddine yönelik işlemin hukuka uygun olduğu sonucuna varılmaktadır.” Başvurucunun temyiz ettiği karar, Danıştay Onuncu Dairesinin 25/6/2015 tarihli ve E.2011/9211, K.2015/3346 sayılı ilamıyla onanmıştır. Nihai karar başvurucu vekiline 12/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Kanunlar 29/5/1926 tarihli ve 864 sayılı mülga Kanunu Medeninin Sureti Mer’iyet ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanun’un Maddesi şöyledir:“Kanunu Medeninin meriyete vaz`ından mukaddem vücude getirilen evkaf hakkında ayrıca bir tatbikat kanunu neşrolunur.Kanunu Medeninin meriyete vaz`ından sonra vücude getirilecek tesisler, Kanunu Medeni ahkamına tabidir.” 2762 sayılı mülga Kanun’un Maddesi kabul edildiği şekliyle şöyledir:“4 birinci teşrin 1926 tarihinden önce vücud bulmuş vakıflardanA – Bu kanundan önce zaptedilmiş bulunan vakıflar,B – Bu kanundan önce idaresi zaptedilmiş olan vakıflar,C – Mütevelliliği bir makama şartedilmiş olan vakıflar,Ç – Kanunen veya filen hayrî bir hizmeti kalmamış olan vakıflar,D – Mütevelliliği vakfedenlerin ferilerinden başkalarına şartedilmiş vakıflar,Vakıflar umum müdürlüğünce idare olunur. Bunların hepsine birden (Mazbutvakıflar) denir.A – Mütevelliliği vakfedenlerin ferilerine şartedilmiş vakıflar,B – Cemaatlarca idare olunan vakıflar,C – Bazı sanat sahihlerine mahsus vakıflar,Mütevellileri veya seçilmiş heyetleri tarafından idare olunur. Bunların atlup birden (Mülhak vakıflar) denir.Mütevelliler ve seçilmiş heyetler, vakıflar umum müdürlüğünün ve umum müdürlük de, idare meclisinin kontrolü altındadır.” 2762 sayılı mülga Kanun’un yürürlükten kaldırıldığı tarihteki Maddesi şöyledir:“(Değişik: 28/6/1938-3513/1 md.) 4 birinci teşrin 1926 tarihinden önce vücud bulmuşvakıflardanA – Bu kanundan önce zabtedilmiş bulunan vakıflar,B – Bu kanundan önce idaresi zabtedilmiş olan vakıflar,C – Mütevelliği bir makama şartedilmiş olan vakıflar,D – Kanunen veya fiilen hayri bir hizmeti kalmamış olan vakıflar,E – Mütevelliliği vakfedenlerin ferilerinden başkalarına şart edilmiş vakıflar,Vakıflar Umum Müdürlüğünce idare olunur. Bunların hepsine birden (Mazbut vakıflar) denir.(Değişik: 31/5/1949-5404/1 md.) Mütevelliliği vakfedenlerin fer`ilerine şart edilmiş vakıflara (Mülhak Vakıflar) denir. Bunlar mütevellileri tarafından idare olunur.Mütevelliler Vakıflar Genel Müdürlüğünün ve Genel Müdürlük de İdare Meclisinin kontrolü altındadır.(Değişik: 24/3/1981-2437/1 md.) Cemaatlere ve esnafa mahsus vakıflar, bunlar tarafından seçilen kişi veya kurullarca yönetilir. İlgili makamlarla Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından teftiş edilir ve denetlenirler. Teftiş ve denetlemenin usulleri ve nasıl yapılacağı ile sonuçları çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.(Ek: 24/3/1981-2437/2 md.) Cemaat vakıflarının Türk Kanunu Medenisinin 78 nci maddesi gereğince Vakıflar Genel Müdürlüğüne ödeyecekleri teftiş ve denetleme masraflarına katılma payının, genel bütçeden karşılanmasına Bakanlar Kurulunca karar verilebilir. Bu karar anılan vakıfların teftiş ve denetimini etkilemez.(Ek Fıkra 2003-4778 s. Kanun.) Cemaat vakıfları, vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın, Vakıflar Genel Müdürlüğünün izniyle dinî, hayrî, sosyal, eğitsel, sıhhî ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere taşınmaz mal edinebilirler ve taşınmaz malları üzerinde tasarrufta bulunabilirler.Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Vakıflar Genel Müdürlüğünün bağlı bulunduğu Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.” 2762 sayılı mülga Kanun’un Maddesi şöyledir: “Bu kanunun neşri tarihinden en az on beş yıl evvelinden beri vakıf olarak tasarruf edildikleri vergi kayıtları icar kontratları ve eşhası hükmiyenin gayri menkule tasarruflarına dair olan 16 Şubat 1328 tarihli kanunun neşrinden sonra tapuya verilmiş defterler ve müesseselerin hesap defterleri ve buna benzer vesikalarla anlaşılacak olan yerler o suretle vakıf kütüğüne kaydolunurlar. Bu kayıt vakıflar idaresinin istemesi üzerine tapuca o gayri menkullerin kayıtlarına işaret ve keyfiyet münasip vasıtalarla ilan olunur. İlan tarihinden itibaren iki yıl içinde dava yolu ile bir güna itiraz olunmadığı takdirde o malların vakıf olarak kati tescilleri yapılır,ve tapuları verilir. Tapu kayıtlarına işaret edilecek gayri menkullere ait davalarda vakıflar idaresi ve varsa mütevelli de birlikte hasım olur. Bundan başka,vakıflar idaresinin 1515 sayılı kanun hükümlerinden istifade hakkı mahfuzdur.” 2762 sayılı mülga Kanun’un geçici Maddesi şöyledir: “A – Şimdiye kadar vakıflar idaresine hesap vermemiş olan bütün mütevelliler veya mütevelli heyetleri bu kanunun hükümleri yürümeğe başladığı günden itibaren üç ay içinde idare ettikleri vakıfların mahiyetlerini,varidat membalarını ve bunların sarf ve tahsis mahallerini,geçmiş son senenin varidat ve masraflarının miktar ve nevilerinin ve mütevelliliği hangi selahiyetli merciin intihap veya kararına müsteniden ve hangi tarihten beri yaptıklarını gösterir bir beyanname tanzimine ve mensup oldukları vakıflar dairesine vermeğe mecburdurlar. B – Yukarki fıkra mucibince beyanname vermiş olan mütevellilere bir makbuz ilmühaberi verilir. Bu ilmühaberi hamil olan kimseler bu kanun dairesinde vakıflarının idaresine devam ederler. C – Birinci fıkrada yazılı müddet içinde beyanname vermemiş olanlar vakıflarında tasarruf edemezler. Gecikme haklı bir sebebe müstenit değilse veya verdikleri beyanname hakikate uygun bulunmazsa mütevellilikten derhal azlolunurlar. Ç – Vakıflar idaresine verilecek beyannamelerin verildikleri tarihten itibaren, altı ay içinde tetkik ve tasdiki mecburidir. Bu müddet içinde tasdik edilmediği takdirde yalnız mukannen masraflar tasdik edilmiş sayılır.D – Beyannameler muhteviyatının vesika ve teamüllere müstenit olması ve bu vesika veya teamüllerin bu kanunun neşrinden evvel mevcut ve merî`i bulunması şarttır.E – Bu kanun hükümleri yürümeğe başladığı zaman mevcut olan ferilerden gayri mütevellilerle Vakıflar Umum Müdürlüğünce mütevellisi olmadığından veya mütevellisi mevcut olduğu halde vakfı bizzat idare edemediklerinden dolayı idare kendilerine tevdi edilmiş olan kaymakamlar şimdiye kadar olduğu gibi vakıfları idareye devam ederler. Azil veya her hangi bir suretle inhilal vukuunda bu kanun hükümleri tatbik olunur.” 2762 sayılı mülga Kanun’a 19/7/2003 tarihli ve 4928 sayılı Kanun’un Maddesi ile eklenen geçici Madde şöyledir:“Cemaat vakıfları, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onsekiz ay içinde 1 inci maddenin yedinci fıkrası uyarınca tescil başvurusunda bulunabilirler.” 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun Maddesi şöyledir:“Vakıflar, gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleriyle oluşan tüzel kişiliğe sahip mal topluluklarıdır.Bir malvarlığının bütünü veya gerçekleşmiş ya da gerçekleşeceği anlaşılan her türlü geliri veya ekonomik değeri olan haklar vakfedilebilir.(İptal üçüncü fıkra: Anayasa Mahkemesi’nin 17/4/2008 tarihli ve E.2005/14, K.2008/92 sayılı kararı ile)Cumhuriyetin Anayasa ile belirlenen niteliklerine ve Anayasanın temel ilkelerine, hukuka, ahlâka, millî birliğe ve millî menfaatlere aykırı veya belli bir ırk ya da cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf kurulamaz.” 5737 sayılı Kanun’un Maddesi şöyledir:“Bu Kanunun uygulanmasında;…Vakıflar: Mazbut, mülhak, cemaat ve esnaf vakıfları ile yeni vakıfları,Vakfiye: Mazbut, mülhak ve cemaat vakıflarının malvarlığını, vakıf şartlarını ve vakfedenin isteklerini içeren belgeleri,1936 Beyannamesi: Cemaat vakıflarının 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince verdikleri beyannameyi,Vakıf senedi: Mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi ile 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu hükümlerine göre kurulan vakıfların, malvarlığını ve vakıf şartlarını içeren belgeyi,Mazbut vakıf: Bu Kanun uyarınca Genel Müdürlükçe yönetilecek ve temsil edilecek vakıflar ile mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin yürürlük tarihinden önce kurulmuş ve 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince Vakıflar Genel Müdürlüğünce yönetilen vakıfları,Mülhak vakıf: Mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin yürürlük tarihinden önce kurulmuş ve yönetimi vakfedenlerin soyundan gelenlere şart edilmiş vakıfları,Cemaat vakfı: Vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince tüzel kişilik kazanmış, mensupları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Türkiye’deki gayrimüslim cemaatlere ait vakıfları,…ifade eder.” 5737 sayılı Kanun’un Maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Vakıflar; mal edinebilirler, malları üzerinde her türlü tasarrufta bulunabilirler.” 5737 sayılı Kanun’un geçici Maddesi şöyledir:“Cemaat vakıflarının;a) 1936 Beyannamelerinde kayıtlı olup, halen tasarruflarında bulunan nam-ı müstear veya nam-ı mevhumlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazlar,b) 1936 Beyannamesinden sonra cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı halde, mal edinememe gerekçesiyle halen; Hazine veya Genel Müdürlük ya da vasiyet edenler veya bağışlayanlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazlar,tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onsekiz ay içinde müracaat edilmesi halinde, Meclisin olumlu kararından sonra, ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescilleri yapılır.” 5737 sayılı Kanun’a 22/8/2011 tarihli ve 651 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin Maddesi ile eklenen geçici Madde şöyledir:“Cemaat vakıflarının;a) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup malik hanesi açık olan taşınmazları,b) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup kamulaştırma, satış ve trampa dışındaki nedenlerle Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü, belediye ve il özel idaresi adına kayıtlı taşınmazları,c) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup kamu kurumları adına tescilli olan mezarlıkları ve çeşmeleri,tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren oniki ay içinde müracaat edilmesi halinde, Meclisin olumlu kararından sonra, ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescil edilir.Cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı halde, mal edinememe gerekçesiyle Hazine veya Genel Müdürlük adına tapuda kayıt edilen taşınmazlardan üçüncü şahıslar adına kayıtlı olanların Maliye Bakanlığınca tespit edilen rayiç değeri Hazine veya Genel Müdürlük tarafından ödenir.Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir.” Anayasa Mahkemesi Kararları Anayasa Mahkemesinin 27/12/2002 tarihli ve E.2002/146, K.2002/201 sayılı kararı şöyledir:“…2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nda cemaat vakıfları ile aynı nitelikteki mülhak vakıflar arasında temel olarak bir ayrım gözetilmemekle birlikte, cemaat vakıfları, kurucularının farklılığı nedeniyle kendileri tarafından seçilen kişi ve kurullarca yönetilmişlerdir. Kuruluşlarındaki farklılık ve vakfiyelerinin bulunmaması gibi nedenlerle, cemaat vakıflarının taşınmaz mal edinmeleri ve bunlar üzerinde tasarrufta bulunabilmeleri konusundaki yargı kararları farklı hukuki durumlar ortaya çıkarmış, 2762 sayılı Yasa kapsamındaki diğer vakıflar, Yasa’nın öngördüğü şekilde taşınmaz mal edinme hakkına sahip olurken cemaat vakıfları bu haktan yoksun bırakılmışlardır. Dava konusu düzenleme ile bu gelişmelerden olumsuz yönde etkilenen cemaat vakıflarının, kuruluş amaçlarına uygun olarak ve dinî, hayrî, sosyal, eğitsel, sıhhî ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere taşınmaz mal edinme ve taşınmaz mallar üzerinde tasarrufta bulunabilmeleri olanağı getirilerek mülkiyet haklarının korunması sağlanmıştır.2762 sayılı Yasa kapsamındaki cemaat vakıfları ile diğerleri ve Türk Medeni Kanunu’na göre kurulan vakıflar aynı hukuksal durumda bulunmadıklarından bunların farklı kurallara bağlı tutulmalarında eşitlik ilkesine aykırılık yoktur.Anayasa’nın Maddesinde, herkesin mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğu, bu hakların ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabileceği ve mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı belirtilmiştir.Dava konusu düzenleme ile, cemaat vakıflarının, yasalar ve yargı kararlarıyla oluşan hukuki durumları nedeniyle adlarına tapuya tescil edilemeyen ve dinî, hayrî, sosyal, eğitsel, sıhhî ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere, her ne suretle olursa olsun, tasarrufları altında bulunduğu belgelerle belirlenen taşınmaz mallarının, maddede belirtilen süre içinde başvurulması halinde, tescili öngörülmektedir. Bu işlem yapılırken genel hükümlere göre taşınmaz üzerinde başka bir mülkiyet iddiası veya ayni hak olup olmadığı araştırılarak buna göre bir sonuca varılacağında duraksanamaz. Bu nedenle mülkiyet hakkına aykırılık bulunmamaktadır.2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun Maddesine 4771 sayılı Yasa’nın Maddesinin (A) fıkrasıyla eklenen kurallarla mülkiyet hakkı konusunda kesinleşmiş yargı kararlarıyla oluşmuş hukuksal durumlara dokunulmamakta, kimi taşınmazları elinde bulundurup da çeşitli nedenlerle bunları üzerlerine tescil ettiremeyen cemaat vakıflarına yeni bir olanak getirilmektedir. Yasalardaki değişikliklere bağlı olarak mahkeme içtihatlarının da değişmesi doğal bir süreç olup bu durumun yargı bağımsızlığını zedeleyen veya kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı düşen bir yanı bulunmamaktadır.…” Anayasa Mahkemesinin 17/6/2010 tarihli ve E.2008/22, K.2010/82 sayılı kararı şöyledir:“…Ülkemizde yaşayan ve Lozan Andlaşması’na göre, din bağı gözetilerek gayrimüslim olmalarından dolayı azınlık kabul edilen kişiler Türk vatandaşıdırlar. Bu durumda, Anayasa’ya göre Türk vatandaşı olarak kabul edilen gayrimüslim azınlıklara verilen hakları, Anayasa’nın Başlangıç’ı ile Ve Maddelerine dayanarak engellenmeye çalışılmasının anayasal bir dayanağı yoktur.Anayasa’nın Maddesinde herkesin, mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğu, bu hakların ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabileceği, mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Mülkiyet hakkı, kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf olanağı veren bir haktır. Maddede geçen ‘herkes’ tabirinin gerçek ve tüzel kişileri kapsadığı konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır. …… Vakıfların biri başlangıçta özgülenen diğeri ise sonradan elde edilen iki tür mal varlığı vardır. Vakfa özgülenen mal varlığının vakfın amacını gerçekleştirmeye yeterli düzeyde olmaması durumunda, 4721 sayılı Kanun’un Maddesi uyarınca tesciline olanak yoktur. Dava dilekçesinde ileri sürülen husus, bu mal varlığı yönünden doğrudur. Ancak, iptali istenen kural, vakıfların başlangıçtaki mal varlığını değil, sonradan edineceği mal varlıklarını düzenlemektedir. 4721 sayılı Kanun’da bu hükmün dışında, vakıfların sonradan mal varlığı edinemeyeceklerine ilişkin her hangi bir hüküm yoktur. Esasen, tüzel kişiliğe sahip vakıflar için sonradan mal varlığı edinebilecekleri yönünde ayrıca bir hüküm vazedilmesine gerek de bulunmamaktadır. Öte yandan, yargı kararlarında benimsenen ve doktrinde bir kısım yazarlarca da desteklenen 1936 tarihli beyannamenin vakıfname olarak kabul edilmesi gerektiği, vakıfnamede açık hüküm bulunmaması durumunda vakıfların taşınmaz mal edinemeyecekleri, cemaat vakıflarının da gerçek anlamda vakıfnamelerinin bulunmaması nedeniyle taşınmaz mal edinemeyecekleri yönündeki görüşün, 2762 sayılı Kanun’un Maddesi ile Geçici Maddesinin gerekçeleri ve yasalaşma süreçleri incelendiğinde, geçerliliğinin bulunmadığı görülmektedir.Gerçekten de söz konusu maddelerin gerekçeleri ve yasalaşma süreçleri incelendiğinde, cemaat vakıflarından beyanname istenmesinin temel gerekçesinin bu vakıfların Devlet tarafından denetlenmesini sağlamak ve denetlemenin yapılabilmesi için de söz konusu vakıfların o ana kadar fiilen tasarrufu altında tuttukları ancak muvazaa ya da gizli bir takım işlemlerle kayıt altında bulunmayan tüm mal varlıklarının bir envanterinin ortaya çıkarılması amacına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Bir başka ifadeyle, 1936 tarihli beyannamenin vakfiye olarak kabul edilmesine olanak bulunmadığı gibi, bu beyannamenin cemaat vakıflarının taşınmaz mal edinmesinin önüne geçilmesi amacıyla istendiği görüşü de yerinde değildir. Esasen yasakoyucu cemaat vakıflarının sonradan taşınmaz mal edinemeyecekleri yönünde bir iradeye sahip olsa idi, bu konuda 2762 sayılı Kanun’a açık bir hüküm koyma yönüne gidebilirdi. Bir özel hukuk tüzel kişisi olan vakıfların mal edinmeleri sınırsız bir hak olmayıp, ancak bünyelerine ve amaçlarına uygun olmaları koşuluyla mümkündür. Bir başka ifadeyle, vakıfların mal edinebilmeleri konusunda vakfın kendi bünyesi ve amacından kaynaklanan doğal ve zorunlu sınırlar söz konusudur. Bu hususta, yasada bir kurala yer verilmemiş olması ona sınırsız bir mal edinme hakkı tanımaz. Bu noktada 4721 sayılı Kanun’un vakfa ilişkin genel kuralları ile 5737 sayılı Kanun’da öngörülen ve Vakıflar Genel Müdürlüğünce yapılan amaca uygunluk denetimleri de bulunmaktadır. Nitekim, 5737 sayılı Kanun’da cemaat vakıflarının taşınmaz mal edinimi ile ilgili izin müessesesi kaldırılırken, Vakıflar Meclisince alım sırasında bir defa yapılan denetim yerine bildirim, beyanname verme ve iç denetim müessesesi getirilmiş; ayrıca Vakıflar Genel Müdürlüğünün amaca uygunluk denetimi yani malın hangi amaçla ve vakfın hangi kaynağıyla, hangi yolla edinildiği, amaca uygun kullanılıp kullanılmadığı, gelir getiriyorsa ekonomik değerlendirilip değerlendirilmediği, gelirin nerelere harcandığı hususlarının Vakıflar Genel Müdürlüğü müfettişlerince denetleneceği öngörülmüştür (Vakıflar Kanunu, m. 33, 36, 60 ile Türk Medeni Kanunu, m. 111). Bu durumda, cemaat vakıflarının mal edinmelerinde Lozan Andlaşması’nın Maddesinde öngörülen hususlar ile bu vakıfların 1936 tarihinde verdikleri beyannameler birlikte değerlendirilerek, söz konusu vakıfların edindikleri malların amaçlarıyla uyumlu olup olmadığı denetlenebilecektir.Vakıflar Genel Müdürlüğünce yapılan amaca uygunluk denetimi sonucunda, edinilen malın vakfın amacına uygun olmadığının saptanması durumunda ne gibi bir işlem yapılacağı 5737 sayılı Yasa’nın Maddesinde gösterilmektedir. Buna göre, vakfın amacı doğrultusunda faaliyette bulunmayan, vakfın mallarını ve gelirlerini amaçlarına uygun olarak kullanmayan vakıf yöneticileri asliye hukuk mahkemesince görevden alınabileceklerdir.Diğer taraftan, yasalaşma sürecindeki bilgi ve belgelerden yapılan düzenlemenin amacının diğer vakıflardan farklı olarak azınlık vakıflarına tanınmayan bazı hak ve yetkilerin onlara da tanınmak suretiyle mağduriyetlerinin giderilmeye çalışılması ve özellikle söz konusu vakıfların taşınmaz mal edinmelerinin yargı kararlarıyla engellenmesi sonucunda karşılaşılan sıkıntıların bertaraf edilmesine yönelik olduğu dikkate alındığında, dava dilekçesinde ileri sürülenin aksine, söz konusu düzenlemenin kamu yararı ilkesi gözetilerek yapıldığı anlaşılmaktadır.Anayasa’nın Maddesinde, herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğu; hiçbir kişiye, aileye veya sınıfa imtiyaz tanınamayacağı; Devlet organlarının ve idare makamlarının bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorunda olduğu belirtilmektedir.İptali istenen kural, yalnızca cemaat vakıflarının mal edinebilmelerine olanak tanıyan bir düzenleme niteliğinde değildir. Kural, 5737 sayılı Kanun’un Maddesi uyarınca, mazbut, mülhak, cemaat ve esnaf vakıfları ile yeni vakıfların tamamını kapsamaktadır. Bu bağlamda, yapılan düzenlemenin cemaat vakıfları için ayrıcalık getirdiğini söylemek olası görülmemektedir. Bir başka ifadeyle yapılan düzenleme, cemaat vakıflarına diğer vakıflardan farklı ve ayrıcalıklı bir takım haklar getirmemekte, bilakis söz konusu vakıfların diğer vakıflar gibi aynı hak ve yetkilere sahip olacağını hükme bağlamaktadır. Dava dilekçesinde Anayasa Mahkemesinin 2002 günlü, E. 2002/146, K. 2002/201 sayılı kararı gerekçe gösterilerek, iptali istenen kuralın Anayasa’nın Maddesine de aykırı olduğu ileri sürülmektedir. Söz konusu karar, yürürlükten kaldırılan 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun Maddesine 2002 günlü, 4771 sayılı Kanun’un Maddesiyle eklenen ‘Cemaat vakıfları, vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın, Bakanlar Kurulunun izniyle dini, hayrî, sosyal, eğitsel, sıhhî ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere taşınmaz mal edinebilirler ve taşınmaz malları üzerinde tasarrufta bulunabilirler.’ Şeklindeki altıncı fıkranın iptali istemiyle açılan davanın reddine ilişkindir. Anayasa Mahkemesinin söz konusu kararında, cemaat vakıflarının taşınmaz mal edinebilmeleri Anayasa’ya aykırı bulunmamıştır. İptali istenen kuralla ise cemaat vakıfları da dahil olmak üzere tüm vakıflara taşınmaz mal edinebilme hakkı tanınmıştır. Önceki Anayasa Mahkemesi kararına konu olan yasal düzenlemeyle, iptali istenen kural arasında bir paralelliğin bulunduğu açıktır.Açıklanan nedenlerle, iptali istenen kural, Anayasa’nın , , Ve Maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.…” | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/17576 | Başvuru, gayrimüslim cemaat vakıflarının taşınmaz mal edinmelerine ilişkin olarak vakıflar mevzuatında yapılan yasal değişiklikler çerçevesinde bir taşınmazın başvurucu Vakıf adına tescil edilmesi talebinin Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıflar Meclisi tarafından reddedilmesi ve bu idari işlemin iptali istemiyle idari yargıda açılan davadan bir sonuç alınamaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/55969 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ihtiyati tedbirin uzun sürmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2017/31370 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Batman'ın Tilmerç, Tayyar ve Alkami köylerinde bulunan muhtelif taşınmazlara ilişkin olarak başvurucular aleyhine Batman Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) 14/10/2008 tarihinde muris muvazaası nedenine dayalı tapu iptali ve tescili davası açılmıştır. Davayı açan diğer mirasçılar, tapuda murisleri adlarına kayıtlı olan taşınmazların kız çocuklarına mirastan pay kalmaması için devredildiğini, bu şekilde yapılan işlemlerin mirasçılardan mal kaçırmaya yönelik ve muvazaalı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Davacı diğer mirasçıların talebi üzerine Mahkemece 31/10/2008 tarihinde uyuşmazlık konusu taşınmazların üçüncü kişilere devrinin önlenmesi amacıyla ihtiyati tedbir konulmasına ve Tapu Sicil Müdürlüğüne müzekkere yazılmasına karar verilmiştir. Mahkeme, 3/12/2008 tarihli ve E.2008/559 sayılı dosyayı, hukuki ve fiilî irtibat nedeniyle E.2008/527 sayılı dosya ile birleştirmiş, yargılamaya bu dosya üzerinden devam edilmiştir. Mahkeme 15/5/2009 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda, Tayyar ve Alkami köylerinde bulunan taşınmazlar yönünden yapılan incelemede taşınmazların kişilerden alındığının açık olduğu ifade edilmiş, Tilmerç köyünde bulunan taşınmazlar yönünden yapılan incelemede ise ortak murisin kendine ait payları dava dışı yeğenlerine devrettiği belirtilmiştir. Ayrıca kararda ihtiyati tedbire ilişkin bir hükme yer verilmemiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/3/2010 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma kararına uyularak yapılan yargılama neticesinde Mahkeme 13/6/2017 tarihinde eksik harcın yatırılmaması nedeniyle davanın açılmamış sayılmasına karar vermiştir. Karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Mahkemenin 13/11/2019 tarihli yazısından başvurucuların mal varlığı yönünden uygulanan tedbirin 11/9/2017 tarihinde kaldırıldığı anlaşılmıştır. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. İbrahim Geçer (B. No: 2014/19056, 19/2/2019, §§ 19-31) kararı. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/31370 | Başvuru, ihtiyati tedbirin uzun sürmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucunun bir yakınına gönderdiği mektupta yer alan ifadeler nedeniyle disiplin cezasıyla cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde terör örgütüne üye olma suçundan tutuklu olarak Keskin T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucu, eşine gönderilmek üzere hazırladığı mektubu 22/2/2018 tarihinde Ceza İnfaz Kurumuna vermiştir. Mektubun bir kısmında başvurucu, okuduğu bir kitaptan bahsetmiş ve kitaptan bazı alıntılar yaparak anlatımlarda bulunmuştur. Başvurucunun alıntı yaptığı kısımlardan bazılarını başvuru konusu sözler oluşturmaktadır. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu (Disiplin Kurulu) yaptığı inceleme sonucunda mektupta kurum görevlilerine hakaret içeren sözlerin bulunduğuna, bu nedenle mektubun alıcısına gönderilmeyerek yok edilmesine karar vermiştir. Mektupta geçen sözler nedeniyle başvurucu hakkında ayrıca bir disiplin soruşturması başlatılmıştır. Disiplin Kurulu disiplin soruşturması sonucunda 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a) bendinde düzenlenen "mektuplarda tehdit, hakaret ve sövme gibi çirkin ifadeler kullanma" eylemini gerçekleştirdiği gerekçesiyle başvurucu hakkında kınama cezası verilmesine karar vermiştir. Disiplin Kurulu, hakaret oluşturduğunu kabul ettiği sözlere yer vererek başvurucunun eyleminin anılan disiplin suçunu oluşturduğunu belirtmiştir. Disiplin Kurulu kararında açıklanan ve başvurucunun okuduğu kitaptan alıntıladığını söylediği sözler şu şekildedir: "Burda [alıntı yapılan kitaptaki olayların geçtiği yer] gardiyanlara infaz koruma memuru deniyor. İnfaz koruma memuru gardiyandan çok daha üstün görülen bir ünvan. İnfaz koruma memurlarının çoğu polislikten gelme ya da eski askerler ve şerif yardımcılarıdır. Ve bu işlerde dikiş tutturamayıp iş değiştirmişlerdir. İçlerinde az da olsa iyileri vardır ama çoğu kendi zavallılıklarının bile farkında olmayan zavallılardır. Ancak içimizde bunu onlara söyleyecek olan var mı acaba? Ne kadar aptal olurlarsa olsunlar onlar bizim amirlerimizdir. Bizden çok çok üstündürler ve bunu bize hatırlatmaktan zevk alırlar." Başvurucu, Disiplin Kurulu kararına karşı Kırıkkale İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) şikâyette bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği, başvurucunun itirazını 13/6/2018 tarihinde reddetmiştir. İnfaz Hâkimliği; başvuru konusu sözlere yer verdikten sonra anılan sözlerin infaz koruma memurlarına yönelik hakaret niteliğinde olduğu, bu nedenle başvurucu hakkındaki uygulamanın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesine dayanmıştır. Başvurucu, İnfaz Hâkimliği kararına itiraz etmiştir. Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğundan bahisle itirazı 12/7/2018 tarihinde reddetmiştir. 5275 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasının olay tarihindeki hâli şöyledir:"Hükümlü hakkında kurumda, düzenli bir yaşamın sürdürülmesi, güvenliğin ve disiplinin sağlanması bakımından kanun, tüzük, yönetmelikler ile idarenin uyulmasını emrettiği veya gerekli kıldığı davranış ve tutumları, kusurlu olarak ihlâl ettiğinde, eyleminin niteliği ile ağırlık derecesine göre Kanunda belirtilen disiplin cezaları uygulanır." 5275 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a) bendi şöyledir:"(2) Kınama cezasını gerektiren eylemler şunlardır:a) Mektuplarda tehdit, hakaret ve sövme gibi çirkin ifadeler kullanmak..." | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24635 | Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucunun bir yakınına gönderdiği mektupta yer alan ifadeler nedeniyle disiplin cezasıyla cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutuklu olarak bulunan başvurucunun yakını tarafından getirilecek ders kitaplarının ceza infaz kurumuna kabul edilmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. Başvuru 24/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan tutuklu olarak Sincan T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucu 26/12/2016 tarihinde İnfaz Kurumu Müdürlüğüne verdiği dilekçede, Hacettepe Üniversitesi Nanotıp ve Nanoteknoloji bölümünde doktora öğrencisi olduğunu, alanıyla ilgili bir ders kitabı yazdığını ve mesleki yeterlilik sınavına hazırlandığını belirtmiş; bu nedenle eşi tarafından İnfaz Kurumuna getirilecek olan orijinal akademik kitapların kendisine ulaştırılmasını talep etmiştir. Başvurucunun dilekçede kendisine ulaştırılmasını istediği kitaplar "Amerikan Oftalmoloji Akademisi Serisi", "Snell's Clinical Anatomy of the Eye", "Gözün Anatomisi" ve "Janoff Ophthalmology" isimli akademik kaynaklar olarak belirtilmiştir. Başvurucunun söz konusu talebi, İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulunun (Kurul) 13/1/2017 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Kurul 22/11/2016 tarihli ve 29896 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 677 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca hükümlü ve tutuklular öğrenci olduklarını belgelendirseler dahi yakınları tarafından getirilen ya da posta yoluyla gönderilen ders kitaplarının kendilerine verilmemesine karar vermiştir. Anılan kuralda, terör örgütü üyeliği veya bu örgütlerin faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar sebebiyle tutuklu veya hükümlü olarak ceza infaz kurumunda bulunanların olağanüstü hâlin devamı ve kurumda barındırıldıkları süre zarfında ülke genelinde uygulanan merkezî sınavlar ile örgün veya yaygın her türlü eğitim ve öğretim kurumları ile kamu kurum ve kuruluşları tarafından ceza infaz kurumu içinde veya dışında yapılan ya da yaptırılan sınavlara giremeyecekleri öngörülmüştür. Başvurucu, Kurulun kararına itiraz etmiştir. Ankara Batı İnfaz Hâkimliği (Hâkimlik), Kurul kararının hukuka aykırı olmadığı gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. Başvurucu, Hâkimlik kararına itiraz etmiştir. Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesi, Hâkimlik kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. Nihai ret kararı başvurucuya 1/3/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesi şu şekildedir:"(1) Hükümlü, mahkemelerce yasaklanmamış olması koşuluyla süreli ve süresiz yayınlardan bedelini ödeyerek yararlanma hakkına sahiptir. (2) Resmî kurumlar, üniversiteler, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile mahkemelerce yasaklanmamış olması koşuluyla Cumhurbaşkanınca vergi muafiyeti tanınan vakıflar ve kamu yararına çalışan dernekler tarafından çıkartılan gazete, kitap ve basılı yayınlar, hükümlülere ücretsiz olarak ve serbestçe verilir. Eğitim ve öğretimine devam eden hükümlülerin ders kitapları denetime tâbi tutulamaz. (3) Kurum güvenliğini tehlikeye düşüren veya müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve yorumları kapsayan hiçbir yayın hükümlüye verilmez. " 14/6/1973 tarihli ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu'nun maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir: “Ders kitaplarının kabulü, uygunluk süresi, telif hakkı ve ücretlerle ilgili esaslar; inceleme işlemleri ve alınacak inceleme ücreti miktarı; Millî Eğitim Bakanlığınca incelettirilecek eserler için ödenecek ücret miktarı; ders kitaplarının hazırlanması ve incelenmesinde aranacak kriterler ile ders kitabı üreten yayın evlerinde aranacak kriterler; ders kitabı dışındaki diğer kitap ve eğitim araçlarının kullanımı ve bunlardan hangileri için inceleme ücreti alınacağı ve ödeneceği ile ilgili esas ve usuller Millî Eğitim Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.” 12/9/2012 tarihli ve 28409 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Millî Eğitim Bakanlığı Ders Kitapları ve Eğitim Araçları Yönetmeliği'nin "Kapsam" başlıklı maddesi şöyledir: “Bu Yönetmelik, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı örgün ve yaygın eğitim kurumlarında okutulacak ders kitabı, öğrenci çalışma kitabı, öğretmen kılavuz kitapları ile Bakanlıkça hazırlanacak, satın alınacak veya hibe yoluyla sağlanacak diğer eğitim araç-gereçlerinin niteliklerinin belirlenmesi, hazırlanması, hazırlatılması, incelenmesi, inceletilmesi, değerlendirilmesi, kabulü, uygunluk süresi, ilanı, yayımlanması, dağıtımı, inceletme ve inceleme ücretleri ve ders kitabı üreten yayınevlerinde aranacak kriterlerle ilgili hususları kapsar.” Millî Eğitim Bakanlığı Ders Kitapları ve Eğitim Araçları Yönetmeliği'nin "Tanımlar" başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:" (1) Bu Yönetmelikte geçen;...e) Ders kitabı: Kurulca, örgün ve yaygın eğitim ve öğretim kurumlarında okutulması uygun bulunan kitabı,...l) Kurul: Talim ve Terbiye Kurulunu,...ifade eder." 3/2/1984 tarihli ve 18301 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Üniversiteler Yayın Yönetmeliği'nin maddesi şöyledir:"Üniversiteler ile bunlara bağlı birimlerde yapılacak (ders aracı olarak kullanılan kitaplar ve teksirlerle yardımcı ders kitapları ile ilgili) yayınlar, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun ilgili hükümleri uyarınca hazırlanan bu yönetmeliğe tabidir. Bunların dışındaki yayınlarla ilgili esaslar Üniversitelerarası Kurulca tespit edilir." Üniversiteler Yayın Yönetmeliği'nin maddesi şöyledir:"Başka üniversitelerdeki veya üniversite dışındaki kişiler tarafından hazırlanmış ders kitabı niteliğindeki telif veya tercüme eserlerin üniversitelerce basılması mümkündür. Bunun için yazarın, bu yönetmelik koşullarına uygun olarak eserinin basılmasını kabul ettiğine ilişkin yazılı beyanı ve eserin konusu ile ilgili dersin verildiği bölümün görüşü göz önünde bulundurularak yayın komisyonunun kararı gereklidir." Hacettepe Üniversitesi Yayın Yönergesi'nin "Yayın Tanımları" başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Ders Kitabı: Hacettepe Üniversitesi yabancı dil hazırlık, ön lisans/lisans/lisansüstü eğitim programlarında zorunlu/seçmeli ders olarak okutulan ve ilgili kurullarca belirlenmiş eğitim programını kapsayan telif veya çeviri özgün eserlerdir. Bu kitapların adları, genel olarak ilişkili oldukları derslerin adlarıyla örtüşmelidir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinde öngörülen eğitim hakkının ilke olarak belli bir zamanda mevcut olan eğitim imkânlarından yararlanılabilmesini garanti ettiğini belirtmiştir. Bununla birlikte Sözleşme'de, bu imkânların kapsamı ile organizasyonu ya da teşvikinin ne şekilde gerçekleştirilmesi gerektiğine dair belli bir yükümlülük öngörülmediğini de ifade etmiştir (Georgiou/Yunanistan (k.k.), B. No: 45138/98, 13/1/2000, "Hukuki Değerlendirme", § 7). Bu kapsamda AİHM, hukuka uygun olarak bir mahkeme kararıyla mahkûmiyetine hükmedilen başvurucunun on dört ay gibi kısa bir süre boyunca hükümlülüğü nedeniyle öğrenci olduğu üniversitede bir sınava girememesinin eğitim hakkını ihlal etmediğine karar vermiş ve başvuruyu açıkça dayanaktan yoksun olarak nitelendirmiştir (Georgiou/Yunanistan, § 7). AİHM, bir mahkeme kararıyla mahkûmiyetlerine hükmedilen başvurucuların lise ve üniversite eğitimlerine devam edememeleri nedeniyle eğitim haklarının ihlal edildiği iddialarını da açıkça dayanaktan yoksun bulmuştur (Durmaz, Isık, Unutmaz ve Sezal/Türkiye (k.k.), B. No: 46506/99, 46569/99,46570/99 ve 46939/99, 4/9/2001, "Hukuki Değerlendirme", § 4; Arslan/Türkiye (k.k.), B. No: 31320/02, 1/6/2006, "Hukuki Değerlendirme", § 8). Avrupa İnsan Hakları Komisyonu, X/Birleşik Krallık ([GK], B. No: 5962/72, 13/3/1975) kararında hükümlü olarak bulunan başvurucunun ceza infaz kurumunda gerekli imkân ve şartların sağlanmaması nedeniyle teknoloji alanındaki akademik çalışmalarını devam ettirememesinin eğitim hakkını ihlal ettiği iddiasını incelemiştir. Bu kararda Avrupa İnsan Hakları Komisyonu; Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin öncelikle ve özellikle ilköğretim hakkına ilişkin olduğunu, her durumda teknoloji gibi ileri düzey bir akademik alana ilişkin garantiler içermesinin mümkün olmadığını belirtmiştir. Bu nedenle ceza infaz kurumunun teknoloji alanında akademik çalışma yapılabilmesi için gerekli imkânlara sahip olmamasının yetkili otoritelerin eğitim hakkından doğan yükümlülüklerine aykırı davrandıkları anlamına gelmeyeceğini belirtmiş ve başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar vermiştir. | Eğitim hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/19431 | Başvuru, tutuklu olarak bulunan başvurucunun yakını tarafından getirilecek ders kitaplarının ceza infaz kurumuna kabul edilmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. | 0 |
Başvuru; işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucuların iş sözleşmelerinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Ekli listenin (B) sütununda gösterilen dosyalar, konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2019/14039 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş, diğer başvuru dosyaları kapatılmış ve inceleme 2019/14039 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Başvuruya konu olayların meydana geldiği süreçteki olağanüstü hâl (OHAL) koşullarına, OHAL ilanına ve uygulanan tedbirlere ilişkin genel bilgiler için bkz. A. (3) [GK], B. No: 2018/10286, 2/7/2020, §§ 10-18; Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, §§ 10- Bazı başvurucular; bir kısmı Belediyeler bünyesinde hizmet alım sözleşmesi kapsamında iş gören özel şirketlerde, bazı başvurucular Belediyelere ait şirketlerde, bazıları ise kamu gücü ayrıcalığını haiz idarelerde işçi statüsünde çalışmaktadır. Başvurucuların 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) kapsamında terör örgütleri ile irtibat veya iltisak içinde olduğu yönünde yapılan bildirimler sonucunda çalıştıkları şirket veya idareler (İşveren) tarafından güven ilişkisinin zedelendiği gerekçesiyle iş sözleşmeleri feshedilmiştir. Başvurucular, feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade talebiyle İş Mahkemelerinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkemelerce bazı başvurucular yönünden davanın kabulüne, bazıları yönünden davanın reddine karar verilmiştir. Davanın kabulüne ilişkin kararlara yönelik yapılan istinaf başvurularını bölge adliye mahkemeleri kabul etmiş ve davanın reddine karar vermiştir. Davanın reddine ilişkin kararlara karşı yapılan istinaf ve temyiz başvuruları ise reddedilmiştir. Davanın reddine ilişkin kararların gerekçelerinde, başvurucular veya başvurucuların aile bireyleri hakkındaki istihbari bilgilere, devam etmekte olan soruşturma veya kovuşturma bulunduğuna, başvurucuların fesih tarihinden çok uzun süre öncesine ait mahkûmiyet kararlarına ve daha önce terör örgütleriyle bağlantısı olduğu tespit edilen şirketlerde çalışma kayıtlarının bulunduğu hususuna yer verilmiştir. Bununla birlikte bazı başvurucular hakkındaki davanın reddine ilişkin kararların gerekçelerinde ise söz konusu başvurucuların veya aile bireylerinin Bank Asyada hesabının bulunmasına vurgu yapılmıştır. Netice itibarıyla anılan kararlarda taraflar arasındaki güven ilişkisinin zedelendiği ve feshin geçerli nedene dayandığı belirtilmiştir. Başvurucular, haklarındaki nihai hükümleri öğrendikten sonra süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/14039 | Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucuların iş sözleşmelerinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; gözaltında avukat yardımından faydalandırılmama nedeniyle müdafi yardımından yararlanma hakkının, müdafi yokluğunda baskı ve zora dayalı verilen ifadelerin mahkûmiyete esas alınması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmeyeceğini ifade etmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul Emniyet Müdürlüğü 17/1/2000 tarihinde, İstanbul’da Hizbullah terör örgütüne karşı operasyonlar düzenlemiştir. Emniyet görevlilerinin bir daireye yaptığı operasyonda örgüt lideri öldürülmüştür. Evde yapılan aramada, örgüt hakkında bilgiler içeren çok sayıda sabit disk ele geçirilmiştir. Başvurucu, operasyonda elde edilen bilgiler üzerine Van ili genelinde Van Emniyet Müdürlüğünün gerçekleştirdiği operasyon kapsamında terör örgütü üyesi olduğu şüphesiyle 27/1/2000 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmış; 4/2/2000 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu; kollukta müdafii olmaksızın alınan ifadesinde Şerefiye isimli camiye gelen gençlere Hizbullah İlim Grubu içinde üst düzey sorumlulardan almış olduğu talimat gereği yasa dışı olarak dersler verip örgüt propagandası yaptığını, örgütün üst düzey sorumlularından bir olan Z.nin kendisine Yasin (K) adını verdiğini belirtmiştir. Başvurucu, sorguda ve Cumhuriyet Başsavcılığında alınan ifadelerinde suçlamaları kabul etmemiştir. Van Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının 27/3/2000 tarihli iddianamesi ile başvurucunun da aralarında yer aldığı bir kısım şüpheli hakkında yasa dışı Hizbullah terör örgütünün sair efradı olma suçundan kamu davası açılmıştır. Başvurucu, yargılama sırasında müdafi yardımından yararlanmış; suçlamaları reddetmiş ve önceki ifadelerini kabul etmemiştir. Van Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) (Mahkeme) 12/3/2002 tarihli kararı ile başvurucunun terör örgütüne yardım ve yataklık suçundan hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 24/9/2003 tarihli kararı ile hüküm bozulmuştur. Bozma kararına uyularak devam edilen yargılama sonucunda Mahkemenin 19/4/2011 tarihli kararı ile başvurucunun Hizbullah terör örgütü üyesi olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Mahkûmiyet gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"C) SANIK NEVZAT UÇAK'IN HUKUKİ DURUMUNUN DEĞERLENDİRİLMESİNDE: (...)Bozmadan sonra mahkememizdeki ifadesinde "önceki kararda direnilmesini beyan ettiği" görülmüştür.Sanık hakkında örgüt merkezinde ele geçirilen diskette elde edilen belgeye göre Yasin kod adını aldığı cemaatle birlikte olduğu ve şerefiye camii sorumlusu olduğu açıklandığı anlaşılmıştır.Sanığın olayın sıcağı sıcağına vermiş olduğu suçu ikrarı yönündeki ifadesi ve sanığın bu ifadesini doğrulayan belge sanığın kod adı alması hususlarının bir araya alınıp değerlendirildiğinde belirli bir eğitim ve tebliğ sürecinden geçip örgüte özgeçmiş raporu vererek cemaate giren örgütsel amaçlı ders faaliyetleri gösterdiği anlaşılan sanığın, eylem ve faaliyetlerinin Yargıtay bozma ilamında işaret edildiği üzere örgüt üyeliği suçu oluşturduğu kanaatine varılmıştır." Başvurucu; kollukta müdafi yokluğunda ve zora dayalı bir şekilde ifadesinin alındığını, bu ifadeyi Savcılık sorgusunda ve yargılama aşamasında reddettiğini, buna rağmen kolluk ifadesinin hükme esas alındığını belirterek hükmü temyiz etmiştir. Başvurucu temyiz dilekçesinde özetle atılı suçu işlemediğini, aleyhine delil olarak değerlendirilen bilgisayar kayıtlarının kimler tarafından oluşturulduğunun belirli olmadığını, bu kayıtlara ilişkin incelemenin usulüne uygun yapılmadığını, ayrıca kayıtlara ilişkin olarak düzenlenen bilirkişi raporundaki lehe değerlendirmelerin de dikkate alınmadığını belirtmiştir. Anılan karar, Yargıtay Ceza Dairesince 9/4/2014 tarihinde hükümde bir isabetsizlik görülmediği gerekçesiyle onanmıştır. Başvurucu 22/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir:"(1)Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.(3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır. " Olay tarihinde yürürlükte olan 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Zabıta amir ve memurları ile Cumhuriyet Savcısı tarafından ifade almada ve hâkim tarafından sorguya çekilmede aşağıdaki hususlara uyulur: İfade verenin veya sorguya çekilenin kimliği tesbit edilir. İfade veren veya sorguya çekilen kimliğe ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmak zorundadır. Kendisine isnat edilen suç anlatılır. Müdafi tayin hakkının bulunduğu, müdafi tayin edebilecek durumda değilse baro tarafından tayin edilecek bir müdafi talep edebileceği ve onun hukuki yardımından yararlanabileceği, isterse müdafiin soruşturmayı geciktirmemek kaydı ile ve vekaletname aranmaksızın ifade veya sorguda hazır bulunacağı bildirilir; yakınlarından istediğine yakalandığını duyurabileceği söylenir. İsnad edilen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu söylenir. Şüpheden kurtulması için somut delillerinin toplanmasını talep edebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüphe sebeplerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek imkânı verilir. İfade verenin veya sorguya çekilenin şahsi halleri hakkında bilgi alınır. İfade veya sorgu bir tutanakla tesbit edilir. Bu tutanakta;a) İfade verme veya sorguya çekme işleminin yapıldığı yer ve tarih,b) İfade verme veya sorguya çekme sırasında hazır bulunan kişilerin isim ve sıfatları ile ifade veren veya sorguya çekilen kişinin açık kimliği,c) İfade vermenin veya sorgunun yapılmasında yukarıdaki işlemlerin yerine getirilip getirilmediği, bu işlemler yerine getirilmemiş ise sebepleri,d) Tutanak içeriğinin ifade veren veya sorguya çekilen ile hazır olan müdafi tarafından okunduğu ve imzalarının alındığı,e) İmzadan imtina halinde bunun nedenleri yer alır.” 1412 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir: “Yakalanan kişi veya sanık, soruşturmanın her hal ve derecesinde bir veya birden fazla müdafiin yardımından faydalanabilir. Kanuni temsilcisi varsa o da yakalanana veya sanığa bir müdafi seçebilir.Zabıta amir ve memurları tarafından yapılacak sorgulama işlemlerinde, ancak bir müdafi hazır bulunabilir. Cumhuriyet Savcılığı işlemlerinde bu sayı üçü geçemez.Zabıtaca yapılan soruşturma da dahil olmak üzere, soruşturmanın her safhasında müdafiin, yakalanan kişi veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.” 1412 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir: “Yakalanan kişi veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse talebi halinde baro tarafından kendisine bir müdafi tayin edilir. Yakalanan kişi veya sanık onsekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olur ve bir müdafi’de bulunmazsa talebi aranmaksızın kendisine müdafi tayin edilir.” 1412 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir: “Yakalanan veya tutuklu bulunan kişi vekaletname aranmaksızın müdafi ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafi ile yazışmaları denetime tabi tutulamaz.” Başvurucunun gözaltında bulunduğu sırada yürürlükte bulunan 16/6/1983 tarihli ve 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un maddesi şöyledir:“Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda yakalanan veya tutuklanan şahıs, yakalama veya tutulma yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç en geç kırksekiz saat içinde hakim önüne çıkarılır ve sorguya çekilir.Üç veya daha fazla kişinin bir suça iştiraki suretiyle toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya fail sayısının çokluğu ve benzeri nedenlerle Cumhuriyet savcısı, bu sürenin dört güne kadar uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. Soruşturma bu sürede sonuçlandırılmazsa Cumhuriyet savcısının talebi ve hakim kararı ile süre yedi güne kadar uzatılabilir.Anayasanın 120 nci maddesi gereğince olağanüstü hal ilan edilen bölgelerde yakalanan veya tutuklanan kişiler hakkında ikinci fıkrada yedi gün olarak belirlenen süre Cumhuriyet savcısının talebi ve hakim kararıyla on güne kadar uzatılabilir.Tutuklu bulunan sanık, müdafii ile her zaman görüşebilir. Hakim tarafından gözaltı süresinin uzatılmasına karar verildikten sonra gözaltında bulunan kişi hakkında da aynı hüküm uygulanır.” Başvurucunun gözaltında bulunduğu sırada yürürlükte olan 18/11/1992 tarihli ve 3842 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Bu Kanunun 4, 5, 6, 7, 9, 12, 14, 15, 18, 19, 20 ve 22 nci madde hükümleri Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda uygulanmaz. Bunlar hakkında 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun bu değişiklikten önce yürürlükte olan eski hükümleri değiştirilmeden önceki halleriyle uygulanır.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir: “Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası ve (3) numaralı fıkrasının (c) bendi şöyledir:'' Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir...… Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:…c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;'' Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi kapsamında, suç isnadı altında bulunan kişi savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma, bir müdafi tayin etme olanağından yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması talep edilemez (Pakelli/Federal Almanya, B. No: 8398/78, 25/4/1983, § 31). Bir suçla itham edilen herkesin avukat yardımından etkili bir şekilde yararlanma hakkı, mutlak bir hak olmamakla beraber adil yargılanma ilkesinin temel özelliklerinden birini oluşturmaktadır (Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, § 51). Kendini suçlamama hakkı, kamu makamlarının şüphelinin/sanığın arzusu hilafına baskı ve zorlama metotları ile elde edilen delillere başvurmadan iddialarını ispat etmelerini öngörmektedir (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/7/2006, § 100; Salduz/Türkiye, § 54). AİHM, soruşturma evresindeki ikrarın kötü muamele veya işkence altında verildiği belirtilerek hâkim önünde reddedilmesi hâlinde bu konu irdelenmeden esasa geçilerek ikrarın dayanak olarak kullanılmasını bir eksiklik olarak değerlendirmiştir (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91). Bu kapsamda ikrarın avukat yardımı olmaksızın ve uzun süren bir gözaltı sırasında yapılmış olması gibi hususlar da gözönünde bulundurulmalıdır (Barberà, Messegué ve Jabardo/İspanya [GK], B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 87). İlke olarak şüpheliye, gözaltına alındığı ya da tutuklandığı andan itibaren avukat yardımından yararlanma imkânı sağlanmalıdır (Dayanan/Türkiye, B. No: 7377/03, 13/10/2009, § 31). Diğer taraftan kolluk tarafından ifade alınma aşamasını da kapsayan müdafi yardımından yararlanma hakkının geçerli bir nedene dayanılarak kısıtlanabileceğini, bu durumda somut olay açısından yargılamanın bütününe bakılarak söz konusu kısıtlamanın adil yargılanmaya engel olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir (John Murray/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18731/91, 8/2/1996, § 63; Magee/Birleşik Krallık, B. No: 28135/95, 6/6/2000, § 41). Bu bağlamda AİHM, Sözleşme’nin maddesinin ne lafzı ne de ruhunun başvuranın iradi olarak açık ya da örtülü biçimde adil yargılanma hakkından vazgeçmesini engellemediğini belirtmektedir (Aksin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 4447/05, 1/10/2013, § 48). Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi yardımından yararlanmadan vazgeçmenin geçerli ve etkin olabilmesi için her türlü şüpheden uzak bir açıklıkta olması, ayrıca sonuçlarının ağırlığının gerektirdiği asgari garantileri içermesi gerekir (Salduz/Türkiye, § 59). AİHM, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da resen ücretsiz olarak avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin olanağının olmaması yanında ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Tunç/Türkiye, B. No: 32432/96, 27/3/2007, §§ 55, 56). | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15574 | Başvuru, gözaltında avukat yardımından faydalandırılmama nedeniyle müdafi yardımından yararlanma hakkının, müdafi yokluğunda baskı ve zora dayalı verilen ifadelerin mahkûmiyete esas alınması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, haksız tutuklama tedbiri dolayısıyla açılan tazminat davasının uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 14/9/2011 tarihinde cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya teşebbüs suçlamasıyla tutuklanmış ve 19/6/2014 tarihinde serbest bırakılmıştır. Bu soruşturma neticesinde açılan davada başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu 11/8/2015 tarihinde haksız olarak tutuklanması nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararlarının ödenmesi istemiyle tazminat davası açmıştır. İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) yapılan yargılama sonucunda verilen kararın Yargıtay Ceza Dairesi (Daire) tarafından bozulmasına karar verilmiştir. Mahkemece bozma kararı üzerine yapılan yargılama sonucunda davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, anılan karar Dairenin 9/3/2020 tarihli onama kararı ile kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai kararı 20/5/2020 tarihinde öğrenmiş ve 19/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/18688 | Başvuru, haksız tutuklama tedbiri dolayısıyla açılan tazminat davasının uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular 22/3/2006 tarihinde kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmışlardır. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi 27/10/2009 tarihli kararı ile davanın kabulüne hükmetmiştir. Hüküm Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/6/2010 tarihli ilamı ile bozulmuş, bozmaya uyularak yapılan yargılamada Mahkemece 20/2/2013 tarihli karar ile davanın kabulüne karar verilmiştir. Davalı idarenin temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/11/2013 tarihli ilamı ile düzeltilerek onanmıştır. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan araştırma neticesinde anılan ilamın taraflara 21/1/2014 ve 22/1/2014 tarihlerinde tebliğ edildiği, tarafların karar düzeltme talebinde bulunmadığı ve kararın 11/2/2014 tarihinde kesinleştiği anlaşılmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1590 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Mahkeme kararının Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından uygulanmaması nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvuru 8/5/2013 tarihinde Babaeski Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 20/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 31/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 25/11/2014 tarihli görüş yazısı başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını sunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Bulgaristan’dan zorunlu göçe tabi tutularak Türkiye’ye gelmiş; 5/1/1998 tarihinde sözleşmeli öğretmen olarak, 11/2/1998 tarihinde ise kadrolu öğretmen olarak göreve başlamıştır. Başvurucu, Kırklareli ili Babaeski ilçesinde öğretmen olarak görev yapmakta iken Bulgaristan'da öğretmen olarak geçen hizmet sürelerinin kazanılmış hak aylığı intibakının tespitinde değerlendirilmesi amacıyla Kırklareli Valiliği aleyhine Edirne İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme, 17/9/2003 tarihli ve E.2003/400, K.2003/794 sayılı kararı ile başvurucunun Bulgaristan’da öğretmen olarak görev yaptığı sürelerin kazanılmış hak aylık derecesinin tespitinde değerlendirilmesine yönelik başvurusunun davalı tarafından reddine ilişkin işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar vermiş ve Mahkeme kararının kesinleşmesi üzerine buna ilişkin emekli keseneği ve karşılık farkları ilgili kurumdan tahsil edilmiştir. Başvurucu, Bulgaristan'da geçen ve Mahkeme kararı uyarınca kazanılmış hak aylığı intibakında değerlendirilen sürelerin Emekli Sandığı hizmetleri ile de birleştirilmesi talebiyle SGK'ya müracaat etmiş ancak bu talebi reddedilmiştir. Başvurucu, redde ilişkin işlemin iptal edilmesi istemiyle SGK aleyhine Edirne İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Mahkeme, 25/9/2007 tarihli ve E.2007/187, K.2007/1096 sayılı kararı ile dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Davalının temyizi üzerine Danıştay Onbirinci Dairesi, 16/1/2008 tarihli ve E.2009/2080, K.2011/1416 sayılı ilamı ile "... Uyuşmazlık konusu olayda işlem tesisine yetkili makam Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı (devredilen T. Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü) olduğundan, uyuşmazlığın Sosyal Güvenlik Başkanlığının bulunduğu yer idare mahkemesi olan Ankara İdare Mahkemesince görülüp çözümlenmesi gerekmekte olup, genel yetki kurallarına aykırı olarak açılan davayı işin esasına girerek çözümleyen Edine İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir..." gerekçesiyle yer yönünden yetkisizlik nedeniyle kararı bozmuştur. Yargılamaya devam eden Ankara İdare Mahkemesi, 25/6/2008 tarihli ve E.2008/1234, K.2008/1639 sayılı kararında "... 657 sayılı Kanun’a göre yurt dışında öğretmenlikte geçen hizmetlerin 12 yılı geçmemek üzere 2/3’ünün intibaklarında değerlendirileceği, Türk soydaşı olan ve Bulgaristan'da öğretmen olarak görev yapmakta iken zorunlu göç kapsamında Türkiye'ye gelip Türk vatandaşlığına geçen ve 657 sayılı Kanun'a tabi öğretmen kadrosunda görev yapan davacının, Bulgaristan'da öğretmen olarak geçen hizmet sürelerinin anılan Kanun hükümleri karşısında emeklilik intibakında değerlendirilmemesine ilişkin işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır" gerekçesiyle dava konusu işlemin iptal edilmesine karar vermiştir. Davalının temyizi üzerine Danıştay Onbirinci Dairesi, 18/5/2010 tarihli ve E.2008/5294, K.2010/4328 sayılı ilamı ile hükmü onamıştır. Davalının karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 27/6/2012 tarihli ve E.2010/8757, K.2012/4592 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Diğer taraftan başvurucunun 9 aylık 4/1-a (SSK) kapsamındaki sigortalı hizmeti ile 15 yıl 1 aylık 4/1-c kapsamındaki hizmeti olmak üzere toplam 15 yıl 10 aylık hizmet süresi üzerinden 15/3/2013 tarihinden itibaren 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine göre emekli aylığı SGK tarafından bağlanmıştır. Başvurucunun aylık bağlamaya esas alınan hizmet süresine -Ankara İdare Mahkemesinin 25/6/2008 tarihli kararına rağmen- Bulgaristan'da geçen öğretmenlik hizmetlerinin ilave edilmemesi üzerine başvurucu, 10/4/2013 tarihli dilekçesi ile SGK'ya müracaat ederek Mahkeme kararının uygulanmasını ve Bulgaristan'da geçen hizmetlerinin emekliliğine esas hizmet süresinin tespitinde dikkate alınmasını talep etmiştir. Başvurucunun talebi SGK'nın 17/5/2013 tarihli işlemi ile reddedilmiştir. Başvurucu 8/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesi şöyledir:“…C) 1 - Teknik hizmetler sınıfına girenlerden memurluğa girmeden önce yurt içinde veya yurt dışında mesleklerini serbest olarak veya resmi veya özel müesseselerde ifa edenlerle memuriyetten ayrıldıktan sonra bu işlerde çalışarak yeniden memuriyete girmek isteyenlerin teknik hizmetlerde geçen süresinden bu kanun ve bu kanunun 87 nci maddesinde sözü edilen kurumlarda geçen sürenin tamamı ve geri kalan sürenin 3/4 ü toplamı memuriyette geçmiş sayılarak bu süreler her yılı bir kademe ilerlemesi ve her üç yıl için bir derece yükselmesi verilmek suretiyle değerlendirilir.2 - Sağlık hizmetleri ve yardımcı sağlık hizmetleri sınıfına girenlerden memurluğa girmeden önce yurt içinde veya yurt dışında mesleklerini serbest olarak veya resmi veya özel kurumlarda yapanlarla, memurluktan ayrıldıktan sonra bu işlerde çalışarak yeniden memurluğa girmek isteyenlerin sağlık hizmetlerinde geçen süresinden, bu kanun ve bu kanunun 87 nci maddesinde sözü edilen kurumlarda geçen süreleri ile 196 ncı maddede belirtilen şekilde tespit edilecek mahrumiyet bölgelerinde en az 3 yıl çalışanların veya çalışacak olanların sürelerinin tamamı ve geri kalan sürelerinin 3/4 ü toplamı memurlukta geçmiş sayılarak bu sürelerin her yılı için bir kademe ilerlemesi ve her üç yılı için bir derece yükselmesi verilmek suretiyle değerlendirilir.…” 657 sayılı Kanun’un ek geçici maddesi şöyledir:“1/3/1970 tarihi ile 30/11/1970 tarihi arasında görevde bulunmaları nedeniyle intibakı yapılmış olanlar ile 30/11/1970'den 1/3/1975 tarihine kadar olan sürede göreve alınanlardan bu madde gereğince değerlendirmeye esas alınan, hizmetlerde öğrenim durumları değişmemiş olanların derece ve kademelere intibakı aşağıdaki esaslara göre yapılır. …C) Aşağıda gösterilen görevlerde başarılı olarak geçen süreler (B) fıkrasındaki sürelere eklenir.…k) Yabancı memleketlerde öğretmen olarak Türk kültürüne hizmet edenlerden Türk vatandaşlığına geçmiş ve Devlet memuru olmuş olanların, yurt dışında öğretmenlikte geçen hizmetlerinin, (12 yılı geçmemek üzere 2/3'ü)” 657 sayılı Kanun’un ek geçici maddesi şöyledir: “Bu kanuna tabi kurumlarda halen sürekli işçi statüsü veya sözleşmeli statüde çalışmakta olan Ahıska Türkleri ve Bulgaristan'dan zorunlu göçe tabi tutulan soydaşlardan Türk vatandaşlığına geçmiş olup bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren 1995 yılı sonuna kadar memurluğa geçmek için yazılı olarak başvuranlar, öğrenim durumlarına göre yükselebilecekleri tavanı aşmamak kaydı ile bu Kanunun Ek Geçici 1, 2 ve 3 üncü maddeleri hükümlerine göre; 458 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri de dikkate alınarak derece ve kademeleri tespit edilmek suretiyle sınav şartı aranmaksızın boş memur kadrolarına intibak ettirilebilirler. Bu Kanunun yayımı tarihinden sonra hizmete alınan Ahıska Türkleri ve Bulgaristan'dan zorunlu göçe tabi tutulan soydaşlardan Türk vatandaşlığına geçmiş olanlardan göreve başladıkları tarihten itibaren 6 ay içinde memurluğa geçmek için yazılı olarak başvuranlar hakkında da yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır.” 24/5/1983 tarihli ve 2829 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında Kanun’un maddesi şöyledir:“Kurumlara tabi çeşitli işlerde çalışmış olanların hizmet süreleri, aynı tarihlere rastlamamak kaydıyla bu Kanuna göre aylık bağlanmasına hak kazanıldığında birleştirilir. Ancak, hizmet süreleri toplamının aylık bağlanmasına yeterli olmaması halinde, bu Kanun hükümleri uygulanmaz.” 8/5/1985 tarihli ve 3201 sayılı Yurt Dışında Bulunan Türk Vatandaşlarının Yurt Dışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında Kanun’un maddesi şöyledir:“Türk vatandaşları ile doğumla Türk vatandaşı olup da çıkma izni almak suretiyle Türk vatandaşlığını kaybedenlerin on sekiz yaşını doldurduktan sonra Türk vatandaşı olarak yurt dışında geçen ve belgelendirilen sigortalılık süreleri ve bu süreleri arasında veya sonunda her birinde bir yıla kadar olan işsizlik süreleri ile yurt dışında ev kadını olarak geçen süreleri, bu Kanunda belirtilen sosyal güvenlik kuruluşlarına prim ödenmemiş olması ve istekleri hâlinde, bu Kanun hükümlerine göre sosyal güvenlikleri bakımından değerlendirilir.” 3201 sayılı Kanun’un geçici maddesi şöyledir:“Sosyal güvenlik sözleşmesi imzalanmamış ülkelerden 1/1/1989 tarihinden bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihe kadar zorunlu göçe tabi tutulan, Türk vatandaşı olup Türkiye’de ikamet eden ve 1/7/1976 tarihli ve 2022 sayılı Kanun dahil olmak üzere sosyal güvenlik kuruluşlarından gelir veya aylık almamak koşulu ile yurt dışında geçen ve belgelendirilen çalışma süreleri bu Kanuna göre borçlandırılmak suretiyle yaşlılık aylığı bağlanmasında sosyal güvenlikleri bakımından değerlendirilir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3207 | Başvuru, Mahkeme kararının Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından uygulanmaması nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. | 1 |
Başvuru, haksız olarak konutu terk etmeme adli kontrol tedbiri uygulanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.A. Başvurucu Hakkındaki Silahlı Terör Örgütü Kurma ve Yönetme Suçuna İlişkin Soruşturma Süreci Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) adalet teşkilatındaki mahrem yapılanmasının ortaya çıkarılması amacıyla başvurucu ve çok sayıda şüpheli hakkında soruşturma yürütmüştür. Bu soruşturma kapsamında başvurucu, gözaltına alınmış; başvurucu ile diğer üç şüphelinin adalet teşkilatı mahrem hizmetler sınıfı mahrem sorumluları olarak görev yaptığı, üçüncü şahıslar adına alınan hatlarla örgüt üyeleriyle irtibat kurduğu belirtilerek silahlı terör örgütü yöneticisi olma suçuna ilişkin kuvvetli suç şüphesi bulunduğu gerekçesiyle haklarında tutuklama kararı verilmesi talebinde bulunulmuştur. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 24/12/2019 tarihli kararla, şüphelilere isnat edilen silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçuna ilişkin olarak delillerin niteliği gözetildiğinde suç vasfının lehe değişme ihtimali bulunduğunu, diğer üç şüpheli hakkında başka mahkemelerde silahlı terör örgütü üyeliği isnadıyla yargılamaların devam ettiğini ve başvurucu hakkındaki delillerin niteliği dikkate alınarak bu aşamada tutuklama tedbirinden beklenen faydanın adli kontrol tedbiriyle de sağlanabileceğini değerlendirmiştir. Bu nedenle şüpheliler hakkındaki tutuklama talebinin reddine ve elektronik kelepçe takılmak suretiyle konutu terk etmeme şeklinde adli kontrol tedbirinin uygulanmasına karar vermiştir. Başvurucunun talebi üzerine Ankara Sulh Ceza Hâkimliği, silahlı terör örgütü yöneticisi olma isnadıyla başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında yürütülen soruşturma dosyasını inceledikten sonra 22/6/2020 tarihinde, başvurucu hakkında 24/12/2019 tarihli kararla verilenkonutu terk etmeme adli kontrol kararının kaldırılmasına ve yurt dışı çıkış yasağı, belirli günlerde en yakın güvenlik birimine başvurma ve Düzce il sınırı dışına çıkmama şeklindeki adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasına karar vermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu ve diğer 70 şüpheli hakkında silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçu isnadıyla kamu davası açmış ve davanın Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde görülmekte olan altı ayrı yargılama ile birleştirilmesini talep etmiştir. İddianamede; örgütün adalet teşkilatı içindeki kadrolaşmasına, bu teşkilat içerindeki mahrem imamların yapılarına ve irtibat kurma yöntemlerine değinilmiştir. İddianamede "...Adalet Teşkilatı Mahrem Yapılanmasına yönelik olarak ... soruşturma işlemlerine başlanmış, bu kapsamda ülkemizin değişik bölge ve illerindeki adalet personelinden sorumlu olan yöneticiler tespit edilmiş, 2013 yılı ağustos ayında Erzurum İlinde gerçekleştirilen toplantıya katıldıkları, farklı gruplar halinde aynı tarihlerde aynı otellerde kaldıkları, aynı tarihlerde ve aynı uçaklarla aynı ülkelere seyahat ettikleri ve aynı bylock grupları içerisinde yer aldıkları tespit edilen şüpheliler hakkında ayırma kararı verilerek... 22 şüpheli hakkında iddianame tanzim edilerek kamu davası açılmıştır. ... tespit edilen diğer şahıslar hakkında da münferit iddianameler düzenlenmiş ve en son olarak... Ankara Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. ... örgütün Adalet Teşkilatı bünyesinde mahrem hizmetlerde kullandıkları bir kısım GSM hatları tespit edilmiş ve örgütün bylock kriptolu haberleşme programına geçmeden önceki haberleşme ve iletişim sistemi olan mobil GSM hatlarının tespit edilmesi amacıyla... soruşturma işlemlerine başlanılmıştır. ... mahrem sorumlulardan etkin pişmanlık hükümlerinden yararlananların beyanları ile Trodoon, Drocorex, Tyrex ve Albatros isimli gizli tanıkların alınan ifadeleri dosya kapsamına kazandırılmış,... T-Rex kod adlı gizli tanığın da ayrıntılı beyanı alınmıştır. Bu aşamada Cumhuriyet Başsavcılığımıza müracaat ederek etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak istediğini belirten şüphelilerin de savunmalarına başvurulmuş, aleyhte beyanda bulundukları şahıslar tespit edilmiş ve teşhis işlemleri de gerçekleştirilmiştir.... HTS kayıtları baz birliktelikleri ve şüpheli beyanları gibi... gerekse de Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğünün yaptığı çalışmalar neticesinde Adalet Teşkilatı Mahrem Yapılanması sorumlusu olduğu değerlendirilen 270 şahıs tespit edilmiş, bu şahısların kullandıkları GSM numaraları ile operasyonel hat olarak kullandıkları değerlendirilen hatlar dahil olmak üzere toplam 906 GSM numarasına ait HTS kayıtları temin edilmiş ve bu HTS kayıtları üzerinde Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı nezdinde analiz çalışmaları gerçekleştirilmiştir... Mahrem sorumlu şahısların örgütsel faaliyetler için kullandıkları başkalarının adına kayıtlı operasyonel GSM numaraları ile kendi adlarına kayıtlı şahsi GSM numaralarının baz birlikteliklerine ilişkin gerekli çalışmalar (gece saatlerinde ikamette şahsi ve operasyonel hat baz eşleştirmesi, ikamet civarında şahsi ve operasyonel hat baz eşleştirmesi, çalışmış olduğu kurumda şahsi ve operasyonel hat baz eşleştirmesi) ile operasyonel hattan mahrem sorumlunun aile fertleri ya da yakın arkadaş çevresi ile yaptığı görüşmelere yönelik çalışmalar Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığınca tamamlanmıştır.... örgütünün ülke genelindeki adliye ve ceza infaz kurumu personeli (mahrem) yapılanmasının deşifresine yönelik olarak (270) mahrem sorumlu şahsın yapı içerisinde mahrem hizmetlerde kullanmış oldukları operasyonel hat olarak tabir edilen GSM hatları ile şahsi hatlarına ait HTS kayıtları verisi içerisinde KOM Daire Başkanlığınca yapılan çalışmalarda mahrem şahısların operasyonel hatları üzerinden kendi aralarındaki irtibatlarına yönelik çalışmalarda... diğer yandan gerek Cumhuriyet Başsavcılığımızca gerekse de Kayseri, Sakarya, Samsun Cumhuriyet Başsavcılıklarınca soruşturmamıza konu edilen 270 mahrem sorumludan belirli bir bölümüne FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünü Kurma ve Yönetme suçundan kamu davalarının açıldığı ve bu şüphelilerin belirli bir bölümünün ceza aldığının anlaşıldığı..." şeklinde toplanan delillere yer verilmiştir. İddianamede başvurucu ile ilgili olarak;i. Başvurucunun Ankara küçük bölge sorumluluğu ve Ankara Adliyesi sohbet sorumluluğu görevini icra ettiği, ii. Silahlı terör örgütü üyeliğinden Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde de yargılamasının devam ettiği,iii. Bank Asya nezdinde hesabının bulunduğu ve aktif kredi kartı kullanımının olduğu, FETÖ/PDY ile bağlantılı olan T.R. Otel ile A.T. Otelde 2011 yılında birden fazla konaklama kaydının olduğu, iv. FETÖ/PDY'nin üst düzey yöneticisi K. ile irtibatının bulunduğu,v. E. adına kayıtlı bir GSM hattı (operasyonel hat- sadece mahrem sorumlular tarafından sadece örgütsel görüşmelerde kullan hat) üzerinden Adalet Bakanlığı merkez ve taşra teşkilatında görev yapan 19 personele ait 20 hat ile 507 kez irtibat kurduğunun tespit edildiği,vi. Adalet teşkilatı mahrem yapılanması içinde mahrem sorumlu olarak faaliyet gösteren 15 şüpheli ile operasyonel hat üzerinden çok sayıda irtibatının olduğu,vii. Yapılan ortak baz çalışmasında başvurucunun hem şahsi hem de operasyonel GSM numarası ile Adalet Bakanlığı teşkilatı mahrem yapılanmasında görevli diğer mahrem sorumlular ile 2011-2014 yılları arasında Ankara, Yozgat, Çankırı, Kırıkkale'de ortak baz birlikteliklerinin bulunduğu,viii. Gizli tanığın ifadesinde başvurucunun Ankara Adliyesinde görevli müdürler ve Sincan Ceza İnfaz Kurumunda bulunan personelin sohbetçiliğini yaptığı yönünde beyanda bulunduğu, ayrıca hakkında bölge imamı olduğuna dair diğer beyanların olduğuna yer verilmiş, başvurucunun terör örgütü kurma ve yönetme suçunu işlediği iddia edilmiştir. Başvurucu hakkında silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçu isnadıyla Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde açılan kamu davasının Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde silahlı terör örgütüne üyelik isnadıyla başvurucu hakkında yürütülen kamu davasıyla (bkz. § 10) birleştirilmesine 31/5/2021 tarihinde karar verilmiştir. B. Başvurucu Hakkındaki Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma Suçuna İlişkin Soruşturma Süreci Adana Ağır Ceza Mahkemesindeki yargılamada sanık olan kişinin başvurucunun Ankara'da örgütün bölge imamı olduğunu beyan etmesi üzerine FETÖ/PDY üyesi olduğu isnadıyla Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu hakkında soruşturma başlatılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı yetkisizlik kararı ile gönderilen soruşturma kapsamında Düzce'de bir üniversitede öğretim görevlisi olan başvurucunun müsnet suçtan ifadesi alındıktan sonra başvurucu hakkında yurt dışına çıkmama ve belirlenen yerlere başvurma şeklinde adli kontrol uygulanması talep edilmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 17/7/2019 tarihli kararla başvurucu hakkında yurt dışına çıkmama ve en yakın güvenlik birimine haftanın belirli günü başvurma şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Ankara Sulh Ceza Hâkimliği başvurucunun kullanımında olan telefon hatlarının diğer bazı telefon hatları ile ve internet üzerinden bazı IMEI numaralarıyla iletişim kurup kurmadığının tespit edilmesine karar vermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan başvurucu hakkında düzenlediği iddianamede, başvurucunun FETÖ/PDY içinde Ankara bölge imamı olarak görev yaptığını, Bank Asyada aktif kredi kartı kullanımının olduğunu, örgüt ile bağlantılı olan bir otelde çok sayıda konaklama kaydının olduğunu,A.T. Otelde 2011 yılında birden fazla konaklama kaydının olduğunu iddia etmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi ve Düzce Ağır Ceza Mahkemesi arasındaki yetki uyuşmazlığının Yargıtay tarafından sonuçlandırılması sonrasında başvurucu hakkındaki yargılama dosyası Ankara Ağır Ceza Mahkemesine iletilmiştir. Yargılama dosyasındaki belgelerin incelenmesi neticesinde Edirne Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde S.S. isimli şahsın şüpheli olarak verdiği ifadede başvurucuyu Batıkent bölgesi büyük bölge imamı olarak teşhis ettiği anlaşılmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi, diğer ağır ceza mahkemelerinden başvurucuyla irtibatlı olan diğer bazı sanıklar hakkında görülmekte olan yargılamalar kapsamındaki beyanların, iddianamelerin ve varsa karar örneklerinin iletilmesini tensipten önce talep etmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi ayrıca gizli tanığın ifadesinin alınması için gerekli hazırlığın yapılması, Bilgi Teknolojileri Kurumundan bazı telefon hatlarının abone bilgilerinin ve baz istasyonu gösterir HTS kayıtlarının iletilmesi, baz istasyonlarına dair bilirkişi incelemesinin yaptırılması gibi işlemlerin yapılmasına dair ara kararları vermiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 2/3/2021 tarihli tensip kararıyla, suçun vasfı, aleyhteki beyanlar ve kuvvetli suç şüphesinin varlığı dikkate alınarak Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 17/7/2019 tarihli adli kontrol kararının devamına, ayrıca elektronik kelepçe takılmak suretiyle konutu terk etmeme şeklinde adli kontrol tedbirinin uygulanmasına karar verilmiştir. Aynı kararda, başvurucu hakkındaki silahlı terör örgütü kurma ve yönetme isnadıyla Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir diğer soruşturmanın beklenmesine (bkz. § 2), bu nedenle ilk duruşmanın 30/6/2021 tarihine bırakılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun konutu terk etmeme adli kontrol tedbiri uygulanmasına karşı yaptığı itiraz, Ankara Ağır Ceza Mahkemesince 15/3/2021 tarihinde reddedilmiştir. İtirazın reddi kararı başvurucuya 22/3/2021 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu 12/4/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 2/3/2021 tarihli tensip kararıyla, başvurucu hakkında elektronik kelepçe takılmak suretiyle konutu terk etmeme şeklinde adli kontrol tedbirinin uygulanmasına karar vermesi üzerine (bkz. § 12) Düzce Denetimli Serbestlik Müdürlüğü (Denetimli Serbestlik Müdürlüğü) 7/5/2021 tarihinde, en yakın güvenlik birimine başvurma ve Düzce il sınırı dışına çıkmama şeklindeki adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasının mümkün olmaması nedeniyle kaldırılmasını anılan Mahkemeden talep edilmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 18/5/2021 tarihinde konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinin kaldırılmasına karar vermiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 30/6/2021 tarihli ilk duruşmada, başvurucu hakkındaki tanık beyanlarında geçen örgütsel konumuna, örgütün adalet teşkilatı mahrem yapılanması içinde yer aldığına ve gizliliği sağlamak için operasyonel hat kullandığına ilişkin tespitler, gizli tanık beyanında geçen kod adı kullandığına ilişkin beyan, resmî kurumlara bildirdiği farklı GSM hatlarının olduğunu, bu hatlara ilişkin HTS kayıtlarının analiz edilmediğini, örgütün özellikle mahrem yapılanması içinde yer alan şahısların kaçırma girişiminde bulunduğunu gözeterek bu aşamada uygulanmakta olan adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağını değerlendirmiş ve başvurucuya isnat edilen suçun suçun tutuklama nedeni var sayılabilen katalog suçlardan olduğunu, suçun kanunda tanımlı alt ve üst sınırları da gözetildiğinde tutuklama tedbirinin ölçülü olacağını belirtmiş ve başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Öte yandan Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 1/7/2021 tarihinde, başvurucunun 30/6/2021 tarihinde tutuklanması nedeniyle hakkındaki yurt dışı çıkış yasağı, belirli günlerde en yakın güvenlik birimine başvurma ve Düzce il sınırı dışına çıkmama şeklindeki adli kontrol tedbirlerinin kaldırılmasına karar verildiğini Denetimli Serbestlik Müdürlüğüne bildirmiştir. Başvurucu hakkında yapılan yargılama sonucunda 19/7/2022 tarihli karar ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliğinden neticeten 8 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Karar istinaf kanun yolu incelemesindedir. Komisyonca 7/7/2021 tarihinde başvurucunun hakkında mükerrer soruşturma yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiası ile gözaltı tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, adli yardım talebinin kabulüne ve başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten geçici olarak muaf tutulmasına, ayrıca konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin kısmının ise kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/15563 | Başvuru, haksız olarak konutu terk etmeme adli kontrol tedbiri uygulanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmesine karar verilen bir bankada bulunan katılım fonu tutarı üzerine bloke konulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 12/6/2018 tarihinde öğrendikten sonra 5/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/21579 | Başvuru, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmesine karar verilen bir bankada bulunan katılım fonu tutarı üzerine bloke konulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; başvurucuların, üyesi oldukları sendikanın aldığı karar doğrultusunda bir gün işe gelmemeleri nedeniyle verilen kınama cezasının, toplantı ve örgütlenme özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 17/9/2013 tarihinde İzmir Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruda, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 25/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvurucu Yılmaz Karlıdağ tarafından yapılan 2013/7198 numaralı bireysel başvuru dosyası ve başvurucu Muhammet Azat Ersoy tarafından yapılan 2014/40 numaralı bireysel başvuru dosyası ile başvurucu İsmail Aslan tarafından yapılan 2013/7197 numaralı bireysel başvuru dosyası, konu bakımından aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle birleştirilmiş, incelemeye 2013/7197 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 24/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık), başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 12/11/2014 tarihli görüş yazısı başvuruculara tebliğ edilmiş; başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamışlardır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası (Sendika) üyesidirler ve Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demir Yolları (TCDD) Genel Müdürlüğüne bağlı Bölge Müdürlüğü Urfa İli Akçakale İstasyon Şefliğinde, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye (KHK) tabi tren teşkil memuru olarak çalışmaktadırlar. Tren teşkil memurları, istasyonlardaki manevra işlemlerini yapmak, istasyonlara gelen trenlere sinyal vererek trenlerin yola alınmasını sağlamak, işle ilgili emniyet tedbirleri almak, tren dizisi teşkil etmek ve trenin istasyona giriş ve çıkışını sağlamakla görevlidirler. Sendikanın bağlı olduğu Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonunun (KESK veya Sendika) çağrısı üzerine, 25/11/2009 tarihinde iş bırakma eylemi yapılmış ve iş bırakma eylemine katılan TCDD çalışanı on altı sendika üyesi, görevlerinden uzaklaştırılmışlardır. Başvurucuların da kayıtlı olduğu Sendikanın yöneticileri, Sendika üyelerinin tekrar işe başlatılmaları için bir dizi girişimde bulunmuş ancak sonuç alamamıştır. Bunun üzerine Sendika yönetimi, 12/12/2009 tarihinde görevlerinden uzaklaştırılan kişilerle dayanışma sağlamak, bu kişilerin tekrar işe başlatılmalarını temin etmek ve idareyi uyarmak amacıyla ülke genelinde bir günlük iş bırakma eylemi yapılmasına karar vermiştir. Söz konusu eylem 16/12/2009 tarihinde yapılmış ve başvurucular, bu tarihte iş bırakma eylemine katılmışlardır. Başvurucular eylem tarihinde işe gelmemişler ve işe gelmediklerinden bahisle haklarında disiplin soruşturması açılmıştır. TCDD Genel Müdürlüğü Yüksek Disiplin Kurulu, iş bırakma eyleminin, TCDD Personel Yönetmeliğinin maddesinde yer alan “kuruluş personelinin hizmetlerini aksatacak şekilde memurluktan kasıtlı olarak birlikte çekilmeleri veya görevlerine gelip de kuruluş hizmetlerinin yavaşlatılması veya aksatılması sonucunu doğuracak eylem ve hareketlerde bulunmalarının yasak olduğu” hükmüne aykırı olduğu gerekçesiyle anılan eyleme katılmaları nedeniyle başvurucuların kınama cezasıyla cezalandırılmalarına karar vermiştir. Başvurucuların, söz konusu disiplin cezalarının iptali istemiyle açtıkları davalar, Şanlıurfa İdare Mahkemesinin 2012 yılında verdiği kararlar ile reddedilmiştir. Başvurucular hakkında verilen mahkeme kararlarının gerekçeleri aynı olup ilgili kısımları şöyledir: “Dava dosyasının incelenmesinden, 2009 tarihinde yapılan bir günlük iş bırakma eyleminden ötürü görevden uzaklaştırılan 16 personelin görevlerine iade edilmeleri için TCDD Genel Müdürlüğü'ne bağlı Bölge Müdürlüğü Akçakale İstasyon Şefliğinde tren teşkil memuru olarak görev yapan davacının, üyesi olduğu Sendikanın aldığı karar doğrultusunda 2009 tarihinde 1 günlük iş bırakma eylemine katıldığı, TCDD Teftiş Kurulu Müfettişliğince söz konusu eyleme katıldığı tespit edilen personel hakkında başlatılan disiplin soruşturması sonucu düzenlenen 2010 tarihli ve 2010/241-1 sayılı soruşturma raporunda, söz konusu eyleme, Bölge Müdürlüğü Merkezi ile Yol, Hareket ve Tesisler Müdürlüğü işyerlerinde toplam 253 personelin katıldığı, bu personelden büro hizmetlerinde çalışanların bazılarının izinsiz ve mazeretsiz olarak mesaiye gelmediği, mesaiye gelenlerin de görev yapmadıkları, trenlerde görevlendirilen personelin 2009 tarihinde saat 24:00'a kadar görev yaparak bu saatten sonra görevli olduğu treni, merkezi gar ve istasyonlarda bırakarak trafiğini devam ettirmedikleri, bazı personelin görevlendirildiği trene gelmediği, gelenlerin de trenlerde görev almadıkları, görevi kabul etmedikleri, istasyon, gar ve depo manevraları ile nezaret görevleri ve istasyon, gar ve depo nöbetine tefrik edilen personelden de 2009 tarihinde nöbet görevine gelenlerin saat 24:00'a kadar çalıştıkları, bu saatten sonra çalışmadıkları, görevi bıraktıkları, bazı personelin 2009 tarihinde görevine ve nöbetine gelmediği, bazılarının da görevine ve nöbetine gelmekle birlikte çalışmadığı, bu personelin işyeri amirlerinin tüm ısrarlarına rağmen, sendikalarının aldığı karar gereğince eylemde olduklarını beyan ederek görevi kabul etmediklerinin tespit edildiği, iş bırakma eylemine katılan personelin ifadelerinde, 16 sendika üyesinin işine iade edilmemesi nedeniyle Anayasa'nın , ve maddeleri, 87 ve 151 sayılı ILO Sözleşmeleri, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları gerekçe gösterilerek değinilen iş bırakma eylemine katıldıklarını beyan etmiş olsalar da, eyleme katılan personelin, büro hizmetlerinde çalışanların izinsiz ve mazeretsiz olarak işe gelmemeleri sonucu büro hizmetlerinin aksamasına neden oldukları, istasyon, gar, atölye ve depo nöbetine gelmeyen veya gelip de 2009 tarihinde saat 24:00'dan itibaren görev yapmayan personelin, kuruluş faaliyetlerinin yürütülmesini engelledikleri, görevli oldukları treni, merkezi gar ve istasyonlarda bıraktıkları ve bu yolla trendeki yolcuların mağduriyetine sebep oldukları, kuruluş hizmetlerinin durmasına, aksamasına, ayrıca yazılı ve görsel basında itibarının zedelenmesine neden oldukları, bu şekilde TCDD Personel Yönetmeliği'nin maddesine aykırı davrandıkları, eylem nedeniyle yük ve yolcu taşıma faaliyetlerinin aksadığı, 11 yolcu treninin merkezi gar ve istasyonlarda bırakılarak devamının temin edilmediği, trendeki yolcuların mağdur edildiği, 56 yolcu treni seferinin de personel temin edilememesi sebebiyle iptal edildiği, gar ve istasyonlarda bırakılan trenlerdeki yolcuların otobüslerle varış yerlerine ulaştırılmaları için anlaşma yapılan otobüs firmalarına yolcu taşıma ücreti ödendiği, yine eylem nedeniyle 2009 tarihinde saat 24:00'dan sonra trafikte bulunan 17 adet yük treninin muhtelif gar ve istasyonlarda bırakıldığı, 2009 tarihinde trafiği planlanan toplam 35 yük treninin de seferlerinin iptal edildiği belirtildikten sonra 2009 tarihinde iş bırakma eylemine katıldığı belirlenen davacının, Yönetmeliğin maddesinin fıkrası uyarınca aylıktan kesme cezası ile cezalandırılmasının, ancak disiplin cezasının tayininde hizmet süresi ve olumlu sicilinin dikkate alınmasının uygun olacağı kanaatine varıldığı, TCDD Yüksek Disiplin Kurulunca davacı hakkında söz konusu soruşturma raporu ile disiplin yönünden getirilen teklifin uygun görülerek 2011 tarihli ve 11/51 sayılı kararla, davacının toplu eylem ve hareketlerde bulunma yasağını ihlal ettiğinden bahisle TCDD Personel Yönetmeliği'nin maddesinin fıkrası gereğince ve aynı Yönetmeliğin maddesi uyarınca bir alt cezanın tatbiki suretiyle kınama cezası ile cezalandırıldığı, bu kararın 2012 tarihinde davacıya tebliği üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Uyuşmazlıkta, davacının kendi beyanı ile hakkında yürütülen disiplin soruşturması sonucu düzenlenen soruşturma raporu ve ekinde yer alan bilgi ve belgelerden, üyesi olduğu Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası ile bu Sendikanın bağlı bulunduğu Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu'nun almış olduğu karar gereğince 2009 tarihinde bir günlük iş bırakma eylemine katıldığı sabit olup, yukarıda aktarılan mevzuat hükümleri ile olayın meydana geliş şekli dikkate alındığında söz konusu eylemin sendikal faaliyet olarak nitelendirilmesine imkân bulunmadığı açıktır. Nitekim, davacının TCDD Personel Yönetmeliği'nin maddesinin fıkrasında belirtilen özürsüz olarak 1 veya 2 gün göreve gelmemek fiilinden ötürü değil, aynı maddenin fıkrasında düzenlenen; kanun, tüzük, yönetmelik, karar, talimat ve emirlerde yazılı olan görevleri haklı veya zorlayıcı bir sebep olmaksızın yerine getirmemek veya eksik olarak yerine getirmek veya mevzuatın uygulanmasını zorunlu kıldığı hususları yapmamak veya yasakladığı işleri yapmak, fiilini işlediğinden bahisle disiplin cezası ile tecziye edildiği, söz konusu eylemin ise, gerek 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin maddesi, gerekse TCDD Personel Yönetmeliğinin maddelerinde belirtilen "yasaklanan işler" kapsamında olduğu, davacının sözü edilen mevzuat hükümlerine aykırı şekilde hareket ederek demiryolu ulaşım hizmetlerinin aksamasına ve kişilerin seyahat özgürlüğünün önemli ölçüde engellenmesine sebebiyet verdiği açıktır. Bu durumda, TCDD Genel Müdürlüğü'ne bağlı Bölge Müdürlüğü Akçakale İstasyon Şefliğinde tren teşkil memuru olarak görev yapan davacının, 2009 tarihinde bir günlük iş bırakma eylemine katılmakla mevzuat hükümlerine aykırı şekilde hareket ederek demiryolu ulaşım hizmetlerinin aksamasına ve kişilerin seyahat özgürlüğünün önemli ölçüde engellenmesine sebebiyet verdiği anlaşıldığından, eylemine uyan disiplin cezasının bir alt cezası olan kınama cezası ile cezalandırılması yönünde tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.” Başvurucuların itirazları üzerine, Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi 2013 yılında verdiği kararlar ile ilk derece mahkemesi kararlarını onamıştır. Başvurucuların karar düzeltme talepleri, Gaziantep Bölge İdare Mahkemesinin 2013 yılında verdiği kararlarla reddedilmiştir. Gaziantep Bölge İdare Mahkemesinin nihai kararları, başvurucular İsmail Aslan ve Yılmaz Karlıdağ’a 20/8/2013 tarihinde, Muhammet Azat Ersoy’a 10/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular İsmail Aslan ve Yılmaz Karlıdağ, 17/9/2013 tarihinde; başvurucu Muhammet Azat Ersoy 24/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine (Mahkeme) bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Devlet memurlarının kamu hizmetlerini aksatacak şekilde memurluktan kasıtlı olarak birlikte çekilmeleri veya görevlerine gelmemeleri veya görevlerine gelip de Devlet hizmetlerinin ve işlerinin yavaşlatılması veya aksatılması sonucunu doğuracak eylem ve hareketlerde bulunmaları yasaktır.” 657 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: …B - Kınama: Memura, görevinde ve davranışlarında kusurlu olduğunun yazı ile bildirilmesidir. Kınama cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:…C - Aylıktan kesme: Memurun, brüt aylığından 1/30 - 1/8 arasında kesinti yapılmasıdır. Aylıktan kesme cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: …b) Özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek,…” 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Disiplin amirleri tarafından verilen uyarma, kınama ve aylıktan kesme cezalarına karşı disiplin kuruluna, kademe ilerlemesinin durdurulması cezasına karşı yüksek disiplin kuruluna itiraz edilebilir.İtirazda süre, kararın ilgiliye tebliği tarihinden itibaren yedi gündür. Süresi içinde itiraz edilmeyen disiplin cezaları kesinleşir.İtiraz mercileri, itiraz dilekçesi ile karar ve eklerinin kendilerine intikalinden itibaren otuz gün içinde kararlarını vermek zorundadır.İtirazın kabulü hâlinde, disiplin amirleri kararı gözden geçirerek verilen cezayı hafifletebilir veya tamamen kaldırabilirler.Disiplin cezalarına karşı idari yargı yoluna başvurulabilir.” 22/1/1990 tarihli ve 399 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname’nin maddesi şöyledir:“Sözleşmeli personelin, teşebbüs veya bağlı ortaklığın hizmetlerini aksatacak şekilde kasıtlı olarak birlikte çekilmeleri veya görevlerine gelmemeleri veya göreve gelip de hizmetlerin yavaşlatılması veya aksatılması sonucunu doğuracak eylem ve hareketlerde bulunmaları, toplu olarak söz veya yazı ile müracaat ve şikâyetleri yasaktır.” 9/2/1993 tarihli TCDD Personel Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) maddesi şöyledir:“Birden fazla personelin toplu olarak aynı konuda söz ve yazı ile müracaatları ve şikâyetleri yasaktır. Kuruluş personelinin, hizmetlerini aksatacak şekilde memurluktan kasıtlı olarak birlikte çekilmeleri veya görevlerine gelmemeleri veya görevlerine gelip de Kuruluş hizmetlerinin yavaşlatılması veya aksatılması sonucunu doğuracak eylem ve hareketlerde bulunmaları yasaktır.” Yönetmelik’in maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:“Aşağıda yazılı fiil ve hallerde aylıktan kesme cezası verilir.…5) Kanun, tüzük, yönetmelik, karar, talimat ve emirlerde yazılı olan görevleri haklı veya zorlayıcı bir sebep olmaksızın yerine getirmemek veya eksik olarak yerine getirmek veya mevzuatın uygulanmasını zorunlu kıldığı hususları yapmamak veya yasakladığı işleri yapmak, Bu yüzden Kuruluş zararı meydana gelmişse bir üst derece ceza verilir.” Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 22/5/2013 tarihli ve E.2009/63, K.2013/1998 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:“…Uyuşmazlıkta, davacının, üyesi bulunduğu sendikanın yetkili kurullarınca alınan karara uyarak 11/12/2003 tarihinde 1 gün göreve gelmeme eyleminin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125/C-b maddesi kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceğinin tespiti önem taşımaktadır. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın maddesinin son fıkrasında; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 07/05/2004 - 5170 S.K./mad) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü yer almıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Dernek kurma ve toplantı özgürlüğü”nün düzenlendiği maddesinde; herkesin asayişi bozmayan toplantılar yapmak, dernek kurmak, ayrıca çıkarlarını korumak için başkalarıyla birlikte sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak haklarına sahip olduğu, bu hakların kullanılmasının, demokratik toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve ancak yasayla sınırlandırılabileceği, bu maddenin, bu hakların kullanılmasında silahlı kuvvetler, kolluk mensupları veya devletin idare mekanizmasında görevli olanlar hakkında meşru sınırlamalar konmasına engel olmadığı kuralına yer verilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 15/09/2009 tarihli, Kaya ve Seyhan - Türkiye kararında (application no. 30946/04); Eğitim-Sen üyesi öğretmenlere, 11/12/2003 tarihinde KESK’in çağrısına uyarak, parlamentoda tartışılmakta olan kamu yönetimi kanun tasarısını protesto etmek üzere düzenlenen bir günlük ulusal eyleme katılmaları nedeniyle 11/12/2003 tarihinde göreve gelmedikleri için uyarma cezası verilmesinin, her ne kadar bu ceza çok küçük olsa da, sendika üyelerinin çıkarlarını korumak için meşru grev ya da eylem günlerine katılmaktan vazgeçirecek bir nitelik taşıdığı, öğretmenlere verilen disiplin cezasının “acil bir sosyal ihtiyaca” tekâbül etmediği ve bu nedenle “demokratik bir toplumda gerekli” olmadığı sonucuna varmış, bunun sonucu olarak, bu davada, başvuranların AİHS’in maddesi anlamında gösteri yapma özgürlüğünü etkili bir şekilde kullanma haklarının orantısız olarak çiğnendiği gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Bu durumda, davacının, sendikal faaliyet gereği, 11/12/2003 tarihinde göreve gelmeme eyleminin özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek fiili kapsamında değerlendirilemeyeceği ve sendikal faaliyet kapsamında bir gün göreve gelmemek fiilinin mazeret olarak kabulü gerektiğinden, disiplin suçu teşkil etmeyen eylem nedeniyle davacıya 657 sayılı Kanun’un 125/C-b maddesi uyarınca aylıktan kesme cezası verilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamıştır.…” | Sendika hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7197 | Başvuru, başvurucuların, üyesi oldukları sendikanın aldığı karar doğrultusunda bir gün işe gelmemeleri nedeniyle verilen kınama cezasının, toplantı ve örgütlenme özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 13/2/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 19/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 23/7/2014 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığının 2008/7274 Soruşturma sayılı dosyası ile yürütülen soruşturma kapsamında 14/4/2008 tarihinde gözaltına alınmış ve Gaziosmanpaşa Sulh Ceza Mahkemesinin 14/4/2008 tarihli ve 2008/119 Sorgu sayılı kararı ile kasten öldürme suçundan tutuklanmıştır. Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığının 20/1/2009 tarihli ve 2009/30 sayılı fezlekesi ile başvurucu hakkındaki soruşturma dosyası Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 30/1/2009 tarihli ve E.2009/4335 sayılı iddianamesiyle başvurucunun kasten öldürme suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesine (E.2009/56) kamu davası açılmıştır. Bakırköy Çocuk Ağır Ceza Mahkemesinin E.2009/10 sayılı dosyasının, başvurucunun yargılanmakta olduğu dava dosyası ile birleştirildiği anlaşılmıştır. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesin 26/9/2011 tarihli ve E.2009/56, K.2011/379 sayılı kararı ile başvurucunun kasten öldürme suçundan 15 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve "verilen netice hürriyet bağlayıcı ceza miktarı ve kaçma şüphesi nedeniyle" tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu, hakkındaki mahkûmiyet kararını temyiz etmiştir.Başvurucu 13/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Yargıtay Ceza Dairesinin 18/3/2014 tarihli ve E.2013/6157, K.2014/1642 sayılı ilamı ile başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmünün onanmasına karar verilmiştir.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten öldürme" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2183 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ölüm olayından dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle idari yargıda açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 3/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından 2015/2701 ve 2015/2702 numaralı bireysel başvuru dosyalarının aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2015/2700 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin 2015/2700 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, bu aşamada başvuru hakkında bir görüş bildirilmeyeceğini ifade etmiştir. Başvurucuların murisi olan B.O. 23/5/2009 tarihinde bacak ağrısı şikâyetiyle Aydın Devlet Hastanesi Acil Servisine müracaat etmiştir. Burada yapılan muayenesi neticesinde B.O.yaDerin Ven Trombozu (DTV) + myali şüphesi nedeniyle kalp damar cerrahisi polikliniğine gitmesi önerilmiş, ağrısının giderilmesi amacıyla enjeksiyon yapıldıktan sonra B.O. Acil Servisten gönderilmiştir. B.O., Acil Servisten ayrıldıktan yaklaşık 20 dakika sonra yolda yürürken durumunun kötüleşmesi üzerine çevredeki vatandaşlar tarafından aynı Hastaneye getirilmiş ancak sağlık personeli tarafından yapılan müdahalelere rağmen kurtarılamayarak hayatını kaybetmiştir. Ölüm olayı üzerine Aydın Cumhuriyet Başsavcılığınca (Savcılık) ilgili sağlık personeli hakkında taksirle ölüme neden olma suçundan soruşturma başlatılmış, aynı gün otopsi işlemi yapılmıştır. Otopsi sonucunda B.O.nun ölüm nedeninin belirlenememesi üzerine doku ve kan örnekleri Adli Tıp Kurumuna gönderilmiştir. Öte yandan başvurucular da Savcılığa müracaat ederek B.O.nun ölümünde kusuru bulunan sağlık personelinden şikâyetçi olduklarını bildirmiştir. Aynı süreçte Sağlık Bakanlığı (Bakanlık) da olayla ilgili olarak idari soruşturma başlatmıştır. Bakanlık tarafından yapılan inceleme neticesinde düzenlenen 16/7/2009 tarihli raporda sağlık personelinin B.O.nun tetkik, tedavi ve müdahale işlemlerinde herhangi bir ihmal veya kusurunun tespit edilemediği, bu sebeple haklarında adli veya idari yönden yapılacak bir işlem bulunmadığı belirtilmiştir. Savcılık tarafından yürütülen soruşturma kapsamında İstanbul Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulunca düzenlenen 2/6/2010 tarihli raporda ise otopsi, klinik ve laboratuvar bulgularına göre tüm kan değerlerinde düşüklük bulunan B.O.nun ölümünün kendinde mevcut hastalıktan ileri geldiği görüşü belirtilmiştir. Raporda ayrıca; şikâyetleri üzerine ayırıcı tanıda DTV düşünülerek B.O.nun kalp damar cerrahisi polikliniğine gönderilmesinin uygun olduğu, ağrısı üzerine kendisine diklofenak ampul yapıldığı, olayın oluş şekli ve otopsi bulgularına göre anaflaktik şok tablosunun mevcut olmadığı, buna göre tedaviyi veren hekim ve uygulayan hemşirenin uygulamalarının tıp kurallarına uygun olduğu görüşüne de yer verilmiştir. Başvurucular Adli Tıp Kurumu raporunun kendilerine tebliğ edilmesi üzerine 10/11/2010 tarihinde Savcılığa sundukları dilekçede; söz konusu raporu kabul etmediklerini, raporda eksiklikler bulunduğunu belirterek Yüksek Sağlık Şurasından rapor alınmasını talep etmiştir. Savcılık 2/12/2010 tarihinde, şüphelilerin atılı suçu işlediklerine dair yeterli sebep bulunmadığı gerekçesiyle haklarında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Söz konusu kararda, Adli Tıp Kurumu raporundaki değerlendirmelere göre B.O.nun ölümünün doğal ölüm olduğunun anlaşıldığı belirtilmiştir. Kararda ayrıca, Yüksek Sağlık Şurasının sadece kovuşturma aşamasına geçildiği takdirde rapor vermesi sebebiyle başvurucuların bu yöndeki talebinin yerine getirilemediği de ifade edilmiştir. Başvurucuların söz konusu karara karşı yaptığı itiraz Söke Ağır Ceza Mahkemesinin 2/3/2011 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu süreçte başvurucular 11/1/2011 tarihinde Bakanlığa müracaat etmiş ve hizmet kusuru nedeniyle yakınlarını kaybetmelerinden dolayı uğradıkları maddi ve manevi zararın tazminini talep etmiştir. Başvurucular, taleplerinin 15/3/2011 tarihli işlemle reddedilmesi üzerine 18/5/2011 tarihinde idari yargıda tam yargı davası açmıştır. Aydın İdare Mahkemesi (Mahkeme) 1/6/2011 tarihli kararıyla davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucuların ölüm olayının gerçekleştiği 23/5/2009 tarihinden itibaren bir yıl içinde ve en geç 23/5/2010 tarihine kadarzorunlu idari başvuruda bulunması gerekirken bu süre geçtikten sonra 11/1/2011 tarihinde idareye başvurduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla idareye süresinde yapılmayan başvurunun reddi üzerine açılan davanın süresinde olmadığı ifade edilmiştir. Karar Danıştay Onbeşinci Dairesinin 12/2/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 23/9/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar5/1/2015 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 3/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Kanun 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir şöyledir:"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir." Danıştay İçtihadı Danıştay Onuncu Dairesinin 17/1/2017 tarihli ve E.2016/2637, K.2017/180 sayılı kararı şöyledir:"Tam yargı davaları idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.(...)Söz konusu eylemin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılaması sonucu ortaya çıkabilmektedir.Bu itibarla, 2577 sayılı Kanunun maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır. Uyuşmazlıkta tazmini istenilen zarar, idarenin hizmet kusuru nedeniyle uğranılan zarar olduğuna göre, davacıların kardeşinin Şanlıurfa Kapalı Cezaevi'ndemeydana gelen olaylar sonucunda 16/06/2012 tarihinde çıkan yangında hayatını kaybetmesinde davalı idareye yüklenebilecek hizmet kusurunun varlığı, idarenin bir kusurunun bulunup bulunmadığının belirlenmesine bağlıdır. Dava dosyası ile Dairemizin E:2015/1145 sayılı dosyası içerisinde yer alan Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığının 06/06/2013 tarih ve … sayılı "Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Kararı"ndan; davacılar yakınının diğer 12 hükümlü ve tutuklu ile beraber Şanlıurfa Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun C-15 koğuşunda 16/06/2012 saat 23:00 sıralarında çıkan yangında yaşamını yitirdiği, cezaevinden sorumlu Cumhuriyet Savcısının nezaretinde elektrik ve inşaat mühendisi, iş ve sosyal güvenlik uzmanı, kimya uzmanı, itfaiyeciler ve olay yeri inceleme ekibi tarafından yapılan incelemede, 13 kişinin koğuşun üst katında kol kola ve sıralı bir şekilde yanarak yaşamlarını yitirdikleri, koğuş kapısının dolap ve ranzalarla kapatıldığı, yangına katılmak istemeyen 5 mahkumun diğer hükümlü ve tutuklular tarafından tuvalete kilitli vaziyette bırakıldıkları ve bu kişilerin kurtarıldığı, cezaevi kamera kayıtlarına göre yangının 22:40 sıralarında başladığı, infaz koruma memurlarının yangından 22:41 sıralarında haberdar oldukları, ilk itfaiye aracının 22:47'de, ilk ambulansın da 22:51'de cezaevine giriş yaptığı ve yangının 23:13 sıralarında tamamen söndürüldüğü, olayla ilgili yapılan disiplin soruşturması neticesinde görevli personel hakkında disiplin cezası verilmesine yer olmadığına karar verildiği ve yine olayla ilgili Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yapılan itirazın da Adıyaman Ağır Ceza Mahkemesi'nin ... sayılı kararıyla reddedildiği anlaşılmaktadır.(…)Dolayısıyla davacıların yakınının hayatını kaybetmesinde eylemin idariliğinin bulunup bulunmadığı, Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair karar ile kesinlik kazanmıştır.Bu durumda, olayda eylemin idariliğinin kesin olarak ortaya çıktığı tarihin, …"Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar"ın verildiği tarih olması nedeniyle bir yıllık sürenin de bu tarihten itibaren başlayacağı açıktır." Danıştay Onbeşinci Dairesinin28/4/2016 tarihli ve E.2016/3471, K.2016/3026 sayılı kararı şöyledir:Dava, davacının tedavi için gittiği Eskişehir Devlet Hastanesinde 18/04/2011 tarihinde yapılan enjeksiyon sonucu sakat kaldığından bahisle [uğradığı] zararın yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle açılmıştır. İdare Mahkemesince, davacının, rahatsızlığı nedeniyle 18/04/2011 tarihinde Eskişehir Devlet Hastanesine gittiği burada yapılan iğne sonucu sakat kaldığından bahisle ilgililer hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunduğu, Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturma … sayılı dosyasında yürütülen soruşturmada, konuyla ilgili alınan İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Üçüncü Adli Tıp İhtisas Kurulunun 02/08/2013 tarihli raporu dikkate alınarak "kovuşturmaya yer olmadığına" kararı verildiği, bu karara yapılan itirazın Bilecik Ağır Ceza Mahkemesinin 18/12/2013 tarihli … kararı ile reddedildiği ve kararın 03/03/2014 tarihinde ilgiliye tebliğ edildiği, uyuşmazlık konusu eylemin idariliğinin davacı açısından en geç Bilecik Ağır Ceza Mahkemesi kararının tebliğ tarihi olan 03/03/2014 tarihinde kesinleştiği ve bu tarihten itibaren davacının 60 gün içerisinde idareye başvuruda bulunması gerekirken bu süre geçtikten çok sonra 15/12/2014 tarihinde başvuruda bulunduğu anlaşıldığından, yasal süresi geçtikten sonra yapılan başvuru üzerine açılan davanın esastan incelenmesine olanak bulunmadığı gerekçesiyle süre aşımı yönünden davanın reddine karar verilmiştir. (…) tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur. Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.Özellikle kamu görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural, usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve biçimde, ve fakat resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu, yoksa görev kusuru sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir.Olayda ise, uyuşmazlık konusu eylemin idariliğinin davacı açısından en geç Bilecik Ağır Ceza Mahkemesi kararının tebliğ tarihi olan 03/03/2014 tarihinde kesinleştiği ve bu tarihten itibaren davacının 1 yıllık süre içinde 15/12/2014 tarihinde idareye başvuruda bulunduğu anlaşıldığından, yasal süresi içinde yapılan başvuru üzerine açılan davanın esastan incelenmesi gerekirken süre aşımı yolunda verilen kararda hukuki isabetbulunmamaktadır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan, ... bir mahkeme tarafından, ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye (B.No: 611/12, 17/11/2015) başvurusunda, askerde ölüm olayıyla ilgili yürütülen ceza soruşturmasının takipsizlikle sonuçlanmasının ardından Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) açılan tam yargı davasınınsüre aşımı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin başvuruda başvurucuların mahkemeye erişim hakkının ihlal edilip edilmediği hususunu değerlendirmiştir. Söz konusu olayda başvurucuların oğlu Y. 9/9/2008 tarihinde nöbet kulübesinde el bombasının patlaması sonucu vefat etmiştir. Yapılan soruşturmanın ardından 15/12/2009 tarihinde Askerî Savcılık; ölüm olayının meydana gelmesinde kimsenin kusur ya da kastının bulunmadığı, Y.nin el bombasıyla intihar ettiği sonucuna varmıştır. Askerî Savcılığın bu sonuca varmasında olay yeri inceleme raporu, olay yeri krokisi, otopsi raporları ve tanıkların Y.nin ailevi ve maddi çeşitli sıkıntılara bağlı olarak psikolojik sorunlarının olduğuna dair ifadeleri etkili olmuştur. Söz konusu kararın ardından başvurucular 28/8/2010 tarihinde tazminat istemiyle İçişleri Bakanlığına başvuruda bulunmuş, istemin zımnen reddi üzerine 2/11/2010 tarihinde AYİM'de tam yargı davası açmıştır. AYİM 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Kanun'un maddesinde öngörülen bir yıllık süreyi ölüm tarihinden başlatarak davayı süre aşımı gerekçesiyle reddetmiştir. AYİM kararında, yürütülen soruşturma sonucunda ölüm olayının davacılar yakınının intihar kastıyla el bombasını patlatması şeklinde gerçekleştiği ve bu durumun davacılar tarafından da önceden bilinen ölüm sebebinde herhangi bir değişiklik yapmadığı kanaatine varıldığı da ayrıca belirtilmiştir. AİHM, davanın temelinde yer alan konunun bir yıllık süre sınırının Y.nin ölüm tarihinden itibaren başlatılması olduğunu belirtmiş; başvuranların oğullarının 9/9/2008 tarihinde hayatını kaybettiğini öğrendiklerini ancak kesin ölüm nedenini bilmediklerini bu bağlamda takipsizlik kararı tebliğ edilinceye kadar söz konusu olayın kaza, cinayet veya intihar olduğunu kesin olarak bilemediklerini ve bu durumun AYİM'e başvuru yapılması için belirleyici bir etkiye sahip olduğunu vurgulamıştır. AİHM; olay tarihinde başvurucuların elinde idarenin kusur veya ihmaliyle ilgili kıstaslar bulunmadığını, kovuşturmaya yer olmadığına dair karardan haberleri olduğu tarihten itibaren tam olarak soruşturma unsurlarına erişebildiklerini ve idarenin olası bir hatası veya ihmalinden haberleri olduğunu, anılan kararın tebliğinin üzerinden bir yıl geçmeden idareye başvuru yapıldığı ve bu koşullarda başvurucuların ihmalkâr davrandıkları ya da hatalı oldukları yönünde suçlanamayacaklarını belirterek AYİM kararının başvuranları mahkemeye erişim haklarından mahrum bıraktığı sonucuna varmıştır (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, §§ 65-73). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/2700 | Başvuru, ölüm olayından dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle idari yargıda açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklama tedbiri için mevzuatta öngörülen koşullar gerçekleşmeksizin, keyfi ve hukuka aykırı olarak tutuklanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesi Birinci Bölüm Birinci Komisyon tarafından başvurucunun tutuklanmasının hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddialarının kabul edilemez olduğuna, tutuklanmasının hukuki olmadığı iddiası bakımından Bölüme gönderilmesine ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne 3/7/2019 tarihinde karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da darbe girişimiyle doğrudan bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu, en son Büyükçekmece hâkimi olarak görev yapmıştır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) İkinci Dairesinin 10/8/2016 tarihli kararı ile -Büyükçekmece hâkimi olarak görev yapmakta olan- başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına karar verilmiş, başvurucu 31/8/2016 tarihinde meslekten çıkarılmış ve bu karar 29/11/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan başlatılan soruşturma kapsamında 11/8/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 12/8/2016 tarihli Savcılık ifadesinde özetle liseyi 2001 yılında Bursa’da bitirip aynı yıl Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazandığını, Ankara’da düzenli olarak bir yerde kalmadığını, devam zorunluluğu olmadığı için sınavlara gidip geldiğini, bu süreç içinde cemaat yurtlarına ve evlerine hiç gitmediğini, herhangi bir gazete ve dergi aboneliği olmadığını, meslek hayatı boyunca kurumun anlaşmalı olduğu maaş aldığı bankalarla çalıştığını, yurt dışına hiç gitmediğini, pasaportu dahi olmadığını, gerek üniversitede gerekse staj döneminde sınıf temsilciliği, albüm kurulu üyeliği yapmadığını, kura ile Bozcaada hâkimliği, sonrasında talep dışı Hatay Samandağ hâkimliği, ardından Van hâkimliği görevlerinde bulunduktan sonra 2016 kararnamesi ile Büyükçekmece hâkimliğine atandığını, teftiş notları hakkında bilgisinin olmadığını ancak teftişin gıyabında yapıldığını ve iyi olduğunu düşündüğünü, cemaate ait yurt, dernek ve evlere dinî duygularla da olsa kurban ya da bağış adı altında bir yardımda bulunmadığını, Ergenekon ve Balyoz davaları süreci sonrasında 17-25 Aralık sürecinde basından takip ettiğinde böyle bir yapının olduğunu düşünmeye başladığını, bu yapıdaki insanların bildiği kadarıyla kendisiyle ilişkisinin olmadığını, 2014 HSYK seçim sürecinde Van’dagörev yapmakta olduğunu, seçimde sandık müşahitliği veya başka bir görevde bulunmadığını, meslek hayatı boyunca özel yetkili mahkemelerde veya savcılıklarda görev yapmadığını, mazeret iznindeyken Bursa’da evde olduğu sırada akşam televizyondan darbeye teşebbüs olayını öğrendiğini, böyle bir örgütle adının çıkartılmasını kabullenemediğini, Van’da görev yaparken 2014 HSYK seçimleri sonrasında yaşça büyük bir grup meslektaşının Van Adliyesine atanması sonrasında bu kişilerle meslektaş olarak ister istemez adliye içinde diyalog kurduğunu, daha sonra söz konusu kişilerin büyük çoğunluğunun bu örgütün üyesi olmaktan tutuklandığını, tamamen kendisinin iyi niyeti, olaya sadece meslektaş olarak bakışı ve arkadaşlık duyguları içinde bu kişilerle diyaloğu dolayısıyla böyle asılsız bir isnatla suçlanmış olabileceğini, bunun haricinde böyle bir örgütle gerek öğrencilik hayatında gerekse meslek hayatında yolunun kesişmediğini, 2011 yılında ablasının beyin tümöründen rahatsızlığı sebebiyle onu rahatlıkla doktora getirip götürebilmek ve tedavi sürecinde yanında olmak amacıyla Bozcaada’dan Bursa civarı bir yere tayin istediğini, 2010 yılındaki kurulu ele geçiren bu örgüt üyesi kurul üyelerinin kendisinin talebini kabul etmeyerek Bursa’ya 15 saat uzaklıktaki Hatay’ın Samandağı ilçesine tayin ettiklerini, o süreçte ablasıyla yeterince ilgilenemediğini ve 2012 yılında ablasını bu rahatsızlık dolayısıyla kaybettiklerini, 2010-2014 yılları arasında HSYK’yı elinde bulunduran bu örgütün anlattığı bu hususlar nedeniyle asıl kendisini mağdur ettiğini, bu örgüte yakın olmadığı için mağdur edilmiş olabileceğini, buna benzer isteklerle pek çok meslektaşı talebi doğrultusunda atandığı hâlde o dönemin kurulununşahsını mağdur ettiğini, bir örgütün kendi mensubunu mağdur etmeyeceğine göre kendisinin örgüt mensubu olmasının mümkün olmadığını belirtmiştir. Başvurucu 12/8/2016 tarihinde Savcılık tarafından, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu sorgudaki ifadesinde özetle 2014 HSYK seçimlerinde tavrının Yargıda Birlik ve YARSAV(Yargıçlar ve Savcılar Birliği) adayları arasında bir dengeleme şeklinde olduğunu, bir önceki HSYK seçiminde Adalet Bakanlığı listesi diye düşünülmüş olan listenin daha sonra paralel yapılanma olduğunu ve kendisini mağdur ettiğini gördüğü için hem Yargıda Birlikten hem de YARSAV'dan parçalı bir yapı olması taraftarı olduğunu, bu şekilde oy kullandığını, Türkiye'nin 15 Temmuz'daki girişim kadar büyük bir ihaneti görmediğini, kendi vatandaşına ateş eden, kendi Meclisini bombalayan böyle hain bir yapı üyesi olmak suçlamasının utanç verici olduğunu, bu suçlamayı kesinlikle kabul etmediğini belirtmiş; Cumhuriyet savcılığında vermiş olduğu beyanlarını tekrar ederek benzer beyanlarda bulunmuş, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmayı talep etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 12/8/2016 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"Şüpheli Orhan Şahna'nın üzerine atılı Silahlı FETÖ/PDY terör örgütüne üye olma suçunun CMK'nın maddesinde belirtilen kaçma ve delilleri karartma şüphesinin var kabul edildiği katalog suçlardan olduğu, şüphelinin HSYK Dairesi'nin 10/8/2016 tarih ve 2016/357 karar sayılı kararı ile açığa alındığı ve hakkında soruşturma izni verildiği, bu dosya ekindeki Ankara CBS Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma Bürosu'nca yürütülen soruşturma kapsamındaki istihbarî ve kolluk araştırma tutanakları, kolluk arama tutanağı ve HTS kayıtları birlikte değerlendirildiğinde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir delillerin bulunduğu, atılı suç ve öngörülen ceza miktarı ile benzer soruşturmalarda aynı yapıya mensup çeşitli kamu görevlilerinin resmi ya da gayrı resmi yollardan yurt dışına kaçtıkları hususu gözetildiğinde adli kontrol kararının yetersiz geleceği ve tutuklama tedbirinin orantılı bulunduğu anlaşıldığından CMK 100 ve devamı maddeleri gereğince müsnet suçtantutuklanmasına ...[karar verildi.]" Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 19/8/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"... İtiraz konusu kararda kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delil ve vakıaların soruşturma dosyasının içeriğine uygun şekilde ortaya konulduğu; tutuklamayı gerektiren nedenlerin ve tutuklama tedbirinin ölçülülük ilkesine uygun olduğunu, tutuklama yerine adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağını gösteren delillerin somut olgularla gerekçelendirilerek açıklandığı, açıklamaların soruşturma dosyası içeriğine de uygun olduğu; tüm bu olgu, tespit ve nedenler karşısında İstanbul Sulh Ceza Hakimliği'nin itiraza konu tutuklama kararında usul ve kanuna aykırı bir yön bulunmayıp, kararın yerinde olduğu sonuç ve vicdani kanaatine varılmakla, şüpheli müdafiinin yerinde görülmeyen itirazlarının reddine, ...[kesin olarak karar verildi.]" Başvurucunun İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince tutukluluk hâlinin devamına dair 8/9/2016 tarihinde verilen karara karşı itirazı İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 23/9/2016 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu 30/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Soruşturma aşamasında dinlenen tanık beyanları şöyledir:i. Başka bir soruşturma kapsamında 25/10/2016 tarihinde şüpheli sıfatıyla ifadesi alınan E.B.nin beyanlarının ilgili kısmı şöyledir:"... adli yargıda ihraç listesinde yer alan Orhan Şahnan isimli şahısla yanılmıyorsam 2003-2004 yıllarında cemaat yurdunda birlikte kaldım. Ancak anılan şahıs daha sonra cemaat evlerinden ayrılmıştır. Şahısla olan samimiyetim ve görüşmelerimle kendisinin çalışma evlerinde kalmadığı gibi örgütle iltisakının kalmadığını, belli bir hiyerarşiye tabi olmadığını ve aidat ödemediğini biliyorum. Ancak anılan şahıs HSYK seçimlerinde bağımsızlar listesi olarak bilinen cemaat listesini desteklediğinden cemaatçi olarak ihraç edildiğini düşünüyorum ..."ii. Başka bir soruşturma kapsamında 28/9/2016 tarihinde şüpheli sıfatıyla ifadesi alınan E.A.nın beyanlarının ilgili kısmı şöyledir:"... dün şahsıma ait olan ... ADSLkablosuz internet hattında terör örgütünün kullanmış olduğu BYLOCK isimli şifreli programın kırmızı kategoride kullanıldığı gerekçesiyle göz altına alındım. Benim ve ailemin her türlü telefon, cihazlarında hiçbir şekilde bu program yüklü değildir. Zaten bunlar kriminal incelemeye gitmiştir. Bu hususta da korkum veya çekincem yoktur. Benim aynı binada oturduğum komşularım bana ait olan kablosuz internet ağından faydalanıyordu. Haziran 2013 tarihinde İlçemize atanan ve binamıza üst katıma taşınan Hâkim F.Ş. yeni evlenmiş ve mesleğe yeni girmiş olması sebebiyle ADSL şifresini istedi ve bu internet ağını devamlı olarak Haziran 2015 yılına kadar kullandı. Bu şahıs 16 Temmuz 2016 tarihinde tutuklanmış olup meslekten ihraç edilmiştir. Bunun dışında bir üst komşum olan Hâkim K.de internet şifremi alarak kablosuz ağımı kullanmıştır. Yine bu şahıs da 16 Temmuz tarihinde tutuklanarak ceza evine alınmış ve meslekten ihraç edilmiştir. Ayrıca bunların dışında internet ağıma evime misafirliğe geldikleri zamanlarda şifreyi isteyerek internete Hâkim Y.E. ve Hâkim Orhan Şahna'da internetimi kullanmıştır. Bu iki şahıs da meslekten ihraç edilmiş ve ceza evindedir. Ben bu terör örgütüne üye değilim. İyi niyetimden dolayı internet şifremi verdim. Bu programı bu kişilerden hangisinin girdiğini bilmiyorum. Ancak çok yüksek ihtimalle üst katımda bulunan Hâkim F.Ş.den şüpheleniyorum. ..."iii. Başka bir soruşturma kapsamında 1/11/2017 tarihinde şüpheli sıfatıyla ifadesi alınan U.O.nun beyanlarının ilgili kısmı şöyledir:"... 2002 yılında kendi çabalarım ile hazırlandığım üniversite sınavında ise Ankara Gazi Üniversitesi'ni kazandım, ... ...Ben üniversitede eğitim gördüğüm zaman içerisinde cemaat adına hareket eden yukarıda isimlerini saydığım kişiler haricindeki kişiler hatırladığım kadarıyla isimleri vermek istiyorum;...Orhan Şahna isimli şahıs ile aynı öğrenci evinde 1 dönem birlikte kaldık, bu şahsın herhangi bir görevi olduğunu hatırlamıyorum, o dönemde Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okumaktaydı...." Hâkimlik 20/2/2017 tarihinde, başvurucunun tahliyesine ve başvurucu hakkında yurt dışına çıkma yasağı şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vermiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 20/3/2018 tarihli iddianame ile başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY hakkında genel bilgilere, daha sonra ise başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilmiştir. Bu bağlamda iddianamenin başvurucu hakkında iddia olunan suça ve örgüt bağlantısına ilişkin kısımları özetle şöyledir:i. FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle HSYK kararlarıyla görevinden uzaklaştırıldığı, meslekten ihraç edildiği ve bu kararın kesinleştiği belirtilmiştir.ii. Tanıklar E.B. (bkz. § 21) ve E.A.nın (bkz. § 21) ifadelerindeki bazı beyanlarına yer verilmiştir.iii. FETÖ/PDY üyeliğinden hakkında soruşturma yapılan ve meslekten ihraç edilen HSYK eski müfettişlerinden A.B.nin Bozcaada Adliyesinin 2011 yılı denetiminde başvurucuya 82 puan not takdir ettiği, bu denetimde A.B.nin başvurucuya, hakkında objektif kriterlerden ve yerleşik uygulamalardan uzak, örgütsel amaç ve politikalar doğrultusunda başvurucunun parlatılması, hakkındaki olumsuz düşüncelerin bertaraf edilmesi ve gelecekte önemli görevlere getirilmesini sağlamak amacıyla örgütsel dayanışma sergileyerek 82 puan gibi yüksek bir not takdir ettiğine yönelik tespitler olduğu belirtilmiştir.iv. Başvurucunun annesi F.Şa.nın Bank Asyadaki hesabında 2014 yılında hareketlilik görüldüğü, F.Şa.nın 5/3/2018 günü alınan beyanında özetle Bank Asyadaki hesaplarını açmasında oğlu Orhan Şahna’nın herhangi bir yönlendirmesi olmadığını ifade ettiği belirtilmiştir. Ancak bu tespitlerin neler olduğu hususunda herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.v. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünce başvurucu hakkında yapılan havuz sorgusu sonucu düzenlenen 20/3/2018 tarihli tutanakla başvurucunun ByLock kullanıcısı olmadığının, FETÖ/PDY ile bağlantılı derneklerde bir kaydının olmadığının, FETÖ/PDY'nin tepe yöneticileri ile bir telefon irtibatının olmadığının, FETÖ/PDY ile bağlantılı şirketlerde Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) kaydının olmadığının ve FETÖ/PDY ile bağlantılı bulunan Bank Asyada bir hesabının bulunmadığının tespit edildiği belirtilmiştir.vi. Başvurucunun 2014 HSYK üyelerinin seçilmesi sürecinde anılan örgüt yapılanmasında yer alan HSYK üye adayları lehine seçimde çalışmalar yaptığına yönelik tespitler olduğu belirtilmiştir.vii. Başvurucunun örgüt tarafından oluşturulan evlerde üniversite döneminde kaldığına dair tespitler olduğu belirtilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 22/3/2018 tarihinde, başvurucu hakkında Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. İddianame İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 24/4/2018 tarihinde kabul edilerek E.2018/131 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 23/2/2018 tarihinde yaptığı ilk duruşmada,Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) üzerinden başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucunun savunmasının ilgili kısımları şöyledir:"Üzerime atılı suçlamayı kabul etmiyorum. Tanık E.A.nın beyanında internetini paylaştığı meslektaş olarak beni, Y.E.yi ve F.Ş.yi belirttiği ve yapılan araştırmalar sonucunda F.Ş.nin Bylocktan ceza aldığı, benim hakkımda ise Bylock tespiti yapılmadığı gelen yazı cevabıyla anlaşılmıştır. Tanık E.B. üniversiteden tanıdığım birisidir, beyanlarını kabul etmiyorum. Ben öğretmen çocuğuyum, üniversitedeki 1 vize ve 1 final sınavlarına ben Bursa'dan Ankara'ya giderek giriyordum, derslere devam etmiyordum. Ankara'ya gittiğim zamanlarda öğretmenevlerinde kalıyordum. Ancak yer olmadığı zaman ucuz pansiyon ve oteller bakıyordum. Etimesgut'ta ucuz bir pansiyon bulmuştum bu pansiyon bu yapıya aitmiş. Tanık E.B. buradan yola çıkarak o şekilde beyanda bulunmuş olabilir, ben yurtlarında kalmadım. HSYK 2014 yılı seçimlerinde ben Van'da idim. Tanık E.B. Ankara'daydı. Kendisiyle seçimlerle ilgili bir konuşmam olmadı. Van Adliyesi'nde iken HSYK seçimlerinden sonrabağımsız adayları destekleyen gerek HSYK'dan gerekse Teftiş Kurulundan üst görevlerde bulunan kişiler Van'a tayin edilmişlerdi. Aynı adliyede olduğumuz için onlarla iletişimim vardı, bu sebeple bir yorum yapılmış olabilir. Yine dosyaya giren Tanık U.O.nun beyanı da benzer mahiyettedir. Müfettiş notu hususunda ise; benim tüm terfilerim C terfi idi. Müfettişin ayrıcalıklı bir puan verdiğini düşünmüyorum. Anneme ait Bank Asya hesabına ilişkin annem ifade vermiştir, bu paranın benle bir ilgisi yoktur. FETÖ'nün diğer kriterlerinin hiçbiri bende yoktur. Beraatımı talep ediyorum." Kovuşturma aşamasında tanık beyanları alınmış olup bu beyanlardan;i. Tanık E.B.nin 19/6/2018 tarihli beyanının ilgili kısımları şöyledir:"Orhan Şahna isimli şahsı Ankara Hukuk Fakültesi'nde öğrenci olmuşluğum ve 2002 veya 2003 yılında tanışmıştık, kendisinin 15 Temmuz sürecinde HSYK'ca yapılan ihraç kararnamelerinde sonradan ihraç edildiğini internetten görmüştüm, bu şahsın yargıda FETÖ/PDY yapılanmasının mensubu olmadığını bildiğimden ve bu yapının mağdur sayısı ne kadar artarsa strateji olarak kendisini başarılı gördüğünü anlamış olduğumdan anılan şahıs vb. konumda olan kişilerle ilgili bilgileri savcılıkla paylaşmaya karar vermiştim, bunun sonucunda yanılmıyorsam tanıklığa konu ifademde de belirttiğim üzere şahsın Ankara Hukuk Fakültesi'nde öğrenci olduğum dönem içerisinde bir dönem Fethullah Gülen yapısına ait öğrenci evlerinde kaldığını duymuştum, ancak şahsın kısa bir zaman sonra bu evlerden kendi isteğiyle ayrıldığını da ve sonradan hiçbir şekilde FETÖ/PDY yapısı ile alakasının olmadığını biliyorum, sanık öğrencilik döneminde hangi evde hangi tarihlerde kalmıştır bunu tam olarak bilmiyorum, çünkü evine hiç gitmedim, niteliğini de bilemiyorum, bu bilgim duyumdan ibarettir, ama şunu net biliyorum, anılan şahıs benden geç mezun olmuştur, mezun olduktan sonra bizim kalmış olduğumuz çalışma evlerinde stajyer evlerinde kalmamıştır, yargıdaki cemaat yapılanmasına dahil olmamıştır, sanıkla ilgili bildiklerim adalete yardımcı olmak amacıyla bunlardan ibarettir, ... 25/10/2016 tarihli ifademi aynen tekrar ederim."ii. Tanık E.A.nın 18/9/2018 tarihli beyanının ilgili kısımları şöyledir:"Ben bu hususta daha önce Samandağ C Başsavcılığında ayrıntılı olarak ifade verdim o ifademi aynen tekrar ederim o ifademe ek olarak; Adıma kayıtlı olan ADSL hattı üzerinden FETO/PYD'yeait Bylock programına giriş yapılması ve kullanılması ile ilgili olarak Hatay Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2016/362 Esas numaralı dosyasında hakkımda verilmiş kesinleşmiş 'Beraat' kararı mevcuttur. Bu kapsamda hakkımda yapılan kovuşturma neticesinde, söz konusu ADSL hattı üzerinden Bylock programına giriş yapan kişinin üst kat dairede oturan F.Ş. olduğu Hatay Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2016/362 Esas sayılı dosyasında tespit edilmiştir. Bu nedenle adıma kayıtlı ADSL hattı üzerinden Bylock programına girilmesi ve kullanılması ile ilgili olarak Orhan Şahna'nın herhangi bir ilgisinin bulunmadığı Hatay Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2016/362 Esas sayılı dosyasında tespit edilmiştir. Benim olay hakkındaki bilgim ve görgüm bundan ibarettir. ..."iii. Tanık F.Şa.nın 7/9/2018 tarihli beyanının ilgili kısmı şöyledir:"Ben daha önce olayla ilgili emniyette ifade vermiştim, aynen tekrar ederim. Oğlum Orhan Şahna'nın Bank Asya'da hesap açtırmamla ilgili herhangi bir yönlendirme ve talimatı olmamıştır. Rahmetli olan kızım H.Ş.nin çalışıp kazandığı birikimlerini değerlendirmek amaçlı olarak Bank Asya'da hesap açtırdım vekızımın birikimlerini bu bankaya yatırdım. Herhangi bir talimatla hesap açtırmadım para yatırmadım. Oğlum olan Orhan'ın da bana herhangi bir yönlendirmesi olmamıştır. Hesap açtırdığım dönemde deoğlum öğrenciydi. Okuduğu üniversiteye sadece sınav dönemlerinde gidiyordu ve çalışmıyordu. Söyeleyeceklerim bunlardan ibarettir ..." Mahkeme, Ankara Ağır Ceza Mahkemesine hitaben yazılan 25/10/2018 tarihli talimat müzekkeresi ile U.O.nun tanık olarak dinlenilmek üzere 16/1/2019 tarihli duruşmada SEGBİS üzerinden hazır edilmesini talep etmişse de söz konusu duruşmanın zaptında tanığın gelmediğinin öğrenildiği belirtilerek tanığın beyanlarının üniversite yılına ait olduğu, başvurucunun 2006 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olduğugözetilerek tanığın beyanlarının sonuca etkili olmayacağı değerlendirilmiş ve dinlenilmesinden vazgeçilmesine karar verilmiştir. 6/7/2018 tarihli duruşmada Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaasının ilgili kısımları şöyledir: "… İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü tarafından yapılan araştırmada sanığın ByLock kullancısı olmadığının tespit edilmesi ve tanık E.A.nın ifadesinde belirttiği şahıslardan F. Ş.nin ByLock kullancısı olduğunun tespit edilmesi ve bu tespit ile birlikte F.Ş. hakkında Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan yargılamada, bylock kullandığından bahisle hakkında mahkumiyet kararı verilmesi karşısında, tanık E.A.nın ifadesinin sanık hakkında aleyhe delil niteliği taşımadığı kanaatine varıldığı, diğer tanık E.B.nin ifadesinde belirttiği yurtta kalma hususunun ise 2003-2004 yıllarına ilişkin olduğu, FETÖ yapılanmasının silahlı terör örgütü olarak nitelendirilmediği bu yıllardan sonra sanığın örgütsel faaliyetlerine devam ettiğine dair bir delil veya emarenin bulunmadığı, sanığın incelenen dijital materyallerinde suç unsuruna da rastlanmadığı ve böylece sanığın üzerine atılı suçu işlediğine dair yeterli delil bulunmadığı anlaşılmakla; Sanığın atılı suçtan CMK 223/2-e maddesi gereğince beraatine karar verilmesi kamu adına talep ve mütalaa olunur." Mahkeme 4/4/2019 tarihinde yaptığı duruşmada, başvurucunun üzerine atılı suçu işlediği sabit olmadığından bahisle FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan beraatine karar vermiştir. Mahkemenin beraat kararının gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"... İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü tarafından yapılan araştırmada sanığın ByLock kullancısı olmadığının tespit edilmesi ve tanık E.A.nın ifadesinde belirttiği şahıslardan F.Ş.nin ByLock kullancısı olduğunun tespit edilmesi ve bu tespit ile birlikte F.Ş. hakkında Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan yargılamada, ByLock kullandığından bahisle hakkında mahkumiyet kararı verilmesi karşısında, tanık E.A.nın ifadesinin sanık hakkında aleyhe delil niteliği taşımadığı,Diğer tanık E.B.nin ifadesinde belirttiği bu yapıya ait öğrenci evlerinde kalma hususunun ise 2002-2003 yıllarına ilişkin olduğu, ayrıca sanığın kendi isteğiyle bu yapıdan o dönem ayrıldığını bildiği yönünde beyanı, FETÖ yapılanmasının silahlı terör örgütü olarak nitelendirilmediği bu yıllardan sonra sanığın örgütsel faaliyetlerine devam ettiğine dair birdelil veya emarenin bulunmadığı, sanığın incelenen dijital materyallerinde suç unsuruna da rastlanmadığı ve böylece sanığın üzerine atılı suçu işlediğine dair yeterli delil bulunmadığı, sanığın örgüt adına herhangi bir aktif faaliyet yürüttüğüne, örgütün çağrılarına iştirak edip eylem ve etkinliklere katıldığına, dolayısıyla terör örgütü üyeliğinin en önemli unsurları olan yoğunluk, çeşitlilik ve süreklilik arzeden eylem ve faaliyetler içerisine girdiğine ilişkin yeterli delil bulunmadığı, sanığın savunmasının aksini kanıtlayan her türlü şüpheden uzak, kesin, yeterli ve kuvvetli delil elde edilememiş olup, şüpheden de sanık yararlanır evrensel hukuk ilkesi de dikkate alındığında, sanığın üzerine atılı suçu işlediği sabit olmadığından beraatine ... [karar verilmiştir.]" Başvurucu, üzerine atılı suçu işlemediğinin sabit olduğu gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca beraat kararı verilmesi gerektiğinden bahisle karara karşı 11/4/2019 tarihinde süre tutum dilekçesi vererek 7/5/2019 günü istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf aşamasında derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel (B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39); Mustafa Özterzi ([GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-48) başvurularına ilişkin kararlar. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/50948 | Başvuru, tutuklama tedbiri için mevzuatta öngörülen koşullar gerçekleşmeksizin, keyfi ve hukuka aykırı olarak tutuklanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ölüm olayının etkili bir şekilde soruşturulmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun oğlu 1995 doğumlu O.Ş. 26/6/2017 tarihinde, İstanbul'un Fatih ilçesi Zeyrek Mahallesi'nde bulunan A. Sokak'ta karın bölgesinden aldığı ateşli silah mermi çekirdeği isabeti nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Başvurucunun iddiasına göre O.Ş.nin gönül ilişkisi yaşadığı H., bu sokakta ailesiyle birlikte ikamet etmektedir ve olaydan önce farklı tarihlerde iki kez O.Ş. ile H.nin birlikte olmak maksadıyla evlerini terk etmeleri nedeniyle aileler arasında sorunlar yaşanmıştır. Fatih İlçe Emniyet Müdürlüğü, Fatih Şehit Tevfik Fikret Erciyas Polis Merkezi Amirliğince düzenlenen 28/6/2017 tarihli fezlekeye göre 26/6/2017 tarihinde saat 30 sıralarında gerçekleşen olay, saat 45 sıralarında sabit nokta görevini ifa etmekte olan polis ekibineE. tarafından bildirilmiştir. Polis ekibince olayla ilgili olarak saat 35'te düzenlenen 27/6/2017 tarihli tutanağa göre sabit nokta görevinin ifa edildiği sırada koşarak gelen E.nin bir şahsın kendisini vurduğunu söylemesi üzerine olay yerine gidilmiş, isminin O.Ş. olduğunu söyleyen şahsın yaralı hâlde yerde yatmakta olduğu, bu şahsa yaklaşık bir metre mesafede bir silah bulunduğu görülmüş; 112 ekiplerince yaralı hastaneye kaldırılmış, silah ile kovan Olay Yeri İnceleme ekiplerince muhafaza altına alınmış ve yapılan incelemede olay yerini gören kamera bulunmadığı tespit edilmiştir. Kolluk görevlilerince yapılan araştırma sonucu düzenlenen 27/6/2017 tarihli tutanağa göre O.Ş.nin ailesine bilgi vermek üzere yapılan çalışmada başvurucunun oğlu hakkında kayıp şahıs müracaatında bulunduğu görülmüştür. Olayla ilgili olarak kolluk görevlilerince 27/6/2017 tarihinde ve saat 09'da ifadesine başvurulan E. saat 30 sıralarında evinde iken dışarıdan silah sesi duyduğunu, pencereden bakınca bir şahsın yerde yatmakta olduğunu, yoldan geçmekte olan bir araçtan inen birinin yerdeki yaralının yanına giderek yarasına tişörtle tampon yaptığını gördüğünü, hemen olay yerine gittiğini, yaralı şahsa neden böyle bir şey yaptığını sorunca kendisine, sevdiğinden ayrıldığı için yaptığını söylediğini, onu uyanık tutmak için konuşturmaya çalıştığını, yerde bir silah ile bir boş kovan gördüğünü, yaralı şahsın olay yerine gelen ambulansla hastaneye götürüldüğünü beyan etmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Cumhuriyet Başsavcılığı)düzenlenen 27/6/2017 tarihli Olay Yeri Tespit ve Ölü Muayene Tutanağı'nda kimlik tanığı olarak ifadesine başvurulan H.Y.; üvey oğlu olan ölenin daha önce H. ile ilişkisinin olup iki kez H. ile kaçtıklarını, daha sonra H.yi ailesine teslim ettiklerini ancak sorunların devam ettiğini, olayın H.nin oturduğu sokakta meydana geldiğini, ölenin tabancasının olmadığını, H.nin annesinin kendisini arayarak O.Ş.nin evlerine geldiğini, daha sonra silah sesi duyduğunu ve pencereden bakınca O.Ş.nin cansız şekilde yerde yattığını gördüğünü söylediğini beyan etmiştir. Olay Yeri İnceleme ekiplerince muhafaza altına alınan 9 mm çaplı tabanca, üzerinde vücut izi olup olmadığı yönünden incelenmiş, hastaneye kaldırılan O.Ş.nin el svapları alınmış, üzerindeki giysinin tıbbi müdahale sırasında parçalanmış olduğu tespit edilmiştir. İstanbul Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünün 28/6/2017 tarihli uzmanlık raporlarına göre olay yerinden elde edilen bir adet 9 mm çaplı kovanın aynı yerden ele geçen bir adet 9 mm çaplı tabancadan atıldığı, anılan tabancanın 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun hükümlerine göre yasak ateşli silahlardan olduğu, O.Ş.nin el svaplarında atış artığının bulunmadığı, üç adet vücut izinin mukayeseye elverişli olmadığı tespit edilmiştir. Adli Tıp Kurumunca düzenlenen 12/9/2017 tarihli otopsi raporuna göre O.Ş.nin batın bölgesinde, göbek çukurunun 7 cm üst, 2 cm sağ hizasında, cilt, cilt altı bulgularına göre bitişik atış mesafesi dışından oluşturulmuş bir adet ateşli silah mermi çekirdeği giriş yarası vardır. Atış, elbiseli bölgeye isabet ettiği için kesin atış mesafesinin tayini için olay sırasında kişinin üzerinde bulunan elbiselerin incelenmesi gerekmektedir. Cesetten bir adet deforme mermi çekirdeği çıkarılmış olup ölüm ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı omur kırığıyla birlikte iç organ ve büyük damar yaralanması nedeniyle gelişen iç kanama sonucu meydana gelmiştir. Başvurucu; Cumhuriyet Başsavcılığına vekili aracılığıyla verdiği 3/12/2018 tarihli dilekçeyle, O.Ş.nin gönül ilişkisi yaşadığı H.nin ikamet ettiği sokakta gerçekleşen olayın H.nin annesi tarafından görüldüğünü, ifadesi alınan E.nin olay anını görmediğini, isabet aldığı bölge de dikkate alındığında O.Ş.yi H.nin yakın çevresinden birinin öldürmüş olabileceğini, O.Ş.nin el svaplarında atış artıklarına rastlanmamasının ve olayda kullanılan tabanca üzerinde vücut izi bulunamamasının da intihar etmediğini gösterdiğini, şüphelilerin tespit edilebilmesi açısından O.Ş.nin telefon görüşmelerinin araştırılması gerektiğini ifade ederek tahkikatın genişletilmesini talep etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 26/12/2018 tarihinde, soruşturma sonucunda intihar ettiği anlaşılan müteveffanın ölümüne ilişkin herhangi bir suç unsuruna rastlanmadığı, kamu davası açmayı gerektiren bir delil elde edilemediği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucu bu karara önceki dilekçesindeki gerekçelerle 21/1/2019 tarihinde itiraz etmiş; İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 29/1/2019 tarihinde, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın ve dayandığı gerekçelerin soruşturmanın kapsamına, usul ve kanuna uygun olduğu, kararın gerekçelerine göre itiraz nedenlerinin yerinde olmadığı gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. Başvurucu anılan kararın 21/2/2019 tarihinde kendisine tebliğ edilmesinin ardından 20/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.” 5271 sayılı Kanun’un “Cumhuriyet savcısının görev ve yetkileri” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“Cumhuriyet savcısı, doğrudan doğruya veya emrindeki adli kolluk görevlileri aracılığı ile her türlü araştırmayı yapabilir; yukarıdaki maddede yazılı sonuçlara varmak için bütün kamu görevlilerinden her türlü bilgiyi isteyebilir. Cumhuriyet savcısı, adli görevi gereğince nezdinde görev yaptığı mahkemenin yargı çevresi dışında bir işlem yapmak ihtiyacı ortaya çıkınca, bu hususta o yer Cumhuriyet savcısından söz konusu işlemi yapmasını ister. Adli kolluk görevlileri, el koydukları olayları, yakalanan kişiler ile uygulanan tedbirleri emrinde çalıştıkları Cumhuriyet savcısına derhâl bildirmek ve bu Cumhuriyet savcısının adliyeye ilişkin bütün emirlerini gecikmeksizin yerine getirmekle yükümlüdür.” | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/9492 | Başvuru, ölüm olayının etkili bir şekilde soruşturulmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gerekçeli istinaf dilekçesine rağmen incelemenin yalnızca kamu düzeniyle sınırlı olarak yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuya ait işyerinde reyon sorumlusu olarak çalışan işçi A. 5/5/2014 tarihli noter ihtarnamesi ile fazla çalışma, genel tatil, dinî ve millî bayram tatili ile yıllık izin ücretinin ödenmediği iddiasıyla iş akdini feshetmiştir. İşçi A. 9/5/2014 tarihli dilekçesinde; işçi alacaklarının ödenmemesi nedeniyle iş akdini haklı nedene dayalı olarak feshettiğini belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 200 TL kıdem tazminatı, 000 TL fazla mesai ücreti, 50 TL genel tatil ücreti ve 50 TL yıllık izin ücreti olmak üzere toplam 300 TL'nin başvurucudan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davacı işçi 6/4/2016 tarihli dilekçesiyle kıdem tazminatı alacağını 393,13 TL veyıllık izin ücreti alacağını 434,94 TL olarak ıslah etmiştir. Adana İş Mahkemesi yapmış olduğu yargılama sonunda 28/12/2016 tarihli kararla davanın kabulüyle 593,13 TL kıdem tazminatı, 000 TL fazla mesai ücreti, 50 TL genel tatil ücreti ve 484,94 TL yıllık izin alacağının davalı başvurucudan tahsiline karar vermiştir. Mahkemenin gerekçeli kararında özetle, yapılan yargılamada toplanan delillere göre davacı işçinin 1/2/2009 ile 27/4/2014 tarihleri arasında başvurucuya ait işyerinde hizmet akdine bağlı olarak çalıştığı ve iş akdinin bir kısım işçilik alacağının ödenmemesi nedeniyle haklı olarak feshedildiği belirtilmiştir. 28/12/2016 tarihli duruşma zaptında taraf vekillerinin yüzüne karşı verilen karara karşı tefhimden itibaren sekiz gün içinde istinaf yoluna gidilebileceği hatırlatılmıştır. Başvurucu vekili 30/12/2016 tarihinde Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesine (BAM) gönderilmek üzere bir dilekçe sunmuştur. Başvurucu vekilinin süre tutum dilekçesi olarak vasıflandırdığı dilekçede 28/12/2016 tarihli kararın Yargıtay içtihatlarına ve hukuka aykırı olması nedeniyle istinaf kanun yoluna başvurulduğu ve gerekçeli kararın tebliğine kadar istinaf süresinin durdurulmasının talep edildiği belirtilmektedir. Başvurucu 4/1/2017 tarihinde istinaf karar harcı ile istinaf kanun yoluna başvurma harcını yatırmıştır. Gerekçeli karar başvurucu vekiline 17/2/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/3/2017 tarihinde, ilk derece mahkemesi kararındaki usul ve esasa ilişkin hukuka aykırılıkları belirten istinaf nedenlerini içerir dilekçesini sunmuştur. Gaziantep BAM Hukuk Dairesi 16/5/2017 tarihli kararla istinaf başvurusunun süresinde yapılmasına rağmen istinaf nedenlerini içeren dilekçe, süresinde verilmediğinden yalnızca kamu düzeni ile sınırlı olarak inceleme yapılabileceğine hükmetmiştir. Gaziantep BAM Hukuk Dairesi, kamu düzeni ile sınırlı olarak yapmış olduğu inceleme sonucunda ilk derece mahkemesi kararında kamu düzenine aykırı bir husus bulunmadığından istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Nihai karar 20/6/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 11/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Mevzuat Kanun Hükümleri 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) İlk derece mahkemelerinden verilen nihai kararlar ile ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz taleplerinin reddi ve bu taleplerin kabulü hâlinde, itiraz üzerine verilecek kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. (...)(5) İlk derece mahkemelerinin diğer kanunlarda temyiz edilebileceği veya haklarında Yargıtaya başvurulabileceği belirtilmiş olup da bölge adliye mahkemelerinin görev alanına giren dava ve işlere ilişkin nihai kararlarına karşı, bölge adliye mahkemelerine başvurulabilir." 6100 sayılı Kanun’un ''İstinaf dilekçesi'' kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) İstinaf yoluna başvurma, dilekçeyle yapılır ve dilekçeye, karşı tarafın sayısı kadar örnek eklenir. (2) İstinaf dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur:a) Başvuran ile karşı tarafın davadaki sıfatları, adı, soyadı, Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası ve adresleri.b) Varsa kanuni temsilci ve vekillerinin adı, soyadı ve adresleri.c) Kararın hangi mahkemeden verilmiş olduğu ve tarihi ile sayısı.ç) Kararın başvurana tebliğ edildiği tarih.d) Kararın özeti.e) Başvuru sebepleri ve gerekçesi.f) Talep sonucu. g) Başvuranın veya varsa kanuni temsilci yahut vekilinin imzası.(3) İstinaf dilekçesi, başvuranın kimliği ve imzasıyla, başvurulan kararı yeteri kadar belli edecek kayıtları taşıması durumunda diğer hususlar bulunmasa bile reddolunmayıp, 355 inci madde çerçevesinde gerekli inceleme yapılır. 6100 sayılı Kanun’un ''Başvuru süresi'' kenar başlıklı maddesi şöyledir: ''(1) İstinaf yoluna başvuru süresi iki haftadır. Bu süre, ilamın usulen taraflardan her birine tebliğiyle işlemeye başlar. İstinaf yoluna başvuru süresine ilişkin özel kanun hükümleri saklıdır.'' 6100 sayılı Kanun’un ''İncelemenin kapsamı'' kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1)İnceleme, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır. Ancak, bölge adliye mahkemesi kamu düzenine aykırılık gördüğü takdirde bunu resen gözetir.'' Hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı mülga İş Mahkemeleri Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "İş mahkemelerince verilen nihaî kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Şu kadar ki, para ile değerlendirilemeyen dava ve işler hakkındaki kararlar hariç, miktar veya değeri üç bin Türk lirasını geçmeyen davalar hakkındaki nihaî kararlar kesindir. (1)İstinaf yoluna başvurma süresi, karar yüze karşı verilmişse nihaî kararın taraflara tefhimi, yokluklarında verilmiş ise tebliği tarihinden itibaren sekiz gündür.Bölge adliye mahkemesinin para ile değerlendirilemeyen dava ve işler hakkındaki kararları ile miktar veya değeri kırk bin Türk lirasını geçen davalar hakkındaki nihaî kararlara karşı tebliğ tarihinden başlayarak sekiz gün içinde temyiz yoluna başvurulabilir." 25/10/2017 tarihinde yürürlüğe giren 12/10/2017 tarihli ve 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun ''Yargılama usulü ve kanun yolları'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) İş mahkemelerinde basit yargılama usulü uygulanır. (...)(3) 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun kanun yollarına ilişkin hükümleri, iş mahkemelerince verilen kararlar hakkında da uygulanır.(4) Kanun yoluna başvuru süresi, ilamın taraflara tebliğinden itibaren işlemeye başlar." 7036 sayılı Kanun'un ''Geçmiş hükümleri'' kenar başlıklı geçici maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Mülga 5521 sayılı Kanun gereğince kurulan iş mahkemeleri, bu Kanun uyarınca kurulmuş iş mahkemeleri olarak kabul edilir. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılmış olan davalar, açıldıkları mahkemelerde görülmeye devam olunur. (...)(4) İlk derece mahkemeleri tarafından bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce verilen kararlar, karar tarihindeki kanun yoluna ilişkin hükümlere tabidir." Yargı Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/1/2018 tarihli ve E.2015/23941, K.2018/247 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun maddesi gereğince iş mahkemesinin nihai kararları 8 gün içinde temyiz edilebilmekte olup 2015 tarihinde tebliğ edilen karara karşı yasal süre geçtikten sonra 2015 günü temyiz yoluna başvurulmuştur. Şu duruma göre, davada 8 günlük temyiz süresi geçtiğinden, O hâlde, 01/06/1990 tarih ve 1989/3 E. - 1190/4 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı da gözönünde tutularak davacının temyiz dilekçesinin süre aşımı yönünden reddi cihetine gitmek gerekmiştir.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/10/2017 tarihli ve E.2017/3653, K.2017/15699 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"D) İstinaf Dairesi Kararı:Bölge Adliye Mahkemesi tarafından yapılan inceleme sonunda, karara karşı davalı vekilinin 8 günlük istinaf başvurusu süresi içerisinde istinaf başvurusunu yapmadığından ve ilk derece mahkemesinin kararında kamu düzenine aykırılık da bulunmadığı anlaşıldığından başvurusunun 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunun maddesi gereğince başvuru talebinin reddine karar verilmiştir.E) Temyiz:Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.F) Gerekçe 6100 sayılı HMK.’un maddesinde istinaf yoluna başvurulduğunda, istinaf başvuru nedenleri ve gerekçesinin gösterilmesi gerekir. Ancak aynı madde uyarınca başvuranın kimliği ve imzasıyla, başvurulan kararı yeteri kadar belli edecek kayıtları taşıması durumunda diğer hususlar bulunmasa bile-ki uyuşmazlıkta süresinde istinaf nedenleri ve gerekçesi bulunmamaktadır- reddolunmayıp, 355 nci madde çerçevesinde gerekli inceleme yapılmalıdır. Anılan maddeye göre ise 'İnceleme, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır. Ancak, bölge adliye mahkemesi kamu düzenine aykırılık gördüğü takdirde bunu resen gözetir'. Kanunun maddesinde ise Bölge Adliye Mahkemesinde istinaf başvuru yolunun ön incelemesi düzenlenmiş ve 'Bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince dosya üzerinde yapılacak ön inceleme sonunda; incelemenin başka bir dairece yapılması gerektiği, kararın kesin olduğu, başvurunun süresi içinde yapılmadığı, başvuru şartlarının yerine getirilmediği, başvuru sebeplerinin veya gerekçesinin hiç gösterilmediği tespit edilen dosyalar hakkında öncelikle gerekli karar verilir. Bu düzenlemelerin birlikte değerlendirilmesi gerekir. İstinaf yoluna süresinde başvurulmuş, ancak istinaf nedenleri ve gerekçeleri bildirilmemiş ise kamu düzenine aykırılık yönünden inceleme yapılacak, yok ise istinaf sebebi de bildirilmediği gerekçesi ile esastan reddine karar verilecektir. Somut uyuşmazlıkta davalı taraf tefhim edilen kısa karardan sonra süresinde istinaf yoluna başvurmuş, ancak istinaf nedenlerini belirmemiş, süresi geçtikten sonra dilekçe ile belirtmiştir. Bölge Adliye Mahkemesince 342 ve maddeleri gözden kaçırılarak usulden ret kararı verilmesi usule aykırıdır.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 31/10/2017 tarihli ve E.2017/19842, K.2017/17025 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin fıkrasında “İstinaf yoluna başvurma süresi, karar yüze karşı verilmişse nihaî kararın taraflara tefhimi, yokluklarında verilmiş ise tebliği tarihinden itibaren sekiz gündür” düzenlemesi bulunmaktadır. İlk derece mahkemesince gerekçesi açıklanmamış bir hükmün HMK kapsamında tefhim edilmiş bir hüküm olamayacağı ve gerekçeli karar tebliğ edilmeden istinaf kanun yoluna başvurma süresinin başlamayacağı yönündeki Bölge Adliye Mahkemesi’nin kabulü usul ve yasaya uygundur.''"5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin fıkrasında “İstinaf yoluna başvurma süresi, karar yüze karşı verilmişse nihaî kararın taraflara tefhimi, yokluklarında verilmiş ise tebliği tarihinden itibaren sekiz gündür” düzenlemesi bulunmaktadır. İlk derece mahkemesince gerekçesi açıklanmamış bir hükmün HMK kapsamında tefhim edilmiş bir hüküm olamayacağı ve gerekçeli karar tebliğ edilmeden istinaf kanun yoluna başvurma süresinin başlamayacağı yönündeki Bölge Adliye Mahkemesi’nin kabulü usul ve yasaya uygundur.''B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi26 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından davasının ... görülmesini istemek hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz etmese de -maddede kullanılan terimler bir bütün olarak bağlamıyla birlikte dikkate alındığında- mahkemeye erişim hakkını da garanti altına aldığı sonucuna ulaşıldığını belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında mündemiçtir. Bu çıkarsama, sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen genişletici bir yorum olmayıp maddenin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin lafzının Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensiplerinin gözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarak Sözleme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36). AİHM; adil yargılanmanın bir unsurunu teşkil eden mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak AİHM, bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve genişlikte kısıtlamaması, zayıflatmaması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayan sınırlamalar Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34). AİHM; mahkemeye erişim hakkının doğası gereği hakkın devletin düzenleme yapmasını gerektirdiğini, bu düzenlemelerin zaman ve yer itibarıyla topluluğun ve bireylerin ihtiyaç, imkânlarına göre değişebileceğini, bu nedenle Sözleşmeci devletlerin bu konuda takdir hakkına sahip olduklarını kabul etmektedir (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78, 28/5/1985, § 57; García Manibardo/İspanya, B. No: 38695/97, 15/2/2000, § 36). AİHM, yasal yollara başvuru için süre ve usul kuralları öngörülmesinin amacının "adaletin iyi yönetimi"ni güvenceye bağlamak ve hukuki güvenlik ilkesini sağlamak olduğunu hatırlatmakta; bunun yanında yargısal başvurulara ilişkin usullerin, özellikle tebligat sistemi ışığında uyulması gereken başvuru sürelerinin hesaplanmasının Sözleşme'nin maddesinin gerektirdiği şekilde mahkeme hakkının etkililiğini güvence altına alacak nitelikte olması zorunluluğuna vurgu yapmaktadır. AİHM'e göre başvurucunun kamu otoritelerinin menfaati ile kendi menfaati arasında adil denge tesis eden tutarlı bir sisteme güvenebilme imkânına ve özellikle haklarına doğrudan müdahale teşkil eden ilgili idari işleme itiraz edebilecek açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olması önem taşımaktadır (Geffre/Fransa (k.k.), B. No: 51307/99, 23/1/2003). AİHM, dava hakkını süre koşuluna bağlayan iç hukuk hükümlerinin yorumlanmasının öncelikli olarak kamu otoritelerinin ve özellikle mahkemelerin görevi olduğunu belirtmekte; kendi rolünün bu yorumun etkilerinin Sözleşme ile uyumlu olup olmadığının tespitiyle sınırlı olduğunu ifade etmektedir. Süre sınırı getiren kuralların uygun adalet yönetiminin güvence altına alınması amacına dayandığına işaret eden AİHM, bu kuralların veya bunların uygulanmasının ilgililerin ulaşılabilir başvuru yollarına müracaatlarını engelleyecek mahiyette olmaması gerektiğini değerlendirmektedir. AİHM, bu bağlamda her bir olayın somut başvuru yolunun özellikleri ışığında ve Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasının amaç ve hedefleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizmektedir (Eşim/Türkiye, § 20). Mahkemeye erişim hakkı sadece ilk derece mahkemesine dava açma hakkını değil eğer iç hukukta itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise üst mahkemelere başvurma hakkını da içerir (Bayar ve Gürbüz/Türkiye, B. No: 37569/06, 27/11/2012, § 42). AİHM'e göre temyiz için öngörülen süre sınırlarına ilişkin kurallar, adaletin iyi yönetimini ve bilhassa hukuki belirlilik ilkesine riayet edilmesini sağlamayı hedefler. Bu kuralların uygulanması beklenir. Ancak söz konusu kurallar veya bu kuralların uygulanması, davacıların mevcut bir başvuru yolundan faydalanmalarına engel teşkil etmemelidir. Ayrıca madde istinaf veya temyiz mahkemeleri bakımından uygulanırken ilgili yargılama sürecinin özel koşullarına bağlı kalınmalı ve ulusal yasal düzende yapılan yargılamaların bütünlüğü ile temyiz mahkemesinin bu yargılamalardaki rolü dikkate alınmalıdır. Usulen temyize ilişkin kabul edilebilirlik koşulları, sıradan bir temyize kıyasla daha katı olabilir (Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§ 32, 33). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/29989 | Başvuru, gerekçeli istinaf dilekçesine rağmen incelemenin yalnızca kamu düzeniyle sınırlı olarak yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza davasında sanığın hazır bulunma talebinin reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/11/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon; adli yardım talebinin kabulüne ve duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılanmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülen yargılama üç celsede tamamlanmıştır. Yargılamada 12/4/2018 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda duruşmanın 7/6/2018 tarihinde yapılmasına ve başvurucunun duruşma tarihinde duruşma salonunda hazır edilmesine karar verilmiştir. Yargılamanın 7/6/2018 tarihli ilk celsesinde duruşma salonunda hazır bulundurulan başvurucunun -müdafiinin de hazır bulunmasıyla- savunması alınmıştır. Mahkeme, duruşmayı 13/9/2018 tarihine ertelemiş ve başvurucunun ikinci celse tarihinde duruşma salonunda hazır edilmesine karar vermiştir. Başvurucu, yargılamanın 13/9/2018 tarihli ikinci celsesinde de duruşma salonunda hazır bulundurulmuştur. Bu celsede Savcılık makamınca esas hakkındaki mütalaa dosyaya sunulmuştur. Başvurucunun esas hakkındaki mütalaaya karşı savunma yapmak için süre talep etmesi üzerine talebi Mahkemece kabul edilerek duruşma 15/10/2018 tarihine ertelenmiştir. Duruşma Tutanağı'na göre başvurucunun duruşma tarihinde duruşma salonunda hazır edilmesi için tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumuna müzekkere yazılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile katıldığı duruşmanın 15/10/2018 tarihli son celsesinde hüküm açıklanmıştır. Duruşma Tutanağı'na göre başvurucunun yüz yüze savunma yapmak üzere duruşma salonunda hazır bulundurulması için duruşmanın yakın bir tarihe ertelenmesi yönünde talepte bulunduğu ancak Mahkemenin takdirine göre savunmasını SEGBİS aracılığı ile de yapabileceğini Mahkemeye bildirdiği anlaşılmıştır. Mahkeme, başvurucunun duruşma salonunda hazır edilmesi için celse arasında müzekkere yazıldığı hâlde tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumundan sevk işleminin uzun süreceğinin anlaşılması üzerine bu defa SEGBİS aracılığı ile hazır edilmesine karar verildiğini, bu şekilde savunma yapmayı kabul ettiği takdirde savunmasını yapabileceğini başvurucuya bildirmiştir. Başvurucu, SEGBİS aracılığı ile savunma yapmayı kabul ederek esas hakkındaki mütalaaya karşı ayrıntılı şekilde açıklamalarda bulunmuştur. Duruşmanın tamamlanmasıyla birlikte Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, gerekçeli temyiz dilekçesinde -diğerlerinin yanı sıra- hükmün açıklandığı duruşmanın son celsesine bizzat katılamamış olması nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığını belirterek hükmün bozulmasını talep etmiştir. Hüküm kanun yolu denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Duruşmada hazır bulunma hakkına ilişkin ilgili hukuk için bkz. Şehrivan Çoban [GK], B. No: 2017/22672, 6/2/2020, §§ 38- | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/35753 | Başvuru, ceza davasında sanığın hazır bulunma talebinin reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, iş kazasından doğan zararın tazmini istemiyle 18/1/2005 tarihinde açtığı davanın makul sürede tamamlanmadığını, Ordu İş Mahkemesince düşük hükmedilen manevi tazminatın ve fazla indirim yapılarak hükmedilen maddi tazminatın Yargıtay tarafından gerekçesiz ve benzer davalarda verilen diğer Yargıtay kararlarına aykırı olarak onandığını belirterek adil yargılanma hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ve tazminat isteminde bulunmuştur. Başvuru, 12/3/2013 tarihinde Ordu Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 30/5/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 18/6/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve dosyanın bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 23/8/2013 tarihli görüş yazısı 13/9/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 23/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, iş sözleşmesine bağlı olarak çöp toplama işinde çalışmakta iken 5/4/2000 tarihinde geçirdiği iş kazası nedeni ile malul olduğunu belirterek, maddi ve manevi zararlarının tazmini ve diğer işçi alacaklarının tahsili istemiyle 18/1/2005 tarihinde Ordu İş Mahkemesinde, Ordu Belediye Başkanlığı, Torunlar İnşaat Taah. Nakliyat Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. ve Or-bel İnşaat Ticaret ve Sanayi A.Ş. aleyhine dava açmıştır. Diğer işçi alacaklarının tahsiline ilişkin davanın tefrik edildiği maddi ve manevi tazminat talebine ilişkin dava, Ordu İş Mahkemesinin 14/4/2009 tarih ve E.2005/17, K.2009/134 sayılı kararıyla, “Davacının [başvurucu], 5/4/2000 tarihinde geçirdiği iş kazası sonucu %12,1 derecesinde maluliyet yaşadığı, olayda davacının %25, davalı belediyenin %25, davalı Torunlar İnşaat şirketinin %50 oranında kusurlu oldukları, davalı Orbel İnşaat şirketinin sorumluluğunun bulunmadığı, davacının kusur tenzili maddi zararının 591,37 TL olduğu, bundan 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı [mülga] Borçlar Kanunu’nun maddesi uyarınca %35 hakkaniyet indirimi sonucu 384,39 TL olacağı, bu miktardan en son peşin sermaye değeri olan 161,56 TL’nin düşülmesi sonucu talep edebileceği maddi zararının 222,83 TL olacağı, olayın oluş şekli, maluliyet oranı ve kusur durumu dikkate alındığında manevi tazminat talebinin kısmen kabulü gerekeceği…” belirtilerek davanın kısmen kabulüne, 222,83 TL maddi tazminat alacağının ve 500,00 TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir. Taraflar tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/11/2010 tarih ve E.2009/10925, K.2010/10997 sayılı ilamıyla, “manevi tazminat tutarını belirleme görevi hâkimin takdirine bırakılmış olmakla birlikte hâkimin bu hakkını kullanırken olaya özgü bazı unsurları göz önünde bulundurması gerektiği, belirlenecek tazminat miktarının caydırıcılık uyandıran oranda olması gerektiği göz önünde bulundurulduğunda hükmedilen tazminat miktarının çok az olduğu, zararın tazmininin borçluları zor durumda bırakmayacağının anlaşılması nedeniyle 818 sayılı [mülga] Kanun’un maddesinin ikinci fıkrasının uygulanma koşullarının bulunmadığı gözetilmeksizin hakkaniyet indirimi yapılmasının isabetsiz olduğu, hakkaniyet indirimi uygulanmasına ilişkin kabule göre ise, tazminat miktarının belirlenmesinde maluliyet oranı, kusur oranı, Sosyal Sigortalar tarafından bağlanan peşin sermaye değerinin ve diğer yasal indirimlerin yapılmasından sonra tazminat miktarının belirlenmesi gerekirken, önce hakkaniyet indirimi yapılıp daha sonra peşin sermaye değeri indirimi yapılmasının hatalı olduğu” gerekçesiyle bozulmuştur. Ordu İş Mahkemesi bozma kararına uyarak verdiği 24/3/2011 tarih ve E.2011/10, K.2011/98 sayılı kararıyla, “davacının [başvurucu] 5/4/2000 tarihinde geçirdiği iş kazası sonucu %12,1 derecesinde maluliyet yaşadığı, olayda davacının %25, davalı belediyenin %25, davalı Torunlar İnşaat şirketinin %50 oranında kusurlu oldukları, davalı Orbel İnşaat şirketinin sorumluluğunun bulunmadığı, davacının kusur tenzili maddi zararının 591,37 TL olduğu, bu miktardan en son Peşin Sermaye Değeri olan 161,56 TL’nin düşülmesi sonucu talep edebileceği maddi zararının 429,81 TL olacağı, manevi tazminat talebinin ise olay nedeni ile uğranılan zarar sonucu duyulan acı ve üzüntünün kısmen de olsa giderilmesi amacına yönelik olup, haksız zenginleşmeye neden olmayacak hakkaniyete uygun bir miktarda takdir edilmesi gerektiği, olayın oluş şekli, müterafik kusur oranları, davacının duyduğu elem ve ızdırabın derecesi, tarafların sosyal ve ekonomik durumu, hak ve adalet kurallarına göre 000,00 TL manevi tazminata hak kazandığı” gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne hükmetmiştir. Davalılar tarafından tümüyle, davacı (başvurucu) tarafından ise yalnızca manevi tazminat miktarı ve tazminat miktarlarının davalıların kusurları oranında tahsiline hükmedilmesi yönünden temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin, 26/11/2012 tarih ve E.2011/10269, K.2012/21230 sayılı ilâmıyla, “dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici nedenlere göre…, davalıların tüm, davacının ise tazminatın tahsiline ilişkin itirazı dışındaki temyiz itirazlarının reddine” şeklindeki gerekçe ile tazminat miktarının davalılardan müştereken tahsili yerine kusurları oranında tahsiline hükmedilmesinin yerinde olmadığı belirtilerek düzeltilerek onanmıştır. Onama kararı başvurucuya 13/2/2013 tarihinde Mahkeme kaleminde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 12/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Bkz. B.No: 2013/6792, 18/6/2014, §§ 16- 818 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir: “Hâkim, hususi halleri nazara alarak cismani, zarara duçar olan kimseye yahut adam öldüğü takdirde ölünün ailesine manevi zarar namiyle adalete muvafık tazminat verilmesine karar verebilir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1995 | Başvurucu, iş kazasından doğan zararın tazmini istemiyle 18/1/2005 tarihinde açtığı davanın makul sürede tamamlanmadığını, Ordu İş Mahkemesince düşük hükmedilen manevi tazminatın ve fazla indirim yapılarak hükmedilen maddi tazminatın Yargıtay tarafından gerekçesiz ve benzer davalarda verilen diğer Yargıtay kararlarına aykırı olarak onandığını belirterek adil yargılanma hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ve tazminat isteminde bulunmuştur. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/34959 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Aralarında kişi yönünden irtibat bulunması nedeniyle 2017/8819 numaralı başvuru dosyasının 2017/4972 numaralı başvuru dosyasıyla birleştirilmesine, incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonca tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyeti dışındaki iddialar yönünden kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurunun tutuklamanın hukukiliğine ilişkin iddianın kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). En son Gaziantep Adliyesinde Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmakta iken Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) 16/7/2016 tarihli kararı ile başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına; 24/8/2016 tarihli karar ile de meslekten ihracına karar verilmiştir. Darbe teşebbüsü sonrasında Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu 16/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 19/7/2016 tarihinde Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle 1999 yılında Cumhuriyet savcısı olarak başladığı meslek hayatında sırasıyla Aydın, Kayseri, Elâzığ ve Nevşehir'de görev yaptığını, 2005 yılında adalet müfettişi olarak Bakanlığa atandığını, burada 5 yıl çalıştıktan sonra HSYK müfettişliğine getirildiğini, 2014 yılında ise görevden alınarak tekrar Cumhuriyet savcısı olarak görevlendirildiğini ve meslekten ihraç edilene kadar geçen süreçte Ankara Batı Adliyesi ile Gaziantep Adliyesinde görev yaptığını belirtmiştir. 2009 yılında 9 aylık bir süre için İngiltere'ye dil eğitimine, 10 günlük bir süre için de müsteşar ve müsteşar yardımcıları ile birlikte Amerika'ya iş ziyaretine gittiğini, 2011 yılında ise 1 yıllık bir süre için yine İngiltere'ye yüksek lisans eğitimi için gönderildiğini ifade etmiştir. Başvurucu ne kendisinin ne de aile fertlerinden herhangi birinin eğitim hayatı boyunca örgüte müzahir okul ya da dershanelere gitmediğini, ev ve yurtlarında kalmadığını ya da farklı bir şekilde örgüt ile temas hâlinde olmadığını, aynı şekilde gazete veya dergi aboneliğinin bulunmadığını, kurban ya da bağış altında herhangi bir yardım yapmadığını belirtmiştir. Hâkimlik eğitimi sırasında Adalet Akademisinde sınıf temsilciliği veya Albüm Kurulu üyeliği yapmadığını ifade eden başvurucu HSYK seçim sürecinde de herhangi bir faaliyetinin olmadığını belirtmiştir. Başvurucu, Başsavcılık tarafından anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanması istemiyle 20/7/2016 tarihinde Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu, müdafii huzurunda yaptığı savunmasında önceki anlatımlarına benzer beyanlarda bulunmuştur. Başvurucu, Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan sorgusunun ardından 20/7/2016 tarihinde, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanmıştır. Tutuklama kararının ilgili kısmı şöyledir:"...dosya kapsamında göre somut delillere dayalı kuvvetli suç şüphesi altında bulundukları, soruşturmanın halen devam etmekte olup delillerin henüz toplanmamış olması, atılı suçun CMK'nın 100/3 maddesinde belirtilen katalog suçlardan olduğu ve bu nedenle bir tutuklama nedeninin var kabul edildiği, atılı suçun alt ve üst sınırları ile işin önemi, verilmesi beklenen muhtemel cezaya göre tutuklama tedbirinin ölçülü olacağı adli kontrol tedbirinin bu aşamada yetersiz kalacağı anlaşılmakla şüphelilerinin silahlı terör örgütüne üye olma ve anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs etme suçlarından ayrı ayrı CMK 100/3 ve devamı maddeleri gereğince TUTUKLANMALARINA... [karar verildi.]" Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliği 1/8/2016 tarihinde itirazın reddine kesin olarak karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Şüphelilerin üzerine atılı anayasal Düzeni Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs Etme, Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçunun niteliği, mevcut delil durumu, delillerin toplanmamış olması, tutuklama nedenlerinin varlığı ve adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalıp suça konu olayla ilgili tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, tutuklama şartlarının halen devam ettiği, tüm dosya kapsamından anlaşıldığından CMK'nın 100 ve müteakip maddeleri gereğince şüpheliler müdafilerinin TUTUKLULUĞA İTİRAZ TALEBİNİN REDDİ ile ... TUTUKLULUK HALLERİNİN ... DEVAMINA... [karar verildi.]" Başsavcılık 11/11/2016 tarihli yetkisizlik kararı ile dosyanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Başvurucunun tutma hâli ile ilgili olarak Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 7/12/2016 tarihli kararı ile tutukluluğun devamına karar vermiş; bu karara karşı yapılan itiraz da Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 2/1/2017 tarihli karar ile kesin olmak üzere reddedilmiştir. Başvurucu nihai kararın 12/1/2017 tarihinde tebliğ edildiğini beyan etmiştir. Başvurucu 19/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 23/1/2017 tarihinde yetkisizlik kararı ile dosyanın Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Başvurucu hakkında 8/7/2017 tarihinde Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs suçundan kovuşturmaya yer olmadığına dair ek karar verilmiş; aynı tarihli iddianame ile de silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle hakkında kamu davası açılmıştır. İddianamede bu suçlamaya esas alınan olgular şöyle özetlenebilir:-Başvurucu, HSYK'nın 24/8/2016 tarihli kararı ile meslekten ihraç edilmiştir.-İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma dosyası kapsamında şüpheli sıfatıyla 17/2/2017 tarihinde ifadesi alınan G., başvurucu ile ilgili olarak "...sicil numaralı Ü.S. ve ... sicil numaralı Y.G. ise Teftiş Kurulu'nda görev yapıklarından örgüt ile bağlantılı olduklarını biliyorum..." şeklinde beyanda bulunmuştur.-Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma dosyası kapsamında şüpheli sıfatıyla 10/1/2017 tarihinde ifadesi alınan A.Ş. başvurucu ile ilgili olarak "... Ben uzun bir süre Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu başkanlığı, HSYK Teftiş Kurulu Başkanlığında ve Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yaptığım için adli yargıdan da bu yapıya müzahir olan çok sayıda kişiyi tanıyorum. Bu kişilerden hatırladıklarım; ...Ü.S. ..." şeklinde beyanda bulunmuştur.-Başvurucunun dil öğrenimi için 1 yıl süre ile yurt dışında görevlendirildiği, ayrıca yurt dışına meslek gezileri çerçevesinde gönderildiği tespit edilmiştir. Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi 18/7/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/126 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 2/10/2017 tarihinde yaptığı ikinci duruşmada başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucu savunmasında özetle tanık beyanlarında sadece isminin zikredildiğini, bunun haricinde tarafına yönelik somut bir eylem belirtilmediğini, bu nedenle tanık beyanlarını kabul etmediğini, dil eğitimine şartları taşıdığı için gönderildiğini, haricî bir etkenin olmadığını, aynı şekilde yurt dışı gezilerine de kendi talebi üzerine değil başkan ve bakan görevlendirmesi ile katıldığını belirtmiş ve üzerine atılı suçlamayı kabul etmediğini beyan etmiştir. Aynı tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Devam eden kovuşturma sürecinde başvurucu ile ilgili birtakım HTS kayıtları ve tanık beyanlarına ulaşılmıştır. Bunlar şöyle özetlenebilir:-28/2/2018 tarihinde dosyaya giren tutanak içeriğine göre örgüt içinde sivil yargı imamı olarak görev alan S.K.nın ByLock programı üzerinden, yine örgütün sivil yargı imamlarından K.T. isimli kişiye gönderdiği mesajın içeriğinde başvurucudan örgüt jargonuyla murakebe olarak bahsedildiği tespiti yapılmıştır. Bu kapsamda 26/9/2019 tarihli duruşmada tanık olarak ifadesi alınan S.K. başvurucu ile ilgili olarak "...benim takip ettiğim kişilerden değildir. K.T. Murat kod ismiyle örgüt içerisinde benim bir üst konumumda olan birisiydi, bana okumuş olduğunuz 9/1/2016 tarihli K.T. ile aramda geçtiği söylenen ve sanıkla ilgili olan konuşma içeriğini hatırlayamadım. Murakabe, 17/25 Aralık sürecinden sonra cemaati eleştiren ve cemaatle arasına mesafe koyan hâkim savcılara verilen isimdi. Bu kişiler uzaklaşmaya çalışsa da cemaat onu takip etmeye devam ediyordu. Bu kişilere de murakabe deniliyordu. Ben sanığı tanımam. Murakabe bilgisi üstten gelirdi, en son görev yaptığı yerdeki sivil imamın görüşleri doğrultusunda murakabe olarak sınıflandırılırdı, yeni gittiği yerde tedbir amacıyla sivil imamla görüştürülmezdi." şeklinde beyanda bulunmuştur.-10/9/2018 tarihli tutanak içeriğine göre başvurucunun örgütün tepe yöneticilerinden O.H.Ö. ile telefon irtibatının olduğu tespiti yapılmıştır. Bu kapsamda anılan delille karşı 21/11/2018 tarihli duruşmada başvurucunun savunması alınmıştır. Başvurucu ifadesinde "...ben O.H.Ö.'yü tanımıyorum. 2011 yılında Doğuş Oto'dan bir araç satın aldım. Araç bana teslim edilirken trafik sigortasını Seyfi isminde bir sigortacının ilgilendiği bir firmadan yaptıklarını, kaskoyu da buradan yapabileceğimi söylemeleri üzerine söz konusu numaradan Seyfi olarak bildiğim şahıs ile görüşüp kasko yaptırdım. Yine 2013'de de aynı numaradan bu şahıs ile görüştüm ve kasko yaptırdım. Ben bu şahsı Seyfi Gör olarak tanıyordum. Kendisini hiç görmedim, telefonla görüştüm. Buna ilişkin yazılı beyanlarımı ve ekinde trafik poliçe detayları, araç ruhsatı, kredi hesap özetlerini dosyaya sunuyorum..." şeklinde beyanda bulunmuştur.-Tanık olarak ifadesine başvurulan Ş.B. beyanında özetle başvurucuyu 2011 yılında Mersin Adliyesinde gerçekleştirilen teftiş münasebetiyle tanıdığını, başvurucunun teftiş sırasındaki davranışları nedeniyle belli bir amaçla adliyeye gönderildiği intibası bıraktığını, nitekim müfettiş olarak görev yapan başvurucunun yanındaki bir diğer müfettiş E.Ö. ile gerçekleştirdiği denetim neticesinde adliyede görev alan birçok hâkim ve savcının tayininin çıktığını, zabıt kâtiplerine hâkim ve savcılar ile ilgili ifadeler konusunda baskı yapıldığı hususlarının adliye içinde sıkça konuşulduğunu, söz konusu meslek mensuplarının gittikleri lokantaya varana kadar soruşturulduklarını, lojmanda görev yapan bekçilerin dahi ifadelerinin alındığını, adliye personelinin gece geç saatlerde evlerinden alınarak adliyeye getirtildiği hatta birçok personelin memuriyetlerine son verilmekle tehdit edildiğini belirtmiştir. Başvurucunun bu soruşturmaları yaparken o tarihte Mersin'de görev yapan ve birçoğu şu an ihraç edilmiş hâkim ve savcılar ile çok samimi bir ilişki içinde gözüktüğünü, onlarla sık sık bir araya geldiğini ifade etmiştir. Kendisinin de haksız bir şekilde bu teftiş kapsamında soruşturma geçirdiğini ifade eden tanık, buradaki amacın örgüt mensubu hâkim ve savcıların önünü açmak olduğunu belirtmiştir.-Tanık olarak ifadesine başvurulan Y.T.Y. beyanında özetle başvurucuyu 2011 yılında Mersin Adliyesinde gerçekleştirilen teftiş münasebetiyle tanıdığını, bu teftiş sırasında kendisinin de aralarında bulunduğu birçok hâkim ve savcının mağduriyet yaşadığını, soruşturma sürecinde keyfî ve kanun dışı işlemlere muhatap kaldıklarını ve tayine tabi tutulduklarını, bu teftiş nedeniyle başvurucu hakkında HSYK'ya suç duyurusunda bulunduğunu, o dönemki soruşturmalar sırasında başvurucunun da aralarında olduğu bazı kişilerin örgüt içinde oldukları ve onların güdüm ve talimatlarına göre hareket ettiklerinin söylendiğini fakat kendisinin bu konuda somut ve net bir bilgiye sahip olmadığını ifade etmiştir.-Tanık olarak ifadesine başvurulan A.Ç. beyanında özetle başvurucuyu 2011 yılında Mersin Adliyesinde gerçekleştirilen teftiş münasebetiyle tanıdığını, başvurucunun FETÖ mensubu olduğunun ve Fetullah Gülen'in tetikçisi olduğunun konuşulduğunu, özellikle söz konusu örgüt tarafından üstü çizilen kişilerin teftişine başvurucuyu gönderdiklerini, nitekim başvurucunun Mersin Emniyeti İstihbarat Şubesi ile iş birliği yaparak kendisi hakkında da isnat uydurduğunu ve soruşturma başlattığını, bu nedenle başvurucu hakkında HSYK'ya suç duyurusunda bulunduğunu belirtmiştir.-Tanık olarak ifadesine başvurulan K. beyanında özetle başvurucuyu 2011 yılında Kurtalan Adliyesinde gerçekleştirilen denetim sırasında müfettiş olarak görev alması münasebetiyle tanıdığını, başvurucunun sonrasında hakkında örgüt mensubu olma isnadıyla işlem yapılan hâkim ve savcılar ile iş birliği yaparak hakkında kumpas yoluyla işlem yaptığını ve tayinin çıkmasına sebep olduğunu, yapmış olduğu soruşturmada tamamen taraflı hareket ettiğini belirtmiştir.-Soruşturma sürecinde ifadesi alınan A.Ş., kovuşturma sürecinde tekrar alınan ifadesinde başvurucu hakkında "Ben Ü.S'yi hem HSYK hem de Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulunda müfettişlik yaptığım dönemden tanıyorum. 2011 yılı Eylül ayına kadar FETÖ cemaati ile bağlantım vardı. Bu tarihten sonra bu yapı ilgi ve alakamı tamamen kestim. Ü.S. isimli kişi de FETÖ cemaatine mensup bir kişidir. Bu kişinin bu yapıyla ilgili olduğunu ve bağının bulunduğunu iyi biliyorum. Kendisi ile herhangi bir sohbet ortamında bulunmadık. Kendisinin bu yapı içindeki faaliyetlerini bilmiyorum ancak bu yapının içinde olduğunu biliyorum. Ancak ben ayrıldığım 2011 yılı Eylül ayından sonra bu kişinin de FETÖ cemaati ile bağının devam edip etmediğini bilmiyorum." şeklinde beyanda bulunmuştur.-Soruşturma sürecinde ifadesi alınan G. kovuşturma sürecinde tekrar alınan ifadesinde özetle kendisinin 2005-2009 yılları arasında teftiş kurulunda görev yaptığını, bu dönemde örgütün teftişteki sohbet grubunun içinde yer almasına rağmen sohbet adı altında organize edilen toplantıların çok azına katıldığını ve 2011'den sonra da bu grupla irtibatını tamamen kopardığını, bununla birlikte teftiş kurulunda görev yapan örgüte mensup kişilerin birbirini kesinlikle tanıdıklarını, bu doğrultuda başvurucuyu herhangi bir toplantıda görmemiş olmakla birlikte kendisinin örgüt ile bağlantısı olduğunu net olarak bildiğini belirtmiştir. Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde yapılan yargılamada 10/12/2019 tarihli duruşmada Cumhuriyet savcısı başvurucunun cezalandırması talepli mütalaasını ibraz etmiştir. Mütalaanın ilgili kısmı şöyledir:"...FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hakkında kovuşturma yürütülen sanık Ü.S.'nin örgüt hiyerarşisi içerisinde yer aldığı, sanık kabul etmese de tanıklar A.Ş. ve G.'un beyanı ile sanığın teftiş kurulunda çalıştığı dönemde örgüt içerisinde bulunduğu, ayrıca örgüt içerisinde hâkim savcılardan sorumlu sivil yargı imamı olan S.K.'ın kullandığı bylock programı üzerinden yine örgütün sivil yargı imamlarından K.T. isimli şahsa gönderdiği mesaj içeriğinde sanıktan örgüt jargonuyla murakebe olarak bahsettiği, murakebe ibaresinin ise örgüt jargonunda 17-25 Aralık 2013 sürecinden sonra örgüte karşı mesafeli yaklaşan, örgütü eleştiren, örgütle arasına mesafe koyan kişileri ifade ettiği, mesaj içeriği itibariyle de sanığın 17-25 Aralık 2013 sürecinden önce de örgüt içinde bulunduğunun sabit olduğu, yukarıda belirtilen deliller ve tüm dosya kapsamı itibariyle sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olup örgütle organik bağ kurduğu, süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren eylem ve faaliyetlerde bulunduğu anlaşılmakla sanığın eylemine uyan TCK'nun 314/2, 3713 sayılı TMK'nun 5/1 maddeleri gereğince cezalandırılmasına... karar verilmesi kamu adına talep ve mütalaa olunur." Mahkeme ise 10/12/2019 tarihli karar ile başvurucunun beraatine hükmetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Bu iddiaların incelenmesinde; Sanık hakkında beyanda bulunan G., 2005 yılında Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığına Adalet Müfettişi olarak atandıktan sonra sanığı tanıdığını, sanık ile ortak hiçbir sohbet toplantısına katılmayıp denetime çıkmasada örgütün işleyiş şekli ve çalışma yöntemi itibariyle aynı birim içerisinde görev yapan kişilerin birbirlerini tanıması nedeniyle, sanığın örgüt ile bağalantısı olduğunu bildiğini, 2009 yılından sonra da sanık ile hiç görüşmediğini beyan etmiş, bu beyanı görgüye dayalı olmadığı, sanığın örgütsel eylemlerine ilişkin somut olgular içermediği, ayrıca beyanların 2009 yılı öncesine ait olması nedeniyle atılı suça delil olamayacağı anlaşıldığından hükme esas alınmamıştır.Tanık olarak dinlenen A.Ş.'in beyanlarının da tanık G. ile benzer olduğu 2011 yılına kadar ki bir süreci kapsadığı, bu yıllarda bu yapının silahlı terör örgütü olarak bilinmediği sanığın da bilmesinin beklenemeyeceği, bildiğine dair dosya kapsamında bir delil bulunmadığı, ayrıca tanık beyanlarının görgüye dayalı olmadığı ve somut eylemler de içermediği anlaşıldığından bu tanık beyanı da sanık aleyhine değerlendirilmemiş ve hükme esas alınmamıştır.Dosya kapsamında tanık olarak dinlenen Ş.B., Y.T.Y., K., A.Ç.'ın beyanlarının duyuma, tahmine dayalı olması, bu beyanların sanığın müfettiş olduğu dönemlerde yaptığı teftişlerin o dönem tarafsız olmadığı görüntüsü vermesi ve bunun da örgütle bağlantısı olması nedenine dayanıyor ihtimalini tanıklarda uyandırmasına dayalı olması, bu beyanların sanığa atfedilebilecek somut eylemler içermedikleri içinde atılı suç bakımından delil olarak kabul edilemeyeceği sebepleriyle hükme esas alınmamıştır.Sivil yargı imamı olan tanık olarak dinlenen S.K.'ın kullandığı bylock programı üzerinden yine örgütün sivil yargı imamlarından K.T. isimli şahsa gönderdiği mesaj içeriğinde sanıktan örgüt jargonuyla murakebe olarak bahsettiği, murakebe ibaresinin ise örgüt jargonunda 17-25 Aralık 2013 sürecinden sonra örgüte karşı mesafeli yaklaşan, örgütü eleştiren, örgütle arasına mesafe koyan kişileri ifade ettiği tanık beyanlarından anlaşılmış, bu mesaj içerikleri dosyada bulunan başka bilgi belgeler ile doğrulanamamış, doğruluğu kabul edilse bile sanığın örgütün gerçek yüzünün ortaya çıktığı 17-25 Aralık 2013 sürecinden sonra örgütten koptuğunu göstermesi nedeniyle de atılı suça delil olarak kabul edilemeyeceğinden hükme esas alınmamıştır.Dosyaya giren 2018 tarihli tutanak içeriğine göre sanığın örgütün tepe yöneticilerinden O.H.Ö. ile telefon irtibatının olduğu tespiti yapılmış ise de, 17/25 Aralık süreci öncesinde yapılan bu görüşmelerin içeriğinin bilinememesi, sanığın araç sigortasını yaptırmak için bu tepe yönetici ile görüştüğü savunması ve sigorta poliçeleri ile araç ruhsat bilgilerini dosyaya sunması, telefon ile görüşme tarihleri ile sigorta poliçe tarihlerinin uyumluluk göstermesi, sanık savunması aksini gösterir bir delilin dosyada bulunmaması nedenleriyle sanık savunmasına itibar edilmiş ve bu husus hükme esas alınmamıştır.Sanığın dil öğrenimi için 1 yıl süre ile 2008-2009 yıllarında yurt dışına görevlendirildiği atılı suç için delil mahiyetinde iddianamede yer alsa da, sanık savunması aksine örgüt ile bağlantılı olarak bu görevlendirilmenin yapıldığı, sanık savunmasında meslek gezisi olarak adlandırılan yurtdışı gezilerinin de örgütsel amaçlar doğrultusunda yapıldığına dair dosya kapsamında bir bilgi belge bulunmaması karşısında bu husus hükme esas alınmamıştır.Her ne kadar iddianamede sanığın HSK kararıyla ihraç edildiği belirtilmiş ise de; sanığın örgütle irtibatlı ve iltisaklı olduğu gerekçesiyle kamu görevinden ihraç edilmesi kararının idari bir işlem olduğu, idari işlemin her zaman iptalinin mümkün olduğu, kararı veren idari mercii tarafından geri alınabileceği, bu nedenle bu idari işlemin atılı suçla ilişkilendirilmesi gereken eylem olarak kabul edilemeyeceği anlaşıldığından bu husus atılı suç bakımından sanık aleyhine değerlendirilmemiş ve hükme esas alınmamıştır.Sanıktan ele geçirilen dijital materyallerin incelemesi sonrası düzenlenen 2017 tarihli bilirkişi raporuna göre atılı suç bakımından delil mahiyetinde bir hususun materyallerde bulunmadığı anlaşılmıştır.Tüm bu açıklamalar kapsamında dosya muhteviyatındaki tüm bilgi, belge ve deliller birlikte değerlendirildiğinde; Her ne kadar sanık Ü.S. hakkında silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan hakkında iddianame düzenlenmiş ve mahkememizde kamu davası açılmış ise de; yukarıda açıklanan gerekçelerle sanığın silahlı terör örgütü ile aralarında organik bağ kurarak hiyerarşik yapısına dahil olduğunu, örgütün amacı ve talimatları doğrultusunda faaliyette bulunduğunu gösterir biçimde çeşitlilik, süreklilik ve yoğunluluk içeren faaliyetlerde bulunduğuna dair her türlü şüpheden uzak, kesin, inandırıcı ve yeterli delil bulunmadığı, sanığa isnat edilen eylemlerin mahkememizce sanık aleyhine değerlendirilmediği ve sanığın silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinin sabit olmadığı anlaşılmakla sanığın CMK'nun 223/2-e maddesi uyarınca beraatine karar verilmesi yolunda mahkememizde vicdani kanaat oluşmakla aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Beraat kararına karşı Cumhuriyet savcısı tarafından, delillerin mahkûmiyet kararı için yeterli olduğu gerekçesiyle kurulan hükmün kaldırılması talebiyle istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf incelemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39); Mustafa Özterzi [GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-48; ilgili Yargıtay kararları için bkz. A., B. No: 2016/63999, 9/1/2020, §§ 33- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/4972 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, çalıştığı kamu bankasının, engelli olması nedeniyle kendisini terfi ettirmediğini ve yükselme sınavı hakkında bilgi edinme başvurusunda bulunması nedeniyle il dışına tayin edildiğini, tayinler nedeniyle emekli olmak zorunda kaldığını, söz konusu uygulamalar nedeniyle açtığı tazminat davasının bozma dışı kalan hususlar açısından kesinleştiğini ve aleyhine sonuçlandığını belirterek, eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru 8/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 29/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 20/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 25/3/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bir kamu bankasının merkez teşkilatında engelli kadrosunda yönetmen yardımcısı olarak çalışmakta iken, 26/9/2004 tarihinde yönetmenlik sınavına katılmış, sınavın yazılı aşamasında başarılı olmuş, ancak mülakat sınavında 59,70 puan alarak başarısız sayılmıştır. Başvurucu, mülakatta ayrımcılık yapılarak elendiğini ileri sürdüğü bu sınava ilişkin bilgi edinme hakkı çerçevesinde bilgi ve belge talep etmiştir. Başvurucu 17/3/2005 tarihinde Eskişehir şubesine yönetmen yardımcısı olarak atanmış, itiraz etmesi üzerine görev yeri Ankara Dikmen şubesi olarak değiştirilmiştir. Başvurucu daha sonra 10/3/2008 tarihinde Kütahya ili Domaniç şubesine aynı unvanla atanmış, başvurucunun 2/7/2008 tarihi itibarıyla emekliye ayrılacağını bildirmesi üzerine atama işleminden vazgeçilmiştir. Başvurucu, emeklilikten vazgeçtiğini bildirmesi üzerine, 12/6/2008 tarihinde Kütahya iline aynı unvanla atanmıştır. Başvurucu 17/6/2008 ve 21/11/2008 tarihli dilekçeleriyle sağlık nedenlerini ve engelli olduğu hususunu da belirterek merkez teşkilatında bir göreve atanmayı talep etmiş, istemi reddedilmiştir. Başvurucu 15/1/2009 tarihinde emekli olmuştur. Başvurucu 24/11/2009 tarihinde açtığı davada; engelli olması nedeniyle eşitlik ilkesine aykırı bir şekilde yönetmenlik sınavı mülakatında elendiğini, sonraki yükselme sınavlarına çağrılmayarak görevde yükselmesinin engellendiğini, isteği dışında farklı şubelere atamasının yapıldığını, bu uygulamalar sonucunda sağlığının iyice kötüye gittiğini, tayin baskısı altında bırakıldığını ileri sürerek yer değiştirme tazminatı, yolda geçen süre için izin ücreti, yıllık izin ücreti, fazla çalışma ücreti, Kütahya ilinde konaklama bedeli, yönetmen ve bölüm müdürü unvanının verilmemesinden kaynaklı tazminat, 65 yaşına kadar çalışma karşılığı tazminat, ayrımcılık, kötü niyet ve ihbar tazminatları ile maddi ve manevi tazminata karar verilmesini talep etmiştir. Ankara İş Mahkemesi, 30/3/2012 tarihli ve E.2009/1621, K.2012/237 sayılı kararıyla, davacının yıllık izin ücreti, fazla mesai ücreti, ayrımcılık tazminatı ve manevi tazminat istemlerinin kısmen kabulüne, diğer istemlerin reddine hükmetmiştir. Tarafların temyiz istemi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/1/2013 tarihli ve E.2012/10838, K.2013/822 sayılı ilâmıyla bozulmuştur. İlâm gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "Davacı, işverenin yerini değiştirmesi nedeniyle manevi tazminat ve ayrımcılık tazminatı talebinde bulunmuş, Mahkemece davacının Ankara’da çalışmakta iken Eskişehir’e atamasının yapıldığı, atamanın norm kadro çalışmaları kapsamında yapıldığına dair delil bulunmadığı, nakil hakkının iyiniyet ve eşitlik ilkelerine aykırı kullanıldığı gerekçesiyle talebin kısmen kabulüne karar verilmiştir. Somut olayda davacı, işverenin yerini değiştirmesi nedeniyle manevi tazminat ve ayrımcılık tazminatı talebinde bulunmuş ise de, dava konusu olayda manevi tazminatın koşulları oluşmamıştır. Bu olay nedeniyle davacı ile davalı arasında, cismani bütünlüğe veya kişiliğe yapılan bir saldırı söz konusu değildir. Dosya içeriğine göre, davacı 17/3/2005’te Ankara’dan Eskişehir Şubesine atanmış, itirazı üzerine ataması durdurularak Ankara Şubesinde görevlendirilmiştir. Dava tarihi ise 24/11/2009 olup, atamanın üzerinden dört yılı aşkın bir süre geçmiştir. Somut olayda ispat yükü davacıya ait olup, davacı atama nedeniyle zarar gördüğü iddiasını da ispatlayamamıştır. Buna göre manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir." Anılan ilâm 19/3/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu manevi tazminat dışında kalan kısımlar için 8/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Davalı tarafından 22/4/2013 tarihinde, bozma kararında değerlendirildiği anlaşılan ayrımcılık tazminatı hakkındaki sonucun sehven yazılmadığı ileri sürülerek maddi hatanın düzeltilmesi dilekçesi verilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesinin 31/10/2013 tarihli ve E.2013/19144, K.2013/22885 sayılı ilâmıyla, davalının temyiz itirazları yönünden manevi tazminat ve ayrımcılık tazminatı açısından değerlendirme yapıldığı ve bozmadan önceki takrir raporları ile dosya içeriği tekrar incelendiğinde ayrımcılık tazminatının da açıkça reddine karar verildiğinin anlaşıldığı belirtilerek, kararın yazımında düşülen maddi hata sebebiyle yukarıda belirtilen Yargıtay ilâmı kaldırılmış ve İlk Derece Mahkemesi kararının ayrımcılık tazminatı ile manevi tazminata ilişkin kısımları bozulmuştur. İlâm gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacının tüm, davalının ise aşağıdaki bent dışındaki temyiz itirazlarının reddi gerekir. Davacı, işverenin yerini değiştirmesi sebebiyle manevi tazminat ve ayrımcılık tazminatı talebinde bulunmuş, mahkemece davacının Ankara’da çalışmakta iken Eskişehir’e atamasının yapıldığı, atamanın norm kadro çalışmaları kapsamında yapıldığına dair delil bulunmadığı, nakil hakkının iyiniyet ve eşitlik ilkelerine aykırı kullanıldığı gerekçesiyle talebin kısmen kabulüne karar verilmiştir. Somut olayda davacı, işverenin yerini değiştirmesi sebebiyle manevi tazminat ve ayrımcılık tazminatı talebinde bulunmuş ise de dava konusu olayda ayrımcılık ve manevi tazminat isteklerinin şartları oluşmamıştır. Bu olay sebebiyle davacı ile davalı arasında, cismani bütünlüğe veya kişiliğe yapılan bir saldırı söz konusu değildir. Dosya içeriğine göre, davacı 17/3/2005'te Ankara’dan Eskişehir Şubesine atanmış, itirazı üzerine ataması durdurularak Ankara Şubesinde görevlendirilmiştir. Dava tarihi ise 24/11/2009 olup, atamanın üzerinden dört yılı aşkın bir süre geçmiştir. Somut olayda ispat yükü davacıya ait olup, davacı atama sebebiyle zarar gördüğü iddiasını da ispatlayamamıştır. Şartları oluşmayan ayrımcılık tazminatı ile manevi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve kanuna aykırı olup bozmayı gerektirir." Ankara İş Mahkemesi, 11/12/2013 tarihli ve E.2013/388, K.2013/1142 sayılı kararıyla bozmaya uyarak ayrımcılık tazminatı ile manevi tazminata ilişkin istemleri reddetmiş, bozma konusu yapılmayan alacakların ise önceki hüküm gibi kabulüne hükmetmiştir. Anılan karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/5/2014 tarihli ve E.2014/13622, K.2014/13459 sayılı ilâmıyla onanmıştır. B. İlgili Hukuk 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun “Eşit davranma ilkesi” başlıklı maddesi şöyledir: “İş ilişkisinde dil, ırk, renk, cinsiyet, engellilik, siyasal düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayrım yapılamaz. …İş ilişkisinde veya sona ermesinde yukarıdaki fıkra hükümlerine aykırı davranıldığında işçi, dört aya kadar ücreti tutarındaki uygun bir tazminattan başka yoksun bırakıldığı haklarını da talep edebilir. 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 31 inci maddesi hükümleri saklıdır.20 nci madde hükümleri saklı kalmak üzere işverenin yukarıdaki fıkra hükümlerine aykırı davrandığını işçi ispat etmekle yükümlüdür. Ancak, işçi bir ihlalin varlığı ihtimalini güçlü bir biçimde gösteren bir durumu ortaya koyduğunda, işveren böyle bir ihlalin mevcut olmadığını ispat etmekle yükümlü olur.” | Ayrımcılık yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2339 | Başvurucu, çalıştığı kamu bankasının, engelli olması nedeniyle kendisini terfi ettirmediğini ve yükselme sınavı hakkında bilgi edinme başvurusunda bulunması nedeniyle il dışına tayin edildiğini, tayinler nedeniyle emekli olmak zorunda kaldığını, söz konusu uygulamalar nedeniyle açtığı tazminat davasının bozma dışı kalan hususlar açısından kesinleştiğini ve aleyhine sonuçlandığını belirterek, eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru, ülkeye girişine izin verilmeyen yabancıyı kabul edilemez yolcu salonunda tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Kongo uyruklu olan başvurucu Kıbrıs (Ercan) Havalimanı tarafından kabul edilemeyince 1/4/2021 tarihinde İstanbul Havalimanı transit bölgeye geri dönmek zorunda kalmıştır. Başvurucunun iddiasına göre başvurucu 2/4/2021 tarihinde uluslararası koruma, 13/4/2021 tarihinde ise avukat ile görüşme talebinde bulunmuş ama başvurucunun talepleri kabul edilmemiştir. Başvurucu 20/4/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesince başvurucunun tedbir talebiyle ilgili yapılan inceleme kapsamında 6/4/2022 tarihinde talep edilmesi üzerine, başvurucu vekili tarafından 7/4/2022 tarihinde, başvurucuyla en son olarak 10/5/2021 tarihinde görüşme sağlandığı, uluslararası koruma talebinde bulunulduğu ve talebin reddedilmesi üzerine işlemin iptali talebiyle İstanbul İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) nezdinde dava açıldığı, başvurucunun kabul edilmeyen yolcu salonunda davanın sonucunu beklediği bildirilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede, İdare Mahkemesi tarafından 18/4/2023 tarihinde başvurucunun uluslararası koruma talebinin reddine karar verildiği, karara karşı başvurucunun yaptığı istinaf kanun yolu başvurusunun 18/10/2023 tarihinde reddedildiği ve kararın kesinleştiği tespit edilmiştir. İstanbul İl Göç İdaresi Müdürlüğünün (Göç İdaresi Müdürlüğü) 25/2/2022 tarihli yazısına göre başvurucu 15/4/2021 tarihinde, ülkemize giriş vizesinin olmaması nedeniyle kabul edilmeyen yolcu salonuna yerleştirilmiştir. Başvurucu 3/4/2021 ve 4/4/2021 tarihli uluslararası koruma talebi içeren dilekçelerini sunmuş, başvurucunun mülakatı yapıldıktan sonra talebinin reddine karar verilmiş, bunun üzerine başvurucu iptal davası açmıştır. Yazıya göre başvurucu ülkesine veya başka bir ülkeye dönmek istemediğini, davanın sonucunu beklemek istediğini beyan etmiş olup hakkında herhangi bir idari gözetim kararı bulunmayan başvurucunun istediği zaman kendi ülkesine veya şartları sağlaması hâlinde üçüncü bir ülkeye gidebilmesi yahut vize alması hâlinde ülkemize giriş yapması mümkündür. Ayrıca başvurucu 10/5/2021 tarihinde avukatıyla görüşmüştür. Yine Göç İdaresi Müdürlüğünün 18/1/2024 tarihli yazısıyla başvurucunun 19/8/2022 tarihinde ülkesine döndüğü ve bu tarih itibarıyla kabul edilemez yolcu salonunda tutulmadığı bildirilmiştir. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve yargılama giderlerini ödemekten geçici olarak muaf tutulmasına, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasının kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/18067 | Başvuru, ülkeye girişine izin verilmeyen yabancıyı kabul edilemez yolcu salonunda tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu doğum sırasında çocukta kalıcı bir sakatlığa yol açılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun oğlu B.G. 5/9/2001 tarihinde Batman Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) Hastanesinde dünyaya gelmiştir. Çocuğun doğumu, hastanede bulunan nöbetçi ebe tarafından gerçekleştirilmiştir. Doğum sonrası bebeğin sağ kolunu kullanamamasıyla sonuçlanan kalıcı bir sakatlık oluştuğu tespit edilmiştir. Başvurucu ve ailesinin diğer fertleri, çocuğun idarenin ağır hizmet kusuru sonucunda sakatlandığını belirterek uğradıkları maddi ve manevi zararların tazmini talebiyle -başvuru formu ve eklerinde belirtilmeyen bir tarihte- Batman Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmışlardır. Yargılama sırasında olayda tıbbi ihmal olup olmadığıyla ilgili olarak Adli Tıp Kurumundan rapor alınmıştır. 31/12/2004 tarihli bu raporda;i. Gebenin doğum eylemi başladığında Hastaneye geldiği ve multipar gebeliğin söz konusu olduğu,ii. Doğum öncesi aynı gün sabah 00'da yapılan muayenede önerildiği hâlde yatış talebinin kabul edilmediği ve bu yüzden olası zor doğum eyleminin tespitinin güçleştiği,iii. Bebeğin doğum ağırlığının 600 gram olduğu ve 500 gramın üzerindeki bebeklerde braxial plexus zedelenme olasılığının %10 olduğu, iv. SSK'ya doğum eylemi nedeniyle atfedilebilecek bir kusurun bulunmadığı belirtilmiştir. Mahkeme 24/6/2005 tarihinde idari yargı yerinin görevli olduğunu belirterek yargı yolu yönünden davayı reddetmiştir. Başvurucu ve diğer davacılar, bu defa 18/11/2005 tarihinde Sağlık Bakanlığına karşı Diyarbakır İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmışlardır. Mahkeme, konu ile ilgili olarak bu defa Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan rapor almıştır. 2/7/2008 tarihli raporda, önceki raporda yer alan bulgular tekrar edilmiş ve sonuç olarak tıbbi yönden idareye atfedilebilecek bir kusurun olmadığı bildirilmiştir. Mahkeme 14/5/2009 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, Adli Tıp Kurumu raporlarına atıf yapılarak çocuğun doğumda sağ kolunun sakat kalmasında davalı idarenin ağır hizmet kusurunun bulunmadığı belirtilmiştir. Temyiz edilen karar, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 29/5/2014 tarihli ilamıyla onanmıştır. Nihai karar 15/10/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “İdari dava türleri şunlardır:a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,...” 11/4/1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Ebeler gebelerin muayenesiyle bunların hıfzıssıhhatlerine mütaallik tedabirin ifasına ve doğumun teshiline ve bu esnada yapılacak basit manevraların ve çocuk için lazım gelen ilk tedbirlerin ifasına salahiyettar iseler de her nevi alet ve saire tatbik etmeleri memnu ve sureti avarızı velade vekayiinde behemahal bir tabip davetine mecburdurlar..." 22/5/2017 tarihli ve 29007 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Sağlık Meslek Mensupları ile Sağlık Hizmetlerinde Çalışan Diğer Meslek Mensuplarının İş ve Görev Tanımlarına Dair Yönetmelik'e Ekli Tanımlar'ın ilgili kısmı şöyledir:"Ebe...b) Gebelik tanısını koyar, normal gebe izlemini ve gerekli muayenelerini yapar, riskli durumları erken dönemde belirler, gerekli önlemleri alarak sevk eder.c) Doğum sürecini yönetir; travay sırasında anne ve bebeğin sağlığını izler, normal doğumları ve tabibin olmadığı hallerde acil makat doğumları yaptırır, gerektiğinde epizyotomi uygular. Doğum sürecinde normalden sapmaları belirler, acil durum tedbirlerini alır ve tabibe haber verir, tabibin direktifleri doğrultusunda acil müdahalede bulunur.ç) Doğum sonrası dönemde; yenidoğanın ilk bakım ve muayenesini yapar, gerektiğinde acil resüsitasyon gerçekleştirir, anneye emzirme eğitimi verir, annenin bakım ve izlemini yapar, normalden sapmaları tespit ederek sevk eder. ..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), tıbbi ihmaller yönünden yaşam hakkına ilişkin devletin pozitif yükümlülüklerinin kişilerin ruhsal ve fiziksel bütünlüklerinin korunması ile ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi kapsamında da uygulanması gerektiğini kabul etmektedir (Codarcea/Romanya, B. No: 31675/04, 2/6/2009, § 103). AİHM'e göre kişilerin yaşam veya fiziksel bütünlüklerinin korunması hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülükler, devlet tarafından özel hastane ya da kamu hastanelerine hastaların fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini koruyacak nitelikteki tedbirleri alma zorunluluğu getiren yasal ve düzenleyici çerçevenin konulmasını gerektirmektedir. Bu yükümlülük, tıbbi müdahalelerin bu bağlamda meydana getirebileceği ağır sonuçlardan hastaları mümkün olabildiğince koruma gerekliliğine dayanmaktadır (Codarcea/Romanya,§ 102). AİHM'e göre; taraf devletlerin uygulanması düşünülen tıbbi müdahalenin kişilerin fiziksel bütünlüğüyle ilgili olarak meydana getirebileceği öngörülebilir sonuçlar hakkında hekimlerin sorgulanmaları, hastaların aydınlatılmaları ve tıbbi müdahale hakkında önceden bilgilendirilmeleri amacıyla gereken düzenleyici yasal tedbirleri almak yönünde pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır (Codarcea/Romanya, § 105). Yardımcı/Türkiye kararına(B. No: 25266/05, 5/1/2010) konu olayda sezaryenle dünyaya gelen çocuğun ömür boyu sakat kalmasının tıbbi ihmalden kaynaklandığı şikâyet edilmiştir. AİHM tıbbi ihmale ilişkin iddiaların farklı bilirkişi raporlarına dayalı olarak ulusal mahkemelerce değerlendirilerek sonuca varılmış olduğuna vurgu yapmıştır. AİHM sonuç olarak, sahip olunan tıbbi bilgilerden hareketle varılan bu sonuçların doğruluğu hakkında tahminlere dayalı olarak fikir yürütmenin mümkün olmadığını belirterek Sözleşme'nin maddesi yönünden başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar vermiştir (Yardımcı/Türkiye, §§ 59, 60). | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18266 | Başvuru, tıbbi ihmal sonucu doğum sırasında çocukta kalıcı bir sakatlığa yol açılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 6/4/1994 tarihinde tapu iptali ve tescil davası açılmıştır. Fatsa Asliye Hukuk Mahkemesi 19/2/2001 tarihli kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesince 2003 yılında bozulmuştur. Bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada Mahkemece 12/9/2006 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/12/2012 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Fatsa Asliye Hukuk Mahkemesinin kurulmasının ardından dava Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2013/321 sayılı dosyasına kaydedilmiş olup yargılama devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11672 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından başvurucunun tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası bakımından kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların ise kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamışlardır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP) terör örgütü 1970'li yıllarda kurulan ve Marksist Leninist ilkelere dayalı komünist bir sistem kurmak amacıyla mevcut anayasal düzeni silah zoruyla yıkmayı hedefleyen bir terör örgütüdür. Bu örgüt, kurulduğu yıllardan 12 Eylül askerî darbesine kadar hedefini gerçekleştirmek için birçok silahlı eylemde bulunmuş; bu silahlı eylemlerini 12 Eylül askerî darbesinden sonra da zaman zaman devam ettirmiştir (Ahmet Urhan, B. No: 2014/13961, 9/10/2019, § 10). İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık), İstanbul Barosuna kayıtlı avukat olan ve aynı hukuk bürosunda çalışan başvurucuların da aralarında bulunduğu bazı kişiler hakkında MLKP terör örgütüne üye oldukları gerekçesiyle soruşturma başlatılmıştır. Anılan soruşturma kapsamında Cumhuriyet savcısının talimatıyla 19/10/2017 tarihinde birlikte kaldıkları ikametgâhta gözaltına alınan başvurucuların savunması 25/10/2017 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından alınmıştır. Başvurucuların Savcılıktaki ifade alma işlemi sırasında müdafileri de hazır bulunmuştur. Başvurucular savunmalarında özetle suçlamaya konu edilen cenaze törenlerine örgütün talimatı doğrultusunda katılmadıklarını, cenazelerine katıldıkları kişilerden bir kısmını müvekkilleri olmaları nedeniyle, diğerlerini ise Suriye'de MLKP ve YPG saflarında girdikleri silahlı çatışmada öldürülmeleri nedeniyle tanıdıklarını, katıldıkları cenazelerde, etkinliklerde ve sosyal medya üzerinden yapmış oldukları paylaşımlarda suç teşkil eden herhangi bir eylemde bulunmadıklarını savunmuşlardır. Cumhuriyet savcısı 25/10/2017 tarihinde başvurucuları MLKP terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmaları istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk etmiştir. Bu sırada başvurucuların müdafileri de hazır bulunmuştur. Hâkimlik 26/10/2017 tarihinde, başvurucuların silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "Şüpheli Özlem Gümüştaş'ın MLKP terör örgütü üyesi olan ve terör örgütü içerisinde faaliyet yürütürken ölen örgüt mensuplarının (S.B., Ş.Ö., Y.E., E.A.) ilimizde ve farklı illerde yapılan cenaze ve anma eylemlerine aktif olarak katıldığı, sosyal medya hesabından terör örgütü üyesi şahıslara ait resim ve haber içeriklerini paylaşarak terör örgütü sempatisini belirtir paylaşımlar yaptığı, aleyhine iki tanık beyanı bulunduğu, şüpheli Sezin Uçar'ın MLKP terör örgütü üyesi olan ve terör örgütü içerisinde faaliyet yürütürken ölen örgüt mensuplarının (H., S.B., Ş.Ö., Y.E., E.A., G., Ü.Y., S.Ç.) ilimizde ve farklı illerde yapılan cenaze ve anma eylemlerine aktif olarak katıldığı, sosyal medya hesabından terör örgütü üyesi şahıslara ait resim ve haber içeriklerini paylaşarak terör örgütü sempatisini belirtir paylaşımlar yaptığı tespit edilmiştir. Bu nedenlerden dolayı şüphelilerin Yargıtay yerleşik kararına göre de yasa dışı terör örgütü olarak kabul edilen MLKP terör örgütü ile terör örgütü alt yapılanmaları ESP (Ezilenlerin Sosyalist Partisi), SKM (Sosyalist Kadın Meclisi), SGDF (Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu) ve MLKP terör örgütü fikir ve ideolojisi doğrultusunda yayın yapan internet sitelerinin çağrıları ve duyuruları üzerine yukarıda belirtilen eylemlere aktif olarak katıldıkları ve açıklandığı üzere eylemlerde diğer birçok suçun da işlendiği ancak şüpheli eylemlerinin bütün halinde terör örgütü adına faaliyet göstermek olarak değerlendirilip ayrıca, şüphelilerin geçmiş örgütsel arşiv ve UYAP/KİHBİ kayıtları da incelendiğinde terör örgütü içerisinde düzenli ve süreklilik gösterecek şekilde örgütsel faaliyetlerine riayet ederek örgütün koymuş olduğu kurallara uyarak başta terör örgütü propagandası suçu olmak üzere sair suçları işleyen şüphelilerin süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren eylem ve faaliyetleriyle artık sempatizanlık düzeyini aşıp örgütle organik bağ kurdukları, alt yapı ve taban oluşumuna, yine geri cephe ve kent çalışmalarına yönelik yoğunluk, süreklilik ve çeşitlilik gösteren kent faaliyetlerinde bulundukları, MLKP terör örgütü üyesi olan ve terör örgütü adına faaliyet yürüttükleri sırada ölen örgüt mensupların ülkemiz genelinde yapılan cenaze ve anma eylemlerine aktif olarak iştirak etmeleri sebebiyle de soruşturma dosyasındaki bütün eylemlerin örgüt üyeliği kapsamında değerlendirildiği, bu şekilde tüm şüphelilerin üzerine atılı suçu işledikleri yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller bulunduğu, yüklenen suçun yasada öngörülen ceza miktarı, işlendiği iddia edilen suçun önemli ve ciddi sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedenin 'Kanun gereğince' var sayıldığı, Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları ve 5271 sayılı CMK’nun 100 ve devam eden maddeleri uyarınca şüphelilerin tutuklanmasına engel bir hallerinin 'tutuklama yasağı ve yargılama engeli bulunmaması hali gibi' bulunmadığı, almaları muhtemel ceza göz önüne alındığında kaçma şüphelerinin bulunduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmaması nedeniyle şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme, tanık ve mağdurlar üzerinde baskı oluşturma şüphesinin bulunduğu, işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesinde ifade olunan ‘ölçülülük’ ilkesi uyarınca, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada soruşturmaya konu suç ve bu şüpheliler açısından 'yetersiz' kalacağı ve amaca hizmet etmeyeceği kanaatine varılarak şüpheliler ve müdafilerinin serbest bırakılma istemlerinin reddi ile tüm şüphelilerin üzerine atılı olan Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçundan 5271 sayılı CMK’nın 100 ve devamı maddeleri uyarınca ... [tutuklanmalarına karar verildi.]" Başvurucuların tutuklama kararına yaptığı itiraz İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 6/11/2017 tarihinde benzer gerekçelerle kesin olarak reddedilmiştir. Anılan karar başvuruculara 11/12/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 10/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılığın 3/3/2018 tarihli iddianamesi ile başvurucuların silahlı terör örgütüne üye olma ve terör örgütü propagandası yapma suçlarından cezalandırılmaları istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede öncelikle MLKP'nin terör örgütü olduğundan bahsedilmiş, sonrasında ise başvurucuların suçlamaya konu edilen eylemlerine yer verilmiştir. Anılan eylemler her bir başvurucu yönünden aşağıdaki gibi özetlenebilir:A. Başvurucu Özlem Gümüştaş Yönündeni. İddianameye göre G.K.nin MLKP terör örgütüne katılarak Suriye'ye gittiğini iddia eden ve kolluk birimine başvuran G.K.nin kardeşi ve babası teşhis ettikleri başvurucuyla ilgili olarak şu şekilde beyanlarda bulunmuşlardır:"… kardeşim G.K. ile ilgili bilgi almak amacıyla Fatih’te bulunan ESP İl Merkezine gittiğimizde görüştüğümüz ve avukat olduğunu öğrendiğim, bize konu ile ilgili araştırma yaptıktan sonra bilgi ileteceğini, konu ile ilgili polise gitmememiz gerektiğini, Rojava devriminin çok büyük evrensel devrim olduğunu, orada kazanılmışlık olduğunu, hatta avukat arkadaşlarının bile oraya gittiğini, çocukları Suriye’ye giden birçok ailenin kendilerine başvurduğunu, ESP İl Başkanlığında çalışan yöneticilerin dahi YPG’nin özel daveti ile oraya gittiğini söyleyen şahıstır." "… oğlum G.K. ile ilgili bilgi almak amacıyla Fatih’te bulunan ESP İl Merkezine gittiğimde beni görüştürdükleri ve avukat olduğunu öğrendiğim, bana konu ile ilgili araştırma yaptıktan sonra bilgi ileteceğini, konu ile ilgili polise gitmemem gerektiğini söyleyen şahıstır."ii. Suriye'nin Ayn-el Arap (Kobani) bölgesinde çıkan silahlı çatışmada öldürülen MLKP terör örgütü üyesi S.B.yi anmak amacıyla MLKP terör örgütünün kendi güdümünde yayın yapan internet sitesinden 14/12/2014 tarihinde yayımlanan "S.B. için taziye çadırları açılacak" şeklinde çağrısı ve talimatı doğrultusunda 14/12/2014 tarihinde İstanbul'un Kadıköy ilçesinde yaklaşık 80 kişinin katıldığı bir etkinlik düzenlenmiştir. Söz konusu etkinlik sırasında "yaşasın partimiz MLKP, kadınlar partiye MLKP’ye" şeklinde sloganlar atılmış; öldürülen örgüt mensubu adına kurulan taziye çadırı çevresine "Kobane şehidi S.B. ölümsüzdür" ve "Kobane kadın devrimidir savunacağız" yazılı pankartlar, öldürülen örgüt üyesinin fotoğrafı ve söz konusu fotoğrafın üzerinde bulunduğu dövizler açılmış; örgütü simgeleyen işaretler ve örgütün ismi mumlarla oluşturulmuştur. Başvurucunun da söz konusu etkinliğe katılan grubun içinde yer aldığı ve onlarla birlikte hareket ettiği iddia edilmiştir.iii. Anılan örgüt üyesinin öldürülmesi nedeniyle tekrar anma etkinliklerinin düzenlenmesine ilişkin 20/12/2014 tarihinde örgütün güdümündeki internet sitesinden yapılan çağrı üzerine aynı tarihte Tunceli'de bir etkinlik düzenlenmiştir. Söz konusu etkinlik sırasında içlerinde yüzü kapalı kişilerin de bulunduğu grup tarafından "Komutan Sarya yaşıyor, MLKP savaşıyor", "Çelikten irade, granitten disiplin, zaferden ölüme yaşasın MLKP", "S.B. Ölümsüzdür" ve "Biji berxwedane Kobanê (yaşasın Kobani direnişi)" şeklinde sloganlar atılmış; "Kobanê kadın devrimidir, savunacağız" ve "Rojava devrimini ölümüne savunacağız, S.B. ölümsüzdür" yazılı pankartlar, örgütü simgeleyen bayraklar ve öldürülen örgüt mensubunun fotoğrafının üzerinde bulunduğu dövizler açılmıştır. Ayrıca öldürülen örgüt mensupları için saygı duruşunda da bulunulmuştur. Başvurucunun da söz konusu etkinliğe katılan grubun içinde yer aldığı ve onlarla birlikte hareket ettiği iddia edilmiştir.iv. Suriye'nin Ayn-el Arap bölgesinde çıkan silahlı çatışmada öldürülen MLKP terör örgütü üyesi E.A. ve YPG üyesi Ö.E.nin cenaze törenlerini düzenlemek amacıyla MLKP terör örgütünün kendi güdümünde yayın yapan internet sitesinden 25/2/2015 tarihinde yayımlanan "Kobanê şehitleri yarın Adana'da uğurlanacak" şeklindeki çağrısı ve talimatı doğrultusunda 26/2/2015 tarihinde Adana'da yaklaşık 500 kişinin katıldığı bir etkinlik düzenlenmiştir. Söz konusu etkinlik sırasında içlerinde yüzleri kapalı, elleri eldivenli ve ayakkabılarının üzerine çorap geçirilmiş kişilerin de bulunduğu grup tarafından ölen örgüt mensuplarının cenazeleri mezarlığa götürülürken MLKP ve YPG/YPJ terör örgütlerini simgeleyen bayraklar, Abdullah Öcalan'ın posterleri, öldürülen örgüt mensubunun fotoğrafları ile "E.A. (Alişen Dersim) ölümsüzdür" ve üzerinde E.A.nın fotoğrafının bulunduğu "zaman gösteriyor ki yaşamımızı artık savaşa göre şekillendirmeliyiz" yazılı pankartlar açılmış; yürüyüş esnasında sık sık "şehid namirin", "E.A. ölümsüzdür", "E.A. yaşıyor, komünistler savaşıyor", "barikattan cepheye yaşasın MLKP", "devrimin zaferi için yaşasın MLKP" gibi sloganlar atılmıştır. Cenazelerin defnedilmesi sonrasında MLKP terör örgütü güdümündeki internet sitesinden "Kobanê şehitleri şiirlerle sonsuzluğa uğurlandı" şeklinde paylaşımda bulunulmuştur. Başvurucunun da söz konusu etkinliğe katılan grubun içinde yer aldığı ve onlarla birlikte hareket ettiği iddia edilmiştir.v. Kolluk kuvvetleri ile aralarında çıkan silahlı çatışmada öldürülen MLKP terör örgütü üyeleri Ş.Ö. ve Y.E.nin cenaze törenlerini düzenlemek amacıyla MLKP terör örgütünün kendi güdümünde yayın yapan internet sitesinden 22/12/2015 tarihinde yayımlanan "E. ve Ö. yarın Gazi Mahallesi'nden uğurlanacak" şeklindeki çağrısı ve talimatı doğrultusunda 22/12/2015 tarihinde İstanbul'da yaklaşık 2000 kişinin katıldığı bir etkinlik düzenlenmiştir. Söz konusu etkinlik sırasında, öldürülen örgüt üyelerinin tabutlarının üzerine örgütü simgeleyen bayrak örtülmüş, cenazeleri Adli Tıp Kurumundan alınıp mezarlığa götürülürken "yaşasın partimiz MLKP, bedel ödedik bedel ödeteceğiz, katil devlet hesap verecek, komünist devrimciler ölümsüzdür, şehit namırın” şeklinde sloganlar atılmış, öldürülen örgüt mensupları Ş.Ö ve Y.E.nin fotoğrafları ile "Ş.Ö. ölümsüzdür", "Y.E. ölümsüzdür", "devrim şehitleri ölümsüzdür" yazılı pankartlar ve örgütü simgeleyen bayraklar açılmıştır. Yürüyüş esnasında grup içinden yüzleri kapalı, uzun namlulu silah taşıyan yaklaşık 15-20 kişi tarafından "kadın devriminin cüretkar savaşçıları yolunuz yolumuzdur, kavgamızın rehberi komünist kadınların dirilişi" yazılı pankartlar açılmış, cenazelerin defnedilmesinin ardından havaya ateş edilmiştir. Etkinlik sonrasında MLKP terör örgütü güdümündeki internet sitesinden "kadınlar devrim sözüyle E. ve Ö.yü yıldızlara uğurladı" şeklinde paylaşımda bulunulmuştur. Başvurucunun da söz konusu etkinliğe katılan grubun içinde yer aldığı ve onlarla birlikte hareket ettiği iddia edilmiştir.vi. Başvurucunun 8/6/2017 tarihinde A.K. isimli MLKP terör örgütü mensubunun Suriye'de çıkan çatışmada öldürülmesi nedeniyle anma etkinliklerine katılan kişilerin gözaltına alınması üzerine Facebook isimli sosyal paylaşım sitesindeki kişisel hesabında "Gezi ayaklanmasının ruhu ve bilinciyle Rojava siperlerine koşan A.K.yi ananlar, ölümsüzleşenlerin mücadelesine sahip çıkanlar tutuklanmak isteniyor." şeklinde dile getirdiği tepkisini paylaşarak terör örgütü propagandası yaptığı iddia edilmiştir.B. Başvurucu Sezin Uçar Yönündeni. Suriye'nin Ayn-el Arap (Kobani) bölgesinde çıkan silahlı çatışmada öldürülen MLKP terör örgütü üyesi S.B.yi anmak amacıyla MLKP terör örgütünün kendi güdümünde yayın yapan internet sitesinden 14/12/2014 tarihinde yayımlanan "S.B. için taziye çadırları açılacak" şeklindeki çağrısı ve talimatı doğrultusunda 14/12/2014 tarihinde İstanbu'un Kadıköy ilçesinde yaklaşık 80 kişinin katıldığı bir etkinlik düzenlenmiştir. Söz konusu etkinlik sırasında "yaşasın partimiz MLKP, kadınlar partiye MLKP’ye" şeklinde sloganlar atılmış, öldürülen örgüt mensubu adına kurulan taziye çadırı çevresine "Kobane şehidi S.B. ölümsüzdür" ve "Kobane kadın devrimidir savunacağız" yazılı pankartlar, öldürülen örgüt üyesinin fotoğrafı ve söz konusu fotoğrafın üzerinde bulunduğu dövizler açılmış; örgütü simgeleyen işaretler ve örgütün ismi mumlarla oluşturulmuştur. Başvurucunun da söz konusu etkinliğe katılan grubun içinde yer aldığı ve onlarla birlikte hareket ettiği iddia edilmiştir.ii. Suriye'nin Rojava bölgesinde Til Temir kentinde çıkan silahlı çatışmada öldürülen MLKP terör örgütü üyesi İ.H.yi anmak amacıyla MLKP terör örgütünün kendi güdümünde yayın yapan internet sitesinden 8/3/2015 tarihinde yayımlanan "MLKP'li İ.H. İstanbul'da anılacak" şeklinde çağrısı ve talimatı doğrultusunda 8/3/2015 tarihinde İstanbul'un Kadıköy ilçesi HDP Kadıköy ilçe örgütü binası önünde bir etkinlik düzenlenmiştir. Söz konusu etkinlik sırasında "yaşasın rojava kadın devrimimiz", "avaşin yoldaş yaşıyor komünistler savaşıyor", "H. ölümsüzdür", "yaşasın YPJ yaşasın MLKP" şeklinde sloganlar atılmış; "Rojava kadın devrimidir savunacağız. enternasyonalist devrimci H. (Avaşin Tekoşin Güneş) ölümsüzdür" yazılı pankartlar ve öldürülen örgüt mensubunun fotoğrafının üzerinde bulunduğu dövizler açılmıştır. Etkinlik sonrasında MLKP terör örgütü güdümündeki internet sitesinden "Kadınlar H.ye söz verdi" şeklinde paylaşımda bulunulmuştur. Başvurucunun da söz konusu etkinliğe katılan grubun içinde yer aldığı, elinde bahse konu dövizler bulunduğu ve onlarla birlikte hareket ettiği iddia edilmiştir.iii. MLKP terör örgütünün üyesi S.B.nin Suriye'de çıkan çatışmada öldürülmesi nedeniyle anma etkinliklerinin düzenlenmesine ilişkin 20/12/2014 tarihinde örgütün güdümündeki internet sitesinden yapılan çağrı üzerine aynı tarihte Tunceli'de bir etkinlik düzenlenmiştir. Söz konusu etkinlik sırasında içlerinde yüzü kapalı kişilerin de bulunduğu grup tarafından "Komutan Sarya yaşıyor, MLKP savaşıyor", "Çelikten irade, granitten disiplin, zaferden ölüme yaşasın MLKP", "S.B. Ölümsüzdür" ve "Biji berxwedane Kobanê (yaşasın kobani direnişi)" şeklinde sloganlar atılmış; "Kobanê kadın devrimidir, savunacağız" ve "Rojava devrimini ölümüne savunacağız, S.B. ölümsüzdür" yazılı pankartlar, örgütü simgeleyen bayraklar ve öldürülen örgüt mensubunun fotoğrafının üzerinde bulunduğu dövizler açılmıştır. Ayrıca öldürülen örgüt mensupları için saygı duruşunda da bulunulmuştur. Başvurucunun da söz konusu etkinliğe katılan grubun içinde yer aldığı ve onlarla birlikte hareket ettiği iddia edilmiştir.iv. Kolluk kuvvetleri ile aralarında çıkan silahlı çatışmada öldürülen MLKP terör örgütü üyeleri Ş.Ö. ve Y.E.nin cenaze törenlerini düzenlemek amacıyla MLKP terör örgütünün kendi güdümünde yayın yapan internet sitesinden 22/12/2015 tarihinde yayımlanan "E. ve Ö. yarın Gazi Mahallesi'nden uğurlanacak" şeklindeki çağrısı ve talimatı doğrultusunda 22/12/2015 tarihinde İstanbul'da yaklaşık 000 kişinin katıldığı bir etkinlik düzenlenmiştir. Söz konusu etkinlik sırasında, öldürülen örgüt üyelerinin tabutlarının üzerine örgütü simgeleyen bayrak örtülmüş, cenazeleri Adli Tıp Kurumundan alınıp mezarlığa götürülürken "yaşasın partimiz MLKP, bedel ödedik bedel ödeteceğiz, katil devlet hesap verecek, komünist devrimciler ölümsüzdür, şehit namırın” şeklinde sloganlar atılmış, öldürülen örgüt mensupları Ş.Ö ve Y.E.nin fotoğrafları ile "Ş.Ö. ölümsüzdür", "Y.E. ölümsüzdür", "devrim şehitleri ölümsüzdür" yazılı pankartlar ve örgütü simgeleyen bayraklar açılmıştır. Yürüyüş esnasında grup içinden yüzleri kapalı, uzun namlulu silah taşıyan yaklaşık 15-20 kişi tarafından "kadın devriminin cüretkar savaşçıları yolunuz yolumuzdur, kavgamızın rehberi komünist kadınların dirilişi" yazılı pankartlar açılmış; cenazelerin defnedilmesinin ardından havaya ateş edilmiştir. Etkinlik sonrasında MLKP terör örgütü güdümündeki internet sitesinden "kadınlar devrim sözüyle E. ve Ö.yü yıldızlara uğurladı" şeklinde paylaşımda bulunulmuştur. Başvurucunun da söz konusu etkinliğe katılan grubun içinde yer aldığı ve onlarla birlikte hareket ettiği iddia edilmiştir.v. MLKP terör örgütü üyeleri olan ve 22/8/2016 tarihinde Tunceli ili Ovacık ilçesinde çıkan silahlı çatışmada öldürülen G. ile Ü.Y.nin 26/8/2016 tarihinde düzenlenen cenaze törenine katılan grubun içinde başvurucunun da yer aldığı ve onlarla birlikte hareket ettiği iddia edilmiştir. Cenaze töreni sonrasında MLKP terör örgütü güdümündeki internet sitesinden aynı tarihte "Dersim şehitleri uğurlandı. Bayraklarını asla yere düşürmeyeceğiz." şeklinde paylaşımda bulunulduğu belirtilmiştir.vi. MLKP terör örgütü üyesi olan ve Suriye’nin Minbiç kentinde çıkan çatışmada öldürülen S.Ç.nin 27/6/2016 tarihinde düzenlenen cenaze törenine katılan "dan S.ye yürüyoruz zafere" yazılı pankart açan grubun içinde başvurucunun da yer aldığı ve onlarla birlikte hareket ettiği iddia edilmiştir. Cenaze töreni sonrasında MLKP terör örgütü güdümündeki internet sitesinden aynı tarihte "dan S.ye yürüyoruz zafere" şeklinde paylaşımda bulunulduğu belirtilmiştir.vii. Başvurucunun, Facebook isimli sosyal paylaşım sitesinde bulunan kişisel hesabında 8/3/2015 tarihinde MLKP terör örgütünü simgeleyen bayrağı elinde tutan bir örgüt üyesinin, 15/3/2015 tarihinde H. isimli öldürülen örgüt üyesinin, 20/12/2014 tarihinde S.B. isimli öldürülen örgüt üyesinin, 10/12/2014 tarihinde Y.S. isimli öldürülen örgüt üyesinin fotoğrafları ile 1/9/2017 tarihinde H.A. isimli öldürülen örgüt üyesinin anma ve taziye haberini paylaşarak terör örgütü propagandası yaptığı iddia edilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 19/3/2018 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E. 2018/89 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 5/10/2018 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucuların tahliyesine karar vermiş; başvurucular aynı gün serbest bırakılmıştır. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Şerzan Sümer, B. No: 2018/16001, 9/7/2020, §§ 26- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/2014 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza davasında sanığın hazır bulunma talebinin reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, infaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokma suçundan yargılanmıştır. Akhisar Asliye Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülen yargılamanın duruşması iki celsede tamamlanmıştır. Yargılamada 2/10/2019 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda duruşmanın 16/1/2020 tarihinde yapılmasına ve başvurucunun duruşma tarihinde Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla hazır edilmesine karar verilmiştir. Mahkeme, duruşmanın SEGBİS yoluyla yapılacağı hususunu da içeren Tensip Tutanağı'nı başvurucuya bulunduğu ceza infaz kurumu aracılığı ile 3/10/2019 tarihinde tebliğ etmiştir. Başvurucu, yargılamanın 16/1/2020 tarihli ilk celsesinde SEGBİS'le bağlantı sağlanamaması nedeniyle hazır edilememiştir. Mahkeme, bir sonraki celsede başvurucunun duruşmada SEGBİS aracılığıyla hazır edilmesine, duruşmaya ara vererek sonraki celsenin 10/3/2020 tarihinde yapılmasına karar vermiştir. Başvurucu, duruşmanın 10/3/2020 tarihli ikinci celsesine tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumundan SEGBİS aracılığıyla katılmıştır. Söz konusu celseye SEGBİS aracılığı ile katılan başvurucunun SEGBİS bağlantısında sorun yaşamadığı, tüm bu süreçte duruşmalara bizzat katılmayı talep etmediği anlaşılmıştır. Mahkeme, başvurucunun infaz kurumuna yasak eşya sokma suçundan 000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, istinaf dilekçesinde diğerlerinin yanı sıra duruşmalara bizzat katılamaması nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığını belirterek hükmün bozulmasını talep etmiştir. Hüküm, kanun yolu denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Komisyon, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Birinci Bölüm başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/38783 | Başvuru, ceza davasında sanığın hazır bulunma talebinin reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, iştirak ettiği hizmet alımı ihalesine ilişkin olarak yaptığı itirazen şikâyet başvurusunun reddedilmesine ilişkin Kamu İhale Kurulu kararının iptali istemiyle açtığı davada Anayasa’nın maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 16/5/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 24/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun iştirak ettiği Devlet Su İşleri (DSİ) Bölge Müdürlüğü tarafından 15/9/2009 tarihinde açık ihale usulü ile yapılan "Sakarya Merkez Aşırlar Göleti Proje Yapımı" ihalesi başka şirkete verilmiştir. Başvurucunun ihalenin sonucuna karşı yaptığı 2/10/2009 tarihli şikayet başvurusu DSİ Bölge Müdürlüğünün 9/10/2009 tarih ve 93974 sayılı işlemi ile reddedilmiş, bu işlem başvurucuya 15/10/2009 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 26/10/2009 tarihinde Kamu İhale Kurumu’na (KİK) itirazen şikayet başvurusunda bulunmuştur. Başvurucu dilekçesinde, ihalenin aşırı düşük teklif tespiti ve sorgulaması yapılmadan başka bir şirkete verildiğini, bu sorgulama yapılsaydı ihale üzerinde kalan şirketin teklifinin değerlendirme dışı bırakılacağını ve ekonomik açından en avantajlı teklifi vermesi nedeniyle ihalenin kendi üzerinde kalacağını ileri sürmüştür. KİK yaptığı ön incelemede, itirazen şikayet başvurusu dilekçesine başvuru bedelinin yatırıldığına dair banka dekontunun eklenmediğini tespit etmiş ve bu eksikliğin itirazen şikayet başvuru süresinin bitim tarihi olan 26/10/2009 tarihine kadar tamamlatılması gerektiğini Kamu Satınalma Platformunda ilan etmiştir. Başvurucunun belirtilen eksikliği 26/10/2009 tarihi mesai bitimine kadar tamamlamaması üzerine Kamu İhale Kurulu 2/11/2009 tarih ve 2009/UH.I-2688 sayılı kararı ile başvurucunun yaptığı itirazen şikayet başvurusunu reddetmiştir. Başvurucu anılan kararın iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde dava açmış, Mahkeme 27/1/2010 tarih ve E.2009/1604 sayılı kararı ile yürütmenin durdurulması talebini reddetmiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz da Ankara Bölge İdare Mahkemesinin 4/3/2010 tarih ve İtiraz No:2010/909 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Daha sonra Ankara İdare Mahkemesi 8/12/2010 tarih ve E.2009/1604, K.2010/1654 sayılı kararı ile davayı reddetmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:“Dosyanın incelenmesinden, DSİ Bölge Müdürlüğü tarafından 2009 tarihinde Açık İhale Usulü ile yapılan 2009/114061 İhale Kayıt Numaralı "Sakarya Merkez Aşırlar Göleti Proje Yapımı" ihalesine ilişkin olarak, davacı şirket tarafından 2009 tarihinde idareye şikayet başvurusunda bulunulduğu, idarenin başvurunun uygun bulunmadığına dair kararının davacıya 2009 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine 10 günlük itirazen şikayet başvuru süresinin son günü olan 2009 tarihinde davalı idareye itirazen şikayet başvurusunda bulunulduğu, idarece yapılan ön inceleme neticesinde, davacı tarafından başvuru dilekçesine başvuru bedelinin Kurum hesaplarına yatırıldığına dair banka dekontunun eklenmediği, söz konusu eksikliğin davalı idare internet sitesinde yer alan Kamu Satınalma Platformunda belirtildiği, buna karşın eksikliğin 10 (on) günlük itirazen şikayet başvurusu süresinin dolduğu tarih olan 2009 tarihi mesai bitimine kadar tamamlanmadığı gerekçesiyle, dava konusu 2009 tarih ve 2009/UH.I-2688 sayılı Kamu İhale Kurulu kararı ile 4734 sayılı Kanunun maddesinin fıkrasının (c) bendi uyarınca "Başvurunun reddine" karar verilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmıştır. Yukarıda hükümlerine yer verilen mevzuat uyarınca, danışmanlık hizmeti alımı ihaleleri için yapılacak olan itirazın şikayet başvurularında da başvuru bedelinin yatırılması zorunlu olup, davacının bu bedeli yatırmaması nedeniyle başvurusunun reddi yolunda tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.” Karar, başvurucu temsilcisinin gösterdiği adresin kapalı olması nedeniyle muhtarlığa bırakılmış ve ihbarname adresin kapısına 20/4/2011 tarihinde yapıştırılmıştır. Başvurucu 6/6/2011 tarihinde kararı temyiz etmiş ve temyiz dilekçesinde 27/5/2011 tarihinde kararı öğrendiğini belirtmiştir. Danıştay Onüçüncü Dairesi 26/9/2011 tarih ve E.2011/2857, K.2011/4052 sayılı kararı ile temyiz istemini süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Dairenin gerekçesi şöyledir:“Dosyanın incelenmesinden; temyizen incelenerek bozulması istenen mahkeme kararının davacı şirkete 2011 tarihinde tebliğ edildiği, bu karara karşı en geç 2011 tarihine kadar temyiz isteminde bulunulması gerekirken, davacı şirket tarafından 2011 tarihinde Ankara İdare Mahkemesi kaydına giren dilekçe ile temyiz isteminde bulunulduğu anlaşıldığından, temyiz isteminin süre aşımı nedeniyle incelenme olanağı bulunmamaktadır.” Bu karara karşı yapılan karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 18/2/2013 tarih ve E. 2012/557, K. 2013/368 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 6/5/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, 16/5/2013 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. B. İlgili Hukuk 4/1/2002 tarih ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun “İhalelere yönelik başvurular” kenar başlıklı maddesinin yedinci ve devam eden fıkraları şöyledir:“İtirazen şikayet dilekçelerine, başvuruda bulunmaya yetkili olunduğuna dair belgeler ile imza sirkülerinin aslı veya yetkili mercilerce onaylı örneklerinin, varsa şikayete idarece verilen cevabın bir örneği ile başvuru bedeli ve teminatının Kurum hesaplarına yatırıldığına dair belgenin eklenmesi zorunludur.Aynı kişi tarafından birden fazla ihaleye, birden fazla kişi tarafından ise aynı ihaleye tek dilekçe ile başvuruda bulunulamaz.Belirtilen hususlara aykırılık içeren ve henüz başvuru süresi dolmamış olan başvurulardaki eksiklikler, idare veya Kurumun bildirim yapma zorunluluğu bulunmaksızın, başvuru süresinin sonuna kadar başvuru sahibi tarafından giderilebilir.Başvuruların ihaleyi yapan idare veya Kurum dışındaki idari mercilere ya da yargı mercilerine yapılması ve başvuru dilekçelerinin bu merciler tarafından ilgisine göre idareye veya Kuruma gönderilmesi hâlinde, dilekçelerin idare veya Kurum kayıtlarına girdiği tarih, başvuru tarihi olarak kabul edilir.Başvurular üzerine ihaleyi yapan idare veya Kurum tarafından gerekçeli olarak;a) İhale sürecinin devam etmesine engel oluşturacak ve düzeltici işlemle giderilemeyecek hukuka aykırılığın tespit edilmesi halinde ihalenin iptaline,b) İdare tarafından düzeltme yapılması yoluyla giderilebilecek ve ihale sürecinin kesintiye uğratılmasına gerek bulunmayan durumlarda, düzeltici işlem belirlenmesine,c) Başvurunun süre, usul ve şekil kurallarına uygun olmaması, usulüne uygun olarak sözleşme imzalanmış olması veya şikayete konu işlemlerde hukuka aykırılığın tespit edilememesi veya itirazen şikayet başvurusuna konu hususun Kurumun görev alanında bulunmaması hallerinde başvurunun reddine,karar verilir.” 11/2/1959 tarih ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun “Tebliğ imkansızlığı ve tebellüğden imtina” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Kendisine tebligat yapılacak kimse veya yukarıdaki maddeler mucibince tebligat yapılabilecek kimselerden hiçbiri gösterilen adreste bulunmaz veya tebellüğden imtina ederse, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir ve memurlarına imza mukabilinde teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırmakla beraber, adreste bulunmama halinde tebliğ olunacak şahsa keyfiyetin haber verilmesini de mümkün oldukça en yakın komşularından birine, varsa yönetici veya kapıcıya da bildirilir. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır. Gösterilen adres muhatabın adres kayıt sistemindeki adresi olup, muhatap o adreste hiç oturmamış veya o adresten sürekli olarak ayrılmış olsa dahi, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza karşılığında teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırır. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır.Muhtar, ihtiyar heyeti azaları, zabıta amir ve memurları yukarıdaki fıkralar uyarınca kendilerine teslim edilen evrakı kabule mecburdurlar.” 6/1/1981 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Temyiz dilekçesi” kenar başlıklı maddesinin (6) ve (7) numaralı fıkraları şöyledir:“Temyiz dilekçesi verilirken gerekli harç ve giderlerin tamamının ödenmemiş olması halinde kararı veren; mahkeme veya Danıştay daire başkanı tarafından verilecek onbeş günlük süre içerisinde tamamlanması, aksi halde temyizden vazgeçilmiş sayılacağı hususu temyiz edene yazılı olarak bildirilir. Verilen süre içinde harç ve giderler tamamlanmadığı takdirde, mahkeme, ilk derece mahkemesi olarak davaya bakan Danıştay dairesi, kararın temyiz edilmemiş sayılmasına karar verir. Temyizin kanuni süre geçtikten sonra yapılması halinde de kararı veren mahkeme, ilk derece mahkemesi olarak davaya bakan Danıştay dairesi, temyiz isteminin reddine karar verir. Mahkemenin veya Danıştay dairesinin bu kararları ile bu maddenin 2 nci fıkrasında belirtilen temyiz isteminde bulunulmamış sayılmasına ilişkin kararlarına karşı, tebliğ tarihini izleyen günden itibaren yedi gün içinde temyiz yoluna başvurulabilir.Temyiz dilekçesi verilirken gerekli harç ve giderlerin ödenmemiş olduğu, dilekçenin 3 üncü madde esaslarına göre düzenlenmediği ve temyizin kanuni süre geçtikten sonra yapıldığı hususlarının dosyanın gönderildiği Danıştayın ilgili dairesi ve kurulunca saptanması hallerinde de 2 ve 6 ncı fıkralarda sözü edilen kararlar daire ve kurulca verilir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3449 | Başvurucu, iştirak ettiği hizmet alımı ihalesine ilişkin olarak yaptığı itirazen şikâyet başvurusunun reddedilmesine ilişkin Kamu İhale Kurulu kararının iptali istemiyle açtığı davada Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, zorunlu askerlik görevi sırasında vefat nedeniyle açılan tam yargı davasının Askeri Yüksek İdare Mahkemesince süre aşımı yönünden reddedilmesi nedeniyle adil yargılama hakkının ihlal edildiğini iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Mehmet ve Özgül Menendiz'in oğlu, Yeliz Güvenç'in kardeşi olan Duran Aykut Menendiz, Ankara ilinde askerlik görevini yapmakta iken 21/1/2012 tarihinde çarşı izni dönüşü akşam içtimasında bayılarak düşmüş; bunun üzerine Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Acil Polikliniğine sevk edilmiştir. GATA'da yapılan muayenede ''spontan solunum ve dolaşım yok, bilateral pupilleri fix-dilate'' tanısı belirtilerek hakkında ölüm raporu tanzim edilmiştir. Aynı hastanenin 6/2/2012 tarihli toksikoloji analiz raporuna göre müteveffanın mesane yıkama solüsyonunda esrar ve alkol metapoliti tespit edilmiş, İstanbul Adli Tıp Kurumunun 6/6/2012 tarihli raporunda da kesin ölüm nedeni ''esrar ve alkol almış kişinin ölümünün zehirlenme sonucu meydana geldiği" şeklinde mütalaa edilmiştir. Askerî Savcılık tarafından olay hakkında yapılan soruşturma sonucunda da ''Müteveffanın 2012 günü er Y.Ö. ile birlikte çarşı iznine çıktığı, daha sonra Ulus'a giderek kahvaltı yaptıkları, kahvaltıdan sonra müteveffanın 5 gr civarında bir esrar maddesini bir sokak satıcısından temin ederek sigaraya sararak içtiği, aynı gün öğleden sonra müteveffanın 2 şişe bira içtiği, akşam üstüne doğru minibüse binerek fotoğraf makinesi kiraladıkları fotoğrafçıya gittikleri, müteveffanın minibüste giderken başını öndeki koltuğa yasladığı, arkadaşı Y.nin müteveffanın yüzünün solduğunu fark ederek bir şeyi olup olmadığını sorduğu, müteveffanın "yok" şeklinde cevap verdiği, fotoğrafçıdan çıktıktan sonra müteveffanın biraz yürüyüş yapmak istediği "açılırım" dediği, biraz parkta oturdukları, ardından kışlaya döndükleri, bu sırada müteveffanın arkadaşı Y.ye üşüdüğünü söylediği, ara sıra titrediği, müteveffanın kışlaya saat 40 civarında giriş yaptığı, alkollü olmaları ihtimaline karşı girişte de tutanak tutulduğu, müteveffanın ve arkadaşı Y.nin daha sonra akşam içtimasına çıktıkları, içtimada çömelme vaziyetinde beklerken saat 15 civarında müteveffanın bayılarak yere düştüğü, ... durumun hemen nöbetçi amire iletildiği, ...40'ta Mamak'ta bulunan kışlaya intikal ederek burada bulunan revirde sıhhıye astsubayı tarafından yapılan kontrolde nabız alınamayarak saat 52'de Mamak'ta bulunan kışladan ambulansla GATA'ya gönderildiği, saat 05'te de GATA acil polikliniğine getirildiği, burada yapılan muayenesinde ... ölüm raporu tanzim edildiği ...İstanbul Adli Tıp Kurumu 1'inci İhtisas Kurulunun ... kararına göre müteveffanın otopsisinde tespit edilen makroskobik ve mikroskobik bulgular birlikte değerlendirildiğinde esrar ve alkol almış kişinin ölümünün zehirlenme sonucu meydana geldiği, ...müteveffanınölümüyle ilgili olarak kusur atfedilecek bir personelin bulunmadığı, İstanbul Adli Tıp Kurumu 1'inci İhtisas Kurulunun 12/12/2012/4778 gün ve sayılı kararına göre de, GATA ve revirde gerekli müdahalenin zamanında yapıldığı, kusurlu sağlık personeli bulunmadığının anlaşıldığı'' belirtilerek 28/1/2013 tarihli ve E.2013/144, K.2013/7 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Bu karara yapılan itiraz da Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesinin 20/2/2013 tarihli ve 2013/82 İd. ve 2013/57 Müt. sayılı kararıyla reddedilmiş, söz konusu karar 4/3/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 20/2/2013 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına başvurup hem hizmet kusuru hem de kusursuz sorumluluk ilkelerine göre maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır. Başvurucular idari müracaatlarında özellikle yakınlarının uyuşturucu kullandığının idarece bilindiği ancak tedbir alınmadığı, kışlaya girerken alkollü olduğu bilindiği hâlde revire sevk edilmediği ve hastaneye sevk sırasında uygun araç bulunması noktasında gecikmeler olduğu hususlarına dikkat çekmişlerdir. İdarece tazminat istemi zımnen reddedilmiş, bunun üzerine dava açılmıştır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) İkinci Dairesi 11/9/2013 tarihli ve E.2013/1094, K.2013/1024 sayılı kararıyla başvurucuların; müteveffanın ölümü ile oluşan zararlarından ölüm tarihi itibarıyla haberdar olduklarından bu tarihten itibaren bir yıl içerisinde idareye başvurarak dava açmaları gerektiği, olayda ise bu bir yıllık süreden sonra idari başvuru yapıldığı gerekçesiyle davayı süre aşımı nedeniyle oyçokluğuyla reddetmiştir. Gerekçesi şöyledir:"Davacıların yakınlarının 2012 tarihinde ölümü ile oluşan zararlarından haberdar oldukları ve bu tarihten itibaren bir yıllık süre içerisinde (2013 tarihinde mesai bitimine kadar) davalı idareye başvurarak oluşan zararlarının tazmin edilmesini istemeleri gerektiği, ancak anılan tarihten sonra 2013 tarihinde zorunlu idari müracaatta bulunarak tazminat talep ettiği anlaşılmakla, işbu davada bu yönüyle süre aşımı bulunduğu ve bu nedenle 2013 tarihinde AYIMde açılan işbu davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır. " Karşıoyda ise şöyle ifade edilmiştir:"Somut olayda ... K.Y.O. kararının 2013 tarihinde kesinleştiği ve 2013 tarihinde davacılara tebliğ edildiği anlaşılmakla, zararın nedenleriyle birlikte bu tarih itibariyle öğrenildiğinin kabul edilmesi gerektiği düşünülmektedir. Zira başlangıçta ölüm olayı ile zarar öğrenilmiş ise de, zararın nedenin yani, idariliğinin de öğrenilmesi gerektiği, bunun idarenin hizmet kusuruna dayandırılması veya olayda idarenin kusursuz sorumluluğu olup olmadığının ancak Askeri Savcılık soruşturma sonrasında tespit edilebileceği, başka bir ifadeyle bu soruşturma sonucunda zararın (ölüm olayının) idareye yüklenebilecek bir eylemden mi, 3'üncü şahsın bir eyleminden mi, yoksa bunların dışında tamamen ölene atfedilebilecek bir eylemden mi kaynaklandığı sorularına cevap bulunabilecek ve böylece meydana gelen zararın tazmin edilip edilemeyeceği, tazmin edilebilecekse kimden tazmin edileceği hususu da öğrenilmiş olacaktır. Nitekim Askeri Savcılığın soruşturması sonucunda müteveffanın kesin ölüm sebebi tespit edilmiş ve bu olay sebebiyle ceza yargılaması açısından herhangi bir personelin kusuru olmadığı belirtilmiş olmakla birlikte, davacı vekilinin idari anlamda hizmet kusuru olabilecek bazı bilgi ve belgeleri söz konusu soruşturma dosyasından elde ettiği ve bu şekilde davacıların yakınlarının ölüm olayında davalı idarenin bir sorumluluğu olabileceğini öğrendiği değerlendirilmiştir. Açıklanan bu hususlar dikkate alınarak yasada belirtilen 1 yıllık zorunlu idari müracaat süresinin söz konusu soruşturma sonucunun müteveffanın yakınlarına tebliğinden itibaren başlatılması gerektiği kanaatine varılmakla, 2012 tarihindeki ölüm olayı sonrasında 2013 tarihinde tamamlanan ve itirazlar sonucunda 2013 tarihinde kesinleşen askeri savcılığın K.YO. kararının 2013 tarihinde davacılara tebliğ edildiği ve bu suretle 1 yıllık zorunlu idari müracaat süresinin bu tarihten başlatılması gerektiği dikkate alındığında, davacıların 2013 tarihinde davalı idareye ulaşan maddi ve manevi tazminat talepli müracaatlarına idarenin cevap vermeyerek zımnen ret etmesi üzerine 2013 tarihinde açılan işbu davada süre aşımı bulunmadığı ve bu suretle davanın esastan görülmesi gerektiği düşüncesinde olduğumuzdan Sayın Çoğunluğun kararına katılmadık." Başvurucuların karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 26/2/2014 tarihli ve E.2014/339, K.2014/254 sayılı kararıyla oyçokluğuyla reddedilmiş, karar 26/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 16/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Anayasa ve Kanun Hükümleri Anayasa’nın maddesinin son fıkrası şöyledir:“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir." Danıştay İçtihadı Danıştay Onuncu Dairesinin 4/11/2011 tarihli ve E.2008/7182, K.2011/4711 sayılı kararı şöyledir:"Bir eylemin idariliği ve doğurduğu zarar bazı durumlarda eylemin gerçekleşmesiyle, kimi zaman da değişik araştırma ve incelemelerden, hatta ceza davalarından sonra ortaya çıkabilmektedir. Özelikle, kamu görevlilerinin idari tasarrufta bulunurken uyulması zorunlu görülen kurallara uymamaları nedeniyle kendilerine izafe edilebilecek nitelikte olmakla birlikte, resmi yetkilerin kullanımı sırasında gerçekleştiği için idaresinden de ayrılamayan görev kusurlarından doğan zararın tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, zararın, kamu görevlisinin kişisel kusurundan mı, görev kusurundan mı kaynaklandığının ceza muhakemesi sonucunda belirlenmesiyle ortaya çıkabilmektedir. Bu nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin ve doğurduğu zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, dava açma yolunun kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini olumsuz etkileyeceğini belirtmek gerekir. Anılan Yasa hükmünde öngörülen tam yargı davalarının, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik olması sebebiyle davanın açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur." Aynı Dairenin 31/5/2016 tarihli ve E.2016/4241, K.2016/3896 sayılı kararı şöyledir:"2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinde, idari eylemlerden hakları ihlal edilen ilgililerin, idari eylemleri öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve herhalde idari eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği hükme bağlanmıştır. Anılan Kanun hükmünde idareye başvuru için öngörülen en geç beş yıllık sürenin hangi tarihten itibaren başlatılacağı zaman zaman duraksamalara yol açtığından, bu hususun irdelenmesi gerekmektedir.Tam yargı davaları, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle, tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur. İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir davranışı, bir tutumu veya hareketsizliği; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları ifade etmektedir. Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir. Özellikle kamu görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural, usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve biçimde, ancak yine de resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu yoksa görev kusuru sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir. Bu itibarla, 2577 sayılı Kanun'un 13'üncü maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürenin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme/AİHS) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir...” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında ifade edilen hakkın kurucu unsurlarından birinin mahkemeye erişim hakkı olduğunu belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36). Mahkemeye erişim hakkı, Sözleşme'nin maddesinde yerini bulan güvencelerin doğal bir parçası olup (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B. No: 54252/07, 16/6/2009, § 52) bu kapsamda (1) numaralı fıkra, herkesin kişisel hakları ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını bir mahkeme veya bir yargı yeri önüne çıkarma hakkını güvence altına alır (Golder/Birleşik Krallık, § 36). Mahkemeye erişim hakkı, niteliği gereği devlet tarafından düzenleme yapılmayı gerektirdiğinden mutlak bir hak olmayıp sınırlamalara tabidir. AİHM'e göre bu hak, Sözleşme'nin tanımlamaksızın kabul ettiği bir hak olduğundan bir hakkın kapsamını belirleyen (çerçevesini çizen) sınırlardan başka sınırlamalara da tabi olabilir. Ancak hiçbir durumda bu sınırlamalar hakkın özünü zedelememelidir (Golder/Birleşik Krallık, § 38). Ayrıca bu sınırlama meşru bir amaç izlemeli ve kullanılan araçlarla gerçekleştirilmek istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi bulunmalıdır, aksi takdirde sınırlama maddenin (1) numaralı fıkrasıyla bağdaşmaz (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78,28/5/1985, § 57). Temyize başvurma, dava açma gibi usul kurallarına ilişkin kanunlarda birtakım süreler öngörülmesi, hukuksal güvenlik ilkesi ve mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan ve eksik olan kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet etmektedir (Stubbings ve digerleri/Birleşik Kralık, B. No: 22083/93, 22/10/1996, § 51). Süre koşulu gibi dava açmaya ilişkin usul koşulları birden fazla yoruma neden olabilecek nitelikte ise mahkemeye erişim hakkı kapsamında o yorumlardan birinin davayı açmak isteyen kişileri engelleyecek şekilde katı bir şekilde kullanılmaması veya söz konusu koşulların katı bir uygulamaya tabi olmaması gerekir (Beles ve diğerleri/Çek Cumhuriyeti, B. No: 47273/99, 12/11/2002, §§ 50, 51). Dava açma hakkını kullanmak yasal birtakım şartlara bağlansa da mahkemelerin usul kurallarını uygularken hem yargılamanın adil olmasına halel getirecek aşırı şekilcilikten hem de yasalar tarafından konulan usul kurallarını ortadan kaldırma sonucunu doğuracak aşırı esneklikten kaçınmaları gerekir (Walchli/Fransa, No. 35787/03, 26/7/2007, § 29). Yapılan düzenlemeler, hukuk güvenliği ilkesi ve adaletin iyi bir şekilde tecelli etmesi amaçlarına hizmet etmediği ve dava açmak isteyen kişinin önünde davasının esasını yetkili ve görevli mahkeme önünde inceletmek bakımından bir engel oluşturduğu durumlarda mahkemeye erişim hakkı ihlâl edilmiş olur (Efstathiou ve diğerleri/Yunanistan, No. 36998/02, 27/7/2006,§ 24). Bir tazminat davasının kusur veya ihmale dayandırıldığı hâllerde, başvurucu söz konusu kusur veya ihmali oluşturan olaydan haberi olduğu ya da haberi olması gerektiği tarihten itibaren dava açma hakkına sahip olmaktadır (Miragall Escolano ve diğerleri/İspanya, No. 38366/97, 38688/97, 40777/98, 40843/98, 41015/98, 41400/98, 41446/98, 41484/98, 41487/98 ve 41509/98, § 37, AİHM 2000-I ve Canete de Goni/İspanya, No. 55782/00, § 40, AİHM 2002-VIII). Bu kapsamda tazminat davasının ileri sürülen bir kusur veya ihmale dayandığı durumlarda, başvurucununyalnızca bu kusur veya ihmalin sonuçlarından haberdar olduğu veya haberdar olması gerektiği andan itibaren yani haklarının ihlal edildiğiyle ilgili belge ya da karardan haberdar olduğu tarihten itibaren dava açma süresi işleyebilecektir (Yeşilkaya/Türkiye (k.k.), B. No: 47157/10, 26/5/2015,§ 39). AİHM; Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye (B.No: 611/12, 17/11/2015) başvurusunda, askerde ölüm olayıyla ilgili yürütülen ceza soruşturmasının takipsizlikle sonuçlanmasının ardından AYİM'de açılan tam yargı davasınınsüre aşımı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin başvuruda başvurucuların mahkemeye erişim hakkının ihlal edilip edilmediği hususunu değerlendirmiştir. Söz konusu olayda başvurucuların oğlu Y., 9/9/2008 tarihinde nöbet kulübesinde el bombasının patlaması sonucu vefat etmiştir. Yapılan soruşturmanın ardından 15/12/2009 tarihinde Askerî Savcılık, ölüm olayının meydana gelmesinde kimsenin kusur ya da kastının bulunmadığı Y.nin el bombasıyla intihar ettiği sonucuna varmıştır. Askerî Savcılığın bu sonuca varmasında olay yeri inceleme raporu, olay yeri krokisi, otopsi raporları ve tanıkların Y.nin ailevi ve maddi çeşitli sıkıntılara bağlı olarak psikolojik sorunlarının olduğuna dair ifadeleri etkili olmuştur. Söz konusu kararın ardından başvurucular 28/8/2010 tarihinde tazminat istemiyle İçişleri Bakanlığına başvuruda bulunmuş, istemin zımnen reddi üzerine 2/11/2010 tarihinde AYİM'de tam yargı davası açmışlardır. AYİM 1602 sayılı Kanun'un maddesinde öngörülen bir yıllık süreyi ölüm tarihinden başlatarak davayı süre aşımı gerekçesiyle reddetmiştir. AYİM kararında, yürütülen soruşturma sonucunda ölüm olayının davacılar yakınının intihar kastıyla el bombasını patlatması şeklinde gerçekleştiği ve bu durumun davacılar tarafından da önceden bilinen ölüm sebebinde herhangi bir değişiklik yapmadığı kanaatine varıldığı da ayrıca belirtilmiştir. AİHM ise davanın temelinde yer alan konunun bir yıllık süre sınırının Y.nin ölüm tarihinden itibaren başlatılması olduğunu belirtmiş, başvuranların oğullarının 9/9/2008 tarihinde hayatını kaybettiğini öğrendiklerini ancak kesin ölüm nedenini bilmediklerini bu bağlamda takipsizlik kararı tebliğ edilinceye kadar söz konusu olayın kaza, cinayet veya intihar olduğunu kesin olarak bilemediklerini ve bu durumun AYİM'e başvuru yapılması için belirleyici bir etkiye sahip olduğunu vurgulamıştır. AİHM, olay tarihinde başvurucuların elinde idarenin kusur veya ihmaliyle ilgili kıstaslar bulunmadığını, kovuşturmaya yer olmadığına dair karardan haberleri olduğu tarihten itibaren tam olarak soruşturma unsurlarına erişebildiklerini ve idarenin olası bir hatası veya ihmalinden haberleri olduğunu, anılan kararın tebliğinin üzerinden bir yıl geçmeden idareye başvuru yapıldığı ve bu koşullarda başvurucuların ihmalkâr davrandıkları ya da hatalı oldukları yönünde suçlanamayacaklarını belirterek AYİM kararının başvuranları mahkemeye erişim haklarından mahrum bıraktığı sonucuna varmıştır (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, §§ 65-73). Öte yandan AİHM, Canan Eyilmez ve diğerleri/Türkiye (B. No:74704/11, 1/7/2014,§§ 24-34) başvurusunda, askerde ölüm olayıyla ilgili kusursuz sorumluluğa dayalı olarak açılan tam yargı davalarında takipsizlik kararından haberdar olmaya ihtiyaç duyulmadığını, dolayısıyla kusursuz sorumluluk esasına göre açılan davalarda bir yıllık dava açma süresinin ölüm tarihinden itibaren başlatılmasının makul olduğunu belirtmiştir. AİHM başvurucuların, yakınlarının zorunlu askerlik hizmetini yerine getirdiği sırada ölümcül kazanın meydana gelmesi nedeniyle idarenin kusursuz sorumluluk ilkesine dayanarak kendilerine tazminat ödemeye mahkûm edilmesi gerektiğini savunduklarına dikkat çekerek idarenin olası kusurundan bilgi sahibi olmaya ihtiyaç duyulmadığını, bu nedenle dava açma süresinin olay tarihinden itibaren başlatılmasının hakkaniyetsizlik olarak ya da kendi özünde başvuranların mahkemeye erişim haklarına zarar verecek nitelikte görülmediği gerekçesiyle başvuruyu kabul edilemez bulmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5235 | Başvuru, zorunlu askerlik görevi sırasında vefat nedeniyle açılan tam yargı davasının Askeri Yüksek İdare Mahkemesince süre aşımı yönünden reddedilmesi nedeniyle adil yargılama hakkının ihlal edildiğini iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının, hukuka aykırı olarak idari gözetim altında tutulma nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Komisyonca tedbir talebinin ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 9/11/2016 tarihinde başvurucunun ülkesine sınır dışı edilmesine ilişkin işlemin geçici olarak (tedbiren) durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve ilgili kurumlardan temin edilen bilgilere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1985 doğumlu bir erkek olup Çin Halk Cumhuriyeti (Çin) vatandaşıdır. Başvurucu, 2003 yılında Türkiye'ye giriş yapmıştır. Başvurucu, 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra çalıştığı okulun olağanüstü hâl kararnamesiyle kapatılması sonrasında işe başlayacağı yeni okul için gerekli evrakları almak amacıyla 3/10/2016 tarihinde Ankara İl Göç İdaresi Müdürlüğüne (Ankara Göç İdaresi) gitmiştir. Başvurucu, Ankara Göç İdaresinde bulunmaktayken polis memurları tarafından gözaltına alınarak emniyet müdürlüğüne götürüldüğünü beyan etmiştir. Başvuru dosyasındaki belgelerden Kavaklıdere Polis Merkezi Amirliğine götürüldüğü anlaşılan başvurucunun tanık olarak ifadesinin alındığı ve beyanlarının Bilgi Alma Tutanağı başlıklı evraka kaydedildiği görülmüştür. Başvurucu hakkında Ankara Valiliğinin 4/10/2016 tarihli kararıyla 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca sınır dışı etme ve idari gözetim altına alma kararları tesis edilmiştir. Başvurucu, 28/10/2016 tarihine kadar Beşevler semtinde bulunan bir kapalı spor salonunda, daha sonrasında İzmir'deki Harmandalı Geri Gönderme Merkezinde (GGM) tutulmaya başlanmıştır. Başvurucu, sınır dışı etme kararının iptali için2/11/2016 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Ayrıca 3/11/2016 tarihinde idari gözetim kararının kaldırılması amacıyla İzmir Sulh Ceza Hâkimliğine (Sulh Ceza Hâkimliği) itiraz etmiştir. İdare Mahkemesi 22/3/2017 tarihli kararıyla sınır dışı etme işleminin iptaline kesin olarak karar vermiştir. Sulh Ceza Hâkimliği 7/11/2016 tarihinde başvurucunun itirazını reddetmiştir. Kesin olarak verilen kararın ilgili kısmı şu şekildedir:"İtiraz eden yabancı hakkında G-82 ( Milli güvenliğimiz aleyhine faaliyetler ) tahdit veri girişi olduğu, 6458 Sayılı Yasanın 54/1-d maddesindeki 'kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlar' hükmü gereği itiraz eden yabancı hakkında İzmir İl Göç İdaresi tarafından sınırdışı kararı alındığı, aynı kanunun 57/2'inci maddesindeki 'hakkında sınırdışı kararı alınanlardan kaçma ve kaybolma riski bulunan, Türkiye'ye giriş ve çıkış kurallarını ihlal eden ... Kamu düzeni, kamu güvenliği veya kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlar hakkında Valilik tarafından idari gözetim kararı alınır' hükmü nedeniyle hakkında idari gözetim kararı alındığı, hakkında verilen idari gözetim kararının usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından itirazın reddine karar verilmiştir." Verilen karar, başvurucuya 8/11/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvurucu 24/12/2016 tarihinde GGM'den salıverilmiştir. İlgili hukuk için bkz. A.A. ve A.A. [GK], B. No: 2015/3941, 1/3/2017, §§ 28-38); B.T. [GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 19- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/23744 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının, hukuka aykırı olarak idari gözetim altında tutulma nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/36476 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; suç oluşturmayan bir eylemden dolayı cezalandırılma nedeniyle suçta ve cezada kanunilik ilkesinin, hukuka aykırı şekilde elde edilen delillerin mahkûmiyete esas alınması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, yargılamanın Yüce Divanda yapılmaması nedeniyle kanuni hâkim güvencesinin, daha önce kovuşturmaya yer olmadığına karar verilen eylemle ilgili yeniden yargılama yapılması nedeniyle aynı fiilden dolayı birden fazla yargılanmama veya cezalandırılmama ilkesinin, bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkının, kararlarda yeterli gerekçe bulunmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, delil toplanması ve incelenmesi taleplerinin kabul edilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ile adil yargılanma hakkının diğer bazı güvencelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/7/2021 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Başvuruya Konu Olaylara İlişkin Arka Plan Bilgisi 24/12/1995 tarihinde yapılan genel seçimlerde Refah Partisi (RP) birinci parti olmuş ve 550 sandalyeli Türkiye Büyük Millet Meclisinde (TBMM/Meclis) 158 milletvekili ile temsile hak kazanmıştır. Mecliste beş farklı parti temsile yetkili olmuş ve sonuçlar bir koalisyon hükûmetini zorunlu kılmıştır. Cumhurbaşkanı tarafından verilen hükûmeti kurma görevi Mecliste birinci ve ikinci büyük çoğunluğa sahip olan partilerin genel başkanlarınca yerine getirilemeyince üçüncü büyük çoğunluğa sahip olan partinin genel başkanı bir koalisyon ile Türkiye Hükûmetini kurmuş ancak Anayasa Mahkemesi 14/5/1996 tarihli kararıyla Bakanlar Kurulunun güvenoyu alması için yeterli sayıya ulaşılamadığı gerekçesiyle güven oylamasının iptaline karar vermiştir (AYM, E.1996/19, K.1996/13, 14/5/1996). Başbakan'ın iptal kararının sonucunu beklemeden istifa etmesi üzerine Cumhurbaşkanı, hükûmeti kurma görevini bir kez daha RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan'a vermiştir. 28/6/1996 tarihinde Türkiye Hükûmeti (Refahyol Hükûmeti) kurulmuştur. Hükûmet, TBMM'deki 8/7/1996 tarihli güven oylamasında yeterli oyu almış ve Necmettin Erbakan başbakan olmuştur. Başbakan'ın yurt dışı gezileri ile RP'li belediyelerin kimi uygulamalarının muhalif siyasi çevrelerde yoğun bir şekilde tartışıldığı sırada 24/12/1996 tarihinde Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı "Türkiye'yi Ortaçağ karanlıklarına sürüklemek isteyenler var." şeklinde bir açıklama yapmıştır. Başta kendilerini Aczimendiler olarak nitelendiren bir grup olmak üzere bazı dinî oluşum ve kişilerin söz ve davranışlarına, ayrıca toplum ve devlet hayatının hızla dinî bir forma büründüğü şeklindeki yorumlara medyada geniş yer verilmiştir. 9/1/1997 tarihinde, Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi Yönetmeliği (Yönetmelik) Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Söz konusu Yönetmelik'te "kriz" ibaresi genel ifadeler kullanılarak tanımlanmış, hangi hareketlerin hangi koşul ve zamanda kriz olarak ele alınacağına ilişkin değerlendirme yetkisi Millî Güvenlik Kurulu (MGK) genel sekreterine bırakılmıştır. Yönetmelik'in maddesinin (a) fıkrasının (3) numaralı bendinde "Krize neden olan olayların özelliğine göre Genelkurmay Başkanlığı, ilgili Bakanlık ve gerekli görülen il ve ilçelerde 'Kriz Merkezleri' kurulmasına ve krizden etkilenen bölgede (muhtemel kriz alanında) merkezden görevlendireceği personel ile 'Bölge Kriz Yönetim Merkezi' teşkiline karar verir." şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiştir. Yönetmelik, genel olarak toplumsal ve siyasal hareketlerin kriz tanımı içine sokulması yoluyla toplumsal hayata ya da siyasal alana müdahalenin ve darbe girişimlerinin önünü açması sebebiyle eleştirilmiştir. 11/1/1997 tarihinde resmî Başbakanlık konutunda bir iftar yemeği tertip edilmiştir. Bu yemeğe Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde çalışan kişilerin yanı sıra bazı dinî grupların liderleri de katılmıştır. Görüntüler basın yayın organlarında "Tarikat Şeyhleri Başbakanlıkta" gibi başlıklarla haberleştirilmiş; Başbakanlık konutundaki iftar yemeği, muhalefet partileri ve Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından davetlileri dikkate alınarak eleştirilmiştir. Yüksek rütbeli subaylar 22/1/1997 tarihinde Gölcük'te toplanarak irtica faaliyetlerini tartışmıştır. Medyada yer alan haber ve yazılarda, Gölcük’te tatbikat nedeniyle bir araya gelen komutanların Başbakanlık konutundaki iftar yemeğini değerlendirdikleri ifade edilmiştir. 31/1/1997 tarihinde Sincan ilçesinin RP'li Belediye Başkanı tarafından "Kudüs Gecesi" adlı bir organizasyon düzenlenmiştir. Organizasyonun gerçekleştirildiği Sincan Belediyesine ait salonda sahne arkasına Hamas ve Hizbullahın (Lübnan) liderleri ile önde gelen isimlerinin posterleri asılmıştır. Gecede Filistinliler adına temsilî bir oyun düzenlenip İsrail askerlerine karşı başlatılan intifada (direniş) mücadelesi canlandırılmıştır. Geceye davetli olarak katılan Sincan Belediye Başkanı ve İran Büyükelçisi'nin konuşmaları basın yayın organlarında geniş yer bulmuştur. Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Başsavcılığı ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı basında yer alan haberleri ihbar kabul ederek Sincan Belediye Başkanı ve geceyi düzenleyenler hakkında soruşturma başlatmıştır. Sincan Belediye Başkanı başlatılan soruşturma kapsamında tutuklanmış, İran Büyükelçisi ise ülkeden ayrılmıştır. 4/2/1997 tarihinde on beş tank ve yirmi kariyer (polis veya asker taşıma aracı) Sincan ilçe merkezinden geçerek Yenikent Akıncı Ana Jet Üssü’nün tatbikat alanına doğru hareket etmiş, iki tank ise arızalandığı gerekçesiyle Sincan meydanında kalmıştır. Tankların yürüyüşü kamuoyunda "Darbe oluyor." söylentilerine neden olmuştur. Genelkurmay Başkanlığı tankların geçişinin icra edilen bir tatbikat sebebiyle olduğunu kamuoyu ile paylaşmıştır. Tankların geçişinden birkaç saat sonra Sincan Belediye Başkanı, İçişleri Bakanı tarafından görevden uzaklaştırılmıştır. Anılan tarihte Türkiye-Amerika Konseyi Balosu'na katılmak için Washington’da bulunan Genelkurmay İkinci Başkanı Ç.B.nin Sincan'dan geçen tanklarla ilgili yaptığı açıklamada gazetecilere "Demokrasiye balans ayarı yaptık." dediğine dair haberler medyada yer almıştır.23/2/1997 tarihinde açıklamalarda bulunan Deniz Kuvvetleri Komutanı G.E. "İrtica, PKK'dan daha tehlikeli, aşırı dinci akımlar Türkiye'nin birinci sorunu haline geldi." demiştir. 28/2/1997 tarihinde MGK irticayla mücadele gündemiyle toplanmıştır. Saat 10'da başlayan toplantı, saat 55'te sona ermiştir. 28 Şubat MGK toplantısında alınan karar, Kurulun Genel Sekreterliği tarafından yapılan basın bildirisinin ekinde basın yayın organlarıyla paylaşılmıştır. Buna göre MGK'nın on sekiz maddeden oluşan 28 Şubat 1997 tarihli ve 406 sayılı kararı şu şekildedir: "1- Anayasamızda cumhuriyetin temel nitelikleri arasında yer alan ve yine anayasanın 4'üncü maddesi ile teminat altına alınan laiklik ilkesi büyük bir titizlik ve hassasiyetle korunmalı, bunun korunması için mevcut yasalar hiçbir ayrım gözetmeksizin uygulanmalı, mevcut yasalar uygulamada yetersiz görülüyorsa yeni düzenlemeler yapılmalıdır.2- Tarikatlarla bağlantılı özel yurt, vakıf ve okullar, devletin yetkili organlarınca denetim altına alınarak Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereği Milli Eğitim Bakanlığı'na devri sağlanmalıdır.3- Genç nesillerin körpe dimağlarının öncelikle cumhuriyet, Atatürk, vatan ve millet sevgisi, Türk milletini çağdaş uygarlık düzeyine çıkarma ülkü ve amacı doğrultusunda bilinçlendirilmesi ve çeşitli mihrakların etkisinden korunması bakımından:a- 8 yıllık kesintisiz eğitim, tüm yurtta uygulamaya konulmalı,b- Temel eğitimi almış çocukların, ailelerinin isteğine bağlı olarak, devam edebileceği Kuran kurslarının Milli Eğitim Bakanlığı sorumluluğu ve kontrolünde faaliyet göstermeleri için gerekli idari ve yasal düzenlemeler yapılmalıdır.4- Cumhuriyet rejimine ve Atatürk ilke ve inkılaplarına sadık, aydın din adamları yetiştirmekle yükümlü, milli eğitim kuruluşlarımız, Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun özüne uygun ihtiyaç düzeyinde tutulmalıdır.5- Yurdun çeşitli yerlerinde yapılan dinî tesisler belli çevrelere mesaj vermek amacıyla gündemde tutularak siyasi istismar konusu yapılmamalı, bu tesislere ihtiyaç varsa, bunlar Diyanet İşleri Başkanlığı'nca incelenerek mahalli yönetimler ve ilgili makamlar arasında koordine edilerek gerçekleştirilmelidir.6- Mevcudiyetleri 677 sayılı yasa ile men edilmiş tarikatların ve bu kanunda belirtilen tüm unsurların faaliyetlerine son verilmeli, toplumun demokratik, siyasi ve sosyal hukuk düzeninin zedelenmesi önlenmelidir.7- İrticai faaliyetleri nedeniyle Yüksek Askeri Şura kararları ile Türk Silahlı Kuvvetleri'nden (TSK) ilişkileri kesilen personel konusu istismar edilerek TSK'yi dine karşıymış gibi göstermeye çalışan bazı medya gruplarının silahlı kuvvetler ve mensupları aleyhindeki yayınları kontrol altına alınmalıdır.8- İrticai faaliyetleri, disiplinsizlikleri veya yasadışı örgütlerle irtibatları nedeniyle TSK'dan ilişkileri kesilen personelin diğer kamu kurum ve kuruluşlarında istihdamı ile teşvik unsuruna imkan verilmemelidir.9- TSK'ya aşırı dinci kesimden sızmaları önlemek için mevcut mevzuat çerçevesinde alınan tedbirler; diğer kamu kurum ve kuruluşları, özellikle üniversite ve diğer eğitim kurumları ile bürokrasinin her kademesinde ve yargı kuruluşlarında da uygulanmalıdır....11- Aşırı dinci kesimin Türkiye'de mezhep ayrılıklarını körüklemek suretiyle toplumda kutuplaşmalara neden olacak ve dolayısıyla milletimizin düşmanca kamplara ayrılmasına yol açacak çok tehlikeli faaliyetler yasal ve idari yollarla mutlaka önlenmelidir.12- T. Anayasası, Siyasi Partiler Yasası, Türk Ceza Yasası ve bilhassa Belediyeler Yasası'na aykırı olarak sergilenen olayların sorumluları hakkında gerekli yasal ve idari işlemler kısa zamanda sonuçlandırılmalı ve bu tür olayların tekrarlanmaması için her kademede kesin önlemler alınmalıdır.13- Kıyafetle ilgili kanuna aykırı olarak ortaya çıkan ve Türkiye'yi çağdışı bir görünüme yöneltecek uygulamalara mani olunmalı, bu konudaki kanun ve Anayasa Mahkemesi kararları taviz verilmeden öncelikle ve özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında titizlikle uygulanmalıdır.14- Çeşitli nedenlerle verilen, kısa ve uzun namlulu silahlara ait ruhsat işlemleri polis ve jandarma bölgeleri esas alınarak yeniden düzenlenmeli, bu konuda kısıtlamalar getirilmeli, özellikle pompalı tüfeklere olan talep dikkatle değerlendirilmelidir.15- Kurban derilerinin, mali kaynak sağlamayı amaçlayan ve denetimden uzak rejim aleyhtari örgüt ve kuruluşlar tarafından toplanmasına mani olunmalı, kanunla verilmiş yetki dışında kurban derisi toplattırılmamalıdır.16- Özel üniforma giydirilmiş korumalar ve buna neden olan sorumlular hakkında yasal işlemler ivedilikle sonuçlandırılmalı ve bu tür yasadışı uygulamaların ulaşabileceği vahim boyutlar dikkate alınarak, yasa ile öngörülmemiş bütün özel korumalar kaldırılmalıdır.17- Ülke sorunlarının çözümünü 'Millet kavramı yerine ümmet kavramı' bazında ele alarak sonuçlandırmayı amaçlayan ve bölücü terör örgütüne de aynı bazda yaklaşarak onları cesaretlendiren girişimler yasal ve idari yollardan önlenmelidir.18- Büyük Kurtarıcı Atatürk'e karşı yapılan saygısızlıklar ve Atatürk aleyhine işlenen suçlar hakkındaki 5816 sayılı kanunun istismar edilmesine fırsat verilmemelidir." Ayrıca anılan basın bildirisinde "Açıklanan bu esaslar aksine davranışların, toplumumuzda huzur ve güveni bozarak yeni gerginliklere ve yaptırımlara neden olacağı değerlendirilmiş." şeklinde bir ifadeye yer verilmiştir. Bu ifade, bazı basın yayın organlarında Refahyol Hükûmetine yönelik bir tehdit olarak değerlendirilmiş; Cumhuriyet gazetesi MGK toplantısıyla ilgili haberini "Muhtıra Gibi Tavsiye" manşetiyle vermiştir. Başbakan Erbakan, anılan kararı MGK üyesi sıfatıyla imzalamadan toplantıdan ayrılmıştır. Başbakan'ın kararı imzalamadığı bu süreçte MGK Genel Sekreterliği "Kararlar uygulanmazsa yaptırımlar gelir." şeklinde açıklama yapmıştır. Başbakan, MGK kararını Meclis üyeleri ve diğer siyasi parti temsilcileriyle tartıştıktan sonra 5/3/1997 tarihinde imzalamıştır. Bu dönemde Emniyet İstihbarat Dairesinin askerî makamların yazışmalarına dair bazı belgeleri ele geçirdiği iddia edilmiştir. Söz konusu belgelere göre Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Ç.B.nin emriyle Batı Çalışma Grubu (BÇG) adında bir birim oluşturulmuştur. 16/4/1997 tarihli olan ve bütün askerî birimlere gönderilen ilk belgede laiklik aleyhtarı faaliyetlerin arttığı vurgulanmış; camilerin gözetim altına alınması, camilerdeki laiklik karşıtı eylem ve söylemlerin ivedilikle garnizon komutanlıklarına bildirilmesi istenmiştir. Ç.B. imzasını taşıyan ve bütün askerî birimlere gönderilen 29/4/1997 tarihli ikinci belgede ise her ildeki öğrenci yurtları, özel okullar, dernekler, vakıflar, Kur'an kursları, imam hatip okulları ile bu kurumlara giden gelenlerin sayısının ve kimliklerinin tespit edilmesi istenmiştir. Emniyet İstihbarat Dairesince BÇG belgeleriyle ilgili olarak hazırlanan rapor Hükûmet tarafından Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e iletilmiş, Cumhurbaşkanı ise belgelerin birer nüshasını o dönemde genelkurmay başkanı olarak görev yapan İ.H.K.ya göndermiştir. Genelkurmay Başkanlığı, Türk Silahlı Kuvvetlerine ait belgelerin Deniz Kuvveleri Komutanlığından ne şekilde ve kimler tarafından çıkarıldığını araştırmak ve tespit etmek için soruşturma başlatmıştır.Bu gelişmeden bir müddet sonra başka bir BÇG belgesi basında yer almıştır. Koramiral A.E. imzalı bu belgede her askerî birimden bölgelerindeki valiler, kaymakamlar, belediye başkanları ve daire başkanlarının siyasi görüşleri, biyografileri ile siyasi partilerin il ve ilçe teşkilatı yönetim kadroları, yerel TV ve gazeteler, meslek kuruluşları, yükseköğretim kurumları, sendikalar ve konfederasyonlar hakkında bilgi istenmiştir. Bu gelişme üzerine BÇG belgelerini İçişleri Bakanı'na ileten Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı, askerî savcı tarafından sorgulanmış ve 16/7/1997 tarihinde tutuklanmıştır. 21/5/1997 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, ülkeyi iç savaşa sürüklediğini söyleyerek "laiklik ilkesine aykırı eylemlerin odağı hâline gelmesi" gerekçesiyle RP'nin kapatılması için dava açmıştır. Aynı dönemde Genelkurmay Başkanlığı "irtica brifingleri" adı altında toplantılar organize etmeye başlamıştır. Bu toplantılara basın mensupları, hâkim ve Cumhuriyet savcısı gibi toplumun belirli bir kesimi davet edilmiştir. 11/6/1997 tarihinde Genelkurmay Başkanlığındaki Orbay Salonu'nda, siyasal İslam konusunu ele alan ve radikal şeriatçı grupların devlet biçimini değiştirme isteğine dikkat çeken bir brifing düzenlenmiştir. "İrtica brifingi" adıyla bilinen bu toplantının açış konuşmasını anılan tarihte genelkurmay istihbarat başkanı olarak görev yapan Korgeneral Ç.S. yapmıştır. Açış konuşmasının ardından söz alan Genelkurmay İstihbarata Karşı Koyma Dairesi Başkanı Tümgeneral F.T. sunumu tamamlamıştır. Anılan brifing medyada geniş yer bulmuş; Milliyet gazetesinde "Ordudan son uyarı", Sabah gazetesinde "Muhtıra gibi brifing", Cumhuriyet gazetesinde "Gerekirse silâhla koruruz", Radikal gazetesinde ise "Gerekirse silâhla…" manşetleriyle haberleştirilmiştir.Bu gelişmenin ardından Refahyol Hükûmetinin ortağı Doğru Yol Partisinden (DYP) birçok milletvekili ve iki bakan istifa etmiştir. 18/6/1997 tarihinde Başbakan Necmettin Erbakan DYP Genel Başkanı'na devretmek saikiyle hareket ettiğini açıklayarak başbakanlıktan istifa etmiştir.19/6/1997 tarihinde Cumhurbaşkanı hükûmet kurma görevini teamüllere aykırı şekilde Meclis çoğunluğu olan DYP Genel Başkanı'na değil Anavatan Partisi (ANAP) Genel Başkanı'na vermiştir. ANAP 30/6/1997 tarihinde Türkiye Hükûmetini Mecliste bulunan iki parti ile koalisyon yaparak kurmuştur. RP, laik Cumhuriyet ilkesine aykırı eylemlerde bulunduğu gerekçesiyle 16/1/1998 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından oyçokluğuyla kapatılmıştır [AYM, E.1997/1, (siyasi parti kapatma) K.1998/1, 16/1/1998]. 28 Şubat'ta gerçekleştirilen MGK toplantısı öncesinde başlayan, toplantıda alınan kararlar ve sonraki eylem, söylem ve işlemlerle devam eden bu süreç kamuoyunda postmodern darbe kavramı ile anılmıştır (Mehmet Doğan Uğurlu ve Murat Alan, B. No: 2016/14942, 18/7/2019, § 10). B. Somut Başvuruya İlişkin Olaylar Başvurucu 1995 ile 1997 yılları arasında korgeneral rütbesi ile genelkurmay harekât başkanı olarak görev yapmış ve 2003 yılında ordu komutanı iken emekli olmuştur. Sivil toplum örgütleri, siyasi partiler ve kamuoyunda 28 Şubat süreci olarak adlandırılan dönemin mağduru olduğunu bildiren şikâyetçilerce verilen dilekçelere dayanılarak aralarında başvurucunun da bulunduğu bazı şüpheliler hakkında 2011 yılında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) soruşturma başlatılmıştır. Başsavcılık 2/5/2013 tarihli iddianame ile başvurucu ve diğer bazı şüphelilerin 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde öngörülen, Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren men etmeye ve bunları teşvik etmeye iştirak etme suçundan cezalandırılmasını talep etmiştir. İddianamede şüphelilerin işledikleri iddia edilen suçların görevleri ile ilgili olmadığı değerlendirilerek yargılamanın Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesinde değil 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesi ile yetkili ağır ceza mahkemelerinde yapılması gerektiği ifade edilmiştir. Bu değerlendirmenin iddianamede yer alan ilgili kısmı şu şekildedir:"1982 Anayasasının maddesinin fıkrasının: 'Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanını, (Ek ibare:2010 - 5982 S.K./mad) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanını, Bakanlar Kurulu üyelerini, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkan ve üyelerini, Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcıvekilini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay Başkan ve üyelerini görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılar.' fıkrasının ise: 'Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ile Jandarma Genel Komutanı da görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divanda yargılanırlar.' şeklinde olduğu, buna göre, Anayasa Mahkemesinde yargılanacak kişilerin işledikleri iddia edilen suçların görevleri ile ilgili olmasının gerektiği, soruşturma konusu edilen ve 765 sayılı TCK'nın maddesinde düzenlenen suçun, suç tarihinde muvazzaf asker olan şahısların görevleri arasında hükûmeti cebren ıskat ve vazife yapamaz hale getirme gibi görevleri bulunmadığından sanıkların Anayasa Mahkemesinde ve Askeri Mahkemede yargılanmalarının hukuken mümkün olmadığı, bu bağlamda şüphelilere isnat edilen suç sırf askeri suç ve benzeri suç kategorisi içerisinde değerlendirilmesinin mümkün bulunmadığı, aksi yorumun kabulü TMK'nın Maddesinin düzenleniş amacına ters düştüğü gibi tabi hâkim ilkesi ile de bağdaşma[maktadır.]" İddianamenin "Hukuki Nitelendirme" başlıklı bölümünde, suça konu eylemlerin içeriğinde cebir ve şiddet unsurunun bir arada bulunduğu kabul edilmiştir. Bu hususta yapılan açıklamanın iddianamede yer alan ilgili kısmı şöyledir:"Hükûmeti takip ve devirmek için kurulan Batı Çalışma Grubunu kuran, yöneten ve görev alan şüphelilerin çoğunun Türk Silahlı Kuvvetlerindeki silahlı kişiler olması, hükûmet üyeleri aleyhinde biraz evvel belirtildiği gibi cebir, şiddet ve tehdit içerikli beyanlarda bulunmaları, ülkenin başkenti olan Ankara'nın en işlek caddelerinde yurt savunmasında kullanmaları gereken zırhlı araç ve tankları hükûmete karşı yürütmeleri, hükûmet istifa ettikten sonra da şüphelilerin vermiş olduğu brifinglerde, Batı Çalışma Grubunun sivil demokratik güçler, partiler, TBMM ve diğer kuruluşları harekete geçirdiklerini ve 18 Haziran 1997'de Refahyol Hükûmetinin istifa etmek zorunda kaldığını, bu çalışmanın bir 'operasyon' olarak icra edildiğini ifade etmeleri karşısında 'cebir ve şiddet' unsurunun gerçekleştiği ve böylece suçun oluştuğu ... [iddia edilmiştir.]" İddianamenin sonuç kısmında, 28 Şubat sürecinde meşru Hükûmete sorulmadan BÇG'nin oluşturulduğu ve Türk Silahlı Kuvvetleri içinde kurulan bu grubun yasal bir dayanağının olmadığı değerlendirilmiştir. Bununla birlikte BÇG üyelerinin iştirak hâlinde hareket ettikleri ve Hükûmetin sonlandırılması için cebir, şiddet ve tehdit içeren eylem ve söylemlerde bulundukları tespit edilmiştir. İddianamede BÇG bünyesinde görev alanların iştirak hâlindeki eylem ve söylemleri sebebiyle Başbakan Necmettin Erbakan'ın istifa etmek zorunda kaldığı ve Refahyol Hükûmetinin sona erdiği kabul edilmiştir. Anılan dönemde genelkurmay harekât başkanı olarak görev yapan başvurucunun BÇG ile ilişkisi ise şu şekilde açıklanmıştır: "1995-1997 Ağustos ayları arasında Genelkurmay Harekât Başkanı olarak, 1997 yılıAğustos ayı ile 1999 yılı arasında Asayiş Komutanı olarak görev yaptığı,Batı Çalışma Grubu kurulduğu dönemde Genelkurmay Harekât Başkanı (J-3) olarak görev yaptığı, (1995-1997 Ağustos),10 Nisan 1997 tarihli Batı Çalışma Grubu Kurulması konulu [Ç.B.] imzalı belgenin EK-A'sında bulunan Çetin DOĞAN imzalı Batı Çalışma Grubu şemasında 'Gnkur. Hrk.Bşk.- Batı Çalışma Grubunun Başkanı' olarak bulunduğu, 04 Nisan 1997 tarihli Batı Çalışma Grubu oluşturulmasına dair yazıyı şüpheli [Ç.B.nin] gereği için Genelkurmay Harekât Başkanı olan (J-3) olan şüpheli Çetin DOĞAN'a gönderdiği, 10 Nisan 1997 tarihli Batı Çalışma Grubu kurulmasına dair yazıyı şüpheli [Ç.B.nin] gereği için Genelkurmay Harekât Başkanı (J-3) olan şüpheli Çetin DOĞAN'a gönderdiği,29 Nisan 1997 tarihli Batı Çalışma Grubu Rapor Sistemi konulu yazıyı şüpheli [Ç.B.nin] bilgi için Genelkurmay Harekât Başkanı (J-3) olan şüpheli Çetin DOĞAN'a gönderdiği,27 Mayıs 1997 tarihinde Batı Çalışma Grubu Eylem Planını [Ç.B.nin] aşağıda belirtilen üst yazısı ile dağıtım gereği olarak “Gizli-Kişiye Özel” olarak şüpheliye gönderdiği, üst yazının;'1- 06 Mayıs 1997 tarihli Batı Çalışma Grubu Batı Harekât Konsepti dikkate alınarak hazırlanan Batı Eylem Planı ekte sunulmuştur. 2- Eylem planında, alınacak tedbirler ile bu tedbirleri icra edecek Komutanlıklar/Başkanlıklar belirtilmiştir. Daha ast makamların temin edecekleri bilgiler ve icra edecekleri faaliyetler, planda görev verilen Komutanlıklar/Başkanlıklar tarafından 29 Nisan 1997 tarihli Batı Çalışma Grubu Rapor Sistemi esaslarına göre belirlenecek ve rapor edilecektir. 3- Eylem Planına dahil edilmesi uygun görülen faaliyetlere Batı Kriz Masası toplantılarında gündeme alınarak karara bağlanması sağlanacaktır.' şeklinde olduğu, 27 Mayıs 1997 tarihli Batı Çalışma Grubu Batı Eylem Planında İcra Makamında Genelkurmay Harekât Başkanı olarak bulunduğu,04 Nisan 1997 tarihli Batı Çalışma Grubu oluşturulması, 10 Nisan 1997 tarihli Batı Çalışma Grubu kurulması, 29 Nisan 1997 tarihli Batı Çalışma Grubu Rapor Sistemi, 27 Mayıs1997 tarihli Batı Çalışma Grubu Eylem Planı belgeleri hazırlanırken belgelerin Genelkurmay Harekât Başkanı olması sebebiyle kendisine koordine için gönderildiği,Genelkurmay Genel Sekreterliği'nin 1997 tarihçesinde belirtildiği üzere 1997 Çarşamba günü Genelkurmay Genel Sekreterliği koordinatörlüğünde İNÖNÜ Salonunda Genelkurmay Başkanı, Genelkurmay J Başkanları, Karargâhta görevli General/Amiraller, Genelkurmay Adli Müşaviri, Genelkurmay Genel Sekreter Vekili ve Batı Çalışma Grubunun katılımı ile yapılan özel takdime Genelkurmay J-3 Başkanı olarak katıldığı,Genelkurmay Genel Sekreterliği 1997 tarihçesinde belirtildiği üzere Genelkurmay Harekât Başkanlığı Koordinatörlüğünde 1997 Perşembe, 1997 Perşembe, 1997 Pazartesi, 1997 Perşembe, 1997 Pazartesi, 1997 Perşembe, 1997 Pazartesi, 1997 Perşembe, 1997 Pazartesi günleri yapılan Batı Çalışma Grubu toplantılarına katılarak koordinatörlük görevi yaptığı,Refahyol Hükümetini takip ve düşürmek için faaliyet göstermek üzere Batı Çalışma Grubu oluşturulmasına ilişkin Genelkurmay Başkanlığında Genelkurmay Başkanı [Ç.B.nin] başkanlığında 07 Nisan 1997 tarihinde yapılan ve 'Hükumete muhtıra verilmesi. Sıkıyönetim ilan edilmesi. Hükümetin değişimi, hükümetin devamını önleyecek tedbirler, gelecek hükümetin oluşumu. Kriz yönetimi oluşturulması. Eylem planı yapılması. Yargı ve kamu yöneticilerine destek/tehdit. Üniversite, sendika ve sivil toplum örgütleri ile işbirliği yapılması, cesaret verilmesi. Basın ve medyaya hakimiyet sağlanması, yanlarına alınması. Batı Çalışma Grubunun kurulması. İki kez yapılan yaş toplantıları ile personelin atılmasının yeterli olmadığı. Halkın yanlarına değil önlerine alınması, taarruzi psikolojik harekât icra edilmesi. Polise havuç ve sopanın gösterilmesi. Bilgi toplayan, eyleme dönüştüren psikolojik harekât yapan bir grup oluşturulması' ve buna benzer konuların gündeme geldiği toplantıya Genelkurmay Harekât Başkanı olarak katıldığı... [görülmüştür.]" Başsavcılık başvurucunun cezalandırılması talebiyle Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde(TMK madde ile görevli) kamu davası açmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesince 2/9/2013 tarihinde duruşmalara başlanmış ve ilk celse yapılmıştır. Bu celsede yargılamanın Yüce Divanın görev alanına girmesi sebebiyle görevsizlik kararı verilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. 3/9/2013 tarihli ikinci celsede görevsizlik kararı verilmesi yönündeki taleplerin reddine karar verilmiştir. Anılan kararının ilgili kısmı şu şekildedir:"TC Anayasasının 145/1 maddesi son cümlesinde devletin güvenliğine anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçların herhalde adliye mahkemelerinde görüleceğinin hüküm altına alındığı, sanıklara isnat edilen ve 765 sayılı TCK Maddesinde düzenlenen TC. İcra Vekiller heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren men etmek ile 5237 Sayılı TCK'nun Bölüm başlığı altındaki Maddesinde düzenlenen cebir ve şiddet uygulanarak TC. Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs suçunun anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine yönelik bir suç olduğu ...Anayasanın 148/ Maddesi ise 'Genel Kurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ile Jandarma Genel Komutanı da görevleri ile ilgili suçlardan dolayı Yüce Divanda yargılanır' hükmünü içermektedir. Sanıkların üzerlerine atılı suç ve sevk maddeleri nazara alındığında atılı suçun askeri yargı ya da Anayasanın Maddesinde belirtilen sanıkların görevleri ile ilgili bir eylemin söz konusu olmadığı, sanıklara atılı suçun askeri yargı ya da Yüce Divanın görevine girmediği anlaşıldığından bir kısım sanıklar ve müdafilerinin görevsizlik kararı verilmesi yönündeki taleplerinin REDDİNE [karar verilmiştir.]" Yargılamanın 24/9/2013 tarihli celsesinde başvurucu, müdafiinin de hazır bulunmasıyla savunmasını yapmış ve suçlamayı kabul etmemiştir. Başvurucu müdafii, ilgili savunmalara ek olarak özetle başvurucunun cezalandırılmasının talep edildiği 765 sayılı mülga Kanun'un maddesindeki tanıma göre suçun unsurları itibarıyla oluşması için failin fiilini cebren gerçekleştirmesinin yeterli olduğunu, buna karşılık sonradan yürürlüğe giren 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesindeki tanımına göre suçun cebir ve şiddet unsurlarının ikisini birden içermesi gerektiğini belirtmiştir. Bundan dolayı 5237 sayılı Kanun'un maddesindeki düzenlemenin lehe olduğunu, başvurucunun üzerine atılı eylemlerden hiçbirinin cebir ve şiddet unsurlarını bir arada bulundurmaması nedeniyle suçun unsurları itibarıyla oluşmadığını savunmuştur. Savunma kapsamında, Refahyol Hükûmetini sona erdiren istifanın -Başbakan Necmettin Erbakan'ın düzenlediği basın toplantısındaki ifadesiyle- hükûmet etme yetkisinin DYP Genel Başkanı Tansu Çiller'e devrini sağlama amacıyla yapıldığını, buna göre Hükûmetin istifasıyla başvurucunun herhangi bir eylemi arasında illiyet bağı bulunmadığını ileri sürmüştür. Ayrıca 5 No.lu CD muhtevasındaki belgelerin güvenilirliğinin bulunmadığını ve delil olarak kullanılamayacağını ifade etmiştir. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesi gereğince 3713 sayılı Kanun'un maddesi ile görevli mahkemelerin kapatılması üzerine 10/3/2014 tarihinde dava dosyasının Ankara Ağır Ceza Mahkemesine (derece mahkemesi) devrine karar verilmiştir. Derece mahkemesi 13/4/2018 tarihli kararı ile başvurucunun Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme suçundan müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Derece mahkemesi gerekçeli kararında "Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karardan Sonra Aynı Fiil Nedeniyle Kamu Davası Açılması Hususuna İlişkin Değerlendirmeler" başlığı altında, 1997 tarihinde yargılama konusu bir kısım eylem hakkında soruşturma yürütüldüğünü ve takipsizlik kararı verildiğini, bu karara karşı yapılan itirazın da kesin olarak reddedildiğini tespit etmiştir. Buna rağmen anılan karar kaldırılmadan soruşturmaya başlanmasının usule ilişkin bir eksik olduğunu belirten derece mahkemesi, bu eksikliğin yargılama aşamasında giderildiğini kabul etmiştir. Bu husustaki değerlendirmelerinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2013/43 esasına açılan kamu davasının iddianame kabul edilip ve 2013 tarihinde tensip yapıldıktan sonra 2013 tarihinde sanık[K.] müdafii Av. Dr. [B.] tarafından dava konusu eylem ilgili daha önce takipsizlik kararı verilip itiraz üzerine kesinleştiği ileri sürülmekle, mahkeme tarafından Ankara DGM Başsavcılığı'nın 1997/285 hazırlık dosyası getirtilip ve mütalaa alındıktan sonra denetimden geçerek kesinleşen takipsizlik kararı üzerine savcısının yeni delile dayanarak aynı fiilden dolayı iddianame düzenlemesi 5271 sayılı CMK'nın 172/ ve 173/ maddeleri gereğince engellendiği, dava açılabilmesi için önceden verilen takipsizlik kararının kaldırılması gerektiği bu usuli eksikliğin giderilmediği ve bunun davanın her aşasında giderilmesinin mümkün bulunduğundan 2013 tarihli ara kararı ile gerekli kararın alınması için yazı yazıldığı, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 2013 tarih 2013/472 İş sayılı kararı ile İstanbul Nolu DGM tarafından 1997 tarih ve 1997/285 müteferrik sayılı red kararının 5271 sayılı CMK'nın 173/ maddesi gereğince kaldırılmasına karar vermiştir.Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra aynı fiilden dolayı yeniden kamu davası açılabilmesi bakımından, 1412 sayılı CMUK.nun maddesi gereğince verilen ve kesinleşen takipsizlik kararının yeni vakıa ve yeni delillerin ortaya çıkması halinde yine 1412 sayılı CMUK.un maddesi gereğince anılan kararın kaldırılmış olmasının aranmadığı, 5271 sayılı CMK'nun 173/ maddesi gereğince de sonradan meydana çıkan tanık beyanları, müşteki beyanları, kurumlardan gelen belgeler ve dijital belgeler gibi delillerin 'yeni delil' niteliğinde bulunduğu, söz konusu takipsizlik kararının kapsadığı kısma yönelik soruşturma şartının bu usuli eksikliğin giderilmesi nedeniyle davanın durması veya reddi kararı verilmesi yönündeki itirazlara itibar edilmemiş ve taleplerin reddine karar verilerek yargılamaya devam olunmuştur." Soruşturma ve kovuşturma evrelerinde delil olarak kabul edilen 5 No.lu CD 1997 yılının Aralık ayında yapılan Yüksek Askerî Şûrada, ordudan ihraç edilen T.T. tarafından 20/12/2011 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edilmiştir. CD'nin 19/12/2011 tarihinde A.Y. isimli gönderici tarafından Çorlu Devlet Hastanesinde doktor olarak çalışan T.T.ye gönderildiği belirlenmiştir. Anılan CD hakkında iki ayrı bilirkişi raporu ve bir uzman mütalaası düzenlenmiştir. Soruşturma evresinde üç bilirkişi tarafından düzenlenen 13/2/2012 tarihli raporda, CD'nin tek seferde yazıldığının, ilk yazmadan sonra ekleme ve çıkarma yapılmadığının görüldüğü ifade edilmiştir. Rapor kapsamında yapılan değerlendirmede, CD içindeki resim dosyalarından 764 JPEG dosyasının 2007, 1 JPEG dosyasının 2002, 135 BMP dosyasının ise 1998 yılında oluşturulduğu belirtilmiştir. Raporda ayrıca Microsoft Office dosyalarının 1997 ile 2000 yılları arasında oluşturulduğu ve kaydedildiği açıklanmıştır. Duruşma evresinde sanık Ç.B.nin müdafii tarafından aldırılan 3/5/2015 tarihli uzman mütalaasının sonuç kısmında özetle CD'nin hukuka aykırı şekilde elde edildiği, çok sayıda belgenin CD'nin kayıt tarihinden on gün kadar önce sayfa sayfa taranarak dijital ortama aktarıldığı, bilinmeyen bir yerden kargo ile gelmesi ve dosyalardan birinin tasnif işleminin hemen ardından basında yayımlanması gibi sebeplerin CD muhtevasındaki evrakın güvenirliğini şüpheye düşürdüğü değerlendirilmiştir. Bununla birlikte raporda incelenen dosyalarda, tarih ve saat doğru kabul edildiğinde teknik olarak açıklanamayacak bir değişikliğe ve herhangi bir manipülasyona rastlanmadığı belirtilmiştir. Anılan mütalaanın sonuç kısmındaki değerlendirmeler şu şekildedir:"Delil CD'sinin ilk aşamada CMK 134 ve diğer yönetmelik ve uluslar arası standartlara aykırı olarak, 'hukuki delil niteliği oluşturacak ve mahkemelerce kabul edilebilir şekilde' elde edilmediği, olay yeri incelemesi yapılıp, CD'nin bulunduğu ortamdaki diğer dijital deliller incelenip delil bütünlüğünü sağlayacak şekilde tutanak altına alınmadan, CD'den çıkan dosyalardaki üstveri bilgilerinin tek başlarına güvenilir olamayacağı,Dosyaların oluşturulduğu bilgisayar tarihleri doğru kabul edildiğinde, içeriklerinde 'Gizli' ve 'Özel' ibareleri bulunan ve Genelkurmay'ın çeşitli birimlerine ait olduğu anlaşılan çok sayıda Askeri içerikli dosya 1996 ve 2000 yılları arasında, isimleri Askeri şube ve şüpheliler ile ilgili çok sayıda bilgisayar ve kullanıcı tarafından açılıp üzerinde çalışıldıktan sonra kayıt edildiği, Eylül ve Ekim 2000 tarihlerinde dosyaların gruplandırma ve tasnif işlemine tabi tutulduğu ve bu işlemin 15 Ekim 2000 tarihine kadar devam ettiği, 21 Ekim 2000 tarihinde ANDIÇ adlı dosyanın basında yayınlandığı, CD'nin kayıt tarihi olan 25 Mayıs 2007 tarihinden hemen önce, 14,15,16 ve 24 Mayıs 2007 tarihlerinde çok sayıda belgenin sayfa sayfa taranarak dijital ortama aktarıldığı ve 1996-2002 yılları arasında kayıt edilen diğer dokümanlarla birlikte CD'ye kayıt edildiği, CD'de bulunan dosyalara ait tüm tarih bilgilerinin kayıt edildikleri bilgisayardan alındığı ve bilgisayar adli imajları olmadan dosya tarihlere kesin olarak itibar edilemeyeceği, Delil CD'sinin bilinmeyen bir yerden kargo ile gelmesi, dosyalardan birinin tasnif işleminin hemen ardından basında yayınlanması, 'a','xx' ve 'x' gibi bilinmeyen kullanıcı ve bilgisayar adları ile kayıt edilen dosyaların varlığı ve son dosya işlemi ile CD'nin kaydı arasında geçen yaklaşık 5 yıllık sürenin CD'deki dosyaların güvenilirliğine dair son derece şüphe oluşturduğu, İncelenen 1210 dosyada, tarih ve saat bilgileri doğru kabul edildiğinde, teknik olarak açıklanamayacak bir değişikliğe ve herhangi bir manipülasyona rastlanmadığı ... [değerlendirilmiştir.]" Derece mahkemesi tarafından Orta Doğu Teknik Üniversitesinde görevli üç uzmana düzenlettirilen 1/4/2016 tarihli bilirkişi raporunun sonuç kısmında özetle Office programları kullanılarak oluşturulan dosyaların ilk hâlini koruyup korumadığını söylemenin mümkün olmadığı, sayısal ortamdaki dosyaların oluşturulma ve değiştirilme tarih ve saat bilgilerinin tek başlarına mutlak doğru olarak kabul edilemeyeceği, bu kapsamda CD muhtevasında bulunan dosyaların kim tarafından ve ne zaman oluşturulmuş veya değiştirilmiş olduğunun söylenemeyeceği belirtilmiştir. Raporda ayrıca basılı ya da yazılı orijinalleri bulunanlar dışında CD muhtevasındaki diğer evrakın bütünlüklerinin şüpheli olduğu, sonradan değiştirilmediğinin doğrulanmasının mümkün olmadığı, adli bilişim tekniği açısından 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesine uygun olarak elde edilmediği, adli bilişim açısından güvenilir olmadığından delil niteliğinin bulunmadığı değerlendirilmiştir. Anılan raporun sonuç kısmındaki değerlendirmeler şu şekildedir:" İncelenen CD’de çok sayıda JPG sıkıştırılmış görüntü dosyası, Microsoft Office Word dosyası, Sıkıştırılmamış BMP görüntü dosyası, Microsoft Office PowerPoint dosyası ve Microsoft Office Excel dosyası bulunmaktadır. Word gibi Ofis programları ile yaratılmış olan dijital dosyalar, bilgisayar kullanıcıları tarafından istenildiği zaman değiştirilebilirler. Böylesi bir dosya içeriğinin ilk halini koruyup korumadığı veya sonradan değiştirilip değiştirilmediği (yalnızca ilgili dosya incelenerek) kesin olarak söylenemez. Bir belgenin taranıp bilgisayara görüntü formatında sayısal olarak kayıt edilmesinden sonra, ilgili görüntü dosyasının üzerinde değişiklik yapılmamış olduğunu (orijinal belge ile karşılaştırmadan) kanıtlamak mümkün değildir. Dijital belgelerin kimin tarafından oluşturulduğunu veya değiştirildiğini kesin olarak tespit etmek mümkün değildir. Office programlarının dosyalara eklediği 'yazar', 'son kaydeden' gibi üst veri alanlarının ve işletim sisteminin dosyalar üzerinde tuttuğu 'kullanıcı' üst veri bilgisinin kolayca ve iz bırakmadan değiştirilebilmesinden dolayı, dijital bir belgenin kim tarafından oluşturulduğunun veya değiştirildiğinin kesin tespiti yapılamaz. Benzer şekilde, sayısal ortamdaki dosyaların oluşturma ve değiştirme tarih-saat bilgileri, tek başlarına mutlak doğru bilgi olarak kabul edilemezler. Bu nedenlerle, CD5’te bulunan dosyaların kim tarafından ve ne zaman oluşturulmuş veya değiştirilmiş olduğunu, yalnızca CD5’in dijital içeriğini inceleyerek kesin olarak söylemek mümkün değildir. CD5’te bulunan iki dosyanın yaratılma tarihlerinin, ilgili Word sürümleri piyasaya sürülmeden önce olduğu anlaşılmaktadır. Bir dosya yazıldığı program henüz piyasada yokken yazılmış olamayacağından, bu dosyaların çeşitli yöntemler ile değişikliğe uğramış ve bütünlüklerinin bozulmuş olduğu sabittir. Basılı veya yazılı orijinalleri bulunanlar hariç olmak üzere, CD5’te bulunan diğer dosyaların bütünlükleri de şüpheli durumdadır. Dijital verilere ilişkin delillerin kaynağından elde edilmesi sırasında imajı ve HASH değeri alınarak, sonrasındaki süreçte bütünlüğünün bozulmamış olduğu garanti altına alınmalıdır. İnceleme konusu CD5’in ve içerdiği dosyaların kaynağı, kim tarafından oluşturulduğu veya değiştirilip değiştirilmediği bilinemediği gibi; ilk elde edilme aşamasında imajı ve HASH değeri alınmadığından ve birer kopyası taraflara verilmediğinden, sonradan değiştirilmediğinin doğrulanması da mümkün değildir. Sonuç olarak; CD5’in adli bilişim tekniği açısından CMK134’e uygun olarak elde edilmemiş olduğu; genel bütünlüğünün şüpheli, içindeki iki dokümanın bütünlüklerinin bozulmuş olduğunun ise sabit olduğu; bu nedenlerle de, adli bilişim açısından güvenilir olmadığından delil niteliğinin bulunmadığı değerlendirilmektedir." Derece mahkemesi anılan bilirkişi raporlarına ve bu kapsamda 5 No.lu CD'nin delil niteliğine dair yaptığı değerlendirmelerde 5 No.lu CD'nin üçüncü bir kişi tarafından gönderilmesine bağlı olarak hukuka aykırı şekilde elde edildiğinin söylenemeyeceğini ifade etmiştir. Ayrıca anılan CD'nin tek seferde yazılması ve ilk yazmadan sonra ekleme çıkarma yapılmaması sebebiyle adli makamlara ulaştıktan sonra üzerinde değişiklik yapılmadığının sabit olduğunu belirtmiştir. Derece mahkemesi 5 No.lu CD içinde bulunan ve imza bloğunda adı veya imzası olanlar tarafından doğrulanan, birden fazla müşteki tarafından ibraz edilen, yine resmî kurumlar olan Genelkurmay Başkanlığı ve MGK Genel Sekreterliği gibi kamu kurumlarından gönderilen ve sanıkların da bizzat ibraz ettikleri belgelerle doğruluğu teyit edilen dosyaların delil olarak kabul edildiğini açıklamıştır. Derece mahkemesinin bu husustaki değerlendirmelerinin ilgili kısmı şu şekildedir:"CD5 olarak adlandırılan CD ile ilgili olarak;a- Soruşturma aşamasında Ankara Başavcılığı tarafından re’sen bilirkişi olarak tayin edilen TÜBİTAK’ta görevli 2 Bilgisayar Mühendisi ve 1 Elektronik Mühendisi olmak üzere üçlü bilirkişinin [Ü.T.,Y.K.] ve [Y.nin] ibraz ettikleri 2012 tarihli 4 sayfalık bilirkişi raporu ve eklerinde;b- Sanıklar [Ç.B., A.] ve [H.P.] Müdafii [Av. Ü.K.] tarafından 2015 tarihli Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 2014/144 numaralı davaya ait Ceza Usul Muhakemesi Kanunu Madde ile düzenlenmeye tabi tutulmuş ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu Madde 293 ile de özel hukuk uyuşmazlıklarında delil sistemi içerisinde yer alan uygulamalar çerçevesinde yapılan inceleme sonucu yazılan 03 Mayıs 2015 tarihli [T.B.] imzalı uzman mütalaası ve eklerinde;c- Mahkemimiz tarafından ODTÜ de görevli Prof.Dr. [A.Ç.], Uzman Dr. [Ö.K.] ve Öğretim Görevlisi Dr. [Ş.den] oluşan üçlü bilirkişi kurulundan 2016 tarihli 48 sayfalık bilirkişi raporu ve eklerinde;CD5'in 25/05/2007 tarihinde saat 14:54'e oluşturulduğu, CD5'in TEK SEFERDE YAZILDIĞI, İLK YAZMADAN SONRA EKLEME ÇIKARMA YAPILMADIĞI ve yazma işleminin Nero Buming Rom CD yazma uygulamasının 0 sürümü kullanılarak yapıldığı tespit edilmiş olmakla; bu CD yer alan bilgi ve belgelerde üç raporun birbirini teyit etmesi nedeniyle 2007 tarihinden sonra DEĞİŞİKLİK YAPILMADIĞI MAHKEMEMİZCE KABUL EDİLMİŞTİR.Böylelikle; dijital delillerin ele geçirilmesinden sonra kolluk veya adli makamlar elinde değiştirilmiş olduğuna ilişkin iddiaların gerçeği yansıtmadığı açıkça anlaşılmıştır. (...)Yargıtay Ceza Dairesi'nin 2016 tarih 2015/4672 esas ve 2016/2330 sayılı kararında Hakim kararında, bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma yapılabilmesine dair CMK.nın maddesi uyarınca açık bir ibare bulunmadığı halde, sanıkların ev veya iş yerlerinde ve dernek, siyasi parti, basın kuruluşları gibi tüzel kişilerin hizmet binalarında yapılan aramalarda hard disk, bilgisayar kasası, CD ve DVD gibi dijital medyalara, arama mahallinde imaj alınmadan, ilgilisine bir kopyası verilmeden ve yasaya uygun gerekçesi de tutanağa yazılmadan el konulması ve bu şekilde elde edilen delillerin sanıklar bakımından hükme esas alınması suretiyle CMK.nun 134 ve maddelerine muhalefet edilmesini bozma gerekçe yaptığı ancak bu hususun sanıklara ait bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerindeki aramaya ilişkin olup delil serbestisi kapsamında taraflarca ibraz edilen dijitaller ile ilgili CMK'nın maddesinin uygulanması mümkün olmadığı, zira CD5'in taraf olan müşteki [T.T.] tarafından ibraz edildiği, sanıklara ait bilgisayarlardan elde edilmeyip, teslim edildiği tarihte kimin sanık olduğu da belli olmadığından CD imajının sanıklara verilmesi gerektiği yönündeki savunmalara itibar edilmemiştir.İmaj alma delillerin alındığı aşamadaki sıhhatinin korunması amacına yönelik olup, üç ayrı bilirkişi raporunda da CD5'in 2007 tarihinde saat 14:54'e oluşturulduğu, CD5'in TEK SEFERDE YAZILDIĞI, İLK YAZMADAN SONRA EKLEME ÇIKARMA YAPILMADIĞI kesin olarak tespit edildiği dolayısıyla sanıklardan elde edilmeyen ve ilk elde edilme aşamasında imajı ve HASH değeri alınmadığından sonradan değiştirilmediğinin doğrulanmasının mümkün olmadığı yönündeki savunmalara itibar edilmemiştir.İncelenen 1210 dosyada, tarih ve saat bilgileri doğru kabul edildiğinde, teknik olarak açıklanamayacak bir değişikliğe ve herhangi bir manipülasyona rastlanmadığı hususunun uzman mütalaası [ile] belirtildiği anlaşılmıştır.CD5'in ilk elde edilme anında imaji ve hash değeri alınmış ve taraflara verilmiş olsaydı dahi, bu husus cd'nin teslim tarihinden sonra cd deki belgelerin sonradan değişikliğe uğramasının önlenmesine yönelik olduğu, CD oluşturulmadan önce bu bilgi ve belgelerin değişikliğe uğramadığının garanti edilemeyeceği gerçeğinden hareketle bu CD bir sanığın bilgisayarından elde edilmiş [ve] imajı alınmış olsaydı bile teknolojinin geldiği aşama nazara alındığında belgelerin doğruluğunun teyidi gerekeceği, sırf sanığın bilgisayarından çıkmış olmasının tek başına delil olma niteliği taşımayacağı, bu belgelerin yan deliller ile teyidi gerekeceği, yan deliller ile desteklenmediği sürece tek başına hükme esas alınamayacağından, CD5'in sanıklardan elde edilmediği, tarafların ibraz ettikleri delil niteliğinde bulunduğu, her delilin sonunda belirtildiği üzere bu CD5'te yer alan bazı belgelerin davanın diğer müştekilerince de ibraz edilen CD lerde de bulunduğu ve CMK'nın Maddesi gereğince taraflarca delil serbestisi kapsamında ibraz edilen CD'nin imajının alınmasının gerekmediği anlaşılmış ve kabul edilmiştir.CD5'ten elde edilen belgelerin doğruluğunun mahkememizce teyidi gerekmektedir. Bu delillerin doğruluğu, belge asılları süreleri dolduğu için imha edilmeleri sebebiyle kurumlarınca teyit edilemediği ancak imha tutanakları gönderilerek konu, tarih, gizlilik derecesi, sayı ve ara numaraları ile aynı belgeler olduğunun tespit edildiği, zira olmayan belgenin imhasının mümkün olmadığı, CD5'ten elde edilen belgeleri düzenleyen Genelkurmayda çalışan belgeyi düzenlemeye görevli ve yetkili kişilerin belgeyi kendilerinin düzenlediği yönündeki hukuken geçerli beyanları, imza bloğunda adı veya imzası olanlar tarafından doğrulanan belgeler, birden fazla müşteki tarafından ibraz edilen belgeler, yine resmi kurumlar olan Genelkurmay Başkanlığından, MGK Sekreterliğinden, Yüksek Öğretim Kurumundan, TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonundan gönderilen belgeler, Cd de yer alan sanıkların da bizzat ibraz ettikleri belgeler doğruluğu teyit edilmiş olup her delil yönünden bu husus delin sonuna yazılmış ve hükme esas alınmıştır. " Derece mahkemesi, 5 No.lu CD'den elde edilen "Batı Çalışma Grubu", "Çalışma Grubu Oluşturulması", "Batı Çalışma Grubu Rapor Sistemi" ve "Laiklik Aleyhtarı Faaliyetler" konulu belgeleri başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmüne esas almıştır. Derece mahkemesi "Batı Çalışma Grubu" başlıklı belgenin doğruluğunun başvurucu, sanıklar Ç.B., İ.K., Y.T., K. ve tanık Ö.Ö.nün beyanları ile tespit edildiğini kabul etmiştir. Ayrıca anılan belgenin imza bloğunda imzası bulunan ve belgeyi hazırlayan kişiler tarafından doğrulandığına da vurgu yapmıştır. Derece mahkemesinin anılan belge hakkındaki değerlendirmeleri şu şekildedir:"10 NİSAN 1997 TARİHLİ 'BATI ÇALIŞMA GRUBU' KONULU BELGE03 Nisan 2012 Tarih ve Admüş:9140-303-12/O.A.90032805 sayılı yazısı ekinde 10 Nisan 1997 Tarihli Batı Çalışma Grubunun Kurulduğuna Dair Belge ve Ekindeki Batı Çalışma Grubu Şemasını Başsavcılığa göndermiştir. (Belge aslı emanetin 2012/82 sırasında kayda alınmış ...)T. Genelkurmay Başkanlığı Ankara antetli Genelkurmay Başkanı namına Genelkurmay Başkanı Orgeneral [Ç.B.] imzalı 10 Nisan 1997 tarihli HRK:7200-77-97/ İGHD.(PL-2) sayılı Batı Çalışma Grubu konulu belgenin Hava Kuvvetleri Komutanlığına hitaben yazıldığı, (Genelkurmay antetli CD den elde edilen (cd5/Arşiv/Batı Çalışma Grubu isimli klasörde bulunan) ...Belgenin 'KİŞİYE ÖZEL-GİZLİ-121134-120717-000078' kaşeli olduğu, 2 sayfadan oluştuğu, Ek A sında Batı Çalışma Grubu teşkilat yapısının bulunduğu, Belge içeriğinin;'Türkiye Cumhuriyetinin üniter yapısına, ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne yönelen bölücü terör tehdidi Türk Silahlı Kuvvetlerinin başarı ile sürdürdüğü iç Güvenlik Harekatı sonucu baskı altına alınmış, buna karşılık devletin laik ve demokratik yapısını hedef alan irticai faaliyetler ciddi bir tehdit oluşturmaya başlamış ve terörle mücadelede olduğu gibi bu tehdit de Türk Silahlı Kuvvetlerinin birinci öncelikli vazifesi haline gelmiştir.İrticai faaliyetlerin daha fazla gelişmesini önlemek ve ulaştığı bu seviyeden daha ait seviyelere çekerek cumhuriyetin temel nitelikleri olan Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olma özelliklerini ilelebet muhafaza etmek maksadıyla, köklü tedbirler alınmasına ihtiyaç duyulmuştur.Türk Silahlı Kuvvetleri, Türkiye Cumhuriyetinin temel niteliklerini koruma ve kollama yükümlülüğünün bilincinde olarak, siyasi çatışma ve polemiklerin üstünde kalmak suretiyle yüce Türk Milletinin büyük çoğunluğunun beklentileri ve duyarlılığı paralelinde, bütün ağırlığını irticanın daha fazla mesafe katetmesini önlemede kullanacaktır.Bu amaçla, Genelkurmay İç Güvenlik Harekat Dairesi bünyesinde 'Batı Çalışma Grubu' adıyla ayrı bir birim oluşturulacaktır. Bu birim bir bütün halinde İç Güvenlik Harekat Merkezindeki bölgede faaliyet gösterecektir. İç Güvenlik Harekat Dairesi Harekat Şubesi ve İKK ve Güvenlik Dairesi İç İstihbarat Şubesi Genelkurmay İdari Destek Harekat Merkezine taşınacak ve faaliyetini burada sürdürecektir. Çalışma grubu öncelikle irtica ile mücadele konseptini ve bu konsepte bağlı olarak Türk Silahlı Kuvvetleri içinde teşkilatlanmayı ve ülke çapında demokratik kitle örgütleri ile iletişim ve kamuoyunun bilinçlendirilmesi esaslarını belirleyecektir. Bilahare bu birim belirlenecek yetki talimatı çerçevesinde Genelkurmay İç Güvenlik Harekat Merkezinin bir bölümü olarak faaliyet gösterecektir. Benzer bir teşkilatlanma Kuvvet Komutanlıkları ve Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde ihtiyaç duyulan düzeyde gerçekleştirilecektir.Batı Çalışma Grubunun yürüteceği çalışmalarda aşağıda belirtilen hususlar esas alınacaktır.a. Yaşanan sorunun özünde, İrticanın devletin bir kısım unsurlarının desteği veya göz yumması ile mesafe katetmesi bulunmaktadır. Sorun bir yanıyla bir siyasi iktidar meselesidir. Bu nedenle soruna halkın sahip çıkması, geniş bir cephe oluşturulması gerekmektedir. Bu hususu gerçekleştirmede Türk Silahlı Kuvvetleri gereğinden fazla öne çıkmadan, günlük siyasi mücadelenin içerisinde görünmeden, Atatürkçü güçlere gereken desteği vermelidir.b.Türk Silahlı Kuvvetleri kendi iç yapısını sağlam tutmak zorundadır. Türk Silahlı Kuvvetlen bünyesinde irtica unsurlarına yaşam hakkı tanınmamalıdır.c.İrtica faaliyetlerinin ülke çapında resminin güncel tutulması, bütün bağlantılarının ortaya çıkması için güvenilir bir istihbarat ağı teşkil edilmeli ve bir rapor sistemi oluşturulmalıdır.d.Türk Silahlı Kuvvetleri, ülke ve ulusal birliğimizin hem teminatı hemde sembolüdür. Bu tarihi misyona zarar vermeden bütün demokratik kitle kuruluşları ile sağlıklı bir iletişim kurulmalı ve idame ettirilmelidir. Bu suretle, halkımızın, Türk Silahlı Kuvvetlerinin ilgili ve yetkili siyasi kademelerin uygun ve yasal platformlarda bilgilendirilmesi sağlanarak, siyasi islama geçit verilmeyecektir. (...)Batı çalışma grubu faaliyetlerinin Hükümetin yayınladığı 14 Mart 1997 tarihli direktif ve 28 Mart 1997 tarihli genelge gereğince yapıldığı savunulmuş ise de sivil idarenin temsilcilerinin ve kurumlarına gereği için veya bilgi için belgelerin gönderilmediği anlaşılmakla, yapılan çalışmaların hükümetten gizli yürütüldüğü ve bilgi verilmediği anlaşılmıştır.Sanık [Ç.B.] 2012 tarihli Cumhuriyet Savcılığına vermiş olduğu ifadesinde; ... belgenin doğru olduğunu, kendisinin hazırladığını, bu emir doğrultusunda Kara, Hava, Deniz ve Jandarma Komutanlıklarında Şube bazında Batı Çalışma Grubu oluşturulduğunu, bunların faaliyetlerini, çalışmalarını ve tüm bilgilerini Genelkurmayda merkezi bulunan Batı Çalışma Grubuna gönderdiklerini, analiz ve değerlendirmelerin burada yapıldığını belirtmiştir.Çetin Doğan 28/05/2012 tarihinde Cumhuriyet Savcılığına vermiş olduğu ifadesinde; belge ile ilgili olarak özetle; Genelkurmay Başkanı [Ç.B.nin] Genelkurmay Başkanı ile görüştükten sonra kendilerini toplayarak 'Bakanlıklar gibi bir çalışma yapalım' demesi üzerine 4 Nisan 1997 tarihli [Ç.B.] imzalı yazılar gereği 10 Nisan 1997 tarihli belgeyi kendisinin hazırladığını, J Başkanları ile koordine edip görüş alarak [Ç.B.ye] sunduğunu, silsile gereği Genelkurmay Başkanına arz edildiğini, belgenin Ek-A’sında bulunan BÇG şemasını da hazırlayıp imzaladığını, Batı Çalışma Grubu Başkanı olduğunu belirtmiştir. [İ.K.] 2012 tarihinde Cumhuriyet Savcılığına vermiş olduğu ifadesinde özetle; 10 Nisan 1997 tarihli Batı Çalışma Grubu [Ç.B.] imzalı belgeyi kendi emrinde çalışan proje subayları olan [Ü.A., R.B., Z.B. ve F.A.dan] birisinin hazırladığını, [Ü.A.nın] kıdemli olması sebebiyle kendisine vekalette ettiğini, onun hazırlamış olabileceğini, paraflayarak yukarı silsile ile komutanlarına arz edildiğini, yazının ekinde bulunan Batı Çalışma Grubu şemasının ve krokisinin de doğru olduğunu belirtmiştir. Şüpheli sıfatıyla ifadesi alınan [Ö.Ö.] 2012 tarihinde müdafii eşliğinde Cumhuriyet Savcılığına vermiş olduğu ifadesinde özetle; BÇG de sivil memur olarak görevlendirildiğini ve çalıştığını, talimat üzerine 10 Nisan 1997 tarihli Batı Çalışma Grubu oluşturulmasına dair belgeyi kendisinin yazdığını belirtmiştir. Sanık [K.] mahkemedeki savunmasında; 10 Nisan 1997 tarihli Batı Çalışma Grubu kurulmasına dair belgede koordinatör olarak göründüğünü ve bu belge doğru olduğun beyan etmiştir.Sanık [Y.T.] mahkemedeki savunmasında; Genelkurmaydan 10 Nisan tarihli Hava Kuvvetleri Komutanlığına giden bir evrak bulup gönderildiğini, o evrakında dağıtım hanesine bakınca diğer J Başkanlıklarının olduğunu görüldüğünü beyan etmiştir....bu belgenin sanıklar [Ç.B.], Çetin Doğan, [İ.K., Y.T., K.] ve tanık [Ö.Ö.nün] beyanları ile doğruluğu tespit edilmiş, dijital ortamda da yer alan bu belge, belgenin imza bloğunda imzası bulunan ve belgeyi hazırlayan kişiler tarafından doğrulanmış, bu belgenin gerçek olduğu anlaşılmakla hükme esas alınmıştır." Derece mahkemesi, "Çalışma Grubu Oluşturulması" başlıklı belgenin doğruluğunun sanıklar Ç.B., E.Ö. ve başvurucunun beyanlarıyla tespit edildiğini, anılan belgenin imza bloğunda imzası bulunan ve belgeyi hazırlayan kişiler tarafından doğrulandığını kabul etmiştir. Ayrıca belgenin 29/6/2011 tarihinde imha edildiğinin sabit olduğuna, olmayan ve kayda girmeyen belgenin imhasının mümkün olamayacağına vurgu yapmıştır. Derece mahkemesinin anılan belge hakkındaki değerlendirmeleri şu şekildedir:"04 NİSAN 1997 TARİHLİ 'ÇALIŞMA GRUBU OLUŞTURULMASI' KONULU BELGEGenelkurmay Başkanlığı antetli CD den elde edilen (CD5/Arşiv/Çalışma grubu oluşturulması) T. Genelkurmay Başkanlığı Ankara antetli Genelkurmay Başkanı Orgeneral [Ç.B.] imzalı 4 Nisan 1997 tarihli GENSEK: 3050-155-97/İCRA SB. Sayılı Çalışma Grubu Oluşturulması konulu belgenin Genelkurmay Personel Başkanlığına hitaben yazıldığı Belgenin 'KİŞİYE ÖZEL-İVEDİ' kaşeli olduğu ve belgenin;'1-1991 yılından itibaren iç güvenliğe birinci öncelik verilmiş, terör olayları marjinal hale getirilmiştir.2-Günümüzde irticanın, oluşturduğu tehdit açısından iç güvenliğin önüne geçtiği ülkemizin bir numaralı sorunu haline gelmiştir.3-Bundan sonraki çalışmalarda iç güvenliğe verilen öncelik gibi İRTİCA'ya da benzeri öncelik verilecektir. Bu konuya ilişkin olarak herkes kendi sorumluluk sahasında gerekli tedbiri alacak, astlarını ve çevresindekileri bilgilendirecek, alınması gerekli tedbirler hakkında sürekli düşünerek teklifler üretecektir.4-Genelkurmay karargahında; hazırlanan broşürde belirlenen faaliyetlere karşı önlem alınması konusunda çalışma başlatılacak ve bu maksatla Gnkur.Hrk.Bşk.lığı koordinatörlüğünde bir çalışma grubu oluşturulacaktır.5-Çalışma grubu diğer başkanlıklardan 'J' Başkanlıklarının uygun göreceği personelin katılımı ile hergün toplanacak ve günlük çalışma sonuçları Salı ve Cuma günleri Genelkurmay nci Başkanı’na arz edilecektir. Çalışma yer ve saati Gnkur.Hrk.Bşk.lığınca belirlenecektir.' içerikli olduğu anlaşılmıştır. (...)Genelkurmay Başkanlığının 27 Ağustos 2012 tarih ve AD.MÜŞ.9140-303-12/ O.A. sayılı yazısı ile 04 Nisan 1997 tarihli GENSEK: 3050-155-97/İCRA SB. Sayılı belge asıllarının bulunmadığı, Gnkur.MEBS Bşk.lığına gönderilen nüshasının 29 Haziran 2011 tarihinde imha edildiği bildirilmiştir.Sanık [Ç.B.] 2012 tarihinde Savcılığında müdafii eşliğinde vermiş olduğu ifadesinde özetle; 4 Nisan 1997 tarihli Çalışma Grubu Oluşturulması konulu belge ile ilgili olarak, Gensek İcra Subayı tarafından hazırlandığını ve kendisi tarafından imzalandığını beyan etmiştir.Sanık [E.Ö.] 2012 tarihinde Savcılığında müdafii eşliğinde vermiş olduğu ifadesinde özetle; 04 Nisan 1997 tarihli Çalışma Grubu oluşturulması konulu belgenin hazırlanması konusunda [Ç.B.nin] kendisini çağırarak bir grup kurulması emrini vermesi üzerine 04 Nisan 1997 tarihli emri hazırlayarak kendisine imzalattığını, belge içeriğinin doğru olduğunu beyan etmiştir.Sanık Çetin Doğan 2012 tarihinde Savcılığında müdafii eşliğinde vermiş olduğu ifadesinde belge ile ilgili olarak özetle; J başkanları, daire başkanları, genelsekreter, Başkan ve harekat başkanı olarak kendisinin de katıldığı bir toplantı yapıldığını, bir çalışma yapılmasına karar verildiğini, bunun üzerine 04 Nisan 1997 tarihli belgenin genelsekreter tarafından hazırlandığını ve yayınlandığını belirtmiştir.04 Nisan 1997 Tarihli 'Çalışma Grubu Oluşturulması' Konulu Belge'nin; Adli Emanetin 2012/3 sırasında kayıtlı üzerinde 2011/206 sor. Asıl cd yazılı, GENELKURMAY KARARGAHI yazısı, Genelkurmay Başkanlığı logosu ve Genelkurmay Başkanlığı Muhabere Elektronik ve Bilgi Sistemleri Başkanlığı logosu bulunan, SERİ NO: A..3278 yazılı, GİZLİLİK DERECESİ, DAİRE/ŞUBE: ve KONU: yazıları bulunan ve A5J21I2222525 seri numaralı 5 nolu CD olarak adlandırılacak CDden (CD5/Arşiv/Çalışma grubu oluşturulması) klasöründen elde edildiği, Genelkurmay Başkanlığının 27 Ağustos 2012 tarih ve AD.MÜŞ.9140-303-12/O.A. sayılı yazısı ile 04 Nisan 1997 tarihli GENSEK: 3050-155-97/İCRA SB. Sayılı bu belge asıllarının bulunmadığı, Gnkur.MEBS Bşk.lığına gönderilen nüshasının 29 Haziran 2011 tarihinde imha edildiğinin bildirildiği, ayrıca bu belgenin sanıklar [Ç.B.], Çetin Doğan ve [E.Ö.nün] beyanları ile doğruluğu tespit edilmiş dijital ortamda yer alan bu belge, belgenin imza bloğunda imzası bulunan ve belgeyi hazırlayan kişiler tarafından doğrulanmış ve ayrıca Gnkur.MEBS Bşk.lığına gönderilen GENSEK: 3050-155-97/ İCRA SB. Sayılı nüshasının 29 Haziran 2011 tarihinde imha edildiği, olmayan ve kayda girmeyen belgenin imhasının mümkün olmadığı anlaşılmakla bu belgenin gerçek olduğu anlaşılmakla hükme esas alınmıştır." Derece mahkemesi "Batı Çalışma Grubu Rapor Sistemi" konulu belgenin doğruluğunun başvurucu, sanıklar Ç.B., İ.K. ve tanık Ö.Ö.nün beyanları ile tespit edildiğini, anılan belgenin imza bloğunda imzası bulunan ve belgeyi hazırlayan kişiler tarafından doğrulandığını kabul etmiştir. Ayrıca belgenin farklı kamu kurumlarınca 29/5/2009, 26/3/2010 ve 29/6/2011 tarihlerinde imha edildiğinin sabit olduğuna, olmayan ve kayda girmeyen belgenin imhasının mümkün olamayacağına vurgu yapmıştır. Derece mahkemesinin anılan belge hakkındaki değerlendirmeleri şu şekildedir:"29 NİSAN 1997 TARİHLİ 'BATI ÇALIŞMA GRUBU RAPOR SİSTEMİ' KONULU BELGE (...) (Sanık Çetin Doğan Savcılık ifadesinde ilgi (c)’de belirtilen belgeyi bizzat ibraz etmiş olup; Genelkurmay Harekat Başkanı Korgeneral Çetin Doğan imzalı, 16 Nisan 1997 tarihli Laiklik Aleyhtarı Faaliyetler konulu belgede özetle; Garnizon Komutanlıklarınca öncelikle Cuma ve Bayram namazları olmak üzere verilen tüm hutbe ve vaazların personel görevlendirmek suretiyle takibinin ve tespit edilen hususların yer ve zaman belirtilerek rapor edilmesinin, görevlendirilecek personelin seçimi ve görevin icrasının bizzat takip ve kontrol edilmesi Genelkurmay Başkanı emriyle, dağıtım gereği olarak kuvvet komutanlıklarına gönderildiği, bilgi için MGK Genel Sekreterliğine ve Gnkur.İsth.Bşk.lığına gönderildiği tespit edilmiştir)9 Nisan 1997 tarihli Batı Çalışma Grubu Rapor Sistemi konulu belge içeriğinin; (...)Batı Çalışma Grubu rapor sistemine dahil edilecek komutanlıklar konunun hassasiyeti, emniyet ve gizlilik ihtiyaçları dikkate alınarak Kuvvet Komutanlıkları ve Jandarma Genel Komutanlığınca belirlenecektir. Kuvvet Komutanlıkları ve Jandarma Genel Komutanlığınca Türkiye’nin irticai taktik resminin ortaya çıkartılabilmesi maksadıyla;a) İl bazında varsa değişik mezheplerin, tarikatların yeri ve miktarı,b) İl bazında irticaya müzahir dernek, tarikat, dergah, tekke, zaviye, türbeler, kuran kursları, imam hatip okulları, öğrenci yurtlarının miktarı,c) Bunların üyelerinin sayıları ve faaliyetlerinin tespit edilmesi,d) İl bazında faaliyet gösteren irticaya müzahir örgütler hakkında bütün bilgiler,e)İl bazında 03 Aralık 1934 tarih ve 2596 sayılı 'Bazı Kisvelerin Giyilemeye[c]eğineDair' kanuna aykırı giyinenlerin yaygın olduğu mahaller ve sayılarının bir defaya mahsus olmak 15 Mayıs 1997 tarihine kadar Genel Kurmay Başkanlığı’na gönderilecektir. Bu bilgilerde meydana gelebilecek değişiklikler miada bağlı kalmaksızın bildirilecektirf)Ayrıca ilgi (c) esaslarına uygun olarak camilerde vaazların Garnizon Komutanlıklarınca takip edilmesi suretiyle, laiklik aleyhtarı ve suç teşkil edilen hususların tespit edilmesi ve yasal işlem yapılması için derhal Genelkurmay Başkanlığına bildirilmesi sağlanacaktır. Genelkurmay İstihbarat Başkanlığınca ilgili bakanlıklar, kamu kurum ve kuruluşları ile istihbarat teşkilleri gibi çeşitli kanallardan elde edilen bilgilerin gecikmeksizin Batı Çalışma Grubuna aktarılması sağlanacaktır. (...)Batı Çalışma Grubu Rapor Sistemi Konulu belge ve ekleri MİT Müsteşarlığı tarafından gönderilen belgeler arasında yer almaktadır.İstanbul CMK maddesiyle görevli Cumhuriyet Başsavcı Vekilliğince Gölcük Donanma Komutanlığında yapılan aramalarda elde edilen 11 nolu CD içerisinde bulunduğu belirtilen 29 Nisan 1997 tarihli Batı Çalışma Grubu Rapor Sistemi konulu [Ç.B.] imzalı Genelkurmay tarafından Jandarma Genel Komutanlığına, Genelkurmay Başkanlığı emriyle gönderilen 2 sayfadan oluşan belge ve EK A’sı Batı Çalışma Grubu Günlük Durum Raporu (BATGÜNDURAP) başlıklı [İ.K.] imzalı 2 sayfadan oluşan belge ile EK B si Batı Çalışma Grubu Olay Bildirim Raporu (BATOLBİLRAP) başlıklı [İ.K.] imzalı 1 sayfadan oluşan belge, belgenin EK-B Lahika-1’de 1 sayfadan oluşan Batı Çalışma Grubu Olay Bildirim Raporu (BATOLBİLRAP) (boş hali), EK-B Lahika-2 Genelkurmay emniyetli fax ve telefon numaraları başlıklı fax ve telefon numaralarının bulunduğu 1 sayfadan oluşan belge bulunduğu tespit edilmiştir. Katılan [B.O.nın] ibraz ettiği belgeler arasında ve [H.A.nın] ikametinde yapılan aramada elde edilen 8 ile numaralandırılan Cd’den elde edilen belgeler arasında 29 Nisan 1997 tarihli Batı Çalışma Grubu rapor sistemi konulu belgenin ve eklerinin Deniz Kuvvetleri Komutanlığına Genelkurmay Başkanı emriyle gönderildiği ve belgenin üzerinde Deniz Kuvvetleri Komutanı [G.E.nin] parafının bulunduğu tespit edilmiştir. (...)Batı Çalışma Grubu Rapor Sistemi Konulu belge ile ilgili olarak Genelkurmay Başkanlığından gönderilen Jandarma Genel Komutanlığı Harekat Başkanlığına ait 180 sayfadan oluşan imha edilen arşiv malzeme envanterinin sayfasında sırasında gizli, tarih ve sayısının (1997, Gnkur.Bşk.lığı.HRK: 3429-15-97/İGHD.Pl.Ş.(3), konusunun (Batı Çalışma Grubu Rapor Sistemi) ve sayfa adedinin (7) belirtildiği belge ile uyuştuğu ve Jandarmada bulunan bir nüshasının imha edildiği belirtilmiştir. Genel Kurmay Başkanlığı'nın 20/09/2012 tarihli üst yazısıyla gönderilen arşiv malzeme envanterinin incelenmesinde; sırada gizli, 1997 Gnlkur.Bşk.lığı.HRK 3429-15-97/İGHD.(PLŞ-3) numaralı, sayfa adedi(7), imha yılı 2009 olan 'Batı Çalışma Grubu Rapor Sistemi' konulu evrakın yer aldığı anlaşılmıştır.Sanık [Ç.B.] 2012 tarihli Cumhuriyet Savcılığına vermiş olduğu ifadesinde özetle; 29 Nisan 1997 tarihli Batı Çalışma Grubu Rapor Sistemi konulu belge ile ilgili olarak, belgedeki imzanın kendisine ait olduğunu, o dönemde İGHD Plan Şube müdürü [İ.K.] ve Plan Proje subayları tarafından hazırlandığını, belgenin eklerinin de [İ.K.] tarafından imzalandığını belirtmiştir.Sanık Çetin Doğan 2012 tarihinde Cumhuriyet Savcılığına vermiş olduğu ifadesinde belge ile ilgili olarak özetle; belgenin doğru olduğunu, BÇG faaliyeti kapsamında bu rapor sisteminin uygulandığını, belge doğrultusunda Kuvvet Komutanlıklarından ve ordulardan istenilen raporların düzenlenerek Genelkurmayda kurulan Batı Çalışma Grubuna 24 saati kapsayacak şekilde gönderildiğini belirtmiştir.Sanık [İ.K.] 2012 tarihli Cumhuriyet Savcılığına vermiş olduğu ifadesinde özetle; 29 Nisan 1997 tarihli Batı Çalışma Grubu Rapor Sistemi konulu belge ve eklerini kendi emrinde olan proje subayları olan [Ü.A., R.B., Z.B. ve F.A.dan] birisinin hazırladığını, ekindeki yazılarda kendisinin imzasının mevcut olduğunu, ekleri Batı Çalışma Grubu Günlük Durum Raporu BATGÜNDURAP ve Batı Çalışma Grubu Olay Bildirim Raporu BATOLBİLRAP’ı İGHD Şube Müdürü olarak imzaladığını, yazıyı ise sıra ile amirlerine proje subayının götürerek imza ettirdiğini, [K.] ve Çetin Doğan'a paraf ettirildiğini, Çetin Doğan'ın da J-2 ve J-5 in parafını aldığını, [Ç.B.nin] evrakı imzalayarak dağıtım yaptığını, Genelkurmay Başkanına bilgi verdiğini belirtmiştir.Soruşturma aşamasında şüpheli sıfatıyla müdafii eşliğinde ifadesi alınan tanık [Ö.Ö.] 2012 tarihli beyanında özetle; BÇG de sivil memur olarak görevlendirildiğini ve çalıştığını, talimat üzerine belgeyi kendisinin hazırladığını belirtmiştir. (...)29 Nisan 1997 Tarihli Batı Çalışma Grubu Rapor Sistemi konulu belgenin; Adli Emanetin 2012/3 sırasında kayıtlı üzerinde 2011/206 sor. Asıl cd yazılı, GENELKURMAY KARARGAHI yazısı, Genelkurmay Başkanlığı logosu ve Genelkurmay Başkanlığı Muhabere Elektronik ve Bilgi Sistemleri Başkanlığı logosu bulunan, SERİ NO: A..3278 yazılı, GİZLİLİK DERECESİ, DAİRE/ŞUBE: ve KONU: yazıları bulunan ve A5J21I2222525 seri numaralı 5 nolu CD olarak adlandırılacak CD den (CD5/Arşiv/Batı Çalışma Grubu Rapor Sistemi) klasöründe de bulunduğu, belge asıllarının bulunmadığı,Gnkur.MEBS Bşk.lığına gönderilen nüshasının 29 Haziran 2011 tarihinde imha edildiğinin bildirildiği, J.Gn.K.lığına gönderilmiş nüshasının 29 Mayıs 2009 tarihinde imha edildiğine, Hv.K.K.lığına gönderilmiş nüshasının 26 Mart 2010 tarihinde imha edildiğine dair kayıtların gönderildiği, belgenin Gnkur.İsth.Bşk.lığına gönderildiğinin bildirildiği ayrıca bu belgenin sanıklar [Ç.B.], Çetin Doğan, [İ.K.] ve tanık [Ö.Ö.nün] beyanları ile doğruluğu tespit edilmiş dijital ortamda da yer alan bu belge, belgenin imza bloğunda imzası bulunan ve belgeyi hazırlayan kişiler tarafından doğrulanmış ve ayrıca Gnkur.MEBS Bşk.lığına gönderilen HRK:3429-15-97/İGHD.Pl.Ş (3) sayılı nüshasının 29 Haziran 2011 tarihinde, J.Gn.K.lığına gönderilmiş nüshasının 29 Mayıs 2009 tarihinde, Hv.K.K.lığına gönderilmiş nüshasının 26 Mart 2010 tarihinde imha edildiği, olmayan ve kayda girmeyen belgenin imhasının mümkün olmadığı anlaşılmakla bu belge ve eklerinin gerçek olduğu anlaşılmakla hükme esas alınmıştır." Derece mahkemesi, "Laiklik Aleyhtarı Faaliyetler" konulu belgenin doğruluğunun başvurucunun beyanları ile tespit edildiğini kabul etmiştir. Ayrıca belgenin 2009 yılında imha edildiğinin sabit olduğuna, olmayan ve kayda girmeyen belgenin imhasının mümkün olamayacağına vurgu yapmıştır. Derece mahkemesinin anılan belge hakkındaki değerlendirmeleri şu şekildedir:"LAİKLİK ALEYHTARI FAALİYETLER KONULU BELGE Belge, Genelkurmay Başkanlığı Ankara antetli, Genelkurmay Başkanı emriyle Harekat Başkanı Korgeneral Çetin Doğan imzalı, 16 Nisan 1997 tarih ve HRK:3429-13-97/ İGHD. Pl.Ş.2) sayılı ve Laiklik Aleyhtarı Faaliyetler konulu gizli, kişiye özel kaşeli bir sayfadan ibaret belgede;' Muhtelif kaynaklardan camilerimizde laiklik aleyhtarı vaazlar verildiği, bu vaazların içeriğinde kanunen suç teşkil eden ibareler olduğu, hutbe ve vaazların verilmesinde Diyanet İşleri Başkanlığınca yayınlanan dökümana uyulmadığı öğrenilmiştir. Garnizon komutanlıklarınca cuma ve bayram namazları olmak üzere gayri muayyen zamanlarda verilen hutbe ve vaazların personel görevlendirmek suretiyle takibinin ve tespit edilen hususların yer ve zaman belirtilerek rapor edilmesinin laiklik aleyhtarı tutum ve davranışları önlemeye yönelik çalışmalar için faydalı olacağı değerlendirilmektedir. Konunun hassasiyeti dikkate alınarak görevlendirilecek personelin seçimi ve görevin icrasının Garnizon komutanlıklarınca bizzat takip ve kontrol edilmesi ve daha ast makamlar ve sivil makamlar arasında yazışmanın yapılmaması uygun mütalaa edilmektedir.' şeklinde olduğu anlaşılmıştır.Laiklik aleyhtarı faaliyetler konulu belge, 29 Nisan 1997 günlü Batı Çalışma Grubu Rapor Sistemi Konulu yazının ilgi (c) sinde belirtilen belge olup, belge fotokopisi kendi imzasını taşıyan sanık Çetin Doğan tarafından 2012 günü Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekilliğinde avukatı huzurunda vermiş olduğu ifadesi sırasında Başsavcılığa ibraz edilmiştir.Bu belge MİT Müsteşarlığının göndermiş olduğu belgeler arasında da yer almış, tanık [H.K.] söz konusu belgenin fotokopisini Cumhuriyet Başsavcılığındaki ifadesi sırasında ibraz etmiş, belge aynı zamanda [H.A.nın] ikametinde yapılan aramada elde edilen CD içerisindeki belgeler arasında da bulunmuş, katılan [B.O.nun] Cumhuriyet Savcılığına yapmış olduğu şikayetinde bizzat ibraz edilmiş, söz konusu belgenin BÇG İnternette Çıkanlar İsimli klasör içerisindeki belgeler arasında da yer aldığı anlaşılmaktadır.Genel Kurmay Başkanlığı'nın 2012 tarihli üst yazısıyla gönderilen arşiv malzeme envanterinin incelenmesinde; sırada gizli, 1997 Gnlkur.Bşk.lığı.HRK 3429-13-97/İGHD.(PLŞ-2) numaralı, sayfa adedi(1), imha yılı 2009 olan 'laiklik aleyhtarı faaaliyetler' konulu evrakın yer aldığı anlaşılmıştır.Katılan [H.G.nin] Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının 1997/285 Hazırlık Dosyasına Sunmuş Olduğu 'T. Genelkurmay Başkanlığı Ankara antetli Harekat Başkanı Korgeneral Çetin Doğan imzalı GİZLİ ve KİŞİYE ÖZEL ibareli 16 Nisan 1997 tarihli HRK. : 3429-13-97/İGHD.Pl.Ş(2) sayılı Laiklik Aleyhtarı Faaliyetler konulu 1 sayfadan oluşan belge' ile ilgili olarak;1997 tarihli Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı 1997/285 hazırlık sayılı dosyada yaptırılan Bilirkişi İnceleme Tutanağı'ında; ' Yeniden Doğuş Partisi Genel Başkanı [H.G.nin] Başsavcılığımıza verdiği şikayet dilekçesinde Genelkurmay Başkanı [Ç.B.], Genelkurmay Harekat Başkanı Korgeneral Çetin Doğan, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkam Koramiral [A.E.] ve Batı Çalışma Grubu mensupları hakkında Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs suçundan şikayet ve ihbarda bulunduğu, dilekçesinin ekinde 6 adet belge ibraz ettiği, fotokopi halindeki bu belgelerin 5'inin gizli damgası taşıdığı 'Türk Silahlı Kuvvetleri'ndeki mezhepçi yapılanma ' başlıklı çizelge halindeki belgede herhangi bir gizlilik damgası bulunmadığı görüldü. Bu belgelerin devletin emniyeti dahili veya beynelmine1 siyaseti bakımından gizli kalması gereken belgelerden olup olmadığının tesbiti için Genelkurmay İKK ve Güvenlik dairesinde görevli Topçu Kurmay Kıdemli binbaşı [E.A.] bilirkişi olarak seçildiği belirtilmiş, Genelkurmay Başkanlığı İKK ve Güvenlik Dairesinde Görevli Topçu Kurmay Kıdemli Binbaşı yeminli Bilirkişi [E.A.] Beyanında; 'Bana tevdii olunan belgeleri inceledim. Üzerinde gizlilik damgası taşıyan fotokopi halindeki belgeler üzerinde belirtilen Komutanlıklarca yayınlanmıştır. Bu belgeler tamamıyla devletin emniyeti, dahil veya beynelminel siyaseti açısından gizli kalması gereken belgelerdir. Bu belgelerin elde edilerek ifşaa edilmesi suç teşkil eder, üzerinde herhangi bir gizlilik damgası taşımayan 'Türk Silahlı Kuvvetlerindeki Mezhepçi Yapılanma' başlıklı çizelge halindeki belge ise Türk Silahlı Kuvvetlerinde hazırlanmamıştır. Hazırlanması da mümkün değildir. Yukarıda 'belirttiğim gibi gizlilik belgesi taşıyan ve Komutanlıklarca yayınlanan belgelerin gizli kalması kesindir.' şeklinde mütalaada bulunmuştur.T. Genelkurmay Başkanlığı Ankara antetli Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben yazılan ve İlgi: Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının 29 Temmuz 1997 gün ve Sayı: Hz.1997/285 sayılı yazısı olan İKK. ve Güv. Başkanı Tümgeneral [F.T.] imzalı 29 TEMMUZ 1997 tarihli Bilirkişilik İncelemesi Konulu,Gizli ibareli İSTH: 3590-955-97/İKK VE GÜV.İÇ İSTH.Ş.(955) sayılı belgede;İlgi yazı ekinde gönderilen belgeler incelenmiştir.Bu belgeler'a.İrtica tehdit değerlendirmesine esas olacak, irticai faaliyetlerin tespitine ilişkin 'Gizli' gizlilik dereceli ve kişiye özel gerçek belgelerdirb.Belgeler üzerinde bilirkişilik incelemesi yapmak üzere Gnkur.İKK. ve Güv.’de görevli Kur.Kd.Bnb.[E. A.] görevlendirilmiştirc.'TSK’deki Mezhepci Yapılanma' başlıklı doküman, TSK’lerince hazırlanmamıştır. Bu doküman, gerçek dışı, uydurma, Türk Silahlı Kuvvetlerini bölmeye ve karalamaya yöneliktir.' içerikli olduğu tespit edilmiştir.16 Nisan 1997 tarihli HRK 3429-13-97/İGHD.(PLŞ-2) sayılı bu belgenin imza bloğunda imzası bulunan Çetin Doğan'ın beyanı ile doğruluğu tespit edilmiş, 2009 tarihinde imha edildiği, olmayan ve kayda girmeyen belgenin imhasının mümkün olmadığı anlaşılmakla bu belgenin gerçek olduğu anlaşılmakla hükme esas alınmıştır. (...)Silahlı Kuvvetlerin bilgi sahibi olmasının bazılarının bazı faaliyetlerde caydırmada, cüret ve cesaretlerini kırma bakımından etkisi olacağı, silahlı kuvvetlerin boş durmadığını herhangi bir duruma karşıda tepki göstereceğini bilmeleri gerektiği, bu yazının demokratik bir yazı olup kim ne yapıyor ediyor bunları bilme ülkenin birlik ve bütünlüğünü koruma yönündeki bir vazifemizin bir neticesi olduğu yönündeki belgeyi irade beyan ederek imzalayan sanığın savunmasına anayasadan kaynaklanmayan yetkinin kullanılması nedeniyle itibar edilmemiştir." Derece mahkemesi gerekçeli kararında "Davanın Kumpas Olduğuna İlişkin Savunmaların Değerlendirilmesi" başlığı altında, soruşturmada görev alan Cumhuriyet savcıları, genelkurmay adli müşaviri, yine adli müşavirlik makamında görev alan bazı kamu görevlileri hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyeliği nedeniyle dava açılmasının ilgililerin çalıştıkları dönemde yapmış oldukları işlemlerin tamamının geçersiz olduğu sonucunu doğurmayacağını, dava dosyasına gönderilen bilgi ve belgelerin sırf bunu gönderen kişiler hakkında adı geçen örgüte üye olma suçundan dava açılmış olması nedeniyle hukuken geçersiz sayılamayacağını belirtmiştir. Bu husustaki değerlendirmelerin ilgili kısmı şu şekildedir:"Sanıklar ve bir kısım sanıklar müdafiilerinin savunmalarında belirttiği iddianameyi düzenleyen Cumhuriyet savcısının, soruşturmada görev alan ve kovuşturma sırasında duruşma savcısı olarak görev yapan Cumhuriyet savcısının, Genelkurmay Adli Müşaviri'nin ve yine adli müşavirlik makamında görev alan bir kısım kamu görevlileri hakkında FETÖ Terör Örgütü üyeliği suçlamasıyla soruşturma yapılması ve tutuklanmaları nedeniyle bu kişilerce yapılan soruşturma işlemlerinin ve soruşturma ve kovuşturma işlemlerine esas olan ve imzalarının bulunduğu belgeleri nedeniyle bunların delil olarak kabul edilemeyeceği ve yaptıkları işlemlerin hukuken geçerli olmadığı yönündeki savunmaları ile ilgili olarak öncelikle;Dava konusu dosyanın iddianamesini düzenleyen Cumhuriyet savcısının, soruşturma aşamasında kısmen görev alan ve kovuşturma aşamasında duruşmalara katılan Cumhuriyet savcısının, soruşturmanın başlangıcı aşamasından Genelkurmay Adli Müşaviri olarak görev yapan [K.] ve yine adli müşavirlikte görev yapan birtakım görevlilerin hakkında FETÖ Terör Örgütü üyeliği suçlamasıyla dava açıldığı dava dosyasına gönderilen ve bu kişiler hakkında açılan iddianameler ile maddi bir vakadır.Haklarında FETÖ Terör Örgütü üyeliğinden kamu davası açılan bu kişilerin soruşturmada görev aldıkları, soruşturma ve kovuşturma aşamasında sanıkların lehine ve aleyhine olan belgeleri imzaladıkları ve aynı zamanda bu kişilerin sanıkların lehine olan ve gerekçeleri her bir sanık için değerlendirmesinin ayrıca yapıldığı bölümde belirtilen ve haklarında beraat kararı verilen sanıkların lehine olan belgeleri de düzenledikleri gibi bir kısım sanıkların kovuşturma aşamasında tahliyelerine karar veren heyetin içerisinde de aynı suçlamayla hakkında soruşturma yürütülüp dava açılan hakimlerin de bulunduğu, dolayısıyla sanıklar ve müdafiilerince iddia edilen bu hususla ilgili olarak haklarında FETÖ terör örgütü üyeliğiyle ilgili dava açılan kişilerin sanıkların lehine ve aleyhine düzenlenen belgelerde imzalarının bulunduğu anlaşılmıştır.Yukarıda bahsi geçen kişilerin FETÖ terör örgütü üyeliği ile ilgili haklarında davalar bulunduğu maddi bir gerçektir. Haklarında dava açılan bu kişilerin kamu görevinde bulundukları sırada görevleri kapsamında ve görev sınırları içerisinde dava dosyasına çalıştıkları kurumlarından gönderdikleri belgelerden sanıklar aleyhine ve lehine belgeler bulunmaktadır. Dava dosyasına gönderilen bilgi ve belgeler sırf bunu gönderen kişiler hakkında FETÖ üyeliğinden dava açılmış olması nedeniyle hukuki geçersizlik sonucunu doğurmaz, bu konuda mahkememizce öncelikle haklarında FETÖ terör örgütü üyeliği nedeniyle dava açılan kişilerin çalıştıkları dönemde yapmış oldukları işlemlerin tamamının geçersiz olduğu yönünde herhangi bir yasal düzenleme bulunmamaktadır. Bu konuyla ilgili yukarıda ayrıntısı verilen Yargıtay Ceza Dairesi'nin içtihadında da belirtildiği üzere soruşturma ve kovuşturma aşamasında görev alan ve belgelerde ismi bulunan bu kişiler hakkında dava dosyasındaki imzalarının bulunduğu belgeleri örgüt faaliyeti kapsamında düzenlendiğine dair haklarında FETÖ terör örgütü üyeliğinden açılan iddianamelerin incelenmesinde bir iddia olmadığı, yani bu konuda açılan bir davanın olmadığı, bu durumun tek başına hüküm tarihi itibariyle Yargıtay içtihatı da gözönüne alınarak adı geçen kişilerin yaptıkları tüm işlemlerin geçersizliği sonucunun çıkarılamayacağı anlaşılmış ve mahkememizce Yargıtay Ceza Dairesi'nin bu içtihadı doğrultusunda değerlendirme yapılmış ve sanık ve müdafiilerinin iddianamenin geçersiz olduğu, yok sayılması gerektiği, bu kişilerin düzenlediği belgelerin yok hükmünde olduğu yönündeki savunmalarına itibar edilmemiştir." Derece mahkemesi; gerekçeli kararında, 28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısının Ankara Ağır Ceza Mahkemesi naip hâkimleri tarafından incelendiğini ve yargılamayı ilgilendiren kısmının özetini içeren bir inceleme tutanağı düzenlendiğini belirtmiştir. Derece mahkemesi anılan tutanak içeriğine göre Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Büyükelçi S.K.nın yirmi dakikalık bir sunum yaptığını ancak sunuma ilişkin 31 sayfalık metnin yargılamayla doğrudan ilgisinin bulunmaması nedeniyle tutanak içeriğine alınmadığını açıklamıştır. Ayrıca gerekçeli kararda, anılan MGK toplantısı içeriğinden özet olarak bahseden tutanağı yorumlamıştır. Derece mahkemesinin bu husustaki değerlendirmeleri şu şekildedir:"ANKARA AĞIR CEZA MAHKEMESİ NAİP HAKİMLERİ TARAFINDAN HAZIRLANAN MİLLİ GÜVENLİK KURULU’NUN 28/02/1997 TARİHLİ TOPLANTI TUTANAĞI CMK'NIN MADDESİ GEREĞİNCE YAPILAN 2013 TARİHLİ DAVAYI İLGİLENDİREN ÖZETİNİ İÇEREN İNCELEME TUTANAĞI'NDA;A.1-Milli Güvenlik Kurulu Toplantı Gündemi Başlıklı Gizli ibareli 26 Şubat 1997 tarihli tutanakta toplantı tarihinin 28 Şubat 1997 Cuma saat 15:00, toplantı yerine Cumhurbaşkanlığı Köşkü Çankaya olarak gösterildiği, tutanağın sayfasında Madde olarak 'özel müzakere' (Kurul Üyeleri) başlığı altında Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, Demokratik Laik ve Sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti Devletine yönelik irtica tehdidin boyutları nelerdir ve bunlara karşı alınması gereken önlemler neler olmalıdır? (MİT Müsteşarlığı)a.Takdim: MİT Müsteşarı B.E [S.K.] süre 20 dk. başlama 16:55, bitiş 17:15 b.Müzakere: süre 45 dk. başlama 17:15, bitiş 18:00 ibarelerinin bulunduğu görülmüştür. (...) Milli Güvenlik Kurulu Toplantı Tutanağı başlıklı çok gizli ibareli sayfasında tarih 28 Şubat 1997, saat 15:00 yer Cumhurbaşkanlığı Köşkü Çankaya yazılı tutanağın, dosyamızda görülmekte olan suçla ilgili kısmının sayfadan itibaren başladığı görülmektedir. Bu sayfada Sayın Cumhurbaşkanının talimatları üzerine kurul üyeleri, MGK Genel Sekreteri Koordinasyon müşaviri ve MİT Müsteşarı dışındaki zevatın salondan ayrıldığı, kurul gündeminin maddesinde (Özel Müzakere) yer alan 'Atatürk Milliyetçiliği’ne bağlı demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti Devletine yönelik irtica tehtitinin boyutları nelerdir, ve bunlara karşı alınması gereken önlemler neler olmalıdır?' konulu takdimin MİT Müsteşarı Büyükelçi [S.K.] tarafından kurula sunulduğu yazılıdır. (Dosyanın son bölümünde bu sunuma ilişkin 31 sayfadan ibaret çok gizli ibareli sunum metninin yer aldığı bu metinde sadece irticai konularla ilgili olarak genel değerlendirmelerin yapıldığı görülmüş, bu sunum dava dosyamızdaki yargılama konusuyla doğrudan ilgili olmadığından özeti tutanağa geçirilmemiştir.Aynı sayfada Genelkurmay Başkanının söz alarak, konuyla ilgili olarak Genelkurmay Başkanlığınca da bir çalışma yapıldığını, uygun görülürse bu takdiminde yapılmasından sonra müzakereye geçilmesini teklif ettiği, bu teklifi sayın Cumhurbaşkanı’nın uygun bulması ile bu konudaki takdimi yapmak üzere Genelkurmay İstihbarata karşı koyma ve Güvenlik Dairesi Başkanı Tümgeneral [F.T.nin] salona alındığı, takdimin yapıldığı ve konunun müzakeresine geçildiği yazılıdır. (Tutanakta [F.T.nin] yaptığı belirtilen irtica ile ilgili takdimin metni olmadığından konusunun dava dosyamızla ilgili olup olmadığı belirlenememiş, buna ilişkin herhangi bir ifadeye ve belgeye rastlanmamış, sadece [F.T.nin] terör tehdidine yönelik olarak yaptığı 9 sayfalık sunuma ilişkin tutanakların olduğu görülmüştür.) (...)6-Toplantıda Deniz Kuvvetleri Komutanının: 'Yasalar bilerek ihlal ediliyor. Bu cesareti de partili milletvekilleri, belediye başkanlarının hareketlerinden alıyorlar. Bunlara mani olmak için öncelikle hukuk uygulanmalı, partililerin söylemleri ile eylemleri aynı olmalıdır. Bu elimdeki kitapta sayın Erbakan’ın cihatla ilgili ifadeleri var. Buna göre parti toplantılarına gitmek cihat, zekatı partiye vermek cihat, partiye yardım etmek cihat' şeklinde konuşma yaptığı, bu konuşmaya Başbakan’ın bilen bilmeyen o kadar çok şey yazıyor ki bunlar asılsız şeyler diye cevap verdiği görülmüştür.7- Toplantıda Jandarma Genel Komutanı'nın 'Biz AB’ye girecek kadar çağdaş mıyız hiç kimse rejimin garantisi laikliğin garantisi olamaz bu ancak Anayasa’nın bu konudaki maddelerini koruyabilirsek geçerlidir. Yarın birileri gelip bu maddeleri değiştirir. Bunun garantisi olmaz' şeklinde konuştuğu görülmüştür.8- Toplantıda Kara Kuvvetleri Komutanının 'Ben muhafazakar sayılacak bir aileden geliyorum. Kendime göre Müslüman olduğumu sanıyorum. Ancak bu olanları gördükçe kendi kendime acaba ben Müslümanmıyım diye sormak geliyor içimden şüpheye düşüyorum. Türk halkı Müslüman olanlar ve olmayanlar diye bölünmek isteniyor.' şeklinde konuştuğu görülmüştür.9-Toplantıda Genelkurmay Başkanının 'Bu takdim hazırlanırken benim tespit ettiğim maksat şu idi. Anayasal rejimi işleterek demokrasiye sahip çıkmak. Çalışmamın maksadı budur. Demokratik sistem dışında arayışlar daima kaos olmuştur. 556 sayılı kanunda din istismarı yapmak vatana ihanet olarak kabul edilmiştir. Laiklik anlayışı da budur laiklik olmazsa demokrasi olmaz. Laiklik ilkesinin bozulması Ezanın Türkçe okunmasından vazgeçilmesiyle başladı. Benim hala kulaklarımdadır, Ezanın Türkçe okunurken duyduğum huşu ve heyecan. Yasaların adil uygulanmaması halkın ahlakını bozar, ahlaksız insanın dini olmaz. Bir cezaevine müdür atanacak, bir milletvekili birisine tavassut ediyor. Adamın sicili bozuk, Bakanlık uygun görmüyor. Milletvekili diretiyor, bu kişinin abdestinde ve namazında olduğunu söylüyor, adamın tayini oluyor. Din istismarına son vermek lazım Anayasa’nın maddesi bu konuda bağlayıcı, sonra herkesin uyması gereken kanunlar var. Bunların uygulanması sağlanmalıdır. Bugün karşılaştığımız bu olaylar küçümsenerek tedbir almakta geç kalınmamalıdır. PKK hareketi de 1984 yılında yeni başladığında küçük görüldü. Bugünlere gelindi. Şeriat şimdi küçük görülmemeli eğitim ve öğretim Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda çağdaş, devletin kontrolünde olmalı. Bakın şu elimdeki fotoğraf normal Anadolu insanının kıyafetini gösteriyor. Benim çocukluğumda bizim evin avlusunda çekilmiş. Şu fotoğrafta bugün İstanbul sokaklarında çekilmiş. 'Siyah çarşaflı kadınları gösteriyor.' Aradan geçen zaman içindeki farkı göstermesi açısından önemli. Ben 1961 ihtilalinin olacağını 1965 (Tarih bu şekilde yazılmıştır.) yılında Üsteğmen iken hissetmiştim. O zamanki gelişmeler bana bunu hissettirmişti. 1972 muhtırasından önce de ben Kurmay Binbaşı iken bunun olacağını tahmin ediyordum. 1982 öncesi olaylardan da neticesini tahmin ediyordum. Çünkü biz bunları en alt kademeden itibaren, bölükten taburdan itibaren aldığımız raporlardan çıkarıyoruz bütün bunlar toplanıyor ve bir netice çıkarılıyor. Bugün bazı dedikodular çıkarılıyor, benim Kuvvet Komutanları ile aramda anlaşmazlık olduğu yolunda. Silahlı kuvvetler emir komuta birliği içinde olayları değerlendiriyor ve buraya getiriyor. Bunlara çare bulmak lazım, ülke güvenliği ve selameti açısından bu şarttır. ' şeklinde konuştuğu görülmüştür.10-Toplantıda Başbakan’ın: 'Önce Sayın komutanların samimi ifadeleri ve bu takdimleri hazırlayan MİT Müsteşarlığı, Genelkurmay temsilcilerine çok teşekkür ediyorum. Burada her şeyi açık kalplilikle yüz yüze konuşma fırsatını bulduk, çok faydalı oldu. Şimdi dünya daha çok dine önem vermeye başladı. Önceki devirlerde materyalist anlayış yerini yavaş yavaş güçlü manevi anlayışlara bırakıyor. Bu açıkça görülüyor. Laiklik Müslümanlığa en uygun bir kuraldır. Bizim yapmamız gereken şey insanlara aydın, çağdaş Müslümanlığı öğretmektir. Çocuk Müslüman oldukça, dinini öğrendikçe, vatanını devletini daha çok sever. Bazı insanlar dini istismar ederek devlete karşı geliyorlar. Bu konuda tedbirler alınırken işin aslına inmek lazım, halk bir şeye karar vermişse ona güvenmeliyiz, onun kararına saygılı olmalıyız. Yoksa halk partisi zihniyeti, laikliği din düşmanlığı anlayışı hakim olur. Gerçek laiklik nedir? 1949 yılında kabul edilen kanunda yazılı. Konuya ilim ve akıl ile yaklaşılmış. Yobaz zihniyetten ülke zarar görür. Demokrasi ve laikliği korumak için tedbirleri almalıyız. Bunun için insanlara dinini öğretirken vatanı milleti demokrasiyi, devleti sevecek insan yetiştirmeliyiz. Ancak bugünkü basının baskısıyla bu tedbirlerin alınması zor. Görüyorsunuz bu Hükümetin ekonomik alanda aldığı tedbirlerle ulaştığı başarılar gözle görülür hale geldi. (Bu konuda kartlara çizilmiş ekonomik göstergeleri ifade eden grafikler gösterildi.) Şimdi bugün burada bunları konuştuk. Dışarıda buradan çıkacak kararları bekleyen basın mensupları var. Bunlar bu konuyu iyice abarttılar. Bunun için basına verilecek bildiriyi dikkatle hazırlayalım. Millette Avrupa’da, dışarıda endişe uyandıracak bir hava vermeyelim.' (...)12-Toplantıda Deniz Kuvvetleri Komutanının da ikinci kez söz alarak: 'Sincan Belediye Başkanına parti sahip çıkıyor, Milli Eğitim Bakanlığı Ukrayna’da laikliğe aykırı Kitap dağıtıyor. Bayanlara para karşılığı tesettürlü kıyafet giydirilip Atatürk Bulvarında Dolaştırılıyor. (BB. bu hanımın ismini ve adresini verebilirmisiniz) belki olabilir eğer kendisi isterse' dediği, (...)15- Bu konuşmadan sonra sayın Cumhurbaşkanının 'Burada tartışılan konu siyasi değil, güvenlik siyasetidir, güvenliğe ilişkin tehditlerdir. Siyasi yer Bakanlar Kuruludur. Şimdi bu konu yeterlice tartışılmıştır. Önce basın bildirisini mi kararlaştıralım yoksa kararı mı?' diyerek sorduğu; Başbakanın basın bildirisini önce okuyalım kararlaştıralım dediği, sonra basın bildirisinin okunduğu, herhangi bir itiraz olmaması üzerine taslak olarak hazırlanan kurul kararının da okunduğu, Bunun üzerine Başbakanın: 'Şimdi 9 saatlik yoğun bir çalışmadan sonra bu kadar maddeyi sağlıklı olarak değerlendirerek sonuca ulaşmak doğru olmaz onun için bunu yarın inceleyip kararlaştıralım.' dediği,Genelkurmay Başkanının ise 'Bunu 10 dakikada tamamlarız, yarına kalmasına gerek yok' biçiminde cevap verdiği, Bu kez Başbakanın 'Bu gibi şeyler ayaküstü olacak işler değil biz bunu bizi önümüze koydular, imzalamak zorunda kaldık diyemeyiz. Onun için bunu yarın inceleyelim.' dediği; Son olarak sayın Cumhurbaşkanının 'Biz bunu yarına bırakalım, metin üzerinde bazı rütuşlar da yapmak mümkün. İmam hatip okulları ve Kuran kursları kapatılıyor imajını da yaratmayalım. Bu gibi yerleri Genel Sekreter yeniden düzenleyip yarın Genelkurmay Başkanı ve Başbakanla görüşür neticelendirirsiniz. Bunu böyle yapalım' diyerek toplantıyı kapattığı, toplantının 23:54’te sona erdiği, (...)Mağdur [A.nın] Darbeleri Araştırma Komisyonundaki beyanı, sanık [İ.K.nın] yargılama aşamasında savunması alınırken çapraz sorgusunda verdiği yukarıdaki beyanı, sanık [Ç.B.nin] açık beyanı, tanık [S.nin] 28 Şubat kararlarını çıkış noktasının 24 Ocak 1997 tarihinde Gölcükte yapılan toplantı olduğu yönündeki beyanı, Hükümetin başbakanı Necmettin Erbakan'ın 'Bu gibi şeyler ayaküstü olacak işler değil bunu bizim önümüze koydular, imzalamak zorunda kaldık diyemeyiz. Onun için bunu yarın inceleyelim.' şeklindeki beyanı dikkate alındığında 28 Şubat 1997 tarihinde Anayasamızın maddesi gereğince yapılan Milli Güvenlik Kurulunda alınan kararların hükümet üyeleri tarafından imzalanmış olsa bile taslağının ve fikri altyapısının askerler tarafından hazırlandığı anlaşılmıştır." Derece mahkemesi; gerekçeli kararda "21 Haziran 1997 Tarihinde TBMM Basın Bürosu'nda Hükümetin İstifasından Sonra Necmettin Erbakan'ın Tansu Çiller ve Muhsin Yazıcıoğlu ile Birlikte Yaptıkları Ortak Basın Toplantısı" başlığı altında Başbakan Erbakan'ın DYP Genel Başkanı Tansu Çiller'e devretmek saikiyle hareket ettiğini açıklayarak başbakanlıktan istifa etmesinin suçun tamamlanmasına etkisinin bulunmadığını kabul etmiştir. Bu husustaki değerlendirmelerinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Sayın basın mensupları, hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Gösterdiğiniz ilgiye teşekkürlerimi arz ediyorum.Huzurlarınıza DYP Gn.Bşk. Dışişleri Bakanımız Sayın Tansu ÇİLLER Hanımefendi, BBP Gn.Bşk. Sayın Muhsin YAZICIOĞLU ile beraber geldik, kendileri adına da sizlere saygılarımızı sunarak sözlerime başlıyorum (...)Bir kısım sanıklar ve müdafiileri tarafından 21 haziran 1997 tarihli basın toplantısının yeni delil olduğu ve Hükümetin istifa etmesinin protokol gereği yapıldığı yönündeki savunmaları;Somut olayda Cumhuriyet hükümetinin normal demokratik usuller dışında sanıkların cebir ve şiddet içeren eylemleri ile hükümeti irtica, irticai eylemler yapan ve siyasal islam olarak kabul edip tehdit olarak değerlendirerek icra ettikleri eylemler ile zararlı netice olan hükümetin ortadan kaldırılması, ıskat ve menetme sonucunu doğuran başbakanın istifa ettirildiği, matematiksel olarak o tarihte mecliste bulunan diğer partilerin milletvekili sayısı itibariyle hükümet kurma ihtimallerinin olmadığı, mecliste çoğunluğu sağlayan ve daha önce güvenoyu almış DYP ve RP'nin hükümette yer almaksızın ve sadece yasama organında yer almalarının partilerin varoluş amaçlarına aykırı olduğu, bu nedenle istifa dilekçesinde kullanılan istifa kelimesi anlamının normal anlamının dışında değerlendirilmesi gerektiği, istifanın tehdit, maddi ve manevi zorlama cebir ve şiddet içeren ve bunun kullanıldığının ve kullanılacağının açıkça ifade eden hareketler ve eylem sonucu meydana geldiği anlaşılmış, suçun eksik veya tam teşebbüs aşamasında kalmayıp, illiyet bağı bulunup ve zararlı neticenin meydana gelmesi nedeniyle tamamlandığı mahkememizce kabul edilmiştir. Hükümetin başbakanın istifa dilekçesi ile birlikte Tansu Çiller başkanlığında kurulacak hükümete güvenoyu verecek milletvekillerinin imzalarını taşıyan belgeyi eklemesinin yeni durum karşısında milletin oylarını alıp yönetime talip olan partilerin siyasi tutumları niteliğinde olup suçun tamamlanmasına etkisinin bulunmadığı kabul edilmiştir. Hükümeti kurma görevinin Cumhurbaşkanı Demirel tarafından Tansu Çillere verilip verilmemesinin Cumhuriyet hükümetinin istifa ettirildiği gerçeğini değiştirmeyecektir. Bu basın toplantısının yeni delil niteliğinde bulunmadığı, istifanın protokol gereği yapıldığı iddiasının deliller ve değerlendirilmesi bölümündeki deliller ile hukuken geçerli beyanlar nazara alındığında itibar edilmesi mümkün olmadığı anlaşılmış ve bu iddia savunma kapsamında değerlendirilerek itibar edilmemiştir." Derece mahkemesi; gerekçeli kararında 10/6/1997 ve 11/6/1997 tarihlerinde gerçekleştirilen brifingleri, bu brifinglerin basın ve yayın organlarına yansımalarını değerlendirmiştir. Anılan tarihlerde yayımlanan gazete haberleri ve içeriklerini de inceleyen derece mahkemesi, haberlerde paylaşılan brifingin içeriğinin MGK Genel Sekreterliğinden Cumhurbaşkanlığına ve Cumhurbaşkanlığı arşivinden TBMM'ye, oradan da soruşturma dosyasına gönderilen irticai faaliyetler başlıklı belge ile bire bir örtüştüğünü belirlemiştir. Derece mahkemesinin bu husustaki değerlendirmeleri şu şekildedir:"10-11 HAZİRAN 1997 TARİHLİ BRİFİNGLER VE 2012 TARİHLİ ARAŞTIRMA TUTANAĞI; (28 Kls S:193-243...Sabah Gazetesi'nin 12 Haziran 1997 tarihli (sayı 4016) sayısında 'Muhtıra Gibi Brifing' manşetiyle, ...C[um]huriyet Gazetesinin 12 Haziran 1997 tarihli sayısında 'Gerekirse Silahlı Koruruz' manşetiyle verilen haberlerde, 11 Haziran 1997 günü Genelkurmay Başkanlığında basın mensuplarına verilen brifingle ilgili haberlere ve brifingin tam metnine yer verildiği tespit edilmiştir.Sabah gazetesinin sayfasının üst kısmında 'İrticaya karşı özel teşkilat' başlığıyla verilen haberde, Genelkurmay'ın irticayı yakından izlemek için 'Batı Harekat Konsepti' oluşturduğu, delillere rağmen huzurun bozulmaması için içeriğinin açıklanmadığı belirtilmiştir.Genelkurmay Başkanlığının verdiği brifinge basın mensupları, öğretim üyeleri, iş adamları ve sivil toplum örgütlerinin katıldığı, brifinge AP, Reuters, DPA ve UPI gibi yabancı basının temsilci ve muhabirlerinin de bulunduğu 200 basın mensubunun davet edildiği anlaşılmıştır.Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral [E.Ö.], Genelkurmay Adli Müşaviri Tuğgeneral [E.Ş.], İstihbarat Daire Başkanı Tuğamiral [R.S.] ve Başbakanlık Askeri Danışmanı İç Güvenlik Daire Başkanı Tuğgeneral [K.nin] de hazır bulunduğu sunumun başlangıcını Genelkurmay İstihbarat Başkanı Korgeneral [Ç.S.nin] yaptığı, sonrasında ise Genelkurmay İstihbarata Karşı Koyma ve Güvenlik Dairesi Başkanı Tümgeneral [F.T.nin] devam ettiği tespit edilmiştir.'İşte brifingin tam metni' ve 'Laik Cumhuriyet tehdit ediliyor' başlıklarıyla yayınlanan haberlerde Genelkurmay Başkanlığında verilen brifingin tam metninin yayınlandığı ve Genelkurmay İstihbarata Karşı Koyma ve Güvenlik Dairesi Başkanı Tümgeneral [F.T.nin] yaptığı konuşmanın yer aldığı görülmüştür. 20/12/2011 günü İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (CMK'nun 250 ile görevli ) müracaat eden [T.T.] isimli şahsın ibraz ettiği belgeler ve dijital veriler, 2011/206 sayı ile yürütülen soruşturmaya esas olmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (CMK 250 ile görevli ) gönderilmiş ve dijital verilerin dökümü alınarak klasörlenmiştir. Gazetede Brifingler ile ilgili yer verilen hususlarla, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (CMK 250 SMY) müracaat eden [T.T.] isimli şahsın ibraz ettiği belgeler ve dijital verilerin karşılaştırmasında; Klasörün içerisinde yer alan Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı 'İrticai Faaliyetler' başlıklı 192 sayfadan (383 slayt) oluşan sunumla gazetede yer alan brifingin tam metninin birebir örtüştüğü tespit edilmiş, ayrıntılı analizi aşağıda gösterilmiştir. 12 Haziran 1997 günü Sabah ve Cumhuriyet gazetelerinde ayrıntılı olarak yayınlanan brifingin tam metniyle, [T.T.nin] savcılığa verdiği CD'de bulunan brifingler arasındaki benzerlikler göz önüne alındığında, Genelkurmay Başkanlığında 11 Haziran 1997 günü basın mensuplarına verilen brifingin Klasör (Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı 'İrticai Faaliyetler' konulu) içerisinde bulunan Powerpoint sunumun metin haline getirilmiş içeriğinde; (...)Genelkurmay karargahında 10 Haziran 1997 tarihinde Yargı mensuplarına 11 Haziran 1997 tarihinde Basın mensupları, öğretim üyeleri, işadamları, sivil toplum örgütleri, YÖK Başkanı [K.G.] başkanlığındaki YÖK Üst kurulu ve 61 üniversite rektörüne irticai faaliyetler konulu brifingler verildiği, Brifingin öğleden sonraki oturumuna ise Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Çağdaş Hukukçular Derneği, Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği, Birleşik Kadın Platformu üyelerinin katıldığı, Brifinglerde Genelkurmay Genel Sekreteri [E.Ö.], Adli Müşavir [E.Ş.], İstihbarat Daire Başkanı [İ.R.S.], İGHD Başkanı [K.nin] hazır bulunduğu, Brifingin Genelkurmay İstihbarat Başkanı [Ç.S.nin] sunusu ile başladığı, [Ç.S.nin] sunumundan sonra Genelkurmay İstihbara Karşı Koyma ve Güvenlik Dairesi Başkanı [F.T.nin] irticai faaliyetlerle ilgili brifingi verdiği, İrticai faaliyetler ile ilgili brifingin o dönemde gazetelerin vermiş olduğu brifing metni ile MGK Genel Sekreterliğinden gönderilen ve Cumhurbaşkanlığı arşivinden TBMM ye ordan da soruşturma dosyasına gönderilen irticai faaliyetler başlıklı belge ile birebir örtüştüğü tespit edilmiştir." Derece mahkemesi; gerekçeli kararın "04 Şubat 1997 Tarihinde Sincan'da Tankların Yürütülmesi" ve "04 Şubat 1997 Tankların Sincan'da Yürütülmesi ile İlgili Basın Yayın Organlarında Çıkan Haberler ve Manşetler" başlıklı bölümlerinde Şubat 1997 tarihinde Sincan'dan geçen, Zırhlı Birlikler Okul ve Eğitim Tümen Komutanlığına ait olan tankların planlı bir tatbikat ve eğitim için hareket etmediğini kabul etmiştir. Bu hususta ki değerlendirmenin ilgili kısmı şu şekildedir:"Genelkurmay Başkanlığı ADMÜŞ: 9160-1085-12 H.E Ankara gizli antetli 08 Kasım 012 tarihli Zırhlı Birlikler Okul ve Eğitim Tümen Komutanlığına ait üç sayfadan oluşan ünlük faaliyetlerin kaydedildiği Barış Ceridesinin gönderildiği ve belge içeriğinde;03 Şubat 1997 tarihinde 1 numaralı olarak 1 de ceridenin açıldığı, 2 numaralı olarak 00 da 'kayda değer bir olay olmadığı', 2400'da 'ceride kapandı' notunun azıldığı, kapamanın hizası ilgili tarafından imzalanarak günlük faaliyetlerin bittiği bildirilmiş ve daha sonra 00 ve 00 saatlerindeki yazıların üzeri çizilerek yeniden 2 umara verilip saat 19:45’te Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanı ([A.]-Ölü) 20:00'de EDOK. K.lığının şifahi emirleri ile Kırmızı Tb. Akıncılar GSP bölgesine 04 Şubat 1997 de saat 07:30’da tatbikat için hareket etmesi emri verildiği ve ceridenin kapatıldığı,04 Şubat 1997’de saat 07:30’da Gösteri Tatbikat Taburu Etimesgut - Sincan - Yenikent - Akıncılar istikametinde 18 tank, 4 ZMA (Zırhlı Muhabere Aracı), 10 ZPT (Zırhlı Personel Taşıyıcı), 5 tekerlekli araç, 8 Sb. 11 Astsb. 92 erbaş ve er (toplam 111) ile GSP uygulaması tatbikatına çıkıldığı, ayrıca Merkez Komutanlığından 1 subay, 4 astsubay, 22 erbaş ve er (toplam 27) - J birlikleri Komando timinden 5 subay, 6 astsubay, 60 erbaş ve er (toplam 71) toplam 209 personelin katıldığı ayrıca bu personeli taşıyan ve eskortluk eden araçların bulunduğu belirtildiği, saat 30 da Tümen komutanı ([E.]) izindeyken dönerek göreve başladığı, saat 00 te tümen komutanının Kırmızı Tb. Akıncılar GSP bölgesinde denetleme yaptığı, saat 30 da Kırmızı Tb. Akıncılardan kışlaya dönüşe başladığı ve 04 Şubat 1997 tarihinde saat 17:00’de kışlaya dönüldüğü belirtilmiştir.Sanık [İ.İ.] 2013 tarihinde Savcılığında müdafii eşliğinde vermiş olduğu ifadesinde özetle (Kls. 316);1994 yılı Ağustos-2007 yılı Ağustos tarihleri arasında Kara Kuvvetleri Komutanlığı bağlı EDOK’ta görev yaptığını, Ankara Zırhlı Birlikler Okul ve Eğitim Tümen Komutanlığının da EDOK Komutanı olarak kendisine bağlı olduğunu,3 Şubat 1997 günü Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı [A.nın] kendisini telefonla arayarak 'K.K.Komutanı [H.K.nin] katarakt ameliyatı olduğunu, evinde yattığını, Zırhlı Birliklerden 80 tank ve 80 zırhlı personel taşıyıcı araçla Sincan’dan Akıncılara doğru bir yürüyüş yapmasını ve aynı gün geri dönmesini' emretmesi üzerine bu emri Zırhlı Birlikler Eğitim ve Tümen Komutanlığına ilettiğini, Zırhlı Birlikler Komutanının tatilde olduğunu, kendisini de (EDOK Komutanı) bir üst birlik komutanı olarak haberdar ettiğini belirttiğini, kendisinin de telefonda 'Zırhlı Birliklere gece vakti emir verip sabah yürüyüş yaptırmak felaket olur, tankların dışarı çıkması zor olur, kazalar olabilir, önümüzdeki Perşembe günü zırhlı birliklerin muhabere tatbikatı var, o tatbikat esnasında biz bu tankları K.K.Komutanının dediği yerde yürütelim' dediğini, [A.nın] 'Kara Kuvvetleri Komutanına ileteyim' diyerek telefonu kapattığını, [A.nın] sonra tekrar kendisini arayarak telefonda 'K.K.Komutanı tankların yürüyüş yapması ve aynı gün geri dönüş yapması konusunda ısrarcı' demesi üzerine kendisinin de '80 tank 80 zırhlı personel taşıyıcının çok olduğunu, bunun 40 civarına indirelim' dediğini, daha sonra [A.nın] telefonla kendisine 'Komutanla görüştüğünü, emrin kesin olduğunu' söyleyerek 'ben de gereği için sana emrediyorum' dediğini... (...)Ankara’[n]ın ilçesi Sincan’ın işlek caddelerinde tankların ve zırhlı araçların 4 Şubat 1997 tarihinde yürütülmesinin Genel Kurmay ikinci başkanı [Ç.B.nin] bilgisi dahilinde Kara Kuvvetleri komutanı [H.K.nin] emri ile ani bir karar ile yaptırıldığı, tankların ve zırhlı araçların yürütülmesinin önceden planlanan bir tatbikat ve eğitim yürüyüşü olmadığı ve buna ilişkin delil belge bulunmadığı, planlı olması halinde bunun belgelerinin bulunması gerektiği, 7 Şubatta yapılacak planlı yürüyüşün öne alınması da olmadığı, 3 Şubat 1997 gecesi acilen sanık [H.K.] tarafından verilen bir emir üzerine tanklar Sincan’ın en işlek caddesinde yürütülmüş basın yayın organlarına da haber verilerek manşetten verilen haberlerde tankların ve zırhlı araçların yürütülmesinin hükümete karşı cebir ve şiddet içeren bir fiil olarak askeri müdahale hazırlığı olarak değerlendirilmesinde toplum tarafından hükümete karşı bir eylem olarak algılandığı başbakan, başbakan yardımcısı, bakanlar ve birçok milletvekilinin tankların ve zırhı araçların yürütülmesi olayını askeri müdahalenin habercisi olarak nitelendirdiği ve yorumlandığı anlaşılmıştır.Ankara’[n]ın ilçesi Sincan’ın işlek caddelerinde tankların ve zırhlı araçların 4 Şubat 1997 tarihinde yürütülmesi fiil meşru Cumhuriyet hükümetine karşı cebir ve şiddet kullanma iradesini içeren ve bireylerin iradeleri zorlanmak suretiyle ifsat eden bir hareket olarak amaç suç olan Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren men etmek zararlı neticeyi gerçekleştirmeye elverişli bir eylem olarak kabul edilmiştir." Derece mahkemesi, gerekçeli kararın "İcra Hareketlerinin Başlangıcı" başlığı altında 4/2/1997 tarihinde Ankara'nın Sincan ilçesinde Zırhlı Birlikler Okul ve Eğitim Tümen Komutanlığına ait tankların ilçe merkezinde yürütülmesi ile icra hareketlerinin başladığını kabul etmiştir. Bu hususta yer verilen değerlendirmelerin ilgili kısmı şu şekildedir:"Kara Kuvvetleri Komutanı sanık [H.K.nın] emri ile 4 Şubat 1997 tarihinde Ankara İli Sincan ilçesinde Zırhlı Birlikler Okul ve Eğitim Tümen Komutanlığına ait tankların ani kararla önceden planlanan uygulamalı eğitimin öne alınması niteliğinde olmayan ve bir eğitim tatbikatı niteliğinde bulunmayan planlı olarak yürütülmemesinde ve bunun;5 Şubat 1997 tarihli Sabah Gazetesinde 'TANKLAR SİNCAN’DA' 'TANKLAR SİNCAN’DAN GEÇTİ' 'TANK SESİ İLE UYANDIK' manşeti,5 Şubat 1997 tarihli Hürriyet Gazetesinde 'TANK SESLERİ' 'OLAY İLÇE SİNCAN’DA HEYECANLI SABAH', 'SABAHIN ERKEN SAATLERİNDE TANKLARI GÖREN SİNCANLILAR DARBE OLDUĞUNU SANARAK BÜYÜK ŞAŞKINLIK YAŞADILAR' manşeti,5 Şubat 1997 tarihli Posta Gazetesinde 'YÜREĞİMİZ AĞZIMIZDA', 'TÜRKİYE SARSILIYOR' 'ORDU İLK KEZ AÇIKÇA GÖZDAĞI VERDİ' 'ORDU GEÇERKEN SİNCAN’A UĞRADI' manşetleri,5 Şubat 1997 tarihli Radikal Gazetesinde, 'SİVİL DARBE BASKISI', 'ORDU, CUMHURBAŞKANI, MUHALEFET VE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/30714 | Başvuru, suç oluşturmayan bir eylemden dolayı cezalandırılma nedeniyle suçta ve cezada kanunilik ilkesinin, hukuka aykırı şekilde elde edilen delillerin mahkûmiyete esas alınması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, yargılamanın Yüce Divanda yapılmaması nedeniyle kanuni hâkim güvencesinin, daha önce kovuşturmaya yer olmadığına karar verilen eylemle ilgili yeniden yargılama yapılması nedeniyle aynı fiilden dolayı birden fazla yargılanmama veya cezalandırılmama ilkesinin, bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkının, kararlarda yeterli gerekçe bulunmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, delil toplanması ve incelenmesi taleplerinin kabul edilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ile adil yargılanma hakkının diğer bazı güvencelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, hükümlü olan başvurucuya gönderilen mektuba sakıncalı olduğu gerekçesiyle el konulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Erzurum H Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) tutuklu olarak bulunan başvurucuya Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunan arkadaşı mektup göndermiştir. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının (Disiplin Kurulu) 8/5/2017 tarihli sakıncalı mektup değerlendirme kararıyla mektubun Mektup Okuma Komisyonunda muhafazasına karar verilmiştir. Karar gerekçesinde; mektubun birinci sayfasının , ve paragraflarının tamamı ile birinci sayfasından başlayıp ikinci sayfasının satırının sonuna kadar olan bölümde kurum ve kuruluşlar hakkında hakaret içeren ifadeler kullanılmış olabileceği kanaati oluştuğu vurgulanarak 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasına göre mektubun sakıncalı olduğu sonucuna varılmıştır. İlgili mektupta 17 Aralık soruşturması nedeniyle tutuklandığını belirten başvurucunun tutuklama sonrası yaşadıklarını anlatırken bu sürecin ve sürece katılanların haklılığına vurgu yaptığı, aynı nedenlerle tutuklu olan başvurucuya ceza infaz kurumu şartları ve haksızlık olarak nitelendirdiği olaylar karşısında nasıl davranılması gerektiğine ilişkin motive edici sözler kullandığı görülmüştür. Başvurucu tarafından Disiplin Kurulu kararına karşı Erzurum İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yapılan şikâyet 30/5/2017 tarihli kararla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde; mektubun birinci sayfasının , ve paragraflarının tamamı ile birinci sayfasından başlayıp ikinci sayfasının satırının sonuna kadar olan bölümde kurum ve kuruluşlar hakkında hakaret içeren ifadeler bulunduğu vurgulanarak kararın usul ve yasaya uygun olduğu ifade edilmiştir. Başvurucu tarafından İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı Ağrı Ağır Ceza Mahkemesine yapılan itiraz 19/6/2017 tarihli kararla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, itirazın dayanağını oluşturan İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğuna ilişkin değerlendirmeye yer verilmiştir. Nihai karar 18/7/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında hükümlü ve tutukluların gönderdiği veya kendilerine gönderilen mektupların denetlenmesine dayanak oluşturan mevzuata yer vermiştir (Ahmet Temiz, B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/30417 | Başvuru, hükümlü olan başvurucuya gönderilen mektuba sakıncalı olduğu gerekçesiyle el konulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, Ankara Valiliğinin olağanüstü hâl döneminde toplantı ve gösterileri yasakladığı 21/1/2018 tarihli kararına uymayarak toplantıya katılan başvurucu hakkında emre aykırı hareket ettiği gerekçesiyle idari para cezası uygulanmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 12/2/2019 tarihlerinde öğrendikten sonra 28/2/2019 bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru süresi içinde yapılmıştır. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, adli yardım talebinde bulunmuştur. | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/7012 | Başvuru, Ankara Valiliğinin olağanüstü hâl döneminde toplantı ve gösterileri yasakladığı 21/1/2018 tarihli kararına uymayarak toplantıya katılan başvurucu hakkında emre aykırı hareket ettiği gerekçesiyle idari para cezası uygulanmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi ve kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/1536, 2014/1537 sayılı bireysel başvuru dosyaları konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/1535 sayılı dosya üzerinde birleştirilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Mardin Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında16/2/2010tarihindesilahlı terör örgütüne üye olma suçundan Mardin Sulh Ceza Mahkemesince tutuklanmışlardır. Soruşturma evrakının atılı suç yönünden görevli ve yetkili Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesi üzerine hazırlanan E.2010/114 sayılı iddianame ile başvurucular hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmıştır. Dava, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin (TMK mülga madde ile görevli) E.2010/516 sayılı dosyası üzerinden ve başvurucular yönünden tutuklu olarak görülmüştür. 24/12/2013 tarihli duruşmada başvurucuların tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucuların bu karara yaptığı itiraz, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 14/1/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucular 5/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 6/2/2014 tarihinde başvurucuların tahliyesine karar vermiştir. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesiyle 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'na eklenen geçici maddenin fıkrası uyarınca dosyanın bulunduğu aşamadan itibaren yargılamaya devam edilmek üzere dosyanın, suç yeri itibarıyla yetkili ve görevli Mardin Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine 14/3/2014 tarihinde karar verilmiştir. Mardin Ağır Ceza Mahkemesinin Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/253 sayılı dosyasında yargılama devam etmektedir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklulukta geçecek süre" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"(2) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez. " 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1535 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi ve kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, askerlik hizmetinin yerine getirilmesi sırasında meydana gelen yaralanma sonucu uğranıldığı ileri sürülen zararların tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı yönünden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 4/1/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 3/2/2016 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2003 yılında askerlik hizmetini yapmakta iken yüksek atlama eğitimi sırasında sağ dizinden yaralandığını, uzun süre tedavi edilmediğini, ağrılarının artması üzerine sevkedildiği Erzincan Asker Hastanesinde sağ diz ACL rüptürü ameliyatı geçirip iki ay istirahatten sonra taburcu edildiğini ifade etmektedir. Başvurucu; acemi eğitiminin ardından dağıtım ile gittiği Siirt'te pasif görevde tutulduğunu, hizmetini tamamlayarak terhis edildiğini, askerlik sırasında geçirdiği ameliyatın bıraktığı sekelin (bir hastalıktan kalan doku bozukluğu) sonraki ameliyatlarda gözlendiğini, geçen uzun süreye ve yapılan ameliyatlara rağmen iyileşmediğini beyan etmektedir. Başvuru formu ve eklerinde başvurucunun sağ dizine yönelik yapılan tedavi ve ameliyatlar şu şekilde belirtilmiştir: - 13/9/2005 tarihinde Denizli Devlet Hastanesinde tedavi yapılmış ve iki gün istirahat raporu verilmiştir. - 2/8/2007 tarihinde Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinde opera sağ ACL rüptürü+ACL revizyon ameliyatı yapılarak iki ay istirahat raporu verilmiştir. - 18/12/2009 tarihinde Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinde sağ dizinden büyük kemik implant çıkarma ve sinovektomu, büyük eklem tanısıyla opera sağ ACL rüptürü+meniskopatiameliyatı yapılarak otuz gün istirahat raporu verilmiştir. - 28/7/2011 tarihinde Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinde S5 diz (anterior) (posterior) çapraz ligamet burkulma ve gerilmesi ve dizin iç bozukluğu tanısıyla opera ACL rüptürü ameliyatı yapılarak kırk gün istirahat raporu verilmiştir. Başvurucu 28/7/2011 tarihinde yapılan dördüncü ameliyatla da sağlığına kavuşamadığını ileri sürerek uğradığı maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle 20/9/2011 tarihinde idareye başvurmuş, başvurunun cevap verilmemek suretiyle reddi üzerine 14/12/2011 tarihinde adli yargıda dava açmış, davanın görev yönünden reddedilmesi ve kararın kesinleşmesinin ardından aynı taleple Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. AYİM İkinci Dairesinin 10/7/2013 tarihli ve E.2013/963, K.2013/873 sayılı kararı ile dava konusu olayın 16/6/2003 tarihinde meydana geldiği, başvurucunun iki aylık hava değişimi sonunda askerliğine devam ettiği, 25/8/2004 tarihinde askerlik hizmetini tamamlayarak terhis edildiği, bu nedenle eylemin terhis tarihi olan en geç 25/8/2004 tarihinde tamamlandığı, bu durumda davacının her hâlükârda eylemin tamamlandığı tarihten itibaren beş yıl içinde idareye başvurması gerekirken bu tarihten çok sonra 20/9/2011 tarihinde davalı idareye başvurduğundan dolayı açılan davada süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle dava süre aşımı yönünden reddedilmiştir. Bu karara karşı yapılan karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 4/12/2013 tarihli E.2013/1484, K.2013/1424 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar başvurucuya 24/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/1/2014 tarihinde yapılan bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesinin son fıkrası şöyledir:“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun maddesinin (a) bendi şöyledir:“Kesin işlem yapmaya yetkili makamlarca tesis edilen idari işlemlerin geri alınması, kaldırılması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması; üst makamdan, yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açmak için belli olan süre içinde istenebilir. Bu müracaat işlemeye başlamış olan dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde cevap verilmez ise, istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddi üzerine dava açma süresi başlar ve müracaat tarihine kadar geçmiş olan süre de hesaba katılır.” 1602 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:“Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açma süresi her çeşit işlemlerde yazılı bildirim tarihinden itibaren kanunlarda ayrı süre gösterilmeyen hallerde altmış gündür.” 1602 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/956 | Başvuru, askerlik hizmetinin yerine getirilmesi sırasında meydana gelen yaralanma sonucu uğranıldığı ileri sürülen zararların tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı yönünden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, 7/4/2008 tarihinde Pendik Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı alacak davası sonunda davanın reddine karar verildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir. Başvuru, 21/8/2013 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 22/11/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Birinci Bölümün 12/12/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 7/1/2014 tarihli görüş yazısı 13/1/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş olup, başvurucu vekili 27/1/2014 tarihinde Bakanlık görüşüne karşı beyan dilekçesi sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 7/4/2008 tarihinde H.U. mirasçıları aleyhine Pendik Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davada, 2/8/1975 tarihinde H.U’dan Marmara Adasında bulunan taşınmazı 000 TL bedel karşılığında, haricen düzenlenen “Arsa Satış Anlaşma Tutanağı” ile satın aldığını, satış bedelini ödediği halde taşınmazın devir ve tesliminin gerçekleştirilmediğini ileri sürerek, ödediği bedelin denkleştirici adalet ilkesine göre mirasçılarından tahsilini talep etmiştir. Mahkemece, 18/9/2008 tarih ve E.2008/131, K.2008/303 sayılı ilamla; yetkili mahkemenin ya davalının ikametgahı mahkemesi ya da sözleşmenin ifa edileceği yer mahkemesi olduğu gerekçesiyle dava dilekçesinin yetki yönünden reddine, talep halinde dosyanın Marmara Adası Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 27/2/2009 tarih ve E.2009/988, K.2009/2568 sayılı kararıyla; davanın taşınmazın aynına yönelik olmayıp, ödenen paranın iadesine ilişkin olduğu, para alacağının 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun maddesine göre alacaklının ikametgahında ödenmesi gerektiği, dolayısıyla yetkili mahkemenin alacaklının ikametgahı mahkemesi olduğu gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Pendik Asliye Hukuk Mahkemesince bozma kararı sonrası yapılan yargılama sonunda, 3/5/2012 tarih ve E.2009/281, K.2012/318 sayılı ilamla; sözleşmeye dayalı alacağın mülga 818 sayılı Kanun’un maddesine göre 10 yıllık zamanaşımına tabi olduğu, 2/8/1975 tarihli adi yazılı şekilde düzenlenen “Arsa Satış Anlaşma Tutanağı”na göre taşınmazın davacıya teslim edilmediği, bu durumda zamanaşımının satış tarihinden itibaren başlaması gerektiği belirtilerek, zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/2/2013 tarih ve E.2012/24442, K.2013/3763 sayılı kararıyla; “dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre yerinde olmayan bütün temyiz itirazlarının reddi ile hükmün onanmasına” karar verilmiştir. Karar düzeltme istemi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 4/7/2013 tarih ve E.2013/16783, K.2013/18414 sayılı ilamıyla; “dosyadaki yazılara, mahkeme kararında belirtilip Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere göre HUMK’un maddesinde sayılan nedenlerden hiçbirisine uygun olmayan karar düzeltme isteminin reddine” karar verilmiştir. Karar, 23/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 818 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir:“Alacaklı hakkını kısmen veya tamamen istifa edemediği takdirde borçlu kendisine hiç bir kusurun isnat edilemiyeceğini ispat etmedikçe bundan mütevellit zararı tazmine mecburdur.” 818 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir:“Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı takdirde, her dava on senelik müruru zamana tabidir.” 7/6/1939 tarih ve E.1936/31, K.1939/47 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu Kararı şöyledir:“Her ne kadar gayrimenkulün haricen satışına ve satış vaadine müteallik akit ve muameleler kanunen muteber bulunmamış ise de satıcının memuru mahsus huzurunda ferağın icrasını ve aksi takdirde almış olduğu bedelin iadesini taahhüt etmiş ve alıcının da aralarında takarrür eden bedeli bu şartla satıcıya vermiş olmasına ve şu suretle şartın tahakkuk etmediği takdirde bedelin iadesi müteahhidünbih bulunmasına göre bu taahhütten doğan borçların haklı bir sebep olmaksızın mal iktisabından tevellüt eden borçlar mahiyetinde olmadığından hadisede Borçlar Kanununun maddesinde yazılı müruruzaman müddeti kabili tatbik bulunmadığı ve mezkur kanunun maddesi mucibince kanunda başka suretle bir hüküm mevcut olmayan her dava 10 senelik müruruzamana tabi tutulduğu cihetle bu misilli davalar 10 senelik umumi müruruzaman hükümlerine tabi olduğu gibi satıcının rıza ve ihtiyariyle taahhüdünü ifa edebileceğine göre bunun icrasını beklemek zaruretinde bulunan alıcı için ancak şartın tahakkuk etmediği ve ferağ ümidi münkati olduğu takdirde bedelin istirdadını davaya selahiyet geleceğinden müruruzamanın da paranın verildiği tarihten değil, satıcının birrıza ferağdan nükul ve imtina ettiği zamandan başlayacağına 1939 tarihinde ekseriyetle karar verildi.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6816 | Başvurucu, 7/4/2008 tarihinde Pendik 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı alacak davası sonunda davanın reddine karar verildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, karara dayanak alınan Cumhuriyet savcısının itirazının başvurucuya tebliğ edilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri bağlamında adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu nihai kararı 7/5/2020 tarihinde öğrendikten sonra 21/5/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun Yeni Yaşam gazetesinin tarafına verilmemesine dair karara şikâyeti üzerine infaz hâkimliğince yapılan inceleme sonucunda, ceza infaz kurumunun süreli yayının başvurucuya verilmemesine dair kararının kaldırılmasına karar verilmiştir. Ancak Cumhuriyet savcısının itirazı üzerine itiraz makamınca Cumhuriyet savcısının itirazının reddine karar verilmekle birlikte anılan süreli yayınların bazı sayfalarının çıkarılarak başvurucuya teslim edilmesine kesin olarak karar verilmiştir. İtirazın incelenmesi sürecinde Cumhuriyet savcısının itirazının başvurucuya bildirildiğine dair bir tespit yapılamamıştır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/15836 | Başvuru, karara dayanak alınan Cumhuriyet savcısının itirazının başvurucuya tebliğ edilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri bağlamında adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, 1998 yılında askerde meydana gelen ölüm olayına ilişkin etkili soruşturma yapılmaması nedeniyle Anayasa’nın , , ve maddelerinde güvence altına alınan hakların ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/6/2013 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 24/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 10/7/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlık tarafından 19/8/2015 tarihinde başvuru hakkında Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 10/9/2015 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 21/9/2015 tarihinde sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun kardeşi Hamza Bozkurt (H.B.) piyade er rütbesiyle Şanlıurfa Suruç Hudut Tabur Hudut Bölük Komutanlığında askerlik hizmetini yaptığı sırada 22/4/1998 tarihinde nöbet tuttuğu bölgede ateşli silah yaralanması sonucu hayatını kaybetmiştir. Ölüm olayına ilişkin olarak yürütülen soruşturmada Kara Kuvvetleri Komutanlığı Zırhlı Tugay Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) “arkadaşlarının H.B. hakkında askerliğiyle ilgili çeşitli sıkıntılar yaşadığını belirttiklerini, ölüm olayından hemen önce Piyade Er K.G.’nin, H.B.’yi nöbet tuttuğu yerde yere çökmüş vaziyette gördüğünü ve ayağa kalkması gerektiği konusunda uyardığını, H.B.’nin de cevap vermeden ayağa kalktığını, daha sonra K.G.’nin nizamiyeye doğru hareket ettikten sonra boğuk sesli bir patlama sesi duyduğunu, aynı sesi olay yeri yakınındaki binanın dışında bulunan Piyade Er Y.T. ile binada bulunan Tabip Teğmen R.B. ve Piyade Astsubay Başçavuş H.U.’nun da duyduklarını, Y.T.’nin patlama sesinden sonra H.B.’nin sağ omzundan tutarak yavaş yavaş ilerlemeye çalıştığını gördüğünü ve daha sonra sırt üstü yere uzanmış olarak bulunan H.B.’ye ilk müdahalenin olay yerinde yapılıp, ardından hastaneye kaldırıldığını ve H.B.’nin hastanede hayatını kaybettiğini” tespit etmiştir. Olaya ilişkin ifadesi alınan Piyade Astsubay BaşçavuşH.U. “2/4/1998 tarihinde odasında iken saat 09:00 civarında yakın bir yerden tek el silah sesi duyduğunu, hemen dışarı çıktığını, orada bulunanlara sesin nereden geldiğini sorduğunu, bu sırada 8 nolu nöbet yerine baktığında nöbetçinin tüfeksiz bir vaziyette sol eli ile sağ omzunu tutarak yavaş bir tempoda ilerlediğini ve aynı zamanda sağ omzundan kan geldiğini gördüğünü, yanında bulunan erlerden bölükte bulunan doktora haber vermelerini ve ambulansın hazırlanmasını istediğini, başlangıçta Suriye tarafından ateş edilmiş olabileceğini düşünerek çevreyi kontrol ettiğini, ardından olay yerine geldiğini, olay yerinde H.B.’ye doktor tarafından müdahale edildiğini gördüğünü, H.B.’nin hırıltılı bir şekilde nefes aldığını ancak, bilincinin yerinde olmadığını, H.B.’nin yattığı yer ile tüfeğinin bulunduğu yer arasında yaklaşık 20 metre mesafe bulunduğunu, olayda kullanılan tüfeğin üzerinde kan olduğunu, tüfeğin emniyetinin tek atış pozisyonunda ve şarjörün tüfeğe takılı vaziyette olduğunu, boş kovanın ise mekanizma ile atım yatağı arasında sıkışmış bir vaziyette durduğunu, silahı emniyete alıp şarjörünü çıkardığını, kurma kolunu geriye çekerek atım yatağını kontrol ettiğini, aynı zamanda atım yatağını kokladığında barut kokusu aldığını, şarjörde 19 tane dolu mermi bulunduğunu saydığını, zaten nöbetçilere her şarjörde 20 mermi olacak şekilde toplam 100 mermi verdiklerini, ayrıca tüfeğin bulunduğu yer ile H.B.’nin düştüğü yer arasında kan izlerinin bulunduğunu” beyan etmiştir. Somut olay kapsamında yapılan olay yeri incelemesinde, olay yerinde bulunan 13A017 seri numaralı G-3 piyade tüfeğinin müteveffaya ait olduğu, olay yerinde bu tüfek üzerinde yaptırılan ilk bilirkişi incelemesinde taze barut kokusunun bulunduğunun tespit edildiği, yapılan balistik inceleme sonucu söz konusu silahın herhangi bir arızasının bulunmadığı, ateşleme ve emniyet tertibatının sağlam ve işler durumda olduğu, olay yerinde bulunan boş kovanın da söz konusu silaha ait olduğu belirlenmiştir. Olayın ardından Şanlıurfa Devlet Hastanesince yapılan ölü muayenesi işleminde “ceset üzerinde sağ omuzda sağ meme ucunun 10 cm. üzerinde 5 cm. çapında ateşli silah yarasına bağlı, kenarlarında kahverengi renkte yanık izleri bulunan parçalı bir deliğin bulunduğu ancak, barut izinin bulunmadığı, yaranın simetrik olarak arka tarafında sağ skoplanın 2 cm. üzerinde 1 cm.’lik mermi çıkış deliğinin görüldüğü, ön taraflı 5 cm. çaplı yaranın uçlarının dışa, arka taraftaki 1 cm. çaplı yaranın ise içe dönük olduğu, bu haliyle giriş çıkış deliklerinin askeri gömlek üzerinde yapılacak barut izi araştırması ile tespit edilebileceği” belirtilmiş ve klasik otopsiye gerek görülmemiştir. Mermi giriş çıkış deliğinin tespiti için incelenmek istenen H.B.ye ait askerî gömleğin imha edilmiş olduğu belirlenmiştir. İmha tutanağından ise mütevaffaya ait askerî gömleğin sağ cep kapağına yakın bölgesinde 5 cm çapında düzensiz yırtığın bulunduğu, yırtığın etrafında kanla beraber siyah renkte barut izlerinin görüldüğü, söz konusu giysinin kanla ıslanmış olarak naylon torba içinde uzun süre postada kalması neticesinde pis ve kokmuş olduğu ve bu giysinin tetkik amacıyla muhafaza edilmesine gerek görülmediği değerlendirilerek ölüm olayından sekiz gün sonra imha edildiği anlaşılmıştır. Bu gelişmelerin ardından ölüm olayına ilişkin dosya, ölü muayenesi esnasında çekilmiş fotoğraflarla birlikte incelenmek üzere bilirkişi sıfatıyla adli tıp uzmanına gönderilmiştir. Bu kapsamda alınan raporda “müteveffanın cesedinin sağ ön kısmında tespit edilen 5 cm. çaplı ciltteki deliğin kenarlarında kahverengi renkli barut izlerinin mevcut olduğunun tarif edildiği gibi fotoğrafların incelenmesinden de cilt defektinin kenarında siyah renkli yanık iz hattının görüldüğü, sırt sağ orta kısmındaki defektin kenarında herhangi bir yanık-is-barut izinin mevcudiyeti tarif edilemediği gibi fotoğraflarda da bir is mevcudiyetinin gözlenmediği değerlendirilerek sağ ön-üst 5 cm. çaplı cilt defektinin mermi çekirdeği giriş deliği, sırt bölgesi sağ üst-orta kısımda tarif edilen deşiğin ise mermi çıkış deliği olduğu, G-3 P. Tf. ile bitişik atış mesafesinden yapılacak atışta ciltte çıkış deliğinin daha büyük, kenarları parçalı ve yer yer dışa dönük bir giriş deliği oluşmasının tıbbi olarak beklenebileceği, bu tür bitişik yapılan atışlarda namlunun ucundan çıkan ürünlerin bir kısmının cilt altında açılan “Hofmann Maden Boşluğu” içerisinde kalacağı, yanık is ve barut tanelerinin bir kısmının cilt altında yani yara trajesi içerisinde bulunacağı, bu nedenle Şanlıurfa Devlet Hastanesinde yapılan otopsi raporunda cesede uygulanan dış muayene sırasında giriş deliğinde barut izlerinin bulunmadığı şeklinde yanıltıcı sonuca varıldığı”belirtilmiştir. Soruşturma sonucunda Askerî Savcılık 2/6/1998 tarihli ve E.1998/1304, K.1998/925 sayılı kararıyla tanık ifadeleri, otopsi raporu, düzenlenen kriminal rapor, adli tıp uzmanının bilirkişi raporu, olay yeri tespit tutanağı, olay yeri krokisi ve resimleri, müteveffaya ait fotoğraflar ve tüm dosya kapsamında yaptığı değerlendirme sonucunda H.B.nin nöbet yerinde kendisine zimmetli olan silahı sağ omzuna dayayıp bir el ateş etmek suretiyle intihar etmiş olduğunu ve H.B.nin ölümünde kimsenin kusurunun, kastının, etkisinin, ikna veya yardımının bulunmadığını belirterek kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Anılan karara yapılan itiraz, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Ordu Komutanlığı Askerî Mahkemesinin (Askerî Mahkeme) 24/8/1998 tarihli ve K.1998/145 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu 24/2/2012 tarihinde Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben yazdığı dilekçe ile H.B.nin annesi F.B.ye ölüm olayından sonra bir telefon geldiğini, telefondaki kişinin “başınız sağ olsun. Ben Suruç’ta asker iken Hamza’nın devre arkadaşıydım. Hamza’yı vuran kişi o gün bölükte görevli Piyade Astsubay Başçavuş H.U.’dur. Olay üzerine hemen Adana iline tayinini istedi ve gitti. Bölükte askerlere yapılan baskı nedeniyle kimse bir şey söyleyemedi. Hamza’nın ölümü nedeniyle askerlerden alındığı bildirilen ifadelerin tamamı da ifadeyi alanlar tarafından yazılarak imzalandı. Vicdan azabı çektiğim için bu haberi vermek istedim. Ancak hayatımı tehlikeye sokmamak için ismimi veremeyeceğim.” şeklinde beyanda bulunup telefonu kapattığını ve konuşmanın F.B.nin telefonla görüştüğü odada bulunanlar tarafından hazırlanan bir tutanakla imza altına alındığını belirterek yeni bir delilin ortaya çıktığından bahisle olaya ilişkin tanıkların yeniden dinlenmesi ve H.B.nin vücudunda bulunan atış izinin bitişik atış sonucu mu yoksa uzaktan atış sonucu mu meydana geldiğinin, gerekirse fetikabir yapılarak tespit edilmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucunun bu talebine ilişkin dosya, Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen görevsizlik kararı neticesinde 1998 yılındaki soruşturmayı yürüten Savcılığa intikal etmiştir. Askerî Savcılık 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi uyarınca H.B.nin ölüm olayına ilişkin yeniden soruşturma açılabilmesi için yeni bir delilin bulunup bulunmadığı konusunda inceleme yapılması amacıyla soruşturma başlatmıştır. Yapılan soruşturma kapsamında, başvurucu tarafından dinlenilmesi istenen tanıklardan bir kısmının ölüm olayının hemen ardından Suruç Cumhuriyet Başsavcılığınca, diğer bir kısmının ise soruşturma kapsamında birlik Komutanlığınca dinlenildikleri ve söz konusu şahısların ifadeleri incelendiğinde olayı veya mütevaffayı öldüreni gördüklerine yönelik doğrudan bir beyanda bulunmadıkları tespit edilmiştir. Soruşturma kapsamında dinlenen tanık H.A. ise talimat yoluyla alınan ifadesinde, ölüm olayının hemen ardından Suruç Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan ifadesinden farklı olarak olay yerine geldiğinde H.B.yi çömelmiş vaziyette gördüğünü, ne olduğunu sormak için dokunduğunda ise H.B.nin yere düştüğünü beyan etmiş ancak olay yerinde silahlı başkaca bir personel görmediğini belirterek herhangi bir şüpheli şahıstan bahsetmemiştir. Atış mesafesinin tespiti hususunda yapılan araştırmada ise adli tıp uzmanından alınan raporda, olay üzerinden uzun bir zaman geçmiş olması gözönüne alındığında ateşli silah mermi çekirdeği giriş deliğine ait yumuşak dokular üzerindeki tüm bulguların ortadan kalkmış olacağının değerlendirildiği ve fetikabir yapılması hâlinde dahi atış mesafesinin tayini açısından ek bir bulgu tespit edilemeyeceği belirtilmiştir. Bu nedenle bilirkişi raporunda, ölüm olayından sonraki raporlar ve delillerin değerlendirilmesi neticesinde atışın bitişik atış veya bitişiğe yakın atış mesafesinden yapıldığının kabulünün gerektiği bildirilmiştir. Yürütülen soruşturma sonucunda Askerî Savcılık 11/10/2012 tarihli ve E.2012/485, K.2012/104 sayılı kararında “Kara Kuvvetleri Komutanlığı 5 nci Zırhlı Tugay Komutanlığı Askeri Savcılığının 2/6/1998 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair kararını ortadan kaldıracak yeni bir delilin elde edilemediği” gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Anılan karara itiraz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Askerî Mahkeme, soruşturmanın genişletilmesine karar vermiştir. Mahkeme bu kapsamda soruşturmadaki eksikliklerin giderilmesi amacıyla Askerî Savcılıktan; H.B.nin annesinin aranarak ölüm olayına sebep olduğu iddia edilen kişi hakkında bilgi temin edilmesini, kemik incelemesinden atış mesafesinin tespit edilip edilemeyeceğinin belirlenmesini ve Piyade Astsubay H.U.nun ifadesinin alınmasını talep etmiştir. Askerî Savcılık, soruşturmanın genişletilmesi kararı kapsamında H.B.nin annesini arayarak ölüm olayına sebep olan kişi ile ilgili bilgi verilmesine ilişkin olarak telefon görüşmesinin yapıldığı odada bulunanların bilgisine başvurmuştur. Bilgisi alınan kişiler, telefon görüşmesinin 1998 yılının Mayıs veya Haziran ayında yapıldığını belirtmişlerdir. Bu bilgi üzerine yapılan araştırma doğrultusunda bir seneden daha eski tarihlere ait görüşme ayrıntılarının saklanmasının teknik olarak mümkün olmadığı tespit edilerek telefonla yapılan ihbara ilişkin bilgilerin elde edilmesinin mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Mütevaffanın cesedi üzerinde yapılacak kemik incelemesinden atış mesafesinin ve yönünün tespit edilip edilemeyeceği hususunda alınan bilirkişi mütalaasında ise “merminin giriş bölgesinin elbiseli bölgeye denk gelmesi, giriş deliği altında geniş yüzeyli kemik dokusunun bulunmaması, giriş bölgesinin altında kaburga kemiklerinin bulunması, bu nedenle boyut ve yüzeylerinin düşük olması, ayrıca olayın üzerinden geçen 15 yıllık uzun süre göz önüne alındığında ölüm sonrası meydana gelen kimyasal değişiklikler, bozulmalar nedeniyle kemikler üzerinde feth-i kabir yapılmak suretiyle atış mesafesi tayini, giriş yönü gibi hususlarda ek bilgi elde edilmesinin tıbben mümkün olmadığından” bahisle müteveffanın mezarında fetikabir yapılmasının somut olayı aydınlatmaya yönelik fayda sağlamayacağı sonucuna ulaşılmıştır. Genişletilen soruşturma kapsamında tekrar ifadesi alınan Piyade Astsubay Başçavuş H.U., “hakkındaki iddiaların asılsız olduğunu, silah sesini duyduğu zaman dışarı çıktığını, dışarı çıkarken bölüğün komutanının da dışarı çıktığını, silah sesini duyan askerlerin de olay yerine geldiğini, olay anına H.K. ve Doktor R.B.’nin şahit olduğunu” beyan etmiştir. Askerî Savcılık; Doktor R.B.nin, ölüm olayına ilişkin daha önceden alınan ifadesi ile Piyade Astsubay Başçavuş H.U.nun ifadesinin örtüştüğünü, H.K.nin ise ölüm olayının ardından Bölükte alınan ifadelerde yazıcı olarak görev yaptığını, bu nedenle anılan kişilerin yeniden ifadelerinin alınmasına gerek olmadığını değerlendirmiştir. Genişletilen soruşturma sonucu, soruşturma dosyasındaki eksikliklerin giderildiğini tespit eden Askerî Mahkeme 11/4/2013 tarihli ve K.2013/A-12-194 sayılı kararıyla Askerî Savcılık tarafından verilen 11/10/2012 tarihli kovuşturmaya yer olmadığı kararının usule ve yasaya uygun olduğunu belirterek bu karara yapılan itirazı reddetmiştir. Anılan karar 17/5/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş olup 4/6/2013 tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımı bulunmadığı tespit edilmiştir. B. İlgili Hukuk 25/10/1963 tarihli ve 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun “İtirazın reddi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “İtiraz süresi içinde yapılmamış veya sebep gösterilmemişse veyahut kamu davasının açılması için yeter sebepler bulunmazsa askeri mahkeme itirazı reddeder.Ret kararı suçtan zarar görene; eğer itiraz, teşkilâtında askerî mahkeme kurulan kıt’a komutanı veya askerî kurum amiri tarafından yapılmış ise bu makama tebliğ olunur ve ayrıca askerî savcıya ve şüpheliye bildirilir. İtiraz reddedildikten sonra kamu davası ancak yeni olaylara ve yeni delillere dayanılarak açılabilir.” 353 sayılı Kanun’un “İtirazın kabulü” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Askerî mahkeme, itirazın yerinde ve haklı olduğuna kanaat getirirse, şüpheli hakkında kamu davası açılmasının gerekli olduğuna karar verir ve evrakı yetkili askerî savcıya gönderir. Bu karar üzerine askeri savcı soruşturma yapmaksızın iddianame ile kamu davasını açar.” 5271 sayılı Kanun’un “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra yeni delil meydana çıkmadıkça, aynı fiilden dolayı kamu davası açılamaz.” | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4211 | Başvuru, 1998 yılında askerde meydana gelen ölüm olayına ilişkin etkili soruşturma yapılmaması nedeniyle Anayasa’nın 17. , 36. , 40. ve 125. maddelerinde güvence altına alınan hakların ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; tutukluluğa ilişkin karar veren yargı mercilerinin tarafsız olmaması, bazı delillerin verilmemesi dolayısıyla tutukluluğa etkili şekilde itiraz edilememesi, mahkûmiyete bağlı tutmanın hukuki olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, hamileliğe rağmen ceza infaz kurumunda tutma nedeniyle kötü muamele yasağının, mahkûmiyetine neden olan bazı adli işlemler nedeniyle de adil yargılanma hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumunda hamile olması nedeniyle kendisinin ve bebeğinin sağlığı, uygun şekilde beslenmeleri ve bebeğin gelişimi için gerekli tedbirlerin alınmasını talep etmiştir. Komisyonca başvurunun tedbir ve kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu suçlamasıyla Antalya Sulh Ceza Hâkimliğinin 6/9/2018 tarihli kararıyla tutuklanarak Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) konulmuştur. Tutuklama kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... üzerine atılı suçu işlediği yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir; bylock tespit tutanağı, bylock şifresi, mevcut delil durumu, suçun CMK 100/a maddesinde belirtilen suçlardan olması, bu nedenle şüphelinin kaçma ve delilleri karartma girişiminde bulunacağı var sayılarak, suçun kanuni cezası göz önüne alındığında adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı, tutuklamanın ölçülü olduğu kanaatiyle CMK'nun maddesi uyarınca TUTUKLANMASINA...[karar verildi.]" Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından hazırlanan 6/9/2018 tarihli iddianameyle başvurucu hakkında terör örgütüne üye olma suçunu işlediği iddiasıyla kamu davası açılmıştır. FETÖ/PDY'ye ilişkin genel açıklamaların da yer aldığı iddianamede FETÖ/PDY'nin hangi amaç ve saikle kurulduğuna, hangi alanlarda faaliyet gösterdiğine, hiyerarşik yapısına, hukuka aykırı hangi tür eylemlerde bulunduğuna ve soruşturma sürecine değinilmiş; başvurucunun da bu kapsamda cezalandırılması istenmiştir. Antalya Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 12/9/2018 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2018/452 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 8/11/2018 tarihli ilk duruşmada başvurucunun savunmasını aldıktan sonra silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 10 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu anılan karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına ilişkin karara itirazı Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin 16/11/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Söz konusu karar başvurucuya 27/11/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucunun serbest bırakılmasına ilişkin sonraki tarihli talepleri Mahkeme tarafından reddedilmiş, verilen kararlara itirazlar ise Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin 13/12/2018, 19/12/2018 ve 28/12/2018 tarihli kararlarıyla reddedilmiştir. Dosyanın tevzi edildiği Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 28/2/2019 tarihinde tutukluluk ile ilgili bir değerlendirme yapmadan başvurucunun istinaf talebinin esastan reddine karar vermiştir. Başvurucu 28/3/2019 tarihinde anılan kararı temyiz etmiştir. Başvurucu 5/5/2019 tarihinde temyiz incelemesini yapacak olan ceza dairesinden, 14/5/2019 tarihinde ise Mahkemeden hamile olması nedeniyle infazın ertelenmesini talep etmiştir. Başvurucu bu aşamada tedbir talebiyle 22/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesince Ceza İnfaz Kurumundan başvurucunun hamile olup olmadığı, sağlık durumunun takibine ilişkin yapılan işlemler ve kurum bünyesinde kadın hastalıkları uzmanı ve ameliyathanesi olan bir hastane olup olmadığı hususlarında 23/5/2019 tarihinde bilgi istenmiştir. Başvurucu 24/5/2019 tarihinde doğum yapmıştır. Ceza İnfaz Kurumundan gelen cevap sonrasında Bölüm tarafından 29/5/2019 tarihinde başvurucunun tedbir talebi kabul edilmiştir. Bu kapsamda Başsavcılık tarafından başvurucunun ve doğan bebeğinin sağlıklarının korunması, bebeğin gelişimi için uygun koşulların sağlanması yönünde gerekli tedbirlerin alınmasına hükmedilmiştir. Başvurucu hakkındaki mahkûmiyet kararı Yargıtay Ceza Dairesinin (Daire) 17/7/2019 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir. Onama kararında başvurucunun hamile olması dikkate alınarak infazının ertelenmesine ve tahliyesine karar verilmiştir. Başvurucu 17/7/2019 tarihinde Ceza İnfaz Kurumundan salıverilmiştir. Başvurucu, hakkında verilen hükmün kesinleşmesinden sonra 18/11/2019 tarihinde bir kez daha bireysel başvuruda bulunmuştur. 2019/38070 numaralı dosyada Birinci Bölüm Birinci Komisyon tarafından 30/10/2020 tarihinde -aşağıda dile getirilen- bir takım şikâyetleri hakkında açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilmezlik kararı verilmiştir. İlgili hukuk için bkz. Mustafa Özterzi [GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-48; Emre Soncan, B. No: 2016/73490, 11/3/2020, §§ 32-38; Hasan Akboğa [GK], B. No: 2016/10380, 27/3/2019, §§ 19-34; Abdullah Baybaşin, B. No: 2014/5161, 20/9/2017, §§ 28- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/17440 | Başvuru, tutukluluğa ilişkin karar veren yargı mercilerinin tarafsız olmaması, bazı delillerin verilmemesi dolayısıyla tutukluluğa etkili şekilde itiraz edilememesi, mahkûmiyete bağlı tutmanın hukuki olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, hamileliğe rağmen ceza infaz kurumunda tutma nedeniyle kötü muamele yasağının, mahkûmiyetine neden olan bazı adli işlemler nedeniyle de adil yargılanma hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunca verilen disiplin cezasının iptaline ilişkin başvurunun gerekçesiz olarak reddedilmesi ve savunma hakkı tanınmadan ceza verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu kesinleşmiş mahkûmiyeti nedeniyle hâlen Tekirdağ 1 Nolu F. Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Ceza İnfaz Kurumu görevlileri tarafından aralarında başvurucunun da bulunduğu B Blok 50 numaralı odada kalan kişiler hakkında 27/3/2013 tarihli tutanak düzenlenmiştir. Söz konusu tutanağın içeriği ''B Blok 50 numaralı odadan kapıya vurulma sesi gelmesi ve acil butonuna basılması üzerine hangi hükümlü ve tutukluların vurduğunu tespit etmek ve nedenini öğrenmek üzere oda kapısına gidildiğinde odada kalmakta olan Hasan Polat, [H.K.] ve [H.B.nin] oda kapısı ve havalandırma bahçe kapısına vurduğunun tespit edildiği ve sorulduğunda kitap sayısına yönelik kısıtlamayı protesto etmek için saat 00 ye kadar saat başı vuracaklarını beyan ettikleri'' şeklindedir. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı bu tutanağı esas alarak 5/4/2013 tarihli karar ile başvurucunun bir ay ziyaretçi kabulünden yoksun bırakılmasına karar vermiştir. Başvurucu, sözlü savunma hakkı tanınmadığı veolay yerinde bulunmadığından tutanak içeriğinin gerçeğe uygun olmadığı iddiasıyla disiplin kararına itiraz etmiştir. Tekirdağ İnfaz Hâkimliği (İnfaz Hâkimliği) 12/3/2014 evrakın içeriği ve disiplin kararındaki gerekçeye göre itirazın reddine karar vermiştir. İnfaz Hâkimliği kararına yönelik itiraz Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesince 257472014 tarihinde karar usul ve yasaya uygun bulunduğundan kesin olarak reddedilmiştir. Nihai kararın başvurucuya tebliğine ilişkin belge ve bilgi bulunmadığından başvurucunun ilgili kararı öğrendiğini bildirdiği 9/5/2014 tarihi tebliğ tarihi olarak kabul edilmiştir. Başvuru 9/6/2014 tarihinde yapılmıştır. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un “Disiplin cezalarının niteliği ve uygulama koşulları” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Hükümlü hakkında kurumda, düzenli bir yaşamın sürdürülmesi, güvenliğin ve disiplinin sağlanması bakımından kanun, tüzük, yönetmelikler ile idarenin uyulmasını emrettiği veya gerekli kıldığı davranış ve tutumları, kusurlu olarak ihlâl ettiğinde, eyleminin niteliği ile ağırlık derecesine göre Kanunda belirtilen disiplin cezaları uygulanır.” 5275 sayılı Kanun'un “Ziyaretçi kabulünden yonsun bırakma” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezası, hükümlünün bir aydan üç aya kadar ziyaretçi görüşüne çıkarılmamasıdır.(2) Ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezasını gerektiren eylemler şunlardır:...d) Kurumda korku, kaygı veya panik yaratabilecek biçimde söz söylemek veya davranışta bulunmak'' | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8927 | Başvuru, ceza infaz kurumunca verilen disiplin cezasının iptaline ilişkin başvurunun gerekçesiz olarak reddedilmesi ve savunma hakkı tanınmadan ceza verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işe iade davasının reddine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 26/8/2013 tarihli iş sözleşmesi ile Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumunda (TÜBİTAK) araştırmacı olarak çalışmaya başlamıştır. TÜBİTAK noter vasıtasıyla gönderdiği 31/8/2016 tarihli yazıyla başvurucunun iş sözleşmesini feshetmiştir. Fesih bildirimi ''İş sözleşmeniz 15 Temmuz 2016 tarihi itibariyle Ülkemizin içerisinde bulunduğu fevkalade durum ve bu durum neticesinde ortaya çıkan güvenlik gerekçeleri ile hakkınızda duyulan şüphe gereği Kurumumuz ile iş ilişkinizin devamı mümkün olmadığından, ayrıca istihdam edildiğiniz görev ve işletmesel gereklerle 4857 sayılı İş Kanununun madde hükmü gereğince tazminatsız olarak haklı nedenle feshedilmiştir.'' şeklindedir. Başvurucu 27/9/2016 tarihli dava dilekçesiyle iş sözleşmesinin usule uygun olarak feshedilmediğini zira işveren tarafından objektif, açık ve tereddüte yer vermeyecek şekilde bir fesih sebebi gösterilmediğini belirterek işe iadesine karar verilmesini istemiştir. Gebze İş Mahkemesi (Mahkeme) 2/2/2017 tarihli kararla davayı reddetmiştir. Mahkeme; gerekçeli kararında, davalıya ait işyerinde başvurucunun 26/8/2013 tarihinden itibaren araştırmacı sıfatıyla iş sözleşmesine bağlı olarak çalışmaya başladığı ve iş sözleşmesinin feshi sonucunda 4/9/2016 tarihinde iş ilişkisinin sona erdiği tespitinde bulunmuştur. Mahkeme, bu tespiti yaptıktan sonra iş sözleşmesinin fesih nedenleri ve bu nedenlere göre haklı ya da geçerli bir fesih sebebi bulunup bulunmadığı üzerinde durmuştur. Bu kapsamda başvurucunun iş sözleşmesinin 15/7/2016 tarihli darbe teşebbüsünün ardından duyulan şüphe üzerine feshedildiğini nazara alarak işveren tarafından gösterilen nedeni irdelemiştir. Mahkeme, mevzuat ve Yargıtay içtihatları ile belirlenmiş kriterlere göre şüphenin objektif vakıa ve emarelere dayandırılması gerekli ise de davalı Kurumun üzerinde çalıştığı projelerin niteliği ve ülkenin millî güvenliğine doğrudan etkisi dikkate alındığındaKurumun şüphe duyulan ve güvenlik zaafiyetine neden olacak kişilerle çalışması beklenmeyeceğinden geçerli sebeple fesih koşullarının gerçekleştiğine kanaat getirmiş ve davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu karara karşı istinaf kanun yoluna gitmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi (BAM) Hukuk Dairesi 27/4/2017 tarihli kararla iş sözleşmesinin 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'ye (KHK) dayalı olarak feshedildiğinden işe iade talebinde bulunmanın mümkün olmadığına işaret ederek başvurucunun istinaf isteğini değişik gerekçeyle reddetmiştir. BAM tarafından verilen karar başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi, iş akdinin feshi 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hâl kapsamında darbe teşebbüsü ve terörle mücadele çerçevesinde alınması zaruri olan tedbirler ile bunlara ilişkin usul ve esasları belirlemeye yönelik 667 sayılı KHK'dan alınan yetkiye dayalı olarak yapıldığından 22/6/2017 tarihinde davanın esası hakkında karar verilemeyeceği gerekçesiyle BAM Hukuk Dairesi kararını bozarak ortadan kaldırmış ve davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına dair karar vermiştir. Başvurucu ve davalı TÜBİTAK tarafından ayrı ayrı maddi hata dilekçesi verilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 2/10/2017 tarihinde ilk kararını ortadan kaldırmış ve iş sözleşmesi 667 sayılı KHK'ya dayalı olarak feshedilmemişken temyiz olunan kararda sözleşmenin KHK'ya dayalı olarak feshedildiği yönünde bir açıklama yapılmış olmasının sonuca etkili olmadığını belirterek hükmü onamıştır. Nihai karar 17/1/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 7/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Kanun Hükümleri 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun ''İşverenin haklı nedenle derhal fesih hakkı'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:a) İş sözleşmesi yapıldığı sırada bu sözleşmenin esaslı noktalarından biri için gerekli vasıflar veya şartlar kendisinde bulunmadığı halde bunların kendisinde bulunduğunu ileri sürerek, yahut gerçeğe uygun olmayan bilgiler veya sözler söyleyerek işçinin işvereni yanıltması.b) İşçinin, işveren yahut bunların aile üyelerinden birinin şeref ve namusuna dokunacak sözler sarfetmesi veya davranışlarda bulunması, yahut işveren hakkında şeref ve haysiyet kırıcı asılsız ihbar ve isnadlarda bulunması. c) İşçinin işverenin başka bir işçisine cinsel tacizde bulunması.d) İşçinin işverene yahut onun ailesi üyelerinden birine yahut işverenin başka işçisine sataşması, işyerine sarhoş yahut uyuşturucu madde almış olarak gelmesi ya da işyerinde bu maddeleri kullanması. e) İşçinin, işverenin güvenini kötüye kullanmak, hırsızlık yapmak, işverenin meslek sırlarını ortaya atmak gibi doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışlarda bulunması.f) İşçinin, işyerinde, yedi günden fazla hapisle cezalandırılan ve cezası ertelenmeyen birsuç işlemesi.g) İşçinin işverenden izin almaksızın veya haklı bir sebebe dayanmaksızın ardı ardına iki iş günü veya bir ay içinde iki defa herhangi bir tatil gününden sonraki iş günü, yahut bir ayda üç iş günü işine devam etmemesi. h) İşçinin yapmakla ödevli bulunduğu görevleri kendisine hatırlatıldığı halde yapmamakta ısrar etmesi.ı) İşçinin kendi isteği veya savsaması yüzünden işin güvenliğini tehlikeye düşürmesi, işyerinin malı olan veya malı olmayıp da eli altında bulunan makineleri, tesisatı veya başka eşya ve maddeleri otuz günlük ücretinin tutarıyla ödeyemeyecek derecede hasara ve kayba uğratması.'' 4857 sayılı Kanun'un ''Derhal fesih hakkını kullanma süresi'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “24 ve 25 inci maddelerde gösterilen ahlak ve iyiniyet kurallarına uymayan hallere dayanarak işçi veya işveren için tanınmış olan sözleşmeyi fesih yetkisi, iki taraftan birinin bu çeşit davranışlarda bulunduğunu diğer tarafın öğrendiği günden başlayarak altı iş günü geçtikten ve her halde fiilin gerçekleşmesinden itibaren bir yıl sonra kullanılamaz. Ancak işçinin olayda maddi çıkar sağlaması halinde bir yıllık süre uygulanmaz.'' 4857 sayılı Kanun'un ''Sözleşmenin feshinde usul'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“İşveren fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde belirtmek zorundadır.'' 4857 sayılı Kanun'un ''Feshin geçerli sebebe dayandırılması'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “ Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır.''B. Yargı Kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/10/2017 tarihli ve E.2017/25452, K.2018/15534 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, ilk derece mahkemesi hakiminin feshin geçerli mi haklı mı nedene dayandığını açıklamadığı davacının iş sözleşmesinin 667 sayılı KHK’ya dayalı feshedilmemesine rağmen temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararında feshin 667 sayılı KHK’ye göre yapıldığı açıklanmasının sonuca etkili olmadığı, ancak Bölge Adliye Mahkemesinin kararında da feshin geçerli nedene mi haklı nedene mi dayandığının da açıklanmadığı, davacının iş sözleşmesinin hakkında duyulan şüphe uyarınca feshedilmesine göre feshin haklı fesih niteliğinde olmayıp geçerli nedene dayandığı kabul edilerek tarafların yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle kararın 6100 sayılı HMK’nun vd. maddeleri uyarınca ONANMASINA [karar verildi]'' | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/4268 | Başvuru, işe iade davasının reddine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza davasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesinin adil yargılanma haklarını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular hakkında ekli listenin (D) sütununda gösterilen suçlardan açılan kamu davalarında ekli listenin (E) sütununda belirtilen mahkemelerce başvurucuların mahkûmiyetine karar verilmiş ancak verilen mahkûmiyet hükümlerinin açıklanması geri bırakılmıştır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararına yapılan itiraz, ekli listenin (F) sütununda gösterilen mahkemelerce reddedilmiştir. İtirazın reddine dair kararlarda esas olarak HAGB kararlarının usul ve yasaya uygun olduğu, kararlarda hukuka aykırılık bulunmadığı, HAGB'nin şartlarının gerçekleştiği hususlarına dayanılmıştır. Başvurucular, nihai kararları öğrendikten sonra süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ekli listenin (A) sütununda gösterilen dosyalar konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2016/10549 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve inceleme 2016/10549 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuruculardan Muhammed Emin Kocaağa'nın bireysel başvuruda bulunurken kendini vekil ile temsil ettirdiği, bireysel başvurusu derdest iken başvurucu vekilinin meslekten ayrıldığı tespit edilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/10549 | Başvuru, ceza davasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesinin adil yargılanma haklarını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucuların adli yardım talepleri kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/16096, 2014/16134 ve 2015/672 sayılı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/16052 sayılı dosya üzerinde birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Mehmet Salih Şahin'in murisi ve diğer başvurucular aleyhine doğrudan 9/6/2007 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası, yerel Mahkemenin 4/4/2014 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16052 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, milletvekili olan başvurucu hakkında uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve siyasi faaliyet kapsamındaki eylemlere ilişkin olması ve tutukluluk nedeniyle milletvekilliği görevinin yerine getirilememesi nedenleriyle ifade özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 28/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler PKK'nın terör örgütü olduğu ulusal ve uluslararası makamlar tarafından kabul edilmiş tartışmasız bir olgudur. Anılan örgütün gerçekleştirdiği terörist şiddet, bölücü amaçları dolayısıyla anayasal düzene, millî güvenliğe, kamu düzenine, kişilerin can ve mal emniyetine yönelik ağırtehdit oluşturmaktadır. Bu yönüyle ülkenin toprak bütünlüğünü hedef alan PKK kaynaklı terör, onlarca yıldır Türkiye'nin en hayati sorunu hâline gelmiştir (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 7-18). Bununla birlikte kamuoyunda demokratik açılım süreci, çözüm süreci ve Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi gibi farklı isimlerle ifade edilen süreç içinde 2012 yılının son döneminden itibaren PKK tarafından gerçekleştirilen terör saldırıları önemli ölçüde azalmıştır. Ancak Suriye'de son yıllarda yaşanan iç savaşın Türkiye'nin güvenliği üzerinde etkileri olmuş, PKK ve DAEŞ kaynaklı terör olayları yeniden artmaya başlamıştır. Kamuoyunda 6-7 Ekim olayları ve hendek olayları olarak bilinen terör eylemleri bunların başında gelmektedir (Gülser Yıldırım (2), §§ 19-27). Türkiye 2015 yılı Haziran ayından itibaren yeniden yoğun bir şekilde terör saldırılarına maruz kalmıştır. Bu kapsamda PKK tarafından Şırnak il merkezi ile Cizre, Silopi ve İdil ilçelerinde, Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde, Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçelerinde, Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçelerinde, Muş'un Varto ilçesinde cadde ve sokaklara hendekler kazılıp barikatlar kurularak, bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirilerek teröristler tarafından bu yerleşim yerlerinin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çok sayıda terörist, halkın bu yerlere giriş ve çıkışını engellemek istemiştir. Güvenlik güçleri, hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması suretiyle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmış ve teröristlerle çatışmaya girmiştir. Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında yaklaşık 200 güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş, tonlarca bomba ve patlayıcı imha edilmiştir. Terör saldırılarının gittikçe yoğunlaştığı ve ülkenin birçok bölgesine yayıldığı bu dönemde hem güvenlik güçleri hem de siviller hedef alınmıştır. Bu bağlamda PKK tarafından başvurucunun seçim bölgesi olan Şırnak'ta ve Cizre'de çok sayıda terör saldırları gerçekleştirilmiştir. Bu terör saldırılarında önemli bir bölümü sivillerden oluşan çok sayıda kişi hayatını kaybetmiş ve yaralanmıştır.B. Başvurucunun Tutuklanmasına İlişkin Süreç Başvurucu 7/6/2015 ve 1/11/2015 tarihlerinde yapılan seçimlerde Halkların Demokratik Partisinden (HDP) Şırnak milletvekili olarak seçilmiştir. Başvurucu hakkında milletvekili olarak görev yaptığı dönemde işlediği iddia olunan bazı suçlara ilişkin olarak Cumhuriyet başsavcılıklarınca soruşturmalar yürütülmüştür. Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan "Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz." hükmü uyarınca yasama dokunulmazlığına sahip olan başvurucunun dokunulmazlığının kaldırılması istemiyle on ayrı fezleke düzenlenmiş ve Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM) sunulmak üzere Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne gönderilmiştir. Bu fezlekelerde başvurucuya isnat edilen suçlamalara ilişkin olay ve olgular şöyle özetlenebilir:i. PKK terör örgütüyle bağlantılı olduğu belirtilen Fıratnews adlı internet sitesinden 21/6/2015 tarihinde yapılan eylem çağrısı üzerine 3/7/2015 günü saat 00'de Abdullah Öcalan'a uygulandığı belirtilen tecridi protesto etmek amacıyla yaklaşık 400 kişilik bir grubun önceden izin alınmadan ve bildirim yapılmaksızın toplandığı, grubun içinde "Önderliğimize uygulanan tecridin hesabını soracağız" [Dem-Genç demokratik gençlik, KJA kürdistan jinen azad (Kürdistan özgür kadın hareketi] yazılı afiş, Abdullah Öcalan'a ait poster ve YPG flamalarının taşındığı, grubun "Biji serok apo", "Gençlik aponun fedaisidir", "PKK halktır, halk burada", "Be serok jiyan na be" (Öndersiz yaşam olmaz.), "Selam selam imralıya bin selam" şeklinde sloganlar atarak yürüdüğü, akabinde örgütün Devrim Çarkı isimli marşını okudukları ve örgüt için ölenlere saygı duruşunda bulundukları, bu gösteriye başvurucunun da katıldığı, başvurucunun Abdullah Öcalan'ın posterinin önünde durarak örgütün silahlı mücadele eylemini övdüğü, örgüt liderinin posteri önünde bulunmak suretiyle silahlı yönteme başvurmayı teşvik ettiği, izinsiz ve kanuna aykırı toplantı yürüyüşüne dönüşen toplantıya katılarak 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet ettiği ileri sürülmüştür. ii. 15/7/2015 tarihinde 2911 sayılı Kanun'a muhalefet etmek ve terör örgütü propagandası yapmak suçları iddiasıyla yakalanarak haklarında adli işlem yapılan üniversite öğrencileri ile ilgili olarak aralarında başvurucunun da bulunduğu yaklaşık 250 kişilik bir grubun HDP Şırnak İl Başkanlığı önünde toplandığı, grubun "Kürdistan faşizme mezar olacak, faşizme karşı omuz omuza, PKK halktır halk burada, katil Erdoğan hesap verecek, katil devlet hesap verecek, Cizre halkı yanlız değildir, Silopi halkı yanlız değildir, devrim isyan özgürlük, her yer direniş her yer Suriçi" şeklinde sloganlar atıldığı, ardından grubun yürüyüşe başladığı, Cumhuriyet Meydanına geldikleri esnada "katil devlet hesap verecek, katil devlet Kürdistan'dan defol, vur vur inlesin, hepiniz or.. çocuğusunuz, yaşasın öğrenci dayanışması" şeklinde sloganlar attığı ve bölücü terör örgütü PKK'nın marşını okuduğu, yapılan basın açıklamasının ardından başvurucunun buarada yaptığı konuşmasında "... yedi aydır Kürdistan'da bir katliam, bir vahşet yaşanmakta. Kürt halkının kendi sorunlarını çözmesi için ve iradesinin tanınmaması üzerine, kendi öz gücüyle, kendi kendini idare etme hakkını, talebiniöz yönetim ilan ederek vermiştir. Malesef bu öz yönetim talimine karşı devlet, AKP iktidarı savaş ilan etmiştir. Yedi aydır Silvan'da, Nusaybin'de, Sur'da, Cizre'de ve maalesef son iki gündür Silopi ve Cizre eklenmek üzere sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Bu sokağa çıkma yasağında gayri ahlaki, gayri insani bir durumdur. Ahlaksızca, vicdansızca evler tek tek basılmakta hukuksuzca, yargısızca insanlar sokak ortasında infaz edilmektedir. Şu bilinsin burası Botan. Kürdistan'ın kalbidir. Kürdistan'da, Botan'dan kürt halkı kırk yıldır mücadele vermektedir. Kürt halkının ilinden düşürmediği eşitlik, kardeşlik, temel hak ve hürriyetler karşılığını savaş ilanı ile bulmuştur. Bu yedi aylık süreçte yedine yetmiş çocuk, onlarca çocuk, onlarca kadın, onlarca yurtever çocuğumuz öldürülmüş, genç çocuklarımız sokak ortasında vurulmuş, vurulduktan sonra hala vicdanı ve ahlakı yetmemiş olan kolluk kuvvetleri çocuklarımızın boynuna ip bağlayarak zırhlı aracın arkasında sürüklemiştir. Bu da yetmemiş Van'da , Muş'ta, Varto'da E.V gerilla arkadaşın bedeni işkence edildikten sonra çırılçıplak soyulup yolun ortasına atılmıştır. Bu onların ahlaksızlığıdır. Yaşamın her alanında, her şeyinde, her alanında bir herşeyin de ahlakı vardır. Savaşın da bir ahlakı vardır. Maalesef ahlaklarını yitirmişler, vicdanlarını yitirmişler. Dün gece yine Şırnak' ta kız öğrenci yurdu Cizre ve Silopi' deki olayları protesto etmek için gürültü yapan dokuz kız çocuğu hakaret edilerek, taciz edilerek yurdun içinden çıkartılıp emniyete götürülmüştür. Bu görünmeyen yüzüdür. Şu anda Silopi'de yapılan katliamın ve hazırlığın haddi hesabı yoktur. Yetmiş tane, yetmiş kişilik doktor ekibi, yüzlerce biliyoruz tank hastanelere nakil edilmiştir. Yine Silopi hastanesi şu anda abluka altına alınmış. Cizre'den, Silopi'den telefonlar alıyoruz. İnsanlar hastaların olduğunu ve hastaneye götüremediklerini söylüyorlar. Biz buradan yine söylüyoruz. Kürt halkı nasıl ki Rojova'da bir devrim gerçekleştirmiş, Kürt halkı bu gün Kürdistan'da o devrimi tekrar yeniliyecektir.kendi öz gücüyle defalardır çağrıda bulunuyoruz. Tekrar ediyorz. Bütün demokratik güçlere. Insanım diyen vicdanımvar diyen herkesin kürdistanda yapılan bu savaşa, bu katliama sessiz kalmamaları çağrısını yineliyoruz. Bütün demokratik güçler, buradan Kürt halkına, Avrupadaki kürt halkına, yine rojhilat, bakur, başudaki kürt halkına. Bugün Kürdistan'da yürütülen savaşa sahip çıkmasını bulundukları her alanda vicdanı olan herkesin bu savaşa dur demesini ve iradesini ortaya koymasını bekliyoruz." şeklinde beyanda bulunarak halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik suçunu işlediği vekanuna aykırı hâle gelen gösteriye katılması nedeniyle 2911 sayılı Kanun'a muhalefet ettiği ileri sürülmüştür. iii.20/7/2015 tarihinde Suruç'ta (Diyarbakır) gerçekleştirilen bombalı saldırıyı protesto etmek amacıyla 21/7/2015 günü yaklaşık 600 kişilik bir grubun toplandığı, grubun önünde Abdullah Öcalan'ın posterinin taşındığı, yürüyüş esnasında grubun "Biji serok apo", "Her yerde intikam", "PKK halktır halk burada", "Katil İŞİD, işbirlikçi AKP", "Katil devlet hesap verecek" şeklinde sloganlar atıldığı ve toplanan kalabalığın zafer işareti yaparak örgütün marşını okuduğu, başvurucunun da bu gösteriye katıldığı, başvurucunun Abdullah Öcalan'ın posterinin yanında bulunmak suretiyle örgütün silahlı mücadele eylemini övdüğü, silahlı yönteme başvurmasını teşvik ettiği, izinsiz ve kanuna aykırı toplantı yürüyüşüne dönüşen toplantıya katılarak 2911 sayılı Kanun'a muhalefet ettiği ileri sürülmüştür.iv. 3/12/2015 tarihinde Şırnak'ta güvenlik güçlerince PKK'ya yönelik operasyon esnasında öldürülen H.B. adlı örgüt mensubunun cenazesinin adli işlemler için Şırnak Devlet Hastanesi morguna getirildiği, burada başvurucunun da bulunduğu yaklaşık 350 kişilik grubun toplandığı, grup tarafından "Şehit namırın (Şehitler ölmez.), PKK halktır halk burada, Öcalan, katil devlet hesap verecek, intikam" şeklinde sloganlar atıldığı, cenazenin terör örgütü PKK'yı simgeleyen beze sarılı tabut ile çıkarıldığı, grup tarafından yapılan yürüyüş ve cenazenin taşınması esnasında Abdullah Öcalan posteri ile H.B.nin ve örgütün simgesi bulunan fotoğraflarının taşındığı, başvurucunun da örgüt mensubunun cenaze merasimine katılarak örgütün silahlı yönteme başvurmasını övdüğü ve bu yönteme başvurmayı teşvik ettiği ileri sürülmüştür. v. 20/12/2015 günü,başvurucunun Şırnak Devlet Hastanesinde görevli polis memurunun yanında hastanedeyken, çatışmada yaralanan ve durumunun ağır olduğu ifade edilen bir askerî personelhakkında"Bizimkiler bir pislik daha indirip temizlemişler." şeklinde, polis memurunun uyarısı üzerine başvurucunun "Siz hepiniz işgalcisiniz, Kürdistanımızda kendi topraklarımızda insanları öldürüyorsunuz, Kürt halkını öldürüp zulmediyorsunuz, size bu yaptıklarınızın hesabını tek tek soracağız." ve "Siz hepiniz işgalcisiniz, Kürdistanımızda kendi topraklarımızda insanları öldürüyorsunuz, kürt halkını öldürüp zulmediyorsunuz." şeklinde beyanlarda bulunduğu, bu ifadeleriyle PKK'nın korkutucu gücünü kullanarak polis memurunu tehdit ve ona hakaret ettiği, ayrıca örgütün silahlı eylemini sahiplenerek meşru gösterdiği ve silahlı mücadele yöntemini benimseyerek şiddete teşvik ettiği ileri sürülmüştür.vi. Cizre'de gerçekleştirilen operasyon esnasında Cizre Devlet Hastanesi çalışanı A.Y.nin hayatını kaybetmesi nedeniyle başvurucunun da aralarında bulunduğu yaklaşık 100 kişilik bir grubun 31/12/2015 ve 1/1/2016 tarihlerinde Şırnak Devlet Hastanesi önünde toplandığı ve "Katilleri tanıyoruz, unutmayacağız, hesap soracağız, şehit namırın" yazılı bir pankartın arkasında yer aldığı, başvurucunun bu şekilde örgütün şiddet içeren silahlı mücadelesini övdüğü ileri sürülmüştür.vii. 7/1/2016 günü, Şırnak'ta etkisiz hâle getirilen PKK örgüt mensubu iki kişinin cenazelerini alamadıkları gerekçesiyle Şırnak Devlet Hastanesi önünde aralarında başvurucunun da bulunduğu yaklaşık 250 kişilik bir grubun toplandığı, grubun "Şehit namırın" şeklinde slogan attığı, başvurucunun burada yaptığı konuşmada "Dirliğiniz ve mücadeleniz için size saygılar sunuyoruz. Aileler burada. Diyorlar ki cenazeler yerdedir. Cizre'de ve Silopi'de bu yasaklamalar devam ettikçe, morglarda bu cenazeler duracaktır. Biz cenazelerimizi defnetmeyeceğiz. Bu ktliam ve vahşet gerçekten kabul edilemez. Şimdi buradan sessizce dağılıyoruz. Şehitler ölmez." şeklinde söz söylemesi nedeniyle terör örgütünün silahlı mücadele içeren yöntemini övdüğü ve şiddet içeren bu silahlı mücadeleyi de alenen teşvik ettiği, kanuna aykırı hâle gelen gösteriye katılması nedeni ile 2911 sayılı Kanun'a muhalefet ettiği ileri sürülmüştür.viii. Cizre'de güvenlik güçlerince PKK'ya yönelik operasyon esnasında öldürülen örgüt mensuplarının cenazelerinin defnedilmek üzere 12/1/2016 günü Şırnak'ta belediye mezarlığına götürülürken cenazelerin araçtan indirildiği ve tabutların üzerine terör örgütünü simgeleyen bezlerin örtüldüğü, cenaze merasimine katılan topluluğun "Şehitler ölmez, yaşasın Kürdistan direnişi, yaşasın önder Apo" şeklinde sloganlar attığı, örgütün marşının çalındığı, başvurucunun burada gruba hitaben “...Zahmetli dönemdir ama başımız diktir, bilsinler ki S.nin gözleriyle, P.nin yüreğiyle, F.nin gülüşüyle biz bu mücadeleye devam edeceğiz, biz mücadelemizi yükselteceğiz, işgalci devlet kuvvetiyle bu gün kutsal değerlerimiz üzerine gelmişlerdir, mezarlığımız, şehitlerimiz, istiyorlar ki şehitlerimiz mahallelerde kalsın, izin vermiyorlar şehitlerimizi gönlümüze göre ve değerlerimize göre defnedelim.” şeklinde konuşma yaparak örgüt mensubu kişilerin mücadelesini, örgütün amacını ve şiddet içeren silahlı mücadelesini övdüğü, örgütün alenen şiddet içeren eylemlerine kişileri teşvik ettiği ileri sürülmüştür.ix. Cizre'de güvenlik güçlerince PKK'ya yönelik operasyon esnasında öldürülen K., A.P. ve A.T. adlı örgüt mensuplarının cenazelerinin defnedilmek üzere 22/1/2016 günü Şırnak'ta belediye mezarlığına götürülürken cenazelerin araçtan indirildiği ve tabutların üzerine bölücü terör örgütünü simgeleyen bezlerin örtüldüğü, cenaze merasimine katılan topluluğun "Ey şehit kanın yerde kalmayacak", "Yaşasın başkan Apo" şeklinde Kürtçe sloganlar attığı, başvurucunun da terör örgütünün propagandasına dönüşen bu cenaze merasimine katılarak terör örgütünün şiddet içeren silahlı mücadelesini övdüğü, bu mücadeleyi meşru göstermek amacı ile şiddet içeren bu yöntemi teşvik ettiği ileri sürülmüştür. 2014 yılının Ekim ayında yaşanan ve ülkenin büyük bir bölümünü etkileyen şiddet olayları ve sonrasında 2015 yılının Haziran ayından itibaren ülkede yaşanan terör saldırılarının artması dolayısıyla siyasi çevrelerde ve kamuoyunda milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması hususunda yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda değişiklik yapılmasını öngören kanun teklifi 12/4/2016 tarihinde TBMM Başkanlığına sunulmuştur. Bu teklif, hâlihazırda Bakanlıkta, Başbakanlıkta, TBMM Başkanlığında, Anayasa ve Adalet Komisyonlarının üyelerinden kurulu Karma Komisyonda bulunan yasama dokunulmazlığı dosyalarıyla ilgili olarak Anayasa ve TBMM İçtüzüğü'nde öngörülen yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin usulün uygulanmamasını ve bu dosyaların gereğinin yapılması amacıyla yetkili mercilere iade edilmesini öngörmektedir. Anayasa değişikliği 8/6/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Buna göre maddenin TBMM tarafından kabul edildiği 20/5/2016 tarihi itibarıyla maddede sayılan mercilere intikal etmiş dosyalar hakkında Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan yasama dokunulmazlığına ilişkin hüküm uygulanmayacaktır. Ayrıca Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on beş gün içinde; Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, TBMM Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Adalet Bakanlığında (Bakanlık) bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaların gereğinin yapılması amacıyla yetkili mercie iade edileceği öngörülmüştür. Böylece Bakanlık verilerine göre Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) grubuna mensup 29 milletvekiline ait 50, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) grubuna mensup 59 milletvekiline ait 215, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) grubuna mensup 10 milletvekiline ait 23, HDP grubuna mensup 55 milletvekiline ait 518 ve 1 bağımsız milletvekiline ait 5 fezlekeyle ilgili olarak yasama donulmazlığına ilişkin hükümler uygulanmamış; bu dosyalar gereği için ilgili mercilere iade edilmiştir. Bu kapsamda başvurucu hakkındaki 10 adet fezlekeye konu olan soruşturma dosyaları da Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü aracılığıyla 2016 yılının Haziran ayında gereğinin takdir ve ifası içinŞırnak Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Şırnak Başsavcılığı, uhdesinde bulunan soruşturma dosyalarının "gerek tarafları gerekse de yapılan soruşturmaların niteliği ve içeriği itibari ile hukuki ve fiili irtibat bulunduğu ve usul ekonomisi açısından soruşturmanın birlikte yürütülmesinin gerektiği" gerekçesiyle birleştirilmesine karar vermiştir. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu hakkındaki fezlekelere konu tüm soruşturma dosyalarının 2016/1622 sayılı soruşturma dosyasında birleştirilmesine karar verilmiştir. Böylece başvurucu hakkında düzenlenen fezlekelerde suça konu edilen fiillerin birlikte değerlendirilmesi söz konusu olmuştur. Diğer taraftan başvurucu, ifadesi alınmak üzere soruşturma makamları tarafından 30/92016, 3/10/2016 ve 4/10/2016 tarihlerinde kendisine çağrı kâğıdı gönderilerek savcılıklara davet edilmiş ancak bu çağrılara uymamış ve ifade vermek üzere Savcılığa gitmemiştir. Bu sürecin öncesinde dokunulmazlıklara ilişkin Kanun teklifinin TBMM Başkanlığına sunulmasından sonra HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş 19/4/2016 tarihinde TBMM'de yaptığı grup konuşmasında "Biz mahkemelerde süründürüleceğiz, yok öyle bir şey. Sunu da net olarak söyleyeyim: Bu hafta öbür hafta dokunulmazlıklarımızı kaldırabilirler. Fakat tek bir arkadaşım kendi ayağıyla ifade vermeye gitmeyecek. Nasıl götürüyorlarsa kendileri bilirler. Bu iş öyle kolay olmayacak. Zannediyorlar ki dokunulmazlığı kaldırırız, tereyağından kıl çeker gibi bunları mahkemenin önüne atarız, yok öyle yağma." şeklinde ifadeler kullanmıştır. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu hakkında yürütülen soruşturma dosyasında kısıtlama kararı verilmesi talebiyle Şırnak Sulh Ceza Hâkimliğine başvuruda bulunmuştur. Anılan Hâkimlik 3/11/2016 tarihinde, başvurucu hakkındaki soruşturma dosyasına ilişkin olarak "soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği" gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasıuyarınca müdafiinin dosya içeriğini incelemesinin ve belgelerden örnek almasının kısıtlanmasına karar vermiştir. Öte yandan Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığınca 3/11/2016 tarihinde, başvurucunun "devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak" suçlamasıyla gözaltına alınmasına karar verildiği belirtilerek "yakalanarak gözaltına alınabilmesi amacıyla" evinde veya işyerinde 3/11/2016-4/11/2016 tarihleri arasında arama işlemi yapılması talebiyle Şırnak Sulh Ceza Hâkimliğine başvuruda bulunulmuştur. Hâkimliğin 3/11/2016 tarihli kararı ile başvurucunun yakalanarak gözaltına alınabilmesi amacıyla arama yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu bu kapsamda 4/11/2016 tarihinde Mardin'in Midyat ilçesinde yakalanarak gözaltına alınmış, aynı gün helikopterle Diyarbakır'a, buradan da hakkında soruşturma işlemlerinin yürütüldüğü Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığına getirilmiştir. Başvurucu 4/11/2016 günü ifadesi alınmak üzere Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilmiştir. İfade tutanağında belirtildiğine göre başvurucuya ifade alma işlemi öncesinde isnat edilen suçlamalar açıklanmıştır. Başvurucu "... Söz konusu soruşturma kapsamında ifade vermeyeceğim. İfade vermeme gerekçem şudur. Sizin makamınıza veya şahsınıza karşı herhangi bir tavrım yoktur. Ancak Türkiye'de Anayasaya aykırı bir şekilde Türkiye Büyük Millet Meclisinde talimatla yasama dokunulmazlıklarımız kaldırıldı. Bir suç işlendi ve eğer şimdi siz de bu suça ifade talebinizle ortak olmaktasınız. Çünkü yasaya aykırıdır. Bu yüzden geldiğimiz son aşamada dün gece itibariyle eş başkanlarımız da dahil olmak üzere yapılan operasyon bir darbedir, siyasi bir darbedir, AKP hükümetinin ve Sayın Recep Tayip Erdoğan'ın talimatı ile maalesef yargı ve emniyet işlem yapmaktadır. Tam bağımsız bir yargılamadan korkmuyor ve bağımsızlığına inansaydım gerekli sorularak cevap verecektim."şeklinde beyanda bulunarak suçlama hakkında bir açıklama yapmamıştır. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı 4/11/2016 tarihinde "kuvvetli suç şüphesinin bulunması, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi, kaçma şüphesinin bulunması ve katalog suçlardan oluşu" gerekçesiyle başvurucuyu tutuklanması istemiyle Şırnak Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Savcılığın talep yazısı, sorgu işlemi öncesinde Şırnak Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuştur. Sorgu tutanağında, başvurucuya isnat edilen suçların okunup anlatıldığı da belirtilmiştir. Bu sırada da başvurucunun avukatları hazır bulunmuştur. Başvurucu, Hâkimlikteki ifadesinde Savcılık aşamasında verdiği ifadesini tekrar ettiğini belirtmiş ve devamında "... 7 Haziran'da biz seçildik ve 6 milyon oy aldık. Şu an HDP milletvekili sıfatıyla buradayım ... O zaman da Kürt sorununun çözülmesi için bir müzakere masası kuruldu ve sayın Abdullah Öcalan ile görüşmeler yapılmaktaydı. Hem AKP hükümeti hem de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bizim müzakere masasını devirdiler ve bizim seçilmemizi kabul etmediler, yine kavga ve savaş ortamını hazırlayarak 1 Kasım'da tekrar seçimlerin olmasını amaçladı, yine de biz seçildik. Kaos ve savaş ortamına rağmen yine biz seçilerek meclise gittik. Ne yazık ki AKP hükümeti bunu sindiremedi ve hem dokunulmazlığımızı elimizden aldılar hem de Mecliste hukuk dışı yasalar çıkardılar. Ne yazık ki seçimlerden sonra savaş ortamı oluştu, akabinde 15 Temmuz darbesi gerçekleşti, bizim mücadelemiz tamamıyla birlikte yaşam ve barış ortamı hazırlanacak diye umut ediyorduk, ne yazık ki AKP kendi çıkarları ve iktidarı uğruna yine kaos ortamına ülkeyi sürükledi. Şu an Türkiye devleti KHK ve OHAL süreciyle yönetiliyor. Herhangi bir yasa ve hukuk kalmamıştır, tamamı ayaklar altına alınmıştır. Hâkimlik makamına saygım sonsuzdur ve hesabını veremeyeceğim bir suçum yoktur. Ben bu halkı temsil ediyorum ve yalnızca bu halk bana hesap sorabilir, muhatabım halktır ve siyasetçi olduğum için muhatabım da halktır. Ama ne yazık ki Recep Tayyip Erdoğan tek iktidar ve tek adam olmak için şuan ne hukuku bıraktı ne demokrasiyi ne de basın özgürlüğünü bıraktı. Şu an bir tiyatro oynanıyor. Bu tiyatronun figüranı olmayacağım bu yüzden bana sorulan soruları cevaplamayacağım, beni buraya getirmeleri dahi suçtur. Şu an bile yasa çiğneniyor, çünkü halen vekilim. Hakların kardeşliği için onurlu bir barış için mücadelemize devam edeceğiz, biliyoruz ki er ya da geç bu vatanı AKP zihniyetine ve faşist zihniyete bırakmayacağız. Üzerime atılı olan suçlamayı kabul etmiyorum. Yapılan yargılamayı kabul etmediğim için herhangi bir talepte de bulunmuyorum." şeklinde beyanda bulunmuş ve kendisine isnat edilen suçlamalara ilişkin bir açıklama yapmamıştır. Başvurucunun müdafileri ise tutuklama işleminin hukuka aykırı olduğunu ve tutuklama nedenlerinin bulunmadığını belirterek başvurucunun serbest bırakılmasını talep etmişlerdir. Şırnak Sulh Ceza Hâkimliğinin 4/11/2016 tarihli kararı ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Anılan kararda kuvvetli suç şüphesinin varlığı "Şüphelinin beyanlarının AİHS 10/2 ve T. Anayasası'nın 26/2 hükümlerine aykırı olduğu, AİHM kararlarında belirtildiği üzere şiddet çağrısı ve terör propagandasının ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmediği, buna ilişkin kanuni düzenlemelerin bulunduğu, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması, suç işlenmesinin önlenmesi, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin, ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçluların cezalandırılması gibi meşru amaçların olması, şüphelinin beyanlarının içeriği ve dosya kapsamında birleşen dosyalar, bu dosyaların içeriği, ayrıca hakkında yazılan fezleke içerikleri gözönüne alındığında şüphelinin eylemlerinin propaganda boyutunu aştığı, silahlı terör örgütü PKK'nın hiyerarşik yapısına dahil olduğu, örgütün stratejisini ve eylemlerini benimsediği, dolayısıyla şüphelinin eyleminin artık Türk Ceza Kanunu'nun 314/2 maddesinde belirtilen silahlı terör örgütüne üye olma suçunu oluşturduğu" şeklinde ifade edilmiştir. Şırnak Sulh Ceza Hâkimliğinin başvurucunun tutuklanmasına ilişkin kararın tutuklama koşullarına ilişkin bölümü ise şöyledir: " Suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suç için kanunda öngörülen cezanın üst sınırı ve atılı suç için yasada öngörülen ceza miktarı, isnat edilen suçun CMK 100'de belirtilen katalog suçlardan olması ve bu nedenle yasal olarak tutuklama nedeninin var olması, tutukluluğun bu aşamada ölçülülük ilkesine uygun olacağı, bu aşamada adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz olacağı gerekçeleriyle tutuklanmasına [karar verildi.]" Başvurucu 17/11/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiştir. Şırnak AğırCeza Mahkemesinin 1/12/2016 tarihli kararıyla itirazın reddine karar verilmiştir. Anılan karar 7/12/2016 tarihinde başvurucu tarafından öğrenilmiştir. Başvurucu 23/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığının 18/11/2016 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma, halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme, suç örgütlerinin isimlerini kullanarak tehditte bulunma, hakaret ve kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme, bunların hareketlerine katılma suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede, PKK silahlı terör örgütüne ilişkin bazı değerlendirmeler yapıldıktan sonra başvurucu hakkında daha önce düzenlenen on ayrı fezlekedeki olaylar (bkz. § 13) suçlamaya konu edilmiştir. İddianamede ayrıca "6718 sayılı Kanun'un maddesiyle Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na eklenen geçici madde uyarınca atılı suçlar yönünden yasama dokunulmazlığının bulunmadığı ve bu nedenle soruşturma ve kovuşturma işleminin yapılabileceği" değerlendirmesinde bulunulmuştur. Son olarak Savcılık, başvurucuya yöneltilen eylemlere ilişkin hukuki değerlendirmelerini ortaya koymuştur. Bu değerlendirmeler özetle şöyledir:"... Örgütün lideri Abdullah Öcalan'ın posterinin önünde durduğu, gerek örgütün sözde marşının çalınıp ölen örgüt mensupları için saygı duruşunda bulunulması ilesilahlı mücadele eylemini övdüğü, sözde örgüt liderinin posteri önünde bulunmak suretiyle silahlı yönteme başvurmayı teşvik ettiği, söz konusu izinsiz ve kanuna aykırı toplantı yürüyüşüne dönüşen toplantıya katılarak 2911 sayılı yasanın 28/1 maddesinde belirtilen suçu da işlediği;... ... Terör örgütünün propagandasına dönüşen çatışmada öldürülen örgüt mensubunun cenaze merasimine katılarak örgütün silahlı yönteme başvurmasını övdüğü ve bu yönteme başvurmayı teşvik ettiği;... Şüphelinin örgütün amacını ve şiddetini meşrulaştırmak için silahlı mücadeleyi övdüğü ve bu yönteme başvurmayı açıkça teşvik ettiği ve meşrulaştırdığı, ...Şüphelinin [fezlekelerde] anlatılan 10 olayın oluş şekli ve içeriklerine bakıldığında, terör örgütünün toplantısı haline gelen olaylara katılmış olması, örgütün siyasi kanadı içerisinde olması nedeniyle organik bağın gerçekleşmiş olduğu, şüphelinin eylemlerinde süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk bulunması, bazen de bu olmadan örgüt ile girdiği organik bağ çerçevesinde, yine geri cephe ve kent çalışmalarına yönelik yoğunluk, süreklilik ve çeşitlilik gösteren kent faaliyetlerinde bulunması hususları birlikte değerlendirildiğinde şüphelinin eylemlerinin propaganda boyutunu aştığı silahlı terör örgütü PKK ile arasında organik bağın kurulduğu, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olması nedeni ile silahlı terör örgütü PKK terörörgüte üye olmak suçunu işlediği anlaşıl[mıştır]. Başvurucu hakkındaki dava Şırnak Ağır Ceza Mahkemesine tevzi edilmiş,21/11/2016 tarihinde iddianamenin kabulüne karar verilmiş ve E.2016/80 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Aynı tarihte yapılan inceleme sonucunda başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Şırnak Ağır Ceza Mahkemesinin 4/1/2017 tarihli kararıyla başvurucunun tahliyesine karar verilmiş ve hakkında yurt dışına çıkmama şeklinde adli kontrol tedbiriuygulanmıştır. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Gülser Yıldırım (2), §§ 64- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/40882 | Başvuru, milletvekili olan başvurucu hakkında uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve siyasi faaliyet kapsamındaki eylemlere ilişkin olması ve tutukluluk nedeniyle milletvekilliği görevinin yerine getirilememesi nedenleriyle ifade özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari yargıda görülen uyuşmazlıkta müdahilin davaya etkili katılımının sağlanmaması ve asıl taraf olmaksızın müdahilin kanun yollarına başvuramayacağı gerekçesiyle temyiz talebinin incelenmeksizin reddedilmesi nedenleriyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Birinci Bölümün 5/4/2018 tarihinde yaptığı toplantıda, ferî müdahilin asıl taraftan bağımsız olarak tek başına kanun yollarına başvuru hakkı bulunmadığıyla ilgili idari yargı uygulamasının mahkemeye erişim hakkına etkileri yönünden ilkelerin ilk defa oluşturulacak olması sebebiyle başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün Maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, inşaat işi ile iştigal eden bir anonim şirkettir.A. Bireysel Başvurudan Önceki Süreç Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, İstanbul ili Bakırköy ilçesi Kartaltepe Mahallesi hudutlarında bulunan ve içinde mülkiyeti özel şahıslara ait bir kısım taşınmazın da yer aldığı alanı özel proje alanı olarak ilan etmiş; buna uygun şekilde söz konusu yerleşim yerine ilişkin nazım ve uygulama imar planlarında da tadilat yapmıştır. Tadilata konu imar planları 26/12/2012 tarihinde onaylanarak kesinleşmiştir. Başvurucu Şirket, özel proje alanı olarak ilan edilen ve imar planı tadilatına da konu olan bu saha içinde yer alan bazı taşınmazların malikleri ile arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi imzalamış ve müteahhitliğini üstlendiği konut projesinin inşasına başlamıştır. Bakırköy Belediye Başkanlığı (Belediye) imar planı tadilatının iptali istemiyle 30/4/2013 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığına karşıdava açmıştır. İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) görülen davada Mahkeme 6/12/2013 tarihinde verdiği ara kararıyla dava konusu işlemlerin yürütmesini durdurmuştur. Kararın gerekçesinde; dava konusu plan tadilatında konut fonksiyonu belirlenirken donatı alanlarında Plan Yapımına Ait Esaslara Dair Yönetmelik (Yönetmelik) hükmüne aykırı biçimde azalma öngörüldüğü, parseller üzerinde sağlanan yapılaşmaya bağlı projeksiyon nüfus itibarıyla bölge ulaşımı açısından bir değerlendirme ve kolaylık getirilmediği, tarihî yarımada iluetinin bozulmaması için yerel yönetimce belirlenen yükseklik koşulunun dikkate alınmadığı tespitlerine yer verilmiştir.Dava konusu plan tadilatının barındırdığı aykırılıkların fonksiyonlardan ayrıştırılması hâlinde kendi bütünlüğünün de bozulacağı ifade edilen kararda, planlama ve şehircilik ilkelerine aykırılığı saptanan dava konusu planlara göre yapılaşmaya geçilmesi durumunda telafisi güç ve imkânsız zararların doğacağının anlaşıldığı gerekçesiyle yürütmenin durdurulması isteminin kabul edildiği belirtilmiştir. Davalı idare 3/1/2014 tarihinde yürütmenin durdurulması kararına karşı İstanbul Bölge İdare Mahkemesine (Bölge İdare Mahkemesi) itiraz etmiştir. Bu süreçte 6/12/2013 tarihli yürütmenin durdurulması kararı gereğince 27/12/2013 tarihinde başvurucu Şirketin konut projesi inşaatı mühürlenerek inşaatın faaliyeti durdurulmuştur. İnşaat faaliyetinin durdurulmasıyla davadan haberdar olduğunu belirtenbaşvurucu Şirket 3/1/2014 tarihinde Mahkemeye verdiği dilekçe ile davalı idare yanında davaya müdahil olma talebinde bulunmuştur. Başvurucu Şirket; müdahale talep dilekçesinde taşınmazın imar durumunun projenin inşası bakımından en temel unsur olduğunu, dolayısıyla imar planı değişikliğine ilişkin söz konusu davanın hak ve menfaatlerini doğrudan etkilediğini belirtmiştir. Başvurucu Şirket 7/1/2014 tarihinde Mahkemeye iki ayrı dilekçe daha sunmuştur. Bu dilekçelerden biri6/12/2013 tarihli yürütmenin durdurulması kararına karşı itiraz istemini de içerecek şekilde ve Mahkeme aracılığıyla Bölge İdare Mahkemesine gönderilmek üzere, bir diğeri ise doğrudan Mahkemeye hitaben yazılmış; dilekçelerde başvurucu Şirketin dava konusu parselleri kapsayan alanda inşasına başlanan konut projesinin müteahhidi olduğu hatırlatılarak müdahale istemi yinelenmiştir. Bölge İdare Mahkemesine hitaben yazılan dilekçede başvurucu Şirket ayrıca, uyuşmazlık konusu imar planı tadilatının hukuka uygun olduğunu belirterek davanın reddini talep etmiştir. Başvurucu Şirket dilekçesinde; uyuşmazlığın çözümü teknik bilgiyi gerektirdiğinden keşif ve bilirkişi incelemesi yapılması gerektiği, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından gerçekleştirilen planlarda hukuka ve kamu yararına aykırı bir yön bulunmadığı, normlar hiyerarşisine bağlı planların kabul edildiği, sağlıklı kentsel dönüşümün hedeflendiği, kanunda verilen yetkinin dışında Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından ayrı bir plan notu belirlenmesinin hukuki dayanağının bulunmadığı, bu sebeple söz konusu plan notlarının geçerli olmadığı, ilgili mevzuatta bina yükseklik kısıtlamasına yer verilmediği gibi argümanlar ileri sürmüştür. Bölge İdare Mahkemesi 14/1/2014 tarihli kararıyla davalı idarenin yürütmenin durdurulması kararına karşı yaptığı itirazı reddetmiş ve 16/1/2014 tarihinde dosyayı Mahkemeye iade etmiştir. Mahkeme 21/1/2014 tarihli ara kararıyla başvurucu Şirketin müdahale dilekçelerini taraflara tebliğ etmiş ve müdahillik istemi konusundaki cevaplarını sunabilmeleri için on gün süre vermiştir. Davacı taraf 10/2/2014 tarihli dilekçesi ile müdahale talebinin reddedilmesi gerektiğini; davalı taraf ise 13/2/2014 tarihli dilekçesi ile müdahale talebinin kabul edilmesinde kendileri yönünden bir mahzurun bulunmadığını, bu husustaki takdirin Mahkemeye ait olduğunu belirtmiştir. Mahkeme 14/2/2014 tarihli kararıyla öncelikle başvurucu Şirketin müdahale isteminin kabul edildiğini belirttikten sonra dava konusu işlemlerin iptaline hükmetmiştir.Kararın gerekçesinde şu tespitler yer almaktadır:i. Uyuşmazlık konusu imar planı tadilatında özel proje alanı olarak ilan edilen sahada kalan parsellerin kısmen konut, kısmen ticaret, kısmen dinî tesis alanı, kısmen rekreasyon alanı, kısmen yeşil alan ve kısmen de yol alanında bırakıldığı tespit edilmiştir. İlgili plan paftalarının incelenmesinden söz konusu parsellerin çevre düzeni planında birinci derece merkez lejantında kaldığı ve dava konusu plan tadilatı ile konut alanı fonksiyonu verilen parsellere 70 metre, ticaret alanı fonksiyonu verilen parsellere 30,5 metre, rekreasyon alanı fonksiyonu verilen parsellere 6,5 metre azami yüksekliklerde, dinî tesis alanı fonksiyonu verilen parsellere serbest irtifada yapılaşma koşullarının sağlandığının anlaşıldığı belirtilmiştir. ii. Kararda, plan tadilatı kapsamındaki bazı fonksiyon ve yapılaşma koşullarında planlama ilkelerine aykırılık bulunmadığı tespit edilmekle birlikte plan teklif ve askı süresi aşamalarında gerek davacı Belediye gerekse dava dışı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı (Büyükşehir Belediyesi) tarafından yapılan donatı alanlarının azaltıldığı, yapı yoğunluğunun artırıldığı ve ulaşımın engellendiği, tarihî yarımada iluetinin etkilendiği yolundaki itirazların davalı idarece değerlendirilmediğine dikkat çekilmiş ve ardından dosya kapsamına göre bu hususta tespit edilen hukuka aykırılıklara yer verilmiştir. iii. Bu bağlamda tadilata tabi kılınan planlarda öngörülen konut fonskiyonu ile bölgede nüfus yoğunluğu ve dolayısıyla sürekli biçimde araç ve kişi hareketliliği getirilirken tadilat ile donatı alanlarında Yönetmelik’in açık ve tartışma götürmez hükmüne aykırı biçimde ciddi oranda azalma öngörüldüğü ve doğal olarak bu nispette de parseller üzerinde sağlanan yapılaşmaya bağlı projeksiyon nüfus itibarıyla bölgesel ulaşım açısından bir değerlendirme ve kolaylık getirilmediği belirtilmiştir. Bu açık eksiklik Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Planlama Müdürlüğünün 15/3/2013 tarihli yazısı ile ortaya konulmasına rağmen bu hususa dair davalı idarece planlama hazırlık safhasında herhangi bir inceleme ve telafi yaklaşımına tadilat bünyesinde yer verilmediği ifade edilmiştir. iv. Tarihî yarımada iluetinin bozulmaması için emsali kötü bir örneğin hâlen İstanbul ili için tecrübe edildiği ve bunun Mahkeme kararı ile de ortaya konulduğu hâlde Büyükşehir Belediye Meclisince anılan yarımadanın korunması adına ve kamusal yarar gereği belirlendiği ve geçerliliğini koruduğu anlaşılan yükseklik koşulunun (sınırlamasının) davalı tarafça hukuken itibar edilebilir bir neden gösterilmeksizin dikkate alınmadığı belirtilmiştir. Mahkeme, yükseklik sınırlamasına ilişkin aykırılığa plan tadilatı kapsamında bir çözüm getiremeyen davalı idarenin proje aşamasında bu hususun dikkate alınabileceği yönündeki yaklaşımının ise yapılaşma koşullarının plan yapım aşamasında belirlenmesi yönündeki en temel planlama ilkesi ile bağdaşmadığını vurgulamıştır. v. Şehircilik ilkesine açık aykırılık teşkil ettiği görülen bu irtifadaki yapılaşma hakkı veren dava konusu plan tadilatının, barındırdığı kamu yararının açıkça aleyhine veilgili mevzuatın temel ve bariz hükümlerine aleni aykırılıklarının planlama ilkesine ve şehircilik esaslarına aykırı bulunmayan diğer fonksiyonlardan ayrıştırılmasının ise imkânsız olduğunun ve bunun planların kendi bütünlüğünü de bozacağının anlaşıldığı ifade edilmiş; bu itibarla uyuşmazlık konusu imar planı tadilatının şehircilik ilkelerine, planlama esaslarına ve kamu yararına aykırı olduğu sonucuna ulaşıldığı belirtilmiştir. vi. Mahkeme söz konusu kararında; yükseklik kısıtlamasının ihlali ve yeşil alan donatı alanında azaltmaya gidilmesi, eş değer bir alanın planlama sahasında ayrılmaması ve bu aykırılığın sınırlı parsellere yönelik bir plan tadilatı ile doğumu nedeniyle başka parsellere atfedilecek park/dinlenme alanı lejantı ile donatı kaybının karşılanmasının fiilî ve hukuki imkânsızlığı, aksine donatı alanındaki azaltıma bağlı elde edilen parsellere ilave yapılaşma hakkı verilmesi ve yapılaşma yoğunluğuna bağlı nüfus ve trafik hareketliliğine çözüm getirilmemesi şeklindeki aykırılıkların Büyükşehir Belediyesinin 15/3/2013 tarihli yazısından, dava konusu planlara ait plan raporu ve lejantlarından rahatlıkla anlaşılabildiğini özellikle vurgulamıştır. Bu itibarla Mahkeme, söz konusu açık aykırılıkların bir kez de bilirkişi eliyle tespiti ve müşahedesi için ayrıca bir keşif icrasına gerek görmediği açıklamasına da gerekçeli kararında ayrıca yer vermiştir. Karar taraflara ve başvurucu Şirkete tebliğ edilmiştir. Yargılama sonucunda aleyhine hüküm kurulan ve başvurucu Şirketin davaya yanında müdahil olduğu davalı idare, kararı temyiz etmediği gibi lehine hüküm kurulan davacı Belediye de herhangi bir yönüyle bozulması talebiyle karara karşı temyiz yoluna gitmemiştir. Buna karşılık başvurucu Şirket kararı temyiz etmiştir. Danıştay Altıncı Dairesi 20/11/2014 tarihli kararıyla başvurucu Şirketin temyiz istemini incelenmeksizin reddetmiştir. Kararın gerekçesinde müdahilin, yanında davaya katıldığı tarafın işlem ve açıklamalarına aykırı usul işlemlerini yapamayacağı ifade edilmiştir. Davalı idare tarafından kararın temyiz edilmemiş olması karşısında başvurucu Şirketin davalı idarenin bu iradesine aykırı olarak müdahil sıfatıyla tek başına temyiz yoluna müracaat edemeyeceği belirtilmiştir. Başvurucu Şirket, temyiz isteminin incelenmeksizin reddine dair karara karşı karar düzeltme yoluna gitmiştir. Başvurucu Şirket 29/1/2015 tarihli dilekçesinde 20/11/2014 tarihli kararın düzeltilmesini ve temyize konu ilk derece mahkemesi kararının bozulmasını talep etmiştir. Başvurucu Şirket, Danıştaydaki karar düzeltme incelemesi devam ederken 17/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Bireysel Başvurudan Sonraki Süreç Dava konusu imar planı tadilatı kapsamında kalan ve üzerinde konut projesi inşa edilecek taşınmazlardan birinin hisseli maliklerinden olan başka bir şirket, 29/9/2015 tarihinde Danıştay Altıncı Dairesine sunduğu dilekçe ile davaya davalı idare yanında müdahil olmak istediğini belirtmiş ve 20/11/2014 tarihli kararın düzeltilerek temyize konu ilk derece mahkemesi kararının bozulmasını talep etmiştir. Anılan şirket söz konusu dilekçesinde; davalı idarenin uyuşmazlığı takipsiz bırakma yönünde bir yaklaşım sergilediğini, nitekim verilen karar aleyhine olmasına rağmen kararı temyiz etme yoluna dahi gitmediğini ancak kararın sonuçlarının taşınmaz maliki olması hasebiyle şirketi doğrudan etkilediğini ve mağdur ettiğini ifade etmiş; bu sebeple karar düzeltme isteminin kabul edilmesi ve kararın bozulması gerektiğini belirtmiştir. Danıştay Altıncı Dairesi 8/12/2015 tarihli ara kararıyla bu şirketin davanın sonucuyla yakından ilgili olması nedeniyle davalı idare yanında davaya katılma istemini kabul etmiştir. Danıştay Altıncı Dairesi 4/2/2016 tarihli kararıyla davaya davalı idare yanında müdahil olan başvurucu ve diğer şirketin karar düzeltme istemlerini kabul etmiş, temyize konu ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur. Bozma kararının gerekçesinde, taraflardan birinin temyiz ya da kararın düzeltilmesi safhasında sunduğu dilekçenin bir gerekçe olmaksızın reddedilmiş ya da incelenmemiş olmasının mahkemeye erişim hakkına aykırı olacağı vurgulanmıştır. Buradan hareketle davanın konusunun müdahilin sahip olduğu hak ya da şey olduğu hâllerle sınırlı olarak müdahilin tek başına kanun yoluna başvurması hâlinde müdahilin talebinin yanında katıldığı tarafın iddia ve savunmalarına aykırı olmaması durumunda incelenmesi gerektiği belirtilmiştir. Somut uyuşmazlıkta müdahil (başvurucu Şirket) tarafından yapılan temyiz başvurusunun da bu kapsamda olduğu görüldüğünden davalının temyiz isteminde bulunmaksızın davalı yanında davaya katılan müdahilin yaptığı başvurunun incelenerek istem hakkında bir karar verilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Kararda ayrıca, başvurucu Şirket tarafından yapılan davalı yanında davaya müdahale isteminin ilk derece mahkemesince davanın esası hakkında verilen karar ile birlikte karara bağlandığına da dikkat çekilmiştir. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda davanın ihbarının mahkeme tarafından resen yapılacağına dair hükme de atıfta bulunularak daha sonra katılma talebinde bulunan şirket yönünden davanın ihbarı için geçerli koşullar oluşmasına rağmen idare mahkemesince ihbar müessesesinin işletilmemiş olması bir eksiklik olarak saptanmıştır. İdare Mahkemesince müdahale isteminde bulunanın iddiaları ve somut olguları tartışılmadan ve dava ihbar edilmeden işin esası hakkında karar verilmesinde isabet görülmediği ifade edilmiştir. Müdahillerin iddia ve somut değerlendirmeleri gözönünde bulundurulmak ve değerlendirilmek suretiyle uyuşmazlık konusu planların kendi içindeki tutarlılığı, taşınmazların bulunduğu bölgenin yapılaşma durumu gibi hususlar da dikkate alınarak -gerekirse keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmak suretiyle- bir karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bozma kararı üzerine dava dosyasını yeniden esasa kaydeden Mahkeme 28/4/2016 tarihli kararıyla bozma kararına uymadığını ve 14/2/2014 tarihli kararında ısrar ettiğini belirterek dava konusu işlemlerin iptaline hükmetmiştir. Mahkeme, bozma kararına uymamasının gerekçesi olarak davanın asıl tarafının talebi olmadan müdahilin talebi üzerine karar düzeltme yoluna başvurulmasının mümkün olmamasını göstermiştir. Israr kararında idari yargıda görülen uyuşmazlıklarda davalının her zaman idare olduğuna dikkat çeken Mahkeme, idarenin mahkemece verilmiş bir karara karşı kanun yollarına başvurmama iradesini ortaya koyması hâlinde müdahilin temyiz ya da karar düzeltme isteminin kabul edilmesinin özel hukuk kişilerinin iradesinin davalı idarenin iradesinin yerine geçmesi sonucunu doğuracağını, bunun ise hem idari yargı tekniği hem de ferî müdahil ile ilgili hükümlerle bağdaşmayacağını vurgulamıştır. Başvurucu Şirket ve diğer müdahil şirket, Mahkemenin 28/4/2016 tarihli ısrar kararını temyiz etmiştir. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (İDDK) 27/2/2017 tarihli kararıyla müdahillerin temyiz istemlerini incelenmeksizin reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; davanın taraflarından olmayan, dava sonucunda hakkında hüküm kurulmayan ve ancak yanında katıldığı tarafa yardımcı olabilen müdahilin, yanında davaya katıldığı tarafın kanun yollarına başvurmaması durumunda tek başına kanun yollarına başvurmasına hukuken olanak bulunmadığı belirtilmiştir. Somut davada müdahillerin yanında davaya katıldığı tarafın temyiz isteminde bulunmamış olması nedeniyle talebin incelenmesine hukuken olanak bulunmadığı ifade edilmiştir. A. Ulusal Hukuk 2577 sayılı Kanun’un Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; … üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, … hallerinde …Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygunlanır. Ancak, davanın ihbarı Danıştay, mahkeme veya hakim tarafından re’sen yapılır.” 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Yargılamaya Hâkim Olan İlkeler” ana başlıklı İkinci Bölüm’ünde yer alan Maddesinde “Hukuki dinlenilme hakkı” düzenlenmiştir. Anılan madde şöyledir:“(1) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler. (2) Bu hak;a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,b) Açıklama ve ispat hakkını,c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini,içerir.” 6100 sayılı Kanun’un “İhbar ve şartları” kenar başlıklı Maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Taraflardan biri davayı kaybettiği takdirde, üçüncü kişiye veya üçüncü kişinin kendisine rücu edeceğini düşünüyorsa, tahkikat sonuçlanıncaya kadar davayı üçüncü kişiye ihbar edebilir.” 6100 sayılı Kanun’un “İhbarda bulunulan kişinin durumu” kenar başlıklı Maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Dava kendisine ihbar edilen kişi, davayı kazanmasında hukuki yararı olan taraf yanında davaya katılabilir.” 6100 sayılı Kanun’un “Fer’î müdahale” kenar başlıklı Maddesi şöyledir:“(1) Üçüncü kişi, davayı kazanmasında hukuki yararı bulunan taraf yanında ve ona yardımcı olmak amacıyla, tahkikat sona erinceye kadar, fer’î müdahil olarak davada yer alabilir.” 6100 sayılı Kanun’un “Fer’î müdahilin durumu” kenar başlıklı Maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Müdahale talebinin kabulü hâlinde müdahil, davayı ancak bulunduğu noktadan itibaren takip edebilir. Müdahil, yanında katıldığı tarafın yararına olan iddia veya savunma vasıtalarını ileri sürebilir; onun işlem ve açıklamalarına aykırı olmayan her türlü usul işlemlerini yapabilir.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) Maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:“Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar … konusunda karar verecek olan,… bir mahkeme tarafından … görülmesini isteme hakkına sahiptir…” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme’nin Maddesinin (1) numaralı fıkrasının açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz etmese de maddede kullanılan terimler bir bütün olarak bağlamıyla birlikte dikkate alındığında mahkemeye erişim hakkını da garanti altına aldığı sonucuna ulaşıldığını belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM’e göre mahkemeye erişim hakkı, Sözleşme’nin Maddesinin (1) numaralı fıkrasında mündemiçtir. Bu çıkarsama, Sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen genişletici bir yorum olmayıp Maddenin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin lafzının Sözleşme’nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensiplerinin gözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarak Sözleşme’nin Maddesinin (1) numaralı fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36). AİHM; adil yargılanmanın bir unsurunu teşkil eden mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak AİHM, bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve genişlikte hakkı kısıtlamaması ve zayıflatmaması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM’e göre, meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayansınırlamalar Sözleşme’nin Maddesinin birinci fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34). AİHM’e göre iç hukuktaki başvuru yollarına erişimi engelleyen bir kanununbulunmaması Maddenin (1) numaralı fıkrasındaki gerekliliklerin yerine getirilmesi bakımından her zaman için yeterli olmayabilir. Hukuk devleti ilkesinin demokratik toplumdaki işlevi gözönünde bulundurulduğunda kanun koyucu tarafından temin edilen erişimin derecesinin aynı zamanda bireylerin mahkeme hakkının güvenceye bağlanması bakımından yeterli olması gerektiği anlaşılmaktadır. Erişim hakkının etkili olabilmesi için bireyin hakkına müdahale teşkil eden eylem ve işleme karşı argümanlarını dile getirebileceği açık ve pratik fırsatlara sahip olması gerekir (Bellet/Fransa, B. No: 23805/94, 4/12/1995,§ 36). AİHM mahkemeye erişim hakkının sadece ilk derece mahkemesinde dava açma hakkını değil eğer iç hukukta itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise üst mahkemelere başvurma hakkını da içerdiğini belirtmektedir (Bayar ve Gürbüz/Türkiye, B. No: 37569/06, 27/11/2012, § 42). AİHM’in idari yargıda ihbar müessesesini incelediği Menemen Minibüsçüler Odası-Türkiye (B. No: 44088/04, 9/12/2008, §§ 4-14) kararına konu olayda Valilik tarafından belli kategorideki araçlara sigorta yaptırmak kaydıyla geçici güzergâh yetki belgesi verilmesini öngören bir düzenleyici işlem çıkarılmıştır. Bu düzenleyici işlem, Menemen-İzmir hattında faaliyet gösteren Menemen Minibüsçüler Odasını doğrudan ilgilendirmektedir. Menemen Yolcu Otobüsleri Motorlu Taşıtlar Kooperatifi tarafından söz konusu düzenleyici işleme karşı Valilik aleyhine açılan dava üzerine idare mahkemesi düzenleyici işlemi iptal etmiştir. Valilik, kararı temyiz etmiştir. Menemen Minibüsçüler Odası temyiz safhasında müdahale dilekçesi vermiştir. Danıştay 16/3/2004 tarihinde başvurucunun müdahale talebini kabul ettikten kısa bir süre sonra ilk derece mahkemesi kararını onamıştır. Valilik 7/5/2004 tarihinde başvurucunun araçlarına izin veren yeni bir düzenleyici işlem çıkarmış ise de bu işlem de 11/1/2005 tarihinde idare mahkemesince iptal edilmiştir. 23/5/2005 tarihinde başvurucuya taşımacılık faaliyetine son vermesi hususu tebliğ edilmiştir. AİHM, 2577 sayılı Kanun’un davanın ihbarı usulüyle ilgili olarak Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’na atıfta bulunan Maddesinin özellikle davanın dava konusu uyuşmazlık nedeniyle menfaati etkilenen üçüncü kişilere bildirilmesinin mahkeme tarafından resen yapılmasını öngördüğüne işaret etmiştir (Menemen Minibüsçüler Odası/Türkiye, § 25). AİHM, anılan maddenin açık lafzına rağmen mahkemenin başvurucuyu ihtilaf konusu uyuşmazlıktan haberdar etmediğini vurgulamıştır. AİHM’e göre sonuç olarak başvurucu -ilk davada- ilk derece safhasında yargılamaya katılamaması nedeniyle dinlenilme imkânından mahrum kalmıştır. Temyiz nedenlerinin sınırlı sayı kuralına tabi olması nedeniyle başvurucu, esasa ilişkin itirazlarını Danıştayda da ileri sürememiştir. İkinci davaya ilişkin ise 2577 sayılı Kanun’un Maddesine uyulmaması nedeniyle başvurucu, uyuşmazlıkla tamamen irtibatsız kalmış; asıl taraf olarak Valiliğin kararı temyiz etmemesi sebebiyle başvurucu, Danıştayda -sınırlı da olsa- iddialarını öne sürme imkânı bulamamıştır (Menemen Minibüsçüler Odası/Türkiye, § 26). Bu çerçevede başvuruyu değerlendiren AİHM, ulusal mahkemelerin 2577 sayılı Kanun’un Maddesindeki gereklilikleri yerine getirmede başarı sağlayamamalarının başvurucuyu hak ve yükümlülüklerini doğrudan etkileyen uyuşmazlıkla ilgili olarak dinlenilmekten alıkoyduğu ve başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Menemen Minibüsçüler Odası/Türkiye, §§ 27, 28). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/2909 | Başvuru, idari yargıda görülen uyuşmazlıkta müdahilin davaya etkili katılımının sağlanmaması ve asıl taraf olmaksızın müdahilin kanun yollarına başvuramayacağı gerekçesiyle temyiz talebinin incelenmeksizin reddedilmesi nedenleriyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, motosikleti ile seyir halinde iken eşi R. A.’nın da arkasında yan bir şekilde oturduğunu, daha önceden aralarında husumet bulunan S. K.’nın da aynı yönden kendilerini geçtiği sırada eşinin dizine çarparak düşmesine ve ölümüne sebebiyet verdiğini, olayla ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından etkili soruşturma yapılmayarak kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, bu nedenle yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 7/12/2012 tarihinde İskenderun Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 10/6/2013 tarihinde başvurunun çözümünün ilke kararını gerektirmesi nedeniyle Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 24/1/2012 tarihinde sevk ve idaresindeki 31 KF 894 plakalı motosikletiyle arka kısımda oturan eşi R. A. ile birlikte Üçgüllük Beldesinden İskenderun istikametine seyir halinde iken, R. A. motosikletten düşerek yaralanmış ve İskenderun Devlet Hastanesinde yoğun bakım ünitesinde tedavi görmekte iken, 1/2/2012 tarihinde yaşamını yitirmiştir. Başvurucu, aralarında husumet bulunan S. K.’nın, yönetimindeki kamyonet ile yanlarından geçerken kendilerini sıkıştırıp, eşinin dizine dokunarak düşmesine ve ölmesine sebebiyet verdiğini belirterek, 27/1/2012 tarihinde İskenderun Cumhuriyet Başsavcılığına şikayette bulunmuş, Cumhuriyet Savcılığınca aynı gün soruşturma başlatılmıştır. 1/2/2012 tarihinde Cumhuriyet Savcısı huzurunda doktor tarafından yapılan ölü muayenesinde, R. A.’nın başının sağ tarafında çökme kırığı oluştuğu, bilek ve dirseklerinde sürtünmeye bağlı yüzeysel deri kaybı olduğu, sol diz kapağının dış yan tarafında ekimoz ve sıyrık, sol baş parmakta ise lezyon bulunduğu, kesin ölüm sebebinin trafik kazası ile gerçekleşmesi mümkün kafa travmasına bağlı beyin içi kanaması olduğu, klasik otopsi yapılmasına gerek bulunmadığı tespit edilmiştir. 24/1/2012 tarihli kaza tespit tutanağında başvurucunun, motosikleti; hız, görüş, yol, hava ve teknik durumun gerektirdiği şartlara uygun şekilde kullanmayarak tali kusurlu olduğu, S. K.’nın ise motosiklete çarptığına dair herhangi bir bulguya rastlanmadığından kusurunun bulunmadığı saptanmıştır. 24/1/2012 tarihli olay yeri inceleme raporunda, motosikletin park halinde olduğu yerden itibaren geriye 20 metre 40 cm kan lekeleri ve fren izi bulunduğu, motosiklet üzerinde çarpmaya bağlı herhangi bir izin olmadığı, kamyonetin üzerinde de silinme, kırılma ve kazınma gibi izlerin bulunmadığı, ayrıca sürücü ve yolcuya ait kaskların olmadığı belirlenmiştir. Cumhuriyet Savcılığınca 15/2/2012 tarihinde başvurucunun da katılımıyla gerçekleşen keşifte, olayın meydana geldiği yerin tek gidiş ve tek gelişli asfalt yol olduğu, yolda kısmen tamirat ve yamalar bulunduğu, asfaltın bittiği yer ile banket arasındaki kısmın çimenli olduğu belirlenmiş ve hazırlanan bilirkişi raporunda olayın oluşumunda başvurucunun asli kusurlu olduğu, S. K.’ya, illiyet bağı kurabilecek herhangi bir iz, emare ve somut bir delil bulunmadığından kusur izafe edilemeyeceği tespit edilmiştir. Keşif yerinde tanık olarak dinlenen A. “kazadan sonra olay yerine gittiğini, başvurucunun kendilerini S. K.’nın sıkıştırdığını söylediğini, motosikletin 5-6 metre ilerde devrilmemiş vaziyette park halinde bulunduğunu”, N. K. ise “kaza anını görmediğini, müteveffanın düştüğü yerden 5-6 metre geride fren izleri olduğunu, izlerin yol hizasında dümdüz olarak asfalttaki çukurlardan itibaren başladığını, motosikletin nizami bir şekilde iki tekerleği üzerinde park edilmiş vaziyette durduğunu” ifade etmişlerdir. Keşifte dinlenen başvurucu da, “eşinin, arkasında yan vaziyette oturduğunu, 50 km civarında bir hızla gittiğini, S. K.’nın arkadan gelerek sıkıştırdığını, ancak eşine çarpıp çarpmadığını görmediğini, sıkıştırması nedeniyle asfalttan çıktığını, eşinin düştüğünü görünce de motosikletini durdurduğunu, kazaya sebebiyet veren S. K.’dan şikayetçi olduğunu” söylemiştir. Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesinin 28/3/2012 tarihli raporuna göre başvurucunun tali kusurlu olduğu, R. A.’nın kasksız bir şekilde düşerek kafa travmasına bağlı beyin kanaması sonucu hayatını kaybettiği, sıkıca tutunmayıp dengesini kaybederek düşmesi ve ölmesi olayında asli kusurlu olduğu, S. K.’nın ise, başvurucunun yönetimindeki motosiklete herhangi bir teması saptanmadığından kabul edilebilir illiyet bağı olmayıp, atfı kabil kusuru bulunmadığı belirtilmiştir. S. K. ifadesinde, “olay günü kamyoneti ile seyir halinde iken, başvurucu ile arkasında oturan eşine rastladığını, kendilerini düzgün bir şekilde sollayarak geçtiğini, motosikletle herhangi bir temasının olmadığını, başvurucu ile aralarında husumet bulunduğunu, ancak olayla hiçbir ilgisinin olmadığını, kazayı sonradan öğrendiğini” söylemiştir. Diğer taraftan, başvurucunun şikayetçi, S. K. ve diğer beş kişinin de şüpheli olarak bulunduğu dosyada, her iki tarafın akraba oldukları, şüphelilerin tehdit ve hakaret suçlarını işledikleri belirtilerek 3/10/2012 tarihli iddianameyle haklarında dava açılmıştır. Cumhuriyet Savcılığınca 2012/1073 sayılı dosya üzerinden somut olayla ilgili olarak yürütülen soruşturma sonucunda 18/7/2012 tarih ve 2012/4025 sayılı kararda “her ne kadar müşteki Salih Akkuş, şüpheli S. K.’nın eşinin hayatına kastederek ölmesine neden olduğunu iddia etmişse de, kaza tespit tutanağı, olay yeri inceleme tutanağı, ölü muayene tutanağı, mahalde yapılan keşif sonucu hazırlanan trafik bilirkişi raporu, Ankara Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesi raporu ve tüm dosya kapsamı incelendiğinde, şüpheli S. K.’nın sevk ve idaresindeki pikapla, aynı istikamette seyir halinde olan müştekinin motosikletinin arka koltuğunda oturan eşi R. A.’ya dokunarak yere düşmesine neden olup motosikletin devrilmemesi şeklindeki iddiasının, hayatın olağan akışı ile bağdaşmadığı, soyut kaldığı, şüphelinin savunmasının aksine müştekinin iddialarını doğrular şekilde dava açmayı gerektirir somut kanıt veya emare bulunmadığı” gerekçe gösterilerek, kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Buna karşı başvurucunun 20/9/2012 tarihinde yaptığı itiraz, Hatay Ağır Ceza Mahkemesinin 11/10/2012 tarih ve 2012/1526 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiş ve bu karar başvurucuya 27/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 7/12/2012 tarihli dilekçesi ile 30 gün içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar, suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.(2) Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra yeni delil meydana çıkmadıkça, aynı fiilden dolayı kamu davası açılamaz.(3) (Ek fıkra: 11/04/2013-6459 S.K./ md) Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın etkin soruşturma yapılmadan verildiğinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmesi üzerine, kararın kesinleşmesinden itibaren üç ay içinde talep edilmesi hâlinde yeniden soruşturma açılır.” 5271 sayılı Kanun’un “Cumhuriyet savcısının kararına itiraz” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren onbeş gün içinde, bu kararı veren Cumhuriyet savcısının yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesine itiraz edebilir.(2) İtiraz dilekçesinde, kamu davasının açılmasını gerektirebilecek olaylar ve deliller belirtilir.(3) (Değişik fıkra: 25/05/2005-5353 S.K./mad) Mahkeme, kararını vermek için soruşturmanın genişletilmesine gerek görür ise bu hususu açıkça belirtmek suretiyle, o yer sulh ceza hâkimini görevlendirebilir; kamu davasının açılması için yeterli nedenler bulunmazsa, istemi gerekçeli olarak reddeder; itiraz edeni giderlere mahkûm eder ve dosyayı Cumhuriyet savcısına gönderir. Cumhuriyet savcısı, kararı itiraz edene ve şüpheliye bildirir.(4) (Değişik fıkra: 25/05/2005-5353 S.K./mad) Mahkeme istemi yerinde bulursa, Cumhuriyet savcısı iddianame düzenleyerek mahkemeye verir.(5) Cumhuriyet savcısının kamu davasının açılmaması hususunda takdir yetkisini kullandığı hâllerde bu Madde hükmü uygulanmaz.(6) İtirazın reddedilmesi halinde; Cumhuriyet savcısının, yeni delil varlığı nedeniyle kamu davasını açabilmesi, önceden verilen dilekçe hakkında karar vermiş olan ağır ceza mahkemesinin bu hususta karar vermesine bağlıdır.” 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Kasten öldürme” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun’un “Taksirle öldürme” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1017 | Başvurucu, motosikleti ile seyir halinde iken eşi R. A. ’nın da arkasında yan bir şekilde oturduğunu, daha önceden aralarında husumet bulunan S. K. ’nın da aynı yönden kendilerini geçtiği sırada eşinin dizine çarparak düşmesine ve ölümüne sebebiyet verdiğini, olayla ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından etkili soruşturma yapılmayarak kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, bu nedenle yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, kamu görevinden ihraç edilme sebebine bağlı olarak davanın konusunun kalmadığı gerekçesiyle uyuşmazlığın esasının incelenmemesi nedeniyle karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Siirt Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğünde (İdare) memur olarak çalışmaktayken Sosyal Güvenlik Kurumu İnsan Kaynakları Daire Başkanlığının 24/10/2016 tarihli işlemiyle görevden uzaklaştırılmıştır. Anılan işlem başvurucuya 25/10/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Sosyal Güvenlik Kurumunca (SGK) 21/1/2017 tarihinde şeflik sınavı yapılacağı duyurulmuştur. Başvurucu 31/10/2016 tarihinde İdareye başvurmuştur. Başvurusunda görevden uzaklaştırılmasına bağlı olarak SGK Tescil ve Hizmet Dokümanı Programına giriş yetkisinin iptal edildiğini bu sebeple yukarıda belirtilen sınava elektronik ortamda başvuramadığını ifade etmiştir. Sınava başvuru yapabilmek için anılan yetkisinin yeniden açılmasını talep etmiştir. İdare 30/11/2016 tarihli işlemle başvuruyu reddetmiştir. Ret işleminde; konuyla ilgili olarak 10/11/2016 tarihinde sınav kurulunun toplandığı ve toplantıda görevden uzaklaştırılan personelin başvurularının kabul edilmeyeceğine karar verildiği belirtilmiştir. Anılan işlem başvurucuya 5/12/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu söz konusu işlemin iptali amacıyla 12/1/2017 tarihinde Ankara İdare Mahkemesi aracılığıyla Siirt İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde özetle görevden uzaklaştırmanın geçici bir önlem olduğunu, görevden uzaklaştırılanların sınava giremeyeceğine yönelik yasal bir düzenleme bulunmadığını belirterek görevde yükselme sınavına katılmasının engellenemeyeceğini ileri sürmüştür. Davalı idare savunma dilekçesinde diğer cevaplarının yanı sıra başvurucunun 6/1/2017 tarihli ve 29940 sayılı sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 679 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin “Kamu Personeline İlişkin Tedbirler” başlıklı maddesinin birinci fıkrası uyarınca ekli (1) sayılı listesinde ismine yer almak suretiyle başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın kamu görevinden çıkarıldığını belirtmiştir. Başvurucu savunmaya cevap dilekçesinde Danıştay içtihatlarına göre işlemin hukuka uygunluk denetiminin işlem tarihi itibarıyla yapılacağını dolayısıyla kamu görevinden ihraç edilmesinin işlemin denetlenmesini etkilememesi gerektiğini ileri sürmüştür. Mahkeme 16/11/2017 tarihinde konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığında karar vermiştir. Kararda; başvurucunun ihraç edilmiş olması nedeniyle görevde yükselme sınavına girme talebinin reddine ilişkin davanın konusunun ortadan kalktığı, konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine olanak bulunmadığı belirtilmiştir. Anılan karar başvurucuya 10/1/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/1/2018 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. Başvurucu; dilekçesinde, iptal davasında idari işlemin hukuka uygunluk denetiminin işlem tarihi itibarıyla yapılacağının yargısal içtihatlarla belirlendiğini, işlemin tesis edildiği andaki ilişkinin dava sonuçlanıncaya kadar devam ettiğini ifade etmiş ve her ne kadar görevinden çıkarılmış olsa da işlem tesis edildiği tarihte göreviyle bağı devam ettiği için davanın esasına girilerek çözülmesi gerektiğini vurgulamıştır. Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 13/9/2018 tarihinde istinaf talebini reddederek mahkeme kararını kesin olarak onamıştır. Nihai karar başvurucuya 5/10/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk bkz. Bayram Ali Devecioğlu, B. No: 2017/39387, 15/9/2020, §§ 14-27; Turgay Dabakoğlu, B. No: 2018/27010, 16/12/2020, §§ 19- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/32649 | Başvuru, kamu görevinden ihraç edilme sebebine bağlı olarak davanın konusunun kalmadığı gerekçesiyle uyuşmazlığın esasının incelenmemesi nedeniyle karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kamulaştırmasız el atmaya dayalı olarak hükmedilen tazminatın ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kayıtlarından anlaşıldığı şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki bulunduğu taşınmaza fiilî olarak el atıldığı gerekçesiyle Artuklu Belediyesine (Belediye) karşı açılan tazminat davasının sonucunda Mardin Asliye Hukuk Mahkemesinin 26/1/2016 tarihli kararıyla başvurucular lehine toplam 485,90 TL tazminata hükmedilmiş, ayrıca bu alacağa dava tarihinden itibaren yasal faiz işletilmesine karar verilmiştir. Başvurucular asıl alacak, işlemiş yasal faizler ve vekâlet ücretiyle birlikte toplam 241,25 TL'nin tahsili için Belediye aleyhine Kızıltepe İcra Dairesinde (İcra Dairesi) 15/4/2016 tarihinde ilamlı icra takibi başlatmıştır. Başvurucular, ödeme yapılmadığından bahisle 27/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İcra Dairesi tarafından gönderilen 13/7/2021 tarihli yazıda; başvuruculara 18/3/2019 tarihinde 302,43 TL, 22/3/2019 tarihinde ise 255,04 TL ödeme yapıldığı bildirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/36083 | Başvuru, kamulaştırmasız el atmaya dayalı olarak hükmedilen tazminatın ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; aynı eylemle ilgili iki ayrı kamu davası açılması nedeniyle aynı suçtan iki kez yargılanmama hakkının, aynı eylem nedeniyle ayrı bir kamu davası açıldığı hususu dikkate alınmadan ve o yargılamanın sonucu beklenmeden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Osmaniye Cumhuriyet Başsavcılığının 24/4/2012 tarihli iddianamesi ile sendikal hakların kullanılmasını engelleme suçundan başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Yargılamayı yürüten Osmaniye Sulh Ceza Mahkemesi 16/4/2013 tarihli kararıyla başvurucunun beraatine karar vermiştir. Katılan vekilinin talebi üzerine temyiz incelemesi yapan Yargıtay Ceza Dairesi 8/2/2016 tarihli kararıyla beraat hükmünü onamıştır. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığının 23/3/2012 tarihli iddianamesi ile sendikal hakların kullanılmasını engelleme suçundan başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Yargılamaya konu iddianamelerden başvurucu hakkında açılan davaların aynı eyleme ilişkin olduğu anlaşılmıştır. Yargılamayı yürüten Kocaeli Asliye Ceza Mahkemesi 27/3/2014 tarihli kararıyla başvurucunun isnat edilen suçtan mahkûmiyetine hükmetmiş, sonrasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararı vermiştir. Başvurucu müdafiinin HAGB kararına yönelik itirazı Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 16/5/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu 2/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11163 | Başvuru, aynı eylemle ilgili iki ayrı kamu davası açılması nedeniyle aynı suçtan iki kez yargılanmama hakkının, aynı eylem nedeniyle ayrı bir kamu davası açıldığı hususu dikkate alınmadan ve o yargılamanın sonucu beklenmeden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yazmış olduğu kitap nedeniyle başvurucunun tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin ifade ve basın özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 22/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun belirlenen eksiklikleri tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 18/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı 30/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 27/10/2014 tarihli görüş yazısı 31/10/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu, görüşünü süresi içinde 7/11/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. İkinci Bölümün 15/10/2015 tarihinde yaptığı toplantıda başvurunun, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; siyasi partiler, siyasi faaliyette bulunan dinî cemaatler ve bunların aralarındaki ilişkiler konularında kitapları olan bir yazardır. Başvurucu, Ergenekon soruşturması olarak bilinen soruşturmalar kapsamında tutuklanarak yargılanmış ve toplam 29 yıl 7 ay hürriyeti bağlayıcı ceza ile cezalandırılmıştır. Başvurucu, 6 yıl 9 ay tutuklu kalmasının ardından 11/3/2014 tarihinde tahliye edilmiştir. Başvurucu hakkındaki ceza davası henüz Yargıtay aşamasında olup kesinleşmemiştir. Başvuruya konu “Musa'nın Gülü” isimli kitap, 2007 yılı Mayıs ayında yayımlanmıştır. Söz konusu kitapta, kitabın yayımlandığı tarihte cumhurbaşkanlığına aday olan Abdullah Gül hakkında bazı değerlendirmelere yer verilmiştir. Davacı Abdullah Gül tarafından kitapta yer alan bazı ifadelerin doğru olmadığı, şeref ve itibarına zarar verdiği iddiasıyla başvurucu hakkında 11/7/2007 tarihinde manevi tazminat davası açılmıştır. Davacı, i. Kitapta yer alan ifadelerin gerçek dışı ve iftira niteliğinde olduğunu, kişisel ve ailevi değerlerine, şeref ve haysiyetine saldırı teşkil ettiğini; 1997 yılında devlet bakanlığı, 2003 yılında başbakanlık, dava tarihinde başbakan yardımcılığı ve dışişleri bakanlığı yaptığını ve devlet görevi gereği yaptığı görüşmelerin ve yaşam şeklinin çarpıtılarak ifade edildiğini ve sanki Türk Devleti aleyhine faaliyetler gibi sunulmaya çalışıldığını, ii. Başvurucunun yalnızca kendisinin toplumsal itibarını zedelemek amacıyla hareket ettiğini; davaya konu kitabın tasarımının, kullanılan renklerin, kapak tasarımının, ön sözün, arka kapağın, içeriğinin, kitapta yer alan başlıkların, ifadelerin kullanım tarzının kamuoyunu yönlendirmek, tahrik etmek, kendisinin siyasi ve kişisel itibarını zedelemek, kişilik hakkına saldırıda bulunmak amacına yönelik olduğunu, iii. Kitabın tasarımının, kullanılan renklerin ve kapak tasarımının bir bütünlük arz ettiğini ve siyonist yıldız içerisinde resminin kullanıldığını, kendisinin “ajan”, “vatan haini” ve Türkiye aleyhine faaliyette bulunan bir şahıs olarak nitelendirildiğini, iv. Türklüğe karşı bir tutum içerisinde olduğu, “İngiliz, Amerikan ve Yahudiler için çalıştığı”, “Amerikan vatandaşı olduğu”, “İngiliz istihbarat servisleri için çalışacak kişilerden biri olduğu ve o şekilde yetiştirildiği” gibi ifadelere yer verildiğini, v. Kitabın sayfasında “Yıllarca Kayserili olduğunu söyleyen Gül ailesi aslında Kayseri'ye 1915 yılında Siirt'ten göçmüştü. Aile; çevreye kendini Arap olarak tanıtmıştı. Oysa Araplıkla hiçbir ilgileri yoktu.” denildiğini ve devamında Recep Tayyip Erdoğan ile kendisinin -Musa Peygamber ve kardeşi Harun Peygambere benzetilerek- “yalancı” ve “Yahudi” olarak nitelendirildiğini, kendisinin Siirt’ten göç ettiği ve Yahudi olduğu yönündeki iddianın doğru olmadığını, davaya konu kitapta bu konuyla ilgili tek bir kanıt bulunmadığını, vi. Kitabın sayfasında, “Abdullah Gül, Siirt göçmeni olduğu yanında yıllarca içinde taşıdığı Yahudi ve Amerikan aşkını dahi gizledi”, sayfasında, “Atatürk’ün bu düşüncelerine inat olarak; Kayseri Lisesi'nden Atatürk düşmanı bazı isimlerin yetiştirilmesine başlandı. Laik demokratik cumhuriyetin temellerine dinamit koymak için birbirleriyle yarışan bazı isimler de buradan mezun oldu.” denilmek suretiyle kendisinin Atatürk ve laik demokratik cumhuriyet düşmanı olarak nitelendirildiğini, vii. Yine aynı sayfada “Abi Macit Gül aldığı ihaleler sonrası Kayseri'de fabrika sahibi oldu” denilerek ihalelerin, kendisi tarafından kardeşine verilmiş gibi bir algı oluşturulduğunu, söz konusu iş yerinin 1970'li yıllarda Kayseri Tayyare Fabrikasından emekli olan babası Ahmet Hamdi Gül tarafından kurulduğunu, bu nedenle belirtilen hususun gerçek dışı olduğunu, viii. Kitabın sayfasında “MTTB'nin etkin isimleri arasında yer alan Gül ve arkadaşları ülkücüler ile solcuların arasındaki kavgalardan azami ölçüde yararlanıyor ve olayları bıyık altından gülerek seyrediyorlardı.” denilerek kendisinin “provokatör”, ”ülkeyi kargaşaya sürükleyen bir kişi” olarak gösterildiğini, ix. Kitabın sayfasında, “Bu durum; her halde birisi kiliseden çıkarken gördüğünde ‘burada ne arıyorsun’ sorusunun peşin verilmiş cevabıydı” diye iddia edildiğini, bu sayfanın başlığının “Kilise'de namaz kılmış” olarak belirtildiğini, kendisinin Hristiyan olduğunun iddia edildiğini, x. Kitabın sayfasında “İngiliz istihbarat servislerinin yurt dışı görevlere gönderilecek ajanlarının önemli bir bölümü Exeter Üniversitesi'nde eğitim görür... Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Exeter Üniversitesi'nde 2 yıl eğitim öğretim görmüştür”, sayfasında “ABD'nin en sevdiği islamcı ( ! ) tiplemesi içinde yer alan Gül, ABD, İsrail, İngiltere, Fethullah Gülen ve Tayyip Erdoğan'dan destek alarak Fazilet Partisi Genel Başkanlığına adaylığını koydu”, sayfasında “Bu isimler memleketin hizmetinde kullanılıyorlardı. Tabi ki o memleket ABD, İngiltere ve İsrail'di”, sayfasında “Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı adayı olan Abdullah Gül, görüldüğü gibi özellikle ABD ve İngiltere'nin derin devleti ile yakın ilişkiler içinde olan bir kişidir.”, sayfasında “Oğullarının işi ABD’den” denildiğini, xi. Kitabın sayfasında “Gül'ün Bakanı olduğu dışişleri davaya Mason Avukat Münci Özmen'i göndermiş ve karar türban aleyhine çıkmıştı.” denilerek masonlar ile bağlantısı olan bir kişi olarak gösterildiğini,xii. Kitabın sayfasında “Türkiye'de Cumhuriyetçi dönemin sonu geldi. Kesinlikle laik sistemi değiştirmek istiyoruz.” ifadesinin müvekkili tarafından kullanıldığının iddia edildiğini, bu ifadelerle ilgili olarak yayın yapan Cumhuriyet gazetesinin 29/4/2007 ve 1/5/2007 tarihli nüshaları hakkında müvekkili tarafından dava açıldığını, Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/381 Esas sayılı dosyasında 5/5/2007 tarihinde söz konusu gazetedeki haberlerle ilgili ihtiyati tedbir kararı verildiğini ve bu şekilde yayın yapılmasının yasaklandığını, davaya konu kitapta bu Mahkeme kararına aykırı hareket edildiğini, xiii. Kitabın sayfasında “Cumhuriyetle kavgalı bir Cumhurbaşkanı adayı olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor.”, “Gül'ün temsil ettiği çevrelerin attığı tohumların nasıl yeşerdiği ise, Ankara'da acı tecrübelerle yaşanmış ancak Danıştay baskınından da ders çıkarılmamıştı.”, sayfasında “Dört dönem Kayseri Milletvekili seçilen Gül, İsrail, ABD ve İngiliz başkonsolosluklarının denetiminde Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte AKP'yi kurdu.”, sayfasında “Kayıp Trilyon Sanığı” başlığı kullanılarak bu başlık altında “Gül'ün Cumhurbaşkanı olması durumunda, kayıp trilyon davasından yararlanıp yararlanmayacağı gelecek günlerde netleşecek.” denildiğini, oysa aynı konuda Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından kendisi aleyhine açılan davanın reddine karar verildiğini, davalının tek amacının gerçek dışı beyanlar ile kendisine zarar vermek olduğunu, xiv. Kitabın sayfasında “Foxman ve ekibi Ankara'da Abdullah Gül ve Fehim Adak'la görüşüyor, doğrudan Amerikan yönetiminin önemli ve stratejik mesajlarını iletiyorlardı... Yahudilerin ve ABD'lilerin güvenini kazanıyordu.” sayfasında “Yalçın Küçük, Gül'ün eşi için, ‘ibrani’ dediğinde elektriğe tutulmuş bir Toy gibi çırpınıyor, hemen kağıda kaleme sarılıp mektup yazıyordu.” denilerek kendisinin toygillerden, böcek ve tane ile beslenen, eti için avlanan, kızıl tüylü bir kuş olarak gösterildiğini; kitabın aynı sayfasında, “Gelin Yalçın Küçük'e hakvermeyin... Ahmet Ertegün'ün tam ismi; Ahmet Münir Ertegün'dü. Gül'ün oğlunun ismi ise Ahmet Münir'di. Ahmet Ertegün'ün annesinin adı Hayrunnisa iken Gül'ün eşinin adı da Hayrunnisa'ydı. Tesadüftür, tesadüf ( !!!??), Ahmet Ertegün'ün eşinin adı Mica idi ve kendisi Hristiyan'dı. Ahmet Ertegün ABD vatandaşı ve ABD derin devletinin en önemli isimlerindendi.” denilmek suretiyle isim benzerliklerini kullanarak imada bulunulduğunu, xv. Kitabın sayfasında “Gül, gizli dünya devletinde” başlığı kullanılarak imada bulunulduğunu, sayfasında “Gül ve Derin Amerika”, sayfasında “Abdullah Gül'ün Gizli İşleri” başlıkları atıldığını ve sayfada “Abdullah Gül denince insanın aklına, hemen İngiltere, İsrail ve ABD'lilerle gizli görüşmeler yapan bir isim geliyordu.” denildiğini,xvi. Kitabın sayfasında kendisinin ABD Dışişleri Bakanı ile gizli bir anlaşma yaptığını ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine hareket ettiğinin iddia edildiğini, sayfasında “İşte size uzak görüşlü ve gerçekçi bir devlet adamının! sözleri” ifadelerine yer verilerek kinaye yapıldığını, dar görüşlü ve yalancı olduğunun ima edildiğini, xvii. Kitabın sayfasında “... 30-35 yıldır bir arada olan insanların birlikteliğinde Yağma-Talan-Soygun ve Vurgun had safhaya ulaştı.” denildiğini, sayfasında “Biz bu ülkenin WASP'larıyız.” sözünün kendisine atfedildiğini, WASP'ların CIA denetiminde faaliyet gösterdiğinin belirtildiğini, sayfasında “Abdullah Gül'de Türklükten Rahatsız” başlığı atıldığını, xviii. Kitabın 94 ve sayfalarında “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözünden rahatsızlık duyduğunun iddia edildiğini, bu şekilde kendisinin Türk düşmanı olarak gösterilmeye çalışıldığını, sayfasında “Bir devlet adamı (!) ve cumhurbaşkanlığı adayı (!) düşünün ki, Atatürk'ün ‘Ne Mutlu Türk'üm Diyene’ özdeyişi ile alay ediyor, aşağılıyor, karşı çıkıyor...” denildiğini, kendisinin bu sözlerle alay etmediğini, aşağılamada bulunmadığını ve karşı çıkma amacı içinde olmadığını, xix. Kitabın sayfasında “Ne yazık ki mert, dürüst ve yürekli olamıyor. Sözlerinin arkasında bile duramıyor.” denilmek suretiyle müvekkilinin namert, yalancı ve korkak olarak nitelendirildiğini, sayfasında “Harf Devrimine De Karşılar Mı?”, sayfasında “Kemalizm Moral Bozuyor veya Gül'ün Röntgeni”, sayfasında “Atatürk'ün İlkeleri Rahatsız Etmiş”, sayfasında “Ne Mutlu Türküm Diyene Sözüne Duyulan Kin”, sayfasında “Kemalizmi Yaşatanları mı Vuracaksınız” başlıklarının kullanıldığını, son başlığın altında “...o kuklaların arkasındaki kuklacıkları vurmamız gerekir ve onları tespit etmemiz gerekir.” denildiğini ve beyanlarının çarpıtıldığını, xx. Kitabın sayfasında “Alman Vakıfları, Leyla Zana ve Gül” başlığı altında “Abdullah Gül, Başbakanlığı zamanında Avrupalılara, Leyla Zana ve arkadaşlarının durumlarını en kısa zamanda düzeltme sözü veriyor, PKK'lılara bayram yaptırıyor, çok geçmeden Zana ve arkadaşları tahliye ediliyordu.” denilmek suretiyle terör grubu ve temsilcileri ile çalıştığının iddia edildiğini, bu iddiaların gerçeklikten uzak olduğunu, xxi. Kitabın sayfasında Abdullah Öcalan'ın kendisine mektup yazdığından, mektupta idam cezasının kaldırılmasını istediğinden ve 14/7/2004 tarihinde idam cezasının kaldırılarak sanki bu mektup üzerine idam cezası kaldırılmış ve Abdullah Öcalan'ın isteğini yerine getirmeye çalışmış gibi gösterildiğini, bu sözlerin kendisine zarar vermek amacıyla sarf edildiğini, Öcalan’ın sayısız kişiye sayısız mektup yazdığını; mektup sahibi ile herhangi bir ilişkisinin, konuşmasının, görüşmesinin ve fikir birliğinin mevcut olmadığını, xxii. Kitabın sayfasında belirtilen hususu kuvvetlendirmek amacıyla “APO'dan mektuplar alan ve Apo'nun dileklerinin çözümü için uğraşan, Başbakan Gül, kendilerine oy veren insanlara gideceği yerde önce PKK ile bağlantılarının kanıtlandığı Apo'dan aldıkları talimatlarla hareket ettikleri kesinleşen Leyla Zana ve arkadaşlarının hapisten kurtulması için mücadele veriyor onların yeniden yargılanmalarını sağlıyordu” denildiğini ve kendisinin PKK yanlısı ve Abdullah Öcalan ile yandaşlarına hizmet eden bir kişi olduğu hususunda insanların inandırılmaya çalışıldığını, xxiii. Kitabın sayfasında, “Gül'ün ABD Vatandaşlığı” başlığı altında “Gül, Amerikan vatandaşı olduğunu neden gizliyor.” şeklinde ifadeye yer verildiğini ancak ABD vatandaşı olduğuna dair herhangi bir kanıt ve belge sunulamadığını, xxiv. Başvuruya konu kitapta haber verme sınırlarının aşılarak kendisine hukuka aykırı olarak saldırıda bulunulduğunu, eleştiri ve nezaket sınırlarının aşıldığını, haksız şekilde suçlanarak manevi varlığının zedelendiğini, basına tanınan ayrıcalığın sınırsız olmadığını, kişilik haklarına saygı gösterilmesi gerektiğini, yayının salt toplum yararı gözetilerek yapılması gerektiğini, bu ilke ve kurallar gözetilmeden yapılan yayının hukuka aykırı ve kişilik haklarına saldırı oluşturduğunu iddia ederek manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucu, İlk Derece Mahkemesindeki savunmasında davacının iddialarına cevap vermek fırsatı bulmuştur. Başvurucu, i. Başvuruya konu kitapta kaynaklara dayalı olarak alıntılar yapıldığını, kitabın objektif bilgiler içerdiğini; belgelere dayalı, gerçek ve güncel olduğunu, gerçek dışı hiçbir bilgi olmadığını, öz ve biçim dengesinin korunduğunu, konu ile ifade arasındaki bağlılığın sağlandığını, kitapta yer alan bilgilerin kamu yararına yönelik ve toplumsal ilgiyi taşıdığını, ii. Davacının kurumsallaşmış bir şahsiyet olduğunu ve sert eleştirilere muhatap olacağını bilerek siyasi faaliyette bulunduğunu, sadece kitabın ön kapağındaki resimden hareketle “ajan, vatan haini ve/veya Türkiye Cumhuriyeti aleyhine faaliyetlerde bulunan” kişi olduğuna ilişkin çıkarımın davacı tarafa ait olduğunu, iii. Kitapta yer alan ve davacıya atfedilen sözlerin tamamen davacının kendisine ait olduğunu, kitapta ilgili kaynakların gösterildiğini, daha önce yayımlanan haber veya yazılardan alıntı yapılmasının davacının kişilik haklarını ihlal etmeyeceğini, iv. Davacının; isminin yer aldığı haberlere, kitaplara ve yazılara karşı dava açmayarak ve tekzip etmeyerek yazılanların gerçekliğini kabul ettiğini ancak bu yazıların yer aldığı kitaptaki hususların kişilik haklarını ihlal ettiğini ileri sürdüğünü, v. Davacının kendi açıklamalarının okurlara aktarıldığını, kitap bir bütün olarak değerlendirildiğinde hâlen iktidarda olan bir partideki gelişmelerin aktarıldığını, okurların bilgilendirildiğini, ülkeyi yönetenlerin siyasi bakışlarının kamuoyuna duyurulduğunu, kamu yararının ön planda tutulduğunu, ülkenin yönetimini elinde tutanlar hakkında kamuoyunun bilgi sahibi olmasının sağlandığını, vi. Kitapta davacının ismi geçen yerlerde şahsiyet haklarına herhangi bir tecavüzün söz konusu olmadığını, özle biçim dengesinin bozulmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi 21/7/2009 tarihli kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:“...Davacının Cumhurbaşkanı olmazdan önce siyasi bir kimliği olup, aynı zamanda Bakanlık, Başbakan Yardımcılığı ve Başbakanlık görevlerinde bulunmuştur. Yapmış olduğu bazı temaslar kamuoyunu ilgilendirdiğinden, davaya konu kitaptan önce de bazı yayın organlarında haber konusu yapılmış ve eleştirilmiştir. Davacı vekili yapılan yayınlar ile ilgili olarak yukarıda belirtilen dışında başka bir dava açıldığını ileri sürmemiştir. Ülkeleri yöneten kişilerin yapmış olduğu bazı temasların ve almış oldukları bazı kararların olduğu gibi kamuoyuna aktarılması söz konusu değilse de, alınan bazı kararların ve yapılan bazı temasların kamuoyunu bilgilendirme amacıyla sunulmaması durumunda kamuoyunda tartışılmakta ve basında eleştirilmektedir. Basının hak ve görevleri arasında kamuoyunu bilgilendirmek, eleştirilerde bulunmak, kamuoyu oluşturmak, böylece demokrasinin daha iyi işlemesini sağlamak gibi bir işlevi söz konusu olduğundan, siyasete giren kişilerin ise, siyasete girerken haklarında bir takım yayınlar yapılabileceğini, bu yayınların bazen sert eleştiri mahiyetinde olabileceğini kabul ederek bu tercihi yaptıklarından, yapılan sert eleştirilere katlanmak durumundadırlar, bazen bu eleştiriler kişilik haklarına saldırı da oluşturabilir. Eğer yapılan yayının yapılmasında kamu yararı bulunuyorsa, kişilik hakları yerine kamu yararına üstünlük tanımak söz konusu olabilir. Davaya konu kitap içinde yazılanların gerek gerçeklik unsurunu taşıması gerek güncel olması gerekse kamuoyunun bilgilendirilmesi amacıyla kamu yararının söz konusu olması nedeniyle davacının kişilik hakları yerine kamu yararına üstünlük tanınmıştır. Özle biçim arasındaki dengenin korunduğu kanaatine varılmıştır. Bu nedenle davaya konu kitaptaki yazılanların hukuka uygun olduğu sonucuna varılmış, davalı tarafın sunmuş olduğu deliller karşısında davanın reddine karar vermek gerekmiştir.” Kararın temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 15/2/2011 tarihli ilamı ile İlk Derece Mahkemesinin kararını, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmediği gerekçesi ile onamıştır. Davacı tarafından yapılan karar düzeltme talebi üzerine aynı Daire 8/12/2011 tarihli ilamı ile karar düzeltme talebinin kabulüne ve İlk Derece Mahkemesinin kararının bozulmasına karar vermiştir. Yargıtayın gerekçesi şöyledir:“Davacı yayın tarihinde Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı adayıdır. Davalı yazar tarafından yazılan ‘Musa'nın Gülü’ adlı kitabın kapak tasarımında kırmızı renk tercih edilerek ‘Davutun Yıldızı-Siyonist Yıldız’ kullanıldığı, bu yıldızın içerisine davacının akademisyen sıfatıyla giydiği cübbeli ve kepli resmin yerleştirildiği, bununla davacının -İsrail ve Yahudilik- ile bağlantısının varlığına dair okuyucu üzerinde şüphe yaratılmasının amaçlandığı, yine kitap içerisinde ve arka sayfadaki özet bölümünde kullanılan ifadelerle davacının yalancı, Yahudi ve Amerika aşığı olduğu, Hıristiyan olup kamuoyuna ABD, İngiltere ve İsrail'in hizmetinde bir kişi olarak sunulduğu; yayının ilk basım tarihi olan Mayıs 2007'de ülke gündeminde olan Cumhurbaşkanlığı seçimleri nedeniyle aday olan davacının eleştirilmesinden ziyade kullanılan üslupla küçük düşürülerek kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu anlaşılmaktadır. Şu durumda, uygun bir miktar manevi tazminat hüküm altına alınmalıdır. Mahkemenin bu yönü gözetmeden istemin reddine dair verdiği karar usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir ise de karar dairece onanmış bulunduğundan davacının karar düzeltme istemi HUMK.nun 440- maddeleri uyarınca kabul edilmeli, onama ilamı kaldırılmalı ve karar bozulmalıdır.” Bozma üzerine yargılamaya devam eden Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi 5/7/2012 tarihli kararı ile “hükmüne uyulan bozma ilamında belirtilen gerekçelerle” davanın kabulüne ve başvurucunun davacıya 000 TL ödemesine karar vermiştir. Karara göre başvurucunun 2007 yılından itibaren işleyecek yasal faizi de davacıya ödemesi gerekmektedir. Kararın temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 23/1/2013 tarihli ilamı ile yerel Mahkemenin kararını onamıştır. Daire, başvurucunun karar düzeltme talebini 12/9/2013 tarihli ilamı ile reddetmiştir. Karar başvurucuya 23/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, 22/11/2013 tarihinde yapılmıştır.B. Başvuruya Konu Kitap Başvuruya konu “Musa’nın Gül’ü” isimli kitap, başvurucu Ergün Poyraz tarafından kaleme alınmıştır. Başvuru dilekçesi ile birlikte verilen nüsha, kitabın 2007 yılı Ağustos ayında yayımlanan baskısı olmakla birlikte, ön sözün 29/4/2007 tarihinde yazıldığı ve kitabın 2007 yılı Mayıs ayında basılarak dağıtımının yapıldığı anlaşılmaktadır. İstanbul’da 188 sayfa olarak basılan kitap bir ön söz ve 67 alt başlıktan oluşmaktadır. Kitapta, kitabın yayımlandığı tarihte dışişleri bakanı ve cumhurbaşkanı adayı olan davacı Abdullah Gül'ün yaşam öyküsü, eğitimi, evliliği ve siyasi yaşamına ilişkin bazı detaylara yer verilmekte ve bazı iddialar ortaya atılmaktadır. Söz konusu kitabın yazarı olan başvurucu, kitap boyunca başka kitaplardan, gazete haber ve yazıları ile dergi makalelerinden uzun alıntılar yapmıştır. Başvurucunun sıklıkla alıntı yaptığı bir başka kaynak ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının bazı yazışmaları ile Abdullah Öcalan’ın bir mektubudur. Söz konusu kaynakların büyük çoğunluğunun herkesin ulaşabileceği yazı ve haberler olduğunu, bu yazıların çoğunlukla davacının siyasi görüşlerine muhalif kişilerin yazıları olduğunu belirtmek gerekir. Başvurucu; davacının İsrail, Amerikan ve İngiliz devletinin çıkarlarına hizmet ettiğini ima etmektedir. Başvurucu, iddiaların dayanağı olarak davacının İngiltere’de okuduğu okula büyük önem vermekte, siyasi kariyeri boyunca gerek siyasetçi gerekse devlet adamı sıfatıyla bazı yabancı devlet adamları, politikacılar ve sivil toplum örgütleri ile yaptığı görüşmelere değinmektedir. Başvurucu; bu görüşmelerde ele alınan konuları, yabancıların davacı hakkındaki olumlu görüşlerini aktarmakta ve kendi bakış açısından bazı değerlendirmelerde bulunmaktadır. Başvurucu, davacının görüştüğü başta bazı Yahudi kuruluşları olmak üzere Amerika, İngiltere, İsrail, Almanya ve diğer bazı yabancı ülkelerle bağlantısı bulunan kişi ve kuruluşların dünya sistemi içindeki rollerine ilişkin bazı değerlendirmelerde bulunmakta ve davacının ilişkilerine şüpheyle yaklaşmaktadır. Başvurucuya göre Abdullah Gül; eğitimi, çalışma hayatı ve siyasi yaşamı boyunca daima şüpheli ilişkiler içerisinde bulunmuş; Necip Fazıl Kısakürek ve Necmettin Erbakan “siyasi çizgisinde” görünmesine rağmen kendisinin özel bir “ajandası” olmuştur. Başvurucu, bu kanaatini davacının öğrencilik yıllarından itibaren ve bilhassa siyasi kariyeri boyunca çeşitli meseleler hakkında değişen görüşlerine dayandırmaktadır. Başvurucuya göre davacının siyasi görüşlerindeki tutarsızlıkların sebebi, onun yabancı güçlerin menfaatlerine çalışan bir kişi olmasıdır. Başvurucu bir bütün olarak davacı ve onun siyasi çizgisinin Mustafa Kemal Atatürk’ün görüşlerine aykırı olduğunu iddia etmekte ve bu siyasi çizginin “ülkeyi felakete sürüklediğine” inanmaktadır. Başvurucu, söz konusu kitapta terör örgütü PKK ve onun lideri olan Abdullah Öcalan’ı sert ifadelerle eleştirmektedir. Kitabın önemli bir kısmında bazı yabancı siyasetçi, devlet adamı ve kuruluşların PKK ve Abdullah Öcalan’a ilişkin politikalarına ve bazı açıklamalarına değinilmekte; daha sonra aynı kişi ve kuruluşların davacı hakkındaki görüşlerine de yer verilmektedir. Başvurucu, kitapta davacının Kürt meselesi hakkındaki bazı açıklamalarına da yer vermek suretiyle söz ve eylemlerinin ülke menfaatine uygun düşmediğini kendi bakış açısından göstermeye çalışmaktadır. İlgili Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” 6098 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır.Uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hâkim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler.” | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8503 | Başvuru, yazmış olduğu kitap nedeniyle başvurucunun tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin ifade ve basın özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, hırsızlık suçundan mahkûmiyetine karar verilen başvurucunun hükmün infazı sürecinde mevzuatta meydana gelen değişiklik kapsamında uzlaştırma hükümlerinin uygulanması talebinin reddi nedeniyle adil yargılanma hakkının; yine aynı kapsamda infazın geri bırakılması talebinin reddi nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 28/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında hırsızlık suçunu işlediği gerekçesiyle Kozan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 10/6/2008 tarihinde hazırlanan iddianame ile Kozan Asliye Ceza Mahkemesi nezdinde kamu davası açılmıştır. Mahkeme tarafından 29/12/2008 tarihli karar ile başvurucunun hırsızlık suçunu işlediği gerekçesiyle iki müşteki yönünden 10 ay ve 5 ay olmak üzere ayrı ayrı hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiş; bu karar Yargıtay Ceza Dairesinin25/5/2012 tarihli kararı ile onanarak kesinleşmiştir. Kararın akabinde infaz işlemlerine başlanmış ve dosya başvurucu hakkındaki diğer mahkûmiyet hükümleri dikkate alınarak içtimaya tabi tutulmuştur. 24/11/2016 tarihli ve 6763 sayılı Kanun ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinde birtakım değişiklikler yapılmış ve başvurucuya isnat edilen hırsızlık suçu uzlaştırma kapsamına alınmıştır. Başvurucu 3/1/2017 tarihli dilekçesi ile uzlaştırma hükümlerinin tarafına uygulanmasını, uyarlama yargılaması yapılmasını ve bu kapsamda infazın geri bırakılmasını talep etmiştir. Başvurucunun talebi Kozan Asliye Ceza Mahkemesinin 13/1/2017 tarihli ek kararı ile reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Eski adıyla "uzlaşma" 6763 sayılı Kanunla değişen adıyla "uzlaştırma" müessesesi Ceza Muhakemesi Kanununda düzenlenmiştir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun maddesinden anlaşılacağı gibi bu kanun soruşturma ve kovuşturma aşamasını düzenlemektedir. Zaten uzlaştırma müessesesini düzenleyen bu kanunun maddesindede uzlaştırmanın soruşturma ve kovuşturma aşaması için uygulanacağı yazılıdır. Doktrinde ve bazı içtihatlarda uzlaştırmanın maddi hukuka ilişkin sonuçlar doğurması sebebiyle hem maddi hukuku hem de usul hukukunu ilgilendiren bir müessese olduğu belirtilmekle birlikte anılan müessesenin usul kanununda düzenlenmesi ve asıl amacının bazı dava konusu olabilecek olayları alternatif yöntemlerle çözerek yargı mercilerinin iş yükünün azaltılması olması dikkate alındığında öncelikle usul hükmü olduğunu kabul etmek gerekmektedir. ...Bu açıklamalar ve 6763 sayılı Kanunla zaman bakımından uygulama için özel bir hüküm bulunmaması karşısında, kesinleşen hükümlerde 6763 sayılı Kanunla değiştirilen5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun maddesi uyarınca uzlaştırma için dosyaların yeniden ele alınması, uyarlama yargılaması yapılması gerekmemektedir. Kaldı ki kesinleşen hükümlerde uzlaştırma yapılması bu müessesenin mahiyetine ve amacına aykırı olacağı gibi hukuki kaosa sebep olacak, geçmişten günümüze kesinleşmiş tüm ilamların ele alınması gerekecektir. Bu sebeplerle talebe konu hükümlüyle ilgili olarak uygulanabilecek lehe bir düzenleme söz konusu olmadığından karar verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekmiştir." Başvurucu, uyarlama ile infazın geri bırakılması taleplerinin reddi kararına karşı Kozan Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde itiraz etmiş ancak itirazı 15/2/2017 tarihli karar ile kesin olmak üzere reddedilmiştir. Başvurucu 28/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, Kozan Ağır Ceza Mahkemesinin kararına karşı kanun yararına bozma talebinde bulunmuş; Yargıtay Ceza Dairesinin 11/10/2017 tarihli ilamı ile talebin kabulüne karar verilmiş ve bozmaya hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...uzlaştırma kurumu, usul hukuku kurumu olması dolayısıyla derhal yürürlük ilkesine tabi ise de, fail ile Devlet arasındaki ceza ilişkisini sona erdirmesi bakımından maddi hukuka da ilişkin bulunması nedeniyle yürürlüğünden önceki olaylara uygulanabilecektir. Keza ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2009 tarih, 2008/5-220 Esas ve 2009/28 Karar sayılı kararında açıklandığı üzere, 5237 sayılı TCK’nın 7/ maddesi; 'Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur' şeklindedir. Öte yandan, 5275 sayılı Yasa’nın 98/ maddesinde; 'Mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama olursa, cezanın kısmen veya tamamen yerine getirilip getirilemeyeceği ileri sürülür ya da sonradan yürürlüğe giren kanun, hükümlünün lehinde olursa, duraksamanın giderilmesi veya yerine getirilecek cezanın belirlenmesi için hükmü veren mahkemeden karar istenir' şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiş olması, infaz edilmekte olan hükümlerin de uyarlamaya konu edilebileceğini açıkça göstermektedir. O halde hükmün infazının durdurularak, 5271 sayılı CMK’nın maddesindeki esas ve usullere göre uzlaştırma işlemlerinin yerine getirilmesi için dosyanın uzlaştırma bürosuna gönderilmesi gerektiği gözetilerek, Kozan Asliye Ceza Mahkemesince verilen 'kesinleşen hükümlerde 6763 sayılı Kanunla değiştirilen 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi uyarınca uzlaştırma için dosyaların yeniden ele alınması gerekmediğinden uyarlama yargılaması yapılmasına yer olmadığına' dair karara yönelik itirazın kabulüne..." Kanun yararına bozma kararının akabinde uzlaştırma işlemleri başlamış, 10/7/2018 tarihinde uzlaştırma raporu tamamlanmıştır. Rapora göre 10 ay hapis cezası yönünden müşteki ile uzlaşma sağlanmış, 5 ay hapis cezası yönünden ise uzlaşma sağlanamamıştır. Kozan Asliye Ceza Mahkemesi 13/5/2019 tarihli ek kararı ile 10 ay hapis cezası yönünden infazın geri bırakılmasına ve hapis cezasının tüm sonuçları ile birlikte ortadan kaldırılmasına karar vermiş, 5 ay hapis cezası yönünden ise infazın geri bırakılması talebinin reddine ve aynen infazına hükmetmiştir. A. İlgili Mevzuat 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) a) Mahkûmiyet hükmünün yorumunda duraksama olursa veya sonradan yürürlüğe giren kanun hükmünün Türk Ceza Kanununun 7 nci maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekirse, hükmü veren mahkemeden,b) Çektirilecek cezanın hesabında duraksama olursa ya da cezanın kısmen veya tamamen yerine getirilip getirilemeyeceği ileri sürülürse, infaz hâkimliğinden, duraksamanın giderilmesi veya yerine getirilecek cezanın belirlenmesi için karar istenir. (2) Birinci fıkra uyarınca yapılan başvurular cezanın infazını ertelemez. Ancak, mahkeme veya infaz hâkimliği olayın özelliğine göre infazın ertelenmesine veya durdurulmasına karar verebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen...Kişiler, maddi ve manevi her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler...." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteyemeyecek kişiler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kanuna uygun olarak yakalanan veya tutuklanan kişilerden aşağıda belirtilenler tazminat isteyemezler:...b) Tazminata hak kazanmadığı hâlde, sonradan yürürlüğe giren ve lehte düzenlemeler getiren kanun gereği, durumları tazminat istemeye uygun hâle dönüşenler...." 5271 sayılı Kanun'un "Uzlaştırma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...(8) Uzlaşma teklifinde bulunulması veya teklifin kabul edilmesi, soruşturma konusu suça ilişkin delillerin toplanmasına ve koruma tedbirlerinin uygulanmasına engel değildir...." 5271 sayılı Kanun'un "Kanun yararına bozma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Hâkim veya mahkeme tarafından verilen ve istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen karar veya hükümde hukuka aykırılık bulunduğunu öğrenen Adalet Bakanlığı, o karar veya hükmün Yargıtayca bozulması istemini, yasal nedenlerini belirterek Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı olarak bildirir. (2) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, bu nedenleri aynen yazarak karar veya hükmün bozulması istemini içeren yazısını Yargıtayın ilgili ceza dairesine verir.(3) Yargıtayın ceza dairesi ileri sürülen nedenleri yerinde görürse, karar veya hükmü kanun yararına bozar...." 5271 sayılı Kanun'un "Yeniden duruşma sonucunda verilecek hüküm" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"... (3) Yargılamanın yenilenmesi sonucunda beraat veya ceza verilmesine yer olmadığı kararının verilmesi halinde, önceki mahkûmiyet kararının tamamen veya kısmen infaz edilmesi dolayısıyla kişinin uğradığı maddî ve manevî zararlar bu Kanunun 141 ilâ 144 üncü maddeleri hükümlerine göre tazmin edilir."B. Yargıtay Kararları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 30/10/2007 tarihli ve E.2007/4-200, K.2007/219 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...5252 sayılı Yasanın 9/ maddesindeki 'Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir.' biçimdeki kural uyarınca, olaya her iki yasanın ilgili tüm hükümlerinin karma uygulamaya yer verilmemek suretiyle tatbiki neticesi ayrı ayrı sonuçlar belirlenmesini ve bunların karşılaştırılmasını gerekli kılmaktadır. Ancak bu karşılaştırmada, hükmün tesisi aşamasında uygulanması gereken normlar esas alınacak, hükmün infazına ilişkin normlar değerlendirme konusu yapılmayacaktır. Yerel Mahkemece tüm suçlar yönünden, lehe yasa değerlendirmesinin duruşmalı yapılarak, hükümlünün hukuki durumunun incelenmesi zorunluluğu bulunduğundan, uyarlama yargılaması için duruşma açıldığında, öncelikle taraflar yargılamadan haberdar edilip, 5271 sayılı CMY’nın 253 ve maddeleri hükümlerince, uzlaşma kapsamında yer alan suçlar yönünden, uzlaşma girişiminde bulunulacak, başarılı olunması halinde, uzlaşma koşullarına göre o davaların düşmesine veya koşulların varlığı halinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilecek, bu şekilde uzlaşma kapsamındaki suçlarla ilgili uyuşmazlık sonuçlandırılacaktır. Uzlaşma girişiminin başarısız olması halinde ise, 5252 sayılı Yasanın 9/ maddesine göre, lehe yasa belirlenerek hükümlünün hukuki durumu hükme bağlanacaktır..." Yargıtay Ceza Dairesinin 4/6/2018 tarihli ve E.2017/11624, K.2018/6299 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Davacının (sanığın) üzerine atılı karşılıksız çek keşide etme suçundan Üsküdar Asliye Ceza Mahkemesi'nin ... karar sayılı ilamı ile neticeten 1 yıl2ayhapis cezasıve000 TL para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, kararın temyiz edilmesi üzerine yasa değişikliği nedeniyle davacı (sanığın) hukuki durumunun yeniden takdir ve tayininde zorunluluk bulunduğu gerekçesiyle bozulmasına karar verildiği...Üsküdar Asliye Ceza Mahkemesi' nin.... ek kararı ile...hükmün iptaline, davacı (sanık) hakkında idari yaptırım uygulanmasına yer olmadığına karar verildiği ve kararın da 24/12/2012 tarihinde kesinleştiğinin anlaşılması karşısında, CMK'nın 144/1-b maddesindeki, tazminata hak kazanmadığı hâlde, sonradan yürürlüğe giren ve lehte düzenlemeler getiren kanun gereği, durumları tazminat istemeye uygun hâle dönüşenlerin tazminat isteyemeyeceği yönündeki düzenleme dikkate alınarak davacının tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yetersiz değerlendirme ile davanın kısmen kabulüne karar verilmesi... Kanuna aykırı..." Yargıtay Ceza Dairesinin 15/1/2018 tarihli ve E.2017/9938, K.2018/427 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Davacının (sanığın) silahlı terör örgütüne yardım etme suçundan tutuklandığı, CMK'nın maddesi ile görevli İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin ... sayılı kararı ile üzerine atılı suçtan neticeten 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin... Karar sayılı ilamı ile hükümden sonra 2012 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanunun maddesiyle TCK'nın 220/ maddesinde yapılan değişiklik nedeniyle davacı (sanığın) hukuki durumunun yeniden takdir ve tayininde zorunluluk bulunduğu gerekçesiyle bozulmasına karar verildiği, bozma ilamı üzerine İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin .... sayılı karar ile lehe kanun değişikliği göz önünde bulundurularak davacının (sanığın) neticeten 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği ve kararın kesinleştiğinin anlaşılması karşısında, CMK'nın 144/1-b maddesindeki, kanuna uygun olarak yakalanan veya tutuklanan kişilerden, tazminata hak kazanmadığı hâlde, sonradan yürürlüğe giren ve lehte düzenlemeler getiren kanun gereği, durumları tazminat istemeye uygun hâle dönüşenlerin tazminat isteyemeyeceği yönündeki düzenleme dikkate alınarak davacının tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yetersiz değerlendirme ile davanın kısmen kabulüne karar verilmesi..." Yargıtay Ceza Dairesinin 11/12/2017 tarihli ve E.2013/157, K.2017/10037 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...cezaların infazı sırasında 5237 sayılı TCK gereğince uyarlama yapıldığı ve sonradan yürürlüğe giren 4616 sayılı Kanun gereğince infaz sürelerinin değiştiğinin anlaşılması karşısında, CMK'nın144/1-b maddesindeki, kanuna uygun olarak yakalanan veya tutuklanan kişilerden, tazminata hak kazanmadığı hâlde, sonradan yürürlüğe giren ve lehte düzenlemeler getiren kanun gereği, durumları tazminat istemeye uygun hâle dönüşenlerin tazminat isteyemeyeceği yönündeki düzenleme dikkate alınarak davacının tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve yetersiz değerlendirme sonucu davanın kısmen kabulüne karar verilmesi..." Yargıtay Ceza Dairesinin 8/6/2016 tarihli ve E.2015/133, K.2016/9695 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...bozma ilamından sonra 6459sayılı Kanun gereğince yapılan uyarlama yargılamasında Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin ... sayılı ilamı ile sanık (davacı) hakkında “hükümden sonra yürürlüğe giren 6459 sayılı Kanun’un maddesi ile değişik 3713 sayılı Kanun’un 7/ fıkrası gereğince unsurları oluşmayan müsnet suçtan beraatine” hükmedildiğinin anlaşılması karşısında,CMK'nın144/1-b maddesindeki, kanuna uygun olarak yakalanan veya tutuklanan kişilerden, tazminata hak kazanmadığı hâlde, sonradan yürürlüğe giren ve lehte düzenlemeler getiren kanun gereği, durumları tazminat istemeye uygun hâle dönüşenlerin tazminat isteyemeyeceği yönündeki düzenleme dikkate alınarak davacının tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve yetersiz değerlendirme sonucu davanın kısmen kabulüne karar verilmesi..." | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/15217 | Başvuru, hırsızlık suçundan mahkûmiyetine karar verilen başvurucunun hükmün infazı sürecinde mevzuatta meydana gelen değişiklik kapsamında uzlaştırma hükümlerinin uygulanması talebinin reddi nedeniyle adil yargılanma hakkının; yine aynı kapsamda infazın geri bırakılması talebinin reddi nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, Hava Harp Okulundan ayrılmaya zorlamak için bazı subay ve öğrencilerin diğer öğrencilere sistematik ve onur kırıcı davranışlarda bulunduğundan bahisle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1991 doğumlu olan başvurucu, Kuleli Askeri Lisesini bitirdikten sonra 2009 yılının Ağustos ayında Hava Harp Okulu öğrenci seçme uçuşu (ÖSU) kampına katılmıştır. Başvurucu, kamp bitiminde Hava Harp Okulunda eğitimine başlamıştır. ÖSU kampında ve kamp sonrasında Hava Harp Okulunda bazı subayların ve lider öğrenci olarak tabir edilen bazı sınıf öğrencilerinin fiziki ve psikolojik baskı yaptığından bahisle başvurucu, kendi isteğiyle 24/5/2010 tarihinde Hava Harp Okulundan ayrılmıştır. Daha sonra başvurucu, vekili vasıtasıyla 1/11/2010 tarihinde kendisine yapılan fiziki ve psikolojik baskılardan dolayı kamp ve okul döneminde görevli bazı subaylar ve sınıf öğrencilerinden Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyetçi olmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, şikâyet konusunun askerî yargının görev alanında kaldığından bahisle dosyayı Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Askerî Savcılığına göndermiştir. Bu aşamadan sonra soruşturma Askerî Savcılık tarafından yürütülerek sonuçlandırılmıştır. Başvurucu, şikâyet dilekçesinde ÖSU kampında ve Hava Harp Okulunda eğitim gördüğü dönemde kendisine fiziki ve psikolojik baskı oluşturacak birçok münferit davranıştan bahsetmiş ve sistematik şekilde yapılan bu muamelenin temel amacının kasıtlı olarak kendisini okuldan ayrılmaya zorlamak olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu;i. ÖSU kampında sınıf öğrencisi E.A.nın, selam ve tekmil verirken sesinin az çıktığından bahisle yüzünü aydınlatma direğine dayadığını ve bağırarak tekmil vermeye zorladığını,ii. ÖSU kampındaki eğitim sırasında sınıf öğrencisi E.A.nın, sırtına basarak "Senden adam olmaz, karaktersiz, bu dayatman, direnmen niye? Okula gitsen de sonun ayrılık..." dediğini, ayrıca kendisinin diğer altı öğrenci ile birlikte taşlaşmış bir kum tepesinden yuvarlanmaya zorlandığını ve bu esnada "Şerefsiz, sen okula girme, girsen de bitersin, karakterin uygun değil; yalancı, dürüst değilsiniz." şeklinde hakarete uğradığını,iii. ÖSU kampının bitiminden bir gün önce diğer öğrenciler eşyalarını toplarken öğrenci E.A.nın kendisini 3 km boyunca takla atmaya zorladığını ve bu esnada yine yukarıda belirtilen sözleri söylediğini,iv. sınıf öğrencisi E.A.nın kendisini "çin oturuşu" adı verilen sandalye pozisyonunda saatlerce tuttuğunu ve bu esnada "Okula girersin ama sonunda atılacaksın, karakterin ortada, burası sana göre değil, sen iyisi şimdi git." dediğini,v. ÖSU kampı boyunca kendisinin uykusuz bırakıldığını, bir odaya kapatılarak sabaha kadar okulda barındırılmayacağı yönünde hakaret ve tehditlere maruz kaldığını, savaş eğitimine ilişkin uygulamalarda kendisine diğer öğrencilerden farklı davranıldığını, kampta görevli rütbeli S.nin de kendisine hakaret ettiğini ve okuldan ayrılması için sözler söylediğini, öğrenci E.A.nın 250 kişilik topluluk önünde "Sen adam değilsin, senin yerin burası değil, burada işin yok, istenmiyorsun, çok iyi rol yapıyorsun, karaktersizsin, git sen Emret Komutanım'da oyna." dediğini,vi. Kendisinin millî oryantring sporcusu ve birçok madalyası olmasına rağmen müsabakalara katılmasına izin verilmediği gibi katıldığı bir yarışma nedeniyle cezalandırıldığını, bu spor bağlamında bacak kıllarını alması nedeniyle "Kadın mısın, erkek misin, dönme misin, cinsiyetin belli değil." şeklinde saldırılara uğradığını, yine teyzesinin hediye ettiği parfüm nedeniyle aynı saldırıların rütbeliler tarafından yapıldığını, vii. Harp Okulundaki dönemde yine sınıf öğrenci A. tarafından ders aralarında sınıf kapısının önünde beklemeye zorlandığını, rütbelilerin bu durumu görmesine rağmen ses çıkarmadığını,viii. Okulda yapılan denetimlerde rütbeliler tarafından özellikle kendisinin açıklarının arandığını, bu nedenle disiplin cezaları aldığını, diğer öğrencilerden farklı muameleye tabi tutulduğunu, bunların kendisini yıldırmak, ezmek ve okuldan ayrılması için zemin hazırlamak amacıyla yapıldığını, ix. sınıf öğrencileri Y. ve nin "Bu okulu bitiremezsin, bunu bil, boşa çabalama." şeklinde sözler söyleyerek psikolojik baskı oluşturduğunu,x. Çantasına porno CD ve kadın iç çamaşırı konulduğunu, bunu fark etmesi üzerine ilgili rütbelilere bilgi verdiğini ancak herhangi bir işlem yapılmadığını ileri sürmüştür. Bu bağlamda Askerî Savcılık; başvurucunun ileri sürdüğü olayları önce tek tek, daha sonra bir bütün hâlinde incelemiştir. Başvurucunun yukarıda belirtilen olaylara ilişkin tanık olarak gösterdiği kişiler dinlenmiş ve bazı şüphelilerin savunmaları alınmıştır. Başvurucunun tanık olarak dinlenmesini istediği kişilerin çoğu, başvurucunun fiziki ve psikolojik bir baskıya maruz kaldığını beyan etmiş; başvurucunun ileri sürdüğü bazı olayları doğrulamıştır. Bu bağlamda tanıklardan İ.A., başvurucuya ve kendisine baskı uygulayan sınıf öğrencilerinin bilmediği bir sebepten birbirlerine gerçek isimlerle hitap etmediklerini belirtmiştir. Anılan tanık, kendisine de benzer baskılar yapıldığını ileri sürmüştür. Tanıklardan bazıları benzer baskıların askerî lise kökenli öğrencilere uygulandığını iddia etmiştir. Öte yandan tanıklardan H.B., başvurucunun da belirttiği bazı rütbelilerin ve sınıf öğrencilerinin askerî liseden gelen öğrencileri baskı ile okuldan attırmak için bir örgüt gibi hareket ettiklerini ileri sürmüştür. Ayrıca tanık O.K., sadece başvurucunun değil hedef alınan başka öğrencilerin de akla hayale gelmeyecek sözlerle, davranışlarla ve verilen cezalarla okuldan kendiliğinden ayrılmalarını sağlamak için çaba sarf edildiğini beyan etmiştir. Öte yandan soruşturma dosyasındaki belgelerden 2009-2010 eğitim döneminde başvurucu dâhil on beş kişinin Hava Harp Okulundan kendi isteği ile ayrıldığı anlaşılmıştır. Askerî Savcılık, başvurucunun iddialarının bir kısmı hakkında herhangi bir tanık olmadığını, Hava Harp Okulu kayıtlarında bir şikâyet bulunmadığını ve darp raporu olmadığını; iddia edilen bazı eylemler hakkında ise işlenmiş olması hâlinde dahi yaralama ve hakaret suçları açısından şikâyetin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesi kapsamında altı aylık şikâyet süresi içinde yapılmadığını belirterek kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Askerî Savcılık, sınıf öğrencileri hakkındaki şikâyete ilişkin olarak 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun maddesi uyarınca askerî öğrencilerin kendi aralarında astlık-üstlük ilişkilerinin bulunmadığını, bu bağlamda başvurucunun üst sınıf öğrencilerinin talimatını yerine getirme yükümlülüğü altında olmadığını vurgulamıştır. Öte yandan Askerî Savcılık kararında, genel bir psikolojik yıpratma hareketi gerçekleşmesi hâlinde suç teorisi bakımından değerlendirilebilecek bazı sözlerin söylendiği kabul edilse bile sözlerin başvurucunun okuldan ayrılması kastıyla söylendiğine dair herhangi bir delil bulunmadığını belirtmiştir. Ayrıca başvurucuya verilen disiplin cezalarında suç kastıyla hareket edildiğine dair herhangi bir delil bulunmadığı ve idari işlem niteliğinde disiplin cezalarına karşı idari yargı yoluna başvurulabileceği hatırlatılmıştır. Kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair kararda, tek tek değerlendirilen eylemlerin ortak bir iradenin ürünü ve başvurucunun okuldan ayrılmaya yönelik olarak ortaya çıkan bir suç kastının parçası olduğuna dair herhangi bir delil bulunamadığı, başvurucu tarafından gösterilen ve çeşitli nedenlerle Harp Okulundan ayrılmış tanıkların beyanlarının soyut değerlendirmelerin ötesine geçemediği de ifade edilmiştir. Sonuç olarak Askerî Savcılık, başvurucunun baskı altında kalmadan istifa etme hakkını kullandığını, okuldan ayrılmasını temine yönelik olarak komuta kademesini de kapsayacak şekilde sistematik bir eylemler silsilesi olduğuna ilişkin herhangi bir somut olgu ve delil bulunamadığını belirterek tüm şüpheliler hakkında 30/9/2013 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Askerî Savcılık kararına yapılan itiraz, Ordu Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 11/11/2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu 6/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Harp okullarında ayrımcılığa uğradıkları ve okuldan ayrılmaları için fiziki ve psikolojik kötü muameleye uğradıkları iddiasıyla çok sayıda dilekçenin askerî öğrenciler tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Dilekçe Komisyonuna ulaştırılması üzerine Dilekçe Komisyonu Genel Kurulu şikâyetlere ilişkin bir rapor hazırlamıştır. 27/6/2012 tarihli raporda harp okullarında kötü muamele ve mobbinge uğradığını iddia edenler, ilgili kamu otoriteleri ve bilirkişiler dinlenmiş; sonuçta ilgili kamu otoritelerine tavsiyelerde bulunulmuştur. Anılan raporda harp okullarından ayrılma istatistiklerine yer verilmiştir. Raporda ayrıntıları ile verilen rakamlarda Hava Harp Okuluna ihtiyacın çok üstünde alımlar yapılıp sistemli bir şekilde sayıyı azaltma anlayışı olduğuna yönelik şikâyetler bulunduğuna yer verilmiştir. Raporda ayrıca lise çağında özenle seçilen ve yetiştirilmeleri tüm yönleriyle idarenin inisiyatifinde olan seçkin insan kaynağının yüksek oranlarda mesleğe kazandırılamamasının kamu yararı açısından olumsuz bir durum olduğu değerlendirilmiştir. A. Ulusal Hukuk 211 sayılı Kanun’un maddesinin (b) bendi şöyledir: “(Değişik: 28/5/2003-4861/19 md.) Bütün askerî öğrenciler, subaylara; astsubay hazırlama ve astsubay meslek yüksek okulu öğrencileri ile astsubay nasbedilmek üzere temel askerlik eğitimine tâbi tutulan adaylar, aynı zamanda astsubaylara karşı ast durumunda olup, askerî öğrencilerin, belirtilen hallerin dışında, gerek kendi aralarında gerekse erbaş ve erlere karşı astlık ve üstlük ilişkileri yoktur.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir:“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır. Terörizmle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin, mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiği belirtilmiştir. Kötü muamele yasağının, Sözleşme'nin maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediği içtihatlarda hatırlatılmıştır (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu söyleyebilmek için eylemin "minimum ağırlık eşiğini" aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30). Askerlik hizmeti ve mesleği, kişiyi özgürlüğünden yoksun bırakmak gibi bazı sınırlayıcı koşulları sıklıkla içermektedir. AncakSilahlı Kuvvetlerin bünyesinde yapılan birçok muamele, mahkûmlar için insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele olarak değerlendirilse bile -örneğin savaş koşullarında eğitimin bir parçası olarak Silahlı Kuvvetlerin özel görevlerine katkıda bulunmak için gerçekleştiği zaman- kötü muamele yasağı için öngörülen ağırlık eşiğine ulaşmayabilir (Chember/Rusya, B. No: 7188/03, 3/7/2008,§ 49). Bununla birlikte devletin askerî hizmette bulunan kişilerin insan onuruna uygun şartlar altında görev yapmasını sağlayacak ortamı sağlama görevi vardır. Bu bağlamda askerî eğitim usul ve yöntemlerinin kişiyi askerî disiplin içindeki kaçınılmaz doğal zorluk seviyesini aşacak yoğunlukta elem ve ızdıraba maruz bırakmaması -bazı hizmetlerin pratik gerekleri gözetilerek- kişiye gerekli sağlık yardımı sağlanarak kişinin sağlık ve refahının yeterli bir şekilde güvence altına alınması gerekir. Sadece askerî faaliyetlerin ve operasyonların yapısından değil vatandaşların devlet tarafından zorunlu askerî hizmete çağrılması ile insan unsurundan kaynaklanabilecek hayati risk seviyesine uygun kuralları belirlemek devletin öncelikli görevidir. Bu kurallar, askerî yaşamın içindeki doğal tehlikelere ve değişik seviyelerdekilerin karıştığı kusur ve hatalardaki sorumluluğu belirlemek için uygun usullere karşı zorunlu askerlik hizmetini yapanları etkili bir şekilde koruma amacını taşıyan pratik önlemlerin uygulanması için gereklidir (Chember/Rusya,§ 50). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin “tartışılabilir” ve “makul şüphe uyandıran” kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar; soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını ve yetkili makamların titizlikle ve çabuklukla çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007,§ 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55). AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05, 45001/05, 5/7/2011, §§ 90, 91). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/187 | Başvuru, Hava Harp Okulundan ayrılmaya zorlamak için bazı subay ve öğrencilerin diğer öğrencilere sistematik ve onur kırıcı davranışlarda bulunduğundan bahisle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yasanın açık hükmüne ve yerleşik içtihatlara aykırı olarak salınan vergi asıl ve vergi cezalarına ilişkin açılan iptal davasının reddi ve ret kararı sonucu yapılan hacizler nedeniyle mülkiyet hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 4/12/2013 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu olan yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Balıkesir ili Edremit ilçesinde okul aile birliğinden kiraladığı bir okul kantinini işletmektedir. Edremit Vergi Dairesi Müdürlüğünce, kiralanan kantin için 2007 yılı vergilendirme dönemi kira ödemelerinde başvurucunun sorumlu sıfatıyla %18 katma değer vergisi (KDV) tevkifatı yapmadığı ve beyanname vermediği gerekçesiyle takdir komisyonu kararlarına istinaden resen KDV ve vergi cezaları tarh edilmiştir. Başvurucu, resen tarh edilen KDV ve vergi cezalarının terkinine karar verilmesi istemiyle 27/4/2011 tarihinde Balıkesir Vergi Mahkemesinde açtığı davada 25/10/1984 tarihli ve 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun maddesinin 4/d bendinde iktisadi işletmelere dâhil olmayan gayrimenkullerin kiralanması işleminin katma değer vergisinden istisna edildiğini, okul aile birliklerinin tüzel kişiliğinin ve iktisadi işletme niteliğinin bulunmadığını, bu nedenle okul kantini kiralanması işleminin istisna kapsamında olduğunu belirtmiştir. Yargılama sonunda Balıkesir Vergi Mahkemesi, 26/10/2011 tarihli ve E.2011/596, K.2011/896 sayılı kararı ile “…okul aile birliklerinin iktisadi işletme niteliğinde olmadığı ve bu nedenle iktisadi işletmeye dahil olmayan işletme hakkının kiraya verilmesi işleminin istisna kapsamında olduğu iddia edilmekte ise de yukarıda belirtilen gerekçeler ile uyuşmazlıkta gayrimenkul kiralama işlemi yerine işletme hakkı kiralama faaliyeti bulunduğundan ve işletme hakkının kiralanması faaliyetinin katma değer vergisinden istisna edildiğine ilişkin yasada istisna hükmü yer almadığından, okul aile birliğinin iktisadi işletme niteliği bulunmasa dahi dava konusu yapılan işletme hakkı kira ödemelerinden katma değer vergisi tevkifatı yapılması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.” gerekçesine dayanarak davanın reddine hükmetmiştir. Başvurucu, İlk Derece Mahkemesi kararına itiraz etmiş; itiraz sonucunda Bursa Bölge İdare Mahkemesi, 20/3/2012 tarihli ve E.2012/415, K.2012/949 sayılı kararla itirazın reddine ve kararın onanmasına hükmetmiştir. Karar düzeltme yoluna başvurulmaması üzerine İlk Derece Mahkemesinin kararı 20/3/2012 tarihinde kesinleşmiştir. Edremit Vergi Dairesi, yukarıda yer alan yargılama sürecinin sonuçlanmasının ardından 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin 5 numaralı fıkrası uyarınca Mahkeme kararına göre kesinleşen vergi ve vergi cezalarına ilişkin ikinci bir ihbarnameyi, bir ay içinde ödeme yapılmaması üzerine de 10/4/2012 tarihli ödeme emrini düzenlemiştir. Başvurucu, adına düzenlenen ve kendisine 13/4/2012 tarihinde tebliğ edilen söz konusu ödeme emri üzerine Balıkesir Vergi Mahkemesinde 20/4/2012 tarihinde açtığı davada, 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu ile 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uyarınca amme alacağının tahsili yoluna gidilebilmesi için usulüne uygun tarhiyatın yapılıp mükellefe tebliğ edilmesi gerektiğini ancak dava konusu tarh edilen vergilerin usulüne uygun olarak tebligatının yapılmadığını ve bu nedenle borcun kesinleştiğinden bahsedilemeyeceğini ileri sürmüş, ödeme emrinin iptal edilmesini istemiştir. Balıkesir Vergi Mahkemesi 9/8/2012 tarihli ve E.2012/306, K.2012/586 sayılı kararı ile “…Dava dosyasının incelenmesinden, 2007 dönemine ait davacı şirket tarafından sorumlu sıfatıyla beyan edilmesi gereken katma değer vergilerinin süresi içerisinde beyan edilmediğinin anlaşılması üzerine davacının takdir komisyonuna sevk edildiği, takdir komisyonunca belirlenen matrahlar üzerinden yapılan tarhiyatların Balıkesir Vergi Mahkemesinin 2011/596 esas nolu dosyasında dava konusu yapıldığı ve mahkemece 2011 tarih ve 2011/896 nolu karar ile davanın reddine karar verildiği, karara karşı yapılan itiraz üzerine Bursa Bölge İdare Mahkemesi’nce 2012 tarih ve E:2012/415, K:2012/949 sayılı karar ile anılan mahkeme kararının onandığı, davalı idarece de 2577 sayılı yasanın maddesinin fıkrası uyarınca anılan mahkeme kararına göre tespit edilen vergi ve cezalara ilişkin ikinci ihbarname düzenlenerek 2012 tarihinde davacıya tebliğ olunduğu anlaşılmaktadır. Uyuşmazlıkta, davalı idarece tebliğ edilen ikinci ihbarnamede gösterilen vergi alacağı, cezası ve gecikme faizinin bir aylık ödeme süresi içerisinde ödenmediği ve alacaklı tahsil dairesi tarafından alacağın cebren tahsiline başlandığı görüldüğünden, dava konusu ödeme emrinde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.” gerekçesine dayanarak davanın reddine hükmetmiştir. Başvurucu İlk Derece Mahkemesinin davayı reddetmesi üzerine Bursa Bölge İdare Mahkemesine itirazda bulunmuş ancak itirazı 7/2/2013 tarihli ve E.2012/3673, K.2013/516 sayılı onama ilamı ile reddedilmiştir. Başvurucu bu defa karar düzeltme isteminde bulunmuş, bu istemi de Bursa Bölge İdare Mahkemesinin 25/9/2013 tarihli ve E.2013/1981, K.2013/2975 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin ilam, başvurucuya 5/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 6183 sayılı Kanun’un “Ödeme emrine itiraz” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahıs, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait itiraz işlerine bakan vergi itiraz komisyonu nezdinde itirazda bulunabilir. İtirazın şekli, incelenmesi ve itiraz incelemelerinin iadesi hususlarında Vergi Usul Kanunu hükümleri tatbik olunur.” | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8880 | Başvuru, yasanın açık hükmüne ve yerleşik içtihatlara aykırı olarak salınan vergi asıl ve vergi cezalarına ilişkin açılan iptal davasının reddi ve ret kararı sonucu yapılan hacizler nedeniyle mülkiyet hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, iş sözleşmesi feshedilen başvurucunun sendikal tazminat talebinin reddedilmesi nedeniyle sendika hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun üyesi olduğu sendika 1975 yılında Ambar İşçileri Sendikası olarak kurulmuş; 2002 yılında Türkiye Devrimci Kara, Hava, Demiryolu İşçileri Sendikası (Nakliyat-İş/Sendika) adını almıştır. Sendika, Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonuna bağlıdır. Başvurucu 7/11/2013 tarihinde resmî kayıtlı olarak davalı işyerinde işe başlamış, 15/7/2016 tarihinde Sendika üyesi olmuş, iş sözleşmesi 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesi kapsamında 18/7/2016 tarihinde feshedilmiştir. Başvurucu, iş sözleşmesinin sendikal nedenlerle feshedildiği iddiasıyla Sakarya İş Mahkemesinde işe iade ve sendikal tazminat talepli dava açmıştır. Davalı işverenler ise başvurucunun iş sözleşmesinin işletmesel nedenlerle sonlandırıldığını savunmuştur. Başvurucu, iş sözleşmesinin sendikal nedenlerle feshedildiğini ispat edebilmek için tanık deliline başvurmuştur. Tanıklar özetle davalı işyerinde 2016 yılının ikinci yarısında sendikalaşmanın başladığını, işten çıkarılanların hep sendikalı olduğunu beyan etmiştir. Tanıklara göre işveren, sendikalı olanları öğrendiği zaman yaptıkları işi askıya alarak sadece asgari ücret almalarını sağlamıştır. İlk derece mahkemesi davanın kabulüne karar vermiştir. Gerekçeli kararda; işverenin başvurucunun iş sözleşmesinin işletmesel nedenlerle sona erdirildiği iddiasının gerçeği yansıtmadığı, bu nedenle geçerli nedenle fesih koşullarının oluşmadığını belirtilmiştir. Kararda devamla; sendikal nedenlerle fesih iddiası incelenmiştir. Bu kapsamda başvurucunun Nakliyat-İş'e 13/7/2016 tarihinde üyelik için başvuruda bulunduğu, 15/7/2016 tarihinde üyeliğinin onaylandığı belirtilmiştir. Yanı sıra, davalı şirket nezdinde çalışan sayısının 331 olduğu, 21 işçinin Nakliyat-İş üyesi olduğu, bu işçilerden üçünün sendikadan istifa ettiği, üyeliği devam eden dört işçinin bulunduğu ifade edilmiştir. Ayrıca kararda, işyerinde 2016 yılının ortalarında sendikalaşma faaliyetlerinin başladığına, aynı yılın Haziran ayında sendika temsilcisiyle bir grup çalışan arasında görüşmeler yapıldığına dikkat çekilmiştir. Sonrasında davalı şirketin bu toplantıya katılanları tespit ettiği, garajda iş vermeksizin boşta beklettiği, sevkiyata çıkarmadığı, akabinde de başvurucunun da aralarında bulunduğu ve işveren tarafından toplantıya katıldıkları tespit edilebilen işçilerin iş sözleşmelerinin sonlandırıldığı vurgulanmıştır. Mahkeme bu kapsamda, başvurucunun Nakliyat-İş Sendikasına 13/7/2016 tarihinde başvurusundan kısa bir süre sonra 18/7/2016 tarihinde, işine son verilmesinin sendikal faaliyetlerden dolayı olduğu sonucuna ulaşmıştır. İlk derece mahkemesi kararının istinaf yargı yoluna götürülmesi üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi işe iade talebi yönünden istinaf talebinin esastan reddine, sendikal tazminat talebi yönünden ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararında; iş sözleşmesinin feshi yönünden ilk derece mahkemesinin tespitleri yinelenmiş, sendikal tazminat yönünden ise, işyerinde sendika temsilcisi ile bir grup çalışan arasında görüşmeler yapılmasına karşın başvurucu ile birlikte görüşmelere katılan tüm işçilerin iş akitlerinin feshedilmediği belirtilmiştir. Kararda, başvurucunun üye olduğu sendikanın işyerinde yetki alamadığı, davacı tanık beyanları dışında başkaca somut delilin bulunmadığı, feshin sendikal sebeplerle yapıldığının başvurucu tarafça açık, kesin ve hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde ispatlanamadığı kanaatine varılmıştır. Nihai karar başvurucuya 8/7/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/8/2019 tarihinde süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 4857 sayılı Kanun'un "Feshin geçerli sebebe dayandırılması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: " Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır....Özellikle aşağıdaki hususlar fesih için geçerli bir sebep oluşturmaz:a) Sendika üyeliği veya çalışma saatleri dışında veya işverenin rızası ile çalışma saatleri içinde sendikal faaliyetlere katılmak.b) İşyeri sendika temsilciliği yapmak...." 18/10/2012 tarihli ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun "Sendika özgürlüğünün güvencesi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) İşçilerin işe alınmaları; belli bir sendikaya girmeleri veya girmemeleri, belli bir sendikadaki üyeliği sürdürmeleri veya üyelikten çekilmeleri veya herhangi bir sendikaya üye olmaları veya olmamaları şartına bağlı tutulamaz. (2) İşveren, bir sendikaya üye olan işçilerle sendika üyesi olmayan işçiler veya ayrı sendikalara üye olan işçiler arasında, çalışma şartları veya çalıştırmaya son verilmesi bakımından herhangi bir ayrım yapamaz. Ücret, ikramiye, prim ve paraya ilişkin sosyal yardım konularında toplu iş sözleşmesi hükümleri saklıdır. (3) İşçiler, sendikaya üye olmaları veya olmamaları, iş saatleri dışında veya işverenin izni ile iş saatleri içinde işçi kuruluşlarının faaliyetlerine katılmaları veya sendikal faaliyette bulunmalarından dolayı işten çıkarılamaz veya farklı işleme tabi tutulamaz. (4) İşverenin (…) yukarıdaki fıkralara aykırı hareket etmesi hâlinde işçinin bir yıllık ücret tutarından az olmamak üzere sendikal tazminata hükmedilir. (5) Sendikal bir nedenle iş sözleşmesinin feshi hâlinde işçi, 4857 sayılı Kanunun (…), 20 ve 21 inci madde hükümlerine göre dava açma hakkına sahiptir. İş sözleşmesinin sendikal nedenle feshedildiğinin tespit edilmesi hâlinde, 4857 sayılı Kanunun 21 inci maddesine göre işçinin başvurusu, işverenin işe başlatması veya başlatmaması şartına bağlı olmaksızın sendikal tazminata karar verilir. Ancak işçinin işe başlatılmaması hâlinde, ayrıca 4857 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin birinci fıkrasında belirtilen tazminata hükmedilmez. İşçinin 4857 sayılı Kanunun yukarıdaki hükümlerine göre dava açmaması ayrıca sendikal tazminat talebini engellemez. (6) İş sözleşmesinin sendikal nedenle feshedildiği iddiası ile açılacak davada, feshin nedenini ispat yükümlülüğü işverene aittir. Feshin işverenin ileri sürdüğü nedene dayanmadığını iddia eden işçi, feshin sendikal nedene dayandığını ispatla yükümlüdür. (7) Fesih dışında işverenin sendikal ayrımcılık yaptığı iddiasını işçi ispat etmekle yükümlüdür. Ancak işçi sendikal ayrımcılık yapıldığını güçlü biçimde gösteren bir durumu ortaya koyduğunda, işveren davranışının nedenini ispat etmekle yükümlü olur....” 6356 sayılı Kanun’un maddesinin gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "...Sendikal neden, işçilerin, sendikaya üye olmaları Sendikal neden, işçilerin, sendikaya üye olmaları veya olmamaları, iş saatleri dışında veya işverenin rızası ile iş saatleri içinde işçi kuruluşlarının faaliyetlerine katılmalarından dolayı işten çıkarılması veya farklı bir işleme tâbi tutulması olarak tanımlanmıştır." Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun sendikal fesih iddiasının değerlendirilmesi bakımından ortaya koyduğu kriterlerle ilgili 7/10/2009 tarihli ve E.2009/9-372, K.2009/416 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... fesih tarihine yakın tarihlerde işyerinde çalışan işçi sayısı, işyerinde çalışan sendikaya üye olan ve olmayan işçilerin sayısı, hangi tarihlerde üye oldukları, üyelikten çekilen, çekilme sonrası çalışmaya devam eden işçilerin olup olmadığı, çıkarılan işçilerin kaçının sendikalı olduğu, yeni işçi alınıp alınmadığı ve alınmışsa yeni işçilerin sendikalı olup olmadığı, toplu iş sözleşmesi prosedürü uygulanmasının söz konusu olup olmadığı, işverence ekonomik veya teknolojik nedenlere dayalı bir fesih yoluna gidilmesi halinde teknik yönden bu hususların araştırılması, feshin son çare olarak kullanılıp kullanılmadığının değerlendirilmesi gereklidir"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Tek Gıda İş Sendikası/Türkiye (B. No: 35009/05, 4/4/2017) kararında, işverenin sendika üyeliğinden ayrılma tehdidine boyun eğmeyerek sendika üyeliğini sürdüren kırk işçinin iş sözleşmesinin ekonomik nedenler ve mesleki yetersizlikler gerekçe gösterilerek feshedilmiş olmasını sendika özgürlüğü yönünden incelemiştir.i. Anılan karara konu olayda mahkemeler 2004 yılı Temmuz ile Aralık ayları arasında verdikleri kararlarda işçilerin sendika üyeliği sebebiyle işten çıkarıldığı sonucuna ulaşmış ve işçilerin işe iadelerine ya da bir yıllık brüt aylıklarına denk tazminatın işveren tarafından işçilere ödenmesine hükmetmiştir. İşveren, tazminat ödeme seçeneğini tercih ederek işçileri işe başlatmamış ve netice olarak davalı işverene ait işyerinde başvurucu sendika üyesi hiçbir işçi kalmamıştır (Tek Gıda İş Sendikası/Türkiye, §§ 17-22). ii. AİHM; işçilerin ödenen tazminatın yeterliliğini, sendika hakkının kullanımına yönelik işveren tarafından yapılacak müdahalelerde caydırıcılık özelliğine sahip olup olmadığı bakımından incelemiştir. Söz konusu başvuruda başvuran sendika, tazminatın caydırıcı bir nitelik taşımaması nedeniyle işverenin işe iade yerine tazminat ödeme seçeneğini tercih ettiğinden ve bunun sonucunda toplu görüşme ve toplu sözleşme yapma yetkisini elde edemediğinden şikâyet etmiştir (Tek Gıda İş Sendikası/Türkiye, § 48). iii. Mahkeme, işverenin tazminat ödeme seçeneğini tercih etmesi nedeniyle sendikasızlaşma sürecinin yaşandığını ve sonuç olarak sendikanın o işyerinde üyesinin kalmadığını vurgulamıştır (Tek Gıda İş Sendikası/Türkiye, § 54). iv. AİHM'e göre bu kayıp sendika yönünden sendikal faaliyetlerin özünü zedeleyen bir sınırlama mahiyetindedir ve ulusal mahkemelerin müdahalenin ölçülülüğüyle ilgili daha detaylı gerekçeler sunmaları gerekir. AİHM, somut olayda derece mahkemesinin haksız işten çıkarma için kanun tarafından müsaade edilen asgari tutarda tazminata hükmederken -örneğin işten çıkarılan işçinin aldığı ücretin düşüklüğünü ve işveren şirketin ekonomik gücünün büyüklüğünü dikkate almak suretiyle- tutarın önleyici etkisi üzerinde titiz bir inceleme yaptığına dair hiçbir işaretin bulunmadığını belirtmiştir (Tek Gıda İş Sendikası/Türkiye, § 55). v. AİHM, işverenin işten çıkarılan işçilerin işe iadelerini reddetmesinin ve işverenin çalışanları haksız yere işten çıkarmasının önlenmesi bakımından yetersiz miktarda tazminata hükmetmesinin derece mahkemelerince yorumlandığı biçimiyle kanuna aykırı olmadığını not etmiştir. AİHM ilgili kanunun -derece mahkemesince uygulandığı şekliyle- başvurucu sendikanın çalışanları üyeliğe ikna etme hakkını toplu işten çıkarma yoluyla bertaraf eden işveren için caydırıcı etki doğuracak yeterlilikte bir ceza dayatmadığı sonucuna ulaşmıştır. AİHM'e göre sonuç olarak somut olayda ne yasama ne de mahkeme, başvuran sendikanın çalışanları sendikaya üye olmaya ikna etme ve bu suretle toplu görüşme imkânı elde etme hakkının kullanımının güvenceye bağlanması pozitif yükümlülüğünü ifa etmiştir. Bu nedenle başvurucu sendika ile işverenin yarışan menfaatleri arasında makul denge kurulamamıştır (Tek Gıda İş Sendikası/Türkiye, § 56). | Sendika hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/28133 | Başvuru, iş sözleşmesi feshedilen başvurucunun sendikal tazminat talebinin reddedilmesi nedeniyle sendika hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yakalama sırasında darbedilme nedeniyle kötü muamele yasağının; hukuka aykırı olarak, nedenleri bildirilmeden yakalamadan dolayı da kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağır Bilişi Sistemi’nden (UYAP) elde edilen bilgilere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Başvurucu Fatma Kılıç, Semiha Ergüven, Cansu Gezer ve Büse Gizem Ergüven sırasıyla 1981, 1972, 1993 ve 1998 doğumludur. Kardeş olan başvurucular Fatma Kılıç ve Semiha Ergüven öğretmen olup hemşire olan başvurucu Cansu Gezer’in halasıdırlar. Başvurucu Büse Gizem Ergüven ise Semiha Ergüven’in kızıdır. Başvurucu Fatma Kılıç’ın eşi, Hakkâri’de yüzbaşı olarak görevlidir. 29/7/2014 günü saat 00’da Erdemli ilçesine bağlı Kızkalesi beldesinde denize giren başvurucular plajdan ayrılmak üzere araçlarına yönelmiştir. Ramazan Bayramı olması nedeniyle trafik yoğundur. Kara yolunun ikinci şeridini başvurucuların içinde bulunduğu aracın kapattığını fark eden jandarma ekibi, aracın ilerlemesi için başvurucuları uyarmıştır. Bu sırada başvurucularla kolluk arasında tartışma yaşanmıştır. Olayı tesadüfen gören Mersin Bölge Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünde (Bölge Trafik) görevli iki polisin de yardımıyla tartışma sona ermiştir. Olay yerinde toplanan bazı vatandaşların da başvurucuları darbettiği ileri sürülmüştür. Olayla ilgili olarak aynı gün jandarma tarafından tutanak düzenlenmiştir. Jandarma, Cumhuriyet savcısını olaydan derhâl haberdar ederek olayla ilgili talimatlarını almıştır. Talimatlar arasında olay yeri kamera görüntülerinin temin edilmesi, ifadelerin Kızkalesi Polis Karakolu tarafından alınarak tahkikatın polis tarafından yürütülmesi yer almaktadır. Erdemli Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucular hakkında görevi yaptırmamak için direnme, mala zarar verme, hakaret, tehdit; kolluk görevlileri hakkında ise başvurucuların 1/8/2014 tarihli şikâyet dilekçesi üzerine kasten yaralama, işkence, basit cinsel saldırı, suç işlemeye alenen tahrik, hakaret, tehdit ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma; olay mahallinde bulunan motel işletmecisi O.Y.S. ile Kokoreççi Ü. hakkında ise başvurucular Cansu Gezer ve Büse Gizem Ergüvan’ı kasten yaralama suçundan soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu Fatma Kılıç’ın Hakkâri’de görev yapan eşi Yzb. K.nın jandarma karakolunu arayarak görevlilere hakaret ve tehdit içeren sözler sarf ettiği tutanakla tespit edilmiştir. K. hakkında yapılan soruşturmanın akıbetiyle ilgili bir bilgi bulunmamaktadır. Bireysel başvurunun asıl konusunu oluşturan olay ise kolluk görevlileri hakkında yapılan soruşturmadır. Bütün soruşturmalar başlangıçta aynı dosya üzerinden yürütüldüğünden olay ve olguların açıklanmasında her üç dosyadaki bilgilerden yararlanılmıştır. B. Adli Muayene Raporları Başvurucular ve jandarma görevlileri hakkında düzenlenen raporlarda yer alan açıklamalar şöyledir:i. Fatma Kılıç: - Mersin Toros Devlet Hastanesinin 30/7/2014 günü saat 40’ta düzenlediği rapora göre sol elmacık kemiği üzerinde ekimoz, sağ kol iç kenarda dirsek üstünde hiperemi (kanlanma) ve ekimoz, her iki el bileği üst kısmında hiperemi, sol ön kol iç kenarda 2 cm’lik sıyrık, sağ batında iki adet 0,5 cm’lik sıyrık mevcut, basit tıbbi müdahale (BTM) ile giderilir.- Erdemli Devlet Hastanesinin 30/7/2014 günü saat 14’te tanzim ettiği rapora göre sol gözde darba bağlı ağrı, zigomaticusta (elmacık kemiği) hafif ekimoz, sol gözde görme bulanıklığı, boyunda yüzeysel sıyrıklar, sağ kolda muhtelif ekimozlar, karın bölgesinde tırnak iz mevcut, kesin raporun göz hekimi tarafından verilmesi uygun görülmüştür. - Sincan Devlet Hastanesi göz hastalıkları uzmanı tarafından 15/8/2014 tarihinde düzenlenen raporda ise mevcut yaraların basit tıbbi müdahale ile giderilebileceği bildirilmiştir.ii. Semiha Ergüven: Sol yanak bölgesinde darba bağlı hafif ekimoz, her iki kolda ağrı ve hassasiyet, sırtta ve boyunda yer yer yüzeysel sıyrıklar mevcut olup basit tıbbi müdahale ile giderilebilir niteliktedir.iii. Büse Gizem Ergüven: Sağ frontal (alın) bölgede darba bağlık hafif ödem, sırtta yer yer sıyrıklar mevcut olup basit tıbbi müdahale ile giderilebilir. iv. Cansu Gezer: Sol tibia (kaval kemiği) üzerinde darba bağlı 1x2 cm ebadında yüzeysel sıyrık, sağ ayak üzerinde hafif sıyrık olup basit tıbbi müdahale ile giderilebilir. v. J Er E.Y.: Sağ el bileği üzerinde ön kolda yüzeysel üç adet tırnak iziyle uyumlu 0,2 cm sıyrık mevcut, basit tıbbi müdahale ile giderilebilir. vi. J Uzm. Çvş. Ş.K.: Her iki üst ektremitede (kol) yaygın kızarıklık, tırnak iziyle uyumlu sıyrıklar mevcut, basit tıbbi müdahale ile giderilebilir. Başvurucuların Beyanları Başvurucuların birbiriyle örtüşen ifadelerinde dile getirdikleri hususlar şöyledir: 29/7/2014 günü saat 00 civarında Erdemli ilçesi Kızkalesi beldesinde plajdan çıktıktan sonra başvurucu Semiha Ergüven’in kullandığı araçla yola çıkan başvurucuların yanına hiddetli bir şekilde yaklaşan J Uzm. Çvş. Ş.K. nezaketsiz biçimde bekleme yapmamaları hususunda onları uyarmıştır. Başvurucu Fatma Kılıç’ı iten Ş.K. aracı yumruklamış, başvurucu Cansu Gezer’inbacaklarını tekmelemiş, yanında bulunan diğer askerlerden de başvurucuları darbetmelerini istemiş, elle taciz ederek Fatma Ergüven’i araca zorla bindirmeye çalışmıştır. Ş.K., başvurucu Semiha Ergüven’e sarkıntılık oluşturabilecek biçimde sarılıp onu tutmaya çalışmıştır. Fatma Kılıç’ın araca bindirilmesine engel olmaya çalıştıkları esnada başvurucu Büse Gizem Ergüven’e iki asker vurmuştur. Araç şoförü olan asker araç içinde başvurucuyu darbetmiştir. Ş.K. araç içinde Fatma Kılıç’a “Senin gibi subay karıları ahlaksız ve şerefsiz olur.” demiştir. Olayın gelişimi sırasında jandarmanın “Türk askerini dövüyorlar!” diye bağırması üzerine vatandaşlar olay mahallinde toplanmıştır. Vatandaşlardan ikisi başvurucu Büse’nin saçından çekmiş, beline yumruk atmıştır. Jandarma, karakola götürürken başvurucu Fatma Kılıç'ın boğazını sıkmış; yere yatırıp başına ayaklarıyla basarak el ve ayaklarına kelepçe takmıştır. Askerlerden biri Fatma’ya tokat atmıştır. Başvurucular jandarma görevlilerine karşı işledikleri öne sürülen saldırı, direnme, hakaret ve tehdit iddialarını ise reddetmiştir. Şüpheli Kolluk Görevlilerinin Savunmaları Kolluğun ifadeleri şöyle özetlenebilir: Kızkalesi Jandarma Karakol Komutanlığında görev yapmakta olan J Uzm. Çvş. Ş.K., J Er E.K., J Er B. olay günü asayişi sağlamak amacıyla devriye görevi ifa etmektedir. Işıklar mevkiine gelince trafiğin aşırı derecede sıkışık olduğunu, başvurucuların bulunduğu aracın D-400 kara yolunun ikinci şeridini kapattığını görmüşlerdir. U dönüşü yapan araçların sağlıklı biçimde ilerleyemediğini gördükleri sırada başvurucuların aracının fren sesini fark etmişlerdir. Araçtaki kadın sürücüden ilerlemesini istemişlerdir. Yöneldiklerinde aracın yanında bulunan başvurucu Fatma, J Uzm. Çvş. Ş.K.ya “Sen benim kim olduğumu biliyor musun? Ben yüzbaşı eşiyim, seni burada öldürürüm.” diyerek hakaret ve tehdit etmiştir. Çevredeki vatandaşlar olay yerinde toplanmaya başlayınca Ş.K., Fatma Kılıç’tan şikâyetçi olduğunu söyleyerek adli işlem yapılması için devriye aracına binmesini istemiştir. Fatma Kılıç, araca binmemek için direnmiş, Ş.K.ya tokat atmıştır. Fatma Kılıç, devriye aracına götürülürken Ş.K.nın karnına ve testisine tekme atmış, tırnaklarıyla kolunu çizmiş, üniformasını çekiştirerek yırtmış, elini ısırmıştır. Tekme atarken yere düşen başvurucu Fatma Kılıç'ı Ş.K. yerden kaldırmıştır. Fatma Kılıç kolluk görevlilerine karşı hakaret ve tehdit içeren sözler sarf etmiştir. Bu sırada diğer iki jandarma görevlisi, Ş.K.nin yanına gelmiştir. Fatma Kılıç’ı devriye aracına götürürken diğer başvurucular da Ş.K.yı darbetmiştir. Olay yerinde toplanan vatandaşlardan bazıları Ş.K.ya saldırırken gördükleri başvurucuları uzaklaştırmaya çalışmışlardır. Tesadüfen oradan geçen trafik polislerinin de yardımıyla Fatma Kılıç devriye aracına bindirilmiştir. Devriye aracında Fatma Kılıç’ın yanına E.K. oturmuş, B. sürücü koltuğuna, Ş.K. ise sürücü koltuğunun yanında bulunan ön koltuğa oturmuştur. Fatma Kılıç devriye aracının içinde de jandarma görevlilerine vurmayı sürdürmüş, aracın kapı ve koltuklarını tekmelemiştir. Karakola gelindiğinde Cumhuriyet savcısı olaydan haberdar edilerek talimatları alınmıştır. Bekleme odasında Fatma Kılıç’ın saldırgan tavrı devam ettiği için ona kelepçe takmışlardır. Hakkâri’de yüzbaşı olarak görev yapan başvurucu Fatma Kılıç'ın eşi, jandarmaya telefon ederek tehditte bulunmuştur. Cumhuriyet savcısı tahkikatı Kızkalesi Polis Merkez Amirliğinin yürütmesi talimatı verince Fatma Kılıç oraya götürülmüştür. Şüpheliler başvuruculara karşı darp ve diğer suç iddialarını reddetmiştir.E. Tanık Beyanları, Diğer Deliller ve Soruşturma Neticesi 31/7/2014 tarihinde polis memurları tarafından jandarma karakolunun güvenlik kayıtları izlenerek tutanak düzenlenmiş, görüntülerden jandarmanın darp ve cebir içeren bir eylemi bulunmadığı tespit edilmiştir. Olayın gerçekleştiği Ayaş Yemişkumu MOBESE güvenlik kamerası kayıtları da 31/7/2014 tarihinde polis tarafından incelenmiştir. Bu tutanakta yer alan bilgilerin kolluk görevlileri ve tanıkların beyanlarıyla örtüştüğü, kolluğun başvuruculara yönelik yaralama vb. eylemlerinin bulunmadığı, aksine başvurucuların kolluk görevlilerine direndikleri, başvurucu Fatma Kılıç’ın Uzm. Çvş. Ş.K.nın karnına tekme attığı, tokatladığı, boğazını sıktığı, kimliği tespit edilemeyen bazı vatandaşların başvurucuları itip kaktığı belirlenmiştir. Erdemli Emniyet Müdürlüğünde görevli Polis Memuru T.E. Cumhuriyet Savcılığı tarafından bilirkişi olarak atanmıştır. MOBESE kamerası ve Jandarma Komutanlığının güvenlik kameraları üzerinde yaptırılan bilirkişi incelemesi, yukarıdaki iki paragrafta yer alan bilgileri teyit etmektedir. Tanık sıfatıyla dinlenen H.İ., minibüs şoförü A.E., bir otel çalışanı A.Ç., otel işletmecisi T., minibüs şoförü A.E., Bölge Trafikte görevli Polis Memurları B ile K.Ü., karakolda görevli askerler R.K., O.B., K. ve B şüpheli kolluk görevlilerininkine koşut beyan vermişlerdir. 20/1/2015 tarihli iddianameyle başvurucular hakkında görevi yaptırmamak için direnme, mala zarar verme, tehdit ve hakaret suçlarından kamu davası açılmıştır. Cumhuriyet Savcılığı şüpheli jandarma personeli hakkında ise ek kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kovuşturmama kararında tarafsız tanık anlatımları ve olay yeri kamera görüntülerine itibar edilerek jandarmanın mevzuata uygun hareket ettiği, müştekilere vurmadığı, müştekilerin alınan adli muayene raporlarına göre basit tıbbi müdahale ile giderilebilir şekilde yaralandıkları belirtilmiş ise de başvurucu Büse Gizem Ergüven ve Cansu Gezer'in olay yerindeki kalabalık vatandaş grubu içinde yer alan faili meçhul sivil kişilerce darbedildiği, faili meçhul bu kişiler hakkında 2015/182 No.lu dosyada ayrı bir soruşturma yürütüldüğüne, bu soruşturmanın derdest olduğuna, başvurucu Fatma Kılıç ve Semiha Ergüven'e ilişkin darp izlerinin ise kolluğun zor kullanma yetkisi kapsamında değerlendirildiğine, kolluğun kalabalık olay mahallinde cinsel saldırıda bulunmasının hayatın olağan akışına uygun düşmediğine, başvurucuların soyut iddiası dışında herhangi bir delil elde edilemediğine vurgu yapılmıştır. Bu karara başvurucular tarafından yapılan itiraz, Mersin Sulh Ceza Hâkimliğinin 2/3/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. 27/3/2015 tarihinde tebliğ edilen ret kararından sonra 27/4/2015 tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımı bulunmamaktadır. Kamu görevlisine direnme suçundan başvurucular hakkında Erdemli Asliye Ceza Mahkemesine açılan kamu davaları bireysel başvurunun yapıldığı tarihten sonra 10/10/2017 tarihli mahkûmiyet kararıyla sona ermiştir. Yaşı küçük başvurucu Büse Gizem Ergüven hakkında ayrıca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Diğer başvurucular hakkında verilen hapis cezaları adli para cezasına çevrilmiş ancak yargılama sürecinde pişmanlık belirtisinin bulunmaması nazara alınarak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucu Fatma Kılıç hakkında hakaret suçundan da ayrıca mahkûmiyet kararı verilmiştir. Fatma Kılıç, tehdit suçundan açılan davadan ise beraat etmiştir. Kararlar itiraz ve istinaf süreçlerinden geçerek kesinleşmiştir. Olay mahallindeki motel işletmecisi O.Y.S. ile kokoreççi Ü. hakkında başvurucular Cansu Gezer ve Büse Gizem Ergüven’i kasten yaralama suçundan açılan kamu davası Erdemli Asliye Ceza Mahkemesince 19/10/2017 tarihinde karara bağlanmıştır. Sanıklar O.Y.S. ve Ü.nün mahkûmiyetine ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Bu kararlar 23/3/2018 tarihinde kesinleşmiştir. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun kasten yaralama, hakaret, zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarının düzenlendiği , ve maddelerine Vedat Şorli ve Bilal Şorli, B. No: 2014/10459, 13/7/2016, §§ 64-67; 17/12/1983 tarihli ve 18254 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan mülga Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) ve maddelerine Vefa Serdar, B. No: 2014/4217, 8/6/2016, § 91; 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ve maddelerine Nesrin Demir ve diğerleri, B. No: 2014/5785, 29/9/2016, §§ 80, 81, aynı Kanun'un maddesine Hüseyin Demir, B. No: 2014/5310, 21/2/2018, § 27 başvurularında yer verilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7457 | Başvuru, yakalama sırasında darbedilme nedeniyle kötü muamele yasağının; hukuka aykırı olarak, nedenleri bildirilmeden yakalamadan dolayı da kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, üçüncü kişilerce gerçekleştirilen yaralama eylemine yönelik ceza yargılaması sonucunda sorumlu kişilerin eylemleriyle orantılı olarak cezalandırılmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen olaylar özetle şöyledir: 1975 doğumlu olan başvurucu, olay tarihinde Muğla'nın Fethiye ilçesinde yaşamakta ve çiftçilik yapmaktadır. Başvurucunun anlatımına göre adına kayıtlı Facebook sosyal medya hesabından bir kısım terör örgütü lehine olduğu öne sürülen paylaşımlar olduğunun duyulmasının ardından 8/9/2015 tarihinde başvurucu yaşadığı mahalle sakinleri tarafından mahalle meydanında alıkonularak tekme ve yumruklarla darbedilmiştir, (olayın detaylı anlatımı için bkz. İbrahim Çay, B. No: 2016/16236, 13/2/2020, §§ 10-14). Başvurucu; kendisini yaralayan kişilerden, olaydan sonra sağlık kontrollerini yapan sağlık görevlilerinden ve olaya müdahale eden kolluk görevlilerinden şikâyetçi olmuştur. Başvurucunun şikâyetiyle ilgili olarak Fethiye Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) ceza soruşturması başlatılmış, şüphelilerin kimlikleri tespit edilerek savunmaları alınmış, başvurucunun olay ile ilgili ayrıntılı şikâyeti tespit edilmiş, kendisini yaralayan kişileri fotoğraflarından teşhis etmesi sağlanmıştır. Başsavcılık, olayın başladığı esnada başvurucunun evinde bulunan yakınlarını tanık olarak dinlemiş ve olayın basına yansıması nedeniyle bazı televizyon kanallarınca kaydedilen görüntü ve resimlere erişmiştir. Başvurucu hakkında düzenlenen sağlık raporları şöyledir:i. Olay günü Fethiye Devlet Hastanesince düzenlenen geçici sağlık raporunda -anlaşıldığı kadarıyla- başvurucunun sol dizinde, her iki ayağında ve yüzünde çarpmaya bağlı yaralanmalar gözlemlendiği, alt dudağı ve çenesinde kesi ile burun kemiğinde kırık tespit edildiği belirtilmiştir. Hayati tehlikesi bulunmayan başvurucunun yaralanmasının basit tıbbi müdahale ile düzelmeyecek düzeyde olduğu açıklanmıştır. ii. Olaydan üç gün sonra 11/9/2015 tarihinde Tarsus Medical Park Hastanesince düzenlenen ikinci geçici raporda; darp nedeniyle kendi imkânları ile acil servise başvuran başvurucunun vücudunda darba bağlı çok sayıda ödem, kızarıklık ve yüzeysel sıyrığın mevcut olduğu, nazal (burun) kemiğinde fraktür (kırık) tespit edildiği ve başvurucunun yaralanmasının basit tıbbi müdahaleyle giderilemeyecek seviyede olduğu ifade edilmiştir. Yapılan soruşturma sonucunda 2/5/2016 tarihinde; kolluk görevlileri, başvurucunun tedavisini yapan doktor ve hemşireler ile başvurucuyu yaraladığı iddia edilen H.T., Sa.U., Se.U., A.Y., A.A., K.Ş., Y.Ş. ve İ.Y. hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Başsavcılığın kovuşturmama kararına karşı yaptığı itirazın reddedilmesi üzerine başvurucu 6/9/2016 tarihinde 2016/16236 numaralı bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun şikâyetleri Anayasa Mahkemesince üç başlık altında incelenmiştir. Başvuru 13/2/2020 tarihinde kabul edilemezlikle sonuçlanmıştır (ayrıntılı bilgi için bkz. İbrahim Çay, §§ 33-64). Buna göre;i. Başvurucunun kolluk görevlilerince fiziksel ve sözlü şiddete maruz kaldığına ilişkin iddiaları savunulabilir bulunmayarak iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması sebebiyle,ii. Kolluk görevlilerinin olaya müsamaha gösterdiği veya olaya geç müdahale ettiği yönündeki koruma (önleme) yükümlülüklerine ilişkin şikâyetler devletin önleme yükümlülüğünün ihlal edilmediği değerlendirilerek açıkça dayanaktan yoksun olması sebebiyle,iii. Başvurucunun olayla ilgili etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddiaları, bir kısım sanık hakkındaki ceza yargılaması sonunda verilen hükümlerin istinaf incelemesi aşamasında olmasından dolayı başvuru yollarının tüketilmemesi sebebiyle kabul edilemez bulunmuştur. Diğer taraftan H.T., A.Y., Ş., Ç.Ş., İ.A., Seb.U. ve Sel.U.nun cebir, tehdit veya hile kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, yaralama, nitelikli olarak konut dokunulmazlığını ihlal etme suçlarını işledikleri isnadıyla haklarında Fethiye Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) dava açılmıştır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda sanıkların eylemlerinin başvurucunun konutu veya eklentilerinde gerçekleşmediği kanaatine varılarak konut dokunulmazlığını ihlal etme suçunu işlemedikleri değerlendirilmiş ve hepsinin bu suç yönünden beraatlerine karar verilmiştir. Buna karşın sanıkların başvurucuyu hürriyetinden yoksun bırakma suçunu işledikleri sonucuna ulaşan Mahkeme, hapis cezasıyla cezalandırılmalarına karar vermiş; suçun birden fazla kişiyle birlikte işlenmesi nedeniyle cezalarında artırım uygulamıştır. Neticede her bir sanık 3 yıl 4 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Cezanın miktarı nedeniyle erteleme veya para cezasına çevirme veyahut hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) uygulanmadığı gerekçeli kararda belirtilmiştir. Bununla birlikte başvurucunun yaralanmasından sorumlu oldukları değerlendirilerek yaralama suçundan da mahkûm edilen sanıkların her birinin 11 ay 20 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Yaralama yönünden eylemler nitelendirilirken olayda sopa kullanıldığına yönelik delil olmaması nedeniyle artırım uygulanmamış ancak başvurucunun burun kemiği kırıldığından sanıkların cezaları bu nedenle artırılmıştır. Yaralama suçu yönünden sanıklar A.Y., Ş. ve Sel.U.ya verilen mahkûmiyet hükümlerinin açıklanması geri bırakılmış, diğer sanıklar H.T., Ç.Ş., İ.A. ve Seb.U.ya daha önce HAGB kararı uygulandığı ancak denetim süresi içinde başvuruya konu suçu işledikleri gözönüne alınarak verilen hapis cezaları 000 TL para cezasına çevrilmiştir. Mahkemenin gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Her ne kadar sanıklar ...hakkında nitelikli olarak konut dokunulmazlığını ihlal etme suçundan TCK'nın 37/1 maddesi delaletiyle 116/4 maddesi gereğince ayrı ayrı cezalandırılmaları istemi ile kamu davası açılmış ise de ... olayın konut ve eklentileri kapsamında gerçekleştirilip gerçekleşmediği hususunda mahallinde keşif yapıldığı, olay tarihinde aynı evde bulunduğu anlaşılan tanık ... da keşif mahallinde dinlendiği, katılanın kaçtığı ve yakalandığı yerin katılanın konut ve eklentilerinin dışında olduğu anlaşıldığından sanıkların üzerine atlı suçun yasal unsurları oluşmadığından CMK 223/2-a maddesi gereğince ayrı ayrı beraatine,Sanıklar her ne kadar üzerlerine atılı suçlamaları kabul etmemiş iseler de sanık [H.nin] herkesin bir yere koşturduğunu görmesi üzerine Jandarma arabası içinde müştekiyi gördüğüne ilişkin ve PKK'lı olduğunu söyleyince bağırdığına ilişkin savunması, sanık [S.nin] Atatürk Büstünde bulunan fotoğrafına ilişkin jandarmalara yardımcı olmak için orada bulunduğuna ilişkin savunması, tanık [Ş.nin] olay günü evde oturduğu esnada bir kaç motor ve arabanın evin önünde durduğunu ve eşinin bunların kendisiyle kavga etmeye geldiğini söylediğini ve eşininseraların içerisine kaçtığına ilişkin ve bir kısmının geri döndüklerinde eşi olan katılanı kastederek 'İboyu öldürdük' şeklindeki beyanları, soruşturma aşamasında 6-7 kişinin geldiğine ilişkin beyanı ile talimat mahkemesince fotoğrafları çekilen sanıklardan [H., İ. ve S.yi] teşhis etmesi, tanık [S.nin] olay günü evde otururken jandarmayı babasının aradığını, 5 dakika sonra orada olacaklarına ilişkinhaberinden sonra 3-4 tane arabanın geldiğini, babasının seralara doğru koşmaya başladığını, bir adamın eve gelip 'babanı bekleme öldü' dediği şeklindeki beyanı ile talimat mahkemesince yapılan fotoğraflı teşhiste sanıklar [H., İ. ve S.yi] teşhis etmiş oluşu, tanık [İ.N.nin] keşifmahallinde alınan ve sanıkların hiçbirinin yüzünü göremediğini ancak 6-7 kişinin geldiğine ilişkin beyanı, katılanın soruşturma aşamasında sanıkları teşhis ettiğine ilişkin tutanak içeriği, sanığın Kumluova Merkezinde darp edildiğine ilişkin ve Atatürk Büstüne çıkarılmış olduğuna ilişkin dosya içerisinde yer alan ve bilirkişi incelemesi yapılan video kayıları ve fotoğraflar birlikte değerlendirildiğinde, sanıkların savunmalarının suçtan ve cezadan kurtulmaya yönelik olduğu, dolayısıyla tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; sanıkların katılanın facebook hesabından yapmış olduğunu iddia ettikleri bir takım paylaşımlar sebebiyle katılanın evinin önüne arabayla geldikleri, katılanın bunu görmesi üzerine evinden kaçtığı, sanıkların katılanı yakalayarak darp ettiği, akabinde getirdikleri araca zorla bindirerek hürriyetinden yoksun bıraktıkları ve Kumluova merkezine Atatürk Büstüne getirdikleri ve burada belli bir süre tutarak hürriyetinden yoksun bıraktıkları anlaşıldığından sanıkların üzerlerine atılı suçlardan ayrı ayrı mahkumiyetine, suçun birden fazla kişi ile birlikte işlendiği anlaşıldığından verilen cezada TCK.nın 109/3-b maddesi gereğince bir kat arttırım yapılmasına, neticeten verilen hapis cezasının miktarı dikkate alınarak TCK'nın 50, 51 ve CMK'nın 231 maddesinin uygulanmasına yer olmadığına, Sanıkların yukarıda anlatldığı haliyle katılanı evinden kaçmasının akabinde alınan 27/09/2018 tarihli kati nitelikteki ATK raporuna göre yaşamsal tehlikeye sokmayacak şekilde, basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek şekilde, yüzde sabit iz bırakmayacak şekilde, işlev ve yitim ya da sürekli zayıflama niteliğinde olmayacak şekilde ve ancak burunda Derecede kırık oluşacak şekilde yaraladıkları sabit görüldüğünden sanıkların katılana yönelik sübuta eren kasten yaralama suçunu işledikleri anlaşıldığından sanıkların ayrı ayrı mahkumiyetine, katılanın aşamalarda alınan tüm beyanlarında sanıların kendisini silahtan sayılan herhangi bir cisim ile yaraladığına ilişkin beyanda bulunmadığı da birlikte değerlendirildiğinde, sanıkların eylemini silahtan sayılan sopa ile gerçekleştirdiklerine kanaat getirilemediğinden sanıklar hakkında TCK'nın 86/3-e maddesinin uygulanmasına yer olmadığına, sanıkların eylemi sonucunda katılanın vücudunda kemik kırığı oluştuğundan sanıklara verilen cezada TCK'nun 87/3 maddesi gereğince kırığın hayat fonksiyonlarına etkisi gözetilerek takdiren 1/6 oranında arttırım yapılmasına, Sanıklar [A.Y., Ş. ve Sel.U.] sabıkasız oluşu, verilen hapis cezasının süresi, dosya kapsamı ve yargılama safahatı, sanıkların duruşmadaki tutum ve davranışları ile kişilik özellikleri nazara alınarak sanıklar hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi halinde yeniden suç işlemeyecekleri hususunda mahkememizce olumlu kanaate varılmakla CMK 231/5 maddesi gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına,Sanıklar [H.T., Ç.Ş., İ.A. ve Seb.U.] hakkında daha önce hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği ancak denetim süresi içerisinde tekrardan kasten bir suç işledikleri anlaşıldığından CMK'nın 231/8 maddesi gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına, sanıklar hakkında hükmolunan kısa süreli hapis cezasının sanıkların sosyal ekonomik durumları, kişilikleri dikkate alınarak TCK' nun 50/1-a maddesi gereğince adli para cezasına çevrilmesine ..." Anılan HAGB kararlarına başvurucunun yaptığı itiraz Fethiye Ağır Ceza Mahkemesinin 14/3/2019 tarihli kararıyla reddedilmiş, ret kararı başvurucuya 20/3/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Sanıklar hakkında konut dokunulmazlığını ihlal suçu yönünden verilen beraat kararları, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma suçu yönünden verilen hapis cezaları ile sanıklar H.T., Ç.Ş., İ.A. ve Seb.U. hakkında verilen para cezaları talep doğrultusunda istinaf incelemesine gönderilmiştir. Başvurucu 18/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru yapıldıktan sonra İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 25/6/2021 tarihli kararıyla istinaf talepleri esastan reddedilmiştir. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ilgili maddeleri şöyledir: “Kasten yaralamaMadde 86- (1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.…”" Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralamaMadde 87- ...(3) (Değişik: 6/12/2006 – 5560/4 md.) Kasten yaralamanın vücutta kemik kırılmasına veya çıkığına neden olması halinde, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, kırık veya çıkığın hayat fonksiyonlarındaki etkisine göre, yarısına kadar artırılır."“Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma”Madde 109- (1) Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.(2) Kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (3) Bu suçun;...b) Birden fazla kişi tarafından birlikte,…İşlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza bir kat artırılır.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “… (5)“Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder. (6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması, c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.…”B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. E.A. [GK], B. No: 2014/19112, 17/5/2018, §§ 30- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/13373 | Başvuru, üçüncü kişilerce gerçekleştirilen yaralama eylemine yönelik ceza yargılaması sonucunda sorumlu kişilerin eylemleriyle orantılı olarak cezalandırılmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı ile sosyal güvenlik hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların 14/6/2010 tarihinde idare mahkemesinde açtıkları davada idari işlemin iptaliyle davanın kabulüne karar verilmiş ve karar Danıştay tarafından bozulmuştur. Davanın yargılaması hâlen devam etmektedir. Başvurucular, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ve idari işlem sebebiyle diğer anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/13936 | Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı ile sosyal güvenlik hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, mahkemece hükmedilen alacağın değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm tarafından 5/12/2017 tarihinde yapılan toplantıda niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucu, inşaat işleri ile iştigal etmek üzere 1970 yılında Ankara'da kurulmuş bir ticaret şirketidir. Başvurucu Şirket ile Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü arasında 9/5/1977 tarihinde "Karacaören Barajı ve Hidroelektrik Santral (HES) Tesisleri" inşaatı için sözleşme imzalanmıştır. Bu sözleşme doğrultusunda başvurucu tarafından 1977 yılında Karacaören Barajı'nın inşaatına başlanmıştır. İnşaatın devamı sırasında 14/3/1980 tarihinde ek bir sözleşme daha akdedilmiş ancak başvurucunun talebi ve idarenin de uygun görmesi üzerine 9/6/1988 tarihinde inşaat işi tasfiye edilerek sonlandırılmıştır. İşin sonlandırılması üzerine idare tarafından yapılan işlerin masrafları için kesin hesap çıkarılmış, başvurucu Şirket ise 24/10/1989 tarihinde bu kesin hesaba itiraz etmiştir.B. Alacak Davası Süreci Başvurucu, tasfiye ile sonuçlanan inşaat yapım işi çerçevesinde yapılan işlerinin hak edişi olarak 500 TL (Eski TL ile 000 TL olup bundan böyle tutarlar yalnızca yeni TL ile gösterilecektir.) tutarındaki alacağın tahsili istemiyle 10/10/1990 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme 27/12/1993 tarihinde davanın kabulüne karar vermiş, Yargıtay ise 18/11/1994 tarihinde hükmün bozulmasına karar vermiştir. Bozma ilamı sonrası başvurucu 16/3/1995 tarihinde 680,47 TL daha alacağıntahsili istemine ilişkin olarak ek bir dava açmış, bu ek dava aynı dava ile birleştirilerek yargılamaya devam olunmuştur. Başvurucu, ek dava dilekçesiyle ayrıca sözleşme kapsamında yararına hükmedilen alacağın DSİ'den geç tahsil edilmesi nedeniyle uğradığı munzam zararın tazminini de talep etmiştir. Ancak Mahkeme 15/12/1998 tarihli duruşmada munzam zararın tazminine ilişkin istem yönünden davanın tefrikine karar vermiştir. Mahkeme 15/12/1998 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar vermiş ancak bu hüküm de Yargıtay tarafından 20/5/1999 tarihinde tazminatın hatalı hesaplandığı gerekçesiyle bozulmuştur. Mahkemenin 12/9/2000 tarihli hükmü de Yargıtayca yine hatalı hesaplama nedeniyle 6/2/2001 tarihinde bozulmuştur. Mahkemenin 5/7/2001 tarihli davanın kısmen kabulüne ilişkin hükmü ise Yargıtay Hukuk Dairesince 27/12/2001 tarihinde usul yönünden bozulmuştur. Nihayet Mahkeme 19/4/2002 tarihinde davanın kısmen kabulü ile daha önce kesinleşmiş bulunan 926,87 TL'nin DSİ'den alınarak başvurucuya verilmesine karar vermiştir. Karar ile bu tutarın 780,82 TL'lik kısmına 9/6/1988 tarihinden itibaren, kalan 056,05 TL'lik kısmına ise dava tarihinden itibaren reeskont faizi işletilmesine hükmedilmiştir. Mahkeme ayrıca, başvurucu yararına 16/3/1995 tarihinden itibaren işletilecek reeskont faizi ile birlikte 936,09 alacağın daha DSİ'den tahsiline ancak miktardan 894,27 TL KDV (katma değer vergisi) düşülmesine karar vermiştir. Bu karar davalı idare tarafından temyiz edilmiş, Dairenin 6/6/2002 tarihli ilamıyla hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir. Daire, bozma dışında kalan miktara ilişkin karar verilirken asıl dava ile birleşen davadaki miktarların ayrılmadan karar verilmesinin doğru olmadığını belirtmiştir. Daire, bu gerekçeyle hüküm fıkrasındaki rakamları çıkararak hükmü düzeltmiştir. Buna göre asıl davada 486,69 TL'nin dava tarihi olan 10/10/1990 tarihinden itibaren değişen oranlı reeskont faizi, birleşen davada ise 440,18 TL'nin 870,82 TL'lik bölümüne 9/6/1988 tarihinden, 569,36 TL'lik bölümüne ise birleşen dava tarihi olan 16/3/1995 tarihinden itibaren değişen oranlı reeskont faizi uygulanmak suretiyle davalı idareden alınarak başvurucuya verilmesine karar verilmiştir. Başvurucuya Mahkeme ilamı doğrultusunda 23/9/2002 tarihinde 968,69 TL asıl alacak ve 027,70 TL faiz olmak üzere toplam 996,39 TL tutarında ödeme yapılmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Başvuru Süreci Başvurucu 4/12/2002 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, açmış olduğu alacak davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca, uzayan hukuki süreç sonunda sözleşmedeki tutarın ödenmesinin geciktiğini ve bu tutarın düşük bir faiz oranıyla ödenmesi nedeniyle mali yönden kayba uğradığını belirterek mülkiyet hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür. AİHM, 7/10/2008 tarihinde mülkiyet hakkının ihlali iddiası yönünden iç hukuk yollarının tüketilmemesi nedeniyle başvurunun kısmi olarak kabul edilemez olduğuna karar vermiştir (Naci Balkar (Baltutan) ve Ano İnşaat ve Ticaret Ltd. Şti./Türkiye (k.k.), B. No: 9522/03, 7/10/2008). AİHM kararında, ilke olarak alacağın geç ödenmesinden kaynaklanan zararın enflasyon oranı ile müsavi faiz ödenerek telafi edilebileceği belirtilmiştir. Buna karşın AİHM, başvurucunun gecikme dolayısıyla ödenen faizi aşan zararlarının 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun maddesinde öngörülen iç hukuk yolunu kullanabileceğine dikkat çekmiştir. Aynı kararda AİHM, başvurucunun makul sürede yargılanma hakkına ilişkin şikâyetinin incelenmesini ise sonraya bırakmıştır. AİHM, 6/10/2009 tarihinde ise başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Baltutan ve Ano İnşaat ve Ticaret Ltd. Şti./Türkiye, B. No: 9522/03, 6/10/2009). Başvuruya Konu Munzam Zararın Tazmini Davası Süreci Başvurucunun sözleşme kapsamında yararına hükmedilen alacağının DSİ'den geç tahsil edilmesi nedeniyle uğradığı munzam zararın tazmini istemiyle 16/3/1995 tarihinde açtığı dava 15/12/1998 tarihinde tefrik edilerek aynı Mahkemede yargılamaya devam olunmuştur. Başvurucu, tefrik edilen bu davada munzam zarar tazminatı olarak 500 TL'ninreeskont faiziyle birlikte davalı idareden tahsilini talep etmiştir. Başvurucu, bu yargılama devam ederken 17/2/2005 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde yine munzam zarara dayalı tazminat istemine ilişkin DSİ aleyhine bir dava daha açmıştır. Bu dava, aralarındaki bağlantı nedeniyle Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen dava ile birleştirilmiştir. Başvurucu, birleştirilen bu davada ise toplam 000 TL tutarında tazminat talebinde bulunmuştur. Mahkeme; hukukçu, mali müşavir ve inşaat alanlarında uzman üç kişiden oluşturulan Bilirkişi Kurulundan 1/12/2004 tarihinde rapor almıştır. Bilirkişi Kurulu raporunda, tüketici fiyatlarına göre alacağın geç ödenmesi nedeniyle başvurucunun uğradığı zarar ve kur, mevduat faizleri ile tüketici fiyatları ortalamasına göre uğradığı zarar ayrı ayrı gösterilmiştir. Rapora göre enflasyon oranlarına göre başvurucunun zararı 069 TL olup başvurucunun ortalama munzam zararı ise 638 TL'dir. Raporda ayrıca değişik ölçütlere göre munzam zarar hesabı da yapılmıştır. Bu doğrultuda taraflar arasındaki ek sözleşmelere göre, alacağın zamanında tahsil edilememesi nedeniyle faal olunmamasına ve başvurucunun bu süreçte taşınır ve taşınmaz mallarını satmış olmasına göre ayrı ayrı hesaplamalar yapılmıştır. Mahkeme 20/4/2005 tarihinde asıl davanın kabulü ile 500 TL'nin işin tasfiye tarihi olan 9/6/1988 tarihine kadar yasal faiziyle birlikte davalı idareden alınarak başvurucuya verilmesine karar vermiştir. Mahkeme, birleşen davanın ise zamanaşımı nedeniyle reddine karar vermiştir. Dairenin 21/6/2007 tarihli ilamıyla hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma ilamında, munzam zararın ancak asıl alacağın faiziyle birlikte ödendiğinin 22/9/2002 tarihinde tespit edilebileceği belirtilerek eser sözleşmelerindeki beş yıllık zamanaşımı süresine göre davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesinin doğru olmadığı belirtilmiştir. Daire ayrıca 818 sayılı mülga Kanun'un maddesine göre, alacaklının uğradığı zararın geçmiş günler faizinden fazla olduğu takdirde borçlunun -kendisine bir kusur yüklenmedikçe- zararı karşılamakla yükümlü olduğunu belirtmiştir. Daireye göre somut olayda çözümlenmesi gereken sorun, başvurucunun tahsil ettiği temerrüt faizini aşan bir zararının oluşup oluşmadığıdır. Daire, başvurucu Şirketin munzam zararı somut delillerle ispat etmesi gerektiğini kabul etmiştir. Daire; buna örnek olarak başvurucunun alacağını tahsil edememekten ötürü yüksek faizle borç para aldığını, alacaklı olduğu parayı zamanında alsaydı yabancı para ile ödemek zorunda olduğu borcunu geçen süre içinde gerçekleşen bu fark nedeniyle daha yüksek kurdan ödemek zorunda kaldığını, illiyet bağını da içerecek şekilde kanıtlamak durumunda olduğunu bozma ilamında belirtmiştir. Daire, somut olay bakımından ise bu ilkelere dayalı bir inceleme yapılmadığını kabul etmiş ve yeni bir bilirkişi incelemesi yapılarak başvurucunun varsa munzam zararın tespit edilmesi için hükmü bozmuştur. Mahkeme, bozma ilamına uymuş ve yeni bir bilirkişi raporu almıştır. 16/7/2010 tarihli bilirkişi raporunda özetle;i. Munzam zarar miktarının bozma ilamı doğrultusunda hesaplanması gerektiği belirtilmiştir. Buna göre ise idare ile yapılan işle illiyet bağı kanıtlanmak kaydıyla sadece başvurucu aleyhine yapılan icra takipleri nedeniyle ödemek zorunda kalınan faiz ve sair giderleri ile birlikte üçüncü kişilerden alınan daha yüksek faizle borç para alınması sonucu ödenen fazla faiz veya zarar miktarın munzam zarar olarak talep edilebileceği vurgulanmıştır.ii. Başvurucu tarafından munzam zararın hesaplanmasına esas olacak şekilde sunulan listelerde yer alan icra takiplerine ilişkin dosyaların kâğıt fabrikasına gönderildiği, dosya asılları veya örneklerinin temininin ise mümkün olmadığı tespitine yer verilmiştir.iii. Dolayısıyla başvurucu Şirketin maruz kaldığı icra takipleri sebebiyle ödediği faiz ve icra giderlerinin toplam tutarının icra takip dosyaları ibraz edilmediğinden ve dava dosyası ile eklerinde davacı Şirket tarafından icra dairelerine yapılan ödemelerle ilgili belgeler de bulunmadığından hesaplama yapılamadığı ifade edilmiştir. iv. Bilirkişi Kurulu sonuç olarak ise Yargıtay bozma ilamında öngörülen inceleme yöntemine göre başvurucuların munzam zararlarının bulunmadığı kanaatini bildirmiştir.v. İtiraz üzerine alınan ek raporda ise başvurucunun idareyle yaptığı işle bağlantılı olarak üçüncü şahıslara 9/6/1988 tarihinden sonra ödediği 379,11 TL tutarındaki faiz dışında somut delillere dayalı bir munzam zararı olduğunu kanıtlayamadığı belirtilmiştir. Bilirkişi raporunu hükme esas alan Mahkeme 28/12/2011 tarihinde asıl ve birleşen davaların reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "...Dava, munzam zarara ilişkin olup, uyulan bozma ilamında belirtildiği üzere davacının yaptığı baraj inşaatının tasfiyesine ilişkin olarak düzenlenen 1988 tarihli tutanakta tasfiye nedeniyle davacı şirkete masraf ve hiç bir tazminat ödenmeyeceğinin ifade edilmiş olmasına göre 8/505 sayılı kararname hükümleri doğrultusunda munzam zarar hesap ve talebinin mümkün bulunmadığı anlaşılmakla birlikte davacının alınan bilirkişi raporlarına göre kendi hükmi şahsiyeti nedeniyle davacı şirket aleyhine yapılan icra takipleri nedeniyle davacı şirketin defterlerinin ve temlikleri ile takip dosyalarına göre davacı şirketin aynı iş döneminde yüklendiği diğer işlerinin akıbeti de araştırılarak uğradığı zarara etkisinin bulunup bulunmadığı yönünde alınan bilirkişi raporlarına göre davacının yaptığı iş nedeniyle davacıya ödenen temerrüt faizlerinden fazla munzam zararının ispatlanmadığı anlaşılmakla, alınan rapor ve ek raporların kapsamına göre de davacıya ödenen faizlerden fazla munzam zarar hesaplanmasına esas alınabilecek faizin yani zararın tespit edilememesine nazaran mahkememizin 1999/22 Esas sayılı dosyasında evvelce hükmedilen 500 TL'lik munzam zararında bulunmadığı sonucuna varıldığından esas davanın ve birleşen dosyadaki munzam zarara dair kalemleri ihtiva eden davanın reddine karar vermenin doğru olacağı sonuç ve kanısına varılmış[tır]... " Temyiz edilen hüküm, Dairenin 25/12/2012 tarihli ilamıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 26/12/2013 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 27/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat Hükümleri 818 sayılı mülga Kanun’un "Munzam zarar" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Alacaklının düçar olduğu zarar geçmiş günler faizinden fazla olduğu surette borçlu kendisine hiç bir kusur isnat edilemiyeceğini ispat etmedikçe bu zararı dahi tazmin ile mükelleftir.Bu munzam zarar derhal takdir olunabilirse hakim, esasa dair karar verir iken bu zararın miktarınıdahi tayin edebilir.” Bu Kanun'u ilga eden 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun "Aşkın zarar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür.Temerrüt faizini aşan zarar miktarı görülmekte olan davada belirlenebiliyorsa, davacının istemi üzerine hâkim, esas hakkında karar verirken bu zararın miktarına da hükmeder." 4/12/1984 tarihli ve 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun'un "Temerrüt faizi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(Değişik : 15/12/1999 - 4489/2 md.) Bir miktar paranın ödenmesinde temerrüde düşen borçlu, sözleşme ile aksi kararlaştırılmadıkça, geçmiş günler için 1 inci maddede belirlenen orana göre temerrüt faizi ödemeye mecburdur.Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının önceki yılın 31 Aralık günü kısa vadeli avanslar için uyguladığı faiz oranı, yukarıda açıklanan miktardan fazla ise, arada sözleşme olmasa bile ticari işlerde temerrüt faizi bu oran üzerinden istenebilir. Söz konusu avans faiz oranı, 30 Haziran günü önceki yılın 31 Aralık günü uygulanan avans faiz oranından beş puan veya daha çok farklı ise yılın ikinci yarısında bu oran geçerli olur.Temerrüt faizi miktarının sözleşmede kararlaştırılmamış olduğu hallerde, akdi faiz miktarı yukarıdaki fıkralarda öngörülen miktarın üstünde ise, temerrüt faizi, akdi faiz miktarından az olamaz." Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/5/2016 tarihli ve E.2016/1049, K.2016/2737 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Munzam zarar nedeniyle alacak istemine ilişkin olarak; dava tarihine göre uygulanması gereken mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu maddesinde munzam zarar düzenlenmiştir. (Maddenin 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'ndaki karşılığı maddedir.) Anılan (6098 sayılı TBK 122)madde uyarınca alacaklının uğradığı zarar geçmiş günler faizinden fazla olduğu takdirde borçlu kendisine hiçbir kusur yüklenemeyeceğini kanıtlamadıkça bu zararı ödemekle mükelleftir.Yasa koyucu para borcunun geç ödenmesi halinde bir zararın mevcut olduğunu kural olarak benimsemiştir. Bu zararın karşılanması iki bölümde düşünülmüştür. Birinci bölüm kanıtlanmadan ödenmesi talep edilecek zarar miktarıdır ki bu temerrüt faizidir. Diğer bir deyişle temerrüt faizi miktarınca alacaklının zarara uğradığı yasal bir karine olarak kabul edilmiştir. Bunun dışında davacının herhangi bir karineden istifade etmek olanağı yasal olarak mevcut değildir. Dava konusu somut olaydaki çözümlenmesi gereken hukuki sorun; temerrüt faizini aşan bir zararın mevcut olup olmadığıdır. Yüksek enflasyon, dolar kurundaki artış, serbest piyasadaki faiz oranlarının yüksek oluşu davacıyı ispat yükünden kurtarmaz. Zira; davacı para alacağını zamanında alması halinde ne şekilde kullanacağını kanıtlaması gerekir. Ayrıca alacaklı, uğradığı zararın kendisine ödenen temerrüt faizinden fazlaolduğunuispatetmekzorundadır.Soyutenflasyonun ya da bankalarda mevduat için ödenen faizin temerrüt faizinden yüksek oranda olması, munzam zararın gerçekleştiği ve kanıtlandığı anlamına gelmez. Burada davacının kanıtlaması gereken husus enflasyon ve mevduat faizinin yüksekliği gibi genel olgular değil, kendisinin şahsen ve somut olarak geç ödemeden dolayı zarar gördüğü keyfiyetidir. Örneğin alacağını zamanında tahsil edememekten ötürü, başkasına olan borcunu ödemek için daha yüksek oranda faizle borç aldığını, alacaklı olduğu parayı zamanında alsa idi yabancı para ile ödemek durumunda olduğu borcunu, geçen süre içinde gerçekleşen bu fark sebebiyle daha yüksek kurdan ödemek zorunda kaldığını kanıtlamak durumundadır. Ülkede yaşanan ekonomik kriz nedeniyle paranın döviz karşısında hızlı değer kaybı, yüksek enflasyon gibi genel afaki ve doğrudan davacının zararını ifade etmeyen umumi ekonomik konjonktürel olgular BK'nın (TBK. ) maddesinde sözü edilen munzam zararın varlığını göstermez...." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 31/10/2007 tarihli ve E.2007/11-668, K.2007/798 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Davamızın konusu olan munzam zarar ise, Borçlar Kanunu’nun maddesinde düzenlenmiştir. Anılan madde hükmüne göre alacaklı, geç ödeme sebebiyle az yukarıda açıklanan geçmiş günler için öngörülen faizle karşılanamayacak bir zarara uğramış ise, borçlu geç ödemeden dolayı kendisinin hiçbir kusurunun bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı karşılamak zorundadır. O halde, Borçlar Kanunu’nun maddesinde öngörülen faizi aşan zararın ödenebilmesi için, uğranılan zararın varlığı ile miktarının kanıtlanması gerekir. Bu zarar kanıtlandığı takdirde borçlu, ancak kendisinin geç ödemeden dolayı hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmesi halinde bu zararın ödenmesi yükümlülüğünden kurtulabilir. Bu konuda kanıtlanması gereken, muayyen paranın gününde ödenmemesinden doğan zarardır. Diğer bir deyimle alacaklı davacı, fiilen uğradığı zararın ne olduğunu ve miktarını kanıtlamak durumundadır. Doğaldır ki bu zarar, paranın zamanında ödenmemesinden dolayı mahrum kalınan “muhtemel kâr” yada “farz edilen gelir” değildir. Bu zarar, davacının öz varlığından, ekonomik ve sosyal faaliyetlerinden, toplum içerisindeki statüsünden, başına gelen olaylardan kaynaklanan, somut olgular nedeniyle uğramış olduğu fiili zarardır. Hal böyle olunca, iddia olunan zararı doğuran somut vakıanın ve bu nedenle uğranılan zararın kanıtlanması gerektiği, duraksama yaratmayacak kadar açık bir olgudur. Hemen ifade etmek gerekir ki, faiz oranları Borçlar Kanunu ve 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun ile düzenlenmiştir. Yasa koyucu, bir para borcunun gününde ödenmemesinden dolayı alacaklının zarara uğrayacağını kabul edip, bu zararın, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik konjonktürü dikkate alarak belli bir oranda olacağını benimsemiştir. Nitekim, Borçlar Kanunu’nun maddesine göre temerrüt faizi oranı % 5 iken, 1984 gün ve 3095 sayılı Yasa ile bu oranın %30’a çıkarılması ve yine 3095 sayılı Yasa’da 1999 gün ve 4489 sayılı Yasa ile yapılan değişiklik sonucu Merkez Bankasının kısa vadeli kredi işlemlerinde uyguladığı reeskont faiz oranı esas alınarak, değişen faiz oranlarının benimsenmesi bunun kanıtıdır. Bu noktada, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik olumsuzluklar (enflasyon, yüksek faiz, para değerindeki devamlı düşüş) dikkate alınarak, yasa hükmüyle geçmiş günler faizine ilişkin düzenleme yapılmış iken, aynı olguların, Borçlar Kanunu’nun maddesinde öngörülen munzam zararın bilinen kanıtları olarak gösterilip, bunların doğurduğu olumsuzluklar, gerçek zarar olarak gösterilemez.Aksinin kabulü halinde yasa koyucunun bu olumsuzlukların karşılığına dair saptamasının hiçbir anlamı kalmayacağı açıktır.Yasa koyucu tüm bu ekonomik olumsuzlukları değerlendirip, bunların tevlid edeceği zarar dolayısıyla tazminat oranını Anayasa’dan aldığı yasa yapma yetkisine dayanarak belirlemiş iken, zımnen bu takdirin yerinde olmadığı ileri sürülüp, aynı ekonomik göstergelere dayanılarak tazmin edilecek zararın geçmiş günler faizinden fazla olduğu kabul edilemez.Yetkili mercii kararını vermiş, yasayla hükmünü vaz etmiştir. Uğranılan zarar, yetkili merciin belirlediğinden fazla ve bu nedenle maddeye dayanılarak munzam zarar istenecek ise, artık o merciin, zararın oranını belirlemek için kullandığı, dikkate aldığı, değerlendirdiği ölçülere ve bunların 'maruf ve meşhur' oldukları olgusuna değil, davaya özgü, somut vakıalara dayanılması gerekir. Bunlar da, elverişli ve geçerli delillerle kanıtlanmalıdır. Burada, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinin yarattığı istisna uygulanamaz. Zira kanıtlanacak olgular anılan maddede sözü edilen “maruf ve meşhur” olan enflasyon, para değerindeki düşüş yada mevduat faiz oranları değil, az yukarıda açıklandığı gibi geç ödeme ile davacının maruz kaldığı zararı tevlid eden vakıalar ve bu vakıalar nedeniyle uğranılan fiili zarardır. Örneğin, alacağını gününde alamayan alacaklının, aynı gün vadesi gelmiş bir borcunu ödemek için, borçlunun ödediği geçmiş günler faizi yerine bunun üzerindeki bir faizle borçlanması, yada alacaklısına daha yüksek oranda faiz ödemek durumunda kalması; dövizle ödemeyi kabul ettiği borcu için, alacağını gününde tahsil edememesi nedeniyle sonraki günlerde daha yüksek kurdan döviz satın almak zorunda kalması gibi maddi olgularla kanıtlanan zarar söz konusudur. Denilebilir ki, Borçlar Kanun’un maddesinde öngörülen munzam zararın, Borçlar Kanunu’nun maddesi ve 3095 sayılı Kanun ile saptanan faiz oranının dayanağı olan ekonomik olumsuzluklara dayandırılması ve herkesçe bilinenin kanıtlanmasına gerek olmadığı sonucuna varılması mümkün değildir.Bu itibarla Borçlar Kanunu’nun maddesinde karşılanması öngörülen faizi aşan zararın, genel ekonomik olumsuzlukların (ülkede cari enflasyon oranı, yüksek ve değişken döviz kurları, mevduat faizleri) dışında, davacının durumuna özgü, somut vakıalarla ispatlanması gerekir.Zararın varlığı ileri sürülerek somut olgular ile kanıtlandıktan sonra, zararın miktarının belirlenmesinde, yukarıda açıklandığı gibi, zamanında ödeme yapılmadığı için alınmak zorunda kalınan borca ödenen yüksek faiz oranının, mal varlığında meydana gelen azalmanın veya dövize ödenen yüksek kurun ve ülkede cari diğer ekonomik göstergelerin dikkate alınacağı tabiidir.Görülmekte olan davada az yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde, somut vakıalara dayanılarak bir zararın gerçekleştiği ileri sürülüp, kanıtlanmadığından, Borçlar Kanunu’nun maddesi gereğince tazminata hükmedilemeyeceği kuşkusuzdur." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13/6/2012 tarihli ve E.2011/18-730, K.2012/373 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Öncelikle, munzam zararın hukuki tanımı ve kapsamı üzerinde durulmasında yarar vardır. Munzam zarar, borçlu temerrüde düşmeden borcunu ödemiş olsaydı, alacaklının malvarlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucunda ortaya çıkan ve oluşan durum arasındaki farktır. Diğer bir anlatımla, temerrüt faizini aşan ve kusur sorumluluğu kurallarına bağlı bir zarar şeklinde tanımlanabilir. BK'nun maddesi, kaynağı ne olursa olsun, temerrüt faiz yürütülebilir nitelikte olmak koşuluyla bütün para borçlarında uygulanma olanağına sahiptir. Borcun dayanağı haksız fiil, sözleşme, nedensiz zenginleşme, kanun, vekaletsiz iş görme olabilir.Bu bağlamda belirtilmelidir ki, munzam zarar borcunun hukuki sebebi, asıl alacağın temerrüde uğraması ile oluşan hukuka aykırılıktır.O nedenle, borçlunun munzam zararı tazmin yükümlülüğü (BK.md.105), asıl borç ve temerrüt faizi yükümlülüğünden tamamen farklı temerrüt ile oluşmaya başlayan asıl borcun ifasına kadar geçen zaman içinde artarak devam eden, asıl borçtan tamamen bağımsız yeni bir borçtur. Munzam zarar, bu hukuki niteliği ve karakteri itibariyle, asıl alacak ve faizleri yönünden icra takibinde bulunulması veya dava açılmasıyla sona ermeyeceği gibi, icra takibi veya dava açılması sırasında asıl alacak ve temerrüt faizi yanında talep edilmemiş olması halinde dahi takip veya davanın konusuna dahil bir borç olarak da kabul edilemez. Hal böyle olunca, asıl alacağın faizi ile birlikte tahsiline yönelik icra takibinde veya davada munzam zarar hakkının saklı tutulduğunu gösteren bir ihtirazi kayıt dermeyanına da gerek bulunmamaktadır. Ayrı bir dava ile zamanaşımı süresi içinde her zaman istenmesi mümkündür.Munzam zarar sorumluluğu, kusur sorumluluğuna dayanmakta olup, buradaki kusur borçlunun temerrüde düşmekteki kusurudur. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;Davacıların kayden malik oldukları .... taşınmazın davalı idare tarafından 1977 tarihinde kamulaştırıldığı; komisyonca takdir edilen 439-TL kamulaştırma bedelinin noter tebligatında bankaya bloke edileceğinin bildirildiği; anılan bedelin ödenmemesi üzerine davacılar vekili, ... parsel sayılı taşınmazın kamulaştırma bedelinin müvekkillerine ödenmesi için davalı idareye ihtarname gönderdiği, anılan ihtarnamenin idareye 1981 tarihinde tebliğ edildiği; 1981 tarihinde tebliğ edilen ihtarnameye rağmen kamulaştırma bedeli ödenmediğinden davacılar tarafından davalı idare aleyhine 1990 tarihinde açılan ve ... Mahkemesinin ... tarih ve ... sayılı kesinleşen hükmü ile de '....bankaya yatırılmış ihtilafsız bedel olan 439 TL'nin davalıya çekilen ihtarnamenin tebliğ tarihi olan 1981 tarihinden itibaren 1984 tarihine kadar % 5, 1984 tarihinden 1997 tarihine kadar % 30, 1998 tarihinden itibaren % 50 yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsili ile davacılara hisseleri nisbetinde ödenmesine, fazla talebin reddine....' karar verildiği; halen de kamulaştırma bedelinin davacılara ödenmediği, dosya kapsamından anlaşılmaktadır.Ayrıca dosyada bulunan 2009 tarihli bilirkişi kurulu raporunda ise, dava tarihi (2004) itibariyle kamulaştırma bedelinin 5,88 TL olduğu,belirtilen bu kamulaştırma bedelinin 1981ila 2004 dava tarihi arasında işleyen yasal faiz tutarının ise, 44,95 TL olduğu bildirilmiştir.Nihayet .... Bankası'nın 1992 tarihli cevabında 837 parsele ait kamulaştırma bedelinin (439-TL) 1979 tarihinde bankalarına yattığını ancak henüz mal sahipleri olan....a ödeme yapılmadığı bildirilmiştir.Şu durum karşısında, alacaklının davasında dayandığı maddi olgulara uygulanması zorunlu görülen HUMK. md. 238/2 ve Medeni Kanun md.7 anlamında belirlenen delillerle alacaklı zararının kanıtlandığına ilişkin karinenin vücut bulduğu ve böylece davacının zararını isbat yükünü yerine getirdiğini kabul etmek gerekir. Bu aşamadan sonra sorumluluktan kurtulmak isteyen borçlunun; somut olayın özellikleri nedeni ile ya alacaklının bir zarara uğramadığını, ya da borcunu zamanında ifa etmiş olsa idi dahi alacaklının borç konusu miktarı değeri düşmeyecek bir biçimde değerlendiremeyeceğini ispat etmesi gündeme gelebilir.Bunların yanında, 1898 tarih ve K:3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı'nda 'para her zaman kullanılması mümkün ve temettü getiren bir meta olduğundan geç ödenmesi halinde zararın vücudu muhakkaktır' şeklindeki kararı da gözetmek gerekmektedir. Somut olay itibariyle, davacıların kamulaştırılan taşınmazlarının bedelini aradan geçen uzun süreye rağmen henüz tahsil etmemiş bulunmaları, bu bedelin dava tarihindeki satın alma gücü dikkate alındığında, zararlarını kanıtlamış olduklarının kabulü gerekir. Belirtilen bu gerekçeyle yerel mahkemenin direnmesi yerindedir...." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 7/2/2007 tarihli ve E.2007/11-55, K.2007/53 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava, BK.'nun 105/ maddesi hükmüne dayanılarak açılan alacağın geç tahsil edilmesi nedeniyle geçmiş günler faizi ile karşılanmadığı iddia edilen munzam zararın tahsili istemine ilişkindir.Mahkemece, munzam zararın oluşumunun somutlaştırılmadığı gibi zararın varlığı ve niceliğinin kanıtlanamadığı sonucuna varılarak davanın reddine karar verilmiştir.BK.'nun 105/ maddesi hükmünce alacaklının uğradığı zarar geçmiş günler faizinden fazla ise, borçlu kusursuzluğunu ispat etmedikçe bu zararı tazminle yükümlüdür. Asıl borçtan bağımsız olan bu zararın BK. 'nun maddesinde düzenlenen (10) yıllık zamanaşımı süresi içerisinde borçludan istenilmesi mümkündür. Davacının davalı aleyhine daha önce açtığı dava sonunda, davacıya ait hisse senetlerinin talimatı dışında satılmasından dolayı bunların 1994 tarihindeki toplam piyasa değeri (000) TL'nin 1994 tarihinden itibaren reeskont faiziyle davalıdan tahsiline karar verilmiş, kararın kesinleşmesinin ardından davadan yaklaşık (9) yıl sonra ilama bağlı alacak 2003 tarihinde (000) TL. olarak tahsil edilmiştir.Dava dilekçesinde, işadamı olan davacının alacağına zamanında kavuşması halinde en güvenceli yatırım aracı olan Devlet İç Borçlanma Senetleri (DİBS) 'nde değerlendireceğini, Devlet İç Borçlanma Senedi 'ne uygulanan en yüksek faizli getiri ile tahsilen edilen miktar arasındaki farkın munzam zarar oluşturduğundan söz edilerek talepte bulunmuştur.Asıl alacak davasında davacı talebini paraya dönüştürmüş, hisse senetlerinin değerinin faiziyle tahsilini istemiştir. O dava sonunda da, davacıya ait hisse senetlerinin aynen teslimine değil, yetkisiz satış tarihindeki değerinin faiziyle birlikte tahsiline karar verilmiştir.Davacı, ilk davada alacağını para olarak somutlaştırdığına göre, davalı borçlunun temerrüde düştüğü tarihten ödemenin yapıldığı güne kadar geçen süre içerisinde, her yıl itibari ile gerçekleşen yıllık enflasyon artış oranı, bu oranın eşya fiyatlarına yansıma durumu, mevduat ve devlet tahvillerine verilen faiz oranları, TL. karşısında döviz kurlarına ilişkin değişiklik tabloları araştırılıp saptanmak, bu alanda uzman bilirkişi görüşünden de yararlanılarak değinilen zaman dilimi içerisindeki para değerinin düşmesi, alım gücünün azalması nedeniyle davacının uğradığı zararın açıklanan ölçütlere göre hesaplanacak unsurlar toplanıp ortalamaları bulunduktan sonra ortaya çıkacak rakamın Devlet İç Borçlanma Senedi'ne göre önceden bilirkişilerce hesaplanan miktardan az çıkması halinde o meblağın, aksi taktirde davacının ıslahla belirginleştirdiği meblağ temel veri alınarak alacağın tazminat niteliğinde olduğu ve bu zararın oluşumunda ülkenin sosyo-ekonomik realitesinin etkili olması nedeniyle bütün kişi ve kuruluşların etkilenmesinin kaçınılmaz olduğu gözetilerek gerek duyulduğunda BK. 'nun maddesi çerçevesinde değerlendirme yapıldıktan sonra davacının munzam zararının hüküm altına alınması gerekirken, tacir olan davacının alacağına zamanında kavuşması halinde yatırım veya başkaca nema getirici alanda değerlendireceği yolundaki hayatın olağan akışına özgü olgular ve davalının kusursuzluğunu ispat edemediği gözden kaçırılarak davanın reddi doğru olmamıştır...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir....Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire Bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. ..."B. Uluslararası Hukuk AİHM, istikrarlı olarak kamu makamlarınca yapılacak ödemelerin gecikmesini faiz ödemeleriyle ilişkilendirmektedir. AİHM'in çeşitli kararlarında, makul olmayan bir gecikme nedeniyle tazminatın değer kaybettiği durumlarda bu tazminatın yeterli olamayacağı belirtilmiştir (Angelov/Bulgaristan, B. No: 44076/98, 22/4/2004, § 39). Nitekim böyle başvurularda AİHM, esas itibarıyla kamu makamlarının geçen süre nedeniyle ödenmesi gereken tutardaki değer kayıplarını telafi etmek için gecikme faizi ödeyip ödemediğini dikkate almaktadır. Kısacası AİHM; mülkiyet hakkı kapsamında faiz ödemesini, esasen devletin borçlu olduğu tutar ile alacaklı tarafından nihai olarak alınan tutar arasındaki enflasyon nedeniyle oluşan değer kayıplarını giderme yükümlülüğüyle ilişkilendirmektedir (Akkuş/Türkiye, B. No: 19263/92, 9/7/1997, § 29). Devlet tarafından ödenecek bir bedelin enflasyon karşısındaki değer kayıplarında AİHM, ikili bir ayrıma gitmekte; mahkemelerce belirlenmiş bir para alacağının ödenmemesi hâlinde daha katı bir tutum sergileyerek %5'e kadar değer kayıplarını hesaplama faktörlerindeki değişkenlerle ilgili kabul etmektedir (Arabacı/Türkiye (k.k.), B. No: 65714/01, 7/3/2002). Çünkü ödemelerin geç yapılması, mahkeme kararlarının icra edilmesi ile ilgili bir sorun olarak görülmektedir. Mahkemelerde geçen yargılama süresindeki enflasyon nedeniyle kamulaştırma bedelinin değer kaybı yönünden ise meydana gelen farkın tazminatın belirlenmesi yönteminden kaynaklandığı ve bu konuda kamusal makamların belirli bir takdir yetkisinin olduğu da gözetilip bu farkın başvurucular açısından aşırı bir yük getirip getirmediği incelenerek karar verilmektedir (Aka/Türkiye, B. No: 19639/92, 23/9/1998, §§ 41-51; Güleç ve Armut/Türkiye (k.k.), B. No: 25969/09, 16/11/2010). AİHM'in Eko-Elda Avee/Yunanistan (B. No: 10162/02, 09/03/2006, §§ 23-31) kararında; haksız olarak tahsil edilen verginin 5 yıl 5 ay sonra faizsiz olarak iade edilmesi, belli bir meblağdan yararlanma hakkı uzun süre engellenen başvurucunun mali durumunda önemli bir zarara yol açması nedeniyle ölçülü görülmemiş ve mülkiyet hakkının ihlaline karar verilmiştir. Yine benzer şekilde Sefine Baş/Türkiye (B. No: 49548/99, 24/06/2008, §§ 58-64) kararında da tazminatın değer kaybına uğratılarak ödendiğine ilişkin şikâyet incelenmiştir. Başvuruya konu olayda, idare mahkemesince başvurucunun 15/9/2003 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere dul aylığına hak kazandığı kabul edilmiştir. AİHM öncelikle, idare mahkemesinin kararının talep edilebilir bir “alacak” oluşturduğu ve bu nedenle başvurucunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi anlamında mülkiyet oluşturan bir hakkının mevcut olduğunu belirtmiştir. Mahkeme ayrıca, Emekli Sandığına başvurduğu tarihten itibaren geçerli olacak şekilde geriye dönük olarak bu hakkın başvurucuya tanındığını vurgulamıştır. Bununla birlikte AİHM, başvurucuya salt bu hakkın tanınmış olmasının başvurucunun mağdur sıfatını ortadan kaldırmadığını kabul etmiştir. AİHM'e göre, mağdur sıfatının ortadan kalkması için ileri sürülen ihlalin hem zamanı hem de mağdurun bu hakkı kullanamadığı süre gözönüne alınarak telafi yoluna gidilmesi gerekmektedir. Mahkeme bu çerçevede başvurucunun banka hesabına yatırılan paranın yargılamada geçen süre içinde uğradığı maddi kaybın sonuçlarını gidermeye yetmediğini belirtmiştir. AİHM, geçen sürenin yalnızca devlete yarar sağladığını ve ilgili dönemde Türkiye'de paranın hızla değer kaybettiğini gözönüne alarak başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Ayrıca AİHM; Kat İnşaat Ticaret Kollektif Şirketi-İsmet Kamış ve Ortakları/Türkiye ((k.k.), B. No: 74495/01, 31/1/2006) kararında, ilke olarak alacağın geç ödenmesinden doğan bir zararın varlığının ileri sürüldüğü durumlarda enflasyon oranı esas alınarak faiz ödenmesi suretiyle zararın giderilebileceğini kabul etmiştir. Aynı ilkeye, benzer şekilde ve bu karara atıfla daha önce değinilen Naci Balkar (Baltutan) ve Ano İnşaat ve Ticaret Ltd. Şti./Türkiye kararında da yer verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2267 | Başvuru, mahkemece hükmedilen alacağın değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Resmî belgede sahtecilik ve bilişim sistemleri, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık suçlarını işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında yürütülen soruşturma kapsamında, 8/6/2010 tarihinde şüpheli sıfatıyla başvurucunun ifadesi alınmış; sonrasında 14/6/2011 tarihli iddianameyle hakkında kamu davası açılmıştır. Yargılama, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinde devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18019 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kadastro tespitine itiraz talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 17/2/2011 tarihinde dava açmıştır. Yargıtay Hukuk Dairesi 18/4/2019 tarihinde kararı onamış, karar kesinleşmiştir. Başvurucu, açtığı davada yargılamanın uzun sürmesi iddiasıyla 11/6/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/19897 | Başvuru, kadastro tespitine itiraz talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, beyanları mahkûmiyet kararında belirleyici ölçüde delil olarak kullanılan tanığın duruşmada sanık tarafından sorgulanamaması nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. 1991 yılı doğumlu olan başvurucu, bireysel başvuru konusu olayların meydana geldiği tarihte Hatay ilinde astsubay olarak görev yapmaktadır. Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) hakkında Ağrı ve Körfez Cumhuriyet Başsavcılıklarınca yürütülen farklı soruşturmalar kapsamında ifade veren şüpheliler T.K. ve O.Ç., başvurucu hakkında açıklamalarda bulunmuştur. Şüpheli O.Ç. beyanlarında özetle 2013-2014 yıllarında Balıkesir'de örgüt abisi Rıdvan kod adlı kişinin evinde örgütsel toplantılar gerçekleştirildiğini ve başvurucunun kendileriyle bu örgütsel toplantılara katıldığını belirtmiştir. Ayrıca şüpheli T.K. ifadesinde başvurucunun, Rıdvan kod adlı kişinin talebi üzerine örgüte himmet adı altında para verdiğini iddia etmiştir. Öte yandan dosya içerisinde yer alan 10/3/2020 tarihli Ankesör/Büfe Analiz Raporuna göre; başvurucunun kullandığı tespit edilen ..87 numaralı GSM hattının, FETÖ/PDY'nin Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) görevli örgüt üyelerinden sorumlu sivil imamlarının örgüt mensubu asker şahıslarla iletişimde kullandıkları ankesör-büfe-sabit hatlarından 23/9/2012–26/7/2015 tarihleri arasında İstanbul, Balıkesir ve Ankara illerinden 105 kez arandığı, ardışık olarak 20 grup ardışık aranma kaydının bulunduğu belirtilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından başvurucuhakkında FETÖ/PDY'ye üye olma suçunu işlediği iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu, soruşturma kapsamında alınan ifadelerinde tanık beyanlarını ve atılı suçlamayı reddetmiştir. Başsavcılık tarafından başvurucunun FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan cezalandırılması talebi ile 24/9/2020 tarihinde iddianame düzenlenmiştir. İddianamede; başvurucu hakkında aleyhe beyanda bulunan tanıklar O.Ç. ve T.K.nın beyanlarının yanı sıra başvurucunun kullandığı tespit edilen GSM hatlarının FETÖ/PDY'nin TSK'da görevli örgüt üyelerinden sorumlu sivil imamlarının örgüt mensubu asker şahıslarla iletişimde kullandıkları ankesör-büfe-sabit hatlarından İstanbul, Balıkesir ve Ankara illerinden 105 kez arandığı ve 20 grup ardışık aranma kaydına delil olarak yer verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince yürütülen yargılamada başvurucu ve diğer iki sanık hakkında yetkisizlik kararı verilerek dosyanın görevli ve yetkili terör suçlarına bakmakla görevli Hatay Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Başvurucu hakkında yargılamaya Hatay Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) başlanmıştır. Mahkemece 11/11/2020 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda tanıklar O.Ç. ve T.K.nın dinlenilmesi için gerekli işlemlerin yapılmasına, Hatay TEM Şube Müdürlüğüne müzekkere yazılarak başvurucu hakkında iddianamede belirtilenler dışında tüm Türkiye çapında ardışık veya tekil arama kaydı olup olmadığı hususunda sorgulama yapılarak sorgu sonucunun gönderilmesinin istenilmesine karar verilmiştir. Başvurucu ile ardışık arandığı bildirilen şahıslar ile ilgili soruşturma olup olmadığının bildirilmesi için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere yazılmasına ve başvurucunun kullanımında olan GSM hattının 1/1/2010 ile 31/12/2016 tarihleri arasındaki HTS kayıtlarının getirtilmesine, gelen kayıtların Hatay TEM Şube Müdürlüğüne gönderilerek başvurucu hakkında tüm Türkiye çapında ardışık veya tekil arama kaydı olup olmadığı, varsa buna ilişkin analiz raporunun oluşturulmasının istenmesine karar verilmiştir. Bununla birlikte FETÖ/PDY kapsamında incelenen diğer şahıslar veya şirketler ile mali ilişkisi olup olmadığı, hesaplarına vadeli veya vadesiz toplu para yatırılıp yatırılmadığı gibi ayrıca şüpheli para hareketleri gerçekleştirip gerçekleştirmediklerinin araştırılması ve düzenlenecek raporun gönderilmesi için Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) Başkanlığına müzekkere yazılmasına karar verilmiştir. Duruşmanın ilk celsesinin 28/1/2021 tarihinde görülmesi de kararlaştırılmıştır. Dosyaya gönderilen 10/3/2021 tarih ve 2020-892-72 sayılı MASAK Mali Analiz raporunda; başvurucu adına Bank Asya'da açılmış herhangi bir hesabın bulunmadığı ancak haklarında FETÖ/PDY'ye üye olmak suçundan işlem yapılan birçok şahısla para hareketleri olduğunun belirtildiği görülmüştür. Başvurucunun sabit hatlardan veya ankesörlü telefonlardan diğer örgüt üyesi olan askeri şahıslar ile ardışık olarak aranıp aranmadığı konusunda yapılan çalışma sonucunda düzenlenen sorgu ve analiz raporuna göre başvurucunun kullanıcısı olduğu GSM hattından 2012-2014 tarihleri arasında İstanbul ve Balıkesir illerinden kendisi gibi TSK mensubu astsubay rütbesinde birçok şahıs ile hafta içi mesai saatleri dışında ya da hafta sonları sabit hatlardan 21 kez ardışık olarak arandığı tespit edilmiştir. Yargılama kapsamında tanık O.Ç.nin ifadesi Karabük Ağır Ceza Mahkemesi huzurunda 28/12/2020 tarihinde istinabe yoluyla alınmıştır. Tanık O.Ç. ifadesinde; Balıkesir Kara Kuvvetleri Komutanlığı Bakım ve Eğitim Merkez Komutanlığında görev yaptığı dönemde 2014 yılında başvurucuyla tanıştığını belirtmiştir. Dışarı çıktıklarında askerî öğrencilerle ilgilenen örgüte bağlı Rıdvan isimli şahsın onları örgüte bağlı evlere götürdüğünü, bu evlerde birkaç kez başvurucu ile karşılaştığını, örgüte ait evlerde sadece sohbet ettiğini, orada genelde Kur'an-ı Kerim ve örgüt elebaşısının kitaplarını okuduklarını anlatmıştır. Örgüte ait evlerde kurban zamanında kendilerinden kurban bağışı adı altında para istendiğini, kendisinin gönüllü olarak 300 TL verdiğini ancak başvurucunun himmet adı altında bağışta bulunup bulunmadığı konusunda bilgi sahibi olmadığını beyan etmiştir. Tanık T.K.nın ifadesi ise Gökçebey Asliye Ceza Mahkemesi huzurunda 25/1/2021 tarihinde istinabe yoluyla alınmıştır. Tanık T.K. ifadesinde hazırlık beyanından farklı olarak; başvurucuyu örgütsel toplantılarda sadece bir kere gördüğünü ve başvurucunun örgütle başka herhangi bir bağlantısının olup olmadığı konusunda bilgi sahibi olmadığını belirtmiştir. Mahkemenin 28/1/2021 tarihinde yapılan duruşmasına başvurucu, bulunduğu Ceza İnfaz Kurumundan Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) vasıtasıyla katılmıştır. Aynı tarihli duruşmada başvurucuya tanıklar O.Ç. ve T.K.nın istinabe yoluyla alınan beyanları okunmuştur. Başvurucu, müdafii eşliğinde savunmasını yapmıştır. Başvurucu savunmasında özetle tanıkların beyanlarının çelişkili olduğunu ifade ederek üzerine atılı suçlamayı kabul etmemiştir. Cumhuriyet savcısı esas hakkında mütalaasını sunarak başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmasını talep etmiştir. Duruşma sonunda, başvurucu müdafiine esas hakkında savunmada bulunmak için süre verilmiştir. 25/3/2021 tarihinde yapılan son duruşmaya başvurucubulunduğu Ceza İnfaz Kurumundan SEGBİS vasıtasıyla katılmıştır. Gelen ardışık ve tekil arama kayıtları başvurucuya okunmuş; başvurucu en son tekil aranmasının arkadaşının kız arkadaşı tarafından gerçekleştirilmiş olabileceğini, bir kısmının devre arkadaşları tarafından olabileceğini, diğerlerini tam olarak hatırlayamadığını, ardışık arandığı iddia edilen kişilerden bir kısmını tanımadığını, neden arandığını da hatırlayamadığını belirtmiştir. Bu celse Başsavcılık esas hakkında mütalaasını sunmuş, başvurucu mütalaaya karşı savunma yaparak suçlamayı reddetmiştir. Mahkemece başvurucunun FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan 6 yıl 10 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Kararda, istinabe yoluyla dinlenen tanıklar O.Ç. ve T.K.nın beyanları, MASAK Mali Analiz raporu ile başvurucu hakkında düzenlenen HTS analiz kayıtlarındaki ardışık ve tekil aramalara ilişkin tespit ve analizler Mahkemece delil olarak hükme esas alınmıştır. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Yukarıda yapılan açıklamalar ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütüyle irtibatını mahremiyet çerçevesinde sakladığı, HTS kayıtları kapsamında sanığın çeşitli tarihlerde askeri mahrem yapıya özgü şekilde kısa süreli sabit hattan arandığı, sanığın askeri mahrem yapı içerisinde örgütçe belirlenen gizlilik kurallara uyarak sohbet toplantılarına katıldığı ve mahrem örgüt sorumlusu ile görüştüğü, bu durumun tanık [O.Ç.] ve [T.K.] beyanlarıyla sabit olduğu, bu itibarla örgüt liderinin gizlilikle ilgili talimatlarına uyarak örgüt hiyerarşisine dahil olduğu, sanığın eylemlerinin silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olduğunu gösterir biçimde çeşitlilik, devamlılık ve yoğunluk içermesi dikkate alındığında sanığın örgüt üyesi olarak kabul edilmesi gerektiği anlaşılarak suçun işleniş biçimi, sanığın TSK içerisindeki görevi, konumu, suç işleme kastının yoğunluğu ve eylemin özellikleri nazara alınarak alt sınırdan bir miktar uzaklaşılarak sanığın eylemine uyan TCK 314/2, TMK 5/1 maddeleri gereğince cezalandırılmasına karar verilmiş, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Hüküm, kanun yolu denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Başvurucu, istinaf ve gerekçeli temyiz dilekçelerinde -diğerlerinin yanı sıra- tanıkların hiçbirinin Mahkeme huzurunda dinlenmediğini belirterek kararın bozulmasını talep etmiştir. Başvurucu10/2/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon; adli yardım talebinin kabulüne, tanık sorgulama hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/19498 | Başvuru, beyanları mahkûmiyet kararında belirleyici ölçüde delil olarak kullanılan tanığın duruşmada sanık tarafından sorgulanamaması nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, sicil sırasında kendisinden sonra gelen subayların sözleşmeleri yenilenmesine rağmen e-posta yazışmaları dikkate alınarak subay sözleşmesinin yenilenmemesi, bu işleme karşı açtığı davada Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesi tarafından verilen karar hakkındaki karar düzeltme talebinin aynı daire ve aynı üyeler tarafından karara bağlanması nedenleriyle eşitlik ilkesinin, iki dereceli yargılama hakkının, özel hayatın gizliliği hakkının ve haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 27/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 22/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 21/10/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 3/11/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 10/11/2014 tarihinde ibraz etmiştir. Anayasa Mahkemesinin 16/11/2015 tarihli yazısı ile Hava Kuvvetleri Komutanlığından dava dosyasına sunulan gizli ibareli belgelerin gönderilmesi, personel tarafından yazılan e-postaların denetleneceğini düzenleyen yasal mevzuatın bildirilmesi istenmiştir. Hava Kuvvetleri Komutanlığı 4/12/2015 tarihli yazılı cevabı ile istem konusu hususlarla ilgili bilgi ve belgeleri sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve ulaşılan bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 30/8/2003 tarihinde sözleşmeli subay statüsünde görev yapmak üzere 9 yıl süreli sözleşme imzalayarak Hava Kuvvetleri Komutanlığında göreve başlamıştır. Başvurucu, sözleşme süresi bitmeden önce 31/1/2012 tarihinde sözleşme yenileme talebinde bulunmuş 5/6/2012 tarihli işlemle başvurucunun sözleşmesinin yenilenmemesine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından sözleşmenin yenilenmemesi işleminin iptali ve yoksun kaldığı özlük haklarının ödenmesi istemiyle 13/8/2012 tarihinde AYİM Birinci Dairesinde dava açılmıştır. Yargılama sırasında davalı idarenin 9/10/2012 tarihli yazısının ekinde gönderilen savunmasında Hava Kuvvetleri Komutanlığının sözleşmeli subay ihtiyacının planlandığı, buna göre idarenin kanundan kaynaklanan yetkisi dâhilinde hareket ederek ihtiyaç durumu dikkate alınarak ve personelin safahat kayıtları (sicil sırası, ödül/takdir/ceza durumu, ilgili personel hakkındaki istihbarat değerlendirmeleri, almış olduğu eğitimler ve bu eğitimlerdeki başarı durumu) değerlendirilerek idarenin takdir yetkisi çerçevesinde başvurucunun sözleşmesinin yenilenmediği; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun maddesi kapsamında gizli bilgi ve belge gönderileceği belirtilmiştir. Davalı idare 9/10/2012 tarihli yazı ile söz konusu gizli belgeleri Mahkemeye göndermiştir. Bu belgeler, Hava Kuvvetleri Komutanlığında sadece personelin kullandığı, TSK Net E-posta Sistemi üzerinden başvurucunun e-posta adresine gönderilen veya başvurucunun gönderdiği iletilere ilişkin, 19/12/2011 tarihli E-Posta Denetim Birimi İnceleme Sonuç Raporu ve eklerinden oluşmaktadır. Anılan raporda, başvurucunun 2011 yılı içerisinde göndermiş olduğu 9 adet e-posta içerisinde gizlilik derecesi “gizli” olan dosyalar olduğu, gayri ahlaki belgeler ve oyunlar içeren e-postalar gönderdiği, kendisiyle aynı rütbede bulunan arkadaşı T.ye gönderdiği e-postalardan birinde psikolojisinin bozuk olduğuna intihar edebileceğine yönelik ibareler bulunduğu yönünde tespitler bulunmaktadır. Buna göre başvurucu, inceleme dönemi içerisinde (1/1/2006-12/12/2011) Hava Kuvvetleri Komutanlığı sistemine bağlı resmî e-posta hesabından 2/5/2011 tarihinde üç askerî personele makineli tüfek atışları kıymetlendirme formu isimli belgeyi, 2/5/2011 tarihinde bir askerî personele eğitim atışlarına ilişkin bir belgeyi,13/7/2011 ve 26/7/2011 tarihlerinde iki askerî personele görevlendirmeye ilişkin bir yazı ve görevlendirilen personel listelerini, 27/5/2011 tarihinde bir seminere ilişkin belgeyi göndermiştir. Anılan belgelerin “gizli” gizlilik dereceli belgeler olduğu görülmektedir. Başvurucunun devre arkadaşlarına gönderdiği 11/2/2009 tarihli e-postanın içeriğinde ise mizahi bir dille kaleme alınan bir hikâyenin ekinde bikinili bir kadının fotoğrafı yer almaktadır. Başvurucunun devre arkadaşı olan T. ile yazışmalarında ailevi sorunlarından bahsettiği, arkadaşının sorunlarına ilgisiz kalmasına sitem ettiği yine sözleşme yenilenmesi sürecine ilişkin bazı bilgiler paylaştığı anlaşılmıştır. AYİM Başsavcılığı, idarece başvurucunun statüye alındığı sırada mevcut olan personel ihtiyacı ile kadro durumunun değiştiğine ilişkin bir savunma yapılmadığını, personel sayısında ortaya çıkan fazlalıktan başvurucunun sorumlu tutulamayacağını, diğer taraftan başvurucunun hizmete tahsisli elektronik ortamda paylaştığı ileri sürülen yazı ve fotoğrafların içeriğinin sözleşmenin yenilenmemesi sebebi olarak kabul edilemeyeceğini, söz konusu materyalde başvurucunun statü dışında kalmasını gerektiren ağır ve vahim bir disiplin ihlali bulunmadığını, bu eylemlerin basit disiplin ihlali olduğunu ve disiplin cezası ile karşılanmasının mümkün olduğunu, oysaki davalı idare tarafından bu durum tespit edildiği hâlde başvurucuya herhangi bir disiplin işlemi dahi uygulanmadığını, buna göre elektronik postaların başvurucunun statüden çıkartılması sebebi olarak kabul edilmesinin ölçülülük ilkesi ile bağdaşmadığını; sonuç olarak başvurucunun subaylık sözleşmesinin yenilenmemesi işleminde takdir yetkisinin objektif, adil ve hakkaniyete uygun biçimde kullanılmadığını, bu hâliyle işlemin sebep ve amaç unsurları yönünden hukuka aykırı olduğunu belirterek ayırma işleminin iptaline karar verilmesi yönünde düşünce bildirmiştir. Mahkeme 28/5/2013 tarihli ve E.2013/49, K.2013/639 sayılı kararı ile oyçokluğuyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:“…Öncelikle dava konusu yapılan sözleşme bir idari sözleşmedir… Sözleşmenin bir tarafı idare, diğer tarafı ise kamu personelidir. Ancak bu kamu personeli ‘memur’ statüsünde değildir. Anayasa’da dayanağını bulan ‘diğer kamu görevlileri’ statüsündedir… Yasama Organı, subay ve astsubay olarak istihdam edilecek sözleşmeli personelin alınma, özlük hakları, sözleşmenin yenilenmemesi ve feshi hallerini kanun ile düzenlemiştir. Sözleşmeli personelin statüsü kanun ile düzenlendiğine göre öncelikle yasada yer alan sözleşmenin yenilenmesine ilişkin hükümlere ayrıntılı olarak bakmak gerekmektedir.… (4678 sayılı) Kanun hükmünde sözleşmenin hangi hallerde yenileneceğine ilişkin hüküm bulunmamaktadır…Sözleşmeli Subay ve Astsubay Yönetmeliğinin… maddesinin (a) fıkrasında… düzenlemesi yer almaktadır.Görüldüğü üzere, sözleşme süresi bitiminde idareyi sözleşme yapmaya zorlayıcı yönetmelik hükmü de bulunmamaktadır. Yasa koyucu bu şekilde bir düzenleme yöntemiyle idareye takdir yetkisi tanımıştır. Ancak bu demek değildir ki idare takdir yetkisini keyfi bir şekilde istediği gibi kullanacaktır. İdare takdir yetkisini hukuka uygun kullanmak zorundadır. Diğer yandan sözleşmeli personel, sözleşmeli olmanın sonucu, kamu personelinin diğer bir kısmını oluşturan memurlar gibi iş güvencesine sahip bulunmamaktadır. İdare, kendi planları doğrultusunda ne kadar sözleşmeli personel bulunduracağına ilişkin hesaplar yaparak bir mahruti yapı oluşturmaya çalışmıştır. Yaptığı hesaplamalar çerçevesinde, Hv. Savunma subay statüsünde 2 sözleşmeli personel ile sözleşme yenilenmesine karar vermiştir. Bu noktada; mahkememizce hesaplamalar yaparak, idarenin Hv. Savunma subay sözleşmeli personel alımı yapması gerektiği konusunda değerlendirme yapıp, ‘idarenin… kadar daha personel alması gerektiği’ yönünde bir sonuca varmak, yerindelik denetimi olacaktır ki o da Anayasa’nın maddesine aykırılık teşkil edecektir. Mahkemelere böyle bir değerlendirme yetkisi tanınmamıştır. Kısaca, sözleşmeli personelin alımında veya sözleşmeli personel sözleşmelerinin yenilenmesinde, takdir yetkisini ortadan kaldıracak şekilde iptal kararı vermek, hukuken mümkün görünmemektedir. …İstikrar bulmuş kararlarımızda da belirtildiği üzere, kamu hizmetini yürütmekle görevli olan idarenin, bu hizmeti en iyi şekilde yürütebilmesi için gerekli tedbirleri alma yetkisi ile donatılmasının zorunlu olduğu kuşkusuzdur. Bu nedenle, idarenin kamu hizmetini yürütecek personelini alırken bir takım özelliklere sahip olmasını araması tabii olduğu gibi statüye alındıktan sonra da bunları verimli biçimde kullanması, hizmeti aksatacak, kendisinden artık verim alınması imkânı kalmamış, aksine idare mekanizmasına ve kamu hizmetinin yürütülmesine zararlı olacak personelini bünyesi dışına çıkarması da olağan görünmektedir. Dolayısıyla idare, sözleşme yenileyecek personelini belirlerken hiç şüphesiz en iyisini seçmeye çalışacaktır. Bu bağlamda öncelikle sicil ve hakkındaki kanaatler ne kadar iyi olursa olsun, ceza durumunu ve İKK hassasiyetini dikkate alarak, ileride TSK’yı zor duruma düşürebilecek şekilde problem oluşturacak veya TSK’nın itibarını zedeleyebilecek personeli öncelikle eleyebilecektir. Bu konuda da gerektiğinde arşiv araştırması yapabileceği gibi, İKK tespitleriyle de karar verebilecektir. Zira ortada sona ermek üzere olan bir sözleşmenin tekrar canlandırılması söz konusudur. Yasa koyucu da sözleşmenin her iki tarafına sözleşmeyi yenileme veya yenilememe hususunda takdir yetkisi tanımıştır. Bu bağlamda; dava konusu işleme baktığımızda 1602 sayılı Kanunun 52’nci maddesi kapsamında gönderilen belgeler ve ara kararı sonrası gönderilen belgeler incelendiğinde; sözleşmesi yenilenebilecek toplam 5 sözleşmeli Hv.svn. subayının olduğu, bunlardan 4’ncü sırada yer alan Hv.Svn.Ütğm. S.T.’ninve 1’nci sırada yer alan davacının ‘İKK hassasiyetleri çerçevesinde’ sözleşmelerinin yenilenmediği, 2,3 ve 5’nci sırada yer alan ve sözleşmeleri yenilenen personelin ‘İKK hassasiyeti’nin bulunmadığı, davacı ile ilgili olarak kurum içi hizmete ilişkin kullanılmak üzere tahsis edilen e_posta adresinde gönderici olarak; cinsellik içerikli fotoğraflar, ‘gizli’ gizlilik dereceli e_postalar gönderdiğinin belirlendiği, e_postaların birinde intihar etmeyi düşündüğünden bahsettiği, bu hususlar birlikte dikkate alındığında; idarenin takdir yetkisini hukuka uygun kullandığı, açık bir değerlendirme hatasının bulunmadığı, bu bağlamda davalı idare tarafından tesis edilen işlemde hukuka aykırı bir yön olmadığı sonucuna varılmıştır.” Karara katılmayan Daire Başkanının karşıoy yazısında aşağıdaki açıklamalara yer verilmiştir:“İdare, savunma sınıfı 5 subaydan sicil sırasına göre 2, 3 ve 5’nci sıradaki personelle sözleşme yenilemiştir. 1’nci sıradaki, 22 takdiri olan, nitelik belgesi çok iyi olarak düzenlenen ve cezası olmayan davacı ile sözleşme yenilenmemiştir. İdarenin dayandığı İKK ile ilgili belgelere bakıldığında;- Cinsellik içeren görüntülerin mizah amaçlı gönderildiği, üstelik bu görüntülerin diğer davacıların gönderdiği görüntülere göre nitelik ve nicelik bakımından az ve hafif olduğu, özellik arz etmediği,- Belge olarak eklenen birçok sayfaların boş olduğu,- Gerek idarece gerek çoğunluk tarafından ileri sürülen gizli belgelerin e-posta ile ifşa edildiği şeklindeki iddianın gerçeği yansıtmadığı, zira bunlarla yenileme ve dava aşamasıyla ilgili endişe ve sıkıntılarını dile getirip, avukattan alınan bilgilerin aktarıldığı,- E-posta ile görüştüğü T.’nin 5’nci sırada olmasına, disiplin cezası ve olumsuz kanaat bulunmasına rağmen sözleşmesinin yenilendiği anlaşılmaktadır.Bu sebeplerde, davacının kurumsal e-postayla gönderdiği 2009 tarihli hizmet dışı iletilerden dolayı zamanında uyarılıp cezalandırılması gerekirken, yenilenenlere göre gerek önde olması, gerek daha olumsuz nitelikli personelle sözleşme yenilenmesi karşısında, takdir yetkisinde açık hataya düşüldüğü kanaatine vardığımdan …” Karara katılmayan bir üyenin karşıoy yazısının ilgili bölümü ise şöyledir:“Dava konusu işlem incelendiğinde; davacının sicil/yeterlilik çizelgesinde 1’nci sırada olduğu, davacıdan sonra gelen üç personelin sözleşmesinin yenilendiği, yeterlilik derecesi açısından 2003 yılında sözleşme yapılan Hv.Svn. Üsteğmenler içinde birinci sırada bulunan ve nitelik belgesi ‘çok iyi’ seviyede olan davacının Hv.K.K.lığına ait kapalı devre elektronik ortamda gönderdiği ileri sürülen yazı ve fotoğrafların içerik olarak sözleşme yenilememe işleminin somut gerekçesini oluşturacak vahamette ve nitelikte olmadığı, dolayısıyla davalı idarenin bu konudaki takdir yetkisini objektif sınırlar içinde kullanmadığı, eşitlik ilkesine sadık kalmadığı, ayrıca sebep ve amaç unsurları bağlamında tesis ettiği işlemde ‘ölçülülük’ ilkesine uygun davranmadığı ve dava konusu işlemin iptaline karar verilmesi kanaatinde olduğumdan…” Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 19/11/2013 tarihli ve E.2013/1097, K.2013/1104 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 9/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/12/2013 tarihinde süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesinin 16/11/2015 tarihli yazısına verilen Hava Kuvvetleri Komutanlığının 4/12/2015 tarihli cevap yazısına göre TSK Net E-Posta Sistemi, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) personeline görev kapsamında kullanılması için tahsis ettiği, dış dünyaya kapalı, intranet olarak ifade edilen sadece askerî personelin birbiriyle ve askerî hizmete ilişkin veri paylaşımına imkân veren sınırlı bir haberleşme sistemidir. Anılan yazı ve ekli belgelerden e-postaların istihbarat ve istihbarata karşı koyma hassasiyetleri çerçevesinde denetleneceğini öngören kanuni düzenlemelerin, 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun maddesinin (a) fıkrasının üçüncü alt bendi, 31/7/1970 tarihli ve 1324 sayılı Genelkurmay Başkanının Görev ve Yetkilerine Ait Kanun’un maddesinin ikinci fıkrasının (a) numaralı bendi, Genelkurmay Başkanlığının 27/2/2006 tarihli ve 6406668 sayılı emri, Hava Kuvvetleri Komutanlığının 22/3/2006 tarihli ve 48960 sayılı emri ve 14/5/2007 tarihli Genelkurmay Başkanlığı MY 411-7 TSK-NET E-Posta Sistemi Yönerge'si (Yönerge) olduğu anlaşılmaktadır. B. İlgili Hukuk 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Amir; … Maiyetin ahlaki, ruhi ve bedeni hallerini daima nezaret ve himayesi altında bulundurur…” 211 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Silahlı Kuvvetlerde askeri eğitim ile beraber ahlak ve maneviyatın yükseltilmesine ve milli duyguların kuvvetlendirilmesine bilhassa itina olunur.Cumhuriyete sadakat, vatanını sevmek, iyi ahlaklı olmak, üste itaat, hizmetin yapılmasında sebat ve gayret, cesaret ve atılganlık, icabında hayatını hiçe saymak, bütün silah arkadaşları ile iyi geçinmek, birbirlerine yardım, intizam severlik, yapılması men edilen şeylerden kaçınmak, sıhhatini korumak, sır saklamak her askerin esas vazifesidir.” 13/6/2001 tarihli ve 4678 sayılı Türk Silahlı Kuvvetlerinde İstihdam Edilecek Sözleşmeli Subay ve Astsubaylar Hakkında Kanun’un “Tanımlar” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Bu Kanun’da geçen...e) Sözleşmeli subay: Bu Kanunda öngörülen esaslara göre, kendileri ile sözleşme yapılarak subay nasbedilen teğmen, üsteğmen ve yüzbaşı rütbelerini haiz subayları,…ifade eder.” 4678 sayılı Kanun’un “Sözleşme süreleri” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Sözleşmeli subay adayları ön sözleşme yapılarak askerî eğitime alınırlar. Bu eğitimi başarı ile tamamlayanlardan yönetmelikte belirtilen şartları taşıyanlarla sözleşme yapılır ve bu kişiler teğmen rütbesine nasbedilirler. Sözleşme süreleri üç yıldan az ve dokuz yıldan fazla olmamak şartıyla, hizmet gerekleri ve yetiştirme maliyetlerine bağlı olarak kuvvet, sınıf ve branşlara göre yönetmelikte belirlenir. Yönetmelikte belirlenen şartları taşıyanların talepleri halinde sözleşmeleri yenilenebilir. Ancak sözleşmeli subaylardan rütbe yaş haddini dolduranlar hakkında 1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanun hükümleri uygulanır. Sözleşme süreleri; terörle mücadele sırasında veya bu görevlerden dolayı alıkonulma ya da kaybolma hâli ve sıkıyönetim, seferberlik, savaş veya silahlı çatışmayı gerektirecek hal ile savaş hallerinde Kuvvet Komutanları, Jandarma Genel Komutanı ve Sahil Güvenlik Komutanının göstereceği lüzum üzerine, durumun devamı müddetince Genelkurmay Başkanının onayı ile talebe bakılmaksızın uzatılabilir.”Sözleşme işlemleri, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığınca yapılır.” 4678 sayılı Kanun’un “Rütbe bekleme süreleri ve sözleşmenin yenilenmesi” kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:“Her sözleşme süresinin sona erme tarihinden en az üç ay önce taraflar sözleşmeyi yenileyeceklerine dair yazılı bildirimde bulunmadıkları takdirde, sözleşme kendiliğinden sona erer.” 4678 sayılı Kanun’un “Sözleşmenin idarece fesih halleri” kenar başlıklı maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:“Sözleşmeli subay veya sözleşmeli astsubayların sözleşmeleri, aşağıdaki nedenlerle sözleşme süresinin bitiminden önce feshedilebilir:…b) Disiplinsizlik ve ahlaki durum nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapamayacağı, sıralı sicil üstlerinin düzenleyeceği sicil ve kanaat raporu ile anlaşılmak.…” 4678 sayılı Kanun’un “Sağlık hizmetlerinden yararlanma ve sosyal haklar” kenar başlıklı maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:“Sözleşmeli subay ve sözleşmeli astsubaylardan; a) Kendi kusurları olmaksızın idare tarafından sözleşmeleri yenilenmeyenler ile sözleşme süresi içinde vefat, bir yıl içerisinde Kanunda belirtilen süreden daha fazla hava değişimi/istirahat/benzeri sıhhi izin süresini geçirme, bulunduğu kadronun kaldırılması, istihdam edildiği kadronun sağlık niteliğini kaybetme nedeniyle sözleşmeleri sona erenler ve bunların bakmakla yükümlü oldukları aile fertlerinin, Türk Silâhlı Kuvvetlerinde sözleşmeli subay ve sözleşmeli astsubay olarak hizmet edilen süre kadar ve en çok on yılı,…geçmemek üzere muayene ve tedavi hizmetleri askeri hastanelerde, asker hastanelerinin bulunmadığı garnizonlarda ise garnizon komutanlıklarından sevk alınmak şartıyla kamu sağlık kuruluşlarında, ücretsiz olarak verilmeye devam edilir. Ancak, kamu kurum ve kuruluşlarının ve sosyal güvenlik kurumlarının sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkı doğanlar, bu hakları mevcut olduğu sürece bu maddeye göre sağlanan sağlık hizmetlerinden ve asker hastanelerinden yararlanamazlar.” 4678 sayılı Kanun’un “Tazminat ve ikramiye ödeme esasları” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Sözleşmeli subay ve sözleşmeli astsubaylardan kendi kusurları olmaksızın hizmet sürelerinin uzatılmaması sebebiyle veya sözleşme süresini bitirip ayrılanlar ile durumları 13 üncü maddenin üçüncü fıkrasının (i), (j) ve (k) bentleri kapsamına girenlere aşağıda yazılı esaslara göre tazminat verilir:…” 4678 sayılı Kanun’un “Yönetmelik” kenar başlıklı maddesi şöyledir“Sözleşmeli subay ve astsubay adayları ile sözleşmeli subay ve astsubaylarda aranacak nitelikler, sağlık koşulları, alınacakları sınıf ve branşlar, duyuru, müracaat şekli ve zamanı, müracaatların kabul edilmesi, sözleşmenin yapılması, sözleşme süreleri, sözleşmenin feshedilmesi, görevde başarısız olma ve kendilerinden istifade edilmeme halleri ve bunlara yapılacak işlemler, sözleşmenin uzatılmasında uygulanacak esaslar, sınav, öğretim ve eğitimin esas, şekil ve süreleri, kıt’a, karargâh, kurum ve idarî işlerde görevlendirilmeleri, izin, ayırma, atamalar, yer değiştirmeler, astlık-üstlük münasebetleri, sicil işlemlerine ilişkin usul ve esaslar, muvazzaf subay veya astsubay statüsüne geçirilecekler için uygulanacak usul ve esaslar, sözleşme yapmaya yetkili makamlar, meslek içi eğitim ve ihtisas kurslarının süresi ve şekli, giyim, kuşam ve istihkaklarının verilme usulü, sağlık işlemleri, Türk Silâhlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenlerin kendilerine yapılan eğitim, öğrenim ve yetiştirme masraflarının geri ödeme esasları ile diğer hususlar, bu Kanunun yürürlüğe girmesini takip eden altı ay içerisinde Millî Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığınca müştereken çıkarılacak bir yönetmelikte gösterilir.” 27/4/2002 tarihli ve 24738 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Sözleşmeli Subay ve Astsubay Yönetmeliği’nin maddesi şöyledir:“Sözleşmenin yenilenmesi ve uzatılması aşağıda belirtilen esas ve usullere göre yapılır.a) Sözleşmeli subay ve astsubaylardan, sözleşmesini yenilemek isteyenler sözleşme süresinin sona erme tarihinden 6 ay önceden başlamak suretiyle dilekçe ile ilk amirine müracaat eder. Bu dilekçeler, EK-C’de belirtilen nitelik belgesi ile beraber silsileler yolu ile Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığına gönderilir. Sözleşmenin yenilenip yenilenmemesi konusundaki nihai karar Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından verilir. Uygun görülenlerin sözleşmesinin yenileneceği, sözleşmenin bitiminden önce bildirilir. Sözleşme, ilgili sözleşmeli subay veya astsubayın talebinin İdarece kabul edildiğinin bildirilmesi ile yenilenir…” 2937 sayılı Kanun’un “Bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının görev ve yükümlülükleri” kenar başlıklı maddesinin (a) numaralı fıkrası şöyledir:“Bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının Devlet istihbaratına ilişkin görevleri şunlardır: a) Kendi konularında; Görevlerinin gerektirdiği istihbaratı oluşturmak, MİT tarafından istenecek haber ve istihbaratı elde etmek, İstihbarata karşı koymak.” 1324 sayılı Kanun’un “Görev, yetki ve sorumluluk” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Genelkurmay Başkanı, Silahlı Kuvvetlerin savaşa hazırlanmasında; personel, istihbarat, harekat, teşkilat, eğitim, öğretim ve lojistik hizmetlerine ait ilke ve öncelikler ile ana programlarını tespit eder.Bunlardan;a) İstihbarat, harekat, teşkilat, eğitim, öğretim ve tedarik dışındaki lojistik hizmetlerin Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri komutanlıkları ve Genelkurmay Başkanlığına bağlı kuruluşlar ile uygulanmasını sağlar.b) Personel hizmetleri, özel kanunlarına göre yürütülür.c) Lojistik tedarik hizmetleri için, tespit etmiş olduğu ilke, öncelik ve ana programları, bu hizmetleri yürütecek olan,Milli Savunma Bakanlığına bildirir.” Yönerge'nin birinci bölümünün “Amaç” başlıklı maddesi şöyledir:“Bu yönergenin amacı; karargahlarda yürütülen faaliyetlerin eş güdümü, bilgi arzı, emirlerin tebliği, göreve yönelik bilgi alışverişi de dahil olmak üzere görevin etkinliğini artıracak bilgilendirmeyle, TSK personeli arasında sosyal etkinliklere olanak sağlayacak yeni yıl, bayram kutlamaları ve benzeri mesajların gönderilmesi maksadıyla tesis edilen TSK-Net E-Posta Sistemi’nin kullanımı ve işletme-yönetimine ilişkin esasları belirlemektir.” Yönerge'nin birinci bölümünün “Kapsam” başlıklı maddesinin (a) numaralı fıkrası şöyledir:“Bu yönerge, TSK-Net ortamında TSK-Net E-Posta Sistemi sunucusu açmaya, işletmeye ve idame etmeye yetkili tüm birlik, karargâh ve kurumlar ile bu sunuculardan hizmet almak suretiyle sistemi kullanan tüm TSK personelini kapsar.” Yönerge'nin birinci bölümünün “Esaslar” başlıklı maddesinin (e) numaralı fıkrası şöyledir:“Sistemin amaç dışı kullanımını önlemek maksadıyla yönetici düzeyinde Yönergede belirtilen denetim sistemi kurulur. Bu denetim mekanizması ile sistemde dolaşan e-postalar sürekli kontrol edilerek amaç dışı kullanımda bulunanlar tespit edilir.” Yönerge'nin birinci bölümünün “Görev ve sorumluluklar” başlıklı maddesi şöyledir:“…(b)…Kuvvet Komutanlıkları(…)nın Görev ve Sorumlulukları:…(6) Etkili bilgisayar kullanımı, bilgi sistemleri güvenlik tedbirleri ve kullanıcıları ilgilendiren bilgisayar işletme usulleri hakkında bilgilendirici ve eğitici mahiyette brifingler hazırlayarak, bu brifinglerin her yıl en az iki defa tüm kullanıcılara verilmesini sağlamaktır.(c) Kişisel sorumluluk:…(2) E-posta sistemini amacı dışında kullanan ve bunu alışkanlık haline getiren personel hakkında, eylemi ayrıca başka bir suç teşkil etmese dahi, yasal işlem yapılır.” Yönerge'nin dördüncü bölümünün “Denetim mekanizmaları” başlıklı maddesi şöyledir:“a. E-postaların ihtiyaç duyulduğunda denetimini sağlamak üzere e-posta içerikleri ve iz bilgileri merkezi olarak saklanır ve yedeklenir.b. Yönerge ile belirlenen e-posta kullanım esaslarını denetlemek maksadıyla Genelkurmay Başkanlığı, MSB.lığı (emirlerine maruzdur), Kuvvet komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı karargahlarında İstihbarat Başkanlıkları bünyesinde ilave kadro ihtiyacı getirmeyecek şekilde e-posta ‘denetim birimi’ teşkil edilir.c. Bahse konu denetim birimleri;(1) Gönderilen e-postaları, hazırlayacakları aylık/yıllık denetim planları kapsamında veya habersiz olarak, göreve/hizmete yönelik olup olmaması ve İstihbarat/İstihbarata Karşı Koyma (İKK) yönlerinden inceler,(2) E-posta incelemelerini talep/ihbar üzerine veya örnekleme metodu ile yapar,(3) Kullanıcı bilgisi dahilinde veya sunuculara yönlendirilerek toplanan e-postaları kullanıcıdan habersiz olarak denetlemek suretiyle gerçekleştirir,(4) Tespit ettikleri sorunlu hususları (denetim sonuçlarını) yayımlar ve takip eder.ç. Yönergede yer alan diğer hususların denetimi, genel denetleme heyetleri ve MEBS Denetleme heyetleri tarafından gerçekleştirilir.” | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9481 | Başvuru, sicil sırasında kendisinden sonra gelen subayların sözleşmeleri yenilenmesine rağmen e-posta yazışmaları dikkate alınarak subay sözleşmesinin yenilenmemesi, bu işleme karşı açtığı davada Askeri Yüksek İdare Mahkemesi AYİM) Birinci Dairesi tarafından verilen karar hakkındaki karar düzeltme talebinin aynı daire ve aynı üyeler tarafından karara bağlanması nedenleriyle eşitlik ilkesinin, iki dereceli yargılama hakkının, özel hayatın gizliliği hakkının ve haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, resen yapılan tutukluluk incelemesinin duruşmalı yapılmaması ve itiraz merciince de bu hususa değinilmeden karar verilmesi nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/8/2013 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 29/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu, ekleri ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Değişik illerde avukatlık yapan başvurucular hakkında İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda terör suçlarından hükümlü müvekkilleri Abdullah Öcalan ile değişik tarihlerde yaptıkları görüşmelerin ses kayıtlarının Bursa İnfaz Hâkimliğince yaptırılan bilirkişi çözüm tutanağındaki diyaloglarına göre müvekkil avukat görüşmesi ve hukuki yardımla ilgisi olmayacak şekilde PKK terör örgütüne yönelik güvenlik güçlerinin yaptığı operasyonlara ilişkin örgütün kaybı, stratejisi, operasyonun amacı ve gelişimi konusunda terör örgütü kurucusu müvekkiline ayrıntılı bilgi vererek terör örgütü başı ile PKK terör örgütü arasında kuryelik yapmak suretiyle örgüte bilerek ve isteyerek yardım ettikleri, bu şekilde suç işledikleri gerekçesiyle haklarında soruşturma başlatılmıştır. Başvurucular, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 26/11/2011 tarihli ve 2011/107 sorgu sayılı kararıyla “silahlı örgüt yöneticiliği ve silahlı terör örgütüne üye olma” suçlarından tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı mülga Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi ile görevli) tarafından düzenlenen 3/4/2012 tarihli ve 2012/225 sayılı iddianame ile “silahlı örgüt yöneticiliği ve silahlı terör örgütüne üye olma” suçundan başvurucuların cezalandırılması talebiyle, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK madde ile görevli) kamu davası açılmıştır. Anılan Mahkemece yapılan tensip incelemesi sonunda 20/4/2014 tarihli karar ile başvurucuların tutukluluk hâllerinin devamına karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 28/3/2013 tarihli yedinci duruşmasında “… üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, sanıklarla ilgili olarak iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması, teknik araçlarla izleme kararları doğrultusunda, “Kapalı İletişim Ağı” üzerinden “Görüşme Notları”, “Gözlem Notları”, “Ek Notları”, “Örgütsel Talimatlar ve Aktarımların” ların yapılmasına ilişkin olarak “1899005875 hizmet numaralı ADSL hattının” takılı bulunduğu Beyoğlu ilçesinde faaliyet gösteren O. İNTERNET KAFE isimli iş yerinden giriş yapılan e-posta adresleri, “2122524647 numaralı telefona tahsis edilen ADSL hattına” takılı bulunan Beyoğlu ilçesinde faaliyet gösteren İNTERNET KAFE isimli iş yerinden giriş yapılan e-posta adreslerinin taslaklarına kaydedilerek karşılıklı iletildiğinin tespitine ilişkin tutanak içerikleri, buna bağlı olarak Fiziki Takip Tutanaklarının ve Teknik Araçlar ile yapılan izleme neticesinde elde edilen kamera görüntülerinin incelenmesi neticesinde yapılan tespitlere ilişkin tutanak içerikleri, fiziki takip tutanakları ile uyumlu olduğu bildirilen 1899005875 hizmet numaralı ADSL hattı üzerinden [email protected], [email protected] ve [email protected] isimli e-posta adreslerine giriş yapıldığına ilişkin tespitler, “2122524647 numaralı telefona tahsis edilen ADSL hattı üzerinden [email protected], [email protected], [email protected] isimli e-posta adreslerine giriş yapıldığına ilişkin tespitler, sanıkların evlerinde ve işyerlerinde yapılan arama sonucu elde edilen dokümanlar, dijital veri ve diğer delillerin içeriği, iletişim tespiti tutanakları, analiz raporları, bilgisayar dökümleri, mail trafiğini ve içeriğini gösterir tespit tutanakları, başka yer Başsavcılıklarca yürütülen soruşturma kapsamında tespit edilen şüpheli beyanları, bir kısım sanıkların beyanları, tanık beyanları, yakalama ve el koyma tutanakları ve dosyada mevcut tüm deliler birlikte değerlendirildiğinde isnad edilen PKK/KCK silahlı terör örgütü yöneticisi ve üyesi olmak suçları ile ilgili olarak, somut olayda kuvvetli suç şüphesini gösteren olguların bulunması, delillerin henüz tamamen toplanamamış olması, sanıklar hakkında isnad edilen suçların CMK' nın 100/3-a Maddesinde yer alan suçlardan olması, yine sanıklar hakkında isnad edilen suçların yasada öngörülen hürriyeti bağlayıcı cezasının alt ve üst sınırları değerlendirildiğinde 2012 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6352 Sayılı Yasa ile değişik hükümler de dikkate alındığında diğer koruma tedbirlerinin uygulanmasının bu aşamada yeterli olmayacağı…” gerekçesiyle başvurucuların tutukluluk hâllerinin devamına karar verilmiş ve söz konusu duruşmada tutukluluk durumlarının 30 günü geçmeyecek şekilde resen incelenmesine karar verilmiştir. Başvurucular, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığına 24/5/2013 tarihli dilekçe ile resen yapılacak tutukluluk incelemelerinin, duruşma açılarak ve müdafiinin duruşmada dinlenerek yapılması talebiyle başvuruda bulunmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince, 5271 sayılı Kanun’un maddesi gereğince 28/5/2013 tarihinde resen yapılan tutukluluk incelemesinin duruşmalı yapılması talepleri “5271 sayılı CMK'nun tutukluluğun incelenmesi başlıklı 108/ maddesinde "soruşturma evresinde şüphelinin tutuk evinde bulunduğu süre içinde ve en geç 30'ar günlük süreler itibari ile ... şüpheli veya müdafi dinlenilmek suretiyle karar verilir hükmü yer almaktadır. Görüldüğü üzere kovuşturma aşamasından söz edilmediği gibi anılan maddenin fıkrasında yapılan atıf " fıkrada ön görülen süre içinde" sözünden de anlaşılacağı üzere süreye ilişkin olduğu,Nitekim CMK maddeyi değiştiren 6459 sayılı yasanın gerekçesinde "soruşturma evresinde şüphelinin tutukluluk hâlinin devam edip etmeyeceği husunun dosya üzerinden incelenmesi AİHM tarafından AİHS'ye aykırı olarak değerlendirilmektedir. AİHM'ye göre AİHS'nin maddesinin fıkrasının gereklilikleri çerçevesinde ilgili şahsın bizzat kendisi veya gerektiğinde müdafisi aracılığı ile dinlenme imkanının olması gerekmektedir. Yapılan düzenleme ile soruşturma aşamasında şüpheli veya müdafinin dinlenilmesi suretiyle inceleme yapılarak, silahların eşitliği ilkesinin gereği yerine getirilmiş olacaktır " şeklinde vurguladığı üzere duruşmalı tutukluluk incelemesi soruşturma evresine hasren getirilen bir düzenlemedir. Zira kovuşturma aşamasında tutukluluk hâlinin devam edip etmeyeceği ara değerlendirmeler hariç duruşmalı yapıldığı…” gerekçesiyle reddetmiş ve başvurucuların tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Söz konusu karara başvurucular tarafından itiraz edilmiş ancak itiraz, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 13/6/2014 tarihli ve 2013/54 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiş ve tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. İtirazın reddi yönündeki nihai karar başvuruculara 5/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 5/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü Madde hükümleri göz önünde bulundurularak karar verilir.…(3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“İtirazı inceleyecek merci, yazı ile cevap verebilmesi için itirazı, Cumhuriyet savcısı ve karşı tarafa bildirebilir. Merci, inceleme ve araştırma yapabileceği gibi gerekli gördüğünde bunların yapılmasını da emredebilir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Kanunda yazılı olan hâller saklı kalmak üzere, itiraz hakkında duruşma yapılmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekil dinlenir.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6160 | Başvuru, resen yapılan tutukluluk incelemesinin duruşmalı yapılmaması ve itiraz merciince de bu hususa değinilmeden karar verilmesi nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, milletvekili olan başvurucunun yaptığı bir basın açıklamasında kullandığı ifadeler nedeniyle cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olayların meydana geldiği tarihte milletvekili olarak görev yapmaktadır. Başvurucunun 7/2/2016 tarihinde Mardin Büyükşehir Belediyesi konferans salonunda yaptığı basın açıklamasında kullandığı ifadeler nedeniyle Mardin Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu hakkında kamu görevlisine hakaret ile Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti devletini, devletin kurum ve organlarını aşağılama suçlarından iddianame düzenlenmiştir. Yargılamayı yapan Mardin Asliye Ceza Mahkemesi başvurucunun her iki suçtan adli para cezasıyla mahkûmiyetine karar vermiştir. İstinaf talebi üzerine ilk derece mahkemesi kararını inceleyen Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 22/2/2017 tarihli kararı ile istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu, istinaf ilamından 16/3/2017 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiştir. Başvurucu 14/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 17/10/2019 tarihli ve 7188 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un maddesi şöyledir: "5271 sayılı Kanunun 286 ncı maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir. (3) İkinci fıkrada belirtilen temyiz edilemeyecek kararlar kapsamında olsa bile aşağıda sayılan suçlar nedeniyle verilen bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin kararları temyiz edilebilir:a) Türk Ceza Kanununda yer alan; Hakaret (madde 125, üçüncü fıkra),... Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağılama (madde 301),...suçları.” Aynı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...f) 286 ncı maddenin üçüncü fıkrasında yapılan düzenleme, bu maddenin yayımlandığı tarihten itibaren on beş gün içinde talep etmek koşuluyla aynı suçlarla ilgili olarak bölge adliye mahkemelerince verilmiş kesin nitelikteki kararlar hakkında da uygulanır. Bu bendin uygulandığı hâlde, cezası infaz edilmekte olan hükümlülerin, 100 üncü madde uyarınca tutukluluğunun devam edip etmeyeceği hususu, hükmü veren ilk derece mahkemesince değerlendirilir." | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/22387 | Başvuru, milletvekili olan başvurucunun yaptığı bir basın açıklamasında kullandığı ifadeler nedeniyle cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kıdem tazminatı ve izin ücreti alacaklarının ödenmesi talebiyle açılan davada kıdem tazminatına hak kazanılamadığı sonucuna ulaşılarak hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve Yargıtay kararında esasa yönelik iddiaların karşılanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/11/2014 tarihinde yapılmış ve 10/11/2014 tarihinde başvuru harcı yatırılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Birinci Bölüm tarafından yapılan toplantıda, başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere dosyanın Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Türkiye Kızılay Derneğine (Kızılay) ait Eminönü Şubesi Laleli Tıp Merkezinde 1/10/1999 tarihli hizmet sözleşmesi ile dahiliye uzmanı olarak çalışmakta iken 21/1/2010 tarihli ve 5947 sayılı Kanun'un maddesiyle söz konusu Tıp Merkezi Sağlık Bakanlığına devredilmiştir. Anılan Kanun hükmüne göre başvurucuya, çalışmakta olduğu ildeki ihtiyaç bulunan sağlık kurum veya kuruluşlarının memur kadrolarına Sağlık Bakanlığınca atanma hakkı tanınmış ancak başvurucu serbest çalışma arzusunda olduğundan bu haktan yararlanmak istememiştir. Başvurucu; Kızılaya gönderdiği 11/3/2010 tarihli ihtarnameyle Laleli Tıp Merkezinde sözleşme tarihinden itibaren aralıksız çalıştığını, söz konusu Kanun uyarınca çalışma imkânının kalmadığını, memurluğa atanmayı da düşünmediğini belirterek kanundan kaynaklanan zorunluluk gereği iş akdini feshettiğini ve 1/10/1999 tarihinden itibaren hesaplanacak kıdem tazminatı ile yıllık izin ücreti alacaklarının ödenmesini istemiştir. Başvurucu 5/4/2010 tarihli dilekçesiyle iş akdinin haklı feshinden doğan kıdem tazminatı ile yıllık izin ücretinin ödenmesine karar verilmesi istemiyle Kızılay aleyhine dava açmıştır. İstanbul İş Mahkemesinin (Mahkeme) 14/2/2012 tarihli kararıyla dava kabul edilmiş ve başvurucu lehine tazminata hükmedilmiştir. Davalı Kızılay tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/12/2012 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesi şöyledir:"Taraflar arasında davacının kıdem tazminatına hak kazanıp kazanmadığı hususu uyuşmazlık konusudur.Dosya kapsamına göre davacının çalıştığı tıp merkezinin Sağlık Bakanlığına devri sonucu davacıya Sağlık Bakanlığı kadrosunda çalışmasını sürdürmesi ya da işten ayrılması hususunda seçimlik hak tanındığı anlaşılmaktadır. Davacı ise 2010 tarihli "... ancak müvekkil kamu çalışanı olmayı düşünmemekte mesleğini serbest olarak icra etmeye devam etmek istemektedir. Bu nedenle Sağlık Bakanlığı kadrosuna geçmek için başvurıda bulunmayı tercih etmemiştir... ....tüm bu sebeplerle müvekkilin kanundan kaynaklanan zorunluluk gereği çalışmasına olanak kalmadığından iş bu ihtarnamenin tebliği ile iş sözleşmesini feshettiğini bildirir...." şeklinde ifadeler içeren fesih bildirimi ile seçimlik hakkını fesih yönünde kullanmıştır. Her şeyden önce işyeri devri fesih niteliği taşımadığından devir sebebiyle feshe bağlı hakların talep edilmesi mümkün değildir. Yine aynı şekilde sırf işyerinin devredilmesi işçiye haklı fesih imkânı da vermez. Tüm bu tespitler karşısında davacı 2010 tarihli fesih bildiriminde de belirtildiği gibi serbest çalışmak istemesi üzerine bozma iradesini ortaya koymuş olmakla kıdem tazminatına hak kazanamaz. Aksine uygulama ile kıdem tazminatı talebinin kabulüne karar verilmesi isabetsizdir." Mahkemece bozmaya uyulmuş ve 18/4/2013 tarihli kararla davanın kıdem tazminatı yönünden reddine hükmedilmiştir. Tarafların temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/12/2013 tarihli kararıyla hüküm onanmıştır. Onama kararının gerekçesi şu şekildedir: "Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm kurulmasına göre, yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün onanmasına, 2013gününde oybirliği ile karar verildi." Onama kararı 10/10/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 7/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Kanun Metni 5947 sayılı Kanun'un maddesiyle 13/12/1983 tarihli ve 181 sayılı mülga Sağlık Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'ye eklenen maddenin ilgili kısmı şöyledir:"Türkiye Kızılay Derneğine (KIZILAY) ait olup 1/5/2009 tarihi itibarıyla ruhsatlı olarak işletilmekte bulunan hastane ve tıp merkezlerinden, bu Kanunun yayımından itibaren altı ay içerisinde Sağlık Bakanlığı ile Kızılay arasında yapılacak protokolle Sağlık Bakanlığına devredilecek olanlarında, 1/5/2009 tarihi itibarıyla iş sözleşmesine bağlı olarak çalışmakta olan ve 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinde öngörülen genel ve ilgili kadro veya pozisyon için öngörülen özel şartları taşıyan personelden;a) Tabipler ve diş tabipleri, istekleri halinde çalışmakta oldukları ildeki ihtiyaç bulunan sağlık kurum veya kuruluşlarının memur kadrolarına Sağlık Bakanlığınca atanırlar. ...Bu şekilde istihdam edilecek toplam tabip sayısı 180'i, sağlık personeli sayısı 490'ı ve diğer personel sayısı 705'i geçemez. Kadro ve pozisyonlara atanma ve geçirilmede, iş sözleşmeleri askıda bulunanlar dahil tam zamanlı çalışanlar ile emeklilik veya yaşlılık aylığı kesilmek suretiyle çalışanlar dahil herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik veya yaşlılık aylığı bağlanmamış olanlar dikkate alınır ve işlemler sağlık kuruluşunun devir tarihini müteakip personelin bir ay içerisinde yapacakları müracaatları dahil altı ay içerisinde tamamlanır. Personele, memur ve sözleşmeli personel statüsüne geçirilmeleri nedeniyle, iş mevzuatına göre Bakanlık veya Kızılay tarafından herhangi bir tazminat ödenmez, kullanmamış oldukları yıllık ücretli izin süreleri için herhangi bir ödeme yapılmaz. Personelin Bakanlığa devir tarihi itibariyle Kızılay'da geçen ve kıdem tazminatına esas alınabilecek hizmet süreleri; memur kadrolarına atananlar için 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu uyarınca ödenecek emekli ikramiyesine esas toplam hizmet süresinin hesabında, sözleşmeli personel statüsüne geçirilenler için 657 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin (B) fıkrasına göre hak kazanabilecekleri iş sonu tazminatına esas toplam hizmet süresinin hesabında dikkate alınır. Personelin emekli ikramiyesi veya iş sonu tazminatının hesabına dahil edilecek hizmet sürelerinden kaynaklanan ilave maliyetin finansmanına karşılık olmak üzere, devir tarihi itibariyle ilgililerin atandıkları kadro unvanı ile derecesi ve kademesi veya geçirildikleri sözleşmeli personel pozisyonlarının unvanı ve hizmet süreleri esas alınarak hesaplanacak emekli ikramiyesi veya iş sonu tazminatı toplam tutarı, beş yıl içerisinde beş eşit taksitte Kızılay tarafından Bakanlığın döner sermayesine ödenir veya devredilen sağlık kuruluşlarına ait taşınır bedelleri ile devredilen sağlık kuruluşlarının bulunduğu Kızılay'a ait taşınmazların kiralanması halinde kira alacağından mahsubu yapılır..."B. İlgili Yargı Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 27/10/2008 tarihli ve E.2008/29715, K.2008/28944 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:"...Aynı şekilde işyerinin devri de işverenin yönetim hakkının son aşamasıdır. İşyeri devri çalışma koşullarında değişiklik olarak nitelendirilemez. Dairemizin kökleşmiş içtihatlarına göre, işyeri devrinin çalışma koşullarını ağırlaştıran bir yönü olup olmadığı araştırılmalıdır (Yargıtay HD. 2005 gün 2005/5396 E, 2005/34825 K)..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/2/2012 tarihli ve E.2012/3139, K.2012/4484 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:"...İşyeri devri fesih niteliğinde olmadığından, devir sebebiyle feshe bağlı hakların istenmesi mümkün olmaz. Aynı şekilde işyeri devri kural olarak işçiye haklı fesih imkânı vermez. İşyerinin devri işverenin yönetim hakkının son aşaması olup, işyeri devri çalışma koşullarında değişiklik anlamına da gelmez. Dairemizin kökleşmiş kararlarına göre işyeri devri işçiye haklı nedenle fesih hakkı tanımaz. İşyeri devrinin çalışma koşullarını ağırlaştıran bir yönü olup olmadığı belirlenmelidir..." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17534 | Başvuru, kıdem tazminatı ve izin ücreti alacaklarının ödenmesi talebiyle açılan davada kıdem tazminatına hak kazanılamadığı sonucuna ulaşılarak hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve Yargıtay kararında esasa yönelik iddiaların karşılanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yakalama nedenlerinin bildirilmemesi, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ve tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; bazı söz ve uygulamalar nedeniyle de masumiyet karinesi ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, daha önce benzer bir başvuruda bildirilen görüşler çerçevesinde yeni bir görüş bildirilmesine gerek bulunmadığını belirterek görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünde başkomiser olarak görev yapmakta iken kamuoyunda bilinen ismiyle 17-25 Aralık soruşturmaları sürecindeki (anılan soruşturmalara ilişkin bilgiler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 30) bazı eylemleri dolayısıyla meslekten ihraç edilmiştir. Ayrıca söz konusu eylemler dolayısıyla başvurucunun da aralarında olduğu çok sayıda kolluk görevlisi hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) ceza soruşturması başlatılmıştır. Başvurucu, anılan soruşturma kapsamında 1/9/2014 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başsavcılık 3/9/2014 tarihinde başvurucuyu tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında; başvurucunun görev aldığı soruşturma sürecinde başkaca delil elde etme imkânının bulunup bulunmadığı araştırılmadan soruşturma konusu olaylarla ilgisi bulunan ve/veya bulunmayan yüzlerce kişinin telefonlarının dinlendiği, dinleme işlemlerinin usulsüz olarak icra edildiği, çoğu kişinin neden soruşturmaya dâhil edildiğinin ve telefonlarının dinlendiğinin anlaşılamadığı, sonrasında -henüz iletişimin tespiti kararlarının geçerlilik süresi devam ederken- dinleme faaliyetlerinin sonlandırıldığı ve operasyon aşamasının başlatıldığı ifade edilmiştir. Başsavcılık, soruşturma dosyasında yer alan bazı bilgi ve belgelere değinerek soruşturmanın ve soruşturma sürecinde yapılan işlemlerin amacının o tarihte görevde bulunan Hükûmeti cebir ve şiddet kullanarak görev yapamaz hâle getirmek olduğunu ve bu faaliyetlerin Paralel Devlet Yapılanması (PDY) mensubu polislerce gerçekleştirildiğini değerlendirmiştir. Bu kapsamda özellikle usulsüz olarak yapılan dinlemelere dayanılarak hazırlanan fezlekede bir bakanın suç örgütü lideri olarak gösterilmesine, bir kişi (medya patronu) hakkında iletişimin tespiti tedbirine başvurulduğu hâlde fezlekede bu kişiyle ilgili bir suç isnadında bulunulmamasına, fezlekenin hazırlandığı tarihte görev başında olan Başbakan'ın fezlekede "dönemin Başbakan'ı" şeklinde ifade edilmesine, iletişimin tespiti tedbirlerinin icrasında görevli polis memurlarının kendi aralarındaki haberleşmelerinde "bütün kabineyi toplamaktan" bahsetmelerine dikkat çekilmiştir. Başsavcılık ayrıca Başbakan ve Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı'nın bir görüşmesine ilişkin görüntülerin usulsüz bir şekilde temin edilerek basına servis edilmesine, hakkında iletişimin tespiti kararı olmamasına rağmen Başbakan'ın telefonlarının uzun bir süre dinlenilmesine ve dinleme kayıtlarının basına sızdırılmasına, Başbakan'ın evinde usulsüz olarak teknik takip yapılmasına da temas etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 4/9/2014 tarihinde, başvurucunun Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Hâkimlik, başvurucunun da aralarında olduğu şüpheliler yönünden kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu sonucuna varırken soruşturma dosyalarında yer alan bilgi ve belgelere, özellikle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Teftiş Kurulu tarafından düzenlenen bir rapora, Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü görevlileri tarafından kullanılan bilgisayarlar üzerinde yapılan inceleme sonucunda düzenlenen rapora, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının tespitlerine, Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığı müfettişleri tarafından yürütülen disiplin soruşturmasının içeriğine ve bir gizli tanığın beyanlarına atıf yapmıştır. Kararda; kuvvetli suç şüphesi yönünden yapılan değerlendirmede ayrıca Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünde görev yaptıkları anlaşılan -başvurucunun da aralarında olduğu- şüphelilerin emniyet teşkilatındaki hiyerarşi içinde değil yasal olmayan bir oluşum çerçevesinde faaliyette bulundukları ve ayrı bir yapı oluşturdukları, bu kapsamda Başbakan da dâhil olmak üzere üst düzey siyasilerin ve kamu görevlilerinin telefonlarını uzun bir süre usulsüz şekilde dinledikleri yönündeki olgulara ve tutuklama talep yazısında yer alan diğer tespitlere değinilmiştir. Hâkimlik, tutuklama nedenlerine ilişkin olarak ise "... yüklenen suçun yasada öngörülen ceza miktarı, işlendiği iddia edilen suçun önemi ve ciddi sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedeninin 'Kanun gereğince' varsayıldığı, Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları ve 6352 sayılı Yasa ile değişik 5271 sayılı CMK'nun 100 ve devam eden maddeleri uyarınca şüphelilerin tutuklanmasına engel hallerinin (tutuklama yasağı ve yargılama engeli bulunmaması hali gibi) bulunmadığı, almaları muhtemel ceza göz önüne alındığında kaçma şüphelerinin bulunduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmaması nedeniyle şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme, tanık ve mağdurlar üzerinde baskı oluşturma şüphesinin bulunduğu, işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesinde ifade olunan 'ölçülülük' ilkesi uyarınca, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada soruşturmaya konu suç ve bu şüpheliler açısından yetersiz kalacağı ve amaca hizmet etmeyeceği ..." değerlendirmesinde bulunmuştur. Başvurucu 10/9/2014 tarihinde karara itiraz etmiş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 16/9/2014 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu, anılan kararı 1/10/2014 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu 24/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılığın 28/9/2015 tarihli iddianamesiyle başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, silahlı terör örgütüne üye olma, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, resmî belgede sahtecilik, resmî belgeyi bozmak, yok etmek veya gizlemek, haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek, kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları dinlemek ve kaydetmek, verilerin süresi içinde yok edilmemesi, kişisel verileri hukuka aykırı olarak bir başkasına vermek veya ele geçirmek, özel hayatın gizliliğini ihlal etmek ve göreve ilişkin sırrın açıklanması suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianame, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından 16/10/2015 tarihinde kabul edilmiş ve Mahkemenin E.2015/366 sayılı dosyası üzerinden yargılamaya başlanmıştır. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir ve başvurucunun tutukluluk durumu devam etmektedir. İlgili hukuk için bkz. Hüseyin Korkmaz, B. No: 2014/16835, 18/7/2018, §§ 42- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16836 | Başvuru, yakalama nedenlerinin bildirilmemesi, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ve tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; bazı söz ve uygulamalar nedeniyle de masumiyet karinesi ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, askerlik hizmeti sırasında ateşli silah yaralanması sonucu ölüm olayının meydana gelmesi ve bu ölüm olayına ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu soruşturma dosyasından tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 18'inci Mekanize Piyade Tugayı Topçu Tabur Komutanlığı (Gelibolu/Çanakkale) emrinde asker iken 3/1/2012 tarihinde yaşamını yitiren 1980 doğumlu Y.nin kardeşidir.A. Y.nin Askere Alınması ve Ölümü Başvurucunun kardeşi Y. 31/7/2011 tarihinde kısa dönem olarak askere sevk edilmiş ve 12/8/2011 tarihinde 15'inci Piyade Eğitim Tugayı 22'nci Piyade Eğitim Alayı 1'inci Havan Eğitim Tabur Komutanlığına (Amasya) teslim olmuştur. Y., eğitim birliğine katılması üzerine 12/8/2011 tarihinde yapılan Psikososyal Risk Faktörü Tarama Anketi'nde "Daha önce ruhsal (psikolojik) bir rahatsızlık geçirdiniz mi? Son bir kaç yıl içerisinde ruhsal (psikolojik) rahatsızlık geçirdiniz mi? Şimdiye kadar kendinize zarar vermeye/öldürmeye yönelik herhangi bir teşebbüsünüz oldu mu? Son zamanlarda kendinizi öldürmeyi düşündünüz mü?" gibi sorulara "Hayır" cevabını vermiştir. Y., aynı tarihte psikolojik danışman ile de bir görüşme gerçekleştirmiştir. Yapılan anket ve görüşmeden sonra Y.nin Rehberlik ve Danışma Merkezine (RDM) sevkinin gerekmediği değerlendirilmiştir. Y., Amasya'daki askerlik eğitimini tamamlamasını müteakip 28/8/2011 tarihinde 18'inci Mekanize Piyade Tugayı Topçu Tabur Komutanlığına teslim olmuştur. Y., burada yapılan Psikososyal Risk Faktörü Tarama Anketi'nde de kendi el yazısıyla herhangi bir psikolojik sorununun bulunmadığını belirtmiştir. Y. 7/9/2011 tarihinde birlik revirinde sağlık muayenesinden geçirilmiştir. Bu muayenede Y.nin sağlık durumunun normal olduğu değerlendirilmiştir.Y., daha sonra 19/9/2011 tarihinde göğüs ağrısı ve nöropatik ağrı şikâyeti ile birlik revirine müracaat etmiştir. Y., birlik revirinde yapılan muayeneden sonra Gelibolu Asker Hastanesi Dâhiliye Polikliniğine sevk edilmiştir. Gelibolu Asker Hastanesi Dâhiliye Polikliniğine sevk edilen Y., burada 20/9/2011 tarihinde muayene olarak sol kol ve bacakta uyuşma ve DSN tanıları ile Çanakkale Asker Hastanesi Nöroloji Polikliniğine sevk edilmiştir. Bu muayenede ayrıca Y.nin aynı hastanenin Kulak Burun Boğaz (KBB) Polikliniğince görülmesinin uygun olacağı değerlendirilmiştir. Bunun üzerine 22/9/2011 tarihinde Çanakkale Asker Hastanesine giden Y.nin Çanakkale Asker Hastanesi KBB Polikliniğince yapılan muayenesinde acil tedavi gerektirir bir durumunun olmadığı değerlendirilmiştir. Aynı gün Çanakkale Asker Hastanesi Nöroloji Polikliniğince yapılan muayenede ise Y.den kan tetkiki istenmiş, ertesi gün Y.ye fibromiyalji (yumuşak doku romatizması) tanısı konularak reçete düzenlenmiştir. Reçetedeki tanı kısmına fibromiyalji tanısına ilave olarak anksiyete bozukluğu tanısı eklenmiştir. Reçeteye de"B..." ve ".." adlıiki ilaç yazılmıştır. Soruşturma kapsamında alınan bilirkişi raporuna göre bu ilaçlardan ilki B12 vitamini eksikliği durumlarında verilen vitamin ilacı, ikincisi ise antidepresan olarak bilinen aynı zamanda anksiyete bozukluklarında da kullanılabilen bir ilaçtır. Y., Komutanlık makamına yazdığı "Komutanım nişamlımla düğün hazırlıkları ve ev eşyalarını ayarlamak maksadı ile 01-10 Aralık 2011 tarihleri arasında planlı olan iznimi, 17/10/2011 tarihinden itibaren 10 gün kullanmak istiyorum. Gereğinin yapılmasını arz ederim." şeklindeki bir dilekçeyle izin talebinde bulunmuştur. Talebi kabul edilen Y. 17/10/2011 ile 2/11/2011 tarihleri arasında (altı gün yol izni dâhil) izin kullanmıştır. Kullandığı izin sonrasında askerlik hizmetine devam eden Y. belli bir eğitimden geçerek çavuş diploması almıştır. Y. 10/11/2011 tarihinde birlik revirine müracaat etmiş ve burada muayene olmuştur. Muayene neticesinde Y.ye durumsal anksiyete bozukluğu teşhisi konularak RDM ile görüşmesinin uygun olacağı değerlendirilmiştir. RDM kayıtlarında Y. ile bu tarihten sonra herhangi bir görüşme gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğine ilişkin bir bilgi mevcut değildir. Soruşturma kapsamında ifadesi alınan tanık beyanlarına göre Y. 3/1/2012 tarihinde nöbetçi çavuş olduğu için 45-45 saatlerinde 3 No.lu kulede nöbetçi olan erleri uyandırmış, 3 No.lu kulede nöbet tutacak erleri önce doldur-boşalt istasyonuna götürmüş, akabinde ise hep birlikte nöbet kulesine doğru yürümeye başlamışlardır. Bu sırada Y., nöbetçi erlerden birinin silahını almış ve onlardan daha hızlı bir şekilde nöbet yerine doğru gitmeye başlamıştır. Y. ile nöbetçi erler arasındaki fark yaklaşık 100 metre iken Y.nin bulunduğu yerden bir el silah sesi gelmiştir. Sesin geldiği yere gidilmesi üzerine Y.nin yaralanmış hâlde yerde yattığı görülmüştür. Bunun üzerine Y., hastaneye götürülmüş ise de kurtarılamayarak yaşamını yitirmiştir. Hastane kayıtlarında, Y.nin saat 30'da askerî ambulansla ex duhul (ölü) olarak hastanenin acil servisine getirildiği, yaklaşık bir saat on beş dakika kardiyopulmoner resüsitasyon (CPR) uygulanmış ise de hastanın CPR'ye cevap vermediği, bu sebeple hastanın öldüğünün kabul edildiği belirtilmiştir.B. Ceza Soruşturması Süreci Soruşturma Kapsamında Yapılan İlk İşlemler ve Alınan Raporlar 18'inci Mekanize Piyade Tugayı Topçu Tabur Komutanlığı yetkilileri, saat 15 sıralarında Kara Kuvvetleri Komutanlığı 2'nci Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) nöbetçi askerî savcısına Y.nin ateşli silah yaralanması sonucu ağır yaralı olarak Gelibolu Devlet Hastanesine kaldırıldığını bildirmiştir. Yetkililer saat 45 sıralarında ise askerî savcıyı tekrar arayarak Y.nin yaşamını yitirdiğini bildirmiştir. Bunun üzerine, gecikmesinde sakınca bulunan hâl olarak değerlendirilen olay hakkında resen soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda Gelibolu İlçe Jandarma Komutanlığı Olay Yeri İnceleme ekibi saat 15'te hastaneye ulaşmış ve askerî savcının da hastaneye gelmesi üzerine ölü muayene işlemi gerçekleştirilmiştir. Ölü harici muayenesinde, Y.nin göğüs kemiklerinin birleştiği yerde bir adet mermi giriş deliği, sırtının sol bölgesinde ise bir adet mermi çıkış deliği tespit edilmiştir. Ölü harici muayenesi sırasında Y.nin el ve yüz svapları alınmıştır. Ölü harici muayenesinde ayrıca Y.nin üzerindeki giysiler incelenerek muhafaza altına alınmıştır. Bu kapsamda yapılan incelemede Y.nin kamuflaj pantolonunun sağ arka cebinde bir adet not defteri bulunmuştur. Not defteri kanla kaplı olduğu için içinde sadece bir kısmı okunabilen aşağıdaki not bulunmuştur:"Ben [Y] ölümümün asker... ilgisi yoktur. Tamamen sivil... öldürüyorum kendimi. Bu iş bir onur ve g... selesidir. Beni bir tek ölü... umarım yanılmam." Ölü harici muayesinden sonra askerî savcı eşliğinde olay yerine gidilmiş ve olay yeri incelemesi işlemi gerçekleştirilmiştir. Bu kapsamda olay yerine 2 No.lu nöbet kulesi ile 3 No.lu nöbet kulesinin yollarının kesiştiği yerden 50 metre daha 3 No.lu nöbet kulesine doğru devam edildiğinde ulaşıldığı, zemini toprak yol olan olay yerinde bir miktar kan olduğu, yolun sol tarafında bir adet boş kovan bulunduğu tespitleri yapılmıştır. Olay yerinden sonra koğuşlar bölgesine gidilmiş ve burada da çeşitli incelemeler yapılmıştır. Akabinde ise olayda kullanıldığı belirtilen ve tabur komutanının odasında muhafaza altına alınan silahın incelemesine geçilmiştir. Tozlama usulü ile silah üzerinde parmak izi incelemesi yapılmış ancak silah üzerinde herhangi bir ize rastlanmamıştır. Yapılan incelemelerden sonra silah kriminal inceleme için muhafaza altına alınmıştır. Olay anında Y. ile birlikte nöbet kulesine giden Topçu Er Ç. ile Topçu Er E.Ü.nün el ve yüz svapları alınmıştır. Bu kişilerin olay anındaki kamuflajları da atış artığı incelemesi için muhafaza altına alınmıştır. Ölü harici muayenesi işlemine katılan doktorlar, kesin ölüm sebebinin klasik otopsi işlemi yapılarak tespit edilmesinin yerinde olacağını belirtmiştir. Bunun üzerine kesin ölüm sebebinin tespiti amacıyla klasik otopsi yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu 4/1/2012 tarihinde Savcılığa sunduğu bir dilekçe ile kardeşinin ölümünün intihar neticesinde gerçekleştiğinin kendilerine söylendiğini; ancak, bu konuda kendilerinin şüphe duyduğunu belirterek yapılacak otopsi işlemine Dr. Ş.K.F.nin de gözlemci sıfatı ile hazır bulundurulmasını talep etmiştir. Bunun üzerine kesin ölüm sebebinin tespiti amacıyla 4/1/2012 tarihinde klasik otopsi işlemi gerçekleştirilmiştir. Otopsi işleminde başvurucunun dilekçesinde belirttiği Dr. Ş.K.F. de gözlemci sıfatıyla yer almıştır. Kesin ölüm sebebinin tespiti amacıyla yapılan klasik otopsi işlemi sonucunda hazırlanan 28/1/2013 tarihli otopsi raporunda; göğsün solunda ksifoidin hemen sol üst kısmında ateşli silah mermi çekirdeği giriş deliği, sırt sol yanda ise ateşli silah mermi çekirdeği çıkış deliği olduğu, atışın bitişik atış mesafesinden yapıldığı, ölümün ateşli silah yaralanmasına bağlı kot kırığıyla birlikte iç organ yaralanması sonucu meydana geldiği belirtilmiştir. Raporda ayrıca iç organlarda yapılan sistematik toksikolojik analiz sonucunda kanda alkol (etanol ve metanol) bulunmadığı, bununla birlikte 286 ng/ml paracetamol, 172 ng/ml atropin, 18,8 ng/ml chlorpheniramine bulunduğu, idrarda paracetamol ve chlorpheniramine bulunduğu, göz sıvısında ise paracetamol, chlorpheniramine ve pseudoephedrin bulunduğu belirtilmiştir. Askerî Savcılık, otopsi sonucunda kişinin kanında, idrarında ve göz sıvısında bulunan maddelerin neler olduğu hususunda, Tıbbi Farmakoloji Uzmanı Prof. Dr. H.E.A.dan bir bilirkişi raporu düzenlemesini istemiştir. Raporda, paracetamol maddesinin ağrı kesici ve ateş düşürücü amaçlarla kullanıldığı, chlorpheniramine maddesinin sakinleştirici etkisinin olduğu, atropin maddesinin olaydan sonra hastaneye kaldırılan kişiye yapılan müdahale esnasında verilen bir madde olduğu, pseudoephedrin maddesinin ise soğuk algınlığı ve gribal durumlarda kullanıldığı belirtilmiştir. Olay yeri incelemesi neticesinde muhafaza altına alınan Topçu Er Ç.ye ait 003265 seri numaralı silah ile bir adet 65x45 mm çapındaki mermi kovanı gerekli tetkiklerin yapılması amacıyla Jandarma Genel Komutanlığı Kriminal Daire Başkanlığı Balistik İnceleme Laboratuvarına gönderilmiştir. Balistik İnceleme Laboratuvarının 30/1/2012 tarihli uzmanlık raporunda; 003265 seri numaralı silahın ateş etmesine mani mekanik herhangi bir arızasının bulunmadığı, silahın deneme amaçlı kullanılması sonucunda patladığının görüldüğü, incelenmek için gönderilen 65x45 mm çap ve tipindeki bir adet mermi kovanının 003265 seri numaralı tüfek ile atılmış olduğu tespitleri yapılmıştır. Başvurucunun kardeşi Y. ile Topçu Er Ç. ve Topçu Er E.Ü.nün el ve yüz bölgesinden atış artığı transfer kitiyle alınan svaplar üzerinde Jandarma Genel Komutanlığı Kriminal Daire Başkanlığı Kimyasal İnceleme Laboratuvarı görevlileri tarafından atış artığı analizi yapılmıştır. Kimyasal İnceleme Laboratuvarı görevlileri tarafından hazırlanan 9/3/2012 tarihli uzmanlık raporuna göre Y.nin sol el dış, sol el iç, sağ yüz ve sol yüz bölgesinden alınan svaplarında atış artığı tespit edilmiştir. Bunun yanı sıra Topçu Er Ç.ye ait sol el iç svabında da atış artığı tespit edilmiştir. Topçu Er E.Ü.den alınan svaplar üzerinde yapılan incelemede ise atış artıklarına rastlanmamıştır. Ölü muayene işlemi neticesinde muhafaza altına alınan giysiler üzerinde yapılan atış artığı analizi sonucunda ise Y.ye ait parkanın sol üst ön göğüs bölgesinde bir adet delinmenin olduğu ve bu delinme bölgesinde atış artıklarının bulunduğu tespit edilmiştir. Uzmanlık raporunda, atış artıklarının dağılımı ve yoğunluğu dikkate alınarak atışın bitişik atış olduğu değerlendirilmiştir. Bunun yanı sıra Topçu Er Ç.ye ait hücum yeleği önünde de atış artığı tespit edilmiştir. Topçu Er E.Ü.ye ait giysilerde ise ise atış artığına rastlanmamıştır. Askerî Savcılık, Topçu Er Ç.ye ait sol el iç svabında ve hücum yeleği önünde atış artığı bulunması hususu ile ilgili olarak da bilirkişi raporu istemiştir. Gelibolu Olay Yeri İnceleme Ekibi ve Kimlik Tespit Grup Amirliğinde görev yapan Polis Memuru S.F.Ü. tarafından hazırlanan raporda -Topçu Er Ç. ile Topçu Er E.Ü.nün soruşturma kapsamında verdiği ifadeler de dikkate alınarak- atış yapan kişilerle temas edilmesi hâlinde temas eden kişilere de atış artığı bulaşabileceği, bu sebeple Y.ye ve onun eşyalarına temas eden Topçu Er Ç. ile Topçu Er E.Ü.den atış artığı çıkabileceği, bunun yanı sıra el üstünde rastlanan atış artığının atış sırasında olan bulaşmaya, el içinde rastlanan atış artığının ise sonradan bulaşmaya işaret ettiği, bu sebeple Topçu Er Ç.nin el içi svaplarındaki atış artığının ateş etmeden değil temastan kaynaklanabileceği yönünde değerlendirmeler yapılmıştır. Askerî Savcılık, Y.nin kamuflajından çıkan notun ölen kişinin kendi elinden çıkıp çıkmadığının tespit edilmesi amacıyla da araştırmalar yapmıştır. Askerî Savcılık, kamuflajdan çıkan not ile Y.nin el yazı örneklerini içeren diğer bazı belgeleri Jandarma Genel Komutanlığı Kriminal Daire Başkanlığı El Yazısı ve Doküman İnceleme Laboratuvarına göndermiş ve söz konusu notun Y.ye ait diğer yazılarla mukayese edilmesini ve nihayetinde bir rapor tanzim edilerek Askerî Savcılığa gönderilmesini talep etmiştir. El Yazısı ve Doküman İnceleme Uzmanları ile Y.Ç. tarafından hazırlanan 2/3/2012 tarihli uzmanlık raporunda, gönderilen yazı örnekleri üzerinde doküman inceleme (VSC-5000) ve makroskop (LEICA M 420) cihazı ile fiziki, optik, karakteristik inceleme ve karşılaştırmalar yapıldığı belirtilmiş; yapılan bu incelemeler neticesinde kamuflajdan çıkan notun Y.nin elinden çıktığı kanaatine varıldığı bildirilmiştir. Soruşturma Kapsamında İfadesi Alınan Kişilerin Beyanları Askerî savcı, olay yeri incelemesinden hemen sonra, Y. ile birlikte nöbet kulesine doğru giden Topçu Er E.Ü. ile Topçu Er Ç.nin ifadesini almıştır. Topçu Er E.Ü.nün 3/1/2012 tarihli ifadesi şöyledir:" 2012 günü 45-45 saatleri arası "3 nolu kule" isimli nöbet yerinde Topçu Onb. [Ç.] ile birlikte nöbetim bulunmaktaydı. Buna istinaden nöbetçi çavuş Topçu Çvş. [Y.] tarafından saat 00 sıralarında uyandırıldım. Hazırlandım. Ardından [Y.] çavuşun komutasında [Ç.] ile birlikte önce silahlığa oradan silahlarımızı alıp doldur boşalt istasyonuna gittik. Oradan da söz konusu nöbet kulesinin bulunduğu tanksavar bölüğü önünden geçen toprak yolu aynı şekilde yani [Y.] çavuşun komutasında izlemek suretiyle kışlanın kuzey doğusuna doğru yürümeye başladık. Bu şekilde yan yana yürürken [Y.] çavuş [Ç.den] tüfeğini önümüze domuz çıkma tehlikesi var diye istedi. [Ç.] başta bir şey olmaz sürekli bu yolu gidip geliyoruz diyerek tüfeğini vermek istemedi.[Y.] bu defa [Ç.ye] tüfeğini bana ver önümüze bir şey çıkarsa senin üzerinde çelik yelek olduğundan müdahalede gecikebilirsin diyerek ikinci kez tüfeği istedi. Bunun üzerine [Ç.] toprak yolda yürürken tüfeği [Y.ye] verdi. O da tüfeği omzuna astı. Bir müddet bu şekilde yan yana yürüdük. 2 nolu nöbet kulübesine ayrılan yol ayrımına varmadan 5-10 metre önce [Y.] hızlanarak önümüze geçti. Gittikçe aramızdaki mesafe açılıyordu. Ancak koşmuyordu. [Ç.] arkasından "abi yavaş git yetişemiyoruz sana" dedi. O da "ben nöbetçilere fenerle işaret veriyorum siz arkamdan gelirsiniz" dedi ve yine hızlı hızlı yürümeye devam etti. nöbet kulesine doğru yürüyordu. Aramızdaki mesafe tahminen 20-30 metre olmuştu. Biz tam 2 nolu nöbet kulesine giden yol ayrımına geldiğimiz noktada ilerden çavuş [Y.nin] bulunduğu noktadan bir el silah sesi geldi. Hemen oraya doğru koştuk. Önce [Y.] çavuşun yanına ben vardım. Onu ilk gördüğümde sırt üstü ayakları 2 nolu kuleyi yani İstanbul kara yolu tarafını gösterir vaziyette yerde sırt üstü yatıyordu. Kolları çok açık olmamakla birlikte iki yana açılmıştı. [Ç.nin] HK-33 piyade tüfeği ise [Y.ye] göre sağdaydı ancak aradaki mesafeyi çok dikkat edemediğimden hatırlayamıyorum. Benden 5-10 saniye sonra [Ç.] de geldi. Ben [Y.] çavuşun kafasını kaldırarak dizime koydum. Bu sırada hücum yeleğinin göğüs kısmında yırtılma olduğunu gördüm. Bu şekilde silahla göğsünden yaralandığını tahmin ederek hemen hücum yeleğini çıkarttım. Parkanın düğmelerini açtım. Bu sırada [Y.nin] üstündeki elbiselerin delindiğini gördüm. Delikten tenine doğru baktığımda küçük dairesel bir boşluk gördüm. Merminin buradan [Y.nin] vücuduna saplandığını anladım. Hemen karşıdaki 2 nolu nöbet kulesine AMM'yi ve ambulansı arayın diye bağırdım. Bu sırada [Y.] herhangi bir şey konuşmuyordu. Konuşacak durumda da değildi. Çünkü sadece iki kere derin nefes aldı. Gözleri bir noktaya bakmıyordu. Bu şekilde ben ve [Ç.], [Y.] çavuşun başında bekledik. Yaklaşık 10 dakika sonra AMM ekibi geldi. Onlardan yaklaşık 5 dakika sonra da ambulans geldi. [Y.] çavuşu ambulansa bindirdik. Daha sonra [Ç.] yerde bulunan silahı kayışından tutmak suretiyle alarak AMM aracına koydu. [Y.yi] ambulansa koyduğumuzda sırt üstü yattığı yerde sırtına denk gelen toprak kesiminde kan lekeleri olduğunu gördüm. Oradan bizi bölüğe götürdüler. Soruldu: Cevaben: Biz [Y.] önümüzden giderken karanlık da olsa onu bir karartı şeklinde dahi olsa görüyorduk. O da bizim gibi toprak yoldan yürüyerek gidiyordu. Hızlı hızlı yürüdüğünden aramız açıldı. Silah sesini duyana değin kendisini önümüzde gittiğini görmüştüm. Silah sesi geldiğinde yürüyüp yürümediğini görebilmem hem geride aynı hizada olmamızdan hem de karanlık olmasından dolayı mümkün olmamıştır. Ancak belirttiğim gibi açıkça bir karartı, gölge gibi önümüzden hızlı adımlarla yürüdü ve yolun ortasındayken silah sesi duyuldu. Silah sesi duyulduğunda [Y.] eğildi mi bunu da ayrıntılı görmem mümkün değildi. Yolda önümüzde [Y.den] başka kimse yoktu. Ben [Y.yi] tanırdım ancak kendisiyle çok da samimi değildim, bu yüzden herhangi bir sıkıntısı olduğunu bilmiyorum dedi." Topçu Er Ç., yaşanan olayla ile ilgili olarak Topçu Er E.Ü.nün ifadesine benzer şekilde beyanda bulunmuştur. Askerî savcı, olay anında 2 No.lu kulede nöbet tutan Er İ.A. ile Er K.S.nin ifadesini almıştır. Adı geçen erler birbiri ile uyumlu olarak özetle olay günü 2 No.lu kulede nöbetçi olduklarını, saat 00'ye beş on dakika kala kulenin karşısındaki yoldan üç kişinin geçtiğini, bu üç kişiden birinin diğer ikisinden daha önde olduğunu, öndeki kişinin bir anda durduğunu ve kişinin elindeki fenerin söndüğünü, beş on saniye sonra bu kişinin bulunduğu yerden bir el silah sesi geldiğini, sesin gelmesinden on on beş saniye sonra bir kişinin "Ambulans ambulans." diye bağırdığını, karanlık olduğu için bu kişilerin tam olarak hangi pozisyonda olduklarını göremediklerini, bunun üzerine hemen nöbet kulesinde bulunan ani müdahale mangası tuşuna bastıklarını, olay hakkında yetkililere telefonla da bilgi verdiklerini, bunun üzerine yaklaşık on dakika sonra ani müdahale mangası aracının olay yerine geldiğini, bu sırada ambulansın da olay yerine geldiğini, şahsın ambulansa bindirilerek götürüldüğünü belirtmişlerdir. Askerî savcı, ambulans takım komutanı olarak görev yapan Astsubay S.A.nın ifadesini almıştır. Astsubay S.A. ifadesinde özetle olayın gece saat 00 sıralarında kendilerine bildirilmesi üzerine hemen arazi tipi ambulansla olay yerine gittiğini, ambulanstan indiğinde intihar eden askerin nabzını kontrol ettiğini; ancak nabzının atmadığını fark ettiğini, askerin solunumunu kontrol ettiğinde soluk alıp vermediğini gördüğünü, bunun üzerine kişiyi ambulansa koyduklarını ve hastaneye gittiklerini, yol boyunca kişiye kalp masajı yaptığını, hastanede de kişiye kalp masajı uygulandığını ancak kişinin kalbinin çalışmadığını belirtmiştir. Askerî savcı 4/1/2012 tarihinde Y.nin samimi arkadaşlarından olan Topçu Çavuş H.Ö.Ö.nün ifadesini almıştır. Topçu Çavuş H.Ö.Ö.nün ifadesi şöyledir:"Ben 18'nci Mknz. p, Tug. Topçu Tb. 4'ncü Bt. K.lığında Batarya Çavuşu olarak görev yapmaktayım. Aynı bataryada görev yapmamız nedeni ile Topçu Çvş. [Y.yi] tanırım. Bunun yanı sıra sonradan sonraya kendisi ile gün geçtikçe daha fazla konuşmaya daha çok şey paylaşmaya başladığımı gördüm çünkü o da benim gibi üniversite mezunu kültürlü konuşabileceğim birçok konu olan birisi idi. Bu yüzden farklı farklı konularda hoş vakitlerimiz, sohbetlerimiz oldu. Onu bu şekilde tanımaya başladım. Ekim ayı içerisinde izne gitmişti. İzine gitme nedenini de nişanlısı ile sorunları olduğunu bunu halletmek için gidiyor olduğunu bana söylemişti. Hatta onun için İstabul'dan uçakla şuan hatırlayamadığım nişanlısının bulunduğu Doğu Anadoluda bir şehre gideceğini belirtiyordu. İzinden döndü, döndüğünde moralinin çok bozuk olduğunu gördüm. Konuşmuyordu, dalgındı, zayıflamıştı. Suratı sürekli asıktı. Sürekli sık sık sigara içiyordu. Bu yüzden kendisine ne oldu diye sordum. Bana nişanlısından ayrıldığını söyledi. Anlatımlarından kendisinin nişanlısını sevdiğini ancak nişanlısının kendisine karşı olan duygularından emin olamadığını belkide buna sebep olarak dünya görüşlerinin farklı olabileceğinden bahsetti. Ben de bir arkadaşı olarak kendisini teselli etmeye çalışıyordum. Ancak yine ilerleyen günlerde aynı şekilde sıkıntılı bir ruh hali vardı. Benzer davranışlar sergiliyordu. Sonra normale döner gibi oldu. Ölümünden 2 veya 3 hafta önceki bir gün bana nişanlısının ailesinin onun için kendi ailesinin aldığı hediyeleri ailesine iade ettiğini bu duruma çok üzüldüğünü, bu halde terhis olup eve gittiğinde o eşyaları görüp nişanlısını hatırlayacağını, bu durumun kendisini daha da üzeceğini hatta bu yüzden kendi ailesine de hediyeleri kabul etmelerinden dolayı kızdığını anlattı. Yine hatta eskisinden daha karamsar bir tabloya büründü. O kadar sık sigara içiyordu ki kendi paketini bitirip bizlerden istiyordu. Bu haberden sanırım ilk çarşı iznindeyken emanet bıraktığı cep telefonunu alıp nişanlısını yani ayrıldığını beyan ettiğı nişanlısını aradığını, cevap alamayınca mesaj attığını, ona da gün içerisinde cevap gelmeyince bu duruma sinirlendiğini söyledi. Yine ondan sonraki günlerde aynı şekilde mutsuz karamsar davranışlar sergilemeye devam etti. [Y.yi] öldüğü gecenin önceki akşamı yani Pazartesi akşam saat 00 sıralarında silahlıkta gördüm. Ben de orada olmama rağmen silahlıktaki arkadaşım İ.B.ye gelerek bozuk paran var mı dedi. İ.B.den bozuk para aldı. Beni görmemiş gibi davranıyordu. Merhaba bile demedi. Ben de bir şey diyemedim. Ondan sonra da kendisini bir daha görmedim. Daha sonra çay ocağında görevli olan askerden öğrendiğime göre [Y.] o gün akşam çay ocağına gelip borcunu kapatmış dedi. [Y.] bahsettiğimiz izin dönüşünde yaşadığı bu sıkıntılardan dolayı RDM'ye gitmişti ancak dönüşünde yeni katılan askerlerin RDM'de olduğunu görmüş ve daha sonra giderim diyerek geri dönmüş. Sonrada bir daha RDM'ye gitmediğini biliyorum. Benim bilgim ve görgüm bunlardan ibarettir dedi." Askerî savcı, yine Y.nin samimi arkadaşlarından biri olan Topçu Çavuş İ.B.nin ifadesini almıştır. Topçu Çavuş İ.B., Y.nin kişiliği hakkında Topçu Çavuş H.Ö.Ö.nün ifadesine benzer şekilde beyanda bulunmuştur. Topçu Çavuş İ.B. bu bağlamda Türk Silahlı Kuvvetlerindeki "can dostu" uygulaması kapsamında Y. ile eşleştirildiğini, bu uygulama ile iki askerin birbirine göz kulak olmasının ve bu askerlerden birinin sıkıntısının olması hâlinde diğerinin bu konuda komutanlara bilgi vermesinin amaçlandığını, can dostu uygulaması sayesinde Y.yi tanıma fırsatı bulduğunu, Y.nin askerî birlikte en samimi olduğu kişinin kendisi olduğunu ifade etmiştir. Topçu Çavuş İ.B. ayrıca gözlemlediği kadarıyla Y.nin içine kapanık olma durumunun olduğunu, kendilerine her şeyini anlatmadığını, Y.nin ekim ayında izne gittiğini, izinden önce herhangi bir sıkıntısının olmadığını, izinden döndükten sonra ise nişanlısından ayrıldığı için moralinin bozuk olduğunu, bu şekildeki ruh hâlinin kasım ayının sonuna kadar devam ettiğini, bu vakitten sonra moral bozukluğunu üzerinden attığını gördüğünü ancak ölümünden iki hafta önce moralinin yine çok bozuk olduğunu gördüğünü, bu durumun hediyelerin iadesinden kaynaklandığını öğrendiğini belirtmiştir. Topçu Çavuş İ.B. ifadesinde son olarak Y.nin hiç kimseyle bir probleminin olmadığını, Y.nin herhangi biri ile en ufak bir tartışmaya girdiğini dahi görmediğini, zaten yaşı büyük olduğu için herkesin ona "ağabey" dediğini ifade etmiştir. İfadesi alınan Astsubay Ü. ise Y.nin çalışkan ve verilen emirleri zamanında yerine getiren disiplinli bir asker olduğunu ancak alıngan bir yönünün de bulunduğunu, bu yüzden onu kıracak bir harekette bulunmamak için özen gösterdiklerini, Kasım ayı ortalarından bu yana gece nöbetçilerini yerlerine götürüp getirme işini askerlere göz kulak olabileceği düşüncesiyle ona verdiklerini, onunla yaptığı konuşmalarda bir sıkıntısının olduğunu ve bu yüzden ilgiye muhtaç olabileceğini düşünmediğini ifade etmiştir. Askerî savcı 5/1/2012 tarihinde Topçu Üsteğmen H.Y.nin ifadesini almıştır. H.Y. ifadesinde özetle eğitimli bir asker olan Y.nin herhangi bir isteği olduğunda bunu uygun bir dille kendilerine anlattığını, Y.nin Ekim ayı içinde nişanlısıyla ev eşyası alışverişi yapacaklarını belirterek kendisinden izin istediğini, bunun üzerine Y.yi izne gönderdiğini, izin dönüşünde Y.yi uygulama gereği izin dönüş muayenesine gönderdiğini, muayenede Y.ye durumsal anksiyete bozukluğu tanısı konulması üzerine viziteci onbaşıya Y.yi RDM'ye götürmesi gerektiğini söylediğini, o gün RDM'den döndüklerinde RDM'de yoğunluk olduğundan muayene olamadıklarını söylediklerini, bunun üzerine ertesi gün bu kişileri bir kez daha RDM'ye gönderdiğini, bu kez olumsuz bir dönüş olmadığını, bu yüzden muayene olmuştur diyerek konunun üzerinde durmadığını, zaten gözlemlerinde Y.nin resen RDM'ye sevk edilecek düzeyde psikolojisinin bozuk olduğunu görmediğini, Y.nin sorunu olduğunda bunu rahatlıkla anlatacak biri olduğunu, ayrıca çalışkan ve disiplinli bir asker olduğunu belirtmiştir. Askerî savcı vizite onbaşısı olarak görev yapan H.A.nın 5/1/2012 tarihinde ifadesini almıştır. H.A. ifadesinde özetle Y.yi izin dönüşlerinde rutin olarak yapılan muayene kapsamında revire götürdüğünü, revirdeki doktorun Y.ye anksiyete bozukluğu tanısı koyarak Y.nin RDM'ye sevkinin uygun olacağına karar verdiğini, bunun üzerine Y.yi RDM'ye götürdüğünü; ancak, RDM'ye gittikleri gün yeni gelen askerlerin toplu muayenesi olduğundan sıra beklememek için daha sonra geliriz diyerek geri döndüklerini ancak daha sonra gittiklerinde de yoğunluktan geri döndüklerini, Y.nin de bir daha gitmek istemediğini, zaten bir süre sonra Y.nin üzerindeki durgunluk ve moral bozukluğunun kalktığını ifade etmiştir. Askerî Savcılık ayrıca Y.nin kullandığı telefon numarasından yapılan görüşmelerin dökümlerini incelemiştir. Askerî Savcılık bu inceleme neticesinde Y.nin olaydan önceki gün yani 2/1/2012 tarihinde eski nişanlısı ile 694 saniyelik bir telefon görüşmesi gerçekleştirdiğini tespit etmiştir. Bunun üzerine Askerî Savcı, istinabe yoluyla Y.nin eski nişanlısının ifadesini almıştır. Y.nin eski nişanlısı S.B.nin ifadesi şöyledir:"[Y.] benim eski nişanlımdır. [Y.] askerden yıllık izine geldiği zaman kendisi ile 2011 yılı Ekim ayında aramızdaki kişisel sebeplerden dolayı ayrıldık. Daha sonra [Y.] askere gitti ve biz bunun üzerine telefonda görüşmedik. En son görüşmemiz, benim ailemin [Y.ye] ait eşyalarını ailesine göndermesi üzerine beni aradı. Bana "neden sana gönderdiğim eşyaları geri göndermişsin, bizim konuşmamız böyle değildi. Benim eşyalarım sende, senin esyalarında bende kalacaktı" diye söyledi. Ben de ailemin geleneklerine göre hareket edeceğimi söyledim. Ailemin tüm eşyalarını göndermesi üzerine çok üzüldüğünü söyledi. Bunun üzerine ben kendisine telefonu kapatalım fazla uzatmayalım dedim. O da bana hep senin istediğin mi olacak kapat deyince kapatacak mıyım dedi. Bunun üzerine kendisi bana tam hatırladığım kadarıyla "silahı alıp her gün kafama dayıyorum sen ve ailem üzülmeyin diye tekrardan silahı geri bırakıyorum" şeklinde cümle kullandı. Ben de kendi kişilik yapısını bildiğimden dolayı beni etkilemek için böyle konuştuğunu düşündüm ve bunun üzerine ben de saçmalama böyle bir şey yapmazsın çünkü sen böyle biri değilsin dedim. Daha sonra telefonu kapattığımı söyleyerek kapattım. Benim olay ile ilgili bilgim bundan ibarettir dedi." Soruşturma Sonucunda Verilen Karar Askerî Savcılık, soruşturma kapsamında elde ettiği tüm verileri değerlendirerek Y.nin ölümünde herhangi bir kişiye atfı kabil kusur ve ihmal bulunmadığı kanaatine varmış; 7/10/2013 tarihli karar ile kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu 6/11/2013 tarihli dilekçe ile kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz etmiş ve bu kararın kaldırılması talebinde bulunmuştur. Başvurucu dilekçesinde özetle olay hakkında ayrıntılı bir araştırma ve inceleme yapılmadığını, Y.nin bilinen bir bunalım hâlinin ya da psikolojik bozukluğunun olmadığını, kardeşinin intihar ettiğine inanmadığını, olayda başka karanlık noktalar olabileceğinden endişe ettiğini belirtmiştir. Başvurucu ayrıca olayın intihar sonucunda gerçekleştiği kabul edilecek olsa dahi kardeşinin bu psikolojiye bürünmesinde etkin olan durumların, askerlik hizmetini yerine getirirken yaşadıklarının etkili olması ihtimalinin hiç değerlendirilmemiş olmasının hatalı olduğunu ileri sürmüştür. İtirazı inceleyen Kara Kuvvetleri Komutanlığı Beşinci Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesi (Askerî Mahkeme) soruşturmanın genişletilmesine karar vermiştir. Askerî Mahkeme, Topçu Er Ç.nin kendi silahını Y.ye teslim etme yetkisinin olup olmadığı hususunun tam olarak açıklığa kavuşturulamadığı sonucuna varmış ve bu eksikliğin tamamlanması için dosyanın Askerî Savcılığa gönderilmesine ve gerekli araştırmalar yapıldıktan sonra dosyanın Mahkemeye iadesine karar vermiştir. Askerî Savcılık bu kapsamda diğer bazı araştırmaların yanı sıra Topçu Er Ç. ile Teğmen H.Y.nin ifadesini almıştır. Topçu Er Ç. ifadesinde özetle Y.nin nöbet yerine doğru giderken "Ben sizden sorumluyum, bu güzergahta önümüze domuz çıkıyor." diyerek silahı istediğini, silahı ilk başta vermemesine rağmen Y.nin çekiştirerek silahı aldığını belirtmiştir. Teğmen H.Y. ise üst rütbe konumunda olan kişinin lüzum görmesi hâlinde erlerden silahlarını isteyebileceğini, olay günü Y. nöbetçi çavuş olduğu için yanında bulunan erlerden silahlarını istemesi hâlinde askerî teamüller gereği erlerin silahlarını Y.ye vermesi gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucu 28/5/2014 tarihli dilekçe ile kovuşturmaya yer olmadığı kararına karşı ek bazı itirazlar ileri sürmüştür. Başvurucu dilekçesinde özetle A.Y., Ç. ve E.K. adlı kişilerin olay günü saat 00 sıralarında bölük teğmeni ile kardeşinin tartıştığını, teğmenin silahının dipçiği ile kardeşinin kafasına vurduğunuaktardığını, bu kişilerin tanıklığının çok önemli olduğunu zira kardeşinin intihar etmiş olabileceğine inanmadığını ileri sürmüştür. Askerî Mahkeme, soruşturmanın genişletilmesi üzerine yapılan araştırmaları da dikkate alarak 13/8/2014 tarihli karar ile başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Askerî Mahkeme, kovuşturmaya yer olmadığı kararında açıklanan delillerin dosya kapsamıyla uyum arz ettiğini, mevcut delillerin soruşturma konusu olayda Y.nin kendi isteği ve eylemiyle herhangi bir kişinin teşviki veya yardımı söz konusu olmaksızın hayatına son verdiği hususunda bir şüphe uyandırmadığını, ölen kişinin sıralı amirlerinin olayla ilgili herhangi bir ihmallerinin bulunmadığını, Y.nin olay günü Ç.nin silahını zorla aldığını, dolayısıyla Ç.nin de herhangi bir kusurunun veya sorumluluğunun bulunmadığını belirterek Askerî Savcılıkça Y.nin ölüm olayı ile ilgili olarak gerekli tüm soruşturma işlemlerinin yapılmış olduğu, eksik soruşturmayla karar verilmesinin söz konusu olmadığı, itiraza konu kovuşturmaya yer olmadığı kararında bir isabetsizlik bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır. Askerî Mahkeme ayrıca Ali Asker Yurtsever tarafından 28/5/2014 tarihli dilekçe ile ileri sürülen itiraz ve taleplerin olayla doğrudan bir bağlantısının bulunmadığını, Ali Asker Yurtsever'in iddia ettiği ve araştırılmasını talep ettiği olay ile ölüm olayı arasında zaman ve mekân farkının bulunduğunu, iddia edilen şahısla ilgili eylemlerin ayrı bir soruşturma konusu olabileceğini belirterek bu itirazları da yerinde görmemiştir. Bu karar 1/9/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu anılan olay sebebiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) tam yargı davası açtığına dair herhangi bir bilgi vermemiştir. Anayasa Mahkemesi, bu hususta AYİM Genel Sekreterliğine 3/8/2017 tarihinde müzekkere yazmış ve söz konusu olay sebebiyle başvurucu tarafından açılmış bir tam yargı davasının bulunup bulunmadığını sormuştur. AYİM Başkanlığı 4/8/2017 tarihli yazı ile kayıtlarında başvurucu adına bir davaya rastlanmadığını bildirmiştir. İlgili hukuk için bkz. Coşkun Çiftler, B. No: 2014/18624, 22/2/2018, §§ 55-61; Kumrişan Akkuş ve Sefer Akkuş, B. No: 2014/14672, 1/2/2017, §§ 45- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15978 | Başvuru, askerlik hizmeti sırasında ateşli silah yaralanması sonucu ölüm olayının meydana gelmesi ve bu ölüm olayına ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, Başbakan'a yönelik sözler nedeniyle verilen adli para cezasına ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1990 doğumlu olan başvurucu olay tarihinde üniversite öğrencisidir. 18/12/2012 tarihinde başvurucunun da aralarında bulunduğu bazı kişiler, Göktürk-2 uydusunun uzaya fırlatılması nedeniyle Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Yerleşkesi’nde düzenlenen törene ilgili dönemde başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan'ın katılımını protesto etmek istemiştir. Anılan kişilerle güvenlik güçleri arasında çatışmalar yaşanmıştır. Protesto olayları ile ilgili olarak gözaltına alınan şahısların 22/12/2012 günü Ankara Adliyesine sevk edilmesi sırasında şüphelilere destek vermek amacıyla Ankara Adliyesi civarında toplanan grup adına başvurucu bir açıklama yapmıştır. Açıklamanın başvuru konusu olayla ilgili kısmı şu şekildedir:"Arkadaşlar bugün arkadaşlarımızın düzmece bir operasyonla alınışı zafere sonuçlanmıştır ama bu geçici bir zaferdir. Bu kavga Tayyip Erdoğan'ın zapt edilecek bir kale olarak bellediği ODTÜ'de tokat yemesi ve bunun karşılığında intikam hırsıyla kudurmuş bir köpek gibi öğrencilere saldırmasına karşı atılmış ikinci bir tokattır. Bugün burada mücadelemizin meşruluğu ve haklılığı sayesinde ve tüm toplum nezdinde şu an birazdan aramıza gelecek arkadaşlarımızın verdiği kavganın haklı olması meşru olması sayesinde arkadaşlarımızı almış bulunuyoruz. Ama burada bir kere daha haykırmak gerekiyor ki üniversitelerde mücadelede bu ülkede mücadele kavga bitmemiştir. Daha yeni başlamıştır. ODTÜ'de yakılan ateşin etrafa sıçradığı müddetçe bu kavga büyümeye ve AKP diktatörlüğünü ve uyduruk padişahlığı bu ülkeden silip atmaya, üniversiteleri yeniden gençliğin geleceğini yeniden kurmanın fitilini ateşlemenin ilk adımını attığımız bu günlerde mücadele kararlılığıyla zafer sarhoşluğuna düşmeden ve saldırılann devam etmesini öngörerek mücadelemizi büyüterek devam etme iradesiyle ayrılmak zorundayız." İlgili dönemdeki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ODTÜ'de yaşanan olaylarla ilgili aşağıdaki açıklamaları yapmıştır.25/12/2012 tarihli açıklama"Demokrasilerde eleştirilerin olmasının en doğal hali olduğunu o programda da ifade ettim. Fakat eleştiri hiçbir zaman gücünü şiddetten almamalıdır. Eğer şiddetten alıyorsa onu savunan kim olursa olsun ben bir başbakan olarak onun karşısına dikilirim. Bu bir rektör akademisyen kim olursa olsun. Bir rektör elinde demir bilyeleri polisine atmayı öğretmez. Aynı şekilde okulun içinde araba lastiklerini yakmayı da gerektirmez. Sırtlarındaki çantayla molotofla terör estiremez. Bir öğrenci üniversiteyi terör alanına çeviriyorsa ve farklı üniversiteden gelenlerle böyle bir eylemi gerçekleştiriyorsa kimse bunu bir protesto olarak değerlendiremez. Bunu söyleyenler bana göre o mesleğe bıraksınlar ve şiddetten güç alan birileri olarak meydana çıksınlar. Akademisyenler bu ülkeyle neler katabileceğini anlatsın. Yoksa sapan demir bilye ile oraya gel lastikleri yak, molotoflarla saldır, sonra güvenlik güçlerinin orada durusundan rahatsız ol. Güvenlik güçlerimiz görevlerini yapmıştır. Bende güvenlik güçlerimi başarılarından dolayı kutluyorum, tesekkür ediyorum. Öğretmenleri akademisyenleri de kınıyorum."27/12/2012 tarihli açıklamaBen bu eylemlere karışan öğrenciler ya da sözde öğrenciler konusunda onların sırtını sıvazlayan hocalar, üniversite yönetimleri konusunda söyleyeceklerimi çeşitli vesilelerle söyledim. Ancak burada üzerinde hassasiyetle durulması gereken başka bir konu var. 10 gündür işte o medya kuruluşları şiddet uygulayan bu göstericilerin sırtını sıvazlıyorlar, 10 gündür sosyal medyada, televizyon ekranlarında, gazete sayfalarında bunların avukatlığı yapılıyor. 10 gündür bu şiddet içerikli gösteri adeta kutsanıyor...Sadece olayda demir leblebi atmak yok. Sırtlarda, çantaların içinde kilit taşları, bunun yanında molotoflar, o da geç bir taraftan da kampüsün içinde otomobil lastikleri yakılıyor. Bu üniversitenin kampüsünün içerisinde otomobil lastikleri yakılıyor. Şimdi ben merak ediyorum; bu okulun yönetimi, akademisyenleri, bu öğrencilere bu işi mi öğrettiler? Nasıl sapan kullanılır, hangi cins kullanılır? Veya araba lastikleri ne zaman, hangi ortamda, nasıl yakılır? Veya molotof nasıl yapılır, kimlere nasıl atılır? Bu mu öğretildi bunlara? Biz de öğrencilik yaptık, biz kimsenin burnunu kanatmadık. Öyle yetiştik, geldik" Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun açıklamasında geçen "Bu kavga Tayyip Erdoğan'ın zapt edilecek bir kale olarak bellediği ODTÜ'de tokat yemesi ve bunun karşılığında intikam hırsıyla kudurmuş bir köpek gibi öğrencilere saldırmasına karşın atılmış ikinci bir tokattır." şeklindeki sözlere karşı kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret suçlamasıyla iddianame düzenlemiştir. Yargılamayı yapan Ankara Asliye Ceza Mahkemesi başvurucunun 080 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar vermiştir. Karar gerekçesi şöyledir:"... sanığın ... 'Bu kavga Tayyip Erdoğan'ın zapt edilecek bir kale olarak bellediği ODTÜ'de tokat yemesi ve bunun karşılığında intikam hırsıyla kudurmuş bir köpek gibi öğrencilere saldırmasına karşın atılmış ikinci bir tokattır' şeklinde beyanda bulunduğu, dosyada mevcut tüm tutanak ve belgelerden ve savunmadan anlaşılmış olmakla; sanığın sübut bulan suç tarihinde kamu görevi yapan görevli Başbakan'a görevinden dolayı hakaret suçunu işleyiş biçimi, sanığın güttüğü amaç ve saiki dikkate alınmış, ...adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Ancak sanığın yeniden suç işlemeyeceği hususunda mahkememizce olumlu kanaate varıldığı anlaşılmakla, sanığın 5 yıl süre ile denetim süresine tabi tutulmasına ve hakkında verilen hükmün açıklanmasının geriye bırakılmasına yönelik aşağıdaki şekilde hüküm kurma gereği hasıl olmuştur..." Başvurucunun anılan karara itirazı 22/5/2015 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 9/6/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Hakaret" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkralarışöyledir:"(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.... (3) Hakaret suçunun;a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,...İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz."B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği bir karar için Kemal Kılıçdaroğlu (B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 29-35) kararına bakılabilir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/11715 | Başvuru, Başbakan a yönelik sözler nedeniyle verilen adli para cezasına ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tam yargı davasında hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 8/11/2013 tarihinde idare mahkemesinde açtığı davada, davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiş ve davanın reddine ilişkin kısım kısmen kesinleşmiştir. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesince 2018/12374 sayılı başvuruda, Birinci Bölüm İkinci Komisyon tarafından 24/12/2018 tarihinde başvurucunun delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi iddiası yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verildiği tespit edildiğinden başvurunun bu şikâyet yönünden mükerrer başvuru niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18327 | Başvuru, tam yargı davasında hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi, davanın süresinde açılmasına rağmen reddedilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 7/6/2013 tarihinde açtığı davanın yargılaması 18/9/2018 tarihinde tamamlanmıştır. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve diğer anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine 13/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/35083 | Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi, davanın süresinde açılmasına rağmen reddedilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında 14/2/2008 tarihinde kasten öldürmeye teşebbüs suçunu işlediği iddiasıyla Zile Cumhuriyet Başsavcılığının 15/4/2008 tarihli iddianamesi ile kamu davası açılmıştır. Zile Ağır Ceza Mahkemesinin 8/6/2011 tarihli kararıyla başvurucunun mahkûmiyetine karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 3/10/2012 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozmaya uyularak yürütülen yargılamada Mahkemenin 15/2/2013 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 28/4/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13397 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, öldürme olayına ilişkin olarak etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İçinde A.A., İ.A., H.B., H.İ. ve Ç. adlı kişilerin bulunduğu 56 .. 134 plakalı araç 26/8/1993 tarihinde Batman'ın Kozluk ilçesine bağlı Karşıyaka köyünden ilçe merkezine doğru seyir hâlinde iken ellerinde uzun namlulu silah bulunan kişilerce taranmıştır. Bu saldırı sonucunda araçta bulunan A.A., İ.A., H.B. ve H.İ. hayatını kaybetmiş; Ç. ise yaralanmıştır. Başvurucular, saldırıda hayatını kaybeden kişilerin yakınlarıdır (eşleri ve çocukları). Olay hakkında Kozluk Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından resen bir soruşturma başlatılmıştır. Başlatılan soruşturma kapsamında kolluk görevlileri tarafından yapılan incelemeler neticesinde Olay Yeri Tespit Tutanağı düzenlenmiş, olay yerinin krokisi çizilmiş ve bazı kişilerin tanık sıfatıyla ifadesi alınmıştır. 26/8/1993 tarihli Olay Yeri Tespit Tutanağı'na göre olay yerinde elli bir adet boş mermi kovanı bulunmuştur. Soruşturma kapsamında ayrıca Cumhuriyet savcısı eşliğinde ölü muayene işlemleri gerçekleştirilmiştir. Olay günü kolluk görevlileri tarafından ifadesi alınan A.A.nın ağabeyi Ar.A. özetle saldırıya uğrayan aracın olay günü sabah saat 00 sıralarında Kozluk ilçesine gitmek üzere köyden hareket ettiğini, aracın hareket etmesinden yaklaşık on dakika sonra silah seslerinin duyulması üzerine seslerin geldiği yere gittiğini, olay yerine vardığında aracın tarandığını ve araçta bulunan Ç. hariç diğer kişilerin hayatını kaybettiğini gördüğünü belirtmiştir. Ar.A. ayrıca kimseyle bir düşmanlıklarının bulunmadığını belirtmiştir. Soruşturma kapsamında ifadesi alınan diğer kişiler de Ar.A.nın ifadesine benzer şekilde beyanda bulunmuşlardır. Kozluk Cumhuriyet Başsavcılığı, olayı soruşturma görev ve yetkisinin Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığında olduğunu belirterek 6/9/1993 tarihinde görevsizlik kararı vermiştir. Soruşturma evrakının kendisine gönderilmesi üzerine Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı 22/9/1993 tarihinde "Olay Faillerinin Yakalanması" konulu bir müzekkere yazarak bu müzekkereyi Kozluk Cumhuriyet Başsavcılığına, Kozluk İlçe Jandarma Komutanlığına, Batman Emniyet Müdürlüğüne ve İl Jandarma Komutanlığına göndermiştir. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı, bu müzekkereyle anılan makamlardan olayın faillerinin araştırılmasını ve her üç ayda bir kendisine bilgi verilmesini istemiştir. Bunun üzerine kolluk görevlilerince düzenlenen, olayın fail ya da faillerinin tespit edilemediğine ilişkin tutanaklar, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, olay yerinde bulunan elli bir adet boş mermi kovanı, bir adet deforme olmuş mermi çekirdeği gömleği ile iki adet deforme olmuş mermi çekirdeği nüvesini 15/2/2008 tarihinde Diyarbakır Polis Kriminal Laboratuvarı Müdürlüğüne göndererek bunların incelenmesi ve bu inceleme sonucunda bir rapor tanzim edilerek kendisine gönderilmesi talebinde bulunmuştur. Olay yerinde bulunan elli bir adet mermi kovanı ile bir adet deforme olmuş mermi çekirdeği gömleği ve iki adet deforme olmuş mermi çekirdeği nüvesi 18/4/2008 tarihinde Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı tarafından incelenmiştir. Bu inceleme sonucunda olay yerinde bulunan elli bir adet mermi kovanının uzun namlulu tek bir silahtan atılmış olduğu, gönderilen bir adet deforme olmuş mermi çekirdeği gömleğinin de uzun namlulu bir silahtan çıktığı, iki adet mermi çekirdeği nüvesinin ise atıldığı silahtan karakteristik bir iz almadığı için teşhis niteliklerinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Başvuruculardan İlyas İlhan 3/6/2008 tarihli bir dilekçe ile Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığından soruşturma dosyasının fotokopisinin kendisine gönderilmesi talebinde bulunmuştur. İlyas İlhan ayrıca 5/2/2013 tarihli dilekçe ile Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığından soruşturmanın akıbeti hakkında bilgi istemiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesi gereği kurulan mahkemeler ile Cumhuriyet başsavcılıklarının görevlerine 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun uyarınca son verildiği gerekçesiyle 12/3/2014 tarihinde yetkisizlik kararı vermiş ve soruşturma evrakını Kozluk Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Kozluk Cumhuriyet Başsavcılığı, dava zamanaşımı süresinin yirmi yıl olduğu ve bu sürenin 26/8/2013 tarihinde dolduğu gerekçesiyle 6/5/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucular, soruşturmanın eksik bir şekilde yürütüldüğünü belirterek yetkili sulh ceza hâkimliğinden kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kaldırılması talebinde bulunmuşlardır. Batman Sulh Ceza Hâkimliği 23/2/2015 tarihli karar ile başvurucuların itirazının reddine karar vermiştir. Kararda Batman Sulh Ceza Hâkimliğine yedi gün içinde itiraz yolu açık olmak üzere karar verildiği belirtilmiştir. Bu karar üzerine başvurucular, Batman Sulh Ceza Hâkimliğine başvurmuşlardır. Batman Sulh Ceza Hâkimliği 26/3/2015 tarihinde karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucular 15/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İlgili hukuk için bkz. Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu, B. No: 2014/15732, 24/1/2018, §§ 32- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/6709 | Başvuru, öldürme olayına ilişkin olarak etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, mirasçıların bağıştan rücu nedenine dayalı olarak açmış oldukları tapu iptali ve tescil davasının reddine karar verilmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Konusu Olayın Arka Planı Başvuru konusu Konya'nın Akşehir ilçesinde bulunan 37 ada 97 parsel (ifrazen 37 ada 358 parsel, imar sonrası 1273 ada 358 parsel) sayılı tarla vasıflı taşınmaz, başvurucuların murisi Ö. tarafından 10/5/1984 tarihinde Sosyal Sigortalar Hastanesi yapılması şartıyla bedelsiz olarak Akşehir Belediye Başkanlığına (Belediye) bağışlanmıştır. Başvurucuların murisi Ö. 4/4/1986 tarihinde vefat etmiştir. Başvuru konusu taşınmaz 8/7/1993 tarihinde sağlık istasyonu yapılmak üzere Belediye tarafından Sosyal Sigortalar Kurumuna (SGK) devredilmiştir. Başvurucular, söz konusu devri SGK İnşaat ve Emlak Dairesi Başkanlığının 11/8/2011 tarihli yazısıyla öğrendiklerini iddia etmiştir. Anılan yazının içeriği şöyledir:"Konya ili, Akşehir ilçesi, Yeni Mahalle tapunun 1213 ada, 358 parselde kayıtlı Kurumumuza ait 7032,75 m² arsa ilgili olarak vermiş olduğunuz 2011 tarihli dilekçede, 1984 yılında babanız [Ö.]'un Akşehir Belediyesine Sosyal Sigortalar hastanesi yapılmak üzere bağışladığı arsaya, Belediyenin imar uygulaması sonucu oluşan şartların bugüne kadar yerine getirilmediği ve mirasçı olarak müdahalede bulunmak istediğinize dair talebiniz incelenmiştir.Kurumumuza Akşehir Belediyesi tarafından Sağlık İstasyonu yapılmak üzere şartlı olarak devredilen taşınmaz. Yasal prosedür gereği Yatırım Programına alınan inşaatlar kapsamında Devlet Planlama Teşkilatının onayına sunulmuş, ancak programa almamış ve Başbakanlığın Tasarruf Tedbirleri Genelgesi uyarınca sağlık tesisinin inşaatına başlananamış ve daha sonra Kurumumuza ait sağlık tesislerinin 5283 sayılı Yasa gereği Sağlık Bakanlığına devri nedeniyle Kurumumuzun sağlık tesisi yapma tasarrufu kalmamıştır.Bu nedenle, Kurumumuza sağlık tesisi yapım şartıyla tarafınızca hibe edilen taşınmaza, Akşehir Kaymakamlığı Sağlık Grup Başkanlığının, Sağlık tesisi hizmet binası yapılmak üzere Kurumlarına tahsisi talepleri bulunmakta olup, Kurumumuzun artık sağlık tesisi yapma tasarrufu bulunmadığından, taşınmazın tarafınıza devri veya Akşehir Kaymakamlığı Sağlık Grup Başkanlığına tahsisi konusundaki görüşünüzün bildirilmesini rica ederim." Bunun üzerine başvurucular 3/10/2011 tarihinde SGK'ya başvurarak taşınmazın kendilerine iadesini talep etmiştir. SGK'nın 15/3/2012 tarihli yazı cevabında, taşınmazın başvuruculara devrinin mümkün olmadığı belirtilmiştir.B. Başvuruya Konu Dava Süreci Başvurucular, bağışlama tarihinden itibaren yirmisekiz yıl geçmesine rağmen bağışlama şartının yerine getirilmediğini ileri sürerek 7/5/2012 tarihinde Belediye ve SGK aleyhine tapu iptali ve tescili davası açmıştır. Akşehir Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 10/10/2013 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; bağış şartına ilişkin edimin yerine getirilmediği, hâlihazırda taşınmazın aynen kaldığı ve bağış koşulunun yerine getirilmediğinin sabit olduğu hususları yer almaktadır. Tarafların temyiz başvurusunu inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 1/12/2014 tarihinde hükmün bozulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; taşınmazın bağışlandığı şekilde aynen kaldığı, bağış koşulunun yerine getirilmediğinin sabit olduğu açıklanarak SGK hakkında davanın kabulüne karar verilmesinde isabetsizlik bulunmadığı ifade edilmiştir. Bununla birlikte davalı Belediyenin hâlen kayıt maliki olmadığı gözetilerek sıfat yokluğu nedeniyle hakkındaki davanın reddine karar verilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Tarafların karar düzeltme başvurusunu inceleyen Daire 3/6/2015 tarihinde önceki bozma kararını ortadan kaldırarak bu kez farklı gerekçeyle kararın bozulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; bağıştan rücunun/dönmenin bağışlayandan bağışlanana varması gerekli tek taraflı bir irade beyanıyla bağışlamanın geriye etkili olarak ortadan kaldırılması işlemi olduğu ve rücu hakkının bir hukukî ilişkiye son veren yenilik doğurucu ve şahsa sıkı suretle bağlı haklardan olduğuna işaret edilmiştir. Daire ayrıca 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrasında gösterilen istisna dışında kural olarak bu hakkın mirasçılara geçmediğini ve temlik edilemeyeceğini açıklayarak başvurucular tarafından açılan davanın dinlenebilme olanağının bulunmadığını belirtmiştir. Mahkemece bozma kararına uyularak ve aynı gerekçelerle 26/11/2015 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Tarafların temyizi üzerine 27/9/2016 tarihinde Dairece onanan karar, 19/10/2017 tarihinde karar düzeltme talebinin reddine karar verilmesiyle kesinleşmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) Evrak İşlem Kütüğü üzerinde yapılan incelemede anılan kararın başvurucuların avukatı tarafından 8/6/2018 tarihinde açılarak okunduğu tespit edilmiştir. Başvurucular vekili; nihai kararın tebliğ edilmediğini, haricen 21/6/2018 tarihinde öğrendiğini belirterek 28/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat 818 sayılı mülga Kanun'un “Hibe edilen malların istirdadı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Vahip, aşağıdaki hallerden biri vukuunda elden yaptığı hibeden veya tenfiz ettiği taahhüdünden rücu ve mevhubunlehin elinde halen ne kalmış ise onun iadesini dava edebilir.1- Mevhubunleh, vahibe yahut yakınlarından birine karşı ağır bir cürum irtikap ederse.2- Mevhubunleh, vahide veya ailesi için kanunen mükellef olduğu vazifelere karşı ehemmiyetli bir suretle riayetsizlikte bulunmuş ise.3- Mevhubunleh, hibeyi takyit eden mükellefiyeti haklı bir sebep olmaksızın icra etmezse." 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Bağışlamanın geri alınması” kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Bağışlayan, aşağıdaki durumlardan biri gerçekleşmişse, elden bağışlamayı veya yerine getirdiği bağışlama sözünü geri alabilir ve bağışlananın istem tarihindeki zenginleşmesi ölçüsünde, bağışlama konusunun geri verilmesini isteyebilir: Bağışlanan, bağışlayana veya yakınlarından birine karşı ağır bir suç işlemişse. Bağışlanan, bağışlayana veya onun ailesinden bir kimseye karşı kanundan doğan yükümlülüklerine önemli ölçüde aykırı davranmışsa. Bağışlanan, yüklemeli bağışlamada haklı bir sebep olmaksızın yüklemeyi yerine getirmemişse." 818 sayılı mülga Kanun'un “Müruru zaman ve dava hakkının mirasçılara intikali” kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Vahibin, rücu sebebine vakıf olduğu günden itibaren bir sene içinde hibeden rücu etmeğe hakkı vardır.Vahip sene geçmeden vefat ederse dava hakkı, mirasçılarına intikal eder ve mirasçılar senenin hitamına kadar rücu davası ikame edebilirler.Mevhubunleh, haksız olarak tasavvur ve tasmim ile vahibi öldürür veya rücu hakkını kullanmaktan menederse, mirasçılar hibenin feshini dava edebilirler." 6098 sayılı Kanun’un “Geri alma hakkının süresi ve mirasçılara geçmesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Bağışlayan, geri alma sebebini öğrendiği günden başlayarak bir yıl içinde bağışlamayı geri alabilir.Bağışlayan bir yıllık süre dolmadan ölürse, geri alma hakkı mirasçılarına geçer ve mirasçıları bu sürenin sona ermesine kadar bu hakkı kullanabilirler.Bağışlayan, sağlığında geri alma sebebini öğrenememişse, mirasçıları, ölümünden başlayarak bir yıl içinde bağışlamayı geri alma hakkını kullanabilirler.Bağışlanan, bağışlayanı kasten ve hukuka aykırı olarak öldürür veya onun geri alma hakkını kullanmasını engellerse, mirasçıları bağışlamayı geri alabilirler." B. Yargıtay İçtihadı Dairenin 8/9/2015 tarihli ve E.2014/955, K.2015/10475 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Dosya içeriği ve toplanan delillerden, mirasbırakan . Ü..’ın kayden paydaşı olduğu 7271 ada 2 parsel sayılı taşınmazındaki 908/4650 payını "kütüphane" yapılması koşuluyla 1995 tarihinde davalı ... Belediyesi'ne bağışladığı, muris Meryem'in 2002 tarihinde ölümüyle geriye mirasçıları olarak 1977 tarihinde ölen oğlu Duran'dan olma torunu davacı Mustafa ile 1999 tarihinde ölen oğlu Rıza'dan olma torunları davacı Gülüzar, Duran, Güllü, Meryem, Gönül ve Kadir'in kaldığı, davacıların, bağış şartının yerine getirilmediğini ileri sürerek tapu iptali ve tescil ve taşınmazdaki şerhin kaldırılması isteği ile 2011 tarihinde eldeki davayı açtıkları anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere, bağıştan rücu, bağışlayandan, bağışlanana varması gerekli tek taraflı bir beyanı ile bağışlamanın geriye etkili olarak ortadan kaldırılmasıdır. Rücu hakkı, bir hukuki ilişkiye son veren yenilik doğurucu ve şahsa sıkı suretle bağlı haklardandır. 818 sayılı Borçlar Kanununun maddesinin fıkrasında gösterilen istisna dışında kural olarak mirasçılara geçmediği gibi, temlik de edilemez.Somut olaya gelince; mirasbırakanın 2002 tarihinde öldüğü ve bu tarihte yürürlülükte olan 818 sayılı Borçlar Yasası'nın 246/2 maddesi gereğince 2011 tarihinde açılan davada mirasçıların rücu hakkının bulunmadığı gözetilerek davacılar tarafından açılan davanın dinlenme olanağı yoktur.Hâl böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir..." Dairenin 1/2/2018 tarihli ve E.2015/6752, K.2018/660 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Dava, bağıştan rücu hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.Davacılar asıl ve birleştirilen davalarında, mirasbırakanları ...'nin, dava konusu 92 ada 25 sayılı parselin tevhit öncesi geldisi olan 92 ada 11 sayılı parseldeki 6/12 payını üzerine ilkokul yapılması şartıyla davalı ... Valiliğine bağış suretiyle devrettiğini, ancak davalı tarafın gerekli işlemleri yapmadığını, 2011 tarihinde dava konusu yerde bağış koşuluna aykırı olarak Halk Eğitim ve Kültür Merkezi yapılacağına ilişkin tabela asıldığını ileri sürerek miras payları oranında iptal ve tescile karar verilmesini istemişlerdir.Davalı ... İl Özel İdaresi Vekili, dava konusu işlem bakımından hak düşürücü sürenin geçmiş olduğunu, ayrıca yapılan protokol gereği idarenin üzerine düşeni yapıp kamulaştırma işlemini gerçekleştirdiğini, artık mükellefiyetlerini yerine getirme işinin davacılara ait olduğunu ve okulun onlar tarafından yaptırılması gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, asıl ve birleştirilen davalarda ... bakımından davanın husumetten reddine, bağış sözleşmesi uyarınca yüklenen edimlerin yerine getirilmediği gerekçesiyle birleştirilen davanın davalısı ... yönünden davanın kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan ...'nin çekişme konusu 92 ada 25 sayılı taşınmazın tevhit öncesi geldisi olan 92 ada 11 sayılı parseldeki 6/12 payını 1989 tarihinde ... Vilayeti Tüzelkişiliğine bağış suretiyle devrettiği, taraflar arasında yapılan bila tarihli protokol ile anılan devrin taşınmazda ilkokul yapılması şartıyla yapıldığının belirtildiği, mirasbırakan ...'nin 2004 tarihinde öldüğü ve geriye davacı çocukları ..., ... ile kendisinden evvel ölen oğlu ... ... olan torunları davacılar ... ve ... kaldıkları, davacıların bağış şartının yerine getirilmediğini ileri sürerek tapu iptali ve tescil isteği ile 2011 tarihinde eldeki davayı açtıkları anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere, bağıştan rücu, bağışlayandan, bağışlanana varması gerekli tek taraflı bir beyanı ile bağışlamanın geriye etkili olarak ortadan kaldırılmasıdır. Rücu hakkı, bir hukuki ilişkiye son veren yenilik doğurucu ve şahsa sıkı suretle bağlı olup bağışlananın durumunun ilelebet belirsizlik içinde bulunmaması için de yasa koyucu tarafından haklı olarak bir süre ile kısıtlanmıştır. Ayrıca, 818 sayılı Borçlar Kanununun maddesinin fıkrasında gösterilen istisna dışında kural olarak mirasçılara geçmediği gibi, temlik de edilemez.Somut olaya bu çerçevede bakıldığında, mirasçı olan davacılar tarafından açılan davanın dinlenebilme olanağı yoktur.Hal böyle olunca, davanın tümden reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir ..." Dairenin 4/6/2020 tarihli ve E.2017/2134, K.2020/2187 sayılı kararı ile 12/3/2020 tarihli ve E. 2017/2079, K.2020/1795 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Hemen belirtmek gerekir ki; bağış sözleşmesindeki koşul veya mükellefiyetin niteliğinin, kapsamının yerine getirilme zamanının tam olarak tespiti büyük önem taşır. Bu itibarla salt kullanılan sözlerin değil, tarafların gerçek iradelerinin ve bağışlayanın asıl amacının ortaya çıkarılması gerekir. Ayrıca amacın gerçekleşmeyeceğinin kesin biçimde anlaşılması tarihi ile bu tarihten itibaren BK. nin TBK. nin maddesine göre bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde bağıştan dönme (rücu) hakkının kullanılıp kullanılmadığının araştırılması da zorunludur.Öte yandan, TBK.'nun 297/madde hükmüne göre; bağışlayan sağlığında geri alma sebebini öğrenememişse, mirasçıları ölümünden başlayarak bir yıl içinde bağışlamayı geri alma hakkını kullanabilir. Bu durumda davacıların mirasbırakanların payına ilişkin açtıkları bu davada mirasbırakanların ölüm tarihi gözetildiğinde 1 yıllıkhak düşürücü sürenin geçtiği tartışmasızdır.Hâl böyle olunca, davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir ..." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/19078 | Başvuru, mirasçıların bağıştan rücu nedenine dayalı olarak açmış oldukları tapu iptali ve tescil davasının reddine karar verilmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 14/4/2010 tarihinde idare mahkemesinde açtığı davanın yargılaması 13/11/2018 tarihinde tamamlanmıştır. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/5885 | Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/8/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 9/12/2011 tarihinde açtığı davada yargısal süreç, Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/6/2019 tarihli onama kararıyla sona ermiştir. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve diğer anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine 26/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/30235 | Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Ekli tablonun (A) sütununda numaraları belirtilen başvuruların konu yönünden irtibatları nedeniyle 2018/13101 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin 2018/13101 numaralı başvuru üzerinden sürdürülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Devletin yetkili organları tarafından tehdit değerlendirmesi yapılarak demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine, millî güvenliğe yönelik tehdit oluşturan tüm terör örgütlerine ve illegal yapılanmalara karşı tedbirler alınması kararlaştırılmıştır (ayrıntılar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017). Anılan tedbirler kapsamında olağanüstü hâl ilan edilmiş ve olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri çıkarılmıştır. Bu çerçevede 22/7/2016 tarihinde kararlaştırılan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 667 sayılı KHK'nın maddesinde devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen personelin kamu görevinden çıkarılmaları öngörülmüştür. 667 sayılı KHK, 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Kanun'un 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucunda kanunlaşmıştır.B. Somut Başvurulara İlişkin Olay ve Olgular Başvurucular, ekli tablonun (D) sütununda yer alan Kurumlar ve/veya bu Kurumlara hizmet veren özel şirketlerde (Şirket) işçi olarak çalışmakta iken başvurucuların terör örgütü ile iltisaklı olduklarının bildirilmesi üzerine Şirket, başvurucuların iş akdini feshetmiştir. Başvurucular, iş akitlerinin usulüne uygun olarak feshedilmediğini ve fesih için somut bir olguya dayanılmadığını belirterek işe iade istemiyle Şirket ve/veya Kurumlar aleyhine dava açmıştır. Davalı Şirket ve Kurumlar cevap dilekçesinde genel hatları itibarıyla iş akitlerinin, ilgili kanun ve kanun hükmünde kararnameler çerçevesinde ve usulüne uygun olarak feshedildiğini belirtmişler ve davaların reddini talep etmişlerdir. Ekli tablonun (E) sütununda belirtilen mahkemelerin bir kısmı davaları reddetmiştir. Kararlarda; ağırlıklı olarak başvurucuların terör örgütü yapılanması ile irtibatlı ve iltisaklı oldukları gerekçesiyle 667 sayılı KHK'ya dayalı olarak iş akitlerinin feshedildiği, mevcut durum nedeniyle işçiden kaynaklı nedenle işveren açısından güven ilişkisinin sarsıldığı, fesih işleminin haklı ve geçerli nedenle gerçekleştirildiği gerekçesine yer verilmiştir. Bazı mahkemeler ise iş sözleşmesinin mahiyetine ilişkin farklı gerekçelerle davaların reddine karar vermişlerdir. Ekli tablonun (E) sütununda belirtilen mahkemelerin bir kısmı ise davaların kabulüne ve başvurucuların işe iadesine karar vermiştir. Başvurucular karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi ilgili dairelerince davanın reddi kararlarına yönelik başvurucuların istinaf istemleri reddedilmiştir. Kararlarda; şüphe feshi kavramı üzerine durulmuş ve ilgili birimin yazısı ile başvurucuların terör örgütü yapılanmalarıyla irtibatı olduğunun bildirilmesi nedeniyle mahkeme kararının hukuka uygun olduğu ifade edilmiştir. Davanın kabulüne yönelik hükümler yönünden davalıların istinaf başvurusu üzerine yapılan incelemelerde ise anılan hükümler kaldırılarak davaların reddine kesin olarak karar verilmiştir. Karar gerekçelerinde yine başvurucuların terör örgütü yapılanması ile irtibatlı ve iltisaklı oldukları gerekçesiyle iş akitlerinin feshedildiği, mevcut durum nedeniyle işçiden kaynaklı nedenle işveren açısından güven ilişkisinin sarsıldığı, fesih işleminin haklı ve geçerli nedenle gerçekleştirildiği gerekçesine yer verilmiştir. Temyiz yolu açık kararlara karşı yapılan temyiz başvuruları da Yargıtay ilgili Hukuk Dairesince reddedilmiş ve Bölge Adliye Mahkemesinin kararları kesin olmak üzere onanmıştır. Nihai kararların tebliğinin ardından başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bakınız Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20 - | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/13101 | Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ihlal kararına dayanılarak yeniden yapılan yargılamada önceki hükmün onaylanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, adil yargılanma hakkına ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, (kapatılan) Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) 10/5/2006 tarihli kararıyla devletin hâkimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya teşebbüs etmek suçundan müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Anılan karar, Yargıtay incelemesinden geçerek 6/2/2008 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, mahkûmiyetle sonuçlanan davaya ilişkin olarak 1/8/2008 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur. Başvurucu, aleyhindeki ceza davasında avukat yardımından yararlandırılmaması ve yargılamayı yürüten mahkeme önünde en önemli tanığı sorgulamasına ve onunla yüzleşmesine imkân tanınmaması gerekçeleriyle yargılamanın adil olmadığını şikâyet konusu yapmıştır. AİHM, tanık T.nin beyanının başvurucunun mahkûmiyeti bakımından tek olmasa da belirleyici dayanak olarak esas alındığı hâlde başvurucunun anılan tanığı sorgulamasına imkân tanınmadığı gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrası ile (3) numaralı fıkrasının (d) bendini ihlal edildiğini belirtmiştir. Başvurucu 23/3/2018 havale tarihli dilekçesiyle anılan karara dayanarak yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. Malatya Ağır Ceza Mahkemesi 28/3/2018 tarihli ek kararıyla talebi kabule değer bulmuş ve yargılamanın yenilenmesi talebinin esası hakkında değerlendirme yapmak amacıyla dosyanın yeni bir esasa kaydedilmesine karar vermiştir. Anılan dosya daha sonra 28/3/2018 tarihli yetkisizlik kararı ile Tunceli Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Tunceli Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 8/5/2018 tarihli Tensip Tutanağı'nda başvurucunun ve tanık T.nin Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) vasıtasıyla hazır edilmesine, duruşmanın 6/6/2018 tarihinde yapılmasına karar verilmiştir. Yargılamanın 6/6/2018 tarihli birinci celsesinde başvurucunun beyanı alınmıştır. Aynı celsede, AİHM'in ihlal kararına konu olan T. de -SEGBİS yoluya- tanık sıfatıyla dinlenmiştir. Mahkemece 12/10/2018 tarihli kararla başvurucunun Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin 10/5/2006 tarihli kararı ile verilen ve kesinleşen hükmün usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince onaylanmasına karar verilmiştir. Mahkemenin 12/10/2018 tarihli gerekçeli kararının ilgili kısmı şöyledir:"... AİHM sanık ile ilgili kararında tanık [nin] mahkememiz huzurunda dinlenilmediği ve tanık beyanlarının başkaca deliller ile desteklenmediğini belirtmiş ve mahkememizce tanık [] mahkeme huzurunda dinlenmiş ve sanık ve müdafisinin soru sorma hakkı tanınarak yargılamaya devam edilmiş, ayrıca tanık beyanları yan deliller ile desteklenmemiş denilmiş ise de, tanık [nin] soruşturma aşamasındaki beyanlarının, dosyamız tanıklarından [nin] beyanları ile benzer nitelikte olduğu, usulüne uygun yaptırılmış teşhis tutanaklarının mevcut olduğu, diğer tanık beyanlarında sanığın üzerine atılı Tunceli ilinde gerçekleştirilen eylemi yapan Nurhak [kod adlı kişinin] ekibinde olduğu, örgüt tarafından bomba eğitimi aldırıldığı, sanığın yakalandığından metropollerde bombalı eyleme gitmeye hazırlandığı ve hazır fünye ile yakalandığı hususları ile desteklendiği anlaşılmıştır." Başvurucu; yargılamanın yenilenmesinin usulüne uygun yapılmadığını, sadece tanık dinlendiğini ve talep ettikleri hiçbir konuda araştırma ve inceleme yapılmadığını, beraat etmesi gerekirken eski kararın aynen onaylandığını belirterek kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 16/9/2019 tarihli kararıyla Mahkemenin 12/10/2018 tarihli kararının onanmasına karar vermiştir. Başvurucu 2/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5271 sayılı Kanun’un “Doğrudan soru yöneltme” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Cumhuriyet savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılan avukat; sanığa, katılana, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere, duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilirler. Sanık ve katılan da mahkeme başkanı veya hâkim aracılığı ile soru yöneltebilir. Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine, mahkeme başkanı karar verir. Gerektiğinde ilgililer yeniden soru sorabilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Delillerin ortaya konulması ve reddi” kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:“Cumhuriyet savcısı ile sanık veya müdafii birlikte rıza gösterirlerse, tanığın dinlenmesinden veya başka herhangi bir delilin ortaya konulmasından vazgeçilebilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Delilleri takdir yetkisi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir. (2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Sözleşme'nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi şöyledir:"Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:...d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;" AİHM İçtihadı AİHM'e göre ulusal hukuktaki nitelemeye bakılmaksızın tanık kavramının Sözleşme kapsamında özerk bir anlamı vardır (Damir Sibgatullin/Rusya, B. No: 1413/05, 24/4/2012, § 45). Bu kavram duruma göre suç ortaklarını (Trofimov/Rusya, B. No: 1111/02, 4/12/2008, § 37), mağdurları (Vladimir Romanov/Rusya, B. No: 41461/02, 24/7/2008, §§ 7, 97) ve bilirkişi tanıklarını (Doorson/Hollanda, B. No: 20524/92, 26/3/1996, §§ 81, 82) kapsayabilir. Bu bakımdan -duruşmada ister okunsun ister okunmasın- ifadeleri mahkeme önünde bulunan ve mahkeme tarafından dikkate alınan kişiler, Sözleşme’nin maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi bakımından tanık olarak kabul edilmektedir (Kostovski/Hollanda [GK], B. No: 11454/85, 20/11/1989, § 40). AİHM, duruşma salonunda bulunmayan tanıkların beyanlarının mahkûmiyet hükmüne esas alındığı bir yargılamanın adilliğini değerlendirirken iki hususa vurgu yapmaktadır. AİHM ilk olarak tanığın duruşmaya katılmaması için geçerli nedenlerin olup olmadığını incelemektedir. İkinci olarak -makul bir gerekçenin olduğu durumda bile- sanığın sorgulama imkânına sahip olmadığı bir tanık tarafından verilen ifadenin hükmün dayandığı tek veya belirleyici temel delil olup olmadığını değerlendirmektedir. Hükmün büyük ölçüde veya yalnızca bu nitelikteki tanığın ifadesine dayanması durumunda yargılamalar detaylı incelemelere tabi tutulmalıdır (Al-Khawaja ve Tahery/Birleşik Krallık [BD], B. No: 26766/05, 22228/06, 15/12/2011, §§ 119, 147; Cevat Soysal/Türkiye, B. No: 17362/03,23/9/2014, § 75). AİHM, yukarıda bahsi geçen ilkelere ek olarak Sözleşme’nin maddesinin (1) numaralı fıkrası ve aynı maddenin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinin sanığa, aleyhte ifade veren tanığın beyanlarına veya tanık ifadesinin alındığı sırada ya da yargılamanın daha sonraki bir aşamasında itiraz imkânı tanınması gerektiğini kabul etmektedir (Van Mechelen ve diğerleri/Hollanda, B. No: 21363/.., 23/4/1997, § 51; Lüdi/İsviçre, B. No: 12433/86, 15/6/1992, § 49; Hümmer/Almanya, B. No: 26171/07, 19/7/2012, § 38). | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/151 | Başvuru, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ihlal kararına dayanılarak yeniden yapılan yargılamada önceki hükmün onaylanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ByLock deliline ilişkin veriler üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılması talebinin reddedilmesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve gerekçeli karar hakkı ile silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hak ve ilkelere ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Olayın Arka Planına İlişkin Açıklamalar Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) olduğu sonucuna ulaşmıştır (darbe teşebbüsü ve arkasındaki FETÖ/PDY'ye ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-36).B. ByLock Programına İlişkin Açıklamalar FETÖ/PDY'nin örgütsel haberleşme için oluşturduğu ve örgüt mensuplarınca kullanılan iletişim yöntemlerinden birinin ByLock uygulaması olduğu özellikle darbe teşebbüsünden sonra örgütle bağlantılı soruşturma ve kovuşturmalarda tespit edilmiştir (Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020, § 23). ByLock programıyla ilgili kavramsal açıklamalara, programın tespitine, ByLock programına dair verilerin adli makamlara ulaştırılmasına, adli sürece, programın yüklenmesine, iletişimde kullanılmasına, genel ve örgütsel özelliklerine, yaygın uygulamalardan ayrılan yönlerine, ByLock verilerinin niteliğine, anlamlandırılmasına ve kişilerle eşleştirilmesine ilişkin arka plan bilgisinin detaylarına Ferhat Kara kararında yer verilmiştir (Ferhat Kara, §§ 23-67). Başvurucuya İlişkin Süreç Başvurucu, Dumlupınar Üniversitesinde araştırma görevlisi olarak görev yapmaktayken 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe teşebbüsü sonrasında kamu görevinden çıkarılmıştır. Kütahya Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından başvurucu hakkında FETÖ/PDY üyesi olduğu şüphesiyle soruşturma başlatılmıştır. Başsavcılığın talimatı üzerine gözaltına alınan başvurucu, müdafiinin de hazır bulunmasıyla alınan kolluk ve Başsavcılık ifadesinde isnat edilen suçlamayı reddederek ByLock indirmediğini ve kullanmadığını beyan etmiştir. Başvurucu, tutuklama talebiyle sevk edildiği Kütahya Sulh Ceza Hâkimliğindeki sorgusunda ByLock isimli programı merak edip indirdiğini ancak hiç kullanmadığını, programı kullanması yönünde kimseden talimat almadığını ve örgüt ile herhangi bir ilgisi olmadığını ileri sürmüştür. Başvurucunun sorgusunun ilgili kısmı şöyledir: "Emniyette ve [s]avcılıkta konuyla alakalı ayrıntılı olarak beyanlarda bulundum. Bu beyanlarımı aynen tekrar ederim. Bu beyanlarıma ek olarak, [ByLock] programı ile ilgili ben bu programı merak edip indirdim ancak herhangi bir mesajlaşma olayım olmadı. Google Play Storeden indirdim. Ben suç teşkil edecek birşey yaptığımı düşünmüyorum. Programı cihazımda çok uzun süre tutmadım. Kısa sürede sildim. Programa girmek için şifre ve kullanıcı adı istiyordu. Bunları da ben kendim oluşturmuştum. [ByLock] programını indirmek için kimseden emir ve telkin almadım. Kimseden bana bu yönde talimat gelmedi. Ben bu program üzerinden birilerini eklemedim, beni ekleyen olmadı ve bana mesaj gelmediği gibi bende herhangi bir mesaj göndermedim. Geçmişimde de görüleceği üzere benim örgütle herhangi bir ilgim ve alakam yoktur. Daha önce kullanmış olduğum LG marka cep telefonunu tuvalete düşürdüm." Soruşturma sonucunda Başsavcılığın 11/7/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede FETÖ/PDY üyelerinin gizli iletişim amacıyla kullandıkları ByLock isimli programın kullanıcılarına ilişkin listede ismi yer alan başvurucunun ayrıca terör örgütüyle irtibatlı kişilerle yurt dışı etkinliklere katıldığı ileri sürülmüştür. İddianamenin kabulü ile açılan dava, Kütahya Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülmeye başlanmıştır. Yargılamada 31/7/2017 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda Kütahya İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığına müzekkere yazılarak ByLock kullanımına ilişkin bilgi ve belgelerin gönderilmesinin istenmesine ve duruşmanın 5/10/2017 tarihinde yapılmasına karar verildiği belirtilmiştir. Kütahya İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından hazırlanan "ByLock CBS Sorgu Sonucu" başlıklı ve 24/8/2017 tarihli tutanak ilk celse öncesinde Mahkemeye iletilmiştir. Anılan tutanakta, 244 ... kimlik numaralı başvurucunun 545 ... 08 numaralı cep telefonu hattı ile 357 ... 981 IMEI numaralı cihaz aracılığıyla ilk tespit tarihi 18/11/2014 olacak şekilde ByLock kullandığına ilişkin verilere yer verilmiştir. Başvurucu, müdafiinin hazır bulunduğu 5/10/2017 tarihli ilk celsede 545 ... 08 numaralı cep telefonu hattının kendisine ait olduğunu ancak ByLock programını indirmediğini ve kullanmadığını beyan ederek isnat edilen suçlamayı reddetmiştir. Başvurucunun savunmasının ilgili kısmı şöyledir:"[Ü]zerime atılı suçlamaları kabul etmiyorum. Ben silahlı terör örgütüne üye değilim. 0 545 [...] 08 sayılı hat benim üzerime kayıtlıdır, ben bu hattı 2016 yılının Kasım ayına kadar 4 yıldır kullanıyordum. LG G2 marka telefonum 4 yıldır kullandığım için ekranı bozulmuştu. 18/11/2016'da yeni bir telefon aldım. Onu da emniyet aldı. Ben [ByLock] isimli programı indirmedim ve kullanmadım. Ben işyerinde gün içi iki kişilik küçük bir odada kalıyordum. Odamıza girip çıkan öğrenci de çok fazlaydı. [Bluetooth] da sürekli açık oluyordu. Daha önce odamdan param da çalınmıştı. Bu nedenle herşey olmuş olabilir. [...] 2014 yılının Mayıs ayında Uluslararası bir kongrede bildiri sunmak için 3 günlük bir program için Azerbaycan'a gitmiştim. Ortaokul ve Liseyi İmam Hatip Lisesinde okudum. O tarihten beri bu yapının dini istismar ettiğini biliyorum. Bu nedenle böyle bir yapıya mensup olmam mümkün değildir." Mahkeme, Başsavcılığa müzekkere yazılarak başvurucunun kullandığı belirtilen telefon hattı ve cihazına ait HIS (CGNAT) sorgulama bilgileri ile ByLock programı için kiralanan sunuculara hangi gün ve saatte erişim sağlandığına ilişkin karşı IP bilgilerini içerir kayıtların talep edilmesine karar vermiştir. Mahkeme aynı celsede -diğerlerinin yanı sıra- ByLock içeriklerinin akıbetinin sorulmasına ve duruşmanın 30/11/2017 tarihine ertelenmesine karar vermiştir. Kütahya İl Emniyet Müdürlüğü 12/10/2017 tarihli yazı ile başvurucunun ByLock kaydının bulunduğunu ancak mesaj içerikleri ile irtibat analizi bilgilerinin mevcut olmadığını Mahkemeye bildirmiştir. Başvurucu adına kayıtlı 545 ... 08 numaralı telefon hattına ait CGNAT kayıtları da Başsavcılığın 14/10/2017 tarihli yazısı ekinde celse arasında Mahkemeye gönderilmiştir. Anılan kayıtlarda başvurucunun kullandığı cep telefonu hattı ile ByLock sunucusuna ait (hedef) IP adreslerine hangi tarihte, kaç defa (559) ve hangi adresten bağlanıldığı bilgisi yer almaktadır. Başvurucu, yargılamanın 30/11/2017 tarihli ikinci celsesinde Emniyet Müdürlüğü cevabi yazısı ve CGNAT kayıtları okunduktan sonra alınan savunmasında ByLock kullanmadığı yönündeki beyanını tekrarlamıştır. Başvurucu müdafii, sanığa ait olduğu iddia edilen çok sayıda bağlantıya rağmen sanığın kullanıcı adı ve şifresinin dosyada olmadığını, bağlantı listesinin tespitinin mümkün olup olmadığının Emniyet Müdürlüğünden sorulmasını ve sonrasında bilirkişi incelemesi yaptırılmasını talep etmiştir. Anılan celsede iddia makamı esas hakkında mütalaa sunmuştur. Mahkeme, başvurucu müdafiinin esas hakkındaki mütalaaya karşı beyanda bulunmak üzere süre talebinin kabulüne ancak bilirkişi incelemesi yaptırılması talebinin reddine karar vererek duruşmayı 12/1/2018 tarihine ertelemiştir. Ara kararında bilirkişi incelemesi talebinin reddi gerekçesi olarak dosyanın geldiği aşama ve mevcut ByLock tespitleri gösterilmiştir. Başvurucu müdafii, yargılamanın son celsesinde dosya kapsamındaki ByLock sorgu sonucu raporu ile CGNAT kayıtlarının yetersiz nitelikte deliller olduğunu ileri sürmüştür. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile mahkûmiyetine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Sanık Esra Saraç Arslan'ın adına kayıtlı olup kullanmış olduğu 0 545 [...] 08 numaralı telefon hattı üzerinden FETÖ/PDY terör örgütü üyelerinin kendi aralarında kullandığı bir tür şifreli yazışma programı olan [ByLock] programını kullandığı, bu programı kullanmanın iddianamede anlatıldığı üzere Fethullah Gülen'in talimatıyla şifreli haberleşme amacıyla yapılması nedeniyle terör örgütü üyeliğinin delili olduğu, sanığın kullandığı anlaşılan cep telefonu hattı üzerinde [ByLock] programını Litvanya'da bulunan 177 ve 181 IP numaralı sunucular üzerinden 548 sayfa bağlantı yapıldığının anlaşıldığı, her ne kadar sanık [ByLock] programını kullandığı kabul etmese de gerek NAT bilgileri gerekse telefona ilişkin [ByLock] tespitine göre sanığın [ByLock] kullanıcısı olduğunun anlaşıldığı, sanığın FETÖ/PDY terör örgütü hiyerarşisi içinde bulunduğu ve üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği tüm dosya kapsamından anlaşılmış...[tır.]" Başvurucunun bu karara karşı yaptığı istinaf kanun yolu başvurusu, Bursa Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin (Daire) 12/3/2018 tarihli kararıyla hapis cezası 6 yıl 3 ay olarak düzeltilerek esastan reddedilmiştir. Başvurucu ve müdafii temyiz kanun yolu başvurusunda bulunmuştur. Yargıtay Ceza Dairesi 16/1/2019 tarihinde temyiz isteminin reddi ile hükmün onanmasına karar vermiştir. Onama kararının ilgili kısmı şöyledir:"Sanığın Sulh Ceza Hakimliğindeki beyanı ve dosya kapsamı nazara alındığında ayrıntılı [ByLock] Tespit ve Değerlendirme Tutanağı getirtilmeden hüküm kurulması sonuca etkili bulunmamıştır" İlgili hukuk için bkz. Ferhat Kara, §§ 83- (Kapatılan) Yargıtay Ceza Dairesinin 2/5/2018 tarihli ve E.2018/395, K.2018/1566 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2017 tarih, 2017/MD-956 E.2017/370 sayılı kararı ile onanarak kesinleşen Dairemizin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği 2017 tarih, 2015/3 Esas, 2017/3 sayılı kararında da belirtildiği üzere, By[L]ock iletişim sisteminin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu suç örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olması nedeniyle örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının her türlü şüpheden uzak, kesin kanaata ulaştıracak teknik verilerle tespiti halinde kişinin örgütle bağlantısını gösteren bir delil olacağının kabul edildiği gözetilerek; ByLock kullanıcısı olduğunu kabul etmeyen ve aleyhine başka yeterli delil de bulunmayan sanığın, ByLock uygulamasını kullandığının kuşkuya yer vermeyecek şekilde teknik verilerle tespiti halinde, [ByLock] kullanıcı[sı] olduğuna dair delilin suç vasfının tayini açısından belirleyici nitelikte olması karşısında, ilgili birimlerden ayrıntılı olarak ByLock tesbit ve değerlendirme raporu ile HIS (CGNAT) sorgu kayıtları getirtilip değerlendirilerek, duruşmada sanık ve müdafiine okunup diyecekleri sorulduktan sonra bir karar verilmesi gerekirken, sanığın [ByLock] kullanıcısı olduğuna dair yetersiz belgelere dayanılarak eksik araştırma ile yazılı şekilde karar verilmesi... [bozmayı gerektirmiştir.]" (Kapatılan) Yargıtay Ceza Dairesinin 28/6/2018 tarihli ve E.2018/1279, K.2018/2142 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"ByLock kullanıcısı olduğunu kabul etmeyen sanığın ByLock uygulamasını kullandığının kuşkuya yer vermeyecek şekilde teknik verilerle tespiti halinde ByLock kullanıcısı olduğuna dair delilin suçun sübutu açısından belirleyici nitelikte olması karşısında, ilgili birimlerden ayrıntılı ByLock tespit ve değerlendirme tutanağı getirtilip değerlendirilerek duruşmada sanık ve müdafiine okunup diyecekleri sorulduktan sonra bir karar verilmesi gerekirken, EGM KOM Daire Başkanlığı tarafından düzenlenen yetersiz By[L]ock CBS sorgu tutanağına dayanılarak eksik araştırmayla yazılı şekilde hüküm kurulması... [bozmayı gerektirmiştir.]" (Kapatılan) Yargıtay Ceza Dairesinin 11/2/2019 tarihli ve E.2018/5762, K.2019/749 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"[B]yLock programını telefonuna indirdiğini fakat kullanmadan sildiğini savunan sanığın, ByLock uygulamasını kullandığının kuşkuya yer vermeyecek şekilde teknik verilerle tespiti halinde, [B]yLock kullanıcısı olduğuna dair delilin atılı suçun vasfının tayini açısından belirleyici nitelikte olması karşısında, ilgili birimlerden ayrıntılı ByLock tespit ve değerlendirme raporu getirtilip değerlendirilerek CMK’nın maddesi uyarınca duruşmada sanık ve müdafiine okunup diyecekleri sorulduktan sonra bir karar verilmesi gerekirken eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması... [bozmayı gerektirmiştir.]" (Kapatılan) Yargıtay Ceza Dairesinin 8/3/2021 tarihli ve E.2020/7011, K.2021/2107 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"ByLock kullanıcı tespitleri ByLock sunucusunda kayıtlı IP adresleri üzerinden tespit edilebilmektedir. ByLock sunucusunda kaydı olan kullanıcıların User-ID (Kullanıcı No) tespiti yapılabilmekte ve mesaj içeriklerinin çözümü gerçekleştirilebilmektedir. Bu nedenle ByLock tespit değerlendirme tutanağında yer alan User-ID (Kullanıcı No), şifre ve gruba kayıtlı kişilerin tespiti bu kişilerin birbirleriyle olan ilişki ve irtibatların ortaya konulması sanığın hukuki durumunun belirlenmesi bakımından önemlidir....Bu nedenle ancak operatör kayıtları ve User-ID eşleştirmesi doğru yapılabilen kişilerin gerçek ByLock kullanıcısı olduklarının kabulü gerekeceğinden, kişinin örgütsel gizliliği sağlamak ve haberleşmek amacıyla ByLock sistemine girdiğinin ve bu sistemi kullandığının, User-ID, şifre ve grup elemanlarını içerir ByLock tespit değerlendirme tutanağı ve CGNAT kayıtlarını içeren belgeler ile kesin olarak kanıtlanması zorunludur.Bu kapsamda somut olay irdelendiğinde;Herhangi bir örgütsel kod adı kullanmayan, örgütle iltisaklı bankasya’daki hesabı rutin olan, örgütsel gizliliği sağlamak ve haberleşmek amacıyla ByLock sistemine girdiğinin ve bu sistemi kullandığının User-ID ve şifresini içerir ByLock tespit değerlendirme tutanağı ya da HTS ve CGNAT kayıtları üzerinde yaptırılan bilirkişi raporu ile doğrulanamayan sanık hakkında Bölge Adliye Mahkemesince duruşma açılarak kurulan beraat hükmünde bir isabetsizlik bulunmadığından tebliğnamedeki bozma isteyen düşünceye iştirak edilmemiştir." Yargıtay Ceza Dairesinin 26/1/2022 tarihli ve E.2021/2160, K.2022/249 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"ByLock kullanıcısı olduğunu kabul etmeyen sanığın, ByLock uygulamasını kullandığının kuşkuya yer vermeyecek şekilde teknik verilerle tespiti halinde, ByLock kullanıcısı olduğuna dair delilin atılı suçun sübutu veya vasfının tayini açısından belirleyici nitelikte olması karşısında, ilgili birimlerden ayrıntılı ByLock tespit ve değerlendirme raporunun getirtilmesi, tespit ve değerlendirme raporunun temin edilememesi halinde sanığın teknik olarak bu programı kullandığının tespiti açısından HIS (CGNAT) ve HTS kayıtları üzerinde alanında uzman bağımsız bilişim uzmanı bilirkişi marifetiyle inceleme yaptırılmasında zorunluluk bulunması, ... [bozmayı gerektirmiştir.]" Yargıtay Ceza Dairesinin 13/4/2022 tarihli ve E.2022/3560, K.2022/2019 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"ByLock uygulaması programını indirmek, mesajlaşmak/haberleşmek için yeterli değildir. Öncelikle kayıt esnasında kullanıcının bir kullanıcı adıyla parola üretmesi, mesajlaşma için ise kayıt olan kullanıcılara sistem tarafından otomatik olarak atanan ve kullanıcıya özel olan ID (kimlik) numarasının bilinmesi ve karşı tarafça onaylanması gerekmektedir. Karşılıklı ekleme olmaksızın iletişime geçilme imkanı bulunmamaktadır." | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/10514 | Başvuru, ByLock deliline ilişkin veriler üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılması talebinin reddedilmesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesi feshedilen başvurucunun işe iade davasının reddi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1990 doğumlu olan başvurucu, bir kamu bankası (işveren) tarafından açılan sınavı kazanmak suretiyle 22/3/2013 tarihli iş sözleşmesine istinaden Gümüşhane şubesinde -başvurucunun beyanına göre portföy yöneticisi olarak- çalışmaya başlamıştır. İşveren Yönetim Kurulu 12/8/2016 tarihli toplantısında, 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun , ve geçici maddelerini referans göstermek suretiyle ihbar ve kıdem tazminatı ödenmek üzere başvurucunun iş akdinin feshedilmesine karar vermiştir. Bu karar 18/8/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talepleriyle işveren aleyhine 19/9/2016 tarihinde dava açmıştır. Gümüşhane Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) -iş mahkemesi sıfatıyla- tarafından kabul edilen dava dilekçesinde başvurucu; feshin usule aykırı olduğunu, fesih bildiriminde feshin açık ve kesin sebebinin belirtilmediğini ileri sürmüştür. Davalı işveren sunduğu 20/10/2016 tarihli cevap dilekçesinde, iş sözleşmesinin kendileri açısından haklı ve zaruri sebeplerle feshedildiğini, 15 Temmuz darbe girişiminin akabinde 20/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl (OHAL) ilan edildiğini ve bu kapsamda bazı tedbirlerin alınmasının zaruri olduğunu, başvurucunun sözleşmesinin de bu kapsamda ve haklı nedenle feshedildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ise cevaba cevap dilekçesinde; hakkında hiçbir cezai soruşturma yahut kovuşturma bulunmadığını, ayrıca idari bir soruşturma da açılmadığını, millî güvenliğe tehdit olarak görülen yapı ve oluşumlar ile bağlantısının ne olduğuna dair herhangi bir gerekçe gösterilmeden iş sözleşmesinin feshedildiğini belirtmiştir. Mahkeme 27/12/2016 tarihli duruşmada dosyanın bilirkişi incelemesine gönderilmesine karar vermiştir. Bu kapsamda 6/2/2017 tarihinde dosyaya ibraz edilen bilirkişi raporunda, fesih beyanının gerekçe içermediği ve başvurucunun savunmasının usulüne uygun bir şekilde alınmadığı tespit edilerek feshin usulüne uygun olmadığı yönünde görüş bildirilmiştir. Mahkeme 4/4/2017 tarihli gerekçeli kararında, fesih bildiriminin yazılı olarak yapıldığını ancak fesih sebebinin açık ve kesin bir şekilde gösterilmediğini belirterek feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine hükmetmiştir. İşveren, gerekçeli karara karşı 3/5/2017 tarihli dilekçesi ile istinaf talebinde bulunmuş; Mahkemenin eksik inceleme neticesinde hatalı değerlendirme ile karar verdiğini, darbe teşebbüsü sonrası ilan edilen OHAL kapsamında ülke genelinde kamu kurum ve kuruluşları nezdinde zaruri tedbirler alındığını, bu kapsamda kendilerinin de Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üyeliği, irtibat ya da iltisakı olan çalışanları tespit etmek amacıyla birtakım çalışmalar yaptıklarını, davaya konu olan işlemin de bu kapsamda tesis edildiğini, nitekim uluslararası sözleşmelerde dahi sadakat borcuna aykırılığın işverene fesih imkânı tanıdığını, bu kapsamda işverenin işçisine karşı duyduğu şüphenin fesih nedeni sayıldığını, kendi nitelikleri de gözönüne alındığında sözleşmenin feshinde keyfî davranmadıkları gibi feshin mecburiyet arz ettiğini belirtmiştir. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 13/7/2017 tarihli kararıyla, Mahkemenin kararının ortadan kaldırılmasına ve davanın reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Somut olayda davacı işçinin işyeri 667 Sayılı KHK. nin maddesi uyarınca kapatılmasına karar verilen kurumlara ilişkin listede yer almamaktadır. Bu nedenle dava hakkında 675 Sayılı KHK. nin maddesi kapsamında değerlendirme yapılabilmesi mümkün olmayıp673 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesine göre değerlendirme yapılarak davacının iş sözleşmesinin yasal düzenleme kapsamında sona erdirildiğinden ve yasal yetki nedeni ile fesihlerde 4857 sayılı İş Kanunu'nun18 ve devamı maddeleri uyarınca geçersizlik koşulları aranmayacağından işe iade davası bakımından en azından geçerli nedenin bulunduğu, feshin haklı nedene dayanıp dayanmadığı hususunun ileride açılacak bir alacak davasında irdelenmesinin mümkün olduğu anlaşılmakla davanın reddi gerekmiştir." Başvurucu, Bölge Adliye Mahkemesi kararına karşı temyiz kanun yoluna başvurmuş; Yargıtay Hukuk Dairesi yaptığı inceleme neticesinde 3/10/2017 tarihli kararıyla, Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulmasına hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Kanun hükmünde kararnamede fesih gerekliliğinin vurgulanmış olması, feshin yargısal denetime tabi tutulmayacağı anlamına gelmez. Bu itibarla, davalı işverence iş sözleşmesinin KHK kapsamında feshedildiği ileri sürüldüğüne göre, davacının 'terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olup olmadığı' hususu mahkemece resen araştırılmalıdır. ...Söz konusu kararnamelerin iş sözleşmesi ile çalışan işçilere yönelik hükümleri incelendiğinde, gerek 667 sayılı KHK’nin maddesi gerekse 673 sayılı KHK’nin maddesinde bu kanun hükmünde kararnameler kapsamında iş sözleşmesi feshedilen işçilerin bir daha yeniden doğrudan veya dolaylı olarak eski işinde veya benzer işlerde görevlendirilemeyecekleri, bunların işe iadesinin mümkün olmadığı şeklinde emredici nitelikte düzenlemelerin yer aldığı görülecektir. Bu yasal düzenlemelerin nitelik itibariyle, kamu düzenine ilişkin ve açıkça emredici nitelikte olduğu değerlendirildiğinde, açılacak davalarda taraflarca hazırlama ilkesine üstünlük tanınamayacağı göz önüne alınmalıdır. Bu itibarla, ilgili kanun hükmünde kararnameler kapsamındaki fesihlere ilişkin olarak açılan işe iade davalarında, taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir. Buna göre görülmekte olan davada, sözleşmenin feshine dayanak bilgi ve belgelerin mahkemece resen araştırılması gerekmekte ise de, bu yönde herhangi bir araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Davacının iş sözleşmesinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı bankadan sorularak; bunun yanında resen araştırma ilkesi kapsamında davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumu’ndan getirtilmeli, varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asya nezdinde açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek ulaşılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile davanın reddi hatalı olup bozmayı gerektirir." Bölge Adliye Mahkemesi, bozma sonrası yaptığı inceleme ve değerlendirme neticesinde 16/5/2018 tarihli kararıyla, Mahkemenin kararının kaldırılmasına ve davanın reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Yargıtay bozma ilamı doğrultusunda yapılan araştırma neticesinde, davacının birinci derece yakını hakkında terör örgütü ile irtibatlı olduğuna ilişkin ceza soruşturması olduğu nazara alındığında; taraflar arasındaki güven ilişkisinin zedelendiği, işverenden iş akdinin devamının beklenemeyecek derecede şüphe meydana geldiği sonucuna varılmıştır. İşe iade davası bakımından geçerli nedenin bulunduğu anlaşılmakla davanın reddi gerekmiştir." Başvurucu anılan karara karşı tekrar temyiz kanun yoluna başvurmuş ancak Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından 11/9/2018 tarihli kararla Bölge Adliye Mahkemesi kararının usul ve kanuna uygun olduğu gerekçesiyle onanmasına hükmedilmiştir. Nihai karar 22/10/2018 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. 20/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:"...şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır. ..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/10/2018 tarihli ve E.2018/10430, K.2018/20956 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde değerlendirme yapılacak olursa, somut olayda davacının iş sözleşmesinin feshi ile ilgili yasal dayanakların 4857 sayılı İş Kanunu ile birlikte Bakanlar Kurulu kararı ile ülke genelinde ilan edilen Olağanüstü Hal kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnameler olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Söz konusu kararnamelerin iş sözleşmesi ile çalışan işçilere yönelik hükümleri incelendiğinde, gerek 667 sayılı KHK’nin maddesi gerekse 673 sayılı KHK’nin maddesinde bu kanun hükmünde kararnameler kapsamında iş sözleşmesi feshedilen işçilerin bir daha yeniden doğrudan veya dolaylı olarak eski işinde veya benzer işlerde görevlendirilemeyecekleri, bunların işe iadesinin mümkün olmadığı şeklinde emredici nitelikte düzenlemelerin yer aldığı görülecektir. Bu yasal düzenlemelerin nitelik itibariyle, kamu düzenine ilişkin ve açıkça emredici nitelikte olduğu değerlendirildiğinde, açılacak davalarda taraflarca hazırlama ilkesine üstünlük tanınamayacağı göz önüne alınmalıdır. Bu itibarla, ilgili kanun hükmünde kararnameler kapsamındaki fesihlere ilişkin olarak açılan işe iade davalarında, taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir.Buna göre görülmekte olan davada, sözleşmenin feshine dayanak bilgi ve belgelerin mahkemece resen araştırılması gerekmekte ise de, dosyada sadece Erzurum Cumhuriyet Baş Savcılığına davacı hakkında soruşturma veya kovuşturma olup olmadığı yönünde yazılan yazı cevabi ile yetinildiği , bu yönde başkaca bir araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Davacının iş sözleşmesinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı bankadan sorularak; bunun yanında resen araştırma ilkesi kapsamında davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumu’ndan getirtilmeli, varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asya nezdinde açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek ulaşılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davacının davasının kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi' dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/34720 | Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesi feshedilen başvurucunun işe iade davasının reddi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, bazı tanıklarının dinlenmesi talebinin mahkemece reddedilmesi nedeniyle başvurucunun tanık dinletme hakkının; katıldığı toplantı ve okuduğu yayınların terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyetinde delil olarak kullanılması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile ifade özgürlüğünün; hükümle birlikte hukuka aykırı olarak tutuklanması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1989 doğumlu ve olayların meydana geldiği tarihte Malatya’da bulunan İnönü Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğrencisi olup aynı zamanda üniversite öğrencilerinin oluşturduğu Demokratik Öğrenci Derneğinde (DÖDER) yönetici olarak görev yapaktadır. Başvurucu, PKK terör örgütüne üye olma suçunu işlediği gerekçesiyle 9/5/2011 tarihinde gözaltına alınmış ve 12/5/2011 tarihinde Cumhuriyet başsavcılığı tarafından ifadesinin alınmasından sonra serbest bırakılmıştır. Başvurucu hakkında, Malatya Cumhuriyet Başsavcılığının 13/7/2011 tarihli iddianamesiyle PKK/KCK terör örgütüne üye olma suçundan kamu davası açılmıştır. İddia makamı esas hakkındaki mütalaasında, eylemlerinin bir bütün olarak değerlendirilmesi sonucu başvurucunun tiyatro çalışmaları adı altında örgüte eleman teminine çalıştığı ve bu amaçla DÖDER içinde görev aldığı, bu şekilde üzerine atılı terör örgütü üyeliği suçunu işlediği gerekçesiyle cezalandırılmasını talep etmiştir. Malatya Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 17/10/2012 tarihinde, başvurucunun PKK/KCK silahlı terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetine ve 9 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmetmiştir. Başvurucu, ilk derece mahkemesinin mahkûmiyet kararıyla birlikte tutuklanmıştır. Mahkeme, gerekçeli kararına sanık savunmalarını özetleyerek başlamış ve daha sonra PKK terör örgütünün yapısını kuruluş evresinden başlayarak ayrıntılı biçimde açıklamıştır. Bu açıklamaları kapsamında Mahkeme; 2010 yılından sonraki dönemde terör örgütüne müzahir oluşumlarca, daha önce Yurtsever Demokratik Gençlik Meclisi (YDGM) adını kullanan örgütün gençlik yapılanmasının legal faaliyetlerinin Demokratik Yurtsever Gençlik (DYG), illegal faaliyetlerinin ise Demokratik Yurtsever Gençlik Meclisi (DYGM) adı altında gerçekleştirilmeye devam edileceğinin karara bağlandığını belirtmiştir. Mahkeme, başvurucu hakkında terör örgütü üyesi olmak suçundan verdiği mahkûmiyet kararında, başvurucunun DYGM içerisinde faaliyet gösterdiğini belirterek, eylemlerinin çeşitliliği, sürekliliği ve niteliğini nazara almış, sonuç olarak başvurucunun örgütle organik bağının bulunduğu, ayrıca eylemlerinin sempatizanlık düzeyini aşarak örgüt üyeliği boyutuna ulaştığı kanaatine varmıştır. İlk derece mahkemesi kararında PKK terör örgütüne müzahir yayın yapan internet sitelerinden örgüt üyelerine verilen talimatlara da yer verilmiştir. Bu talimatlardan bazıları kararda şu şekilde belirtilmiştir:" Terör örgütü güdümünde yayın yapan Fırat News www.firatnews.tv internet sitesinde 2010 tarihli haberde: 'PKK: kuruluş yılımız tüm halkımıza kutlu olsun' başlıklı haberin içeriğinde, 'Önder Apo’ın rehberliğinde PKK’nin temsil ettiği zafer çizgisinde halkımızın özgürlük mücadelesini zaferle taçlandırmanın inancını, kararlılığını ve imkanını her zamankinden daha güçlü yaşadığımız kesindir. Bu temelde her PKK militanı ve kadronun kendisini güçlü bir biçimde yenileyerek, Önder Apo’nun özgürlüğü ve halkımızın özgürlüğüne kilitlemesi gerekmektedir. Muazzam tecrübe ve deneyime sahip bir mücadelenin kadroları olarak her zamankinden daha yüksek bir çalışma ve başarı temposuyla tarihi görevlerimize layık bir pratiği gerçekleştirmeye çağırıyoruz. Halkımızı partimizin Kuruluş yıldönümünü serhıldanlarla karşılamaya önümüzdeki yılı yüksek direniş ve kararlılık ruhuyla daha büyük bir direniş hamlesini ve demokratik özerk Kürdistan’ın inşasını gerçekleştirmeye çağırıyoruz.' " "PKK/KCK güdümünde yayın yapan www.fıratnews.tv adlı 2010 tarihli haberinde 'Şırnak’ın Güçlükonak (Basa) ilçesi kırsalında yaşanan çatışmada hayatını kaybeden bir HPG gerillasının kimliği açıklandı. HPG Ana Karargah Komutanlığı, yaşamını yitiren Fikri kod adlı K. K. yı güçlü bir şekilde sahiplenmeye çağırdı… Fikri yoldaşlara yoldaş olmak isteyen tüm gençleri, dağların doruklarına çağırıyoruz. Yine Halkımızı ve Demokratik Kamuoyunu şehit Fikri yoldaşımızı çok güçlü bir şekilde sahiplenmeye çağırıyoruz' şeklinde PKK/KCK Terör örgütü üyeleri ve müzahir kitlesine K.K.nın sahiplenilmesi talimatı verildiği...""PKK/KCK terör örgütü güdümünde yayın yapan www.firatnews.nu isimli internet sitesinde 2011 günü 'Öcalan: Newroz’a kadar gözleyeceğiz' başlıklı talimatında, 'Diyarbakır'da bir özgürlük meydanı olmalı. İsmi de Azadi Meydanı olabilir. Pratik öneri yapıyorum. Diyarbakır'da böyle bir meydana Demokratik Çözüm ve Barış Çadırlarının Kurulmasını Öneriyorum. Bu çadırlar seçime kadar devam edebilir. İnsanlar bu çadırlara yoğun bir şekilde gelip gidebilirler. Çadırlar Van'da, Batman'da başka uygun yerlerde de kurulabilir. Bu çadırlarda kendi talep ve çözüm önerilerini [bol] bol tartışabilirler, geliştirebilirler. Bu demokratik bir eylem olduğu için Hükümetin polisinin de karşı çıkacağını sanmıyorum. Bu seçim sürecinde anlayışla karşılayacaklardır. Zaten önümüzde 8 Mart, 21 Mart gibi etkinlikler de var. Bu etkinliklerin merkezi de bu çadırlar olabilir. Kim bu önerilerini yerine getirecekse, çözüm geliştirecekse oylarını onlara versinler. Bu çadırların üzerine demokratik çözüm ve barış çadırı yazılabilir. Bu pratik öneriyle halk zamanla yoğun bir şekilde bu çadırlara gider, ziyaret eder ve sahiplenir. Zaman zaman kalabalık da olabilir, az kitle de olabilir. Önemli olan böyle bir zemini oluşturmaktır, bu mutlaka yapılmalıdır. Ayrıca KCK davası da devam ediyor. Duruşma günlerinde ve öncesinde çadırlar bu amaçla da kullanılır. Duruşmaya giden avukatlar da duruşma öncesi ve sonrasında bu çadırları ziyaret ederler. Söylediğim gibi bizim potansiyelimiz gerek eylemsellik açısından gerek halkın katılımı açısından çok daha yüksek bir durumdadır. Tunus, Mısır’a benzer süreçleri başlatmak için daha fazla imkana sahibiz, bunu yapacak gücümüz ve potansiyelimiz de var. Ancak biz daha demokratik bir şekilde bu çadırlarla seçime gidersek daha uygun olur' şeklinde olduğu..." İlk derece mahkemesi kararında başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan dikkate alınan eylemleri ise şu şekildedir:i. İnönü Üniversitesinde eğitim görmekte iken 14/4/2010 tarihinde PKK terör örgütünün Kuzey Irak'ta bulunan kampına katıldıktan sonra örgütten kaçarak 2010 yılı Aralık ayı içinde yasa dışı yollardan ülkemize giriş yapan ve daha sonra yakalanan B.S., kendisi hakkındaki soruşturma evresinde alınan ifadesinde ve kendisine yaptırılan teşhis işleminde başvurucu hakkında birtakım bilgiler vermiştir. Buna göre B.S., başvurucunun 2010 yılı Şubat ayında bazı YDGM üyeleriyle birlikte PKK yandaşlarınca sahiplenilen şahısların da olmak üzere mezar ziyaretleri gerçekleştirdiğini belirtmiştir. Bunun yanında B.S., başvurucunun DÖDER çatısı altında tiyatro etkinlikleri bahanesiyle gençleri Dernekte toplayarak onlarda örgütsel bilinç sağlamaya çalıştığını da beyan etmiştir. İddianameye göre B.S. isimli şahsın, PKK/KCK terör örgütü adına kırsal alanda faaliyet gösterirken KCK yürütme konseyi üyesi olan Duran Kalkan ve bazı terör örgütü üyeleri ile görüntüsünün olduğu tespit edilmiştir.ii. Başvurucunun telefonuna, örgütsel faaliyetlerini bilen şahıslar tarafından terör örgütü propagandası içeren ve örgütsel bilinci artırmaya yönelik mesaj gönderildiği kabul edilmiştir. Bu kapsamda gerekçeli kararda başvurucunun telefonuna gelen bazı mesajlara yer verilmiştir. iii. Başvurucunun PKK terör örgütünün kuruluş yıl dönümü olması nedeniyle 27/11/2010 tarihinde Barış ve Demokrasi Partisinin (BDP) Malatya'daki binasında, örgüt talimatları doğrultusunda düzenlenen (bkz. § 14) ve içeriğinde PKK terör örgütü ile örgütün kurucusu Abdullah Öcalan’ı anlatan slayt ve videoların gösteriminin yapıldığı panelin organizasyonunda görev aldığı belirtilmiştir. Bu tespite ilişkin olarak gerekçeli kararda, başvurucunun 27/11/2010 tarihinde gerçekleştirdiği bazı telefon görüşmelerine yer verilmiştir. Söz konusu telefon konuşmalarında başvurucunun "vallahi ben bu projeksiyonu alacağım işte geliyorum yoldayım şimdi" ve "evet tamam bir kağıda yazarsınız işte partide panel var gibisinden" şeklindeki ifadelerine vurgu yapılmıştır. iv. Başvurucunun PKK terör örgütü hakkında detaylı bir şekilde bilgi edinmeye çalıştığı ve örgüte müzahir yayınları takip ettiği belirtilmiştir. Gerekçeli kararda bu tespite dayanak olarak başvurucunun bazı yayım şirketlerinden kitap siparişlerine ilişkin telefon görüşmeleri delil olarak gösterilmiştir. v. Diyarbakır Jandarma Komutanlığı tarafından 1/5/2011 tarihinde Diyarbakır, Malatya ve Elazığ'da PKK/KCK terör örgütüne yönelik operasyon yapılmıştır. Kararda, başvurucunun bu operasyonla ve PKK/KCK terör örgütü ile ilgili örgütsel içerikli telefon görüşmeleri yaptığı kabul edilmiş ve başvurucunun bu kapsamda gerçekleştirdiği bazı iletişim kayıtlarına yer verilmiştir. vi. Başvurucunun örgüt talimatı doğrultusunda (bkz. § 14), 7/12/2010 tarihinde güvenlik güçleri ile girmiş olduğu silahlı çatışma neticesinde öldürülen ve 14/12/2010 tarihinde otopsi işlemleri için Malatya'ya getirilen K.K.nın cenazesinin sahiplenilmesi doğrultusunda gerçekleştirdiği kabul edilen bazı iletişim kayıtlarına da kararda yer verilmiştir.vii. Başvurucunun Elazığ'dan gelerek İnönü Üniversitesinde sağlık bölümlerinde öğrenim gören üniversite öğrencileri ile örgütsel nitelikte toplantı/eğitim faaliyetinde bulunacağı düşünülen K. isimli şahsın karşılanması ile ilgili olarak telefon görüşmeleri yaptığı belirtilmiştir. Gerekçeli kararda başvurucunun bu yönde yaptığı bazı telefon görüşmelerine yer verilmiştir.viii. 1/4/2011 tarihinde Hatay'ın Hassa ilçesi kırsal alanında güvenlik güçleri ile PKK/KCK terör örgütü üyeleri arasında çıkan silahlı çatışmada örgüt üyesi Z. ölmüştür. Adı geçen terör örgütü üyesi adına Malatya Cemal Gürsel Mahallesi İsmetpaşa Caddesi Sokak üzerinde taziye çadırı açılmıştır. Mahkemece, başvurucunun yaptığı telefon görüşmelerinde terör örgütü tarafından verilen talimatlara uyarak söz konusu örgüt mensubunu sahiplendiği, ölen örgüt mensubu için yapılacak yürüyüş hakkında bilgi aldığı, ölen örgüt mensubunu şehit ve gerilla olarak gördüğü belirtilmiştir. Gerekçeli kararda başvurucunun bu yönde yaptığı bazı telefon görüşmelerine yer verilmiştir.ix. Başvurucunun 8/3/2011 tarihinde, bazı arkadaşlarının okuldan uzaklaştırılmasını protesto amacıyla Üniversite kampüsünde yapılan basın açıklamasında grubu yönlendirdiği, Üniversitede baskı ve cebir oluşturduğu Mahkemece kabul edilmiştir. Bu kapsamda gerekçeli kararda, başvurucunun Üniversitede yaşanan kavga olayı nedeniyle kampüse bıçak getirmemesi hususunda uyarıldığı bir mesaja yer verilmiştir.x. Kararda, Malatya'dan terör örgütünün kırsal alanına giden O. isimli örgüt mensubunun görüntülerinin terör örgütünün yayın organı olan Roj TV'de yayımlanması sonrası başvurucunun görüntüleri izleyip izlemediği hakkında K. isimli bir şahısla gerçekleştirdiği iletişim kayıtlarına yer verilmiştir. Söz konusu görüntülerde başvurucu ve konuştuğu şahsın bahsettiği O. isimli kişinin, PKK terör örgütü yöneticilerinden Duran Kalkan'ın örgütün kuruluş yıl dönümü münasebetiyle yapmış olduğu konuşma sırasında ve Duran Kalkan’ın arkasında, üzerinde terör örgütünün silahlı kanadı mensuplarının elbisesiyle oturur vaziyette bulunduğu belirtilmiştir. xi. Kararda, başvurucunun PKK terör örgütünün verdiği talimatlar doğrultusunda aralarında hiçbir akrabalık bağı bulunmayan tutuklu terör örgütü mensuplarının ailelerine destek amaçlı ziyaret yapmaya yönelik telefon görüşmeleri yaptığı belirtilmiş ve bu kapsamdaki iletişim kayıtlarına yer verilmiştir. xii. Başvurucunun PKK terör örgütünün propagandasını yapmak ve örgüte eleman kazandırmak amacıyla Melekoğulları isimli düğün salonunda 25/12/2010 tarihinde " Barış ve Kardeşlik Şöleni" adı altında yapılan örgütsel etkinlik organizasyonunda görev aldığı belirtilmiş ve buna ilişkin iletişim kayıtlarına yer verilmiştir. Söz konusu iletişim kayıtlarında başvurucunun Melekoğulları isimli düğün salonunun ücretinden ve etkinliğin biletlerini bastırmak için matbaaya gideceğinden bahsettiği kabul edilmiştir. İlk derece mahkemesi söz konusu iletişim kayıtlarını, düğün salonunda gerçekleştirilecek etkinliğin amacının terör örgütüne eleman temin etmek olduğu şeklinde yorumlamıştır.xiii. Başvurucunun yönetiminde yer aldığı DÖDER'de tiyatro çalışmaları ile ilgilenip tiyatro bahanesiyle gençleri Dernekte toplayarak örgütsel bilinç sağlamaya çalıştığı belirtilmiştir. Başvurucunun bu kapsamda yaptığı telefon görüşmelerinden birinde, birinci sınıf öğrencisi olan bir şahsı aktif hâle getirmek ve kazanmaktan bahsettiği görülmektedir.xiv. Başvurucunun PKK gençlik yapılanması Yurtsever Demokratik Gençlik Hareketi (YDGH) içindeki faaliyetlerinden dolayı yapılan operasyon neticesinde yakalanan ve çıkarılmış oldukları mahkemece tutuklanan kişilerin durumları ile yakından ilgilendiği ve onlara destek vermek amacıyla duruşmalarına gittiği belirtilmiş, buna ilişkin bazı iletişim kayıtlarına yer verilmiştir. xv. PKK terör örgütü tarafından verilen talimat doğrultusunda çeşitli illerde "demokratik çözüm çadırı" adı verilen çadırlar kurulmuştur (bkz. § 14). Başvurucunun da Malatya'da kurulan, terör örgütünün talimatlarının okunduğu, örgüt faaliyetlerinin düzenlendiği ve terör örgütü mensuplarının fotoğraflarının asıldığı bu çadırı sahiplendiği ve yapılan basın açıklamasına katıldığı belirtilmiştir. Malatya'daki demokratik çözüm çadırında 26/3/2011 tarihinde Malatya Cumhuriyet Başsavcılığının talimatı ile arama yapılmış, arama neticesinde ölen terör örgütü mensuplarına ait fotoğraflar ve örgütsel dokümanlar elde geçirilmiştir. Yine Batman, İstanbul ve Diyarbakır’daki çadırlarda yapılan aramalarda da bol miktarda örgütsel doküman ile molotofkokteyli, havai fişek ve el yapımı bomba yapmaya müsait malzemeler ele geçirildiği ifade edilmiştir.xvi. Kararda, başvurucu hakkında daha önce 21/3/2009 tarihinde Malatya Şeker Stadyumu'nda yapılan Nevruz Bayramı kutlamaları kapsamında PKK terör örgütünün propagandasını yaptığından bahisle kamu davası açıldığı ve ilk derece mahkemesince mahkûmiyetine karar verildiği, söz konusu kararın temyiz aşamasında olduğu ifade edilmiştir. Mahkemenin gerekçeli kararında ayrıca başvurucunun ikametgâhında yapılan aramada, haklarında elkonulması ve toplatılması kararları bulunduğu ya da suç içerikli olduğu kabul edilen, İsmail Beşikçi'nin yazdığı "Bilim Yöntemi", "Kürt Aydını Üzerine Düşünceler" ve "Bilim- Resmi İdeoloji- Demokrasi ve Kürt Sorunu ve Unesco’ya Mektup" isimli kitapların ele geçirildiği belirtilmiştir. Yine ele geçirilen bazı dijital materyallerde "şehit namırın" sloganlarının atıldığı videolar, PKK terör örgütünü övücü mahiyette müzik ve marşlar olduğu tespit edilmiştir. Mahkeme, yukarıda belirtilen tespit ve değerlendirmeleri kapsamında sanık hakkında mahkûmiyet hükmü gerekçesini şu şekilde özetlemiştir: “… Bu nedenle de sanık Uğur Ahmet Yaşar hakkındaki iletişim tespit tutanakları, teknik takip tutanakları, internet tespit tutanakları, internette yayınlanan haberlere ait tutanaklar, diğer sanıkların beyanları, [B.S.]nin beyanı, bilirkişilerin raporları, CD çözüm tutanakları, fotoğraflar, ikametinde ele geçen örgütsel dokümanlar, teşhis tutanakları, CD izleme tutanağı, PKK/KCK terör örgütünün talimatları ve etkinliklere ait haberler, bilgi notları ve tüm dosya kapsamı nazara alındığında, terör örgütünün talimatları doğrultusunda, PKK/KCK terör örgütünün gençlik yapılanması olan DYGM (Yurtsever Demokratik Gençlik Meclisi) içerisinde faaliyet göstermesi, Malatya Demokratik Öğrenci Derneğinin Genel Sekreteri olması, tiyatro çalışmaları ile ilgilenip tiyatro bahanesiyle gençleri dernekte toplayıp örgütsel bilinç sağlamaya ve örgüte elaman temin etmeye çalışması, PKK/KCK terör örgütü suçundan tutuklanan şahısların duruşmalarını takip etmesi, tutuklanan bu şahısların ailelerine destek olmak amacıyla ziyaret etmesi, terör örgütünün talimatları doğrultusunda etkinlikler organize etmesi, Malatya BDP binasında düzenlenen PKK/KCK terör örgütünün kuruluş yıldönümü nedeni ile düzenlenen panelin organizasyonda yer alıp katılması, Malatya ilinden terör örgütünün kırsal alanına giden [O.] hakkında bilgisinin olması, barış ve kardeşlik şöleni adı altında 25/12/2010 günü Malatya Melekoğulları düğün salonunda terör örgütüne elaman kazanma amacıyla düzenlenen etkinlikte faal olarak görev alması, güvenlik güçlerimiz ile PKK/KCK terör örgütü mensupları arasında çıkan silahlı çatışma neticesi Malatya Adli Tıp Kurumuna getirilen terör örgütü mensubu cesetlerini sahiplenmesi, ölen örgüt mensuplarını şehit olarak görmesi, üniversitede meydana gelen olayda basın açıklaması yapması, üniversitede meydana gelen olayların içinde olması, ölen örgüt mensubunun taziye çadırına talimat doğrultusunda gitmesi, terörist başı Abdullah Öcalan'ın talimatıyla Malatya'da açılan sözde Demokratik Çözüm Çadırına sahiplenerek katılması, Mahkemelerce hakkında yasaklama kararı olan kitapların bulunması, PKK/KONGRA-GEL terör örgütü propagandası yapmaktan dolayı hakkında hüküm kurulması, sanığın eylemlerinin çeşitliliği, sürekliliği, niteliği nazara alındığında örgütle organik bağının bulunması, tüm eylemlerinin sempatizanlık düzeyini aşıp, örgüt üyeliği boyutuna ulaşması nazara alındığında PKK/KCK silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işlediği kanaatine varılmıştır.” Başvurucu, terör örgütü üyesi olma suçundan mahkûmiyetine ilişkin kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 22/4/2014 tarihinde başvurucunun mahkûmiyetine ilişkin hükmü onamıştır. Onama kararı 7/7/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Metin Birdal ([GK] (B. No: 2014/15440, 22/5/2019, §§ 28-39) başvurusu hakkında verilen karar. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11842 | Başvuru, bazı tanıklarının dinlenmesi talebinin mahkemece reddedilmesi nedeniyle başvurucunun tanık dinletme hakkının; katıldığı toplantı ve okuduğu yayınların terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyetinde delil olarak kullanılması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile ifade özgürlüğünün; hükümle birlikte hukuka aykırı olarak tutuklanması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; haksız olarak gözaltına alma, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, resen yapılması gereken tutukluluk incelemelerinin kanuni süresi içinde yapılmaması, sulh ceza hâkimliklerinin bağımsız ve tarafsız olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, gözaltında ve ceza infaz kurumunda olumsuz koşullarda tutulma nedeniyle kötü muamele yasağının, ceza infaz kurumunda avukat görüşmelerinin kayıt altına alınması ve bylock delilinin hukuka aykırı olarak elde edilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı ile suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin, arama tedbirinin uygulanması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının, elkoyma kararı nedeniyle mülkiyet hakkının, kelepçeli olarak basın tarafından görüntülenme ve meslekten ihraç bilgilerinin medyada yer alması nedeniyle masumiyet karinesinin, açık öğretim fakültesi sınavlarına girilmesine izin verilmemesi nedeniyle de eğitim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca 2017/8871 numaralı bireysel başvuru dosyasının hukuki irtibat nedeniyle 2016/71110 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2016/71110 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 2017/8871 numaralı bireysel başvuru dosyasının 2016/71110 numaralı bireysel başvuru dosyasından ayrılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Kocaeli İl Emniyet Müdürlüğünde emniyet amiri olarak görev yapmakta iken 12/8/2016 tarihinde Kocaeli Valiliğince görevden uzaklaştırılmıştır. Başvurucu, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrasında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarını işlediği şüphesiyle Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığınca 11/8/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır.10 Başvurucu 1/9/2016 tarihinde anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanması talebiyle sorguya sevk edilmiştir. Yapılan sorgu neticesinde aynı gün Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğince başvurucunun isnat edilen suçlardan tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvurucu 1/9/2016 tarihli ve 29818 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname ile meslekten çıkarılmıştır. Başvurucunun tutuklanma kararına yaptığı itiraz 7/12/2016 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu 6/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 7/12/2017 tarihli kararıyla başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tahliyesine karar vermiştir. Mahkeme, mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde başvurucunun ByLock kullanıcısı olmasına dayanmıştır. Başvurucunun istinaf başvurusu İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 28/2/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar Yargıtay Ceza Dairesinin 4/2/2021 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma gerekçesinde; ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı ile veri inceleme raporunun istinaf kararından sonra dosyaya alındığı, belirtilen delillerin duruşmada başvurucuya ve müdafiine okunup söyleyecekleri sorulduktan sonra bir karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bozma kararı sonrasında Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 9/12/2021 tarihli kararıyla başvurucunun 6 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkemenin gerekçeli kararında 23/9/2021 tarihli birinci duruşmada başvurucunun müdafiinin huzurunda Tespit ve Değerlendirme Tutanağı ile veri inceleme raporunun okunduğu ve söyleyeceklerinin sorulduğu belirtilmiştir. Anılan kararın temyiz incelemesi devam etmektedir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39; Mustafa Özterzi [GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-48; Yavuz Cengiz, B. No: 2019/37138, 15/6/2021, §§ 23- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/8871 | Başvuru, haksız olarak gözaltına alma, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, resen yapılması gereken tutukluluk incelemelerinin kanuni süresi içinde yapılmaması, sulh ceza hâkimliklerinin bağımsız ve tarafsız olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, gözaltında ve ceza infaz kurumunda olumsuz koşullarda tutulma nedeniyle kötü muamele yasağının, ceza infaz kurumunda avukat görüşmelerinin kayıt altına alınması ve bylock delilinin hukuka aykırı olarak elde edilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı ile suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin, arama tedbirinin uygulanması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının, elkoyma kararı nedeniyle mülkiyet hakkının, kelepçeli olarak basın tarafından görüntülenme ve meslekten ihraç bilgilerinin medyada yer alması nedeniyle masumiyet karinesinin, açık öğretim fakültesi sınavlarına girilmesine izin verilmemesi nedeniyle de eğitim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruya konu olayların meydana geldiği süreçteki olağanüstü hâl (OHAL) koşullarına, OHAL ilanına ve uygulanan tedbirlere ilişkin genel bilgiler için bkz. A. (3) [GK], B. No: 2018/10286, 2/7/2020, §§ 10-18; Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, §§ 10- Başvurucu, Van Belediyesi (İşveren/Belediye) bünyesinde hizmet alım sözleşmesi kapsamında iş gören özel bir şirkette hizmet alım sözleşmesi kapsamında şoför olarak çalışmaktadır. Van Valiliği Olağanüstü Hal (OHAL) Bürosunca başvurucunun PKK terör örgütü ile irtibat veya iltisak içinde olduğu yönünde İşverene bildirimde bulunulmuştur. İşveren, güven ilişkisinin zedelendiği gerekçesiyle 25/5/2017 tarihinde başvurucunun iş sözleşmesini feshetmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade talebiyle 6/6/2017 tarihinde Van İş Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde, başvurucunun 30/3/2015-25/5/2017 tarihleri arasında Belediyede şoför kadrosunda çalıştırıldığı,25/5/2017 tarihinde 34 arkadaşı ile birlikte işten çıkarıldığı, fesih işleminin usule ve yasaya uygun şekilde yapılmadığı, fesih nedenlerinin bildirilmediği ve savunma alınmadan sözleşmenin feshedilmesinin hukuka aykırı olduğu ileri sürülmüştür. İşveren Mahkemeye sunduğu 19/1/2018 tarihli yazısında, 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) maddesi kapsamında kurumda çalışan memur, işçi ve sözleşmeli personel ile belediyenin hizmet satın alma yöntemiyle çalışan personelin, başta Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ve PKK terör örgütleri olmak üzere millî güvenliği tehdit eden yapılar ile irtibat ve iltisakları devletin ilgili kurumlarının elindeki bilgi ve belgeler ile belediye tarafından yapılan harici inceleme ve araştırmalarla tespit edilmeye çalışıldığını belirtmiştir. İşveren bu kapsamda yapılan çalışmalarda OHAL Bürosu tarafından başvurucunun 2014 yılında milislik yaptığı bilgisinin kendilerine bildirildiğini, ayrıca kendileri tarafından başvurucunun sosyal çevresinde yapılan harici araştırma sonucunda ve birlikte çalıştığı yöneticilerden alınan kanaat çerçevesinde başvurucunun PKK/KCK terör örgütü ile irtibat ve iltisaklı olduğu kesin kanaatine varıldığını ifade etmiştir. Mahkeme, başvurucunun PKK terör örgütü ile irtibatlı ya da iltisaklı olabileceği hususunda şüphenin bulunduğunu belirterek 667 sayılı KHK maddesi kapsamında gerçekleştirilen fesih işleminin hukuka uygun olduğu gerekçesiyle 20/12/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda başvurucunun OHAL kapsamında millî güvenliği tehdit eden yapılar ile herhangi bir irtibatının, iltisakının bulunup bulunmadığını tespit amacıyla, davalı Van Büyükşehir Belediye Başkanlığına, Van Valiliğine, Van İl Emniyet Müdürlüğüne ve Van Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkereler yazıldığı, Van Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen cevabi yazıda davacı hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan soruşturma yürütüldüğü ve soruşturmanın 21/6/2016 tarihinde 2016/3707 sayılı takipsizlik kararı ile sonuçlandığı hususunda bilgi verildiği belirtilmiştir. Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından ise OHAL bürosundan kendilerine bildirilen sakıncalı olduğu düşünülen isim listesinde başvurucunun isminin geçtiği bölümün bir suretinin ibraz edilerek, başvurucu hakkında yapılan araştırma neticesinde bu kişinin millî güvenliği tehdit eden PKK terör örgütü ile irtibatlı ve iltisaklı olduğuna dair kesin kanaate varılarak çalışmasının uygun olmadığı ve yüklenici firmadan gereğinin yapılması yönünde talepte bulunulduğunun bildirildiği ifade edilmiştir. Kararda OHAL Bürosu tarafından başvurucunun 677 ve 678 sayılı KHK'lere istinaden millî güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara, terör örgütlerine üyeliği veya iltisakı yada bunlarla irtibatı olabileceği değerlendirilen kişilerden olduğu hususundaki emarelerin işverene bildirildiği, başvurucu hakkındaki ceza soruşturmasının varlığı, başvurucunun işveren tarafından yapılan araştırmalarda da PKK terör örgütü ile irtibatı ve iltisakı olduğu kanaatine varıldığı vurgulanmıştır. Kararda bu nedenle taraflar arasındaki güven ilişkisinin sona erdiği ve işveren tarafından 667 sayılı KHK ile kendisine tanınan yetki kullanılarak durumun alt işverene bildirildiği ve feshin geçerli bir sebebe dayandığı belirtilmiştir. Başvurucu, söz konusu karara karşı sunduğu istinaf dilekçesinde, yerel mahkeme kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi, dosya kapsamı, mevcut delil durumu ve ileri sürülen istinaf sebepleri dikkate alındığında mahkemenin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığını belirterek 8/11/2018 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Kararda bazı Yargıtay kararlarına atıf yapılarak asıl işverenin yazılı bildirim ile PKK terör örgütleri ile ilgili olarak yapılan değerlendirmeler sonucunda güvenlik tedbirleri nedeniyle davacının çalışmasının uygun görülmediğinin bildirilmesi üzerine alt işveren açısından fesih zorunlu hâle geldiğini ve feshin geçerli nedene dayandığını ifade etmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 28/11/2018 tarihinde öğrendikten sonra 25/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Van Cumhuriyet Başsavcılığının 17/4/2018 tarihli yazısında başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan soruşturma yürütüldüğü ve 21/6/2016 tarihinde takipsizlik kararı verildiği bildirilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/38164 | Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; tutuklamanın hukuki olmaması, tahliye kararının uygulanmaması, tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Soruşturma ve Yargılama Süreci Başvurucu, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünde komiser yardımcısı olarak görev yapmakta iken kamuoyunda bilinen ismiyle 17-25 Aralık soruşturmaları sürecindeki (anılan soruşturmalara ilişkin bilgiler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 30) bazı eylemleri dolayısıyla meslekten ihraç edilmiştir. Ayrıca söz konusu eylemler dolayısıyla başvurucunun da aralarında olduğu çok sayıda kolluk görevlisi hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca ceza soruşturması başlatılmıştır. Başvurucu, anılan soruşturma kapsamında 1/9/2014 tarihinde gözaltına alınmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) 4/9/2014 tarihinde başvurucuyu tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında; başvurucunun görev aldığı soruşturma sürecinde başkaca delil elde etme imkânının bulunup bulunmadığı araştırılmadan soruşturma konusu olaylarla ilgisi bulunan ve/veya bulunmayan yüzlerce kişinin telefonlarının dinlendiği, dinleme işlemlerinin usulsüz olarak icra edildiği, çoğu kişinin neden soruşturmaya dâhil edildiğinin ve telefonlarının dinlendiğinin anlaşılamadığı, sonrasında -henüz iletişimin tespiti kararlarının geçerlilik süresi devam ederken- dinleme faaliyetlerinin sonlandırıldığı ve operasyon aşamasının başlatıldığı ifade edilmiştir. Başsavcılık, soruşturma dosyasında yer alan bazı bilgi ve belgelere değinerek soruşturmanın ve soruşturma sürecinde yapılan işlemlerin amacının o tarihte görevde bulunan Hükûmeti cebir ve şiddet kullanarak görev yapamaz hâle getirmek olduğunu ve bu faaliyetlerin Paralel Devlet Yapılanması (PDY) mensubu polislerce gerçekleştirildiğini değerlendirmiştir. Bu kapsamda özellikle usulsüz olarak yapılan dinlemelere dayanılarak hazırlanan fezlekede bir bakanın suç örgütü lideri olarak gösterilmesine, bir kişi (medya patronu) hakkında iletişimin tespiti tedbirine başvurulduğu hâlde fezlekede bu kişiyle ilgili bir suç isnadında bulunulmamasına, fezlekenin hazırlandığı tarihte görev başında olan Başbakan'ın fezlekede "dönemin Başbakan'ı" şeklinde ifade edilmesine, iletişimin tespiti tedbirlerinin icrasında görevli polis memurlarının kendi aralarındaki haberleşmelerinde "bütün kabineyi toplamaktan" bahsetmelerine dikkat çekilmiştir. Başsavcılık ayrıca Başbakan ve Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarının bir görüşmesine ilişkin görüntülerin usulsüz bir şekilde temin edilerek basına servis edilmesine, hakkında iletişimin tespiti kararı olmamasına rağmen Başbakan'ın telefonlarının uzun bir süre dinlenilmesine ve basına sızdırılmasına, Başbakan'ın evinde usulsüz olarak teknik takip yapılmasına da temas etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 5/9/2014 tarihinde başvurucunun Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Hâkimlik, başvurucunun da aralarında olduğu şüpheliler yönünden kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu sonucuna varırken soruşturma dosyalarında yer alan bilgi ve belgelere atıf yapmış; özellikle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Teftiş Kurulu tarafından düzenlenen bir rapora, Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü görevlileri tarafından kullanılan bilgisayarlar üzerinde yapılan inceleme sonucunda düzenlenen rapora, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının (TİB) tespitlerine, Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığı müfettişleri tarafından yürütülen disiplin soruşturmasının içeriğine ve bir gizli tanığın beyanlarına atıf yapmıştır. Kararda kuvvetli suç şüphesi yönünden yapılan değerlendirmede ayrıca Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünde görev yaptıkları anlaşılan -başvurucunun da aralarında olduğu- şüphelilerin emniyet teşkilatındaki hiyerarşi içinde değil yasal olmayan bir oluşum çerçevesinde faaliyette bulundukları ve ayrı bir yapı oluşturdukları, bu kapsamda Başbakan da dâhil olmak üzere üst düzey siyasilerin ve kamu görevlilerinin telefonlarını uzun bir süre usulsüz bir şekilde dinledikleri yönündeki olgulara ve tutuklama talep yazısında yer alan diğer tespitlere değinilmiştir. Hâkimlik, tutuklama nedenlerine ilişkin olarak ise "... yüklenen suçun yasada öngörülen ceza miktarı, işlendiği iddia edilen suçun önemi ve ciddi sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedeninin 'Kanun gereğince' varsayıldığı, Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları ve 6352 sayılı Yasa ile değişik 5271 sayılı CMK'nun 100 ve devam eden maddeleri uyarınca şüphelilerin tutuklanmasına engel hallerinin (tutuklama yasağı ve yargılama engeli bulunmaması hali gibi) bulunmadığı, almaları muhtemel ceza göz önüne alındığında kaçma şüphelerinin bulunduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmaması nedeniyle şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme, tanık ve mağdurlar üzerinde baskı oluşturma şüphesinin bulunduğu, işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesinde ifade olunan 'ölçülülük' ilkesi uyarınca, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada soruşturmaya konu suç ve bu şüpheliler açısından yetersiz kalacağı ve amaca hizmet etmeyeceği ..." değerlendirmesinde bulunmuştur. Başvurucu 10/9/2014 tarihinde karara itiraz etmiş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 16/9/2014 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin müdafileri tarafından İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine -nöbetçi asliye ceza mahkemesi olduğu- 20/4/2015 tarihinde İstanbul , , , , , , , , ve (bütün) sulh ceza hâkimlerinin reddi ile tahliye taleplerini içerir dilekçeler verilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 21/4/2015 tarihinde, İstanbul sulh ceza hâkimliklerinin tümüne yazı yazılarak -dilekçelerde ileri sürülen- hâkimin reddi sebepleri konusunda yazılı olarak görüş bildirmeleri istenmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin görüş bildirme istemine cevap vermemiş; diğer sulh ceza hâkimlikleri ise görüş bildirilmesi istemine 22/4/2015 tarihinde cevap vermiştir. Hâkimliklerin cevap yazılarında özetle sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerini inceleme ve karar verme yetki ve görevinin yine sulh ceza hâkimliklerine ait olduğu, hâkimin reddi müessesesinin kovuşturma aşamasına ait bir işlem olduğu, hâkimin reddi sebepleri mevcut olsa dahi bu talebin öncelikle ilgili mahkeme veya hâkimliğe yapılması gerektiği ve sulh ceza hâkimlerinin tamamının bu şekilde reddedilmesinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Öte yandan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 21/4/2015 tarihinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazılarak ilgili soruşturma dosyalarının tahliye talepleri hakkındaki görüşleriyle birlikte gönderilmesi istenmiştir. Başsavcılık, asliye ceza mahkemelerinin tahliye talepleriyle ilgili olarak karar verme yetkisinin bulunmadığını belirterek görüş bildirmemiş ve soruşturma dosyalarını göndermemiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi "mahkemece hâkimin reddi talepleri ile ilgili yapılan değerlendirmenin dosyanın esası ile ilgili bir değerlendirme olmadığı, şüphelilerin tamamının tutuklu bulunduğu, dolayısıyla işin acele işlerden olduğu, dolayısıyla soruşturma dosyaları ve reddi hâkim talepleri konusunda görüşlerin istenilmesine rağmen gönderilmemesinin reddi hâkim talepleri konusunda incelemeye ve bir karar vermeye hukuken engel teşkil etmediği" gerekçesiyle incelemesini "şüpheliler müdafilerinin dilekçeleri, yazılı ve CD ortamındaki dilekçe ekleri, ilgili savcılıklardan ve Sulh Ceza Hâkimliklerinden gelen yazı cevapları ve görüşleri" üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkeme 24/4/2015 tarihinde İstanbul , , , , , , , , ve (bütün) sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerinin kabulüne, şüphelilerin tahliye talepleri konusunda karar verilmek üzere 24/4/2015 tarihinde asliye ceza nöbetçisi olan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi B.nin görevlendirilmesine karar vermiştir. Başsavcılık tarafından talepte bulunulması üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2015 tarihinde, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin hâkimlerin reddi isteminin kabulüne ve görevlendirmeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, aynı tarihte İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine bir yazı yazarak tahliye taleplerine bakma görev ve yetkisinin kendilerinde bulunduğunu belirtmiş ve ilgili taleplerin gönderilmesini istemiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi, Başsavcılıkça soruşturma dosyalarının gönderilmemesi ve tahliye talepleri konusunda görüş bildirilmemesi üzerine tutukluluğun devamı yönünde mütalaada bulunulduğunu değerlendirerek tahliye talepleri konusundaki incelemesini işin tahliye yönünden değerlendirilmesinde bir sakınca olmadığı gerekçesiyle şüpheli müdafilerinin sunduğu bazı belge ve CD'ler üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkeme 25/4/2015 tarihinde başvurucunun da aralarında olduğu tüm şüphelilerin tahliyesine karar vermiştir. Başsavcılık tarafından talepte bulunulması üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2015 tarihinde, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine ve şüphelilerin tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Kararda "İstanbul Adliyesindeki tüm Sulh Ceza Hâkimliklerinin reddine ve tutuklu şüphelilerin tahliye istemine ilişkin taleplerin Asliye Ceza Mahkemesi veya Ağır Ceza Mahkemelerince değerlendirilmesinin ve bu değerlendirmeler neticesinde tahliye talebinin reddi veya kabulü yönünde bir karar verilmesi halinde verilen bu kararların hukuken yasal mevzuatımıza göre mümkün olmadığı, verilen bu kararların da hukuken geçersiz, uygulanabilirliği olmayan ve mutlak butlan ile batıl olan veya diğer bir anlatımla yok hükmünde sayılan kararlar niteliğinde olduğu" ifade edilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 26/4/2015 tarihinde tahliye müzekkerelerini İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Başsavcılıkça, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli kararına atıf yapılarak şüpheliler hakkında düzenlenen tahliye müzekkereleri İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine iade edilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde şüphelilerin tahliyesine ilişkin müzekkereleri yeniden Başsavcılığa göndermiş, Başsavcılık bunları yeniden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine iade etmiştir. Tahliye müzekkerelerinin ikinci kez iade edilmesi üzerine İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde, tahliye müzekkerelerinin yeniden Başsavcılığa gönderilmesine dair bir karar vermiştir. Öte yandan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 29/4/2015 tarihinde; önceki kararlarda görevsiz olunmasına rağmen dilekçelerin değerlendirilerek soruşturma aşamasında olan işlerle ilgili hâkimin reddi taleplerinin kabulüne karar verildiğini, hukuki yanılgıya düşülerek verilmiş olan bu kararların usul ve yasaya aykırı olduğunu, mahkemenin görevine girmeyen bir hususta karar verildiğini belirterek önceki kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar vermiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi de 28/4/2015 tarihinde "... hazırlık soruşturmalarında hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak, bunlara karşı yapılan itirazları incelemek yetkisinin münhasıran Sulh Ceza Hâkimliğine ait olduğu, Asliye Ceza Mahkemelerinin soruşturma aşamasındaki işler ile ilgili olarak tutuklama ve tahliye kararı verme yetkilerinin olmadığı, Mahkememizce verilen 25/04/2015 tarihli ... karar ile mahkememizce verilen tahliye kararı[nın] mahkememizin görevsiz bulunması nedeniyle yok hükmünde sayılması gerektiği ..." gerekçesiyle tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, 11/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 28/9/2015 tarihli iddianamesiyle, başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, silahlı terör örgütüne üye olma, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, resmî belgede sahtecilik, resmî belgeyi bozmak, yok etmek veya gizlemek, haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek, kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları dinlemek ve kayıt etmek, verilerin süresi içerisinde yok edilmemesi, kişisel verileri hukuka aykırı olarak bir başkasına vermek veya ele geçirmek, özel hayatın gizliliğini ihlal etmek ve göreve ilişkin sırrın açıklanması suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianame, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından 16/10/2015 tarihinde kabul edilmiş ve Mahkemenin E.2015/366 sayılı dosyası üzerinden yargılamaya başlanmıştır. Mahkeme 24/12/2018 tarihli kararı ile sanıklar hakkında çeşitli suçlardan mahkûmiyet ve/veya beraat kararı vermiştir. Aynı kararla başvurucunun da Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek suçundan 3 yıl (on sekiz kez) hapis cezası, haberleşme gizliliğini ihlal etmek suretiyle elde edilen kayıtları ifşa etmek suçundan 3 yıl (on sekiz kez) hapis cezası, kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları dinlemek suçundan 9 ay (iki kez) hapis cezası, özel hayatının gizliliğini ihlal etmek suçundan 2 yıl 3 ay (dört kez) hapis cezası, özel hayata ilişkin görüntüleri ifşa etmek suçundan 3 yıl 4 ay 15 gün ve 2 yıl 3 ay (iki kez) hapis cezaları ve verilerin süresi içinde yok edilmemesi suçundan 1 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkeme hükümle birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet hükmü başvurucu tarafından istinaf edilmiş olup bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla yargılama dosyası ilk derece mahkemesindedir.B. İlgili Süreç Başvurucunun da aralarında bulunduğu şüphelilerin İstanbul sulh ceza hâkimlerinin tümünün reddi taleplerini kabul eden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi Ö. ile bu kişilerin tümünün tahliye taleplerini kabul eden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi B. hakkında disiplin ve ceza soruşturması başlatılmıştır. Bu kapsamda anılan hâkimler 27/4/2015 tarihinde görevden el çektirilmişler (Sonrasında meslekten de çıkarılmışlar.) ve 30/4/2015 ve 1/5/2015 tarihlerinde tutuklanmışlardır. Hâkimler Ö. ve B. hakkında kamu davası açılmış; Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 tarihinde, adı geçen kişilerin söz konusu kararları -kendilerinin de üyesi oldukları- Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ)/PDY liderinin ve yöneticilerinin talimatıyla verdiğini belirterek silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan 9 yıl hapis ve görevi kötüye kullanma suçundan 1 yıl hapis cezalarıyla cezalandırılmalarına karar vermiştir. Dairenin görevi kötüye kullanma suçu yönünden yaptığı değerlendirmelerin ilgili bölümleri şöyledir:"... Türk Ceza Muhakemesi Hukuku yönünden, gerek mülga 1402 sayılı CMUK'un 21 vd.maddelerinde gerekse mer'i 5271 sayılı CMK'nın 22 ve devamı maddelerinde yer alan düzenlemeler subjektif tarafsızlıkla ilgili olup hakimin reddi hakkına ilişkindir.Bu nedenle şüpheli/sanık,müşteki/katılan ya da Cumhuriyet savcısının hakimi reddetmesi mümkün ise de mahkeme veya hakimliği bir kurum olarak reddetmesi mümkün değildir.Keza heyet halinde çalışan bir mahkemenin veya bir adliyede veya yargı çevresinde bulunan tüm mahkemelerin veya hakimlerinin toplu reddi usulü de yoktur ... ...5271 sayılı CMK'nın 22 vd.maddelerinde yer alan hakimin reddi müessesesinin, kural olarak kovuşturma aşaması ile ilgili olduğu görülse de,gerek ilgili madde metinlerinde açıkça “şüpheli” kavramına yer verilmesi gerekse yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından yargılanma hakkını teminat altına alan AS'nin ve Anayasanın maddelerinin emredici düzenlemeleri karşısında soruşturma safhasında da hakimin reddinin mümkün olduğunun kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Zira red, hakimin tarafsızlığını temin bakımından getirilmiş bir kurumdur.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanunla, sulh ceza mahkemeleri kaldırılmış ve münhasıran soruşturma aşamasında görevli sulh ceza hakimlikleri kurulmuştur. Adından da anlaşılacağı üzere bu hakimlikler, “mahkeme” niteliği taşımazlar, çünkü dava görmezler, sadece soruşturma aşaması ile ilgili tedbir taleplerini ve itirazları inceleyip karara bağlarlar.Soruşturma aşamasında tarafsızlığından şüphe duyulan sulh ceza hakiminin, gerek kişisel gerekse olgusal olarak somutlaştırılmak suretiyle reddi mümkündür. Ancak objektif tarafsızlık gerekçesiyle tüm sulh ceza hakimleri reddedilemez.6545 sy.kanunla Sulh Ceza Hakimlerinin reddine dair özel bir usul getirilmediğine göre bu konuda genel hükümlerin uygulanması gerektiğinde şüphe olmamalıdır.Bu durumda red, reddedilen hakimliğe yapılacak yazılı başvuru ile yapılmalıdır.Reddi istenen hâkim, ret sebepleri hakkındaki görüşlerini yazılı olarak bildirerek (CMK m.26/1-3) evrakı yargı çevresi içinde bulunduğu asliye ceza mahkemesine (CMK m.27/2) (Prof.Dr.Yener Ünver-Prof.Dr.HakanHakeri Ceza Muhakemesi Hukuku baskı sh.191) gönderir.Ret isteminin kabulü halinde, davaya bakmakla bir başka hâkim veya mahkeme görevlendirilir.. (CMK m.27/4).Red talebini kabul eden Asliye Ceza Mahkemesi hakiminin tahliye taleplerini değerlendirmek üzere her hangi bir hakimi görevlendirip görevlendiremeyeceğine gelince;5235 sayılı Kanunun değişik maddesi ile CMK m.101/1, 103, 108/1 ve 268/3 incelendiğinde, soruşturma aşamasında tutuklama ve tahliye kararlarını yalnızca sulh ceza hakimliği ve hakimi verebilir. Tutukluluğa itirazı ise, CMK m.268/3 uyarınca sadece bir başka sulh ceza hakimliği ve hakimi inceleyebilir.Soruşturma aşamasında tutuklama ve tahliye konusunda asliye ceza mahkemesine ve hakimine yetki verilmemiştir. Asliye ceza mahkemesi, ancak kabul ettiği iddianamenin kovuşturmasını yürütürken tutuklama tedbiri ile ilgili kararlar verebilir. Bunun dışında Anayasa ve kanunlar asliye ceza mahkemelerine, doğrudan veya dolaylı olarak soruşturma aşamasına müdahale etme yetkisi vermemiştir.(Prof.Dr.Ersan ŞEN yorumluyorum 13syf. 313-315) Bu nedenle Asliye Ceza Mahkemesi red talebini yerinde görürse ancak aynı yer ya da yargı çevresinde bulunan bir başka sulh ceza hakimini görevlendirebilir....... Somut olayda, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık Ö.nün mutad uygulama gereğince taleple ilgili dilekçe ve eklerini 5271 sy.CMK’nın maddesi gereğince görüş yazıları da eklenerek iade edilmek üzere reddedilen hakimlere göndermesi,evrakın tekrar gelmesi durumunda ise yukarda açıklandığı üzere Türk Ceza Muhakemesi hukukunda uygulanma yeri bulunmayan ve esasen haklı bir gerekçeye de dayanmadığı Anayasa Mahkemesincetespit edilen 'objektif tarafsızlık' iddiasına müstenit taleplerin reddine karar vermesi gerekirken hiç birisi ilgili Cumhuriyet savcılarınıngörüş yazılarında belirtilen gerekçelerlegönderilmemiş ve bu şekilde söz konusu soruşturma dosyaları kendisi tarafından incelenmemiş olmasına vetamamı toplu olarak reddedilmiş durumdaki İstanbul Sulh Ceza Hakimlerinin,kendilerine yönelik olarak yapılan bu toplu reddi hakim taleplerini inceleme yetkisinin bulunmadığına yönelik olumsuz görüş yazılarına rağmen, talep dilekçelerini CMK’nın 8 vd.maddelerinde öngörülen şartları da taşımadığı halde birleştirerek Asliye Ceza hakimi sanık B.yi görevlendirmesi ve buna ilişkin müzekkereyi 24/04/2015 günü mesai bitiminden sonra saat 17:28’de imzalamasıyla UYAP üzerinden, fiziken de aynı gün İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi personelinin kalemi kapatıp adliyeden ayrılmasından sonra Hakim B.nin doğrudan kendisine, hakim odasında Asliye Ceza Mahkemesi zabıt katibi Ö.A. marifetiyle göndermesi ... sanık Hakim B.nin ... 5235 sayılı Kanun'un, 6545 sayılı Kanunla değişik Maddesi gereğince soruşturma aşamasında tutukluluğa ilişkin tüm kararları verme yetkisinin Sulh Ceza Hakimliğine ait olduğu ve asliye ceza mahkemelerinin soruşturma evresindeki işlemlerle ilgili bir yetkisinin bulunmamasına rağmen, Asliye Ceza Mahkemesi hakimi Ö.nün kanuna aykırı şekilde görevlendirme kararına dayanarak, toplam 594 adet klasörden oluşan belgeleri incelemeden ... gece saat 00-30 sıralarında kararların yazımını bitirerek, koridorda bekleyen avukatlara tebliğ ettirmesi ... karşısında;Suç tarihi itibariyle hakim olan sanıkların verdikleri kararların esasen de sorunlu oldukları görülmekle birlikte,bu durumun müsnet suç yönünden yargısal faaaliyet kapsamında değerlendirilmesi ve verilen kararlara karşı kanun yollarına baş vurulabileceği ileri sürülse de yukarda izah edildiği üzere, kamu düzenine ilişkin görevle ilgili kuralları görmezden gelip yargılama hukukuna ilişkin işleyiş ve düzeni yok sayarak, 'mahkemeler üstü' bir tavırla örgüt liderinin talimatı üzerine kurgulandığında şüphe bulunmayan plan doğrultusunda tam bir örgütsel organizasyon, gizlilik ve adanmışlık hali içerisinde, fiil ve eylem birliği ile, aynı örgüt mensubu olmaktan soruşturulan altmışüç şüpheli ile ilgili hakimin reddi ve tahliye taleplerini, mutad işleyiş ve uygulama dışına çıkıp,mesai saati dışında, verilecek kararlarla ilgili denetim mekanizmalarını bertaraf edecek, olayı bir oldu bitti fırsatçılığı içerisinde sonuçlandıracak bir gizlilikle ve eşgüdümle hareket ederek görevli olmadıkları halde kabul eden sanıkların, karar verme süreci ile ilgili hukuka aykırı eylemleriyle görevlerinin gereklerine aykırı davrandıklarında şüphe yoktur..." Anılan mahkûmiyet hükmü, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 26/9/2017 tarihli kararla onanarak kesinleşmiştir. Kararın ilgili bölümleri şöyledir: "... İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olup beş yüz doksan dört klasörden oluşan yedi ayrı soruşturma dosyasında biri gazeteci, diğerleri emniyet görevlisi olan altmış üç şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs, devletin gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme gibi çok sayıda suçtan tutuklu bulunduğu, bu şüphelilerin müdafilerinin farklı tarihlerdeki tahliye istemlerinin İstanbul Sulh Ceza Hakimliklerinin kararlarıyla reddedildiği, keza altmış üç şüpheliden otuz altısının, haklarında tutuklama nedeni bulunmadığını ileri sürerek yaptıkları bireysel başvurunun Anayasa Mahkemesince 2015 tarihinde kabul edilemez bulunduğu,Bu süreç sonunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü lideri Fethullah Gülen'in "www.he.o" isimli internet sitesinde yayınlanan "Mukaddes Çile ve İnfak Kahramanları" başlıklı vaaz/sohbet görünümlü kriptolu/örgütsel konuşmasıyla altmış üç tutuklu şüphelinin serbest bırakılmasının sağlanması için talimat verdiği, bunun üzerine 2015 tarihinde şüphelilerin müdafileri olan yirmi avukat tarafından İstanbul Adliyesindeki tüm sulh ceza hakimliklerinde görevli hakimlerin reddiyle şüphelilerin tahliye edilmesi istemli elli bir adet dilekçeden oluşan evrakın uygulanan prosedüre aykırı olarak tarama ve kayıt işlemlerinden geçirilmeksizin günün muhabere nöbetçisi İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık Ö.ye odasında teslim edildiği, sanık Ö.nün reddi hakim taleplerini kabul ederek, muhabere nöbetçisi İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık B.yi tahliye istemleri konusunda karar vermek üzere 2015 tarihinde görevlendirdiği, sanık B.nin de 2015 tarihinde talepleri kabul ederek tutuklu bulunan şüphelilerin tamamının tahliyesine karar verdiği olayda;Silahlı terör örgütü üyesi olma suçu bakımından;Terör örgütlerinin; amaç suçun işlenmesi yolunda güven, disiplin ve sıkı irtibata önem veren, iş bölümüne dayalı, hiyerarşik düzene sahip yapılar olarak istihbarat, gizlilik, güvenlik ve denetim konularında duyarlı oldukları, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan, irtibat halinde olmadıkları, güvenilir bulmadıkları, denetleyemedikleri, gizlilik ve güvenlik kurallarıyla hiyerarşiye uymayan kişilerin faaliyetlerine izin vermeyecekleri, bu kapsamda FETÖ/PDY silahlı terör örgüt lideri Fethullah Gülen'in 2015 günü örgütün yayın organlarından "www.herkul.org" isimli internet sitesinde yayınlanan talimatı doğrultusunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliği ve bu örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlara ilişkin yedi ayrı soruşturma dosyasında tutuklu olan altmış üç şüphelinin müdafiliğini yapan yirmi avukatın, örgüt liderinin talimatından bir gün sonra 2015 tarihinde toplu halde verdikleri elli bir adet dilekçeye istinaden dosyaları kısmen dahi olsa incelemeden ve delillere temas etmeksizin, altmış üç şüphelinin tamamının istisnasız olarak tahliyelerini sağlamak için örgüt tarafından verilen görevi yerine getirmek üzere birlikte harekete geçen ve ancak "adanmış" bir örgüt mensubunca yapılabilecek bir yöntem ve üslupla, hukuka açıkça aykırı bir zeminde bulunduklarını bilerek önceden tasarlanmış, amaç ve örgütsel faaliyetleri yönünden bilinçli olarak söz konusu usulsüz ve hukuka aykırı kararları veren sanıkların FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün amaçlarını gerçekleştirmesine hizmet ettikleri ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanımı için oluşturulmuş ve münhasıran bu terör örgütünün mensupları tarafından kullanıldığı bilinen ByLock iletişim sistemini kullanmak suretiyle örgütün hiyerarşik yapısına dahil oldukları ve böylelikle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işledikleri anlaşılmaktadır....Görevi kötüye kullanma suçu bakımından ise;Sanıkların inceleme konusu davada yaptıkları ağır hukuka aykırılıkların, mesleki kıdemleri ve yetkili çalıştıkları mahkemelerdeki görev süreleri dikkate alındığında, beşeri hata ve mesleki tecrübesizlik kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmaması, reddi hakim taleplerinin kabul edilip tahliye kararları verildiği anda şüphelilere haksız bir menfaat sağlanması karşısında; FETÖ/PDY silahlı terör örgütünce organize edilen tahliye planını hayata geçiren sanıklar Ö. ve B.nin, verilecek kararlarla ilgili denetim mekanizmalarını bertaraf edecek şekilde tam bir örgütsel organizasyon, gizlilik ve adanmışlık hali içerisinde, iştirak halinde söz konusu soruşturma evrakını incelemeden verdikleri hukuka aykırı kararlarla şüphelilerin tamamının tahliye edilmesine karar vererek, aynı örgütün mensubu olmaktan haklarında soruşturma yürütülen altmış üç şüpheliye menfaat sağladıkları ve bu şekilde sanıkların, görevlerinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün faaliyeti kapsamında ... görevi kötüye kullanma suçunu ayrı ayrı işledikleri kabul edilmelidir ..." Başvuru Öncesi Süreç Başvurucu, aynı soruşturma kapsamında ayrıca 24/10/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine (B. No: 2014/16838) başvuruda bulunmuştur. Söz konusu başvuruda başvurucu; doğal hâkim ilkesine aykırı kurulmuş, tarafsız ve bağımsız olmayan mahkemelerce kanuna aykırı olarak tutuklanmaları ve isnat edilen suçlara ilişkin hakların bildirilmemesi nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkının, soruşturma sürecinde kamu görevlilerinin insan haysiyeti ile bağdaşmayan eylemleri nedeniyle kötü muamele yasağının, haklarında kesinleşmiş yargı kararı bulunmamasına karşın suçlu ilan edilmeleri nedeniyle masumiyet karinesinin, mensubu oldukları iddia edilen cemaate yönelik nefret ve ötekileştirme söylemi ile meslekten atılmaları ve uydurma soruşturmalar açılması nedeniyle ayrımcılık yasağının ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Anayasa Mahkemesi 9/9/2015 tarihinde; kötü muamele ile ilgili iddialar yönünden "başvuru yollarının tüketilmemiş olması", başvurucuların haklarındaki suçlamalar ve hakları bildirilmeden ve avukat yardımından yararlanma hakkı tanınmadan gözaltına alındıkları iddiaları yönünden "açıkça dayanaktan yoksun olması", gözaltı ve tutuklamanın kanuni olmadığı iddiaları yönünden "açıkça dayanaktan yoksun olması", ayrımcılık yasağının, etkili başvuru hakkı ile masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiaları yönünden "açıkça dayanaktan yoksun olması", doğal hâkim, tarafsız ve bağımsız hâkim ilkelerinin ihlal edildiği iddiaları yönünden "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedenleriyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Mehmet Fatih Yiğit ve diğerleri, B. No: 2014/16838, 9/9/2015). İlgili hukuk için bkz. Hüseyin Korkmaz, B. No: 2014/16835, 18/7/2018, §§ 42- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7801 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması, tahliye kararının uygulanmaması, tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, mektubun sakıncalı bulunarak alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 24/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanan başvurucunun, eşine yazdığı mektup ve organ bağışı hakkında farkındalık oluşturmak amacıyla görüş ve önerilerini dile getirdiği, çeşitli basın kuruluşlarına gönderilmek üzere kaleme aldığı mektup ekindeki iki sayfalık yazı ceza infaz kurumu disiplin kurulunca sakıncalı olduğu gerekçesiyle gönderilmemiştir. Kararın gerekçesinde yalnızca mevzuat hükümlerine yer verilmiştir. Başvurucu, göndermek istediği mektubun soyut gerekçelerle gönderilmemesinin hukuka aykırı olduğunu belirterek Silifke İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) şikâyette bulunmuştur. Hâkimlik, kararın usule ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle şikâyetin reddine karar vermiştir. Söz konusu karara yapılan itiraz, Silifke Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiş ve hüküm kesinleşmiştir. İlgili hukuk için bkz. Ahmet Temiz B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20; Tayfur Tunç, B. No: 2017/36327, 10/3/2020, §§ 15-28; Rıdvan Türan, B. No: 2017/20669, 10/3/2020, §§ 15-28; Ahmet Kağanarslan ve diğerleri, B. No: 2017/16257, 10/3/2020, §§ 18- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/16871 | Başvuru, mektubun sakıncalı bulunarak alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; Nevşehir İl Özel İdaresinde metalürji mühendisi olarak görev yapmakta iken resen emekli edilmesi işleminin iptali ve yoksun kaldığı parasal haklarının iadesi istemiyle Kayseri İdare Mahkemesinde açtığı davada lehine verilen kararın gereğinin, idare tarafından6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinde öngörülen otuz günlük sürenin aşılması suretiyle yerine getirilmesi nedeniyle manevi zararlarının oluştuğunu iddia etmiştir. Başvurucu, yargı kararının geç icrası nedeniyle oluştuğu belirtilen zararlarının tazmini talebiyle 2/11/2009 tarihinde idareye başvurmuş; başvurucunun talebi idarece reddedilmiştir. Başvurucu tarafından, yargı kararının geç icrası nedeniyle oluştuğu belirtilen zararları için 7/12/2009 tarihinde tam yargı davası açılmıştır. Kayseri İdare Mahkemesinin 21/1/2010 tarihli ve E.2009/1115, K.2010/18 sayılı kararı ile manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi isteminin süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbirinci Dairesinin 15/2/2010 tarihli ve E.2010/4149, K.2011/1227 sayılı ilamı ile İlk Derece Mahkemesi hükmünün manevi tazminata ilişkin kısmının bozulmasına, yasal faiz istemine ilişkin kısmının onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 13/3/2012 tarihli ve E.2011/6964, K.2012/889 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Bozma kararına uyularak yapılan yeniden incelemede Kayseri İdare Mahkemesinin 30/12/2012 tarihli ve E.2012/556, K.2012/1212 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbirinci Dairesinin 8/11/2013 tarihli ve E.2013/2414, K.2013/9757 sayılı ilamı ile onama kararı verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 16/9/2014 tarihli ve E.2014/1342, K.2014/5209 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Bu karar 26/11/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20035 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, sendika şube yöneticilerine katıldıkları bir basın açıklaması dolayısıyla idari para cezası verilmesinin başvurucunun sendika hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/10/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: İnternet sitesindeki bilgilere göre Eğitim İşkolu Kamu Görevlileri Sendikası (EĞİTİM-İŞ) ile Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikasının (EĞİTİM SEN/Sendika) 23/1/1995 tarihinde birleşerek oluşturduğu başvurucu EĞİTİM SEN Türkiye'nin 81 ilinde 100 şubesi ve 114 binden fazla üyesi bulunmaktadır. Sendika; eğitim sektöründe çalışanların ekonomik, sosyal, demokratik, kültürel haklarının korunması ve geliştirmesi ile özgür ve demokratik bir çalışma yaşamının oluşturulması iddiasıyla demokratik ve yaşanılası bir ülke talebiyle çalışmalarını sürdürmektedir (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası, B. No: 2015/11131, 4/7/2019, § 9). Başvurucu Sendikanın üyesi olduğu Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) ile Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) tarafından Batman Belediyesinde çalışan 50 kişinin 14/7/2017 tarihli ve 30124 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 692 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile kamu görevinden çıkarılmasına ilişkin olarak 19/7/2017 tarihinde Batman Merkez Bahçelievler Mahallesi Bulvar İş Merkezi önünde bir basın açıklaması düzenlenmiştir. Söz konusu basın açıklamasına EĞİTİM SEN Batman Şubesi Başkanı Mehmet Necati Dadak, Yönetim Kurulu Üyesi Nureddin Şimşek ve Denetleme Kurulu Üyesi Feyzullah Ekinci de katılmıştır. 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca adı geçen üç sendika yöneticisinin her birine ayrı ayrı 227 TL idari para cezası uygulanmıştır. Hakkında idari para cezası uygulanan kişiler Batman Sulh Ceza Hâkimliğine itirazda bulunmuşlar, Hâkimlik 12/9/2017 tarihli kararlarla itirazları reddetmiştir. Hâkimlik kararlarında; adı geçen Sendika yöneticilerinin basın açıklamasına katıldığı, yapılan bu gösteri için yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler uyarınca gerekli makamlardan izin alınmadığı ve herhangi bir bildirimin yapılmadığı belirtilmiştir. Kararlarda; bahse konu basın açıklamasının yapıldığı yer itibarıyla Batman Valiliğinin (Valilik) 4/11/2016 tarihli ve 2016/04 sayılı kararına aykırı hareket edildiği, 5326 sayılı Kanun'un "Emre Aykırı Davranış" başlıklı maddesine istinaden itiraz edenler hakkında İdari Yaptırım Kararı Tutanağı düzenlendiği, dolayısıyla idari para cezası gerektiren eylemlerin sübutunda, idari cezanın belirlenmesinde ve tayin edilen idari para cezasının miktarında herhangi bir isabetsizliğin ve hukuka aykırılığın bulunmadığı belirtilmiştir. Kararlarda, itiraz edenlerin bu durumun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ile teminat altına alınan ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile örgütlenme özgürlüğüne aykırı olduğunu iddialarına ilişkin olarak Hâkimlikçe yapılan değerlendirmede; Sözleşme’nin maddesinin fıkrası ile “Olağanüstü Hallerde Askıya Alma” başlıklı maddesinin birinci fıkrası ve Anayasa’nın “Temel Hak ve Hürriyetlerin Kullanılmasının Durdurulması” başlıklı maddesi dikkate alındığında; ülkemizde yaşanan 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrası huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması ve kamu esenliğinin sağlanması amacıyla olağanüstü hâl ilan edildiği belirtilerek bu kapsamda toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin Valilik iznine bağlanmasının hak ihlaline yol açmadığı belirtilmiştir. Nihai kararlar bu kişilere 16/9/2017 ve 18/9/2017 tarihlerinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu Sendika 9/10/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 25/6/2001 tarihli ve 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu'nun "Zorunlu organlar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Sendika şubesi, sendika ve konfederasyonların zorunlu organları genel kurul, yönetim kurulu, denetleme kurulu ve disiplin kuruludur." 4688 sayılı Kanun'un "Yönetim, denetleme ve disiplin kurullarının oluşması, görevleri ve toplantıları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Sendika şubesi ve sendika yönetim kurulları en az üç, en çok yedi üyeden; konfederasyon yönetim kurulları ise en az beş, en çok on üyeden oluşur. Disiplin kurulu en az üç, en çok beş üyeden, denetleme kurulu en az üç, en çok beş denetçiden oluşur. Şubelerde bir denetçi ile yetinilebilir. Yönetim, denetleme ve disiplin kurulları ile kurulması uygun görülen diğer organların oluşumu, görev ve yetkileri ile toplanma ve karar alma usulleri Sendikalar Kanununun 16, 17, 18 ve 19 uncu maddelerinde belirtilen esaslara uygun olarak sendika veya konfederasyonların tüzüklerinde düzenlenir." EĞİTİM-SEN Tüzüğü'nün "Genel Merkez" başlıklı Bölümü'nde yer alan tüzel kişiliğin organlarına ilişkin maddesi şöyledir:"Tüzel Kişilik, Genel Merkez’e ait olup şubeler Genel Merkez adına, şubelere bağlı birimler şubeler adına görev yapar ve onun verdiği yetkiyi kullanır. " Aynı Tüzük'ün genel merkez organlarına ilişkin maddesi şöyledir: "Genel Merkez organları şunlardır:a) Merkez Genel Kurulub) EĞİTİM SEN Genel Meclisic) Merkez Yürütme Kurulud) Merkez Denetleme Kurulue) Merkez Disiplin Kurulu"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvurucu Sendikanın yaptığı bir başvuruda verdiği kabul edilemezlik kararında; öncelikle yerleşik içtihatlarına göre AİHM'in halk davası (actio popularis) niteliğindeki başvuruları inceleme görevi bulunmadığını, başvurucu Sendikanın Sinop Valiliğinin basın açıklamalarının yapılabileceği yerleri belirleyen kararının iptali talebiyle açtığı davanın reddedilmesi üzerine başvuruda bulunduğunu, incelediği diğer başvurulardaki (Akarsubaşı/Türkiye, B. No: 70396/11, 21/7/2015) emre aykırı davranışta bulunduklarından bahisle kendilerine idari para cezası verilen başvuruculardan farklı olarak Sendikanın toplantı hakkını kullanmasında anılan Valilik kararına aykırı davranışı nedeniyle kişisel ve doğrudan maruz kaldığı bir yaptırımın söz konusu olmadığını, bu nedenle in abstracto (soyut şekilde) ihlal iddialarına ilişkin başvuruları AİHM’in incelemeyeceğini belirterek kişi bakımından yetkisizlik yönünden başvuruyu reddetmiştir (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası/Türkiye, (k.k.), B. No: 16354/10, 27/08/2019). AİHM, Akarsubaşı/Türkiye (bkz. 22) kararına konu olayda devlet memuru ve sendika üyesi olan başvurucu, Adana Adliyesi önünde EĞİTİM SEN tarafından düzenlenen gösteriye katılmıştır. Daha önce basın açıklaması yapılamayacak yerlere ilişkin olarak verilmiş Valilik kararını ihlal edecek şekilde Adliye Sarayının giriş merdivenleri önünde yapılan bu basın açıklamasına katıldığı gerekçesiyle başvurucu hakkında 5326 sayılı Kanun’un maddesine dayanılarak 143 TL idari para cezası uygulanmıştır. AİHM söz konusu başvuruyu gerçek kişi başvurucunun toplantı hakkına müdahale olarak kabul etmiş ve Sözleşme’nin maddesi kapsamında toplantı hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. | Sendika hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/35667 | Başvuru, sendika şube yöneticilerine katıldıkları bir basın açıklaması dolayısıyla idari para cezası verilmesinin başvurucunun sendika hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tapu iptali ve tescil davasının reddine karar verilmesine rağmen davada kendini vekille temsil ettiren davalı lehine vekâlet ücretine hükmedilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/12/2013 tarihinde İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 22/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 10/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 9/12/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu’nun maddesinin (B) bendi gereğince yapılan uygulama sonucunda Hazine adına tespit ve tescili yapılan, tapu kaydının beyanlar hanesinde başvurucu adına zilyetlik şerhi düşülen taşınmazın tapu kaydındaki bu şerhin iptali istemiyle başvurucu ve Hazine aleyhine Sultanbeyli (İstanbul Anadolu ) Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tapu iptali ve tescil davası açılmıştır. Mahkeme 4/5/2012 tarihli ve E.2010/1637, K.2012/853 sayılı karar ile dava konusu taşınmazda 6831 sayılı Kanun’un maddesinin (B) bendi gereğince uygulama yapılmadığından davanın reddine karar vermiştir. Anılan kararda yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına karar verilmiş ancak kendilerini vekille temsil ettiren davalılar Hazine ve başvurucu lehine vekâlet ücretine hükmedilmemiştir. Kararın gerekçesinde “davacının yanılarak bu davayı açtığı ve davada haklı çıkma durumu söz konusu olmadığından” hazine lehine vekâlet ücreti takdir edilmediği belirtilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:“Yargılama sırasında yapılan keşifte davacıdan dava konusu taşınmazı göstermesi istenmiş, fen bilirkişi[si] keşifte alınan beyanında davacının dava konusu ettiği yerin Mimar Sinan Mah. 106 ada 49 nolu parsel olmadığı[nı], 1156 nolu hazine parseli içinde olduğunu belirtmiştir. Nitekim fen bilirkişi[si] ayrıntılı rapor ve krokisinde davacının dava konusu ettiği yerin 2/B uygulama alanı içerisinde kalmadığı[nı], Sultanbeyli 1156 nolu parselin hudutları dahilinde kaldığını beyan etmiştir.Mahkememizin başka dosyalarında da davacı gerçek kişiler tarafından açılan davalarda dava konusu ettikleri yerler 1156 nolu parsel içinde kaldığı belirlenmiş, bu parselle ilgili Kadastro Müdürlüğünden gelen yazı cevaplarında dava konusu taşınmazda müker[r]er kadastro olduğundan bu parsellerin binmeli olması nedeni ile 2/B tespit çalışmalarının yapılamadığı belirt[il]miştir.Davacının talebinin, dava dilekçesi içeriğinden, 2/B madde uygulaması nedeni ile hazine adına tespiti yapılan taşınmazların beyanlar hanesindeki zilyedlik şerhine yönelik olarak açılmış tapu iptal ve tesçil davası olduğu anlaşılmaktadır.Dava konusu taşınmazda 2/B maddesi uygulaması yapılmadığından davanın reddine karar verilmiştir.Gerçek kişilerin 2/B maddesi uygulamasına yönelik olarak zilyedlik şerhine yönelik dava açtıkları, bir kısım davacıların da kendilerine ait taşınmazlarda 2/B maddesi tespit çalışmaları yapılmamasına rağmen Sultanbeyli ilçesinde bu şekilde açılmış bir çok dava olduğu, davacı yanlışlıkla ve yanılarak bu davayı açmış olduğundan ve davada haklı çıkma durumu söz konusu olmadığından davalı Hazine lehine vekâlet ücretine hükmedilmemiştir.” Başvurucu, lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiği gerekçesiyle bu kararı temyiz etmiş; Yargıtay Hukuk Dairesi 7/2/2013 tarihli ve E.2013/101, K.2013/656 sayılı ilamı ile söz konusu kararı onamıştır. Onama ilamı şöyledir:“Kullanım kadastrosu sırasında Mimarsinan Mahallesi çalışma alanında bulunan 106 ada 49 parsel sayılı 207,41 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz, beyanlar hanesine 6831 sayılı Yasa’nın 2/B maddesi uyarınca Hazine adına orman sınırları dışına çıkarıldığı ve 13 yıldan bu yana Yahya oğlu Hasan Kulakçı kullanımında olduğu şerhi verilerek bahçe niteliği ile Hazine adına tespit ve tescil edilmiştir. Davacı U.K., taşınmazın kendi kullanımında olduğunu belirterek adına zilyetlik şerhi verilmesi için dava açmıştır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davalı Hasan Kulakçı vekili tarafından vekâlet ücreti ve yargılama gideri yönünden temyiz edilmiştir.Dosya içeriğine, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre yerinde olmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA ... karar verildi.” Başvurucunun aynı gerekçeye dayanan karar düzeltme istemi, Dairenin 23/9/2013 tarihli ve E.2013/10398, K.2013/8705 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 18/11/2013 tarihindetebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi şöyledir: “(1) Yargılama giderleri şunlardır: ... ğ) Vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti. ...” 6100 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.” 6100 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Yargılama giderlerine, mahkemece resen hükmedilir.” Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/4/2015 tarihli ve E.2014/21922, K.2015/3242 sayılı ilamı şöyledir: “Kullanım kadastrosu sırasında E. Köyü çalışma alanında bulunan ... taşınmaz, kadastro tutanağının beyanlar hanesine, 6831 sayılı Yasa’nın 2/B maddesi uyarınca orman sınırları dışına çıkarıldığı ve ... fiili kullanımında bulunduğu şerhi yazılarak tarla vasfıyla Hazine adına tespit edilmiştir. Davacılar ..., taşınmazın kendi fiili kullanımlarında bulunduğu iddiasına dayanarak dava açmışlardır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda davanın reddine çekişmeli taşınmazın tespit gibi tesciline karar verilmiş; hüküm, davacılar vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.Dosya içeriğine, toplanan delillere, kararda yazılı gerektirici nedenlere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacılar vekilinin sair temyiz itirazları yerinde değildir. Ancak, ret sebebi ortak olan ve kendilerini vekille temsil ettiren davalılar lehine tek vekâlet ücreti verilmesi gerekirken Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 3/ maddesine aykırı olacak şekilde ayrı ayrı vekâlet ücretine karar verilmesi isabetsiz olduğu gibi davalı Hazine kendisini vekille temsil ettirmediği halde Hazine lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi de doğru olmamıştır... ” Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/4/2015tarihli ve E.2014/21806, K.2015/3240 sayılı ilamı şöyledir: “Kullanım kadastrosu sırasında ... Köyü çalışma alanında bulunan ... taşınmazlar, kadastro tutanağının beyanlar hanesine, 6831 sayılı Yasa’nın 2/B maddesi uyarınca orman sınırları dışına çıkarıldığı ve Mustafa T. ile Mehmet T.nin fiili kullanımında bulunduğu şerhi yazılarak tarla vasfıyla Hazine adına tespit edilmiştir. Davacılar ... taşınmazların müşterek muristen intikal ettiği ve tüm mirasçıların hak sahibi olduğu iddiasına dayanarak ayrı ayrı dava açmışlardır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda davanın reddine, çekişmeli taşınmazların tespit gibi tesciline karar verilmiş; hüküm, davalı Mehmet T. vekili tarafından temyiz edilmiştir.Dosya içeriğine, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve temyiz edenin sıfatına göre davalı vekilinin sair temyiz itirazları yerinde değildir. Ancak davanın reddine karar verildiğine ve davalı Mehmet T. de yargılama sırasında kendisini vekille temsil ettirdiğine göre davalı Mehmet T. lehine vekâlet ücreti takdiri gerekirken bu hususta hüküm kurulmaması isabetsiz olup ... hükmün vekâlet ücreti yönünden BOZULMASINA ...karar verildi.” Yargıtay Hukuk Dairesinin 13/9/2012tarihli ve E.2012/4669, K.2012/6625 sayılı ilamı şöyledir: “Kullanım kadastrosu sırasında ... taşınmazbeyanlar hanesine6831 sayılı Yasa’nın 2/B maddesigereğince orman sınırlarıdışına çıkarıldığı ve Z.Y.A.nın kullanımında olduğu şerhi verilerek bahçe niteliği ile Hazine adına tespit edilmiştir. Davacı ..., taşınmazda davalının kullanımı olmadığını ileri sürerekzilyetlik şerhinin iptali istemiyle dava açmıştır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda taşınmazın tespit gibi tesciline karar verilmiş; hüküm, davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir. Kararın mahiyeti itibari ile davalı Hazine lehine vekâlet ücreti verilmesi gerekirken bu husus göz ardı edilerek yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsiz olup davalı Hazine vekilinin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün BOZULMASINA ... karar verildi.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9572 | Başvuru, tapu iptali ve tescil davasının reddine karar verilmesine rağmen davada kendini vekille temsil ettiren davalı lehine vekâlet ücretine hükmedilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, cinsiyet ayrımcılığı sonucu işten çıkarılmadan bahisle açılan tazminat davasının reddi nedeniyle eşitlik ilkesi ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 4/9/2013 tarihinde Antalya İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 25/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 24/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlığa, başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş; başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 24/11/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, özel bir şirkette çalışmakta iken başvurucunun üstü konumunda bulunan H.A. hakkında 25/4/2009 tarihinde kendisine hakaret ettiğinden bahisle şikâyetçi olmuştur. Antalya Sulh Ceza Mahkemesinin 14/5/2010 tarihli ve E.2009/1810, K.2010/540 sayılı kararıyla H.A.nın, başvurucuya hakaret edip odasından çıkardığının sabit olduğu gerekçesiyle adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun iş akdi, H.A. ile sorun yaşadığından bahisle 27/4/2009 tarihinde sonlandırılmıştır. Başvurucunun açtığı işe iade davasında Antalya İş Mahkemesi, 27/8/2009 tarihli ve E.2009/415, K.2009/89 sayılı kararıyla davanın kabulüne ve başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: “Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının 2005 yılı Nisan ayından bu yana davalı işveren şirketin personeli olarak belirsiz süreli iş akdiyle çalışmakta iken iş akdinin hukuka ve kanuna aykırı suretle ve haksız biçimde sona erdirildiğini, feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine….karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacının davalı şirkette çalıştığını, üstü konumunda bulunan müdür H.A. arasında bir tartışma sonucunda olayın genel müdüre intikal ettiğini, genel müdürün H.A. isimli personelle yaptığı görüşme sonucunda davacının yanlış anlaması sonucu davacıdan özür dilemesi ve gönlünü almasına rağmen, bunu dinlemeyerek tahrik edici davranışlarda bulunarak şirket patronlarından Ö’nün de duymasını sağlayacak şekilde yüksek sesle konuşmaya başlayınca olayın tartışmaya döndüğü, davacının işyerinde yaşattığı bu olumsuz davranışlar ve bilhassa dışarıdan bir başka şahıs tarafından bir personelin tehdit edilmesini sağlaması karşısında işverenin kayıtsız kalamadığını, bu nedenle 27/4/2009 tarihinde davacının iş akdinin feshedildiğini, ….mevcut olgulara göre iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedene dayandığından davanın reddini talep etmiştir. …davacının iş güvencesinden yararlandığı iş akdinin feshinde açık ve kesin bir sebep gösterilmemiş olduğu anlaşılmakla; Yapılan yargılama, toplanıp değerlendirilen deliller ve tüm dosya kapsamı karşısında davacının iş akdinin geçerli, açık ve kesin bir neden olmadan feshedildiği sonuç ve kanaatine varılmakla, davanın kabulüne karar vermek gerekmiştir… Bu karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/12/2010 tarihli ilamıyla onanmıştır. Anılan karar sonrasında başvurucu, işverence işe iade edilmemiş ancak söz konusu kararın hüküm fıkrasında belirtilen işe iade etmeme hâlinde ödenmesine hükmedilen tazminatlar, başvurucuya ödenmiştir. Başvurucu, 10/8/2009 tarihinde fesihte ayrımcılık yapıldığı, sırf kadın olduğu için işten çıkarıldığı, kendisine hakaret eden diğer çalışanın ise erkek olduğu için işten çıkarılmadığı iddialarıyla ayrımcılık tazminatına hükmedilmesi istemiyle dava açmıştır. Antalya İş Mahkemesi, 24/2/2011 tarihli ve E.2009/668, K.2011/53 sayılı kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "Dava, eşit işlem yükümlülüğüne… aykırılık iddiasına dayalı tazminat davasıdır, Davanın dayanağını 4857 Sayılı Yasanın maddesi oluşturmaktadır. Gerçekten de iş ilişkisinde dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayrım yapılamaz, İş ilişkisinde veya sona ermesinde yukarıdaki fıkra hükümlerine aykırı davranıldığında işçi 4 aya kadar ücreti tutarındaki uygun bir tazminattan başka yoksun bırakıldığı haklarını da talep edebilir. İşçi aynı yükümlülüğe aykırılık nedeniyle işe iade davası açmış Antalya İş mahkemesinde görülen dava sonunda feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine ve boşta geçen süre için ücret ile işe başlatmama tazminatına karar verilmiştir. İş bu karar Yargıtay onamasından geçmek suretiyle kesinleşmiştir. Böylece feshin geçersizliğine karar verilmiş ve davacı işe iade edilmiş olmakla eşitsizlik doğuran işlem ortadan kaldırılmış olmakla aynı olaya dayalı olarak davacı artık bu durumda tazminat isteyemeyeceğinden davanın reddine… karar vermek gerekmiştir." Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/6/2013 tarihli ve E.2011/19651, K.2013/18782 sayılı ilamıyla onanmıştır. Onama ilamı 5/8/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/9/2013 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk İlgili Mevzuat 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun “Eşit davranma ilkesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "İş ilişkisinde dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayırım yapılamaz. İşveren, esaslı sebepler olmadıkça tam süreli çalışan işçi karşısında kısmî süreli çalışan işçiye, belirsiz süreli çalışan işçi karşısında belirli süreli çalışan işçiye farklı işlem yapamaz. İşveren, biyolojik veya işin niteliğine ilişkin sebepler zorunlu kılmadıkça, bir işçiye, iş sözleşmesinin yapılmasında, şartlarının oluşturulmasında, uygulanmasında ve sona ermesinde, cinsiyet veya gebelik nedeniyle doğrudan veya dolaylı farklı işlem yapamaz. Aynı veya eşit değerde bir iş için cinsiyet nedeniyle daha düşük ücret kararlaştırılamaz. İşçinin cinsiyeti nedeniyle özel koruyucu hükümlerin uygulanması, daha düşük bir ücretin uygulanmasını haklı kılmaz. İş ilişkisinde veya sona ermesinde yukarıdaki fıkra hükümlerine aykırı davranıldığında işçi, dört aya kadar ücreti tutarındaki uygun bir tazminattan başka yoksun bırakıldığı haklarını da talep edebilir. 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 31 inci maddesi hükümleri saklıdır. 20 nci madde hükümleri saklı kalmak üzere işverenin yukarıdaki fıkra hükümlerine aykırı davrandığını işçi ispat etmekle yükümlüdür. Ancak, işçi bir ihlalin varlığı ihtimalini güçlü bir biçimde gösteren bir durumu ortaya koyduğunda, işveren böyle bir ihlalin mevcut olmadığını ispat etmekle yükümlü olur.” Söz konusu maddenin gerekçesi şöyledir:“İşverenin işe almadan başlayarak tüm çalışma koşulları yönünden işçilerine karşı eşit davranma, bu arada cinsiyet ayırımına gitmeme yükümlülüğü, çalışma hayatının önemli sorunlarından biri olarak tüm ülkelerin, uluslararası ve uluslarüstü hukukun gündemine girmiş ve çok sayıda ulusal ve uluslararası kaynaklarda yer almıştır.İşverenin iş sözleşmesinden doğan eşit davranma borcu en önemli dayanağını Anayasanın 10 uncu maddesinde bulmaktadır. Ülkemizde çalışma şartları yönünden cinsiyet ayrımına gidilmemesi çok eskiye giden geleneklerimizden biridir. Bununla beraber, hukuki çerçevenin belirlenmesi de gereklidir. Türkiye Uluslararası Çalışma Örgütünün "Eşit Değerde İş İçin Erkek ve Kadın İşçiler Arasında Ücret Eşitliği Hakkında 100 Sayılı Sözleşmesi"ni onaylamış ve bu hususta 1475 sayılı İş Kanununa düzenleme getirmiş olduğu halde, daha sonra onayladığı Birleşmiş Milletlerin "Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi"ne uyum Kanununu henüz çıkarmamıştır. Yeni düzenleme sözleşmeye uyum sağlamaktadır. Diğer yandan Avrupa Birliği ülkelerinde görülen kadın ve erkek arasında doğrudan ve dolaylı ayırım için iç hukuklarına yansıyan Birlik Adalet Divanının çok sayıda kararları yanında, birincil kaynaklardaki düzenlemelerin gereği olarak tüzük ve yönergeler (75/117, 76/207, 79/7, 86/613, 86/378 sayılı Yönergeler gibi) de yürürlüğe konulmuştur. Türkiye Avrupa Birliği adaylık süreci aşamalarını tamamlamak üzere hazırladığı Ulusal Programda kadın ve erkek eşitliğine kısa vadeli önlemler arasında yer verdiği için, bu hususta gerekli hükümlerin İş Kanununa alınması gerekli olmuştur. Diğer yandan ülkemizde esnek istihdam türleri için belirli iş sözleşmesi türlerine ilişkin düzenlemeler getirilirken Avrupa Birliği çalışma müktesebatı da dikkate alınmış, bunlardan biri olarak maddede belirli ve belirsiz süreli iş sözleşmeleri ile tam ve kısmi süreli iş sözleşmelerine göre çalışmada ayırımı haklı kılan nedenler olmadıkça eşit davranılması kuralına da yer verilmiştir.Maddede işverenin borçlarından biri olan eşit davranma ilkesi genel olarak belirlendikten sonra, değinilen bazı iş sözleşmelerinde eşit davranılmasına, arkadan cinsiyet ayırımını engelleyen sınırlamanın temel kurallarına ilişkin düzenlemeler getirilmiştir. Eşit davranma ilkesi ve cinsiyet ayırımı yasağına aykırı davranmanın hukuki yaptırımının da yer aldığı maddeye, Avrupa Birliği'nin konuya ilişkin ispat yükümlülüğü hakkındaki 97/80 sayılı Yönerge hükümlerine uyum sağlayan bir hüküm eklenmiştir.Maddenin altıncı fıkrasında hukuki yaptırım olarak öngörülen işçinin "dört aya kadar ücreti tutarındaki" tazminat için esas olacak ücret "asıl ücret" olup, ücretin ekleri olan ikramiye, prim ve paraya ilişkin sosyal yardımlar buna dahil değildir.” 4857 sayılı Kanun’un “Feshin Geçerli Sebebe Dayandırılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır. Altı aylık kıdem hesabında bu Kanunun 66 ncı maddesindeki süreler dikkate alınır. Özellikle aşağıdaki hususlar fesih için geçerli bir sebep oluşturmaz: … d) Irk, renk, cinsiyet, medeni hal, aile yükümlülükleri, hamilelik, doğum, din, siyasi görüş ve benzeri nedenler. …” 11/6/1985 tarihli ve 3232 sayılı Kanun’la uygun bulunan, 14/10/1985 tarihli ve 18898 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi”nin maddesi şöyledir: “Taraf Devletler, kadınlara karşı her türlü ayırımı kınar, tüm uygun yollardan yararlanarak ve gecikmeksizin kadınlara karşı ayırımı ortadan kaldırıcı bir politika izlemeyi kabul eder ve bu amaçla aşağıdaki hususları taahhüt ederler : a) Kadın ile erkek eşitliği ilkesini kendi ulusal anayasalarına ve diğer ilgili yasalara, henüz girmemişse dahil etmeyi ve yasalar ile ve diğer uygun yollarla bu ilkenin uygulanmasını sağlamayı, b) Kadınlara karşı her türlü ayırımı yasaklayan ve gerekli yerlerde müeyyideler de ihtiva eden yasal ve diğer uygun önlemleri kabul etmeyi, c) Kadın haklarının erkeklerle eşit olarak yasal himayesini tesis etmeyi ve yetkili ulusal mahkemeler ve diğer kamu kuruluşları aracılığıyla kadınların her türlü ayırıma karşı etkin himayesini sağlamayı, d) Kadınlara karşı herhangi bir ayırımcı hareket yapılmasından veya uygulanmasından kaçınmayı ve kamu yetkilileri İle kuruluşlarının bu yükümlülüğe uyumlu olarak hareket etmelerini sağlamayı, e) Herhangi bir kişi, kuruluş veya teşebbüsün kadınlara karşı ayırım yapmasını önlemek için bütün uygun önlemleri almayı, f) Kadınlara karşı ayırımcılık teşkil eden mevcut yasa, yönetmelik, adet ve uygulamaları, tadil veya feshetmek için yasal düzenlemeler de dahil gerekli bütün uygun önlemleri almayı, g) Kadınlara karşı ayırımcılık teşkil eden bütün ulusal cezai hükümleri ilga etmeyi.” Anılan Sözleşme’nin maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Taraf Devletler, istihdam alanında kadınlara karşı ayırımı önlemek ve kadın erkek eşitliği esasına dayanarak eşit haklar sağlamak için özellikle aşağıda belirtilen konularda bütün uygun önlemleri alacaklardır: a)Bütün insanların vazgeçilmez hakkı olan çalışma hakkı, b)İstihdam konularında eşit seçim kıstasları uygulanması da dahil, erkeklerle eşit istihdam imkanlarına sahip olma hakkı, c)Serbest olarak meslek ve İş seçme hakkı, terfi, iş güvenliği, hizmetin tüm şartları ve avantajlarından faydalanma hakkı, çıraklık, ileri mesleki eğitim ve bilgi yenileme eğitimi dahil mesleki eğitim ve mükerrer eğitim görme hakkı, d) Sosyal yardımlar dâhil eşit ücret hakkı, eşdeğerdeki işte eşit muamele ve işin cinsinin değerlendirilmesinde eşit muamele görme hakkı, e)Ücretli izinle birlikte, özellikle emeklilik, işsizlik, hastalık, sakatlık ve yaşlılık ve diğer çalışamama hallerinde sosyal güvenlik hakkı, f) Emniyetli şartlar içinde çalışma hakkı ve sağlığın ve bu meyanda doğurganlığın korunması hakkı.” İlgili Yargı Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 29/11/2011 tarihli ve E.2009/19835, K.2011/46440 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “Uyuşmazlık işverenin eşit davranma borcuna aykırı davranıp davranmadığı ve bunun sonuçları noktasında toplanmaktadır. Eşit davranma ilkesi tüm hukuk alanında geçerli olup İş Hukuku bakımından işverene işyerinde çalışan işçiler arasında haklı ve objektif bir neden olmadıkça farklı davranmama borcu yüklemektedir Bu bakımdan işverenin yönetim hakkı sınırlandırılmış durumdadır. Başka bir ifadeyle işverenin ayrım yapma yasağı işyerinde çalışan işçiler arasında keyfi biçimde ayrım yapılmasını yasaklamaktadır. Bununla birlikte eşit davranma borcu tüm işçilerin hiçbir farklılık gözetilmeksizin aynı duruma getirilmesini gerektirmemektedir. Bahsi geçen ilke eşit durumdaki işçilerin farklı işleme tabi tutulmasını önlemeyi amaç edinmiştir. Öte yandan anılan ilke hakların sınırlandırılması yerine korunmasına hizmet eder. 4857 sayılı İş Kanunu sistematiğinde, eşit davranma borcu, işverenin genel anlamda borçları arasında yerini almıştır. Buna rağmen eşitlik ilkesini düzenleyen maddede, her durumda mutlak bir eşit davranma borcu düzenlenmiş değildir. Belli bazı durumlarda işverenin eşit davranma borcunun varlığından söz edilmiş, ancak esaslı nedenler olmadıkça ve biyolojik veya işin niteliğine ilişkin sebepler zorunlu kılmadıkça bu yükümlülüğün bulunmadığı Dairemiz kararlarında vurgulanmıştır (Yargıtay HD. 2008 gün 2008/27310 E. 2008/22095 K.). İşverence, işçiler arasında farklı uygulamaya gidilmesi yönünden nesnel nedenlerin varlığı halinde eşit işlem borcuna aykırılıktan söz edilemez (Yargıtay HD. 2009 gün, 2009/33837 E, 2009/32939 K). 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesinin ilk fıkrasında, dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi sebeplere dayalı ayrım yasağı getirilmiştir. Belirtilen bu hususların tamamının mutlak ayrım yasağı kapsamında ele alınması gerekir. Eşit davranma ilkesinin uygulanabilmesi için aynı işyerinin işçileri olma, işyerinde topluluk bulunması, kolektif uygulamanın varlığı, zamanda birlik ve iş sözleşmesiyle çalışmak koşulları gerekmektedir. madenin fıkrasında ise, tam süreli - kısmi süreli işçi ile belirli süreli - belirsiz süreli işçi arasında farklı işlem yapma yasağı öngörülmüştür. 4857 sayılı İş Kanununun maddesinin fıkrasında cinsiyet ve gebelik sebebiyle ayrım yasağı düzenlenmiş ve bu durumda olan işçiler bakımından iş sözleşmesinin sona ermesinde de işverenin eşit davranma borcunun varlığı özel olarak vurgulanmıştır, işverenin işin niteliği ile biyolojik nedenlerle faklı davranabileceği bahsi geçen bölümde açıklanmıştır. 4857 sayılı, iş Kanununun maddesinin ve fıkralarında ise işverenin ücret ödeme borcunun ifası sırasında ayrım yasağından söz edilmektedir. Maddede sözü edilen ücretin genel anlamda ücret olduğu ve ücretin dışında kalan ikramiye, pirim vb. ödemleri de kapsadığı açıktır. Bundan başka 4857 sayılı iş Kanununun maddesinin ( a) ve ( b) bentlerinde sözü edilen sendikal nedenlere dayalı ayrım yasağı da mutlak ayrım yasağı kapsamında değerlendirilmelidir. 4857 sayılı iş Kanununun ve 18/ maddede sayılan haller sınırlayıcı olarak düzenlenmiş değildir, işçinin işyerinde olumsuzluklara yol açmayan cinsel tercihi sebebiyle ayrım yasağı da buna eklenebilir. Yine siyasi sebepler ve dünya görüşü gibi unsurları esas alan bir ayrımcılık korunmamalıdır. İşverenin eşit davranma borcuna aykırı davranmasının yaptırımı, yine 4857 sayılı iş Kanunu’nun maddesinin fıkrasında düzenlenmiştir. Anılan hükme göre işçinin dört aya kadar ücreti tutarında bir ücretten başka yoksun bırakıldığı haklarını da talep imkânı bulunmaktadır. İş Kanununun maddesi emredici nitelikte olduğundan anılan hükme aykırı olan sözleşme kuralları geçersizdir. Geçersizlik nedeniyle ortaya çıkan kural boşluğu eşit davranma ilkesinin gereklerine uygun olarak doldurulmalıdır. Eşit davranma borcuna aykırılığı ispat yükü işçide olmakla birlikte anılan maddenin son fıkrasında yer alan düzenlemeye göre işçi ihlalin varlığını güçlü biçimde gösteren bir delil ileri sürdüğünde aksi işveren tarafından ispatlanmalıdır. Somut olayda davacı işçinin davalıya ait işyerinde satış müdürü olarak görev yaptığı, doğum iznini kullandığı sırada yerine başka bir işçinin atandığı, doğum izini sonrası davacıya İstanbul Anadolu bölge müdürlüğü görevinin teklif edildiği hususları taraflar arasında tartışmasızdır. Davacı işçi yapılan bu değişikliğin 2 çocuklu bir bayanın satış müdürlüğü görevini yerine getiremeyeceği düşüncesiyle yapıldığını iler sürmüş, davalı işveren ise genel müdür düzeyinde organizasyon değişikliğine gidildiğini, davacının görev değişikliğinin de bu kapsamda yapıldığını açıklamıştır. Öncelikle belirtmek gerekir ki, davacı işçinin daha önce açtığı işe iade davasında, doğum izninde olduğu bir dönemde davacının yerine başka bir kişinin atanması ve izin sonrası davacıya başka bir görev teklifi İş Kanunu hükümlerine aykırı olarak değerlendirilmiş ve davacının yapılan görev değişikliğini kabul etmemesi sebebiyle iş sözleşmesinin feshi haklı ve geçerli bulunmamış, davacının önceki işine iadesine karar verilmiştir. Davalı işverenin temyizi üzerine kesinleşen karara dayanılarak davacı işçi tarafından yapılan işe başvuru da işverence reddedilmiş ve işe başlatılmayarak tazminatları ödenmiştir. Kesinleşen işe iade kararı da işverence yapılan değişikliğin organizasyon değişikliği kapsamında geçerli bir nedene dayanılmadığını ortaya koymaktadır.… Yapılan bu açıklamalara, dosya içeriğine ve özellikle kesinleşen işe iade kararı gerekçesine göre davacı işçinin doğum iznini kullanması sebebiyle kabulü mümkün olmayan daha alt bir görev teklif edildiği ve işçi tarafından kabul edilmemesi üzerine de iş sözleşmesinin feshedildiği anlaşılmaktadır. Davacının doğum iznini kullanması ve analık sebebiyle maruz kaldığı bu durum 4857 sayılı İş Kanunu kapsamında değerlendirildiğinde ayrımcılık tazminatının koşullarının oluştuğu kabul edilmelidir. Yine aynı hükme göre yoksun kalınan hakların talebi de yerindedir.” | Ayrımcılık yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7063 | Başvuru, cinsiyet ayrımcılığı sonucu işten çıkarılmadan bahisle açılan tazminat davasının reddi nedeniyle eşitlik ilkesi ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.