text
stringlengths
115
474k
Haklar
stringclasses
21 values
Kararın Bağlantı Linki
stringlengths
53
58
Başvuru Konusu
stringlengths
0
2.09k
labels
int64
0
1
Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Antalya Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfında (Vakıf) hizmet akdine dayalı olarak çalışmaktadır. Başvurucu, kamu personeli olduğunu ileri sürerek 4/7/1956 tarihli ve 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkında Kanun uyarınca her bir yıllık çalışma süresi içinde ödenmesi gereken iki aylık tutarındaki ilave tediye alacağının ödenmesi amacıyla Vakıf aleyhine dava açmıştır Antalya İş Mahkemesince yapılan yargılama sonunda davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Gerekçeli kararda; başvurucunun davalı Vakfa bağlı olarak 8/2/2002 tarihinden itibaren çalışmaya başladığı, davalı Vakfın kamu kurumu niteliğinde olduğu, 6772 sayılı Kanun kapsamında bulunan kurumlarda çalışanlara her yıl için ilave tediye ödeme yapılacağı açıklanmıştır. Davalı istinaf yoluna başvurmuştur. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi (Antalya BAM) Hukuk Dairesi 1/12/2017 tarihli kararıyla Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 9/6/2017 tarihli kararına göre Vakfın 6772 sayılı Kanun gereğince kamu kurumu niteliğinde olmadığını belirterek ilk derece mahkemesi kararını ortadan kaldırmış ve davayı kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar başvurucuya 23/3/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Yasemin Bodur, B. No: 2017/29896, 25/12/2018, §§ 14-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/12574
Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, hasta olunmasına karşın ceza infaz kurumunda gerekli ilaç temin edilemediği için sağlık hizmetine erişimin sağlanmaması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca tedbirlerin alınmasını talep etmiştir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 14/6/2019 tarihli tedbir talebi hakkında ara kararı ile tedbir talebinin kabulüne, başvurucuya reçete edilen ilacın derhâl temin edilmesi ve tedavisinin sağlanması için gerekli tedbirlerin alınmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formunda ifade edildiği şekliyle ve ilgili kamu makamlarından alınan bilgilere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, uyarıcı ve uyuşturucu madde ticareti yapma ve sağlama suçundan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında 16/7/2018 tarihinde tutuklanarak Sincan 2 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna yerleştirilmiştir. Başvurucu, paroksismal noktürnal hemoglobinüri (PNH) hastası olması sebebiyle farklı tarihlerde Ankara Numune Hastanesi Hematoloji bölümünde yatarak tedavi altına alınmıştır. Başvurucunun hastalığı sürekli hastalık niteliğinde olup Eculizumap adlı ilacın sürekli kullanımını gerektirmektedir. Ankara Numune Hastanesi, ceza tehirinin altı ay süreyle uygun olduğu şeklinde rapor düzenlemiştir. İstanbul Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen raporda ise tedavisi ve düzenli kontrolleri sağlanarak doktoru ve reviri bulunan ceza infaz kurumu şartlarında infazına devam edilebileceği belirtilmiştir. Adli Tıp Kurumu Üst Kurulundan alınan 4/4/2019 tarihli raporda, başvurucunun tedavisinin ve düzenli kontrollerinin sağlanarak doktoru ve reviri bulunan ceza infaz kurumunda, kalabalık olmayan bir koğuşta, tam teşekküllü devlet hastanesi olan bir ilde infazına devam edilebileceğine karar verilmiştir. Başvurucu, düzenli olarak kullanması gereken Eculizumap adlı ilacın temin edilmediğini ileri sürerek tedbir talebi ile 9/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Sağlık Bakanlığından konuya ilişkin bilgi istenmesi üzerine verilen 11/6/2019 tarihli cevap yazısında söz konusu ilacın yatarak tedavilerde kullanımının geri ödeme kapsamında olduğu, ruhsat sahibi firma tarafından hastane bünyesindeki eczanelere dağıtımın yapıldığı, ayrıca ruhsat sahibi firmadan ilacın temininin mümkün olduğu, eş değeri olmayan ilacın “ruhsatlı tanılarda kullanımının hayati önemi haiz” olduğu belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesi Birinci Bölüm tarafından verilen 14/6/2019 tarihli ve 2019/14907 başvuru numaralı tedbir talebi hakkında ara kararı ile başvurucuya reçete edilen ilacın derhâl temin edilmesinin ve tedavisinin sağlanması için gerekli tedbirlerin alınmasına karar verilmiştir. Kararda, Sağlık Bakanlığının ilgili ilacın yurt içinde temin edilebildiğine ve ilacın hayati önemi olduğuna ilişkin yazısı da gözetildiğinde ilacın temin edilmemesi, başvurucunun tedavisinin yapılmaması veya tedavisinin gecikmesinin başvurucunun yaşamı ile maddi ve manevi bütünlüğü üzerinde ciddi sonuçlar doğurabileceği sonucuna ulaşıldığı belirtilmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/14907
Başvuru, hasta olunmasına karşın ceza infaz kurumunda gerekli ilaç temin edilemediği için sağlık hizmetine erişimin sağlanmaması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, öğretmen olarak görev yaptığı okul idaresi tarafından sistematik olarak aşağılayıcı muamelelere, eylemlere ve idari soruşturmalara maruz bırakılmak suretiyle kendisine mobbing uygulanması, belirtilen eylemler nedeniyle yaptığı suç duyurusu üzerine şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi ve yapılan soruşturmanın adil olmaması nedeniyle, Anayasa’nın maddesinde tanımlanan maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı ile maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitiyle yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 25/7/2013 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölümün İkinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde belirtildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu öğretmen olarak görev yapmaktadır. Başvurucu tarafından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına verilen dilekçe ile görev yaptığı okulun yönetim kadrosunda yer alan kişilerce, haksız isnat ve iddialarla hakkında disiplin soruşturmaları açtıkları, belirtilen soruşturmalardaki yanlı tutumları ile kendisini sürekli küçük düşürdükleri ve mobbing uygulamak suretiyle manevi olarak ağır acı ve ızdırap çekmesine neden oldukları belirtilerek suç duyurusunda bulunulmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 28/3/2013 tarih ve S.2013/19408 sayılı kararı ile, idareci ve denetmen olarak görev yapan şüphelilerin başvurucu hakkındaki iddiaların soruşturulması amacıyla görevleri gereği disiplin soruşturması yaptıkları, bu eylemlerinin görevi kötüye kullanma olarak nitelendirilmesinin mümkün olmadığı, başvurucunun hakkında açılan disiplin soruşturmasına karşı yasal yollara başvurmasının mümkün olduğu ve suçun unsurlarının oluşmadığı belirtilerek, şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucu tarafından belirtilen karara karşı yapılan itiraz, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 27/5/2013 tarih ve 2013/348 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı 9/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu tarafından hakkında haksız disiplin soruşturmaları açıldığı ve bu soruşturmalar sırasında taraflı bir tutum sergilendiği iddia edilmiş olmakla beraber, belirtilen hususa ilişkin herhangi bir belge sunulmadığı anlaşılmaktadır. B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ve maddeleri.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5680
Başvurucu, öğretmen olarak görev yaptığı okul idaresi tarafından sistematik olarak aşağılayıcı muamelelere, eylemlere ve idari soruşturmalara maruz bırakılmak suretiyle kendisine mobbing uygulanması, belirtilen eylemler nedeniyle yaptığı suç duyurusu üzerine şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi ve yapılan soruşturmanın adil olmaması nedeniyle, Anayasa’nın 17. maddesinde tanımlanan maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı ile 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitiyle yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
0
Başvuru; işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkının, masumiyet karinesinin, çalışma hakkının, kamu hizmetine girme hakkının, özel hayata saygı hakkının, yaşam hakkının, eşitlik ilkesinin ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/9/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Diyarbakır Su ve Kanalizasyon Genel Müdürlüğü bünyesinde alt işveren konumundaki şirketin personeli olarak çalışmaktayken 31/7/2017 tarihinde iş akdi tek taraflı olarak feshedilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle 23/8/2017 tarihinde dava açmıştır. Diyarbakır İş Mahkemesi (Mahkeme) 5/6/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Başvurucu karara karşı 11/2/2019 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 29/4/2019 tarihinde istinaf başvurusunu reddetmiştir. Nihai karar başvurucuya 26/8/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/9/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/31577
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkının, masumiyet karinesinin, çalışma hakkının, kamu hizmetine girme hakkının, özel hayata saygı hakkının, yaşam hakkının, eşitlik ilkesinin ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, kamu görevlisi olarak atanan başvurucunun memur olma şartlarını taşımadığından bahisle atama işleminin iptal edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. İkinci Bölüm tarafından 16/11/2021 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından yasa dışı silahlı örgüt kurma veya katılma suçundan başvurucu hakkında verilen 12 yıl 6 ay ağır hapis cezası 18/12/2000 tarihinde kesinleşmiştir. Cumhurbaşkanlığının 2/4/2003 tarihli özel affı kapsamında affedilmesi sonrası başvurucunun talebi üzerine, (kapatılan) İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 4/4/2016 tarihli kararıyla da memnu haklarının iadesine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde 25/5/2005 tarihli ve 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu'nun 13/A maddesinde memnu hakların iadesi için mahkûm olunan cezanın infazından itibaren üç yıllık sürenin geçmiş olmasının düzenlendiği, somut olayda anılan Kanun maddesinin şartlarının oluştuğu belirtilmiştir. Başvurucu, devlet hizmet yükümlülüğü kurası sonucu 9/9/2016 tarihinde Karaman Ayrancı Toplum Sağlığı Merkezine hekim/doktor olarak atanmıştır. Türkiye Halk Sağlığı Kurumu (İdare) 7/4/2017 tarihinde atamanın iptaline karar vermiştir. Kararda başvurucu hakkında yukarıda belirtilen mahkûmiyet kararına atıf yapılarak başvurucunun 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin (A) bendinin (5) numaralı fıkrasında belirtilen devlet memurluğuna alınacaklarda aranan şartları taşımadığının tespit edildiği belirtilmiştir. Başvurucu, anılan idari işlemin iptali istemiyle 5/7/2017 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucu vekili dava dilekçesinde; başvurucunun hapis cezasının adil yargılama yapmadıkları için kapatılan devlet güvenlik mahkemelerinin verdiği bir karardan kaynaklandığını, öte yandan suç işlediği kabul edilse bile memnu hakların iadesine ilişkin mahkeme kararının ceza mahkûmiyetinden doğan bazı hakların kullanılmasına yönelik ehliyetsizlikleri geleceğe dönük olarak ortadan kaldırdığını vurgulamıştır. Bu bağlamda devlet memuriyetinde iken veya memuriyete girmeden önce 657 sayılı Kanun'un maddesinde sayılan suçları işlemek suretiyle mahkûm olanların ve devlet memuru olmak için aranan şartı taşımayanları ilgili mahkemelerden memnu hakların iadesi kararı almaları durumunda devlet memurluğuna atanabileceklerini iddia etmiştir. Ayrıca Anayasa'da düzenlenen kamu hizmetine girme hakkının ceza mahkûmiyetine bağlanmasının doğru olmadığını, başvurucunun devlet memurluğuna atanmasına engel bir durumun bulunmadığını, İdarenin atama yetkisini kötüye kullandığını vurgulamıştır. İdare; davaya cevabında, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan aldığı mahkûmiyet kararı sebebiyle 657 sayılı Kanun'un maddesindeki memuriyete alınmada aranan genel şartları sağlamadığı, memnu hakların iadesi kararının sadece kamu haklarından mahrum olmamak koşulu yönünden ehliyetsizliği kaldırdığı belirtilmiştir. Memnu hakların iadesine ilişkin kararın anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı bir suçtan dolayı mahkûm kişiler yönünden devlet memuru olabilme koşullarını sağlama bakımından bir hak doğurmadığı vurgulanarak idari işlemin mevzuata ve hukuka uygun olduğu iddia edilmiştir. Mahkeme tarafından 28/2/2018 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde;i. Memnu hakların iadesinin 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nda düzenlendiği, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ve ilgili mevzuatta memnu hakların iadesi kurumuna yer verilmediği belirtilmiştir. Bununla birlikte 5237 sayılı Kanun'un maddesinde güvenlik tedbiri olarak düzenlenen hak yoksunluklarının (kamu görevine girme dâhil) cezanın infazının tamamlanmasıyla birlikte sona ereceğinin kabul edildiği ve ceza hukuku mevzuatında sürekli hak yoksunluğuyla ilgili herhangi bir düzenlemeye yer verilmediği vurgulanmıştır. ii. Ancak özel kanun niteliğindeki 657 sayılı Kanun'un maddesinde 23/1/2008 tarihinde yapılan değişiklikle 5237 sayılı Kanun'un maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezası ya da affa uğramamış olsa bile maddede sayılan suçlardan mahkûmiyetin devlet memurluğuna alınmaya engel olduğunun düzenlendiği belirtilmiştir. Anılan değişikliğin hem 5237 sayılı Kanun'un maddesi hem de 5352 sayılı Kanun'un maddesinde yer alan düzenlemelerden sonra yürürlüğe girdiği, devlet memurluğuna alınmayla ilgili olarak özel ve sonraki kanun niteliğinde olan 657 sayılı Kanun’da yer alan anılan düzenlemenin işlem tesisine esas alınması gerektiği vurgulanmıştır. Bu durumun altı çizilerek 5237 sayılı Kanun'un maddesi ile süresiz hak yoksunluğu öngörülmemişse de sonraki ve özel düzenleme olan 657 sayılı Kanun'un maddesinin bu durumun istisnasını oluşturduğu değerlendirmesine yer verilmiştir. Bu bağlamda memnu hakların iadesi kararının ya da adli sicil kaydının silinmesinin anılan Kanun metninde sayılan suçlardan mahkûm olmaktan dolayı ortaya çıkan hak yoksunluğunu ortadan kaldıracak nitelikte olmadığı ifade edilmiştir.iii. Diğer taraftan kamu görevlisi olanlar yönünden23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) "Kamu görevlilerine ilişkin tedbirler" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasında terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya bunlarla iltisaklı yahut irtibatlı olduğu değerlendirilen personelin kamu görevinden çıkarılacağının düzenlendiği hatırlatılmıştır. Sonuç olarak başvurucunun mahkûm olduğu suç tipi nedeniyle kamu görevine alınmasına yönelik hak yoksunluğunun devam ettiği, memnu hakların iadesi kararı alınmasının da -657 sayılı Kanun'un maddesi gözetildiğinde- başvurucu lehine devlet memuru olma bağlamında bir hak doğurmayacağı, atamanın iptaline ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı değerlendirmesine yer verilmiştir. Başvurucu genel olarak dava dilekçesindeki iddialarını tekrarlayarak anılan karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi ilk derece mahkemesi kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle 3/10/2018 tarihinde istinaf başvurusunun reddine kesin olmak üzere karar vermiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 8/11/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 657 sayılı Kanun'un "Genel ve özel şartlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir. " Devlet memurluğuna alınacaklarda aşağıdaki genel ve özel şartlar aranır.A) Genel şartlar:... (Değişik altbent: 23/01/2008-5728 S.K./mad) Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak....B) Özel şartlar:... Kurumların özel kanun veya diğer mevzuatında aranan şartları taşımak." 657 sayılı Kanun'un "Memurluğun sona ermesi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir. "Devlet memurlarının....b) Memurluğa alınma şartlarından her hangi birini taşımadığının sonradan anlaşılması veya memurlukları sırasında bu şartlardan her hangi birini kaybetmesi;...hallerinde memurluğu sona erer." 5237 sayılı Kanun'un "Belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kişi, kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak; a) Sürekli, süreli veya geçici bir kamu görevinin üstlenilmesinden; bu kapsamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinden veya Devlet, il, belediye, köy veya bunların denetim ve gözetimi altında bulunan kurum ve kuruluşlarca verilen, atamaya veya seçime tâbi bütün memuriyet ve hizmetlerde istihdam edilmekten,... (2) Kişi, işlemiş bulunduğu suç dolayısıyla mahkûm olduğu hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar bu hakları kullanamaz..." 5352 sayılı Kanun'un "Yasaklanmış hakların geri verilmesi" kenar başlıklı 13/A maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Ek madde: 06/12/2006 - 5560 S.K.md)(1) 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki kanunların belli bir suçtan dolayı veya belli bir cezaya mahkûmiyete bağladığı hak yoksunluklarının giderilebilmesi için, yasaklanmış hakların geri verilmesi yoluna gidilebilir. Bunun için; Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinin beşinci ve altıncı fıkraları saklı kalmak kaydıyla, a) Mahkûm olunan cezanın infazının tamamlandığı tarihten itibaren üç yıllık bir sürenin geçmiş olması,b) Kişinin bu süre zarfında yeni bir suç işlememiş olması ve hayatını iyi halli olarak sürdürdüğü hususunda mahkemede bir kanaat oluşması,gerekir. (2) Mahkûm olunan cezanın infazına genel af veya etkin pişmanlık dışında başka bir hukukî nedenle son verilmiş olması halinde, yasaklanmış hakların geri verilmesi yoluna gidilebilmesi için, hükmün kesinleştiği tarihten itibaren beş yıl geçmesi gerekir. Ancak, bu süre kişinin mahkûm olduğu hapis cezasına üç yıl eklenmek suretiyle bulunacak süreden az olamaz. (3) Yasaklanmış hakların geri verilmesi için, hükümlünün veya vekilinin talebi üzerine, hükmü veren mahkemenin veya hükümlünün ikametgâhının bulunduğu yerdeki aynı derecedeki mahkemenin karar vermesi gerekir..." İlgili Yargı Kararları Danıştay Onikinci Dairesinin 23/10/2018 tarihli ve E.2018/4, K.2018/4553 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...davacının Antalya Büyükşehir Belediyesi'nin eğitmen kadrosuna açıktan atandığı, burada memur olarak çalışmakta iken memurluğa alınma şartlarını taşımadan memurluğa alındığından bahisle 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 48/A-5 ve 98/b maddeleri uyarınca görevine son verildiği, bakılan davanın bu işlemin iptali istemiyle açıldığı anlaşılmaktadır.Memnu hakların iadesi müessesesi, 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu'nun 121-124 maddeleri ile 1412 sayılı (mülga) Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 416- maddeleri arasında yer almış iken, anılan Kanunları yürürlükten kaldırarak 2005 tarihinden itibaren yürürlüğe giren5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ve5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununda bu müesseseye yer verilmemiştir. Ancak Anayasa'nın 76/ maddesi ve657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu gibi bazı özel Kanunlardaki hak yoksunluklarına ilişkin düzenlemeler nedeniyle memnu hakların iadesi müessesesine yeniden ihtiyaç duyulmuş ve 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu'na eklenen 13/A maddesiyle yasaklanmış hakların geri verilmesi başlığı altında yeniden düzenlenmiştir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Güvenlik Tedbirleri, Belli Hakları Kullanmaktan Yoksun Bırakılma" başlıklı maddesinde ''Kişi, kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak; sürekli, süreli veya geçici bir kamu görevinin üstlenilmesinden; bu kapsamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinden veya Devlet, il, belediye, köy veya bunların denetim ve gözetimi altında bulunan kurum ve kuruluşlarca verilen, atamaya veya seçime tâbi bütün memuriyet ve hizmetlerde istihdam edilmekten ... yoksun bırakılır. (2) Kişi, işlemiş bulunduğu suç dolayısıyla mahkûm olduğu hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar bu hakları kullanamaz.'' hükmüne yer verilmiştir.5352 sayılı Adli Sicil Kanunu'nun 'Yasaklanmış hakların geri verilmesi' başlıklı 2006 tarihli ve 5560 sayılı Kanun ile eklenen 13/A maddesinde, '(1) 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki kanunların belli bir suçtan dolayı veya belli bir cezaya mahkûmiyete bağladığı hak yoksunluklarının giderilebilmesi için, yasaklanmış hakların geri verilmesi yoluna gidilebilir. Bunun için; Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinin beşinci ve altıncı fıkraları saklı kalmak kaydıyla, a) Mahkûm olunan cezanın infazının tamamlandığı tarihten itibaren üç yıllık bir sürenin geçmiş olması, b) Kişinin bu süre zarfında yeni bir suç işlememiş olması ve hayatını iyi halli olarak sürdürdüğü hususunda mahkemede bir kanaat oluşması gerekir....' hükmüne yer verilmiştir. Anılan maddede, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki kanunların belli bir suçtan dolayı veya belli bir cezaya mahkûmiyete bağladığı hak yoksunluklarının giderilebilmesi için, mahkûm olunan cezanın infazının tamamlandığı tarihten itibaren üç yıllık bir sürenin geçmiş olması, kişinin bu süre zarfında yeni bir suç işlememiş olması ve hayatını iyi halli olarak sürdürdüğü hususunda mahkemede bir kanaat oluşması koşuluyla kişilerin hükmü veren mahkemeye veya hükümlünün ikametgâhının bulunduğu yerdeki aynı derecedeki mahkemeye yapacakları başvuru üzerine yasaklanmış hakların geri verilmesi kararının verileceği belirtilmiştir.Bu maddede bahsedilen '5237 sayılı Kanun dışındaki kanunlar' ifadesinden, 5237 sayılı TCK'nın 'Özel kanunlarla ilişki' başlıklı maddesinde, 'Bu Kanunun genel hükümleri, özel ceza kanunları ve ceza içeren kanunlardaki suçlar hakkında da uygulanır.' hükmü uyarınca çeşitli suç ve hürriyeti bağlayıcı cezalar ile hak yoksunluklarının düzenlendiği 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu, Kaçakçılık Kanunları gibi özel ceza kanunları değil, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, Seçim Kanunu gibi hak yoksunluklarına yer verilen kanunların anlaşılması gerektiği açıktır. 5560 sayılı Kanun'un maddesiyle 5352 sayılı Kanun'a eklenen 13/A maddesinin gerekçesinde, '5352 sayılı Adlî Sicil Kanununun Geçici 2 nci maddesinde, diğer kanunlardaki kasıtlı bir suçtan dolayı belirli süreyle hapis cezasına veya belli suçlardan dolayı bir cezaya mahkum olan kişilerin, belli hakları kullanmaktan süresiz olarak yoksun bırakılmasına ilişkin hükümleri saklı tutulmuştur. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki çeşitli kanunlardaki süresiz hak yoksunluğu doğuran bu hükümlere rağmen, yasaklanmış hakların geri verilmesi yolunun kapalı tutulması, uygulamada ciddi sorunlara yol açacaktır. Bu sorunların çözümüne yönelik olarak, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki çeşitli kanunlardaki kasıtlı bir suçtan dolayı belirli süreyle hapis cezasına veya belli suçlardan dolayı bir cezaya mahkum olan kişilerin süresiz olarak kullanmaktan yasaklandıkları hakları tekrar kullanabilmelerine imkân tanıyan bir düzenleme yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur.' ifadelerine yer verilmiştir.Cezalandırılmakla güdülen asıl amaç, işlediği suçtan dolayı kişinin etkin pişmanlık duymasını sağlayıp tekrar topluma kazandırılması olduğundan, memnu hakların iadesi müessesesi ile, ceza mahkûmiyetinden doğan süresiz yasakların ve ehliyetsizliklerin önüne geçilerek, yasak ve ehliyetsizliklerden kurtulmak isteyen kimseyi düzgün ve hukuk kurallarına uygun bir şekilde yaşamaya teşvik etmek amaçlanmıştır. Bu kapsamda, memnu hakların iadesi kararı, gerek Türk Ceza Kanunundan, gerekse özel bir kanundan kaynaklansın kamu hizmetlerinden yasaklanma, memuriyetten mahrumiyet, seçme ve seçilme hakkından yoksun kılınma gibi temel hak ve özgürlükler alanındaki ehliyetsizlikleri gelecek için ortadan kaldıran ve kişiye kullanılması men edilen hakları kullanma yetkisi sağlayan kararlardır. 657 sayılı Kanun'un 48/A-5 maddesinde yapılan 'Türk Ceza Kanunu'ndaki süreler geçirilmiş olsa bile' değişikliğinin 2008 yılında yapıldığı, 5560 sayılı Kanun'a eklenen 13/A maddesinin ise, 2006 yılında eklendiği görülmektedir. 5352 sayılı Kanun'a 2006 yılında 13/A maddesinin eklenmesiyle getirilen yasaklanmış hakların geri verilmesi düzenlemesinden sonra,memnu hakların iadesi kararı alınsa dahi devlet memuru olunamayacağına ilişkin bir hüküm de getirilmemiştir.Anılan düzenlemelerin bir bütün olarak değerlendirilmesinden;657 sayılı Kanun'un 48/A-(5) maddesinde yer alan 'TCK'daki süreler geçirilmiş olsa bile' ifadesiyle maddede belirtilen suçlardan dolayı mahkûm olan ve bu mahkûmiyeti nedeniyle belli hakları kullanmaktan yasaklanan kişilerin devlet memuru olamayacağı, yasaklanmış hakların iadesi kararı alınması durumunda ise, mahkûmiyeti ortadan kalkmamakla birlikte mahkûmiyetten doğan veya mahkûmiyetle birlikte hükmedilen ehliyetsizliklerinin ileriye dönük olarak ortadan kalkacağı, ancak memnu hakların iadesi kararının ilgili kişiye bu karar uyarınca doğrudan memuriyete alınma hakkı vermeyip memuriyete başvurma hakkı sağlayacağı, idarenin bu noktada kadro ve ihtiyaç nedeniyle takdir yetkisinin bulunduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Bu durumda, bir kişinin işlediği suçtan dolayı verilen ceza mahkûmiyetinin infazının tamamlanmasıyla birlikte yoksun kaldığı haklarının, Kanun gereği kendiliğinden kişiye geri döneceği açıktır.Dava konusu olayda, davacının sözü edilen mahkûmiyetine bağlı olan hak yoksunluğunun, dava konusu işlemin tesis edildiği tarihten önce aldığı memnu hakların iadesi kararı ile ortadan kalktığı, davalı idarenin takdir yetkisini davacının memur olarak atanması yönünde kullandığı, bu durumda kadro ve ihtiyacın bulunduğu hususunun sabit olduğu, artık takdir yetkisinden söz edilemeyeceğinden, davacının memuriyete engel mahkumiyetinin bulunduğundan bahisle atamasının yapılmamasına ilişkin tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır..." Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun oyçokluğu ile verilen 25/10/2021 tarihli ve E.2019/3092, K.2021/2001 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Özürlü Memur Seçme Sınavını kazanan davacı, yerleştirme sonuçlarına göre Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu Başkanlığı, Şırnak ili, veri hazırlama ve kontrol işletmeni kadrosuna memur olarak yerleştirilmiş ancak davacının daha önce mahkum olduğu suçun 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 48/A- Maddesinde sayılan devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlardan olduğundan bahisle atamasının yapılmamasına karar verilmiştir...İl derece mahkemesi kararı: devletin şahsiyetine karşı işlenen suçtan hüküm giyen davacının, söz konusu suça bağlı olarak yasaklılık durumunu geri almış olsa dahi yasanın açık hükmü uyarınca devlet memurluğuna atanma şartlarını taşımadığından davanın reddine"... Daire kararı: Danıştay Onikinci Dairesinin 22/10/2018 tarih ve E:2016/506, K:2018/4489 sayılı kararıyla... Anılan düzenlemelerin bir bütün olarak değerlendirilmesinden;657 sayılı Kanun'un 48/A-(5) maddesinde yer alan "TCK'daki süreler geçirilmiş olsa bile" ifadesiyle maddede belirtilen suçlardan dolayı mahkûm olan ve bu mahkûmiyeti nedeniyle belli hakları kullanmaktan yasaklanan kişilerin devlet memuru olamayacağı, yasaklanmış hakların iadesi kararı alınması durumunda ise, mahkûmiyeti ortadan kalkmamakla birlikte mahkûmiyetten doğan veya mahkûmiyetle birlikte hükmedilen ehliyetsizliklerinin ileriye dönük olarak ortadan kalkacağı, 5237 sayılı Kanun'un maddesinde 'Belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma' başlığı altında yeni bir düzenleme yapıldığı, buna göre, kişilerin kasten işlemiş oldukları suçlardan dolayı verilecek hapis cezası mahkumiyetinin kanuni sonucu olarak; bir kamu görevinin üstlenilmesi, seçme ve seçilme hakkı, velayet-vesayet hakkı gibi bir takım hak yoksunluklarının doğrudan oluşacağı ancak, hapis cezasının infazının tamamlanmasıyla birlikte yoksun kalınan hak yoksunluklarının da kendiliğinden kişiye avdet edeceği, Türk Ceza Kanunu uyarınca ayrıca yeni bir işleme gerek kalmaksızın cezanın infazının tamamlanmasıyla kişilerin yoksun kaldığı haklara kavuşacağı, Bununla birlikte, memnu hakların iadesi kararının, ilgili kişiye bu karar uyarınca doğrudan memuriyete alınma hakkı vermeyip memuriyete başvurma hakkı sağlayacağı, idarenin bu noktada kadro ve ihtiyaç durumunu gözeterek takdir yetkisini kullanacağının açık olduğu, Dava konusu olayda, davacının mahkûmiyetine bağlı olan hak yoksunluğunun, dava konusu işlemin tesis edildiği tarihten önce aldığı memnu hakların iadesi kararı ile ortadan kalktığı... Derece mahkemesinin kararının bozulmasına...' 'İlk derece mahkemesi önceki gerekçelerini tekrarlayarak ısrar kararı vermiştir.'...Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 'Kamu hizmetlerine girme hakkı' başlıklı maddesinde, 'Her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir. Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez.' hükmüne yer verilmiştir. Memnu hakların iadesi, 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu'nun yürürlükte olduğu dönemde ve halen 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu'nun 13/A maddesi uyarınca 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki kanunların belli bir suçtan dolayı veya belli bir cezaya mahkûmiyete bağladığı kısıtlılık hallerinden kaynaklanan süreli veya süresiz hak yoksunluklarının belli şartlarda sona erdirilmesine yönelik olarak getirilmiş bir müessesedir. Anılan Anayasal kural karşısında, hakkında verilmiş bir mahkumiyet kararı sonrasında belli kamu haklarını kullanmaktan yoksun kılınan vatandaşların, memnu haklarının mahkeme kararı ile iadesi sonrasında kamu hizmetine alınmada başvuru yapma ve sınavlara katılma hususunda diğer vatandaşlardan farksız oldukları konusunda bir duraksama bulunmamaktadır.Öte yandan kanun koyucu, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinde Devlet memurluğuna başvuru koşulları bulunan vatandaşların belli şartları taşıması halinde memuriyete alınması konusundaki iradeyle bu maddenin (A) bendinde tüm memuriyetler için aranacak genel şartları belirlemiş, (B) bendinde ise yapılacak hizmetin niteliği gereği olan ve ayrıca idarelerin mevzuatında belirtilen özel şartların başvuran kişide bulunması gerektiğini belirtmiştir... Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 'Kamu hizmetlerine girme hakkı' başlıklı maddesinde, 'Her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir. Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez.' hükmüne yer verilmiştir. Memnu hakların iadesi, 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu'nun yürürlükte olduğu dönemde ve halen 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu'nun 13/A maddesi uyarınca 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki kanunların belli bir suçtan dolayı veya belli bir cezaya mahkûmiyete bağladığı kısıtlılık hallerinden kaynaklanan süreli veya süresiz hak yoksunluklarının belli şartlarda sona erdirilmesine yönelik olarak getirilmiş bir müessesedir. Anılan Anayasal kural karşısında, hakkında verilmiş bir mahkumiyet kararı sonrasında belli kamu haklarını kullanmaktan yoksun kılınan vatandaşların, memnu haklarının mahkeme kararı ile iadesi sonrasında kamu hizmetine alınmada başvuru yapma ve sınavlara katılma hususunda diğer vatandaşlardan farksız oldukları konusunda bir duraksama bulunmamaktadır.Öte yandan kanun koyucu, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinde Devlet memurluğuna başvuru koşulları bulunan vatandaşların belli şartları taşıması halinde memuriyete alınması konusundaki iradeyle bu maddenin (A) bendinde tüm memuriyetler için aranacak genel şartları belirlemiş, (B) bendinde ise yapılacak hizmetin niteliği gereği olan ve ayrıca idarelerin mevzuatında belirtilen özel şartların başvuran kişide bulunması gerektiğini belirtmiştir...657 sayılı Kanun'un maddesinin (A) bendinin 5 numaralı alt bendinde, 'Türk Ceza Kanunu'nun 53 . maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu  düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik,  güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma,  suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak.' şartı aranmıştır. Hukukumuzda genel af ve özel af şeklinde iki müessese öngörülmüştür. Genel af, kamu davasını, hükmolunmuş cezaları ve mahkumiyetin tüm neticelerini ortadan kaldıran bir yasama işlemidir. Özel af ise yalnızca kesinleşmiş bir cezayı kaldıran, cezayı hafifleten veya daha hafif bir cezaya çeviren bir müessesedir. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 48/A-5 maddesinde değişiklik yapan ve 08/02/2008 tarih ve 26781 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanun'un maddesinin gerekçesinde, 'affa uğramış olsa bile' ibaresi için şu açıklama yapılmıştır: 'Keza, söz konusu alt bende, ‘devletin güvenliğine karşı suçlar' ibaresinden önce gelmek üzere ‘affa uğramış olsa bile’ ibaresi eklenmiştir. Anayasa'da Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri arasında genel ve özel af çıkarma yetkisi sayılmıştır. Bu iki af türünün hukuki sonuçları arasındaki fark, Türk Ceza Kanununun maddesinde ortaya konmuştur. Bu durum karşısında madde metnine eklenen ‘affa uğramış olsa bile’ ibaresini özel affa özgülemek gerekir.' denilmiştir. Dolayısıyla bu gerekçeden anlıyoruz ki; 657 sayılı Kanun'un maddesinde yer alan affa ilişkin ibareden kanun koyucu özel affı kastetmektedir. Diğer taraftan, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 48/A-5 maddesinin ilk halinde ve devamı değişikliklerinde '...hükümlü bulunmamak' keyfiyeti aranmakta iken, 23/01/2008 tarihinde kabul edilen 5728 sayılı Kanun'un maddesiyle getirilen ve halen yürürlükte bulunan düzenleme ile bu keyfiyet, '...mahkum olmamak' şeklinde değiştirilmiştir. Memnu hakların iadesi, mahkumiyet kararını ortadan kaldıran değil, yalnızca yasaklanmış bazı hakların iadesine yönelik bir karardır. Hal böyle iken kanun koyucu tarafından, 'devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık' gibi suçlardan mahkumiyet hali, genel af hariç kesinleşmiş bir cezayı kaldıran, cezayı hafifleten veya daha hafif bir cezaya çeviren özel af halinde memuriyete alınma konusunda bir engel olarak belirlenmişken, özel affa göre daha dar kapsamlı olan ve mahkumiyet hükmünü ortadan kaldırmayan memnu hakların iadesi hali, memuriyete girmeye evleviyetle engel olacaktır. Yukarıda yer verilen bilgiler ışığında, memnu hakların iadesi kararının bazı kamu haklarından yoksun kılınmadan kaynaklanan ehliyetsizlikleri gelecek için ortadan kaldırarak ilgilisine, kullanılması men edilen belli hakları kullanma yetkisini verdiği kabul edilmekle birlikte anılan bu karar, 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrası uyarınca 12 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılması yönünde mahkumiyet kararı bulunan davacıya 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinde belirtilen '... affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak' şartını taşıma bakımından bir hak doğurmamaktadır.Bu itibarla davacının 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesindeki şartları taşımadığından bahisle atamasının yapılmamasına ilişkin dava konusu işlemin hukuka uygun olduğu anlaşıldığından davanın reddi yolundaki ısrar kararında sonucu itibarıyla hukuka aykırılık bulunmamaktadır." [azınlık görüşünde Dairenin bozma gerekçesine uyulması gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca hırsızlık suçundan mahkûmiyet bağlamında aynı yönde değerlendirmeler için bkz. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun, 27/6/2022 tarihli ve E.2012/1141, K.2022/2318 sayılı kararı.]B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında özel hayatın eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir kavram olduğu belirtmektedir. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen özel hayat kavramını AİHM oldukça geniş yorumlamakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapılmaktan özellikle kaçınmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51). Bununla birlikte Sözleşme'nin denetim organlarının içtihatlarında bireyin kişiliğini serbestçe geliştirmesi ve gerçekleştirmesi ve kişisel bağımsızlık kavramları özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alınmaktadır. (Sidabras ve Džiautas/Litvanya, B. No: 55480/00, 59330/00, 27/7/2004, § 43; K.A. ve A./Belçika, B. No: 42758/98, 45558/99, 17/2/2005, § 83; Pretty/Birleşik Krallık, B. No: 2346/02, 29/4/2002 § 61; Christine Goodwin/Birleşik Krallık [BD], B. No: 28957/95, 11/7/2002, § 90). AİHM, kural olarak ilgili kişinin mesleki yaşantısına getirilen bir kısıtlamayı Sözleşme'nin maddesinin kapsamı içinde kabul etmektedir (Sodan/Türkiye, B. No: 18650/05, 2/2/2016, § 37). AİHM öncelikle mesleki hayatın kişiliğin geliştirilmesi üzerindeki etkisini tartışmış, mesleki hayata getirilen sınırlamaların bireyin yakın çevresiyle ilişkilerini geliştirmesi ve sosyal kimliğini şekillendirmesi üzerinde etki doğuracağını belirtmiş ve bu bağlamdaki müdahalelerin maddenin kapsamına girebileceğini değerlendirmiştir. AİHM, bu konuya ilişkin her somut olay değerlendirmesinde özel hayat kavramının kapsamına ilişkin açıklamalarda bulunmuş; bu kavramın bireyin kişisel hayatını istediği gibi yaşayabileceği bir iç alan ile sınırlandırmayı ve dış dünyayı bu alandan tamamen uzak tutmayı hakkın koruma alanını aşırı şekilde sınırlayan bir yaklaşım tarzı olarak nitelendirmiştir (Fernández Martínez/İspanya [BD], B. No: 56030/07, 12/6/2014, § 109). AİHM, Sözleşme'nin kamu görevlerine girme hakkını garanti etmediğini pek çok kararında belirtmiştir (Sidabras ve Džiautas/Litvanya, § 46; Glasenapp/Almanya, B. No: 9228/80, 28/8/1986, § 49; Kosiek/Almanya, B. No: 359704/82, 28/8/1986, § 35; Thlimmenos/Yunanistan [BD], B. No: 34369/97 6/4/2000, § 41). Bununla birlikte AİHM, kişilerin hem kamu sektöründe hem de özel sektörde oldukça geniş alanda iş bulmalarının engellenmesinin özel hayata saygı hakkını ihlal ettiğine karar vermiştir (Sidabras ve Džiautas/Litvanya, §§ 48-50). Ayrıca yakın tarihli kararlarında, belirli bir mesleğe erişimin kamu makamlarınca engellenmesinin özel hayata saygı hakkına müdahale oluşturacağını kabul etmiştir. (Bigaeva/Yunanistan, B. No: 26713/05, 28/5/2009, § 25; Şahin Kuş/Türkiye, B. No: 33160/04, 7/6/2016, § 34; Mateescu/Romanya, B. No: 1944/10, 14/1/2014, § 20). Başvuranın dış dünyayla ilişki kurmasını belirli bir derecede etkileyebilecek olan avukatlık, noterlik gibi kariyer mesleklere girişe ilişkin kısıtlamaların tartışmasız biçimde özel hayatın kapsamına girdiğini, bir mesleğe girişin istihdamı da kapsayabileceğini belirtmiştir (Mateescu/Romanya, § 20; Bigaeva/Yunanistan, § 24). Öte yandan AİHM, mesleki hayatla ilgili başvuru türlerinde özel hayat kavramını iki farklı yaklaşıma göre uygulamaktadır: birincisi özel hayata ilişkin bir unsurun anlaşmazlık nedeni olup olmadığı (sebebe dayalı yaklaşım), ikincisi ise itiraz edilen tedbirin sonuçları bakımından özel hayata dokunan bir mesele olup olmadığı (sonuca dayalı yaklaşım) (Denisov/Ukrayna [BD], B. No: 2011/76639, 25/9/2018, §§ 100-103). AİHM, kişinin meslek hayatını etkileyen bir tedbir için öne sürülen gerekçelerin kişilerin özel hayatına ilişkin olmadığı ancak söz konusu tedbirin kişinin özel hayatına yönelik ciddi olumsuz etkilerinin bulunduğu veya bulunma ihtimalinin olduğu durumların konu edildiği başvuruların sonuca dayalı yaklaşım kapsamında Sözleşme'nin maddesinin kapsamına girebileceğini ifade etmiştir. Bu bağlamda söz konusu olumsuz etkilere ilişkin değerlendirmede AİHM, kişinin yakın çevresi üzerindeki, özellikle de maddi bakımdan ortaya çıkan sonuçları, diğerleri ile ilişki kurma ve geliştirme olanakları ile itibarı üzerindeki olumsuzlukları dikkate almaktadır (Denisov/Ukrayna, § 107). AİHM, sonuca dayalı yaklaşım uyarınca inceleme yapılabilmesi için söz konusu meslekle ilgili tasarrufun özel hayat üzerinde doğurduğu etkilerin belirli önem ve ciddiyette olması şartını aramakta; asgari ağırlık seviyesine ulaşmış olması gerektiğini vurgulamaktadır. AİHM, sadece bu sonuçların çok ağır olduğu ve kişinin özel hayatını önemli derecede etkilediği durumlarda Sözleşme'nin maddesinin uygulanabilir olduğunu kabul etmektedir (Denisov/Ukrayna, §§ 113-116). AİHM, sonuca dayalı yaklaşımı uyguladığı başvurularda iddia edilen ihlallerin ağırlık ve ciddiyet derecesini değerlendirmeye yönelik kıstaslar oluşturmuştur. Bu kapsamda başvurucunun söz konusu tedbir öncesi ve sonrasındaki yaşamı kıyaslanarak maruz kaldığı olumsuz etki değerlendirilmektedir. Ayrıca sonuçların ciddiyetinin belirlenmesinde başvurucunun iddia ettiği öznel algıların somut başvuruda mevcut nesnel koşullarla birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Bunun yanı sıra yapılacak inceleme iddia edilen tedbirin hem maddi hem de manevi etkilerini kapsamalıdır. AİHM, başvurucuların şikâyet edilen tasarrufun özel hayatları üzerindeki olumsuz sonuçlarını somut verilere dayalı olarak uygun şekilde ispatlamakla yükümlü olduklarını ifade etmektedir. Ayrıca başvurucular söz konusu şikâyetlerini ulusal merciler önünde de uygun şekilde dile getirmiş olmalıdır (Denisov/Ukrayna, §§ 113-117). Bununla birlikte AİHM, kariyer mesleklerinin konu olduğu sonuca dayalı yaklaşım incelemelerinde mesleğe giriş/iş seçmeye ilişkin sınırlamaları (sınav, staj gibi süreçlere katılımla), kişinin kendisine bir yön çizmesi ile idarenin tutumunun öngörülebilirliğine önem atfetmiştir. Bigaeva/Yunanistan kararına konu olayda Rus vatandaşı olan başvurucu, Yunanistan’a göç etmiş; bu ülkede oturma ve çalışma izni almıştır. Başvurucu, Atina’da hukuk fakültesinde eğitim görmüş; Atina Barosuna avukatlık stajı için kabul edilmiş ve on sekiz ay süreyle staj görmüştür. Başvurucunun bundan sonra avukatlık sınavı için Atina Barosuna yaptığı başvuru, Yunanistan vatandaşı olmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. AİHM, başvurucunun avukatlık sınavına kabul edilmemesinin özel hayata saygı hakkına müdahale oluşturduğunu belirtmiştir. Baronun başvurucuyu avukatlık stajına alıp avukat olarak atanacağı beklentisini oluşturduğunu ve staja kabulde başvurucunun Yunan vatandaşı olmamasını öne sürmediğini, başvurucunun zamanını ve kariyer planlarını avukat olmaya adadığını vurgulamıştır. Aradan on sekiz ay geçtikten sonra vatandaşlığı ileri sürülerek avukatlık mesleğine girmesinin engellenmesinin başvurucunun çalışma hayatını önemli şekilde etkilediğini ifade etmiştir. (Bigaeva/Yunanistan, §§ 18, 19; benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Mateescu/Romanya, §§ 18-22).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/36485
Başvuru, kamu görevlisi olarak atanan başvurucunun memur olma şartlarını taşımadığından bahisle atama işleminin iptal edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, "4389 sayılı Bankalar Kanunu'na muhalefet" suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davada savunma hakkının kısıtlandığını, delillerin eksik ve hatalı değerlendirildiğini, kararın gerekçesiz olduğunu, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur. Başvuru, 25/4/2014 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 30/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 17/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 28/10/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ve diğer üç şüpheli hakkında, "güveni kötüye kullanma" suçunu işledikleri iddiasıyla Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının 30/3/2001 tarihli ve E.2001/1374 sayılı iddianamesi ile kamu davası açılmıştır. Şişli Asliye Ceza Mahkemesi, E.2001/603, K.2001/2289 sayılı karar ile Mahkemenin görevsizliğine, dosyanın görevli ve yetkili İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Dava, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2001/187 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Başvurucu ve diğer altı şüpheli hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 19/3/2002 tarihli ve E.2002/1251 sayılı iddianamesi ile "4389 sayılı Bankalar Kanunu'na muhalefet" suçundan kamu davası açılmış, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 18/6/2002 tarihli ve E.2002/90, K.2002/127 sayılı kararla dava dosyasının, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2001/187 sayılı dava dosyasıyla birleştirilmesine karar verilmiştir. Şişli Asliye Ceza Mahkemesi, 6/11/2003 tarihli ve E.2002/1305, K.2003/1887 sayılı kararı ile Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının 23/9/2002 tarihli ve E.2002/10030 sayılı iddianamesi ile açılan kamu davasının, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2001/187 sayılı dosyası ile birleştirilmesine ve yargılamanın bu dosya üzerinden devam etmesine karar vermiştir. Şişli Cumhuriyet Başsavcılığınca 18/6/2003 tarihli ve E.2003/5795 sayılı iddianameyle başvurucu dışındaki diğer şüpheliler hakkında açılan kamu davasında, Şişli Asliye Ceza Mahkemesi, E.2003/675, K.2005/531 sayılı kararla Mahkemenin görevsizliğine, dosyanın görevli ve yetkili İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonunda, E.2009/9, K.2009/74 sayılı kararla dava dosyasının İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2004/20 sayılı dosyasıyla birleştirilmesine karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 26/9/2005 tarihli ve E.2001/187, K.2005/294 sayılı kararı ile 4389 sayılı Bankalar Kanunu'nun maddesi gereğince görevsizlik kararı vererek dosyanın İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Şişli Asliye Ceza Mahkemesi, E.2003/576, K.2005/453 sayılı kararı ile Mahkemenin görevsizliğine, dosyanın görevli ve yetkili İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2005/124 sayılı dosyasına kaydedilen dava, 7/11/2005 tarihli ve E.2005/124, K.2005/89 sayılı karar ile Mahkemenin E.2004/20 sayılı dava dosyası ile birleştirilmiş, yargılamaya bu dosya üzerinden devam edilmiştir. Başvurucu ile diğer on beş sanık hakkında yargılama yapan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 1/6/2009 tarihli ve E.2004/20, K.2009/20 sayılı kararı ile başvurucunun "4389 sayılı Bankalar Kanunu'na muhalefet" suçundan 7 yıl 9 ay 10 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Karar başvurucu ve diğer sanıklar tarafından temyiz edilmiş, Yargıtay Ceza Dairesi, 28/10/2010 tarihli ve E.2010/2049, K.2010/15663 sayılı ilâmı ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 19/3/2002 tarihli iddianamesi ile isnat edilen suçlara ilişkin olarak başvurucu ve bir kısım sanıkların savunmalarının alınmadığı, yine Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının 18/6/2003 tarihli ve E.2003/5795 sayılı iddianamesiyle açılan davada hükme esas alınan bilirkişi raporlarında suçlamaya konu fiillerin yer almadığı, gerektiğinde yeniden rapor alınması gerektiği halde eksik incelemeye dayalı karar verildiği gerekçesiyle hükmü bozmuştur. Mahkemece bozma kararına uyulup başvurucunun savunması alınarak yapılan yargılama sonunda, 5/11/2012 tarihli ve E.2011/9, K.2012/50 sayılı kararla; başvurucunun 4389 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca 7 yıl 9 ay 10 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 26/3/2014 tarihli ve E.2013/17552, K.2014/5718 sayılı ilâmıyla düzeltilerek onanmıştır. Karar, 26/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 25/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4389 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrası.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6549
Başvurucu, "4389 sayılı Bankalar Kanunu'na muhalefet" suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davada savunma hakkının kısıtlandığını, delillerin eksik ve hatalı değerlendirildiğini, kararın gerekçesiz olduğunu, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannameleri üzerinden yapılan vergi tarhiyatlarına ve cezalarına karşı açılan davaların esası incelenmeden reddedilmeleri nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular sırasıyla 1/9/2015, 8/12/2015, 4/5/2016 ve 2/6/2016 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2015/15100 numaralı bireysel başvuru ile farklı tarihlerde yapılan 2015/15111, 2015/19326, 2015/19327, 2015/19328, 2015/19329, 2015/19331, 2015/19332, 2015/19333, 2015/19335, 2015/19336, 2015/19337, 2015/19338, 2015/19339, 2015/19341, 2015/19342, 2015/19343, 2015/19344, 2016/8699, 2016/8700, 2016/8701, 2016/8702, 2016/8703, 2016/8704, 2016/8705, 2016/8706, 2016/8707, 2016/8718, 2016/8719, 2016/8720, 2016/8721, 2016/8722, 2016/8723, 2016/8724, 2016/8725, 2016/8726, 2016/8727, 2016/10470, 2016/10472, 2016/10473, 2016/10474, 2016/10476, 2016/10477, 2016/10479 ve 2016/10480 numaralı bireysel başvuruların konu yönünden hukuki irtibatlarının bulunması nedeniyle 2015/15100 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin bu dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Birinci Bölüm tarafından 22/1/2019 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Taşımacılık işi ile iştigal eden başvurucu şirketlerin mal ve hizmet alımında bulunduğu mükellef G. ve firması hakkında vergi tekniği raporu düzenlenmiştir. Bu rapora göre vergi mükellefi G. ve firması, iş ve işlemlerinde sahte faturalar düzenlemiştir. Tekirdağ Vergi Dairesi Başkanlığı (Vergi İdaresi) tarafından 13/6/2014 tarihli yazı ile hakkında vergi tekniği raporu düzenlenen mükellef G. ve firmasından yapılan mal ve hizmet alımlarına ait faturaların sahte olduğu belirtilerek başvuruculardan bu alımlara isabet eden katma değer vergilerinin (KDV) tenzil edilmesi istenmiş, aksi takdirde olumsuz mükellefler listesine alınacakları uyarısı yapılmıştır. Başvurucular anılan yazı üzerine olumsuz mükellefler listesine girmemek için Vergi İdaresine 2014 yılı içinde farklı tarihlerde ihtirazi kayıtla düzeltme beyannameleri vermişlerdir. Bu beyannameler üzerine Vergi İdaresince KDV, damga vergisi ve gecikme faizi tahakkuk ettirilmiş ve vergi ziyaı cezası kesilmiştir. Başvurucular, ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannameleri üzerine Vergi İdaresince tahakkuk ettirilen vergilerin, gecikme faizlerinin ve vergi ziyaı cezalarının iptali talebiyle sırasıyla 23/7/2014, 25/7/2014 ve 5/11/2014 tarihlerinde Tekirdağ Vergi Mahkemesinde (Vergi Mahkemesi) davalar açmışlardır. Başvurucular dava dilekçelerinde, ihtirazi kayıtla düzeltme beyannamelerinin Vergi İdaresinin isteği üzerine verildiğini, mal ve hizmet alımı yapılan mükellefin düzenlediği faturaların sahte olduğu iddialarının somut tespit ilkesine aykırı olduğunu, ödemelerin çeklerle yapıldığını, şirketleriyle ilgili vergi incelemesi yapılmadığını, ilgili beyannameyi vermeme durumunda olumsuz mükellefler listesine dâhil olmak durumunda kalacaklarını belirtmişlerdir. Vergi Mahkemesi 26/11/2014, 27/2/2015 ve 26/2/2015 tarihli kararlarıyla 25/10/1984 tarihli ve 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun maddesinde öngörülen yasal süreler geçtikten sonra verilen KDV düzeltme beyanlarına konulan ihtirazi kayıtların beyannameler üzerinden tahakkuk ettirilen vergiye bir etkisinin bulunmadığı gerekçesiyle davaları reddetmiştir. Edirne Bölge İdare Mahkemesi 12/3/2015, 26/3/2015, 28/10/2015 ve 25/6/2015 tarihli kararlarıyla Vergi Mahkemesi kararlarını bozmuştur. Bölge İdare Mahkemesi beyan olunan matrah üzerinden tarh olunan vergiye karşı mükelleflerin dava açamayacaklarını kabul etmiş, ancak ihtirazi kayıtla verilen beyannamelerle ilgili kanun hükmüne dikkati çekmiştir. Kararda, mal ve hizmet alımında bulunduğu firmaların olumsuz mükellefler listesinde yer almasından dolayı başvurucuların düzeltme beyannamesi vermek durumunda bırakıldığı vurgulanmıştır. Bölge İdare Mahkemesi sonuç olarak hakkında bir inceleme yapılmadan ve kullandığı faturaların gerçek olup olmadığı, kendisi ve fatura düzenleyicileri hakkında her yönüyle incelenerek ortaya konulmadan, kod listesinden çıkmak amacıyla verilen düzeltme beyannameleri üzerine yapılan tahakkukta ve kesilen cezada hukuka uyarlık bulunmadığı kanaatine ulaşmıştır. İdarenin karar düzeltme istemini 3/7/2015 tarihinde kabul eden Bölge İdare Mahkemesi, bozma kararını kaldırarak ilk derece mahkemesi hükmünü onamıştır. Kararın gerekçesinde, beyanname verme süresi geçtikten sonra verilen beyannameye konulan ihtirazi kaydın beyanname üzerinden yapılan tahakkuka etkisi olmadığı gibi dava açma hakkı vermesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Bölge İdare Mahkemesi Danıştay içtihadına da atıf yaparak davalı idarece başvurucu mükellefe yazı yazılarak izahat istenmesinin belirtilen durumu değiştirmediği gerekçesiyle bozma kararında ve vergi cezası ile tahakkukun kaldırılmasında hukuki isabet bulunmadığı sonucuna varmıştır. Nihai kararlar başvuruculara 3/8/2015, 15/4/2016 ve 17/5/2016 tarihlerinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 1/9/2015, 8/12/2015, 4/5/2016 ve 2/6/2016 tarihlerinde bireysel başvurularda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk Mevzuat Hükümleri4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"A) Vergi kanunlarının uygulanması: Bu Kanunda kullanılan 'Vergi Kanunu' tabiri işbu Kanun ile bu Kanun hükümlerine tabi vergi, resim ve harç kanunlarını ifade eder. Vergi kanunları lafzı ve ruhu ile hüküm ifade eder. Lafzın açık olmadığı hallerde vergi kanunlarının hükümleri, konuluşundaki maksat, hükümlerin kanunun yapısındaki yeri ve diğer maddelerle olan bağlantısı gözönünde tutularak uygulanır.B) İspat: Vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya, ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti esastır..." 213 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Vergi incelemesinden maksat, ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu araştırmak tespit etmek ve sağlamaktır..." 213 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Mükellefler beyan ettikleri matrahlara ve bu matrahlar üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açamazlar. Bu Kanunun vergi hatalarına ait hükümleri mahfuzdur. " 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:" Vergi mahkemelerinde, vergi uyuşmazlıklarından doğan davaların açılması, tarh edilen vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümlerin ve bunların zam ve cezalarının dava konusu edilen bölümünün tahsil işlemlerini durdurur. Ancak, 26 ncı maddenin 3 üncü fıkrasına göre işlemden kaldırılan vergi davası dosyalarında tahsil işlemi devam eder. Bu şekilde işlemden kaldırılan dosyanın yeniden işleme konulması ile ihtirazi kayıtla verilen beyannameler üzerine yapılan işlemlerle tahsilat işlemlerinden dolayı açılan davalar,tahsil işlemini durdurmaz. Bunlar hakkında yürütmenin durdurulması istenebilir."3065 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Mükellefler, yaptıkları vergiye tabi işlemler üzerinden hesaplanan katma değer vergisinden, bu Kanunda aksine hüküm olmadıkça, faaliyetlerine ilişkin olarak aşağıdaki vergileri indirebilirler:a) Kendilerine yapılan teslim ve hizmetler dolayısıyla hesaplanarak düzenlenen fatura ve benzeri vesikalarda gösterilen katma değer vergisi, ..."3065 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Yurt içinden sağlanan veya ithal olunan mal ve hizmetlere ait Katma Değer Vergisi, alış faturası veya benzeri vesikalar ve gümrük makbuzu üzerinden ayrıca gösterilmek ve bu vesikalar kanuni defterlere kaydedilmek şartıyla indirilebilir ..." 3065 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:" Mükellefler ve vergi kesintisi yapmakla sorumlu tutulanlar Katma Değer Vergisi beyannamelerini, vergilendirme dönemini takibeden ayın yirmidördüncü günü akşamına kadar ilgili vergi dairesine vermekle yükümlüdürler." Danıştay İçtihadı Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 11/12/2009 tarihli ve E.2008/593, K.2009/655 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Vergi Usul Kanununda, vergilendirmenin beyana dayanılarak yapılması gereken durumlarda matrahın veya verginin tümüyle ya da kısmen ihtirazi kayıtla bildirilmesini öngören bir düzenleme yapılmamıştır. Beyanname ile bildirilmesi gereken matrahın tespit şeklinden ya da uygulanması gereken vergi oranından, muafiyet veya istisna uygulamasından doğan duraksamaların varlığında, vergi kaybı yaratmaktan kaçınılarak, vergi kanunlarında belirtilen zamanda verilen beyannameye çekince konulabileceği, Danıştay İçtihatlarıyla benimsenmiş ve 521 sayılı Danıştay Kanununu yürürlükten kaldıran, yürürlükteki 2575 sayılı Danıştay Kanunu ile aynı tarihte yürürlüğe giren 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 27’nci maddesinin 3’üncü fıkrasında ilk kez ifadesini bulmuştur. İhtirazi kayıtla verilen beyannameler üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açılmasının tahsil işlemlerini durdurmayacağı, bunlar hakkında yürütmenin durdurulması istenebileceğinin yargılama usulünde kurala bağlanmasından dolayı, vergi beyannamelerinin çekince ile verilmesi konusundaki duraksama son bulmuştur....Zamanında verilen vergi beyannamesine ihtirazî kayıt konulması; beyannamede hesaplanan verginin tümü ya da bir kısmının tahakkuk ettirilmemesi istenerek, ihtirazî kaydın konusunu oluşturan nedenin tarhı yapan idare tarafından kabul edilmemesi halinde, beyanname üzerinden tarh edilen verginin ihtirazi kayıt konulan kısmının dava konusu edilebilmesini olanaklı kılarak, noksan beyanda bulunulmasını ve verginin geç tahakkuk etmesini önlemektedir..." Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 27/6/2012 tarihli ve E.2012/167, K.2012/300 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Beyannamenin pişmanlıkla verilmesi, süresi geçtikten sonra verilen bu beyannamenin, kanuni süresinde verilmiş sayılmasına yol açmadığından ve sadece ceza kesilmesini önlediğinden, pişmanlıkla verilen beyannamelere ihtirazî kayıt konulması etkileyici bir sonuç doğurmamaktadır. Bu yüzden, kanuni süresi geçtikten sonra pişmanlıkla verilen beyannameye ihtirazî kayıt konulmasına; kanuni süresinde ancak ihtirazî kayıtla verilen beyannamelere bağlanan hukuksal sonucun tanınmasına da olanak yoktur..." Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 25/2/2015 tarihli ve E.2014/1164, K.2015/20 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...213 sayılı Vergi Usul Kanununun 378'inci maddesinin 2'nci fıkrasında, mükelleflerin beyan ettikleri matrahlara ve bu matrahlar üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açamayacakları, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 27'nci maddesinin 4'üncü bendinde de, ihtirazi kayıtla verilen beyannameler üzerine yapılan işlemler ile tahsilat işlemlerinden dolayı açılan davaların tahsil işlemini durdurmayacağı kuralına yer verilmekle, ihtirazi kayıtla beyan üzerine tahakkuk ettirilen vergilere karşı dava açılabileceği kabul edilmiştir.Zamanında verilen vergi beyannamesine ihtirazi kayıt konulması; beyannamede hesaplanan verginin tümü ya da bir kısmının tahakkuk ettirilmemesi istenerek, ihtirazi kaydın konusunu oluşturan nedenin tarhı yapan idare tarafından kabul edilmemesi halinde, beyanname üzerinden tarh edilen verginin ihtirazi kayıt konulan kısmının dava konusu edilebilmesini olanaklı kılarak, noksan beyanda bulunulmasını ve verginin geç tahakkuk etmesini önlemektedir. Bu nedenle ihtirazi kayıt ancakbeyanname verme süresinde verilen beyannamelere konulabilir.Beyan üzerinden alınan vergilere ait matrahın ihtirazi kayıtla beyanı, beyannamenin vergi kanunlarında öngörülen zamanlarda verilmesi koşuluna bağlıdır. Beyanname verme süresi geçtikten sonra verilen beyannameye konulan ihtirazi kaydın, beyanname üzerinden yapılan tahakkuka etkisi olmadığı gibi dava açma hakkı vermesi de mümkün değildir.Bu durumda, beyanname verme süresi geçtikten sonra ihtirazi kayıtla düzeltme beyannamesi verilmesi üzerine tahakkuk eden vergiye karşı dava açılmasına olanak bulunmamakta olup, Mahkemece, dava ve savunma dilekçelerine ekli beyanname ve eki belgelerde beyannamenin ihtirazi kayıtla verildiğini gösteren herhangi bir ibare ve dilekçe bulunmadığı yolunda yapılan değerlendirme yerinde görülmemekle birlikte davanın reddi yolundaki ısrar kararında sonucu itibariyle isabetsizlik görülmemiştir..." Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 27/3/2014 tarihli ve E.2011/6478, K.2014/1243 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun maddesinde vergi kanunlarına göre beyan üzerindenalınan vergilerin 'tahakkuk fişi" ile tarh ve tahakkuk edileceği, aynı Kanun'un,vergi kanunlarının uygulanması veispatı ileilgilimaddesinin (A) bölümünün fıkrasında, vergi kanunlarının lazfı ve ruhu ile hüküm ifade edeceği, lafzın açık olmadığıhallerdevergikanunlarının hükümlerinin, kuruluşundakimaksat, hükümlerinkanunyapısındakiyeri ve diğer maddelerle olan bağlantısı gözönüne tutularak uygulanacağı belirtilmiştir. (B) bölümünde de, vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve buolayailişkin muamelelerin gerçek mahiyetinin esas olduğu da hüküm altına alınmıştır.Ayrıcabu maddenin son hükmü olan fıkrada ise; iktisadi, ticari ve teknik icaplara uymayan veya olayın özelliğine göre normal ve mutad olmayan bir durumun iddia olunması halinde, isbat külfetininbunuiddiaedentarafaaitolacağı açıkca belirtilmiştir. 213 sayılı Kanunun 378'inci maddesinin ikinci fıkrasında ise, mükelleflerin beyan ettikleri matrahlara ve bu matrahlar üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açamayacakları kurala bağlanmıştır. 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun maddesinin fıkrasında katma değer vergisinin bu kanunda aksine hüküm bulunmadıkça mükelleflerin yazılı beyanları üzerine tarh olunacağı belirtilmiştir. Bu hükümlerin birlikte değerlendirilmesinden, beyan olunan matrah üzerinden tarh olunan vergiye karşı mükelleflerin dava açamayacakları anlaşılmakta ise de, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun maddesinin bendinde yer alan ve ihtirazi kayıtla verilen beyannamelerle ilgili kural dikkate alındığında, ihtirazi kayıtla verilen beyannamelere karşı da dava açılabileceği, dolayısıyla yükümlülerin beyan ettikleri matrah için ihtirazi kayıt koymalarının mümkün olduğu görülmektedir. Başka bir deyişle beyanname verilen bir dönem için mükelleflerin daha sonra ilk beyan edilen bilgileri değiştiren ikinci bir beyanname vermeleri ve verecekleri bu beyannamelere ihtirazi kayıt koyarak dava açabilme hakları saklı tutulmaktadır. Mükelleflerin kendiliklerinden yeni bir beyanname vermeleri söz konusu olmakla birlikte, çoğunlukla idarenin baskısı sonucu ikinci bir beyanname verildiği durumlarla da sık sık karşılaşılmakta, hatta verilen beyannameye dava açma hakkını saklı tutan ihtirazi kayıt konulmasına idarece izin verilmediği, aksi halde beyannamenin kabul edilmediği gözlemlenmektedir.Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 73 üncü maddesinde; vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin kanunla konulup, değiştirileceği veya kaldırılacağı kuralına yer verilmiştir. Yetkileri ve tüm eylem ve işlemleri kanunda belirlenmiş vergi idaresine tüm olasılıkların önceden kestirilememesi nedeniyle giderek daha geniş yetkiler verilmekteyse de, idare bu yetkisini kullanırken hukukun genel ilkelerini, Anayasa ve kanunların özünü ve ruhunu, yargı içtihatlarını ve idari gelenekleri dikkate almak durumundadır. Hukukun üstünlüğü için kanunların varlığı yeterli değildir, o kanunların adalete ve hakkaniyete de uygun olması gerekir.Vergilendirme yetkisinintemel hak ve özgürlüklerle olan yakın ilgisi nedeniyle, bireylerin devlet müdahalelerinden önceden haberdar olması ve geleceğe ilişkin planlarını buna göre yapabilmeleri hukuk güvenliğininbir gereğidir. İdare hukukunda özel hukuktan farklı olarak idarenin tek taraflı irade beyanı hukuki sonuç doğurmaya yeterli olsa da, vergi beyannamesi vermek gibi özel hukuk kişilerinin irade beyanı üzerine vergi tarh ve tahakkuk ettirilmesi şeklinde gerçekleşen idari işlemlerin tesis edildiği durumlarda özel hukuk kişilerinin irade beyanlarının her türlü sakatlıktan, iradeyi bozucu etkenlerden uzak olarak oluşması gerektiği açıktır.İrade beyanını sakatlayıcı durumların söz konusu olması halinde bu beyana dayanılarak tesis edilen idari işlemin hukuka uygun olduğundan söz edilemez.Olayda ise davalı idarece 213 sayılı Yasada belirtilen tarhiyat şekilleri ve vergi incelemesine ilişkin hükümler göz ardı edilmiş olup, mal ve hizmet alımında bulunduğu firmaların olumsuz mükellefler listesinde yer almasından dolayı davacının düzeltme beyannamesi vermek durumunda bırakıldığı anlaşılmaktadır.Bu durumda davacı hakkında bir inceleme yapılmadan ve kullandığı faturaların gerçek olup olmadığı, kendisi ve fatura düzenleyicileri hakkında her yönüyle incelenerek ortaya konulmadan, kod listesinden çıkmak amacıyla verilen düzeltme beyannameleri üzerine yapılan tahakkukta ve kesilen cezada hukuka uyarlık bulunmadığından yazılı gerekçeyle davayı reddeden vergi mahkemesi kararında yasal isabet görülmemiştir..." Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 29/12/2009 tarihli ve E.2009/7171, K.2009/5341 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Bakılan davada katma değer vergisi beyannamelerini veren davacının daha sonra ihtirazi kayıt konulmadan ikinci bir beyanname daha vererek ilk beyannamede yer alan indirime konu bazı faturaların beyannameden çıkarılması sağlanmıştır. Davacının aleyhine olan bu durumun kendi iradesiyle ortaya çıktığı iddia edilse de ticari hayatın olağan koşulları altında bir yükümlünün bu yönde bir eylemde bulunması olağan olmayacağından davacının verdiği ikinci beyannamelerin özgür iradeyle oluştuğundan söz edilemez. Davacının kullandığı bazı faturaların sahte olduğunu düşünen idarenin yapması gereken, faturaları düzenleyenler hakkında olumsuz tespitler var ise bunu davacı hakkında yapacağı bir vergi incelemesi ve düzenleyeceği vergi inceleme raporuyla ortaya koyarak gerekirse resen tarhiyat yaparak bunu davacıya tebliğ etmesidir. Oysa bu yapılmayarak baskı ile davacının bazı faturaları indirimleri arasından çıkarması sağlanmıştır. Baskı altında verilen ikinci beyannamelerin özgür iradeye dayandığı söylenemeyeceği gibi, buna karşı açılan davanın beyannamelerde ihtirazi kayıt bulunmadığı, dolayısıyla bu beyan üzerine tarholunan vergiye dava açılamayacağından söz edilmesi de mümkün değildir. Bu durumda davacı hakkında bir inceleme yapılmadan ve kullandığı faturaların gerçek olup olmadığı, kendisi ve fatura düzenleyicileri hakkında her yönüyle incelenerek ortaya konulmadan baskı ile verdirilen düzeltme beyannameleri üzerine yapılan vergilemede isabet görülmemiştir..." Anayasa Mahkemesi KararıAnayasa Mahkemesi'nin 14/6/2017 tarihli ve E.2017/24, K.2017/112 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:" Mükelleflerin beyan ettikleri matrahlara ve bu matrahlar üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açamamalarını öngören itiraz konusu kuralın, ”mahkemeye erişim hakkı”na ve dolayısıyla da adil yargılanma hakkına yönelik bir müdahale olduğu açıktır. Türk vergi sisteminde benimsenen tarh usulü, beyannameye dayalı tarhtır. Bu tarh usulünde mükellef, matrahını beyan etmekte ve idare beyan edilen bu matrah üzerinden tarhiyat işlemini gerçekleştirmektedir. İtiraz konusu kural ile mükelleflerin kendi beyanlarına karşı dava açmaları yasaklanmaktadır. Nitekim kişinin kendi beyanına karşı dava açmasında hukuki yarar da bulunmamaktadır. İtiraz konusu kuralın devamındaki cümlede yer alan “Bu Kanunun vergi hatalarına ait hükümleri mahfuzdur” hükmüyle, yalnızca vergi hatalarının bu kuralın istisnası olduğu belirtilmektedir. Uygulamada ortaya çıkan ve 1982 tarihli ve 2577 sayılı Kanun’un maddesinin (4) numaralı fıkrasında dolaylı olarak düzenlenen ihtirazi kayıtla verilen beyannamelere karşı dava açılabilmesi de kuralın diğer istisnasını oluşturmaktadır. İtiraz konusu kural, mükelleflerin gelirinin istisna, muafiyet v.b. nedenlerden dolayı vergiye tabi olup olmadığı konusunda şüpheye düştükleri matrahları için iddia ve savunmalarını bir yargı mercii önünde ileri sürebilmeleri imkânını sınırlamaktadır. Ancak istisnaları ile birlikte değerlendirildiğinde kuralın, mahkemeye erişim hakkının özüne dokunmadığı ve hak arama özgürlüğünü ölçüsüz bir şekilde engellemediği anlaşılmaktadır. Uygulamada hangi tür beyannamelere ihtirazi kayıt konulabileceği; kanuni süresi içinde veya kanuni süresinden sonra verilen beyannamelere ihtirazi kayıt konulup konulamayacağı hususlarından dolayı dava açma hakkının tanınıp tanınmayacağı sorunu ise doğrudan doğruya itiraz konusu kuralla ilişkili olmayıp ihtirazi kaydın kapsamı ile ilgilidir. Somut olayda da olduğu gibi, ihtirazi kaydın uygulamada ortaya çıkan ve düzeltme beyannamesi olarak adlandırılan beyannamelere konulup konulamayacağı; konulabilse dahi dava açma hakkını tanıyıp tanımayacağı esasında itiraz konusu kuralın değil, kuralın istisnasının kanuni dayanağı olan 2577 sayılı Kanun’un maddesinin (4) numaralı fıkrasının yorumundan kaynaklanmaktadır. Öte yandan, 2577 sayılı Kanun’un maddesinin (4) numaralı fıkrasında “ihtirazi kayıtla verilen beyannameler üzerine yapılan işlemlerle tahsilat işlemlerinden dolayı açılan davalar” ibaresiyle beyannameler arasında herhangi bir ayrım yapılmadığı görülmektedir. Her ne kadar kanuni süresinden sonra verilen beyannamelere ihtirazi kayıt konulup konulamaması hususunun içtihat farklılığına neden olduğu gerekçesiyle Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de herhangi bir düzenlemenin mahkemeler arasında içtihat uyuşmazlıklarına neden olması yargılama hukukunun doğası gereği her zaman mümkün olup bu durumun anayasal bir sorun oluşturması söz konusu değildir. Kaldı ki hukuk sistemi içerisinde mahkemeler arasındaki içtihat uyuşmazlıklarını çözecek hukuki yollara yer verilmiştir..." B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadında vergi yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahaleler, Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin ikinci paragrafında öngörülen mülkiyetin kullanımının kontrolüne ilişkin üçüncü kural kapsamında değerlendirilmektedir. AİHM, bu paragrafta yer alan kuralın taraf devletlere vergi koyma ve vergilerin ödenmesini sağlamak için gerekli gördüğü kanunları çıkarma konusunda açık bir yetki tanıdığını kabul etmiştir (Gasus Dosier-und Fördertechnik GmbH/Hollanda, B. No: 15375/89, 23/2/1995, § 59). Diğer taraftan AİHM, her ne kadar Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinde açık olarak usule ilişkin güvencelerden söz edilmese de bu maddenin keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsadığını belirtmektedir. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/10/1986, § 55; Jokela/Finlandiya, B. No: 28856/95, 21/5/2002, § 45).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/15100
Başvuru ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannameleri üzerinden yapılan vergi tarhiyatlarına ve cezalarına karşı açılan davaların esası incelenmeden reddedilmeleri nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru; bir yer altı maden ocağında meydana gelen, birçok kişinin ölümü ve yaralanmasıyla sonuçlanan olaya ilişkin olarak yürütülen ceza soruşturması kapsamında bazı şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar (kovuşturmasızlık kararı) verilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu Leyla Karaçoban tarafından yapılan 2015/1894 numaralı başvuru (ilkbaşvuru) 29/1/2015 tarihinde; başvurucular Abdülkadir Yılmaz, Elif Yılmaz, Gülşen Ejdar, Hacer Yılmaz, Katriye Yılmaz, Nagihan Yılmaz ve Onur Yılmaz tarafından yapılan 2015/2068 numaralı başvuru (ikinci başvuru) ile başvurucular Ahmet Akdağ, Yiğit Ahmet Akdağ, Mefaret Akdağ ve Nurcan Akdağ tarafından yapılan 2015/2071 numaralı başvuru (üçüncü başvuru) 4/2/2015 tarihinde; başvurucu Ayşegül Demir tarafından yapılan 2015/2293 numaralı başvuru (dördüncü başvuru) ise 6/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2015/2071 numaralı başvuru dosyası, konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2015/2068 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiştir. Komisyon tarafından başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2015/2068 ve 2015/2293 numaralı başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2015/1894 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2015/1894 numaralı başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin birer örneği farklı tarihlerde bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, ilk üç başvuru hakkında görüşünü bildirmiş, ancak dördüncü başvuru hakkında görüş bildirmemiştir. İlk üç başvuruyu yapan başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuşlardır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) adına ruhsatlı olup S... A.Ş. tarafından işletilen Manisa'nın Soma ilçesi Eynez Mahallesi Karanlıkdere mevkiindeki yer altı maden ocağında 13/5/2014 tarihinde saat 00 sıralarında meydana gelen faciada aralarında başvurucuların yakınları K., İ.Y., S.A. ve A.nin de bulunduğu birçok kişi ölmüş ve yaralanmıştır. Ölenler ile başvurucular arasındaki yakınlık dereceleri ekli 1 No.lu listede yer almaktadır. Bunun üzerine resen harekete geçen Soma Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) olaya ilişkin olarak derhâl bir soruşturma başlatmıştır. Bazı siyasiler ile kamu görevlilerinin de olayda sorumluluğunun bulunduğu iddiasıyla gerçek ve tüzel kişiler tarafından yapılan suç duyuruları üzerine başlatılan soruşturmalar mevcut soruşturma ile birleştirilmiştir. Haklarında şikâyette bulunulan siyasilerle ilgili soruşturmayı tefrik eden Başsavcılık; Enerji ve Tabii Kaynakları Bakanlığı (Enerji Bakanlığı) ile Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı (eski adıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı) (Çalışma Bakanlığı) müfettişlerinin ve Çalışma Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü K.Ö.nün kamu görevlisi olması ve haklarında soruşturma yapılabilmesi için 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun'a istinaden yetkili mercilerce soruşturma izni verilmesi gerektiği gerekçesiyle bahse konu kişilerle ilgili soruşturmayı da mevcut soruşturmadan ayırmıştır. Başvurucuların şikâyetleri ve tespit edilen soruşturma içerikleri dikkate alınarak başvurucuların yakınlarının ölümü hakkında yürütülen ceza soruşturmasına ilişkin süreçler iki başlık altında anlatılacaktır. Son olarak tespit edilebilen disiplin soruşturması sürecine yer verilecektir.A. Ceza Soruşturmasına İlişkin Süreçler Genel Soruşturma Hükümlerine Göre Yürütülen Soruşturma Sürecia. Fezleke Düzenlenmesine Kadar Olan Süreç Başvuruya konu edilen olayı çevreleyen koşulların tespiti ve sorumluların belirlenmesi için birçok soruşturma işlemi icra eden Başsavcılık, profesör unvanına sahip iki maden ve bir elektrik mühendisi ile A sınıfı bir iş güvenliği uzmanından oluşan bilirkişi heyeti eşliğinde olay yerinde keşifler yapmıştır. Bilirkişi heyeti 5/9/2014 tarihli raporunda; maden ocağındaki havalandırma, sensör ölçümleri, elektrik dağıtım hatları ve trafolar ile ilgili değerlendirmelerde bulunarak maden kazasının pek çok ihmal ve kusurun bir araya gelmesi sonucu meydana geldiği ve kazanın önlenebilir olduğu sonucuna varmıştır. Otopsi sonuçlarına göre ölümlerin büyük çoğunluğunun karbonmonoksit kaynaklı karboksihemoglobin zehirlenmesi sonucunda meydana geldiğine ve bu boyutta bir zehirlenmenin meydana gelebilmesini sağlayacak karbonmonoksit konsantrasyonuna -yer altı ocağının boyutları gözönüne alındığında- tek başına bant, ahşap tahkimat ve PVC boru yangınının neden olmasının olası görülmediğine işaret eden bilirkişi heyetine göre olayın ana kaynağı, U3 trafosu etrafında topuk olarak bırakılan kömürün kontrolsüz bir şekilde kendiliğinden yanması sonucu oluşan karbonmonoksitin temiz hava girişine ulaşması, temiz hava ile temas ederek kendiliğinden yanan kömürün tam yanmaya dönüşmesi, bu yangının 4 No.lu kömür nakil bandının bulunduğu yola sirayet ederek bu bölümdeki ve 3 No.lu kömür nakil bandının bulunduğu yoldaki bant, ahşap tahkimat, PVC borular ve elektrik kablolarını tutuşturması, su ile soğutma çalışmaları sonucu açığa çıkan zehirleyici ve boğucu gazlardır. Nitekim olay sonrası diğer yangınlar söndürüldükten sonra kurtarma faaliyetleri esnasında kömür yangınının devam etmekte olduğu 16/5/2014 tarihinde maden ocağına yapılan ilk keşifte saptanmıştır. 16/7/2014 tarihinde yapılan keşifte de uzun bir süre madenin kapalı kalmış olmasına rağmen kömürün olayın meydana geldiği bölgede yanmaya devam ettiği tespit edilmiştir. Bilirkişi heyeti, 2006 yılında kömür üretme ve teslim işini üstlenen şirketin7/10/2009 tarihinde TKİ'ye yaptığı sözleşme devri ile ilgili başvurusunda üretim çalışmaları sırasında oluşan yangınlardan dolayı üretim yapılamamasını ve yüksek su gelirini gerekçe gösterip ileride telafisi mümkün olmayacak problemlerle karşılaşılacağına değinerek işi devretmek istediğini dikkate almış; maden sahasının yüksek yangın riski taşıdığının TKİ ve kömür üretim işini devralan S... A.Ş. tarafından bilindiği kanaatine varmış ve bu doğrultuda olayın meydana gelmesinden sorumlu olanları belirlemiştir. Bilirkişi raporunun kusur değerlendirmesine ilişkin kısmı şöyledir: “ Olayın meydana gelişinden önceki tarihlerde, ocak havasının denetimi için kurulan gaz izleme sensörleri, olayın başlangıcını haber vermiş, ancak bu durum şirket yetkilileri tarafından dikkate alınmamıştır. Ocak içi yangınının başladığını gösteren CO, sıcaklık yükselmesi ve ocak çıkış havasındaki oksijen seviyesinin düşmesi, yangının başladığının en önemli kanıtıdır. Oksijen seviyesi, madenlerde izin verilen değerlerin altında, CO ve sıcaklık değerleri, izin verilen sınır değerlerin üzerinde seyretmiştir. Sensörlerden gelen bilgiler, ocakta meydana gelen kazanın olacağını önceden bildirmesine rağmen, bilgilerin dikkate alınmaması ve çalışmaların durdurulmaması çok önemli bir ihmali göstermektedir. Bu durumu izlemek ve gerekli önlemleri almakla yükümlü olan; a- İşveren (Yönetim Kurulu Başkanı); b- İşveren Vekilleri (Genel Müdür, İşletme Müdürü, İşletme Müdür Yrd.); c- Ocak Daimi Nezaretçisi; d- Teknik Nezaretçi; e- İş Güvenliğinden Sorumlu Vardiya Amirleri; f- İş Güvenliği Uzmanları; g- Ocak Havalandırma Mühendisi;h- Sensör kayıtlarından sorumlu olan teknik personel, asli kusurlu, Kontrol yetkisi olan, aylık hak ediş dosyalarında iş güvenliği ile ilgili raporları denetleme ve inceleme yetkisine sahip olan ruhsat sahibi TKİ-ELİ'de [Ege Linyit İşletmesi Müdürlüğü, ELİ] görevli; i- TKİ-ELİ Kontrol Baş Mühendisi; j- TKİ-ELİ Soma Kömürleri A.Ş. Eynez ocağı kontrol mühendisleri, asli kusurludur. Havalandırma şekli ve yöntemi, yangın tehlikesi olan bir yer altı ocağı için uygun değildir. Ocağın bazı bölümlerinde seri havalandırma yöntemi uygulanmaktadır. Yani, ocaktaki kirli havanın en kısa yoldan dışarı atılmasını sağlayacak paralel yol bağlantıları kurulmamıştır. A ve H panoları ile K ve S panoları bağımsız kirli hava çıkışına sahiptir. Ancak 140 panosunda kirlenen hava temiz havaya karıştırılarak bu panolara iletilmekte, K panosunda yeniden kirlenen hava S panosuna gönderilmekte, S panosunda 3 ayak seri olarak (bir ayakta kirlenen hava diğer ayağın temiz havası olarak kullanılıyor) havalandırılmaktadır. Aynı durum H panosunun 2 ayağı ve çok sayıda baca üretiminde de görülmektedir. Yangın çıkması durumunda, mevcut CO maskelerinin kullanım süreleri de düşünüldüğünde, temiz havaya çıkış yapılabilecek bir mesafe söz konusu değildir. Bu durum, ölümlerin yüksek olmasının nedenlerinden birisidir. Maden ocaklarında işletme projelerini inceleyerek çalışma izni veren ve her yıl üretim faaliyet raporlarını denetleyen bir kurum olarak, havalandırma planını bu hali ile kabul etmesi ve üretime izin vermesi nedeni ile; a- Maden İşleri Genel Müdürü; b- 2010 yılından olay tarihine kadar S... A.Ş. Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM [Maden İşleri Genel Müdürlüğü, yeni adıyla Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü] kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur, İş sağlığı ve güvenliği açısından havalandırma planlarının uygulanmasını ve hava ölçümlerini kontrol etme, denetleme ve olumsuz durumlarda ocak faaliyetlerini durdurma yetkisinde sahip; c- Olay tarihinden önceki son iki yıl içerisinde S... A.Ş. Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftis Kurulu Iş Müfettişleri, asli kusurlu, Ocak havalandırma planını hazırlayan, onaylayan ve kontrol eden işletmeci ve ruhsat sahibi; d- İşveren;e- İşveren Vekilleri;f- TKİ- ELİ Kontrol Baş Mühendisi; g- TKİ-ELİ Soma Kömürleri A.S. Eynez ocağı kontrol mühendisleri, asli kusurludur.Konuya ilişkin olarak gerekli uyarı ve müdahalelerde bulunmayan; h- Emniyet Basmühendisi; i- Teknik Nezaretçi; j-Daimi Nezaretçi;k- İş Güvenliği Uzmanları, tali kusurludur.Soma Kömür işletmeleri tarafından hazırlanan ve TKİ Genel Müdürlüğünce onaylanan Revize Projesinin sayfasında 18 başlığı altında verilen değerlendirmede, metan sorunu ile uğraşılan bu tür ocaklarda çalışanların en kısa ve en kolay yolla yerüstüne naklinin çok önemli olduğu vurgulanmaktadır. Bunun sağlanması için yeni bir planlama ile yeryüzüne bağlantılı galerilerin sürülmesi kararlaştırılmış, bu konuda 2010 tarihinde 7231 muhaberat no ile TKİ Müessese Müdürlüğünden izin istendiği belirtilmiştir. 2010 tarihli TKİ Müessese Müdürlüğü oluru ile birisi acil çıkış galerisi olmak üzere iki ayrı galeri en temiz hava girecek olup, yeni sürülecek galeri ile de hava çıkışı sağlanacağı belirtilmiştir. Ancak Revize projesi Plan 2'de gösterilen bu galeri, üretim sınırlarında yapılan değişiklik neticesinde üretim rezervi içerisinde kalarak rezervzayiatının engellenmesi amacıyla oluşturulmamıştır. Olay esnasında kaçışı sağlayacak böyle bir yolun, iş güvenliği göz ardı edilerek ve sadece kömür rezervi düşünülerek iptal edilmesi nedeni ile; a- TKİ Yönetim Kurulu Başkanı; b- TKİ İşletme Dairesi Başkanı, asli sorumludur. Revize projesinde, sözleşmede belirlenen 000 ton/yıl üretimin gerçekleştirilebilmesi için, yer altı ve yerüstü çalışanların sayısı 2226 kişi olarak verilmiştir. Bu kapasitenin sağlanması için birisi yedek olmak üzere 2 adet 2500 m3/dakika kapasiteli vantilatör kullanıldığı beyan edilmiştir. 2012 yılında gerçekleştirilen kömür üretimi 015 ton, 2013 yılında ise bu rakam 457 ton'dur ve 2014 yılındaki havalandırma ölçümlerinin yapıldığı defterlerde, ocak çıkış havası debisinin 1980 m3/dakika civarında olduğu saptanmıştır. Bazı ayaklarda ölçülen hava hızlarının, sınır değer olan 5 m/sn' nin altında olduğu saptanmıştır. 2014 yılının Mart ayında, hak ediş dosyasından alınan sigortalı olarak prim yatırılan toplam işçi sayısı 3367 olarak belirlenmiştir. Üretimin iki katından fazlasına çıkarılmış, çalışan sayısının artırılmış olmasına rağmen, havalandırma sisteminin aynen korunmuş olması iş sağlığı ve güvenliği yönünden çok büyük bir ihmali ortaya koymaktadır. Havalandırma ile ilgili yukarıda belirtilen uygunsuz durumu göz ardı ederek çalışmalarını sürdüren; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri;c- Teknik Nezaretçi;d- İş Güvenliği Uzmanları, asli kusurludur.Revize projeyi onaylayan, ancak üretim ve havalandırma uygulamasını kontrol etmeyen,e- TKİ Yönetim Kurulu Başkanı;f- TKİ İşletme Dairesi Başkanı;g- TKİ- ELİ Kontrol Baş Mühendisi, asli kusurludur. 2010 yılından olayın meydana güne kadar uygulamayı denetlemede gerekli özeni göstermeyen; h- 2010 yılından olay tarihine kadar, S... A.Ş Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur, i- 2010 yılından olay tarihine kadar, S... A.S. Eynez işletmesinde denetim yapan CSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, tali kusurludur. Yangın tehlikesi bulunan yer altı kömür işletmelerinde, yanmaya karşı gerekli önlemlerin alınması, kullanılan makine ve ekipmanların yanmaz veya zor tutuşur malzemelerden seçilmesi gerekmektedir. Grizulu ocak olarak sınıflandırılan Eynez yer altı işletmesinin tüm elektrikli ekipmanlarının anti-grizu veya alev sızdırmaz (EX-proff) olarak seçilmesi gerekmektedir. Gerçekleştirilen keşiflerde, yardımcı tahkimat malzemesi olan ahşap kamaların, PVC boruların ve bantların yangına karşı dayanıklı olmadığı, bant motorlarından bazılarının ve elektrik kablolarının bağlantı uç ekipmanlarının alev sızdırmaz olarak seçilmediği tespit edilmiştir. Yangına meyilli olan böyle bir işletmede, yangın riskine karşı gerekli altyapıyı oluşturmayan; a- İşveren:b- İşveren Vekilleri; asli kusurludur, Gerekli uyarıları yapmayan ve müdahalelerde bulunmayan; c- Teknik Nezaretçi; d- İş Güvenliği Uzmanları, tali kusurludur. Denetleme ve işi durdurma yetkisine sahip; e- 2010 yılından olay tarihine kadar, S... A.Ş. Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludurlar.f- 2010 yılından olay tarihine kadar S... A.Ş. Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, asli kusurludur. Çalışanların kullanımına verilen ve yangın esnasında işçilerin güvenli bölgeye kaçışlarına yardımcı olacak CO gaz maskelerinin kontrol kayıtlarının düzenli tutulmadığı ve rutin kontrollerin düzenli olarak yapılıp yapılmadığı anlaşılamamıştır. Tanık ifadelerinden, olay esnasında bazı CO maskelerinin işlevini yerine getirmediği, çalışanların zimmetinde bulunan maskelerin kontrollerinin uzun süre yapılmadığı anlaşılmıştır. CO gaz maskelerinin kontrol kayıtlarını denetlemekle görevli olan ve yaptırım gücünü uygulamayan; a- 2010 yılından olay tarihine kadar S... A.Ş. Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, asli kusurludur.b- İşveren;c- İşveren Vekilleri; d- Teknik Nezaretçi; e- İş Güvenliği Uzmanları, asli kusurludur. Teknik nezaretçi defterinin düzenli tutulmadığı, son 4 kaydın nüshalarının defterde kaldığı, tehlike sınırlarının aşılmış olmasına rağmen, tehlikeli gaz değerleri için defterde herhangi bir ibareye rastlanılmadığı yapılan incelemelerden anlaşılmıştır. Gaz ölçüm defterinden elde edilen veriler ile sensörlerden elde edilen verilerin birbirlerini tutmaması nedeniyle kayıtların rastgele tutulduğu tespit edilmiştir. Ölçüm anomalilerinin gözlenmeye başladığı 2014 yılı başından itibaren defterlerin tutulmasından, ölçümlerin yapılması ve kayıt altına alınmasından sorumlu; a- İşveren:b- işveren Vekilleri;c- Teknik Nezaretçi;d- İş Güvenliği Uzmanları;e- Ocak Havalandırma Mühendisi;f- Gaz Ölçümlerinden Sorumlu Mühendisler; g- İş Güvenliğinden Sorumlu Vardiya AmirIeri, asli kusurludur. Ocak havalandırmasının karmaşık yapısı nedeniyle daha fazla sensör ile kontrol edilmesi gerekirken, yeterli sayıda gaz ve sıcaklık sensörü bulunmamaktadır. Ocak sıcaklığı, sadece ocak hava çıkışında bulunan bir adet sensör ile kontrol edilmektedir. Vardiyalarda, ocak içi havasının sıcaklık ve gaz içeriği farklı bölümlerinde kontrol edilip kayıt altına alınması gerekmektedir. CO için ölçüm yapan sensörlerden 9 adeti düzgün veri üretmemesine rağmen bu durum göz ardı edilmiş, gereken tedbirler alınmamıştır. Sensörlerin kontrolünü yapma zorunluluğu bulunan, elde edilen verileri değerlendirmekle görevli olan, ancak bunları ihmal eden; a- Teknik Nezaretçi; b- iş Güvenliği Uzmanları;c- Ocak Havalandırma Mühendisi; d- Gaz Ölçümlerinden Sorumlu Mühendisler;e- İş Güvenliğinden Sorumlu Vardiya AmirIeri;f- TKİ- ELİ Kontrol Baş Mühendisi; g- TKİ- ELİ S... A.Ş. Eynez ocağı kontrol mühendisleri, asli kusurludur. Soma Kömürleri işletmesi, Eynez yer altı kömür sahasının bazı bölümlerinde, tek bir bacadan üretim yapılması nedeniyle tehlikeli olduğu için kullanımı sakıncalı olan Kara Tumba yöntemiyle üretim yapıldığı, imalat planlarında ve hak edişlerde verilen planlarda görülmektedir. Yeraltında çalışan sayısının artmasına ve risk faktörünün yükselmesine neden olan bu yöntemin, daha fazla kömür kazanılması için kullanılmasına izin veren ve bunları denetleme ve güvenli olmadığı için durdurma yetkisine sahip olmasına rağmen gerekli müdahaleyi yapmayan; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri; c- 2010 yılından olay tarihine kadar, S... A.Ş. Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri; d- 2010 yılından olay tarihine kadar, S... A.Ş. Eynez İşletme Projelerini inceleyen. denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları;e- TKİ Yönetim Kurulu Baskanı; f- TKİ İşletme Dairesi Başkanı;g- Teknik Nezaretçi, asli kusurludur. S... İşletmesine ait 2013 ve 2014 yılları Termin Takip kayıtları incelendiğinde, aylar ve yıllar bazında programlanan üretimden 2-2,5 kat fazla üretim yapıldığı anlaşılmaktadır (2013 yılı için programlanan üretim 000 Ton, gerçekleşen üretim 456 Ton). Bu sonuçlar, işletmede "Üretim Zorlaması" olduğunu ve işçilerin ifadelerinde de belirttiği gibi fazla çalışmaya zorlandıkları savını doğrulamaktadır. Üretim zorlaması beraberinde alınması gereken tedbirlerin alınmamasına ve tehlikeli çalışma koşullarının oluşmasına yol açmıştır. Üretim zorlamasını gerçekleştirmesi nedeni ile; a- İşveren:b- İşveren Vekilleri; c- TKİ Yönetim Kurulu Başkanı; d- TKİ İşletme Dairesi Baskanı; asli kusurlu, Üretim artışını karşılayacak gerekli proje değişikliklerini talep etmeyen ve buna bağlı yıllık üretim faaliyet raporlarını denetlemeyen; e- 2010 yılından olay tarihine kadar, S... A.Ş. Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur, Denetimlerinde işletme projesi, program ve üretim farklılıklarını göz önüne alarak kapsamlı denetleme yapmayan; f- 2010 yılından olay tarihine kadar. S... A.Ş. Eynez işletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettisleri, asli kusurludur. ... [Y]önetmelikte belirtilen, "vantilatör ve aspiratörlerin, gerektiğinde, hava akımını ters yöne çevirebilecek tipte düzenlenmiş olmalıdır" koşulu ocakta yerine getirilmemiştir. Bu durum kurtarma faaliyetlerinde olumsuz etki yaratmıştır. Ocağın girişinde bulunan ana havalandırma fanının bu teknolojik özelliğe sahip olmadığı tespit edilmiştir. Olayın başlamasından sonra hava akışının yönünü ters çevirmek için verilen karar sonucunda ocağa gönderilen hava miktarının önemli ölçüde azaldığı tanık ifadelerinden anlaşılmıştır.Bu teknik zorunluluğu yerine getirmeyen; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri, asli kusurludur.Eynez yer altı ocağı tek hat şeması üzerinden elektrik projesi incelendiğinde trafo, SF6 gazlı kesicilerin ve enerji taşıma kablolarının, bazı hatlarda uygun olmadığı sonucuna varılmıştır. İşletmenin elektrik sistemi, madenin çalıştırılması için güvenilir değildir. İşletme projesi içerisinde, elektrik projelerinin MİGEM'e sunulması ve onay alınması gerekmektedir. Ancak bu işlemin yerine getirilmediği belirlenmiştir. Bu nedenle; a- 2010 yılından olay tarihine kadar, S... A.Ş. Eynez İşletme Prolelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları;b- İşveren; c- İşveren Vekilleri, tali kusurludur. Maden ocağında kullanılan gaz sensörlerinin akredite bir kurum veya kuruluş tarafından kalibrasyonlarının yapılmadığı anlaşılmıştır. Şebeke enerjisi kesildiğinde yedek elektriksel güç (akü ve kesintisiz güç kaynağı) kaynakları ile sensörler beslenmelidir. Bu faciada sensörlerin yedek güç kaynaklarının yeterli olmadığı anlaşılmıştır. Türkiye Taşkömürü Kurumu'nun 24/08/2010 tarihli 'Merkezi Gaz izleme Sistemi (MGİS) Yönergesi' esas alındığında; Alt yapının kurulup çalıştırılmasından sorumlu; a- İşveren:b- İşveren Vekilleri; c- Merkezi Gaz İzleme Sisteminde görevli yetkili personel, asli kusurlu, Kontrol ve denetim yetkisi olan; d- 2010 yılından olay tarihine kadar, S... A.Ş. Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri;e- 2010 yılından olay tarihine kadar, S... A.Ş. Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, tali kusurludur. Kaza esnasında, olay yerindeki haberleşme cihazlarının çalışmadığı ifadelerden anlaşılmaktadır. Haberleşme cihazlarının ve aksesuarlarının yer altı standartlarına uygun olmadığı belirlenmiştir. Elektrik panolarında kablo eklerinin standart dışı bakırların birbirine sarılması ile yapıldığı, plastik banttarla sarıldığı tespit edilmiştir. Olay yerinin boşaltılması için haberleşme en önemli unsurdur. Haberleşme cihazlarının çalışmaması ve merkezi alarm sisteminin bulunmaması, tahliyenin gecikerek olayın büyümesi hususundaki en önemli unsurlardan birisidir. Bu nedenle gerekli tedbirleri almamış olan; a- İşveren; b- İşveren Vekilleri asli kusurludur, Projeleri kontrol etmeyen ve gerekli denetimleri yapmayan; c- 2010 yılından olay tarihine kadar, S... A.Ş. Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri; d- 2010 yılından olay tarihine kadar, S... A.Ş. Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur. Çalışılan kömür damarlarının yangına müsait oluşu dikkate alınarak özellikle terk edilen eski üretim alanlarının kontrolünün yapılarak kömür yangınlarına karşı gerekli önlemler alınmamıştır. Uygulanan üretim yöntemi, göçük içerisinde çok fazla yanmaya müsait kömür bırakmaya meyilli olması nedeniyle, yangına elverişli kömür ocakları için uygun değildir. Bu yöntem ile üretime karar veren ve bunu onaylayarak üretimin devam etmesini sağlayan; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri; c- TKİ İşletme Dairesi Başkanı; asli kusurludur, İşletme projesine onay veren, d- 2010 yılından olay tarihine kadar, S... A.Ş. Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları; asli kusurludur,Takibini yapan ve iş güvenliği açısından denetleme ve işi durdurma yetkisi olan; e- 2010 yılından olay tarihine kadar, S... A.Ş. Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, tali kusurludur. Çok Tehlikeli İş sınıfı kapsamına giren yer altı maden işletmelerinde yapılması gereken Risk Değerlendirmelerinin içerisinde ocak yangınlarına karşı kapsamlı bir Risk Değerlendirmesi ve alınacak önlemlere ilişkin bir bölüm mevcut değildir. Bu durum büyük bir eksiklik yaratmaktadır. Risk değerlendirmesini gerçekleştirecek eleman ve denetleyecek kurum olan; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri; c- İş Güvenliği Uzmanları;d- 2010 yılından olay tarihine kadar, S... A.Ş. Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, asli kusurludur. Çalışanlara işe başlamadan önce verilmesi gereken en az 32 saatlik mesleki eğitim, işe başlamadan önce verilmesi ve her yarı tekrarlanması zorunlu 16 saatlik iş Sağlığı ve Güvenliği Eğitimleri tam olarak verilmemiştir. Yine tanık ifadelerinden, söz konusu eğitimlerin gerçek anlamda yaptırılmadan belgelendirildiği, tekrarlama eğitimlerinin ise yaptırılmadığı kanaatine varılmıştır. Bu durumda; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri, asli kusurludur.İşverenin, 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası ve ilgili yönetmelik hükümleri uyarınca, en az biri A sınıfı uzman olmak üzere 3 adet iş Güvenliği Uzmanı ataması ve çalışan sayısının 3000 civarında olması nedeniyle bu kişilere iş Güvenliği dışında herhangi bir iş vermemesi gerekirdi. Bu yasal gerekliliği, yeterli bilgi ve deneyimi olmayan iş güvenliği uzmanlarına görev vererek yerine getiren ve ek farklı işlerle görevlendiren; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri, asli kusurludur. İşyerinde tahliye amaçlı bir planlama söz konusu değildir. Çalışanların işyerlerini terk edebilecekleri kısa ve alternatif yollar yapılmamış, herhangi bir tehlike durumunda tüm çalışanları uyarabilecek bir alarm sistemi, haberleşme sistemi ve yönlendirme levhaları kurulmamıştır. Bu nedenle, ilgili mevzuatı dikkate almayan; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri, asli kusurludur. Gerekli denetimler neticesinde tehlikeli durumu belirleyip gerekli önlemlerin alınmasını sağlamayan; c- 2010 yılından olay tarihine kadar, S... A.Ş. Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri;d- 2010 yılından olay tarihine kadar, S... A.Ş. Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur. Türkiye Kömür İşletmeleri tarafından, önce P... A.Ş.'ne daha sonra S... A.Ş.'ne 'Hizmet Alım Sözleşmesi ile Verilen ihale Konusu 000 Ton Kömür Üretim işi' 4857 sayılı iş Kanunu hükümleri açısından muvazaalı (hileli) olarak görülmektedir. Konuya ilişkin olarak hem Sayıştay KİT raporlarında, hem de TKİ tarafından yayımlanmış olan 2013 yılı Faaliyet Raporunda bu duruma dikkat çekilmiştir. Asli görevi kömür işletmeciliği olan, gerekli bilgi birikimi ve teknik personel desteğine sahip Türkiye Kömür işletmeleri'nin, asıl işi olan yer altı kömür üretimini, hizmet alım sözleşmesi ile iş güvenliğini göz ardı ederek, maliyet kaygısıyla alt işverene devretmesi nedeniyle; a- TKİ Yönetim Kurulu Başkanı; b- TKİ İşletme Dairesi Başkanı, asli kusurludur.” Başvurucu Ayşegül Demir, vekili aracılığıyla Başsavcılığaverdiği 11/9/2014 tarihli dilekçesinde, öz itibarıyla olayın meydana gelmesinde ELİ müessese müdürü ile yardımcılarının, yer altı kontrol şube müdürü ile müdür yardımcısının, maden ocağını denetleyen müfettişlerin, ELİ kontrol mühendislerinin, S... A.Ş.nin maden ocağını işletmeye başladığı tarihten sonraki yönetim kurulu başkanları ve üyeleri ile hissedarlarının, S... A.Ş. genel müdürü ile işletme müdür ve müdür yardımcılarının, iş güvenliğinden sorumlu başmühendis ile mühendislerin, iş güvenliği uzmanlarının, teknik nezaretçilerin, teknikerlerin ve vardiya amirlerinin de kusurlarının bulunduğunu iddia etmiştir. Vekilleri aracılığıyla Cumhuriyet Başsavcılığına 27/10/2014 tarihinde bir dilekçe veren başvurucular Elif Yılmaz, Onur Yılmaz, Nagihan Yılmaz, Hacer Yılmaz, Katriye Yılmaz, Abdülkadir Yılmaz, Gülşen Ejdar, Mefaret Akdağ, Yiğit Ahmet Akdağ, Nurcan Akdağ ve Ahmet Akdağ,başka hususlar yanında, S... A.Ş. yönetim kurulu başkanı ile yönetim kurulu üyelerinin, genel müdürünün, işletme müdürü ile yardımcılarının, emniyet baş mühendisinin, ocak daimî nezaretçisinin, teknik nezaretçinin, iş güvenliğinden sorumlu vardiya amirlerinin, iş güvenliği uzmanlarının, ocak havalandırma mühendisinin, sensör kayıtlarından sorumlu teknik personelin, gaz ölçümünden sorumlu mühendislerin, TKİ Yönetim Kurulu başkanı ile üyelerinin, TKİ İşletme Dairesi Başkanının, TKİ İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürünün, ELİ Müessese Müdürünün, ELİ kontrol baş mühendisleri ile kontrol mühendislerinin, Maden İşleri Genel Müdürü ile bu kurumun denetim ve kontrol elemanlarının, Çalışma Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanı ile 2010 yılından itibaren olay yerinde denetim yapan iş müfettişlerinin, Enerji Bakanlığına bağlı enerji kalitesi kıstasları denetimini yapan yetkililerin sorumlu olduğunu öne sürmüşlerdir. Yürüttüğü soruşturma sonunda ELİ Müdür Yardımcısı A.U., S... A.Ş.nin bir önceki Yönetim Kurulu Başkanı A.G. ve S... A.Ş.nin hissedarı, yöneticisi ya da çalışanı olan kırk iki kişi hakkında kovuşturmasızlık kararı veren Cumhuriyet Başsavcılığı, aralarında ELİ'de görevli bazı kontrol başmühendisleri ile mühendislerinin de bulunduğu 45 kişi hakkında -ki ELİ Müdürlüğü çalışanları dışındakiler şirket hissedarı, yöneticisi veya çalışanıdır- olası kastla öldürme ve netice sebebiyle ağırlaşmış yaralama veya bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma ya da taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçlarını işledikleri iddiasıyla Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) nezdinde kamu davası açılması için fezleke düzenleyip soruşturma evrakını Akhisar Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Kovuşturmazlık kararının ilgili kısmı şöyledir:“...Maktul Şüpheliler [S.Y.], [E.], [K.K.] ve [H.nin] eylemleri değerlendirildiğinde; her ne kadar olay ile ilgili hakkında kamu davası açmayı gerektirir yeterli delil olsa da şüphelilerin 13/05/2014 tarihinde meydana gelen olayda hayatını kaybetmesi nedeniyle 5237 Sayılı TCK' nın 64 maddesi gereğince haklarında kovuşturma işleminin yapılamayacağının anlaşıldığı, Diğer şüphelilerin eylemleri değerlendirildiğinde; şüpheliler hakkında 05/09/2014 tarihli Bilirkişi Asli raporunda herhangi bir kusur belirtilmediği, şüphelilerin üzerilerine atılı suçu işlediklerine dair somut herhangi bir delilin elde edilemediği ve yeterli şüphenin oluşmadığı tüm soruşturma dosya kapsamından anlaşılmakla;Maktul Şüpheliler ve şüpheliler hakkında AYRI AYRI KAMU ADINA KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA... [karar verildi.]” Başvurucu Ayşegül Demir, başka hususlar yanında ELİ Müdür Yardımcısı A.U. ile S... A.Ş.nin bir önceki Yönetim Kurulu Başkanı A.G.nin de olaydan sorumlu olduğunu, ayrıca ELİ Müessese Müdürü H., ELİ İşletme Müdür Yardımcıları İ., Y. ve S.A., Yeraltı Kontrol Şube Müdürü ve S... A.Ş. hissedarları N.A., İ.H.K. ve İ.K. hakkında soruşturma yapılmadığını belirterek vekili aracılığıyla kovuşturmasızlık kararına itiraz etmiştir. Bu itiraz Akhisar Sulh Ceza Hakimliğinin (Ceza Hâkimliği) 5/12/2014 tarihli kararıyla reddedilmiş ve karar başvurucu vekiline 7/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular Elif Yılmaz, Hacer Yılmaz, Nagihan Yılmaz, Abdulkadir Yılmaz, Katriye Yılmaz, Gülşen Ejdar, Onur Yılmaz, Mefaret Akdağ, Yiğit Ahmet Akdağ, Nurcan Akdağ ve Ahmet Akdağ'ın 27/10/2014 tarihli dilekçelerinde yazılı hususları da tekrar ederek vekilleri aracılığıyla kovuşturmasızlık kararına yaptıkları itiraz Ceza Hâkimliğinin 16/12/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar başvurucuların vekiline 5/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu Leyla Karaçoban, ifade ettiği başka hususlar yanında S... A.Ş.nin önceki Yönetim Kurulu Başkanı A.G., daha önce yönetim kurulu başkan vekilliği yapmış olan İ.K., Yönetim Kurulu Üyesi İ.H.K., TKİ Genel Müdürü, ELİ Müdürü ve müdür yardımcıları ile ELİ yer altı kontrol şube müdürü, bilirkişi raporunda kusur ve sorumlulukları tespit edilen ELİ kontrol mühendisleri, TKİ İşletme Dairesi Başkanı, 2010 yılından itibaren madenin işletme projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM denetim ve kontrol elemanları, 2010 yılından itibaren maden ocağında denetim yapan Çalışma Bakanlığı iş müfettişleri, ELİ kontrol başmühendisi, Maden İşleri Genel Müdürü ve MİGEM Yönetim Kurulu başkanı hakkında da kamu davası açılması gerektiğini belirterek kovuşturmasızlık kararına itiraz etmiştir. Bu itiraz Ceza Hâkimliğinin 29/12/2014 tarihli kararıyla reddedilmiş olup anılan karar başvuru Leyla Karaçoban'ın vekiline 12/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.b. Fezlekenin Düzenlenmesinden Sonraki Süreç Başvurucu Leyla Karaçoban, vekili aracılığıyla Akhisar Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 26/12/2014 tarihli dilekçesinde kovuşturmasızlık kararına yaptığı itirazda dile getirdiği hususlara benzer iddialarda bulunmuştur. Akhisar Cumhuriyet Başsavcılığı, Cumhuriyet Başsavcılığının haklarında fezleke düzenlediği 45 şüpheli hakkında olası kastla öldürme ve netice sebebiyle ağırlaşmış yaralama veya bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma ya da taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçlarından Ceza Mahkemesi nezdinde kamu davası (ana dava) açmıştır. İddianameye göre haklarında kamu davası açılan kişiler ile bu kişilerin yaptığı görevler ekli 2 No.lu listede yer almaktadır. Başvurucular söz konusu davada katılan sıfatıyla yer almışlardır. Olayın şüphelilerinden E.E., müdafii aracılığıyla Akhisar Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği 22/12/2014 tarihli dilekçesinde maden ocağında aralarındaS.nin de bulunduğu altı daimî nezaretçinin görev yaptığını ve bu kişilerden birinin olay esnasında vefat ettiğini iddia etmiştir. Akhisar Cumhuriyet Başsavcılığı, bilirkişi raporunda daimi nezaretçilere de kusur atfedilmesine rağmen soruşturmada daimî nezaretçilerin tespit edilmediğini belirterek söz konusu dilekçeyi Soma Cumhuriyet Başsavcılığına iletmiştir.Soma Cumhuriyet Başsavcılığı, S.nin daimî nezaretçi olarak görev yapmadığı gerekçesiyle kovuşturmasızlık kararı vermiş ancak daimî nezaretçi olduğunu tespit ettiği E. hakkında bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçundan Ceza Mahkemesi nezdinde kamu davası açılması için E. ile ilgili soruşturma evrakını Akhisar Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Akhisar Cumhuriyet Başsavcılığının E. hakkında tanzim edilen fezlekeye istinaden açtığı kamu davası Ceza Mahkemesince ana dava ile birleştirilmiştir. Bazı katılanların S... A.Ş.nin önceki Yönetim Kurulu Başkanı A.G.nin de olaydan sorumlu olduğu iddiasıyla verdikleri dilekçeyi Ceza Mahkemesi 2/9/2015 tarihinde Soma Cumhuriyet Başsavcılığına iletmiştir. Anılan dilekçeye istinaden Başsavcılık derhâl bir soruşturma başlatmıştır. Ceza Mahkemesi, sanıklardan Hi.K. ve H.A.nın daimî nezaretçi olduğunu, ancak iddianamede bu husustan söz edilmediğini 2/9/2015 tarihinde Başsavcılığın dikkatine sunmuştur. Bunun üzerine Başsavcılık bu sanıklar hakkında bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçundan fezleke düzenleyip soruşturma evrakını Akhisar Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiş, Akhisar Cumhuriyet Başsavcılığı da fezlekeye istinaden Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. Ceza Mahkemesi bu davayı da ana dava ile birleştirmiştir. Olayda vefat eden bazı kişilerin yakınlarınca açılan tazminat davalarında alınan birkaç bilirkişi raporunu getirten Ceza Mahkemesi, hepsi akademik unvana sahip, maden, jeoloji, iş güvenliği, elektrik, iş hukuku veya ceza hukuku alanında uzman olan kişilerden oluşan bilirkişi heyeti refakatinde 5/2/2016 tarihinde olayın meydana geldiği maden ocağında keşif yapmıştır. Keşifte hazır bulunan, on bir kişiden oluşan bilirkişi heyetince hazırlanan raporda, başka hususlar yanında şu tespitlere yer verilmiştir:i. Olayın meydana gelmesindeki temel neden, eski imalattan sızan/üflenen gazlar ve yanıcı gazların tutuşmasına bağlı olarak bant üzerinde taşınan kömürlerin, lastik konveyör (bir malzemenin bir noktadan başka bir noktaya aktarılmasını sağlayan düzenek) bandının, ortamdaki kömür tozlarının, elektrik kablolarının, ağaç tahkimatın (maden yatağında açılan bir kanalın çökmesini önlemek amacıyla sağlamlaştırma); mazot, yağ vb. ile plastik boruların yanması sonucunda oluşan gaz ve dumandır.ii. Ocağın bir bölmesinde meydana gelen ve mücadelesi zor olsa da lokal kalabilecek olay ani gelişmesi, olumsuz ocak yapısı ve mevzuata aykırı bazı uygulamalar nedeniyle facia boyutuna ulaşmıştır.iii. Büyük payın S... A.Ş. üst düzey yetkili idari ve teknik elemanlarında olması kaydıyla Başsavcılıkça alınan bilirkişi raporundaki kusur atıfları yerindedir.iv. Haklarında dava açılmayan S... A.Ş.nin önceki Yönetim Kurulu Başkanı A.G. ve Yönetim Kurulu Üyesi Y. ile S... A.Ş.de genel müdür teknik yardımcısı olan Ha.K., eğitim mühendisi olan Mu.B., acil durum yönetici olarak görünen Işıklar İşletmesi Müdürü H.E. de olayın meydana gelmesinden sorumludur.v. Yetki ve statüleri dikkate alındığında S... A.Ş.deki görevleri elektrik başmühendisi, hazırlık üç vardiya amiri, mekanize ayak üç vardiya amiri, klasik ayak vardiya mühendisi, mekanize ayak vardiya mühendisi, vardiya mühendisi, vardiya teknikeri ya da gaz izleme personeli olan yirmi üç sanığın ve ELİ kontrol mühendisi olan beş sanığın olayın meydana gelmesinde kusurları bulunmamaktadır. Bilirkişi raporunun bir örneğini alan Başsavcılık A.G. hakkındaki soruşturmayı (bkz. § 30) bilirkişi raporunda kusur atfedilen Y., Ha.K., Mu.B. ve H.E.yi de içerek şekilde genişletmiş ve A.G., Ha.K. ve E.K. hakkında daha önce verilen kovuşturmasızlık kararının Ceza Hâkimliğince kaldırılması üzerine söz konusu kişiler hakkında da Ceza Mahkemesinde kamu davası açılması için soruşturma evrakını Akhisar Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Akhisar Cumhuriyet Başsavcılığınca açılan dava, Ceza Mahkemesince ana dava ile birleştirilmiştir. Yaptığı yargılama sonunda bilinçli taksirle veya taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birden fazla kişinin yaralanmasına neden oldukları gerekçesiyle on dört sanığın süreli hapis cezalarıyla cezalandırılmalarına karar veren Ceza Mahkemesi, olayın meydana gelmesinde taksir derecesinde dahi olsa kusurlarının bulunmadığı gerekçesiyle aralarında S... A.Ş.nin önceki Yönetim Kurulu Başkanı A.G., Yönetim Kurulu Üyesi Y., genel müdür teknik yardımcısı olan Ha.K. ve ELİ'de görevli kontrol başmühendisleri ile mühendislerinin de bulunduğu diğer sanıkların beraatine karar vermiştir. Ceza Mahkemesi 12/7/2018 tarihinde denetim görevlerini ihmal ettikleri gerekçesiyle kazanın yaşandığı ocağa ilişkin asli denetim görevi bulunan kurumlar hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Bu suç duyurusu nedeniyle yeni bir soruşturma başlatan Başsavcılık, soruşturmaya devam etmek için Ceza Mahkemesince verilen kararın kesinleşmesini beklemektedir. İlk derece mahkemesi Cumhuriyet savcıları ve başvurucular dâhil bazı katılanlar ile mahkûm sanıklar tarafından yapılan istinaf başvurularını 18/4/2019 tarihinde inceleyen İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (İstinaf Dairesi), olayın meydana gelmesinde ve neticenin doğmasında temel kusur olarak maden ocağına daha önce eski imalat sahalarında biriken, oturma ve göçme nedeniyle ocağın içine doğru püsküren yoğun zehirli gazlar ve ocakta çıkan yangın nedeniyle oluşan zehirli gazların ocağın içine girmesinin engellenememesi ve tahliyesinin sağlanamaması ile işçilerin bu zehirli gazlardan korunamamaları ve zamanında tahliyelerinin sağlanamaması noktasında toplandığı tespitinde bulunmuş; bazı sanıklar hakkında kurulan hükümlerde bulunan güvenlik tedbirleriyle ilgili bölümleri çıkarıp istinaf başvurusuna konu karardaki bazı ifadelerle yazım hatalarını da düzelterek istinaf başvurularını esastan reddetmiştir. İstinaf Dairesince verilen karar -temyiz formuna göre- İzmir Bölge Adliyesi Cumhuriyet savcısı, on dört sanık ve başvurucu Ayşegül Demir hariç olmak üzere bütün başvurucuların da bulunduğu bazı katılanlarca temyiz edilmiş olup Ceza Mahkemesince verilen karar bu nedenle henüz kesinleşmemiştir. Haklarında Soruşturma İzni İstenen Kişilere İlişkin Soruşturma Başsavcılık 27/5/2014 tarihinde, görevlerini ihmal ettikleri yönünde şüphe oluştuğu gerekçesiyle maden ocağının denetimini yapan görevliler ve Çalışma Bakanlığı iş sağlığı ve güvenliği genel müdürü hakkında Çalışma Bakanlığı ile Enerji Bakanlığından soruşturma izni istemiştir.a. Çalışma Bakanlığı Görevlileriyle İlgili Süreç Çalışma Bakanlığı, haklarında ön inceleme yürüttüğü iş sağlığı ve güvenliği genel müdürü ile iş başmüfettişi, iş müfettişi veya iş müfettiş yardımcısı olan on iki kişi hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Başsavcılık ve başvurucu Ahmet Akdağ ile bazı kişiler bu karara Danıştay Birinci Dairesi (Birinci Daire) nezdinde itiraz etmiştir. Birinci Daire 4/12/2014 tarihinde 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporunda yer alan iş müfettişleriyle ilgili tespitlere işaret ederek eksik inceleme yapıldığı gerekçesiyle soruşturma izni verilmemesine dair kararın kaldırılmasına karar vermiştir. Anılan kararın ilgili kısmı şöyledir:“......2009-2014 yılları arasında anılan maden ocağını denetleyen iş müfettişlerinin denetim görevlerinin kapsam ve konuları dikkate alınarak raporda belirtilen aykırılıkları/olumsuzlukları tespit edip etmedikleri, düzenledikleri raporlarda bu tespitlere yer verip vermedikleri, anılan hususlarda işlem yapılmasını önerip önermedikleri veya işlem tesis edip etmedikleri, bu bağlamda söz konusu işlemleri tesis etmekle yetkili ve görevli birimler de belirlenerek iş müfettişlerinin görevleri kapsamındaki gerekli işlemleri yapıp yapmadıkları hususlarının ayrıntılı olarak araştırılması, bilirkişi raporundaki tespitler ve belirlenen kusur durumlarına göre ön inceleme konusu eylemlerin ve bu eylemlerde sorumluluğu bulunanların belirlenmesi gerektiğinden, itirazın kabulüyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının 2014 tarih ve İTK-04 sayılı soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararının eksik inceleme nedeniyle kaldırılmasına, yukarıda belirtilen şekilde yeniden ön inceleme yapılmak ve rapordaki tespitlere göre isnat edilen eylemler ayrıştırılmak suretiyle bu eylemlerde sorumluluğu bulunan bütün ilgilerinin ismen ve görev ünvanlarıyla tespit edilmesi, bu kişilerin isnat edilen eylemlerle illiyet bağları ve sorumlulukları irdelenerek bütün ilgililer hakkında soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin yeni bir karar verilmesi[ne]... karar verildi.” 9/3/2015 tarihinde Çalışma Bakanlığına bir müzekkere yazan Başsavcılık, Birinci Daire tarafından verilen karar sonrasında herhangi bir ön inceleme yapılıp yapılmadığını sormuş ve soruşturma izni verilmesini istemiştir. Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığında (Teftiş Kurulu) görevli bir başmüfettiş, iki müfettiş ve üç müfettiş yardımcısınca hazırlanan 28/7/2015 tarihli ön inceleme raporunda, ön inceleme için öngörülen yasal süre içinde yeni bilirkişi incelemesi yaptırılmasının mümkün olmadığı, ancak soruşturma aşamasında alınan 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporundaki kusur tespitlerinin genel ve hukuki yönden mesnetsiz olduğu belirtilerek teknik değerlendirmeler yanında hukuki değerlendirmeler de yapabilecek uzman kişilerden oluşan yeni bir bilirkişi heyetinin maden kazasını incelemek üzere görevlendirilmesinin uygun olacağı ifade edilmiştir. Ayrıca ön inceleme raporunda, kazanın asıl oluş nedeni ve bu nedenin ortaya çıkmasında sorumluluğu bulunanlar hakkında yeterli delil ve emareye ulaşılamadığından soruşturma izni verilmemesi gerektiği açıklanmıştır. Çalışma Bakanı 7/9/2015 tarihinde, yukarıda belirtilen 28/7/2015 tarihli ön inceleme raporunu esas alarak iş sağlığı ve güvenliği genel müdürü ile iş başmüfettişleri ve müfettişleri hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Bu karara Cumhuriyet Başsavcılığı ve birkaç kişi haricinde başvurucular Elif Yılmaz, Onur Yılmaz, Nagihan Yılmaz, Hacer Yılmaz, Katriye Yılmaz, Abdulkadir Yılmaz, Gülşen Ejdar, Mefaret Akdağ, Yiğit Ahmet Akdağ, Nurcan Akdağ ve Ahmet Akdağ itiraz etmiştir. Ön incelemedeki tespitlerden hareketle haklarında ön inceleme yapılanların eylemleri ile maden kazasının meydana gelmesi arasında doğrudan bir illiyet bağı kurulamadığı sonucuna ulaşan Birinci Daire 10/12/2015 tarihli ve E.2015/1720, K.2015/1723 sayılı kararıyla, soruşturma izni verilmemesine itiraz eden başvurucuların itirazını reddetmiştir. Anılan kararın ilgili kısımları şöyledir:“......[M]aden ocağının işçi sağlığı ve iş güvenliği yönünden gerekli denetimlerinin yapıldığı, iş müfettişlerince denetim görevinin yerine getirildiği,Maden ocağını teftişten önce işveren veya vekiline haber verildiği ve teftiş yapılacak güzergahın, ocağın hangi panosunda inceleme yapılacağının bildirildiği iddiasına yönelik olarak somut bir delil bulunmadığı, diğer taraftan, ocakta yüzeysel olarak denetleme yapıldığı, tünellere inmeden, sorunsuz ve havadar alanların incelendiği, antigrizu malzeme olarak gösterilen panoları ve elektrik motorlarının yeterince incelenmediği, rastgele seçilenişçiler yerine önceden seçilen ve ne söylemeleri gerektiği bildirilen işçilerle görüşüldüğü, gazizleme ile ilgili kayıtların geriye dönük olarak incelemesinin yapılmadığı iddialarının incelenmesinde, tanık ifadelerine başvurulduğu, bu tanıkların [A.Ç., E.E., İ.A. ve A.G.Ç.] ifadelerinde, iş müfettişlerince yapılan denetimlerde maden ocağına inildiği, tüm malzemenin kontrol edildiği, gaz izleme ölçüm kayıtlarının tutulduğu defterlerin denetlendiği hususlarının belirtildiği, konuyla ilgili ön incelemede, ilgililerin kendilerine verilen görevleri anılan mevzuat kapsamında yerine getirmiş oldukları sonucuna ulaşıldığı görülmüştür.Bu ön incelemedeki tespit ve değerlendirmelerden hareketle, anılan ocağın kontrol ve denetimine ilişkin olarak mevzuat uyarınca İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü ile iş müfettişlerine verilen görevlerin gereği gibi yerine getirilerek ocağın kontrol ve denetiminin yapıldığı sonucuna ulaşıldığı, bu denetimler sonucunda gerekli işlemlerin tesis edilmesinin ve işçi sağlığı ve iş güvenliğine ilişkin gerekli tedbirlerin alınmasının sağlandığı, nitekim söz konusu maden kazasından önce en son 13,14,17,2014 tarihlerinde ocağın genel denetiminin yapıldığı, bu denetimler sonucunda düzenlenen 2014 tarih ve 8 sayılı raporda, ocakta işçi sağlığı ve iş güvenliği yönünden eksiklik tespit edilemediğinin belirtildiği, madencilik faaliyetinin süreklilik arz etmesi nedeniyle belirli zaman aralıklarında denetim ve kontrol gerçekleştiren iş müfettişlerinin maden ocaklarındaki her türlü faaliyet/eylem/kaza sebebiyle sorumlu tutulmalarının mümkün olmadığı, işveren ve işçiler tarafından gerçekleştirilen faaliyetlerin denetim zamanları dışında gözlemlenmesinin mümkün olmadığı, bu nedenle denetim zamanları dışında ocaktaki faaliyetlerden ilgililerin sorumluluklarının olamayacağı, kaldı ki, ilgililerin geçmişte yaptıkları denetimlerde usulsüzlük olduğu, denetimlerde bazı hususları gizledikleri veya olduğundan farklı gösterdikleri veya bu denetimler sonucunda düzenledikleri raporların eksik, yanlış, yanlı ve hatalı olduğu yolunda somut tespitler bulunmadığı, haklarında ön inceleme yapılanların eylemleri ile maden kazasının meydana gelmesi arasında doğrudan bir illiyet bağı kurulamadığı anlaşılmıştır.Öte yandan, maden kazasıyla ilgili devam eden yargılamada ocağın denetimlerinde usulsüzlükler bulunduğu yolunda delil, bilgi ve belge elde edilmesi halinde sorumlular hakkında yeniden ön inceleme yapılabileceği de açıktır.Açıklanan nedenlerle ilgililere isnat edilen eylemin, haklarında soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığı anlaşıldığından, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının soruşturma izni verilmemesine ilişkin 2015 tarih ve İTK-04 sayılı kararına yapılan itirazların reddine ... karar verildi.” Birinci Daire tarafından verilen nihai karar başvurucular Elif Yılmaz, Onur Yılmaz, Nagihan Yılmaz, Hacer Yılmaz, Katriye Yılmaz, Abdulkadir Yılmaz, Gülşen Ejdar, Mefaret Akdağ, Yiğit Ahmet Akdağ, Nurcan Akdağ ve Ahmet Akdağ vekiline 12/7/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.b. Enerji Bakanlığı Görevlileriyle İlgili Süreç Başsavcılık 30/9/2014 tarihinde, 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporuna istinaden olay tarihinden geriye doğru son iki yıl içinde denetlemede görev almış olup da daha önce haklarında soruşturma izni verilen kişiler dışında kalan ancak 2010 yılından sonra ilgili maden ocağına ilişkin işletme projelerini inceleyen, denetleyen veya onay veren görevliler ile Maden İşleri Genel Müdürü, TKİ Yönetim Kurulu Başkanı ve TKİ İşletme Dairesi Başkanı hakkında Enerji Bakanlığından soruşturma izni istemiştir. Anılan yazıdan söz konusu soruşturma izni verilmesine ilişkin kararın içeriği tespit edilememiştir. Enerji Bakanı 25/11/2014 tarihinde haklarında ön inceleme yürütülen Maden İşleri Genel Müdürü, Maden İşleri Genel Müdür Yardımcısı, iki daire başkanı, iki müdür, üç mühendis, on beş Maden Tetkik Heyeti üyesi (bu üyelerden birinin vefat ettiği anlaşılmıştır) ve TKİ Yönetim Kurulu Başkanı ile TKİ'de işletme daire başkanlığı görevini yürüten iki kişi hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Bu karara Başsavcılık Birinci Daire nezdinde itiraz etmiştir. Birinci Daire 19/3/2015 tarihinde, meydana gelen maden kazasının birden fazla bakanlığı ve kamu kurumunu ilgilendirmesi nedeniyle şikâyet konusunun Teftiş Kurulunca incelenmesi gerektiğini belirtip maden kazasının meydana gelmesinde sorumluluğu bulunan tüm kamu kurumları ve bakanlıklar ile illiyet bağı olan kamu görevlilerinin belirlenmesi, illiyet bağı belirlenen kamu görevlilerinin ifadelerinin alınması, bu kişilerin olayın meydana gelmesindeki sorumluluk ve kusurlarının ortaya konulması lüzumuna işaret ederek soruşturma izni verilmemesine dair kararın kaldırılmasına karar vermiştir. 4/12/2014 tarihli karar uyarınca Çalışma Bakanlığı görevlileri hakkındaki ön incelemenin de Teftiş Kurulunca yapılması gerektiğine değinilen anılan kararın ilgili kısmı şöyledir: “...2014tarihli bilirkişi raporunda, anılan maden ocağını işleten işveren, vekilleri ve çalışanlar ile birlikte maden ocağının sahibi Türkiye Kömür İşletmeleri A.Ş., Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Maden İşleri Genel Müdürlüğü ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının ilgili görevlilerinin de denetim ve kontrol görevlerini yerine getirmedikleri gerekçesi ile kazanın meydana gelmesinden sorumlu oldukları (kusurlu bulundukları) yolunda tespitlerde bulunulduğu, anılan tespit üzerine ilgili Bakanlıklarca sorumlular hakkında ön inceleme yapıldığı görülmekle birlikte, meydana gelen maden kazasının birden fazla Bakanlığı ve kamu kurumunu ilgilendirmesi ve olayın meydana gelmesiyle bu Bakanlıklarda ve kamu kurumunda çalışanların illiyet bağlarının bulunduğunun belirlenmesi nedeniyle şikayet konusunun Devlet teşkilatındaki bütün kamu kurum ve kuruluşlarında, teftiş, denetim veya bu maksatla kurulmuş olan birimlerin görev, yetki ve sorumluluklarını haiz olarak her türlü inceleme, araştırma, soruşturma ve teftiş yapma veya yaptırmaya yetkili olan Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığınca incelenmesi gerektiği anlaşıldığından, itirazın kabulüyle Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanının 2014tarih ve 129sayılı soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararının kaldırılmasına, bu maden kazasının meydana gelmesinde sorumluluğu bulunan tüm kamu kurumları ve bakanlıklar ile illiyet bağı olan kamu görevlilerinin belirlenmesi, illiyet bağı belirlenen kamu görevlilerinin ifadelerinin alınması, bu kişilerin olayın meydana gelmesindeki sorumluluk ve kusurlarının ortaya konulması, gerekirse kazayla ilgili olarak tekrar bir bilirkişi incelemesi yaptırılması, Soma Cumhuriyet Başsavcılığınca yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen bilirkişi raporu ile yapılacak inceleme sonucu elde edilecek bilgi ve belgelere göre ilgili kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmesi veya verilmemesi şeklinde öneri getirilmek suretiyle ön inceleme raporu düzenlenmesi, düzenlenen ön inceleme raporunun sorumlulukları tespit edilen kamu görevlileri hakkında karar vermeye yetkili mercilere gönderilmesi, yetkili merciler tarafından ilgili kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmesi veya verilmemesine ilişkin bir karar verilmesi... Diğer taraftan şikayet konusu eylem nedeniyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı görevlileri hakkında yapılan ön inceleme sonucunda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının soruşturma izni verilmemesine ilişkin 2014 tarih ve İTK- 04 sayılı kararının verildiği, bu karara yapılan itirazların Dairemizin 2014 tarih ve E:2014/1726, K:2014/1762 sayılı kararıyla kabul edildiği ve söz konusu kararın kaldırıldığı, ön incelemede tespit edilen eksikliklerin giderilmesi için dosyanın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına iade edildiği bilinmekle birlikte, yukarıda açıklanan gerekçeler doğrultusunda anılan kararımız üzerine Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı görevlileri hakkında gerekli ön incelemenin de Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığınca yapılması gerektiği, açıklanan nedenle bu kararımızın bir örneğinin de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına, kararın bir örneğinin de itiraz edene gönderilmesine 2015tarihinde oybirliğiyle karar verildi.” Yukarıda anılan Teftiş Kurulu raporuna (bkz. § 43) istinaden Enerji Bakanı, 18/8/2015 tarihinde 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporunda eksiklikler bulunması ve kırk beşgünlük ön inceleme süresinde yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırılmasının mümkün olmaması sebebiyle kazanın asıl oluş nedeni ile bu nedenin ortaya çıkmasında sorumluluğu bulunanlar hakkında yeterli delil ve emareye ulaşılamadığı gerekçesiyle Çalışma Bakanlığı çalışanları da dâhil haklarında ön inceleme yapılan tüm kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı bu karara itiraz etmiştir. Birinci Daire 10/12/2015 tarihli ve E.2015/1448, K.2015/1722 sayılı kararla;i. Çalışma Bakanlığı çalışanları hakkında verilen kararın yetkisizlik nedeniyle kaldırılmasına, ii. TKİ İşletme Dairesi başkanları hakkında verilen kararın anılan görevlilerin genel soruşturma hükümlerine tabi olmaları sebebiyle kaldırılmasına, iii. Eyleminin ocağın işletilmesiyle ilgili ihale süreciyle sınırlı olması ve ocakta kaza ve ölüm olayları meydana gelmesiyle eylemi arasında doğrudan illiyet bağının bulunmaması nedeniyle TKİ Yönetim Kurulu Başkanı yönünden soruşturma izni verilmemesine dair karara yapılan itirazın reddine, iv. Enerji Bakanlığı'nın diğer çalışanları hakkında verilen kararın ise eksik inceleme nedeniyle kaldırılmasınakarar vermiştir. Bahse konu kararın ilgili kısmı şöyledir:“......Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığınca yaptırılan ön incelemede, konu hakkında ilgili Bakanlıklarca yaptırılan ön incelemeler sonucunda düzenlenen raporlar, Soma Cumhuriyet Başsavcılığına sunulan 2014 tarihli bilirkişi raporu ile ilgililerin ifadeleri yeterli görülerek inceleme yapıldığı, ön inceleme süresinin kısıtlılığı gerekçe gösterilerek Dairemiz kararında belirtildiği şekilde bir bilirkişi incelemesi yaptırılmadığı ve bilirkişi raporu temin edilmediği, bu eksiklikle düzenlenen ön inceleme raporu dayanak alınarak da soruşturma izni verilmemesine ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanının 2015tarih ve 84sayılı kararının verildiği görülmüştür.Oysa, 4483 sayılı Kanunun 7 nci maddesindeki, yetkili mercinin en geç kırk beş gün içerisinde ilgili memur veya diğer kamu görevlisi hakkında soruşturma izni verilmesi veya verilmemesi konusunda bir karar vermek zorunda olduğu yolundaki hükmün, ön inceleme konusu eylemin niteliği, kapsamı, özelliği dikkate alınmadan her ön incelemede mutlak uyulması gereken bir süreyi ifade ettiğinin kabulünün mümkün bulunmadığı, zira ön inceleme konusu eylemin teknik özellikler içermesi, niteliği, kapsamı, eylemin aydınlatılması için gerek görülen bilirkişi incelemesinde geçecek süre gibi zorunlu sebeplerle bu sürenin aşılabileceği, bu durumların varlığı halinde kırk beş günlük sürenin aşılmasının, ön incelemenin sıhhatini etkilemeyeceği açıktır.  Açıklanan nedenlerle, itirazın kabulüyle Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanının 2015 tarih ve 84sayılı kararının; ... için soruşturma izni verilmemesine ilişkin kısmının kaldırılmasına, Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığınca Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığında görevli ilgililer hakkında yeniden bir ön incelemesi yaptırılması ve bu ön incelemede Dairemizin 2015 tarih ve E:2015/75, K:2015/420 sayılı kararında belirtilen bilirkişi raporunun temin edilmesi, bu amaçla konusunda uzman, tarafsız ve bağımsız en az üç teknik kişiden oluşturulacak bilirkişi heyetinden, olayla ilgili bütün bilgi ve belgeler gönderilmek ve bu belgeler üzerinde inceleme yaptırılmak suretiyle maden kazasının meydana gelmesinin ve işçilerin ölüm nedenlerini açıklayan, Bakanlıkta görevli ilgililerin bu kazanın meydana gelmesinde ve ölüm olaylarında illiyet bağları bulunup bulunmadığı, kusur ve sorumlulukları olup olmadığı hususlarını tereddüde yer vermeyecek şekilde ortaya koyan, Soma Cumhuriyet Başsavcılığına sunulan 2014 tarihli bilirkişi raporundaki Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı personeline kusur atfeden tespit ve değerlendirmelerle ilgili açıklamalar içeren bir rapor alınması, bu rapor ile elde edilecek diğer bilgi ve belgelere göre yeniden bir ön inceleme raporu düzenlenmesi, bu ön inceleme raporunun ilgililer hakkında karar vermeye yetkili Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına gönderilmesi, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı tarafından da ilgililer hakkında soruşturma izni verilmesi veya verilmemesine ilişkin yeni bir karar verilmesi[ne] ... karar verildi.” Anılan karar üzerine Enerji Bakanlığı ön inceleme yapılması için dosyayı Teftiş Kuruluna göndermiştir. Teftiş Kurulu Birinci Daire kararının gereğinin Enerji Bakanlığınca yerine getirilmesi gerektiği gerekçesiyle ön inceleme dosyasını iade etmiştir. Enerji Bakanı 28/12/2016 tarihinde o zamana kadar soruşturma izni talebiyle ilgili süreçlerden söz edip Birinci Daire kararıyla kaldırılan 25/11/2014 tarihli soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararın dayanağı olan ön inceleme raporundaki tespitleri gözönünde bulundurarak haklarında ön inceleme yürütülen Maden İşleri Genel Müdürü, Maden İşleri Genel Müdür Yardımcısı, iki daire başkanı, iki şube müdürü, üç mühendis ve on dört Maden Tetkik Heyeti üyesi hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Başsavcılık, Ceza Mahkemesince alınan 15/8/2016 tarihli bilirkişi raporundaki tespitlere de değinerek anılan karara itiraz etmiştir. Birinci Daire 15/6/2017 tarihinde soruşturma izni verilmemesine dair kararın kaldırılmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: “......Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanının 2016 tarih ve 67 sayılı kararıyla ilgililer için soruşturma izni verilmemesine karar verildiği, söz konusu yetkili merci kararının, Dairemiz kararlarında sorulan hususları aydınlatan bilirkişi raporu alınmadan ve yeniden bir ön inceleme raporu düzenlenmeden, Dairemizin 2015 tarih ve E:2015/75, K:2015/420 sayılı kararıyla kaldırılan Bakanın 2014 tarih ve 129 sayılı soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararının dayanağı 2014 tarih ve 193 sayılı ön inceleme raporundaki tespitler göz önünde bulundurularak verildiği anlaşılmıştır.Ancak, söz konusu Daire kararlarımızın gereği yerine getirilerek Bakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığınca Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığında görevli ilgililer hakkında yeniden bir ön incelemesi yaptırılması ve bu ön incelemede Dairemiz kararlarında sorulan hususları aydınlatan bilirkişi raporu temin edilmesi, bu amaçla konusunda uzman, tarafsız ve bağımsız en az üç teknik kişiden oluşturulacak bilirkişi heyetinden, olayla ilgili bütün bilgi ve belgeler gönderilmek ve bu belgeler üzerinde inceleme yaptırılmak suretiyle maden kazasının meydana gelmesinin ve işçilerin ölüm nedenlerini açıklayan, Bakanlıkta görevli ilgililerin bu kazanın meydana gelmesinde ve ölüm olaylarında illiyet bağları bulunup bulunmadığı, kusur ve sorumlulukları olup olmadığı hususlarını tereddüde yer vermeyecek şekilde ortaya koyan, Soma Cumhuriyet Başsavcılığına sunulan 2014 tarihli bilirkişi raporundaki Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı personeline kusur atfeden tespit ve değerlendirmelerle ilgili açıklamalar içeren bir rapor alınması, ayrıca maden kazasıyla ilgili olarak devam eden ceza yargılamasında Mahkeme tarafından temin edilen bilirkişi raporları mevcut ise bu raporların da elde edilerek değerlendirilmesi, bu rapor ile elde edilecek diğer bilgi ve belgelere göre yeniden bir ön inceleme raporu düzenlenmesi, bu ön inceleme raporunun ilgililer hakkında karar vermeye yetkili Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına gönderilmesi, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı tarafından da ilgililer hakkında soruşturma izni verilmesi veya verilmemesine ilişkin yeni bir karar verilmesi gerekmektedir....” Birinci Daire tarafından verilen karar üzerine yürütülen ön incelemede bir maden yüksek mühendisi, bir elektrik yüksek mühendisi ve bir maden mühendisinden oluşan üç kişilik bilirkişi heyetinden rapor alınmıştır. Enerji Bakanı 31/7/2019 tarihinde haklarında ön inceleme yürütülen TKİ ya da MİGEM'de görev yapan toplam otuz kişi hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Sözü edilen kararda, öz itibarıyla, Başsavcılıkça alınan bilirkişi raporunun olayın meydana geldiği ocağın genel mevzuat açısından eksiklikleri hakkında düzenlendiği, olayın nasıl meydana geldiği, nedeni ve seyri konusunda bilimsel ve birbiri ile çelişmeyen herhangi bir tespit içermediği, MİGEM'in yılda bir kez kendi mevzuatı açısından eksikliklerin tespiti ve giderilmesi yönünden denetim yaptığı, sürekli hareket hâlinde dinamik bir yapıya sahip olan yer altı ocağında iş sağlığı ve güvenliği için ocak verilerinin güncel ve daha sık periyotlarla değerlendirilmesi gerektiği ve S... A.Ş.nin istihdam ettiği teknik personelin ocağın zehirli gazlardan etkilenebileceği hususunu gözeterek öncelikle üretime ara verip ocak çalışanlarını tahliye etmesi, daha sonra da yangının havayla temasının kesilmesi için müdahalede bulunması gerektiği ifade edilmiştir. Soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara Başsavcılıkça 11/9/2019 tarihinde itiraz edilmiş olup itiraz hakkında henüz bir karar verilmemiştir.B. Disiplin Soruşturmasıyla İlgili Süreç Çalışma Bakanlığı, başvuruya konu olay nedeniyle sadece olayın meydana geldiği maden ocağındaki en son denetimi gerçekleştiren İş Başmüfettişi E.G. ile İş Müfettiş Yardımcısı E.B. hakkında disiplin soruşturması yürütmüştür. Çalışma Bakanlığı Disiplin Kurulu, verilen görev ve emirleri kasten yapmama disiplin suçunu işlediği gerekçesiyle E.G.nin kademe ilerlemesinin durdurulması cezasıyla cezalandırılmasına, ancak adı geçen derecenin kademesinde olduğundan cezanın brüt aylıktan 1/4 oranında kesinti yapılmak suretiyle yapılmasına karar vermiştir. Çalışma Bakanı, kasıtlı olarak verilen emir ve görevleri tam ve zamanında yapmama, görev mahallinde kurumlarca belirlenen usul ve esasları yerine getirmeme disiplin suçunu işlediği gerekçesiyle E.B.nin aylıktan kesme cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. E.B.nin söz konusu karara yaptığı itiraz Disiplin Kurulu tarafından reddedilmiştir. Çalışma Bakanlığının Ceza Mahkemesine yazdığı 11/2/2016 tarihli yazıdan bahse konu disiplin cezalarına karşı idari yargıda dava açıldığı anlaşılmış, ancak anılan disiplin cezalarının kesinleşip kesinleşmediği belirlenememiştir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun “Kamu davasını açma görevi” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Soruşturma evresi sonunda toplanan deliller, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa; Cumhuriyet savcısı, bir iddianame düzenler. ” 5271 sayılı Kanun'un “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar, suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir. (2) (Değişik: 2/1/2017-KHK-680/10 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7072/9 md.) Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak yeni delil elde edilmedikçe ve bu hususta sulh ceza hâkimliğince bir karar verilmedikçe, aynı fiilden dolayı kamu davası açılamaz.” 5271 sayılı Kanun'un “Cumhuriyet savcısının kararına itiraz” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren onbeş gün içinde, bu kararı veren Cumhuriyet savcısının yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine itiraz edebilir.... (6) (Değişik: 2/1/2017-KHK-680/11 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7072/10 md.) İtirazın reddedilmesi halinde aynı fiilden dolayı kamu davası açılabilmesi için 172 nci maddenin ikinci fıkrası uygulanır.”
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1894
Başvuru, bir yer altı maden ocağında meydana gelen, birçok kişinin ölümü ve yaralanmasıyla sonuçlanan olaya ilişkin olarak yürütülen ceza soruşturması kapsamında bazı şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar kovuşturmasızlık kararı) verilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, uzun bir süreden beri tutuklu olduğunu, hakkındaki suç vasfının değişme ihtimalinin olduğunu, tutuklu bulunduğu süre dikkate alındığında tutuklamanın sonlandırılması gerektiğini ileri sürerek Anayasa’nın ve maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiş ve tahliye edilerek tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. Başvuru, başvurucu tarafından 19/12/2012 tarihinde Adana Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 11/6/2013 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm, 11/6/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 21/11/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 25/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 25/12/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı beyanlarını 30/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 3/2/2010 tarihinde gözaltına alınmış ve Gaziantep Sulh Ceza Mahkemesinin 4/2/2010 tarih ve 2010/43 sorgu numaralı kararıyla “silahlı terör örgütüne üye olma” suçunu işlediği iddiasıyla tutuklanmıştır. Derece Mahkemesi, başvurucunun tutukluluk durumunu 19/10/2010, 27/12/2010, 26/1/2011, 11/7/2012 ve 13/9/2013 tarihlerinde incelemiş ve atılı suçun vasıf ve mahiyeti, dosya kapsamındaki deliller, kuvvetli suç şüphesinin varlığı, tutuklu kalınan sürenin, verilmesi muhtemel ceza ile orantılı olması gibi gerekçelerle tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 28/9/2012 tarih ve E.2010/128, K.2012/158 sayılı kararıyla, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ve maddesinin (2) numaralı fıkrası, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesi gereğince örgüte üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 28/9/2012 tarihli tutukluluk halinin devamına ilişkin kararına itiraz etmiş, itirazı Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 7/11/2012 tarih ve 2012/895 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 21/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/12/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine başvurmuştur. UYAP sistemi üzerinden edinilen bilgiye göre başvurucu derece mahkemesinin 28/9/2012 tarihli kararını temyiz etmiştir. Derece Mahkemesince 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçundan başvurucu hakkında kurulan hüküm, temyiz incelemesi neticesinde Yargıtay Dairesinin 27/11/2013 tarih ve E.2013/9604, K.2013/14412 sayılı kararı ile bozulmuştur. Başvurucu hakkındaki dava Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru incelemesi sırasında derece mahkemesi önünde derdesttir.B. İlgili Hukuk 5237 sayılı Kanun’un , , , , ve maddeleri. 6136 sayılı Kanun’un maddesi 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Tutuklama nedenleriMadde 100 – (1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),…”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1321
Başvurucu, uzun bir süreden beri tutuklu olduğunu, hakkındaki suç vasfının değişme ihtimalinin olduğunu, tutuklu bulunduğu süre dikkate alındığında tutuklamanın sonlandırılması gerektiğini ileri sürerek Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiş ve tahliye edilerek tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
1
Başvuru; terör örgütü üyeleri tarafından amcasının öldürüldüğü, hayvanların telef edildiği, konutuna zarar verildiği dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 1/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; terör örgütü mensupları tarafından 14/7/1993 tarihinde Batman ili Sason ilçesi Sarıyayla köyü Yıldızkaya mezrasına yapılan baskında hayvanlarının telef olduğunu, konutuna silahla ateş açılması sonucu konutunun hasar gördüğünü, amcası E.B.nin öldürüldüğünü beyan etmiş ve bu özel durumundan kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu 13/9/2007 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 7/1/2011 tarihli ve 2011/1-211 sayılı kararında; terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvuruda bilirkişi heyetince yapılan keşif, tutulan tutanaklar, dosyalarda yer alan bilgi ve belgeler uyarınca Sason ilçesi, Sarıyayla köyü boşalmadığından, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından bahisle talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Batman İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Batman İdare Mahkemesinin 25/11/2011 tarihli ve E.2011/859, K.2011/1254 sayılı kararı ile Sarıyayla köyünün Yıldızkaya, Elagöz, Yelek, Gümüşkemer, Karaağaç, Karayün, Üçevler, Kergiz ve Yolaç mezralarından oluştuğu; Batman İl Jandarma Komutanlığının boşalan ve boşaltılan köylere ilişkin yazısında Yıldızkaya, Elagöz, Yelek, Gümüşkemer, Karaağaç, Karayün, Üçevler, Kergiz ve Yolaç mezralarının 1993 ile 2000 yılları arasında kısmen boşaltıldığı/boşaldığının ifade edildiği; 1987 ile 2000 yılları arasında Sarıyayla köyünde geçici köy korucusu ile gönüllü köy korucusunun görevlendirildiği ve koruculuk sisteminin olduğu, köy korucularının ailelerinin dışında köyde yaşayan 25 hanenin bulunduğu, köy nüfusunun 1990 yılında 178 kişi, 1997 yılında 605 kişi, 2000 yılında 777 kişi olduğu; 1990 ile 2000 yılları arasında köyde muhtarlık seçimlerinin yapıldığı, Sarıyayla Köyü İlköğretim Okulunun eğitim ve öğretime açık olduğu, Sarıyayla köyü halkının bir kısmının güvenlik kaygısıyla da olsa göç etmesinden dolayı uğradığı zararın anılan köyün tamamen boşalmamış olması, diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve başvurucuya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle 5233 sayılı Kanun hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından bahisle davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 31/1/2013 tarihli ve E.2012/4108, K.2013/603 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına karar verilmiştir. Onama kararı, başvurucuya 7/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/7/2013 tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: “Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;  a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre,  b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar,  c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar,  d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar,  e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,  Nakdî ödeme yapılır.  …  Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4565
Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından amcasının öldürüldüğü, hayvanların telef edildiği, konutuna zarar verildiği dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararları verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialar yönünden başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuşlardır. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2017/27810 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bireysel başvurular sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da hiç icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/27810
Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tıbbi hata sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm olayı ile ilgili olarak etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/2/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Gülizar Kızıltaş 26/8/2013 tarihinde Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Hastane) miadında ağrılı gebe olarak yatırılmış ve Hastanenin Kadın Doğum Servisinde ebe olarak görev yapan N. ve F.S. tarafından doğum gerçekleştirilmiştir. Doğum sırasında bebeğin başı çıktıktan sonra omzu takılmış, bir süre bebek oksijensiz kalmış ve ardından aspire edilmiştir. Doğumun hemen ardından ebe N. bebeği elinden düşürmüş ve yapılan tetkiklerde bebeğin kafatasında kırık oluştuğu, bebeğin hayati tehlikesinin bulunduğu tespit edilmiştir. Hayati tehlikesinin bulunması nedeniyle bebek, önce Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesine, burada yapılan müdahalenin ardından da Dr. Behçet Uz Çocuk Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilmiş; kalp anomalisi nedeniyle ameliyat edilmiş ancak yapılan tüm müdahalelere rağmen bebek 3/10/2013 tarihinde hayatını kaybetmiştir. Yaşanan elim olayın ardından başvurucu Gültekin Kızıltaş doğuma katılan ebeler ile doğuma katılmayan Kadın Doğum Uzmanı Dr. N.A. hakkında Muğla Cumhuriyet Başsavcılığında (Başsavcılık) suç duyurusunda bulunmuştur. Başsavcılık tarafından yürütülen soruşturma kapsamında anılan doktor ve ebeler hakkında 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca Muğla Valiliğinden soruşturma izni talep edilmiştir. Muğla Valiliği İl İdare Kurulu Müdürlüğünün 14/1/2014 tarihli kararıyla, Dr. N.A. için olayda herhangi bir müdahalesinin ve kusurunun olmadığı gerekçesiyle soruşturma izni verilmemesine, ebeler N. ve F.S. için ise hastanın anemnezini eksik aldıkları, teşhis ile tedaviye müdahalede eksiklerinin ve ihmallerinin olduğu gerekçesiyle haklarında soruşturma izni verilmesine karar verilmiştir. Anılan karara başvurucu Gültekin Kızıltaş, ebe F.S. ve Başsavcılık tarafından itiraz edilmiştir. İtirazı inceleyen Aydın Bölge İdare Mahkemesi 26/3/2014 tarihli kararıyla, ebe F.S.nin itirazının reddine karar verirken Başsavcılık ve başvurucu Gültekin Kızıltaş'ın itirazlarını kabul ederek Dr. N.A. hakkında soruşturma izni verilmemesine dair kararın kaldırılmasına karar vermiştir. Başsavcılık yaşanan elim olayından dolayı doktor ve ebelerin varsa kusurlarının tespiti amacıyla Adli Tıp Kurumu İstanbul Birinci Adli Tıp İhtisas Kurulundan (Adli Tıp) rapor aldırmıştır. Adli Tıp 27/7/2015 tarihli raporunda; doğuma katılan ebe N.nin doğum esnasında dikkatsiz ve özensiz davranarak bebeği elinden düşürdüğünü, yapılan tetkiklerde bebeğin kafatasında kırık oluştuğunu, bu olgular dikkate alındığında ebe N.nin kusurlu olduğunu ancak kusurlu eylemi sonrası bebekte kafatası kırığı oluşmasına rağmen beyin kanaması ve beyin doku harabiyeti oluşmadığını, bebeğin ölümünün doğumsal büyük damar ve kalp anomali nedeniyle yapılan ameliyat ve gelişen komplikasyonları sonucu meydana geldiğini, bu nedenle ebe N.nin kusurlu eylemi ile bebeğin ölümü arasında illiyet bağı bulunmadığı gibi Dr. N.A. ve ebe F.S.ye atfı kabil kusur olmadığı sonucuna vardığını mütalaa etmiştir. Başsavcılık yürüttüğü soruşturma neticesinde 24/11/2015 tarihinde şüpheliler N., F.S. ve N.A. hakkında suçun yasal unsurlarının oluşmaması ve illiyet bağının bulunmaması gerekçeleriyle anılan şüphelilerin üzerlerine atılı taksirle ölüme neden olma suçundan ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar (kovuşturmasızlık) vermiştir. Başsavcılık 24/11/2015 tarihli iddianame ile ebe N. hakkında taksirle bir kişinin yaralanmasına neden olma suçundan Muğla Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. Başvurucuların kovuşturmasızlık kararına yaptıkları 17/12/2015 tarihli itiraz Muğla Sulh Ceza Hâkimliğinin 24/12/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar başvurucular vekiline 25/1/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 23/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Muğla Asliye Ceza Mahkemesi 9/6/2016 tarihli kararıyla sanık N.nin üzerine atılı taksirle bir kişinin yaralanmasına neden olma suçundan neticeten 500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiş ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Anılan karar, Muğla Ağır Ceza Mahkemesine yapılan itirazın 24/6/2016 tarihli kararla reddedilmesiyle kesinleşmiştir. İlgili hukuk için bkz. Nafia Sevin Ergün Sefada ve diğerleri ([GK], B. No: 2014/14844, 1/12/2016, §§ 34-36), Nimet Bacaklılar ([GK], B. No: 2014/19349, 15/3/2018, §§45-50) başvuruları hakkında verilen kararlar.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/3849
Başvuru, tıbbi hata sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm olayı ile ilgili olarak etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, yabancı dil sınavında alınan puan şüpheli bulunarak eş değer sınava çağrılma işlemine karşı açılan davada uyuşmazlığın esasına ilişkin iddialar karşılanmadan karar verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, ilgili tarihte Dicle Üniversitesi Fen Fakültesi Kimya Bölümünde (Üniversite) profesör öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, doktora programlarına kabul edilmek için gerekli yabancı dil puanını (78,750 puan) 2008 yılında girdiği Üniversiteler Arası Kurul Yabancı Dil Sınavı'nda (ÜDS 2008 Mart Dönemi) almıştır. Diğer şartları da sağlayan başvurucu, doktora programına kabul edilmiş ve 2010 yılında aynı Üniversite bünyesinde doçent 2015 yılında ise profesör kadrosuna atanmıştır. Başvurucu, daha önce girdiği 2006 yılı ÜDS-2'den 56,25, 2007 yılı ÜDS-2'den 40 puan almıştır. Başbakanlık İletişim Merkezi (BİMER) üzerinden başvurucunun katılmış olduğu sınavlara ilişkin -kimlik bilgileri gizlenerek- yapılan ihbar üzerine Ölçme Seçme Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) tarafından inceleme başlatılmıştır. ÖSYM İhbar Değerlendirme Komisyonunca yapılan incelemede, başvurucunun 2002-2008 yılları arasında 13 yabancı dil sınavına katıldığı belirlenmiştir. ÖSYM bu sınavlardan en düşüğünün 33,750 puan, 2008 ÜDS-1 sınavı hariç en yükseğinin ise 56,250 puan olduğunu belirtmiştir. ÖSYM ayrıca başvurucunun 8 yıllık ortalamasının 44,90 puan iken 2008 ÜDS Mart Döneminden 78,750 puan aldığını, dolayısıyla bu sınav sonucunun hayatın olağan akışına aykırı olduğu değerlendirmiştir. Bu tespitlerden hareketle başvurucunun eş değer sınava çağrılmasına yönelik ÖSYM Yönetim Kurulunun 1/6/2017 tarihli kararının alındığı anlaşılmaktadır. ÖSYM Başkanlığı Sınav Hizmetleri Daire Başkanlığı 6/6/2017 tarihli yazısıyla başvurucuyu eş değer sınava çağırmıştır. Yazının ilgili kısmı şöyledir: "...Sınava katılım sağlamadığınız takdirde, [17/2/2011 tarih ve] 6114 sayılı [Ölçme, Seçme Ve Yerleştirme Merkezi Hizmetleri Hakkında] Kanun'un maddesi fıkrasına göre olağan dışı olarak değerlendirilen sınavınız ve söz konusu sınav kapsamında elde ettiğiniz tüm haklar geçersiz sayılacaktır." Söz konusu çağrı yazısının tebliğ edilmesi üzerine başvurucu, işlemin iptali istemiyle 16/6/2017 tarihinde dava açmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde on yıl aradan sonra yabancı dil sınav bilgisinin ölçülmesinin anlamlı olmayacağını, girdiği sınavda olağan dışı bir durum olduğunun somut verilerle ortaya konulamadığını ifade etmiştir. Başvurucu, bu zamana kadar hakkında açılmış hiçbir idari soruşturma bulunmadığını, başvuruya konu sınavda da herhangi bir usulsüzlük yapmadığını ifade etmiştir. ÖSYM açılan davaya karşı verdiği cevap dilekçesinde, başvurucuya ilişkin olarak daha önce İhbar Değerlendirme Komisyonunca hazırlanan "aday değerlendirme raporu"nda yer alan tespitleri tekrar etmekle yetinmiştir. Davanın görüldüğü Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 28/7/2017 tarihli kararıyla işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde özetle, davalı idarece BİMER başvurusu ve sınavlardan alınan puanların kıyaslaması haricinde söz konusu 2008 yılı ÜDS-1'in şaibeli bulunması ile ilgili başkaca bir bilgi ve somut gerekçe sunulamadığı vurgulanmıştır. Mahkeme ayrıca 2008 yılı ÜDS Mart Dönemi için başvurucunun sınav sorularını önceden ele geçirdiği veyahut kopya çektiği ya da sınavın tümü ile ilgili soruların önceden alındığı, toplu olarak kopya çekildiği vs. gibi herhangi bir durumun da saptanmadığını belirlemiştir. Mahkeme son olarak başvurucunun daha önceden girdiği sınavlarda aldığı notlar kıyaslanarak davaya konu işlemin tesis edildiğini, bu şekilde yapılan değerlendirmenin hukuk devleti ve hukuki güvenlik ilkesini ihlal edeceğini, bu sebeple uyuşmazlığa konu eş değer sınava çağırma işleminde hukuka uyarlık bulunmadığını belirtmiştir. Kararın ÖSYM tarafından temyiz edilmesi üzerine Danıştay Sekizinci Dairesi (Daire) 9/10/2018 tarihli kararla Mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Dava konusu işleme dayanak 6114 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrası, davalı idarenin sınav güvenliğini sağlamak, gizlilik, tarafsızlık, bilimsellik ilkeleri çerçevesinde adaylara fırsat eşitliği sağlama ve haksız kazancın önüne geçmek amacıyla gerek adli soruşturmalar ve gerekse kurum içinde yapılan analizlerde sınav sonucu kuşkulu bulunan adayların eşdeğer sınava tabi tutulması amacıyla öngörülmüş olup esasen davalı idarece ülke çapında uygulanan sınav iş ve işlemlerinde kamu yararının ve kamu düzeninin etkin bir biçimde sağlanması amacıyla getirilmiş bir düzenleme niteliğine sahiptir.Bu kapsamda, 6114 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrasının lafzından, amacından, oluşumundan ve gerekçesinden sayılan istisnai durum gözetilerek geçmişe etki yasağının dışına çıkılarak önceki olay, işlem ve eylemlere etki edecek şekilde bir düzenleme getirildiği anlaşıldığından; eşdeğer sınava çağırılmaya yönelik tesis edilen dava konusu işlemde hukuk devleti ilkesi ile kanunların geriye yürümezliği ilkesine aykırı davranıldığı yönündeki iddialara itibar edilmesine olanak bulunmamaktadır.Bakılan olayda, düzenlemeyle sınavlardan sonra incelenen sınav belgelerinde, elektronik kayıtlarda veya yapılan analizlerde olağandışı bulgulara rastlanması hâlinde adayların Yönetim Kurulu kararıyla eşdeğer sınava çağrılabilecekleri hususunda davalı idareye takdir hakkının tanındığı anlaşılmakta olup; adayın eşdeğer sınava çağrılabilmesi için sınav sonuçlarında olağandışı bulgulara rastlanılmış olmasının yeterli olduğu, bunun dışında adayın kopya çektiğine yahut kendisi yerine bir başka adayın sınava girdiğine yönelik herhangi bir tespitte bulunulmasının gerekli olmadığı görülmektedir. Zira düzenlemeyle sınavlarda olağandışı bulgulara rastlanılması durumunda bu olağandışı bulguların bertaraf edilmesi amaçlanmaktadır. Nitekim davacının da 2002-2008 yılları arası toplam 13 kez katıldığı yabancı dil sınavından 2006 ÜDS-2 döneminde en yüksek 56,25 puan aldığı, 2008 ÜDS-1 dönemi öncesi girdiği 2007 ÜDS-2 döneminde ise 40,0 puan aldığı, 2008 ÜDS-1 döneminde girmiş olduğu sınava ilişkin sonucun 78,75 puan olması sebebiyle sınav sonucunun olağandışı olduğu kabul edilerek adayın eşdeğer sınava çağrıldığı görüldüğünden, davalı idareye tanınan takdir yetkisinin kamu yararı ve hizmet gereklerine uygun olarak kullanıldığı sonucuna varılmış olup davacının 2008 ÜDS-1 dönemi sınavının geçersiz sayılabilmesi için sınavda kopya çekme ve başka bir kimsenin sınava girmesi gibi somut veri ve tespitlerin bulunması gerekliliğine işaretle şüphe ve varsayıma dayalı olarak dava konusu işlemlerin tesis edildiği yolunda hüküm veren idare mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir." Karara muhalif kalan üyeler, bir sınavda alınan puan veya sonucun kural dışı bir yolla alındığı iddiasının gerçekliğinin tespit ölçüsünün bu sınavdan yıllar sonra yapılan bir eş değer sınav olamayacağını, bunun ancak sınav belgeleri üzerine, elektronik kayıtlara ya da adli bir tespit bulunması gibi somut bir olguya dayanılarak mümkün olabileceğini ifade etmiştir. Ayrıca şüpheli bulunan sınav ile bir önceki sınav arasındaki zaman diliminin gözönünde bulundurulması gerektiğini, bu sürenin uzun olması durumunda adayın aldığı yabancı dil kurslarıyla ve çalışmasına bağlı olarak puanını önemli düzeyde artırmasının mümkün olabileceğini vurgulamıştır. Muhalif üyeler ayrıca sınav güvenliğine ilişkin önlemleri almanın idarenin sorumluluğunda olduğunu ve davaya konu sınavın güvenliğinin ihlal edildiğini gösteren herhangi bir somut ve nesnel bulguya rastlanmadan başvurucunun eş değer sınava çağrılmasıyla sorumluluğun ona yüklenemeyeceğini savunmuştur. Nihai karar, başvurucuya 8/1/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Daire kararı üzerine başvurucu 9/2/2022 tarihli yazıyla tekrar eş değer sınava çağrılmış ancak başvurucunun bu yazı üzerine belirtilen sınava girip girmediği ve buna karşı ÖSYM'nin herhangi bir işlem tesis edip etmediği dosyadaki belgelerden anlaşılamamıştır. Başvurucu ayrıca 2019 İlkbahar Döneminde yapılan Yükseköğretim Kurumları Yabancı Dil Sınavından (YÖKDİL) 55 puan, 2020 Mart ayında yapılan YÖKDİL sınavından da 63,75 puan almıştır. Başvurucu bunun üzerine YÖKDİL 2019 İlkbahar Dönemi sınavından aldığı 55 puanın eş değer kabul edilerek doçentlik başvuru kriteri olarak geçerli sayılması talebiyle ÖSYM Başkanlığına müracaatta bulunmuş talebinin zımnen reddi üzerine idare mahkemesinde dava açmıştır. Açılan davada Ankara İdare Mahkemesi 20/10/2020 tarihli kararla davanın reddine hükmetmiş, yargılama süreci devam etmektedir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/3436
Başvuru, yabancı dil sınavında alınan puan şüpheli bulunarak eş değer sınava çağrılma işlemine karşı açılan davada uyuşmazlığın esasına ilişkin iddialar karşılanmadan karar verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, gözaltında fiziksel şiddete maruz kalınması ve olay hakkında etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği iddiasıyla hakkında yürütülen bir ceza soruşturması kapsamında 30/5/2018 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmış, 30/5/2018-13/6/2018 tarihleri arasında gözaltında tutulmuş; sulh ceza hâkimliğince verilen tutuklama kararı üzerine ceza infaz kurumuna sevk edilmiştir. Başvurucu hakkında Ankara Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesince (Hastane) 30/5/2018-13/6/2018 tarihleri arasında gözaltında geçen her bir gün için düzenlenen adli muayene raporlarının ilk beşinde darp cebir izi bulunmadığı; 4/6/2018 tarihli raporda sağ ve sol el bileğinde kelepçe izi bulunduğu; sonraki iki raporda darp cebir izi bulunmadığı; 7/6/2018 tarihli raporda her iki omuz arasında 3-4 tane 3x0,5 cm ebadında ekimotik alan bulunduğu; 8/6/2018 tarihli raporda her iki omuz bölgesinde düzensiz sınırlı morluk izleri, yüzünde göz altı bölgesinde morluk, kafada sağ temporaoccipital bölgede kızarıklık bulunduğu; son beş raporda darp ve cebir izine rastlanmadığı belirtilmiştir. Başvurucu gözaltında tutulurken uğradığını iddia ettiği kötü muameleler nedeniyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) 1/10/2018 tarihinde suç duyurusunda bulunmuştur. İddiasına göre başvurucu yakalandıktan sonra götürüldüğü kolluk biriminde koridorda elleri arkada kelepçeli, yüzü duvara dönük hâlde 20 saat süresince ayakta bekletilmiştir. Kelepçeleri çıkarılmadan ve müdafii hazır olmadan görüşmeye alınan başvurucuya burada S. isimli komiser 5-6 defa tokatla vurmuş, başvurucunun boğazını sıkmış, dizlerine tekme atmış ve tehdit etmiştir. SE. isimli komiser ise yine başvurucuyu tehdit etmiştir. Ertesi gün yine elleri arkada kelepçeli, yüzü duvara dönük hâlde 15 saat bekletilen başvurucu, Me. isimli şube müdürü ve isimli müdür yardımcısı ile üç polis tarafından diz çöktürülmüş ve psikolojik baskıya uğramıştır. Her iki amir tarafından çırılçıplak soyulan başvurucu fiziksel şiddete maruz kalmış, sonrasında hortum ile üzerine 20 dakika süresince soğuk su tutulmuştur. 6/6/2018 tarihinde gece saat 30'da nezarethaneden çıkarılan başvurucu kafasına S. isimli memur tarafından çöp torbası geçirilerek fiziksel şiddete uğramıştır. Yeniden üzerine hortumla soğuk su tutulan başvurucu aynı gün akşam saatlerinde başka memurların fiziksel şiddetine uğramıştır. Başvurucunun gözaltında fiziksel şiddete uğradığını ifadesine eklemek istemesine rağmen bu husus memur tarafından yazılamayacağı söylenerek tutanağa geçirilmemiş, susma hakkını kullandığından bahisle tutanak düzenlenmiştir. Başvurucunun suç duyurusu üzerine Başsavcılık tarafından başlatılan ceza soruşturması kapsamında Ankara Emniyet Müdürlüğüne yazılan yazıya verilen cevapta gözaltına alınan kişilerin nezarethane kameralarının görüş açısı dışında kalan alanlarda vücutlarının muhtelif yerlerinde kızarıklık, çizik gibi yaralanmalar oluşturarak adli muayene raporlarına yazdırdıkları, şikâyet haline getirerek yargı ve adli kolluk görevlilerini zor durumda bırakmak istedikleri, kamera açısında bulunmayan noktalarda gerçekleşen bu durum hakkında düzenlenen tutanak bulunmadığı bildirilmiştir. Başsavcılık tarafından başvurucunun şikâyeti hakkında başvurucunun nezarethanede bulunduğu sırada polis memurlarının fiziksel şiddetine maruz kaldığına ilişkin yeterli delil elde edilemediği, başvurucuya yapılan müdahale sırasında zor kullanma yetkisinin aşıldığına ilişkin bir delil bulunmadığı, adli raporlarla tespit edilen yaralanmaların nezarethanede sorgusu sırasında gerçekleştiğine ilişkin delil bulunmadığı belirtilerek kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucunun karara itirazı Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 28/12/2020 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 2/2/2021 tarihinde öğrendikten sonra 25/2/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/6955
Başvuru, gözaltında fiziksel şiddete maruz kalınması ve olay hakkında etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından köy halkından bazı kişilerin öldürüldüğü dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/4/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/4/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; terör örgütü üyeleri tarafından 24/7/1993 tarihinde köye yapılan baskında köy halkından T., A.A. ve S.A.nın öldürüldüğünü, bu özel durumundan kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu 6/9/2007 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 21/1/2011 tarihli ve 2011/1-531 sayılı kararında; terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvuruda bilirkişi heyetince yapılan keşif, tutulan tutanaklar, dosyada yer alan diğer bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi sonucu Sason ilçesi Kaleyolu köyü boşaltılmadığından, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından, 1990 ile 2000 yılları arasında köyde ciddi bir nüfus yaşadığından talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesinde açılan dava, yetkisizlik kararıyla Batman İdare Mahkemesine devredilmiştir. Batman İdare Mahkemesinin 25/11/2011 tarihli ve E.2011/2209, K.2011/1336 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: “... Batman İli Sason İlçesi KaleyoluKöyüve bağlı mezralara aitdava dosyasında ve MahkememizdeE:2011/299 sayılı yer alan bu köye aitbilgi ve belgelere göre, KaleyoluKöyü'nün; Merkez, Şeyhan, Sarıgan, Yamanlı Mezralarından oluştuğu, Batman İl Jandarma Komutanlığı'nın 2011 tarih ve 0490-18647-11/Ter.Suç.Ks sayılı Batman Valiliği'ne hitaben yazılı boşalan ve boşaltılan köylere ilişkin yazısından; Şeyhan, Sarıgan, Yamanlı Mezralarının1993-2000 tarihleri arasında kısmen boşaltıldığı/boşaldığının ifade edildiği, Batman İl Jandarma Komutanlığının 01/10/2009 tarih ve 3700-63966-09/GKK/Ks. sayılı ve eki 2009 tarihli tutanağa göre, 1987-2000 yılları arasında Sarıyayla Köyü'ndeGKK veGÖKKgörevlendirildiği ve koruculuk sisteminin bulunduğu, korucu aileleri haricinde köyde 39 hanenin ikamet ettiği, köy nüfusunun 1990 yılında 758, 1997 yılında 505, 2000 yılında, 590 kişi olduğu, Batman/Sason İlçe Seçim Kurulu Başkanlığının 2009 tarih ve 185 sayılı yazısına göre; yapılan araştırmalarda, 1990-2000 yılları arasında muhtarlık seçimlerinin yapıldığı, ancak evrakların imha edilmek üzere SEKA'ya gönderildiği, Sason İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünün 2006 tarihli yazısından, Kaleyolu Köyü İlköğretim Okulu'nuneğitim ve öğretime açık olduğunun ifade edildiğigörülmektedir.Bu durumda, aralarında davacının da bulunduğu Kaleyolu Köyü halkının bir kısmının, güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın, anılan köyün tamamen boşalmamış olması diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve davacıya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından, davacının isteminin reddi yolunda tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemektedir...” Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 31/1/2013 tarihli ve E.2012/4196, K.2013/485 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına karar verilmiştir. Başvurucu karar düzeltme talebinde bulunmuş, aynı Dairenin 12/11/2013 tarihli ve E.2013/12369, K.2013/8177 sayılı ilam ile reddedilmiştir. Karar düzeltme kararı, başvurucuya 4/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı eki kararın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre,b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar,c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar,d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar,e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,Nakdî ödeme yapılır.…Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11204
Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından köy halkından bazı kişilerin öldürüldüğü dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/77725
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tapu tahsis belgesine dayalı olarak açılan tapu iptali ve tescil davasının, yargılama sırasında yapılan imar uygulaması değişikliğiyle taşınmazın meslek lisesi alanı olarak ayrıldığı gerekçesine dayalı olarak reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul ili Üsküdar ilçesine bağlı Bulgurlu Mahallesi 48 ada 1 parsel sayılı Maliye Hazinesi (Hazine) adına tapuda kayıtlı bulunan taşınmaz üzerinde -başvuru formu ve eklerinde belirtilmeyen bir tarihte- tek katlı bir gecekondu inşa ettirmiştir. Başvurucu, bu taşınmazda bulunan gecekondusu için 7/7/1986 tarihinde, 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun kapsamında imar affı başvurusu yapmıştır. Millî Emlak Müdürlüğü tarafından 14/8/1986 tarihinde bu taşınmaz için anılan Kanun’a göre "tapu tahsis belgesi" düzenlenerek başvurucuya verilmiştir. Anılan "tapu tahsis belgesi" Tapu Müdürlüğü tarafından 26/9/1986 tarihinde, taşınmazın tapu kaydının beyanlar hanesine işlenmiştir. Üsküdar Belediyesince (Belediye) bu taşınmazın bulunduğu yerde 16/3/1989-17/10/1990 tarihli 1/1000 ölçekli Islah İmar Planı yapılmıştır. Belediyenin 21/12/1989 tarihli plan tadilatında, anılan taşınmaz konut alanı olarak ayrılmış ve bu taşınmazın üzerinde beş kat yükseklikte bina yapılabilmesine izin verilmiştir. Belediye, bu hususları 12/9/2006 tarihinde Kadıköy Emlak Müdürlüğüne bildirmiştir. Başvurucu 18/6/2007 tarihinde Hazine aleyhine Üsküdar Asliye Hukuk Mahkemesinde tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Dava dilekçesinde, başvurucunun tapu tahsis belgesinin mevcut olup uzun bir süreden beri bu taşınmazı zilyetliğinde bulundurduğu belirtilerek, tapu verilmesi koşullarının oluştuğu iddia edilmiştir. Bu arada taşınmazın konumuna ilişkin bilgiler değişmiştir. Buna göre taşınmaz, yeni kurulan Ataşehir ilçesine bağlı Örnek Mahallesi, 1439 ada 1 parsel olarak tapuda tescilli bulunmaktadır. Mahkeme, taşınmazın bulunduğu ilçe ve mahallenin değiştiğini gözeterek 3/7/2008 tarihinde yetkisizlik kararı vermiştir. Yetkisizlik kararı sonrası dava dosyası Kadıköy Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmiştir. Yapılan yargılama sırasında 25/2/2011 tarihinde taşınmaz Toplu Konut İdaresine (TOKİ) devredilmiştir. Başvurucunun 23/9/2011 tarihli talebi üzerine TOKİ de yargılamaya davalı olarak dahil edilmiştir. Mahkeme, mimari ve kadastro alanında uzman teknik bilirkişiler eşliğinde dava konusu taşınmazın başında 27/7/2011 tarihinde keşif icra etmiştir. Bilirkişilerin 9/9/2011 tarihli raporunda, taşınmazın imar durumunun konut olarak belirlendiği ve düzenleme ortak payı düşüldükten sonra 276,84 m² yüzölçümlü alanın başvurucu tarafından kullanıldığı, taşınmazın değerinin ise 208 TL olduğu belirtilmiştir. Başvurucu, bilirkişi raporunda belirtilen taşınmaz bedelini Mahkemece gösterilen banka şubesine depo etmiştir. Yapılan yargılama neticesinde Mahkeme, 1/3/2012 tarihinde Hazine yönünden açılan davanın husumet yönünden reddine, TOKİ yönünden açılan davanın ise kabulüne karar vermiştir. Mahkeme davanın kabulüyle birlikte taşınmazın tapu kaydının kısmen iptali ile 684/340 payının başvurucu adına tesciline, depo edilen taşınmaz bedelinin ise davalı TOKİ'ye ödenmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun taşınmazın bir kısmının zilyedi olup kendisine tapu tahsis belgesi verildiği belirtilmiştir. Mahkeme bu doğrultuda başvurucunun tahsis belgesi verilmesi için gerekli ücreti ödediğini ve taşınmazın tapu kaydının beyanlar hanesinde şagil (işgalci) olarak gösterildiğini tespit etmiştir. Mahkeme ayrıca tapu tahsis belgesinin verildiği tarihten bu yana da başvurucunun zilyetliğinin devam ettiğine dikkati çekmiştir. Mahkemeye göre 2981 sayılı Kanun ile öngörülen tescil için gerekli bütün koşullar tamamlanmış olup tescile kanuni bir engel de bulunmamaktadır. Karar, davalı TOKİ tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz dilekçesinde, dava konusu taşınmazın yapılan imar planı tadilatında meslek lisesi alanında kaldığı belirtilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire), 6/6/2012 tarihinde bu durumun belediye başkanlığından sorulması için dosyanın mahalline iadesine karar vermiştir. İlk Derece Mahkemesinin 25/7/2012 tarihli yazısıyla taşınmazın imar planında konut alanında kalıp kalmadığı ve herhangi bir kamu hizmetine tahsis edilip edilmediği Ataşehir Belediye Başkanlığından sorulmuştur. Belediye Başkanlığının 2/8/2012 tarihli yazısıyla dava konusu taşınmazın 28/5/2010 tarihli ve 1/1000 ölçekli uygulama imar planı tadilatında "meslek lisesi alanı" olarak ayrıldığı bildirilmiştir. Dairenin 17/10/2012 tarihli ve E.2012/11519, K.2012/12058 sayılı ilamıyla hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Daire ilk olarak tapu tahsis belgesinin bir mülkiyet belgesi olmayıp yalnızca fiilî kullanmayı belirleyen ve ilgilisine kişisel bir hak sağlayan zilyetlik belgesi olduğunu vurgulamıştır. Kararda ayrıca tahsis kapsamındaki yerin hak sahibi adına tescil edilebilmesi için gerekli koşullar sıralanmıştır. Buna göre;a.Hukuki yönden geçerliliğini koruyan bir tapu tahsis belgesi mevcut olmalıdır.b. Tahsise konu yerde 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun maddesi uyarınca imar uygulama planı veya 2981 sayılı Kanun uyarınca ıslah imar planı yapılmış olmalıdır.c. İlgilisine tapu tahsis belgesi gereğince başka bir yerden tahsis yapılmamış olmalıdır.d. Tahsise konu yerin kamu hizmetine ayrılmamış ve imar planına göre konut alanında kalmış olması gerekmektedir.e. Tahsise konu yer ile tescili istenilen taşınmazın aynı yer olup olmadığı ve taşınmazın niteliğinin belirlenmesi amacıyla mahallinde uzman bilirkişiler aracılığıyla keşif yapılmalıdır.f. Tahsise konu arsa bedelinin ödenmiş olması, ödenmemiş ise taşınmazın dava tarihindeki rayiç değeri, uzman bilirkişiler aracılığıyla saptanarak hükümden önce mahkeme veznesine veya belirlenecek tevdi mahalline depo edilmiş olmalıdır.g. Yedinci ve son olarak ise imar parsellerinin oluşturulması sırasında taşınmazdan düzenleme ortaklık payı kesilip kesilmediği belirlenerek kesilmiş ise uygulanan oran saptanmalıdır.Daire, ancak bu koşulların gerçekleşmesi durumunda tahsis miktarında düzenleme ortaklık payı oranında yapılacak indirimden sonra kalan miktarın tesciline karar verilebileceğini belirtmiştir. Bozma ilamında, somut olayda dava konusu taşınmazın meslek lisesi olarak ayrıldığına vurgu yapılmıştır. Daireye göre taşınmazın bu imar durumu nedeniyle tescil kararı verilmesi mümkün değildir. İlamda, tahsis belgesine dayalı olarak oluşturulan imar parselinin ancak konut alanında kalmış olması durumunda tescile karar verilebileceği belirtilmiştir. Daire sonuç olarak tapu tahsis belgesine dayalı tescil davasında lüzumlu olan diğer koşullar gerçekleşmiş ise de belirtilen koşulun gerçekleşmediği gerekçesiyle hükmün bozulması gerektiği sonucuna varmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 11/2/2013 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Bozma ilamı sonrası dava dosyasının devredildiği İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesi, 30/5/2013 tarihinde davalı Hazine yönünden açılan davanın husumet yönünden, davalı TOKİ yönünden açılan davanın ise esastan reddine karar vermiştir. Ayrıca yapılan yargılama giderleri davacıya yükletilmiş, 050 TL tutarındaki vekâlet ücretinin de davalı TOKİ yararına olmak üzere davacıdan alınmasına karar verilmiştir. Başvurucunun temyiz ettiği hüküm, Dairenin 26/5/2014 tarihli ilamıyla düzeltilerek onanmıştır. Daire, yargılama giderleri ve vekâlet ücreti yönünden hükmü düzeltmiştir. Daireye göre dava konusu taşınmaz yargılama sırasında TOKİ'ye devredilmiştir. Ayrıca bu taşınmazın bulunduğu yerde davanın devamı sırasında imar planı değişikliği yapılmış, çekişmeli taşınmaz meslek lisesi alanı olarak ayrılmıştır. Daire, davalı tarafın davanın açılmasına sebebiyet verdiği gerekçesiyle davalı TOKİ yararına vekâlet ücretine hükmedilemeyeceğini belirtmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 30/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat Hükümleri 22/12/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır." 2981 sayılı Kanun’un “Tapu verme” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“a) Bu Kanun hükümlerine göre hazine, belediye, il özel idaresine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare ettiği arsa veya araziler üzerinde, gecekondu sahiplerince yapılmış yapılar, 12 nci madde hükümlerine göre tespit ettirildikten sonra, kayıt maliki kamu kuruluşunca bu yer hak sahibine tahsis edilir ve bu tahsisin yapıldığı tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterilerek ilgilisine "Tapu Tahsis Belgesi" verilir.Tapu tahsis belgesi, ıslah imar planı veya kadastro planları yapıldıktan sonra hak sahiplerine verilecek tapuya esas teşkil eder.” 2981 sayılı Kanun’un “Tapu tahsis belgesi verilen gecekondular” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Tapu tahsis belgesi verilen gecekondular hakkında aşağıdaki uygulamalar yapılır.a) (Değişik : 22/5/1986 - 3290/6 md.) Bu Kanun gereğince arsa tahsis edilecek kimselerin; kendisinin veya eşinin veya reşit olmayan çocuğunun oturduğu belediye ve mücavir alan sınırı içinde ev yapmaya müsait arsaya veya bir eve veya apartmanın bağımsız bir bölümüne veya bir bölümü iş yeri olarak kullanılan bir yapıya sahip bulunmaması gerekir.b) (Değişik : 22/5/1986 - 3290/6 md.) Hazine, belediye, il özel idarelerine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idaresinde olan veya bu Kanun uyarınca mülkiyetlerine geçen arsa veya araziler üzerinde, ıslah imar planları ile meydana getirilen imar parselleri içinde hak sahiplerine, yapılarının işgal ettiği arazi de dikkate alınarak ıslah imar planında getirilen ölçülere uygun şekilde arsa veya hisse tahsis edilir. Gecekondusu muhafaza edilemeyen hak sahiplerine aynı bölgede veya diğer gecekondu ıslah veya önleme bölgesinde başka bir arsa veya hisse verilir. Tahsis edilen arsa veya hissenin bedeli 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kanun veya 6/6/1984 tarih ve 3016 sayılı Kanuna göre tespit edilir.…c) (Değişik:22/5/1986 - 3290/6 md.) Islah imar planları belediye veya valiliklerce mümkün olduğu kadar fiili durum dikkate alınarak ve yapılanma şartları da belirlenerek yapılır veya belediye veya valiliklerce Yeminli Özel Teknik Bürolara yaptırılır. En geç (1) ay içinde belediye meclislerince kabul edilenler belediye meclislerince, büyük şehir yönetiminde ilçe belediye meclislerince Kabul edilenler ilçe belediye meclislerince, il idare kurullarınca kabul edilenler valilikçe tasdik edilerek yürürlüğe girer. Bu planların tescili de (1) ay içinde ivedilik ve öncelikle yapılır.İmar planı olan yerlerde mevcut imar planları gerektiği takdirde ıslah imar planları şeklinde yeniden düzenlenir.…” Yargı İçtihatları Danıştay Altıncı Dairesinin 5/5/2009 tarihli ve E.2009/200, K.2009/5046 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:"Dava, davacının 2981 sayılı Yasaya göre hak sahibi olduğunu iddia ettiği ... adresindeki... gecekondusunun bulunduğu taşınmaz ile bitişiğindeki aynı adada babasından veraseten intikal eden ... sayılı yerde bulunan gecekondununbulunduğu taşınmazın yol olarak ayrılmasına ilişkin ... onay tarihli 1/1000 ölçekli ... Revizyon İmar planında değişiklik yapılarak konut alanına ayrılmasına yönelik plan değişikliği talebinin reddine ilişkin ... günlü, ... sayılı işlem ile ... onay tarihli 1/1000 ölçekli ... Revizyon İmar Planı ve ... onay tarihli 1/5000 ölçekli ... Revizyon Nazım İmar Planının iptali istemiyle açılmış; İdare Mahkemesince, davacının, henüz tapusunun bulunmadığı, tapu tahsis belgesi alabilmek amacıyla 2981 sayılı Yasa uyarınca yaptığı başvuru neticesinde tasarruf edilen gecekondudan hareketle ve onun dışında da herhangi bir farklı iptal nedeni ileri sürülmeksizin dava konusu plan tadilatı talebinin reddine ilişkin işlem ile 1/1000 ölçekli Revizyon İmar Planı ve 1/5000 ölçekli Revizyon Nazım İmar planının iptalini istediği anlaşıldığından dava konusu işlemin davacının kişisel, meşru ve güncel bir menfaatini ihal etmediği gerekçesiyle davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmiş, bu karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Davanın yukarıda özetlenen gerekçeyle ehliyet yönünden reddi yolundaki temyize konu ... sayılı kararında, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin fıkrasında sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, bozma istemi yerinde görülmeyerek anılan mahkeme kararının onanmasına [karar verildi]". Danıştay Altıncı Dairesinin 14/9/2009 tarihli ve E.2007/4009, K.2009/8338 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:"Dosyanın incelenmesinden, mülkiyeti belediyeye ait uyuşmazlık konusu parsel üzerinde davacı tarafından yapılan gecekondu nedeniyle 2981 sayılı Yasa uyarınca imar affı başvurusunda bulunulduğu, anılan gecekondu için tapu tahsis belgesi verilmesi talebinin reddine dair işlemin ... İdare Mahkemesi'nin ... günlü, ... sayılı kararı ile iptal edildiği, bu karar üzerine davacı tarafından açılan davada uyuşmazlık konusu parselin tapu kaydının iptali ile davacı adına kayıt ve tescili yolundaki ... Asliye Hukuk Mahkemesince verilen ... günlü, ... sayılı kararın Yargıtay Hukuk Dairesinin ... günlü, ... sayılı kararı ile bozulduğu, davacının taşınmaz ile mülkiyet ilişkisinin olmadığı, dava dilekçesinde, belediye yararı gereğince plan değişikliği yapıldığı, yargı kararının etkisizleştirilmesinin amaçlandığı öne sürülerek görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Uyuşmazlık konusu olayda, görülmekte olan davanın mülkiyet ilişkisinden hareketle imar planı değişikliği işleminin iptali istemiyle açıldığı, ancak yukarıda sözü geçen karar uyarınca davacının taşınmazla henüz mülkiyet ya da mülkiyet benzeri ilişki içerisinde olmadığı, davacının tapu kaydının iptali ve tescili istemiyle adliye mahkemesinde açılan dava hakkında bozma kararı üzerine verilecek kararın sonucuna göre, davacı adına taşınmazın kaydının tesciline ilişkin davanın reddedilmesi durumunda davacının dava açma ehliyeti taşımayacağı, hususu göz önünde bulundurularak, taşınmazın davacı adına tesciline karar verilmesi halinde ise dava konusu plan değişikliği işleminin şehircilik ilkeleri, planlama esasları ve kamu yararına uygun olarak yapılıp yapılmadığının gerekirse yerinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılarak açıklığa kavuşturulmasından sonra bir karar verilmesi gerekmektedir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, mülkiyet hakkının kapsamı konusunda mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak “özerk bir yorum” esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010 § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129). AİHM, mülkiyet hakkına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin mülkiyeti elde etme hakkını koruma altına almadığını kabul etmektedir (Slivenko ve diğerleri/Letonya [BD] (k.k.), B. No: 48321/99, 23/1/2002, § 121; Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye, B. No: 34478/97, 9/1/2007, § 52). AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin anlamı kapsamında bir "mülk" ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir "meşru beklenti" de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], No. 44912/98, 28/9/2004,§ 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; Pine Valley DevelopmentsLtd ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, §§ 34-35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31). Bununla birlikte AİHM içtihatlarına göre temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kopecký/Slovakya, § 35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek Cumhuriyeti [BD] (k.k.), B. No: 39794/98, 10/7/2002, § 69). İç hukukun ne şekilde yorumlanacağına ve uygulanacağına dair bir uyuşmazlık olduğunda ve bu bağlamda başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların ulusal mahkemelerce kesin olarak reddedildiği durumlarda “meşru bir beklenti”nin bulunduğu sonucuna varılamaz (Kopecký/Slovakya, §§ 50, 52; Jantner/Slovakya, B. No: 39050/97, 4/3/2003, §§ 29-33). AİHM içtihatlarında sıklıkla -her ne kadar anlaşılabilir olsa da- basit beklenti ile daha somut nitelikte olması ve hukuki bir düzenlemeye ya da iç hukukta yerleşik ve istikrarlı bir yargı kararına dayanması gereken meşru beklenti arasındaki fark vurgulanmaktadır (Kopecký/Slovakya, § 52; Bozcaada Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi Vakfi/Türkiye (k.k.), B. No: 22522/03, 9/12/2008). AİHM tapu tahsis belgesi verilen taşınmazların kamu malı niteliğinde olduğunu, dolayısıyla bu taşınmazların kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülkiyet hakkının kazanılması mümkün olmadığı için başvurucuların tahliye edilinceye kadar uzun süre taşınmazı kullanmalarının mülkiyet hakkının kazanılmasına gerekçe olamayacağını kabul etmektedir. Mahkeme, tapu tahsis belgesi ile mülk sahibi olmanın koşulları olduğundan bu belgenin koşullu bir hak sağladığını ve bu koşulların oluşup oluşmadığının ise derece mahkemeleri tarafından değerlendirilebilecek bir husus olduğunu ifade etmektedir. Buna göre tapu tahsis belgesine dayalı olarak tapu kaydı alınmasının bazı şartları bulunmaktadır. AİHM'e göre bu şartların yerine getirilmemesi sebebiyle tapu kaydı verilmemesi hâlinde başvurucu, bu taşınmazla ilgili olarak 1 No.lu ek Protokol'ün maddesi anlamında “mülk”ün varlığını iddia edemez (Anat ve diğerleri/Türkiye, B. No: 37899/04, 26/4/2011, §§ 53-56). AİHM, kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülkün edinildiği hâlde çeşitli gerekçelerle kişilerin elinden alındığının iddia edildiği şikâyetler yönünden de benzer bir yorum yapmaktadır. Bu bakımından AİHM, mülkiyet hakkının kapsamını belirlerken iç hukuktaki düzenlemeler ile yargısal uygulamaları gözeterek sonuca varmaktadır. Buna göre mera, orman gibi alanların kazandırıcı zamanaşımı yoluyla kazanılamayacağı yönündeki Türk hukukundaki düzenlemeler nedeniyle başvurucuların, bu taşınmazların mülkiyetini elde etmelerini sağlayabilecek bir meşru beklentinin doğmasının mümkün bulunmadığı kabul edilmiştir (Sarısoy ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 21303/07, 14/10/2014, § 35; Kadir Gündüz/Türkiye (k.k.), B. No: 50253/99, 18/10/2007; Nane ve diğerleri/Türkiye, No: 41192/04, 24/11/2009, §§ 25-28; Bölükbaş ve diğerleri/Türkiye, B. No: 29799/02, 9/2/2010, § 26; Usta/Türkiye (k.k.), B. No: 32212/11, 27/11/2012, § 44). Bununla birlikte İpseftel/Türkiye (B. No: 18638/05, 26/5/2015) kararında farklı bir duruma işaret edilmiştir. AİHM, başvurucunun açtığı kadastro tespitine itiraz davasında derece mahkemelerinin zilyetliğe dayalı olarak mülk edinmeyi sağlayan kazandırıcı zamanaşımı hükümlerinin başvurucu lehine gerçekleştiği yönündeki tespitine dikkati çekmiştir. Ancak buna rağmen sonradan -yani kazandırıcı zamanaşımı koşulları gerçekleştikten sonra- dava konusu taşınmazın korunması gerekli kültür varlığı olarak ilan edilmesi nedeniyle özel mülke konu olamayacağı gerekçesiyle başvurucunun davası reddedilmiştir. AİHM yine iç hukuktaki düzenlemelere ve derece mahkemelerinin tespitlerine yer verdikten sonra 4721 sayılı Kanun'un maddesindeki mülk edinmeyi sağlayan kazandırıcı zamanaşımı koşulları gerçekleştikten sonra verilen idari ve yargısal kararlarla mülkiyetin kaybettirildiği sonucuna varmıştır. Mahkeme mülkün değeriyle orantılı makul bir tazminat da ödenmediğini gözeterek, ölçülü olmadığı gerekçesiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (İpseftel/Türkiye, §§ 48-69).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12501
Başvuru, tapu tahsis belgesine dayalı olarak açılan tapu iptali ve tescil davasının, yargılama sırasında yapılan imar uygulaması değişikliğiyle taşınmazın meslek lisesi alanı olarak ayrıldığı gerekçesine dayalı olarak reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, terör olaylarından doğan maddi zararların eksik tazmin edilmesi, manevi zararların ise hiç tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir Başvuru 24/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm Birinci Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Tunceli'nin Ovacık ilçesi Bilgeç köyünde ikamet etmekte iken 1994 yılında meydana gelen terör olayları neticesinde köyünün boşaltılmasıyla yerleşim yerinden göç etmek zorunda kaldığını iddia etmiş; 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında zararlarının karşılanması talebiyle 3/5/2006 tarihinde Tunceli Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon başvurucuya 782,65 TL ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu söz konusu tutarı kabul etmemiş ve vekili aracılığıyla uyuşmazlık tutanağını imzalayarak Komisyon kararının iptali istemiyle dava açmıştır. Elazığ İdare Mahkemesi 30/11/2012 tarihli kararıyla özetle Komisyon kararının eksik incelemeye dayalı olduğu gerekçesiyle iptaline karar vermiştir. Kararda 5233 sayılı Kanun'a göre manevi tazminata hükmedilemeyeceği de belirtilmiştir. Başvurucu, iptal kararını temyiz etmiştir. Temyiz dilekçesinde özellikle mahkemenin hayvan zararları ve birim fiyatlara ilişkin değerlendirmeleri ile manevi tazminata ilişkin değerlendirmesinin hukuka aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Karar, Danıştay Onbeşinci Dairesi tarafından onanmış; karar düzeltme istemi aynı Dairenin 4/12/2014 tarihli kararıyla reddedilerek karar kesinleşmiştir. Nihai karar 30/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İptal kararı üzerine anılan Komisyon tarafından yeniden yapılan inceme ve değerlendirme sonucu 6/6/2013 tarihli kararla başvurucuya 195,20 TL ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucu bu tutarı kabul etmiş ve vekili aracılığıyla 27/9/2013 tarihinde sulhname imzalamıştır. Anılan tutar başvurucunun vekilinin hesabına yatırılmıştır. Diğer taraftan başvurucu 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun uyarınca kurulan Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna (Tazminat Komisyonu) 21/2/2014 tarihinde başvurarak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş ve tazminat ödenmesini istemiştir. Tazminat Komisyonu tarafından 15/12/2014 tarihli kararla başvurucunun Tunceli Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna başvurduğu tarihte başlayan ve karar tarihi olan 15/12/2014 tarihi itibarıyla henüz devam ettiği anlaşılan 8 yıl 8 aylık süre için 100 TL tazminatın başvurucuya ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucu 100 TL tazminatı yetersiz bularak vekâlet ücreti ile başvuru masrafları hakkında karar verilmediği iddialarıyla 11/2/2015 tarihli dilekçesiyle Ankara Bölge İdare Mahkemesine itiraz etmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurulu tarafından anılan karar hukuka uygun bulunarak 12/3/2015 tarihinde itiraz reddedilmiştir. Kararın kesinleşmesinin ardından 100 TL tazminatın 8/7/2015 tarihinde başvurucu vekilinin hesabına yatırılarak ödendiği anlaşılmıştır. Başvuru formunda ve 8/1/2019 tarihine kadarki süreçte, Tazminat Komisyonuna makul süre şikâyetiyle yapılan başvurudan, bu başvurunun sonucundan ve lehe takdir edilen tazminattan herhangi bir şekilde bahsedilmemiş; bilgi verilmemiştir. Daha sonra başvurucu vekili tarafından Anayasa Mahkemesine verilen 8/1/2019 tarihli dilekçede, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmesi nedeniyle Tazminat Komisyonu tarafından 15/12/2014 tarihli kararla tazminat ödenmesine karar verildiği ve bilahare kararın infaz edildiği belirtilerek makul süreye ilişkin şikâyetten vazgeçildiği bildirilmiştir. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un maddesi şöyledir:"Bireysel başvuru hakkını açıkça kötüye kullandığı tespit edilen başvurucular aleyhine, yargılama giderlerinin dışında, ayrıca ikibin Türk Lirasından fazla olmamak üzere disiplin para cezasına hükmedilebilir." Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesi şöyledir:“Başvurucunun istismar edici, yanıltıcı ve benzeri nitelikteki davranışlarıyla bireysel başvuru hakkını açıkça kötüye kullandığının tespit edilmesi hâlinde başvuru reddedilir ve yargılama giderleri dışında, ilgilinin ikibin Türk Lirasından fazla olmamak üzere disiplin para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilir.”
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3429
Başvuru, terör olaylarından doğan maddi zararların eksik tazmin edilmesi, manevi zararların ise hiç tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir I
0
Başvuru; kamu makamları tarafından öngörülebilir ve önlenebilir nitelikte olduğu ileri sürülen canlı bomba saldırısı sonucu meydana gelen yaralanma olayından kaynaklanan maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle açılan davada, yaşam hakkının koruma yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın değerlendirilmemesi nedeniyle yaşam hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia hakkındadır. Başvuru 31/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Bazı sivil toplum kuruluşlarınca gerekli yasal izinler alınarak 10/10/2015 Cumartesi günü 00-00 saatleri arasında Ankara'da barış, emek ve demokrasi konulu bir miting yapılması kararlaştırılmıştır. Planlamaya göre Ankara Tren Garı'nda toplanılacak ve Talatpaşa Bulvarı, Opera Meydanı ile Atatürk Bulvarı'nı takiben Sıhhıye Meydanı'na yürünecektir. Ankara Tren Garı önünde 10/10/2015 tarihinde toplanan kalabalığın hazırlıkları sürerken saat 04 sıralarında peş peşe iki patlama meydana gelmiş ve yaşanan bu olay nedeniyle pek çok kişi ölmüş, aralarında başvurucunun da bulunduğu birçok kişi yaralanmıştır. Olay sonrasında başvurucu hakkında düzenlenen bazı tıbbi belgelerde batında iki bilye giriş deliği bulunduğu, ön kolda kemik kırığı meydana geldiği, ayakta açık yaraların olduğu, başvurucunun batın ve kemik kırığı nedeniyle ameliyat edildiği, sol kulakta yüksek frekanslarda düşüş gösteren normal sınırlarda işitme olsa da sağ kulakta hafif derecede işitme kaybı bulunduğu ve başvurucunun on bir gün yatarak tedavi gördüğü belirtilmiştir. İçişleri Bakanlığı, başka hususlar yanında olay öncesinde yeterli güvenlik önlemlerinin alınıp alınmadığı konusunda iki mülkiye başmüfettişi ile iki polis başmüfettişine ön inceleme yaptırmıştır. Ön inceleme sonunda hazırlanan raporda başka hususlar yanında şu tespitler yer almıştır: - 2015 yılı başından itibaren İstihbarat ve Terörle Mücadele (TEM) Şube Müdürlüklerine değişik kaynaklardan birçok istihbarat bilgisi gelmiştir. Bu istihbarat bilgilerinin büyük çoğunluğu ya yer, zaman ve kişiye ilişkin somut bilgiler ihtiva etmemiş ya da teyide muhtaç niteliktedir ancak sözü edilen istihbarat bilgilerinin yine de güvenlik tedbirlerinin planlamasında dikkate alınması gerekir. 2015 yılında DEAŞ terör örgütü ile ilişkili istihbaratın fazlalığına rağmen Ankara Tren Garı önünde canlı bomba terör eylemini gerçekleştiren Y.E.A.nın da aralarında olduğu bazı şahısların canlı bomba eyleminde bulunabileceğine ve irtibatlı oldukları DEAŞ terör örgütünün Diyarbakır ve Suruç terör eylemlerinden sonra ülkemizde ses getirecek başka terör eylemi hazırlığı içinde olduğuna, halkın kalabalık olduğu yerlerde, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde birden fazla canlı bomba eylemi yapabileceğine yönelik istihbaratlar son derece önemlidir. Zira toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yoğun olarak yapıldığı illerin başında Ankara gelmektedir. Bu sebeple anılan nitelikteki bilgilerin toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin güvenliğini planlamakla sorumlu il emniyet müdürü, emniyet müdür yardımcısı, emniyet birimleri hatta vali ile paylaşılması gereklidir. Buna rağmen TEM Şube Müdürlüğü, emniyet tedbirlerinin gözden geçirilmesi veya sıklaştırılması amacıyla emniyet birimlerine çoğunlukla aynı içerikli yazılar göndermiştir (ön incelemeyle ilgili süreç için bkz. Hasan Kılıç (B. No: 2018/22085, 27/1/2021, §§ 11-14). Başvurucu 2/12/2015 tarihinde İçişleri Bakanlığına müracaat ederek yaralanması nedeniyle 000 TL maddi tazminat ile 000 TL manevi tazminat talep etmiştir. Tazminat talebine cevap verilmemesi üzerine başvurucu, İçişleri Bakanlığı aleyhine Ankara İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) nezdinde tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde olayın gerçekleşmesinde hizmet kusuru bulunduğunu iddia eden başvurucu, İdare Mahkemesinden bir siyasi partinin saldırıyı gerçekleştiren kişilerin mensubu olduğu terör örgütü hakkında hazırladığı rapor da dâhil olmak üzere elinde bulunmayan bazı delilleri getirtmesini, bir kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşunun olay hakkında düzenlediği raporda isimleri geçen kişileri tanık olarak dinlemesini ve bilirkişiden rapor alınmasını isteyip lehine 000 TL manevi tazminat ile 000 TL maddi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. Başvurucuya göre olay tarihinden önce meydana gelen bazı bombalı saldırı olayları da dikkate alındığında bombalı saldırı gerçekleştirileceğini bilen veya bilmesi gereken idare saldırının gerçekleşmesini önlemek için asgari düzeyde bile tedbir almamıştır. Ayrıca patlamadan sonra güvenlik güçlerinin gazlı müdahalesi nedeniyle saldırının sonuçları ağırlaşmış ve yaralılara yapılacak tıbbi müdahale güvenlik güçlerince fiilî olarak engellenmiştir. Bununla birlikte başvurucu, gazlı müdahaleye ve tıbbi müdahalenin fiilen engellendiğine yönelik iddiaları ile kendi yaralanması arasında bağ kurmamıştır. İçişleri Bakanlığı davada özetle idarenin hizmet kusurundan kaynaklanan bir güvenlik açığı olmadığını, idarenin üzerine düşen dikkat ve özeni gösterdiğini, olayın bir terör saldırısı olduğunu, patlamaların miting alanı dışında ve miting için kararlaştırılan zaman diliminden önce yaşandığını, Anayasa'nın devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerin yetkililer üzerinde aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanamayacağını, uyuşmazlığın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun çerçevesinde çözülmesi gerektiğini, 5233 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesinden sonra idarenin terör olaylarından kaynaklanan zararlar dolayısıyla sosyal risk ilkesi çerçevesinde dahi sorumlu tutulamayacağını, manevi zararların 5233 sayılı Kanun kapsamında olmadığını ve başvurucunun maddi tazminat talebine ilişkin belge sunmadığını savunmuştur. Savunma dilekçesinin ekinde mitinge katılacak kişilerin güvenliklerinin sağlanması konusunda alınan tedbirlere ilişkin bilgi notlarını içerir bazı belgelere yer verilmiştir. 20/10/2016 tarihinde İdare Mahkemesi, Ankara Valiliğini de hasım olarak tespit edip dava dilekçesinin bir örneğini sözü edilen davalıya tebliğ edilmesine karar vermiştir. Ankara Valiliği savunmasında kısaca başvurucunun 5233 sayılı Kanun çerçevesinde tazminat talep ettiğini (Bu talep İçişleri Bakanlığına yapılan 2/12/2015 tarihli başvurudan ayrıdır.) ancak söz konusu talebin -istenmesine rağmen eksik evrakın tamamlanmaması nedeniyle- reddedildiği, manevi zararların 5233 sayılı Kanun kapsamında olmadığını ve olayın meydana gelmesinde idarenin hizmet kusurunun bulunmadığını ileri sürmüştür. Başka belgeler yanında mitinge katılacak kişilerin güvenliklerinin sağlanması konusunda alınan tedbirlere ilişkin bilgi notlarını içerir bazı belgeler, bazı kolluk amir ve memurları tarafından düzenlenen olay tutanağı ve olay sırasında 112 Acil çağrı merkezi ile kurulan iletişimlere ait belgeler savunma dilekçesinin ekinde İdare Mahkemesine sunulmuştur. İdare Mahkemesi 23/5/2017 tarihinde başvurucudan otuz gün içinde maddi tazminat istemine dayanak teşkil eden zararın kaynağı (maaş kaybı, hastane masrafları vb.), yaralanmanın hayati fonksiyonlarına etkisi ve derecesi ile vücut fonksiyon kaybı oranının ne olduğu konusunda bilgi vermesini ve sözü edilen hususlarla ilgili sağlık raporları da dâhil tüm belgeleri göndermesini istemiştir. İdare Mahkemesinin bahis konusu talebi üzerine başvurucu; sağ kolu ile ayağındaki his kaybı için Ankara'daki bir fizik tedavi merkezinde tedavisine devam edildiği, kulağında duyu kaybı bulunduğu, sağ elini tam olarak kullanamadığı, ayağındaki uyuşmanın devam ettiği ve sinirlerin kesilmesi nedeniyle serçe parmağının katlı bir vaziyette olup açılmadığı konusunda İdare Mahkemesini bilgilendirmiştir. Başvurucu ayrıca ikamet ettiği Malatya'da bulunan İnönü Üniversitesinin bilgisayar programcılığı ile ilgili bölümüne devam edemediğini, bu nedenle yeniden girdiği üniversite sınavında bir başka şehirdeki radyo, televizyon ve sinema bölümünü kazandığını, başka şehirde okumak zorunda kalması nedeniyle maddi yönden zorlandığını ve maruz kaldığı saldırı nedeniyle çalışamaz duruma geldiğini ileri sürmüştür. Başvurucu son olarak tedavi masraflarının Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılandığını ancak kendisinin ve ailesinin Ankara'dan Malatya'ya gidiş geliş ve konaklama masraflarının olduğunu iddia edip sadece tedavisiyle ilgili olarak 2015 yılına ait bazı belgeleri İdare Mahkemesine sunmuş ve İdare Mahkemesinden elinde olmayan tedavisiyle alakalı belgeleri ilgili hastanelerden getirtilmesini istemiştir. Başvurucunun sunduğu belgelerde -maddi tazminat istemine dayanak teşkil eden zararının kaynağı ile kendisinin hafif derecede işitme kaybı yaşadığı hariç olmak üzere- yaralanmasının hayati fonksiyonlarına etki ve derecesi ile vücut fonksiyon kaybı oranı konusunda herhangi bir bilgi yer almamaktadır. İdare Mahkemesinin konuyla ilgili bilgi ve belge talep etmesi üzerine Ankara Valiliği, başvuruya konu olayın bir terör saldırısı olduğuna ilişkin bazı kolluk amir ve memurları tarafından düzenlenen Olay Tutanağı ile olaydan önce saldırı hakkında ihbar olup olmadığına ve olay nedeniyle kamu görevlileri ile olayın failleri hakkındaki adli ve idari soruşturmalara dair içerikleri saptanamayan belgeleri İdare Mahkemesine sunmuştur. Ankara Valiliği ayrıca olay nedeniyle Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden bir yargılama olduğu konusunda İdare Mahkemesini bilgilendirmiştir. Ankara İl Emniyet Müdürlüğü 54 sayfadan mürekkep belge ile bir adet CD'yi İdare Mahkemesine sunmuştur. Anılan belgelerin ve CD'nin içeriği tespit edilememiştir. Yaptığı yargılama sonunda İdare Mahkemesi, başvurucunun maddi tazminat talebini reddetmiş ancak sosyal risk ilkesi uyarınca başvurucuya manevi tazminat olarak davalı idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte 000 TL ödenmesine karar vermiştir. Anılan kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“...Maddi tazminat istemi bakımından;Bakılan davadaki maddi tazminat isteminin davacının sürekli işgücü kaybı olduğu iddiasına dayandırıldığı görüldüğünden, Mahkememizin 2017 tarihli ara kararı ile davacı vekilinden ‘Maddi tazminat işlemine dayanak teşkil eden zararının kaynağının (maaş kaybı, hastane masrafları v.b) ne olduğunun sorulmasına, buna ilişkin somut bilgi ve belgelerin istenilmesine,Yaralanmasına ilişkin tüm teşhis ve tedavisine ilişkin hastane dosyası ile sağlık raporunun onaylı örneğinin istenilmesine ve davacının yaralanma olayının hayati fonksiyonlarına etkisi ile bunun kaçıncı derecede olduğunun, vücut fonksiyon kaybı oranının yüzde kaç olduğunun sorulmasına’ karar verilmiş olup, bu belgelerin dava dosyasına sunulmadığı, ara kararımızda yer alan ‘belirlenen süre içerisinde ara kararı gereğinin yerine getirilmemesi halinde dosyadaki bilgi ve belgelere göre karar verileceği hususunun taraflara bildirilmesine’ şeklindeki ihtara rağmen de beyan ve belge sunulmadığı anlaşılmıştır.Bu durumda; davacının olayın meydana geldiği tarihte öğrenci olduğu, davacı vekilince ‘davacı böyle bir vahim olay neticesinde yaralanmış, önemli derecede sağlık sorunları yaşamış, hala da yaşamaya devam etmektedir. Bu sebeple de fazlaya dair haklarımız saklı kalmak kaydıyla şimdilik 000 TL maddi tazminat talep ediyoruz’ gerekçesiyle maddi tazminat isteminde bulunulmuş ise de, olay öncesinde çalıştığı ve elde ettiği kazanca ilişkin bilgi ve belge sunulmadığı gibi, patlama nedeniyle yoksun kaldığı maddi hakların ispat edilemediği, davacının vücudunda tespit gerektiren bu hususta Mahkemece re'sen tespit yapılamayacağından ispat yükünün davacı tarafta olduğu ve maddi zararın varlığına ilişkin bu ispat yükünün yerine getirilmediği, tüm tedavilerinin Devlet hastanelerinde yapıldığı ve aksi yönde rapor sunulmadığından, mevcut belgelere göre davacının işgücü kaybının ve buna bağlı maddi zararının bulunmadığı sonucuna varılarak maddi tazminat istemi yerinde görülmemiştir.Manevi tazminat istemi bakımından;...İdare, Anayasa'nın maddesinde de belirtildiği üzere, kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup, idari eylem veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir. Bunun yanında, idarenin faaliyet alanıyla ilgili, önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bir takım zararları da nedensellik bağı aramadan tazmin etmesi gerekmektedir.İdarenin kusura dayalı ya da kusursuz sorumluluğunun yanında, Anayasanın öngördüğü sosyal hukuk devleti anlayışına uygun olarak ve bu temel üzerinden, kollektif sorumluluk anlayışı çerçevesinde bilimsel ve yargısal içtihatlar ile geliştirilen sosyal risk ilkesi, Anayasanın yukarıda öngördüğü amaçların gerçekleştirilmesine yöneliktir.Esasen bilimsel ve yargısal içtihatlara dayalı olarak geliştirilmiş olsa da, Anayasanın maddesinde öngörüldüğü üzere hiç bir organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisini kullanamayacağına göre, sosyal risk ilkesi de tazminat hukukunun temel prensiplerine kaynak oluşturan Anayasa hükümlerine dayanılarak kabul edilmiştir. Daha açık bir şekilde vurgulamak gerekirse, terör olaylarından zarar gören bireylerin maddi ve manevi zararlarının idari yargı mercilerince sosyal risk ilkesi uyarınca tazminine ilişkin kararları, konuyu düzenleyen genel bir yasa olmadığından doğrudan Anayasanın öngördüğü ilkelere dayanmış, bu ilkeler Danıştay tarafından yorumlanarak ilkeye uygulanabilirlik kazandırılmıştır.Sosyal risk ilkesi ile, toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağandışı zararların topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır. Genel bir ifade ile ‘terör olayları’ olarak nitelenen eylemlerin Devlete yönelik olduğu, Anayasal düzeni yıkmayı amaçladığı, bu tür olaylarda zarar gören kişi ve kuruluşlara karşı kişisel husumetten kaynaklanmadığı bilinmekte ve gözlenmektedir. Sözü edilen olaylar nedeniyle zarara uğrayan kişiler, kendi kusur ve eylemleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olmaları nedeniyle zarar görmektedirler. Belirtilen şekilde ortaya çıkan zararların ise, özel ve olağandışı nitelikleri dikkate alınarak, terör olaylarını önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemeyen idarece, yukarıda açıklanan sosyal risk ilkesine göre topluma pay edilmesi suretiyle tazmini hakkaniyet gereği olup, sosyal devlet ilkesine de uygun düşecektir.Öte yandan; terör eylemleri mağdurlarına tazminat ödenmesi amacıyla, Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programının, Adalet ve İçişlerine ilişkin başlığının ‘Yargının İşlevselliği ve Kapasitesinin Arttırılması Suretiyle Etkin Bir Yargı Sisteminin Tesis Edilmesi’ alt başlığında ‘Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun Tasarısı’nın 2004 yılında çıkarılacağının taahhüt edilmiş olması ve Akdıvar - Türkiye davasındaki durumun sıkça yaşanması üzerine, gerek Devletin itibarının zedelenmesi, gerek yüklü miktarlarda tazminata mahkûm olunması, gerekse gerçekten mağdur olan bireylerin zararlarının sulh yoluyla ödenebilmesi amacıyla 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun 27/07/2004 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Kanunun yürürlüğe girmesinin ardından AİHM nezdinde açılan davalarda hükümetin yaptığı itirazlar yerinde görülmüş ve 5233 sayılı Kanunun etkin bir başvuru yolu olduğu belirtilmiştir....[M]anevi zararlara ilişkin olarak ... olumlu ya da olumsuz herhangi bir düzenleme yer almamaktadır.Yine konuya ilişkin yasama çalışmalarından anlaşıldığı üzere, sözü edilen Yasanın temel amaçlarından biri de, yargı dışı bir yöntem geliştirerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne bu konuda yapılan başvuruları sona erdirip bireyler aleyhine oluşan dengenin iç hukukta geliştirilen usullerle yeniden kurulmasını sağlamaktır. Bu çerçevede, hali hazırda terör olayları nedeniyle uğranılan manevi zararların Anayasaya dayalı olarak sosyal risk ilkesi uyarınca tazmini olanaklı iken, yasama organınca özellikle yaşam hakkı başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasına yol açar nitelikte ve manevi tazminat ödenmesini engellemek amacına yönelik böyle bir yasanın yürürlüğe konulduğu söylenemez.Terör eylemleri sonucu oluşan olaylar incelendiğinde, bir taraftan yakılan ev, ulaşılamayan arazi ve tarım gelirleri, telef olan hayvanlar ve gelirleri, yakılıp yıkılan ev eşyaları, mağdurların yaralanmaları, sakatlıkları ya da yakınlarının ölmesi, vb. maddi zararların meydana geldiği görülmekle birlikte, esasen terör eylemlerini bizzat yaşayan vatandaşların çektikleri ve çekecekleri üzüntü, acı, elem, psikolojik buhran, vb. manevi zararların daha büyük sıkıntılara yol açacağı hususu yadsınamaz bir gerçektir. Dolayısıyla, idare hukuku kuralları çerçevesinde Anayasaya dayalı olarak geliştirilen bir ilke uyarınca manevi zararların karşılanma olanağının içeriği itibariyle engelleyici bir hüküm taşımayan yasa ile ortadan kaldırıldığından bahsedilmesi olanaksızdır.Kaldı ki, manevi tazminat, patrimuanda meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı değil, tatmin aracıdır. Başka türlü giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı, manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu hale getirmektedir. Olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmekte ise de, tam yargı davalarının niteliği gereği takdir edilecek miktarın aynı zamanda duyulan elem ve ızdırabı giderecek bir oranda olması gerekmektedir. İşte bu niteliğinden dolayı sorumluluk hukukunun genel çerçevesinde manevi tazminatın miktarı her bir olay ve birey yönünden yargı yerlerince farklı şekilde değerlendirileceğinden, manevi tazminat miktarının idare organlarınca takdir edilmesini sağlayacak şekilde yasayla belirlenmesi de müessesenin niteliği ile bağdaşmayacağından, yasa koyucunun bunu yasada açıkça öngörmesini beklemek de gerçekçi değildir....Diğer taraftan, terör olayları nedeniyle zarar gören bireylerin 5233 sayılı Yasa uyarınca maddi zararlarının karşılanmasına yönelik olarak sulhname imzalamış olması, meydana gelen manevi zararların tazmini istemiyle dava açmalarına engel teşkil etmemektedir.Bu bakımdan, terör olayları nedeniyle meydana gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında bulunup 5233 sayılı Yasa uyarınca karşılanmayan manevi zarara bağlı tazminat taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve kuralları çerçevesinde 2577 sayılı Yasanın öngördüğü usullere tabi olarak manevi tazminat ödenip ödenmeyeceğine ilişkin yargısal incelemenin yapılması gerekmektedir.Maddi olayın incelenmesinden; davacının 2015 tarihinde Ankara Tren Garı önünde meydana gelen patlama sebebiyle yaralandığı, aynı gün Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne sevk edildiği, yapılan muayenesinde vücudunun muhtelif yerlerinde, alın ve yüzde patlayıcı infilakı ile oluşmuş cildi şarapnel griş-çıkış yaralanması, yumuşak doku içinde şarapnel parçaları, sağ kulak zarı perforasyonu, sağ radius krığı, batın içi bağırsak yaralanması, iliak atar-toplar damar yaralanması saptandığı, opere edilip 2015 tarihinde taburcu edildiği, mevcut yaralanmasının 1-yaşamını tehlikeye soktuğunu, kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadığını, vücuttaki kemik kırıklarının hayat fonksiyonlarına etkisi hafif (1), orta (2-3) ve AĞIR (4-5-6) olarak sınıflandırıldığında şahısta saptanan kırığın hayat fonksiyonlarını ORTA (2) derecede etkiler nitelikte olduğunu bildirir 2015 tarihli kati rapor düzenlendiği, 2015 tarihinde Ankara Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyon Başkanlığı'na başvurulduğu, 2015 tarih ve 43063 sayılı, 2016 tarih ve 986 sayılı yazılarla eksik belgelerin istendiği, belgelerin sunulmaması nedeniyle başvurunun 5233 sayılı Kanun'un uygulanmasına ilişkin Yönetmeliğin maddesinde yer alan ‘Başvuru sahibi, başvuru dilekçesi ile birlikte olayın meydana geliş tarzını açıklayan ve zararın tespit ve ölçümünde dikkate alınabilecek her türlü bilgi ve belgeyi komisyona sunar’ hükmü uyarınca oybirliği ile belge eksikliğinden reddedildiği, aynı tarihte İçişleri Bakanlığı'na 2577 sayılı Kanun'un Maddesi gereğince 000,00 TL maddi ve 000,00 TL manevi tazminat ödenmesi talebiyle başvurulduğu, 000,00-TL maddi ve 000,00-TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile ödenmesi talebiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Bakılan uyuşmazlıkta; davalı idare tarafından olayın bir terör saldırısı olduğunun belirtildiği, canlı bomba ile gerçekleştirilen patlama olaylarının çok sayıda vatandaşın ölümüne ve yaralanmasına sebep olduğu göz önüne alındığında, olay nedeniyle yaralanan davacının yaşadığı elem ve üzüntü sebebiyle oluşan manevi zararının yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri ve hukuki değerlendirmeler ışığında sosyal risk ilkesi uyarınca idarece tazmin edilmesi gerekmektedir.Manevi tazminat, kişinin malvarlığında meydana gelen eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı olmayıp, kişinin manevi yaşamında ortaya çıkan acı ve elemin azaltılmasına yönelik tatmin aracı olma yönü ağır basan bir tazminat türüdür. Terör eyleminden dolayı ortaya çıkan manevi zarar sebebiyle hükmolunacak manevi tazminatın duyulan elem ve ızdırabı giderecek bir oranda ve zenginleşmeye yol açmayacak miktarda saptanması gerekmektedir.Bu durumda; davacının dava konusu olay nedeniyle duymuş olduğu acı ve üzüntü ile orantılı olarak, davacıda meydana gelen yaralanmanın yaşamını tehlikeye soktuğu ve etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadığı hususları da nazara alınmak suretiyle takdiren 000,00-TL manevi tazminatın yerleşik Danıştay içtihatları ile kabul edildiği üzere davalı idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalı idarece davacıya ödenmesi gerektiği sonucuna varılmış, fazlaya ilişkin manevi tazminat istemi yerinde görülmemiştir....” Başvurucu ile davalı idareler, İdare Mahkemesince verilen karar aleyhine istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucu istinaf istemine ilişkin dilekçesinde başka hususlar yanında olayda idarenin hizmet kusuru bulunduğunu, hükmedilen manevi tazminatın yetersiz olduğunu ve maddi tazminat talebinin reddedilmesinin haksız olduğunu ileri sürmüştür. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire) usul ve hukuka uygun olduğunu ve kaldırılması için bir neden bulunmadığını belirttiği İdare Mahkemesi kararını 5/6/2018 tarihinde onamıştır. Başvurucu 29/6/2018 tarihinde meydana gelen patlama sonrasında vücudunda bir hasar oluşup oluşmadığının, şayet oluşmuşsa bu hasarın iş gücünde bir azalmaya neden olup olmadığının, iş gücünde bir azalmaya neden olmuşsa bunun oranının ve iş gücü kaybının ömür boyu devam edip etmeyeceğinin saptanmasına ilişkin kesin sağlık kurulu raporu aldırılmasını talep etmiştir. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.” Danıştay Onuncu Dairesinin 21/10/2020 tarihli ve E.2015/4478, K.2020/4057 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:  “İdare kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup, idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir. İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru, hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.İdarenin kusura dayalı ya da kusursuz sorumluluğu yanında, Anayasanın öngördüğü sosyal hukuk devleti anlayışına uygun olarak ve bu temel üzerinden, kollektif sorumluluk anlayışı çerçevesinde bilimsel ve yargısal içtihatlar ile geliştirilen sosyal risk ilkesi de, Anayasanın öngördüğü amaçların gerçekleştirilmesine yöneliktir. Sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağandışı zararların topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır.Sosyal risk ilkesinin, terör olaylarına ilişkin olarak 5233 sayılı Kanun ile yasalaşması karşısında, terör eylemleri nedeniyle uğranılan maddi zararlara yönelik istemlerin anılan Kanun çerçevesinde karara bağlanması gerektiği açıktır. Ancak, 5233 sayılı Kanun, sosyal risk ilkesi dışında, nedensellik bağına dayalı hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk sebebine dayanılarak2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesine göre tam yargı davası açılmasına engel oluşturmadığı gibi, olayda idarelerin hizmet kusurunun ya da kusursuz sorumluluğunun saptandığı durumlarda, olay terör eylemi olsa bile uyuşmazlığın 5233 sayılı Kanun kapsamında çözümlenemeyeceğinde duraksama bulunmamaktadır. Danıştay Onuncu Dairesi'nin konuyla ilgili yerleşik içtihadı da; terör eylemi sonucu bir zararın ortaya çıkması durumunda, öncelikle söz konusu olayın meydana gelmesinde idarelere atfı kabil bir hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk hallerinin bulunup bulunmadığının araştırılması, idarenin gerek hizmet kusuru gerekse kusursuz sorumluluk hallerinin olayda bulunmaması durumunda 5233 sayılı Kanun kapsamında gerekli inceleme ve araştırma yapılarak karar verileceği yönündedir....”B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Abdullah Yaşa [GK], B. No: 2015/12486, 5/11/2020, §§ 34,
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24472
Başvuru, kamu makamları tarafından öngörülebilir ve önlenebilir nitelikte olduğu ileri sürülen canlı bomba saldırısı sonucu meydana gelen yaralanma olayından kaynaklanan maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle açılan davada, yaşam hakkının koruma yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın değerlendirilmemesi nedeniyle yaşam hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia hakkındadır.
1
Başvuru; kamu görevlileri aleyhine açılan tazminat davasının husumet yokluğundan reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ve davanın uzun süre devam etmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 21/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Afyon Kocatepe Üniversitesi Uşak Eğitim Fakültesinde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, tesis ettikleri işlemlerle kişilik haklarının zedelenmesine ve sağlığının bozulmasına neden olduğunu ileri sürdüğü Rektör H.S. ve Bölüm Başkanı A.Ş. aleyhine 000 TL manevi tazminat istemiyle Uşak Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. 21/3/2006 tarihli dava dilekçesinde başvurucu, hakkında tutulan 2003 yılı ve 2004 yılı sicillerinde keyfî ve kasıtlı şekilde olumsuz değerlendirmelerde bulunulduğunu, buna bağlı olarak üniversite yönetimi ve Yükseköğretim Kurulu tarafından hukuka aykırı disiplin cezası işlemleri tesis edildiğini, tüm bu işlemlerin mahkemelerce iptal edildiğini, hukuka aykırı şekilde işlem tesis eden ve yargı kararlarını uygulamayan kamu görevlilerinin kişisel kusurları nedeniyle maddi ve manevi zarara uğradığını belirtmiştir. Mahkeme, 27/4/2006 tarihli kararıyla davaya konu sicillerin idari görev esnasında düzenlendiğini, bu işlemlerden kaynaklanan zararlara karşı idari yargıda tazminat davası açılması gerektiğini belirterek davanın yargı yeri itibarıyla reddine karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/7/2006 tarihli ilamıyla bozularak Mahkemesine gönderilmiştir. Karar gerekçesinde, kamu görevlilerinin kişisel kusurlarına dayanan davaların adli yargı yerinde çözümleneceği belirtilmiştir. Uşak Asliye Hukuk Mahkemesi, 19/10/2010 tarihli kararıyla başvurucu hakkında tesis edilen sicil doldurma işlemlerinde davalıların kusurlu olduğunun açık olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne hükmetmiştir. Mahkeme; 2003 yılı sicilinin doldurulması işlemi yönünden davalı A.Ş.den 750 TL, 2004 yılı sicilinin doldurulması işlemi yönünden ise her iki davalıdan müştereken ve müteselsilen 000 TL manevi tazminatın yasal faizi ile alınarak başvurucuya verilmesine hükmetmiştir. Söz konusu karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/4/2012 tarihli ilamıyla bozularak Mahkemesine gönderilmiştir. Karar gerekçesinde, kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlarından kaynaklanan tazminat davalarının ancak idare aleyhine açılabileceği, bu nedenle davanın husumet yokluğu nedeniyle reddedilmesi gerektiği belirtilmiştir. Uşak Asliye Hukuk Mahkemesi, 11/4/2013 tarihli kararıyla davaya konu işlemlerden kaynaklanan zararlara karşı idari yargıda tazminat davası açılması gerektiğini belirterek husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/11/2013 tarihli ilamıyla onanmıştır. Karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 27/2/2014 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Nihai karar 20/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. 21/4/2014 tarihinde başvuruda bulunulmuştur.A. Ulusal Hukuk 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun "Kişilerin uğradıkları zararlar:" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. Ancak, Devlet dairelerine tevdi veya bu dairelerce tahsil veya muhafaza edilen para ve para hükmündeki değerli kağıtların ilgili personel tarafından zimmete geçirilmesi halinde, zimmete geçirilen miktar, cezai takibat sonucu beklenmeden Hazine tarafından hak sahibine ödenir. Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır.”6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun "Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması:" kenar başlıklı maddesi şöyledir:“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.Görevli olmayan adli ve askeri yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde sonradan idari yargı mercilerine açılacak davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz.” Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17/10/2007 tarihli ve E.2007/4-640, K.2007/725 sayılı kararı şöyledir:“… Anayasanın 129/5 maddesi gereğince memurların ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken meydana gelen zararlara ilişkin davaların idare aleyhine dava açılabilmesinin, eylemin hizmet kusurundan kaynaklanmış olması koşuluna bağlı bulunmasına; dava dilekçesinde sıralanan maddi olguların davalının salt kişisel kusuruna dayanıldığını göstermesi karşısında öncelikle bu iddia doğrultusunda delillerin toplanıp değerlendirilerek sonuca varılmasının gerekmesine; Hukuk Genel Kurulu’nun 2000 gün ve 2000/4-1650 E. 2000/1690 K; 2001 gün ve 2001/4-595 E. 2001/643 K.; 2006 gün ve 2006/4-86 E. 2006/111 K.; 2006 gün ve 2006/4-526 E. 2006/562 K. Sayılı ilamlarında da aynı ilkenin vurgulanmış olmasına göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.” Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 1/2/2012 tarihli ve E.2011/4-592, K.2012/25, sayılı kararı şöyledir:“… gerek Anayasa, gerekse Devlet Memurları Kanunu’nda yer alan düzenlemelerin, memur ve kamu görevlisinin sorumluluğunu ortadan kaldırmadığı; daha sonra ilgilisine rücu edilmek üzere ilk etapta devletin sorumluluğuna giderek, mağdura zararını daha iyi bir şekilde giderecek bir muhatap ve tereddütsüz bir yargı yolu sağladığı; bugüne kadar ki uygulamada, kamu personelinin mali sorumluluğunuçözmek için “hizmet kusuru” ve “kişisel kusur” ayrımına gidilmiş olmasının yerinde olmadığı, zira yasada böyle bir unsur bulunmayıp; bunun tamamen idare ile memur arasında görülecek rücu davasının sorunu olduğu; öte yandan, Anayasa’nın 129/5 maddesinde sayılan görevlinin görevini yerine getirirken veya yetkilerini kullanırken kasten işlediği eylemin bu koruma altına girip girmeyeceğine ilişkin olarak da, yasanın “kusur” ifadesi kullanması karşısında eylemin kasten veya ihmalen işlenmesine bakılmaksızın idarenin sorumluluğuyla güvence altına alındığı, ceza mahkemesinde yargılanmasının hatta ceza almasının dahi öneminin bulunmadığı, bunun da ancak rücu davasında dikkate alınacağı; sonuçta, memur ve kamu görevlisinin görevi sırasında hizmet araçlarını kullanarak yaptığı eylem ve işlemlerine ilişkin kişisel kusurunun kasti suç niteliği taşısa bile hizmet kusuru oluşturacağı bu nedenle açılacak davanın idare aleyhine açılması gerektiği; görev yapılan yerde dahi olsa memur ve kamu görevlisinin yaptığı iş ile ilgisi olmayan eylemlerin varlığı halinde ise bu eylemden memurun kişisel olarak sorumlu tutulacağı, bu nedenle açılacak davaların da ancak adli yargıda ve kamu görevlisi veya memur aleyhine açılabileceği, ilke olarak oyçokluğu ile kabul edilmiştir. …” Danıştay Onbeşinci Dairesinin 13/2/2014 tarihli ve E.2013/10851, K.2014/752 sayılı kararı şöyledir:“… davacının 2010 tarihinde A.Y. Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde yapılan ameliyatta hatalı tıbbi müdahale yapıldığından bahisle 2011 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi'nde ilgili doktorlar aleyhine dava açtığı, davanın 2012 tarih ve E:2011/229, K:2012/158 sayılı kararla "Pasif Husumet Yokluğu" nedeniyle reddedildiği, söz konusu bu kararın 2012 tarihinde kesinleştiği, davacının 2012 tarihinde Sağlık Bakanlığı'na 00,000-TL maddi, 000,00-TL manevi tazminatın tarafına ödenmesi istemiyle başvuruda bulunduğu, başvurusunun zımnen reddedilmesi üzerine, tarafına 000,00-TL manevi ve 000,00-TL maddi olmak üzere toplam 000,00-TL tazminatın ameliyat tarihinden itibaren ödenmesine karar verilmesi istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Mahkemece, Asliye Hukuk Mahkemesinde davanın açıldığı tarih eylemin idariliğinin öğrenildiği tarih olarak kabul edilerek bu tarihten itibaren idareye başvuruda bulunulmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmişse de; davacı Asliye Hukuk Mahkemesinde açmış olduğu davada verilen karar sonucunda eylemin idariliğini öğrenmiş olup husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine dair verilen kararın kesinleştiği 2012 tarihinden itibaren 2577 sayılı Kanunun maddesi uyarınca 1 yıllık dava açma süresinin başladığının kabulü gerekmektedir.” Danıştay Onbeşinci Dairesinin 20/2/2014 tarihli ve E.2013/11650, K.2014/1022 sayılı kararı şöyledir:“… davacının Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nden 13/05/2010 tarihinde aldığı rapordan %26,9 oranında özürlü olduğunu öğrendiği, bunun üzerine 08/02/2011 tarihinde ameliyatı gerçekleştiren doktor aleyhine tazminat istemiyle Konya Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açılan davanın husumet yokluğu nedeni ile reddedilerek buna ilişkin kararın 09/11/2012 tarihinde kesinleştiği, davacının söz konusu kararın kesinleşmesiyle birlikte eylemi ve eylemin idareye atfedilebilir olduğunu öğrendiği 09/11/2012 tarihinden itibaren 1 yıl içinde, 08/05/2013 tarihinde açtığı davada süre aşımı bulunmamakta olup; İdare Mahkemesince, davanın esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken, davanın süre aşımı yönünden reddi yolunda verilen kararda usul hükümlerine uygunluk görülmemektedir.” Danıştay Onuncu Dairesinin 13/12/2006 tarihli ve E.2005/8406, K.2006/7137 sayılı kararı şöyledir: “… Dava konusu olayda, eylemin idariliğinin, davacılar murisinin ölümüne neden olan kuyunun bulunduğu yerin, Karayolları Genel Müdürlüğünce kamulaştırıldığı gerekçesiyle, gerçek kişiler aleyhine açılan davanın, Bartın Asliye Hukuk Mahkemesince, husumet yönünden reddine ilişkin kararın kesinleştiği, 2003 tarihinde ortaya çıktığı kuşkusuzdur. Bu duruma göre, kuyunun bulunduğu taşınmazın sahibi olarak bilinen şahıslar aleyhine 1999 tarihinde açılan maddi tazminat davası sonucunda, Bartın Asliye Hukuk Mahkemesince, 2002 tarihinde, kuyunun bulunduğu yerin Karayolları Genel Müdürlüğünce kamulaştırıldığı ve bu nedenle davalıların meydana gelen olayda sorumluluklarının bulunmadığı gerekçesiyle husumet yönünden davanın reddi yolunda verilen kararın kesinleştiği tarih olan 2003 tarihinde eylemin idariliğinin belirlendiği, bu tarihten itibaren, 2577 sayılı Yasa'nın maddesinde öngörülen 1 yıllık süre içinde,2004 tarihinde adli yargı yerinde dava açıldığı, bu davanın idare mahkemesinde görülmesi gerektiği gerekçesiyle görev yönünden reddine ilişkin kararın, 2005 tarihinde kesinleşmesi üzerine, 2005 tarihinde Karayolları Genel Müdürlüğüne karşı idare mahkemesinde açılan bu davanın süresinde kabul edilerek, işin esasının incelenmesi gerekirken, süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle davanın reddi yolunda verilen temyize konu kararda hukuki isabet görülmemiştir.” Danıştay Onuncu Dairesinin 4/11/2011 tarihli ve E.2008/7182, K.2011/4711 sayılı kararı şöyledir: “… Bir eylemin idariliği ve doğurduğu zarar bazı durumlarda eylemin gerçekleşmesiyle, kimi zaman da değişik araştırma ve incelemelerden, hatta ceza davalarından sonra ortaya çıkabilmektedir. Özelikle, kamu görevlilerinin idari tasarrufta bulunurken uyulması zorunlu görülen kurallara uymamaları nedeniyle kendilerine izafe edilebilecek nitelikte olmakla birlikte, resmi yetkilerin kullanımı sırasında gerçekleştiği için idaresinden de ayrılamayan görev kusurlarından doğan zararın tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, zararın, kamu görevlisinin kişisel kusurundan mı, görev kusurundan mı kaynaklandığının ceza muhakemesi sonucunda belirlenmesiyle ortaya çıkabilmektedir. Bu nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin ve doğurduğu zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, dava açma yolunun kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini olumsuz etkileyeceğini belirtmek gerekir. Anılan Yasa hükmünde öngörülen tam yargı davalarının, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik olması sebebiyle davanın açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.  Dosyanın incelenmesinden, davacının eşinin yaralanması üzerine kaldırıldığı Salihli Devlet Hastanesinde 2004 tarihinde ölümünün gerçekleştiği, acil servis personelinden doktor S.T. hakkında taksirle bir kişiyi öldürme suçunu işlediğinden bahisle 2006 günlü iddianame ile açılan ceza davasının sürdüğü, davacının ise iddianamenin 2006 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine 2007 gününde maddi ve manevi tazminat talebiyle davalı idareye yaptığı başvurunun 2007 tarihinde tebliğ edilen 2007 günlü işlemle reddi sonrasında 2008 tarihinde dava açtığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, eylemin idariliğinin S.T. hakkında açılan ceza davasında verilecek kararın kesinleştiği tarihte ortaya çıkabileceği dikkate alındığında, iddianamenin tebliği üzerine yapılan başvurunun reddi sonrasında açılan davada süre aşımı, davanın süre aşımı bakımından reddi yolunda verilen Mahkeme kararında ise hukuksal isabet bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan ... bir mahkeme tarafından davasının ... görülmesini isteme hakkına sahiptir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlal edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5676
Başvuru, kamu görevlileri aleyhine açılan tazminat davasının husumet yokluğundan reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ve davanın uzun süre devam etmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu iş akdinin askıya alınması üzerine 29/1/2009 tarihinde Mardin Belediye Başkanlığı aleyhine tazminat davası açmıştır. Mardin Asliye Hukuk Mahkemesi (İş Mahkemesi sıfatıyla) 25/10/2011 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/2/2014 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma üzerine Mahkemenin E.2014/169 sayılı dosyasına kaydedilen davada yargılama devam etmektedir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19891
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, sendikal faaliyetleri kapsamında gazetelere yaptığı açıklamalar nedeniyle aleyhine açılan manevi tazminat davasının kabul edilerek tazminat ödemeye hükmedilmesinin adil yargılanma hakkı, sendika hakkı ve ifade özgürlüğünün ihlali niteliğinde olduğunu ileri sürmüştür. Başvuru, 17/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 11/9/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı 10/11/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 7/1/2015 tarihli görüş yazısı 12/1/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı 27/1/2015 tarihinde beyanda bulunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, eğitim ve bilim işkolunda faaliyet gösteren Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası’nın (Sendika) şube başkanı olarak görev yapmaktadır. Olayların geçtiği Çankaya Milli Piyango Anadolu Lisesi, Sendikanın örgütlenme alanında bulunmaktadır. Adı geçen okulda meydana gelen bazı talihsiz olaylar nedeniyle bazı kişilerce kurşun döktürülmüş ve Sendikanın işyeri temsilcisi, başvurucuya meydana gelen olaylarla ilgili bildirimde bulunmuştur. Bu bildirim üzerine, başvurucu, eğitim sorunlarının bilimsel yöntemlerle çözümü yerine hurafe yaklaşımlarla çözüm arama girişimlerinin kabul edilemez olduğu, laik ve bilimsel eğitim yerine hurafe yaklaşımlarla çözüm arayanlar hakkında bakanlığın soruşturma başlatması gerektiği, okul müdürünün bu olaylardan haberdar olduğunu halde engellemediği, hatta bu olayların bilgisi dâhilinde meydana geldiği yönünde basın organlarına açıklamalarda bulunmuş ve söz konusu açıklamalar ulusal ölçekte yayın yapan Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerinde yayımlanmıştır. Söz konusu haberlerde özet olarak, okul müdürü H.A.O’nun okulda kurşun döktürdüğü, olayı gören sendika temsilcisinin durumu okul müdürüne bildirilmesi üzerine müdürün “Senin ne işin var orada? Ben işiniz olmayan yere girmeyeceksiniz demedim mi?” sözleriyle tepki verdiği, söz konusu “skandal” hakkında herhangi bir soruşturma açmadığı, üstelik olayları ortaya çıkartan sendika temsilcisi öğretmene usulsüz bir şekilde disiplin cezası verildiği, öğretmenlere yıldırma politikası izlendiği iddia edilmiştir. Söz konusu gazete haberleri üzerine okul müdürü, başvurucu ve aynı okulda görev yapan iki öğretmen aleyhine, basın yayın organlarına yaptığı açıklamalarla kişilik haklarına saldırıldığından bahisle 15/3/2010 tarihinde tazminat davası açmıştır. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen dava sonunda Mahkeme, 8/12/2011 tarihli kararı ile davacının okuldaki kurşun döktürme işiyle bir ilgisi olmadığı hâlde bu işlemlerin davacı tarafından yürütüldüğüne dair gazete ve internet üzerinden haberlerin yayılmasına, başvurucunun ve diğer iki davalının neden olduğu ve bu suretle davacının kişilik haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle davayı kabul ederek başvurucu ile birlikte diğer iki davalının her birinin davacıya 000,00 TL tazminat ödemesine karar vermiştir. İlk Derece Mahkemesinin kararı, Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/2/2013 tarihli ilamı ile onanmış ve aynı tarihte kesinleşmiştir. Yargıtay ilamı, başvurucuya 18/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 17/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “sorumluluk” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2593
Başvurucu, sendikal faaliyetleri kapsamında gazetelere yaptığı açıklamalar nedeniyle aleyhine açılan manevi tazminat davasının kabul edilerek tazminat ödemeye hükmedilmesinin adil yargılanma hakkı, sendika hakkı ve ifade özgürlüğünün ihlali niteliğinde olduğunu ileri sürmüştür.
1
Başvuru, patentten doğan haklara tecavüzün önlenmesi ve tazminat istemine ilişkin davanın aktif dava ehliyetinin bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 13/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, HL H. & GmbH şirketinin 1/1/1997 tarihli distribütör sözleşmesi ile Türkiye'deki tek yetkili satıcısı olduğunu, bu şirketin kendi buluşu ve üretimi olan kokusuz yer süzgeçlerine "Atık Boşaltma Düzeneği (Gider)" başlığı altında incelemeli patent verilerek yirmi yıllık süre için korunması amacıyla Türk Patent Enstitüsünce Resmî Patent Bülteninde yayınlandığını, davalı şirketin ne patent sahibi ne de distribütörlük yetkisi olmadan patentli sistemi taklit ederek benzer ürünü sattığını belirterek İstanbul Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) 12/3/2009 tarihinde patentten doğan haklara tecavüzün önlenmesi ve tazminat talebiyle dava açmıştır. Mahkemenin 22/5/2012 tarihli kararıyla "davalı şirketin üretici değil satıcı sıfatını taşıdığını ve sattığı binlerce ambalajlı ürünün iç parçasının taklit ya da orijinal olduğunu bilmesinin asla davalıdan beklenemeyeceği" gerekçesiyle davanın esastan reddine karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine karar Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 10/10/2013 tarihli kararıyla gerekçesi değiştirilerek onanmıştır. Kararın gerekçesi şöyledir:"...551 sayılı KHK'nin maddesinde lisans alanın patent hakkına tecavüz davası açma koşulları düzenlenmiş olup; davacının sunduğu 01/01/1997 tarihli distribütörlük sözleşmesinde davacının lisans hakkının tanınmamış olması, aynı sözleşmenin yasal haklar başlıklı hükmü ve yine davacı tarafından dayanılan 14/01/2008 tarihli vekaletname başlıklı belgenin de esasen işbu davayı açma konusunda davacıya yetki veren belge olarak kabulünün de mümkün bulunmaması nedeniyle davanın reddi gerekeceğinden; sonucu bakımından doğru olan kararın onanması gerekmiştir." Başvurucunun karar düzeltme talebi Dairenin 8/5/2014 tarihli kararıyla "davacının aktif dava ehliyeti bulunmadığından davanın reddine karar verilmesi ve davacı aleyhine de maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken nisbi vekâlet ücretine hükmedilmesi doğru olmadığı" gerekçesiyle kabul edilerek onama kararında açıklanan aynı gerekçelerle hükmedilen vekâlet ücreti yönünden karar düzeltilerek onanmıştır. Nihai karar 16/7/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, 13/8/2014 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. 24/6/1995 tarihli ve 551 sayılı mülga Patent Haklarının Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin "Lisans alanın dava açması ve şartları" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şu şekildedir:"Aksi sözleşmede kararlaştırılmamışsa, inhisari lisansa sahip olan kişi, üçüncü bir kişi tarafından patent sahibinin patentten doğan haklarına, tecavüz edilmesi durumuna, patent sahibinin bu Kanun Hükmünde Kararname uyarınca açabileceği davaları, kendi adına açabilir. İnhisar olmayan lisans sahibi olanların, dava açma hakları yoktur...."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13214
Başvuru, patentten doğan haklara tecavüzün önlenmesi ve tazminat istemine ilişkin davanın aktif dava ehliyetinin bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, başvurucunun hükümlü olarak ceza infaz kurumunda bulunan kardeşinin, hastalanarak hayatını kaybettiği olayda gerekli tıbbi müdahalenin zamanında yapılmaması ve olaya ilişkin etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 28/11/2013 tarihinde İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 26/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 26/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 29/9/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 13/10/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve soruşturma dosyasından elde edilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun kardeşi olan Güral GÜR (G.G.) Kartal H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmakta iken tanık ifadelerine göre 20/4/2011 tarihinde gece saatlerinde karın bölgesindeki şiddetli ağrılar nedeniyle rahatsızlanmıştır. G.G.nin koğuş arkadaşları ifadelerinde, kendilerinin durumu diafonla Ceza İnfaz Kurumu görevlilerine derhâl bildirdiklerini, bunun üzerine G.G.nin görevli bir memur tarafından revire götürüldüğünü, G.G.nin koğuşa döndüğünde kendisine ağrı kesici ilaç verildiğini ve hastaneye sevkini istemediğini söylediğini ancak ağrılarının devam ettiğini beyan etmişlerdir. Anılan gece Ceza İnfaz Kurumu revirinde görevli olduğu tespit edilen infaz koruma memuru B., alınan ifadesinde, görevli olduğu akşam G.G.nin kaldığı sağ F-8 koğuşundan şahsın rahatsızlandığına dair herhangi bir talep gelmediğini, sonraki iki gün kendisinin izinli olduğunu ve G.G.nin kendisinin izinli olduğu tarihte rahatsızlanıp hastaneye kaldırıldığını beyan etmiştir. Soruşturma dosyasında bulunan Ceza İnfaz Kurumu revirine ait belgelerin incelenmesinden de G.G.ye 20/4/2011 tarihinde herhangi bir tıbbi işlem uygulandığına dair bilgi veya belge elde edilememiştir. Ağrılarının geçmemesi nedeniyle G.G., ertesi gün tekrar revire götürülmüştür. Burada hükümlüyü muayene eden Ceza İnfaz Kurumu Aile Hekimi İ.B.K., “2011 tarihinde hastanın muayeneye geldiğini, hastanın karın ağrısı şikayeti olduğunu, mide kanamasını düşündüren hikaye (anamnez) ve fiziki bulguya rastlanılmadığını, büyük abdestinde (gayta) kanama, siyah dışkılama mevcut olmadığını, hastaya peptitulcus (ülser) teşhisi konduğunu, ulcuran ampul yapıldığını ve hastanın başka bir sağlık probleminden bahsetmediğini” beyan etmiştir. Ceza İnfaz Kurumu reviri protokol defterinde de kişiye “ulcuran ampul” uygulandığı yazılmıştır. 22/4/2011 tarihinde de G.G.nin ağrılarının devam etmesi üzerine Kurumda görevli doktor bulunmadığı için Ceza İnfaz Kurumu idaresince 112 acil servisi aranmış ve acil servis doktoru tarafından G.G.nin muayenesi yapılmıştır. Yapılan muayene sonucunda hastanın acil bir durumunun olmadığı ve gün içinde hastaneye sevkinin yapılması gerektiği bildirilmiştir. Bu gelişmenin ardından Ceza İnfaz Kurumu idaresi hastanın acil sevkini yaparak hastayı Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesine göndermiştir. Hastaneye kaldırılan G.G., aynı gün ameliyata alınmış; ameliyat sonrasında tedavisine devam edilmiş ancak 10/6/2011 tarihinde hayatını kaybetmiştir. Ölüm olayının ardından başvurucu özetle “kardeşi G.G.'nin Cezaevinde rahatsızlandığını, ancak cezaevi görevlilerinin rahatsızlığını dikkate almayarak gerekli tedaviyi yapmadıklarını, kardeşinin ancak 3 gün sonra hastaneye kaldırıldığını ve burada hayatını kaybettiğini, dolayısıyla kardeşinin ölümünden Cezaevi görevlilerinin sorumlu olduğunu” belirterek ilgili kamu görevlilerinden şikâyetçi olmuştur. Başvurucunun şikâyeti üzerine Pendik Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafından başlatılan soruşturma kapsamında ifadesi alınan müteveffanın koğuş arkadaşları ile infaz koruma memurlarının bazılarının ve Ceza İnfaz Kurumu Aile Hekimi’nin ifadeleri şöyledir: “Ç.S.; Ben 24 Ocak - 24 Nisan 2011 tarihleri arasında Kartal Cezaevi'nde hükümlü olarak kaldım. Cezaevi sağ F-8 koğuşunda kaldım. Gürol Gür yaklaşık 20 gün sonra koğuşa geldi. Benimle aynı ranzayı paylaşıyordu. Başlangıçta pek bir rahatsızlığı yoktu. Ancak ben tahliye olmadan 10 gün öncesi civarı rahatsızlandı. Tam tarihini hatırlamıyorum. Ancak koğuşta bulunduğumuz sırada akşam kendisi rahatsızlanarak ranzaya uzandı. Midesiyle oynuyordu. Bize sanki midem delindi, parmağım içeri giriyor, dedi. Biz de olur mu öyle şey diye kendine güldük. Ancak gece vaktinde rahatsızlığı arttı. Diafonla konuyu gardiyanlara haber verdik. Ancak gece vakti doktor olmadığını, sabah doktor geldiğinde ilgileneceklerini söylediler. Durumunun kötü olduğunu söyledik. Bu defa sağlık memuru olan birisi Gürol'u alarak revire götürdü. Ağrı kesici iğne yapılmış geri getirdiler. Ertesi gün kendisini revire götürdüler. Yine getirdiler. Tahminimce yine iğne yapmışlar. Ancak rahatsızlığı artıyordu, iyice fenalaştı. Üçüncü gün akşam üzeri kendisini yarı baygın halde gardiyanlara teslim ettik. Üçüncü gün akşamüzeri hastaneye kaldırılmış. Hastaneden dönmedi. Tahliye olduktan sonra vefat ettiğini öğrendim.” “Y.E.; Ben Kartal H tipi cezaevi Sağ F-8 koğuşunda hükümlü olarak kalmaktayım. ... Gürol Gür'ün bize söylediğine göre kendisi İspanya'da ve bazı Avrupa Ülkelerinde hapis yatmış. Çok sigara ve nescafe tüketiyordu. Yemeği az yiyordu. Revirden ağrı kesici hap almıştı. Onu kullanıyordu. Sabahları hava soğuk da olsa koğuş havalandırmasında uzun süre yürüyüş yapıyordu. Tam tarihini hatırlayamıyorum. Kendi midesinden rahatsızlandı. Çok ağrısı olduğu anlaşılıyordu. Diafona basarak revir görevlisini çağırdık. Revire gitti. Kendisine ağrı kesici iğne yapılmış. Koğuşa döndüğünde kendisi ağrı kesici iğne yapılmasını istediğini ve hastaneye şevkini istemediğini bize söyledi. Koğuşa döndüğünde rahatsızlığı geçmemişti. Ertesi gün tekrar revire gönderdik. Kendisi sevkini istemediğini söylüyordu. Nitekim ikinci defada yine ağrı kesici iğne yapılmış ve ağrı kesici hap verilmiş. O hapları da koğuşta kullanıyordu. Ancak ağrısı devam ettiği için sonraki sürede burnundan da bir miktar kan geldiği için biz bunu da revir görevlilerine hatırlatarak üçüncü sefer revire sevkini sağladık ve oradan hastaneye sevki sağlanmış, Revirde kendisine uygulanan teşhis ve tedavi hususunu bilemiyorum. Ancak, kendisinin genel olarak hastaneye sevk olarak isteksizliği vardı, "bana bir şey olmaz" diye söylüyordu. Hastaneye sevkin racona çok uygun olmadığını söylüyordu. Hatta üçüncü kez burnundan kan geldiğinde kendisinin hastaneye sevki için kendisiyle epeyce konuşmuştuk. Mustafa isminde infaz koruma memurunu bilmiyorum. Ancak, bir infaz koruma memuru her üç defada kendisini revire götürmüştü. Olay sırasında koğuş mümessili Çetin isminde bir arkadaştı. Sonradan tahliye oldu.” “S.; Ben Kartal H Tipi Cezaevi F-8 koğuşunda hükümlü olarak kalmaktayım. Hastaneye kaldırmazdan evvel aynı koğuşta hükümlü olarak bulunan Gürol Gür ile yaklaşık olarak 3 ay kadar aynı koğuşta kaldık. Hastaneye kaldırılmazdan evvel 3 gün kadar önce aniden karnının sağ tarafından bir ağrı hissettiğini söyledi. Diafonla cezaevi revirinin görevlilerini haberdar ettik. Revire kaldırıldı. Revire kaldırıldığında kendisine iğne yapılmış. Kendisi de hastaneye sevkini istememiş. Bunu kendisi bana ifade etti. Ayrıca kendisine ağrı kesici haplar verilmiş. Koğuşta onu içiyordu. Ancak ağrısı geçmedi. Ertesi gün tekrar revire kaldırıldı, yine iğne yapılmış. Koğuşa döndü. Ancak, rahatsızlığı devam ediyordu. Biz bu defa revir görevlilerine rahatsızlığının fazla olduğunu izah ettik. Üçüncü kez revire kaldırılışında hastaneye sevki yapıldı. Ondan sonra kendisini görmedim. Benim bildiğim kadarıyla rahatsızlığını bildirdiğimizde kendisini revire aldılar. Ancak, orada ne gibi bir teşhis ve tedavi uygulandığını bilemiyorum. Gördüğüm kadarıyla kendisine ağrı kesici iğne yapılıyordu, sabahları kendisi kalktığında havalandırma boşluğunda yürüyüş yapıyordu. Ancak sabahları sigara ve çay, kahve içiyordu.” “B.; Ben Kartal H Tipi Cezaevinde İnfaz Koruma memuruyum. Cezaevi revirinde görevliyim. Ben 20/04/2011 akşamı görevliydim. Ancak Gürol Gür’ün kaldığı sağ F-8 Koğuşundan şahsın rahatsızlandığına dair görevli olduğum akşam herhangi bir talep gelmedi. Ben 21 ve 22/04/2011 tarihlerinde izinliydim. Şahıs benim izinli olduğum tarihte rahatsızlanmış ve hastaneye kaldırılmış.” “Ş.A.; Ben Kartal Cezaevinde infaz koruma memuru olarak görev yaparım. Cezaevinde revir görevlisi olarak görev yapıyorum ... Ben 20 ve 21/04/2011 tarihinde izinliydim. 2011 tarihinde sabah saat 08:00'de işe başladım, öğle saatlerine doğru nöbetçi memur arkadaşlar sağ F-8 koğuşunda Gürol Gür'ün rahatsızlandığını haber verdiler, koğuşa gittim baktım. Neyi olduğunu sordum. Karnının ağrıdığını söyledi. Asıl revir görevlisi Ç.'ye haber verdim. Ç. Hastaya baktı ve revire getirdi. O saatte cezaevinde görevli doktor olmadığı için 112 acil servisi çağırdık. 112 doktoru revirde Gürol Gür'ün muayene etti. Tansiyonu ölçüldü. Çok acil olmadığını, uygun saatte hastaneye sevkinin uygun olduğunu söyledi. 112 servisi çok acil gördükleri mahkumları doğrudan hastaneye kaldırıyorlar. Gürol Gür'ün durumunu çok acil görmedikleri için kendileri götürmediler. Baş memurumuz hastaneye götürülmesinin uygun olacağını söyledi. Mehmet bey de müdür beyle görüşerek jandarma vasıtasıyla şahsın Kartal Eğitim Araştırma Hastanesi’ne sevkini sağladık. Gittiğimde orada yatışını sağlamışlar. 1 aya yakın tedavi gördü. Tedavi sırasında hastanede ölmüş.” “Ç.; Ben Kartal Cezaevinde İnfaz koruma memuru olarak görev yapmaktayım. Cezaevinde revir sorumlusu görevini ifa etmekteyim, cezaevi sağ blokundan sorumluyum. Belirtilen 20-21-22/04/2011 tarihlerinde gündüz saatlerinde görevliydim. Olayı hatırladım. 2011 tarihinde gündüzünde şahsın herhangi bir rahatsızlığı yoktu. Ertesi gün göreve geldiğimde bloktaki görevli infaz koruma memurları sağ F-8 koğuşundan Gürol Gür'ün koğuşunda rahatsızlandığını haber verdiler. Ben de giderek şahsı koğuşundan alarak revire götürdüm. Öğlen saatleri idi. O saat itibariyle cezaevinde görevli doktor olan İsmail Barış Kızılkaya revirde Gürol Gür’ü muayene etti. Şahsın çok ağır bir durumu yoktu. Midesinin delindiğini de ifade etmedi. Doktor bey kendisine ağrı kesici iğne yaptı ve rahatsızlığı devam ederse yeniden bakmak üzere kendisini koğuşuna gönderdi. Revirle f-8 koğuşu arası 50-60 metre kadar vardır. Gürol Gür yürüyerek koğuşuna döndü. Normal konuşuyordu. Ben görevi bıraktığım akşam saat 17:00'ye kadar başka bir şikayeti gelmedi. Akşamki gelişmelerden haberim olmadı. 2011 tarihinde yine öğlen saatlerinde blokta görevli diğer memur arkadaşlar Gürol Gür'ün yeniden rahatsızlandığını haber verdiler. Cezaevine doktorlar en yakın sağlık ocağından gelerek ikişer saat gidip sağlık ocağına döndüklerinden o esnada cezaevimizde görevli doktor bulunmadığı için ben 112 acil servisi telefonla aradım. Acil servis doktoru cezaevi revirinde Gürol Gür'ün muayene etti. Acil bir durumunun olmadığını, gün içinde hastaneye sevkinin yapılması gerektiğini söyledi. Ancak ben müdahale ederek ve jandarma görevlilerine haber vererek jandarmayla kendisini Kartal Eğitim Araştırma Hastanesi'nin acil kısmına sevkini sağladım. Hastaneye gittiğimde yatışını yapmışlar. Orada 1 aya yakın tedavi gördü. Sonradan vefat etmiş.” “İ.B.K.; “Ben Aile Sağlığı Merkezinde aile hekimi olarak görev yapmaktayım. Kartal Cezaevi bizim bölgemizde bulunduğu için merkezde bulunan 5 doktor haftada birer gün 2 saat cezaevine giderek orada görev yapıyoruz. 2011 tarihinde cezaevinde görevliydim. Cezaevi revir görevlileri öğleden sonra koğuşunda mide şikayeti bulunan mahkumu getirdiler. Adının Gürol Gür olduğu anlaşılan hükümlüyü muayene ettim. Hikayesini dinledim. Hikayesinde mide kanamasını düşündüren, ağzından kan gelme, büyük abdestinde siyah dışkılama bildirmedi. Muayenemde mide kanamasını düşündüren fiziki bulguya da rastlamadım. Mide ülseri teşhisi koyarak Ulcuran Ampul yaptım. Başka sağlık problemi bildirmedi. Daha sonra hastaneye sevk etmek üzere koğuşuna gönderdim. Ertesi gün görevli değildim. Şahıs tekrar rahatsızlanmış. 112 acil yardım ve ambulans ekibini çağırmışlar. gelen sağlık görevlisi de mide kanaması düşünmemiş, gün içerisinde sevkini uygun görmüş. Aynı gün jandarmayla hastaneye sevki sağlanmış. Gürol Gür'ün tedavisi yönünden herhangi bir ihmalim veya kusurlu davranışım bulunmamaktadır. Normal olarak kendisine tedavi prosedürünü uyguladım. Bir doktor hiç bir zaman hastasına bir şeyin yok diye geri göndermez. Sağlıkta hiçbir zaman böyle bir garanti verilemez.” Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturma kapsamında Adli Tıp Kurumundan G.G.nin ölümüyle ilgili olayda Ceza İnfaz Kurumu doktoru ve personelinin kusurlu olup olmadığının tespiti amacıyla bir rapor hazırlanmasını istemiştir. Anılan raporun hazırlanabilmesi için soruşturma dosyası, tedavi evrakları, otopsi raporu ve Ceza İnfaz Kurumu revir defterinin ilgili kısımlarının bir sureti Adli Tıp Kurumuna gönderilmiştir. Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu 27/6/2012 tarihli raporunda, müteveffanın ölümünde Ceza İnfaz Kurumu doktoruna ve personeline atfı kabil herhangi bir kusur bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır. Anılan raporun ilgili kısmı şöyledir;  “...2011 tarihinde cezaevi koğuşunda rahatsızlanması üzerine Lutfi Kırdar Kartal Eğitim Hastanesine götürüldüğü, genel durumu kötü, bilinç konfü olduğu, hasta da gecikmiş ulcus perforasyonu ön tanısı ile acil operasyon düşünüldüğü, eksploratiflaparatomi yapıldığı, acil yoğun bakım ünitesine alındığı, burada tedavisi devam ederken 2011 tarihide öldüğü, bildirilen hastalığı dikkate alınmadığı için cezaevinde bekletildiği ve tedavisinin geciktiği iddiası bulunan Servet oğlu 1958 doğumlu Gürol GÜR hakkında düzenlenmiş adli ve tıbbi belgelerde kayıtlı bilgi ve bulgular dikkate alındığında; ... 2011 tarihli ve 2299 sayılı Cezaevi Reviri protokol defterinde; kişiye Ulcuran Ampul yapıldığı şeklinde yazılı olduğu, 2011 günü hastaneye sevki sonrası şikayeti şuur bulanıklığı ve karın ağrısı olduğu, resüsitasyon odasında entübe olarak konsültasyonu istenen hastanın TA 60/40 Nb: 130 olduğu, batın muayenesinin değerlendirilemediği, çekilen batın BT’sinde serbest hava görülmesi üzerine hasta acil operasyona alındığı, yapılan eksplorasyonda batında yaygın enfekte mai mevcut olduğu, barsaklar üzerine yaygın psodomebran ve prepilorik alanda yaklaşık cm lik perfore alan görüldüğü, gerekli operasyonun yapıldığı, ameliyat sonrası uygun tedaviye rağmen 2011 tarihinde öldüğü dikkate alındığında; kişinin ölümünün mide perforasyonuna bağlı peritonit ve gelişen komplikasyonları sonucu meydana gelmiş olduğu, Şikayetleri nedeniyle sağlık personeli tarafından muayenesinin yapıldığı, şikayetine yönelik uygun tedavisine başlanıldığı, 2011 günü cezaevinde yapılan muayenesinde batında perforasyonu düşündürecek bulgu tespit edilmediği de dikkate alındığında; kişinin ölümünde cezaevi hekimine ve personeline atfı kabil kusur bulunmadığı oy birliğiyle mütalaa olunur...” Cumhuriyet Başsavcılığı 31/8/2012 tarihli ve K.2012/5935 sayılı kararıyla şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Anılan kararın gerekçesi şöyledir: “...İfadeleri alınan şüpheliler suçlamayı reddederek Gürol Gür'ün tedavisi yönünden gerekli işlemi yaptıklarını, konuyla ilgili herhangi bir ihmallerinin bulunmadığına dair savunma yaptıkları, tanık olarak dinlenen koğuşta mahkum olarak bulunan bir kısım hükümlülerin iddiaları doğrulamadıkları, kesin ölüm sebebi ve ölüm olayı ile ilgili cezaevi doktoru ve personelinin kusurlu olup olmadığına dair tüm tedavi evrakları ile birlikte soruşturma dosyası gönderilerek Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu'ndan rapor istendiği, Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu'nun istenen hususlara dair özenle ve çok ayrıntılı olarak hazırladığı 15 sayfadan oluşan 27/06/2012 tarihli raporunda ölüm sebebinin mide ferforasyonuna bağlı peritonit ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana geldiği ile ölenin şikayeti nedeniyle sağlık personeli tarafından gerekli muayenesinin yapıldığı, şikayetine yönelik uygun tedavisine başlandığı, 21/04/2011 günü cezaevinde yapılan muayenesinde batında ferforasyonu düşündürecek bulgu tespit edilmediği, kişinin ölümünde cezaevi hekimi ve personeline atfı kabil kusur bulunmadığına oy birliği ile mütalaa olunduğunun bildirildiği, buna göre şüpheliler hakkında atılı suç unsurları manevi unsur yani kusurluluk unsuru yönünden teşekkül etmediği, dolayısı ile şüpheliler hakkında bu cihetle kovuşturma imkanı bulunmadığından tüm şüpheliler hakkında atılı suçtan kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına... karar verildi.” Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 9/7/2013 tarihli ve 2013/844 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Bu karar başvurucuya 1/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiş olup 27/11/2013 tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımı bulunmadığı anlaşılmıştır. B. İlgili Hukuk Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Hapis cezalarının infazında gözetilecek ilkeler” kenar başlıklı maddesinin ilgili hükümleri şöyledir:“(1) Hapis cezalarının infaz rejimi, aşağıda gösterilen temel ilkelere dayalı olarak düzenlenir:a) Hükümlüler ceza infaz kurumlarında güvenli bir biçimde ve kaçmalarını önleyecek tedbirler alınarak düzen, güvenlik ve disiplin çerçevesinde tutulurlar.b) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin düzenli bir yaşam sürdürmeleri sağlanır. Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir. Hükümlülerin, Anayasada yer alan diğer hakları, infazın temel amaçları saklı kalmak üzere, bu Kanunda öngörülen kurallar uyarınca kısıtlanabilir.c) Cezanın infazında hükümlünün iyileştirilmesi hususunda mümkün olan araç ve olanaklar kullanılır. Hükümlünün kanun, tüzük ve yönetmeliklerle tanınmış haklarının dokunulmazlığını sağlamak üzere cezanın infazında ve iyileştirme çabalarında kanunîlik ve hukuka uygunluk ilkeleri esas alınır. …f) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur.…” 5275 sayılı Kanun’un “Hükümlünün muayene ve tedavi istekleri” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“ (1) Hükümlü, beden ve ruh sağlığının korunması, hastalıklarının tanısı için muayene ve tedavi olanaklarından, tıbbî araçlardan yararlanma hakkına sahiptir. Bunun için hükümlü öncelikle kurum revirinde, mümkün olmaması hâlinde Devlet veya üniversite hastanelerinin mahkûm koğuşlarında tedavi ettirilir.” 5275 sayılı Kanun’un “Hükümlünün muayene ve tedavisi” kenar başlıklı maddesi (1) numaralı fıkrası şöyledir: “(1) Kurumun sağlık koşullarının düzenlenmesi, hükümlünün acil veya olağan muayene ve tedavisi kurumun hekimi tarafından yapılır. Genel veya hastalık nedeniyle yapılan tüm muayene ve tedavi sonuçları, sağlık izleme kartına işlenir ve dosyasında saklanır.” 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.” 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı maddesi şöyledir:“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” Uluslararası Hukuk Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Avrupa Cezaevi Kuralları hakkında (2206) 2 numaralı tavsiye kararının “Cezaevi sağlık sisteminin organizasyonu” başlıklı maddesi şöyledir:“ 1 Cezaevindeki sağlık hizmetleri genel toplumsal sağlık sistemiyle yakın ilişki içinde örgütlenmelidir. 2 Cezaevlerindeki sağlık sistemi ulusal sağlık sistemiyle entegre edilmeli ve uyum içinde olmalıdır. 3 Mahpuslar yasal durumları nedeniyle ayrımcılığa tabi tutulmaksızın ülkedeki sağlık hizmetlerinden yararlanma imkanına sahip olmalıdır. 4 Cezaevindeki sağlık hizmetleri mahpusların karşılaşabilecekleri fiziksel ya da ruhsal hastalıkların teşhis ve tedavisine yeterli düzeyde olmalıdır. 5 Bu amaçla genel sağlık sisteminde mevcut olan gerekli tüm tıbbi, cerrahi ve psikiyatrik olanaklara ulaşma imkanı mahpuslara sağlanmalıdır.” Anılan tavsiye kararının “Tıbbi ve sağlık hizmetleri personeli” başlıklı maddesi şöyledir:“ 1 Her cezaevinde en az bir uzman doktorun bulunduğu bir revir bulunmalıdır. 2 Düzenlemeler acil durumlarda uzman bir doktorun gecikmeksizin müdahalesine olanak tanıyacak şekilde yapılmalıdır. 3 Tam gün çalışan bir doktorun bulunmadığı yerlerde yarım zamanlı çalışan bir doktor mahpusları düzenli olarak ziyaret etmelidir. 4 Her cezaevinde tıbbi müdahale konusunda eğitilmiş personel bulunmalıdır. 5 Her mahpusa uzman diş hekimlerinin ve göz doktorlarının sağlayacağı hizmetlerden yararlanma olanağı tanınmalıdır.” Anılan tavsiye kararının “Sağlık hizmeti tesisleri” başlıklı maddesi şöyledir:“ 1 Özel tedaviye ihtiyacı olan hasta mahpuslar cezaevinde bu tedavinin gerçekleştirilemediği hallerde bu amaca özgülenmiş kurumlara ya da sivil hastanelere nakledilmelidir. 2 Cezaevinin kendi sağlık tesislerinin bulunduğu hallerde bu tesisler tedavi için gelen mahpuslara uygun bakım ve hizmeti sunmaya yeterli personel ve ekipmanla donatılmış olmalıdır.”
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8691
Başvuru, başvurucunun hükümlü olarak ceza infaz kurumunda bulunan kardeşinin, hastalanarak hayatını kaybettiği olayda gerekli tıbbi müdahalenin zamanında yapılmaması ve olaya ilişkin etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan tazminat davasında yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucuya ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvuru Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 7/12/2012 tarihinde dava açmıştır. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi kararına karşı, davalı, istinaf talebinde bulunmuştur. Yargılama devam etmektedir. Başvurucu, açtığı davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddiasıyla 8/1/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/1771
Başvuru, kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan tazminat davasında yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanıkların başvurucu (sanık) tarafından duruşmada sorgulanmasına imkân verilmemesi nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Samsun Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu şüphesiyle soruşturma başlatmıştır. Soruşturma neticesinde Başsavcılık, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle 15/5/2017 tarihli iddianame düzenlemiştir. İddianamede özetle başvurucunun ByLock tespiti, tanıklar K., G., , Ö.F.T., A.N.A., T.T. ve Z.T.nin ifadeleri, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Dairesi ve HSYK Genel Kurulunun görevden uzaklaştırma ve ihraç kararları, örgüt liderinin talimatına uygun olarak Asya Katılım Bankası Anonim Şirketinde (Bank Asya) hesap hareketleri neticesinde atılı suçu işlediğini iddia edilmiştir. İddianamenin kabulü ile açılan dava, Samsun Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) E.2017/274 sırasına kaydedilerek görülmeye başlanmıştır. Yargılamada 29/5/2017 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda diğerlerinin yanı sıra Başsavcılık ve İl Emniyet Müdürlüğüne ayrı ayrı müzekkere yazılarak sanığın ByLock programını kullanıp kullanmadığı konusunda ellerinde bulunan bütün bilgi, belge, yazışma içerikleri ve analiz raporlarının istenmesine, sanığın ByLock'a giriş yaparken kullandığı iddia edilen telefon numarasının ByLock'a tahsis edilen dokuz IP adresine kaç kere giriş yaptığı hususundaki kayıtların Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumundan (BTK) talep edilmesine, Wi-Fi yoluyla ByLock programı kullanılmış ise kullanıldığı telefonun ve cihazın sahibinin tespitine yönelik esas bilgilerin saptanmasına, tanık A.N.A.nın istinabe yoluyla dinlenilmesine karar verilmiştir. Yargılama on celsede bitirilmiştir. Birinci ve ikinci celsede sanığın tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Üçüncü celsede başvurucu hakkında düzenlenen ByLock uygulaması teknik raporu, BTK'ya yazılan müzekkere üzerine ..45 numaralı GSM hattın sahibi ile 18/8/2014 tarihinde hattın kullanıldığı cihazın IMEI numarası ve bu cihazın sahibinin tespitine ilişkin evrak, söz konusu hat ile arayan ve aranan numaraları gösterir HTS kayıtları Mahkemeye sunulmuştur. Yine tanık A.N.A. nın bilgi ve görgüsünün tespiti için Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesine yazılan talimata ikmalen cevap verilmiştir. Tanık A.N.A. nın istinabe yoluyla alınan beyanında başvurucuyu 2014 yılında çalıştığı görev yerinde daha önceden görev yapmasından dolayı gıyaben tanıdığını, başvurucunun yemek ve kahvaltı organizasyonları yaptığını diğer çalışma arkadaşlarından duyduğunu ifade etmiştir. Başvurucu; müdafiinin hazır bulunduğu üçüncü oturumda alınan savunmasında tanık beyanlarını kabul etmediğini, Çanakkale'ye eski çalışma arkadaşlarını ziyaret etmek içingittiğini, bir organizasyon planlaması dâhilinde orada bulunmadığını, o dönemde Fatih Üniversitesinde okuyan bir kızının olduğunu, Üniversitenin zorunlu kılması nedeniyle Bank Asyada hesap açtırdığını, bu hesap aracılığıyla kızına para gönderdiğini beyan etmiştir. Dördüncü ve beşinci celsede sanığın tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Altıncı celsede BTK'ya yazılan müzekkere üzerine sanığa ait .. 45 numaralı GSM hattının 18/8/2014-15/7/2016 tarihleri arası itibarıyla internet trafik bilgisinin incelenerek internet trafik bilgileri mahkemeye sunulmuştur. Başvurucunun 18/8/2014-15/7/2016 tarihleri arasında birden çok kez belirtilen IP'lerle bağlantı kurduğu anlaşılmıştır. Başvurucu önceki savunmalarını tekrar etmiştir. Duruşmanın yedinci celsesinde sanığın tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Sekizinci celsede iddia makamı esas hakkında mütalaa sunmuştur. Mahkeme başvurucu müdafiinin süre talebinin kabulüne ve duruşmanın 29/1/2018 tarihine ertelenmesine, tanık Ö.F.T. nin tekrardan istinabe yoluyla dinlenilmesine karar vermiştir. Dokuzuncu celsede sanığın tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Onuncu celsede dosya muhtevası ve toplanan delillere göre tanık Ö.F.T.nin dinlenmesinin neticeye etkili olmayacağı kanaatine varıldığı gerekçesiyle tanığın dinlenilmesinden vazgeçilmesine ve eski ifade suretlerinin okunmasına karar verilmiştir. Tanık Ö.F.T. etkin pişmanlık kapsamında 2/6/2015 tarihinde verdiği kolluk ifadesinde alınan beyanında başvurucunun, abisi olan K.Ç. gibi cemaat içinde olduğunu, başvurucunun Şebinkarahisar’da iken kendisine cemaatin mesajlarını ilettiğini, kendisine mobbing uyguladığını ifade etmiştir. Başvurucu, tanık Ö.F.T.nin beyanlarını kabul etmediğini ifade etmiştir. Esas hakkında mütalaaya karşı beyanında önceki savunmalarını tekrarlayarak isnat edilen suçu inkâr etmiştir. Başvurucu müdafii ise örgüt üyeliği suçunun gerçekleşmediğini, önceki savunmaları doğrultusunda müvekkilinin beraatine, olmadığı takdirde lehine olan hükümlerin uygulanmasını talep etmiştir. Mahkeme, tanık ifadelerini de esas alarak başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu; istinaf ve temyiz dilekçelerinde diğerlerinin yanı sıra tanıklar A.N.A. ve Ö.F.T. ile Mahkemece dinlenilmeyen ancak hakkında etkin pişmanlık kapsamında beyanda bulunan K., G. ve isimli tanıkların mahkeme huzurunda dinlenilmediğini ve soru sorma hakkının kullandırılmadığını belirtmiştir. Hüküm, kanun yolu denetiminden geçerek 2/1/2020 tarihinde kesinleşmiştir. Yargıtay onama kararında "Sanığın kızının adına açılmış Bankasya hesabına 2015 yılı Eylül ve Mayıs ayları arasında havale yapmış olmasının örgütsel faaliyet olarak kabul edilemeyeceği belirlenerek yapılan incelemede; tüm dosya kapsamı gözetilerek diğer delillerin atılı suçun sübutu için yeterli olduğu görülmekle, sanığın ByLock kullanıcısı olduğunu bildiren ayrıntılı ByLock tespit ve değerlendirme tutanağının dosyaya gelmesi beklenilmeden karar verilmesi sonuca etkili bulunmamış." kabulüne yer verilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 6/1/2020 tarihinde öğrendikten sonra 23/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon hakkaniyete uygun yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak tanık sorgulama hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/5651
Başvuru, beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanıkların başvurucu (sanık) tarafından duruşmada sorgulanmasına imkân verilmemesi nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucular, davalı idare aleyhine 2005 yılında açtıkları tazminat davasında ıslah taleplerinin, bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mülkiyet ve mahkemeye erişim haklarının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, ihlalin tespitiyle uğradıkları maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmişlerdir. Başvuru, 29/7/2013 tarihinde Diyarbakır Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 30/9/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 27/10/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Ercan Tosun 2/11/2004 tarihinde TEDAŞ Müessese Müdürlüğüne ait elektrik tellerinden akıma kapılarak sağ el işaret parmağını kaybetmiştir. Başvurucu Ercan’ın anne ve babası olan Müceder ve Muhsin 7/3/2005 tarihinde Ergani Asliye Hukuk Mahkemesinde kendi adlarına asaleten, başvurucu Ercan adına velayeten, başvurucu Müceder ve Muhsin için ikişer bin TL maddi, üçer bin TL manevi tazminat ile başvurucu Ercan için sekiz bin TL maddi ve on beş bin TL manevi tazminata hükmedilmesi istemiyle idare aleyhine dava açmışlardır. 16/8/2006 tarihinde başvurucu Ercan’ın babası Muhsin vefat etmiş, mirasçısı Tuana Ertosun davaya katılmıştır. Mahkemece, başvurucu Ercan’ın geçirdiği kaza nedeniyle maluliyet oranının belirlenmesi için Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden alınan raporda, başvurucu Ercan’ın maluliyet oranı % 7 olarak belirlenmiştir. Kusur oranları ile tazminat miktarının tespiti için alınan raporda, davalı kurumun % 60, belediye başkanlığının % 20, başvurucu Ercan’ın anne ve babasının ise %20 oranında kusurlu olduğu, başvurucu Ercan’ın gerçek zararının 956,18 TL olduğu yönünde görüş bildirilmiştir. Mahkeme, 23/10/2007 tarih ve E.2005/395, K.2007/649 sayılı kararıyla Muhsin ve başvurucu Müceder’in maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddine, başvurucu Ercan yönünden ise davanın kısmen kabulüne, 956,18 TL maddi tazminat ile 000,00 TL manevi tazminatın ödenmesine karar vermiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesi 13/10/2008 tarih ve E.2008/1545, K.2008/11722 sayılı ilamıyla, başvurucu Ercan yönünden daimi kazanç kaybı hesaplanırken 18 yaşından sonrası için “destek payı” indirimi yapılmadan karar verilmesi gerektiği, anne ve babanın manevi tazminat isteklerinin reddedilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu tespitlerine yer vererek, Adli Tıp Kurumundan usulüne uygun olarak rapor alınarak maluliyet oranının belirlenmesi gerektiği gerekçesiyle kararı bozmuştur. Mahkemece kusur durumunun tespiti için bilirkişi incelemesi yaptırılmış, başvurucu Ercan’ın meslekte kazanma gücünün belirlenmesi amacıyla Adli Tıp Kurumu Adli Tıp İhtisas Kurulundan rapor alınmış, raporda başvurucu Ercan‘ın %100 oranında malul sayılması gerektiği yönünde görüş bildirilmiştir. Alınan raporlar doğrultusunda, tazminat hesabı yönünden ek rapor aldırılmış, 17/1/2011 tarihli ek raporda Yargıtay bozma ilamı doğrultusunda başvurucunun 2011 tarihi itibarıyla bilinen asgari ücret tutarlarına göre talep edebileceği maddi tazminatın 739,24 TL olduğu tespit edilmiştir. Bozmadan sonraki aşamada başvurucular vekili 17/3/2011 tarihli ıslah dilekçesiyle başvurucu Ercan için 739,24 TL maddi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme, 24/1/2012 tarihli kararıyla “… kazalı küçüğün (başvurucu Ercan) maluliyet oranı, Yargıtay bozma ilamına istinaden bozma ilamından sonra tespit edilmiş olmakla tahkikat aşaması Yargıtay bozmasından sonra tamamlandığı dikkate alınarak somut olayda ıslah yapılabileceği kanaatine varılmıştır” şeklindeki gerekçeye yer vererek başvurucu Ercan yönünden maddi tazminat taleplerinin kabulü ile maddi tazminatın 000,00 TL’lik kısmının olay tarihinden, 739,24 TL’lik kısmının ıslah tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte idareden tahsiline, Muhsin ve başvurucu Müceder’in manevi tazminat taleplerinin kısmen kabulüne, maddi tazminat taleplerinin reddine karar vermiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesi, 18/4/2012 tarih ve E.2012/4648, K.2012/6668 sayılı ilamla Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ve yerleşmiş yargı kararları gereğince bozma üzerine yapılan yargılamada ıslah yapılamayacağı gerekçesiyle kararın bozulmasına karar vermiştir. Mahkemece bozmadan sonra yapılan yargılama sonunda, 9/5/2013 tarih ve E.2012/379, K.2013/335 sayılı kararla, başvurucunun iş göremezlik zararına ilişkin ilk kararla hüküm altına alınan miktar üzerinden maddi tazminatın başvurucu Ercan yönünden kısmen kabulü ile 956,18 TL maddi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle idareden tahsiline, başvurucu Müceder ve Muhsin’in manevi tazminat taleplerinin kısmen kabulüne, maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmiştir. Anılan karar 27/6/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/7/2013 tarihinde temyiz dilekçesi vermiş, 29/7/2013 tarihinde de bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru tarihinde yargılama halen temyiz mercii önünde devam etmekteyken, Anayasa Mahkemesinin karar tarihi itibarıyla dava, Yargıtay Hukuk Dairesinin 4/2/2014 tarih ve E.2013/16281, K.2014/1532 sayılı ilamı ile onanarak sonuçlanmıştır.B. İlgili Hukuk 18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı Mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi şu şekildedir: "Islah, tahkikata tabi olan davalarda tahkikat bitinceye kadar ve tabi olmayanlarda muhakemenin hitamına kadar yapılabilir." 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi şu şekildedir: " (1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hallerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.  (2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilme yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.  (3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hallerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir." 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şu şekildedir: " Islah, tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilir." 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun "Fesih bildirimine itiraz ve usulü" kenar başlıklı maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir: "Dava seri muhakeme usulüne göre iki ay içinde sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi halinde, Yargıtay bir ay içinde kesin olarak karar verir."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5934
Başvurucular, davalı idare aleyhine 2005 yılında açtıkları tazminat davasında ıslah taleplerinin, bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mülkiyet ve mahkemeye erişim haklarının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, ihlalin tespitiyle uğradıkları maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmişlerdir.
1
Başvuru, hükümlü olarak cezaevinde bulunan başvurucuya açlık grevine başlamasından dolayı disiplin cezası verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/5/2013 tarihinde Kocaeli Cumhuriyet Savcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 26/2/2016 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 26/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 17/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş beyan etmemiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde Kocaeli 1 No.luL Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu, Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda "Silahlı terör örgütüne üye olma" suçundan Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin 21/6/2005 tarihli ve E.2004/107, K.2005/69 sayılı kararı ile müebbet hapis cezası nedeniyle hükümlüolarak kalmakta iken kamu kurum ve kuruluşları ve sivil toplum kuruluşları ile iletişiminin engellenmesine ve taleplerinin karşılanmamasına dikkat çekmek amacıyla 2/11/2012 tarihinde süresiz ve dönüşümsüz olarak açlık grevine başlamıştır. Başvurucunun Kırıkkale Ceza İnfaz Kurumundan Kırşehir Ceza İnfaz Kurumuna nakli sırasında iki mektubu ve 70 TL'sinin çalındığına ilişkin şikâyeti üzerine Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığınca 21/12/2012 tarihinde yapılan inceleme sonucunda " adı geçenin ceza infaz kurumunda kaldığı süre içerisinde çeşitli kurum ve kuruluşlara bir takım dilekçelerve mektupla gönderdiği, dilekçelerinin UYAP üzerinden ilgili yerlere gönderildiği, mektuplarının ise Mektup Okuma Komisyonunca incelendikten sonra sakıncalı görülmeyenlerin ilgililerine gönderildiği, sakıncalı olanların ise Disiplin Kurulu kararı ile alıkonulduğu" gerekçesiyle herhangi bir işlem yapılmasına gerek bulunmadığına karar verilmiş ve bu karar başvurucuya tebliğ edilmiştir. Ceza Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü’nün,başvurucunun başvuruya konu kurum uygulamalarındandolayı yaptığı şikâyetleri hakkında 22/11/2012 tarihinde yaptığı inceleme sonucunda;Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince işlem yapıldığı, kurum uygulamalarında mevzuata bir aykırılık görülmediği ve idarenin uygulamalarına karşı İnfaz Hâkimliğine başvuruda bulunulabileceğine karar verildiği görülmüştür. Kırıkkale Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı, başvurucu hakkında açlık grevine başlaması nedeniyle disiplin soruşturması başlatmıştır. Disiplin Kurulu Başkanlığının 9/11/2012 tarihli ve 2012/390 sayılı kararı ile 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (g) bendi gereğince başvurucunun “1 Ay Süre İle Bazı Etkinliklere (kültürel ve spor etkinlikleri )Katılmaktan Alıkoyma” ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, anılan karara karşı Kırıkkale İnfaz Hâkimliğine itiraz etmiştir.Başvurucu, istinabe yoluyla alınan savunmasında "cezaevinde kendisine karşı olumsuz tutum takınıldığı, eşyalarının verilmediği, bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne mektup gönderdiğini ancak kaybolduğunu, kaybolan dilekçesine ilişkin olarak Başsavcılığına başvurduğunu, işlem gördüğünü, idare uygulamalarında spor ve kültürel etkinlikten mahrum bırakıldığını,kendisinin rahatsızlığının bulunduğunu ancak hastaneye sevk işlemlerininde zamanında yapılmadığını, ilaçlarının zamanında getirilmediğini, uygulamaların kasıtlı ve amaçlı olduğunu, şahsına karşı özel politikalar uygulandığını, cezaevi idaresinin mektuplarını yerlerine ulaştırmadığını, dilekçelerinin engellendiğini, bu nedenlerle kendisine disiplin cezası verilmesinin etik ve ahlaki değerinin olmadığını"beyan etmiştir. Kırıkkale İnfaz Hâkimliği 27/2/2013 tarihli ve E.2012/555, K.2013/111 sayılı kararı ile başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“…Hükümlünün beyanları ve dosya kapsamı değerlendirildiğinde hükümlünün cezaevi yönetmelik ve kurallarına aykırı olarak açlık grevine gitmiş olduğu, bu eylemininde disiplin cezasını gerektirdiği, bu nedenle verilen disiplin cezasının yerinde olduğundan hükümlünün İTİRAZININ REDDİNE karar vermek gerekmiş(tir).” Başvurucunun İnfaz Hâkimliğinin kararına yaptığı itiraz, Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesinin 15/4/2013 tarihli kararı ile “usul ve yasaya uygun bulunarak” reddedilmiştir. Karar 25/4/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu’nun“İnfaz hâkimliğince şikâyet üzerine verilen kararlar” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Şikâyet başvurusu üzerine infaz hâkimi, duruşma yapmaksızın dosya üzerinden bir hafta içinde karar verir; ancak, gerek gördüğünde karar vermeden önce şikâyet konusu işlem veya faaliyet hakkında resen araştırma yapabilir ve ilgililerden bilgi ve belge isteyebilir; ayrıca ceza infaz kurumu ve tutukevi ile ilgili Cumhuriyet savcısının da yazılı görüşünü alır. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) Disiplin cezasına karşı yapılan şikâyet üzerine infaz hâkimi, hükümlü veya tutuklunun savunmasını aldıktan ve talep edilen diğer delilleri toplayıp değerlendirdikten sonra kararını verir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) Hükümlü veya tutuklu, savunmasını, hazır bulunmak ve vekaletnamesini ibraz etmek koşuluyla avukatıyla birlikte veya avukatı aracılığıyla yapabilir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) İnfaz hâkimi gerekli görmesi durumunda hükümlü veya tutuklunun savunmasını ceza infaz kurumunda da alabilir.” 5275 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Hükümlü hakkında kurumda, düzenli bir yaşamın sürdürülmesi, güvenliğin ve disiplinin sağlanması bakımından kanun, tüzük, yönetmelikler ile idarenin uyulmasını emrettiği veya gerekli kıldığı davranış ve tutumları, kusurlu olarak ihlâl ettiğinde, eyleminin niteliği ile ağırlık derecesine göre Kanunda belirtilen disiplin cezaları uygulanır.(2) Suç oluşturan eylemlerden dolayı açılan kamu davası, disiplin soruşturması yapılmasını ve cezanın uygulanmasını engellemez” 5275 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (g) bendi şöyledir:“(1) Bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma cezası, hükümlünün bir aydan üç aya kadar süreyle kurumun kültürel ve spor etkinliklerine katılmaktan yoksun bırakılmasıdır. (2) Bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma cezasını gerektiren eylemler şunlardır:…d) Açlık grevine katılmak.” 20/3/2006 tarih ve 2006/10218 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:"(3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı olarak haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez."
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3551
Başvuru, hükümlü olarak cezaevinde bulunan başvurucuya açlık grevine başlamasından dolayı disiplin cezası verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2019/23803 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/23803numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/23803
Başvuru ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tutuklu olarak bulunulan ceza infaz kurumunda ası suretiyle intiharın önlenememesi ve bu intihar olayına ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru dilekçesi ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesindeolaylar özetle şöyledir: Başvurucular Mehmet Hanefi Özçoban ve Müyesser Özçoban'ın müşterek çocukları ve diğer başvurucuların kardeşi U.Ö. 20/3/2013 günü Van'da, ehliyeti olmadığı hâlde kullandığı araçla bir çocuğa çarpmak suretiyle trafik kazasına yol açmıştır. U.Ö.nün çarptığı çocuk ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılmış ancak kurtarılamayarak on sekiz gün sonra hayatını kaybetmiştir. Van Cumhuriyet Başsavcılığınca taksirle ölüme neden olmak suçundan U.Ö. hakkında soruşturma başlatılmış; bu dosya üzerinden U.Ö. Van Sulh Ceza Mahkemesinin kararıyla 6/4/2013 tarihinde tutuklanmıştır. Van'da meydana gelen deprem sırasında M Tipi Ceza İnfaz Kurumu zarar gördüğünden hizmet dışı bırakılmış ve Bakanlığın 1/11/2011 tarihli ve 136657 sayılı yazısıyla, Van bölgesindeki tüm tutuklular ile çevre illerden Van Adliyesine duruşma için gelen tutukluların Van F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumuna kabul edilmesi yönünde bir uygulama başlatılmıştır. Kuruma geçici olarak kabulü yapılan adli tutuklu/hükümlülerin daha sonra Muş, Ağrı, Bitlis, Oltu, Siirt, Gümüşhane, Bayburt ve Erzurum’daki infaz kurumlarına sevklerinin yapılmasına karar verilmiştir. Bu uygulamaya uygun olarak U.Ö., tutuklandığı gün saat 00 civarında -bu tip ceza infaz kurumlarına alınan hükümlü/tutuklu profilinin dışında olmasına rağmen- Van F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu/Kurum) misafir statüsündealınmıştır. Ceza İnfaz Kurumuna alınan U.Ö., hafta sonuna denk gelmesi nedeniyle ilk mesai gününde İdare ve Gözlem Kurulu kararının alınması suretiyle sevkinin yapılmasını teminen, ayrıca suç tarihi itibarıyla 18-21 yaş grubunda yer aldığından diğer tutuklu/hükümlülerle bir araya konulmamış; C Blok’ta bulunan tek kişilik 53 No.lu odaya geçici olarak yerleştirilmiştir. 8/4/2013 tarihinde, saat 22'de öğle yemeğini alan U.Ö., ailesinin kendisi ile görüşmeye gelmesi nedeniyle bu hususta kendisinin haberdar edilmesini temin etmek için odasına gelen infaz ve koruma memurları tarafından odasının havalandırmaya açılan penceresinin üzerindeki parmaklıklara asılı bir vaziyette bulunmuştur. Olaya şahit olan yedi infaz ve koruma memuru tarafından tutulan tutunakta şu hususlara yer verilmiştir:"2013 tarihinde C Blok öğlen yemeği dağıtımı esnasında saat 12:22 sılarında tekli 53 nolu odada bulunan tutuklu [U.Ö.]a mazgaldan öğlen yemeği verildi. Yemek Dağıtımı bittikten sonra ara koridordan çıkıldı. Normal blok faaliyetlerimize devam ederken müdahale biriminden İnfaz ve Koruma Memuru [E.T.] tutuklu [U.Ö.]ın savcılık izni ile görüşünün olduğunu söylemesi üzerine saat 13:10 da odanın mazgalını açarak ziyaretçisinin olduğunu söylememize rağmen odadan ses çıkmayınca tekrar ziyaretçisinin olduğunu söyledik. Yine ses çıkmayınca odanın kapısı açılıp içeri girildi. İçeri girdiğimizde kimsenin olmadığı görüldü ve havalandırma avlusuna bakarken tutuklu [U.Ö.]ın odanın bahçe havalandırmasına bakan pencerenin demirlerine battaniyenin kenarındaki ipi sökerek kendini astığı görülünce hemen vardiya sorumlusu İnfaz ve Koruma Başmemuru [A.Ü.]a bildirdik. Saat 13:12'de başmemurumuz [A.Ü.] ile birlikte odaya tekrar girdik. Nabzına baktık nabzı atmıyordu. Bunun üzerine kurum müdürüne derhal haber verildi. Saat 13:15'te kurum müdürümüz ile birlikte tekrar odaya girildi. Tutuklu [U.Ö.]ın tekrar nabzına bakıldı. Nabzının atmaması ve ölümün gerçekleşmesi üzerine 112 acil servis çağırıldı. Gerekli adli birimlere haber verildi. İş bu tutanak tarafımızca tanzim edilerek imza altına alınmıştır. 08/04/2013" A. Olayla İlgili Ceza Soruşturması Süreci Arama üzerine saat 46'da Kuruma intikal eden 112 Acil Servis görevlileri tarafından, kardiak atımı, kalp ve solunum sesi alınamayan U.Ö.de ölü katılığının mevcut olduğu tespit edildiğine dair tutanak tanzim edilmiştir. Ceza İnfaz Kurumu Müdürü tarafından aranması üzerine Ceza İnfaz Kurumundan sorumlu Cumhuriyet Savcısı Saat 10'da U.Ö.nün kaldığı odaya gelmiştir. Adli tıp uzmanı ile birlikte Cumhuriyet savcısı tarafından düzenlenen Olay Yeri İnceleme Tutanağında şu hususlara yer verilmiştir:"Van Cumhuriyet Başsavcılığı İlamat ve İnfaz Bürosunda çalışmakta iken 08/04/2013 günü saat 13:30 sıralarında Van F Tipi Kapalı Ceza İnfaza Kurumu Müdürü olarak görev yapan [ A.] Cezaevi Cumhuriyet Savcısını cep telefonu ile aramak suretiyle Van F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu C Blok C 53 nolu odada kalan ve 06/04/2013 günü taksirle ölüme sebebiyet vermek suçundan tutuklanması nedeniyle misafir olarak cezaevine kabul edilen [U.Ö.]ın kalmakta olduğu koğuşunda ası suretiyle intihar ettiğini ihbar etmesi üzerine aynı gün saat 14:10 sıralarında Van F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun C Blok No: 53 nolu tekli odaya gelindi. Tekli odanın havalandırma bahçesine açılan doğu yönündeki kapının hemen sağ tarafında demir parmaklıklı pencereyesırtı dayalı vaziyette ayakları yere değer vaziyette boğazına ip bağlı ve ipin uç kısmının üst demir parmaklık kısmına bağlı erkek cesedinin olduğu görüldü. Olay mahalline daha önce 112 Acil Servis Ekiplerinin gelerek şahsın eks olup olmadığı yönünde gerekli konrolleri yapıkları ayrıca eks raporunun tanzim edildiği anlaşıldı. Yine verilen talimat doğrultusunda Van İl MerkezJandarma Komutanlığı Olay Yeri İnceleme Tim Komutanlığına olay yeri incelemesi yapması için haberin verilmiş olduğu, fakat olay yeri incelemenin henüz intikal etmediği görüldü. Olay yeri incelemeişlemine başlandı.Olay mahallinin C Blok No: 53numaralı tekli oda olduğu, söz konusu odanın kapısından içeri girildiğinden hemen sağ tarafta demir kapı ile açılan bölümde banyo ve tuvaletin bulunduğu, bu kısımda yapılan gözlemde dikkate değer, kuşku uyandırıcı herhangi bir bulgu, boğuşma iz ve emaresi, kan lekesi gibi herhangi bir durumun olmadığı görüldü. İnceleme yapılan banyo ve tuvalet bölümüne açılan kapının doğu yönünde duvara bitişik vaziyette tek kapılı kapısı güneye bakan ve kapalı vaziyette demir dolap olduğu, dolap üzerinde üç adet içi boş metal yemek sefer tası olarak isimlendirilen kapların bulunduğu, dolap kapısının kilitli olduğu, yine bu dolabın kapağının üst kısmına yapıştırılmış naylon şeffaf dosya içerisine konulmuşziyaret görüş günlerinin yer aldığı yazının olduğu, yine aynı oda içerisinde dolabın doğu yönünde plastik kare şeklinde masa olduğu görüldü. [.....]yine oda içerisinde teklidemir ranza olduğu, demir ranzanıngüneyduvarına bitişik vaziyette olduğu, ranza üzerinde çarşafsız tek kişilik sünger yatak bulunduğu, yine yatak üzerinde doğu yönündeki ranza başında kılıfsız yastık bulunduğu, yineyatak üzerinde düzensiz olarak atılmış kahverengi üç adet battaniye ve gri renkli yelek tarzı giysi ile bunun yanında mavi renkli bir adet havlu olduğu, ranza altında çok sayıda içilmiş sigara izmaritinin bulundu, oda içerisinde boğuşma intibaı uyandıran herhangi iz veya emarenin bulunmadığı görüldü. Olay yerinde bulunanİnfaz ve Koruma Memuru [ T.]e gösterilen yerlerden fotoğraf çekilmesi talimatı verildi. İncelenmek üzere havalandırma bölümüne geçildi.Havalandıra bölümüne açılan doğu yönündeki kapının hemen güney tarafındaki ranzanın karşısına gelen duvarda demir parmaklıklı 120x98 ebatlı pencerenin olduğu, bu pencereyesırtı dönük vaziyette yüzü doğuya bakar, ayakları yere değmiş, dizleri hafif kıvrık, elleri iki yanda serbest, sağ ayağı sol ayağına göre biraz ilerde ve ayağı sağ yanına yüklenmiş pozisyonda erkek bir şahsın eks vaziyetinde bulunduğu, yine havalandırmaya açılan kapının kuzey duvarına 16 cm mesafede ve açılmış kapının kenarına 30 cm yakınlıkta plastik beyaz renkli bir sandalyenin olduğu, bu sandalyenin cesedin sol ile sandalyenin sağ ayağı arasında 87 cm, sol el ile sandalyenin sağ kol kısmı 102 cm uzaklıkta bulunduğu, sandalye üzerine oturma kısmında olay yeri inceleme ekiplerince 2 numara ile işaretlenen ayak izlerinin olduğu görüldü. Söz konusu sandalye ile maktulün ayakkabı izlerinin karşılaştırılmasına ihtiyaç bulunduğu anlaşıldı ve üzerinde iz bulunan sandalyeyaslanığı kısımlar her iki ellerinin bulunduğu taraftaki pencere kenarları ayaklarının yere değdiği yerdeki duvar dipleri detaylı olarak incelendi. Herhangi çırpınma emaresi, sürtünme izi gibi belirtilerin olmadığı anlaşıldı. Adli Tıp Uzmanından soruldu? Adli Tıp Uzmanı ve yanında cesedin mevcut konumunu gözlemledim. Söz konusu ceset üzerinde sistematik otopsiüzerinde ihtiyaç vardır. Daha sağlıklı bir çalışma yapılabilmesi için en yakın hastane morguna kaldırılması gerek vardır dedi. Olay yerinde incelenmesi gerekli herhangi bir husus kalmadığı anlaşılmakla cesedin Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Araştırma Hastanesine kaldırılması talimatı verildi. Olay yeri inceleme ekiplerinin otopsi işlemlerine iştirak etmek üzere cezaevinden ayrıldığı anlaşıldı. İş bu tutanak birlikte imza altına alındı. 08/04/2013 Saat 17:22" Cumhuriyet savcısının talimatı uyarınca olay yerinde gerekli inceleme ve araştırmaları yapmak üzere Van İl Merkez Jandarma Komutanlığı Olay Yeri İnceleme Timi saat 35'te olay yerine ulaşmıştır. Olay yerinde yapılan tespitlerin kaydının ardından gerekli ölçümler yapılarak olay yerinin krokisi çizilmiş, fotoğraflama ve kamera çekiminin ardından ise Olay Yeri İnceleme Timi tarafından olay yeri inceleme raporu düzenlenmiştir. U.Ö.nün ölümünde kullanılan sandalye üzerinde tespit edilen ayak izi üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Aynı gün saat 30'da hastane morguna ulaşan nöbetçi Cumhuriyet savcısı ile bir adli tıp uzmanı, bir pratisyen hekimden oluşan ekip tarafından ceset üzerinde otopsi işlemi gerçekleştirilmiş; histopatolojik ve toksikolojik incelemeler için cesetten alınan iki tüp kan ve bir tüp göz içi sıvısı ile beyin, beyincik, beyin sapı, akciğer, kalp, karaciğer, dalak ve her iki böbrekten alınan doku örneklerinin Trabzon Adli Tıp Grup Başkanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Otopsi sırasında başvurucuları temsilen hazır bulunan vekil, otopsi tutanağının bir suretini istemiş ancak Savcılık tarafından bu istem reddolunmuştur. Ölü muayene ve otopsi tutanağında bu taleple ilgili olarak şu hususlara yer verilmiştir:"Hükümlü olduğu cezaevinde kendini asarak öldüğü bildirilen [U.Ö.]ın yapılan ölü muayenesi ve otopsi işlemine göre kesin ölüm sebebinin belirlenebilmesi için cesetten alınan 2 tüp kan ve 1 tüp göz içi sıvısının toksikolojik, beyin, beyincik, beyin sapı, akciğer, kalp, karaciğer, dalak ve her iki böbrekten alınan doku örneklerinin histopatolojik açıdan incelenmesi gerektiği, ölüm zamanının kesin olmamakla beraber ortam ve mevsim şartları göz önüne alındığında otopsi yapılan saat olan 19:00’dan önceki 4-8 saat içerisinde olabileceği kanaatindeyiz dediler. Hazır bulunan Cüneyt Caner GÜLDAL’dan soruldu. Otopsi işlemini tüm safahatinda hazır olarak bulundum. Yapılan otopsi işlemine bir diyeceğim yoktur. Soruşturma dosyasıyla ilgili bir talebimiz olacak ise yazılı olarak sunacağız. Ben maktülün babası Mehmet Hanefi ÖZÇOBAN’dan alıp dosyayı ibraz edeceğiz, biz otopsi tutanağından bir suret istiyoruz, Savcılık makamı aksi kanaatte ise otopsi tutanağına imza atmak istemiyoruz dedi. GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:  [......]6- Avukat Cüneyt Caner GÜLDAL’ın soruşturma dosyaya sunulmuş olan bir vekaletnamesi olmaması nedeniyle, otopsi tutanağından bir suret verilmesi istenimin reddine,Karar verilerek tutanak birlikte imza altına alındı." Öte yandan U.Ö.nün kardeşi Halil Özçoban 18/4/2013 tarihli dilekçesi ile Cumhuriyet Başsavcılığından U.Ö.nün ölümü ile ilgili soruşturma dosyası ile ölüm kaydının işlenmesi için nüfus müdürlüğüne yazılan üst yazı ve otopsi tutanağının bir suretinin kendilerine verilmesini talep etmiştir. Halil Özçoban'a cevap olarak Cumhuriyet Savcısının imzasını içeren ve aynı gün tebliğ edilen yazıda şu hususlara yer verilmiştir: "İncelenen dosya kapsamına göre ölüm şerhi düşülmesi için Van Nüfus Müdürlüğüne müzekkere yazılmış olması ve söz konusu işlemin içeriği ile ilgili dosya tarafı olmayan kişilerce takip yapılamayacak olması nedeniyle bu yöndeki talebin reddine, dosyadan suret istenmesi yönünden ise ölenin anne babasının hayata olması ve bu şekildeki talebin annesi yada babası tarafından yapılabilecek olması karşısında talebin CMK'nun 234/ Maddesine uygun olmadığından reddine karar verilmiştir." 29/4/2013 tarihinde başvurucu Mehmet Hanefi Özçoban Van Cumhuriyet Başsavcılığına başvurarak soruşturma dosyasında yer alan bilgi ve belgelerin fotokopisini, olay yerini gösterir şekilde çekilen kamera görüntülerini ve fotoğrafların bulunabileceği CD'nin bir örneği ile ceza infaz kurumu kameralarının olay saatinin öncesi ve sonrasını gösterir kısımlarının olduğu CD'nin bir örneğini talep etmiş; Cumhuriyet savcısı tarafından dilekçe üzerine düşülen notla, zabıt kâtibi nezaretinde dosyada yer alan evraktan bir set çoğaltılarak kendisine verilmesi yönünde talimat verilmiştir. Van Adli Tıp Kurumu Başkanlığının 18/7/2013 tarihli raporunda şu hususlara yer verilmiştir: "[U.Ö.]ın Trabzon Adli Tıp Grup Başkanlığı Kimya İhtisas Dairesi Toksikoloji Şubesi tarafından düzenlenmiş 2013-911/757/648 sayılı raporunda incelen kan ve göz içi sıvısı örneklerinde alkol, uyutucu-uyuşturucu, sistematikte aranan toksikolojik maddeler yanında pozitif bulgu saptanmadığı, Morg İhtisas Dairesi Histopatolojik Tetkik Şubesinin 10/05/2013 tarih ve 2013/911/354/329 sayılı raporunda yaygın taze kanama izlenen akciğer ve konjesyonlu iç organ örnekleri saptandığı kayıtlıdır.SONUÇ:Van Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 08/04/2013 tarih ve 2013/3489 soruşturma nolu ölü muayene ve otopsi tutanağı, Trabzon Adli Tıp Grup Başkanlığı Kimya İhtisas Dairesi Toksikoloji Şubesi tarafından düzenlenmiş 2013-911/757/648 sayılı raporu, Morg İhtisas Dairesi Histopatolojik Tetkik Şubesinin 10/05/2013 tasrih ve 2013/911/354/329 sayılı raporunun incelenmesi sonucunda;1-Kişinin vücudunda herhangi bir ateşli silah, kesici delici alet yaralanması ve darp cebir izi saptanmadığı,2-Toksikoloji raporunda göre incelenen kan ve göz içi sıvısı örneğinde alkol, uyutucu-uyuşturucu ve diğer rutin sistematik maddelerin bulunmadığı,3-Histopatoloji raporunda akciğerde yaygın taze kanama ve diğer organlarda konjesyon olduğunun belirtildiği, 4-Kişinin kesin ölüm sebebinin ası nedeni ile boyuna bası sonucu asfiksi olduğu kanaatini bildirir rapordur." U.Ö.nün ölümüyle ilgili olarak Van F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü görevlileri hakkında taksirle ölüme neden olma suçunda yapılan soruşturma sonucunda Van Cumhuriyet Başsavcılığı 15/5/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Taksirle ölüme neden olmak suçundan tutuklanarak Van F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna misafir tutuklu olarak alınan [U.Ö.]ın kalmakta olduğu C Blok 53 nolu odanın havalandırma penceresine kendini asmak suretiyle intihar ettiği şeklinde ihbar yapılması üzerine olayla ilgili soruşturma başlatılmıştır. Aynı gün hadisenin meydana geldiği yerde Cumhuriyet Başsavcılığı gözetiminde olay yeri inceleme ekiplerince incelemeler yapılmıştır. Olay yerinde yapılan incelemede, ası olayının meydana geldiği mekanın Van F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'nun bağımsız olarak isimlendirilen herhangi bir örgüt ile bağlantısı olmadığını iddia eden tarafız tutuklu ve hükümlülerin konulduğu C Blok tekli 53 nolu oda olduğu, üç ayrı tekli odanın aynı havalandırmaya açıldığı, bu odalarda herhangi bir tutuklu yada hükümlünün bulunmadığı, C-53 nolu odanın havalandırmaya açılan doğu istikametindeki kapının hemen güney tarafındaki demir parmaklıklı 120x98 ebatlı pencereye sırtı yaslanmış şekilde, yüzü doğuya dönük, ayakları yere değmiş, dizleri hafif kıvrık, elleri iki yanda ve serbest, sağ ayağı sol ayağına göre biraz ileride ve sağ yanına yüklenmiş pozisyonda boynundan pencere demir parmaklığının üst kısmına asılı ve EX halde maktul [U.Ö.]ın olduğu görülmüş, havalandırmaya açılan kapının kuzey duvarına 16 cm mesafede ve açık olan kapının kenarına 30 cm uzaklıkta beyaz plastik bir sandalye bulunduğu, yine bu sandalyenin cesedin sol ayağı ile sandalyenin sağ ayağı arasında 87 cm mesafede durduğu tespit edilmiştir.Yine olay yeri inceleme ekiplerince de 1 ve 2 numarayla işaretlenen sandalyenin oturma kısmında ayak izleri olduğu değerlendirilen izler görülmüştür. Söz konusu sandalye üzerindeki izin maktule ait ayakkabılardaki iz ile aynı olup olmadığı yönünde tespit yapılması için maktule ait her iki ayakkabı ve izler muhafaza altına alınmıştır. Yine olay yerinde yapılan incelemede, maktulün asılı olduğu, ipin oda içerisinde bulunabilen malzeme olup olmadığı yönünde araştırma yapılmış oda içerisinde tek kişilik yatak üzerindeki battaniyelerden bir tanesinin kenarlarında aşınma ve çözülmeyi engelleyici astar malzemesinin bir kısmının olmadığı, maktulün boyun kısmında bulunan malzeme ile battaniyenin diğer kısmındaki malzemenin aynı özellikte olduğu görülmüştür. Van Jandarma Kriminal Laboratuvar Amirliği tarafından düzenlenen 10/804/2013 gün ve 2013/1857 sayılı uzmanlık raporunda, laboratuvara gönderilen bir adet plastik sandalye, içerisinde ayakkabı izi olduğu değerlendirilen 10 adet fotoğraf ve 2 adet ayakkabı üzerinde yapılan çalışmalarda, 1 ve 2 numara ile numaralandırılan izlerden 1 numaralı izin [U.Ö.]a ait olduğu belirtilen iç kısmında PABUÇİ By Tekyıldız, taban kısmında FOREIGN ibareleri bulunan kahverenkli 43 numara sağ ayakkabı ile oluşturulduğu, 2 Numaralı izin [U.Ö]a ait olduğu belirtilen iç kısmında PABUÇİ By Tekyıldız, taban kısmında FOREIGN ibareleri bulunan kahverenkli 43 numara sol ayakkabı ile oluşturulduğu belirtilmiştir. Maktul [U.Ö.]ın cesedi üzerinde yapılan sistematik otopside, boyunda en kalın yeri boyun ön yüzü hafif sol kısmına doğru 1,5 cm genişliğe ulaşan boyun sağında ve solunda en derin yerleri 0,5 cm derinliğine ulaşıp yükselici ve yüzelleşici vasıfta, solda saçlı deri içinde 2 cm ilerledikten sonra sonlanan, sağda sağ kulaktan 5 cm arkasında düğüm oluşturarak sonlanan, boyun ön yüzünde ciltten koyu renkli görünümünde yanlara doğru daha açık kahverengi görünümde telem izi olduğu, gözlerde peteşial kanama odakları olduğu görülmüş, onun dışında vücutta kesici delici alet yarası, ateşli silah yaralanması ve darp ve cebir izine rastlanmamıştır. Yapılan otopsi sonrası cesedin kesin ölüm nedeninin cesetten alınan kan ve göz sıvısında toksikolojik inceleme ile cesetten alınan doku örnekleri üzerinde histopatolojik inceleme sonucu belirlenebileceği belirtilmiştir. Bu incelemeler sonucu düzenlenen Van Adli Tıp Şube Müdürlüğü'nün 18/07/2013 gün ve 2013/1932 sayılı raporunda, kişinin kesin ölüm sebebinin ası nedeniyle boyuna bası sonucu asfiksi olduğu belirtilmiştir.Maktul ile ilgili işlemlere katılan ve bu işlemlerle ilgili maktulü gören yada kendisi ile fiziksel temasta bulunan infaz koruma memurlarının ayrı ayrı beyanlarına başvurulmuştur. Bu şekilde ifadeleri alınan yaklaşık 31 kişi ifadelerinde maktulun olay öncesi genel görünüş itibari ile depresyon belirtisi ve yada psikolojik rahatsızlık olarak tarif edilecek bir olaydan bahsetmemişlerdir.Maktul [U.Ö.]ın hangi sıfatla ceza infaz kurumuna alındığı yönünde yapılan araştırmada adı geçen hakkında Van Cumhuriyet Başsavcılığı Hazırlık Bürosunun 2013/3356 sayılı dosyasında taksirle ölüme neden olmak suçundan soruşturma yürütüldüğü,bu dosya üzerinden Van Sulh Ceza Mahkemesi'nin 06/04/2013 gün ve 2013/36 sorgu sayılı kararıyla tutuklandığı, aynı gün Van F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna götürülerek misafir kaydı yapıldıktan sonra konumuna uygun C Blok 53 nolu odaya konulduğu, [U.Ö.]ın cezaevine alındığı tarih itibariyle hafta sonu olması nedeniyle İdare ve Gözlem Kurulu Kararının ilk mesai günü alınmak üzere boş olan C-53 nolu odaya yerleştirildiği anlaşılmıştır. Van ilinde meydana gelen depremden sonra Van M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'nun zarar görmesi nedeniyle hizmet dışı kaldığından Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü'nün 27/02/2012 tarih ve 27490 sayılı yazıları uyarınca adli suçlardan tutuklu yada hükümlü olanların Van F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü'ne misafir olarak alınmaya başlandığı, bu kişiler cezaevine kabul edildikten kısa bir süre sonra Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 01/11/2011 tarih ve 136657 sayılı yazısıyla Van Cumhuriyet Başsavcılığı'na verilenkoordinasyon yetkisindeki Muş, Ağrı, Bitlis, Oltu, Siirt, Gümüşhane, Bayburt ve Erzurum'daki cezaevlerine en kısa sürede sevk işlemi yapılması uygulamasına gidildiği,Van F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün 5275 Sayılı Yasanın Maddesine göre adli suçlardan tutuklu kabul edememesi ve Van ilinde adli suçlardan tutuklu yada hükümlü olanların konumuna uygun ceza infaz kurumu olmaması nedeniyle maktulun de daha sonra nakledilmek üzere misafir olarak Van F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna alındığı, adı geçen tutuklunun suç tarihi itibariyle 18 - 21 yaş grubunda yer alması, suç türünün diğer odalarda kalan tutuklu ve hükümlülerden farklı olması nedeniyle 5275 Sayılı Yasanın 12, 24/2maddeleri ile Gözlem ve Sınıflandırma Merkezlerinin Yönetmeliğinin 22/b ve 25/c maddeleri nazara alınarak C blokta bulunan tekli 53 nolu odaya geçici olarakyerleştirildiğianlaşılmıştır.Yukarıda deliller kısmında açıklandığı üzere, tutuklu [U.Ö.] Van Sulh Ceza Mahkemesinin 06/04/2013 gün ve 2013/36 sorgu sayı ile üzerine atılı taksirle ölüme neden olmak suçundan tutuklanmış, Van ilinde meydana gelen deprem nedeniyle Van M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün faaliyette olmaması ve tutuklunun işlediği suçun adli olmasından dolayı konumunun uygun olmaması nedeniyle kısa süre içinde nakledilmek üzere Van F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna misafir tutuklu olarak alınmış, 06/04/2013 günü C Blok Tekli 53 numaralı odaya konulmuştur. Olay inceleme tutanağında görüldüğü üzere ası olayı 08/04/2013 tarihinde meydana gelmiş ve ası olayında kullanılan ipin tutuklu ve hükümlülere verilen battaniyenin kenarlarındaki şeritin sökülmesi nedeniyle elde edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Tutuklu yukarıda anlatıldığı şekilde temin ettiği ip ile havalandırma bahçesine geçerek odasında bulunan plastik sandalye üzerine çıktıktan sonra pencere korkuluğu üst demirine bağladığı bu ip yardımı ile kendinin yere bırakmak suretiyle intihar etmiş olup, yine sandalye üzerindeki ayak izi ile ölenin ayakkabı izinin karşılaştırılması sonucu düzenlenen ekspertiz raporu da olayın bu şekilde gerçekleştiğini doğrulamıştır. Yine beyanlarına başvurulan ve ölen ile doğrudan yada dolayı olarak iletişime geçen veyahut kendisini uzaktan gören 29 İnfaz koruma memurunun ifadelerinde görüldüğü üzere tutuklunun psikolojisinin anormal olduğuna dair harhangi bir olumsuzluk gözlenmemiştir. Tanık ifadelerine göre, psikolojik bir sorunu gözlenmeyen maktul [U.Ö.]ın üzerine atılı taksirle bir kişinin ölümüne neden olma eylemi ile ilgili olarak yürütülecek soruşturma ve kovuşturma süreci ile ilgili yeterli bilgi sahibi olmadığından kaygıya kapıldığı, bu şekilde bunalıma girerek cezaevi girişinde kendisine verilen battaniyenin kenarındakiaşınma ve çözülmeyi engelleyici astar malzemesini sökerek temin ettiği ası ipinin bir ucunu havalandırma penceresinin demir korkuluğunun üst kısmına bağladığı, yine havalandırmada bulunan beyaz renkli plastik sandalyenin üzerine çıkarak kendisini düğüm noktasına yaklaştırdığı, ası düğümünü boğazına geçirdikten sonra plastik sandalyeyi ağayı ile iteklemek suretiyle kendisini boşluğa bırakarak intihar ettiği, olay yeri incelemesinde, sandalyenin bulunduğu konum ve üzerindeki ayakkabı izlerinin de olayın bu şekilde oluştuğunu desteklediği, tutuklunun cezaevine alındıktan 2 gün sonra gibi kısa bir süre içinde intihar olayının gerçekleşmiş olması, Gözlem ve Sınıflandırma kriterleri nedeniyle tutuklunun yaşı ve suç türüne göre, tekli ayrı bir odaya konulma zorunluluğu nazara alındığında tutuklu [U.Ö.]ın intihar etmek suretiyle gerçekleşen ölüm olayı ile ilgili cezaevi görevlilerinin sorumluluğuna gidilemeyeceği, taksirle ölüme neden olma suçu yönünden illiyet bağı kurulamayacağı,meydana gelen ölüm olayında cezaevi idaresine herhangi bir kusur izafe edilemeyeceği, bu şekilde şüphelilerin taksirle ölüme neden olmak suçunun unsurları oluşmayacağından şüpheliler hakkında açıklanan nedenlerden dolayı kovuşturmasızlık kararı verilmesi gerektiği anlaşılmıştır.  [...] Açıklamalar kısmında yapılan tespit gibi şüphelilerin üzerine atılı taksirle bir kişinin ölümüne neden olmak suçunun unsurları oluşmayacağından şüphelilerhakkında kamu adına KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA,..." Mehmet Hanefi ve Müyesser Özçoban'ın vekilleri tarafından;i. Ü.Ö.nün ölümü hakkında etkili soruşturma yapılmadığı,ii. U.Ö.nün yaşının küçük olduğu dikkate alınmaksızın ceza infaz kurumunda hücre olarak adlandırılan odada tutulduğu,iii. Kamera kayıtlarının çözümünün yaptırılmadığı, hücreye kimlerin girip çıktığının tespit edilmediği,iv. Ceza İnfaz Kurumu savcısının aynı zamanda olayı soruşturan savcı olduğu,v. Maktülün intihar ettiği gün anne ve babasının onu ziyarete gittikleri, gerekli izinlerin alınması sırasında olayın gerçekleştiği, Kuruma alınmalarının ardından oğullarının ölüm haberinin kendilerine verildiği,vi. İnfaz koruma memurlarının beyanları alınmış olmasına rağmen soruşturmanın özüne dokunan meselelerde kendilerine soru sorulmadığı, vii. Olay yerinde incelemeye katılma taleplerinin kabul görmediği, viii. Fiziki özellikleri ile karşılaştırıldığında ası şeklinin fiziken olanaklı olmadığı, battaniye şeritlerinin 82-87 boyunda, ortalama 85-90 kilo ağırlığında bir kişiyi taşımayacağı,ix. Ölümün ne şekilde meydana geldiği hususunda uzman bilirkişi raporu alınmadığı,x. Sandalye üzerindeki ayakkabı izi üzerinden sonuca ulaşıldığı,xi. Otopsi tutanağının kendilerine verilmediği iddialarıyla karara itiraz edilmiştir. İtirazı inceleyen Van Sulh Ceza Mahkemesi Hâkimliği 13/1/2015 tarihli kararıyla itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. 4/2/3015 tarihinde müştekiler vekiline tebliğ edilen karar üzerine 12/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. Olayla İlgili İdari Soruşturma Süreci Van F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Amirliğinin 9/4/2013 tarihli kararı ile beş infaz ve koruma memuru hakkında U.Ö.nün 53 No.lu odaya konulma sebebi, ruh hâlinde herhangi bir olumsuzluk olup olmadığı, olması hâlinde bu durum hakkında sıra amirlerine neden haber verilmediği konularında idari soruşturma başlatılmıştır. Disiplin soruşturması ile görevlendirilen muhakkik, haklarında soruşturma yapılan infaz ve koruma memurlarının konu ile ilgili savunmalarının yanında yirmi dört infaz ve koruma memurunun da ifadesini almıştır. Muhakkik 6/4/2013 ve 8/4/2013 tarihli kamera kayıtlarını da incelemiştir. U.Ö.nün cansız bedenini bulan görevliler tarafından tutulan 8/4/2013 tarihli tutanağı (bkz. §15) da soruşturmada dikkate alan muhakkik tarafından düzenlenen 17/5/2013 tarihli raporda, infaz ve koruma memurları hakkında herhangi bir disiplin cezası verilmesine yer olmadığı yönünde kanaat bildirilmiştir. Raporu esas alan Van F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Amirliği 27/5/2013 günlü kararıyla, U.Ö.nün Kuruma girdiğinde intihara eğilimli olduğuna dair herhangi bir psikiyatri raporunun bulunmadığı, ilk konulduğu C 54 No.lu odadaki aynanın kırık olması nedeniyle C 53 No.lu odaya alındığı, davranışlarında normalin dışında herhangi bir durum gözlemlenmediğinden Kurumda kaldığı 1,5 gün süresince olağanüstü bir tedbirin alınmasının gerekmediğinin değerlendirildiği, bu nedenle görevlilerin olayla ilgili ihmal veya kusurunun bulunmadığı gerekçeleriyle haklarında disiplin cezası verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. A. Ulusal Hukuk Konuyla ilgili ulusal hukuk, Anayasa Mahkemesinin Nejla Özer ve Müslim Özer (B. No: 2013/3782, 21/4/2016) ve Hilmi Moray (B. No: 2013/3053, 21/4/2016) başvuruları hakkında verdiği kararlarda yer almaktadır.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur (...)"
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/2849
Başvuru, tutuklu olarak bulunulan ceza infaz kurumunda ası suretiyle intiharın önlenememesi ve bu intihar olayına ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Başvurucular tarafından yapılan 2014/6012 ve 2014/18573 numaralı başvurular, aralarında konu yönünden irtibat bulunduğu anlaşıldığından birleştirilmiş; incelemeye 2014/6012 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Hikmet Yıldırım ile diğer başvurucuların murisi 13/7/1992 tarihinde tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Elbistan Asliye Hukuk Mahkemesinin E.1992/223 sayılı dosyasına kaydedilen davaya başvurucu Fidan Demir 1/11/1996, başvurucu Zeynep Erbilen 27/10/1999 tarihlerinde müdahil olmuşlardır. Mahkeme 7/7/2004 tarihli kararı ile davanın kabulüne karar vermiştir. Karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/2/2007 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada Mahkemece 21/3/2012 tarihli karar ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Anılan karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/4/2013 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma üzerine Mahkemenin E.2013/681 sayılı dosyasına kaydedilen davada yargılama devam etmektedir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6012
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, 29/9/2006 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tescil davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 24/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 3/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 15/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 19/9/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 29/9/2006 tarihinde, Maliye Hazinesi aleyhine Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde kazandırıcı zamanaşımına dayalı olarak tescil davası açmıştır. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi, 27/3/2009 tarihli ve E.2006/634, K.2009/261 sayılı kararı ile davanın kabulüne karar vermiştir. Temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay Hukuk Dairesi, 18/3/2010 tarihli ve E.2009/6123, K.2010/1141 sayılı ilâmı ile İlk Derece Mahkemesinin kararını eksik incelemeye dayalı hüküm kurulduğu gerekçesiyle bozmuştur. Bozma kararına uyan Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi, 17/3/2011 tarihli ve E.2010/336, K.2011/168 sayılı kararı ile davanın kabulüne hükmetmiştir. İlk Derece Mahkemesi kararının temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 16/4/2012 tarihli ve E.2011/6663, K.2012/2826 sayılı ilâmı ile eksikliklerin tamamlanması için dosyanın İlk Derece Mahkemesine iadesine karar vermiştir. Başvurucu, 24/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Eksikliklerin tamamlanmasından sonra dosya tekrar Yargıtay Hukuk Dairesine gönderilmiş olup, temyiz incelemesi halen devam etmektedir. B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi; 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesi.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5599
Başvurucu, 29/9/2006 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tescil davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru, başvurucunun katıldığı basın açıklamasında okuduğu metinden dolayı disiplin cezasıyla cezalandırılmasının sendika hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, başvuruya konu olayların yaşandığı tarihte Adana'nın Yumurtalık ilçesinde bir ilkokulda sınıf öğretmeni olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM SEN) üyesi ve aynı zamanda Sendikanın Adana Şubesi Yönetim Kurulunun örgütlenme sekreteridir. EĞİTİM SEN'in bağlı olduğu Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) kanun hükmünde kararnameyle ihraç edilen üyelerine destek olmak amacıyla 3/11/2016 tarihinde Adana Atatürk Parkı'nda bir basın açıklaması organize etmiştir. Başvurucu, söz konusu eyleme katılarak basın açıklaması metnini okumuştur. Açıklamanın tam metni şöyledir:"Faşizme karşı el ele vereceğiz, birbirimize kenetlenip bu darbeyi püskürteceğiz. Haklarında açılmış adli ya da idari soruşturma dahi olmayanlar, hiçbir somut ve hukuki delil ileri sürülmeden, tamamen hükümetin siyasi tasarrufuyla işten atıldı. 29 Ekim'de yayınlanan 675 sayılı KHK ile kamudan 10 bin 131 kişi daha haksız ve hukuksuz bir biçimde ihraç edildi. İhraç torbasının içerisinde yaşamı boyunca emek demokrasi ve barış mücadelesinde en ön safta yer almış şube başkanlarımız ve üyelerimiz de yer aldı. Üniversitelerde 50/d'ye karşı yürütülen mücadelenin neferi olan, bu suça ortak olmayacağız diyerek barış talep eden, hükümetlerin makbul gördüğünü değil, doğruyu gerçeği ifade eden akademisyenlerimiz ihraç edildi. Okul sıralarında öğrencilerin dürüst, demokrasi, ayrımcı olmayan insanlar olmayı telkin eden, onlara onurlu bir gelecek bırakacağı sözünden asla geri adım atmayan öğretmenlerimiz, sağlık emekçilerimiz ve memur arkadaşlarımız ihraç edildi. AKP kararlı ve ısrarcı şekilde herkese bir mesaj vererek, Türkiye'de hukuk yok, demokrasi yok, can güvenliği yok, barış yok adalet yok, iş güvencesi yok dedi. Özgür basına yönelik darbe daha ileri bir boyuta taşındı. Haber ajansları, dergiler, gazeteler kapatıldı. Basın yayın özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğüne kilit vuruldu. 676 sayılı KHK ile yandaş sendikanın önerisi hayata geçirildi. Hali hazırda zaten demokratik olmayan rektörlük seçimleri kaldırıldı, doğrudan atama sistemi getirildi. Milli irade üniversitelerde de tecelli bulmuş oldu. Avukatlara sınırlama, hakimlere tutuklama kolaylığı getirildi. Kamuda liyakat değil mülakat; kadrolu değil sözleşmeli istihdama geçildi. Devlet memurluğundan çıkarma hükümleri esnetildi, muğlaklaştırıldı. Kısaca AKP savcı oldu, hakim oldu, rektör oldu, polis oldu, yani devlet parti bütünleşmesi tamam oldu. KESK olarak belirtmek isteriz ki, bunun adı tek kelimeyle darbedir, bunun adı faşizmdir. Herkes bilmelidir ki bizler bu sendikaları kapılarına vurulan mühürleri söküp atarak kurduk. Bugün de tüm üyelerimizle el ele vererek, birbirimize kenetlenerek yarınlarımıza vurulmak istenen mühürleri söküp atacağımızdan kimsenin şüphesi olmamalıdır. Bizler bu topraklarda emeğin hakları, barış ve demokrasi için mücadele etmenin zor, bedelinin olduğunu ne kadar iyi biliyorsak, son sözü söyleyenlerin de mücadele edenler olduğunu o kadar iyi biliyoruz. Onursuzca yaşamayı tercih edeceğimizi sananların yüzüne bu gerçek tokat gibi çarpacaktır. Son sözü biz söyleyeceğiz. Direne direne kazanacağız Arkadaşlarımızın kamu görevine dönmesini sağlayacak etkin mücadeleyi yürüteceğiz. Hiç kimsenin bundan kuşkusu olmamalıdır, işimize geri dönene ve bizim olanı alana kadar mücadele edeceğiz. AKP yenilecek, biz kazanacağız." Somut olayda idare, başvurucunun okuduğu metinle Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti devletini, devletin kurum ve organlarını aşağıladığı iddiasıyla başvurucu hakkında disiplin soruşturması başlatmıştır. Başvurucu; ifadesinde Adana KESK Şubeler Platformu tarafından hazırlanan basın metnini okuduğunu, metnin eleştirel düşünceleri içerdiğini ve ifade özgürlüğü kapsamında kaldığını belirtmiştir. Bunun yanında okuduğu metnin kesinlikle Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti devletini, hiçbir devlet kurumunu ve organını hedef almadığını ifade etmiştir. Soruşturma neticesinde başvurucunun okuduğu metinle Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti devletini, devletin kurum ve organlarını aşağıladığı iddiasının sübuta erdiği ancak anılan eylemin 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nda tam karşılığının olmaması nedeniyle başvurucu hakkında Kanun'un maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan "Disiplin cezası verilmesini gerektiren fiil ve hâllere nitelik ve ağırlıkları itibarıyla benzer eylemlerde bulunanlara da aynı neviden disiplin cezaları verilir." hükmünün uygulanması gerektiği belirtilmiştir. Nihayetinde başvurucunun 657 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (D) bendinin (d) alt bendi olan "amirlerine veya maiyetindekilere karşı küçük düşürücü veya aşağılayıcı fiil ve hareketler yapmak" uyarınca kademe ilerlemesinin durdurulması cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, hakkında tesis edilen disiplin cezasının iptali talebiyle İdare Mahkemesine başvurmuştur. Mahkeme, basın açıklaması metninin "AKP kararlı ve ısrarcı şekilde herkese bir mesaj vererek, Türkiye'de hukuk yok, demokrasi yok, can güvenliği yok, barış yok adalet yok, iş güvencesi yok dedi. Özgür basına yönelik darbe daha ileri bir boyuta taşındı. Haber ajansları, dergiler, gazeteler kapatıldı. Basın yayın özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğüne kilit vuruldu. Kısaca AKP savcı oldu, hakim oldu, rektör oldu, polis oldu, yani devlet parti bütünleşmesi tamam oldu. KESK olarak belirtmek isteriz ki, bunun adı tek kelimeyle darbedir, bunun adı faşizmdir. AKP yenilecek, biz kazanacağız." kısmını alıntıladığı kararında eylemin sübuta erdiğini belirterek davanın reddine karar vermiştir. Anılan karar istinaf kanun yolunda kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai kararı 7/3/2019 tarihinde öğrendikten sonra 5/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Sendika hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/12374
Başvuru, başvurucunun katıldığı basın açıklamasında okuduğu metinden dolayı disiplin cezasıyla cezalandırılmasının sendika hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, 27/2/2008 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi sıfatıyla) açtığı alacak davasında makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 19/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 15/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 16/6/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 27/2/2008 tarihinde Kızıltepe Belediye Başkanlığı aleyhine Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi sıfatıyla) açtığı davada, kanundan ve toplu iş sözleşmelerinden doğan alacaklarının ödenmesini talep etmiştir. Yargılama, anılan Mahkemenin E.2008/122 sayılı dava dosyasında halen devam etmektedir. Başvurucu, 19/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası ile maddesinin birinci fıkrası ve maddesi.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2241
Başvurucu, 27/2/2008 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi sıfatıyla) açtığı alacak davasında makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 15/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 28/4/2003 tarihinde ortaklığın feshi davası açmış, dava Marmaris Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2003/316 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Başvurucu 7/7/2005 tarihinde alacak davası açmış, dava Marmaris Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2005/307 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Marmaris Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2005/307 sayılı dosyası, Marmaris Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2003/316 sayılı dosyası ile birleştirilmiş, yargılamaya E.2003/316 sayılı dosya üzerinden devam edilmiştir. Marmaris Asliye Hukuk Mahkemesi 9/11/2006 tarihli kararı ile asıl davanın reddine, birleşen dosyadaki davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/2/2008 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 5/2/2009 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. Bozma üzerine Mahkemenin E.2009/129 sayılı dosyasına kaydedilen davada Mahkemece taraf vekillerinin bulunduğu 24/4/2015 tarihli duruşmada davanın feragat nedeniyle reddine karar verilmiştir. Karara karşı temyiz yoluna başvurulmamıştır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15305
Başvuru, makul sürede yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru; kamu makamları tarafından öngörülebilir ve önlenebilir nitelikte olduğu ileri sürülen canlı bomba saldırısı sonucu meydana gelen yaralanma olayından kaynaklanan manevi zararların tazmini istemiyle açılan davada, yaşam hakkının koruma yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın değerlendirilmemesi nedeniyle yaşam hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının, saldırının hedefindeki miting ve gösteri yürüyüşünün sağlıklı bir şekilde yapılması için gerekli önlemlerin alınmaması nedeniyle de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Bazı sivil toplum kuruluşlarınca gerekli yasal izinler alınarak 10/10/2015 Cumartesi günü 00-00 saatleri arasında Ankara'da barış, emek ve demokrasi konulu bir miting yapılması kararlaştırılmıştır. Planlamaya göre Ankara Tren Garı'nda toplanılacak ve Talatpaşa Bulvarı, Opera Meydanı ile Atatürk Bulvarı'nı takiben Sıhhıye Meydanı'na yürünecektir. Ankara Tren Garı önünde 10/10/2015 tarihinde toplanan kalabalığın hazırlıkları sürerken saat 04 sıralarında peş peşe iki patlama meydana gelmiş ve yaşanan bu olay nedeniyle pek çok kişi ölmüş, aralarında başvurucunun da bulunduğu birçok kişi yaralanmıştır. Ankara Üniversitesi İbni Sina Hastanesince düzenlenen belgelerden başvurucunun sol dizinden ve sol ayağından yaralandığı, sol ayaktaki şarapnelin çıkarılmasının uygun görülmediği ve başvurucunun 12/10/2015 tarihinde anılan sağlık merkezinden taburcu edildiği anlaşılmıştır. İçişleri Bakanlığı, başka hususlar yanında olay öncesinde yeterli güvenlik önlemlerinin alınıp alınmadığı konusunda iki mülkiye başmüfettişi ile iki polis başmüfettişine ön inceleme yaptırmıştır. Ön inceleme sonunda hazırlanan raporda başka hususlar yanında şu tespitler yer almıştır: - 2015 yılı başından itibaren İstihbarat ve Terörle Mücadele (TEM) Şube Müdürlüklerine değişik kaynaklardan birçok istihbarat bilgisi gelmiştir. Bu istihbarat bilgilerinin büyük çoğunluğu ya yer, zaman ve kişiye ilişkin somut bilgiler ihtiva etmemiş ya da teyide muhtaç niteliktedir ancak sözü edilen istihbarat bilgilerinin yine de güvenlik tedbirlerinin planlamasında dikkate alınması gerekir. 2015 yılında DEAŞ terör örgütü ile ilişkili istihbaratın fazlalığına rağmen Ankara Tren Garı önünde canlı bomba terör eylemini gerçekleştiren Y.E.A.nın da aralarında olduğu bazı şahısların canlı bomba eyleminde bulunabileceğine ve irtibatlı oldukları DEAŞ terör örgütünün Diyarbakır ve Suruç terör eylemlerinden sonra ülkemizde ses getirecek başka terör eylemi hazırlığı içinde olduğuna, halkın kalabalık olduğu yerlerde, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde birden fazla canlı bomba eylemi yapabileceğine yönelik istihbaratlar son derece önemlidir. Zira toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yoğun olarak yapıldığı illerin başında Ankara gelmektedir. Bu sebeple anılan nitelikteki bilgilerin toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin güvenliğini planlamakla sorumlu il emniyet müdürü, emniyet müdür yardımcısı, emniyet birimleri hatta vali ile paylaşılması gereklidir. Buna rağmen TEM Şube Müdürlüğü, emniyet tedbirlerinin gözden geçirilmesi veya sıklaştırılması amacıyla emniyet birimlerine çoğunlukla aynı içerikli yazılar göndermiştir (ön incelemeyle ilgili süreç için bkz. Hasan Kılıç B. No: 2018/22085, 27/1/2021, §§ 11-14). Başvurucu 7/12/2015 tarihli dilekçeyle müracaat ettiği İçişleri Bakanlığından yaralanmasına istinaden 000 TL manevi tazminat talep etmiştir. Sözü edilen dilekçesinde başvurucu, özetle canlı bomba saldırısı yapılacağına ilişkin istihbarat bilgisine rağmen miting için toplanan insanların yaşamlarının korunması için gerekli güvenlik önlemlerinin alınmadığını ve güvenlik güçlerinin saldırı sonrasında yaralılar ile yaralılara yardım edenlere gazlı müdahalede bulunup cankurtaranların yaralıların bulunduğu yere gelmesini fiilî olarak engellediklerini iddia etmiştir. Tazminat talebine cevap verilmemesi üzerine başvurucu, yaptığı başvurunun zımnen reddedilmesine ilişkin işlemin iptal edilerek lehine 000 TL manevi tazminata hükmedilmesi istemiyle İçişleri Bakanlığı aleyhine Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, basında yer alan bazı haberleri de esas alarak saldırı gerçekleşebileceği yönünde istihbarat bilgisine sahip olmasına rağmen idarenin saldırının önlenmesi ve mitingle gösteri yürüyüşünün sağlıklı bir şekilde yapılması için gerekli tedbirleri almadığına ilişkin çokça iddia bulunup güvenlik güçlerinin olaydan sonra ölenlerin, yaralananların ve yaralılara yardım edenlerin üzerine gaz bombası atıp cankurtaranların olay yerine ulaşmasını ve ilk yardım çalışmalarını fiilen engellediğini ileri sürmüştür. Bununla birlikte başvurucu, gazlı müdahaleye maruz kaldığına ve/veya kendisine yapılacak tıbbi müdahalenin fiilen engellendiğine yönelik bir iddiayı açık bir şekilde dile getirmemiştir. Delil olarak canlı bomba saldırısını gerçekleştiren kişiler hakkında yürütülen ceza soruşturmasına istinat eden başvurucu; İdare Mahkemesinden DEAŞ saldırılarına ilişkin uyarı yazılarının ilgili yerlerden getirtilmesini, DEAŞ ile ilgili istihbarat bilgilerinin temini için Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) ile yazışma yapılmasını, Şanlıurfa'nın Suruç ilçesindeki canlı bomba saldırısını gerçekleştiren A.A. hakkında terör örgütü üyeliği nedeniyle daha önce yürütülmüş soruşturma dosyasının celbini, Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığıyla yazışma yapılarak DEAŞ faaliyetleri hakkında yürütülen soruşturma dosyalarının istenmesini, olay nedeniyle yürütülen disiplin soruşturmalarına ilişkin dosyaların İçişleri Bakanlığından getirtilmesini, bir siyasi partinin mitingine ve binalarına yapılan saldırılar ile Suruç'ta gerçekleşen saldırıyla ilgili olarak yürütülen soruşturmalar hakkında Bakanlıktan bilgi istenmesini, askerî personelin saldırı öncesinde canlı bomba konusunda uyarılıp uyarılmadığı hususunda Millî Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığıyla yazışma yapılmasını, miting öncesinde mitinge katılan kişilerin güvenliğinin sağlanması için yapılan planlamalara, alınan fiilî tedbirlere, kararlara ve istihbarat bilgilerine, miting için şehir dışından gelenleri taşıyan otobüslerin aranıp aranmadığına ilişkin tüm bilgi ve belgelerin (yazışmalar, görüntü kayıtları, fotoğraflar, telsiz ve telefon görüşmelerine ilişkin kayıtlar) Ankara Valiliği ile Ankara Emniyet Müdürlüğünden temin edilmesini istemiştir. İçişleri Bakanlığı yaşanan olay hakkında yapılmış bir ihbarın bulunmadığını, idarenin hizmet kusurundan kaynaklanan bir güvenlik açığı olmadığını, idarenin üzerine düşen dikkat ve özeni gösterdiğini, olayın bir terör saldırısı olduğunu, patlamaların miting alanı dışında ve miting için kararlaştırılan zaman diliminden önce yaşandığını, Anayasa'nın devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerin yetkililer üzerinde aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanamayacağını, uyuşmazlığın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun çerçevesinde çözülmesi gerektiğini, 5233 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesinden sonra idarenin terör olaylarından kaynaklanan zararlar dolayısıyla sosyal risk ilkesi çerçevesinde dahi sorumlu tutulamayacağını ve manevi zararların 5233 sayılı Kanun kapsamında olmadığını savunmuştur. 22/4/2016 tarihinde İdare Mahkemesi, Ankara Valiliğini de hasım olarak tespit edip dava dilekçesinin bir örneğini sözü edilen davalıya tebliğ edilmesine karar vermiştir. Ankara Valiliği, İçişleri Bakanlığının savunmaları ile benzer şekilde savunma yapmıştır. Başvurucu yukarıda bahsi geçen ön inceleme raporunun bir örneğini içeren CD'yi 30/6/2016 tarihinde İdare Mahkemesine sunmuştur. İdare Mahkemesi, terör eylemi yapılacağına ilişkin olay öncesi bir ihbar olup olmadığına ve meydana gelen olayın kışkırtıcı bir eylem mi yoksa bir terör eylemi mi olduğu hususunda tespit yapılıp yapılmadığına ilişkin tüm bilgi ve belgeler ile olaya ilişkin soruşturma sonuçlarının gönderilmesi hususunda İçişleri Bakanlığı ve Ankara Valiliği ile yazışma yapmıştır. Olay günü sabahın erken saatlerinden itibaren alınan tedbirlere, görevlendirmelere, taleplere, istişarelere, trafik düzenlemelerine, toplantı ve gösteri yürüyüşünde yapılması gereken iş ve işlemlere ilişkin bilgi ve belgeler ile konuyla ilgili bazı bilgi ve belgeler İçişleri Bakanlığı ve Ankara Valiliği tarafından İdare Mahkemesine sunulmuştur. Yaptığı yargılama sonunda İdare Mahkemesi, olayın bir terör eylemi olduğunu belirterek dava konusu işlemin iptaline ve başvurucuya sosyal risk ilkesi çerçevesinde idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Anılan kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “... İdare, Anayasamızın maddesinde de belirtildiği üzere, kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir. Bunun yanında, idarenin faaliyet alanıyla ilgili, önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bir takım zararları da nedensellik bağı aramadan tazmin etmesi gerekmektedir. İdarenin kusura dayalı ya da kusursuz sorumluluğu yanında, Anayasanın öngördüğü sosyal hukuk devleti anlayışına uygun olarak ve bu temel üzerinden, kollektif sorumluluk anlayışı çerçevesinde bilimsel ve yargısal içtihatlar ile geliştirilen sosyal risk ilkesi, Anayasanın yukarıda öngördüğü amaçların gerçekleştirilmesine yöneliktir. Esasen bilimsel ve yargısal içtihatlara dayalı olarak geliştirilmiş olsa da, Anayasanın maddesinde öngörüldüğü üzere, hiç bir organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisini kullanamayacağına göre, sosyal risk ilkesi de tazminat hukukunun temel prensiplerine kaynak oluşturan Anayasa hükümlerine dayanılarak kabul edilmiştir. Daha açık bir şekilde vurgulamak gerekirse, terör olaylarından zarar gören bireylerin maddi ve manevi zararlarının idari yargı mercilerinin toplumsal risk ilkesi uyarınca tazminine ilişkin kararları, konuyu düzenleyen genel bir yasa olmadığından, doğrudan Anayasanın öngördüğü ilkelere dayanmış; bu ilkeler Danıştay tarafından yorumlanarak uygulanabilirlik kazandırılmıştır.Sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağandışı zararların da topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır. Genel bir ifade ile ‘terör olayları’ olarak nitelenen eylemlerin, Devlete yönelik olduğu, Anayasal düzeni yıkmayı amaçladığı, bu tür olaylarda zarar gören kişi ve kuruluşlara karşı kişisel husumetten kaynaklanmadığı bilinmekte ve gözlenmektedir. Sözü edilen olaylar nedeniyle zarara uğrayan kişiler, kendi kusur ve eylemleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olmaları nedeniyle zarar görmektedirler. Belirtilen şekilde ortaya çıkan zararların ise, özel ve olağandışı nitelikleri dikkate alınıp, terör olaylarını önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemeyen idarece, yukarıda açıklanan sosyal risk ilkesine göre, topluma pay edilmesi suretiyle tazmini hakkaniyet gereği olup, sosyal devlet ilkesine de uygun düşecektir.Dosyanın incelenmesinden; 2015 tarihinde Ankara-Sıhhiye Meydanında yapılmak üzere ‘Savaşa İnat, Barış Hemen Şimdi, Barış, Emek, Demokrasi’ adı altında bir gösteri yapılmasının planlandığı, adı geçen gösteriye katılmak isteyen kişilerin Ankara Garı önünde toplandıkları sırada saat 04'te bombalı bir terör saldırısının düzenlendiği, saldırıda çok sayıda vatandaşın hayatını kaybettiği ve yaralandığı, patlama sırasında olay yerinde bulunan davacının yaralanması nedeniyle manevi tazminat verilmesi istemiyle yaptığı başvurunun cevap verilmemek suretiyle zımnen reddi üzerine 000,00 TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Davalı idare tarafından, maddi zararların karşılanması öngörülen 5233 sayılı Kanunda manevi zararların düzenlenmediği, dolayısıyla davacının manevi tazminat isteminin reddi gerektiği savunulmuşsa da; 5233 sayılı Yasanın temel amaçlarından biri de yargı dışı bir yöntem geliştirerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne bu konuda yapılan başvuruları sona erdirip, bireyler aleyhine oluşan dengenin iç hukukta geliştirilen usullerle yeniden kurulmasını sağlamak olduğu dikkate alındığında, sosyal risk ilkesinin dayandığı temeller ve maddi tazminata ilişkin bölümde değinilen esaslar doğrultusunda, terör olayları nedeniyle meydana gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında bulunup, 5233 sayılı Yasa uyarınca karşılanmayan manevi zarara bağlı tazminat taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve kuralları çerçevesinde 2577 sayılı Yasanın öngördüğü usullere tabi olarak manevi tazminat ödenmesine de hukuki bir engel bulunmamaktadır. Bu çerçevede, hali hazırda terör olayları nedeniyle uğranılan manevi zararların Anayasaya dayalı olarak sosyal risk ilkesi uyarınca tazmini olanaklı iken, Yasama organınca, özellikle yaşam hakkı başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasına yol açar nitelikte ve manevi tazminat ödenmesini engellemek amacına yönelik böyle bir yasanın yürürlüğe konulduğu söylenemez.Terör eylemleri sonucu oluşan olaylar incelendiğinde, eylemlere bağlı olarak maddi zararların meydana geldiği görülmekle birlikte, esasen terör eylemlerine bizzat şahit olan vatandaşların hayatları boyunca çektikleri ve çekecekleri üzüntü, acı, elem ve psikolojik buhran, vb. gibi manevi zararların daha büyük sıkıntılara yol açacağı hususu yadsınamaz bir gerçektir. Dolayısıyla, idare hukuku kuralları çerçevesinde Anayasaya dayalı olarak geliştirilen bir ilke uyarınca manevi zararların karşılanma olanağının içeriği itibariyle engelleyici bir hüküm taşımayan yasa ile ortadan kaldırıldığından bahsedilmesi olanaksızdır.Kaldı ki, manevi tazminat, malvarlığında meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı değil, tatmin aracıdır. Başka türlü giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı, manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu hale getirmektedir. Olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmekte ise de, tam yargı davalarında takdir edilecek miktarın aynı zamanda duyulan elem ve ızdırabı giderecek bir oranda olması gerekmektedir. İşte bu niteliğinden dolayı sorumluluk hukukunun genel çerçevesinde manevi tazminatın miktarı her bir olay ve birey yönünden yargı yerlerince farklı şekilde değerlendirileceği ve manevi tazminat miktarının idare organlarınca takdir edilmesini sağlayacak şekilde yasayla belirlenmesi de müessesenin niteliği ile bağdaşmayacağından, yasa koyucunun bunu yasada açıkça öngörmesini beklemek de gerçekçi değildir.Bu durumda, 5233 sayılı Yasanın, idarenin terör olayları nedeniyle oluşan zararların yargı yoluna başvurmadan sulh yoluyla ödenmesini öngören ve uyuşmazlıkların sadece maddi zararlara ilişkin kısmının yargı dışı alternatif bir yöntemle giderilmesini sağlamakla birlikte, manevi zararların karşılanmasını da engellemeyen bir yasa niteliğinde olduğu dikkate alındığında, terör olayları nedeniyle meydana gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında değerlendirilen ancak, 5233 sayılı Yasa çerçevesinde karşılanmayan ilgililerin ileri sürdükleri manevi zarara bağlı tazminat taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve kurallarına göre, 2577 sayılı Yasanın öngördüğü usullere tabi olarak manevi tazminat ödenip ödenmeyeceğine ilişkin yargısal incelemenin yapılması gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır. ......[T]azminat istemine konu olan terör olayının meydana geliş şekli, davacının yaralanma hususu (hastane evraklarında yer alan tespit ve bulguları) ve sosyo-ekonomik durumu dikkate alındığında, yaşanan terör olayı neticesinde davacının yaralanması nedeniyle duyduğu elem ve ızdırabın karşılığı olarak takdiren 000,00 TL manevi tazminatın idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalı idare tarafından davacıya ödenmesi gerektiği kanaatine varılmıştır....” Başvurucu ile davalı idareler İdare Mahkemesince verilen karar aleyhine istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucu; istinaf istemine ilişkin dilekçesinde dava dilekçesindeki iddialarını yineleyip olayın meydana gelmesinde idarenin hizmet kusuru bulunduğu için davanın sosyal risk ilkesi çerçevesinde ele alınamayacağını, sosyal risk ilkesine göre değerlendirmenin ancak idarenin hizmet kusurunun tespit edilememesi durumunda yapılabileceğini ve hükmedilen manevi tazminatın yetersiz olduğunu ileri sürmüştür. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire) başvurucunun istinaf istemini reddetmiş, idari eylemden kaynaklanan zararın tazmini istemiyle idareye yapılan başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptal davasına konu edilemeyeceği gerekçesiyle İdare Mahkemesi kararının sözü edilen işlem yönünden kaldırılmasına ve zımni ret işleminin iptaline ilişkin davanın incelenmeksizin reddine kesin olarak karar vermiştir. Ankara Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonu (Tespit Komisyonu) başvurucuya 5233 sayılı Kanun'a istinaden 927,33 TL tazminat ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu vekili, zararının tamamının karşılandığına ilişkin bir sulhname imzalamıştır. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.” Danıştay Onuncu Dairesinin 21/10/2020 tarihli ve E.2015/4478, K.2020/4057 sayılı kararın ilgili kısmı şöyledir:  “... İdare kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup, idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir. İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru, hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.İdarenin kusura dayalı ya da kusursuz sorumluluğu yanında, Anayasanın öngördüğü sosyal hukuk devleti anlayışına uygun olarak ve bu temel üzerinden, kollektif sorumluluk anlayışı çerçevesinde bilimsel ve yargısal içtihatlar ile geliştirilen sosyal risk ilkesi de, Anayasanın öngördüğü amaçların gerçekleştirilmesine yöneliktir. Sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağandışı zararların topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır.Sosyal risk ilkesinin, terör olaylarına ilişkin olarak 5233 sayılı Kanun ile yasalaşması karşısında, terör eylemleri nedeniyle uğranılan maddi zararlara yönelik istemlerin anılan Kanun çerçevesinde karara bağlanması gerektiği açıktır. Ancak, 5233 sayılı Kanun, sosyal risk ilkesi dışında, nedensellik bağına dayalı hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk sebebine dayanılarak 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesine göre tam yargı davası açılmasına engel oluşturmadığı gibi, olayda idarelerin hizmet kusurunun ya da kusursuz sorumluluğunun saptandığı durumlarda, olay terör eylemi olsa bile uyuşmazlığın 5233 sayılı Kanun kapsamında çözümlenemeyeceğinde duraksama bulunmamaktadır. Danıştay Onuncu Dairesi'nin konuyla ilgili yerleşik içtihadı da; terör eylemi sonucu bir zararın ortaya çıkması durumunda, öncelikle söz konusu olayın meydana gelmesinde idarelere atfı kabil bir hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk hallerinin bulunup bulunmadığının araştırılması, idarenin gerek hizmet kusuru gerekse kusursuz sorumluluk hallerinin olayda bulunmaması durumunda 5233 sayılı Kanun kapsamında gerekli inceleme ve araştırma yapılarak karar verileceği yönündedir....”B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Abdullah Yaşa [GK], B. No: 2015/12486, 5/11/2020, §§ 34,
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/35243
Başvuru, kamu makamları tarafından öngörülebilir ve önlenebilir nitelikte olduğu ileri sürülen canlı bomba saldırısı sonucu meydana gelen yaralanma olayından kaynaklanan manevi zararların tazmini istemiyle açılan davada, yaşam hakkının koruma yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın değerlendirilmemesi nedeniyle yaşam hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının, saldırının hedefindeki miting ve gösteri yürüyüşünün sağlıklı bir şekilde yapılması için gerekli önlemlerin alınmaması nedeniyle de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvurucu, 18/7/2006 tarihinde Maliye Hazinesi ve Kaşıklı köyü tüzel kişiliği aleyhine Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tescil davasının makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 24/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel eksiklik bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 16/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.   Bölüm Başkanı tarafından 18/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 10/9/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 18/7/2006 tarihinde Maliye Hazinesi ve Kaşıklı köyü tüzel kişiliği aleyhine imar ve ihyaya dayalı kazandırıcı zamanaşımı nedeniyle Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde tescil davası açmıştır. Mahkeme, 13/10/2008 tarih ve E.2006/489, K.2008/694 sayılı kararıyla davanın kabulüne karar vermiştir. Davalı Maliye Hazinesi tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/12/2009 tarih ve E.2009/4861, K.2009/5984 sayılı ilamıyla bozulmuştur. Bozma sonrası yapılan yargılamada Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi, 15/10/2010 tarih ve E.2010/271, K.2010/841 sayılı kararıyla davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Bu kararın temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesi, 26/3/2012 tarih ve E.2011/4116, K.2012/2173 sayılı ilamıyla birtakım eksikler olduğu gerekçesiyle dosyanın İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Eksiklerin tamamlanmasından sonra yapılan temyiz incelemesinde Yargıtay Hukuk Dairesi, 6/2/2014 tarih ve E.2013/20928, K.2014/1720 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesinin kararını bozmuştur. Bozma kararı sonrasında dosya, henüz yeni bir esas numarasına kaydedilmemiş olup yargılama Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde halen devam etmektedir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi, 22/11/2001 ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun ve maddeleri
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5590
Başvurucu, 18/7/2006 tarihinde Maliye Hazinesi ve Kaşıklı köyü tüzel kişiliği aleyhine Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tescil davasının makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru; işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruya konu olayların meydana geldiği süreçteki olağanüstü hâl (OHAL) koşullarına, OHAL ilanına ve uygulanan tedbirlere ilişkin genel bilgiler için bkz. A. (3) [GK], B. No: 2018/10286, 2/7/2020, §§ 10-18; Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, §§ 10- Başvurucu, Tunceli Belediyesi (Belediye) bünyesinde hizmet alım sözleşmesi kapsamında iş gören özel bir şirkette (İşveren) taşeron işçi olarak çalışmaktadır. Belediye tarafından başvurucunun terör örgütü ile irtibat veya iltisak içinde olduğu yönünde İşverene bildirimde bulunulmuştur. İşveren, güven ilişkisinin zedelendiği gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesini feshetmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade talebiyle Tunceli Asliye (İş) Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 12/7/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucu hakkında PKK silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan yargılamanın devam ettiği ifade edilmiştir. Kararda sonuç olarak, başvurucu hakkında tespit edilen olgular karşısında iş ilişkisinin sürdürülmesinin İşverenden ve Belediyeden beklenemeyeceği, feshin geçerli nedene dayandığı belirtilmiştir. Başvurucu anılan karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 10/1/2019 tarihinde Mahkeme kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olması nedeniyle istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü 24/3/2019 tarihinde öğrendikten sonra 15/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hakkındaki işe iade davasında verilen ret kararlarının gerekçesinde yer alan ve başvurucu hakkında devam ettiği belirtilen yargılama sonucunda Tunceli Ağır Ceza Mahkemesince 11/12/2018 tarihinde başvurucunun PKK silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği sabit görülmekle 8 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Anılan karara karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği, bu karara karşı temyiz yoluna başvurulması üzerine de Yargıtay Ceza Dairesince 12/12/2019 tarihinde hükmün onanmasına karar verildiği, böylelikle başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmünün kesinleştiği görülmüştür. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/13688
Başvuru; işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, 19/7/2008 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasında makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 24/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 20/2/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. İkinci Bölümün 6/3/2014 tarihli ara kararı gereğince, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.  Adalet Bakanlığının, 21/3/2014 tarihli yazısı ile başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin görüş sunulmayacağını bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 19/7/2008 tarihinde Dedaş Müessese Müdürlüğü aleyhine Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasında; tarlasını sulamak amacıyla belirli voltajın üstünde elektrik sağlanmak üzere davalı ile sözleşme düzenlendiğini, davalının, sözleşmede belirtilen voltajın altında elektrik verdiğini ve tarlayı sulayamadığını ileri sürerek, uğradığı maddi zararın tazminini talep etmiştir. Davalı, sözleşmede sürekli aynı voltaj üzerinden elektrik verilmesine dair hükmün bulunmadığını, kaçak elektrik kullanımı nedeniyle yüksek voltaj elektrik verilemediğini belirterek davanın reddini istemiştir. Mahkemece, 24/12/2013 tarih ve E.2008/360, K.2013/1137 sayılı kararla; taraflar arasındaki abonelik sözleşmesi ve bilirkişi raporları dikkate alınarak, davalının kusurlu olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, 078,00 TL maddi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Karar temyiz edilmiş olup, temyiz incelemesi devam etmektedir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun maddesi şöyledir:“Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur.Ahlaka mugayir bir fiil ile başka bir kimsenin zarara uğramasına bilerek sebebiyet veren şahıs, kezalik o zararı tazmine mecburdur.” 818 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:“Borçlu, umumiyet itibariyle her kusurdan mesuldur. Bu mesuliyetin vüsati işin hususi mahiyetine göre çok veya az olabilir. Hususiyle iş borçlu için bir faideyi mucip olmadığı surette, mesuliyet daha az şiddetle takdir olunur. Haksız fiilerden mütevellit mesuliyete müteallik hükümler, kıyasen akde muhalif hareketlere de tatbik olunur.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/999
Başvurucu, 19/7/2008 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasında makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir.
1
Başvurucu, gözaltına alınmasını haklı gösterecek fiili ve hukuki nedenler olmadığı halde gözaltına alındığını, belli süre sonra gözaltı kararının kaldırılarak hakkında yakalama emri düzenlendiğini, gözaltının makul süreyi aştığını, gözaltı işlemi sırasında hakkında çıkarılan yakalama emrinin gerekçesiz olduğunu, bu karara karşı yaptığı itirazın tutuklama kararından sonra sonuçlandığını ve bu şekilde itiraz yolunun etkili olmadığını belirterek Anayasa’nın , , , ve maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 25/3/2014 tarihinde İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 26/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, 20/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 20/6/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Talep üzerine Bakanlığa tanınan süre 29/5/2014 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere 15 gün uzatılmıştır. Adalet Bakanlığı, görüşünü 1/8/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 14/8/2014 tarihinde bildirilmiş olup, başvurucu, karşı görüşlerini 28/8/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuş, başvurucu, tüm taleplerinin kabulüne karar verilmesini talep emiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında 3/7/2011 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu gözaltında iken 4/7/2011 tarihinde rahatsızlanarak Haseki Hastanesine kaldırılmıştır. Savcılıkça, ek gözaltı süresinin dolmasına saatler kala başvurucu hakkındaki gözaltı kararı 6/7/2011 tarihinde kaldırılmıştır. Başvurucu hakkında, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 6/7/2011 tarihli ve 2011/782 İş sayılı kararıyla suç işlemek amacı ile örgüt kurma ve şike suçlarından dolayı yapılan soruşturmada atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair kanunda yazılı cezanın üst sınırı ve kaçma şüphesi bulunduğu gerekçesiyle yakalama emri çıkarılmıştır. Bu karara karşı 8/7/2011 tarihinde yapılan itiraz üzerine aynı Mahkeme tarafından 13/7/2013 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına karar verilmiş olması nedeniyle yakalama emrinin konusuz kaldığı gerekçesiyle karar verilmesine yer olmadığına dair karar verilmiştir. Aynı gün hem UYAP sisteminden hem de fiziki olarak gönderilen aynı yakalama emri taleplerinden bir tanesi mükerrer kayıt oluşmaması bakımından reddedilmiştir. Başvurucu örgüt faaliyeti kapsamında birden fazla kez şike eyleminde bulunmak ve bu eylemleri organize etmek suçundan tutuklanması talebiyle 8/7/2011 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine sevk edilmiş, rahatsızlanması nedeni ile sorguya ara verilmiş ve tekrar mahkemeye getirilmesi üzerine yapılan sorgusu neticesinde üzerine atılı suçlardan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 10/7/2011 tarihli ve 2011/71 İş sayılı kararı ile tutuklanmıştır. Başvurucu, soruşturma evresinde hakkında verilmiş olan haksız yakalama ve gözaltına alma kararları ve gözaltı süresinin kanuna aykırı hileli yöntemler ile aşılması nedenleriyle uğradığı manevi zararın tazmini için 18/7/2011 tarihinde dava açmıştır. Kadıköy Ağır Ceza Mahkemesinin 30/3/2012 tarihli ve E.2011/235, K.2012/159 sayılı kararıyla, açılan tazminat davası reddedilmiştir Mahkemenin ret gerekçesi şöyledir: “…Davacının yapılan soruşturma nedeni ile 2011 tarihinde gözaltına alınmış olması ve gözaltında iken gözaltı süresinin dolması, yakalama emri çıkarılarak Savcılığında hazır edilmesi sonrasında tutuklamaya sevk edilerek 2011 tarihinde tutuklanması süresinin uzamasının davacının sağlık sorunları nedeni ile hastaneye götürülmesinden kaynaklandığı, ibraz edilen doktor raporlarından ve mevcut durum itibariyle gözaltı ve yakalama kararının, yasal olmayan sebeple her hangi bir mağduriyete sebebiyet vermemesi de göz önüne alındığında soruşturma kapsamında yapılan bu işlemlerden dolayı doğan bir zarar bulunmadığından…” Davanın reddine ilişkin hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 25/11/2013 tarihli ve E.2013/16215, K.2013/26795 sayılı ilamıyla onanmıştır. Yargıtay kararının gerekçesi ise şöyledir: “…Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre; mahkemece tazminat talebinin dayanağı olan yakalama kararının usul ve kanuna aykırı olmadığı, soruşturma kapsamında yapılan işlemlerden dolayı yasal olmayan sebeple herhangi bir mağduriyete sebebiyet verilmediği ve doğan bir zarar bulunmadığı gerekçeleri gösterilerek davanın reddine karar verilmesinde usul ve kanuna aykırı yön bulunmadığı anlaşılmıştır. ” Nihai karar, başvurucuya 24/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu, 25/3/2014 tarihli dilekçesi ile süresi içerinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Soruşturma evresinde çağrı üzerine gelmeyen veya çağrı yapılamayan şüpheli hakkında, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından yakalama emri düzenlenebilir. Ayrıca, tutuklama isteminin reddi kararına itiraz halinde, itiraz mercii tarafından da yakalama emri düzenlenebilir.” Aynı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (b) bentleri şöyledir: “(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında; a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan, ...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.”1V.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4476
Başvurucu, gözaltına alınmasını haklı gösterecek fiili ve hukuki nedenler olmadığı halde gözaltına alındığını, belli süre sonra gözaltı kararının kaldırılarak hakkında yakalama emri düzenlendiğini, gözaltının makul süreyi aştığını, gözaltı işlemi sırasında hakkında çıkarılan yakalama emrinin gerekçesiz olduğunu, bu karara karşı yaptığı itirazın tutuklama kararından sonra sonuçlandığını ve bu şekilde itiraz yolunun etkili olmadığını belirterek Anayasa’nın 2. , 17. , 19. , 36. ve 14 maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru; işçilik alacağı nedeniyle açılan davaların aynı maddi olaya dayanılarak açılan başka davalarda verilen kararlardan aksi bir sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, yargısal sürecin uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.A. Başvurucunun Açtığı Dava ve Bireysel Başvuruya Konu Dava Süreci Başvurucu 28/6/2011 ile 15/2/2014 tarihleri arasında iki dönem hâlinde, A Dijital Elektrik Telekomünikasyon Uydu Sistemleri İnşaat Dekor Sanayi Ticaret Limitet Şirketinde (A Dijital Şti.) aşçı olarak çalışmıştır. Başvurucu iş akdinin haksız olarak feshedildiğini ileri sürerek işçilik alacaklarının (kıdem ve ihbar tazminatları, ücret, fazla mesai ücreti, genel tatil ücreti, izin ücreti, asgari geçim indirimi alacağı) tahsiline karar verilmesi istemiyle 26/2/2014 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; davalı olarak A Dijital Şti. yanında Krea İçerik Hiz. ve Prod. A.Ş. (Krea A.Ş./Digiturk) isimli şirketi de göstermiştir. Dilekçesinde başvurucu; Krea A.Ş.nin emir ve talimatları doğrultusunda diğer davalı A Dijital Şti.ne ait işyerinde çalıştığını, A Dijital Şti.nin Krea A.Ş.nin alt firması olduğunu ileri sürmüştür. Davayı inceleyen İstanbul Anadolu İş Mahkemesi (Mahkeme) 19/1/2016 tarihli kararıyla Krea A.Ş. yönünden davanın husumet nedeniyle reddine, A Dijital Şti.yönünden ise kısmen kabulüne, kısmen reddine karar vermiştir. Mahkemenin karar gerekçesinde; davalı şirketler arasında yetkili satıcılık ve yetkili teknik servis hizmetleri sözleşmesi bulunduğunu, davalı A Dijital Şti.nin bu sözleşmeler kapsamında diğer davalı Krea A.Ş.nin ürünlerinin satışı, kurulumunun yapılması ve teknik servis hizmetlerinin verilmesi işlerini yaptığı ifade edilmiştir. Davalı A Dijital Şti.nin faaliyetlerini kendi bağımsız organizasyonu ile gerçekleştirdiği, başvurucunun da bu organizasyon içinde A Dijital Şti.ne ait işyerinde çalıştığı vurgulanmıştır. Ayrıca asıl işveren-alt işverenlik ilişkisinin en önemli unsuru olan asıl işverene ait işyerinde çalışma olgusunun gerçekleşmediği, davalı Krea A.Ş. ile A Dijital Şti. arasında asıl işveren-alt işverenlik ilişkisi bulunmadığı belirtilerek başvurucunun Krea A.Ş.ye karşı açtığı dava husumet yokluğu nedeniyle reddedilmiş, diğer davalıya karşı açılan davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Başvurucu; temyiz dilekçesinde, Krea A.Ş. yönünden açılan davanın husumet yönünden reddedilmesinin hatalı olduğunu, davalı iki şirket arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunduğunu, nitekim aynı işyerinde çalışan beş işçinin İstanbul Anadolu İş Mahkemesinin E.2014/135, E.2014/136, E.2014/137, E.2014/138, E.2014/139 sayılı dosyalarında açtığı davalarda, davalılar arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunduğu yönünde kararlar verildiğini, Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/2/2015 tarihli ve E.2015/911, K.2015/8003 sayılı kararıyla söz konusu hükümleri onadığını belirtmiştir. Bu yönüyle davalı Krea A.Ş. hakkında verilen husumetten ret kararının bozulmasını talep etmiştir. Tarafların temyiz başvurusunu inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi 12/2/2019 tarihli kararıyla mahkeme hükmünün usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek hükmü onamıştır. Başvurucu, nihai hükmü 6/3/2019 tarihinde öğrendikten sonra 29/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. B. Başvuru Formunda Belirtilen ve Somut Dava ile Benzer Nitelikte Olduğu İleri Sürülen Davaların Süreçleri Asıl İşveren-Alt İşveren İlişkisi Bulunduğunun Kabul Edildiği Kararlar Başvurucu ile aynı işverene bağlı olarak çalışan beş işçi benzer iddialarla İstanbul Anadolu İş Mahkemesinin E.2014/135, E.2014/136, E.2014/137,E.2014/138 ve E.2014/139 sayılı dosyalarında dava açmıştır. İstanbul Anadolu İş Mahkemesi davaları kısmen kabul etmiştir. Karar gerekçelerinde; A Dijital Şti.nin diğer davalı Krea A.Ş.nin satış ve kurulum işlerini üstlendiği, davacıların da Krea A.Ş.nin bayisi olan diğer davalıya ait işyerinde çalıştığı, davalılar arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunduğu, davacıların işçilik alacaklarından her iki davalının da müştereken ve müteselsilen sorumlu oldukları belirtilmiştir. İstanbul Anadolu İş Mahkemesinin E.2014/135 sayılı dosyası Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/2/2015 tarihli kararıyla onanmıştır. Diğer dava dosyaları Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/2/2015 tarihli kararı ile fazla çalışma ve yıllık ücretli izin alacakları yönünden bozulmuştur. İstanbul Anadolu İş Mahkemesinin E.2015/212,E.2015/213, E.2015/214 veE.2015/215 sayılı dosyalarında bozmaya uyularak yapılan yargılamalarda davaların kabulüne karar verilmiş ve Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/9/2016 tarihli kararıyla hüküm onanmıştır. İstanbul Anadolu İş Mahkemesinin E.2016/441 ve E.2016/481 sayılı dava dosyasında ise davalılar arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunduğu ve her iki davalının da davacıların işçilik alacaklarından müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğu sonucuna ulaşılmıştır. E.2016/441 sayılı dosyada verilen karara karşı yapılan istinaf başvurusu İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin 15/9/2021 tarihli kararıyla kısmen kabul edilerek alacaklar yönünden yeniden hüküm kurulmuştur. İstanbul Anadolu İş Mahkemesinin E.2016/481 sayılı dava dosyasında da davalılar arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunduğu tespit edilmiş ve karara karşı yapılan istinaf talebi İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin 17/2/2021 tarihli kararıyla kısmen kabul edilerek alacaklar yönünden yeniden hüküm kurulmuştur. Asıl İşveren-Alt İşveren İlişkisinin Bulunmadığının Kabul Edildiği Kararlar Başvurucuyla aynı işverene bağlı olarak başka işçiler tarafından da işçilik alacakları için dava açılmıştır. İstanbul Anadolu İş Mahkemesinin E.2015/252 sayılı dosyasında davalılar arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunduğu ve her iki davalının da davacıların işçilik alacaklarından müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğu belirtilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 26/3/2019 tarihli kararıyla davalı A Dijital Şti.nin sözleşmeler kapsamında diğer davalı Krea A.Ş.nin ürünlerinin satış ve kurulumunun yapılması ile teknik servis hizmetlerinin verilmesi işlerini yaptığı vurgulanmıştır. Davalı A Dijital Şti.nin faaliyetlerini kendi bağımsız organizasyonu ile gerçekleştirdiği, davacının da bu organizasyon içinde A Dijital Şti.ne ait işyerinde çalıştığı, bu nedenle asıl işveren-alt işveren ilişkisinin en önemli unsuru olan asıl işverene ait işyerinde çalışma olgusunun gerçekleşmediği Krea A.Ş. yönünden açılan davanın husumetten reddi gerektiği belirtilmiştir. Yeniden yapılan yargılamada Krea A.Ş. yönünden açılan davanın husumetten reddine karar verilmiş, Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/2/2020 tarihli kararıyla hüküm onanmıştır. İstanbul Anadolu İş Mahkemesinin E.2014/223 sayılı dosyasında açılan işçilik alacağı davası kabul edilmiş, Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/3/2019 tarihli kararı ile Krea A.Ş. yönünden husumet yokluğundan açılan davanın reddi gerektiği gerekçesiyle bozulmuş, Mahkeme bozmaya uyarak bu davalı yönünden davayı husumetten reddetmiş, Yargıtay Hukuk Dairesinin 4/2/2020 tarihli kararıyla hüküm onanmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/10802
Başvuru; işçilik alacağı nedeniyle açılan davaların aynı maddi olaya dayanılarak açılan başka davalarda verilen kararlardan aksi bir sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, yargısal sürecin uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, kanun hükmünde kararname gereğince son verilen göreve iade edilme ve açıkta geçen döneme ilişkin parasal hakların ödenmesi talebiyle yapılan başvurunun reddi üzerine açılan iptal davasının reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası bünyesinde güvenlik şefi olarak görev yapan başvurucunun 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) gereğince 3/8/2016 tarihli Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (İdare) işlemi ile kamu görevinden çıkarılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, 20/12/2017 tarihinde İdareye yaptığı başvuru ile görevine son verilmesine ilişkin işlemin kaldırılarak görevine iade edilmesini ve çalışmadığı döneme ilişkin tüm parasal hakların ödemesini talep etmiş ancak bir cevap alamamıştır. Başvurucunun İdareye yaptığı başvurunun zımnen reddedilmesi üzerine bu işlemin iptali talebiyle açtığı dava Ankara İdare Mahkemesinin (Mahkeme) 24/12/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümleri şöyledir:"Bir kamu görevine açıktan veya yeniden atama yapmak konusunda idarelere takdir yetkisinin tanınmış bulunduğu, idarenin bu konuda yargı kararı ile zorlanamayacağı, diğer bir ifadeyle idari işlem niteliğinde yargı kararı verilemeyeceği, ancak bu takdir yetkisinin de mutlak olmayıp, kamu yararı ve hizmet gerekleriyle sınırlı olduğu, takdire dayanan işlemlerin sebep ve maksat bakımından yargı denetimine tabi bulunduğu hususu idare hukukunun bilinen ilkelerindendir.Bir başka ifadeyle bu takdir yetkisi açıktan atamaya ilişkin bir işlemde kullanılmış ise, bunun kadro, ihtiyaç, hizmet gerekleri ve atama isteminde bulunan kişinin kişisel konumu gibi durumlar dikkate alınarak kullanılıp kullanılmadığının yargı merciince incelenmesinin, idari eylem ve işlem niteliğinde karar vermek olarak değil, idari işlemin sebep ve maksat yönünden yargı denetimi işlevini sağlamak olarak kabulü gerekir.Bu açıdan bakıldığında daha önce Devlet memurluğu görevinde bulunmakta iken herhangi bir nedenle bu görevinden ayrılan veya ilişiği kesilen ilgililer açısından kendilerine hak sağlayan hukuki kazanımları sonucu tekrar açıktan atanmaları ile ilgili başvurularının değerlendirilmesi aşamasında başvuranın hizmetine ihtiyaç duyulması, boş kadronun bulunması ve görevin önem ve niteliği gibi kriterlerin göz önünde bulundurularak bir karar verilmesi gerekmektedir.Uyuşmazlık konusu olayda; Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası bünyesinde kadrolu güvenlik görevlisi olarak görev yapmakta iken 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesinin (g) bendi kapsamında kamu görevinden çıkarılmasına karar verilen davacının 03/08/2016 tarih ve 31889 sayılı davalı idare işleminin kaldırılarak görevine iade edilmesi ve çalışmadığı döneme ilişkin tüm parasal hakların ödemesi istemiyle yaptığı 20/12/2017 tarihli başvurusunun yeniden atanma talebi şeklinde değerlendirilmesi gerektiği açıktır.Bu durumda, boş bulunan bir kadroya atama yapma konusunda geniş bir takdir yetkisine sahip olan idarenin; 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesinin ikinci fıkrasında, birinci fıkra uyarınca görevine son verilenlerin bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceği, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemeyeceklerin hükme bağlanması karşısında yargı kararıyla zorlanmasının imkan dahilinde bulunmadığı açık olduğundan, davacının görevine iade edilmesi istemiyle yaptığı başvurusunun reddine ilişkin işlemde hukuki isabetsizlik görülmemiştir." Başvurucu istinaf talebinde bulunmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 5/2/2020 tarihli kararı ile derece mahkemesi kararının usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek istinaf başvurusunun kesin olarak reddine hükmetmiştir. Nihai karar 5/6/2020 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu 10/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, yapılan inceleme sonucunda başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ile masumiyet karinesinin, özel hayat ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkı ile mülkiyet hakkının ihlali iddiaları hakkında kabul edilemezlik kararı vermiştir. Başvuru, mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden kabul edilebilirlik hususunun karara bağlanması için Bölüme gönderilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Öte yandan, başvurucunun kamu görevinden çıkarılması işleminin iptali talebiyle 29/8/2016 tarihinde açtığı dava Ankara İdare Mahkemesinin 2/3/2017 tarihli kararıyla süre yönünden reddedilmiştir. Anılan Mahkeme kararına karşı yapılan istinaf talebi Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 1/11/2017 tarihli kararıyla reddedilmiş, hükmün temyiz edilmesi üzerine anılan karar Danıştay Beşinci Dairesinin 8/12/2021 tarihli kararı ile onanmış ve yargısal süreç tamamlanmıştır. Başvurucu bu kararı Anayasa Mahkemesinin 2022/50883 başvuru numarasında bireysel başvuruya taşımıştır. Anayasa Mahkemesi 8/3/2024 tarihli kararıyla başvuruyu kabul edilemez bulmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/17661
Başvuru, kanun hükmünde kararname gereğince son verilen göreve iade edilme ve açıkta geçen döneme ilişkin parasal hakların ödenmesi talebiyle yapılan başvurunun reddi üzerine açılan iptal davasının reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından başvurucunun tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası bakımından kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların ise kabul edilemez olduğuna ve ayrıca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Adalet Bakanlığı Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığında uzman yardımcısı olarak görev yapmakta olan başvurucu, 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrasında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) talimatıyla 31/7/2016 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmış ve hakkında soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu 4/8/2016 tarihinde müdafii huzurunda Ankara Emniyet Müdürlüğünde ifade vermiştir. Başvurucu ifadesinde özetle FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur. Başsavcılık 10/8/2016 tarihinde, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle başvurucuyu Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından aynı tarihte yapılmış, başvurucunun müdafii de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle eski beyanını tekrar ederek isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini belirtmiştir. Başvurucunun müdafii, başvurucunun beyanını tekrar ettiğini ve sabit bir ikametgâh sahibi olduğunu belirterek adli kontrol tedbiri uygulanmasını talep etmiştir. Sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:"... atılı bulunan silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren delillerin bulunması, gelinen soruşturma aşaması itibariyle delillerin henüz tamamen toplanmamış bulunması, şüphelilerin eylemlerinin sabit olması halinde kanunda öngörülen ceza miktarı dikkate alındığında şüphelilerin kaçma ve delilleri karartma ihtimallerinin mevcut olması ve açıklanan nedenlerle adli kontrol uygulamasının da yetersiz kalacağı, şüphelilerin üzerlerine atılı suçun CMK 100/3 maddesi hükmündeki suçlardan olması da değerlendirilerek CMK’nun maddesi ile ilgili düzenlemeler ile AİHS maddesindeki tutuklama şartları kapsamında isnat olunan suç ile orantılı olarak tedbir kapsamında şüphelilerin CMK.nun 101 maddeleri uyarınca ayrı ayrı TUTUKLANMALARINA ... [karar verildi.] " Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 16/8/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucunun tahliye talebi ve tutukluluk durumunu inceleyen Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 24/2/2017 tarihinde tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Başvurucu bu karara 3/3/2017 tarihinde itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 22/3/2017 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu, kararı aynı tarihte öğrendiğini beyan etmiş ve 13/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, Başsavcılığın talebi üzerine Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 17/1/2018 tarihli kararı ile tahliye edilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... incelenen dosya kapsamına göre, dosyadaki mevcut delil durumu ve şüphelilerin tutukluluk süresi, kamu görevlerinden ihraç edilmiş olmaları, sosyal statüleri nazara alındığında şüpheliler Hasan Bozkurt, ... tutuklama kararlarının anılan şüpheliler yönünden kaldırılmasına, bu şüphelilerin tahliyesine ... [karar verildi.]" Başsavcılık 11/11/2019 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açmıştır. FETÖ/PDY'ye ilişkin genel açıklamaların da yer aldığı iddianamede ilk olarak FETÖ/PDY'nin hangi amaç ve saikle kurulduğuna, hangi alanlarda faaliyet gösterdiğine, hiyerarşik yapısına, hukuka aykırı hangi tür eylemlerde bulunduğuna ve şüphelinin eylemlerine değinilmiştir. İddianamede suçlamaya esas alınan olgular şöyle özetlenebilir:i. Başvurucunun FETÖ/PDY'ye üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı olduğu gerekçesi ile olağanüstü hâl döneminde çıkarılan 3/10/2016 tarihli ve 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (675 sayılı KHK) ile kamu görevinden çıkarıldığı belirtilmiştir.ii. Başvurucunun FETÖ/PDY'nin finans kaynağı olan ve örgütle bağlantısı nedeniyle kapatılan Bank Asyada birçok hesabının bulunduğu ve FETÖ/PDY ile irtibat/iltisaklı oldukları gerekçesiyle haklarında soruşturma/kovuşturma/işlem bulunan bir kısım şahısla para transfer ilişkisi olduğu ileri sürülmüştür.iii. Başvurucu hakkında FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisaklı olduğu yönünde beyanların yer aldığı belirtilmiştir. İddianamede başvurucuya yöneltilen eylemlere ilişkin olarak Başsavcılığın 2018/.. sayılı soruşturmasında şüpheli sıfatı ile ifadesi alınan ve teşhis işlemi yaptırılan S.A. isimli şahsın beyanına dayanılmıştır. Bu beyanın içeriği özetle şöyledir: "...N. (K) E. benimle beraber yapıda öğretmenlik yapacak üç şahsı benim evime getirdi. Bu şahıslar; Y.(Şamil Kod), MASAK'ta uzman, evli, iki çocuğu olan, esmer, orta boylu bir şahıstı...Hasan Bozkurt (Hakkı kod) "Gaziantepli, bilgisayar mühendisi Adalet bakanlığında uzman, evli, o dönem iki kız çocuğu olan, Keçiören tarafında oturan, kilolu, iri görünümlü bir şahıstı..." Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:"MASAK raporunda şüpheli işlemlerin ve kaydın bulunduğu, şüpheli hakkında FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne irtibat ve iltisaklı olduğu yönünde beyanların yer aldığı, örgütün finans kaynağı olan kapatılan Bank Asya'da hesaplarının bulunduğu, şüphelinin idarece yapılan soruşturması neticesinde kamu görevinden ihraç edildiği, dolayısıyla şüphelinin gerek çalıştığı T. Adalet Bakanlığında gerekse de özel hayatında FETÖ/PDY silahlı terör örgütü yapısı içerisinde yer aldığı, şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü yapısı içerisindeki eylemlerinin devamlılık, çeşitlilik ve yoğunluk arz eder tarzda olduğu ve şüphelinin bu eylemlerini örgütün amacını ve stratejisini bilerek gerçekleştirdiği, bu suretle şüphelinin üzerine atılı 'silahlı terör örgütüne üye olmak' suçunu işlediği yönünde kamu davası açmayı gerektirir yeterli delil, emare ve şüphe bulunduğu kanaatine varıldığından" Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 18/11/2019 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2019/487 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkemece 6/2/2020 tarihinde yapılan ilk duruşmada başvurucunun savunmasının tespiti için adres araştırması yapılmasına ve eksik diğer hususların tamamlanmasına karar verilmiştir. Tanığın bulunduğu adrese yazılan talimat sonrasında Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesince 12/2/2020 tarihli talimat duruşmasında tanık S.A. dinlenilmiştir. Adı geçen tanığın ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bana okumuş olduğunuz sanık Hasan Bozkurt'u, Ankara'da Çalışma Bakanlığı'nda görev yaparken tanıdım. Kendisi ile birlikte aynı sohbet grubuna katılırdık. Sohbet abimiz Emin kod isimli K.dir. Sohbetlere 2015 yılında katılırdık. Sohbetler zaman zaman sohbet grubu üyelerinin evlerinde yapılırdı. Sanık da benim gibi astsubaylardan sorumlu abiydi. Yukarıdan gelen talimat üzerine biz de astsubaylardan himmet parası isterdik. Sanığın da bu anlamda astsubaylardan himmet parası isteyip istemediğine bizzat şahit olmadım. Ancak bu tür talimatlar yukarıdan gelirdi, sanığın bu talimatları yerine getirip getirmediğini bilmiyorum. Ayrıca Hasan'ın kod adı Hakkı olup kendisi Adalet Bakanlığı'nda bilgisayar mühendisi olarak görev yapardı. Sanığın sohbetlerdeki eylemleri haricinde başkaca bir eylemine şahit olmadım..." Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Neslihan Aksakal, B. No: 2016/42456, 26/12/2017, §§ 19-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/21270
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, subaylık sınavı mülakatında idarenin ayrımcı tutumla uygulama yapması nedeniyle eşitlik ilkesinin ve işleme karşı açılan davada hukuka aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde astsubay üstçavuş olarak görev yapmaktadır. 2014 yılı içinde yapılan ve başarı puanı sırasına göre ilk altmış kişinin terfi edeceği subaylığa geçiş sınavlarına katılan başvurucu, yazılı sınavda 83 puan alarak başarılı olmuştur. Mülakat sınavından 88,25 puan alan başvurucu; sicil notu ortalaması, mükâfat notu gibi başkaca bileşenlerin de dâhil olduğu başarı puanı sıralamasında 80'inci olarak 60 kişilik kontenjanın dışında kalmıştır. Başvurucu, mülakat sınavında başarısız sayılarak subaylığa geçirilmemesine ilişkin işleme karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde iptal davası açmıştır. Başvurucu; mülakat sınavında bazı yasa dışı örgüt [Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PYD)] üyelerine bilerek yüksek not verildiğini, mülakat komisyonun değiştirildiğini, mülakat sınavının usulsüz olduğunu ve hukuka uygun değerlendirme yapılmadığını ileri sürmüştür. AYİM Üçüncü Dairesi (Mahkeme) 26/6/2015 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle kontenjana dâhil olan kişilere yönelik iddialarının karşılanması amacıyla başvurucunun ve diğer bazı adayların notları ayrıntıları ile karşılaştırmış ve bazı adayların sicil not ortalamasının tam veya tama yakın olduğu, yazılı sonuçlarının ise başvurucunun sonucuna yakın olduğu tespit edilmiştir. Mülakat komisyonunun asıl ve yedek üyelerinin sınavdan önce ilan edildiği ve şahsi/ailevi nedenlerle asıl üyelerin katılamadığı hâllerde yedek üyelerin sınava dâhil olduğu hususlarının idare ile yapılan yazışmalar sonucu ortaya konulduğu belirtilmiştir. Diğer taraftan başvurucu vekilinin talebi üzerine idareden temin edilen belgelerin incelendiği, başvurucunun değerlendirme formlarına yönelik kriminal inceleme talebinin ise yasa dışı oluşum içinde bulunan personele yüksek not takdir edildiği yönündeki savın soyut iddiadan öteye geçmemesi nedeniyle dikkate alınmadığı ifade edilmiştir. Astsubaylıktan geçiş sınavının mülakat aşamasında takdir yetkisinin keyfî, taraflı, kişisel ve duygusal değerlendirme yapılarak kullanıldığına dair somut bilgi, belge ve kanıt bulunmadığı vurgulanmıştır. Sonuç itibarıyla astsubaylıktan subaylığa geçiş sınavının tüm adaylar açısından aynı koşullarda ve mevzuata uygun bir biçimde icra edildiği kanaatine varılarak yazılı sınavda ve mülakatta baraj puanının üzerinde puan alan ve seçme sınavını başarmış sayılan başvurucunun birçok bileşenin olduğu puan sıralamasında kontenjanın dışında kalması nedeniyle subaylığa geçirilmemesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. 10 Başvurucu, ret hükmünü 27/7/2015 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 24/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:"Türk Silâhlı Kuvvetlerinin ihtiyacı göz önüne alınarak her sene tespit edilecek kontenjan nispetinde emsali arasında temayüz etmiş en az dört yıl süreli fakülte veya yüksek okulları bitiren astsubaylar; bağlı olduğu kuvvet komutanlığının, Jandarma Genel Komutanlığının veya Sahil Güvenlik Komutanlığının teklifi üzerine kendi sınıflarında veya askerî hâkim sınıfı hariç olmak üzere öğrenimlerinin ilgilendirdiği ihtiyaç duyulan sınıflarda... teğmen nasbedilirler." 926 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...emsalleri arasında temayüz etmiş astsubayların subaylığa nasbedilmelerinde aranacak nitelikler ile seçme sınavlarının yapılma usul, esas ve şartları Subay Sicil Yönetmeliğinde gösterilir. " 27/12/1998 tarihli ve 23566 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Subay Sicil Yönetmeliği'nin(Subay Sicil Yönetmeliği) maddesi şöyledir:"Subay olacak astsubaylar, yazılı ve mülâkat olmak üzere iki aşamalı seçme sınavınatâbi tutulurlar. Yazılısınav, meslekbilgisi ve genelkültürkonularınıkapsar. Yazılısınavsorularının% 80'i meslek bilgisi konularından, % 20'sidegenel kültür konularından oluşur. Meslek bilgisi sorularının % 60'ı Türk Silâhlı Kuvvetleriİç Hizmet Kanunu ve Yönetmeliği, Askerî Ceza Kanunu ve Silâhlı Kuvvetler ile ilgili diğer mevzuattan; % 40'ı da geçirilecekleri subay sınıfının özelliklerine göre tespit edilecek konulardan seçilir. Fakülteveya yüksek okul mezunlarından, öğrenimleri ile ilgili sınıflarda subay olmak için müracaat edenlerin meslekbilgisi sorularının % 40'ı, görmüş olduğu öğrenimle ilgili konulardan belirlenir.Genel kültür soruları; Türkçe, İnkılâp Tarihi, Atatürkçülük ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile güncel konulardan hazırlanır.Mülâkatta ise; genel görünüş, anlatım, konuşma düzgünlüğü, kendine güven gibi hususlar değerlendirilir." Subay Sicil Yönetmeliği'nin maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Yazılı sınavda; sınav kapsamındaki her alandan (geçirileceği sınıf bilgisi, askeri kültür ve genel kültür) asgari %50 puan almak kaydıyla, 100 puan üzerinden en az 70 puan alanlar, başarılı sayılarak mülâkata tâbi tutulurlar. Mülâkatta da 100 puan üzerinden 70 ve daha yukarı puan alanlar, seçme sınavını başarmış sayılırlar. Yazılı sınav ve mülâkatta alınan notların ortalamasına, sicil notu ortalaması ile mükâfat ve ceza puanları ilâve edilerek seçme sınavı sıralama notları tespit edilir. Mükâfat puanı, bu Yönetmeliğin ekinde yer alan EK-9’daki Mükâfat Puanları Çizelgesine göre bulunur. Ceza puanı, 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanununun (2) sayılı çizelgesine göre bulunan toplam puanın 0,118 katsayısı ile çarpılması sonucu elde edilen puandır. Ceza puanının hesaplanmasında, 6413 sayılı Kanunun (2) sayılı çizelgesinde yer almayan ve taksirli suçlar hariç olmak üzere mahkeme kararı ile verilen para cezaları için 4 puan, diğer hapis cezaları için 4,5 puan esas alınır. Bu puanlar da 0,118 katsayısı ile tahvil edilir. Mahkeme kararı ile verilen cezalar ertelenmiş, hapis cezası seçenek yaptırımlarına çevrilmiş, adli sicilden çıkarılmış ya da verilen mahkûmiyet hükmünün açıklanması geri bırakılmış olsa dahi ceza puanı hesaplanır. Mükâfat puanları (+), ceza puanları (-) değerdedir. Bulunan seçme sınavı sıralama notlarından, notu en yüksek olandan başlamak üzere belirlenen kontenjana göre subay olacaklar saptanır."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/14212
Başvuru, subaylık sınavı mülakatında idarenin ayrımcı tutumla uygulama yapması nedeniyle eşitlik ilkesinin ve işleme karşı açılan davada hukuka aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, 20/11/2000 tarihinde Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tazminat davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlali iddiası ile ilgilidir. Başvuru, 19/6/2013 tarihinde Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 20/9/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 27/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 15/5/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 20/11/2000 tarihinde Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesinde, otobüs ile şehirlerarası yolculuk ettiği sırada meydana gelen trafik kazasında yaralandığını belirterek, otobüs şirketi ve sigorta şirketi aleyhine tazminat davası açmıştır. İlk Derece Mahkemesi, 18/10/2006 tarihli ve E.2000/813, K.2006/314 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne hükmetmiş, bu karar, temyiz incelemesi sonucu Yargıtay Hukuk Dairesinin, 3/3/2008 tarihli ve E.2007/812, K.2008/2558 sayılı ilamı ile bozulmuştur. Bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda İlk Derece Mahkemesi, 3/6/2011 tarihli ve E.2008/226, K.2011/214 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne hükmetmiş, temyiz incelemesi sonucu Yargıtay Hukuk Dairesi, 26/11/2012 tarihli ve E.2011/12536, K.2012/19113 sayılı ilamı ile kararı onamış, taraflarca karar düzeltme yoluna başvurulmaksızın karar kesinleşmiştir. Onama ilamı başvurucuya 21/5/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 19/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4491
Başvuru, 20/11/2000 tarihinde Bakırköy 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tazminat davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlali iddiası ile ilgilidir.
1
Başvurular, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararları verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialar yönünden başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuşlardır. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2016/6940 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, tarafı oldukları davaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bireysel başvurular sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür. Anayasa Mahkemesi, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin mevzuata önceki içtihadında yer vermiştir (Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 11-14).
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/6940
Başvurular, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, idari para cezasının iptali isteminin aksi ispat edilemeyen karinelerden yararlanılarak reddedilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 15/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2015/19617 ve 2015/19619 numaralı bireysel başvuru dosyalarının 2015/19616 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmemiştir. İkinci Bölüm tarafından 4/4/2018 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün Maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Batman’ın Merkez ilçesi İkiztepe köyü sınırları içinde bulunan bir kısım tarım arazisinin belirli oranlarda malikidirler. Başvurucuların maliki oldukları tarım arazilerinde 17/9/2013 tarihinde anız yakıldığının tespit edildiği gerekçesiyle her bir başvurucu adına maliki oldukları tarım arazisinin büyüklüğüne göre belirlenen 366 TL, 642 TL ve 535 TL tutarında idari para cezaları işlemi uygulanmıştır. Başvurucular tarafından söz konusu idari para cezasına ilişkin işlemlerin iptal edilmesi talebiyle Batman İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Başvurucular dilekçelerinde; çok sayıda tarım arazisinin yan yana bulunduğuna dikkat çekerek herhangi bir arazide başlayan yangının rüzgârın etkisiyle diğer arazilere sıçradığını, kendi arazilerindeki yangının da bu şekilde meydana gelmiş olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular ayrıca; ekilen mısırların tarım makinesi yardımıyla hasat edilmesi sırasında bazı mısır koçanlarının makine içine girmeden saman koçanları arasına karışabildiğini, bu durumu bilen ve geri kalan mısır koçanlarını bulup satmak isteyen çocukların yöresel bir alışkanlık olarak mısır koçanlarını ateşe verdiklerini ve bu şekilde çıkan yangının kısa sürede yayılabildiğini ifade etmişlerdir. Batman İdare Mahkemesinin 19/9/2014 ve 31/12/2014 tarihli kararlarıyla davaların reddine hükmedilmiştir. Kararların gerekçesinde; tarım arazilerinde her zaman gerçekleştirilebilen anız yakma eyleminde anızı bizzat yakan kişinin idare tarafından tespit edilmesi olanağının bulunmadığı, anızı bizzat yakan kişinin tespit edilememesi sonucu idari yaptırım uygulanmaması hâlinde ise tarım arazisinin veriminin yok olmasına, çevre kirliliğine ve yangınlara sebebiyet verileceği, dolayısıyla anız yakma eyleminin yaptırımsız kalmaması amacıyla anızı yakan kişinin taşınmazın maliki konumunda bulunan başvurucular olduğunun kabul edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Gerekçeli kararların ilgili kısımları şöyledir: “Yukarıda anılan mevzuat hükümleri uyarınca; tarım alanlarında anız yakılmasının yasak olduğu, ancak valiliklerin kontrolü ile anız yakılmaya izin verilebileceği, söz konusu izin olmaksızın anız yakılması halinde ise, anız yakanlara idari para cezası verileceği anlaşılmaktadır. Buna göre, anız yakılması nedeniyle idari para cezasının “anız yakanlara” verileceği anlaşıldığından, anız yakılan taşınmazın maliki olan davacıya idari para cezası verilip verilemeyeceğinin tespiti gerekmektedir. (...)Cezaların şahsiliği ilkesi gereğince, idari para cezasına konu olan fiil kim tarafından işlenmiş ise, ceza sorumluluğunun da o kişiye ait olması gerekmektedir. Bununla birlikte; tarım arazilerinde her zaman gerçekleştirilebilme olanağı bulunan anız yakma eyleminde, anızı yakan kişinin idare tarafından bilinmesine olanak bulunmamaktadır. Anızı bizzat yakan kişinin tespit edilmemesi halinde idari yaptırım uygulanmaması durumunda, tarım arazisinin veriminin yok olmasına, çevre kirliliği ve yangınlara sebebiyet veren anız yakma eyleminin yaptırımsız kalacağı açıktır. Bu nedenle, “anız yakanlar”ifadesinin; çocuğunu gönderip anızı yaktıranlar, çevre tarlalarda başlayan anız yangınının kendi tarlasına geçeceğini bildiği halde hiçbir girişimde bulunmayarak sessiz kalanlar vb., tarlasında anız yakılmasına açık ya da örtülü olarak rıza gösterenleri de kapsadığının kabulü gerekmektedir. (...)Olayda, davacının maliki olduğu 185 ve 206 parsel sayılı taşınmazda bulunan anızın yakıldığının tespit edildiği ve Batman il merkezine 2-3 km ve köy meskûn alanı içerisindeki olay mahalline gidildiğinde, yakan kişiye ait herhangi bir bulguya rastlanılmadığı görülmekle birlikte, davacı tarafından da, köy meskûn alanında maliki olduğu taşınmazının yakıldığı yönünde herhangi bir ihbar, suç duyurusu vb. başvuruda bulunulmaması karşısında, anızı yakan kişinin ancak suçüstü halinde yakalanabileceği, bunun da yukarıda belirtilen gerekçeler doğrultusunda mümkün olmadığı hususu göz önünde bulundurulduğunda, anızı yakan kişinin taşınmazın maliki olan davacı olduğunun kabulü gerekmektedir.” (Vurgulamalar Anayasa Mahkemesince yapılmıştır.) Başvurucuların itirazı üzerine Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesinin23/3/2015, 28/4/2015 ve 11/5/2015 tarihli kararları ile mahkeme kararlarının usul ve hukuka uygun olduğu belirtilerek hükmün onanmasına karar verilmiştir. Başvurucuların karar düzeltme talebi, aynı Bölge İdare Mahkemesinin 7/10/2015 ve 27/10/2015 tarihli kararları ile reddedilmiştir. Başvurucular 15/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun ek Maddesinin © bendi şöyledir:“Anız yakılması, çayır ve mer’aların tahribi ve erozyona sebebiyet verecek her türlü faaliyet yasaktır. Ancak, ikinci ürün ekilen yörelerde valiliklerce hazırlanan eylem plânı çerçevesinde ve valiliklerin sorumluluğunda kontrollü anız yakmaya izin verilebilir.” 2872 sayılı Kanun’un Maddesinin (l) numaralı bendinin ilgili kısmı şöyledir:“Bu Kanunun ek 1 inci maddesinin © bendine aykırı olarak anız yakanlara her dekar için 20 Türk Lirası idarî para cezası verilir. Anız yakma fiilinin orman ve sulak alanlara bitişik yerler ile meskûn mahallerde işlenmesi durumunda ceza beş kat artırılır.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları SözleşmesiAvrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı Maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadıAvrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), suçluluk karinelerine ve ispat yüküne ilişkin olarak ilkeler belirlemiştir. AİHM’e göre Sözleşme’nin Maddesinin (2) numaralı fıkrasında korunan masumiyet karinesi (a) mahkemelerin kişinin suç işlediği varsayımından başlamamalarını, (b) ispat yükünün iddia makamına ait olmasını ve (c) her türlü şüpheden sanığın yararlandırılmasını gerektirmektedir. Bu kapsamda ispat yükümlülüğünün iddia makamından savunmaya devredilmesi kural olarak masumiyet karinesi ihlal edecektir (Telfner/Avusturya, B. No: 33501/96, 20/3/2001, § 15). AİHM; Salabiaku/Fransa (B. No: 10519/83, 7/10/1988) başvurusunda, fiilî veya hukuki karinelerin her hukuk sisteminde bulunabileceğini, Sözleşme’nin kural olarak bu karineleri yasaklamadığını ifade etmiştir. Ancak AİHM, taraf devletlerin ceza kanunlarıyla ilgili olarak bu meselede belli sınırlar içinde kalması gerektiğini vurgulamaktadır. AİHM’e göre Maddenin (2) numaralı fıkrası, sadece mahkemeler tarafından usul kurallarının uygulanması sırasında saygı göstermekten ibaret bir güvence içermemektedir. Dahası, Maddenin (2) numaralı fıkrasında geçen “hukuka uygun olarak” ibaresi iç hukuka referansla yorumlanamaz. Bu şekildeki bir yorum, yasama organının mahkemelerin doğal değerlendirme yetkisini kaldırma ve masumiyet karinesini özünden yoksun bırakma hususunda serbest olması sonucunu doğuracaktır. Böylesi bir durumun adil yargılanma hakkını ve özellikle masum sayılma hakkını koruma altına almak suretiyle hukuk devletinin temel bir ilkesini güvenceye bağlayan Maddenin amaç ve hedefleriyle uzlaştırılması mümkün değildir. Bu nedenle Maddenin (2) numaralı fıkrası, ceza kanunlarında düzenlenen hukuki ve fiilî karinelere de kayıtsız değildir. Söz konusu fıkra, devletlerin bu karineleri ihtilaf konusu meselenin önemini dikkate alan ve savunma tarafının haklarını gözeten makul çerçevelerle sınırlamasını gerektirir (Salabiaku/Fransa, §28). AİHM, Sözleşmeci devletlerin ceza kanunlarına karine dercederken davanın konusunun önemi ile savunma tarafının hakları arasında adil bir denge kurma yükümlülüğü altında bulunduklarını ifade etmektedir. Diğer bir ifadeyle AİHM’e göre başvurulan araç ile ulaşılmak istenen meşru amaç arasında makul bir orantının var olması gerekir (Janosevic/İsveç, B. No: 34619/97, 23/7/2002, § 101). AİHM, Pham Hoang/Fransa (B. No: 13191/87, 25/9/1992) başvurusunda varsayıma dayalı olarak mahkûmiyet kararı verilmesinin masumiyet karinesini ihlal ettiğine ilişkin şikâyeti değerlendirmiştir. Olayda yasa dışı yollardan uyuşturucu madde ithal etme ve gümrük kaçakçılığı yapma suçlarından verilen mahkûmiyet kararının ilgili gümrük mevzuatında öngörülen kaçak malları mülkiyetinde bulunduran kişinin gümrük kaçakçılığı suçundan sorumlu tutulacağı yönündeki karineye dayandırıldığı ileri sürülerek masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddia edilmiştir. AİHM yaptığı değerlendirmede, başvurucunun savunma araçlarından tamamıyla mahrum bırakılmadığının ve aleyhine yüklenen karinenin aksi ispat edilemez türden olmadığının altını çizmiştir (Pham Hoang/Fransa, § 34). AİHM Fransız derece mahkemelerinin karar verirken maddi olayı dikkatli bir şekilde değerlendirdiklerini, dava dosyasında bulunan delilleri temel alarak mahkûmiyet kararı verdiklerini, ilgili mevzuatta yer alan karinelere otomatik bir şekilde dayanmaktan kaçındıklarını belirtmiş ve bu nedenle şikâyet konusu olayda masumiyet karinesinin ihlal edilmediği sonucuna ulaşmıştır (Pham Hoang/Fransa, § 36).
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19616
Başvuru, idari para cezasının iptali isteminin aksi ispat edilemeyen karinelerden yararlanılarak reddedilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkı ile yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Ekli tablonun (A) sütununda numaraları belirtilen başvuruların konu yönünden irtibatları nedeniyle 2018/36639 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin 2018/36639 numaralı başvuru üzerinden sürdürülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Devletin yetkili organları tarafından tehdit değerlendirmesi yapılarak demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine, millî güvenliğe yönelik tehdit oluşturan tüm terör örgütlerine ve illegal yapılanmalara karşı tedbirler alınması kararlaştırılmıştır (ayrıntılar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017). Anılan tedbirler kapsamında olağanüstü hâl ilan edilmiş ve olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri çıkarılmıştır. Bu çerçevede 22/7/2016 tarihinde kararlaştırılan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 667 sayılı KHK'nın maddesinde devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen personelin kamu görevinden çıkarılmaları öngörülmüştür. 667 sayılı KHK, 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Kanun'un 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucunda kanunlaşmıştır. B. Somut Başvurulara İlişkin Olay ve Olgular Başvurucular, kamu kurumlarında (İdareler) ve bu İdarelere hizmet veren özel şirketlerde (Şirket) işçi olarak çalışmakta iken yapılan tespitler ve ilgili birimlerce başvurucuların terör örgütü ile iltisaklı olduklarının İdarelere bildirilmesi üzerine başvurucuların iş akitleri İdarelerce ve Şirketçe feshedilmiştir. Başvurucular, iş akitlerinin usulüne uygun olarak feshedilmediğini ve fesih için somut bir olguya dayanılmadığını belirterek işe iade istemiyle Şirket ve İdareler aleyhine dava açmıştır. Davalı İdareler ve Şirket cevap dilekçesinde; ilgili birimlerin yazıları ekinde davacının bilgilerinin de yer aldığı listede bulunan kişilerin terör örgütü yapılanması ile irtibatı ve iltisakı olduğu tespitine yer verildiğini, başvurucuların iş akitlerinin bu kapsamda ve 667 sayılı KHK'nın maddesi gereği feshedildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur. Ekli tablonun (D) sütununda belirtilen mahkemelerce bakılan davalar reddedilmiştir. Kararlarda; başvurucuların terör örgütü yapılanması ile irtibatlı ve iltisaklı oldukları gerekçesiyle 667 sayılı KHK'ya dayalı olarak iş akitlerinin feshedildiği, mevcut durum nedeniyle işçiden kaynaklı nedenle işveren açısından güven ilişkisinin sarsıldığı, fesih işleminin haklı ve geçerli nedenle gerçekleştirildiği gerekçesine yer verilmiştir. Başvurucular karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf merciince (Bölge Adliye Mahkemesi) başvurucuların istinaf istemleri reddedilmiştir. Kararda; şüphe feshi kavramı üzerine durulmuş ve ilgili birimin yazısı ile başvurucuların terör örgütü yapılanmalarıyla irtibatı olduğunun bildirilmesi nedeniyle mahkeme kararının hukuka uygun olduğu ifade edilmiştir. Temyiz yolu açık kararlara karşı yapılan temyiz başvuruları da Yargıtay ilgili Hukuk Dairesince (Daire) reddedilmiş ve Bölge Adliye Mahkemesinin kararları kesin olmak üzere onanmıştır. Nihai kararların tebliğinin ardından başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bakınız Berrin Baran Eker ([GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-35).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/36639
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkı ile yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tutukluluk incelemelerinin duruşmasız yapılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu hakkında Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kamu kurum veya kuruluşlarının ihalesine fesat karıştırma, suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçlarından yürütülen soruşturma kapsamında 5/4/2022 tarihinde tutuklama kararı verilmiştir. Başvurucunun tutukluluk durumu 29/4/2022 tarihinde dosya üzerinden, 3/6/2022 tarihinde duruşmada, 1/7/2022 ve 28/7/2022 tarihlerinde ise dosya üzerinden gözden geçirilmiştir. Soruşturma kapsamında 26/8/2022 tarihinde başvurucunun tutukluluk durumu Küçükçekmece Sulh Ceza Hâkimliği tarafından duruşmalı olarak 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca incelenmiştir. 27/9/2022 tarihinde Küçükçekmece Sulh Ceza Hâkimliğince başvurucunun tutukluluk durumu dosya üzerinden gözden geçirilmiş ve başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Tutukluluğun devamı kararına karşı başvurucunun yaptığı itiraz 7/10/2022 tarihinde Küçükçekmece Asliye Ceza Mahkemesi tarafından reddedilmiştir. Başvurucu 7/11/2022 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmasının ardından başvurucunun tutukluluk durumu 25/10/2022 ve 21/11/2022 tarihlerinde dosya üzerinden, 23/12/2022 tarihinde duruşmalı olarak incelenmiştir. 5/9/2023 tarihinde başvurucu tahliye edilmiştir. Dava, ilk derece mahkemesinde derdesttir. Komisyon tarafından bu kararda incelenen şikâyet haricindeki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, başvuruya konu şikâyetler yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/96474
Başvuru, tutukluluk incelemelerinin duruşmasız yapılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ulusal bir gazeteye ait haber sitesinde yayımlanan bir köşe yazısı nedeniyle başvurucular aleyhine manevi tazminata hükmedilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve ekinde sunulan bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Mehmet Kuzulugil (birinci başvurucu), Sol Haber Portalı isimli haber sitesinde (haber sitesi) köşe yazarlığı yapmaktadır. Başvurucu Gelenek Basım Yayım ve Ticaret Limited Şirketi (ikinci başvurucu) köşe yazısının yayımlandığı haber sitesinin sahibidir. Davacı ise uzun yıllar Ankara Büyükşehir Belediyesi başkanlığı yapmış olan aktif bir siyasetçidir. Davacı, Twitter isimli sosyal paylaşım sitesinde "Devlet 000 özel harekatçı alacak. 280 bin müracaat var. Yani her gün can pazarında ölümle kavga edecek 000 yiğit... Bu ülkeye güç yeter mi" şeklinde bir paylaşımda bulunmuştur. Birinci başvurucu 30/12/2016 tarihinde haber sitesinde yayımlanan "Zorunlu Zorbalık" başlıklı köşe yazısında davacının paylaşımını hedef alan ifadeler kullanmıştır. İlgili köşe yazısı şu şekildedir:"Anadolu'da bazı kasabalar 'polis koleji sınavları' ile işaretlenir. 25 yıl önce böyle bir Ege kasabasına yolumuz düştü. Kasabanın gençlerinden bir grupla kurulmakta olan Sosyalist Türkiye Partisi'ni konuşuyorduk. Tütüncülük temel geçim kaynağıydı ve fakat yolun sonuna gelinmekteydi. Gençler çoğunlukla işsizdi ve önlerindeki olası geçim kapısı 'polis olmaktı.' Biz bir kahvede sohbet ederken selamlaştıkları arkadaşları garaja doğru gidiyordu. Polis sınavları için.Polis olmanın, örneğin çevik kuvvete katılmanın ne anlama geldiğini tartışmayacağım. Onlarca genç polisin kurumuş sandviçlere sıkıştırılmış ince kaşar ve salam dilimleri ile geçiştirdikleri açlıklarını unutmuş, işlerinin bitip eve gideceklerini düşündükleri bir sırada alevler içinde öldürülmesi de, onların kendilerine verilen emri büyük bir iştahla yerine getirip gençlere çocuklara 'sıkması' da bu ülke tablosunun içinde. Çok açıkgöz birilerinin yönettiği kör döğüşünde yapılanlara hak tanımak derdinde olanların elinde araç olmaya da niyetim yok. Ama şunun bilinmesi gerekir, Türkiye’de kalabalıkça bir genç kütlesinin devletin ve sarayın bekası için kahramanca görev yaptığı doğru değil.Ankara’yı parsel parsel paylaştığı Fethullahçılara şimdi cehennem zebanisi muamelesi yapan onursuz adamın 'yayınladığı' bir bilgiyi görünce aklıma geldi. 'Devlet 000 özel harekatçı alacak. 280 bin müracaat var. Yani her gün can pazarında ölümle kavga edecek 000 yiğit... Bu ülkeye güç yeter mi?' diyordu.Genç işsizliği TÜİK verilerine göre yüzde 17 olarak gerçekleşti 2015’te. OECD verilerine göreyse 2013 yılında Türkiye’de 15-24 yaş arası nüfusun yüzde 25’i ne istihdam içinde yer alıyor ne de eğitim-öğretim içinde. OECD ülkelerinde lider konumda! '000 özel harekatçı alınacak, 280 bin müracaat oluyor' cümlesi doğruysa bu [G.] gibilerin twitter kampanyalarına meze yapılmak için can atan gençlerin kalabalık olduğunu değil, ülkedeki karanlığın bu diğer boyutunu gösteriyor. Haksızlığın ve eşitsizliğin dünyasını bir de buradan okumak gerekir. Evet, savaşlarda yalnızca yoksullar ölüyor. Vatanseverlikte hiç kimsenin gerisinde kalmayan zenginlerimiz, sıra çocuklarını cepheye yollamaya geldiğinde hiç de 'bir oğlum gitti, ikincisi de vatana feda olsun' demiyor. Bu işin en açık seçik görünen yanı. Bir diğer yanıysa ortaya sürülen yoksul çocukları ile ilgili. Sadece zenginler bu işe yanaşmadığı için değil, aç kalmamak için de yoksul emekçi çocuklarının düzenin bekçiliğini, zenginlerin malının mülkünün korumalığını yapmaktan başka çaresi kalmıyor. Düzenin bekçiliğini bir 'ekonomik sektöre' indirgeyecek değilim. Öncelikle ideolojik bir sorundur. Bir güvenlik şirketinde işe girip, bir üniversite kampüsünde volta atmak başka şeydir, parkalı solcu çocukla, heybeli entel kıza dalmak için fırsat kollamak başka. Ama şu açıktır ki, nasıl emekçiler bu kahrolası düzene 'daha beteri olmasın diye' yapışmaya çalışıyorsa, genç işsizliğinin neredeyse yarıya vurmakta olduğu bir ülkede boşalan köylerin sağa sola dağılan genç nüfusuna da aç kalmamak için [G.nin] şirretliklerine meze olmak düşebilmektedir." Davacı, anılan köşe yazısında geçen ifadeler nedeniyle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla 15/2/2017 tarihinde başvurucular aleyhine manevi tazminat davası açmıştır. Davanın görüldüğü Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 14/11/2017 tarihinde davanın kısmen kabulü ile başvurucuların 000 TL manevi tazminat ödemesine karar vermiştir. Mahkemenin gerekçeli kararının ilgili kısmı şöyledir:"...davalı Mehmet KUZULUGİL'in davalı şirkete ait internet sitesinde yayınlanan 'Zorunlu Zorbalık' başlıklı yazısında '....Fethullahçılara şimdi cehennem zebanisi muamelesi yapan onursuz adam bir bilgiyi görünce aklıma geldi, .... 000 özel harekatçı alınacak 000 müracaat oluyor şeklinde cümlesi doğru ise bu [G.] gibilerin twitter kampanyalarına meze yapılmak için can atan gençlerin... Ama şu açıktır ki asıl emekçiler bu kahrolası düzene daha beteri olmasın diye yapışmaya çalışıyor ise genç işsizliğin neredeyse yarıya vurmakta olduğu bir ülkede boşalan köylerin sağa sola dağılan genç nüfusuna da aç kalmamak için [G.nin] şirretliklerine meze olmak düşebilmektedir.' şeklindeki yazısında onursuz, gençleri kendi amaçlarında meze olarak kullanma ve zorunlu zorba şeklindeki tanımlamalarıyla davacının kişilik haklarına saldırıda bulunmuş olmakla haksız fiilin içeriği ve niteliği, tarafların ekonomik sosyal durumları, paranın alım gücü, fiilden dolayı davacı tarafın manevi kaybı, hükmedilecek tazminatın davacı taraf için zenginleşmesine sebep olmayacak, davalı tarafında fakirleşmesine yol açmayacak miktarda, fiilin haksızlığını belirleyecek şekilde olması gerektiği, buna göre takdiren 000 TL manevi tazminatın davalılardan alınarak davacı tarafa verilmesine..." Kararı istinaf eden başvurucular istinaf dilekçesinde; özel harekâtçı alımı ilanına başvuran kişi sayısının yüksek olmasının Türkiye'deki işsizliğe işaret ettiğini, köşe yazısının da bu durumu analiz eden politik bir eleştiri yazısı olduğunu, ekonominin her geçen gün daha kötüye gittiği, işsizliğin arttığı bir dönemde özel harekâtçı olmak için başvuru sayısının bu derece yüksek olmasının övünülecek bir şey olmadığının anlatılmak istendiğini belirtmiştir. Başvurucular, köşe yazısının tartışılmasında kamu yararı olan Türkiye'deki genç işsiz nüfusun fazlalığına dair eleştirilerden ibaret olduğunu ifade etmiş, köşe yazısında davacının değil sistemin hedef alındığını ileri sürmüştür. İstinaf başvurusunu inceleyen Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Daire) 10/10/2018 tarihli ilamla, kullanılan ifadelerin davacının doğrudan kişilik haklarını hedef aldığı sonucuna ulaşarak istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Dava konusu edilen köşe yazısının gündemdeki siyasi ve ekonomik konularla ilgili olduğu, davacının bir sosyal paylaşım sitesindeki paylaşımları ile birlikte söz konusu konuların ele alındığı, davalının, davacının yazdıklarını eleştirirken salt konu ile ilgili kendi görüş ve değerlendirmelerini aktarmakla kalmayarak davacının siyasi eylem ve söylemlerini aşar ve doğrudan kişilik haklarını hedef alır biçimde '...onursuz adam...' ifadesini kullandığı, 'onursuz' kelimesi Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre, 'şerefsiz, haysiyetsiz' anlamı taşıdığından davalının ağır eleştiri sınırlarını aşarak davacının onur, şeref ve saygınlığını rencide ettiği, böylelikle kişilik haklarına saldırıda bulunduğu kanaatine varılmıştır. Yazının devamında yer alan ve dava konusu edilen ifadeler sert eleştiri niteliğinde olsa da, öncesinde davacının kişilik haklarının hedef alınmasından dolayı bütünlük içinde değerlendirildiğinde, ilk derece mahkemesinin gerekçesinde bir isabetsizlik görülmemiştir..." Nihai karar başvuruculara 5/11/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 5/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk kurallarının yer aldığı kararlar için bkz. Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Ltd. Şti. (2) [GK], B. No: 2016/12313, 26/12/2019, §§ 18-28; Koray Çalışkan, B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17-23; Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 29-
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/36201
Başvuru, ulusal bir gazeteye ait haber sitesinde yayımlanan bir köşe yazısı nedeniyle başvurucular aleyhine manevi tazminata hükmedilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza infaz kurumunda avukat ile telefonla görüşmeye izin verilmemesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, iddia olunan müdahalenin gerçekleştiği tarih itibarıyla Bartın Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) kasten yaralama suçundan hükmen tutuklu olarak bulunmaktadır. Başvurucu, avukatının yetki belgesiyle yetkilendirdiği bir başka avukatla telefonla görüşme talebinde bulunmuştur. Başvurucu; dilekçesine, asıl avukatı adına düzenlenmiş vekâletname ile görüşmek istediği avukat adına tanzim edilmiş yetki belgesini ve bu avukatın kullandığı mobil telefon hattına ait faturayı eklemiştir. Başvurucunun talebi, ilgili mevzuat gereği telefonla görüşme yapılabilecek kişiler arasında tutuklu/hükümlülerin avukatlarının olmadığı gerekçesiyle Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının (İdare ve Gözlem Kurulu) 20/2/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucunun bu karara itirazı Bartın İnfaz Hâkimliği (İnfaz Hâkimliği) tarafından kabul edilmiş, İdare ve Gözlem Kurulu kararı iptal edilmiştir. İnfaz Hâkimliği kararında haberleşme hürriyeti kapsamında başvurucunun avukatıyla telefon görüşmesi yapma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Bartın Cumhuriyet Başsavcılığı, İnfaz Hâkimliği kararına itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Bartın Ağır Ceza Mahkemesi, dosyada başka bir avukat adına düzenlenmiş vekâletname olduğu ve başvurucunun görüşmek istediği avukat adına tanzim edilmiş bir vekâletname sunmadığı gerekçesiyle itirazın kabulüne karar vermiştir. Nihai karar 13/3/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılması gerektiğine karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/11652
Başvuru, ceza infaz kurumunda avukat ile telefonla görüşmeye izin verilmemesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; ceza soruşturması sırasında terör örgütlerinin finansmanında kullanıldığı şüphesiyle paraya el konması, bu paranın ipotek karşılığı iade edilmekle beraber aradan geçen süreye ve mali raporlardaki lehe olan bulgulara rağmen ipoteklerin kaldırılmaması ve yargılama neticesinde bu paranın müsaderesine karar verilmesi nedenleriyle mülkiyet hakkı ile çalışma ve sözleşme özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 27/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 26/12/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 9/1/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 20/1/2015 tarihinde sunmuştur. A. Olaylar Başvuru Tarihine Kadar Yaşanan Gelişmeler Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu özellikle taşınmaz mal alım, satım, kira ve inşası ile ilgili olmak üzere otuz yılı aşkın bir süredir ticari faaliyetlerde bulunmuş olup 1997 ile 2011 tarihleri arasında da Ankara Ticaret Odası başkanı olarak görev yapmıştır. Başvurucu hakkında kamuoyunda "Ergenekon Soruşturması" olarak da bilinen İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 15/4/2008 tarihli ve 2007/2023 Soruşturma sayılı dosyasında yapılan talep üzerine İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) 15/4/2008 tarihli ve 2008/601 Teknik Takip numaralı kararı ile terör örgütü üyesi olma suçundan iletişiminin tespitine, dinlenmesine, izlenmesine, kayda alınmasına ve sinyal bilgileri değerlendirilerek teknik cihazlar ile takibine karar verilmiştir. İletişimin dinlenmesi kararları İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (CMK madde ile görevli) 14/8/2008 tarihinde "terör örgütü üyesi olma şüphesi", 12/11/2008 tarihinde de "terör örgütü faaliyetlerinde bulunma, suç örgütü kurma ve buna bağlı olarak örgütün faaliyetlerinde bulunma" suçları gerekçe gösterilerek üçer aylık sürelerle uzatılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 29/6/2008 tarihli ve 2008/1005 teknik takip numaralı kararı ile "terör örgütü üyesi olma" suçuna ilişkin kuvvetli şüphenin bulunduğu gerekçesiyle başvurucunun evinde ve iş yerinde yetmiş iki saat süreyle geçerli olmak üzere gece veya gündüz arama yapılmasına, bulunacak suç eşyaları ile delillere el konmasına ve bu eşya ile deliller hakkında inceleme yapılmasına karar verilmiştir. Kolluk görevlilerince düzenlenen 1/7/2008 tarihli yakalama, arama ve el koyma tutanağında saat 20 itibarıyla başvurucunun evinde yakalandığı, evinde yapılan aramada çeşitli CD ve dokümanlar ile video kasedi ve cep telefonunun geçici olarak muhafaza altına alındığı, ayrıca başvurucunun evinde bulunan kasanın açıldığı, bu kasada mücevher, saat ve kalem ile 000 avro civarında başvurucunun kendisine ait olduğunu söylediği paranın tespit edilerek aramaya saat 00 itibarıyla son verildiği belirtilmiştir. Bu arama neticesinde söz konusu paraya el konmadığı anlaşılmaktadır. Bu arama işleminden sonra 3/7/2008 tarihli çeşitli ulusal gazetelerde başvurucunun evindeki kasada 000 avro para bulunduğu yönünde haberler yapılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) tarafından gönderilen 25/7/2008 tarihli yazıda, başvurucu ve yakınlarının Türk lirası ve döviz cinsinden banka hesaplarındaki mevduatla evinde tespit edilen paranın değeri karşılaştırıldığında, bankalarda işlem gören veya yatırım hesaplarında değerlendirilen unsurların bu değerin oldukça altında olduğu, bu meblağı bankacılık sisteminde veya diğer finansal yatırım araçlarında değerlendirmeyerek evindeki kasasında muhafaza etmesi durumunun, mükellefin mutad finansal davranışlarına, iktisadi teknik icaplara aykırılık teşkil ettiği ve bu şekilde muhafazasının "şüpheli" olduğu, buna bağlı olarak söz konusu meblağın "suç konusu gelir olma ihtimali veya benzeri şekilde kullanılma ihtimali" olduğu kanaatine varıldığı belirtilmiştir. Bu defa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 28/7/2008 tarihinde, başvurucu hakkında "silahlı terör örgütüne üye olma" suçundan başvurucunun evinde ve banka kasasında yeniden arama ve el koyma kararı verilmesi talebinde bulunulmuş, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin(CMK madde ile görevli) 28/7/2008 tarihli ve 2008/1026 teknik takip numaralı kararı ile "delillerin karartılma ihtimali" olduğu da belirtilerek gündüz vakti ve yirmi dört saat süreyle geçerli olmak üzere talebin kabulüne karar verilmiştir. Başvurucunun evinde 29/7/2008 tarihinde kolluk görevlileri tarafından arama yapılmış, tutanakta yapılan arama neticesinde herhangi bir suç unsuruna rastlanmadığı belirtilerek başvurucunun, arama ve el koyma kararında bahsi geçen 000 Avro tutarındaki paranın eşi tarafından Bank Şaşmaz Şubesine hatırlayamadığı bir tarihte yatırıldığını beyan ettiği yazılmıştır. Banka kayıtlarına göre başvurucunun eşi tarafından 10/7/2008 tarihinde Bank Şaşmaz Şubesinde açılan döviz tevdiat hesabına yine bu tarihte 000 avro tutarında para yatırılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 30/7/2008 tarihli ve 2008/1071 teknik takip numaralı kararı ile "silahlı terör örgütüne üye olma" suçuna ilişkin olarak "yatırılan paranın terör örgütlerinin finansmanında kullanılma şüphesi bulunduğu" gerekçesiyle başvurucu ve eşinin Bank Şaşmaz Şubesindeki bütün banka hesaplarına el konmasına karar verilmiştir. Başvurucu adına müdafii 24/9/2008 tarihinde, başvurucunun el konulan parasının taşınmaz rehni veya banka teminatı karşılığında iadesine karar verilmesini talep etmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 7/10/2008 tarihli ve 2008/876 Değişik İş sayılı kararı ile yürütülen ceza soruşturması sırasında el konulan başvurucuya ait 000 avro tutarındaki paranın bu değerde gösterilecek taşınmaz rehni karşılığında başvurucuya iade edilmesine karar verilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Ankara Defterdarlığınca 3/11/2008 tarihinde başvurucunun taşınmazlarına ipotek konulması için tapu müdürlüklerine yazılar yazılmıştır. Başvurucunun Ankara ili Çankaya ilçesi Çayyolu Mahallesi'nde bulunan 13071 ada 1 parsel sayılı dubleks betonarme niteliğindeki taşınmazı üzerine 280 TL bedelle; Ankara ili Altındağ ilçesi İnkılap Mahallesi'nde bulunan mağaza niteliğindeki 6101 ada 5 parsel zemin kat 4 numaralı bağımsız bölüm üzerine 000 TL bedelle ve Ankara ili Etimesgut ilçesi Erler Mahallesi 44050 ada 1 parsel sayılı arsa niteliğindeki taşınmazın 3439/28758 payı üzerine 220 TL bedelle, dereceden ve fekki bildirilinceye kadar olmak üzere Maliye Hazinesi lehine 5/11/2008 tarihinde ipotekler tesis edilmiş ve bu ipotekler aynı tarihte anılan taşınmazların tapu kayıtlarına tescil edilmiştir. Valilik, talep edilen ipoteklerin tesis edilerek tapu kayıtlarına tescil edildiğini 6/11/2008 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına bildirmiş; başvuru formu ve eklerinden anlaşılamayan bir tarihte el konan 000 avro tutarındaki para başvurucuya iade edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının kamuoyunda "İkinci Ergenekon İddianamesi" olarak bilinen 8/3/2009 tarihli ve 2009/188 sayılı iddianamesi ile başvurucunun iddia olunan Ergenekon silahlı terör örgütü içinde üst düzey görevlerde faaliyet gösteren örgüt üyesi olduğu, yürütme organını devirmeye teşebbüs eylemlerine iştirak ettiği, halkı Hükûmete karşı isyana tahrik ettiği, terör suçlarının işlenmesinde kullanılmak üzere 000 avro fon sağladığı ve evinde bu amaçla sakladığı, fon kullanılmamış olsa bile cezalandırılması ve müsaderesinin (zor alım) gerektiği ileri sürülerek başvurucunun "cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs" etme suçundan 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası, "cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme" suçundan maddesinin (1) numaralı fıkrası, "halkı Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetine karşı silahlı bir isyana tahrik etme suçundan" maddesinin (1) numaralı fıkrası, bu amaçlarla "silahlı örgüt kurma ve yönetme" suçundan maddesinin (2) numaralı fıkrası ve "terör suçlarının işlenmesinde kullanılacağını bilerek ve isteyerek fon sağlama" suçundan 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi uyarınca ayrı ayrı cezalandırılmasına ve el konulan paranın ise müsaderesine karar verilmesi talep olunmuştur. Öte yandan Cumhuriyet Başsavcılığının Maliye Bakanlığı Gelirler Kontrolörleri Dairesine yazdığı 9/10/2009 tarihli yazı üzerine gelirler kontrolörleri tarafından düzenlenen 10/12/2010 tarihli raporda;i. Başvurucunun otuz yılı aşkın bir süredir ticari faaliyetlerle meşgul olduğu ve sivil toplum kuruluşlarında önemli görevler üstlendiği, servet unsurları ve inceleme dönemi itibarıyla önemli miktarlarda gelir getirici işlemler gerçekleştirdiği ifade edilerek başvurucunun000 avro ve üzerinde bir servete sahip olmasının mümkün olduğu,ii. Belirtilen nakit dövizin hangi işlemler sonucunda elde edildiğinin ortaya konamadığı dolayısıyla söz konusu paranın nakit akışı yönünden takibinin yapılamadığı,iii. Bu miktardaki nakit paranın kasada muhafaza edilmesinin ticari teamüller karşısında "mutad bir işlem olmadığı" ve "gayrimeşru bir işlemin varlığı" konusunda kuvvetli bir şüphe oluşturduğu,iv. Başvurucuya ait gelir ve servet unsurları ile öncül suçun (suçtan elde edilen mal varlığı değerlerini aklama suçunun) illiyet bağının kurulamadığı, diğer bir deyişle başvurucuya ait varlıkların öncül suç sayesinde elde edildiğine yönelik emarelerin tespit edilemediği ve dolayısıyla başvurucu tarafından suç gelirlerinin aklanması suçunun işlendiği veya işlenmediği yönünde kesin bir yargıya varılmadığı,v. Başvurucuya ait banka hesaplarında yapılan inceleme ve araştırma sonuçlarına göre iddianamede başvurucu ile aynı terör örgütüne üye olmakla suçlanan kişilerle başvurucu arasında yapılmış herhangi bir para alışverişine rastlanmadığı belirtilmiştir. Yapılan yargılama neticesinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (TMK madde ile görevli) 5/8/2013 tarihli ve E.2009/191, K.2013/95 sayılı kararı ile başvurucu hakkında 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (1) numaralı fıkrası, maddesinin (1) numaralı fıkrası ve maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca ayrı ayrı cezalandırılması için kamu davası açılmış ise de eylemlerin bir bütün hâlinde 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası ve 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddelerindeki suçu oluşturduğu, suç için elverişli eylemlerin gerçekleştirildiği tarihin 1/6/2005'den önce olduğu ve başvurucunun suç tarihinde yürürlükte olup lehine olduğu belirtilen 765 sayılı mülga Kanun'un maddesinde düzenlenen "Türkiye Cumhuriyeti icra vekilleri heyetini cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmek" suçunu işlediğinin sabit olduğu gerekçesiyle anılan madde uyarınca başvurucunun ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına; ancak, eylemin eksik teşebbüs aşamasında kaldığı belirtilerek suçun işleniş biçimi, suçun konusunun önem ve değeri, meydana gelecek zarar veya tehlikenin ağırlığı, sanığın kastının yoğunluğu, güttüğü amaç ve saikine göre 765 sayılı mülga Kanun'un maddesinin birinci fıkrası ile başvurucunun yargılama sürecindeki tutum ve davranışlarına göre 765 sayılı mülgaKanun'un maddesinin ikinci fıkrası hükümlerine göre cezada indirim yapılarak başvurucunun neticeten 12 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar ile ayrıca başvurucudan el konulan 000 avro tutarındaki paranın Ergenekon silahlı terör örgütünün bir kısım eylem ve faaliyetinin finansmanı için bulundurulduğu belirtilerek 765 sayılı mülga Kanun'un maddesinin birinci fıkrası uyarınca müsaderesine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"Sanık Sinan Aydın Aygün, 2002 yılında merhum Başbakan Bülent Ecevit’in işgöremez ve görevinin gereğini yerine getiremez durumda olduğunu ileri sürerek vesayet altına alınmasını istediği, Ankara Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2002/1022 Esas ve 2002/848 sayılı kararı ile bu girişiminin hakkın köteye kullanılması olduğunun tespit edildiği, bu gişiminin bir yasal hakkın kullanımı olmayıp bir başka Ergenekon Terör örgütü üyesi Mahir Akkar’ın da aynı şekilde girişimde bulunduğu ve örgütün Ecevit Hükümetine yaptığı eylemlerin anlatıldığı bölümde ayrıntılı olarak açıklandığı üzere örgütsel bir eylem olduğu, dolayısıyla başbakan Bülent Ecevit hakkında yargı kararı çıkartarak ülkeyi yönetemeyecek halde olduğu vesayet altına alınması çalışmalarına katıldığı, Ak Parti hükümetinin kurulmasına müteakip sık sık komutanlarla görüşmeler yaparak mevcut hükümete yönelik biran önce harekete geçilmesi için onların kararlarını güçlendirdiği, Cumhuriyet Çalışma Gurubunun darbe çalışması kapsamında ATO tesislerinde yapılan ve örgüt için milat addedilecek toplantıya ev sahipliği yaptığı ve CÇG üyeleri ile birlikte organizesinde yer aldığı, bu toplantıya tesadüfen geçerken uğradığı şeklindeki savunmasının doğru olmadığı, 9 Eylül üniversitesi rektörünün beyanına göre o toplantıya kendisini ATO’nun davet ettiği, örgütün sivil toplum örgütlerine yönelik başlattığı 2001 yılında Ulusal Güç birliği yeniden Kuvayı Milliye örgütlenmelerinde görev aldığı, örgüt faaliyetlerini gerçekleştirmek için kurulan merkezi Ankara’da bulunan Kuvvai Milliye Derneği kuruluşuna ve genel başkanı Bekir Öztürk’e destek olduğu ve örgütün tertip ettiği etkinliklere malzeme tedarik ettiği ve finansman sağladığı sabit görülmüştür.Yukarıda ve CÇG’in anlatıldığı bölümde ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, CÇG kapsamında planlanan darbe çalışmaları kapsamındaki Sanığın elverişli eylemin yapıldığı tarih 1 Haziran 2005 tarihinden önce olduğundan suç tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı Kanun ile sonradan yürürlüğe giren 5237 sayılı Kanun maddelerinin bir bütün olarak karşılaştırılması sonucu, eylemin eksik teşebbüs aşamasında kaldığı da gözetilerek, Yargıtay içtihadında belirtildiği üzere, 765 sayılı TCK maddesinin sanığın lehine olduğu anlaşılmıştır. Zira 765 sayılı TCK 147‘de eksik teşebbüs halinde cezanın indirilmesi söz konusu iken, 5237 sayılı TCK 312’de ise eylem eksik teşebbüs halinde kalsa bile tamamlanmış suç gibi cezalandırılmaktadır. Bu nedenle sanığın lehine olan 765 sayılı TCK maddesi uygulanmıştır. Her ne kadar sanık hakkında yasama organına karşı suç nedeniyle TCK’nın 311/ maddesi gereğince ayrıca cezalandırılması istenmiş ise de; Ergenekon Terör Örgütü’nün amaç ve stratejileri dikkate alındığında, hedefinin TBMM’yi ortadan kaldırmaktan ziyade etkisi altına alamadıkları hükümetler olduğu, bu nedenle kastının hükümeti devirmek veya görevlerini yapmasına engel olmak şeklinde ortaya çıktığı anlaşıldığından TCK 311/ maddesinde yazılı olan suçtan ayrıca ceza verilmemiştir.Keza sanığın TCK 313/ ve TCK 314/ maddesinde yazılı olan suçlardan da ayrıca cezalandırılması talep edilmiş ise de; TCK 313/ ve TCK 314/ maddesinde yazılı olan suçlar TCK 312/ maddede yazılı olan suç için geçitli suç niteliğinde olduğundan sadece hedef suç olan TCK 312/ maddesi gereğince cezalandırılmıştır. Ancak, suç tarihi (elverişli eylemin yapıldığı tarih) 1 Haziran 2005 tarihinden önce olduğundan lehine olan 765 sayılı TCK maddesi uygulanmıştır.Bir başka anlatımla, sanığın eylemleri bir bütün halinde 765 sayılı TCK maddesinde yazılı suçu oluşturduğundan, bu madde gereğince ceza verilmiş; TCK 311/, 313/ ve TCK 314/ maddesinde yazılı olan suçlardan ayrıca ceza verilmemiştir.765 sayılı TCK maddesi gereğince temel ceza ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası olarak belirlenmiş; sanığın eylemi eksik teşebbüs aşamasında kaldığından, sanığın darbe ekibi (Cumhuriyet Çalışma Gurubu) içerisindeki etkinliği, oluşturduğu tehlikenin ağırlığı ve kastının yoğunluğu dikkate alınarak, 765 sayılı TCK 61/ maddesi gereğince cezası takdiren alt sınırdan verilmiş ve yargılama sürecindeki olumlu tutum ve davranışları nedeni ile hakkında takdiri indirim uygulanmıştır.Sanığın, Ergenekon Terör örgütünün/örgütle iltisaklı kuruluşların tertip ettiği etkinliklere malzeme tedarik ettiği ve finansman sağladığı Mahkememizce sabit kabul edildiğinden, sanıktan ele geçirilen ve Ergenekon Silahlı Terör Örgütünün bir kısım eylem ve faaliyetlerinin finansmanı için bulundurduğu anlaşılan 000 Euro paranın da TCK 55/ maddesi gereğince müsaderesine karar vermek gerekmiştir." Mahkeme, anılan karar ile ayrıca başvurucunun zincirleme biçimde kişisel verileri hukuka aykırı olarak ele geçirme suçundan 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası, maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ve maddesi uyarınca 1 yıl 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu 22/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler Başvurucu kararı temyiz etmiş; Yargıtay Ceza Dairesinin 21/4/2016 tarihli ve E.2015/4072, K.2016/2330 sayılı ilamıyla başvurucu hakkında verilen mahkumiyet hükümlerinin ve müsadere kararının bozulmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"...VI- SORUŞTURMA İŞLEMLERİ...B-ARAMA/EL KOYMA/DOKÜMANLARIN İNCELENMESİ...3- ARAMANIN HUKUKA AYKIRILIĞI VE BU AYKIRILIĞIN SONUÇLARI:...c- CMK’nın maddesi uyarınca belirlenen yargı çevresi dışındaki bir mahal için, haklı gerekçeleri (gecikmesinde sakınca bulunan ve zorunluluk gerektiren durum) ve dayanakları gösterilmeden verilen hakim kararına istinaden sanıklar ... Sinan Aydın Aygün, ... ve bir kısım sanıklarda olduğu gibi ev veya iş yerlerinde arama yapılması suretiyle CMK’nın 161 ve 162 maddelerine muhalefet edilmesi;e- Sanıkların ev veya iş yerlerinde ve dernek gibi tüzel kişilerin hizmet binalarında yapılan aramalarda elde edilen dijital medyalara, arama mahallinde imaj alınmadan, sanığa veya müdafiine bir kopyası verilmeden ve yasaya uygun gerekçesi de tutanağa yazılmadan el konulması ve bu şekilde elde edilen delillerin sanıklar ... Sinan Aydın Aygün, ... gibi sanıklar bakımından hükme esas alınması suretiyle CMK’nın 134 ve maddelerine muhalefet edilmesi;h- Arama sırasında elde edilen belgelerin ve kağıtların incelenmesiyle ilgili uygulamaların değerlendirilmesinde, sanıklar ... Sinan Aydın Aygün, ...’da olduğu gibi aramalarda ele geçen evrak ve kağıtları inceleme yetkisinin CMK’nın 122/1 maddesi uyarınca Cumhuriyet savcısı ve hakime ait olduğu nazara alınmadan, doğrudan kolluk personelince incelenmesi suretiyle oluşturulan doküman inceleme tutanaklarının bu haliyle hükme esas alınması suretiyle CMK’nın 122 ve maddelerine muhalefet edilmesi;...E-DAVA AÇILMAYAN SUÇLARDAN
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/922
Başvuru, ceza soruşturması sırasında terör örgütlerinin finansmanında kullanıldığı şüphesiyle paraya el konması, bu paranın ipotek karşılığı iade edilmekle beraber aradan geçen süreye ve mali raporlardaki lehe olan bulgulara rağmen ipoteklerin kaldırılmaması ve yargılama neticesinde bu paranın müsaderesine karar verilmesi nedenleriyle mülkiyet hakkı ile çalışma ve sözleşme özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluk hâlinin makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinde alınan Savcılık görüşünün bildirilmemesi, tutukluluk incelemelerinin süresinde yapılmaması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu, en son İstanbul Vergi Mahkemesi hâkimi olarak görev yapmıştır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) 16/7/2016 tarihli kararı ile başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına karar verilmiş, 24/8/2016 tarihinde başvurucu meslekten çıkarılmıştır. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla görevden uzaklaştırılanlar hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 17/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 18/7/2016 tarihinde Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığında müdafii huzurunda ifade vermiştir. Başvurucu ifadesinde özetle 2003 yılında Atatürk Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olduğunu, öğrencilik yıllarında önce devlet yurdunda, sonrasında ise hâlen müdafii olan kişiyle aynı evde kaldığını, 2013 yılına kadar avukatlık yaptıktan sonra hâkimlik sınavına girdiğini ve 2013 yılında ilk görev yeri olan İstanbul'a atandığını, yurt dışına çıkmadığını ve isnat edilen suçu kabul etmediğini beyan etmiştir. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı 20/7/2016 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarından tutuklanması istemiyle başvurucuyu -başka şüphelilerle birlikte- sulh ceza hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 21/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Sorgu tutanağına göre başvurucuya yüklenen suç anlatılmış, başvurucunun müdafii de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle silahlı terör örgütüne üyelik suçlamasını kabul etmediğini beyan etmiştir. Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliği başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...üzerine atılı ... suçlarının niteliği, suçlarla ilgili kuvvetli suç şüphesini gösteren; HSYK Dairesinin 16/7/2016 tarih ve 2016/345 sayılı 3 ay süre ile geçici olarak görevden uzaklaştırma kararı, tanık anlatımları, soruşturma kapsamında el konulan bilişim araçlarında henüz inceleme yapılmamış olması şeklindeki somut delillerin varlığı, mevcut delil durumu, atılı suçların CMK 100/3 maddesinde düzenlenen katalog suçlardan olması, atılı suçların yasada öngörülen cezasının alt ve üst sınırları, silahlı terör örgütü üyeliği suçunun mütemadi suç olması nedeniyle 15/7/2016 tarihinde başlayan çok sayıda kişinin ölümü ve yaralanması ile sonuçlanan yer yer askeri ve polis unsurların da katıldığı silahlı kalkışmanın temadi eden silahlı terör örgütü üyeliği suçu ile birlikte değerlendirildiğinde 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun maddesinde belirtilen tanıma uygun şekilde ağır cezalık suç üstü halinin oluştuğu yönünde hakimliğimizde kanaat oluşması, silahlı kalkışma sırasında vahim nitelikli askeri silah ve mühimmatın kullanılmış olması, daha önceden FETÖ/PDY silahlı terör örgütü kapsamında haklarında soruşturma yürütülen bir kısım Hakim ve Savcılarının yurt dışına kaçtıkları hususu da dikkate alındığında tutuklama tedbirinin şüphelilerin üzerine atılı suçlara göre orantılı oluşu ve adli kontrol tedbirinin yetersiz kalacağı anlaşılmakla CMK 100 ve müteakip maddeleri uyarınca tutuklanmalarına... [karar verildi.] " Başvurucu 27/7/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliğince 28/7/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı 31/8/2016 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 6/1/2017 tarihli ve 29940 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 680 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesi ile 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nun 93/ maddesinde, hâkim ve savcıların kişisel suçları hakkında soruşturma yapma yetkisinin ilgilinin görev yaptığı yerin bağlı olduğu bölge adliye mahkemesinin bulunduğu yerdeki il Cumhuriyet başsavcılığına ait olduğu şeklinde değişiklik yapılmış olması gerekçesiyle 12/1/2017 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) göndermiştir. Başsavcılık 21/6/2017 tarihinde başvurucu hakkında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Başsavcılık 21/6/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açmıştır. FETÖ/PDY'ye ve ByLock programına ilişkin genel açıklamaların yer aldığı iddianamede ilk olarak FETÖ/PDY'nin hangi amaç ve saikle kurulduğuna, hangi alanlarda faaliyet gösterdiğine, hiyerarşik yapısına ve hukuka aykırı hangi tür eylemlerde bulunduğuna değinilmiştir. İddianamede, başvurucunun gerek organik olarak gerekse örgütsel nitelikli eylemleri bakımından FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. Suçlamaya esas alınan olgular özetle şöyledir:i. FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle HSYK'nın 24/8/2016 tarihli ve 426 sayılı kararı ile başvurucunun meslekten çıkarılmasına karar verildiği ve bu kararın 29/11/2016 tarihinde kesinleştiği belirtilmiştir.ii. Başvurucunun FETÖ/PDY'nin kendi üyeleri arasında iletişim amaçlı kullandığı ByLock isimli şifreli haberleşme programını adına kayıtlı olan ve kendisi tarafından kullanılan hat ve 35316605059644 IMEI numaralı cihaz ile 3/9/2014 tarihinden itibaren, farklı hat ve 35316605059644-35332805327999 IMEI numaralı cihazlar ile de 29/8/2014 tarihinden itibaren kullandığı ileri sürülmüştür.iii. Başvurucunun Türkiye Adalet Akademisinde (Akademi) Dönem İdari Yargı Yıllık Kurulu üyesi olduğu belirtilmiştir. iv. Başvurucunun örgüt üyesi olduğuna yönelik olarak 18/7/2016 tarihli tanık beyanlarının bulunduğu belirtilmiştir. İddianamede başvurucu hakkında beyanda bulunan bazı kişilerin anlatımlarına yer verilmiştir. Bu beyanların ilgili kısmı şöyledir: - N.K. "Serkan Durmuşoğlu cemaati destekleyen kişilerdendir." şeklinde beyanda bulunmuştur.- Z.A. "Serkan Durmuşoğlu cemaatçidir." şeklinde beyanda bulunmuştur.- B. "Serkan Durmuşoğlu cemaate yakınlıklıklarıyla bilinir." şeklinde beyanda bulunmuştur. - H.O. "Serkan Durmuşoğlu'nun cemaate yakın olduğu adliyede söylenir." şeklinde beyanda bulunmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 28/6/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/141 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. İddianamede ifadelerine yer verilen tanıkların bir kısmının kovuşturma aşamasında da beyanları alınmıştır. Tanıkların 25/1/2018 tarihinde alınan beyanlarının ilgili kısmı şöyledir: - N.K. "Yaklaşık 2 hafta birlikte çalıştık. Stajdan sonra ilk görev yeri atama HSYK atama yetki kararnamesi çıkıncaya kadar 2 hafta birlikte çalıştık. Ondan sonra İstanbul Vergi Mahkemesi'nde ben başkanım oda üye olarak 2 hafta benimle birlikte çalıştı. Daha sonra bu bir yakınlık doğdu. Başka bir mahkemeye gitti. Ara ara bana sürekli ziyarete geliyordu. Yani görüşmelerimiz devam ediyordu. O aralarda sürekli kendisinin cemaatten olmadığını, cemaatin okullarında okumadığını yurtlarında kalmadığını söylüyordu. Çünkü dışarda hani HSYK seçimleri sırasında özellikle onun cemaat üyesi olduğu yönünde ben duyumlar alıyordum. Duymuştum yani heryerde duyuluyordu yani. Hani kendisine sorduğumda böyle bir duyum olduğunu işte kendisinin cemaat üyesi olmadığını, okullarında okumadığını, yurtlarında kalmadığını bir kaç kez bana söylemişti. Ama işte dışarda onun cemaat üyesi olduğu yönünde söylentiler vardı. Başkada bildiğim birşey yok. Seçimlerde benden oy istemedi. Ama yani onun seçimlerde cemaat üyelerini desteklediği yönünde duyumlarım oldu. Benden istemedi. Evet."- Z.A. "Aynı savcılık ifadesini tekrar ediyorum. Yani özel olarak ailecek görüşmüşlüğüm filan yok. Özel durumlarını da bilmem. Ama adliyede seçim döneminde sonrasında öncesinde onlara yakın olduğunu düşündüğüm bir arkadaştı. Birlikte zaten Fetö grubuyla hareket ediliyordu adliyede genel olarak, yani özel olarak somut olarak rastladığım bişey var diyemem. Genel olarak gözlemim öyleydi."- H.O. "Biz aynı dönemiz. Avukatlıktan geçme birinci dönem idari yargı 2013 yılında akademideydik. Serkan benim hemşerim olur aynı zamanda Orduludur. Dolayısıyla biz Ordu'da tanıştık. Daha öncesini tanımıyorum. Yalnız ilerleyen zamanlarda ben bunun o dönemin tabiriyle cemaatçi olduğunu öğrendim. Nerden. Bunu Ordu'daki mesela bir tanıdık avukat arkadaşta bana söyledi. Daha sonra aynı adliyeye atandık, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi'ne. Yani Serkan o yapıya mensup kişilerle birlikteydi yani bütün şeyleri faaliyetleri ağırlıklı olarak onlarla birlikteydi ve öyle biliniyordu zaten. Yani bunun dışında fazlada bişey söyleyemeyeceğim yani." Yapılan yargılama sonunda Mahkemenin 12/6/2018 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 10 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına ilişkin karara itiraz etmesi üzerine İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 3/7/2018 tarihinde "sanığın üzerine atılı suçu işlediği sabit kabul edilerek verilen ceza miktarı dikkate alındığında: cezanın infazının sağlanabilmesi ve sanığın infazdan kaçma riskinin bertaraf edilmesi amacı ile suçun ve cezanın vasfı, mahiyeti ve önemi dikkate alınarak, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 12/6/2018 tarihli hükmen tutukluluğun devamı kararının usul ve yasaya uygun olduğu" gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Anılan karar, başvurucuya 5/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun istinaf talebi İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 6/2/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu anılan karara karşı temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Yargıtay Ceza Dairesi 4/7/2019 tarihinde "ilgili birimlerden ayrıntılı'ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanaklarının' getirtilerek CMK’nın maddesi uyarınca duruşmada sanıklar ve müdafiilerine okunarak diyecekleri sorulduktan sonra yargılamaya devamla hüküm kurulması gerekirken eksik araştırma ve yetersiz belge ile yazılı şekilde karar verilmesi" nedeniyle mahkûmiyet kararının bozulmasına ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Bozma ilamı sonrasında Mahkemenin E.2019/338 sayılı dosyası üzerinden kovuşturmaya devam edilmiştir. Mahkemece 8/11/2019 tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Salih Sönmez, B. No: 2016/25431, 28/11/2018, §§ 33-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/25852
Başvuru, yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluk hâlinin makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinde alınan Savcılık görüşünün bildirilmemesi, tutukluluk incelemelerinin süresinde yapılmaması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ölüm olayının failleri ile birlikte hareket ettikleri iddia edilen kişiler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar (kovuşturmasızlık kararı) verilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuşlardır. Başvurucular Mehmet Aslan, Songül Aslan ve Beste Güler Aslan 11/2/2015 tarihinde vefat eden Ö.A.nın sırasıyla babası, annesi ve kardeşidir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Mehmet Aslan 12/2/2015 günü saat 00 sıralarında, Mersin'in Tarsus ilçesinde bulunan bir üniversitede öğrenim gören kızı Ö.A.dan haber alamadıklarını Mersin'de bulunan bir polis merkezine bildirerek kayıp başvurusunda bulunmuştur.Başvurucu, kızının bir arkadaşıyla yaptıkları telefon görüşmesinden söz ederek Ö.A.nın Mersin'e gitmek için saat 00 sıralarında Tarsus'taki bir alışveriş merkezi önünde arkadaşının yanından ayrıldığını beyan etmiştir. Bu olaydan yalnızca otuz beş dakika önce Tarsus Jandarma Komutanlığı (Komutanlık) görevlileri, Sağlık Mahallesi mevkiinde yaptıkları trafik kontrolü esnasında yolda yan yana duran biri minibüs diğeri otomobil olmak üzere iki araç görmüş ve araç sürücülerine durma sebeplerini sormuşlardır. Minibüs Şoförü A.S.A. otoyola hangi yoldan gidileceğine ilişkin yol tarifi aldığını söyleyince görevliler yol tarif etmişlerdir. Otoyola girmeyen minibüsün aşırı süratle Tarsus istikametine gitmesi üzerine durumdan şüphelenerek minibüsü durduran Komutanlık görevlileri, minibüsteki paspas ve siyah renkli bir bere üzerinde kan lekeleri görmüşlerdir. A.S.A. söz konusu kan lekelerinin minibüste taşıdığı tavuklara ait olduğunu söylemiştir. Ellerinde ve yüzünde kan lekeleri bulunan A.S.A.nın yüzünde de çizikler bulunduğunun fark edilmesi üzerine A.S.A., Mersin'den aldığı biri erkek, diğeri kadın iki yolcuyla kavga ettiğini beyan etmiştir. Durumdan haberdar edilen Tarsus Cumhuriyet Başsavcılığınca (Cumhuriyet Başsavcılığı) verilen arama ve elkoyma kararına istinaden minibüste arama yapılmış ve bu aramada bulunan siyah renkli tüylü bir bere, içinde yanıcı madde bulunan bir bidon, kırmızı renkli bir gözlük çerçevesi parçası ve iki adet çuval ile üzerinde şüpheli leke bulunan A.S.A.ya ait mont Komutanlık görevlilerince zapt edilmiştir. Ayrıca minibüste parmak izi incelemesi yapılmış, ateşli silah giriş ve çıkış izi olmadığı tespit edilmiş, bir yandan minibüsün içinden ve A.S.A.nın elinden biyolojik örnek toplanırken diğer yandan A.S.A.nın ve A.S.A. ile birlikte minibüste bulunan babası N.A.nın el ve yüz svapları alınmıştır. Komutanlık görevlilerince A.S.A. ve N.A.nın ifadeleri alınmıştır. Minibüsün içinde Mersin'den aldığı iki yolcuyla kavga ettiğini beyan edip minibüsteki kan lekelerini kavgaya bağlayan A.S.A., babası N.A. ile birlikte arkadaşı F.G.nin evine yemeğe gittiklerini ve F.G.den bir bidon benzin aldığını söyleyerek minibüste bidon bulunma nedenini de bu şekilde açıklamıştır. N.A. ise oğlu ile birlikte F.G.nin evine gittiklerini beyan etmiştir. Komutanlık görevlileri il merkezindeki kolluk birimleri ve çevredeki hastanelerle irtibata geçip kayıp başvurusu olup olmadığını, kavga olayı nedeniyle tedavi görmekte olan herhangi bir kimse bulunup bulunmadığını araştırmış olsalar da bir netice elde edememişlerdir. A.S.A.nınkavganın meydana geldiğini iddia ettiği yerde de olaya dair herhangi bir ize rastlanmamıştır. Bu nedenle A.S.A. ve N.A. 12/2/2015 günü saat 00-00 sıralarında serbest bırakılmıştır. Aynı gün saat 00 sıralarında Komutanlığa gelen Mersin Emniyet Müdürlüğünde görevli polisler Ö.A.nın kaybolduğu bilgisini vermiştir. Başvurucu Songül Aslan, minibüste bulunan berenin kızı Ö.A.ya ait olduğunu teşhis etmiştir. Saat 00 sıralarında Komutanlıkça ifadesine başvurulan F.G. 11/2/2015 günü saat 30-00 sıralarında evine gelen A.S.A. ve N.A. ile birlikte yemek yediklerini, saat 30 sıralarında bir bidon içindeki dört litre mazotu A.S.A.ya verdiğini, ayrı araçlarla Tarsus'a giderlerken A.S.A.nın kendisine selektör yapması üzerine emniyet şeridinde durduğunu, A.S.A.nın da kendisinin kullandığı aracın yanında minibüsü durdurduğunu ve yanlarına gelen jandarma görevlilerinin durma sebeplerini sorması üzerine Mersin'e nasıl gidileceğini sormak amacıyla yolda durduğunu beyan ettiğini söylemiştir. 00 sıralarında A.S.A.nın evinde yapılan aramada bulunan ve A.S.A.nın olay esnasında giydiği düşünülen pantolon, A.S.A.nın eşi Ne.A.nın rızasına istinaden Komutanlık görevlilerince muhafaza altına alınmıştır. Ne var ki Ne.A. pantolunu yıkadığını beyan etmiştir. N.A. ile F.G. aynı gün yakalanmışlardır. Ö.A.nın cesedi 13/2/2015 günü saat 24 sıralarında Çamalan Mahallesi Cin Deresi mevkiinde yanmış bir vaziyette bulunmuştur. Olay yeri, Olay Yeri İnceleme Timince (OYİT) incelenmiş olup ceset ile yol arasında bulunan bir adet çakmak ve krem renkli örme bir kazak ile cesedin bulunduğu bölgeyle sapak arasında kalan yolun kenarındaki bir meyve bıçağı muhafaza altına alınmıştır. Cumhuriyet Basşavcılığı, cesedin kemik dokusuna kadar yanık olması nedeniyle haricî ölü muayenesini yapamamıştır. Başvurucular Songül Aslan ve Beste Güler Aslan, minibüste bulunan berenin Ö.A.ya ait olduğunu beyan edip olayla ilgili şikâyetlerini dile getirmişlerdir. A.S.A.nın yakalanması amacıyla Tarsus Sulh Ceza Hâkimliğince (Hâkimlik) verilen arama kararına istinaden pek çok adreste arama yapılmış ancak A.S.A. bulunamamıştır. A.S.A. 13/2/2015 günü saat 49 sıralarında Tarsus ilçe merkezinde yakalanmıştır. Soruşturma kapsamında Komutanlık pek çok kişinin ifadesine başvurmuştur. A.S.A. şüpheli sıfatıyla alınan beyanında; şoförlüğünü yaptığı minibüsle 11/2/2015 tarihindeki son seferini 30-00 saatleri arasında Mersin'den Tarsus'a yaptığını, yolcuları son durakta indirdikten sonra O.S. isimli arkadaşını evine bıraktığını, Ö.A.yı saat 05 sıralarında bir alışveriş merkezi önünden nöbetçi minibüse teslim etmek için aldığını, Ö.A.nın şoför koltuğunun arkasındaki koltuğa oturduğunu, sonraki minibüsün 30'da hareket edecek olması ve vaktin ilerlemesi nedeniyle 100 TL karşılığında Mersin'e götürmek üzere Ö.A. ile anlaştığını, daha hızlı ulaşım için otoyoldan gitmek istediğini ancak Ö.A.nın farklı güzergâhtan gitme nedenini sorup eliyle kafasına vurduğunu, güzergâh değiştirse de Ö.A.nın kendisine bir kez daha vurduğunu, ayrıca boynunu tırmalayıp biber gazı sıktığını, eğilmesi nedeniyle biber gazının kendisine ulaşmadığını, minibüsü yolun kenarına çekip minibüsün arka tarafına geçtiğini, bu esnada Ö.A.nın yüzünü tırmaladığını, sinirlenip saçından tutup iteklediği Ö.A.ya birkaç kez tekme attığını ve bunun üzerine Ö.A.nın bayıldığını söylemiştir. A.S.A. bundan sonraki olaylar silsilesini ise şöyle anlatmıştır: i. Ö.A.nın bayılması üzerine A.S.A.nın telefonla aradığı F.G. 30 sıralarında bir başkasının aracıyla A.S.A.nın yanına gelmiştir. Araç sahibi, F.G.yi bırakıp gitmiştir. Olayları dinleyen F.G. kendisini A.S.A.nın yanına getiren araç sahibini tekrar arayıp 5 TL'lik benzin istemiştir. Minibüsün dışındayken benzini teslim alıp minibüsün ön tarafına koyan F.G. kendi aracını almak için benzin getiren araçla A.S.A.nın yanından ayrılmıştır.ii. A.S.A. evine giderken babası N.A.yı telefonla arayıp evlerinin bulunduğu köşeye çağırmıştır. Başından geçenleri N.A.ya anlatan A.S.A., babası minibüsün yanında beklerken evine gidip kıyafetlerini değiştirmiş ve elini yüzünü yıkamıştır. A.S.A. yüzüne ne olduğunu soran eşine kavga ettiğini söylemiştir.iii. N.A. Ö.A.yı hastaneye götürmeyi önermiştir. Ancak F.G. A.S.A.ya Ö.A.yı öldürmesini söylemiştir. Bu sebeple A.S.A. babası yanlarında yokken minibüse giripÖ.A.nın boğazına birkaç kez bıçak saplamıştır. F.G.nin delil bırakmamaya ilişkin yönlendirmesi üzerine A.S.A., Ö.A.nın ellerini bileklerinden kesmiştir. N.A.nın getirdiği poşete Ö.A.nın ellerini koyan A.S.A., poşeti N.A.nın evinin alt katındaki kullanılmayan tuvaletin klozetine saklamıştır. A.S.A.ya göre N.A. poşetin içinde ne olduğunu bilmemektedir.iv. A.S.A.dan aldığı 40 TL ile benzin almak için bulunduğu yerden ayrılan F.G., satın aldığı benzini beyaz bir bidon içinde eski Ankara yolu yakınlarında bir yerde A.S.A.ya vermiştir. A.S.A. babası N.A. ile birlikte F.G.nin gösterdiği yerden ormanlık bir alana girmiş ve sürüyerek minibüsten indirdiği cesedi uçurumun kenarına bırakmıştır. Daha sonra A.SA. N.A.nın verdiği benzini cesedin üzerine döküp tutuşturduğu kâğıt parçalarını da cesedin üzerine atmıştır. Bu esnada F.G. yolun kenarında beklemiştir.v. Tarsus istikametine giderlerken F.G. aracını yolun kenarında durdurmuş, bunu gören A.S.A. da minibüsü F.G.nın aracının yanına çekmiştir. Jandarma görevlileri neden durduklarını sorunca A.S.A. ve F.G., A.S.A.nın Mersin'e gitmek için otoyolu sorduğunu söylemişlerdir. Jandarma görevlileri, A.S.A.ya otoyolu tarif etmişlerdir. A.S.A.nın tarif edilen yoldan gitmediğini gören jandarma görevlileri A.S.A.nın kullandığı minibüsü durdurup minibüsteki kan lekelerini görmüşlerdir. A.S.A. ve N.A. karakolda ifade verip sabahleyin serbest bırakılmışlardır. vi. Serbest kalmasından sonra N.A., Ö.A.nın minibüsten aldığı kitaplarını kardeşinin evindeki sobada yakmıştır. vii. Minibüsü tamir eden Pompacı Ö.nün yanına giden A.S.A., olayda kullandığı bıçağı minibüsün içinden alıp bir kanala atmıştır. Olayı gören S.G.ye A.S.A. "Kavgada karışmıştır." demiştir. A.S.A., S.G.nin telefonundan ve R. isimli iki arkadaşı ile halasını aramıştır. A.S.A. telefon görüşmelerinin içeriğinden söz etmemiştir.viii. A.S.A. kavga ettiğinden ve bir kişinin kayıp olduğundan söz ederek telefon hattı ve telefon satışı ile uğraşan arkadaşı H.den yeni bir telefon hattı almıştır. Yeni telefon hattını eşinin telefonuna kaydettiren A.S.A., telefon hattının kullanımaaçılmaması üzerine eşinden yeni hattın numarasını telefonundan silmesini istemiştir.ix. H.ye anlattığı hususları arkadaşı B.B.ye de anlatan A.S.A., daha sonra B.B.nin evine gitmiş ve onun ev telefonundan isimli bir arkadaşını aramıştır. Bu telefon görüşmesinden sonra B.B.nin evinden ayrılırken A.S.A., B.B. ve patronu yi görmüş ve B.B.ye ev telefonlarını kullandığını söylemiştir. x. Dayısı Y.T.nin evinde kullandığı mobil telefonu -içinde SIM (abone kimlik modülü) kart ve batarya olmadan- annesi N.A.ya veren A.S.A., ile buluşmuştur. O esnada , çalıştığı minibüsün bağlı olduğu kooperatifin ikinci başkanı olan H.T. ile telefonda konuşmaktadır. Telefona A.S.A.yı isteyen H.T., alışveriş merkezinin önünden aldığı kızın gözlüklü olup olmadığını sormuş, A.S.A. ise dikkat etmediğini söylemiştir. N.A.nın evinin karşısındaki boş evde geceyi geçiren A.S.A. ertesi günyakalanmıştır. A.S.A., Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği ifadesinde kollukta alınan ifadesini tekrar etmiştir. A.S.A.nın kendisiyle ilgili ifadeleriyle kısmen uyumlu beyanda bulunan N.A., benzin bidonunu kendisinin A.S.A.ya verdiğine ilişkin iddiayı kabul etmemiş; Ö.A.ya ait bluz, fular ve çanta askısını bahçede yaktığını, daha sonra ablasının kendisini çay içmeye çağırdığını, Ö.A.ya ait kitapları ablasının evindeki sobada yaktığını söylemiştir. N.A. Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği ifadesinde kollukça alınan ifadesini yinelemiştir. F.G. ise 11/2/2015 günü saat 30 sıralarında kendisine telefon eden A.S.A.nın başının belada olduğunu söylediğini ancak ayrıntılı bilgi vermediğini, bir süre sonra kendisini telefonla tekrar arayan A.S.A.nın 5 TL'lik benzin istediğini, arkadaşı O.T.nin kendisini aracıyla A.S.A.nın bulunduğu yere bırakıp gittiğini, yüzüne ne olduğunu sorunca A.S.A.nın kendisini soymaya çalışan ve biber gazı sıkan bir kişiyi bıçakladığını ve bu kişinin minibüsün arkasında ölü vaziyete yattığını söylediğini, minibüste yoğun bir kan kokusu olduğunu, A.S.A.nın isteği üzerine telefonla aradığı O.T.nin 5 TL'lik benzin getirdiğini, benzini A.S.A.ya verip O.T.nin aracıyla evine gittiğini, 30 sıralarında N.A.nın telefonundan arayan A.S.A.nın kendisini evine çağırdığını, evine gelince dışarıya çıkan A.S.A. ve N.A.nın minibüsteki kıza ne yapacaklarını konuşmaya başladıklarını beyan etmiştir. Müdafiinin itirazı üzerine ifade tamamlanamamıştır. Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği ifadesinde A.S.A. ve N.A.nın kendisini suçlayıcı ifadelerini kabul etmeyen F.G., O.T.ye sadece A.S.A.nın başının belada olduğunu söylediğini, A.S.A.nın başının belada olma sebebini bilmediği için O.T.ye başka bir şey anlatmadığını, A.S.A.nın N.A.dan aldığı bıçakla minibüse girdiğini, minibüsten çıktığında A.S.A.nın ellerinde maktulün kesik ellerini gördüğünü, A.S.A.nın kendisine 40 TL verip benzin almasını istediğini, bir akaryakıt istasyonundan 20 TL'lik benzin aldığını, A.S.A. ve N.A.nın isteği üzerine Çamalan tarafına aracıyla gittiğini, cesedin yakılması konusunda A.S.A. ve N.A. ile görüşmediğini, yer göstermediğini savunmuştur. Ayrıca F.G. 12/2/2015 tarihinde ifadeye çağrılınca arkadaşı R.G. ile birlikte A.S.A.nın evine gittiklerini, R.G.nin olaydan haberinin olmadığını, nasıl ifade vereceğini kendisine A.S.A.nın anlattığını söylemiştir. Hâkimlik, Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine şüpheliler A.S.A., N.A. ve F.G.nin tutuklanmasına karar vermiştir. Ö.A.nın arkadaşı B.N.G. bilgi sahibi sıfatıyla verdiği ifadesinde; arkadaşı Ö.A. ile birlikte 00-00 saatleri arasında bir alışveriş merkezinde dolaştıklarını, saat 00 sıralarında alışveriş merkezinin önündeki duraktan otobüse bindiğini ve bu nedenle Ö.A.nın yanından ayrıldığını söylemiştir. H.İ.T. bilgi sahibi sıfatıyla verdiği ifadesinde; Mersin'den Tarsus'a gelmek maksadıyla 11/2/2015 günü saat 30'da A.S.A.nın şoförlüğünü yaptığı minibüse binip Tarsus'ta indiğini ve yolculuk esnasında herhangi bir tartışma yaşanmadığını beyan etmiştir. F.G.nin arkadaşı R.G. bilgi sahibi sıfatıyla verdiği ifadesinde; 11/2/2015 günü saat 00 sıralarında F.G. ile bir şeyler yediklerini, saat 15 sıralarında F.G.nin yanından ayrıldığını, ertesi gün saat 30 civarında F.G.nin evine gittiğini, F.G.nin babasının F.G.yi telefonla arayıp karakoldan ifadeye çağırdıklarını söylediğini, daha sonra A.S.A.nın evine gittiklerini, burada A.S.A., A.S.A.nın babası ve F.G.nin kendi aralarında bir şeyler konuştuklarını, F.G.nin ifade verme nedenini bilmediğini söylemiştir. Bilgi sahibi sıfatıyla verdiği ifadesinde O.T., arkadaşı F.G.yi 11/2/2015 günü saat 50 sıralarında aracıyla Şehitler Tepesi Mahallesi'nde minibüste beklemekte olan A.S.A.nın yanına götürdüğünü, daha sonra oradan ayrıldığını, F.G.nin yalnızca A.S.A.nın başına bir iş geldiğinden söz ettiğini ve başka bir şey söylemediğini, F.G.nin 00 sıralarında telefonla arayıp 5 TL'lik benzin istediğini, aldığı benzini şişe içinde F.G.nin tarif ettiği yere götürdüğünü, F.G.nin benzin şişesini minibüsün içinde bekleyen A.S.A.ya verdiğini ve akabinde F.G.yi aracıyla evine bıraktığını beyan etmiştir. N.A. bilgi sahibi sıfatıyla alınan beyanında; 11/2/2015 günü saat 00 sıralarında A.S.A.nın elleri ve yüzü kanlı vaziyette eve geldiğini, boynunda ve yüzünde çizikler bulunduğunu, sağ gözünün altında da morarma olduğunu, pantolununu değiştiren eşinin tedirgin gözüktüğünü, ne olduğunu sorunca kavga ettiğini söylediğini, 15 sıralarında arkadaşı F.G.nin yanına gitmek için evden ayrıldığını, geceleyin merak edip eşinin telefonunu aradığını, telefonu açan N.A.nın karakolda olduklarını söylediğini, 00-00 sıralarında eve gelen eşinin kavga olayının bir şahidini görmeye gideceğini söyleyipkendisinden telefonun mesaj ve arama kayıtlarını silmesini istediğini söylemiştir. A.A. bilgi sahibi sıfatıyla verdiği ifadesinde; A.S.A. ile birlikte aynı kooperatife bağlı olarak minibüs şoförlüğü yaptığını ancak onunla fazla samimiyeti olmadığını, A.S.A.nın 12/2/2015 günü saat 55 sıralarında kendisini telefonla arayıp nerede olduğunu sorduğunu, 15-20 dakika kadar sonra arkadaşlarının yanında bulunduğu esnada gelen A.S.A.nın yüzünde tırnak izleri bulunduğunu, ayrıca elinde kesici alet yarası gördüğünü, A.S.A.nın kavga ettiğini ve akşam saatlerinden itibaren karakolda olduğunu söyleyerek kendisinden 100 TL borç para istediğini ancak parası olmadığı için A.S.A.ya borç veremediğini beyan etmiştir. Şüpheli sıfatıyla ifadesi alınan B.B. A.S.A.nın arkadaşı olduğunu, 12/2/2015 günü saat 00-30 sıralarında yanına geldiğini, on dakika kadar sohbet ettiklerini, kendisi evde olmadığı hâlde akşam saatlerinde evlerine gelen A.S.A.nın bir görüşme yapmak için annesinden telefon istediğini, annesinin evdeki telsiz telefonu verdiğini, telefonla konuştuktan sonra A.S.A.nın evden ayrıldığını, A.S.A.nın telefon görüşmesinin içeriğini annesinin duymadığını, A.S.A.nın ailesine zarar verebileceğini düşünerek bu telefon görüşmesinden daha önce Komutanlık görevlilerine söz etmediğini, cinayet olayı hakkında bilgi sahibi olmadığını söylemiştir. A.S.A.nın şoförlüğünü yaptığı minibüsün sahibi S.G. şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde; 11/2/2015 tarihinde akşam saatlerinde telefonla aradığı A.S.A.ya sabahleyin çalışacaklarını söylediğini, ertesi sabah telefonla A.S.A.ya ulaşamadığını, 20 sıralarında A.S.A.yı jandarma görevlileriyle gördüğünü, ne olduğunu sorunca kavga ettiğini söylediğini,teslim aldığı minibüste bıçak görmediğini, minibüsü pompacılık yapan Ö.de tamir ettirdiğini beyan etmiştir. Şüpheli sıfatıyla ifadesi alınan A.S.A.nın halası F.K., cinayeti evine gelen kolluk görevlilerinden öğrendiğini, evi ile kardeşi N.A.nın evinin aynı avlu içinde olduğunu, evindeki sobada herhangi bir şey yakılmadığını söylemiştir. Bir akaryakıt istasyonunda pompacı olarak çalışan Ö.K. bilgi sahibi sıfatıyla alınan ifadesinde, F.G.nin 11/2/2015 günü saat 00 sıralarında 20 TL'lik benzin aldığını ve bu benzinin bir bidona doldurulduğunu söylemiştir. F.G.nin Ö.K.dan 1/2/2015 tarihinde bidonla benzin aldığına dair güvenlik kamerası görüntüleri elde edilmiştir. Cumhuriyet savcısınca verilen arama kararına istinaden N.A.nın evinde yapılan aramada, kullanılmayan tuvalet içinde bir kadına ait kesik iki el bulunmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığının talimatı uyarınca A.S.A. tarafından annesi N.T.ye verilen ve içinde SIM kart bulunmayan mobil telefon ile N.T ve F.G.nin üzerilerinden çıkan mobil telefonlar rızalarına istinaden Komutanlık görevlilerince muhafaza altına alınmıştır. Ö.A. ve arkadaşı B.N.G.nin alışveriş merkezi girişindeki görüntülerini içerir güvenlik kamerası kayıtları elde edilmiştir. Buna göre zamanı otuz iki dakika ileri olan kamera kayıtlarına göre Ö.A. 11/2/2015 günü saat 41'de tek başına dolmuş duraklarına doğru gitmektedir. F.G.nin olay tarihinden sonra değiştirmediğini iddia ettiği kıyafetleri rızasına binaen muhafaza altına alınmıştır. Kanala atıldığı söylenen bıçak aransa da bulunamamıştır. Al.A. isimli kişinin derede bulduğunu iddia edip olayda kullanılmış olabileceğini ileri sürdüğü, üzerinde kıllar bulunan bıçak Al.A.nın haber vermesi üzerine kolluk görevlilerince muhafaza altına alınmıştır. Cin Deresi mevkiine 200 metre mesafede bulunan bir akaryakıt istasyonunun güvenlik kameralarına ait görüntülerden 12/2/2015 günü saat 02 sıralarında F.G.ye ait aracın akaryakıt aldığı ve araçtan inen ancak yüzü seçilemeyen kişinin Ö. isimli pompacı ile bir süre konuştuğu tespit edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Hâkimlik tarafından verilen kararlar uyarınca A.S.A., N.A. ve F.G.nin 2/2/2015-13/2/2015 tarihleri arasında, mobil telefonlar yoluyla kurdukları iletişimler tespit edilmiş ve bu tespite dair raporlar Komutanlık görevlilerince analiz edilmiştir. Tarsus Emniyet Müdürlüğüne telefon eden ve soyadını vermek istemeyen Ş. isimli bir kişi eski emniyet mensubu olduğunu söyleyerek A.S.A. ve F.G.nin ortak arkadaşı olan B. isimli, soyadını bilmediği kişinin de olaya karışmış olabileceğini iddia etmiş ancak olaya nasıl karışmış olabileceğine dair bilgi vermemiştir. Komutanlık görevlileri, ihbarda ismi geçen kişinin soruşturma kapsamında şüpheli sıfatıyla ifadesi alınan B.B. olduğunu değerlendirmişlerdir. Komutanlık görevlileri, A.S.A.nın şoförlüğünü yaptığı minibüs ile F.G.ye ait aracın olay tarihinde MOBESE kayıtlarına yansıyan görüntülerini temin edip incelemişlerdir. Ö.A.nın mobil telefon yoluyla kurduğu iletişiminin tespitine ilişkin raporlar Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumundan temin edilmiştir. Adli Tıp Kurumu Ankara Grup Başkanlığı (Grup Başkanlığı) cesetten ve başvurucu Songül Aslan'dan alınan biyolojik örnekler üzerinde inceleme yapıp cesedin %99,99 oranında Ö.A. olduğunu tespit etmiştir. Jandarma Kriminal Daire Başkanlığı, şüpheliler A.S.A., N.A., ve F.G.ye ait dört mobil telefonu inceleyip raporlama yapmış; A.S.A. ve N.A.dan alınan el ve yüz svaplarında atış artığı olmadığını tespit etmiş; inceleme için gönderilen meyve bıçağı, çakmak ve Al.A.nın teslim ettiği bıçak üzerinde mukayeseye elverişli parmak izi olmadığını saptamıştır. Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Hâkimlikçe verilen karara istinadenA.S.A., N.A. ve F.G.den alınan kan ve kıl örnekleri üzerinde Grup Başkanlığınca moleküler genetik incelemeler yapılmıştır. Adli Tıp Kurumu Adana Grup Başkanlığınca düzenlenen otopsi raporundan;- Göz içi sıvısında alkol (etanol, metanol) ve sistematiklerindeki diğer maddelerin (uyutucu-uyuşturucu maddeler dâhil) bulunmadığı,- Yanık nedeni ile sınırlı bölgelerden alınabilen sürüntü örneklerinde sperm bulunmadığı, tırnak numunesinde A.S.A.ya ait DNA profilitespit edildiği, - Kişinin duman solumaya ait solunum yollarında is bulaşığı emaresine rastlanmadığı, - Kişinin vücudunda on bir adet kesici ve delici alet yarası mevcut olup bu yaralardan sekizinin ayrı ayrı öldürücü nitelikte olduğu, - Kesici delici alet yarasının cilt-cilt altı bulgularına göre ika edilen aletin bir kenarının keskin, diğer kenarının künt olduğu, bu yaraların aynı özelliklere sahip alet ve/veya aletlerle oluşturulmasının mümkün olduğu, - Ağır derecede yanmış kişinin ölümünün kesici ve delici alet yaralanmasına bağlı iç organ yaralanması, büyük damar yaralanmasına bağlı dış kanama sonucu meydana gelmiş olduğu anlaşılmıştır. Başvurucular Mehmet Aslan ve Songül Aslan, vekilleri aracılığıyla delil toplanmasına ilişkin taleplerini içerir bir dilekçeyi Cumhuriyet Başsavcılığına vermişlerdir. Bu dilekçeyle başvurucular; bazı işyerlerindeki güvenlik kamerası görüntülerinin temin edilmesi, kesin ölüm nedeninin ve yakıldığı esnada Ö.A.nın yaşayıp yaşamadığının tespit edilmesi, A.S.A.nın şoförlüğünü yaptığı minibüsün otoyolu kullanmak için gerekli geçiş kartına (OGS ve HGS) sahip olup olmadığının araştırılması, olay öncesinde A.S.A.nın minibüsle evine bıraktığını iddia ettiği O.S.nin ifadesinin alınması, B.G., O.T., Ne.A., F.K. ve A.A.nın mobil telefon yoluyla kurdukları iletişimlerin tespit edilmesi, A.S.A., N.A. ve F.G.nin 12/2/2015-15/2/2015 tarihleri arasındaki iletişimlerinin tespit edilmesi, F.K.nın ve Ne.A.nın mobil telefonlarına el konulması, B.B.nin annesinin, H.nin, Y.T.nin ve Pompacı Ö. isimli kişinin ifadelerine başvurulması da dâhil bazı taleplerde bulunmuşlardır. Ayrıca başvurucular aynı dilekçede; Ne.A., O.T. ve A.A.nın bir şekilde suça karıştıklarını iddia etmişlerdir. Başvurucular Mehmet Aslan ve Songül Aslan'ın talebi üzerine Komutanlık görevlileri, Ne. A., O.T. ve A.A.nın şüpheli sıfatıyla; O.S., H. Ö.G. ve B.B.nin annesi B.nin ise bilgi sahibi sıfatıyla ifadelerini alıp olayda kullanılan minibüsün otoyolu kullanmak için gerekli kartı olduğunu tespit etmişlerdir.i. Daha önce verdiği ifadesiyle kısmen uyumlu beyanda bulunan Ne.A., kullandığı mobil telefonun mesaj ve çağrı kayıtlarını A.S.A.nın talebi üzerine sildiğini, karakola gittiği zaman A.S.A.nın söylediği şekilde ifade verdiğini, paraya ihtiyacı olduğu için mobil telefonunu sattığını söylemiştir.ii. O.T. daha önce verdiği ifadeyle benzer yönde beyanda bulunup F.G.nin benzini hangi amaçla istediğini bilmediğini ifade etmiştir. iii. A.A., A.S.A.nın kendisinden borç para istediğini ancak parası olmadığı için veremediğini, telefonda görüştüğü H.İ.T.nin A.S.A. ile konuşmak istediğini ancak A.S.A.nın "Müebbetle yargılanacağım. Görüşmeme gerek yok." diyerek yanından ayrıldığını söylemiştir.iv. O.S. 11/2/2015 günü saat 15 sıralarında otobüse binecekken A.S.A.nın kullandığı minibüsle yanında durduğunu, bunun üzerine minibüse bindiğini, minibüste iki yolcu daha olduğunu, yolcular indikten sonra kendisinin de bir kavşakta minibüsten indiğini, A.S.A.nın Tarsus şehir merkezine doğru gittiğini beyan etmiştir.v. H. 12/2/2015 günü işyerine gelen A.S.A.nın biriyle kavga ettiğinden söz ederek herhangi bir kişi adına kayıtlı, açık bir SIM kart istediğini, vermek istemediğini ancak A.S.A.nın ısrarlarına dayanamayarak kaydı olmayan boş bir SIM kartı A.S.A.ya verdiğini söylemiştir. vi. Ö.G., S.G.ye ait olup A.S.A.nın şoförlüğünü yaptığı minibüsün 12/2/2015 tarihinde S.G. tarafından tamir için işyerine getirildiğini, minibüste bıçak görmediğini, kendisi gelmeden önce bıçağın alınmış olabileceğini beyan etmiştir. v. B., evlerine gelen A.S.A.nın telefon numarasının değiştiğini söyleyerek arama yapmak için mobil telefonunu istediğini, kullanması için telsiz telefonu A.S.A.ya verdiğini, A.S.A.nın kiminle ne görüştüğünü bilmediğini ve A.S.A.nın tedirgin bir hâlinin olduğunu söylemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 6/4/2015 tarihinde, haklarında suçluyu kayırma ve suç delillerini yok etme, gizleme ve değiştirmesuçlarından soruşturma yürütülenşüpheliler S.G., F.K., Ne.A., B.B., O.T., A.A. ve H. hakkında kovuşturmasızlık kararı vermiştir. Söz konusu kararın ilgili kısımları şöyledir:"...Kasten öldürme suçunun şüpheliler [A.S.A.], [N.A.] ve [F.G.] tarafından gerçekleştirildiği, şüphelilerin ifadelerinde cinayet olayına ilişkin olarak ikrarlarının olduğu, delillerin ne şekilde ve hangi surette yok edildiğinin ve yok edilmeye çalışıldığının ayrıntılı bir şekilde şüpheliler tarafından ikrar edildiği, mevcut şüphelilerin delillerin yok edilmeye çalışılmasına ve şüpheli [A.S.A.]nın firari olduğu dönem içerisinde ona kaçmasına yardım ve imkan sağladıkları yönünde kasten ve bilerek yardım ve iştirakte bulunduklarına dair dosya kapsamı itibariyle iddia dışında bir delil olmadığı, kaldı ki herhangi bir kimsenin de şüphelilerin eylemlerini kolaylaştıracak etkin bir imkan ya da kolaylık sağlama durumunun dosya kapsamı itibariyle bulunmadığı, zira böyle bir suçun işlendiğinin öğrenilmesinden sonra şüpheli [A.S.A.]nın kimsenin kendisine yardım etmemesi nedeniyle kaçamadığı ve Tarsus ilçesinde kısa bir süre içerisinde yakalandığı, delillerin yok edilmeye çalışılması eyleminde ise şüphelilerin kendi aralarında iş bölümü ve gerekli planlamayı yaparak eylemlerini gerçekleştirdikleri, Böylelikle yapılan soruşturma sonucu toplanan tüm delillere göre şüphelilerin [C]inayet şüphelilerinin eylemlerini bildiklerine, bilerek bu şüphelilere herhangi bir şekilde yardım ettiklerine, bu şüphelilerin kaçmalarına imkan sağladıklarına dair şüphelilerin savunmalarının ve diğer şüphelilerin beyanlarının aksine soyut iddia dışında bu şüphelilerin suç işleme kastıyla hareket ettiklerine dair haklarında kamu davası açılması için yeterli delil elde edilemediği tüm dosya kapsamından anlaşılmakla... [O]laydan dolayı... şüpheliler hakkında açıklanan nedenlerle KAMU ADINA KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA... karar verildi." Başvurucular, vekilleri aracılığıyla kovuşturmasızlık kararına itiraz etmişlerdir. İtirazda;- B.B. hakkındaki telefon ihbarı ile ilgili herhangi bir araştırma yapılmamasına,- 11/2/2015 tarihinde Ne.A. ve A.S.A. ile O.T. ve F.G. arasında mobil telefon yoluyla kurulan iletişimlerin sıklığına,- Ne. A.nın olay gecesi A.S.A.nın pantolonunu yıkamasına,- A.A., .S.A. ve N.A.nın 12/2/2015 tarihinde mobil telefon yoluyla kurdukları iletişimin sıklığına, - A.S.A.nın B.B.nin ev telefonunu kullanmasına,- H.nin A.S.A.ya sorgusuz sualsiz SIM kart vermesine,- İfadesine göre 12/2/2015 tarihi sabahında çalışacak olan S.G.nin apar topar minibüsü tamire götürmesine,- Soruşturma kapsamında ifadesine başvurulan kişilerin beyanları arasındakibazı çelişkilere dikkate çekilerek şüpheliler hakkında kamu davası açılması için yeter derecede şüphe oluşturacak delil bulunduğu ileri sürülmüştür. Başvurucuların itirazı Hâkimliğin 30/4/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar başvurucular vekiline 13/5/2015 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvuru 9/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı 6/4/2015 tarihli iddianameyle, nitelikli kasten öldürme, teşebbüs aşamasında kalmış cinsel saldırı ve cinsel amaçla kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarını işlediği iddiasıyla A.S.A. hakkında; nitelikli kasten öldürme suçunu işledikleri iddiasıyla ise N.A. ve F.G. hakkında Tarsus Ağır Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) nezdinde kamu davası açmıştır. Bahse konu iddianamede;- A.S.A.nın gerçekleştirmek istediği cinsel saldırı eyleminin Ö.A.nın direnmesi, biber gazı sıkması ve A.S.A.nın yüzünü tırmalaması nedeniyle gerçekleşmediği,- A.S.A., N.A. ve F.G.nin Ö.A.yı öldürme ve delilleri yok etme konusunda kendi aralarında plan yaptıkları, - A.S.A.nın F.G.nin yönlendirmesinden ve N.A.nın duruma sessiz kalmasından destek alarak Ö.A.yı öldürüp ellerini kestiği, - Ö.A.nın ellerini saklayan A.S.A., N.A. ve F.G.nin cesedi yakmaya karar verdiği, - Cin Deresi mevkiine varınca F.G.nin yolda aracıyla gözcülük yaptığı, A.S.A. ve N.A.nın ise cesedin üzerine benzin dökerek cesedi yaktıkları, -Şüphelilerin el konulan cep telefonlarında yapılan incelemede herhangi bir suç unsuruna rastlanmadığı iddia edilmiştir. Ceza Mahkemesi, A.S.A., N.A. ve F.G.nin sorgularını yapıp O.T. ve Ne.A.yı tanık sıfatıyla dinlemiştir. Sorgusunda A.S.A.nın "F.G.nin Ö.A.ya cinsel saldırıda bulunduğunu" ima etmesi üzerine Ceza Mahkemesi, Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı, yürüttüğü soruşturma sonunda cinsel saldırı suçunu işlediği iddiasıyla F.G. hakkında kamu davası açmıştır. Bu dava, Ceza Mahkemesi tarafından başvuruya konu davayla birleştirilmiştir. Ceza Mahkemesi 3/12/2015 tarihinde, A.S.A.yı nitelikli kasten öldürme, cinsel saldırı ve cinsel amaçla kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından, F.G.yi nitelikli kasten öldürme ve cinsel saldırı suçlarından, N.A.yı ise nitelikli kasten öldürme suçundan mahkûm etmiştir. Anılan karar, sanık müdafileri, katılanlar vekilleri ve katılma talebinde bulunan bir kısım vekil tarafından temyiz edilmiştir. A.S.A. 11/4/2016 tarihinde ölmüştür. Yaptığı temyiz incelemesi sonunda Yargıtay Ceza Dairesi (Ceza Dairesi) 27/3/2017 tarihinde, F.G. ve N.A.nın nitelikli kasten öldürme suçunu işledikleri iddiasıyla kurulan hükümleri hak yoksunluğuyla ilgili kısımlarını düzelterek onamıştır. Ancak Ceza Dairesi, varsayıma dayalı mahkûmiyet kararı verildiği, kaldı ki cezayı artırıcı nedenlerin uygulanmasında hata edildiği gerekçesiyle F.G.nin cinsel saldırı suçunu işlediği iddiasına dayanılarak açılan davada verilen hüküm ile ölmesi nedeniyle düşme kararı verilmesi gerektiği gerekçesiyle A.S.A. hakkında kurulan hükümleri bozmuştur. Böylece nitelikli kasten öldürme suçu yönünden F.G. ve N.A.nın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına dair hükümler 27/3/2017 tarihinde kesinleşmiştir. Bozma sonrası yapılan yargılamada F.G., A.S.A.nın birini öldürdüğünüO.T.ye söylediğini, benzini getirince O.T.ye ölü kişinin minibüste olduğunu ifade ettiğini ve bunu duyan O.T.nin hemen bulundukları yerden kaçtığını söylemiştir. Ayrıca F.G., R.G.ye de A.S.A.nın birini öldürdüğünü söylediğini hatta A.S.A. ve N.A. ile konuşmaya giderken konuşulanlara şahit olsun diye R.G.yi yanında götürdüğünü beyan etmiştir. F.G.ye göreA.S.A. R.G.ye, hasmının kardeşi ile tartışıp onu vurduğunu söylemiştir. Bozma sonrası yapılan yargılama sonunda Ceza Mahkemesi 29/9/2017 tarihinde, vefat etmesi nedeniyle A.S.A. hakkında açılan davaların düşürülmesine; F.G.nin cinsel saldırı suçunu işlediği iddiasıyla açılan davada varsayıma dayalı mahkûmiyet kararı verildiğine ilişkin bozma kararına karşı direnilmesine ve F.G.nin cinsel saldırı suçundan mahkûmiyetine karar vermiştir. Ceza Mahkemesince verilen karar, F.G. hakkında kurulan hüküm yönünden sanık müdafii ve katılanlar vekilleri ile katılma talebinde bulunan bazı tüzel kişi vekili tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz talepleri hakkında henüz karar verilmemiştir. Konuyla ilgili ulusal ve uluslararası hukuka ilişkin bilgiler Anayasa Mahkemesinin Yasin Ağca (B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 86, 87, 91-96) başvurusu hakkında verdiği kararda yer almaktadır. Bununla birlikte Yasin Ağca başvurusu hakkında verilen kararda yer almayan ancak başvuru yönünden önem arz eden birkaç husustan bahsetmek gerekir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), ölüm olayı nedeniyle haklarında kamu davası açılan, suç ortağı olduğu iddia edilen kişiler hakkında kovuşturmasızlık kararı verilmesi nedeniyle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin bir başvuruda (Şevket Güneş ve diğerleri (k.k.), B. No: 24494/06, 1/3/2016) başvuruya konu edilen soruşturmayı, hakkında kamu davası açılan kişiyle ilgili yürütülen soruşturmayı da kapsayacak şekilde, bir bütün olarak incelemiştir. Yaptığı incelemede başvuruya konu soruşturmanın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin usule ilişkin gerekliliklerini karşıladığı ve suç ortağı olduğu iddia edilen kişilerin ölüm olayı ile ilişkilendirilebilmeleri için yeterli unsur bulunmadığına dair kovuşturmasızlık kararının keyfî olmadığı sonucuna varan AİHM,başvurucuların ya da avukatlarının suç ortaklığına ilişkin suçlamalar konusunda yetkilimakamlara daha kuvvetli bir dayanak sunmadan daha derin bir soruşturma yapılmasını ümit edemeyecekleri kanısına varmıştır (Şevket Güneş ve diğerleri, § 19). AİHM söz konusu kanıya Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiği iddialarının konu edildiği bazı başvurular hakkında verdiği kararları kaynak alarak ulaşmıştır (anılan kararlar için bkz. Ş.T./Türkiye (k.k.), B. No: 28310/95, 9/11/1999; Kaplan/Türkiye (k.k.), B. No: 24932/94, 19/9/2000; Mahsun Tekin/Türkiye, B. No: 52899/99, 20/12/2005, § 29). Son olarak AİHM mezkûr Şevket Güneş ve diğerleri başvurusu hakkında verdiği kararda, etkili soruşturma yükümlülüğünün başvurucuların suç ortaklığına dair iddialarının savunulabilir olması hâlinde doğacağını belirtmiştir (Şevket Güneş ve diğerleri, § 20).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/9669
Başvuru, ölüm olayının failleri ile birlikte hareket ettikleri iddia edilen kişiler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar kovuşturmasızlık kararı) verilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/11751
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; Kara Harp Okulu ile ilişiğin kesilmesi nedeniyle açılan tazminat davasında kusur oranının takdiri noktasında hakkaniyete ve yerleşik içtihata aykırı karar verilmesi, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin yapısal sorunları nedeniyle hakkaniyete uygun, tarafsız yargılama yapılmaması ve mahkemeye erişim hakkını engelleyecek şekilde aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Askerî liseden mezun olan başvurucu, İstanbul Gümüşsuyu Asker Hastanesi tarafından tanzim edilen 10/4/2009 tarihli "Kara Harp Okulu öğrencisi olur." sağlık raporu uyarınca Kara Harp Okuluna kaydolarak eğitime başlamıştır. Başvurucunun eğitimi devam ederken sağlık durumunun kontrolü için sevk edildiği Ankara Mevki Hastanesi tarafından başvurucu hakkında 30/9/2011 tarihli sağlık raporu düzenlenmiştir. Raporda, başvurucunun romatizmal mitral ve trikuspit yetersizliği tanısıyla askerî öğrenciliğe devam edebileceği; ancak, komando olamayacağı ve paraşütle atlayamayacağı belirtilmiştir. Başvurucu, daha sonra farklı tarihlerde kontrol muayeneleri için Etimesgut Asker Hastanesi ve Gülhane Askeri Tıp Akademisine (GATA) sevk edilmiştir. Etimesgut Asker Hastanesi tarafından düzenlenen 12/12/2011 ve 2/3/2012 tarihli, GATA tarafından düzenlenen 22/12/2011 tarihli raporlarda da 30/9/2011 tarihli rapor ile aynı tanı konularak başvurucunun askerî öğrenciliğe devam edebileceği; ancak, komando olamayacağı ve paraşütle atlayamayacağı tespit edilmiştir. Son olarak başvurucunun aşırı efor gerektiren eğitime katılıp katılamayacağının tespiti için sevk edildiği Etimesgut Asker Hastanesi tarafından düzenlenen 4/3/2013 tarihli sağlık raporunda "romatizmal mitral ve trikuspit yetmezlik" tanısı nedeniyle başvurucunun askerî öğrenciliğe devam edemeyeceği belirtilmiştir. Bu rapor uyarınca 18/7/2013 tarihi itibarıyla başvurucunun Kara Harp Okulu ile ilişiği kesilmiştir. Başvurucu gerekli kontrollerden geçerek ve sağlıklı olduğu kabul edilerekKara Harp Okuluna kaydolduğunu, sonradan tespit edilen rahatsızlığı sonucu okulla ilişiğinin kesilmesi nedeniyle emsallerine göre eğitim hayatında ve mesleğe başlama noktasında geride kaldığını belirterek Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde tazminat davası açmıştır. AYİM İkinci Dairesi 4/6/2014 tarihli kararıyla davayı kabul etmiş ve başvurucu lehine 583 TL maddi, 000 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Karar gerekçesinde öncelikle, Anayasa'nın maddesi uyarınca idarenin eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun altı çizilmiştir. Uyuşmazlığın, askerî öğrenciliğe elverişli olmadığı hâlde yeterli sağlık kontrolü yapılmaması sonucu Kara Harp Okuluna kabul edilen ancak eğitimi devam ederken sağlık koşulları nedeniyle ilişiği kesilen başvurucunun uğradığı maddi ve manevi zararın tazmini isteminden doğduğu ifade edilmiştir. AYİM önüne gelen benzer davalarda görüşüne başvurulan Gazi Üniversitesi öğretim üyesi bilirkişinin raporlarında, başvurucunun rahatsızlığının öğrenciliğe kabul esnasında yapılacak bir tetkik (ekokardiyografi) ile ortaya çıkartılabileceğinin anlaşıldığı vurgulanmıştır. Askerî öğrencilerin eğitim esnasında ağır spor faaliyetlerine tabi tutulduğu, başvurucu ve benzer rahatsızlığa sahip olan kişilerin bu spor faaliyetleri sonucu yaşamının dahi tehlikeye girebileceği dikkate alındığında idarenin öğrenciliğe kabul esnasında gerekli tetkikleri yapmamış olmasının bir hizmet kusuruna vücut verdiği belirlenmiştir. Hizmet kusuru saptandıktan sonra maddi zararın tespiti için yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu oluşan rapor uyarınca başvurucunun meslek hayatına geç başlamasından dolayı uğradığı zararın 583 TL olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca duyulan acı ve kederin karşılanması adına başvurucunun durumuna uygun miktarda bir manevi tazminatın ödenmesi gerektiği ifade edilerek kabul gerekçesi oluşturulmuştur. Davalı Millî Savunma Bakanlığının karar düzeltme istemi Mahkemenin 26/11/2014 tarihli kararı ile kabul edilmiş ve 4/6/2014 tarihli karar kaldırılarak işin esası yeniden incelenmiştir. Mahkeme 4/6/2014 tarihli kararındaki hizmet kusuru ve zararın tespitine ilişkin gerekçeleri tekrarlamakla birlikte başvurucunun askerî öğrenciliğe kabul için gereken tetkikleri bilerek kayıt yaptırdığı, sağlık durumuna ilişkin daha sonra meydana gelecek gelişmeler nedeniyle ilişiğinin kesilebileceğinden haberdar olduğunu ifade etmiştir. Başvurucunun rahatsızlığının mahiyeti,hizmet kusurunun derecesi ve idarenin başvurucunun eğitimi esnasında yapmış olduğu masraflar dikkate alındığında tazminat miktarının takdiren yarıya indirilmesi gerektiği sonucuna varan Mahkeme; başvurucu lehine 292 TL maddi, 500 TL manevi zarara hükmetmiştir. Ayrıca karşılıklı olarak tarafların birbirlerine 695 TL vekâlet ücreti ödemesine hükmetmiştir. Başvurucu, nihai kararı 6/1/2015 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 30/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 26/9/2011 tarihli ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1864
Başvuru, Kara Harp Okulu ile ilişiğin kesilmesi nedeniyle açılan tazminat davasında kusur oranının takdiri noktasında hakkaniyete ve yerleşik içtihata aykırı karar verilmesi, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin yapısal sorunları nedeniyle hakkaniyete uygun, tarafsız yargılama yapılmaması ve mahkemeye erişim hakkını engelleyecek şekilde aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, 28/2/2008 tarihinde Kızıltepe Sulh Hukuk Mahkemesinde açtığı ortaklığın giderilmesi davasının halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 19/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 31/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Birinci Bölümün 17/4/2014 tarihli ara kararı gereğince başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığı, 30/5/2014 tarihli yazı ile görüş sunulmayacağını bildirmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 28/2/2008 tarihinde U.A. ve 46 arkadaşı aleyhine Kızıltepe Sulh Hukuk Mahkemesinde açtığı davada taşınmaz üzerindeki ortaklığın aynen taksim suretiyle giderilmesini talep etmiştir. Davalılardan bir kısmının dava tarihinden önce vefat etmesi nedeniyle mirasçıları davaya dâhil edilmişlerdir. Yargılama, Mahkemenin E.2008/109 sayılı dava dosyasında devam etmektedir. B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 6100 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi şöyledir: “Sulh hukuk mahkemeleri, dava konusunun değer veya tutarına bakılmaksızın; …b) Taşınır ve taşınmaz mal veya hakkın paylaştırılmasına ve ortaklığın giderilmesine ilişkin davaları, … görürler.” 6100 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Basit yargılama usulü, kanunlarda açıkça belirtilenler dışında, aşağıdaki durumlarda uygulanır:a) Sulh hukuk mahkemelerinin görevine giren dava ve işler.…” 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Mirasçılardan her biri, sözleşme veya kanun gereğince ortaklığı sürdürmekle yükümlü olmadıkça, her zaman mirasın paylaşılmasını isteyebilir.  Her mirasçı, terekedeki belirli malların aynen, olanak yoksa satış yoluyla paylaştırılmasına karar verilmesini sulh mahkemesinden isteyebilir. Mirasçılardan birinin istemi üzerine hâkim, terekenin tamamını ve terekedeki malların her birini göz önünde tutarak, olanak varsa taşınmazlardan her birinin tamamının bir mirasçıya verilmesi suretiyle paylaştırmayı yapar. Mirasçılara verilen taşınmazların değerleri arasındaki fark para ödenmesi yoluyla giderilerek miras payları arasında denkleştirme sağlanır.Paylaşmanın derhâl yapılması, paylaşım konusu malın veya terekenin değerini önemli ölçüde azaltacaksa; sulh hâkimi, mirasçılardan birinin istemi üzerine bu malın veya terekenin paylaşılmasının ertelenmesine karar verebilir.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2235
Başvurucu, 28/2/2008 tarihinde Kızıltepe Sulh Hukuk Mahkemesinde açtığı ortaklığın giderilmesi davasının halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir.
1
Başvuru; taşınmazın firari (kaçak) ve mütegayyip (yitik) kişilerden kaldığı gerekçesiyle emval-i metruke mevzuatına göre 1958 yılında bir idari işlemle tapusunun iptal edilmesi ve bu işlemin düzeltilmesi için başlatılan idari ve yargısal süreçlerden sonuç alınamaması nedenleriyle mülkiyet hakkının; bu taşınmaza ilişkin olarak adli yargı yerinde açılan tapu iptali ve tescil davasının yargı yolu yönünden reddedilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 4/4/2014 (2014/4715) ve 10/4/2014 (2014/5007) tarihlerinde İstanbul ve Asliye Hukuk Mahkemeleri vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. 6/5/2014 tarihinde 2014/5007 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasınınkonu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/4715 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, 2014/5007 numaralı bireysel başvuru dosyasının kapatılmasına ve incelemenin 2014/4715 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 28/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 29/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 25/2/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 3/3/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 18/3/2016 tarihinde ibraz etmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Nüfus Kayıtları ve Kayıtların Sahtelik İddiası Süreci 1324 (rumi takvime göre miladi:1908-1909) tarihli nüfus tahrir kayıt defteri ile İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinin 5/4/1954 tarihli ve E.1954/334, K.1954/365 sayılı mirasçılık belgesine göre; İstanbul ili Beşiktaş ilçesi Arnavutköy Vezirköprü Mahallesi nüfusunda kayıtlı olan Filipos ve Serpuhi çocuklarından Avadis 24 Haziran 1337 (miladi 24/6/1921) tarihinde, Nazik ise 3 Mart 1338 (miladi 3/3/1922) tarihinde bekâr ve çocuksuz olarak vefat etmişlerdir. Filipos ve Serpuhi'nin diğer çocuğu Maryam ise Mardiros ile evlenmiş ve bu evliliklerinden olma 1303 (miladi 1887-1888) Eğin doğumlu Karakin, 1307 (miladi: 1891-1892) Eğin doğumlu Horen ve 1309 (miladi 1893-1894) doğumlu Leon dünyaya gelmiştir. Bu çocuklardan Leon ve Horen 1339 (miladi 1923) yılında bekâr ve çocuksuz olarak vefat etmişlerdir. Maryam ve Mardiros oğlu Karakin Hazaryan, Mari Yester ile evlenmiş ancak 1939 yılında boşanmışlar ve Karakin 4/9/1950 tarihinde vefat etmiştir. Karakin ve Mari Yester'in müşterek çocukları ise 1926 İstanbul doğumlu Serpuhi Anjel Hazaryan, 1930 İstanbul doğumlu başvurucu Agavni Mari Hazaryan ve 1932 İstanbul doğumlu Mihran Mardiros Hazaryan'dır. Serpuhi Anjel evlenerek Donikoğlu soyadını almış, Büyükçekmece Sulh Hukuk Mahkemesinin 10/4/2007 tarihli ve E.2007/930, K.2007/609 sayılı mirasçılık belgesine göre 22/3/2007 tarihinde dul olarak vefat etmiş ve geriye oğlu başvuruculardan Erol Donikoğlu'nu bırakmıştır. Mihran Mardiros ise Beşiktaş Noterliğinin 8/4/2014 tarihli ve 14138 numaralı mirasçılık belgesine göre 1/4/2014 tarihinde vefat etmiş olup mirası da eşi başvurucular Agavni ve kızı Anahit Hazaryan'a intikal etmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, kaçak kişilerden oldukları hâlde sahte olarak nüfusa kaydedildikleri, bu nedenle başvurucuların murislerinin nüfus kayıtlarının sahte oldukları gerekçesiyle bu nüfus kayıtlarının iptali istemiyle 25/3/1958 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme 2/4/1965 tarihinde, davanın reddine karar vermiş, Yargıtayca hükmün bozulması üzerine görülen yargılama neticesinde 13/12/1972 tarihli ve E.1967/872, K.1972/1060 sayılı kararı ile "bozma kararına uyularak yaptırılan incelemeler sonunda evvelce reddedilen dava kısmına ait kayıtlarda bir güna tahrifat ve ihdas bulunmadığı aynı bilirkişilerle adli tıp tarafından inceleme sonu verilmiş raporlardan anlaşıldığı cihetle davalılardan Filipos kızı Maryam ailesi yani Agavni [Mari] Hazaryan, Mihran Mardiros Hazaryan, Serpuhi Anjel Hazaryan ... hakkında sahtelik iddiası ile açılan ve muhdes olduğu iddiasına müstenit aile nüfus kayıtlarının iptali davasının reddine" karar verilmiştir. Temyiz edilen hüküm Yargıtay Hukuk Dairesinin 13/4/1973 tarihli ve E.1973/1975, K.1973/1628 sayılı ilamıyla onanmıştır. Tapu Kayıtları ve Taşınmaza El Konması Süreci Temmuz 1300 (miladi 1884) tarihli zabıt kaydında, uyuşmazlık konusu taşınmazın İstanbul ili Arnavutköy ilçesi Anbarlıdere Caddesi'nde olup taşınmazın cinsi ve nev'inin "Sultan Beyazıt Vakfından mukataalı bağın zemin ve sırf mülk ebniyesi" olduğu, mutasarrıfının ise Filibos'un eşi ve Azakil'in kızı Serpuhi olduğu belirtilmiştir. Sarıyer ilçesine ait 17 cilt numaralı zabıt defterinin sayfasının 26 Mayıs 1336 (miladi 26/5/1920) tarihli ve 100 sıra numaralı zabıt kaydında, bu taşınmazın mutasarrıfı olan Eğinli Filibos'un eşi ve Azakil'in kızı Serpuhi'nin yaklaşık on beş yıl önce ölümüyle tasarruf hakkının çocukları Avadis, Nazik ve Maryam'a intikal ettiği açıklanmış; taşınmazın tasarruf hakkı yönünden iki payının Avadis'e, birer payının da Maryam ve Nazik'e ait olduğu kaydın "mutasarrıfı" kısmında gösterilmiştir. Maryam'ın çocuklarından Karakin'in kayıp nedeniyle yeniden ilmühaber düzenlenmesi için 20/4/1920 tarihinde Defter-i Hakani Müdürlüğüne başvuruda bulunması üzerine kendisine 1/5/1920 tarihli iktisap ilmühaberi düzenlenerek verilmiştir. Kadastro çalışmaları sırasında bu taşınmaz, İstanbul, Beşiktaş, Ortaköy, Zincirlikuyu 31 ada 1 parsel numarası altında sınırlandırılarak Sultan Beyazıd Vakfından mukataalı olduğu belirtilmek suretiyle Sarıyer ilçesi, 17 cilt, 31 sayfa ve 100 sıra numaralı tapu kaydına dayalı olarak ev ve tarla niteliğinde iki payı Avadis ve birer payı Nazik ve Maryam adlarına 4/1/1949 tarihinde tespit edilmiştir. Taşınmazın kadastro tutanağının beyanlar hanesine kayıt maliklerinin "şahsi durumlarının tahkiki hakkında Defterdarlığa yazılan yazı cevabının bir muamele vukuunda araştırılması" hususu yazılmıştır. Taşınmaz, 6/1/1949 tarihinde "kadastro" edinimli olarak tespit gibi tapuya tescil edilmiştir. Arnavutköy Nahiye Müdürü tarafından düzenlenen 26/3/1953 tarihli tahkikat tutanağında, Avadis, Maryam ve Karakin'in 45-50 yıl önce Mısır'a gittikleri, oraya ne surette gittiklerine dair bir bilgi edinilemediği, bu kişiler Mısır'da ölmüşlerse de yalnızca Maryam oğlu Karakin'in oyuz beş yıl önce geri dönerek bu araziye sahip çıktığı ve bu kişinin de iki yıl önce öldüğü, mirasçılarının eşi Mari ve çocukları Mihran, Agavni Mari ve Anjel olduğu belirtilmiştir. Başvuru formu ve eklerinden anlaşılamayan bir tarihte İstanbul Defterdarlığınca bu tahkikata dayalı olarak başvurucuların murislerinin firari veya mütegayyip şahıslardan olduğu gerekçesiyle taşınmaza vaz'ıyet edilmesi yönünde idari işlem tesis edilmiştir. Karakin'in çocukları Serpuhi Anjel, Agavni Mari ve Mihran Mardiros Hazaryan tarafından bu idari işleme karşı - belirlenemeyen bir tarihte - Danıştay Altıncı Dairesinde iptal davası açılmış, Dairenin 21/6/1955 tarihli ve E.1954/2445, K.1955/1479 sayılı kararı ile "davacıların murislerine ait tarlaya hazinece emvali metruke kanunlarına istinaden el konulmasını mütedair muamelenin istinad ettiği idari tahkikatın kanaat bahş bulunmadığı dosya münderecatının incelenmesinden anlaşılmakla, yeniden incelenerek bir karar verilmek üzere dava konusu muamelenin bozulmasına" karar verilmiştir. Anılan karar ile yeniden tahkikat yapılmasına karar verilerek idari işlemin bozulması üzerine dava konusu taşınmazın iade edilmesi yönündeki talep İdarece 10/1/1956 tarihinde reddedilmiş; taşınmazın iade edilmemesi yönündeki bu işlemin iptali istemiyle açılan davada Dairenin 15/10/1957 tarihli ve E.1956/1876, K.1957/2001 sayılı kararı ile "mesele hakkında idarece henüz inceleme yapılmakta olduğu ve bir kati muamele tesis edilmediği" belirtilerek davanın konusunun bulunmadığı gerekçesiyle reddine karar verilmiştir. İstanbul Defterdarlığı Millî Emlak Müdürlüğünce 21/6/1955 tarihli Danıştay ilamı doğrultusunda yeniden tahkikat yaptırılmış, 21/3/1956 tarihinde Defterdarlık kayıtlarına giren tahkikata ilişkin yazıda, hukuki durumlarının tespiti istenilen Beşiktaş ilçesi Anbarlıdere Ayazma mevkii Zincirlikapı Caddesi'nde bulunan 31 ada 1 parsel sayılı taşınmaza ilişkin olarak Avadis'in 30 ve Nazik'in 27 yıl önce bekâr olarak öldükleri, Maryam'ın ise 25 yıl önce dul olarak öldüğü ancak Bademlik'te mevcut Ermeni Mezarlığına defnedildikleri söylenmiş ise de nüfus, kilise ve mezarlık kayıtlarında öldüklerine ilişkin bir kayda rastlanmadığı, mezarlığın gayri resmî kayıtlarında Avadis adına rastlanmış ise de bu kişinin hakkında tahkikat istenilen Avadis ile aynı kişi olup olmadığının tespitinin mümkün olmadığı, Maryam'ın oğlu Karakin'in ise 4/9/1950 tarihinde Ermeni Mezarlığına defnedildiği ve mirasçı olarak eşi Mari ile çocukları Anjel, Agavni ve Mihran Mardiros'u bıraktığı, bu kişilerin anılan taşınmazda bulunan evde oturdukları ve Beşiktaş nüfusuna kayıtlı oldukları belirtilmiştir. Yapılan tahkikat sonucu Millî Emlak Müdürlüğünün 6/1/1958 tarihli yazısı ile Defterdarlık Makamından vaz'ıyet işlemine devam edilmesi istenilmiştir. Bu yazının ilgili bölümleri şöyledir:"Devlet Şurası kararına uyularak idaremizce yeniden yapılan tetkikat ve tahkikat neticesinde Avadis, Nazik ve Maryam'ın firari olmadıkları hakkında hiçbir malumat elde edilememiş ve bütün hakikat evvelki vaziyet muamelesini teyit etmiştir. Ayrıca ilgililer şimdiye kadar murislerinin firari olmadıklarını kayden ispat edememişlerdir.Bu itibarla gayrimenkul maliklerinin firari ve mütegayyip kesandan bulunmadıklarına dair evvelki idari kararı cerh edecek bir husus mevcut olmadığından ve gayrimenkul maliklerinin firari ve mütegayyip kesandan bulundukları yapılan mütemmim tahkikatla sabit bulunduğundan yine eski karar gereğince 31 ada 1 parsel sayılı gayrimenkul hakkında tasfiye kanunları ve talimatnamelerin tatbiki suretiyle muamelenin devamı hususu tensiplerinize arz olunur." Defterdarlığın Beşiktaş Tapu Sicil Muhafızlığına gönderdiği taşınmazın Maliye Hazinesi adına tapuya tescil edilmesi yazısı üzerine 10/1/1958 tarihli ve 89 yevmiye numaralı işlemle İstanbul ili Beşiktaş ilçesi Ortaköy Mahallesi Zincirlikuyu Caddesi'nde bulunan 31 ada 1 parsel sayılı taşınmaz, tapuda önceki malikleri terkin edilerek Maliye Hazinesi adına tescil edilmiştir. Anılan taşınmazın ada ve parsel numarası 1166 ada 93 olarak değiştirilmiş, 14/5/2001 tarihinde 510 m2 yüzölçümlü bu taşınmazın 124,14m2 yüzölçümlü bölümü kısmen yol ve kısmen ise yeşil alan olarak terk edilmiş, taşınmazın kalan kısmı ise ifraz edilerek; 980,79m2 yüzölçümlü bölümü ev ve tarla niteliğinde 1700 ada 194 parsel, 405,07m2 yüzölçümlü bölümü de arsa niteliğinde 1701 ada 195 parsel numarası ile 14/5/2001 tarihinde yine Maliye Hazinesi adına olmak üzere tapuya tescil edilmiştir. Maliye Hazinesi tarafından 10/5/2001 tarihinde 000 (eski Türk Lirası ile) taviz bedeli Vakıflar Genel Müdürlüğüne ödenmiş ve taşınmaz üzerindeki vakıf şerhi terkin edilmiştir. Başvuru formu ekinde ibraz edilen ecrimisil ihbarnamelerinde "Beşiktaş, Ortaköy, Zincirlikuyu caddesinde bulunan 39 pafta, 1166 ada 1 parsel sayılı 510 m2 mesahalı tamamı Hazine adına kayıtlı taşınmaz malın 150 m2 yüzölçümlü kısmını ahşap ev olarak işgalinden dolayı" Serpuhi Anjel Donikoğlu tarafından 21/7/1995 tarihinde 1 yıl 3 ay için 000 (eski Türk Lirası ile) ve 19/1/1996 tarihlerinde 6 ay için olmak üzere 000 TL(eski Türk Lirası ile) ecrimisil bedeli tahakkuk ettirildiği belirtilmektedir. İdari ve Yargısal Süreçler a) Agavni Mari ve Serpuhi Anjel Hazaryan 14/8/1973 tarihinde Defterdarlığa başvurarak taşınmazın iade edilmesini talep etmişler, 14/1/1974 tarihli yazı ile talebin Bakanlığa iletildiği belirtilerek "...bu hususta alınan cevapta söz konusu gayrimenkulün sahipleri Avadis, Nazik ve Maryam'ın 25-30 sene evvel Türkiye'de öldüklerinin anlaşıldığı ancak bunu ne nüfus ve ne de kilise kayıtlarının tevsik etmemesi ve adı geçenlerin mirasçısı olduğunuzu ispata yarar bir belgenin ibraz edilmemesi nedeniyle mevzuu bahis edilen gayrimenkulün sulhen lehinize tashih ettirilmesinin uygun olamayacağı bildirilmiştir." denilerek talep reddedilmiştir. b) Bu idari işlemin iptali istemiyle açılan davada Danıştay Sekizinci Dairesinin 10/2/1975 tarihli ve E.1974/2996, K.1975/433 sayılı kararı ile davacılar tarafından el koyma kararının düzeltilmesi istemiyle yapılan başvuruya üç ay içinde cevap verilmemesi üzerine24/12/1964 tarihli ve 521 sayılı mülga Danıştay Kanunu'nun maddesi uyarınca en geç üç ayın bitiminden itibaren 90 gün içinde açılması gerekirken bu süre geçirildikten sonra açılan davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir. Başvurucuların aynı içerikteki 1977 ve 1978 yıllarında açtıkları davalar da Danıştay Sekizinci Dairesinin 27/4/1978 tarihli ve E.1977/1963, K.1978/4309 sayılı ile 12/11/1978 tarihli ve E.1978/2830, K.1979/3292 sayılı kararları ile yine usul yönünden reddedilmiştir. a) Agavni Mari Hazaryan, Serpuhi Anjel Hazaryan (Donikoğlu) ve Mihran Mardiros Hazaryan bu defa İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinde 15/5/1984 tarihinde Maliye Hazinesi aleyhine tapu iptali ve tescil davası açmışlardır.  b) Mahkeme, 20/12/1984 tarihli ve E.1984/285, K.1984/631 sayılı kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"Celp olunan İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinin 1967/872 sayılı dosyasında davacıların miras bırakanları[nın] kaçak kişilerden olmadı[kları] sabittir. İstanbul Defterdarlığının taşınmazı[n] Maliye Hazinesi adına tescili yolundaki kararı da hatalıdır. Böyle olmakla birlikte, idari karar iptal edilmediği sürece bu karara göre tesis edilmiş bulunan tapu kaydının iptali mümkün bulunmamaktadır. Davacıların bu yöndeki talepleri[nin] süre nedeniyle reddine karar verilmiş, Danıştay talebi kabul etmemiştir. İdari işlem iptal edilmediğinden tapu iptali ve tescil davasının dinlenmesi mümkün bulunmamaktadır."c) Temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 14/2/1985 tarihli ve E.1985/1916, K.1985/1657 sayılı ilamı ile onanmış, karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 3/6/1985 tarihli ve E.1985/7411, K.1985/7215 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. a) 17/9/1985 tarihinde taşınmazın iade edilmesi istemiyle yeniden Defterdarlığa başvurulmuş, bu talebin de 27/11/1985 tarihinde reddedilmesi üzerine İstanbul İdare Mahkemesinde açılan davada 19/6/1986 tarihinde adli yargı yolunun görevli olduğundan bahisle görevsizlik kararı verilmiş, ancak temyiz edilen bu karar Danıştay Onuncu Dairesinin 6/11/1986 tarihli ve E.1986/1960, K.1986/1964 sayılı ilamıyla; dava konusu işlemin, davacıların murislerinin firari ve mütegayyip kişilerden olduklarının yargı kararları ile belirlendiğinden bahisle Hazine adına elkoyma ve tescil işleminin düzeltilmesine yönelik istemin reddine ilişkin bir idari işlem olup bu işlemin iptali istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.b) Bozma ilamı üzerine yapılan yargılama neticesinde Mahkeme, 3/2/1988 tarihli ve E.1987/147, K.1988/63 sayılı kararı ile davanın kabulüne ve dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"Diğer taraftan dosyada mevcut nüfus kayıt örnekleri ile de Avadis, Nazik ve Maryam'ın Türkiye'de Lozan Antlaşmasından önce öldükleri sabittir. Bunu doğrulayan İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinden verilmiş davacıların mirasçılığını kanıtlayan veraset ilamı da mevcuttur.Davalı idare, aksi sabit oluncaya kadar geçerli olan bu veraset belgesini iptal ettirmediği gibi bu kez kayıtların muhdes olduğundan bahisle iptal davası açtırmış, müdahil olarak takip ettiği bu davada da kayıtların muhdes olmadığı kesin hüküm halini almıştır. Avadis, Maryam ve Nazik'in ölüm tarihleri Lozan Barışından öncedir. Lozan antlaşmasının yürürlüğe girmesinden önce Türkiye'de ölen kişi firari olamayacağından mallarına firarilikten bahisle el konulamayacağı da Danıştay'ın yerleşmiş içtihatlarındandır....6/8/1340 tarihinden önce yurt dışına firar ettikleri ve mütegayyip eşhastan bulundukları inandırıcı bir şekilde kanıtlanamayan, aksine, nüfus kayıtları, veraset ilamı, İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinin muhdes kayıt iptal davasını reddeden kesin kararı ile İstanbul'da 6/8/1340 tarihinden evvel öldükleri kanıtlanan, davacıları mirasçı bıraktıkları yine yukarıda sayılan belgelerle ispatlanmış olan Avadis, Maryam ve Nazik haklarında vaz'iyet kararı verilerek Beşiktaş, Zincirlikuyu, 39 pafta, 1166 ada 1 parsel sayılı taşınmaza elkonulup Hazine undesine geçirilmesindeki işlemin, ayrıca 6/8/1340 tarihinden sonra Tasfiye Kanunlarının uygulanamayacağı hakkındaki yukarıda anılan kararname ve talimat hükümlerine aykırı olarak Lozan antlaşmasından sonra tesis edilmiş olması, bunun yanında davalı idare Milli Emlak Müdürlüğünün dahi yapılan vaz'iyet ve elkoyma işlemindeki açık hatayı kabullenmesi, bütün belgelerin, idari işlemin açıkça hukuka ve kanuna aykırı olduğunu gün yüzüne çıkarmasına karşın davalı idarenin; davacıların elkoyma işlemi sulhen kaldırılarak davacılar lehine sulhen tashih ve tescilin yaptırılması istemini reddeden dava konusu idari işlemi açıkça kanuna ve hukuka aykırı bulunduğundan iptaline .... karar verildi."c) Bu karar davalı idare tarafından temyiz edilmiş; Danıştay Onuncu Dairesinin 10/10/1988 tarihli ve E.1988/1459, K.1988/1553 sayılı kararı ile hükmün bozulmasına ve "işin esasına girilerek süre aşımı nedeniyle inceleme olanağı bulunmayan davanın süre aşımı yönünden reddine" kesin olarakkarar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"Davacılar, murislerinin firari ve mütegayyip olmadıklarının yargı kararlarıyla belirlendiğinden bahisle Hazine adına yapılan elkoyma ve tescil işleminin düzeltilmesi istemlerinin reddi üzerine davalı Bakanlıkça tesis edilen ret işlemini dava konusu etmektedirler. Davacıların dayanak gösterdikleri İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinden alınan veraset ilamı, İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinin nüfus kayıt iptal davasının reddine ilişkin kararı ve İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinin tapu iptali davasının reddi yolundaki kararı, davacıların murislerine ait taşınmaz hakkında davalı idarece yapılan elkoyma ve tescil işlemini ortadan kaldırmamakta, davalı idareye aynı konuda yeni bir işlem tesis etme zorunluluğunu getirmemektedir. Dolayısıyla davacıların idareye yapmış oldukları 17/9/1985 tarihli başvuruyu yargı kararının uygulanmasıyla ilgili bir işlem yapılması isteği olarak nitelendirmeye olanak görülmemektedir. Daha önce tesis edilmiş elkoyma ve tescil işleminin düzeltilmesi istemiyle idareye yapılan başvurunun reddi üzerine açılan bu davada, dava açma süresinin 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesine göre hesaplanması zorunlu bulunmaktadır.Yukarıda belirtildiği gibi davacıların 1958 yılında tesis edilen elkoyma ve tescil işleminin kaldırılması istemlerinin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtıkları dava, Danıştay Sekizinci Dairesince 1975 yılında süre aşımı yönünden reddedilmiştir. Anılan Danıştay kararıyla dava açma süresinin geçmiş olduğu saptandıktan sonra yine 1958 yılında tesis edilen elkoyma ve tescil işleminin kaldırılması istemiyle yaptıkları başvuru17/9/1985 tarihli başvurunun ve bu başvurunun reddine ilişkin işlemin 2577 sayılı Kanun'un maddesi hükmü karşısında davacılara yeni bir dava açma süresi sağlamayacağı kuşkusuzdur.Süre aşımı nedeniyle esasını inceleme olanağı bulunmayan davanın kabulü yolunda İstanbul İdare Mahkemesince verilen temyizen incelenen kararda hukuki isabet bulunmamaktadır." Başvurucular adli ve idari yargı mercileri tarafından verilen kararlar bakımından hüküm uyuşmazlığı bulunduğu iddiasıyla Uyuşmazlık Mahkemesine başvurmuşlardır. Uyuşmazlık Mahkemesinin 5/7/1989 tarihli ve E.1989/14, K.1989/15 sayılı kararı ile başvurunun reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"Sonuç itibarıyla her iki red kararı aynı konu ve sebebe ilişkin olmadığı gibi birbirine uymayan iki kararın varlığından da söz edilemeyecektir.Böylece davacıların gerek adli gerekse de idari yargı yerlerinde açtıkları davalar reddedilmiş olduğundan ve aralarında çelişki bulunmadığından hüküm uyuşmazlığının şartları olayda gerçekleşmediği cihetle başvurunun reddine karar verilmesi gerekmektedir." a) Agavni Mari Hazaryan, Serpuhi Anjel Hazaryan (Donikoğlu) ve Mihran Mardiros Hazaryan 9/4/1990 tarihinde Maliye Hazinesi aleyhine İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinde yeniden tapu iptali ve tescil davası açmışlardır. b) Mahkeme 28/12/1990 tarihli ve E.1990/165, K.1990/599 sayılı kararı ile davanın kabulüne, Maliye Hazinesi adına olan tapu kaydının iptali ile davacılar adlarına tesciline karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"... Elkoyma işlemi Danıştay tarafından gerekli araştırma yapılmadığı[ndan] iptal olunmuştur. İdare kesin işlemine devamla yeni tahkikat yapmadan eski kararında ısrar ederek Danıştay kararına özü itibarıyla uymayarak taşınmazı Hazine adına tescil et[tir]miştir. Ancak bu karar aleyhine süresi içerisinde Danıştaya başvurulmamıştır. Sırf bu nedenle zamanında ve süresinde dava açılmadığından davacıların mülkiyet hakkının yitirilmesini hak ve adalet kavramları ile bağdaştırabilmek mümkün görülmemiştir. Usuli bir hata ve ihmalden dolayı bir hakkın yitirilmesine herhalde imkan tanımamak gerekir.Yukarıdan beri açıklamaya çalışıldığı üzere davacılar davaya konu taşınmazın murislerinden miras yolu ile iktisap etmişlerdir. Taşınmazın gerçek malikleri davacılardır. Gerçek malik olmayan Hazine kanuna ve usule uygun olmayan idari bir kararla tapuda tescil işlemi yaptırmışlardır. Tescil işlemi yolsuz ve haksızdır. Haksız ve hukuka aykırı bir işlemle tesis olunan tescile dayanarak Hazine mülkiyet ve hak iddiasında bulunamaz. Hazine kötüniyetli olduğundan zamanaşımı da söz konusu değildir. Bu itibarla haksız ve yolsuz yapılan tescilin iptaline ve taşınmazın davacılar adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesi gerekmiştir."c) Karar temyiz edilmiş, Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/11/1991 tarihli ve E.1991/4158, K.1991/13278 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır. İlamın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"İdare Danıştay kararında açıkça belirtilmesine rağmen haksız eyleminde ısrar etmiştir. Yapılan eylem haksız tapuda yapılan işlem de yolsuz tescil niteliğinde ise başka hiçbir mercii ve mahkemeden karar almaksızın genel mahkemede iptal ve tescile karar verilebilir. Öte yandan çağdaş hukuk sistemlerinde usul kuralları hakka ulaşmayı engelleyen şekilci, katı kalıplar olarak değil, hakkı elde etme yollarını açan adaletin gerçekleşmesini kolaylaştıran yaşam koşulları ile özdeşleşen, yaşayan kurallar olarak tanımlanır. Çekişmeli taşınmazın davacılara ait olduğu ve hakkın özüne ilişkin kesin hüküm bulunmadığı açık bir gerçekken hakkın doğumu ve tapunun intikali ile hiçbir ilgisi bulunmayan idari karar hakkında süresi içerisinde idari mahkemede dava açılmadığından söz edilerek tapu iptali ve tescil davasının reddi usul ve yasaya uygun, haklı ve adil bir karar olarak kabul edilemez. Bu itibarla önceden verilen kararlar temyize konu dava yönünden yasal bir engel teşkil edemez.Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuki gerekçeye ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalı Hazinenin temyiz itirazı yerinde değildir." d) Karar düzeltme istemi üzerine aynı Dairenin 20/3/1992 tarihli ve E.1992/1827, K.1992/3695 sayılı ilamıyla onama ilamı kaldırılarak hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"...çekişmeli taşınmazın davacılara değil Hazineye ait olduğu konusunda bir kesin hükmün varlığından bahsetmek olanağı yoktur. Ancak olayda şu konuda bir kesin hüküm vardır: Şöyle ki; dava konusu taşınmazın kaydının davacılarından ya da miras bırakanlarından alınıp Hazine üzerine geçirilmesine dair kararın niteliği itibarıyla idari bir karar olduğu ve bu karar aynı yolla yani idari mercilerce geri alındığı ya da idari yargıda ihtal edilmedikçe adli yargıda görülemeyeceğine dairdir.Bu davalardan oluşan kesin hükümden sonra temyize konu davada, idari karar ortada dururken mahkemenin iptale ilişkin kararının onanması Dairenin önceki kararı ile çelişki doğmasına neden olacak, kesin hüküm kuralı ihlal edilecektir. Esasen 25/11/1936 tarihli ve 18/30 sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme kararında, '... Devlet Şurasınca böyle bir karar verilmemişse emvali metrukenin aynına taalluk eden bu gibi davaların rüyeti mahkemelerin vazifesi haricinde bulunduğu müttefikünaleyh olup takarrur eden temyiz içtihatları da bu merkezdedir...' şeklindeki ifadelere yer verilmiş, 1331 ve 1339 sayılı yasalara dayalı vaziyet etme hallerinde öncelikli olarak idari yargı yerine gidilmesi öngörülmüştür.Somut olayda Hazinece vaziyet edilme durumunun 1950 yıllarından sonra gerçekleştirildiğinin ileri sürülmesine karşın yukarıda sözü edilen yasalara dayanılarak idari bir tasarrufa gidildiği dosyadaki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır. Öyle ise olayın 25/11/1936 tarihli ve 18/30 sayılı inançları birleştirme kararından soyutlanması da mümkün değildir.Bu itibarla, vaziyet etme niteliğindeki idari işlemin idari yargı yerinde iptal edilmeden adli yargı yerinde açılan davanın dinlenemeyeceği gerekçesiyle reddine karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir..." e) Bozma ilamı sonrası İlk Derece Mahkemesinin 2/7/1992 tarihli ve E.1992/182, K.1992/321 sayılı kararı ile yolsuz tescil sonucu oluşan tapu kaydının iptali ve tescilindegenel yargı yerinde karar verileceği ve evvelce Hazine adına oluşturulan kaydın yolsuz tescil niteliğinde olduğu gerekçeleriyle önceki hükümde direnilmesine karar verilmiştir. f)Karar temyiz edilmiş; Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17/2/1993 tarihli ve E.1992/1-750, K.1993/56 sayılı ilamıyla hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir: "Direnme kararı ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, maliklerinin firari ve mütegayyip eşhastan oldukları kabul edilerek çekişmeli taşınmaza 1954 senesinde davalı Hazinece vaziyet edilmesi ve taşınmazın Hazine namına tapuya kaydedilmesi işleminden ötürü, bu işlemin yasalara uygun düşmediğini ileri süren davacı kişilerin, idari yargı yerinden karar almaksızın aynen istirdada (tapu iptal ve tescile) ilişkin böyle bir davayı adli yargı yerinde açabilip açamayacakları noktasında toplanmaktadır.Gerçekten, davalı Hazine tarafından yapılan işlemin dayanağını teşkil eden ve metruk malların hazineye geçmesini düzenleyen 1331 ve 1339 tarihli Yasaların ve tatbik suretlerini gösteren talimatname hükümlerinin uygulanmasında zaman zaman tereddütlere düşülmüştür. Ne var ki, o tarih itibariyle tefsire yetkisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 2 Haziran 1929 tarih 146 sayılı tefsir kararı ile yasa hükümlerinin uygulanış biçimlerine açıklık getirmiş ve anılan kararda (...1331 ve 1339 tarihli Kanunlara tevfikan vaziyet olunan ve olunacak emvali gayrimenkulenin, hazine namına kaydedilmiş hükmünde olduğu ve eshabının ancak bunların 1331 senesi iptidasındaki kıymetli mukayyedeleri üzerinden haklarının mahfuz tutulduğu cihetle bu emvalin bilahare ister muhtelif Kanunlar mucibince tahsis, teffız edilmiş, ister satılmış veya hazine uhdesinde muhafaza edilmiş olsun 1331 ve 1339 tarihli Kanunların tatbiki aleyhine Şur'ayı Devlet'çe bir hüküm verilmedikçe eshabına aynen iadesine Kanuni imkân olmadığı…) belirtilmiştir. Meclis tefsir kararına atıfta bulunan 1936 tarih ve 18/30 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının sonuç bölümünde de (... 1331 ve 1339 tarihli Kanunlara dayanılarak hazinece vaziyet olunan gayrimenkullerin sahipleri ve vefat etmişlerse mirasçıları tarafından firar ve kayıp duruma düşmediklerinden ve anılan Kanunların kendileri yönünden tatbiki lazım gelmediğinden bahisle açtıkları gayrimenkul malların aynen istirdadına yönelik davanın, Mahkemelerce kabul ve rüyeti ve aynen iadesi, dava olunan emval hakkında sözü edilen Kanunların tatbikinin lazım gelmeyeceğini dair devlet şûrasında bir karar verilmesine bağlıdır. Devlet şurasınca böyle bir karar verilmemişse emvali mezkurenin aynına da taalluk eden bu gibi davaların rüyeti mahkemelerin vazifeleri haricindedir...) ilkesi vurgulanmıştır.Hemen belirtilmelidir ki; 1331 ve 1339 sayılı Yasalar, yürürlükten kalkmış olsalar dahi, yürürlükte bulundukları dönemde cereyan eden hadiseler hakkında kendiliğinden hukuki sonuç doğurmuşlar ve kayıp ya da firari duruma düşen kişilerin taşınmaz malları, yasa hükümleri gereği devlete geçmiştir...Kuşkusuz, 'vaziyet etme' işlemlerinin ve idari yargı kararlarının taşınmaz malların mülkiyetlerini doğrudan doğruya Hazineye nakledici nitelikleri yoktur. Anılan işlemler ve kararlar yalnızca, yasaların yürürlükte kaldıkları dönem için firari yada kayıp duruma düşüldüğünü tespit ve açıklayan işlem ve karar niteliğindedirler. Ancak eldeki dava yönünden ortaya çıkan uyuşmazlıklarda (aynen istirdat davalarında) firari yada kayıp kişilerden sayılmama ve ilgili yasaların kapsamına girmeme olgusunu tespit ve açıklayan idari yargı kararı alınmasının zorunluluğu göz ardı edilmemelidir... Nitekim, değinilen türdeki davalar nedeniyle verilen hüküm ve kararları temyizen inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi uygulamalarında bu hususun yerine getirilmesi (idari yargı kararı alınması) ilkesini özenle korunmuştur. ... Esasen, konusu, tarafları ve sebebi aynı olan önceki dava (idari yargı yerinden olumlu bir karar getirilmeden tapu iptal ve tescil davasının dinlenebilmesi mümkün görülememiştir.....) gerekçesi ile reddedilmiş ve redde ilişkin İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinin …. 20/12/1984 tarihli ve 285/631 sayılı kararı temyiz incelemesinden geçerek kesinleşmiştir. Yakın tarihlerde yüce kurulda görüşülen tamamen benzeri nitelikteki emsali bir olayda, idari yargı kararı alındıktan sonra tapu iptal ve tescil davası açıldığı için, o davaya dinlenebilme olanağı sağlanmıştır...O halde Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır ...” g) Karar düzeltme istemi Hukuk Genel Kurulunun 27/10/1993 tarihli ve E.1993/1-508, K.1993/606 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. h) Bozma ilamı üzerine yapılan yargılama neticesinde İlk Derece Mahkemesi, 28/12/1993 tarihli ve E.1993/529, K.1993/592 sayılı kararı ile bozma ilamına uyarak "vaziyet etme niteliğindeki idari işlemin idari yargı yerinde iptal edilmeden adli yargı yerinde açılan davanın dinlenemeyeceği" gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. a) Agavni Mari Hazaryan, Serpuhi Anjel Hazaryan (Donikoğlu) ve Mihran Mardiros Hazaryan 25/4/1997 tarihinde emvali metruke mevzuatına göre taşınmaza el konulması işleminin "yokluk" nedeniyle geri alınması talebiyle İdareye başvuruda bulunmuş, taleplerinin zımnen reddedilmesi üzerine bu idari işleme karşı İstanbul İdare Mahkemesinde iptal davası açmışlardır.  b) Mahkeme 12/3/1998 tarihli ve E.1998/147, K.1998/186 sayılı kararı ile davanın süre aşımı yönünden reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"...davacıların yukarıda belirtilen yargı yerlerinde açmış oldukları davaların konusu ile işbu davanın konusu aynı isteme yönelik olduğundan 2577 sayılı Kanun'un yukarıda aktarılan maddesi hükmü ile öngörülen ve üst makamlara başvurma şartı için aranılan idari dava açma süresi içinde işlemin kaldırılması veya değiştirilmesinin üst makamdan istenebileceği, cevap verilmemesi halinde 60 gün içinde dava açılacağı yolundaki kuralın önceki davalar ile işletilmiş olduğu ve 25/4/1997 tarihli başvurunun ise geçirilmiş olan dava açma süresinin yeniden ihyası amacıyla yapılmış olduğu sonucuna varılmıştır.Her ne kadar davacı vekilince dava konusu işlemin yok hükmünde olduğu ve idari işlemin yokluğunun tespitinde dava için başvuru süresinin aranmayacağı yolundaki iddiası, idari yargılama hukukunda süre olgusunun kamu düzeni ile ilgili olduğu dikkate alınarak yerinde bulunmamıştır.Durum böyle olunca, 1954 yılında tesis olunan işleme yönelik olarak bu işlemin geri alınması istemiyle davacılar tarafından 25/4/1997 tarihli dilekçeyle yapılan başvurunun zımnen reddine dair işlemin iptali istemiyle açılan işbu davada süre aşımı bulunduğundan esasın incelenmesine olanak bulunmamaktadır." c) Temyiz edilen karar, Danıştay Onuncu Dairesinin 12/4/2000 tarihli ve E.1998/6210, K.2000/1496 sayılı ilamıyla, kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle onanmıştır. a) Bu defa Erol Donikoğlu, Agavni Mari Hazaryan ve Mihran Mardiros Hazaryan 2/5/2008 tarihinde, taşınmaza el konulması işleminin "yokluk" nedeniyle kaldırılarak adlarına tescil edilmesi istemiyle yeniden Defterdarlığa başvuruda bulunmuşlar, bu başvurunun da reddi üzerine İstanbul İdare Mahkemesinde iptal davası açmışlardır. b) Mahkeme 26/11/2008 tarihli ve E.2008/1426, K.2008/2161 sayılı kararı ile davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar vermiştir.  c) Temyiz edilen karar, Danıştay Onuncu Dairesinin 19/6/2009 tarihli ve E.2009/6010, K.2009/6679 sayılı ilamıyla onanmıştır. d) Karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 6/7/2010 tarihli ve E.2009/14184, K.2010/6101 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"... İdare hukukunda kurucu unsurlarında derhal fark edilebilir nitelikte ağır ve açık sakatlıkları bulunan işlemler “yok hükmünde” olan işlemler olarak adlandırılmaktadır.Yargısal ve bilimsel içtihatlarda, yokluk halinin ancak, işlemin, asli kurucu unsuru olan yetki unsuru yönünden incelenmesinde fonksiyon veya yetki gasbı hallerinin saptanması veya kanunun açıkça yasakladığı bir konuda yapılması halinde mümkün olabileceği kabul edilmektedir. Bu gibi durumlarda, işlemin “varlık koşulları” oluşmamış olduğundan bizzat işlemin yokluğu sonucu doğmakta, işlem hiç doğmamış,, var olmamış sayılmaktadır. Bu tür işlemlere karşı açılacak davalarda süre aşımı bulunmamakta ve yargı yeri işlemin yok olduğunun tespitine karar vermektedir.İdari işlemin unsurlarındaki olağan hukuka aykırılıklar ise, işlemin 'geçerlilik koşulları'na ilişkin olduğundan, böyle bir durumda, ortada hukuka aykırı ve iptal edilebilir, geçerli bir idari işlem bulunmaktadır. Dava açıldığında yargı yerinde bu işlemlerin hukuka uygunluk denetimi yapılarak hukuka aykırılığın saptanması halinde iptaline karar verilmektedir. …..Bu durumda, ortada yukarıdaki yokluk halleri olarak belirtilen fonksiyon veya yetk gasbı durumu veya Kanunun emredici hükümlerine açıkça aykırı veya idarenin hiç yapamayacağı herhangi bir işlem bulunmadığından, dava konusu işlemlerin “geçerlik koşulları” bakımından hukuka uygunluk denetiminin yapılması ve öncelikle de dava dilekçesinin 2577 sayılı Kanun’un maddesinde öngörülen ilk inceleme konuları yönünden incelemeye tabi tutulması gerektiği açıktır...” a) Erol Donikoğlu, Agavni Mari Hazaryan ve Mihran Mardiros Hazaryan tarafından bu defa 20/2/2012 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinde Maliye Hazinesi aleyhine tespit ve eski hale iade suretiyle tapu iptali ve tescil davası açılmıştır. b) Mahkeme 11/12/2012 tarihli ve E.2012/76, K.2012/606 sayılı kararı ile yargı yolu yanılgısı nedeniyle dava dilekçesinin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"... davalı Hazine adına taşınmazın tesciline ilişkin 1958 tarihli vaz’iyet ve el koyma kararı bir idari işlemdir ve idari yargı yerinde iptal edilmeden bu işleme dayalı olarak oluşturulan tapu kayıtlarının iptal edilmesi mümkün değildir.Somut olayda da, davacı taraf bu idari işlemin yoklukla malul olduğunun tespitine ve bu idari işlemle oluşan tapu kayıtlarının eski hale iadesine karar verilmesini istemiş olup, vaz'iyet ve el koyma karan halen hukuken geçerli olduğundan bu kararın iptali ile ilgili açılacak davanın da idari yargı yeri yerinde açılması gerektiğinden davacının bu yöndeki istemine yönelik dava dilekçesinin Mahkememiz yargı yeri bakımından görevli olmaması nedeniyle yargı yeri bakımından reddine, tapu iptali ve tescil isteğinin de idari işlem iptal edilmediğinden reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır…” c) Temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/4/2013 tarihli ve E.2013/2459, K.2013/5535 sayılı ilamıyla onanmıştır. d) Başvurucuların karar düzeltme istemi de, aynı Dairenin 13/1/2014 tarihli ve E.2013/15230, K.2014/95 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucular vekiline 18/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 4/4/2014 ve 10/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk Emval-i Metruke Mevzuatıa. Kanunlar 19 Mayıs 1331 (1/6/1915) tarihli ve 2189 sayılı Takvim-i Vakayi'de yayımlanan 14 Mayıs 1331 (27/5/1915) tarihli ve Vakt-i Seferde İcraat-ı Hükûmete Karşı Gelenler İçin Cihet-i Askeriyece İttihaz Olunacak Tedabir Hakkında Kanun-u Muvakkat'ın maddesi şöyledir:"Ordu, müstakil kolordu ve tümen komutanları, askerî gereklerden ötürü veya casusluk ve hıyanetlerini hissettikleri köyler ve beldeler halkını tek tek veya toplu olarak diğer mahallere sevk ve iskân ettirebilirler." 14 Eylül 1331 (27/9/1915) tarihli ve 2303 sayılı Takvim-i Vakayi'de yayımlanan 13 Eylül 1331 (26/9/1915) tarihli Ahar Mahallere Nakledilen Eşhasın Emval ve Düyun ve Matlubat-ı Metrukesi Hakkında Kanun-u Muvakkat'ın ve maddeleri şöyledir: "Madde 1: 14 Mayıs 1331 tarihli Kanun-u Muvakkat hükmünce ahar mahallere nakledilen eşhas-ı hakikiye ve hükmiyenin terk etmiş oldukları emval ve matlubat ve düyun, bu husus için müteşekkil komisyonların her şahıs için ayrı ayrı tanzim edecekleri mazbatalar üzerine, mahkemelerce tasfiye olunur.Madde 2: Birinci maddede beyan olunan eşhasın hin-i nakillerinde mutasarrıf bulundukları icareteynli musakkafat ve müstagallat-ı vakfiyenin Hazine-i Evkaf ve emval-i gayrimenkule-i sairenin Hazine-i Maliye namlarına kayıtları icra edilerek her iki kısım emval-i gayrimenkulenin mezkur hazineler tarafından verilecek bedellerinden bade't tasfiye kalacak miktarı ashabına ita olunur. (Ek ibare- 22 Eylül 1332 kabul ve 01 Teşrinievvel 1332 yayım tarihli, Ahar Mahallere Nakledilen Eşhasın Emval ve Düyun ve Matlubat-ı Metrukesine Mütedair Kanun-u Muvakkatin İkinci Maddesinin Birinci Fıkrasına Müzeyyel İbare Hakkında Kanun-u Muvakkat’ın maddesi ile) Şu kadar ki mahal-i ahara naklolunan eşhas-ı merkumeye mahal-i mürütteplerinde beytutet ve ikametleriyle maişetlerini temin edebilecek derecede emlak ve arazi-i mahlule ve emiriyeden meccanen mesken ve arazi verilmek suretiyle de muavenet olunabilir....Madde 3: Zikrolunan şahısların nukut ve emval-i menkule-i metrukesiyle mevduat ve matlubatı, birinci maddede zikredilen komisyon reisi veya vekili tarafından cem' ve istirdat ve tahsil ve dava ve emval-i metrukeden münaza'ün-fih olmayanlar, bilmüzayede fürüht ile hasıl olan mebaliğ sahipleri namına emaneten mal sandıklarına tevdi olunur." 20 Nisan 1338 (20/4/1922) tarihli ve 224 sayılı Memalik-i Müstahlasadan Firar ve Gaybubet Eden Ahalinin Emval-i Menkule ve Gayrimenkulelerinin İdaresi Hakkında Kanun'un ve maddeleri şöyledir:"Madde 1: Düşman istilasından kurtulan mahallerde ashabının firar ve gaybubetine mebni sahipsiz kalmış olan emval-i menkule, Hükümetçe usulü dairesinde bimüzayede füruht ve emval-i gayrimenkule ile mezruat keza Hükümetçe idare edilerek esman ve bedel-i icar ve hasılat-ı sairesi masarıf-ı vakia ba'det-tenzil emanet hesabına kayıt edilmek üzere mal sandıklarına tevdi olunur. Ancak bunlardan avdet edenlerin emval-i gayrimenkuleleri ile emaneten mal sandığına teslim edilmiş olan mebaliği kendilerine iade olunur.Madde 5: İşbu Kanun ahkamı ahval-i harbiye veya siyasiye ilcası ile sair mahallerde firar veya gaybubet ettikleri hükmen sabit olan eşhasın emval-i menkule ve gayrimenkule ve mezruatları hakkında dahi caridir." 15 Nisan 1339 (15/4/1923) tarihli ve 333 sayılı Ahar Mahallere Nakledilen Eşhasın Emval ve Düyun ve Matlubat-ı Metrukesi Hakkındaki 17 Zilkade 1333 ve 13 Eylül 1331 tarihli Kanunu Muvakkatin Bazı Mevaddı ile 20 Nisan 1338 Tarihli Emval-i Metruke Kanununu Muaddil Kanun'un ve maddeleri şöyledir:"Madde 1: Ahar Mahallere Nakledilen Eşhasın Emval ve Düyun ve Matlubat-ı Metrukesi Hakkınaki 17 Zilkade 1333 ve 13 Eylül 1331 Tarihli Kanun-u Muvakkatin ikinci madesi berveçhi ati tadil edilmiştir:'Birinci maddede beyan olunan eşhasın hin-i nakillerinde mutasarrıf bulundukları icareteynli müsakkafat ve müstegallat-ı vakfiyenin Hazine-i Evkaf ve emval-i gayrimenkule-i sairenin Hazine-i Maliye namlarına kaydı icra edilerek her iki kısım emval-i gayrimenkulenin takdir olunacak bedellerinden ba'det tasfiye kalacak miktarı ashabı namına emaneten irat kaydolunur...'"Madde 6: Her ne suretle olursa olsun tegayyüp veya müfarakat veyahut memalik-i ecnebiye ve meşfuleye veya İstanbul ve mülhakatına firar edenlerin emval-i menkule ve gayrimenkule ve düyun ve matlubatı hakkında dahi mezkur 13 Eylül 1331 tarihli Kanun-u Muvakkat ile işbu tadilat ahkamı tatbik olunur." 24/5/1928 tarihli ve 1331 sayılı Mübadil, Gayrimübadil, Muhacir ve Saireye Kanunlarına Tevfikan Tevzi veya Adiyen Tahsis Olunan Gayrimenkul Emvalin Tapuya Raptına Dair Kanun'un ve maddeleri şöyledir:"Madde 6: Mübadeleye tabi eşhastan metruk olanlar hariç olmak üzere bilumum emval-i metrukenin bu Kanunun meriyeti tarihine kadar tefviz edilmiş veya edilmek üzere bulunmuş olanlardan maadası Hazine-i Maliyeye intikal eder. Mübadeleye tabi eşhasa ait olup da şimdiye kadar usulü dairesinde tefviz veya tahsis olunmayan emvalden harabiye duçar olacağına Dahiliye Vekaletince karar verilen emval; gayrimübadil eşhasa ait iken hasbellüzum iskan emrine verilmiş olan emvale mahsuben kezalik Hazine-i Maliyeye devrolunur. Madde 7: 13 Eylül 1331 tarihli ve 15 Nisan 1339 tarihli kanunlara tevfikan vaz'ıyet edilmiş ve edilecek emval-i gayrimenkule gerek mübadillere tahsis ve tefviz edilmiş olsun gerek Hazine uhdesinde bulunsun hükmen tahakkuk edecek müstahiklerine iade edilmeyip ancak kıymeti mukaddereleri, 15 Nisan 1341 tarihli Kanuna tevfikan Hazine-i Maliyeden tesviye olunur." 24/5/1928 tarihli ve 1349 sayılı Emval-i Metruke Hesab-ı Carilerinin Bütçeye İrat Kaydına Dair Kanun'un maddesi şöyledir:"31 Mayıs 1928 nihayetinde emval-i metruke hesab-ı carilerinin matlup bakiyeleri, 1928 sene-i maliyesi varidat bütçesinin hasılat-ı müteferrika faslına irat kayıt ve badema vaki olacak hasılat hakkında da aynı vechile muamele olunur."b. Kararname ve Yönetmelikler 29 Mart 1339 (29/3/1923) tarihli ve 2391 sayılı Bilad-ı Meşguleden Olan İstanbul’dan Firar ve Tegayyüp Eden Eşhasın Emval-i Metrukesi Hakkında Talimatname'nin ve maddeleri şöyledir:"Madde 1: İstanbul bilad-ı meşguledendir. Bina'enaleyh firar veya tegayyüp etmiş eşhasın menkul ve gayrimenkul emval-i metrukesi hakkında, Emval-i Metruke Kanununun beşinci maddesi ahkamı tatbik edilmek icap eder.Madde 2: Esbab-ı siyasiye veya harbiye ilca'sile firar veya tegayyüp etmiş olanların emval-i metrukesi hakkında bir cihetten iddiayı istihkak olunmadığı takdirde Hükümetçe hükmen ispatı firar veya galbubete lüzum olmaksızın birinci madde mucibince muamele ifa edilir. İddia vukuunda yalnız emvalin tahrir ve tespitiyle iktifa edilerek netice-i hükme intizar olunur. Şu kadar ki emval-i mezkure meyanında mütesariülfesat olanlar mevcut ise, bunlar derhal füruht ve esmanı ashabı namına emaneten hıfzedilir." 29 Nisan 1339 (29/4/1923) tarihli ve 2453 sayılı İstanbul'dan Firar ve Tegayyüp Etmiş Eşhasın Menkul ve Gayrimenkul Emval-i Metrukesi Hakkında Yapılacak İşlemlere Dair Kararname'nin maddesi şöyledir:"4 Teşrinisani 1338 tarihinden mukaddem her ne suretle olursa olsun ve tarih-i mezkurdan sonra Hükümetten mezuniyet istihsal etmeksizin İstanbul vilayetinden müfarakat etmiş olanların emval-i metrukesi hakkında kavanin-i mezkure ahkamı caridir. Yalnız istihkak iddiası vukuunda, tahrir ve tespitiyle iktifa edilerek netice-i hükme intizar olunur. Şu kadar ki emval-i metruke meyanında mütesariül-fesat olanlar mevcut ise, bunlar derhal füruht ve esmanı ashabı namına emaneten hıfzedilir." 20 Temmuz 1340 (20/7/1924) tarihli ve 711 sayılı Anadolu'da İkamet Ettiği Mahalden Hükûmetin İznini Alarak Ayrılanların Mallarının, Terk Edilmiş Mallardan Addedilmemesi Hakkında Kararname 12 Teşrinisani 1340 (12/11/1924) tarihli ve 1120 sayılı 711 Numaralı Kararnamedeki "Anadolu" Tabirinin "Türkiye" Olarak Değiştirilmesinin Kabul Edilmiş Olduğuna Dair Kararname 18 Kanunisani 1341 (18/1/1925) tarihli ve 1368 sayılı Cumhuriyet Hükûmetinin İzniyle Seyahat Etmiş Olanların Mallarının Terk Edilmiş Mallardan Addolunmayacağına Dair Kararname 5 Şubat 1341 (5/2/1341) tarihli ve 1510 sayılı Lozan Muahedesinin Kabul Edildiği Tarihten Sonra Gitmiş Olanların Taşınmaz Mallarına Müdahale Edilmemesi Hakkındaki Kararname'nin ilgili kısımları şöyledir:"Lozan Muahedenamesinin mevki-i meriyete vaz'ından mukaddem ailesini bulundukları mahalde bırakarak muvakkaten azimet ve avdet edenlerin emvaline tasfiye komisyonları ve onların lağvinden sonra Hazinece vaz'ıyet ve müdahale edilmemiş ise, bundan sonra müdahale edilmemesi ve bu suretle azimet ve avdet ederek, kendisi emval-i gayrimenkule vaz'ılyet olduğu halde, Hükümetçe Lozan Muahedesinin tasdikinden sonra yedi refedilmiş ve sahipleri el-yevm mallarının bulunduğu yerlerde mevcut bulunmuş ise bu gibi emvalin de sahiplerine iadesinin ruh-u kanuna muvafık olacağı ve Kararda mezkur olduğu üzere Hükümet-i Cumhuriyenin müsaadesiyle ale'l-ıtlak seyahat etmiş olanların gayrimenkullerinin emval-i metrukeden addolunmadığı takdirde cumhuriyetin ilanından sonra ve fakat Lozan Muahedenamesinin Hükümet-i Cumhuriyece tasdikinden mukaddem velev ki Hükümetin müsadesi ile gitmiş olanların emval-i gayrimenkulesi ber-mucibi kanun Hazineye intikal ettiği ve el-yevm ashabı mahall-i aharda veya memalik-i ecnebiyede bulundukları halde, emval-i metruke-i gayrimenkulelerinin kendilerine veya vekillerine iadesi iktiza edeceği ve bu ise hükm-ü kanun haricinde bulunacağı cihetle karar-ı mezkurun "Lozan Muahedenamesinin Büyük Millet Meclisince kabul olunduğu tarihten sonra gitmiş olanların ale'l-ıtlak emval-i gayrimenkulelerine vaz'ıyet olunmaması ve vaz'ıyet edilmiş olanlar var ise iadesi ve Lozan Ahitnamesinin tasdikinden evvel Hükümetin müsadesiyle bera-yı maslahat muvakkaten azimetle avdet edilip henüz emvaline Hükümetçe vaz'ıyet edilmemiş ve elyevm kendileri vaz'ılyet bulunmuş kesanın emvaline fimabat dahi müdahale edilmemesi" suretinde tavzihi teklif olunmuştur. Keyfiyet İcra Vekilleri Heyetinin 5/2/21341 tarihli içtimaında lede't- tezekkür karar-ı sabıkın teklifi vaki vechile tavzihi tekarrür etmiştir." 13/6/1926 tarihli ve 3753 sayılı Talimatname'nin ilgili kısımları şöyledir:" Lozan Muahedenamesinin ekkaliyetlere müteallik ahkamına nazaran mezkur Muahedenamenin mevki-i meriyete vaz'ı tarihi olan 6 Ağustos 1340 tarihinden sonra emval-i metrukeye vaz'ıyed edilmesi icab eder. Vaz'ıyed yani emvalin metrukiyetine Hükümetce resmen kesb-i ıttıla 6 Ağustos 1340 tarihinden evvel vaki ise muamele intaç olunur. Vaz'ıyed yani emvalin metrukiyetine Hükümetçe kesb-i ıttıla 6 Ağustos 1340 tarihinden sonra vuku bulmuş ise atideki eşkale göre muamele ifa edilir:A. Emval-i mezkure ashabı malının bulunduğu mahalde ise kendisine mevcut olmayıp vekili var ise vekiline iade ve teslim olunur. Vekili dahi bulunmadığı surette ashabı namına ahkamı umumiye-yi Devlete tevfikan Hükümetçe idare edilir.B. Bu kabil emval-i gayrimenkule-i metruke, muhacirine tahsis veya tefviz edilmiş ise tahsis olunduğu tarihteki kıymeti, kain bulunduğu mahalde peşin para ile vaki emlak satışları fiyatına nazaran idare heyetlerince takdir olunarak ashabına tesviye olunur. Mezkur emval satılmış ise ashabı, bedel-i mebii ancak şerait-i füruht dairesinde istifa edilebilir. Buna muvafakat göstermediği surette, ahkam-ı umumiye-yi kanuniyeye tevfikan hüküm istihsal eylemek üzere mehakim-i aidesine müracaatta muhtardır...." 17/7/1927 tarihli ve 5451 sayılı 13/6/1926 tarihli Talimatnamenin Bazı Maddelerini Değiştirmek Üzere Hazırlanan Talimatnamenin Yürürlüğe Konulması Hakkında Kararname'nin ilgili kısımları şöyledir:" Lozan Sulh Muahedesine nazaran emval-i metruke hakkında olunacak muameleye dair 13 Haziran 1926 Tarihli Talimatnamenin 1'inci ve 2'inci maddeleri yerine aşağıdaki madde ikame edilmiştir.'13 Eylül 1331 ve 15 Nisan 1339 tarihli kanunlar mucibince Lozan Muahedesinin mevkii meriyete vaz'ından mukaddem emval-i metrukeden addi lazım gelen emval-i gayrimenkule hakkında emval-i metruke suretiyle ifasına devam olunur.Şu kadar ki mezkur Sulh Muahedesinin mevki-i meriyete vaz'ı tarihine kadar, Hükümetçe tasarrufuna ibtidar edilmemiş olduğu halde, mahallerine avdet eden sahipleri tarafından işgal veya idare edilmekte olan emval-i metrukeye bir tedbir-i idari olmak üzere Hükümetçe müdahale edilmez.' Zikrolunan Talimatnamenin 3'üncü maddesinin iptidası ile (A) işaretli fıkrası aşağıda yazılı vechile tadil edilmiştir.'Birinci maddenin ikinci fıkrası mucibince müdahale edilmemesi lazım gelen emval-i metruke hakkında atideki şekillere göre muamele ifa edilir:A. Emval-i metruke sahiplerine iade olunur."c. Türkiye Büyük Millet Meclisi Tefsirleri 18/3/1929 tarihli ve 142 numaralı "24 Mayıs 1928 tarih ve 1331 sayılı Kanun'un Altıncı Maddesinin" Tefsiri şöyledir:“… Kanunun 6’inci maddesinde mevcut ‘bu Kanunun meriyet tarihine kadar tefviz edilmiş veya edilmek üzere bulunmuş’ kaydı meriyet tarihine kadar istihkaka müsteniden vaki müracaatların tevsik ve tespit safhalarını geçirmiş ve yalnız tefviz komisyonu kararına iktiranı kalmış olması lüzumunu ifade eder.” 2/6/1929 tarihli ve 146 numaralı "24 Mayıs 1928 tarih ve 1331 sayılı Kanun'un Yedinci Maddesinin" Tefsiri şöyledir:“… Kanunun yedinci maddesi ile 13 Eylül 1331 ve 15 Nisan 1339 tarihli kanunlara tevfikan vaz’ıyet olunan ve edilecek olan emval-i gayrimenkule Hazine namına kaydedilmiş hükmünde olduğu ve ashabının bunların ancak 1331 senesi iptidasındaki kıymet-i mukayyedeleri üzerinde hakları mahfuz tutulduğu cihetle bu emvalin bilahere ister muhtelif kanunlar mucibince tahsis, teffiz edilmiş, ister satılmış veya Hazine uhdesinde muhafaza edilmiş olsun 13 Eylül1331 ve 15 Nisan 1339 tarihli kanunların tatbiki aleyhine Şura-yı Devletçe bir hüküm verilmedikçe, ashabına aynen iadesine imkanı kanunî olmadığı gibi 28 Mayıs 1928 tarihli Kanunun gerek neşrinden evvel, gerek neşrinden sonra hükmen tahakkuk etmiş veya edecek müstahaklarına da aynen iadesine cevaz verilmeyerek, ancak eshabına veya hükmen tahakkuk eden veya edecek olan müstahaklarına bu emvalin 15 Nisan 1341 tarihli kanuna tevfikan 1331 senesi iptidasındaki kıymeti mukayyedelerinin verilmesi ve bunda da 15 Nisan 1341 tarih ve 622 syaılı Kanun ahkamının nazar-ı itibara alınması maksuttur.”d. Yargısal İçtihatlar Anayasa Mahkemesinin 22/4/1963 tarihli ve E.1963/41, K.1963/94 sayılı kararı şöyledir:"...l- Önce, itirazın konusu olan 13 Eylül 1331 tarihli geçici kanunla 15 Nisan 1339 tarihli ve 333 sayılı kanunun bugün için ne gibi durumlarda uygulanmalarının mümkün bulunduğunun araştırılması gereklidir.Gerçekten Ortodoks dininden olan Türk tebaası rumların malları hakkında sonradan Yunan Hükümeti ile yapılan çeşitli andlaşmalarda özel hükümler kabul edilerek bu kanunların dışına çıkartılmış olmaları bakımından haklarında artık anılan kanunların uygulanması söz konusu değildir.Bunların dışında kalan ve yukarıda adı geçen kanunların kapsamına giren Türk Tebaası hakkında ise, 6 Ağustos 1340 gününde yürürlüğe konulan Lozan Andlaşmasında özel hükümler bulunduğundan, o tarihten sonra ihtiyar edecekleri hareketleri ve fiili durumları ne olursa olsun bu kanunların uygulanmasına imkan yoktur. Ancak bunlardan Lozan Andlaşmasının yürürlüğünden önce firarı veya mütegayyip girmiş olanlar hakkında söz konusu kanunların uygulanması gerekeceğinden şüphe edilemez.Zira gerek 13 Eylül 1331 tarihli geçici kanunun, gerekse 15 Nisan 1339 tarihli ve 333 sayılı kanun hükümlerinin koyduğu esas bu kanunlarda yazılı şekillerde firari ve mütegayyip bulunan veya başka yerlere naklolunan şahısların bu hallerinin vuku bulduğu anda, taşınmaz mallarının, ilgisine göre Maliye veya Evkaf Hazinelerinin mülkiyetine otomatik bir surette geçmiş bulunacağı yolundadır.Bu yön 13 Eylül 1331 günlü geçici kanunun l inci ve değişik 2 nci maddelerinin açık ifadelerinden anlaşıldığı gibi, bilâhare yürürlükten kaldırılmış bulunan 1331 sayılı kanunun 7 nci maddesinin yorumlanmasına dair olan 2/6/1929 tarih ve 146 sayılı kararda (...... 13 Eylül 1331 ve 15 Nisan 1339 tarihli kanunlara tevfikan vaziyet olunan ve edilecek olan emvali gayrimenkule hazine namına kaydedilmiş hükmünde olduğu ......) belirtilmek suretiyle kanun koyucu tarafından da açıkça ifade edilmiş ve bu kanunun uygulama şekillerini gösteren 29/5/1339 tarihli ve 2455 sayılı yönetmeliğin 3 üncü maddesinde de "15 Nisan 1339 tarihli kanunun 6 ncı maddesinde zikrolunan eşhastan metruk emvali gayrimenkule tarihi mezkûrdan itibaren Maliye ve Evkaf hazinelerinin uhdei tasarruflarına geçmiştir" denilmek suretiyle kanun hükümlerinin o tarihlerdeki anlayış tarzı da kesin bir surette ortaya konulmuş ve o zamandanberi de tatbikat bu yolda cereyan edegelmiştir.Bu esasa göre, 6 Ağustos 1340 tarihinden önce fiili bir surette yukarıda yazılı durumlara girmiş bulunan şahıslar hakkında yapılan ve bundan sonra, da yapılacak olan muamele; bunların mallarının, bu durumlara düştükleri tarihte Hazine veya Vakıflar İdaresi uhdesine geçmiş olup olmadığının tesbiti için o tarihlerde firari veya mütegayyip veya afcar mahalle naklolunan kimselerden olup olmadıklarının tâyini maksadıyle girişilen araştırmalarla, tesis olunan idarî işlemlerden ibarettir. Bu işlemlerin bir safhası olarak sık sık adı geçen (Vaziyet muamelesi) veya (Vaziyet kan) bu gibi gayrimenkullerin mülkiyetinin Maliyeye veya Vakıflar idaresine intikalini sağlayan hukukî ve kanunî bir unsur olmayıp, idarece bahis konusu şahsın firari, mütegayyip veya ahar mahalle nakledilen kimse olup olmadığının tesbiti için yapılan araştırmalar sonunda varılan neticeyi ve bu şahsa ait olup da kanun gereğince Hazine veya Vakıflar idaresine intikal etmiş bulunan gayrimenkullerin cins ve yerlerini topluca ifade ve vukuatı hülâsa için, tutulan bir usul gereğince, yazılan bir yazıdan ibarettir. Yukarıda da belirtildiği üzere böyle bir usul tutulması idarece ihtiyar edilmemiş olsa veya bu usule rağmen dosyasında böyle bir yazı bulunmasa dahi kanunda belirtilen duruma düşen şahısların mallarının bu duruma düştükleri tarihte, Hazine veya Vakıflar İdaresine kanun gereğince geçmiş olduklarının kabul edilmesi zaruridir.Binaenaleyh Lozan Andlaşmasının yürürlüğe girdiği 6 Ağustos 1340 tarihinden Önce firari ve mütegayyip duruma giren veya başka mahalle nakledilmiş bulunan bir kimsenin mallarının mülkiyeti, bu duruma girdiği tarihten itibaren, dosyasında o tarihte alınmış bir vaziyet kararı olsun, olmasın, ilgisine göre Maliye veya Evkaf uhdesine kanun uyarınca geçmiş bulunmaktadır.Bu itibarla böyle bir şahsın, firari veya mütegayyip olup olmadığının tesbiti işine 6 Ağustos 1340 tarihinden evvel başlanmamış ve bu tarihten Önce bir vaziyet kararı verilmemiş olması, esasen bu tarihten önce kanun gereğince ilgili hazine uhdesine geçmiş olan mallarının hukukî durumu üzerinde hiç bir etki yapamaz.Bu bakımdan 6 Ağustos 1340 tarihinden evvel başka yere nakledilmiş veya firar veya tegayyüp eylemiş bir kimsenin malı, bu tarihten evvel Hazineye veya Vakıflar idaresine bir kanunla geçmiş bulunduğundan, bu tarihten sonra bu durumun belirtilmesi maksadiyle yapılan işlemler, gayrimenkul mülkiyetinin bu idarelere geçirilmesini değil, vaktiyle tahakkuk etmiş bulunan intikal muamelesinin belirtilmesi amacını gütmektedir.Aksi düşünce, yani 6 Ağustos 1340 tarihinden önce firari veya mülegayyip duruma girmiş olduğu halde malları üzerinde her nasılsa idarî işlemlere başlanmamış bulunan kimseler hakkında Lozan Andlaşmasının yürürlüğe girdiği tarihten sonra artık emvali metrûke kanunlarının uygulanamayacağı düşüncesi, yürürlüğe girdiği tarihten sonraki hâdiselere uygulanması gereken andlaşma hükümlerinin, yürürlükten evvelki olaylara da sari olduğunun kabulü ve bunun sonucu olarak da Maliye ve Vakıflar hazinesinin daha önce iktisap etmiş olduğu mülkiyet hakkının iptal edilmesini icap ettirir ki, böyle bir hal, kanunların yürürlüğü konusundaki hukukî esaslarla bağdaştırılamaz.6 Ağustos 1340 gününden sonra firar veya tegayyüp etmiş bulunanlara gelince :Lozan Andlaşmasının yürürlüğe girdiği 6/8/1340 gününden sonra vukua gelen ve emvali metrûke kanunlarınca ön görülen fiil ve hareketlere bu kanunların uygulanmasına imkân kalmamıştır. Nitekim 17/7/1927 günlü ve 5451 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı da bu esasları böylece tesbit ve tatbik etmiş bulunmaktadır.Bu itibarla emvali metrûke mevzuatının, 6 Ağustos 1340 tarihînden evvel tekevvün etmiş firar veya tegayyüp olaylarının usulü dairesinde bugün tesbiti halinde, uygulanması tabiî ve zarurî bulunmaktadır.Bu cümleden olarak Medenî Kanunun yürürlüğünden önceki ölüm ve evlenme olayları dolayısiyle zamanında yürürlükte olan hükümlerin bugün için uygulanmakta olması, konunun daha iyi canlandırılabilmesi bakımından örnek olarak gösterilebilir.Bu sebeplerle söz konusu 13 Eylül 1331 günlü geçici kanunla 15 Nisan 1339 günlü ve 333 sayılı kanunun, 6 Ağustos 1340 gününden önceki firar, tegayyüp veya başka yere nakil olayları dolayısiyle halen uygulanmalarının mümkün bulunduğu gerekçede oy çokluğu, esasta oy birliği ile kararlaştırılmıştır.2- Danıştay Sekizinci Dairesi söz konusu iki kanunun tümünün Anayasa'ya aykırılığını ileri sürmüştür.Yukarıda yapılan açıklamadan da anlaşılacağı üzere davacı hakkında uygulanan hükümlerin iki kanunun bütün maddeleri olmayıp 15 Nisan 1339 günlü ve 333 sayılı kanunun 6 ncı maddesi ve bu madde delaletiyle 13 Eylül 1331 günlü geçici kanunun l ve 333 sayılı kanunla değiştirilen 2 nci maddeleridir.Anayasa'nın 151 nci maddesi ile Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri hakkındaki 44 sayılı Kanunun 27 nci maddesinde mahkemelerce bakılmakta olan bir dâva sebebiyle uygulanacak kanun maddelerinin Anayasa'ya aykırı görülmesi halinde Anayasa Mahkemesine itirazda bulunulabileceği kabul edilmiş olduğuna, Danıştay'da açılmış bulunan bu dâvada ise söz konusu kanunların bütün hükümlerinin değil, sadece yukarıda işaret edilen hükümleri uygulanacağına göre Danıştay 8 inci Dairesince yapılan itirazın, 13 Eylül 1331 günlü kanunun l inci maddesi ile değişik 2 nci maddesine ve 15 Nisan 1339 günlü ve 333 sayılı kanunun 6 ncı maddesine hasren incelenmesi gerektiği oy birliği ile kararlaştırılmıştır.3- Davacının 29 Eylül 1962 günlü dâva dilekçesinde dâvanın konusu Boğos Urpakyan'm (Nerede olduğunun bilinmediği yolundaki kifayetsiz bir tetkike istinaden firari ve mütegayyip eşhastan addedilerek) malları üzerinde Cevri Usta Vakfı adına yapılan (Vaziyet işleminin ve tescil muamelesinin), adı geçenin firari mütegayyip eşhastan olmadığı cihetle (iptaline) karar verilmesi şeklinde belirtilmiş bulunmakta isede tapudaki tescil muamelelerinin iptali işlemi, idarî dâvaya konu teşkil edemeyeceğinden Danıştay'da açılmış bulunan dâvanın, davacının murisinin firari ve mütagayip bir şahıs olarak kabul edilmesi yolundaki idarî işleme yöneltilmiş sayılması zaruri bulunmakta ve sonuç olarak firar ve tegayyübü tesbit eden idarî işlemin iptali dâvası söz konusu olmaktadır.Zira olayda söz konusu malın mülkiyeti, Vakıflar İdaresine bir idarî tasarruf sonucu geçmiş olmayıp, firar ve tegayyübün sonucu olarak ve kanun hükmü ile geçmiş bulunmaktadır.Olayda, idarî dâva konusu tasarruflar ise, firar ve tegayyübün tesbiti amacı ile yapılan işlemlerle bu işlemlere dayanan ve ilgilinin (Firari) veya (Mütegayyip) kişi olduğunu belirten karardır.Sözü edilen 13 Eylül 1331 tarihli geçici kanunun l ve değişik 2 nci maddeleri ile 15 Nisan 1339 tarihli kanunun 6 ncı maddesinin, Türk vatandaşı şahısların ne gibi hallerde firari veya mütegayyip sayılacaklarına dair olan hükümlerinde ise Anayasa maddelerine aykırılık arzeden bir husus mevcut değildir. Zira Anayasa'da, yurdu, Birinci Dünya Harbinin buhranlı zamanlarında terketmiş bulunan Türk tebaasının, firari veya mütegayyip şahıs sayılmalarına engel olabilecek herhangi bir hüküm yoktur.Dâvacının miras bırakanına ait malın mülkiyetinin, Evkaf Hazinesine geçmesi, adı geçenin 6 Ağustos 1340 tarihinden önce firari veya mütegayyip durumda bulunduğunun sabit olması sortiyle, firariliğin veya tegayyübün vukuu ânında, yukarıda açıklanan kanun hükümleri gereğince başka bir işleme lüzum kalmaksızın tamamlanmış olacağından kanun hükmü ile ve yıllarca Önce meydana gelmiş bir hukuki sonucun idarî yargıya konu teşkil etmesi mümkün değildir. Bu bakımdan sözü geçen hükümlerde Anayasa'ya aykırılık olup olmadığının araştırılmasına yer bulunmamaktadır." Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 25/11/1936 tarihli ve E.1935/18, K.1936/30 sayılı kararı şöyledir:“...28 Mayıs 1928 tarih ve 1331 numaralı Temlik Kanununun yedinci maddesinin tefsirine dair Büyük Millet Meclisinden verilen 2 Haziran 1929 tarih ve 146 numaralı kararda, (13 Eylül 1331 ve 15 Nisan 1339 tarihli kanunlara tevfikan vaziyet olunan veya edilecek olan emval-i gayrimenkule Hazine namına kaydedilmiş hükmünde olduğu ve ashabının ancak 1331senesi iptidasmdaki kıymeti mukayyedeleri üzerinden hakları mahfuz tutulduğu cihetle bu emvalin bilahare ister muhtelif kanunlar mucibince tahsis ve tefviz edilmiş, ister satılmış veya Hazine uhdesinde muhafaza edilmiş olsun 13 Eylül 1331 ve 15 Nisan 1339 tarihli Kanunların tatbiki aleyhine Şurayı Devletçe bir hüküm verilmedikçe ashabına aynen iadesine imkânı kanuni olmadığı gibi 28 Mayıs 1928 tarihli kanunun gerek neşrinden evvel ve gerek neşrinden sonra hükmen tahakkuk etmiş veya edecek müstahaklarına da aynen iadesine cevaz verilmeyerek ancak ashabına veya hükmen tahakkuk eden veya edecek olan müstahaklarına bu emvalin 15 Nisan 1341 tarihli Kanuna tevfikan 1331 senesi iptidasındaki kıymeti mukayyedelerinin verilmesi ve bunda da 15 Nisan 1341 tarih ve 622 numaralı kanun ahkamının nazara alınması maksuttur) denildiğine göre zikri geçen 1331 ve 15 Nisan 1339 tarihli kanunlara istinaden Hazinece vaziyet olunan emval-i gayrimenkuldun sahipleri ve vefat etmişlerse mirasçıları tarafından firar ve tagayyüp etmediklerinden ve binaenaleyh mezkur kanunların tatbiki lazımgelmediğinden bahsile gayrimenkul mallarının aynen istirdadına dair açılan davanın mahkemelerce kabul ve rüyeti, tefsirin birinci fıkrası medlulünce aynen iadesi dava olunan emval hakkında mezkur kanunların tatbiki lazım gelmeyeceğine dair Devlet Şurasından bir karar suduruna mütevakkıf olduğu veDevlet Şurasınca böyle bir karar verilmemişse emval-i mezkurenin aynine taalluk eden bu gibi davaların rüyeti mahkemelerin vazifesi haricinde bulunduğu müttefıkunaleyh olup takarrür eden temyiz içtihattan da bu merkezdedir....” Diğer İlgili Mevzuat 21/12/1938 tarihli ve 3546 sayılı mülga Devlet Şûrası Kanunu’nun maddesi şöyledir:"İdarî kaza yolu ile Devlet Şûrasına dava açmak müddeti her nevi muamele ve kararların alâkalılara usulü dairesinde tefhim veya tebliğinden yahud idarî vazifelerin ifası vesilesile vukubulan fiiller hakkında icraya ıttıla tarihinden itibaren hususî kanunlarla müddet tayin edilmeyen halerde 90 gündür. İdare heyetlerile kaza salâhiyetini haiz mercilerden idarî kaza yolu ile çıkan kararlara karşı Devlet şurasına temyizen müracaat müdeti, hususî kanunlarla ayrı müddet tayin edilmemiş olan hallerde, kararların tefhim veya tebliğinden itibaren keza 90 gündür." 521 sayılı Kanun'un "Üst makamlara başvurma" kenar başlıklı maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:“İlgililer tarafından, idari dâva açılmadan önce idari bir işlemin kaldırılması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan ve üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dâva açmak için belli olan süre içinde istenebilir. Bu müracaat, işlemeye başlamış olan idari dâva süresini durdurur.Üç ay içinde bir cevap verilmez ise istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddi üzerine dâva açma süresi işlemeye başlar ve müracaat tarihine kadar geçmiş olan süre de hesaba katılır…” 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun “İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"İdari dava türleri şunlardır:a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,c) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar." 2577 sayılı Kanun'un “Dava açma süresi” başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:" Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür. Bu süreler;a) İdari uyuşmazlıklarda; yazılı bildirimin yapıldığı,b) Vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezalarından doğan uyuşmazlıklarda:Tahakkuku tahsile bağlı olan vergilerde tahsilatın; tebliğ yapılan hallerde veya tebliğ yerine geçen işlemlerde tebliğin; tevkif yoluyla alınan vergilerde istihkak sahiplerine ödemenin; tescile bağlı vergilerde tescilin yapıldığı ve idarenin dava açması gereken konularda ise ilgili merci veya komisyon kararının idareye geldiği; Tarihi izleyen günden başlar." 2577 sayılı Kanun'un “Görevli olmayan yerlere başvurma” başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Adli veya askeri yargı yerlerine açılan ve görevsizlik sebebiyle reddedilen davalarda, görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra birinci fıkrada yazılı otuz günlük süre geçirilmiş olsa dahi, idari dava açılması için öngörülen süre henüz dolmamış ise bu süre içinde idari dava açılabilir." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Dava şartları" başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi şöyledir:"(1) Dava şartları şunlardır:...(b) Yargı yolunun caiz olması...." 6100 sayılı Kanun'un "Dava şartlarının incelenmesi" başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.(2) Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir..." 5/6/1935 tarihli ve2762 sayılı mülga Vakıflar Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Bu kanunun neşrinden sonra vakıf mallar mukataaya ve icareteyne bağlanamaz." 2762 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:"Vakfın türüne göre ayırım yapılmaksızın üzerinde taviz şerhi bulunan mevcut mukataalı veya icareteynli vakıf taşınmaz malların mülkiyetleri, taşınmazların bulunduğu illerde defterdarlık, ilçelerde mal müdürlüğü bünyesinde yer alan Hazine taşınmaz malının satış ihalesine yetkili olan komisyon tarafından takdir edilecek rayiç bedelinin yüzde yirmi oranında hesap edilecek taviz bedeli karşılığında mutasarrıflarına geçirilir. Taviz bedeli ödenmeden ortaklığın giderilmesi veya cebri icra yoluyla satışı yapılacak taşınmaz malların taviz bedellerinin hesaplanmasında satış bedeli esas alınır." 20/2/2008 tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun "Tanımlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Kanunun uygulanmasında;...Mukataalı vakıf: Zemini vakfa, üzerindeki yapı ve ağaçlar tasarruf edene ait olan ve kirası yıllık olarak alınan vakıf taşınmazlarını,İcareteynli vakıf: Değerine yakın peşin ücret ve ayrıca yıllık kira alınmak suretiyle süresiz olarak kiralanan vakıf taşınmazlarını,Taviz bedeli: Mukataalı ve icareteynli taşınmazların serbest tasarrufa terki için alınan bedeli,...ifade eder." 5737 sayılı Kanun'un "Taviz bedeli" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Tapu kayıtlarında, icareteyn ve mukataalı vakıf şerhi bulunan gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetinde veya tasarrufundaki taşınmazlar, işlem tarihindeki emlak vergisi değerinin yüzde onu oranında taviz bedeli alınarak serbest tasarrufa terk edilir. Ancak miri arazilerden mukataalı hayrata tahsis edilmeyenler ile aşar ve rüsumu vakfedilen taşınmazlar tavize tâbi değildir.Taviz bedelinin hesaplanmasında; ortaklığın giderilmesi veya cebri icra yoluyla satılanlarda satış bedeli, kamulaştırmalarda ise kamulaştırma bedeli esas alınır.Bu Kanun hükümleri gereğince taviz bedelinin tamamı vakfı adına ödenmedikçe, taşınmaz üzerindeki temliki tasarruflar tapu dairelerince tescil olunmaz.Vakıf şerhleri ile ilgili olarak, diğer kanunlarda yer alan zamanaşımı ve hak düşürücü sürelere ilişkin hükümler uygulanmaz."
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4715
Başvuru, taşınmazın firari kaçak) ve mütegayyip yitik) kişilerden kaldığı gerekçesiyle emval-i metruke mevzuatına göre 1958 yılında bir idari işlemle tapusunun iptal edilmesi ve bu işlemin düzeltilmesi için başlatılan idari ve yargısal süreçlerden sonuç alınamaması nedenleriyle mülkiyet hakkının; bu taşınmaza ilişkin olarak adli yargı yerinde açılan tapu iptali ve tescil davasının yargı yolu yönünden reddedilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucular 16/12/2002 tarihinde, iş kazası sonucu meydana gelen ölüm olayından doğan zararın tazmini istemiyle Adana İş Mahkemesinde açtıkları davanın uzun süre tamamlanması nedeniyle yargılama sonunda hükmedilen tazminat tutarının gerçek değerini kaybettiğini ve yargılamada makul sürenin aşıldığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır. Başvuru, 27/12/2012 tarihinde Adana İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 22/4/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 20/5/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 4/7/2013 tarihli görüş yazısı başvurucular vekiline 9/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucular Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını yasal süresi içinde Anayasa Mahkemesine sunmamışlardır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, murislerinin iş kazası (trafik) sonucu hayatını kaybettiği iddiasıyla, 16/12/2002 tarihinde Adana İş Mahkemesinde, işverenler Güney Eksport Nak. Pet. San. ve Tic. Ltd. Şti., Gümüş Nak. Taah. Tic. Ltd. Şti., B. ve S. Y. aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açmışlardır. Mahkeme, Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesinden alınan 13/5/2005 tarihli rapor ve 13/10/2005 tarihli kusur raporu doğrultusunda, 4/4/2006 tarih ve E.2003/33, K.2006/390 sayılı karar ile hayatını kaybeden sigortalının kazada %100 oranda kusurlu olduğu gerekçesiyle, davanın reddine karar vermiştir. Başvurucuların temyizi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/2/2007 tarih ve E.2006/14258, K.2007/1770 sayılı ilamıyla, ölüme sebebiyet veren olayın iş kazası olduğunun tespitiyle, kusur oranlarının 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesine göre hesaplanması gerekirken, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’na göre değerlendirme yapılan kusur raporlarının hükme esas alınmasının usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle karar bozulmuştur. Adana İş Mahkemesi bozma kararına uyarak, 2/7/2009 tarih ve E.2007/246, K.2009/442 sayılı kararıyla, yeniden alınan kusur raporu doğrultusunda davanın kısmen kabulüne, başvuruculardan Esra için 696,48 TL maddi tazminat ve her bir başvurucu için 000,00 TL manevi tazminatın, kaza tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faizi ile birlikte başvurucuculara ödenmesine karar vermiştir. Davalıların temyizi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 5/11/2012 tarih ve E.2012/2141, K.2012/18751 sayılı ilamıyla karar onanarak aynı tarihte kesinleşmiştir. Onama kararı başvuruculara tebliğ edilmemiş, başvurucular, kararı 3/12/2012 tarihinde öğrendiklerini bildirmişlerdir. Başvurucular, 27/12/2012 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası ile maddesinin birinci fıkrası ve maddesi, 25/8/1971 tarih ve 1475 sayılı mülga İş Kanunu’nun maddesi, 22/5/2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun mülga maddesi.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/137
Başvurucular 16/12/2002 tarihinde, iş kazası sonucu meydana gelen ölüm olayından doğan zararın tazmini istemiyle Adana İş Mahkemesinde açtıkları davanın uzun süre tamamlanması nedeniyle yargılama sonunda hükmedilen tazminat tutarının gerçek değerini kaybettiğini ve yargılamada makul sürenin aşıldığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
1
Başvurucu, Makine ve Kimya Endüstrisi Elmadağ Roket Sanayi ve Ticaret A.Ş. Genel Müdürlüğü ve Yönetim Kurulu Başkanlığı görevinden alınmasına ilişkin müşterek kararname ile Makina ve Kimya Endüstrisi (MKE) Kurumu Müşavirliğine atanmasına ilişkin idari işlemin iptali ile uğradığı maddi kayıpların ödenmesi istemiyle Danıştay Beşinci Dairesinde açtığı davanın reddedildiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, Anayasa'nın , , , , , , , , , , , ve maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir. Başvuru, 8/5/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 24/9/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 21/11/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 25/12/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Elmadağ Roket Sanayi ve Ticaret A.Ş. Genel Müdürlüğü ve Yönetim Kurulu Başkanlığı görevinden alınmasına ilişkin 12/12/2000 tarihli müşterek kararname ile MKE Kurumu Müşavirliğine atanmasına ilişkin 18/12/2000 tarihli MKE Genel Müdürlüğü işleminin iptali ve uğradığı parasal kayıpların giderilmesi istemiyle 12/2/2001 tarihinde Danıştay Beşinci Dairesinde dava açmıştır. Dairenin, 12/10/2004 tarih ve E.2001/680, K.2004/3648 sayılı ilâmıyla; Elmadağ Roket Sanayi ve Ticaret A.Ş.'de üretimin zamanında yapılmaması nedeniyle 1996 yılından 2000 yılına kadar gecikme cezası ödendiği, şirketin bu konuda iki kez uyarıldığı, bu durumun itibar ve güven kaybına yol açtığı, alınan siparişler üzerine üretim yapıldığından üretimin siparişlere göre hesaplanması gerektiği, üretilen roketlerde önemli yetersizlikler ve hatalar bulunduğu, başvurucunun ana teşekkül nezdinde yeterli teşebbüste bulunmayarak önemli miktarda gecikme cezası ödenmesine sebep olduğu, stokların artması ve büroda işçi çalıştırılmasına ilişkin Yüksek Denetleme Kurulu raporlarında sürekli eleştiri konusu olduğu halde bu konuda üzerine düşen görevi yapmadığı, MKE Kurumunun Milli Savunma Bakanlığı ile ilişkilendirilmesinden sonra bağlı ortaklıkların verimliliklerinin arttırılması amacıyla incelenen raporlar ve işlemler sonucu takdir yetkisine dayanılarak görevden alınması yolunda tesis edilen işlemde kamu yararı ve hizmet gereklerine aykırılık görülmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 9/4/2009 tarih ve E.2005/514, K.2009/1066 sayılı ilâmıyla hüküm onanmıştır. Karar düzeltme istemi, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 1/10/2012 tarih ve 2009/2572, K.2012/1321 sayılı ilâmıyla reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 10/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 8/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (b) bendi, maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesinin (3) numaralı fıkrası ile maddesi.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2940
Başvurucu, Makine ve Kimya Endüstrisi Elmadağ Roket Sanayi ve Ticaret A. Ş. Genel Müdürlüğü ve Yönetim Kurulu Başkanlığı görevinden alınmasına ilişkin müşterek kararname ile Makina ve Kimya Endüstrisi (MKE) Kurumu Müşavirliğine atanmasına ilişkin idari işlemin iptali ile uğradığı maddi kayıpların ödenmesi istemiyle Danıştay Beşinci Dairesinde açtığı davanın reddedildiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, Anayasa'nın , 2. , 9. , 1 , 12. , 13. , 14. , 35. , 36. , 40. , 125. , 138. ve 14 maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir.
1
Başvuru, bir sosyal medya hesabından gerçekleştirilen paylaşımda hedef gösterilme iddiasıyla yapılan şikâyetin kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlanması nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/4/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvurucu, kalp ve damar hastalıkları uzmanı profesör doktordur. Başvurucu; daha önce üniversitede dekanlık görevi de yürüten, otuz yıllık meslek hayatını bilime, kamu sağlığının korunmasına ve hastalarına adamış bir kadın hekim olduğunu belirtmiştir. Başvurucu 1/11/2020 tarihinde, aynı gün COVID-19 salgını nedeniyle hayatını kaybeden Prof. Dr. Burhan Kuzu'nun Twitter hesabından 23/3/2020 tarihinde yaptığı bir paylaşımı alıntılayarak aynı sitede paylaşımda bulunmuştur. Prof. Dr. Burhan Kuzu'nun 23/3/2020 tarihli paylaşımı şu şekildedir:"Ebola 1976'da 13 bin; Sars 2002'de 8 bin; Mers 2012'de 858; Domuz gribi 2009'da 8238 can aldı. Aslında yakalanan kişiler ile ölenlerin oranı COVID-19'dan daha fazla. Daha çabuk yayılıyor ama daha az öldürücü Peki neden dünya diken üstü? Sosyal medyanın abartısı dışında bir şey var mı?" Başvurucunun yukarıda yer verilen paylaşımı alıntılayarak 1/11/2020 tarihinde sosyal medya hesabından yaptığı paylaşım şu şekildedir:"Bilimle inatlaşmak, ciddiye almamak kaybettirir. COVID-19'un son kurbanlarından Burhan Kuzu'nun attığı bu tweet, buna iyi bir örnek. Kendisine rahmet dilerken bir kez daha uyarmak istiyorum; lütfen bu salgını ciddiye alın, çok iyi korunun ve böylece sevdiklerinizi de koruyun!!" Başvurucunun Prof. Dr. Burhan Kuzu'nun hayatını kaybettiği gün bu paylaşımda bulunmasının tepki çektiği, paylaşımının (bkz. § 7) altına yapılan yorumlardan anlaşılmaktadır. Başvurucunun paylaşımının altına yapılan yorumlarda öldüğü gün bir insanla ilgili böyle bir paylaşım yapmasının ahlaki olmadığı minvalinde eleştiriler yapılmış, başvurucu ise yorumlara verdiği yanıtlarda saygısızlık ya da üslupsuzluk yapmadığını savunmuştur. Başvurucu, üçüncü bir kişinin "İnsan olarak utandırdınız. Hekim olarak yerin dibine girdim." şeklindeki yorumuna "Hadi canım yapmayın!! Bu iş erken açıklansın ülkede var diye ocak sonunda yırtınırken, önemsiz demek bugünlere gelişteki yolların döşenmesine katkıdır. Ölen meslektaşlarım adına, ben bu tavrınızdan utanç duydum asıl!!!" şeklinde cevap vermiştir. Başvurucu, aynı gün söz konusu tartışma kapsamında -daha sonra sildiği anlaşılan- bir paylaşım daha yapmıştır. Paylaşımı silmiş olması nedeniyle bağımsız olarak mı yoksa bir yoruma cevaben mi yaptığı anlaşılamamaktadır. Anılan paylaşım şu şekildedir:" Prof. Dr. B. B. Bence siz hastalanmayın ve elimize düşmeyin [gülücük simgesi] Ama düşeceğiniz de bir gerçek [gülücük simgesi]" Başvurucunun bu paylaşımına üçüncü bir kişi şöyle cevap vermiştir:"Ölmüş bir hastanın ardından hesaba kitaba soyunan, haklı çıktım diye gerinen sizin gibilerin eline düşmekten Allah korusun. Kendinize de o kadar güvenmeyin. Kimin kimin eline düşeceği bilinmez." Söz konusu sosyal paylaşım sitesinde kendisini bazı yayın kuruluşlarının kurucusu olarak tanıtan ve bazı TV programlarında yorumculuk yaptığı görülen F.T., mavi tik içeren ve herkese açık olan hesabından 1/11/2020 tarihinde başvurucu hakkında bir paylaşım yapmıştır. F.T. paylaşımının altına, yukarıda yer verilen başvurucu ve üçüncü kişinin paylaşımlarının (bkz. §§ 9, 10) görüntüsü (Başvurucu paylaşımını silmeden önce bazı kullanıcılarca ekran görüntüsü alındığı anlaşılmaktadır.) ile başvurucu hakkında kısa bilgilerin yer aldığı hesap görüntüsünü eklemiştir. Söz konusu paylaşım şu şekildedir:"Prof. Dr. @B. B. hastalıklı seviyede bir Kemalist. İşin kötüsü, bu şahıs hastalarını siyasi tercihlerine göre ayırıp Kemalist olmayanları alenen tehdit eden faal bir Doktor! K. de çalışıyor! Bilginize Bakan Beyler! @dr.fahrettinkoca @abdulhamitgul@suleymansoylu" Başvurucu, F.T.nin bu paylaşımına karşı aynı gün "Sen nasıl böyle bir yalanı söylersin!! Hedef göstermek nedir!! Hayatımda hiç insan ayırmadım.. Bunu sen değil, hastalarım bilir!!! Senin ismini bu tweetinle birlikte hedef göstermek ve iftiradan savcılığa bildiriyorum!!!" şeklinde cevap vermiştir. Başvurucu; anılan paylaşımı (bkz. § 11) nedeniyle halkı kin ve düşmanlığa tahrik, hakaret, kişilerin huzur ve sükûnunu bozma, iftira, tehdit ve hukuka aykırı başka bir davranışla iş ve çalışma hürriyetini ihlale teşebbüs suçlarından F.T. hakkında şikâyette bulunmuştur. Şikâyet dilekçesinde; F.T.nin 000 takipçisi bulunan resmî hesabından yaptığı bu paylaşımın aynı gün kısa sürede 965 kez retweet edildiğini, 75 kez alıntılandığını ve 400 beğeni aldığını, 4/11/2020 tarihi itibarıyla ise etkileşim sayılarının 000 retweet, 82 alıntı ve 500 beğeni şeklinde olduğunu belirtmiştir. Dilekçede ayrıca isminin ve çalıştığı hastanenin açıkça yazılması nedeniyle söz konusu paylaşımla can güvenliğini ve mesleğini icra etmesini tehlikeye sokacak şekilde toplumun bir kesimine alenen hedef gösterildiğini, bu nedenle anılan paylaşımın kendisine karşı doğrudan veya dolaylı olarak şiddete çağıracak veya şiddetin bir gerekçesini oluşturacak nitelikte olduğunu ifade etmiştir. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı Aile İçi Suçları Soruşturma Bürosu 5/11/2020 tarihinde, şiddete uğrama tehlikesi altında olan başvurucunun korunması amacıyla 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun 'un ilgili hükümleri uyarınca öngörülen koruma tedbirlerinden bir veya birkaçının tatbik edilmesini Kadıköy İlçe Emniyet Müdürlüğünden istemiştir. Aynı tarihte başvurucu da İstanbul Valiliğinden koruma talebinde bulunmuştur. Başvurucu 13/11/2020 tarihinde İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü Koruma Şube Müdürlüğünün sevki ile Kadıköy İlçe Emniyet Müdürlüğü tarafından evi ve işyerinde önleyici koruma devriye hizmetlerinin artırıldığını, bu kapsamda kendisine devriye polisinin telefon numarasının da aktarıldığını belirtmiştir. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) başvurucunun şikâyeti hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Karar gerekçesinde, ilgili paylaşımda hakaret içeren herhangi bir kelimeye rastlanmadığını, "Kemalist" kelimesinin Atatürkçü olarak tanımlandığını, Atatürkçü düşünceyi benimsemiş insanlara hitaben söylendiğini, hakaret olarak kabul edilemeyeceğini belirtmiştir. Ayrıca paylaşımı bütün hâlinde değerlendirildiğinde mağdurun iç dünyasında herhangi bir elem veya keder duygusu uyandırmadığını, dolayısıyla paylaşımda hakaret unsurunun bulunmadığını ifade etmiştir. Kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçunun unsurlarının da olayda tanımlanmadığını, herhangi bir kuruma ihbar ve şikâyette bulunulmadığından iftira suçundan da bahsedilemeyeceğini, paylaşımın mağdurun iç dünyasında korkuya, endişeye ve paniğe kapılmaya neden olacak bir duygu uyandırdığının da söylenemeyeceğini belirtmiş; kendisini gazeteci olarak tanımlayan şüphelinin başvurucuya ilişkin paylaşımı nedeniyle hakkında dava açmayı gerektirir başkaca bir suç unsurunun tespit edilemediğini açıklamıştır. Başvurucu, kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmiştir. İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliği kovuşturmaya yer olmadığına dair karardaki gerekçenin ve değerlendirmenin yerinde olduğu kanaatine vardığından itirazı reddetmiştir. Nihai nitelikteki bu karar 11/3/2021 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/4/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Fetullah Gülen [GK], B. No: 2014/12225, 14/7/2015, §§ 11-
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/30972
Başvuru, bir sosyal medya hesabından gerçekleştirilen paylaşımda hedef gösterilme iddiasıyla yapılan şikâyetin kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlanması nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/9193
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/56636
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, "Vergi Usul Kanunu’na muhalefet" suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 10/1/2014 tarihinde Konya Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 27/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 12/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 14/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında, Konya Cumhuriyet Başsavcılığının 13/12/2006 tarih ve E.2006/12678 sayılı iddianamesi ile "213 sayılı Vergi Usul Kanunu’na Muhalefet (Vergi Kaçakçılığı)" suçunu işlediği iddiası ile kamu davası açılmıştır. Konya Cumhuriyet Başsavcılığınca 8/7/2009 tarihli ek iddianame ile başvurucu dışındaki üç şüpheli hakkında da "213 sayılı Vergi Usul Kanunu’na Muhalefet (Vergi Kaçakçılığı)" suçunu işledikleri iddiası ile kamu davası açılmıştır. Konya Asliye Ceza Mahkemesince, başvurucu ve diğer sanıklar hakkında yapılan yargılama sonunda, 26/12/2013 tarih ve E.2006/918, K.2013/978 sayılı kararla başvurucunun "213 sayılı Vergi Usul Kanunu’na Muhalefet (Vergi Kaçakçılığı)" suçundan 18 ay 22 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Katılan Maliye Hazinesinin itirazı üzerine Konya Ağır Ceza Mahkemesinin 14/2/2014 tarih ve 2014/85 Değişik İş sayılı kararıyla itirazın kesin olarak reddine karar verilmiş, anılan tarihte hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu, 10/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4/1/1961 tarih ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun maddesi.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/431
Başvurucu, "Vergi Usul Kanunu’na muhalefet" suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru; tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, ByLock haberleşmesi ve kişisel verilerin yasal olmayan şekilde elde edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ile haberleşme hürriyetinin ve geçmişteki ByLock kullanımı dolayısıyla cezalandırılma nedeniyle de suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. İkinci Bölüm tarafından 9/9/2020 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1978 doğumlu olup inceleme tarihi itibarıyla Kayseri 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu, bireysel başvuruya konu olayların geçtiği tarihte öğretmen olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, terör örgütleriyle veya Millî Güvenlik Kurulunca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplarla irtibatı olduğu gerekçesiyle 15/8/2016 tarihli ve 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname ilekamu görevinden çıkarılmıştır.A. Genel Bilgiler Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde -yeniden uzatılmayarak- son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) olduğunu değerlendirmiştir (darbe teşebbüsü ve arkasındaki yapılanmaya ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Yargı organları birçok kararda FETÖ/PDY'nin devletin anayasal kurumlarını ele geçirmeyi, sonrasında devleti, toplumu ve fertleri kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden şekillendirmeyi, oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomiyi, toplumsal ve siyasal gücü yönetmeyi amaçlayan, bu doğrultuda mevcut idari sisteme paralel şekilde örgütlenen bir terör örgütü olduğunu kabul etmiştir. Yargı organları kararlarında ayrıca FETÖ/PDY'nin gizlilik, hücre tipi yapılanma, her kurumda örgütlenmiş olma, kendisine kutsallık atfetme, itaat ve teslimiyet temelinde hareket etme gibi birçok özelliğinin bulunduğunu, bu örgütün diğerlerine nazaran çok daha zor ve karmaşık bir yapı olduğunu ortaya koymuştur (FETÖ/PDY'nin genel özellikleri için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26; yargı organlarındaki örgütlenme biçimi için bkz. Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 22; Alparslan Altan [GK], B. No: 2016/15586, 11/1/2018, § 11). Örgütlenme şekli olarak gizliliği esas alan FETÖ/PDY'nin üyelerine telkin ettiği yöntemler, istihbarata karşı koyma olarak nitelendirilebilecek düzeyde güvenlik önlemleridir. Bu bağlamda FETÖ/PDY'nin kurucusu ve lideri olan Fetullah Gülen'in örgüt mensuplarına "Hizmet bir namaz ise tedbir onun abdestidir. Tedbirsiz hizmet abdestsiz namaz gibidir." şeklinde talimat verdiği ifade edilmiştir. Gizliliği sağlamak üzere örgüt tarafından başvurulan yöntemler arasında -diğer pek çok terör örgütünde olduğu üzere- kod adı kullanmak da yer almaktadır. Soruşturma ve kovuşturma makamlarının tespitlerine göre FETÖ/PDY'nin deşifre olmamak için bir tedbir olarak iletişimde başvurduğu temel yöntem yüz yüze görüşme, bunun mümkün olmadığı durumlarda ise kripto programlar üzerinden iletişimdir. Örgüt liderinin "Telefonla görüşme yapanlar hizmete ihanet etmiş olur." şeklindeki talimatı nedeniyle telefonla olağan usulde örgütsel görüşme yapılması yasaktır (bu konuda detaylı bilgi için bkz. Yargıtay Ceza Dairesinin -ilk derece mahkemesi sıfatıyla- 28/3/2019 tarihli ve E.2018/12, K.2019/45 sayılı kararı). Bu nedenle örgütsel iletişimde kullanılmak üzere güçlü kriptolu programlar geliştirilmiştir (Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020, § 22).B. ByLock Programına İlişkin Açıklamalar FETÖ/PDY'nin örgütsel haberleşme için oluşturduğu ve örgüt mensuplarınca kullanılan iletişim yöntemlerinden birinin ByLock uygulaması olduğu özellikle darbe teşebbüsünden sonra örgütle bağlantılı soruşturma ve kovuşturmalarda tespit edilmiştir (Ferhat Kara, § 23). ByLock haberleşme programıyla ilgili kavramsal açıklamalara, programın tespiti, adli makamlara ulaştırılması ve adli sürece, yüklenmesine ve iletişimde kullanılmasına, genel ve örgütsel özelliklerine, yaygın uygulamalardan ayrılan yönlerine, ByLock verilerinin niteliği, anlamlandırılması ve kişilerle eşleştirilmesine ilişkin arka plan bilgisinin detaylarına Ferhat Kara kararında yer verilmiştir (Ferhat Kara, §§ 23-67). ByLock Programının Tespiti, Adli Makamlara Ulaştırılması ve Adli Süreç Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) tarafından 1/1/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Millî İstihbarat Teşkilatı Kanunu'nun ve maddeleri uyarınca yürütülen çalışmalar kapsamında ana sunucusu yurt dışında bulunan ByLock (ByLock: Chat and Talk) adlı bir mobil uygulama ve bu uygulamanın iletişim kurduğu sunucular ayrıntılı teknik çalışmalara tabi tutulmuştur. MİT'e özgü teknik istihbarat usul, araç ve yöntemleri kullanılmak suretiyle yapılan bu çalışma sonucunda, FETÖ/PDY'nin kullandığı değerlendirilen bu programla ilgili olarak birtakım veriler elde edilmiştir (Ferhat Kara, § 25). MİT, ByLock programıyla ilgili olarak temin edilen dijital verileri içeren sabit diski ve uygulamaya bağlantı sağlayan ByLock abone listesinin bulunduğu flash bellek ile düzenlediği ByLock Uygulaması Teknik Raporu'nu Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına teslim etmiştir (Ferhat Kara, § 26) Bunun akabinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinden söz konusu (dijital) materyal üzerinde 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca inceleme, kopyalama, çözümleme işlemi yapılmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur. İlgili yazıda; anılan madde gereğince bir adet Sony marka HD-B1 model, üzerinde bBW3DEK69121056 seri numaralı ve ön yüzünde 1173d7a09195cf0274ce24f0d69ede96 yazılı hard disk ve bir adet Kingston marka data traveler, uç kısmında DTIG4/8GB 04570-A00LF5V 0S7455704 yazılı flash bellek üzerinde inceleme yapılmasına, iki kopya çıkarılmasına ve kopya üzerindeki kayıtların çözümlenerek metin hâline getirilmesine karar verilmesi istenmiştir (Ferhat Kara, § 27). Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 5271 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca talep kabul edilmiş ve "dijital materyaller üzerinde inceleme yapılması, kopya çıkarılması ve kopya üzerinde bilirkişi incelemesi yapılarak metin haline getirilmesi için bir kopyasının Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine" karar verilmiştir. Anılan karar doğrultusunda görevlendirilen iki uzman bilirkişi tarafından hâkim huzurunda kamera kaydı da yapılmak suretiyle söz konusu hard disk ve flash bellek üzerinde imaj alma-kopyalama işlemi yapılmıştır (Ferhat Kara, § 28). Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığına (EGM-KOM Daire Başkanlığı) gönderilen bir yazıyla Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince verilen inceleme, kopyalama ve çözümleme kararına istinaden gerekli araştırma ve soruşturma işlemlerinin yapılması, ulaşılan tespitleri içerir bir rapor düzenlenmesi talimatı verilmiştir (Ferhat Kara, § 29). EGM-KOM Daire Başkanlığınca teslim alınan verilerin (ByLock verilerini içeren hard disk ve abone listesinin bulunduğu flash bellek) incelenmesi ve rapor hazırlanması amacıyla EGM-KOM, Terörle Mücadele (TEM), İstihbarat ve Siber Suçlarla Mücadele Daire Başkanlıkları tarafından görevlendirilen personelden oluşan bir çalışma grubu oluşturulmuştur. Bu kapsamda ByLock verilerinin dışarı aktarılması için arayüz programı kullanılmış ve bu sayede ByLock verileri incelenmeye başlanmıştır (Ferhat Kara, § 30). Bu arada Yargıtay Ceza Dairesince yürütülen bir yargılamaya esas olmak üzere EGM-KOM Daire Başkanlığından ByLock'un teknik özelliklerine dair bilgi istenmiştir. EGM-KOM Daire Başkanlığı tarafından bir rapor hazırlanarak anılan Daireye gönderilmiştir. Söz konusu raporda; ByLock iletişim sisteminin mahiyeti ve diğer özellikleri hakkında ayrıntılı bilgiler verildikten sonra anılan uygulamadaki kullanıcı sayısı, arkadaş grubu, mesaj ve e-posta içeriklerine dair açıklamalarda bulunulmuştur (Ferhat Kara, § 31). Sonraki süreçte Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ByLock IP adreslerine bağlandığı belirtilenlere ilişkin listede yer alan abonelerin ByLock IP adreslerine kaç defa bağlandığına dair raporlar (CGNAT verileri) Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumundan (BTK) talep edilmiştir (Ferhat Kara, § 32). Bu arada MİT tarafından detaylı çalışma yapılarak güncellenen abone listesinin yeni hâli tekrar Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Başsavcılığın talebi üzerine Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince MİT tarafından gönderilen data traveler G4 marka, DTİG4/8GB 04570-760B00LF 5V 0S 7575458 seri numaralı TAİWAN ibaresi bulunan dijital materyal üzerinde 5271 sayılı Kanun'un maddesi gereğince inceleme yapılmasına, kopya çıkarılmasına (imaj alma), bu kayıtların çözümlenerek metin hâline getirilmesine karar verilmiştir. Bu karar doğrultusunda söz konusu materyalin imaj alma (kopyalama) işlemi Cumhuriyet savcısı ve görevlendirilen iki adli bilişim görevlisinin huzurunda video kamera eşliğinde gerçekleştirilmiştir (Ferhat Kara, § 33). Sonrasında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından abone listesi BTK'ya bildirilmiş ve ByLock sunucusuna bağlanan güncellenmiş numaraların abonelerine ait şahıs kimlik bilgilerinin tespiti için BTK'dan bilgi istenmiştir (Ferhat Kara, § 34). Bağlantı yapılan GSM numaralarına ait abonelik bilgileri ve ADSL numaralarına ait abonelik bilgileri de farklı tarihlerde BTK'dan alınarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına iletilmiştir. Devamında KOM Daire Başkanlığınca Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından teslim alınan abonelik bilgilerinden yararlanılarak yeni "user ID_list" (kullanıcı listesi) tablosu oluşturulmuştur (Ferhat Kara, § 35). Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca EGM-KOM Daire Başkanlığına verilen talimat üzerine BTK tarafından gönderilen 111 GSM numarasına ait CGNAT verilerinin (ByLock sunucusuna ait IP adreslerine hangi tarihte kaç defa bağlanıldığı bilgisi) -il Cumhuriyet başsavcılıklarına gönderilmek üzere- il KOM birimlerine dağıtılmasına başlanmıştır. VPN programı kullanılarak yapılan bağlantıların Türkiye IP'si almaması sebebiyle gerçekte ByLock kullanıcısı olan kişilerin VPN programı kullanarak ByLock sunucusunun IP'lerine yaptıkları bağlantılara dair CGNAT kayıtlarına erişilememiştir. CGNAT kayıtlarına ulaşılanlar, ByLock sunucusuna ait hedef IP'lerine Türkiye IP'lerinden VPN kullanmaksızın yapılan ya da Türkiye'den VPN ile bağlantı devam ederken VPN'nin devre dışı kalması sonucunda yeniden Türkiye IP'si alınması nedeniyle tespit edilebilen bağlantılara aittir (Ferhat Kara, § 36). Bu arada internet üzerinde yayımlanan Morbeyin isimli adres ve uygulamaları kullananların arka plandaki kodlar vasıtasıyla doğrudan ByLock IP'sine bağlandıklarına ve ByLock dökümü bulunmayan (gerçekte ByLock kullanıcısı olmayan) bazı kişilerin haksız yere cezalandırıldığına dair kamuoyunda paylaşılan iddia ve haberlerle ilgili olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatılmış ve bu kapsamda Siber Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı,Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) ve BTK görevlilerinden oluşan inceleme grubu oluşturulmuştur. Başsavcılığın yaptığı soruşturmada FETÖ/PDY'nin ileride delil olması ihtimaline karşı gerçek ByLock kullanıcılarının açığa çıkmasını önlemek, ilgisiz kişileri bu programa yönlendirmek ve bu suretle delilin güvenilirlik derecesini düşürmek amacıyla 2014 yılında Morbeyin isimli bir yazılım yaptırdığı, kullanıcının kıble pusulası, namaz vakti, dua dinleme, Kur'an okuma ve çeşitli sözlük uygulamalarına girmesi hâlinde bu programın tesiriyle bilgisi ve iradesi dışında cihazının bir iki saniye kadar ByLock sunucusunun IP'lerine bağlandığının göründüğü tespit edilmiştir. Bu konuda gerçekleştirilen detaylı inceleme neticesinde bağlantı ve veri parametreleri bakımından benzer özellikler taşıyan 480 GSM numarasının kullanıcısının iradeleri dışında ByLock sunucusu IP'lerine yönlendirilmiş olduğu belirlenmiştir. Bunlar listelerden çıkarılmıştır (Ferhat Kara, § 37). Başvurucuya İlişkin Süreç Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından başvurucunun da aralarında bulunduğu Millî Eğitim Bakanlığı personeli hakkında FETÖ/PDY'ye üye olma suçunu işledikleri isnadıyla soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında Başsavcılığın 5/9/2016 tarihli talebi üzerine Kayseri Sulh Ceza Hâkimliğince 5271 sayılı Kanun’un , ve maddeleri uyarınca başvurucunun da aralarında bulunduğu şüphelilerin ikametgâhlarında 6/9/2016 tarihinde arama yapılmasına, bulunan cep telefonu, bilgisayar, hard disk, hafıza kartları, sim kartları vb. kayıt tutma özelliği bulunan her türlü dijital materyale el konulmasına, ele geçirilecek kayıtlardan kopya alınmasına, kayıtların çözümlenerek metin hâline getirilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, Kayseri Sulh Ceza Hâkimliğinin 8/9/2016 tarihli kararı ile tutuklanmıştır. Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığının 26/10/2016 tarihli yazısıyla, 5271 sayılıKanun’un maddesi uyarınca başvurucunun da aralarında bulunduğu şüphelilerin telefon numaralarının 1/10/2013 ile 1/10/2016 tarihleri arasında iletişim kayıtları ve hangi baz istasyonlarından servis aldığının tespitine karar verilmesi talep edilmiştir. Kayseri Sulh Ceza Hâkimliğinin 2/11/2016 tarihli kararı ile talep doğrultusunda karar verilmiştir. Başsavcılık tarafından 27/12/2016 tarihli iddianame ile Kayseri Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açılmıştır. İddianamede FETÖ/PDY'ye ilişkin açıklamalara yer verildikten sonra başvurucunun durumu değerlendirilmiştir. İddianamede başvurucunun örgütün haberleşme aracı olan ByLock programının kullanıcısı olduğu tespitine yer verilmiştir. Söz konusu haberleşme programının örgüt üyesi olmayanlar tarafından kullanılmasının mümkün olmadığının vurgulandığı iddianamede, başvurucunun terör örgütüne üye olma suçunu işlediği kanaati ifade edilmiştir. İddianamede başvurucunun ByLock isimli şifreli haberleşme programını adına kayıtlı ...2 GSM numarası ile kullandığının tespit edildiği belirtilmiştir. İddianamede ayrıca başvurucunun Bank Asyada hesabının bulunmasına, 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan Aktif Eğitim-Sen isimli sendika ile Silopi Eğitimciler ve Girişimci İş Adamları Derneğinin üyesi olmasına ve başvurucunun sohbet imamı olduğunu beyan eden O. isimli bir tanığın ifadesine dayanılmıştır. Mahkeme başvurucunun ByLock kullanıp kullanmadığı, kullanmış ise hangi telefon hattı ve IMEI numaralı telefonda kullandığı hususunda bilgi verilmesini KOM'dan ve Kayseri İl Emniyet Müdürlüğünden istemiştir. Kayseri Siber Suçlar İle Mücadele Şube Müdürlüğünce 18/2/2017 tarihinde başvurucuya ait dijital materyallere dair inceleme raporu ve ekinde bir adet DVD mahkeme dosyasına sunulmuştur. Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü KOM Şube Müdürlüğünce 6/2/2017 tarihinde Yeni ByLock CBS Sorgu Sonucu Raporu sunulmuş ve başvurucuya ait telefonun hat numarası ve IMEI numarası bilgilerine göre başvurucunun telefonuna ByLock haberleşme programını yükleyerek (4397) ID kullanıcı numarasıyla kullandığının anlaşıldığı belirtilmiştir. Ayrıca Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/180056 sayılı soruşturma dosyasından elde edilen bilgi kapsamında başvurucuya ait ByLock kullanımını gösteren ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı sunulmuştur. Söz konusu tutanakta, başvurucu adına kayıtlı olan GSM hattı kullanılarak ByLock sunucusuna yapılan bağlantı sonucunda ByLock iletişim sistemi içinde oluşturulan verilere ilişkin bilgiler yer almaktadır. Buna göre ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı'nda; kullanıcı bilgilerinin yanı sıra kullanıma ilişkin istatistiksel verilere, kullanıcıyı ekleyenlerin ve kullanıcının eklediği kişilere, kullanıcının kurduğu ve katıldığı gruplar ile bunların kişi listesine, kullanıcıya bağlı kişi ve mail listesi ile yazışmalara, mail bilgisi ve arama kayıtları ile log tablolarına dair bilgiler bulunmaktadır. Başvurucu hakkındaki yargılama iki celsede tamamlanmıştır. 9/3/2017 tarihli ilk duruşmada Mahkeme bir tanığı dinlemiştir. Tanık O. başvurucunun sohbet imamı olduğunu, sohbetlerde Fetullah Gülen'in vaazlarını dinlediklerini beyan etmiştir. Başvurucu ise suçlamaları ve tanık beyanını kabul etmediğini, ByLock programını kullanmadığını, 7-8 yıldır aynı telefon hattını kullandığını, bu hatla ByLock programını ne zaman ne şekilde indirdiğini bilmediğini, HTS kayıtlarında inceleme yapıldığı takdirde ByLock kullanmadığının anlaşılacağını belirtmiştir. Başvurucu müdafii; HTS kayıtları, IP çakışması, ByLock içeriklerini gösteren belgelerin getirtilmesini talep ettiğini belirtmiştir. 14/3/2017 tarihinde yapılan ikinci duruşmada Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde hem FETÖ/PDY'nin kuruluşu, amaçları ve yapılanmasıyla ilgili hem de ByLock iletişim programına, bu programa dair verilerin hukuka uygun delil olduğuna ve programın örgütün kullanımına sunulmuş, örgütsel amaçlarla kullanılan bir program olduğuna dair açıklamalara yer verilmiştir. Başvurucunun sıradan bir vatandaşın temin edip kullanma imkânı olmayan ve sadece FETÖ/PDY mensuplarınca haberleşme amacıyla kullanıldığı bilinen ByLock isimli programını kullanmak, FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisakı olması nedeniyle 667 sayılı KHK'yla kapatılan Aktif Eğitim Sen ile Silopi Eğitimciler ve Girişimci İş Adamları Derneğine üye olmak, FETÖ/PDY tarafından düzenlenen toplantılara katılmak, bu toplantılarda imamlık yapmak, Bank Asyaya gelirinin çok üzerinde para yatırarak Bank Asyayı desteklemek suretiyle örgütün hiyerarşik yapısına dâhil olduğu, böylelikle üzerine atılı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği belirtilmiştir. Başvurucu anılan karara karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde ceza normunun geçmişe yürütülmesi, telefona ByLock programının yüklenmiş olmasının suç kapsamında yorumlanması sebebiyle suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin, ceza kanununun geniş yorumlanması sebebiyle de kıyas yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, kanuni olmayan delillere dayanılarak suç isnat edilmesinin belirlilik ilkesine aykırı olduğunu, mahkûmiyet hükmünün varsayıma dayandığını belirtmiş; ByLock delilinin hukuka aykırı olarak elde edildiğini iddia etmiştir. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) başvurucunun kullandığı GSM hattının ve bu hatlarda kullanılan IMEI numaralarının 1/1/2014-15/7/2016 tarihi aralığını kapsayacak şekilde HTS kayıtları ile 12/7/2014-15/7/2016 tarihi aralığını kapsayacak şekilde ByLock'un belirlenen IP numaralarına bağlantı yaptığı tarih, saat ve baz istasyonu gösterir HTS kayıtlarını BTK Başkanlığından ve başvurucunun kullandığı GSM hatları ile Bylock programı üzerinden yaptığı iletişim içeriklerinin tespitini Emniyet Genel Müdürlüğü KOM Daire Başkanlığından talep etmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi başvurucunun GSM hattı ve bu hattın kullanıldığı cihazlarla ByLock programına erişime ilişkin olarak BTK Başkanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü KOM Daire Başkanlığından getirtilen kayıtlar üzerinde adli bilişim konusunda uzman bilirkişiden rapor aldırmıştır. Adli bilişim uzmanınca hazırlanan 29/6/2017 tarihli bilirkişi raporunda, başvurucunun adına kayıtlı olan ve kullandığı ...2 numaralı GSM hattı ile 11/8/2014 ve 9/5/2015 tarihleri arasında 99 farklı günde ByLock sunucuları/sistemlerine ait 137, 176, 177 ve 181 No.lu IP numaraları ile iletişim kurduğu, belirtilen IP numarası üzerinden belirtilen tarih aralığındaByLock sistemine 451 kez erişim sağladığı belirtilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi 19/10/2017 tarihinde istinaf istemini esastan reddetmiştir. Mahkeme kararında ByLock delilinin hukuka aykırı şekilde elde edildiğine ilişkin iddialar da değerlendirilmiştir. Kararda, Anayasa'nın maddesinin son fıkrasında yer alan "İstisnaların uygulanacağı kamu kurum ve kuruluşları kanunda belirtilir." hükmü uyarınca MİT'in istisna kurumlardan kabul edildiği, ayrıca ByLock delilinin elde edilmesinde MİT'in 2937 sayılı Kanun’un maddesinin (d) ve (g) bentleri ile maddesinin (i) bendi kapsamında verilen yetkileri kullandığının açık olduğu ifade edilmiştir. Kararda ByLock iletişim sisteminin FETÖ/PDY mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu örgütün mensupları tarafından kullanılan bir ağ olduğu, bu nedenle örgüt talimatı ile bu ağa dâhil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak teknik verilerle tespiti hâlinde kişinin örgütle bağlantısını gösteren delil sayılacağı belirtilmiştir. Bunun yanı sıra somut olayda sadece FETÖ/PDY mensuplarının kullanması amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu suç örgüt mensupları tarafından kullanıldığı tespit edilen ByLock iletişim sistemine, bu özelliğini bilerek dâhil olan ve birçok kez kullanan başvurucunun inkâra dayanan savunmalarına itibar edilmeyerek dosya içinde bulunan diğer delillerle birlikte FETÖ/PDY'ye üye olduğu sonucuna ulaşan ilk derece mahkemesinin değerlendirmesinde isabetsizlik olmadığı belirtilmiştir. Başvurucu temyiz başvurusunda bulunmuş, Yargıtay Ceza Dairesi 4/6/2018 tarihinde Mahkemenin mahkûmiyet kararına yönelik istinaf istemini reddeden Bölge Adliye Mahkemesi kararını onamıştır. Nihai karar başvurucu müdafiine 25/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 5271 sayılı Kanun'un "Bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve elkoyma" kenar başlıklı maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan hâli şöyledir:"(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada, somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka surette delil elde etme imkânının bulunmaması halinde, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına, bu kayıtların çözülerek metin hâline getirilmesine hâkim tarafından karar verilir. (2) Bilgisayar, bilgisayar programları ve bilgisayar kütüklerine şifrenin çözülememesinden dolayı girilememesi veya gizlenmiş bilgilere ulaşılamaması halinde çözümün yapılabilmesi ve gerekli kopyaların alınabilmesi için, bu araç ve gereçlere elkonulabilir. Şifrenin çözümünün yapılması ve gerekli kopyaların alınması halinde, elkonulan cihazlar gecikme olmaksızın iade edilir.  (3) Bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine elkoyma işlemi sırasında, sistemdeki bütün verilerin yedeklemesi yapılır. (4) Üçüncü fıkraya göre alınan yedekten bir kopya çıkarılarak şüpheliye veya vekiline verilir ve bu husus tutanağa geçirilerek imza altına alınır. (5) Bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine elkoymaksızın da, sistemdeki verilerin tamamının veya bir kısmının kopyası alınabilir. Kopyası alınan veriler kâğıda yazdırılarak, bu husus tutanağa kaydedilir ve ilgililer tarafından imza altına alınır." 5271 sayılı Kanun'un "İletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması" kenar başlıklı maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi (…) dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir. Cumhuriyet savcısı kararını derhâl hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmi dört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi hâlinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılır. ... (8) Bu madde kapsamında dinleme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin hükümler ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir: ... (Ek: 2/12/2014-6572/42 md.) Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 311, 312, 313, 314, 315, 316)," 5271 sayılı Kanun'un "Cumhuriyet savcısının görev ve yetkileri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Cumhuriyet savcısı, doğrudan doğruya veya emrindeki adlî kolluk görevlileri aracılığı ile her türlü araştırmayı yapabilir; yukarıdaki maddede yazılı sonuçlara varmak için bütün kamu görevlilerinden her türlü bilgiyi isteyebilir. ..... (4) Diğer kamu görevlileri de, yürütülmekte olan soruşturma kapsamında ihtiyaç duyulan bilgi ve belgeleri, talep eden Cumhuriyet savcısına vakit geçirmeksizin temin etmekle yükümlüdür." 2937 sayılı Kanun'un maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan hâlinin ilgili kısmı şöyledir:"Milli İstihbarat Teşkilatının görevleri şunlardır;a) Türkiye Cumhuriyetinin ülkesi ve milleti ile bütünlüğüne, varlığına, bağımsızlığına, güvenligine, Anayasal düzenine ve milli gücünü meydana getiren bütün unsurlarına karşı içten ve dıştan yöneltilen mevcut ve muhtemel faaliyetler hakkında milli güvenlik istihbaratını Devlet çapında oluşturmak ve bu istihbaratı Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri ile gerekli kuruluşlara ulaştırmak....i) Dış istihbarat, millî savunma, terörle mücadele ve uluslararası suçlar ile siber güvenlik konularında her türlü teknik istihbarat ve insan istihbaratı usul, araç ve sistemlerini kullanmak suretiyle bilgi, belge, haber ve veri toplamak, kaydetmek, analiz etmek ve üretilen istihbaratı gerekli kuruluşlara ulaştırmak." 2937 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Millî İstihbarat Teşkilatı bu Kanun kapsamındaki görevlerini yerine getirirken aşağıdaki yetkileri kullanır:a) Yerli ve yabancı her türlü kurum ve kuruluş, tüm örgüt veya oluşumlar ve kişilerle doğrudan ilişki kurabilir, uygun koordinasyon yöntemlerini uygulayabilir.b) Kamu kurum ve kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu kapsamındaki kurum ve kuruluşlar ile diğer tüzel kişiler ve tüzel kişiliği bulunmayan kuruluşlardan bilgi, belge, veri ve kayıtları alabilir, bunlara ait arşivlerden, elektronik bilgi işlem merkezlerinden ve iletişim alt yapısından yararlanabilir ve bunlarla irtibat kurabilir. Bu kapsamda talepte bulunulanlar, kendi mevzuatlarındaki hükümleri gerekçe göstermek suretiyle talebin yerine getirilmesinden kaçınamazlar....d) Görevlerini yerine getirirken gizli çalışma usul, prensip ve tekniklerini kullanabilir....g) Telekomünikasyon kanallarından geçen dış istihbarat, millî savunma, terörizm ve uluslararası suçlar ile siber güvenlikle ilgili verileri toplayabilir." 24/3/2016 tarihli ve 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu'nun "Genel ilkeler" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Kişisel veriler, ancak bu Kanunda ve diğer kanunlarda öngörülen usul ve esaslara uygun olarak işlenebilir.  (2) Kişisel verilerin işlenmesinde aşağıdaki ilkelere uyulması zorunludur: a) Hukuka ve dürüstlük kurallarına uygun olma. b) Doğru ve gerektiğinde güncel olma. c) Belirli, açık ve meşru amaçlar için işlenme. ç) İşlendikleri amaçla bağlantılı, sınırlı ve ölçülü olma. d) İlgili mevzuatta öngörülen veya işlendikleri amaç için gerekli olan süre kadar muhafaza edilme." 6698 sayılı Kanun'un "İstisnalar" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanun hükümleri aşağıdaki hâllerde uygulanmaz:...ç) Kişisel verilerin millî savunmayı, millî güvenliği, kamu güvenliğini, kamu düzenini veya ekonomik güvenliği sağlamaya yönelik olarak kanunla görev ve yetki verilmiş kamu kurum ve kuruluşları tarafından yürütülen önleyici, koruyucu ve istihbari faaliyetler kapsamında işlenmesi.d) Kişisel verilerin soruşturma, kovuşturma, yargılama veya infaz işlemlerine ilişkin olarak yargı makamları veya infaz mercileri tarafından işlenmesi...." 5/11/2008 tarihli ve 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu'nun BTK'nın görev ve yetkilerini düzenleyen "Kurumun görev ve yetkileri" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "c) Abone, kullanıcı, tüketici ve son kullanıcıların hakları ile kişisel bilgilerin işlenmesi ve gizliliğinin korunmasına ilişkin gerekli düzenlemeleri ve denetlemeleri yapmak....ı) Elektronik haberleşmeyle ilgili olarak, işletmeciler, kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişilerden ihtiyaç duyacağı her türlü bilgi ve belgeyi almak ve gerekli kayıtları tutmak,…" 5809 sayılı Kanun'un "Kişisel verilerin işlenmesi ve gizliliğin korunması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Kişisel verilerin işlenmesinde; hukuka ve dürüstlük kurallarına uygun olması, doğru ve gerektiğinde güncel olması, belirli, açık ve meşru amaçlar için işlenmesi, işlendikleri amaçla bağlantılı, sınırlı ve ölçülü olması ile işlendikleri amaç için gerekli olan süre kadar muhafaza edilmesi ilkelerine uyulur.(2) Elektronik haberleşmenin ve ilgili trafik verisinin gizliliği esas olup, ilgili mevzuatın ve yargı kararlarının öngördüğü durumlar haricinde, haberleşmeye taraf olanların tamamının rızası olmaksızın haberleşmenin dinlenmesi, kaydedilmesi, saklanması, kesilmesi ve takip edilmesi yasaktır. (3) Elektronik haberleşme şebekeleri, haberleşmenin sağlanması dışında abonelerin/kullanıcıların terminal cihazlarında bilgi saklamak veya saklanan bilgilere erişim sağlamak amacıyla işletmeciler tarafından ancak ilgili abonelerin/kullanıcıların verilerin işlenmesi hakkında açık ve kapsamlı olarak bilgilendirilmeleri ve açık rızalarının alınması kaydıyla kullanılabilir. (4) İşletmeciler şebekelerinin, abonelerine/kullanıcılarına ait kişisel verilerin ve sundukları hizmetlerin güvenliğini sağlamak amacıyla uygun teknik ve idari tedbirleri alır. (5) Bu Kanunun 49 uncu maddesi kapsamında veya kamu yararının sağlanması amacıyla Kurum tarafından işletmecilere getirilen yükümlülüklerin yerine getirilebilmesi için kişisel veriler işlenebilir.... (7) Trafik verileri; trafiğin yönetimi, arabağlantı, faturalama, usulsüzlük/dolandırıcılık tespitleri ve benzeri işlemleri gerçekleştirmek veya tüketici şikâyetleri ile arabağlantı ve faturalama anlaşmazlıkları başta olmak üzere, uzlaşmazlıkların çözümü amacıyla sadece işletmeci tarafından yetkilendirilen kişilerle sınırlı kalmak kaydıyla işlenir ve bu uzlaşmazlıkların çözüm süreci tamamlanıncaya kadar gizliliği ve bütünlüğü sağlanarak saklanır. (8) İşletmeciler konum verilerinin işlenmesinde abonelere/kullanıcılara bu verilerin işlenmesini reddetme imkânı sağlar. İlgili mevzuatın ve yargı kararlarının öngördüğü durumlar haricinde ancak acil yardım çağrıları ile 29/5/2009 tarihli ve 5902 sayılı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda tanımlanan afet ve acil durum hâllerinde abonelerin/kullanıcıların açık rızası aranmaksızın konum verileri ve ilgili kişilerin kimlik bilgileri işletmeci tarafından yetkilendirilen kişilerle sınırlı olmak kaydıyla işlenebilir. (9) Abone/kullanıcı şikâyetlerinin incelenmesi ve denetim faaliyetleri kapsamında trafik ve konum verileri ile kişisel veriler, belirtilen faaliyetlerle sınırlı olmak kaydıyla işlenebilir. (10) Bu Kanun kapsamında sunulan hizmetlere ilişkin olarak;a) Soruşturma, inceleme, denetleme veya uzlaşmazlığa konu olan kişisel veriler ilgili süreç tamamlanıncaya kadar,b) Kişisel verilere ve ilişkili diğer sistemlere yapılan erişimlere ilişkin işlem kayıtları iki yıl,c) Kişisel verilerin işlenmesine yönelik abonelerin/kullanıcıların rızalarını gösteren kayıtlar asgari olarak abonelik süresince saklanır. Veri kategorileri ile haberleşmenin yapıldığı tarihten itibaren bir yıldan az ve iki yıldan fazla olmamak üzere verilerin saklanma süreleri yönetmelikle belirlenir..." 24/7/2012 tarihli ve 28363 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Elektronik Haberleşme Sektöründe Kişisel Verilerin İşlenmesi ve Gizliliğinin Korunması Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) "Kişisel verilerin işlenmesine ilişkin ilkeler" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Kişisel verilerin;a) Hukuka ve dürüstlük kurallarına uygun olarak işlenmesi,b) İlgili kişinin rızasına dayalı olarak işlenmesi,c) Elde edilme amacıyla bağlantılı, yeterli ve orantılı olması,ç) Doğru olması ve gerektiğinde güncellenmesi,d) İlgili kişilerin kimliklerini belirtecek biçimde ve kaydedildikleri veya yeniden işlenecekleri amaç için gerekli olan süre kadar muhafaza edilmesi esastır." Yönetmelik'in "Haberleşmenin gizliliği" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Elektronik haberleşme ve ilgili trafik verisinin gizliliği esas olup, ilgili mevzuatın ve yargı kararlarının öngördüğü durumlar haricinde, haberleşmeye taraf olanların tamamının rızası olmaksızın haberleşmenin dinlenmesi, kaydedilmesi, saklanması, kesilmesi ve gözetimi yasaktır." Yönetmelik'in "Trafik verisinin bildirilmesi" kenar başlıklı Maddesi şöyledir: "Trafik verisi, arabağlantı ve faturalama anlaşmazlıkları başta olmak üzere, uzlaşmazlıkların çözümü, tüketici şikâyetlerinin değerlendirilmesi ve denetim faaliyetlerinin gerçekleştirilmesi amacıyla yazılı olarak talep edilmesi halinde kanunların yetkili kıldığı mercilere verilir." Yönetmelik'in "İşletmecilerin veri saklama süreleri" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: "Soruşturma, inceleme, denetleme veya uzlaşmazlığa konu olan kişisel veriler, ilgili süreç tamamlanıncaya kadar saklanır." İlgili Yargı Kararları Anayasa Mahkemesi 5809 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan "…ilgili mevzuatın ve…", (6) numaralı fıkrasında yer alan "…ilgili mevzuat hükümleri saklı kalmak kaydıyla,…" ve (8) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan "…ilgili mevzuatın ve…" ibareleri ile (13) numaralı fıkrasının Anayasa'ya aykırılık iddiasını incelemiş; söz konusu düzenlemelerin Anayasa'nın kişisel verilerin korunmasını isteme hakkını güvence altına alan maddesine aykırı olmadığına karar vermiştir (AYM E.2015/61, K.2016/172, 2/11/2016). Anayasa Mahkemesinin söz konusu kararının ilgili kısmı şöyledir:" Anayasa’nın maddesinin üçüncü fıkrasında, herkesin, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahip olduğu; bu hakkın kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsadığı belirtildikten sonra kişisel verilerin, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebileceği, kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usullerin de kanunla düzenleneceği hüküm altına alınmıştır. Böylece kişisel verilerin korunması hakkı anayasal güvenceye bağlanmıştır. Kişisel verilerin korunması hakkı, insan onurunun korunması ve kişiliğin serbestçe geliştirilmesi hakkının özel bir biçimi olarak, bireyin hak ve özgürlüklerini kişisel verilerin işlenmesi sırasında korumayı amaçlamaktadır. Anayasa’nın maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca kişisel veriler ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Türkiye’nin taraf olduğu 108 sayılı Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Kişilerin Korunmasına Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin maddesinde de devlet güvenliği, kamu güvenliği, devletin ekonomik menfaatlerinin korunması ve suçlarla mücadele edilmesi, ilgilinin veya üçüncü kişilerin hak ve özgürlüklerinin korunması ile verilerin istatistiki veya bilimsel amaçlarla kullanılması durumlarında kişisel verilerin korunmasına sınırlamalar getirilebileceği öngörülmüştür. Ancak bu sınırlamalar, Anayasa’nın maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz. Anayasa’nın maddesine göre temel hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamalar, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı gibi hak ve özgürlüklerin özlerine de dokunamaz. Kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sağlanan anayasal güvencenin yaşama geçirilebilmesi için, bu hakkı ilgilendiren yasal düzenlemelerin, açık, anlaşılabilir ve kişilerin söz konusu haklarını kullanabilmelerine elverişli olması gerekir. Ancak böyle bir düzenleme ile kişilerin özel hayatlarını ilgilendiren veri ve bilgilerin resmi makamların keyfi müdahalelerine karşı korunması olanaklı hâle getirilebilir. Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrasında, elektronik haberleşmenin ve ilgili trafik verisinin gizliliğinin esas olduğu ifade edildikten sonra, dava konusu kuralla 'ilgili mevzuatın' öngördüğü durumlar istisna tutularak, haberleşmeye taraf olanların tamamının rızası olmaksızın haberleşmenin dinlenmesi, kaydedilmesi, saklanması, kesilmesi ve takip edilmesi yasaklanmıştır. Böylece, kişisel verilerin işlenmesi kural olarak yasaklanmış olmakla beraber ilgili mevzuatın öngördüğü durumlarda haberleşmenin dinlenmesi, kaydedilmesi, saklanması, kesilmesi ve takip edilmesi mümkün kılınmıştır. Anayasa’nın maddesinin üçüncü fıkrasında, kişisel verilerin ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin rızasıyla işlenebilmesine olanak tanınmış, Anayasa Mahkemesinin yukarıda anılan 2014 tarihli ve E.2013/122, K.2014/74 sayılı kararında da bu husus teyit edilerek kişisel verilerin korunmasına ilişkin usul ve esasların ancak kanunla düzenlenebileceği ifade edilmiştir. Anayasa’nın maddesinin açık hükmü ve Anayasa Mahkemesinin anılan kararı gözetildiğinde, kanunla bir belirleme ve sınırlama yapılmaksızın yürütmenin düzenleyici işlemleriyle haberleşmeye ilişkin kişisel verilerin işlenmesine anayasal açıdan olanak bulunmamaktadır. Bu bağlamda, elektronik haberleşmenin dinlenmesi, kaydedilmesi, saklanması, kesilmesi ve takip edilmesine olanak tanıyan kuralda yer alan 'ilgili mevzuat' ibaresiyle de kişisel verilerin işlenmesiyle ilgili düzenlemeler öngören diğer kanun hükümlerinin kastedildiği anlaşılmaktadır. Nitekim, kuralın gerekçesinde de Anayasa’nın maddesi uyarınca kişisel verilerin işlenmesi konusunun kanunla düzenlenmesi gerektiğinden elektronik haberleşme sektöründe kişisel verilerin işlenmesi ve gizliliğine yönelik hususlara ilişkin olarak yeni bir kanun tasarısı hazırlandığı ifade edilmiştir. Ayrıca kişisel verilerin korunması konusunda çerçeve kanun niteliği taşıyan 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasında da, kişisel verilerin ancak kanunlarda öngörülen usul ve esaslara uygun olarak işlenebileceği hüküm altına alınmıştır. Dolayısıyla, kuralda yer alan 'ilgili mevzuat' kavramı, elektronik haberleşmenin dinlenmesi, kaydedilmesi, saklanması, kesilmesi ve takip edilmesiyle ilgili yasal düzenlemeleri ifade ettiğinden, dava konusu kuralda, kişisel verilerin korunmasına ilişkin usul ve esasların kanunla düzenlenmesini öngören Anayasa’nın maddesine aykırı bir yön bulunmamaktadır. Günümüzde, milli güvenlik, istihbarat, suçla mücadele gibi çok farklı nedenlerle kişisel verilerin işlenmesine ihtiyaç duyulabilmektedir. Ayrıca zaman içerisinde gelişen teknolojiyle birlikte bu konuda yeni kanuni düzenlemeler yapılması da gerekebilir. Bu nedenle, haberleşmeye ilişkin kişisel verilerin hangi durumlarda işlenebileceğinin kanunla tek tek sayılmak suretiyle belirlenmesi mümkün değildir. Dava konusu kuralda da genel bir belirleme yapılarak haberleşmeye taraf olanların tamamının rızası olmaksızın haberleşmenin dinlenmesi, kaydedilmesi, saklanması, kesilmesi ve takip edilmesinin yasak olduğu hüküm altına alındıktan sonra, elektronik haberleşmeye ilişkin kişisel verilerin işlenmesine olanak tanıyan ilgili kanun hükümleri saklı tutulmuştur. Diğer taraftan, dava konusu kuralla, konuyla ilgili kanunlarda haberleşmeye ilişkin kişisel verilerin işlenmesine olanak tanınmakla birlikte bu konuda kanun koyucunun sınırsız bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Nitekim, 5809 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasında, kişisel verilerin işlenmesinde; hukuka ve dürüstlük kurallarına uygun olma, doğru ve gerektiğinde güncel olma, belirli, açık ve meşru amaçlar için işleme, işlendikleri amaçla bağlantılı, sınırlı ve ölçülü olma ve işlendikleri amaç için gerekli olan süre kadar muhafaza edilme ilkelerine uyulması gerektiği belirtilmiş, Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun maddesinde de, benzer ilkelere yer verilerek kişisel verilerin işlenmesinde gözetilmesi gereken hususlar ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Dolayısıyla, dava konusu kuralın kişisel verilerin işlenmesi noktasında kanun koyucuya sınırsız bir takdir hakkı verdiği söylenemez. Bu itibarla, ilgili kanunların öngördüğü durumlarda, haberleşmenin dinlenmesi, kaydedilmesi, saklanması, kesilmesi ve takip edilmesine olanak tanıyan kuralda belirsizlik bulunmadığı gibi, kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının özüne dokunan ya da bu hakkı ölçüsüz şekilde sınırlandıran bir husus bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın , ve maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir." Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/9/2017 tarihli ve E.2017/MD-956, K.2017/370 sayılı kararında ByLock iletişim sistemindeki veri tespitlerinin hangi koruma tedbiri kapsamında incelenmesi gerektiğine ilişkin olarak yapılan açıklamalar şöyledir: "Bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve elkoyma koruma tedbiri, CMK'nun maddesinde düzenlenmiştir. Bu koruma tedbiri, CMK’nun 116 ve maddeleri arasında düzenlenen 'arama' ve 'elkoyma' koruma tedbirlerinin özel bir görünümünü oluşturmaktadır. ...Bilgisayar kütüklerinin sadece hard disk şeklinde anlaşılmaması gerekir. Bilgisayar kütükleri, internet servis sağlayıcılarının internet erişimi sağladıkları kullanıcılara ait IP no'larını ve diğer erişim bilgilerini depoladıkları veri tabanlarını da ifade etmekte[dir] ...Nitekim Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinin 'bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve elkoyma' başlıklı maddesinin yedekleme işlemini düzenleyen üçüncü fıkrası; yedekleme işlemininin, bilgisayar ağları ve diğer uzak bilgisayar kütükleri ile çıkarılabilir donanımları hakkında da uygulanacağını düzenlemiştir. Yönetmelikte yer alan “Bu işlem, bilgisayar ağları ve diğer uzak bilgisayar kütükleri ile çıkarılabilir donanımları hakkında da uygulanır' ibaresi ile olay yerindeki bilgisayarların yanı sıra uzak bilgisayar kütüklerine de erişim sağlanabilecektir. ...... [İ]nternet ortamında gerçekleştirilen iletişime ilişkin kayıtlar, bilgisayar kütüğünde kayıt altına alındığından, bu iletişim kayıtları hakkında CMK'nun maddesinin birinci fıkrası gereğince arama, kopyalama ve elkoyma koruma tedbirleri uygulanabilir..."B. Uluslararası Hukuk Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 10/12/1948 tarihli ve 217 (111) sayılı kararı ile kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin maddesi şöyledir:"Hiç kimse özel hayatı, ailesi, meskeni veya yazışması hususlarında keyfî karışmalara, şeref ve şöhretine karşı tecavüzlere mâruz kalamaz. Herkesin bu karışmalara ve tecavüzlere karşı kanun ile korunmağa hakkı vardır." Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kişisel verilerin korunması konusunda kabul edilen 14/12/1990 tarihli ve 45/95 sayılı “Bilgisayarla İşlenen Kişisel Veri Dosyaları Hakkında Yönlendirici İlkeler”de şu temel ilkelere yer verilmiştir:"1- İşlemenin hukuka uygun ve adil olması ilkesi: Kişilerin hakkındaki veriler hukuka aykırı veya adil olmayan şekilde toplanmamalı veya işlenmemelidir. Ayrıca Birleşmiş Milletler Şartı’ndaki ilkelere aykırı amaçlarla kullanılmamalıdır. 2- Doğruluk ilkesi: Kişisel verileri tutmakla sorumlu makamlar bu bilgilerin doğru tutulmasını güvence altına almalıdır. 3- Belirli ve meşru amaçlar için işleme ilkesi: Bir kaydın tutulması ve kullanımı meşru ve belirli bir amaca dayalı olmalıdır. Bütün kişisel veriler amaç ile ilgili ve onu gerçekleştirmeye elverişli olacak şekilde toplanmalı ve kaydedilmelidir. Bu kişisel verilerin hiçbiri, ilgili kişinin rızası dışında, belirtilenlerle uyuşmayan amaçlar için kullanılamaz veya ifşa edilemez. Kişisel verilen saklanma süresi, belirtilen amaçlara ulaşılmasını sağlayacak süreyi aşamaz.4- İlgili kişilerin erişmesi ilkesi: Kimlik kanıtı sunan herkes kendisiyle ilgili bilgilerin işlenip işlenmediğini bilme ve gereksiz bir gecikme veya masraf olmadan anlaşılır biçimde elde etme hakkına sahiptir. Ayrıca bu bilgilerin kanuna aykırı, gereksiz veya yanlış olması durumunda uygun düzeltmelerin yapılmasını veya silinmesini talep etme hakkına sahiptir. Devletler buna uygun bir çözüm yolu sağlamak durumundadır. Herhangi bir düzeltme maliyeti dosyadan sorumlu kişi tarafından karşılanmalıdır. Bu ilke hükümlerinin uyruk veya ikâmetine bakılmaksızın herkes için uygulanması arzu edilir.5- Ayrımcılığın önlenmesi ilkesi: (6) numaralı ilkede kısıtlı olarak öngörülen hâller söz konusu olduğunda ırk veya etnik köken, renk, cinsel yaşam, siyasi görüş, dini, felsefi ve diğer inançların yanı sıra dernek veya sendika üyeliği bilgileri de dahil olmak üzere kanuna aykırı veya keyfî olarak ayrımcılığa yol açabilmesi muhtemel veriler toplanmamalıdır.6- Üstün amaçlar için istisna koyabilme ilkesi: Ulusal güvenlik, genel sağlık ve ahlakı korumak veya özellikle zulüm gören kişilerin ve diğerlerinin hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla (1) ila (4) numaralı ilkelerden ayrılabilmek mümkün olabilir. Ancak bu tür istisnalar, sınırlarının açıkça belirlendiği ve uygun tedbirlerin ortaya konulduğu iç hukuk sistemine göre yürürlüğe konan bir kanun veya eşdeğer bir düzenlemede açıkça belirtilmiş olmalıdır. 7- Güvenlik ilkesi: Veri dosyaları, kaza ile kaybetme veya yok etme gibi doğal afetler, hileli verilerin yanlış kullanılması ya da bilgisayar virüsleri gibi insan odaklı tehlikelere karşı uygun tedbirlerle korunmalıdır.8- Denetleme ve yaptırım ilkesi: Her ülkenin kanunu, yerel hukuk sistemine uygun olarak yukarıda belirtilen ilkelere uyulmasından sorumlu makamı belirler. Bu makam tarafsızlık, veri işleme ve oluşturmadan sorumlu kişilere karşı bağımsızlık ve teknik yeterlilik teminatı sunmalıdır. Yukarıda belirtilen ilkeleri uygulayan ulusal kanun hükümlerinin ihlali durumunda cezai veya diğer idari yaptırımlar uygun bireysel çözümlerle birlikte öngörülmüş olmalıdır. 9- Sınır ötesi veri transferi ilkesi: Sınır ötesi bir veri akışı ile ilgili olarak iki veya daha fazla ülkenin mevzuatı mahremiyetin korunması için karşılaştırılabilir güvenceler sunduğu takdirde veri dolaşımı mümkün kılınabilir." Avrupa Birliği Genel Veri Koruma Tüzüğü 27/4/2016 tarihli ve 2016/679 sayılı Avrupa Birliği Genel Veri Koruma Tüzüğü’nün "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Tüzük’ün amaçları doğrultusunda, aşağıdaki tanımlar geçerlidir:Kişisel veri, belirli veya belirlenebilir bir gerçek kişi hakkındaki her bilgiyi ifade eder (veri sahibi); belirlenebilir bir gerçek kişi ad, kimlik, yer bilgisi, online kimlik veya kişinin fiziksel, fizyolojik, genetik, zihinsel, ekonomik, kültürel ya da sosyal kimliği gibi belirleyici bir özellikle doğrudan veya dolaylı olarak belirlenebilen kişidir. İşleme, kişisel veri veya kişisel veri dizisinin otomatik veya başka bir şekilde toplanması, kaydedilmesi, organize edilmesi, yapılandırılması, depolanması, uyarlanması veya değiştirilmesi, geri alınması, kullanılması, iletim yoluyla açıklanması, yayılması veya erişilebilir hâle getirilmesi, sıralanması veya kombine edilmesi, sınırlandırılması, silinmesi veya yok edilmesi gibi yollarla herhangi bir işlem veya işlem dizisine tabi tutulması anlamına gelir." Avrupa Birliği Genel Veri Koruma Tüzüğü’nün "Kişisel verilerin işlenmesi ile ilgili ilkeler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Kişisel veri;Veri sahibi ile ilgili olarak hukuka uygun, adil ve şeffaf bir biçimde işlenmelidir (hukuka uygunluk, adillik ve şeffaflık),Belirlenmiş, açık ve meşru amaçlar için toplanmış olmalı ve bu amaçlara uygun olmayan bir şekilde işlenmemelidir. Kamu yararı, bilimsel ve tarihsel amaçlar ya da arşivleme amacıyla yapılacak diğer işlemler madde 89/1 uyarınca başlangıç amaçlarıyla uyumsuz kabul edilmeyecektir (amaç sınırlaması)Yeterli, ilgili ve işlendiği amaçlar için gerekli olanlarla sınırlı işlenmelidir (verilerin en az seviyeye indirilmesi)Doğru ve gerektiğinde güncel tutulmalı; hatalı olan kişisel verinin işlenme amacına bakılmaksızın gecikmeden silinmesini veya düzeltilmesini sağlamak için makul her adım atılmalıdır (doğruluk).İşlenme amacı için gerekenden daha uzun olmayan bir süre boyunca veri konularının tanımlanmasına izin veren bir formda tutulmalıdır. Kişisel veriler, veri sahibinin hak ve özgürlüklerini korumak için bu Tüzüğün öngördüğü uygun teknik ve yapısal tedbirler alınmak kaydıyla Tüzüğün 89/ maddesi uyarınca sadece kamu yararına, bilimsel veya tarihi araştırma amaçlarına ya da istatistiki amaçlara yönelik olarak arşivleme amacıyla daha uzun bir süre saklanabilir (saklama süresinin sınırlandırılması).Yetkisiz veya kanun dışı işlemeye ve kazara kayıp, imha ve hasara karşı uygun teknik veya yapısal tedbirler alınarak kişisel verilerin güvenli bir biçimde işlenmesi sağlanmalıdır (bütünlük ve gizlilik)." Avrupa Birliği Genel Veri Koruma Tüzüğü’nün "Kısıtlamalar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Veri sorumlusunun veya işleyenin tabi olduğu Birlik veya Üye Devlet hukuku, ila (bunlara karşılık geldiği sürece madde) ve maddelerdeki yükümlülükleri ve hakların kapsamını, temel hak ve özgürlüklerin özüne saygı gösterdiğinde ve demokratik bir toplumda korunmak için gerekli ve orantılı bir tedbir olduğu takdirde aşağıdaki hâllerde kanun yoluyla sınırlayabilir:Ulusal güvenlik,Savunma,Kamu güvenliği,Kamu güvenliğine yönelik tehditlerin önlenmesi de dahil olmak üzere suçların önlenmesi, soruşturulması, tespit edilmesi, kovuşturulması veya cezaların infazı,Birliğin veya Üye Devletin genel olarak kamu yararına olan diğer önemli hedeflerin, özellikle para, bütçe, önemli bir vergilendirme, kamu sağlığı veya sosyal güvenlik dahil olmak üzere önemli bir ekonomik veya mali çıkar amacıyla,Yargı bağımsızlığının ve yargısal işlemlerin (sürecin) korunması,Regüle edilmiş meslekler için etik ihlallerin önlenmesi, tespiti, soruşturulması ve kovuşturulması, (a) ila (e) ve (g) maddelerinde atıfta bulunulan hallerde resmi otoritenin kullanımına zaman zaman bağlı olsa bile izleme, inceleme veya düzenleyici işlevin yerine getirilmesi,Veri sahibinin veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması,Medeni hukuk hak ve alacaklarının icrası,Özellikle paragrafta atıfta bulunulan herhangi bir hukuki tedbir öngören kanun en azından uygun olduğu hâllerde şu belirli hükümleri içermelidir:İşleme veya işleme kategorilerinin amaçları,Kişisel veri kategorileri,Tanınan kısıtlamaların boyutu,Keyfi veya hukuk dışı erişimin ya da aktarımın önlenmesine dair güvenceler,Sorumlunun veya sorumlu kategorilerinin belirlenmesi,Depolama dönemleri ve işlemenin niteliği, kapsamı ve amaçları veya işleme kategorileri dikkate alınarak uygulanabilir güvenceler,Veri sahibinin hakları ve özgürlüklerine getirilen riskler,Veri sahibinin, amacına halel getirmediği sürece kısıtlama hakkında bilgilendirilmesi." Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Herkes .... yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa Konseyi Siber Suç Sözleşmesi Türkiye Cumhuriyeti tarafından 10/11/2010 tarihinde imzalanan ve Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanması uygun bulunarak 2/5/2014 tarihinde yürürlüğe giren Avrupa Konseyi Siber Suç Sözleşmesi'nin "Depolanmış bilgisayar verilerine izinli şekilde veya bu verilerin halka açık olduğu durumlarda sınır ötesinden erişim sağlanması" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Bir taraf, diğer tarafın izni olmaksızın; a) Halkın serbest kullanımına sunulan (açık kaynaktan gelen) depolanmış bilgisayar verilerine bunların coğrafi konumuna bakılmaksızın erişilebilir; veya b) Kendi ülkesindeki bir bilgisayar sistemi aracılığıyla, diğer tarafın ülkesindeki depolanmış bilgisayar verilerine, eğer bu taraf, söz konusu bilgisayar sistemi aracılığıyla veriyi ifşa etme yetkisini yasal olarak haiz bulunan kişinin yasal ve gönüllü onayını sağlayabilirse, söz konusu verilere erişebilir veya bunları temin edebilir." Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunması Sözleşmesi 18/2/2016 tarihli ve 29628 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 30/1/2016 tarihli ve 6669 sayılı Kanun'la uygun bulunan 28/1/1981 tarihli Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunması Sözleşmesi’nin "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Sözleşmenin amaçları bakımından:a "Kişisel veriler": Kimliği belirli veya belirlenebilir bir gerçek kişi ("ilgili kişi") hakkındaki tüm bilgileri ifade eder.…c "Otomatik işlem”den, tamamen veya kısmen otomatik yöntemlerle gerçekleştirilen; verilerin kaydı, bu verilere mantıksal ve/ veya aritmetik işlemlerin uygulanması, verilerin değiştirilmesi, silinmesi, geri elde edilmesi veya dağıtılması anlaşılır." Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunması Sözleşmesi’nin "Verilerin niteliği" kenar başlıklı maddesi şöyledir:  “Otomatik işleme konu olan kişisel veriler:a. Adil biçimde ve yasal yoldan elde edilir ve işlenir;b. Belli ve meşru amaçlar için kaydedilir ve bu amaçlara aykırı şekilde kullanılmaz;c. Kaydedilme amaçlarına göre uygun ve yerinde olur ve aşırı olmaz;d. Doğru bilgileri yansıtır ve gerektiğinde güncellenir;e. Kaydedilme amaçlarını gerçekleştirmek için gerekli olan süreyi aşmayacak şekilde ilgili kişilerin kimliklerini belirlemeye imkan veren bir biçimde saklanır.” Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunması Sözleşmesi’nin "İstisnalar ve kısıtlamalar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:  “ Taraf devletin kanunlarında öngörülmüş olması ve demokratik bir toplumda aşağıdaki hususların sağlanması için gerekli bir önlem oluşturması halinde işbu Sözleşmenin 5, 6 ve maddelerine istisna getirilebilir: a. Devlet güvenliğinin korunması, kamu güvenliği, devletin mali menfaatleri veya suçların önlenmesi;b. İlgili kişinin veya başkasının hak ve özgürlüklerinin korunması.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadıa. Olağan Hukuk Yollarının Tüketilmesi Kuralı Yönünden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Hambardzumyan/Ermenistan (B. No: 43478/11, 5/12/2019) kararında ceza soruşturması kapsamında başvurulan gizli dinleme tedbirinin haberleşme hürriyetini ihlal ettiği iddiasının ceza yargılamasının sonuçlanmasından sonra bireysel başvuruya konu edilmesini başvuru süresi açısından tartışmıştır (Hambardzumyan/Ermenistan, §§ 39-55). Başvuruya konu olayda başvurucu, bir ıslahevinin kadınlarla ilgili bölümünün başkan yardımcısı olarak çalışmakta iken ıslahevinde kalan bir mahkûmun başvurucunun kendisinden rüşvet istediği ihbarında bulunması üzerine başvurucunun görüntülü ve sesli izleme altına alınmasına, telefonlarının dinlenmesine 3/2/2010 tarihinde hâkim tarafından karar verilmiştir. Bu suretle elde edilen delillere istinaden başvurucu hakkında ceza davası açılmıştır. Başvurucunun avukatı 12/5/2010 tarihinde 3/2/2010 tarihli karardan haberdar olmuştur. Başvurucu gerek ceza mahkemesinde gerekse temyizde gizli dinleme ve izleme kararının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüş, derece mahkemeleri de başvurucunun bu iddiasını esastan tartışmıştır. Başvurucu 9/11/2010 tarihinde 9 yıl hapis cezasına mahkûm olmuş, ceza 28/4/2011 tarihinde kesinleşmiştir (Hambardzumyan/Ermenistan, §§ 5-22). Başvurucu ceza yargılamasının kesinleşmesinden sonra AİHM’e yaptığı bireysel başvuruda gizli izleme tedbiri sebebiyle Sözleşme’nin maddesinin ihlal edildiğini öne sürmüştür (Hambardzumyan/Ermenistan, § 35). Hükûmet başvurucunun tedbirden haberdar olduğu 12/5/2010 tarihinden itibaren altı ay içinde bireysel başvuruda bulunması gerektiği itirazında bulunmuş, ceza yargılamasında delilin hukuka aykırılığının ileri sürülmesinin madde bağlamında etkili bir yol olamayacağını belirtmiştir (Hambardzumyan/Ermenistan, § 37). AİHM sadece etkili olan hukuk yollarının tüketilmesinin zorunlu olduğunu belirtmiş (Hambardzumyan/Ermenistan, § 40), etkili bir başvuru yolunun bulunmadığı veya var olan yolun etkisiz olduğu kanaatine varıldığı hâllerde başvuru süresinin kural olarak şikâyet edilen fiilin/işlemin gerçekleştiği tarihten itibaren işlemeye başlayacağını ifade etmiştir (Hambardzumyan/Ermenistan, § 41). AİHM başvurucunun suçluluğu hakkında karar veren mahkemenin Sözleşme’nin maddesiyle ilgili şikâyet için etkili bir giderim sağlamaya muktedir olmadığını vurgulamıştır. AİHM’e göre ceza mahkemeleri delilin kabul edilebilirliğiyle ilgili sorunları incelemeye yetkili olsalar da başvurucunun özel hayatına ve haberleşmesine saygı hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı ya da demokratik toplumda gerekli olup olmadığı şikâyetinin incelenmesi ceza mahkemelerinin yetki alanının dışındadır. Ayrıca bu mahkemeler bu şikâyetle ilgili olarak uygun giderim sağlama niteliğini de haiz değildir (Hambardzumyan/Ermenistan, § 43). Bu sebeple gizli izleme meselesinin başvurucu aleyhine açılan ceza davasının esasını inceleyen mahkemelerde ileri sürülmesi Sözleşme’nin maddesiyle ilgili şikâyetler için etkili yol olarak görülemez (Hambardzumyan/Ermenistan, § 44). Daha sonra AİHM etkili olmadığını tespit ettiği ceza davasından sonra başvuru yapılmış olmasının altı ay kuralıyla bağdaşıp bağdaşmadığını incelemiştir. AİHM başvurucunun gizli izleme kararından soruşturmanın son evrelerinde -dinleme sonucu elde edilen delillerin onun aleyhine olan suçlamanın dayanağı olarak gösterildiği iddianameden kısa bir süre sonra- dosyaya erişim imkânının sağlandığından haberdar olduğunun altını çizmiştir. AİHM olayın arka planı gözetildiğinde başvurucunun bu şikâyetini ceza mahkemesi önünde dile getirmesinin gayrimakul olmadığını kabul etmiştir. AİHM’e göre derece mahkemelerinin gerçekte başvurucunun bu şikâyetini incelemiş olması bu sonucu desteklemektedir. Derece mahkemeleri, izleme tedbirinin hukukiliği iddiasıyla ilgili olarak yaptıkları incelemede Sözleşme şikâyetinin esasıyla ilgili değerlendirmelerde bulunmuştur. Bu koşullarda başvurucu, şikâyetini -hatalı olarak- etkili olduğunu düşündüğü bir hukuk yolunda derece mahkemelerinin dikkatine sunmuş olması sebebiyle suçlanamaz (Hambardzumyan/Ermenistan, § 52). AİHM sonuç olarak Sözleşme'nin kurduğu koruma mekanizmasının insan haklarını güvence altına alan ulusal hukuk sistemine nazaran ikincil nitelikte olduğu ilkesine saygı gösteren başvurucunun ihlalin ulusal hukuk sistemi içinde düzeltilmesi fırsatını derece mahkemelerine vermek için Sözleşme şikâyetini aleyhine yöneltilen suçlamayla ilgili olarak karar veren ceza mahkemesinde öne sürmüş olmasının mantıksız olmadığını vurgulamış ve hükûmetin süre aşımı itirazını reddetmiştir (Hambardzumyan/Ermenistan, §§ 53, 54). b. Kişisel Verilerin Korunmasını İsteme Hakkı Yönünden AİHM, devletlerin millî güvenliğin korunması amacını gerçekleştirmede sahip oldukları takdir yetkisinin geniş olduğunu kabul etmektedir. AİHM, Sözleşme'ye taraf devletlerin millî güvenliği korumak için yetkili ulusal makamlarına ilk olarak kişiler hakkında bilgi toplama ve halka açık olmayan siciller tutma, ikinci olarak millî güvenlik bakımından önemli kadrolarda çalışmak isteyen adayların bu işe uygunluğunu takdir ederken bu bilgiyi kullanma yetkisi veren kurallara sahip olmaları gerektiğinde kuşku bulunmadığını belirtmektedir (Leander/İsveç, B. No: 9248/81, 26/3/1987, § 59). Bununla birlikte AİHM içtihadına göre kamu mercilerinin bir bireyin özel hayatıyla ilgili bilgileri toplaması, kaydetmesi, saklaması özel hayata saygı hakkına müdahale oluşturur (Leander/İsviçre, § 48; Kopp/İsviçre, B. No: 23224/94, 25/3/1998, § 53;Amann/İsviçre [BD], B. No: 27798/95, 16/2/2000, § 69; Rotaru/Romanya [BD], B. No: 28341/95, 4/5/2000, §§ 43, 44, 46). AİHM'e göre bir kişinin özel yaşamına ilişkin verilerin kaydedilmesi ve saklanması kendi başına özel hayata saygı hakkı bakımından bir müdahale oluşturmaktadır. Bu müdahalenin tespiti için kaydedilen bilgilerin daha sonra kullanılmış olması gibi bir koşul da aranmamaktadır. Bununla birlikte kamu makamları tarafından muhafaza edilen kişisel verilerin Sözleşme'nin maddesinde öngörülen unsurlardan birini devreye sokup sokmadığını tespit etmek için bu bilgilerin hangi çerçevede alındığının ve muhafaza edildiğinin, verilerin türünün, kullanıldığı ve işlendiği şeklin, bunlardan çıkarılabilecek sonuçların dikkate alınması zaruridir (S. ve Marper/Birleşik Krallık [BD], B. No: 30562/04, 30566/04, 4/12/2008, § 67). AİHM'e göre kişisel verilerin korunması, Sözleşme’nin maddesinde öngörülen özel hayata saygı hakkından kişinin yararlanması konusunda büyük öneme sahiptir. İç hukuk kişisel verilerin bu maddede öngörülen güvencelere uygun olmayan şekilde kullanımını engellemek için gerekli güvenceleri sağlamalıdır. Bu tür güvencelerin bulunmasının gerekliliği; otomatik işleme tabi tutulan kişisel verilerin korunması söz konusu olduğunda, özellikle de bu verilerin polis tarafından kullanılması hâlinde daha fazla hissedilmektedir. İç hukuk, bu verilerin saklanma amaçlarına uygun ve aşırılıktan uzak olmalarını sağlamalı; verilerin kaydedilme amaçlarını gerçekleştirmek için gerekli olan süreyi aşmayacak şekilde muhafaza edilmesini temin etmelidir. İç hukuk, aynı zamanda kişisel verilerin uygun olmayan şekillerde, keyfî ve yetki aşımı yapılarak kullanılmalarına karşı uygun güvenceler de içermelidir (S.ve Marper/Birleşik Krallık, § 103; /Birleşik Krallık, B. No: 24029/07, 13/11/2012, § 195).c. Haberleşme Hürriyeti Yönünden AİHM kararlarında gizli tedbirlere ilişkin kanun hükümlerinin barındırması gereken asgari unsurlar sıralanmıştır. Bu kapsamda izleme kararı verilmesine yol açabilecek suçların niteliği, iletişimleri izlenecek kişi kategorisi, izleme sürelerinin sınırları, elde edilen verilerin incelenme, değerlendirilme ve saklanmalarına ilişkin esaslar, verilerin başkalarıyla paylaşılmasına ilişkin önlemler ve elde edilen verilerin ortadan kaldırılmasına ilişkin koşulların kanunda açık bir şekilde düzenlenmesi gereklidir (the Association for European Integration and Human Rights ve Ekimdzhiev/Bulgaristan, B. No: 62540/00, 28/6/2007, §§ 76, 77). AİHM somut olaya tam olarak benzemeyen ancak ortaya konulan ilkeler bakımından dikkate değer olan Weber ve Saravia/Almanya ((k.k.), B. No: 53934/00, 29/6/2006) kararında Almanya İstihbarat Teşkilatına mail, posta ve iletişime müdahale yetkisi tanıyan 1968 tarihli Kanun'da 1994 yılında yapılan değişikliği haberleşme hürriyeti yönünden incelemiştir. Söz konusu kanun stratejik izleme olarak tabir edilen yöntemlerle iletişimi kayıt altına alma ve bu yolla temin ettiği bilgileri yetkili makamlara aktarma yetkisini Alman İstihbarat Teşkilatına tanımaktadır. Anılan Kanun'a göre stratejik izlemenin amacı, Federal Almanya Cumhuriyeti'nin karşılaşabileceği, ülkesine yönelik silahlı saldırı, uluslararası terörist saldırılar ile öteki bazı ağır suçlar gibi ciddi tehlikeleri tespit etmek ve önlemek için iletişimin tespiti ve dinlenmesi yoluyla bilgi toplamaktır. Belli bir kişinin iletişimine müdahale olarak tanımlanan bireysel izleme ise izlenen kişinin işlediğinden veya planladığından şüphelenilen belli ağır suçları önleme veya soruşturma hedefine yöneliktir (Weber ve Saravia/Almanya §§ 3-13). Başvurucular söz konusu Kanun'un başka ülkelerin egemenliklerine yasa dışı olarak müdahale edilmesini öngörmesi sebebiyle kanunilik kriterini sağlamadığını ileri sürmüşlerdir. AİHM söz konusu Kanun'un uluslararası kablosuz iletişim şebekelerini izleme yetkisi verdiğini, bunun da sabit telefon hatlarını değil uydu ve radyo ağlarını etkilediğini belirtmiştir. AİHM’e göre yabancı ülkelerden emilen sinyaller Alman topraklarında yerleşik tesislerden izlenmekte ve toplanan veriler Almanya’da kullanılmaktadır. Bu çerçevede başvurucular, Alman otoritelerinin stratejik izleme yöntemini uygulamak suretiyle yabancı devletlerin uluslararası hukukla korunan toprak egemenliklerini ihlal edecek şekilde davrandıklarını gösteren delil ibraz etme yükümlülüklerini yerine getirememişlerdir (Weber ve Saravia/Almanya, § 88). Başvurucular Kanun'un öngörülebilir olmadığından da şikâyet etmişlerdir. AİHM’e göre gizli dinleme tedbirinin kendine özgü bağlamındaki öngörülebilirlik, kişinin davranışlarını ayarlayabilmesi amacıyla otoritelerin onun iletişimine ne zaman müdahale edebileceğini öngörmesi gerektiği anlamına gelmemektedir. Ancak özellikle idari otoritelere tanınan yetkinin gizli bir şekilde kullanıldığı hâllerde keyfîlik ihtimali bariz hâle gelmektedir. Bu yüzden özellikle kullanıma açık olan teknolojinin gün geçtikçe daha karmaşık hâle geldiği bu süreçte telefon konuşmalarını dinlemeye ilişkin kuralların açık olması önemlidir. Ulusal hukukun vatandaşların hangi durumlarda kamu otoritelerinin bu tedbiri uygulamaya yetkili olduğunu bilmelerine imkân sağlayacak ölçüde açık olması gerekir. Öte yandan kanun, yetkili otoritelere tanınan takdirin kapsamını ve keyfî müdahalelere karşı koruma sağlamak için nasıl uygulanacağını bireye yeterli açıklıkta göstermelidir (Weber ve Saravia/Almanya, §§ 93, 94). AİHM, devletin gizli izleme tedbiri yoluyla ulusal güvenliğini sağlamadaki menfaati ile başvurucuların özel hayatına saygı hakkına yapılan bu ciddi müdahale arasında denge kurulması bağlamında ulusal otoritelerin ne tür araçları seçecekleri hususunda nispeten geniş bir takdir yetkisine sahip olduklarına işaret etmiştir (Weber ve Saravia/Almanya, § 106). AİHM elde edilen bilginin başka kurumlara verilmesine ve kullanılmasına ilişkin olarak ise Alman Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra yapılan değişikliklerle bunların çok sıkı koşullara bağlandığını belirtmiş, özellikle söz konusu bilginin aktarılması için bunun zorunlu olması gerektiğine ve Alman Anayasa Mahkemesinin bu bilginin elde edilme amacı dışında kullanılmayacağına dair kararına işaret etmiştir (Weber ve Saravia/Almanya, §§ 121, 122). AİHM bu bilgilerin Anayasayı Koruma Ofisi ile diğer otoritelere aktarılması ve bunlar tarafından kullanılmasını da incelemiştir. AİHM izlenen kişiler aleyhine ceza soruşturması başlatılmasına imkân sağlamak amacıyla, öncesinde herhangi bir suç şüphesi olmaksızın uygulanan gizli izleme tedbiri ile elde edilen kişisel verilerin transferinin bu kişilerin haberleşmenin gizliliği hakkına yapılan nispeten ciddi bir müdahale olduğunu kabul etmiştir. Bununla birlikte AİHM, stratejik gözetleme yoluyla elde edilen bilginin transferinin sadece kanunda belirtilen ve nispeten ciddi mahiyet taşıyan suçların önlenmesi ve soruşturulması amacıyla sınırlı olduğunu not etmiştir. Ayrıca Alman Anayasa Mahkemesi, iptal kararıyla buna ilişkin güvenceleri sıkılaştırmıştır. Öte yandan bilginin aktarılması kararı, İstihbarat Teşkilatının transfer koşullarının oluşup oluşmadığını değerlendirme konusunda eğitimli olan personeli tarafından verilmektedir. Tüm bu koşulları gözeten AİHM, gözetlemenin konusu olan kişilerin haberleşmenin gizliliği hakkına yapılan müdahalenin gerek suç bakımından makul sınırlamalar getirilmiş olmasıyla gerekse kötüye kullanmaya karşı uygun denetim mekanizmalarının getirilmesiyle dengelendiği sonucuna ulaşmıştır (Weber ve Saravia/Almanya, §§ 125-129). AİHM bilginin imha edilmesini de incelemiştir. AİHM kişisel verilerin kanunda öngörülen amaçlar çerçevesinde arşivlenmesine artık ihtiyaç kalmadığının anlaşıldığı anda imhasının ve imha koşullarının oluşup oluşmadığının görece kısa aralıklarla değerlendirilmesinin öngörülmesinin haberleşmenin gizliliğine yapılan müdahalenin etkisinin kaçınılmaz seviyeye kadar azaltılmasında önemli bir unsur oluşturduğuna dikkat çekmiştir. AİHM ayrıca Federal Anayasa Mahkemesinin yargısal süreçler için hâlen ihtiyaç duyulan bilgilerin hemen imha edilemeyeceğine ve kanun kapsamında oluşturulan bağımsız komisyonun denetim yetkisinin imhası da dâhil olmak üzere bilginin kullanılmasına ilişkin bütün süreci kapsadığına karar verdiğine işaret etmiştir (Weber ve Saravia/Almanya, § 131). AİHM devletin stratejik gözetleme yetkisinin kötüye kullanılmasına karşı etkili ve yeterli güvencelerin olduğu kanaatine varmış; somut olayda haberleşmenin gizliliğine ulusal güvenliğin sağlanması, suç işlenmesinin önlenmesi amaçlarıyla müdahale edilmesinin demokratik toplumda gereklilik kriterini karşıladığını belirtmiştir. AİHM sonuç olarak başvuruyu açıkça dayanaktan yoksun olması sebebiyle kabul edilemez bulmuştur (Weber ve Saravia/Almanya, §§ 137, 138).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/23077
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, ByLock haberleşmesi ve kişisel verilerin yasal olmayan şekilde elde edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ile haberleşme hürriyetinin ve geçmişteki ByLock kullanımı dolayısıyla cezalandırılma nedeniyle de suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, sosyal medyada paylaşılan görüş nedeniyle cezalandırılmanın ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 2013 yılının Mart ve Nisan aylarında Hayvan Hakları Derneğinin (HAKDEM/Dernek) banka hesabına bağış amaçlı para gönderdiğini iddia etmektedir. Başvurucu, Dernek yetkilisi olan F.E.den (başvuru konusu olayda müşteki) bağışların nasıl kullanıldığı konusunda bilgi alamadığını ileri sürmüştür. Başvurucu, müştekinin tutumundan duyduğu rahatsızlığı derece mahkemesi önündeki yargılama esnasında da ifade etmiştir. 7/4/2013 tarihinde sosyal paylaşım sitesi Facebook'ta yer alan ve üçüncü bir şahsa ait bir hesapta "Pet Skandal" başlıklı bir mesaj yayımlanmıştır. Mesaj şöyledir: "Manisa Hakdem Derneği Beyaz Trende toplanan paraları resmen gasp etmiş bulunuyor... Paranın yatırıldığı hesap olmanın dışında hiçbir insiyatifi bulunmayan bu derneği ve sözde hayvansever üyelerini lanet ve nefretle kınıyoruz... Amerikaya uşaklık eden şerefsizlerin üzerine olsun..." Başvurucu, bu mesajın altına "[R.E.] denen haddini bilmez kadına sesleniyorum..." şeklindeki kendi yorumunu eklemiştir. Söz konusu ifade nedeniyle başvurucu hakkında hakaret suçundan kamu davası açılmıştır. Manisa Sulh Ceza Mahkemesi 4/3/2014 tarihinde başvurucunun hakaret suçundan 800 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına kesin olarak karar vermiştir. Mahkeme kararının gerekçesinde "[R.E.] denen haddini bilmez kadına sesleniyorum..." şeklindeki mesajın hakaret teşkil ettiği belirtilmiştir. Karar, başvurucuya 31/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Somut başvuruyla ilgili ulusal hukuk kurallarının yer aldığı karar içinBekir Coşkun ([GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 18) kararına, uluslararası hukuk kurallarının yer aldığı karar için Kemal Kılıçdaroğlu (B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 29-37) kararına bakılabilir.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5584
Başvuru, sosyal medyada paylaşılan görüş nedeniyle cezalandırılmanın ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, terör olaylarından dolayı köyü terk etmeye mecbur kalınması neticesinde 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/2/2014 tarihinde Batman İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonu 30/10/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar vermiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonu 30/10/2015 tarihinde, makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiası dışında kalan diğer iddiaların kabul edilemez olduğuna; makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiasının kabul edilebilirlik ve esas yönünden incelenmesi için dosyanın Bölüme gönderilmesine karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Siirt ili Kurtalan ilçesi Erdurağı köyünde ikamet etmekteyken terör olaylarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle 1995 yılında yerleşim yerini terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Siirt Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyonun 10/3/2006 tarihli ve 2006/339 sayılı kararında, terörden zarar görüldüğüne dair yeterli bilgi ve belge bulunmaması nedeniyle eksikliklerin giderilmesi için 6/6/2005 tarihinde başvurucuya bildirimde bulunulduğu, başvurucunun bu bildirime karar tarihine kadar herhangi bir cevap vermediği belirtilerek başvurunun reddine karar verilmiştir. Bu karar 28/8/2006 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 29/5/2008 tarihinde, 5233 sayılı Kanun kapsamında Komisyona yeniden başvuruda bulunmuştur. 11/7/2008 tarihli ve 2193 sayılı Komisyon kararı ile başvurucunun önceki başvurusunun reddedildiği ve bu ret kararının başvurucu vekiline tebliğ edildiği gerekçesi ile ikinci başvurunun da reddine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine 14/8/2008 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesinde iptal davası açılmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesinin 10/7/2009 tarihli ve E.2008/1992, K.2009/1515 sayılı kararı ile başvurucunun daha önce aynı konuda yapılan başvurusunun Komisyon tarafından reddedildiği ve mükerrer başvuru yapıldığından bahisle başvurucunun talebinin reddedilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 14/11/2013 tarihli ve E.2011/9072, K.2013/8534 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek hükmün onanmasına karar verilmiştir. Bu karar başvurucuya 10/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1739
Başvuru, terör olaylarından dolayı köyü terk etmeye mecbur kalınması neticesinde 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurular, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2015/10099 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bireysel başvurular sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da hiç icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/10099
Başvurular, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin tek taraflı deklarasyon sonucunda verdiği kayıttan düşürme kararına dayanılarak yapılan yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, adil yargılanma hakkına ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, (kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) (Mahkeme) 30/4/2008 tarihli kararıyla anayasal düzeni zor yoluyla ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Anılan karar, Yargıtay incelemesinden geçerek 6/7/2009 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, mahkûmiyetle sonuçlanan davaya ilişkin olarak 16/1/2009 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur. Başvurucu; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrası ile (3) numaralı fıkrasının (c) bendi uyarınca, ilk derece mahkemesi tarafından Sözleşme'nin maddesine aykırı olarak alınan ifadelerinin mahkûmiyetinde delil olarak kullanıldığını iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca 18/11/1992 tarihli ve 3842 sayılı Kanun uyarınca soruşturma evresinde müdafi yardımından yararlanma hakkının engellendiğini ve müdafinin yokluğunda alınan ifadelerin yargılamada kullanıldığını, yerel makamların 6/7/2009 tarihinde Yargıtayda gerçekleştirilen duruşma hakkında müdafiini bilgilendirmediğini şikâyet konusu yapmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti (Hükûmet) tarafından bu davaya ilişkin olarak AİHM'e tek taraflı deklarasyon gönderilmiştir. 6/9/2018 tarihli deklarasyon metni şu şekildedir:"Türkiye Hükümeti, Mahkemenin yerleşik içtihatları ışığında mevcut davada başvuru sahibinin Sözleşmenin 6 §§ 1 ve maddesi kapsamındaki haklarının ihlal edilmiş olduğunu kabul etmektedir.Hükümet, 4928 sayılı Kanunun 'avukata erişim hakkı üzerine sistemik kısıtlamaya' ilişkin hükmü 15 Temmuz 2003 tarihinde yürürlükten kaldırdığını da hatırlatır. Ayrıca Hükümet, dostane bir çözüm veya tek taraflı bir beyanı takiben Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bir başvuruyu dava listesinden düşürmeye karar verdiği davalarda, Ceza Muhakemesi Kanununun 31 Temmuz 2018 tarih ve 7145 sayılı Kanunla değiştirilmiş 311 § 1 (f) maddesinin artık ceza davasının yeniden açılmasını gerektirdiğinin de altını çizer. Hükümet, yukarıda bahsedilen kanun yolunun, başvuru sahibinin Sözleşme'nin maddesi kapsamındaki şikayetleri bakımından tazmin sağlayabileceği kanaatindedir.Bu sebeple Hükümet, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde görülmekte olan yukarıda bahsi geçen davanın karara bağlanması/çözülmesi amacıyla, her türlü maddi ve manevi zararın yanı sıra başvuru sahibine yüklenebilecek harcama ve giderlere ilaveten her türlü vergiyi karşılaması için başvuru sahibi Özgür Uyanık'a 500 EUR (beş yüz Euro) ödemeyi teklif etmektedir. Bu tutar, ödeme tarihindeki kur üzerinden Türk Lirası'na çevrilecek ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 37 § 1 maddesi uyarınca Mahkemenin kararın tebliğinden itibaren üç ay içinde ödenecektir. Bu tutarın söz konusu üç aylık süre içerisinde ödenmemesi halinde Hükümet, bu sürenin bitiminden ödeme yapılan tarihe kadar bu tutar üzerinden işleyecek basit faizi, borcun ödenmediği dönem için Avrupa Merkez Bankasının marjinal kredi faizi oranı artı yüzde üç puan olarak ödemeyi taahhüt eder. Ödeme davanın nihai çözümünü teşkil edecektir." AİHM 28/5/2019 tarihli kararıyla (Özgür Uyanık/Türkiye (k.k.), B. No: 5592/10, 28/5/2019) başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamındaki -hakkaniyete uygun yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak- müdafi yardımından yararlanma hakkına dair şikâyetini kabul edilebilir bulmuş ve şikâyeti, anılan deklarasyon kapsamında incelemiştir. Buna göre tek taraflı deklarasyon metninde yer alan koşulların ve sunulan taahhütlerin yerine getirilmesinin, bu bağlamda talep hâlinde yeniden yargılama yapılmasının ihlalin giderimi için etkin bir çözüm için en uygun yol olacağı, dolayısıyla başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmediği gerekçesiyle anılan hakkın ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kayıttan düşürülmesine karar vermiştir. AİHM, kendisinin ikincil rolünü hesaba katarak Sözleşme'nin her türlü ihlalinin giderilmesinin öncelikle ulusal makamlara düştüğüne işaret etmiş ve tek taraflı deklarasyon metninde belirtilen şartlara uyulmaması hâlinde başvurunun tekrar kayda alınabileceğini belirtmiştir. Başvurucu 24/10/2019 tarihli dilekçeyle anılan karara dayanarak yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. Mahkeme, 21/11/2019 tarihli ek kararıyla talebi kabule değer bulmuştur. Mahkeme 21/1/2020 tarihli ek karında ise sanığın soruşturma evresindeki ikrarın karar gerekçesinden çıkarılmasına karar vererek diğer delillerin atılı suçun sübut bulması için yeterli olduğu kanaatiyle yargılamanın yenilenmesi talebini reddetmiştir. Başvurucu, AİHM'in kararıyla soruşturma evresinde müdafi yardımından faydalanma hakkının ihlalinin tespit edildiğini ve uygun giderim yolu olarak yargılamanın yenilenmesine işaret edildiğini belirterek karara itiraz etmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 4/2/2020 tarihli kararıyla başvurucunun itirazını reddetmiştir. Başvurucu 3/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış bir dava, aşağıda yazılı hâllerde hükümlü lehine olarak yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görülür:...f) Ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması veya ceza hükmü aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuru hakkında dostane çözüm ya da tek taraflı deklarasyon sonucunda düşme kararı verilmesi. Bu hâlde yargılamanın yenilenmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebilir. ..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Sözleşme'nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:'' Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir ..." Sözleşme'nin “Kayıttan düşürme” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:'' Yargılamanın her aşamasında, Mahkeme aşağıdaki koşulların oluştuğu kanısına varırsa bir başvurunun kayıttan düşürülmesine karar verebilir:...c) Mahkeme’nin saptadığı herhangi bir başka gerekçeden ötürü, başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmezse.... Mahkeme, koşulların bunu haklı kıldığı kanısına varırsa, bir başvurunun yeniden kayda alınmasını kararlaştırabilir.'' AİHM İçtüzüğü AİHM İçtüzüğü'nün “Davanın kayıttan düşürülmesi ve yeniden kayda alınması” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Mahkeme, yargılamanın herhangi bir aşamasında, Sözleşme’nin maddesinde belirtilen koşullar doğrultusunda bir başvurunun kayıttan düşürülmesine karar verebilmektedir. Başvuran bir Sözleşmeci Taraf, Yazı İşleri Müdürü’ne davadan çekilme niyetinde olduğunu bildirmesi durumunda, şayet davayla ilgili olan diğer Sözleşmeci Taraf veya Taraflar söz konusu davadan çekilmeyi kabul ederlerse, Daire, Sözleşme’nin maddesi uyarınca başvurunun kayıttan düşürülmesine karar verebilmektedir. ... Sözleşme’nin maddesinde öngörülen diğer durumlarda, başvuru, kabul edilebilir bulunduğunda ihlal kararı verilerek veya kabul edilebilir bulunmadığında kabul edilemezlik kararı verilerek kayıttan düşürülmektedir. Başvurunun ihlal kararı yoluyla kayıttan düşürülmesi durumunda, söz konusu ihlal kararı kesinleştiğinde, Daire Başkanı, bu kararı davadan çekilmeye ya da davanın çözümüne bağlı olabilecek taahhütlerin yerine getirilmesini Sözleşme’nin maddesinin fıkrası uyarınca denetleyebilmesi için Bakanlar Komitesine göndermektedir.... Bir başvurunun Sözleşme’nin maddesi uyarınca kayıttan düşürülmesi halinde, Mahkeme, düşürülmesine karar verdiği başvurunun yeniden kayda alınmasını haklı gösteren istisnai koşulların bulunduğu kanaatine varırsa başvurunun yeniden kayda alınmasına karar verebilmektedir." AİHM İçtüzüğü'nün “Tek taraflı deklarasyon” kenar başlıklı 62/A maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...İlgili Sözleşmeci Taraf, Mahkemeden, Sözleşme’nin maddesinin fıkrasına dayanarak başvurunun kayıttan düşürülmesi talebinde bulunabilmektedir.b) Bu türden bir talebin yanında, başvuran açısından Sözleşme’nin ihlal edildiğini ve ilgili Sözleşmeci Tarafın yeterli bir tazminat ödemeyi ve gerektiği takdirde, gereken toplu tedbirleri almayı taahhüt ettiğini açıkça kabul eden bir deklarasyon metni yer almalıdır.... Mahkeme, Sözleşme ve Protokolleri ile güvence altına alınan insan haklarına saygı ilkesinin başvurunun incelenmesine devam edilmesini gerektirmediği sonucuna varmak için deklarasyon metninin yeterli bir dayanak sunmadığı kanısına vardığında, başvuran başvurunun incelenmesine devam edilmesini istese dahi, başvurunun tamamının veya bir bölümünün kayıttan düşürülmesine karar verebilmektedir." Müdafi yardımından yararlanma hakkıyla ilgili AİHM içtihadı için bkz. Mehmet Ali Ayhan (2), B. No: 2016/7967, 22/7/2020, §§ 24-
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/9524
Başvuru, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin tek taraflı deklarasyon sonucunda verdiği kayıttan düşürme kararına dayanılarak yapılan yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 5/3/2018 ve 13/3/2018 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2018/13298 numaralı başvuru dosyasının hukuki ve fiilî irtibat nedeniyle 2018/9671 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/9671 numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer dosyanın kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Esen Şahin ve Serhat Avşar sırasıyla Sancaktepe ve Büyükçekmece Kaymakamlığı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarında (Vakıf) hizmet akdine dayalı olarak çalışmaktadır. Başvurucular, kamu personeli olduklarını ileri sürerek 4/7/1956 tarihli ve 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkında Kanun uyarınca her bir yıllık çalışma süresi içinde ödenmesi gereken iki aylık tutarındaki ilave tediye alacağının ödenmesi amacıyla Vakıflar aleyhine ayrı ayrı dava açmışlardır. İstanbul İş Mahkemesi 21/2/2017 tarihli kararla başvurucu Esen Şahin'in davasının kabulüne karar vermiştir. Gerekçeli kararda; davacının davalı Vakfa bağlı olarak 11/10/2013-1/1/2015 tarihleri arasında çalıştığı, davalı Vakfın kamu kurumu niteliğinde olduğu, 6772 sayılı Kanun kapsamında bulunan kurumlarda çalışanlara her yıl için ilave tediye ödemesi yapılacağı açıklanmıştır. Davalı, istinaf yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi (İstanbul BAM) Hukuk Dairesi 5/10/2017 tarihli kararla Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun (Yargıtay İBK) 9/6/2017 tarihli kararına göre Vakfın 6772 sayılı Kanun gereğince kamu kurumu niteliğinde olmadığını belirterek ilk derece mahkemesi kararını ortadan kaldırmış ve davanın reddine karar vermiştir. Karar, temyiz yolu açık olarak verilmiştir. Başvurucu, temyiz yoluna başvurmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesi 16/1/2018 tarihli kararıyla temyiz istemini reddetmiştir. Kararında, temyize konu edilen ilave tediye alacağının miktarının kesinlik sınırı kapsamında kalması nedeniyle davanın İstanbul BAM kararı ile kesinleşeceğini ifade etmiştir. Bakırköy İş Mahkemesi de yapmış olduğu yargılama sonunda 19/1/2017 tarihli kararla başvurucu Serhat Avşar'ın açtığı davanın kabulüne karar vermiştir. Gerekçeli kararda; davacının davalı Vakfa bağlı olarak 2/12/2009-31/7/2011 tarihleri arasında çalıştığı, davalı Vakfın kamu kurumu niteliğinde olduğu, 6772 sayılı Kanun kapsamında bulunan kurumlarda çalışanlara her yıl için ilave tediye ödemesi yapılacağı belirtilmiştir. Davalı, hükme karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstanbul BAM Hukuk Dairesi 12/10/2017 tarihli kararla Yargıtay İBK 9/6/2017 tarihli kararına göre Vakfın 6772 sayılı Kanun gereğince kamu kurumu niteliğinde olmadığını belirterek ilk derece mahkemesi kararını ortadan kaldırmış ve davanın reddine karar vermiştir. Karar, temyiz yolu açık olarak verilmiştir. Başvurucu, temyiz yoluna başvurmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesi 16/1/2018 tarihli kararıyla temyiz istemini reddetmiştir. Kararında, temyize konu edilen ilave tediye alacağının miktarının kesinlik sınırı kapsamında kalması nedeniyle davanın İstanbul BAM kararı ile kesinleşeceğini ifade etmiştir. Başvurucular 5/3/2018 ve 13/3/2018 tarihlerinde bireysel başvurularda bulunmuşlardır. İlgili hukuk için bkz. Yasemin Bodur, B. No: 2017/29896, 25/12/2018, §§ 14-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/9671
Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, haksız olarak konutu terk etmeme adli kontrol tedbiri uygulanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Kadıköy Kaymakamlığı tarafından 2/2/2021 tarihli kararla COVID-19 salgını nedeniyle toplum sağlığının korunması, kamu düzeninin sağlanması, salgının yayılmasının engellenmesi amacıyla ve toplumsal iç barışı tehdit edebilecek etkinliklerin gerçekleşme ihtimali gözönüne alınarak 2/2/2021 tarihinden itibaren yedi gün süreyle Kadıköy ilçesindeki tüm açık alanlarda gerçekleştirilmesi planlanan toplantı, miting, yürüyüş, basın açıklaması, konser gibi etkinlikler yasaklanmıştır. Bu karar 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun maddesinin (Ç) fıkrası ve 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun maddesi uyarınca alınmıştır. Kadıköy Kaymakamlığı tarafından alınan yasaklama kararı, sosyal medya üzerinden protesto ve basın açıklaması için çağrılar yapan ilgili kişi ve kuruluşlara, telefon, resmî tebligat ve basın açıklaması yoluyla ilan ve tebliğ edilmiştir. Güvenlik güçlerince yapılan tespite göre TKP/ML, PKK/KCK, DHKP-C gibi birtakım silahlı terör örgütlerinin katılımıyla oluşturulduğu iddia edilen Birleşik Mücadele Güçleri tarafından sosyal medya platformlarından bir üniversiteye rektör atanmasını protesto etmek amacıyla 4/2/2021 tarihinde İstanbul/Kadıköy'de yapılacak protesto ve basın açıklamasına katılma çağrısı yapılmıştır. Güvenlik güçlerince hazırlanan Olay ve Yakalama Tutanağı'na göre 4/2/2021 tarihinde bu çağrı üzerine basın açıklaması ve protestoya katılmak amacıyla Kadıköy'de 50 ila 60 kişilik bir grup toplanmıştır. Kadıköy Kaymakamlığı tarafından alınan yasaklama kararı, toplanan gruba birçok defa tebliğ edilmiştir. Grubun dağılmamakta ısrar etmesi, sözlü ve fiilî karşı koyması üzerine güvenlik güçlerince gruba müdahalede bulunulmuş ve aralarında başvurucunun da bulunduğu 61 kişi yakalanarak gözaltına alınmıştır. Başvurucu; Cumhuriyet savcısı huzurundaki ifadesinde özetle yasaklama kararından haberi olmadığını, güvenlik güçlerinin gruba dağılması yönünde uyarıda bulunmadığını belirtmiştir. Güvenlik güçlerince hazırlanan fezlekede ise olay tarihine ilişkin video kaydında başvurucunun slogan atarak eylem yapan ve dağılmamakta ısrar eden grupta yer aldığı ve güvenlik güçlerine direndiğinin görüldüğü, terör örgütü propagandası yapma suçuna ilişkin suç kaydı bulunduğuna dair bilgilere, ayrıca başvurucunun birtakım sosyal medya paylaşımlarına yer verilmiştir. Aralarında başvurucunun da yer aldığı birçok şüpheli hakkında İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen ve Örgütlü Suçlar Bürosu tarafından 2911 sayılı Kanun’un maddesinde düzenlenen kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama suçundan tutuklama kararı verilmesi talep edilmiştir. Tutuklama talebinde, başvurucunun atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin ve tutuklama nedeninin bulunduğu, atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, müsnet suçun 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinde sayılı katalog suçlardan olduğu, güvenlik tedbirinin orantılı olduğu, cezanın üst sınırının gözetildiği belirtilmiştir. İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliği ( Sulh Ceza Hâkimliği) 9/2/2021 tarihinde başvurucu ve diğer bazı şüpheliler hakkında "... suçun vasfı..., suç mahiyetinin şüpheliler lehine değişme ihtimali, ...suçun alt ve üst sınırları, mevcut delil durumu, tutuklama ile umulan faydanın adli kontrol tedbirleriyle sağlanabileceği" gerekçesiyle tutuklama talebinin reddine, yurt dışına çıkamama ve konutu terk etmeme adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasına karar vermiştir. Başvurucunun itirazı İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliğince 18/2/2021 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, ret kararını 15/3/2021 tarihinde öğrenmiş ve 16/3/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru sonrasında Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede, başvurucu hakkında kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama suçunu işlediği iddiasıyla kamu davası açıldığı tespit edilmiştir. İddianamede, Kadıköy'de muhtemel toplumsal olaylar gerçekleşeceğinin, basın açıklamaları ve gösteri yürüyüşleri yapılacağının, bazı gruplar organizesinde sosyal medya üzerinden Kadıköy'de 4/2/2021 tarihinde başta gerçek kişi ve sivil toplum örgütleri olmak üzere çeşitli marjinal gruplar tarafından toplantı amacıyla bireysel ve kitlesel çağrıların yapıldığının tespit edildiği, Kadıköy ilçesindeki tüm açık alanlarda gerçekleştirilmesi planlanan toplantı, basın açıklaması, konser gibi etkinliklerin Kadıköy Kaymakamlığı tarafından 2/2/2021 tarihinden itibaren yedi gün süreyle yasaklandığı, söz konusu yasaklama kararının sosyal medya üzerinden çağrılar yapan ilgili kişi ve kuruluşlara telefon, resmî tebligat ve basın açıklamasıyla ilan ve tebliğ edildiği, yasaklama kararına rağmen 4/2/2021 tarihinde daha önce yapılan çağrılar doğrultusunda planlanan basın açıklamasının yapılacağı yönünde çağrıların devam etmesi üzerine güvenlik güçlerince gerekli güvenlik tedbirlerinin alındığı, basın açıklaması için toplanan 50 kişilik grubun yasaklama kararına rağmen yürüyüşe geçmesinin ardından yasaklama kararı gruba tebliğ edilerek dağılmaları ve dağılmamaları hâlinde güvenlik güçlerince müdahale edileceği yönünde birçok kez uyarıda bulunulduğu, uyarıya rağmen grubun yürüyüş yapmak istemesi üzerine müdahale edilerek dağıtıldığı, bu sürecin birçok kez tekrarlandığı belirtilmiştir. İstanbul Anadolu Asliye Ceza Mahkemesi (Asliye Ceza Mahkemesi), 29/3/2021 tarihinde adli kontrol tedbirinin niteliği, tedbirin konulduğu tarih ve kamu davasının açıldığı gözetilerek başvurucu hakkındaki konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinin kaldırılmasına, yurt dışına çıkış yasağı adli kontrol tedbirinin devamına ve başvurucu hakkında imza atmak suretiyle en yakın polis merkezine başvuruda bulunmak şeklindeki adli kontrol tedbirinin uygulanmasına karar vermiştir. Yargılama Asliye Ceza Mahkemesi nezdinde derdesttir. Komisyonca başvurucunun iddialarının kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/16165
Başvuru, haksız olarak konutu terk etmeme adli kontrol tedbiri uygulanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle dış kaynaktan subay temini sınavından başarısız sayılma işlemine karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği Bölümü mezunu olan başvurucu 2017 yılında Millî Savunma Bakanlığı tarafından açılan dış kaynaktan subay temini sınavına katılmış ve başarılı olmuştur. Başvurucu hakkında 12/4/2000 tarihli ve 24018 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren mülga Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Yönetmeliği'nin (mülga Yönetmelik) maddesi uyarınca güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Yönetmelik'in maddesi uyarınca yapılan değerlendirme sonucunda başvurucunun güvenlik soruşturmasının olumsuz olduğu sonucuna varılmış ve başvurucu başarısız kabul edilmiştir. Başvurucu söz konusu işlemin iptali istemiyle 6/2/2018 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde, güvenlik soruşturmasının neden olumsuz sonuçlandığını bilmediğinden yakınmıştır. Güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanmasını gerektiren herhangi bir neden olmadığını ifade etmiştir. Babasının emekli köy korucusu, annesinin de ev hanımı olduğunu ayrıca beş kardeşinin bulunduğunu söylemiştir. İdarenin takdir yetkisini kamu yararına aykırı kullandığını ileri sürerek işlemin iptalini istemiştir. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 15/4/2019 tarihinde işlemin iptaline karar vermiştir. Kararda, başvurucunun herhangi bir terör örgütü ile irtibatının veya iltisakının ortaya konulamadığı belirtilmiştir. Başvurucunun Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) tarafından geri kazandırılması çalışması yapılan hedef kişilerden olmasının tek başına terör örgütü ile iltisaklı ya da irtibatlı olduğunun kabulü için yeterli olmadığı ifade edilmiştir. Davalı idare karara karşı 10/5/2019 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. Başvurucu istinaf başvurusuna karşı cevap vermemiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 17/10/2019 tarihinde istinaf talebini kabul ederek Mahkeme kararını kaldırmış ve davayı kesin olarak reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Olayda, idare mahkemesince, 2019 ve 2019 tarihli ara kararları ile Bursa Cumhuriyet Savcılığı ve Bursa İl Emniyet Müdürlüğü'nden; davacı hakkında, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasına esas olabilecek istihbari bilgi, emniyet tahkikatı, adli tahkikat veya soruşturma bulunup bulunmadığına ilişkin bilgi ve belge istenildiği, anılan ara kararlarına cevaben gönderilen bilgi ve belgelerden; Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Sor.No:2015/52389 sayılı dosyada Bursa İli'nde FETÖ/PDY örgütü üyesi şahısların kamu kurumlarına yerleştirilmesi ve kamu kurumlarındaki personelin atama ve yer değişikliği işlemlerini organize eden şahıslara yönelik yürütülen soruşturma kapsamında Bursa İl Emniyet Müdürlüğü birimlerince yapılan operasyonda ele geçirilen dijital materyallerde davacının isminin geçtiği, anılan materyallerden örgüt tarafından çeşitli kodlamalar altında listeler oluşturulduğunun tespit edildiği ve davacının isminin geçtiği listenin (sözde) dost olarak tabir edilen terör örgütüne ait evlerde kalmakta iken ayrılan ve örgüt evlerinde/yurtlarında kalmayan, ancak örgüt tarafından geri kazandırılma çalışması yapılan hedef şahıslarla ilgili olduğunun değerlendirildiği yönünde bilgiyle beraber, kişisel veri niteliğinde kabul edilebilecek davacının eğitim bilgilerine ve telefon numarası bilgisine de yer verildiği görülmektedir.Milli güvenliğin sağlanması görevini yerine getiren Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev alacak personelde bazı özel koşulların aranması hususu, sürdürülen hizmetin özelliği ve öneminin bir gereğidir. Bu durumda, dava dosyasında yer alan bilgi ve belgelere göre, her ne kadar davacı hakkında FETÖ/PDY terör örgütüne irtibatı ve iltisaklı olduğu yönünde herhangi bir soruşturma veya kovuşturma yürütülmediği açık ise de; davalı idarece güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonucu elde edilen bilgiler dikkate alındığında; Türk Silahlı Kuvvetlerince sunulan hizmetin özelliği, önemi ve niteliği ile buradaki çalışma ortamı ve idarenin personel alımı hususunda en uygun adaydan yana kullanması yönündeki takdir hakkı birlikte değerlendirildiğinde, davacının güvenlik soruşturmasının olumsuz kabul edilerek adaylığının sonlandırılması yönünde tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varıldığından, aksi yöndeki mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir." Nihai karar başvurucuya 7/11/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 29/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 20/9/2005 tarihli ve 25942 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Uzman Erbaş Yönetmeliği'nin 6 maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Uzman erbaş olarak alınacaklarda aşağıdaki şartlar aranır:...g) (Değişik:RG-4/2/2017-29969) İcra edilen temel askerlik eğitimini başarıyla tamamlayanlardan güvenlik soruşturması uygun olmak veya ilk atamaları doğrudan doğruya kıt’a veya birliklere yapılan uzman erbaşlar için güvenlik soruşturması uygun olmak....Uzman erbaş olmak için gerek muvazzaflık görevini yaptığı sırada, gerekse terhislerini müteakip başvuruda bulunan ve alınmaları uygun görülen personelin, güvenlik soruşturmaları; kuvvet komutanlıkları veya Jandarma Genel Komutanlığı yahut Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından yaptırılır. Temel askerlik eğitimi sırasında güvenlik soruşturması sonuçlanmayanların eğitimleri devam ettirilir. Bunlardan güvenlik soruşturmaları olumlu sonuçlananlar göreve başlatılır, olumsuz sonuçlananların ise Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı ile ilişiği kesilir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin manevi şahsiyetine gölge düşüren veya askerliğin şeref ve haysiyeti ile bağdaşmayacak eylemlerde bulunanlar ile tutum ve davranışları ile yasa dışı siyasi, yıkıcı, bölücü ideolojik görüşü benimseyenler, uzman erbaş olarak istihdam edilmezler." Dava konusu işlemin dayanağı olan mülga Yönetmelik'in "Amaç" başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Yönetmeliğin amacı; ... Türk Silahlı Kuvvetlerinde, ... çalışacak personel ... hakkında yapılacak güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasını düzenlemektir." Mülga Yönetmelik'in "Kapsam" başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Yönetmelik; ... Türk Silahlı Kuvvetlerinde, ... çalışacak personeli, ... için yapılacak güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının esas ve usullerini, bunu yapacak mercileri, hakkında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılacak gizlilik dereceli yerlerde çalışan kamu personeli ile meslek grupları ve üst kademe yöneticilerini kapsar." Mülga Yönetmelik'in "Yöntem" başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Yönetmelik kapsamına giren kamu kurum ve kuruluşlarınca yaptırılacak güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasında aşağıdaki yöntem izlenir :a ) 9 / A ve 9 / B maddeleri kapsamındaki talepler doğrudan Cumhurbaşkanlığına iletilir. b ) Emniyet Genel Müdürlüğü ve/veya mahalli mülki idare amirliklerince (a) bendi kapsamındaki talepleri hariç yapılması öngörülen güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması ilgili bakanlık veya kamu kurumu ve kuruluşlarının talebi üzerine gerçekleştirilir. İllerden gelen talepler valilikler aracılığı ile yapılır. c) Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılması taleplerinin ilgili makama ulaşmasından itibaren arşiv araştırması sonuçları en geç 30 iş günü, güvenlik soruşturması sonuçları en geç 60 iş günü içinde cevaplandırılır. Soruşturma ve araştırma sonucu içeren bilgi ve belgeler ilgilinin işlemini yapan makamlardaki dosyasında asgari ‘‘gizli’’ gizlilik derecesinde aidiyet konusuna göre fiziki ve / veya elektronik ortamda muhafaza edilir .ç) Güvenlik soruşturmasını ve arşiv araştırmasını isteyen makama, kişi hakkında karar vermeye yeterli bilgiler aktarılır.d ) Güvenlik soruşturmasını ve arşiv araştırmasını nasıl ve ne şekilde yapılacağı, soruşturma ve araştırma yapmaya yetkili makamların görev ve talimatları ile belirlenir.e ) Mahalli mülki idari amirliklerince yapılmış olan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasında durumu saptananların evrakının bir örneği dosya açılmak üzere Emniyet Genel Müdürlüğüne gönderilir.f) Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması taleplerine, ilgili kişinin adı, soyadı ve kimlik numarası bilgilerini içeren liste dijital ortama kaydedilerek eklenir. Ancak Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanlığına iletilmek üzere gönderilen güvenlik soruşturması talep yazılarına, söz konusu liste yerine bu Yönetmeliğin ekinde yer alan güvenlik soruşturması formu dijital ortama kaydedilerek eklenir." Mülga Yönetmelik'in "Değerlendirme" başlıklı maddesi şöyledir:"Yaptırılan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonucunda elde edilen verilerin değerlendirilmesi amacıyla gerektiğinde kişinin gizlilik dereceli birim, kısım ve gizlilik dereceli yerler ile askeri, emniyet ve istihbarat teşkilatları, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde çalıştırılıp çalıştırılmamaları, yer değiştirerek bu görevlere devam edip etmemeleri ile 657 sayılı Kanunun 48 inci maddesi kapsamında belirtilen şartları taşıyıp taşımadığı gibi hususları incelemek ve sonucunu sorumlu amirin takdirine sunmak üzere; bakanlıklarda görevlendirilecek bakan yardımcısının, diğer kamu kurum ve kuruluşlarında en üst amirin, üniversitelerde rektörün, illerde valinin başkanlığında, personel birim amiri, hukuk müşaviri ve varsa güvenlik işlerinden sorumlu birim amirinden oluşan değerlendirme komisyonu kurulur. Cumhurbaşkanlığında kurulacak Değerlendirme Komisyonu İdari İşler Başkanının görevlendireceği bir üst kademe yöneticisinin başkanlığında belirlenecek genel müdürlerin katılımıyla oluşur. Türk Silahlı Kuvvetlerinde ise bu Komisyonun oluşumu kendi yönergeleri ile belirlenir. Değerlendirme Komisyonunun çalışma tutanakları ve kararları gizlidir"
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/39010
Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle dış kaynaktan subay temini sınavından başarısız sayılma işlemine karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; müdafi tayin edilmeden yapılan sorguda tutuklanma ve tutuklama kararı ile bu karara itiraz üzerine verilen kararın gerekçesiz olması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Birinci Bölüm tarafından 11/10/2018 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Bismil Cumhuriyet Başsavcılığı, yürüttüğü bir soruşturma kapsamında 8/12/2014 tarihinde "Şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu anlaşılmakla şüphelinin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi" gerekçesine dayanarak tutuklanması istemiyle başvurucuyu Bismil Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Sorgu işlemi sırasında başvurucuya müdafi yardımından yararlanma hakkı hatırlatılmış, ancak başvurucu bu haktan yararlanmak istediğine dair bir beyanda bulunmamıştır. Yapılan sorguda, başvurucunun seçtiği ya da Bismil Sulh Ceza Hâkimliğince görevlendirilen bir avukat hazır bulunmamıştır. Başvurucu, Bismil Sulh Ceza Hâkimliğinin 8/12/2014 tarihli kararıyla kasten yaralama suçundan tutuklanmıştır. Kararın ilgili bölümü şöyledir: "... Şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması, suçun vasıf ve mahiyeti, şüphelinin üzerine atılı suçun [5271 sayılı] CMK [Ceza Muhakemesi Kanunu'nun] 100/3 maddesinde belirtilen katalog suçlardan olması, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi ve şüphelinin kaçma şüphesinin bulunması dikkate alındığında şüpheli Mehmet Sedek Zengin'in 5271 sayılı Kanun'un ve devamı maddeleri gereğince tutuklanmasına ...[karar verildi.]" Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği 23/12/2014 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. İtiraz merciinin ret kararında, Bismil Sulh Ceza Hâkimliğinin kararındaki gerekçeleri değerlendirerek bu sonuca vardığı yönünde bir değerlendirmede bulunduğu görülmektedir. Başvurucu 8/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bismil Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu ile birlikte üç şüpheli hakkında 12/1/2015 tarihli iddianame düzenlenmiş ve başvurucunun kasten yaralama suçundan cezalandırılması talep edilmiştir. Başvurucu hakkındaki iddianamenin ilgili kısmı incelendiğinde atılı suç yönünden başvurucunun [H.Z.] isimli kişiyi bıçakla yaraladığı, bu durumun [H.Z.] hakkında alınan doktor raporuyla anlaşıldığı olgusuna dayanıldığı görülmüştür. [H.Z.nin] alınan ifadesinde özetle "Mehmet [Mehmet Sedek Zengin] ve [Z.'nin] elindeki bıçaklarla kendilerine saldırdıklarını, Mehmet'in elindeki bıçakla kendisini yaraladığını, [Z.'nin] elindeki bıçakla ise [S.'yi] yaraladığını" beyan ettiği görülmüştür. Bismil Devlet Hastanesi ve Adli Tıp Kurumu Diyarbakır Adli Tıp Şube Müdürlüğünce düzenlenen raporlarda [H.Z.nin] yüzde sabit iz kalacak şekilde kesici aletle yaralandığı belirtilmiştir. Başvurucu hakkında düzenlenen iddianame Bismil Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından 14/1/2015 tarihinde kabul edilmiş ve Mahkemenin E.2015/32 sayılı dosyası üzerinden yargılamaya başlanmıştır. Mahkeme 3/2/2015 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Devam eden yargılamada Mahkeme 3/12/2015 tarihli kararıyla başvurucunun kasten yaralama suçundan beş yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"İddia, katılan sanıklar savunma ve beyanları, katılan beyanı, adli sicil kaydı ve adli ve krıminal raporlar ile tüm dosya içeriğinden; olay günü katılan sanık [S.Z.] ile katılan [H. Z.'nin] çarşıda bulunan Yıldız Emlak isimli iş yerinde bir müddet oturduktan sonra yemek için dışarı çıktıkları ara sokakta yürürken daha önce arazi meselesi yüzünden kavgalı oldukları katılan sanıklar Mehmet Sedek Zengin ve [Z.Z.] ile karşılaştıkları tarafların kavgaya tutuştuğu, kavga esnasında katılan [H.Z.'nin], katılan sanık Mehmet Sedek Zengin'in bıçak darbesiyle boğazından yaralandığı, katılan'ın yaralanmasının yaşamını tehlikeye sokan bir durum olduğu ve yüzde sabit iz oluşturduğu, yine kavga esnasında katılan sanık [S.Z.'nin], katılan sanık [Z.Z.'nin] bıçak darbesiyle karın ve göğsünden yaralandığı, katılan sanığın yaralanmasının BTM ile giderilemez bir durum olduğu aynı kavga esnasında katılan sanık [Z.S.'nin] katılan sanık [S.Z.'nin] bıçak darbesiyle yaralandığı yaralanmasının BTM ile giderilemez olduğu anlaşılmıştır." Hüküm temyiz edilmiş olup bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla davanın temyiz incelemesi devam etmektedir. A. Kanun Metinleri 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Silahla işlenmiş kasten yaralama (madde 86, fıkra 3, bent e) ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış kasten yaralama (madde 87),..." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1), (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.(3) Tutuklama istenildiğinde, şüpheli veya sanık, kendisinin seçeceği veya baro tarafından görevlendirilecek bir müdafiin yardımından yararlanır." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, ...c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan, ...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. ... (3) Kasten yaralama suçunun; ...e) Silâhla,İşlenmesi hâlinde, şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kasten yaralama fiili, mağdurun;...d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma, ...Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hâllerde üç yıldan, üçüncü fıkraya giren hâllerde beş yıldan az olamaz."B. Yargıtay Kararı Yargıtay Ceza Dairesinin 1/7/2015 tarihli ve E.2014/20624, K.2015/12265 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “...5271 sayılı CMK’nın; 'Tazminat istemi' başlıklı maddesi incelendiğinde,bir kısım tazminat nedenleri konusunda karar verilmesi için, davanın esasıyla ilgili bir kararın verilmesi zorunluluğunun bulunmadığı dolayısıyla bu nedenlere dayalı istemlerde, davanın sonuçlanmasına gerek bulunmadığı yasal düzenlemeden açıkça anlaşılmaktadır.Örneğin, gözaltı süresi yasada açıkça belirtilmiş olup, yasadaki bu süre içinde hakim önüne çıkarılıp, çıkarılmadığının saptanmasının davanın esasıyla herhangi bir ilgisi bulunmadığı gibi bu konudaki talepler hakkında karar verilmesi için davanın esası hakkında karar verilmesine de gerek bulunmamaktadır. Yine aynı şekilde, kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan, kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan, yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan, yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen, ya da hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen, kişilerin tazminat istemleri konusunda, asıl davada hüküm verilmesini veya verilen hükmün kesinleşmesini beklemeye gerek bulunmamaktadır. Zira bu talepler, asıl davanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı talepler değildir. Ancak asıl davanın sonucuna bağlı veya asıl davada verilecek kararları etkileyici talepler yönünden mutlaka davanın esasıyla ilgili verilen karar veya hükmün kesinleşmesi zorunludur. Örneğin, kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen, yine mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılanlar hakkında, mutlaka davanın esasıyla ilgili olarak verilen kararın kesinleşmesini beklemek zorunluluğu bulunmaktadır. Belirtilen bu halde Davacının tazminat isteme hakkıverilen karar veya hükmün kesinleşmesiyle doğacaktır....”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/819
Başvuru, müdafi tayin edilmeden yapılan sorguda tutuklanma ve tutuklama kararı ile bu karara itiraz üzerine verilen kararın gerekçesiz olması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, işçilik alacağı davasının tanıklar dinlenmeksizin Yargıtayın emsal kararlarına aykırı olarak kısmen reddedilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkı, makul sürede yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu; İstanbul İş Mahkemesinde (Mahkeme) açtığı davada, Boğaziçi Elektrik Dağıtım A.Ş. (BEDAŞ) üst işverenliği nezdinde taşeron şirketlerin sigortalısı olarak çalıştığını, BEDAŞ ile taşeron şirketler arasındaki ilişkinin muvazaalı olduğunun tespitine ilişkin olarak Enerji Bakanlığı müfettişleri tarafından hazırlanan rapordaki tespitin iptali talebini içeren davanın reddedildiğini, dolayısıyla üst işverenin işçisi durumuna girdiğini belirterek işçilik alacaklarının tahsilini talep etmiştir. Mahkeme, davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. İstinaf talebi üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi mahkeme kararını kaldırarak yaptığı yargılamanın sonunda davanın kısmen kabulüyle cumartesi günü için çalışma zammı alacağı talebinin reddine kesin olarak karar vermiştir. Nihai karar 10/3/2019 tarihinde e-tebligat yoluyla başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvuru 9/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/12689
Başvuru, işçilik alacağı davasının tanıklar dinlenmeksizin Yargıtayın emsal kararlarına aykırı olarak kısmen reddedilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkı, makul sürede yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; idari merci tarafından tesis edilmiş bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, işletmekte olduğu pansiyona içinde bulunan şahsi eşyasıyla birlikte el konulması nedeniyle de mülkiyet ve çalışma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 9/11/2018 tarihinde öğrendikten sonra 10/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; Edirne İdare Mahkemesinde (Mahkeme) açtığı davada Kırklareli ilinde bulunan ve 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararname uyarınca Millî Eğitim Bakanlığının 28/12/2017 tarihli ve 22549177 sayılı onayları eki listede yer alarak içindeki eşyalarla birlikte Hazineye devredilen özel pansiyonun sahibi olduğunu, el koyma ve tescil işlemine gerekçe olarak gösterilen Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile aidiyeti, iltisak veya irtibatının neye göre belirlendiğinin açık olmadığını, hiçbir terör örgütüyle herhangi bir bağının olmadığını ileri sürerek Hazine adına yapılan tescilin iptali ile el konulan tüm demirbaş malzemelerin kendisine teslimine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme 31/10/2018 tarihlinde; "...dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına ve dosyanın kararın taraflara tebliğinden ve tebliğ alındıları döndükten sonra Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu'na gönderilmesine, 685 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin geçici 1'inci maddesinin 690 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 56'ncı maddesi ile değişik üçüncü fıkrası hükmü gereği kanun yolu kapalı olmak üzere kesin olarak..." karar vermiştir (E.2018/1442, K.2018/1223). Başvurucu 10/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru sonrasında, Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonu tarafından (OHAL Komisyonu) 3/3/2021 tarihli yazı ile dosya Mahkemeye iade edilmiştir. Yazıda, dava konusunun OHAL Komisyonunun görev alanı dışında kaldığı ifade edilmiştir. İade edilen dosya, Mahkeme tarafından 11/3/20221 tarihinde 2021/424 sayılı Esasa kaydedilmiştir. Mahkeme davayı bu kez inceleyerek istinaf yolu açık olmak üzere esastan 31/12/2021 tarihinde reddetmiştir. Dava, başvurucunun istinaf etmesi üzerine 1/3/2022 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi Başkanlığına gönderilmiş olup istinaf başvurusu derdesttir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/36847
Başvuru, idari merci tarafından tesis edilmiş bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, işletmekte olduğu pansiyona içinde bulunan şahsi eşyasıyla birlikte el konulması nedeniyle de mülkiyet ve çalışma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2021/18635 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2021/18635 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/18635
Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, terör olaylarından doğan maddi zararların eksik tazmin edilmesi, manevi zararların ise hiç tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu,terör olayları neticesinde köyünün boşaltılması nedeniyle 1994 yılında yerleşim yerinden göç etmek zorunda kaldığını iddia ederek 3/8/2004 tarihinde 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında zararlarının karşılanması talebiyle Tunceli Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 17/6/2009 tarihli kararıyla bilgi ve belge eksikliğinden talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu, Komisyon kararının iptali istemiyle dava açmıştır. Malatya İdare Mahkemesi 27/5/2010 tarihli kararıyla özetle, davalı idarenin kendisine sunulan bilgi ve belgeleri dikkate alarak keşif ve bilirkişi incelemesi ile elde edilecek bilgiye göre karar vermesi gerektiği gerekçesiyle işlemi iptal etmiştir. İptal kararı üzerine anılan Komisyon tarafından yeniden yapılan inceme ve değerlendirme sonucu başvurucuya ahşap taş duvarlı ev için 330 TL, iki ayrı taş duvarlı ahır için 456 TL, sulak arazi için 581,36 TL, ayrıca ceviz, badem, erik, dut, kavak ağaçları için muhtelif miktarlar olmak üzere toplam 304,36 TL ödenmesine karar verilmiştir. Komisyon kararının akabinde 5233 sayılı Kanun’un maddesi gereğince davet yazısı ile birlikte sulhname örneği başvurucunun vekiline gönderilmiştir. “Yukarıda nakti olarak belirtilen zararımın/zararlarımın karşılanması sonucunda Komisyonun tespitine esas olay ile ilgili olarak uğradığım zararımın tamamının karşılanmış olduğunu kabul ve taahhüt ederim” beyanını içeren sulhname 18/4/2012 tarihinde başvurucu vekili tarafından imzalanmıştır. Başvurucu özetle, mülkten mahrum kalınan sürenin iki yıl eksik hesaplandığını, hayvancılıktan kaynaklanan gelir kayıplarının dikkate alınmadığını belirterek Komisyon kararında hükmedilen miktarın gerçek zararını karşılamadığı ve manevi tazminata da karar verilmesi gerektiği iddialarıyla Komisyon kararının sulhname dışı bırakılan zarar kalemlerine ilişkin kısmının iptali istemiyle yeniden dava açmıştır. Elazığ İdare Mahkemesi 21/12/2012 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; imzalanan sulhname ile davacının uğradığı zararları tazmin edilmek suretiyle uyuşmazlığın ortadan kalktığı, tarafları bağlayıcı nitelik taşıyan ve imzalama aşamasında davacı/davacı vekilinin iradesini fesada uğratan herhangi bir hususun bulunmadığı görüldüğünden sulhname sonucu uyuşmazlığın tekrar yargıya taşınmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir. Kararda ayrıca 5233 sayılı Kanun'da manevi zararın tazminine yönelik herhangi düzenlemeye yer verilmemiş olması karşısında davacının manevi tazminat talebinin karşılanmamış olması yönüyle de söz konusu Komisyon kararında hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesi; ilk derece mahkemesi kararının usul ve hukuka uygun olduğunu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğini belirterek onanmasına karar vermiştir. Karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 17/12/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bu karar 2/2/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5233 sayılı Kanun'un , , , , , , geçici , geçici maddeleri (bkz. Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-21, 23). 5233 sayılı Kanun’un "Zararın karşılanmasına ilişkin sulhname" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir. Davet yazısında hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir. Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır.Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir. Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.” 5233 sayılı Kanun’un "Zararın karşılanması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Sulhnamede belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.” 20/10/2004 tarihli ve 25619 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmelik’in (Yönetmelik) "Zararın karşılanmasına ilişkin sulhname" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 16 ncı maddeye göre belirlenen zararı, 21 inci maddeye göre hesaplanan yaralanma, sakatlanma ve ölüm hallerindeki nakdî ödeme tutarını, 20 nci maddeye göre ifa tarzı ile 23 üncü ve 24 üncü maddelere göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği (EK-E) davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir.Davet yazısında, hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir.Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır.Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde, bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir.Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır. " Aynı Yönetmeliğin "Zararın karşılanması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Sulhnamede belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.Bakanlık, ellibin Yeni Türk Lirasının üzerindeki aynî ifa veya nakdî ödemelerin Bakan onayı ile yapılmasını kararlaştırabilir. Bu miktar, her yıl bir önceki yıla ilişkin olarak 213 sayılı Vergi Usul Kanunu hükümleri uyarınca belirlenen yeniden değerleme oranında artırılmak suretiyle uygulanır.(Değişik üçüncü fıkra: 4/6/2018-2018/11862 K.) Devlet, ödeme nedeniyle genel hükümlere göre sorumlulara rücu eder ve rücu istemine ilişkin zamanaşımı süreleri bir kat artırılarak uygulanır. Aynı Yönetmeliğin"Nakdî ödemenin şekli ve tutarı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Sulhname tasarıları hak sahibi veya yetkili temsilcisi ile komisyon başkanı tarafından imzalandıktan sonra Vali veya Bakan tarafından onaylanır.Ödemeler sulhname tasarılarının onay tarih ve sıraları dikkate alınarak yapılır. Nakdi ödemeler hak sahibi veya sahiplerinin banka hesaplarına yapılır." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “ İdari dava türleri şunlardır: ...b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, ...” 2577 sayılı Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:  “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.” Anayasa Mahkemesinin 25/6/2009 tarihli ve E.2006/79, K.2009/97 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"5233 sayılı Yasa, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması amacıyla hazırlanmış bir yasadır. Yasa bu yönüyle zarara uğrayan vatandaş ile devlet arasındaki uyuşmazlıkta yargı yoluna gidilmeden alternatif bir çözüm yöntemi getirmiştir. Yasakoyucu bu amaca uygun olarak yargılama hukuku kurallarından farklı hükümler öngörerek buna ilişkin esasları Yasa'da ayrıntılı olarak kurala bağlamıştır....Terör ve terörle mücadeleden doğan ancak idari bir eylem veya işlemle nedensellik bağı bulunmayan maddi zararların karşılanmasına ilişkin 5233 sayılı Yasa'daki düzenlemeler, yasakoyucunun sosyal hukuk devletinin gereği olarak sorumluluk hukukunun genel ilkelerine yasayla getirdiği bir istisnadır. İdarenin kusurunun bulunmadığı ancak 'sosyal risk ilkesi' gereği sulh yoluyla karşılanması gereken zararların nelerden ibaret olduğunun tespiti, yasakoyucunun takdir yetkisi içindedir. İtiraz konusu kurallarda yer alan maddi zararların öncelikle sulh yoluyla karşılanmasına ilişkin hükümlerin bulunmasını bu kapsamda değerlendirmek gerekir.5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve işleminin sonucu olmayan ve herhangibir idari işlem veya eylemle doğrudan nedensellik bağı da bulunmayan, ancak terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararların da tazmini yolunu açan, bu anlamda idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişleten bir yasadır. Bu Yasa idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişletmekle birlikte, aynı zamanda terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararlardan sadece 'maddi' olan kısmının sulh yoluyla tazminine ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir. Yasa'da bu zararlardan 'manevi' olan kısmın idareden talep edilemeyeceğine ilişkin bir hükme yer verilmediği gibi, maddede 'sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır' denilerek Anayasa'nın maddesinin birinci fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu nedenle itiraz konusu ibare, idarenin sorumluluk alanını daraltan veya idari işlem veya eylemlere karşı yargı yolunu kapatan bir hüküm içermemektedir." Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 26/3/2014 tarihli ve E.2013/1489, K.2014/1219 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:“5233 sayılı Yasa, idarenin terör olaylarına dayalı kusursuz sorumluluk alanını genişleten, oluşan zararların yargı yoluna başvurmadan sulh yoluyla ödenmesine öngören, bu yönüyle uyuşmazlığın sadece maddi zararlara ilişkin kısmının yargı dışı alternatif bir yöntemle giderilmesini sağlayan, ancak manevi zararların karşılanmasını da engellemeyen nitelikte bir yasadır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 18888/02 nolu başvuruya konu 12/01/2006 günlü Aydın İçyer - Türkiye kararının paragrafında, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Kaynaklanan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunla ilgili olarak “Tazminat Kanun’unda yalnız maddi zararlar için tazminat talep etme olanağının bulunduğu doğru olsa da Kanun’un maddesinin idari mahkemelerde manevi zarar için tazminat talep etme olanağı verdiği görülmektedir.” ifadesine yer verilmiştir.Bu durumda, terör olayları nedeniyle meydana gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında bulunup 5233 sayılı Yasa uyarınca karşılanmayan ilgililerin ileri sürdükleri manevi zarara bağlı tazminat taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve kuralları çerçevesinde 2577 sayılı Yasanın öngördüğü usullere tabi olarak manevi tazminat ödenip ödenmeyeceğine ilişkin yargısal incelemesinin yapılması gerekmektedir.” 5233 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde Kanun'un amaçlarından birinin özetle terör eylemleri ve terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan idarece en kısa sürede sulh yoluyla karşılanması olduğu ifade edilmiştir. Kanun'un maddesinin gerekçesinde ise sulhun davayı sona erdirici işlem olduğu, sulhname imzalanmasının dava açılmasını engellediği belirtilmiştir.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), başvuruya benzer şekilde terör olaylarından dolayı köyü terke mecbur kalınması nedeniyle uğranılan zararın tazminine ilişkin sulhname imzalanmasının ardından köyü terkten önce var olan hayvanlarına ilişkin zararla manevi zararının tazmin edilmediği iddialarıyla yapılan şikâyetleri kapsayan bir grup başvuruyu incelediği Akbayır ve diğerleri/Türkiye (B. No: 30415/08, 28/6/2011) kararında sulhname imzalanmasının taleplerden feragat edilmesini gerektirdiği, dolayısıyla yerel boyuttaki bu uzlaşmanın tartışmasız olarak ihtilaflı tazminat hakkında öne sürülen itiraza son verdiği gerekçesiyle başvuruları kabul edilemez bulmuştur. AİHM, başvuranlar tarafından imzalanan dostane çözüm beyanlarının (sulhnamelerin) manevi tazminattan söz etmediğini gözlemlediğini belirterek dostane çözüme dair bu beyanların (sulhname) ilgili tarafların prosedürü sona erdirmeye ilişkin açık iradesinin tezahürü olduğunu ifade etmiştir. AİHM; tüm başvuru sahiplerinin iç hukukta ve AİHM huzurunda avukatlar tarafından temsil edildiğini, bu hâlde başvuranların hem 5233 sayılı Kanun ve kendi beyanlarının manevi zarara ilişkin hiçbir talep içermediği iddiasını hem de bu anlaşmaların sonuçlarından habersiz oldukları iddiasını ileri süremeyeceklerini belirtmiştir. AİHM, söz konusu düzenleme başvuranların prosedürle ilgili her türlü iddiadan feragat etmelerini gerektirdiğinden bu anlaşmanın söz konusu ödemeyle ilgili anlaşmazlığı tartışmasız bir şekilde sonlandırması nedeniyle başvuranların şikâyette bulunamayacakları sonucuna ulaşmıştır (Akbayır ve diğerleri/Türkiye, § 77). AİHM, sürü hayvanlarının farklı türlerine göre besicilikten elde edilen gelirlerin tazminatının komisyonlarca yanlış değerlendirilmesine ilişkin şikâyetle ilgili olarak da dostane çözümün kabul edilmesi konusunda yukarıda belirtilen sonuçların ayrıca bu şikâyete uygulanabileceği kanaatinde olup AİHM'e göre sulhnamelerin imzalandığı ve ödemeler gerçekleştiği andan itibaren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bağlamında başvuranların mağdur sıfatı yok olmaktadır (Akbayır ve diğerleri/Türkiye, § 78).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3430
Başvuru, terör olaylarından doğan maddi zararların eksik tazmin edilmesi, manevi zararların ise hiç tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, güvenlik güçleri tarafından öldürülme ve zorla kaybedilme olaylarının meydana gelmesi ve bu olaylar hakkında etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının; yakınlarının ölümüne ya da zorla kaybedilmesine dair süreçte yaşadıkları üzüntü nedeniyle başvurucular açısından kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/9/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Çorum Ağır Ceza Mahkemesinden (Ağır Ceza Mahkemesi) temin edilen, başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular 1993-1994 yıllarında Mardin'de güvenlik güçleri tarafından öldürüldükleri veya zorla kaybedildikleri iddia edilen şahısların yakınlarıdır. A. Altı Kişinin 16/2/1993 Tarihinde Vefatına İlişkin Olay ve Olgular Başvurucular Bubo Çeviren, Cebrail Çeviren ve Jiyan Durmaz'ın yakınları Ş.Ç., Y.Ç., Ah.Ç., Ab.Ç., R.Ç. ile başvurucu Mehmet Emin Arıs'ın yakını N.A. 16/2/1993 tarihinde Mardin'in Derik ilçesi Dumanlı köyünde güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirilen operasyon sırasında vefat etmiştir. Mardin Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafından düzenlenen 16/7/2012 tarihli iddianamede olayın şu şekilde gerçekleştiği ifade edilmiştir:"...olay günü köye gelen askerlerin arama yapmaya başladıkları, [S.Ç..nin] ahırını aradıkları sırada ahır içerisindeki teröristlerin içeriden el bombası atmaları üzerine 3 askerin şehit olduğu, girilen çatışmada 3 teröristin ölü olarak ele geçirildiği ve bir teröristin ise kaçtığı, çatışma sonrasında [Y.Ç.nin] ikametinde bulunan bir kısım askerlerin [Y.den] kendilerini çıkarmasını istedikleri, [Y.nin de] evin damına açılan bir deliği genişleterek toplam 7 askeri dama çıkardığı, fakat askerlerden birinin [Y.ye] ateş ederek öldürdüğü, çatışmadan yaklaşık 30 dakika kadar sonra ise şüphelinin olayın geçtiği köye geldiği, kaçan teröristi yakalama çalışmaları devam ederken evinin önünde bulunan [A.Ç.nin] şüphelinin emri altındaki askerler tarafından sorgulandığı ve sonrasında öldürüldüğü, [A. ve Y.Ç.nin] öldürüldüğü saatlerde şüphelinin Mehmet Emin ARIS [başvurucu] ve [Ş.Ç.yi] sığınağın yapıldığı ahıra götürdüğü, şüphelinin köyün Azası [N.A.yı] ahırın içerisine çağırdığı, aradan 5-10 dakika süre geçtikten sonra silah sesi geldiği, şüphelinin ahırdan çıktıktan sonra [N.A.nın] kardeşi Mehmet Emin [başvurucu] ile [Ş.ye] ‘girin bakın içerde bir terörist var siz yalan söylemişsiniz, ahır içerisinde’ diyerek ahıra yönlendirdiği, köylülerin sorgulanması ve ardından bu şekilde öldürüldükleri, akabinde askerler tarafından [S.B.] isimli şahsın ahırına bomba yerleştirildiği, [R.Ç., A.Ç., S.Ç.nin], bu ahıra konulduğu ve çekilen kablo vasıtasıyla ahırın patlatıldığı, 3 şahsın bu şekilde öldürüldüğü..." Olayla ilgili olarak Derik Cumhuriyet Başsavcılığınca 1993/32 soruşturma numarasıyla yürütülen soruşturma kapsamında başvurucular Bubo Çeviren ve Mehmet Emin Arıs'ın olay sonrasında kollukta ve Cumhuriyet savcısı tarafından şüpheli olarak ifadeleri alınmıştır. Soruşturma dosyasının görevsizlik kararıyla iletildiği Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından diğer dokuz şüpheli ile birlikte başvurucular Bubo Çeviren ve Mehmet Emin Arıs hakkında terör örgütü mensuplarına yardım ve yataklık etme suçundan kamu davası açılmıştır. İddianamede iki başvurucunun da diğer şüpheliler gibi köylerine gelen terör örgütü mensuplarıyla ilişkiye geçtikleri, onları evlerine aldıkları, onlara yardım ettikleri, köye gelen güvenlik güçlerine terör örgütü mensuplarını bildirmeyerek barındırdıkları isnadı yer almaktadır. Her iki başvurucu da, Diyarbakır 1 No.lu DGM'nin 14/6/1993 tarihli kararıyla mahkûmiyet için yeterli, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığından müsnet suçtan beraat etmiştir. Başvurucu Bubo Çeviren, olay tarihinde Derik İlçe Jandarma komutanı olarak görev yapan Ç. hakkında, yakınlarını öldürdüğü iddiasıyla şikâyetçi olmuştur. Derik Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2003/39 sayılı soruşturma neticesinde olay hakkında 5/3/2003 tarihinde, şahısların operasyon sırasındaki çatışma sonucu ölü olarak ele geçirildiğinin olay yeri tespit tutanağı ve diğer evraktan anlaşılmış olduğu, müştekinin iddiasının devlet aleyhine tazminat davası açabilme amaçlı ve gerçek dışı olduğu gerekçeleriyle kovuşturmaya yer olmadığı (takipsizlik) kararı verilmiştir. Başvurucu Bubo Çeviren'in karara karşı yaptığı itiraz, Midyat Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 11/4/2003 tarihli kararla reddedilmiştir. Ret gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:" ...İncelenen hazırlık tahkikat evrakı arasında mevcut şikayet dilekçeleri, buna göre tespit edilen müştekinin ifadesi olay tarihine tekabül eden olaya ilişkin tutanak fotokopileri Derik İlçe Jandarma Komutanlığının cevabi yazısı dikkate alınarak yapılan değerlendirme sonucunda sanık [Ç.] hakkında müsnet suçtan dolayı verilen Derik Başsavcılığının ...takipsizlik kararında herhangi bir isabetsizlik görülmediği..." Başvurucu Bubo Çeviren tarafından 2003 yılındaki dilekçeyle Derik Asliye Hukuk Mahkemesinde Ç. aleyhine tazminat davası açılmış, Derik Asliye Hukuk Mahkemesince 18/2/2004 tarihli kararla daha önceden işlemden kaldırılmasına karar verilen dosya bakımından yenileme dilekçesi verilmemesi nedeniyle davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.B. A.nın 12/6/1994 Tarihinde Vefatına İlişkin Olay ve Olgular Başvurucular Zülfinaz ve Yasin Avcıl'ın yakını A., Derik ilçesi Adakent köyü yakınlarındaki terör örgütüne ait bir sığınağın güvenlik güçlerine gösterilmesi işlemi sırasında sığınaktaki terör örgütü üyelerinin açtığı ateş sonucunda vefat etmiştir. Sonrasında güvenlik güçleri ile terör örgütü mensupları arasında çıkan çatışmada üç terör örgütü üyesi de ölü olarak ele geçirilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen 16/7/2012 tarihli iddianamedeö zet olarak olayın şu şekilde gerçekleştiği ifade edilmiştir:"...[A.nın] olay tarihinde Derik İlçe Jandarma Komutanlığı görevlilerince gözaltına alındığı, şahsın teröristlerin sığınaklarının gösterilmesi ve yerlerinin tespiti için araziye çıkarıldığı, teröristlerin bulunduğu mağaraya yaklaşıldığında 1’i bayan 3 teröristin ateş etmesi üzerine [A.nın] öldüğü, 3 teröristinde öldürüldüğü, müşteki beyanına göre 4 şahsın açılan büyük bir çukura birlikte gömülmüş olduğu, yine maktulün oğlu olan müştekinin belirttiğine göre 4 cesedin gömülmesine yardım eden ve çukuru açan kepçe operatörünün ‘cesetlerden birinin çıplak bayan olduğunu görünce, inançlarımıza göre bayan ile erkeklerin aynı yere gömülemeyeceğini, 2 mezar kazılması gerektiğini' söylediğini, bunun üzerine jandarma komutanının kendisine vurduğunu ve 'bunlar insan değil hayvan, hayvanın erkeği ile dişisi aynı yere gömülebilir, bir kuyu kaz yoksa seni de öldürür o kuyuya gömerim' dediğini naklettiği, maktulün şüpheli bir şekilde öldürülerek terörist olduğu bahanesiyle Derik Kimsesizler mezarlığına gömüldüğü iddia edilmiştir..." Olayla ilgili olarak Derik Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen 1994/141 sayılı soruşturmada dosya 21/6/1994 tarihli görevsizlik kararıyla Diyarbakır DGM Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Diyarbakır DGM Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 14/7/1994 tarihli kararla başvurucuların yakını A.nın da aralarında bulunduğu, ölü ele geçirilen toplam dört şüpheli hakkında ülke topraklarının bir kısmını devlet egemenliğinden ayırmaya yönelik eylemlerde bulunma ve terör örgütüne üye olma suçlarından kovuşturmaya yer olmadığı (takipsizlik) kararı verilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucuların yakını A.nın yer göstermesiyle gidilen sığınak içindeki terör örgütü mensuplarının el bombası ve silahla ateş etmesi sonucunda öldüğü, bunun üzerine güvenlik güçleriyle terör örgütü mensupları arasında çıkan çatışma sonucunda terör örgütü mensubu diğer üç şüphelinin de ölü olarak ele geçirildiği belirtilmiştir. Bu karara karşı itiraz edildiğine dair dosya kapsamında herhangi bir bilgi ya da belgeye rastlanmamıştır. Sonrasında 2011 yılında bir başka şahsın yakınının 1992 yılında güvenlik güçleri tarafından öldürülerek Derik ilçesinde bir mezarlığa gömüldüğü iddiası üzerine Derik Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir başka soruşturma kapsamında 22/11/2011 ve 23/11/2011 tarihlerinde mezar açma işlemleri gerçekleştirilmiş ve dört cesede ulaşılmıştır. Cesetlerden birinin başvurucuların yakını A.ya ait olabileceği ihtimali üzerine cesetlerden elde edilen DNA örnekleri ile şahsın oğlundan alınan örnek arasında inceleme yapılması ve kimlik tespitine çalışılması amacıyla İstanbul Adli Tıp Kurumundan (ATK) rapor istenmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca İstanbul ATK'dan gelecek rapor beklenmeden zamanaşımının yakınlığı nedeniyle kamu davasının açılması gerektiği kanaatine varılarak olay hakkında 16/7/2012 tarihli iddianame düzenlenmiştir. Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden yargılama sırasında 19/8/2013 tarihli müzekkereyle talep edilmesi üzerine düzenlenen 25/9/2013 tarihli rapor ve 20/1/2014 tarihli ek raporda cesetlerden birinin başvurucuların yakını A.ya ait olduğu, diğer cesetlerin kimlik tespitinin yapılamadığı bildirilmiştir. A.nın 4/1/1994 Tarihinde Vefatına İlişkin Olay ve Olgular Başvurucu Reşat Aydın'ın yakını A. 4/1/1994 tarihinde Derik-Mazıdağı kara yolu üzerinde, kendisine ait ticari araç içinde silahla ateş edilerek öldürülmüş olarak bulunmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen 16/7/2012 tarihli iddianamede özet olarak olayın şu şekilde gerçekleştiği iddia edilmiştir:"...Derik ilçesinde taksicilik yapan [A.nın] kimliği tespit edilemeyen [S.] kod adlı itirafçının ihbarı üzerine [Ç.] tarafından olaydan 2-3 ay önce iki defa yolunun kesilip darp ve tehdit edildiği, olay günü de akşam saatlerinde müşterisini Beşkavak köyüne bıraktıktan sonra Derik ilçesine dönerken Derik Elektrik Trafo Merkezinin yakınında beyaz bir otomobilin maktulün önünü kesip durdurduğu, sivil giyinimli iki kişinin araçtan indikleri, [yi] aracından indirip kendi plakası çamurla kapalı olan araçlarına aldıkları, birisinin de [nin] aracına bindiği, 2 aracın birlikte Derik İlçesine doğru gittikleri, ertesi sabah saatlerinde de Mazıdağı’na doğru götürülüp, Mazıdağı sınırlarında kendi arabasına bindirildikten sonra kafasına bir el ateş edilip öldürüldüğü ileri sürülmüştür..." Jandarma görevlilerince aynı gün olay yerinde Olay Yeri Tutanağı düzenlenmiş, A.nın aynı gün otopsisi gerçekleştirilmiş ve ateşli silah yaralanması neticesinde vefat ettiği tespit edilmiştir. Olayla ilgili olarak Mazıdağı İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından Mazıdağı Cumhuriyet Başsavcılığına iletilen 5/1/1994 tarihli fezlekede, A.nın silahlı terör örgütü mensuplarınca yolu kesilerek başına kalaşnikof tüfekle iki kez ateş edilmek suretiyle öldürüldüğü ve aracının şarampole iteklendiği, otopsi işlemi sırasında elde edilen 1 adet kalaşnikof boş kovanının ise ekspertiz raporu temini için Mardin İl Jandarma Komutanlığına iletildiği tespitlerine yer verilmiştir. Mazıdağı Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 1994/02 sayılı soruşturmada olay hakkında Diyarbakır DGM Cumhuriyet Başsavcılığına olaya dair bilgi verilmiş ve 25/1/1994 tarihli müzekkereyle Mazıdağı İlçe Jandarma Komutanlığına olayın faillerinin tespitine çalışılması talimatı iletilmiştir. Mazıdağı Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 4/2/1994 tarihli görevsizlik kararıyla soruşturma dosyası Diyarbakır DGM Cumhuriyet Başsavcılığına iletilmiştir. Sonrasında Mazıdağı İlçe Jandarma Komutanlığı ile Mazıdağı Cumhuriyet Başsavcılığı arasında 25/3/1994 ile 31/3/1996 tarihleri arasında, faillerin tespit edilemediği vetahkikatın devam ettiği yönünde yazışmalar yapılmıştır. Diyarbakır DGM Cumhuriyet Başsavcılığı 30/11/1999 tarihinde maktulün terör amaçlı ya da terör örgütü mensuplarınca öldürüldüğüne dair dosyada delil bulunmadığı gerekçesiyle soruşturma dosyasını Mazıdağı Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. A.nın yakınlarının vekili tarafından 1/9/2000 tarihli dilekçeyle talep edilmesi üzerine Mazıdağı Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 25/4/2001 tarihli yazı ile soruşturmanın daimî aramaya alındığı, faillerin tespitine yönelik çalışmaların devam ettiği bilgisi verilmiştir. Mazıdağı Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 29/3/2011 tarihinde, 24/1/2000 tarihli daimî arama kararında belirtilen dava zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle olay hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Bu karara karşı itiraz edildiğine dair dosya kapsamında herhangi bir bilgi ya da belgeye rastlanmamıştır. Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden yargılama sırasında 4/7/2013 tarihli müzekkereyle talep edilmesi üzerine Mazıdağı Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 15/8/2013 tarihli müzekkereyle, A.ya sanık Ç. tarafından işkence yapıldığı iddiasıyla ilgili olarak 1994 yılı ve öncesine ait hiçbir bilgi ya da belgeye rastlanmadığı Ağır Ceza Mahkemesine bildirilmiştir. Diğer taraftan başvurucunun yakını A. hakkında Derik Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından diğer 267 şüpheliyle birlikte terör örgütü lehine slogan atma, bez ve pankart taşıma, izinsiz gösteri yürüyüşü yapma suçlarından soruşturma yürütülmüş; dosya Diyarbakır DGM Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Üç Kişinin 7/2/1994 Tarihinde Vefatına İlişkin Olay ve Olgular Başvurucular Sinan Erek, Tuncay Erek, Remziye Erek, Mazlum Erek, Fatma İzci ve Rahime Erek zorla kaybedildikleri iddia edilen ve 7/2/1994 tarihinde cesetleri Derik-Mazıdağı kara yolu yakınlarında bulunan E., A.E. ve R.E.nin yakınlarıdır. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen 16/7/2012 tarihli iddianamede özet olarak olayın şu şekilde gerçekleştiği ifade edilmiştir:"...Maktullerden [E.nin] akşamleyin eve gelmediği, ertesi gün[İ., A., R.E. ve Ra.E.] kahvehanede otururken Mazıdağı yolunda bir cesedin bulunduğu konuşulunca [E.] olacağını düşüncesiyle [R.E.nin] otomobili ile gitmek üzere yola çıktıkları, Derik'in çıkışında yapılan yol kontrolü esnasında jandarma tarafından araçlarının da durdurulduğu, kimliklerinin alındığı, jandarma görevlilerinin bir süre sonra [A. ve R.E.nin] kimliklerini geri verdikleri, [Ra.E. ile İ.E.nin] bir süre bekledikten sonra arabadan çıkıp yanlarına giderek kimliklerini sordukları, jandarmanın yol kenarında bekleyen panzerdeki görevlilerin yanına gönderdikleri, bir kaç dakika beklemelerinden sonra panzerden bir jandarmanın çıkıp kimliklerini verdiği, geriye dönüp baktıklarında [R.E.nin] arabasının olmadığını gördükleri, [A. ve R.nin] gitmiş oldukları, jandarma görevlilerinin arabadakilerin acil işimiz var diyerek gittiklerini söylediği, tanıkların yürüyerek Derik'e geri dönecekleri esnada oradaki görevlilerden birinin bizde Derik'e gidiyoruz sizi götürelim dediği ve panzerle onları Derik ilçe jandarma komutanlığına götürüp, bahçesinde panzerden indirdikleri ileri sürülmüştür. Ertesi gün eve dönmeyen [E.] ile jandarma kontrol noktasında kaybolan [A. ve R.E.nin] cesetleri Derik-Mazıdağ yolu kenarında Mazıdağ sınırlarında bulunmuştur. Olay yerinde bulunan kovanların 2 farklı kaleşnikof marka tüfek ile atıldığı, bu tüfeklerden birinin bir ay önce aynı yerde cesedi bulunan [A.nın] öldürülmesinde de kullanıldığı ekspertiz raporuyla tespit edilmiştir..." Mazıdağı Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gerçekleştirilen ölü muayenesi sonucunda R.E.nin uzun namlulu ateşli silahla gerçekleştirilen yakın atış sonucunda, A.E. ve E.nin ise uzun namlulu ateşli silahla gerçekleştirilen bitişik atış sonucunda vefat ettiği tespit edilerek cesetler üzerinde otopsi işlemi gerçekleştirilmesine gerek görülmemiştir. Kolluk güçleri tarafından olayla ilgili olarak 8/2/1994 tarihli Olay Yeri Tespit Tutanağı düzenlenmiş ve olay yerinin basit krokisi çizilmiştir. Olay yerinden elde edilen altı boş kovan, ekspertiz raporunun temini için 10/2/1994 tarihinde Mardin İl Jandarma Komutanlığına gönderilmiştir. Mazıdağı Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen 1994/23 sayılı soruşturma dosyası 16/2/1994 tarihli görevsizlik kararıyla Diyarbakır DGM Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Kararda, her üç şahsın da kimliği belirlenemeyen terör örgütü üyeleri tarafından araçları durdurulduktan sonra uzun namlulu silahlarla ateş edilmek suretiyle öldürüldükleri belirtilmiştir. Diyarbakır DGM Cumhuriyet Başsavcılığınca 1994/1267 sayılı soruşturmada 23/2/1994 tarihinde olayla ilgili olarak daimî arama kararı verilmiştir. Aynı tarihli müzekkereyle, olay yerinden elde edilen boş kovanlara dair ekspertiz raporunun iletilmesi Mardin İl Jandarma Komutanlığından talep edilmiştir. Bunun üzerine Mardin İl Jandarma Komutanlığınca 4/4/1994 tarihinde Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarından (Laboratuvar) ekspertiz raporu talep edilmiş, Laboratuvarın 2/5/1994 tarihli rapor ile altı kovanın üçerli olarak iki ayrı silahla atıldığı ve kovanların incelenmek üzere faili meçhul olaylar arşivinde geçici olarak alıkonulduğu bildirilmiştir. 14/3/1994 tarihinden 1/6/2009 tarihine kadar güvenlik güçleriyle Cumhuriyet başsavcılıkları arasında faillerin tespit edilemediğine, araştırmaların devam ettiğine yönelik olarak mutat yazışmaların yapıldığı dosya kapsamındaki belgelerden anlaşılmaktadır. Maktullerin yakınlarının vekili 17/9/2003 tarihinde soruşturma dosyasının bir örneğini talep etmiştir. Sonrasında DiyarbakırCumhuriyet Başsavcılığı (CMK mülga madde ile görevli) (Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafından 16/5/2012 tarihli müzekkereyle, A.nın öldürülmesi olayında elde edilen bir adet boş kovan ile E., A.E. ve R.E.nin öldürüldüğü yerde ele geçirilen altı boş kovanın aynı silahtan atılıp atılmadığı ya da arşivde kayıtlı başka olaylarda kullanılıp kullanılmadığı yönünde ekspertiz raporunun iletilmesi Laboratuvardan talep edilmiştir. Laboratuvarın 29/5/2012 tarihli ekspertiz raporunda; A.nın öldürülmesi olayında elde edilen bir adet boş kovanın E., A.E. ve R.E.nin öldürüldüğü yerde ele geçirilen altı kovanın üçüyle uyumlu özellikler gösterdiği ve aynı silahtan atıldığı tespitine yer verilmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 13/7/2012 tarihli görevsizlik kararıyla E., A.E. ve R.E.nin öldürülmesi olayıyla ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2012/3527 sayılı soruşturmanın yürütüldüğünü belirterek dosyayı Cumhuriyet Başsavcılığına iletmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 16/7/2012 tarihli kararla, iletilen dosyanın 2012/3527 sayılı soruşturmada birleştirilmesine karar vermiştir.E. 17/5/1994 Tarihinde Bir Kişinin Zorla Kaybedildiği İddiasına İlişkin Olay ve Olgular Başvurucu Mehmet Ay 17/5/1994 tarihinde askerî araçlarla Kelektepe mezrasından alınıp götürüldüğü iddia edilen ve o tarihten bu yana kendisinden haber alınmayan P.A.nın yakınıdır. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen 16/7/2012 tarihli iddianamede özet olarak olayın şu şekilde gerçekleştiği iddia edilmiştir:"...Kelektepe Mezrasına sabahleyin saat 08:00 sıralarında biri zırhlı yedisi de [R.] marka araçla olmak üzere toplam sekiz araçla askerlerin geldikleri, içlerinden sadece [A.] üstteğmen diye seslenilen kişinin bilindiği, yanlarında Bozok köyü korucularından [H.P.] ve kardeşi [P.nin de] olduğu, [P.A.] ile birlikte [Ab.] isimli köylüyü ([Ab.] olabilir) alarak köyün aşağısında bulunan meydana indirdikleri, [A.yı] orada bıraktıkları, [P.A.yı] jiple 1-2 km yukarıda dağlık alana götürdüğü, yaklaşık bir saat sonra da bu jipin hızlı bir şekilde gelip köyden geçerek gittiği, kalan askerler de yarım saat kadar sonra [Ab.nin] da alıp gittikleri, aynı gün ikindi saatlerinde Derik Üçyol Jandarma Karakolundan [Ab.nin] serbest bırakıldığı, askerlerin gitmesinden sonra [P.A.nın] götürüldüğü dere kenarında kan izleri, kırık joplar ile birkaç parça [P.A.nın] üzerindekine benzer mavi kot pantolon parçalarının bulunduğu, o civardaki çobanlardan [P.A.nın] bağırma sesini duyanların olduğu,o tarihten sonra [P.A.dan] bir daha haber alınamadığı ileri sürülmüştür..." Başvuru dosyasının incelenmesi neticesinde P.A.nın yakınları tarafından olay sonrasında herhangi bir başvuruda bulunulduğuna yahut olayla ilgili yürütülmüş herhangi bir soruşturmaya dair bir bilgi veya belgeye rastlanmamıştır. Nitekim Ağır Ceza Mahkemesince istenmesi üzerine Mardin İl Jandarma Komutanlığınca iletilen yazıda arşiv tetkikinden P.A.nın zorla kaybedilmesi olayıyla ilgili olarak 2010 öncesinde bir vukuat kaydı bulunmadığı, yalnızca 2010 yılında P.A.nın kaybına dair bir başvurunun yapıldığının tespit edildiği bildirilmiştir. Aynı şekilde Ağır Ceza Mahkemesince istenmesi üzerine Jandarma Genel Komutanlığınca iletilen yazıda P.A. ile ilgili olarak yalnızca 1/1/2010 tarihli "kayıp şahıs", "aranıyor" ibareli arama kaydı bulunduğu bildirilmiştir.F. Mardin Cumhuriyet Başsavcılığı Tarafından 16/7/2012 tarihinde Kamu Davası Açılan Olaylara İlişkin Olarak 2011 Yılı Sonrasında Yürütülen Yargısal Süreç Başvuru dosyasının incelenmesinden ne şekilde yeniden başlatıldığı tespit edilememiş olmakla birlikte Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2011/3193 sayıya kayden bir soruşturma başlatıldığı ve söz konusu soruşturma kapsamında Derik Cumhuriyet Başsavcılığından 1991-1995 yılları arasında Diyarbakır DGM Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen tüm fezleke ve görevsizlik kararlarının birer örneğinin iletilmesinin istendiği anlaşılmaktadır. Ardından yine Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bu kez 7/2/2012 tarihli müzekkereyle, Ç.nin Derik İlçe Jandarma Komutanı olduğu dönemde gözaltında jandarma görevlileri tarafından gerçekleştirildiği iddia edilen işkence ya da tecavüz olaylarıyla ilgili tüm soruşturma ve kovuşturma evrakının ya da fezleke ve görevsizlik kararlarının örneğinin zamanaşımı sürelerinin yakın olması nedeniyle çok ivedi olarak iletilmesi Derik Cumhuriyet Başsavcılığından istenmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından talep edilmesi üzerine Diyarbakır (CMK mülga maddesi ile yetkili) Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 4/3/2012 tarihinde Ç.nin üç ay süreyle iletişiminin dinlenmesine, kayda alınmasına ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine karar verilmiştir. 4/6/2012 tarihinde ise ikinci kere üç ay süreyle olmak üzere aynı yönde karar verilmiştir. 5/3/2012 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından başvuruculardan Bubo Çeviren'in müşteki olarak beyanı alınmıştır. Başvurucu bu beyanında kendi yakınlarının ve diğer bazı başvurucuların yakınlarının öldürülmesinde, olay tarihinde Derik İlçe Jandarma Komutanı olarak görev yapan Ç.nin sorumluluğu bulunduğuna dair iddialarda bulunmuştur. Yine başvuruculardan Yasin Avcıl'ın 12/3/2012 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından müşteki olarak beyanı alınmıştır. Başvurucu da beyanında babasının zorla kaybedilmesinde olay tarihinde Derik İlçe Jandarma Komutanı olarak görev yapan Ç.nin sorumluluğu bulunduğuna dair iddialarda bulunmuştur. Başvuruculardan Zülfinaz Avcıl'ın aynı tarihli beyanında ise olayda Ç.nin sorumluluğu bulunduğuna dair bir iddiası bulunmamaktadır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından aynı tarihte, olayla ilgili olarak başvurucular dışındaki bazı şahısların da müşteki olarak beyanları alınmıştır. 13/3/2012 tarihinde Derik Cumhuriyet Başsavcılığından 16/2/1993 tarihinde gerçekleşen olayda vefat eden Ş.Ç., Y.Ç., Ah.Ç., Ab.Ç., R.Ç.ye ait otopsi ve ölü muayene tutanakları talep edilmiştir. Ayrıca çeşitli tarihlerde, Mazıdağı ve Derik Cumhuriyet Başsavcılıklarından olaylarla ilgili soruşturma dosyalarının örneklerinin iletilmesi ayrı ayrı talep edilmiştir. 9/4/2012 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından başvuruculardan Reşat Aydin'in müşteki olarak beyanı alınmıştır. Bu başvurucu da beyanında ağabeyinin öldürülmesinde, olay tarihinde Derik İlçe Jandarma Komutanı olarak görev yapan Ç.nin sorumluluğu bulunduğuna dair iddialarda bulunmuştur. Cumhuriyet savcısı tarafından 25/4/2012 tarihinde müşteki olarak beyanı alınan başvurucu Fatma İzci'nin olayda Ç.nin sorumluluğu bulunduğuna dair bir iddiası bulunmamaktadır. Cumhuriyet savcısı tarafından 14/5/2012 tarihinde müşteki olarak beyanı alınan başvurucu Mehmet Emin Arıs kendi yakınlarının ve bazı başvurucu yakınlarının öldürülmesinde olay tarihinde Derik İlçe Jandarma Komutanı olarak görev yapan Ç.nin sorumluluğu bulunduğuna dair iddialarda bulunmuştur. Aynı şekilde başvuruculardan Mehmet Ay'ın 17/5/2012 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından müşteki olarak beyanı alınmıştır. Başvurucu beyanında babasının askerler tarafından götürüldüğünü, ondan bir daha haber alamadıklarını belirtmiştir. Başvurucu olayda Ç.nin sorumluluğu bulunduğuna dair bir iddiada bulunmamıştır. Sonrasında iddianameye konu edilecek olan yukarıdaki olaylar hakkında tanık beyanı alınması, ATK raporları temin edilmesi, olaylarla ilgili soruşturma dosyalarından evrak temin edilmesi gibi birçok soruşturma işlemi Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gerçekleştirilmiştir. 2011/3193 sayılı soruşturma dosyası, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan soruşturma neticesinde 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun mülga maddesinde sayılan suçlardan birinin işlendiğine dair delil elde edilemediği gerekçesiyle 7/2/2012 tarihli görevsizlik kararıyla Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından Ç.nin şüpheli olarak ifadesinin alınmasını istemiş; Ç. 12/7/2012 tarihli ifadesinde olayların 18-20 yıl öncesinde gerçekleşmesi nedeniyle ayrıntıları hatırlayamadığını, iddialarla ilgili olarak ayrı ayrı yazılı savunmalar hazırlayıp sunduğunu, suçlamaları kabul etmediğini belirtmiştir. Ç. yazılı savunmalarının ekinde olaylarla ilgili olarak o tarihlerde jandarma görevlileri tarafından hazırlanan olay raporlarını da sunmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2012/3527 numaraya kaydedilen soruşturmada 16/7/2012 tarihli iddianameyle şüpheli Ç. hakkında birden fazla kişiyi aynı sebeple öldürme suçundan kamu davası açılmıştır. İddianamede ağırlıklı olarak müşteki ve tanık beyanlarına yer verilmiştir. İddianamenin ilgili kısımları şöyledir:"Şüpheli [Ç.nin] soruşturmaya konu olayların gerçekleştiği tarihte Derik İlçe Jandarma Komutanı olduğu, burada görev yaptığı süre zarfında gerçekleşen ölümlü olayların ve bazı vatandaşların kaybolması ve bir süre sonra ölü halde bulunmaları ile ilgili yapılan soruşturmada toplanan delillerle şüphelinin gerek bizzat, gerek verdiği talimatlarla yukarıda adı geçen maktullerin ölümüne sebep olduğu, bu şekilde çok sayıda ölen şahıs olduğunun tespit edildiği, bir çok insanın da haksız yere gözaltına alınarak işkencelere maruz bırakıldığı, bu yönde sistemli ve düzenli bir hareket tarzının olduğu, aradan geçen süreye rağmen alınan tanık ve müşteki beyanlarının birbirini doğruladığı ve şüpheliyi işaret ettiği, bu gibi şikayetlerle soruşturulan olayların tek tek incelendiği ve ayrıntısıyla aşağıda sıralandığı,EYLEMLER: OLAY [1-S.Ç.  2-A.Ç.  3-Y.Ç. 4-A.Ç. 5-R.Ç. 6-N.A.] isimli şahısların öldürülmesi (1993) ...NETİCE VE OLUŞAN KANAAT:Müşteki ve tanık beyanlarının birlikte değerlendirilmesinde beyanların aynı doğrultuda olmaları, birbirlerini doğrulamaları ve nakzetmemeleri nedeniyle doğru olma ihtimalinin yüksek olduğu, ayrıca Derik İlçe J. K. lığının Derik Cumhuriyet Başsavcılığına sunduğu [Ç.] imzalı ...1993 tarihli yazılarda, sivil vatandaşların da olayda terörist şahıslardan sayılmak suretiyle toplam 9 teröristin öldürüldüğünün ileri sürülmesine karşılık Derik savcılığının DGM savcılığına gönderdiği Görevsizlik kararında, maktulleri “sivil vatandaşlar” olarak nitelendiren ... görevsizlik kararı ile ölen şahısların terörist olmadığı, terörist unsurlara yardım ve yataklık yaptıklarına dair herhangi bir delil elde edilemeyen vatandaşlar olduklarının belirtildiği, maktulleri köyde gerçekleşen çatışma bittikten, köylülerin kendilerine karşı herhangi bir düşmanca harekette bulunmadıkları sırada öldürüldüğü, bu şahısların suçlu olduklarına dair herhangi bir bilgiye sahip olmamasına rağmen şüphelinin olay günü bu şahısları yukarıda belirtildiği şekliyle öldürerek terörist olduklarını iddia ile atılı suçu işlediği kanaatine ulaşılmıştır. OLAY:[A.NIN] ÖLDÜRÜLMESİ(1994)...Bu olayla ilgili sığınaktaki teröristlerin de çatışma sonucunda öldürüldükleri gerekçesiyle Diyarbakır DGM savcılığı tarafından takipsizlik kararı verilmiş, daha sonra da evrak imha edilmiştir.Başka bir iddiayla ilgili olarak Derik Cumhuriyet Başsavcılığına yapılan suç duyurusu ve fethi kabir talebi üzerine yapılan fethi kabir işleminde 1’i kadın 4 adet ceset bulunduğu, bu cesetlerin birinin [A.ya] ait olabileceğine dair oluşan şüphe nedeniyle [nin] oğlundan alınan numunelerin çıkarılan kemiklerle karşılaştırılması için Adli Tıp Kurumuna gönderildiği, cevaben yeni örneklerin istendiği, Cumhuriyet Başsavcılığımızca eldeki örneklerle mukayese yapılması yönünde tekrar yazı yazıldığı, rapor geldiği zaman mahkeme dosyasına sunulacağı, soruşturmanın ciddiyeti ve zamanaşımının yakınlığı gibi hususlar nedeniyle kamu davasının açılması gerektiği kanaatine varıldığı, NETİCE VE OLUŞAN KANAAT:Maktulün teröristlerle gerçekleşen çatışma sonucu vefat ettiği, kim tarafından öldürüldüğünün kesin belli olmadığı, terörist olduğuna dair herhangi bir emare olmamasına rağmen terörist gibi gösterilerek kimsesizler mezarlığına gömüldüğü, iddiaya göre maktulün bilerek öne sürüldüğü ve ölümüne sebebiyet verildiği, cenazenin gömülme şeklinin bu algıyı kuvvetlendirdiği, şüphelinin olay tarihinde Derik İlçe jandarma Komutanı olması sebebiyle iddia konusu eylemlere dahlinin bulunduğu, bu sebeple gerçekleşen neticeden sorumlu olduğunu kanaatine varılmıştır. OLAY:[A.NIN] ÖLDÜRÜLMESİ (1994)... Bununla ilgili yürütülmüş soruşturmada Mazıdağı Savcılığı, suçun tasarlanarak işlendiğine dair delilin bulunmadığı, 765 sayılı TCK’nın 102/2 maddesine göre 15 yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu ve bu sürenin geçmiş olduğu gerekçesiyle 2011 tarihinde takipsizlik kararı vermiştir.Düzenlenen ölü muayene tutanağına göre, Mazıdağı jandarma komutanlığı tarafından Derik–Mazıdağı yolunda arabada bulunan bir erkek cesedinin akrabaları tarafından Mazıdağı Sağlık Ocağına getirildiğinin bildirilmesi üzerine 1994 tarihinde saat 00 sıralarında sağılık ocağına gelindiği, [A.A.nın] kimlik tanığı olarak alınan ifadesinde, kardeşinin çalıştığı taksi durağına gelen [A.] isimli şahsın, [nin] Mazıdağı yolunda kaza yapıp takla attığını ve şarampole yuvarlandığını söylemesi üzerine bir taksi tutup gittiğini, taksinin Derik’ten gelirken sağ tarafa burun üstü düştüğünü, ön ve yan camlarının parçalandığını gördüğünü, Derik Savcılığına bilgi verdiğini, Mazıdağı sınırlarında öğrenince Mazıdağı jandarması ile birlikte cesedi sağlık ocağına getirdiklerini, kardeşinin bir düşmanının olmadığını, kimin öldürdüğünü bilmediklerini beyan etmiştir.Cesedin incelenmesi sonucunda, sol kaş letarinde giriş yapıp frontal kemik sağ yarısını palyeter kemiğin gezmot kapsayan 10x10 cm genişliğinde beynin ve gözün hernasiyonu yol açan çıkış deliği, yine aynı şekilde vertekste yan yana biribirinden bağımsız iki kurşunun giriş yaptığı beyni ve sağ gözü parçalayarak çıktığı, vücudun yüz kısmının beyin hasarasyondan mütevellit yüze doğru beyne sıçradığı, çok miktarda katılaşmış kan olduğu, ölüm morluğunun yüz kısmında teşekkül etmiş olduğu görüldü.Jandarma tutanağı1994 günü saat 30 sıralarında Derik-Mazıdağı karayolunda kendisine ait47 ... 9 plakalı [R.] marka taksi ile Derik istikametinden Mazıdağı istikametine gitmekte iken Sağmal köyü yol ayrımına yaklaşık 40 metre mesafede olduğu, yolu kimliği ve sayısı tespit edilemeyen silahlı PKK terör örgütü mensuplarınca kesilen [A.] isimli şahsın aracın içinde başına kaleşnikof marka tüfekle 2 elateş edilmek suretiyle öldürüldüğü, aracın vitesinin boşa alınarak şarampole itildiği, aracın Derik istikametinden gelişe göre sağda şarampole (dolgu yapılmış) yola 5 metre mesafede dolgunun bitimine 3 metre kala durduğu, sol yan ön kapısının camının ve ön camının parçalanmış olduğu, araçta çekirdek giriş ve çıkış izinin bulunmadığı, aracın içinde boş kovan ve çekirdeğin olmadığı, maktulün otopsi için Mazıdağı sağlık ocağına gönderildiği, maktulün otopsisi sırasında çıkan 1 adet boş kovanın ekspertiz raporu için Mardin il jandarma komutanlığına gönderilmiş olduğu belirtilmiştir.Ekspertiz RaporuDiyarbakır Bölge Krim. Pol. Lab. nın 1994/286 uzmanlık sayılı raporu ile elde edilen 1 adet kovanın 7,62x39 mm çapında olduğu, arşivde kayıtlı silahlar ile atılıp atılmadığının araştırılması için KOT: 3732 sırasında geçici olarak alıkonulduğu bildirilen kovanın 1994 tarihinde aynı bölgede [,R. ve A.E.nin] öldürülmesinde kullanılan iki silahtan birinden atıldığı (arşivin 3913 sırasında kayıtlı 3 adeti ile çeşitli karakteristik özellikler yönünden uygunluklar bulunduğu) tespit edilmiştir. Mazıdağı savcılığı evrakı 1994/2 sayılı soruşturmaya kaydederek 94/13 sayılı Görevsizlik kararı ile Diyarbakır DGM’ye gönderilmiş, DGM savcılığı da 1999 tarihli görevsizlik kararı ile maktulün terör örgütü tarafından öldürüldüğüne dair delil bulunmadığı gerekçesiyle evrak iade edilmiştir. ...Ekspertiz raporunda Aşağıda anlatılacağı gibi olaydan 1 ay kadar sonra 1994 tarihinde aynı bölgede [,R. ve A.E.nin] öldürülmesinde kullanılan iki silahtan birinden atılan kurşunlarla [A.nın] öldürülmesinde kullanılan tüfekten atıldığının tespit edildiği, bu şekilde bu şahısları öldürenlerin aynı şahıslar olduğu kanaatinin güçlenmiştir. NETİCE VE OLUŞAN KANAAT:Müşteki ve tanıkların beyanlarının aynı doğrultuda olduğu, müştekinin şüphelinin düşmanca tutumlarına ve tehditlerine maruz kaldığı, birkaç kez dövüldüğü ve belirli sürelerle alıkonulduğunun anlaşıldığı, maktulün şüpheli tarafından öldürülmesi iddiasının ciddi olduğu, zira maktulün alıkonulmasından önceki tavrının bu izlenimi güçlendirdiği, ayrıca maktulü öldürmede kullanılan kaleşnikov tüfeğin 1 ay sonra 3 kişinin daha öldürülmesi olayında kullanıldığının tespit edildiği, bunun cinayetlerin aynı şahıslarca yapıldığını gösterdiği, [E.] kardeşlerin öldürülme şeklinin şüpheli üzerinde yoğunlaşan suçu işlediğine dair kuşkuyu arttırdığı, toplanan delillerin şüphelinin maktulü öldürdüğüne dair yeterli şüphe oluşturduğu kanaatine varılmıştır.OLAY: :[1- E. 2-R.E. 3-A.E.nin] öldürülmesi (1994)... Mazıdağı savcılığı tarafından görevsizlik kararı ile Diyarbakır DGM savcılığına gönderilmesi üzerine 1994/1267 sırasına kaydedilen soruşturma evrakının incelenmesi sonucunda;Olay Yeri tespit Tutanağı1994 günü saat 00 sıralarında Mazıdağı- Derik karayolu yakınında Gümüşpınar köyü Hezas mezrasına 1 km mesafede bir erkek cesedinin görüldüğünün öğrenilmesi üzerine, sabah saat 30 sıralarında belirtilen yere gelindi. Derik karayolunun km snde yolun 10 metre uzağında yatar vaziyette bir cesedin bulunduğu, cebinden çıkan belgelerden [E.] olduğu, başından vurulduğu, yakınında 41-42 numaralı altı düz çizgili, kısa topuklu ayak izinin bulunduğu, cesede 1,5, 2 ve 3 metre uzaklıkta olmak üzere toplam 3 adet kalişnikof tüfeğe ait boş kovanının bulunduğu, Yine yolun solunda 47 ...7 plakalı [R.S.] marka aracın yol işaret levhasının önünde önü Mazıdağı istikametinde olarak bulunduğu,Birinci cesedin bulunduğu yerin 100 metre kadar uzağında yolun sağ tarafındaki mıcır birikintisinin kenarındaki kayalıkların arkasında 2 erkek cesedinin daha olduğu görüldü. Üzerlerinden çıkan kimliklerden birinin [R.E.], diğerinin de [A.E.] olduğu, onların da başlarından vurulmuş olduklarının görüldüğü, bu cesetlerin 3, 5 ve 10 metre uzaklarında toplam 3 adet kaleşnikof tüfeğe ait boş kovan bulunduğu, Ayrıca olay yerine 150 -200 metre Mazıdağı tarafında yol kenarından geçen telefon hattından kesilmiş 50 metre uzunluğundaki telin yolun üzerinde olduğu görülmüştür.Otopsi ve Ölü Muayene TutanağıJandarma tarafından 1994 günü saat 00 sıralarında Mazıdağı-Derik Karayolu üzerinde bir şahsın öldürülerek bırakıldığının duyum olarak alındığının ve gerçeklik derecesinin araştırıldığının bildirilmesi üzerine gerekli tedbirlerin alınması emri verildi. Ertesi sabah saat 00 sıralarında cesetlerin bulunduğunun bildirilmesi üzerine olay yerine gelindi. Cesetlerin yerlerine işaret konulup bir arada toplandığı görüldü. 1 numaralı ceset [R.E.] : ... uzun namlulu yivli otomatik silahla YAKIN ATIŞ sonucu öldüğü,2 numaralı ceset [A.E.]: ... uzun namlulu yivli otomatik silahla BİTİŞİK ATIŞ sonucu öldüğü, 3 numaralı ceset [E.]: ... yakın atış sonucu öldüğü,...JANDARMANIN 1994 GÜNÜ ALDIĞI İFADELER...JANDARMANIN FEZLEKESİ1994 tarihli Mazıdağı savcılığına hitaben yazılan üst yazıda, PKK’lıların maktullerin hareketlerini takip ederek Mazıdağından Derik’e gidecekleri esnada Gümüşpınar köyü Hezas mezrasını geçtikten sonra yola gerilen tel ile [R.E.nin] idaresindeki 47 ... 27 plakalı aracı durdurup [R. ve A.yı] aracın içinden alıp kayalıkların arkasında, [yi] ise taş ocağının önünde öldürdükten sonra aracı bir bir tur yaptırıp Mazıdağ istikametine çevirdikleri, yolun dar olması nedeniyle çevrilirken aracın yoldan çıktığı değerlendirilmiş, olay yerinde bulunan 6 kovan ekspertiz raporu için Mardin İl jandarma Komutanlığına gönderilmiştir.Ekspertiz RaporuDiyarbakır Bölge kr. Pl. Lab. nın 1994 tarihli 1994/924 uzmanlık sayılı ekspertiz raporuna göre, gönderilen 6 adet 62x39 mm çapındaki kovanlar (3-3) olmak üzere iki ayrı silahtan atılmıştır. Arşivdeki kovanlarla karşılaştırılmak üzere arşivin kod. 3913 sırasında geçici olarak alıkonulduğu bildirilen kovanlardan 3 ünün 1994 tarihinde aynı bölgede [A.nın] öldürülmesinde kullanılan silahtan atıldığı (arşivin 3732 sırasında kayıtlı kovan ile çeşitli karakteristik özellikler yönünden uygunluklar bulunduğu) tespit edilmiştir. Evrak 1994 tarihli görevsizlik kararı ile Diyarbakır DGM savcılığına gönderilerek 1994/1267 sırasına kaydedilmiştir. ...NETİCE VE OLUŞAN KANAAT:Maktullerin en son jandarmanın yol kontrolünde görüldükleri, 4 kişi beraber gelmişken bir anda 2 kişinin arabayla ‘aceleleri olması’ sebebiyle diğer 2 şahsı bırakıp gitmelerin makul olmadığı ve tecrübe kurallarına aykırı olduğu, bu 2 şahsın bu şekilde kaybolduktan sonra ateşli silahla öldürülmeleri, burada kullanılan tüfeğin 1 ay önce [A.nın] öldürülmesinde de kullanılması olay tarihinde İlçe Jandarma Komutanı olan şüpheli üzerindeki şüpheyi arttırdığı, belirtilen cinayetlerin bu şahsın bizzat veya yönlendirmesi şeklinde gerçekleştiğine dair dava açmaya yeter derecede şüphe oluştuğu görülmüştür....OLAY:[ P.A.nın] Öldürülmesi( 1994)...NETİCE VE OLUŞAN KANAAT:Maktulün içerinde Üstteğmen diye hitap edilen bir rütbelinin olduğu askerler tarafından [Ab.(Ab.)] ile birlikte götürüldüğü, [Ab.nın] geri gönderilmesine rağmen [P.nin] geri gelmediği, askerlerin gitmesinden sonra [P.nin] götürüldüğü dere kenarında kan izleri, kırık joplar ile birkaç parça [P.nin] üzerindekine benzer mavi kot pantolon parçalarının bulunduğu, o civardaki çobanlardan [P.nin] bağırma sesini duyanların olduğunun belirtildiği, maktule o zamandan beri ulaşılamadığı, aradan geçen uzun süre ve öldürüldüğü iddia edilen yerde bulunan kan, kırık jop ve elbiselerine binaen öldüğünün kabulü gerektiği, olay tarihinde İlçe Jandarma Komutanı olan şüphelinin de köye giderek maktulü alıkoyan şahıslardan olduğunun anlaşıldığı, bu sebeple gerçekleşen neticeden sorumlu olduğu kanaatine varılmıştır.ŞÜPHELİ SAVUNMASI:Şüpheli talimat yoluyla alınan savunmasında savunmasını yazılı olarak sunduğunu, iddialarla ilgili olarak ise olayların 18-20 seneye öncesine dayanması nedeniyle savunmasına gerekçe teşkil edebilecek tüm delilleri bulabilmiş olmadığı, savunmasının acilen alınması istendiğinden konuyu etraflıca araştıramadığını, bazı iddialara konu olayları hatırlayamadığını, ancak görevi süresince hiçbir şekilde yasa dışı bir iş yapmadığını, Astlarına da yasa dışı bir talimat vermediğini, bölgede görev yaptığı süre zarfında idari ve adli amirlerimizin talimatı dışında bilgisi haricinde herhangi bir uygulamaya da gitmediğini beyan etmiştir. Evrak uyap üzerinden gelmiş olup, yazılı savunma posta yoluyla ulaştığı zaman mahkeme dosyasına sunulacaktır.NETİCE:Yukarıda ayrıntısıyla belirtildiği gibi şüphelinin Derik İlçe Jandarma Komutanı olduğu dönemde görev sahasında ikamet eden sivil vatandaşla terörist unsurlar arasında herhangi bir ayrım yapmadığı, vatandaşı potansiyel terörist olarak gördüğü ,bunun yukarıda anlatılan olaylardan anlaşıldığı, bunların dışında teröristlere yardım veya yataklık iddiası olan durumlarda ise kolluk olarak şüphelileri tespit ve Adli Makamların talimatlarına binaen delilleri toplaması gerekirken şüphe olsun olmasın sivil vatandaşları çeşitli şekillerde ve tamamen keyfi bir şekilde öldürdüğü, bu konuda son derece fütursuz davrandığı, şahitlerin kalmasından çekinmediği, bunun ötesinde İlçe Jandarma Karakolunda bulunan nezarethanede çok sayıda şahsa işkence yaptığı ve uzun süre soğukta aç ve susuz olarak beklettiğinin tespit edildiği, fakat suç tarihi itibariyle 765 sayılı kanuna göre soruşturma zamanaşımı dolduğundan soruşturma dosyasına dahil edilmediği, sadece zamanaşımı süresinin dolmasına az bir süre kalan cinayet iddialarının ileri sürüldüğü, yukarıda olay olay anlatıldığı gibi de şüphelinin çok sayıda insanı bombalama dahil çeşitli şekillerde öldürdüğü, ölenleri ise adli tahkikate terörist unsurlar olarak sunduğu ve bu yönde tutanaklar tuttuğu, bu eylemlerinin ne askeri, ne adli ne de mülki görevleri kapsamında olduğu, görevinin nüfuzunu süistimal ederek ve dönemin şartlarını kendine perde yaparak görevinin dışında eylemlerle insanları öldürdüğü ve işkence yaptığı, baskısını Derik İlçesinde ikamet eden vatandaşa yoğun bir şekilde hissettirdiğinin anlaşıldığı, bütün bunların şüphelinin yukarıda belirtilen tarihlerde görev sınırları dışında birden çok şahsı kasten öldürdüğünü gösterdiği, toplanan delillerin şüphelinin atılı eylemleri işlediği hususunda dava açmaya yeter derecede ciddi şüphe oluşturduğu anlaşılmakla aşağıdaki şekilde karar verilmesine kanaat getirilmiştir...." Mardin Ağır Ceza Mahkemesinin E. 2012/176 sayılı dosyasında, yukarıda değinilen ölüm ve zorla kaybedilme olaylarıyla ilgili olarak sanık Ç.nin yargılanmasına başlanmıştır. Sanık Ç.nin müdafii 12/9/2012 tarihli dilekçeyle yargılamanın nakli talebinde bulunmuştur. Mardin Valiliğinin uygun görüşü ve Bakanlığın istemi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 17/12/2012 tarihli kararıyla yargılamanın Çorum Ağır Ceza Mahkemesine nakline karar verilmiştir. Başvurucular ve bazı müştekiler tarafından verilen 11/10/2012 havale tarihli dilekçeyle, mezkûr ölüm ve zorla kaybedilme olaylarının örgüt faaliyeti kapsamında işlendiği iddia edilerek Mardin Ağır Ceza Mahkemesinde süren yargılamanın Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine (TMK mülga madde ile görevli) gönderilmesi talep edilmiştir. Mardin Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 25/12/2012 tarihli karar ile Yargıtay Ceza Dairesinin kararı uyarınca yargılamanın kamu güvenliği gerekçesiyle Çorum Ağır Ceza Mahkemesine nakline karar verilmiştir. Yargılama Ağır Ceza Mahkemesinin 2013/50 sayılı esasına kaydedilmiştir. Ağır Ceza Mahkemesince tüm müştekilerin, olayla ilgili bilgisi olan sivil, asker ve geçici köy korucusu birçok tanığın beyanı alınmıştır. Ayrıca 5/3/2013 ve 23/10/2013 tarihli müzekkerelerle iddianameye konu olaylara dair vukuat raporları, ceride kayıtları, harekat günlük durum raporları, harekat emirleri yetkili askeri makamlardan istenmiştir. Mardin İl Jandarma Alay Komutanlığı ve Derik İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından olaylarla ilgili temin edilebilen tüm belgeler Ağır Ceza Mahkemesine iletilmiştir. Yine Ağır Ceza Mahkemesince 30/4/2013 tarihli müzekkereyle sanık Ç.nin Derik İlçe Jandarma Komutanı olarak görev yaptığı sırada aldığı izin, rapor ve yurt içi, yurt dışı görevlendirmeleri bilgisinin iletilmesi istenmiştir. Söz konusu bilgiler Jandarma Genel Komutanlığı tarafından iletilmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, Millî İstihbarat Teşkilatı ve Emniyet Genel Müdürlüğünden olaylar ve maktüller hakkında bilgi istemiş; anılan makamlar gerekli bilgi ve belgeleri Ağır Ceza Mahkemesine iletmiştir. Yargılama neticesinde Ağır Ceza Mahkemesi 21/5/2014 tarihli kararla sanığın müsnet suçlardan ayrı ayrı beraatine karar vermiştir. Gerekçeli kararda her olaya ilişkin müşteki, tanık beyanları ve sanık savunması ayrı ayrı belirtilerek elde edilen diğer delillerle birlikte her olay ile ilgili olarak varılan kanaat belirtilmiştir. 120 sayfalık gerekçenin ilgili kısımları şöyledir:"...MAKTULLER [S.Ç., Y.Ç., A.Ç., A.Ç., R.Ç.] VE [N.A.NIN] ÖLDÜRÜLMESİNE İLİŞKİN YAPILAN YARGILAMADA;...KATILANLAR VE SANIK TARAFINDAN OLAYIN DELİLLERİNE İLİŞKİN TALEP EDİLEN BİLGİ VE BELGELER İSTENİLMESİ SONUCUNDA;Mardin İl Jandarma Komutanlığına, 16/02/1993 tarihinde Dumanlı köyünde meydana gelen çatışmada terörist ve sivil vatandaşların öldürülmesi olayı ile ilgili olarak 16/02/1993 ve 17/02/1993 tarihli ceride kayıtları ve vukuat raporlarının gönderilmesinin istenildiği, verilen cevapta ceride kayıtlarına ulaşılamadığının, vukuat raporlarının ise temin edilerek gönderildiğinin, (Dizi 1038/5 de yer alan) vukuat raporlarında ... belirtilmiştir.Mardin İl Jandarma Komutanlığı’nın ... tahkikatı konulu yazısında, ... yasadışı pkk terör örgütüne yardım-yataklık yaptığını, lojistik destek sağladığını ve örgüt ile ilişki içerisinde olduğunu, teröristlerin barınmaları için kendi ahırlarında sığınak hazırladıklarını, 16/02/1993 günü Derik-Dumanlı köyündeki 9 teröristin çatışma sonucu ölü olarak ele geçirildiğini, örgüt mensupları ... adlı teröristlerin evlerine geldiklerini beyan ettiği belirtilmiştir.Mardin İl Jandarma Komutanlığı’nın 17 Şubat 1993 tarihli gözlem altına alınan şahıslara ilişkin tutulan tutanakta ... gözaltına alındığı anlaşılmıştır.Olay yeri görgü ve tespit tutanağında ... belirtildiği anlaşılmıştır.Olay yeri krokisininin incelenmesinde ... ile işaretlendiği anlaşılmıştır.Sanık [Ç.] hakkında Derik Başsavcılığının 05/03/2005 tarih, ... karar sayılı takipsizlik kararına ilişkin tüm evrakların gönderilmesinin istenildiği, gelen belgelerde; ... yapılan soruşturmada Derik Başsavcılığı’nın ... takipsizlik kararı ile (Dizi 950/13 de yer alan), Müştekinin iddiasının gerçek dışı olduğu, Devlet aleyhine tazminat davası açabilmek amacıyla şikayet dilekçesi verildiği, iddiaların asılsız olduğunun olay yeri tespit tutanağı ve diğer evraklardan anlaşılması nedeniyle sanık hakkında kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar verildiği, karara karşı yapılan itiraz sonucunda(Dizi 950/8 de yer alan)Midyat Ağır Ceza Mahkemesinin 2003/37 Müt.esas ve karar sayılı kararı ile kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararın kaldırılmasına ilişkin yapılan talebin reddine karar verildiği anlaşılmıştır.Ankara Jandarma Genel Komutanlığı'na yasadışı örgütlere ilişkili olan kişilere dair edilen bilgi ve belgelerin gönderilmesi kapsamında ... belirtildiği, ... Derik Cumhuriyet Başsavcılığının 1992/193 hazırlık numaralı soruşturması kapsamında, 267 şüpheli hakkında ... terör örgütü lehine slogan attıkları, sözde kürdistan ve terör örgütü ... yı simgeleyen bez parçaları, pankart ve poster taşıdıkları, kanunsuz toplantı ve gösteri yürüyüşü yaptıkları suçlamaları ile ilgili olarak iddianame düzenlendiği ve 1992/15 karar sayılı görevsizlik kararı ile Diyabakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı' na gönderildiği bildirilmiştir. Ankara Jandarma Genel Komutanlığı'na yasadışı örgütlere ilişkili olan kişilere dair edilen bilgi ve belgelerin gönderilmesi kapsamında ... bildirildiği anlaşılmıştır....Müşteki Bubo Çeviren' in [başvurucu] Derik Asliye Hukuk Mahkemesine sanık [Ç.] hakkında açtığı tazminat davasına ilişkin belgelerin gönderildiği, ... işlemden kaldırılmasına, gerekli harçlar ödenmediğinden H.U.K nun 409/5 maddesi uyarınca davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği anlaşılmıştır.Derik Sulh Ceza Mahkemesinin 1993/4 sorguya çekme zabtının gönderildiği, zabıtta ... sorgularının alınması sonrasında serbest bırakıldıkları anlaşılmıştır....terör örgütüne yardım ve yataklık yapmaktan ...hakkında Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 1993/924 hazırlık, ...sayılı iddianame ile Diyarbakır 1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesine kamu davası açıldığı anlaşılmıştır....Derik Cumhuriyet Başsavcılığının 1993/32 hazırlık, ...sayılı görevsizlik kararında, maktuller... İdeolojik Amaçla Adam Öldürmek, Yasa Dışı ...örgütüne yardım ve yataklık yapmak suçundan sanıkların eylemlerinin 2845 Sayılı Yasanın maddesi kapsamına girmesi sebebiyle görevsizlik kararı verilerek dosyanın Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı' na gönderildiği,Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı' nın 18/03/1993 tarih, ...sayılı kararı ile maktuller ...sanıklar hakkında tefrik kararı verilerek hazırlığın 1993/999 sırasına kayıt edildiği anlaşılmıştır....KANAAT VE SONUÇ:Mardin Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 16/07/2012 tarih, 2012/3527 soruşturma, ... iddianamesinin düzenlenmesinde temel ve hukuki dayanak olarak müşteki ve tanık beyanlarını dikkate alınarak tanzim edimiştir. Bu bağlamda müşteki ve tanık beyanları ayrı ayrı incelendiğinde;...Beyanlarının içeriği dikkate alındığında müştekinin maktullerin ölümüne ilişkin görgüsünün bulunmadığı, olay hakkındaki bilgisinin duyum ve yorumlardan ibaret olduğu, zaten beyanlarının bir kısmında olayları köylülerden duyduğunu beyan ettiği, ancak olayları kimden duyduğuna ilişkin tam bir bilgi ve isim bildirmediği, özellikle beyanlarını aktarırken "[A.Ç.nin] ... terör örgütü mensuplarının evlerinde bulunduğunun anlaşılması halinde askerlerin hem teröristleri hem de kendilerini öldüreceğini düşündüğü ve bu şekilde bir beyanda veya anlatımda bulunmuş gibi aktarımda bulunduğu, ancak herhangi bir müştekinin veya tanığın [A.Ç.yle] görüştüğü yönünde bir beyanlarının bulunmadığı, yine müşteki Bubo Çeviren [başvurucu]01/07/2013 tarihli beyanlarında olay günü sanığın yanında bir korucu ve onbaşı olduğu halde evlerine geldiğini beyan ettiği, ancak önceki beyanlarında sanığı gördüğünden ve evine geldiğinden bahsetmediği, ...Yine bazı müştekiler tarafından olaya şahit olduğu belirtilen [S.İ.nin] alınan beyanlarında, öldürülen maktullerin ne zaman ve kimin tarafından öldürüldüğüne ilişkin beyanlarında herhangi bir açıklamanın bulunmadığı,...... olay yeri tespit tutanağı ile olay yeri vukuat raporları ve idari tahkikat sonrası alınan beyanlar karşılaştırıldığında birbirini doğruladığı ancak müşteki ve tanıkların maktulleri ölü olarak bulduklarını beyan ettikleri yerler ile tutanak içeriklerinin birbirini tutmadığı, ... olay yeri krokisi incelendiğinde müştekilerin beyanlarının arasında da çelişkiler bulunduğu, beyan ettikleri yerlerin farklı olduğu, aralarında mesafe bulunduğu, .........idari tahkikat evrakında ise ...tahkikat evrakında yer aldığı, olayın nasıl gerçekleştiğine ilişkin olay yeri zabtının düzenlendiği, timde görevli personelin isim listesinde belirtildiği, yine Mardin İl Güvenlik Komutanlığı tarafından görev emrinin dosya içerisinde yer aldığı,Bazı müşteki ve tanıkların beyanlarında sanığın operasyonun başlamasından itibaren bizzat bulunduğu ve aramalara katıldığı yönünde beyanlar bulunduğu, bu hususun tespiti yönünde sanığın savunmalarının alındığı, sanığın savunmalarında.........yine müştekilerin gözaltına alınıp alınmadıklarının tespiti ve işkence gördüklerine ilişkin bilgi ve belgelerin temini yönünde yapılan araştırmalarda arşiv kayıtlarının 5 yıllık zamanaşımına tabi olması ve zamanaşımı sonrasında evrakların imha edildiğinin bildirilmesi ve müştekilerinde uğradıklarını iddia ettikleri işkence nedeniyle olay akabinde herhangi bir şikayette bulunmadıkları bildirmeleri karşısında herhangi bir kanıt ve delilin elde edilemediği anlaşılmıştır.Dumanlı köyünde meydana gelen olaya ilişkin müşteki ve tanıkların birbirleriyle çelişen ve soyut iddiaları dışında sanığın maktuller [S.Ç., A.Ç., R.Ç., A.Ç. ve N.A.yı] öldürdüğüne dair delil elde edilemediği......... sanığın beraatine karar vermek gerektiği yönünde vicdani kanaat ve sonuca ulaşılmıştır.MAKTUL [A.NIN] ÖLDÜRÜLMESİ OLAYINA İLİŞKİN YAPILAN YARGILAMADA;...KATILANLAR VE SANIK TARAFINDAN OLAYIN DELİLLERİNE İLİŞKİN TALEP EDİLEN BİLGİ VE BELGELER İSTENİLMESİ SONUCUNDA;1992-1994 yılları arasında meydana gelen çatışmalarda terörist ve sivil vatandaşların öldürülmesi olayı ile ilgili vukuat raporları, ceride kayıtları, harekat günlük durum raporları ve harekat emirleri var ise onaylı suretlerinin gönderilmesinin Mardin İl Jandarma Komutanlığından istenildiği, verilen cevapta (Dizi 1035/1,2, 3);Belirtilen tarihlere ilişkin ceride kaydı, harekat günlük durum raporları ve harekat emri ve bunlara ilişkin tanzim edilen belgelerin saklama sürelerinin dolması nedeniyle kayıtların imha edilmiş olmaları nedeniyle ulaşılamadığının bildirildiği ve bu hususta Derik Cumhuriyet Başsavcılığının hazırlık dosyasından belgelerin temin edilmeye çalışıldığı, Derik Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 1994/141 hazırlık ... nolu kararı ile görevsizlik kararı verildiği, 1994/1914 hazırlık ve ... nolu kararı gereğince DGM Başsavcılığınca takipsizlik kararı verildiği ve buna ilişkin belgelerin eklendiğinin bildirildiği, 1992-1994 yılları arasında meydana gelen çatışmada terörist ve sivil vatandaşların öldürülmesi olayı ile ilgili olarak maktül[A.nın] öldürüldüğü iddiası ile ilgili olarak Terör Olayları Bilgi Sisteminden alınan ve 12/06/1994 tarihli terör olayına ait vukuat raporunun fotokopisinin çıkarılarak gönderildiğinin bildirildiği, incelenmesinde ( Dizi 1035/4 de yer alan); 12/06/1994 günü Mardin ili Derik ilçesi Kuyulu köyü kuzey bölgesinde bir istihbaratın değerlendirilmesi gözlem altında tutulan bir işbirlikçinin yer göstermesi sonucu icra edilen operasyonda, 2 ayrı sığınak bulunarak ele geçirilen malzemeler imha edildiği, ... [A.nın] teröristlerin barındığı sığınağın kapağını açarken teröristlerce açılan ateş sonucu öldüğünün, çıkan çatışmada sığınakta bulunan ... isimli 4 tereröstin ölü olarak silahları ile birlikte ele geçirildiğinin belirtildiği anlaşılmıştır.Evrak ekinde gönderilen (Dizi 1035/6-7 yer alan) Derik Başsavcılığı’ nın 1994/141 hazırlık, ... sayılı iddianamesi ile sanıklar [A.], ... eylemlerinin 2845 Sayalı Yasanın Maddesi kapsamında kaldığından bahisle görevsizlik kararı verilerek, iddianamenin DGM yetkili Diyarbakır Başsavcılığı’na gönderildiği, Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı’ nın 1994/1914 hazırlık, ... karar sayılı kararı ile sanıkların ölmüş olmaları nedeniyle TCY’ nin Maddesi uyarınca sanıklar hakkında takipsizlik kararı verildiği anlaşılmıştır.Ankara Jandarma Genel Komutanlığı'na yasadışı örgütlere ilişkili olan kişilere dair edilen bilgi ve belgelerin gönderilmesi kapsamında ...yer aldığının bildirildiği anlaşılmıştır.[A.nın] öldürüldüğü tarih olan 12 Haziran 1994 tarihinde sanığın herhangi bir seminer ve toplantıya katılıp katılmadığının bildirilmesinin istenildiği, verilen cevapta;herhangi bir toplantıya katıldığına ilişkin bir belgeye rastlanılmadığının bildirildiği anlaşılmıştır.[A.nın] 12/06/1994 tarihinde ölümü ile ilgili hastanece düzenlenen raporlarının çıkartılarak gönderilmesinin istenildiği, verilen cevapta; Kurumda bulunan arşiv kayıtlarında rastlanılmadığına ilişkin bilgi verildiği anlaşılmıştır.Sanık [Ç.nin] Mardin ili Derik ilçesi Jandarma Komutanlığında görev yaptığı tarihlere ilişkin olarak; sanığın 15 Temmuz 1992 tarihinde görev başladığı ve 02 Ağustos 1994tarihinde görevden ayrıldığının belirtildiği anlaşılmıştır. Ankara Jandarma Genel Komutanlığından, Sanık [Ç.nin] kullanmış olduğu izin ve raporlara ilişkin dökümlerinin çıkarılarak gönderilmesinin istenildiği, verilen cevapta; ... belirtildiği anlaşılmıştır.Derik İlçe Jandarma Komutanlığına 03/01/1994-03/10/1994 tarihlerine ait nezarethane defterinin gönderilmesinin istenildiği, verilen cevabi yazıda; olayla ilgili olarak nezarethane kayıt defterinin arşivde bulunmadığına dair tutanak tutularak gönderildiği anlaşılmıştır.[T.] isimli vatandaş 1992 yılında Derik ilçesi Üçyol Jandarma Komutanlığı bölgesindeki çeliksel petrol civarında düzenlenen eğlence sırasında jandarma görevlileri tarafından kalabalığın üzerine ateş edildiğini ... iddia etmesi üzerine soruşturma başlatıldığı, Hacı Abdullah Akın mezarlığında 22/11/2011 ve 23/11/2011 tarihlerinde mezar açma işlemi yapıldığı, yapılan işlemlerde birbirine yakın birer metre ara ile gömülmüş üzerlerinde elbiseleri bulunan yalnızca kemiklerden ibaret 4 adet ceset bulunduğu, şikayetçi [T.nin] cesetlerden birisinin kardeşi [N.T.ye] ait olduğunu iddia ettiği, Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat eden diğer şikayetçiler ... müştekilerden DNA karşılaştırılması yapılmak üzere kan örneklerinin alındığı,Adli Emanetin 2013/916 sırasında kayıtlı eşyalardan 123 kod adı verilen şahsa ait kan örneği, diş ve kemik parçalarının ve müşteki Yasin Avcıl'a ait kan örneklerinin, ... torba içerisinde bulunan kemik ve diş parçalarının karşılaştırmasının yapılarak DNA eşlemesi ile kimliklerinin tespiti yönünde İstanbul Adli Tıp Kurumundan rapor tanziminin istenildiği, 20/01/2014 tarihinde düzenlenen raporlarda (Dizi 920 de yer alan) ve25/09/2013 tarihinde düzenlenen raporunda ( Dizi 87/1-2 de yer alan) DNA eşlenmesi ile kimliklendirme 2 nolu cesedin [A.ya] ait olduğunun, diğer kemiklerin DNA'larınının müştekilere uymadığı, kimlere ait olduğunun tespit edilemediğinin bildirildiği anlaşılmıştır.MAKTUL [A.NIN] ÖLDÜRÜLMESİNE OLAYINA İLİŞKİN :KANAAT VE SONUÇMardin Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 16/07/2012 tarih, ... sayılı iddianamesinin düzenlenmesinde temel ve hukuki dayanak olarak müşteki ve tanık beyanlarının dikkate alınarak tanzim edildiği, bu yönden müşteki ve tanık beyanları ayrı ayrı incelendiğinde;......Maktul [A.nın] nasıl ve nerede öldürüldüğünün vukuat raporlarında ve tutanaklarda belirtildiği, bu şekilde sanığın maktul Vejdin Avcıl'ı öldürdüğüne ilişkin müştekilerin soyut ve tanık beyanları ile doğrulanmayan beyanları dışında herhangi bir maddi delilin bulunmadığı, ......... sanığın beraatine karar vermek gerektiği yönünde vicdani kanaat ve sonuca ulaşılmıştır.MAKTUL [A.NIN] ÖLDÜRÜLMESİNE İLİŞKİN YAPILAN YARGILAMADA;...KATILANLAR VE SANIK TARAFINDAN OLAYIN DELİLLERİNE İLİŞKİN TALEP EDİLEN BİLGİ VE BELGELERİN İSTENİLMESİ SONUCUNDA;Mazıdağ Cumhuriyet Başsavcılığı' nın 199/23 sayılı yazısı ile 04/01/1994 günü Mazıdağ- Derik karayolunun sağmal köyü yakınlarında kimliği belirsiz kişilerce öldürülmesi olayı ile ilgili olarak; suçta kullanılan silahtan atıldığı düşünülen bahse konu boş kovanın nerede bulunduğunun belirlenmesi, olay yerinde bulunmuş ise aracın içinde mi yoksa dışında mı bulunduğunun, yoksa olay yeri dışında başka bir yerde mi bulunduğunun tespitinin kolluktan talep edildiği, 25/12/1999 tarihinde düzenlenen (Dizi 33 de yer alan) tutanakta; bahse konu kovanın nerede bulunduğunun belirtilmediği, ancak olay yeri tespit tutanağında araç içerisinde başka kovan ve çekirdeğin olmadığının, aracın dışında nerede bulunduğunun belirtilmediği tespit edilerek buna ilişkin tutanak tutulduğu anlaşılmıştır.Olay tarihi olan 04/01/1994 tarihli düzenlenen olay yeri tespit tutanağında ,... bildirildiği anlaşılmıştır.Mazıdağ Cumhuriyet Başsavcılığının 04/02/1994 tarih, 1994/02 hazırlık, 1994/13 karar sayılı kararı ile maktul [A.nın] öldürülmesine ilişkin iddianame düzenlendiği, ...anlaşılmıştır. Maktul [A.], sanıkları faili meçhul olan ve silahla kasten adam öldürme suçuna ilişkin olarak Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 30/11/1999 tarih,... sayılı görevsizlik kararı ile (Dizi 27 de yer alan): Maktulün terör amaçlı veya terör örgütü mensuplarınca öldürüldüğüne ilişkin Hiçbir bilgi ve belgeye ulaşılamadığından dosyasının Mazıdağ Başsavcılığına gönderildiği anlaşılmıştır.Maktulü [A.], müştekisi [A.A.], sanığı meçhul olan, maktul [A.nın] öldürülmesi olayına ilişkin Mazıdağ Cumhuriyet Başsavcılığının 29/03/2011 tarih, ... sayılı kararında (Dizi 47 de yer alan); olayın adam öldürme suçu olduğu, olayın taammüden işlendiğine ilişkin delil bulunmadığı, 765 Sayılı TCK nun 102/2 maddesi uyarınca suçun zamanaşımı süresinin 15 yıl olduğu, zamanaşımı süresinin 24/01/2000 tarihi olduğu anlaşıldığından kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği anlaşılmıştır.Ankara Jandarma Genel Komutanlığı'na yasadışı örgütlere ilişkili olan kişilere dair edilen bilgi ve belgelerin gönderilmesi kapsamında... bildirilmiştir.Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünce düzenlenen 29/05/2012 tarihli ekspertiz raporundan; 04/01/1994 tarihinde Derik- Mazıdağı karayolu üzerinde [A.] isimli şahsın öldürülmesi olayı ile ilgili olarak Mardin İl Jandarma Komutanlığının 26/01/1194 tarihli yazısı ekinde gönderilen ve tespit edilemeyen olaylar arşivinde ... sırasında kayıtlı bulunan, 7,62 mm çaplı yabancı kaynaklı bir adet kovan ile,08/02/1994 tarihinde Derik-Mazıdağı karayolunun bir grup yasadışı pkk örgütü mensubunca kesilerek araçlarından indirilen [E., A.E. ve R.E.] isimli şahısların öldürülmesi olayı ilgili olarak Mardin İl Jandarma Komutanlığının 04/04/1994 tarihli yazısı ekinde gönderilen ve tespit edilemeyen olaylar arşivinde 3913 sırasında kayıtlı bulunan, 7,62 mm çaplı yabancı kaynaklı iki adet ayrı silahtan atılan 6 adet kovan mikroskopla karşılıklı olarak yapılan incelemelerinde; 3913 sırasında kayıtlı 3 adet boş kovan ile 3732 sırasında kayıtlı bulunan 1 adet boş kovan arasında karakteristik benzerlik bulunduğunun, iki ayrı olaya ilişkin elde edilen 4 adet kovanın aynı tek bir ateşli silahtan atılmış olduklarının tespit edildiğinin, 3913 sırasında kayıtlı diğer 3 kovanın bilgisayarlı tarama sisteminde yapılan karşılaştırmada herhangi bir irtibata rastlanılamadığının belirtildiği anlaşılmıştır. (Dizi 931/1 de yer alan) Mazıdağ Cumhuriyet Başsavcılığının 1994/60 hazırlık, ... sayılı görevsizlik kararı ile Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen [S.] hakkındaki dosyada verilen 19/07/2006 tarih ve 2006/378 sayılı takipsizlik kararının suretinin gönderildiği anlaşılmıştır.MAKTUL [A.NIN] ÖLDÜRÜLMESİNE OLAYINA İLİŞKİN :KANAAT VE SONUÇMardin Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 16/07/2012 tarih, ... sayılı iddianamesinin düzenlenmesinde temel ve hukuki dayanak olarak müşteki ve tanık beyanlarını dikkate alınarak tanzim edilmiştir. Bu bağlamda müşteki ve tanık beyanları ayrı ayrı incelendiğinde;......müştekilerin beyanlarında kardeşleri maktul [A.nın] öldürülmesi olayını görmedikleri, olayları ikinci şahıstan duymuş gibi aktardıkları, ancak bu beyanları kimden duyduklarına ve duydukları kişinin kimliği yönünde somut bir beyanda bulunamadıkları, olayı gören tanıkların olduğunu ancak kimliklerini tespit edemedikleri yönünde beyanda bulundukları, ...ancak maktul [A.nın] düğün ortamında sanık tarafından tehdit edilmesi halinde hayatın olağan akışısına göre bu olayı gören ve duyan kişilerin olmasının gerektiği, ancak bu olayla ilgili hiç bir tanığın gösterilmediği, yine müşteki [A.nın] bir çok kez sanık tarafından haksız şekilde darp edildiğini söylemesine rağmen herhangi bir şikayetin söz konusu olmadığı, [A.nın] beyaz renkli bir araca iki kişi tarafından bindirildiğinin belirtildiği, maktul [A.nın] cesedinin bulunduğu yerin Mazıdağ İlçesi Sağmal köy ayrımı civarında bulunduğu, bu yerin sanığın görevli olduğu Derik İlçe Jandarma Komutanlığının görev alanında bulunmadığı,... Mazıdağ Cumhuriyet Başsavcılığının 29/03/2011 tarih, 1999/238 soruşturma, ... sayılı kararında (Dizi 47 de yer alan); olayın adam öldürme suçu olduğu, olayın taammüden işlendiğine ilişkin delil bulunmadığı, 765 Sayılı TCK nun 102/2 maddesi uyarınca suçun zamanaşımı süresinin 15 yıl olduğu, zamanaşımı süresinin 24/01/2000 tarihi olduğu anlaşıldığından kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğinin anlaşıldığı,Müştekilerin kardeşlerinin maktul [A.nın] öldürülmesi olayını görmedikleri, olayları ikinci şahıstan duymuş gibi aktardıkları, ancak bu beyanları kimden duyduklarına ve duydukları kişinin kimliği yönünde somut bir beyanda bulunamadıkları, olayı gören tanıkların olduğunu ancak kimliklerini ve isimlerini tespit edemedikleri yönündeki beyanları, maktul [A.nın] cesedinin bulunduğu yerin Mazıdağ İlçe Jandarma Komutanlığının görev alanında bulunması, sanığın görevli olduğu Jandarma Karakolu sorumluluk alanında bulunmadığı, bu konu ile ilgili daha önceden bir soruşturmanın başlatıldığı hususları hep birlikte değerlendirildiğinde, sanığın Maktul [A.nın] öldürdüğüne ilşkin müştekilerin soyut ve tanık beyanları ile doğrulamayan beyanları dışında herhangi bir maddi delilin bulunmadığı anlaşılmıştır. ...sanığın beraatine karar vermek gerektiği yönünde vicdani kanaat ve sonuca ulaşılmıştır.MAKTULLER [E., R.E. ve A.E.nin] ÖLDÜRÜLMESİNE İLİŞKİN YAPILAN YARGILAMADA;...KATILANLAR VE SANIK TARAFINDAN OLAYIN DELİLLERİNE İLİŞKİN TALEP EDİLEN BİLGİ VE BELGELER İSTENİLMESİ SONUCUNDA;Ankara Jandarma Genel Komutanlığı'na yasadışı örgütlere ilişkili olan kişilere dair edilen bilgi ve belgelerin gönderilmesi kapsamında... bildirildiği anlaşılmıştır.MAKTULLER [E., R.E. ve A.E.nin] ÖLDÜRÜLMESİ OLAYINA İLİŞKİN,KANAAT VE SONUÇ:Mardin Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 16/07/2012 tarih, ... sayılı iddianamesinin düzenlenmesinde temel ve hukuki dayanak olarak müşteki ve tanık beyanlarını dikkate alınarak tanzim edilmiştir. Bu bağlamda müşteki ve tanık beyanları ayrı ayrı incelendiğinde;...Yukarıda belirtilen tanıkların çelişkili beyanları, tanık beyanlarında maktullerin kimler ve nasıl öldürüldüğüne ilişkin herhangi bir bilgi geçmediği halde olay yerinde olmayan müştekiler tarafından olayın oluşuna ilişkin duyum ve tahminlerden ibaret beyanları dikkate alındığında, sanığın maktüller [E., A.E. ve R.E.yi] öldürdüğüne ilşkin müştekilerin soyut ve tanık beyanları ile doğrulamayan beyanları dışında herhangi bir maddi delilin bulunmadığı,...sanığın beraatine karar vermek gerektiği yönünde vicdani kanaat ve sonuca ulaşılmıştır......MAKTUL [P.A.NIN] ÖLDÜRÜLMESİNE İLİŞKİN YAPILAN YARGILAMADA;...KATILANLAR VE SANIK TARAFINDAN OLAYIN DELİLLERİNE İLİŞKİN TALEP EDİLEN BİLGİ VE BELGELER İSTENİLMESİ SONUCUNDA;Maktül [P.A.nın] öldürülmesine ilişkin olarak 17/05/1994 tarihinde kelektepe mezrasında herhangi bir birliğin görevlendirilip görevlendirilmediği, görevlendirilmiş ise buna ilişkin tutanak ve belgelerin gönderilmesinin Mardin İl Jandarma Kotumanlığın’ dan istenildiği, verilen cevapta ( Dizi 1036/1 ve devamı) ; ... tespit edildiği belirtilmiştir.1992-1994 tarihleri arasında Çayköy Kelektepe mezrasında meydana gelen terör olaylarının sayısı, yeri ve cinsine ilişkin bilgilerin istenildiği, Mardin İl Jandarma Komutanlığının 21 Şubat 2014 tarihli cevabi yazısında ...belirtildiği anlaşılmıştır....Ankara Jandarma Genel Komutanlığı'na yasadışı örgütlere ilişkili olan kişilere dair edilen bilgi ve belgelerin gönderilmesi kapsamında... tespit edildiği bildirilmiştir.Faili Meçhul olaylara ilişkin düzenlenmiş iddianame ve görevsizlik kararlarının dosya içerisinde bulunduğu, Bu kararlardan;...Sivil vatandaşların öldürülmesi olaylarına ilişkin Kaymakamlık ve Emniyet Müdürlüğü arşivlerinden bulunan bilgi ve belgelerin gönderilmesinin istenildiği, verilen cevapta ... gönderildiğinin bildirildiği,...MAKTUL [P.A.NIN] ÖLDÜRÜLMESİ OLAYINA İLİŞKİN,KANAAT VE SONUÇ:Mardin Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 16/07/2012 tarih, 2012/3527 soruşturma, ... sayılı iddianamesinin düzenlenmesinde temel ve hukuki dayanak olarak müşteki ve tanık beyanlarını dikkate alınarak tanzim edilmiştir. Bu bağlamda müşteki ve tanık beyanları ayrı ayrı incelendiğinde;...Müştekilerin beyanlarında maktül nedeniyle şikayette bulunduklarını beyan ettikleri, ancak bu hususta yapılan araştırma sonucunda şikayetin iddia edilen olayın üzerinden 10 yıl geçtikten sonra 2010 tarihinde gerçekleştirildiği, aynı şekilde Müştekiler tarafından [P.A.nın] alıp götürüldükten sonra bir çok yere şikayette bulunduklarını belirtikleri halde maktul [P.A.nın] öldürüldüğü yer, olay yerinden elde edilen deliller (jop, değnek, giysi parçalarının) sıcağı sıcağına ilgili mercilere iletilmesi gerekekirken evde saklandığı ve onlarında kaybolduğu şeklindeki beyanların hayatın olağan akışına uymadığı, öte yandan söz konusu delillerin nasıl kaybolduğu hususunda da beyanlar arasında çelişkiler bulunduğu, ..., maktulün öldürüldüğü yerde herhangi bir askeri birliğin görevlendirilip görevlendirilmediği hususunda yapılan araştırma sonucunda evrakların saklama sürelerinin dolması nedeniyle imha edilmesi nedeniyle bilgilere ulaşılamadığı, ayrıca maktulün öldürüldüğü bölgede meydana gelen olaylara ilişkin raporların temini yönünde yapılan araştırmalarda, 31/07/1993 tarihinde 3 silahlı teröristin asker kıyafeti giyerek çobanlara ateş ettiği, hayvanlarını öldürdükleri şeklinde tutanakların bulunduğu, ... sanığın maktül sanığın maktül [P.A.yı] öldürdüğüne ilişkin müştekilerin soyut ve tanık beyanları ile doğrulamayan beyanları dışında herhangi bir maddi delilin bulunmadığı,...Müştekilerin soyut birbiriyle çelişkili ve kesin bir kanaat vermekten uzak iddiaları dışında somut, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediğinden, sanığın tüm suçlar yönünden beraatine karar vermek gerekmiş..." Karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 2/6/2015 tarihli kararıyla onanmıştır. Gerekçenin ilgili kısımları şöyledir:"... 1993tarihinde Dumanlı köyünde maktül [S.Ç.nin] evinin ahırında bulunan sığınakta saklanan bölücü terör örgütü mensupları ile güvenlik güçleri arasında çıkan silahlı çatışmada üç güvenlik görevlisinin şehit olduğu, iki güvenlik görevlisinin silahla yaralandığı, terör örgütü mensuplarından üçünün ölü olarak ele geçirildiği, maktüller [S.Ç., Y.Ç., Ab.Ç., Ah.Ç., R. Ç. ve N.A.nın da] bu silahlı çatışma sırasında öldükleri, terör örgütü mensuplarma yönelik yapılan arama ve operasyonun Tugay Komutan yardımcının sevk ve idaresinde yürütüldüğü, sanığın silahlı çatışmanın çıkmasından sonra olay yerine intikal ettiği, olayla ilgili olarak olaydan hemen sonra sanık ve tanık sıfatıyla ifadelerine başvurulan maktüllerin yakınları ve köy halkından olan kişilerin sanığın maktüllere yönelik herhangi bir eyleminden bahsetmemelerine rağmen, aradan 19 yıl geçtikten sonra 2012 yılı içerisinde başlatılan soruşturma sırasında ve kovuşturma aşamasında alınan ifadelerinde maktüllerin sanık tarafından öldürüldüğüne dair beyanlarının maddi delillerle doğrulanmadığı gibi kendi içerisinde ve birbirleriyle de çelişkili olduğu,1994 tarihinde [A.nın] kırsal kesimde bulunan sığınakta saklanan bölücü terör örgütü mensupları ile güvenlik güçleri arasında çıkan silahlı çatışma sırasında terör örgütü mensupları tarafından açılan ateş sonucu öldüğünün olay nedeniyle düzenlenen 1994 tarihli olay raporu içeriğinden anlaşıldığı, aynı olayda dört terör örgütü mensubunun da ölü olarak ele geçirildiği, olay sırasında sanığın olay yerinde bulunmadığı gibi olay yerinde bulunan güvenlik güçlerine, maktülün öldürülmesi konusunda talimat verdiğine, onları suça azmettirdiğine dair herhangi bir delil bulunmadığı,1994 tarihinde [A.nın], 1994 tarihinde [E., R.E. ve A.E.nin], sanığın görev yaptığı Derik İlçe Jandarma Komutanlığı sorumluluk alanı dışında Mazıdağı İlçe Jandarma Komutanlığı sorumluluk bölgesinde kaleşnikov tüfekle vurulmuş olarak bulundukları, bu maktülleri ve 1994 tarihinde maktül [P.A.nın] kaybolması ve öldürülmesi eylemini sanığın yada sanığın talimatıyla üçüncü bir kişi yada kişilerin gerçekleştirdiğine dair herhangi bir maddi delil yada doğrudan görgüye dayalı tanık beyanı bulunmadığı,...Sanığın üzerine atılı bulunan öldürme eylemlerini gerçekleştirdiğine dair elde edilen delillerin hükümlülüğe yeter nitelik ve derecede bulunmadığı gerekçeleri gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan,... sanığın jitem örgütünün Derik sorumlusu olduğuna, sanığın her bir öldürme eylemi nedeniyle tasarlayarak öldürme suçundan ayrı ayrı cezalandırılması gerektiğine vesaireye yönelen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazların reddiyle, sanık hakkında öldürme suçlarından kurulan beraat hükümlerinin tebliğnamedeki düşünce gibi ONANMASINA..." Bu karar 18/8/2015 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 17/9/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Çakıcı/Türkiye (B. No: 23657/94, 8/7/1999) kararında 1993 yılında güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirilen bir operasyon sırasında gözaltına alınan yakınının zorla kaybedilmesi olayında, başvurucunun yakınının akibetini öğrenmeye yönelik girişimlerine yetkili makamlar tarafından cevap verilmemesi ve uzun süreli belirsizlik teşkil edilen kaybolma olayının kendisini boş ümitlere ve kedere sevk etmesi nedenleriyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasını incelemiştir. AİHM, bir aile üyesinin olaydan dolayı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin ihlal edildiği iddiasında mağdur olup olmadığını incelerken aile üyesinin çektiği acının, ciddi insan hakları ihlallerinin mağdurlarının yakınlarında kaçınılmaz olarak yarattığı duygusal sıkıntıdan farklı boyut ve nitelik kazandıran özel unsurların varlığı şartını aramaktadır. Bu unsurlar aile bağının yakınlığı, ilişkinin özel koşulları, aile üyesinin söz konusu olaylara ne ölçüde tanık olduğu, kayıp kişi hakkında bilgi elde etme çabalarına aile üyelerinin katılımları ve yetkili merciler tarafından bu husustaki araştırmalara ne şekilde yanıt verildiğidir. AİHM'e göre bu tür bir ihlalin özü, yakınlarının zorla kaybedilmesi olayından çok yetkili mercilerin bu durum kendilerine bildirildiğinde gösterdiği tepkiler ve sergilediği davranışlardır. Özellikle yetkili mercilerin tepkileri ve davranışları nedeniyle bir akraba doğrudan mağdur olduğunu ileri sürebilir (Çakıcı/Türkiye, § 98). Bu bağlamda AİHM Çakıcı/Türkiye başvurusunda, başvurucunun yakınının güvenlik güçleri tarafından götürüldüğü sırada olay yerinde olmadığını, ailesiyle birlikte başka bir ilçede yaşadığını, yakınının akibeti hakkında bilgi edinmeyi amaçlayan başvurularını tek başına yapmak, bu şekildeki bir yükü tek başına yüklenmek zorunda kalmadığını ve yetkili makamların verdiği cevaplardan doğan ağırlaştırıcı durumların mahkemenin dikkatine sunulmamış olduğunu bir bütün olarak gözeterek somut olayda, gerçekleşen olayın kaçınılmaz olarak yarattığı duygusal sıkıntıdan farklı boyut ve nitelik kazandıran özel unsurların varlığını gösterecek bir husus bulunmadığı belirterek başvurucu açısından Sözleşme'nin maddesinin ihlal edilmediğine karar vermiştir (aynı kararda bkz. § 99; benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Şeker/Türkiye, B. No: 52390/99, 21/2/2006, §§ 81-83). Öte yandan AİHM Taniş ve diğerleri/Türkiye (B. No: 65899/01, 2/8/2005, §§ 217-221) kararında, başvurucuların 2001 yılında yakınlarının güvenlik güçleri tarafından alıkonulması ve zorla kaybedilmesi olayında resmî makamların davranış biçimleri ve yakınlarının akibetine yönelik araştırmalarına cevap verme tarzları nedeniyle Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiği iddialarını incelemiştir. AİHM, somut olayda başvurucuların yakınlarının başına gelenler hakkında bilgi edinmek ve yakınlarını bulmak için pek çok girişimde bulunduklarını ve yetkili makamlardan birçok kere bilgi talep ettiklerini, buna karşın taleplerine dair sürecin yavaş ve etkisiz olduğunu, ayrıca soruşturmanın iç mevzuat uyarınca gizli yürütülmesi nedeniyle başvurucuların soruşturma sürecine etkili şekilde katılamadıklarını, belgelere erişim sağlayamadıklarını, son olarak da yakınlarının akibetine dair endişelerinin devam etmekte olduğunu gözeterek bu durumun başvurucular açısından Sözleşme'nin maddesinde güvence altına alınan insanlık dışı ve onur kırıcı muamele yasağına aykırılık oluşturduğuna karar vermiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/16290
Başvuru, güvenlik güçleri tarafından öldürülme ve zorla kaybedilme olaylarının meydana gelmesi ve bu olaylar hakkında etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının; yakınlarının ölümüne ya da zorla kaybedilmesine dair süreçte yaşadıkları üzüntü nedeniyle başvurucular açısından kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, davanın sonucunu etkileyen iddiaların gerekçeli kararda cevapsız bırakılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ile Tarım Kredi Kooperatifi (Koperatif) arasında 24/5/2008 tarihinde iş sözleşmesi imzalanmıştır. Sözleşmede; yapılacak işin niteliği, sözleşmenin süresi, işin görüleceği yer, işe başlama tarihi, ödenecek ücret, sözleşmenin hangi şartlarda feshedileceği ve cezai şart gibi hususlar maddeler hâlinde düzenlenmiştir. Ceza şartı öngören sözleşmenin maddesi ''Aday personel bu sözleşme süresince çalışmayı kabul ve taahhüt eder. Sözleşmenin yürürlük süresi içinde (2 aylık süreden sonra) taraflardan biri bu sözleşmeyi (4857 sayılı İş Kanunu'nun 25/II ve 18-21 maddeleri ile Personel Yönetmeliğinin aday personele ilişkin özel hükümleri ve disiplin cezalarına ilişkin genel hükümleri dışında) haksız ve geçersiz olarak feshederse diğer tarafa işçinin ihbar tazminatına esas giydirilmiş en son aylık ücretinin 6 aylık tutarı kadar cezai şartı nakden ve defaten ödemekle yükümlüdür.'' hükmünü içermektedir. Sözleşmenin imzalanmasıyla birlikte 24/9/2008 tarihinde işe başlayan başvurucu 2/6/2009 tarihinde işveren Kooperatif'e işten ayrılma isteğini bildirmiştir. Kooperatif, işten ayrılmak isteyen başvurucudan sözleşmenin maddesindeki cezai şart uyarınca 202,50 TL'yi ödemesini istemiş; başvurucu alacağının mahsubundan sonra kalan miktarı 10/6/2009 tarihinde Kooperatife ödemiştir. Başvurucu 6/6/2011 tarihli dava dilekçesinde, Kooperatifle yapılan sözleşmenin belirsiz süreli bir sözleşme olduğunu, cezai şartın kendi aleyhine hükümler içermesi nedeniyle denklik ilkesine aykırı olduğunu, tarafların ekonomik gücü dikkate alındığında miktar itibarıyla adaletsiz bir sonuç doğurduğunu ve geçerli kabul edilse dahi çalıştığı süre dikkate alınarak hakkaniyet indirimi yapılması gerektiğini belirterek ödemiş olduğu miktarın istirdadına karar verilmesini istemiştir. Ankara İş Mahkemesi (Mahkeme) 31/1/2013 tarihli kararla başvurucunun yapmış olduğu iş nazara alındığında sözleşmenin belirsiz süreli iş sözleşmesi niteliğinde olduğu ancak başvurucunun sözleşmenin maddesiyle asgari bir yıl çalışmayı taahhüt ettiği saptamasında bulunmuştur. Mahkeme, bu saptamadan sonra başvurucunun asgari olarak çalışması gereken bir yıllık süre dolmadan iş akdini haksız olarak feshettiğini ve cezai şarta ilişkin olarak sözleşmenin maddesinin her iki tarafı yükümlülük altına soktuğundan geçerli olduğunu belirterek çalışılan günler itibarıyla ödenmesi kararlaştırılan cezai şart miktarından hakkaniyet indirimi yapılması gerektiğine işaret etmiş ve davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Hüküm taraflarca temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 26/6/2014 tarihli kararla taraflar arasında asgari çalışma süreli hizmet sözleşmesi bulunduğunu belirtmiş ve başvurucunun haklı bir sebep olmadan iş ilişkisini sona erdirmesi nedeniyle cezai şart olarak öngörülen miktarın tamamını ödemesi gerektiğine işaret ederek ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur. Mahkeme bozma ilamına uymuş ve 19/11/2014 tarihli kararla bozma kararındaki esasları tekrar ederek davanın reddine karar vermiştir. Hüküm başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 27/4/2015 tarihli kararla hükmü onamıştır.Nihai kararın başvurucuya tebliğine ilişkin olarak dosyada herhangi bir belge ve bilgi bulunmamaktadır. Başvurucu 29/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Kanun Hükümleri 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "İş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir. İş sözleşmesi, Kanunda aksi belirtilmedikçe, özel bir şekle tâbi değildir." 4857 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "İş ilişkisinin bir süreye bağlı olarak yapılmadığı halde sözleşme belirsiz süreli sayılır. Belirli süreli işlerde veya belli bir işin tamamlanması veya belirli bir olgunun ortaya çıkması gibi objektif koşullara bağlı olarak işveren ile işçi arasında yazılı şekilde yapılan iş sözleşmesi belirli süreli iş sözleşmesidir.'' 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Bir sözleşmenin hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi durumu için bir ceza kararlaştırılmışsa, aksi sözleşmeden anlaşılmadıkça alacaklı, ya borcun ya da cezanın ifasını isteyebilir. İş ilişkisinin bir süreye bağlı olarak yapılmadığı halde sözleşme belirsiz süreli sayılır.'' 6098 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Taraflar, cezanın miktarını serbestçe belirleyebilirler." 6098 sayılı Kanun'un ''Ceza koşulu ve ibra'' kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Hizmet sözleşmelerine sadece işçi aleyhine konulan ceza koşulu geçersizdir.''B. Yargısal Kararlar Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/11/2016 tarihli ve E.2016/29069, K.2016/20651 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"4857 Sayılı İş Yasasında cezai şarta ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Cezai Şart, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 158-161, 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 179-180 maddelerinde düzenlenmiştir. 6098 sayılı TBK.’un maddesinde de hizmet sözleşmelerine sadece işçi aleyhine konulan ceza koşulunun geçersiz olduğu belirtilmiştir. Genel hüküm niteliğinde olması sebebiyle Borçlar Kanunu dışındaki uyuşmazlıklar bakımında da bu hükümler uygulanmamaktadır. İşçi lehinde tek taraflı ceza koşulu içeren sözleşme hükümleri geçerlidir. Bunun yanında ceza koşulunun özellikle işveren lehine geçerli olabilmesi için karşılıklı olması ve eşit koşulları taşıması, denk olması gerekir. Dosya kapsamına göre; her ne kadar yerel mahkemece davanın kısmen kabulüne ve davalı işçinin sözleşmede kararlaştırılan cezai şartın tahsiline karar verilmiş ise de, taraflar arasındaki hizmet sözleşmesinin 8/a maddesinde düzenlenen cezai şart hükmünün incelenmesinden işveren açısından 'İş Kanunu madde dışında bir sebeple fesih' şeklinde bir şartın yer aldığı, işçi yönünden ise haklı fesih hali öngörülmeden salt 'sözleşme süresi dolmadan işi bırakanlar' ibaresi koyulduğu anlaşılmaktadır. Bu halde cezai şartın karşılıklı olduğundan bahsedilemeyecektir. Taraflar arasındaki denge işçi aleyhine bozulmuş olup, bu nedenle cezai şart geçersiz olduğundan, davacıların cezai şart talebinin reddi yerine kabulü hatalıdır.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/9/2017 tarihli ve E.2015/16777 K.2017/19243 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Cezai şart, mevzuatımızda Borçlar Kanunu'nda düzenlenmiş olup, İş Kanunlarında konuya dair bir hükme yer verilmemiştir. Asgari süreli sözleşmelerde cezai şart konulamayacağı yönünde bir düzenleme bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu tür iş sözleşmelerinde, cezai şart içeren hükümler, karşılıklılık prensibinin bulunması halinde kural olarak geçerlidir.Dosya içeriğinden, sözleşmedeki düzenlemenin karşılıklılık prensibine uygun olduğu, davacı işçinin işten ayrılış dilekçesinde haklı sebebe dayanmadığı, yargılama aşamasında da bu yönde bir iddiada ve ispatta bulunmadığı anlaşılmaktadır. Ancak cezai şart miktarının belirlenmesinde oranlama ve indirim yapılması gerekmektedir. Şu halde, davacının çalıştığı ve çalışması gereken süreler oranlanmak ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesinin son fıkrası gereği indirim yapılmak suretiyle belirlenecek cezai şart miktarının, davacının yaptığı cezai şart ödemesi ile karşılaştırılarak, davacı tarafından fazla ödeme yapılıp yapılmadığının tespit edilmesi ve oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.''
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/10652
Başvuru, davanın sonucunu etkileyen iddiaların gerekçeli kararda cevapsız bırakılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, görev yaptığı Balıkesir Garnizonundan Diyarbakır Garnizonuna atamasının yapılması ve belirtilen atama işleminin iptali istemiyle açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın , , , , , , ve maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespiti ile ihlal sonuçlarının ortadan kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 18/1/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde Hava Astsubay Kıdemli Başçavuş olarak görev yapan başvurucunun, 12/9/2011 tarihinde Diyarbakır Garnizonuna ataması yapılmıştır. Başvurucu tarafından belirtilen atama işleminin iptali talebi ile, 27/9/2011 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesi nezdinde dava açılmıştır. Mahkemenin 10/7/2012 tarih ve E.2011/1505, K.2012/827 sayılı kararı ile, idarece yapılan atama işleminde takdir yetkisinin objektif olarak kullanıldığı ve hukuka aykırı bir yön bulunmadığından bahisle, davanın reddine ve 200,00 TL vekalet ücretinin davalı idareden alınarak başvurucuya verilmesine hükmedilmiştir. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesinin 11/12/2012 tarih ve E.2012/1492, K.2012/1448 sayılı kararı ile, başvurucunun karar düzeltme talebinin reddine, davalı idarenin vekalet ücreti yönünden yaptığı karar düzeltme talebinin ise kabulü ile, kararın vekalet ücreti yönünden kaldırılmasına ve kısa kararın üçüncü maddesinin “200,00 TL avukatlık ücretinin davacıdan alınarak davalı idareye verilmesine” şeklinde düzeltilmesine karar verilmiştir. Karar başvurucuya 28/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiş ve 18/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 4/7/1972 tarih ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “Kararın düzeltilmesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Daireler ile Daireler Kurulundan verilen kararlar hakkında bir defaya mahsus olmak üzere, ilamın tebliği tarihinden itibaren onbeş gün içinde aşağıda yazılı sebepler dolayısiyle kararın düzeltilmesi istenebilir. a) Kararın esasına etkisi olan iddia ve itirazların, kararda karşılanmamış olması; b) Bir ilamda birbirine aykırı hükümler bulunması; c) Kararın usul ve kanuna aykırı bulunması; Kanunun 45 inci maddesine göre verilen kararların düzeltilmesi işlemi kabul edilerek davaya yeniden bakılması ve esas hakkında karar verilmesi halinde de karar düzeltilmesi isteminde bulunulabilir. Daireler ile Daireler Kurulu, kararın düzeltilmesi dilekçesinde ileri sürülen sebeplerle bağlıdır.” 1602 sayılı Kanun’un “Çalışmaya ara verme” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesi şöyledir: “Barışta, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi her yıl bir eylülde başlamak üzere, yirmi temmuzdan otuz bir ağustosa kadar çalışmaya ara verir.” 1602 sayılı Kanun’un “Sürelerin bitmesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Dava ve karar düzeltilmesi istemine ilişkin sürelerle 46 ncı maddede yazılı sürelerin bitmesi çalışmaya ara verme zamanına rastlarsa bu süreler, ayrıca bir karar vermeye lüzum kalmaksızın, ara vermenin sona erdiği 6 Eylülden itibaren yedi gün uzatılmış sayılır. Tatil günleri süre hesabına katılır. Şu kadar ki sürenin son günü tatil gününe rastlarsa süre tatil gününü izleyen çalışma gününün bitimine kadar uzar.”
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/997
Başvurucu, görev yaptığı Balıkesir Garnizonundan Diyarbakır Garnizonuna atamasının yapılması ve belirtilen atama işleminin iptali istemiyle açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 2. , 5. , 10. , 1 , 17. , 36. , 4 ve 129. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespiti ile ihlal sonuçlarının ortadan kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
0
Başvuru, bedensel zararın tazmini talebiyle açılan davada davanın sonucuna etkili iddiaların kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/2/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden kısmi kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurunun diğer iddialar yönünden kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, subay olarak görev yapmaktayken 15/4/2011 tarihinde lav silahı ile atış yaptığı sırada silahın patlaması sonucunda yaralanmış ve işitme kaybı yaşamıştır. Başvurucu 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat talebiyle 8/1/2013 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Dairesinde (Daire) Millî Savunma Bakanlığına (İdare) karşı tam yargı davası açmıştır. Daire tarafından başvurucunun meslekte kazanma gücü kayıp oranının tespiti için Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalından rapor alınmasına karar verilmiştir. 14/8/2014 tarihli raporda başvurucunun çalışma ve meslekte kazanma gücünden kayıp oranının %4 olduğu belirtilmiştir. Daire, başvurucunun uğradığı maddi zararın hesaplanması için bilirkişi incelemesi yapılmasına karar vermiştir. 12/1/2015 tarihli bilirkişi raporunda, başvurucunun toplam maddi zararının 447 TL olduğu belirtilmiş; 702 TL toplam ödemenin düşülmesi sonucunda bakiye olan 745 TL'ye Kurulca öngörülen %85 bünyesel zayıflığın uygulanması sonucunda 312 TL maddi zarar hesaplanmıştır. Daire 29/4/2015 tarihli kararıyla 312 TL maddi, 000 TL manevi tazminata hükmetmiş ve fazlaya ilişkin istemin reddine karar vermiştir. Daire ayrıca başvurucu aleyhine maddi tazminat yönünden 511,68 TL, manevi tazminat yönünden 000 TL olmak üzere toplam 511,68 TL vekâlet ücretine hükmetmiştir. Karar gerekçesinde, bilirkişi raporu doğrultusunda ve başvurucunun ağır bünyesel rahatsızlığı gözönüne alınarak uygulama yapıldığı vurgulanmıştır. Ayrıca başvurucunun olay nedeniyle duyduğu acıyı azaltmak amacıyla olayın gerçekleşme şekli, tarihi, uğranılan zararın derecesi ve başvurucunun ağır bünyesel rahatsızlığı da dikkate alınarak manevi tazminata hükmedildiği belirtilmiştir. Kararda, Emeklilik Hizmetleri Genel Müdürlüğü Kamu Görevlileri Emeklilik Daire Başkanlığının 24/4/2014 tarihli yazısına yer verilmiştir. Anılan yazıda; başvurucunun mahkeme kararı ile görevine resen son verildiğinin, toplam hizmetinin 25 yılın altında olması nedeniyle kendisine aylık bağlanamadığının, 7 yıl 2 ay 23 gün fiilî hizmetine karşılık 662,12 TL toptan ödeme ile 039,68 TL toptan ödeme ikramiyesi tahakkuk ettirildiğinin ve söz konusu bedelin emanet hesabına alınarak başvurucunun hizmetinin tasfiye edildiğinin ifade edildiği belirtilmiştir. Dairenin kararı üzerine taraflar karar düzeltme isteminde bulunmuştur. Başvurucu karar düzeltme dilekçesinde; Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından ödenmiş olan 702 TL'nin kendisinin SGK'ya ödediği primler olduğunu ve söz konusu bedelin 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu'nun maddesi gereğince maddi tazminat miktarından indirim konusu yapılamayacağını çünkü sigorta priminin ifa amacını taşıyan bir ödeme olmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu; dava tarihinde ıslah imkânının olmaması sebebiyle dava konusu miktarın yüksek tutulduğunu, reddedilen kısım için aleyhe hükmedilen vekâlet ücretinin yüksek olduğunu belirtmiştir. Karar düzeltme talepleri Dairenin 6/1/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 25/1/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 9/8/2016 tarihinde ek beyan dilekçesi vermiştir. Başvurucu, heyetlerinde yer alan ve hâkimlik teminatından faydalanmayan iki kurmay subay üyenin varlığı sebebiyle kuruluş ve yapısı itibarıyla Dairenin bağımsız ve tarafsız bir mahkeme olmadığını, kararda adı geçen bir kısım hâkimin Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) ile bağlantıları nedeniyle haklarında soruşturma açıldığını ileri sürmüştür. A. İlgili Mevzuat 6098 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, bu Kanun hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanır. Kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemeler, bu tür zararların belirlenmesinde gözetilemez; zarar veya tazminattan indirilemez. Hesaplanan tazminat, miktar esas alınarak hakkaniyet düşüncesi ile artırılamaz veya azaltılamaz.Bu Kanun hükümleri, her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine ya da kişinin ölümüne bağlı zararlara ilişkin istem ve davalarda da uygulanır."B. İlgili Yargı Kararları Yargıtay İçtihadı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun (YİBGK) 6/3/1978 tarihli ve E.1978/1, K.1978/3 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Gerçekten, haksız eylem sonucu ölen kişi, yaşamı süresince çalışmış ve maaşından düzenli olarak belirli bir miktar para kesilerek sandığa yatırılmıştır. Zarar verenin bu paradan yararlanması söz konusu olamaz. O halde zarar veren, verdiği zararın tamamını açılan davada ödemelidir. Esasen madde zarar verenden tazminatın tamamının alınacağı hükmünü getirmiş ve Emekli Sandığı davaya katılmış veya doğrudan doğruya dava açmış olduğu takdirde alınacak tazminatın zarara uğrayanlar ile Sandık arasında nasıl bölüşüleceğini saptamıştır. Bu itibarla tazminat ödemekle yükümlü olan kişi bu maddeye dayanarak tazminatın indirilmesini isteyemez." Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/1/2008 tarihli ve E.2007/10817, K.2008/85 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Somut olayda; destek, vatani görevini jandarma asteğmen olarak yaparken vefat etmiş olup ölmeden önce yedek subay maaşı almaktadır. Emekli Sandığı tarafından davacıya bağlanan aylık desteğinin hayatta iken maaşından Emekli Sandığı tarafından kesilen miktarların karşılığıdır. O halde Emekli Sandığı tarafından bağlanan aylıklar 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu gereğince rücuya tabi olmayıp destekten yoksun kalma tazminatının hesabında gözetilmemesi gerekir..." Danıştay İçtihadı Danıştay Onuncu Dairesinin 8/10/2015 tarihli ve E.2012/4747, K.2015/4139 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava; polis memuru olarak görev yapan davacılar murisi Ö.'nin 2010 tarihinde meydana gelen olayda hayatını kaybetmesi sonucunda uğranıldığı ileri sürülen 000,00 TL maddi (destekten yoksun kalma tazminatı) ve 000,00 TL manevi olmak üzere toplam 000,00 TL zararın yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle açılmıştır. ...Prim ödemek suretiyle kapsamında bulunulan sosyal güvenlik sisteminin doğal sonucu olarak ilgililere bağlanan aylıklar ve yapılan ödemeler, idarenin tazmin sorumluluğunu doğuran olay nedeniyle sağlanan yarar niteliğinde bulunmamaktadır. Bu nedenle, prim karşılığında ilgililere bağlanan aylıklar ile yapılan her türlü ödemenin, aktif ve pasif dönemde hesaplanacak maddi tazminat tutarından hiçbir şekilde yarar olarak kabul edilip indirilmemesi gerekmektedir. Bir başka ifadeyle, vazife malullüğü aylığının içinde adi malullük aylığının da bulunduğu gözetilerek aktif ve pasif dönemde adi malullük aylığının yarar olarak kabul edilip hesaplamaya dâhil edilmesine olanak bulunmamaktadır....Esasen, aktarılan yöndeki hesaplama, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesine de uygun bulunmaktadır. Zira, ilgililere ödedikleri prim karşılığı bağlanacak adi malullük aylıkları, 'rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri' kapsamında yer almakta iken; 3713 sayılı Yasanın yukarıda alıntısı yapılan hükmünden de anlaşılacağı üzere, adi malullük aylığını aşan vazife maluliyetine ilişkin tutarlar, sosyal güvenlik kuruluşunca Hazineden tahsil edilmekle, 'rücu edilen sosyal güvenlik ödemeleri'ni oluşturmaktadır. Yine, nakdi tazminat ödemeleri, ilgilinin olay nedeniyle uğradığı zararı, Yasada öngörülen sınırlar çerçevesinde kısmen dahi olsa karşılamayı amaçladığından, 'ifa amacını taşıyan ödemeler' kapsamında yer almakta; buna karşılık, sosyal yardım sandıklarından yapılan ödemeler ise, 'ifa amacını taşımayan ödemeler' niteliğinde bulunmaktadır. Böylelikle, vazife malullüğü aylığının adi malullük aylığını aşan tutarı ile nakdi tazminat yarar olarak kabul edilirken, adi malullük aylığı ile sosyal yardımlar yarar hesabına dâhil edilmemektedir....Buna göre, özetlenen bilirkişi raporu, yukarıda aktarılan nitelikte ve mahkeme kararına dayanak alınacak mahiyette görülmemektedir. Bu itibarla, Mahkemece yeniden yaptırılacak bilirkişi incelemesinde, öncelikle, aktif ve pasif dönem zararları hesabında kullanılacak verilerin (davacının emsali polis memurunun alacağı görev ve emekli aylıklarının, vazife malullüğü ve adi malullük aylıklarının, emekli ikramiyesi ile tütün ikramiyesinin peşin sermaye değerlerinin) yeniden düzenlenecek rapor tarihi itibariyla değerlerinin ilgili idarelerden sorulması; alınacak cevap üzerine, yukarıda 3 madde hâlinde aktarılan ilkeler çerçevesinde bilirkişi incelemesi yaptırılması gerektiği sonucuna varılmıştır. Daha açık bir anlatımla, düzenlenecek yeni raporda, özellikle,... Davacıya bağlanan vazife malullüğü aylığı peşin sermaye değeri ile adi malullük aylığı peşin sermaye değeri arasındaki farkın, tütün ikramiyesi peşin sermaye değerinin (Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığından sorularak) aktif ve pasif dönem zararlarından düşülmesi,... gerekmektedir." Danıştay Onuncu Dairesinin 1/2/2018 tarihli ve E.2014/4462, K.2018/306 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Prim ödemek suretiyle kapsamında bulunulan sosyal güvenlik sisteminin doğal sonucu olarak ilgililere bağlanan aylıklar ve yapılan ödemeler, idarenin tazmin sorumluluğunu doğuran olay nedeniyle sağlanan yarar niteliğinde bulunmamaktadır. Bu nedenle, prim karşılığında ilgililere bağlanan aylıklar ile yapılan her türlü ödemenin, aktif ve pasif dönemde hesaplanacak maddi tazminat tutarından hiçbir şekilde yarar olarak kabul edilip indirilmemesi gerekmektedir. Bir başka ifadeyle, vazife malüllüğü aylığının içinde adi malüllük aylığının da bulunduğu gözetilerek aktif ve pasif dönemde adi malüllük aylığının yarar olarak kabul edilip hesaplamaya dahil edilmesine olanak bulunmamaktadır...."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/2771
Başvuru, bedensel zararın tazmini talebiyle açılan davada davanın sonucuna etkili iddiaların kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, temel olarak ceza davasında tanıkların sorgulanmaması nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, soruşturma ve kovuşturma evrelerinde gerçekleştirilen işlemler nedeniyle başka temel hakların ihlal edildiğine ilişkin şikâyetleri de içermektedir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) başvurucunun cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, tasarlayarak ve kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle kasten öldürme, cebir ve tehdit kullanılarak silahla birden fazla kişi tarafından birlikte kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma veya taşıma veya bulundurma suçlarını işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında soruşturma başlatmıştır. Soruşturma neticesinde Başsavcılık, başvurucunun anılan suçlardan cezalandırılması talebiyle 7/6/2018 tarihli iddianame düzenlemiştir. İddianamenin kabulü ile açılan dava, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülmeye başlanmıştır. Duruşma sekiz celsede bitirilmiştir. Başvurucu 22/11/2018 tarihli birinci celsede yaptığı savunmasında hakkında iddia olunan eylemleri işlemediğini belirterek üzerine atılı suçlamaları reddetmiştir. 26/12/2018 tarihli ikinci celsede Mahkeme, duruşma salonunda hazır olan tanık Y.yi Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile dinlenmiştir. Dosyada bulunan 18/1/2019 tarihli SEGBİS Kaydı Çözümleme Tutanağı'nın sayfasının göre Mahkeme Başkanının tanığı dinlemesi sırasında polis memurları dışarı çıkarılmış, salonda sadece tanık ve zabıt katibi hazır bulunmuştur. Tanık Y. alınan beyanında 2017 yılında Facebook hesabı açtığını, K. (diğer sanık) ile yazışmaya başladığını, yurt dışına gitmek istediğini söylediğini, K.nın "İstanbul'a gel yardımcı oluruz" dediğini belirtmiştir. Bunun üzerine 2017 yılı Ocak ayında İstanbul’a gelerek kendisiyle buluştuğunu, K.nın yurt dışına illegal yollardan çıkması için bu tür işler yapan ve örgüte yakın olan eski bir avukatla kendisini tanıştıracağını söylediğini, birlikte kıraathane işleten başvurucunun yanına gittiklerini, illegal yollardan yurt dışına çıkmak için başvurucudan yardım istediğini, daha sonra başvurucunun yanından ayrıldıklarını belirtmiştir. K.ya bu şahsın güvenilir olup olmadığını sorduğunda bu şahsın eski bir örgütçü olup güvenilir olduğunu, örgüte maddi yönden ve malzeme konusunda büyük yardımlarının olduğunu hatta bu şahıs sayesinde örgütün 2015 yılında düzenlediği eylemleri yapabildiğini, Ş.Y.nin de başvurucuyu tanıdığını, örgüt için çok çaba sarf ettiğini belirttiğini, Cumhuriyet Savcısı S.K.ya yönelik eylemden yaklaşık on gün kadar önce Ş.Y.nin kendisinden tabanca istediğini, K.nın da bu silahı temin etmek amacıyla Ş.Y. ile birlikte başvurucunun yanına gittiğini, başvurucunun silahı arkadaşlarından temin ederek K.ya verdiğini ifade etmiştir. Mahkeme, 26/12/2018 tarihli ikinci celsede SEGBİS sistemi üzerinden hazır edilen tanık Y.ye celsede alınan ile benzer olan ve 23/3/2018 tarihinde emniyette müdafii huzurunda verdiği beyanı okumuş; Y., beyanının içeriğini aynen kabul ettiğini ve geçerli olduğunu söylemiştir. Yine aynı celse başvurucu ve müdafii, dinlenen tanığın beyanına karşı alınan savunmalarında tanık beyanını kabul etmediklerini belirtmiştir. 18/1/2019 tarihli üçüncü celsede Mahkeme, SEGBİS ile duruşma salonunda hazır olan tanık B.E.yi dinlemiştir. Tanık B.E. alınan beyanında eylemi gerçekleştiren örgüt mensuplarından Ş.Y.nin kuryeliğini yapan K.nın olay öncesinde eylemde kullanılan tabancayı temin ederek Ş.Y.ye ulaştırdığını ifade etmiştir. Anılan celsede başvurucu ve müdafii, dinlenen tanığın beyanına karşı alınan savunmalarında tanık beyanında kendilerine yönelik doğrudan bilgi olmadığını ve aleyhe olan hususları kabul etmediklerini belirtmiştir. Tanık Y. Mahkemeye sunduğu 28/6/2019 tarihli dilekçede başvurucu ve diğer sanık K. ile ilgili aleyhe ifade vermesi için tehdit edildiğini ve zorlandığını belirtmiştir. 28/6/2019 tarihli altıncı celsede dosyanın diğer sanığı K.nın müdafii; yurt dışında bulunan tanık Y. tarafından imzalanmış, Almanya'dan gönderilen, noter tasdikli, 17/6/2019 tarihli dilekçenin kendisine gönderildiğini, tanık Y.nin söz konusu dilekçede gözaltında bulunduğu sırada polis memurları ve Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) görevlilerinin kendisi ile görüştüğünü belirttiğini Mahkemeye iletmiştir. Anılan celsede başvurucu müdafii, K.nın müdafii tarafından Mahkemeye sunulan dilekçenin çok önemli olduğunu, başvurucu ile ilgili tek delilin tanık Y.nin beyanı olduğunu, tanığın beyanının da zorla alındığını ve geçerli olmadığını belirterek tanığın istinabe yoluyla yeniden dinlenilmesini talep etmiştir. Yine aynı celsede başvuru müdafiinin talebi Mahkemece "tanık [Y.nin] tekrar dinlenmesinin mahkememizce bizzat kendisi dinlendiğinden esasa etkili olmayacağından ve dosyanın tutuklu iş olması da değerlendirilerek dosyayı sürüncemede bırakacağı anlaşıldığından istinabe yolu ile yeniden dinlenmesi talebinin reddine" gerekçesiyle kabul edilmemiştir. 28/6/2019 tarihli altıncı ve 5/7/2019 tarihli yedinci celselerde iddia makamı esas hakkında mütalaa sunmuştur. 11/7/2019 tarihli sekizinci ve son celsede başvurucu ve müdafii esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmalarını yapmıştır. Mahkeme, başvurucunun üzerine atılı olan cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, tasarlayarak ve kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle kasten öldürme, cebir ve tehdit kullanılarak silahla birden fazla kişi tarafından birlikte kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma veya taşıma veya bulundurma suçlarından hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkemenin gerekçeli kararının ilgili kısmı şöyledir:"...tanık [Y.nin] beyanlarıyla, tanık [B.E.nin] beyanlarının birbirlerini destekler nitelikte olduğu; sonuç olarak tanık [Y.nin] beyanına göre 'Fransız 10'lusu' olarak tabir edilen tabancanın kurye tanık [K.ya] örgütün 'temiz ilişki' tabir ettiği şüpheli Murat Canım [başvurucu] tarafından verildiğini ve [K.nın] d[e] tabancayı yine örgüt tarafından 'temiz ev' tabir edilen [Ö.ye] ait yerini gösterdiği eve [Ş.Y.ye] ulaştırılmak üzere bıraktığını beyan ederek sanığı [başvurucu] teşhis ettiği, olayda [Ş.Y.] tarafından kullanılan tabancanın söz konusu itirafçı ifadesinde geçen ve 'Fransız 10'lusu' tabir edilen tabanca olduğunun kollukça düzenlenen olay yeri inceleme tespit tutanağından da anlaşıldığı hususları, kül halinde değerlendirildiğinde;Gizli tanık [B.E.] ve [Y.nin] dosya kapsamında yer alan beyanlarının birbirleriyle olay örgüsüyle uyumlu oldukları tespit edilmiş, tanık [Y.nin] mahkememizce alınan beyanlarında önceki beyanlarıyla uyumlu beyanlarda bulunmuş her ne kadar daha sonrasında dosya kapsamına sanık avukatları tarafından sunulan Almanya'ya yasa dışı yollardan giderek oradan göndermiş olduğu dilekçeleri ile önceki beyanlarını inkar edip yeni kurmaca beyanlarda bulunmak istediğini beyan etmiş ise de ,bu beyanların yukarıda ismi geçen anılan terör örgütünün baskı ve korkusu altında verildiğinden yargı mercilerinde daha önce vermiş olduğu beyanların sanık avukatlarının iddia ettiğinin aksine soruşturma aşamasında avukat eşliğinde mahkememiz huzurunda alınan beyanlarında ise naip hakim eşliğinde alındığından hiç bir baskı ve zorlama altında alınmadığının kabulüyle sanık ve sanık müdafilerinin tanık [Y.nin] istinabe yoluyla tekrar dinlenilmesi talepleri dosyayı sürüncemede bırakacağından, dosyanın esasına yeni bir katkı sunmayacağından mahkememizce sanık ve sanık müdafilerinin bu yöndeki talepleri kabul edilmeyerek tanık [Y.nin] soruşturma ve kovuşturma aşamasındaki beyanlarına mahkememizce itibar edilmiştir.[Ş.Y.] ve [B.] isimli örgüt mensupları tarafından 31/03/2015 tarihinde gerçekleştirilen İstanbul Cumhuriyet Savcısı [S.K.nın] silahla vurularak şehit edilmesi eyleminde kullanılan silahı örgütsel amaçlarla organik bütünlük içerisinde temin ederek sanık [K.ya] verdiği, [K.nın] d[e] eylemcilerden olan ve olay tarihi itibariyle kuryeliğini yaptığı silahı [Ş.Y.ye] vererek fiilin işlenmesinde kullanılan araçlarından birini sağlamak suretiyle üzerine atılı Tasarlayarak ve Kişinin Yerine Getirdiği Kamu Görevi Nedeniyle Kasten Öldürmeye yardım etme suçunu işlediği...Sanığın üzerine atılı Cebir ve Şiddet Kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Öngördüğü Düzeni Ortadan Kaldırmaya veya Bu Düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs suçu bakımından ise, Yargıtay'ın yerleşik içtihatlarına göre suç tanımında belirtilen amaçları gerçekleştirmeye yönelik bir fiil işlenmesi hususunda iştirak iradeleri bulunan sanıklar hakkında Türk Ceza Kanununun maddesinde düzenlenen Anayasayı ihlal suçu yönünden iştirakin her şeklinin uygulanması mümkündür . Mensup olduğu örgütle kurduğu bağ nedeniyle örgütsel faaliyet kapsamında işlenen anayasayı ihlal suçuna ilişkin planlama, hazırlık ve icra organizasyonundan haberdar olmak suretiyle somut olayda ki yargı faaliyetini hedef alan adalet teşkilatının ve güvenli huzur ortamının sağlanması amacıyla çaba sarf eden cumhuriyet savcısının makamında rehin alınarak şehit edilmesi olayının ülke çapında yarattığı büyük vehamet, yargı erkinin işlevsiz bırakılma çabasına yönelik bu eyleme; sanığın olayın en önemli araçlarından olan silahı temin etme icra hareketiyle gerçekleştirdiği, dolayısıyla bu suç yönünden icra hareketleri için gerekli hazırlıkları yapanların müşterek fail olarak sorumlu tutulmaları gerektiğine ilişkin yargıtay kararları da göz önüne alınarak sanığın üzerine atılı Cebir ve Şiddet Kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Öngördüğü Düzeni Ortadan Kaldırmaya veya Bu Düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs suçunu işlediği...Adliyede ki makam odasında [B.] ve [Ş.Y.nin] şehit savcının odasına girdikleri andan etkisiz hale getirildikleri zaman dilimine kadar rehin alma eylemini gerçekleştirdikleri, sanığında bu eylemde kullanılan silahı temin etme suretiyle Cebir ve Tehdit Kullanılarak, Silahla, Birden Fazla Kişi Tarafından Birlikte, Kişinin Yerine Getirdiği Kamu Görevi Nedeniyle Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılmaya Yardım Etme suçunu, ayrıca Olayda kullanılan silahın da 6136 sayılı Kanunun 13/1 maddesine muhalefet niteliğinde olduğu değerlendirilerek üzerine atılı suçu işlediği..." Başvurucu, istinaf dilekçesinde diğerlerinin yanı sıra hakkında tek belirleyici delilin tanık Y.nin beyanı olduğunu, tanığın kovuşturma aşamasında ifadesini tehdit altında ve zorla verdiğini söylediğini, tanığın istinabe yoluyla tekrardan dinlenilmesi talebinin Mahkemece reddedildiğini belirtmiştir. Başvurucunun istinaf talebi İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 21/11/2019 tarihli kararıyla ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma veya taşıma veya bulundurma suçu bakımından kesin, diğer suçlar yönünden ise temyiz yolu açık olmak üzere esastan reddedilmiştir. Temyiz yolu açık olarak verilen karara karşı başvurucu, temyiz kanun yoluna başvurmuş; temyiz dilekçesinde istinaf dilekçesinde ileri sürdüğü iddiaları yinelemiştir. Başvurucunun temyiz talebi üzerine (kapatılan) Yargıtay Ceza Dairesi 16/6/2020 tarihli ilamıyla istinaf başvurusunun esastan reddi kararını onamıştır. Başvurucu, nihai hükmü 3/7/2020 tarihinde öğrendikten sonra 16/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/23731
Başvuru, temel olarak ceza davasında tanıkların sorgulanmaması nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvuru konusu Ankara'nın Etimesgut ilçesi Erler Mahallesi 44987 ada 1 parsel sayılı 071 m² yüz ölçümündeki taşınmaz, 6/4/1987 tarihinde kesinleşen imar planında oyun ve park alanı olarak kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, anılan taşınmazın 17567/1235700 oranında hissesini 11/4/2013 tarihinde satın almıştır. Başvurucu, imar planında kamu hizmet alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine 13/5/2013 tarihinde kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır. Sincan Asliye Hukuk Mahkemesi, davanın idari yargıda görülmesi gerektiği gerekçesiyle dava dilekçesinin reddine karar vermiştir. Başvurucu bu kararın kesinleşmesi üzerine 30/4/2014 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Başvurucu, söz konusu taşınmazın imar planında oyun ve park alanına ayrılmış olmasına rağmen kamulaştırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının sınırlandığını belirterek 500 TL tazminatın ödenmesini talep etmiştir. Davalı Ankara Büyükşehir Belediyesi (Belediye) cevap dilekçesinde, söz konusu taşınmazın 14/11/2011 tarihinde onaylanan imar planı değişikliğiyle ticari rekreasyon alanına dönüştürüldüğünü belirtmiştir. Mahkemece 25/3/2016 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, başvuru konusu taşınmazın 1986 yılında onaylı imar planıyla oyun ve park alanı olarak ayrıldığı, 2011 yılında yapılan imar planı değişikliği ile ticari rekreasyon alanına dönüştürüldüğü, 1/1000 ölçekli planda 2013 yılında da değişikliğe gidildiği ifade edilmiştir. Bununla birlikte başvurucunun uyuşmazlık konusu taşınmazı satın aldığı 11/4/2013 tarih itibarıyla taşınmaz üzerindeki kısıtlılık durumunun mevcut olduğu ve başvurucunun kısıtlılık hâlini bilerek satın aldığı belirtilmiştir. Öte yandan başvurucunun taşınmazı satın aldığı tarihten itibaren beş yıllık süre geçmediği açıklanarak ve bu beş yıllık süre dolmadan kısıtlılık nedeniyle idarenin kamulaştırma yapmaya zorlanamayacağı vurgulanmıştır. Başvurucu, Mahkeme kararına karşı temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Danıştay Altıncı Dairesi (Daire) 24/10/2016 tarihinde kararı onamıştır. Karar düzeltme talebi de aynı Daire tarafından 17/5/2018 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar 9/7/2018 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/23534
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; bir kişinin üzerindeki patlayıcı maddeleri patlatması sonucu kendi ölümüyle birlikte pek çok kişinin ölümüne ve birçok kişinin de yaralanmasına neden olduğuolay hakkında yürütülen ceza soruşturmasında soruşturma evrakını inceleme ve söz konusu evraktan örnek alma yetkisinin hâkimlik kararıyla kısıtlanması ve bu karara yapılan itirazın reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu Çağdaş Küçükbattal 2015/14355 sayılı başvuruyu 26/8/2015 tarihinde, diğer başvurucular 2016/4690 sayılı başvuruyu ise 7/3/2016 tarihinde yapmışlardır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Konu yönünden irtibatları nedeniyle başvuruların birleştirilmesine ve incelemenin 2014/14355 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamışlardır. Başvuru formu ve eklerine, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere ve Bakanlık görüşünün ekinde yer alan evraka göre olaylar özetle şöyledir: Bir terör örgütünün gençlik yapılanmasının üyeleri olduğu iddia edilen bir grup, Suriye Arap Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan bir şehri yeniden inşa edecekleri savıyla 19/7/2015 tarihinden itibaren bulundukları şehirlerden Şanlıurfa'nın Suruç ilçesine doğru hareket etmişlerdir. Bahse konu kişiler, basın açıklaması yapmak amacıyla 20/7/2015 tarihinde saat 00 sıralarında Suruç Belediyesine ait Amara Kültür Merkezinin bahçesinde toplanmışlardır. Basın açıklaması yapılırken üzerindeki patlayıcı maddeleri patlatan bir kişi kendi ölümü dışında pek çok kişinin ölümüne, birçok kişinin de yaralanmasına neden olmuştur. Olay hakkında Suruç Cumhuriyet Başsavcılığı derhâl soruşturma başlatmıştır. Birkaç soruşturma işlemi sonrasında Suruç Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturmaya konu fillerin Ağır Ceza Mahkemesinin görevine giren suçlardan olduğu gerekçesiyle fezleke düzenleyip soruşturma evrakını 22/7/2015 tarihinde Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) göndermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Şanlıurfa Sulh Ceza Hâkimliği 22/7/2015 tarihinde, dosya kapsamına ve soruşturmanın genişletilmesi durumuna göre dosyada bulunan belgelerin incelenmesinin soruşturmanın amacını tehlikeye düşüreceği; delillerin toplanmamış olduğu ve ölenle yaralanan kişilerin sayısının fazla olduğu gerekçesiyleyakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hariç olmak üzere dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisinin kısıtlanmasına karar vermiştir. Bu karara başvurucu Çağdaş Küçükbattal vekillerince yapılan itiraz, kararda usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı gerekçesiyle Şanlıurfa Sulh Ceza Hâkimliğinin 27/7/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Şanlıurfa Sulh Ceza Hâkimliğinin 27/7/2015 tarihli kararı başvurucu Çağdaş Küçükbattal vekillerince 28/7/2015 tarihinde öğrenilmiş, bireysel başvuru da 26/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Şanlıurfa Sulh Ceza Hâkimliği, dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisinin kısıtlanmasına ilişkin karara bir vekil tarafından yapılan itirazı, bu konuda daha önce kesin olarak karar verildiği gerekçesiyle 28/10/2015 tarihinde reddetmiştir. Başvuru formunun eklerinde söz konusu itiraz dilekçesi bulunmadığından itirazın kim veya kimler adına yapıldığı anlaşılamamıştır. Öte yandan ret kararı vekile 4/2/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu Çağdaş Küçükbattal dışındaki başvurucular 7/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Cumhuriyet Başsavcılığı 24/1/2017 tarihinde; bombalı saldırıyı gerçekleştiren Ş.A.A.nın olay esnasında öldüğü, bu kişiye talimat veren Y. ve H.İ.nin üzerlerine yerleştirdikleri patlayıcı maddeleri patlatmak suretiyle güvenlik güçlerine gerçekleştirdikleri saldırılar sonucu farklı tarihlerde öldükleri, N., H.T., H.Ş., F.T., S.T., E.İ., A.Ö.A., A.B. ve H.A.nin ise faillerle ve/veya olayla bağlantılarının bulunduğuna dair delil elde edilemediği gerekçesiyle adı geçenler hakkında ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Bahsi geçen karara yapılan itirazlar Şanlıurfa Sulh Ceza Hâkimliği tarafından16/2/2017 tarihinde, Şanlıurfa Sulh Ceza Hâkimliği tarafından ise 29/3/2017 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucuların itiraz edenler arasında olup olmadıkları tespit edilememiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 25/1/2017 tarihinde; saldırının DEAŞ terör örgütünün emir ve talimatları doğrultusunda Ş.A.A. tarafından gerçekleştirildiği, S.A.A.ya Y. ve H.İ.nin bizzat talimat verdiği, bu şüphelilere ise talimatın haklarında yakalama kararı verilen örgütün yönetici kadrosundaki B. ve İ.B. tarafından verildiği, olayın şüphelileri ile birlikte DEAŞ adına birtakım eylemlere karışan ve olay hakkında detaylı bilgiye sahip olan Y.Ş.nin de olaya dahlinin olduğuna dair şüphelerin bulunduğu iddiasıyla Y.Ş., B. ve İ.B. hakkında bir iddianame düzenlemiştir. Olay nedeniyle otuz dört kişinin öldüğü, yetmiş kişinin ise yaralandığı belirtilen iddianamede şüphelilerin bir kez anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçunu, bir kez silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçunu, otuz dört kez tasarlayarak ve yangın, su baskını, tahrip, batırma, bombalama ya da nükleer, biolojik, kimyasal silah kullanarak öldürme suçunu, yetmiş kez teşebbüs aşamasında kalmış tasarlayarak ve yangın, su baskını, tahrip, batırma, bombalama ya da nükleer, biolojik, kimyasal silah kullanarak öldürmeye teşebbüs etme suçunu ve bir kez de tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme suçunu işledikleri iddia edilmiştir. İddianame Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesince (Ceza Mahkemesi) 7/2/2017 tarihinde kabul edilmiştir. Yargılama, Ceza Mahkemesince açık olarak yürütülmekte olup henüz sonuçlandırılamamıştır. Öte yandan Suruç Cumhuriyet Başsavcılığı, daha önce Suruç Sulh Ceza Hâkimliğinden önleme araması kararı alınmasına rağmen Amara Kültür Merkezi önünde ve çevresinde toplanan gruba yönelik olarak dışardan gelmesi muhtemel saldırılara karşı her türlü patlayıcı madde veya eşyanın tespiti amacıyla kişilerin üstlerinde ve eşyalarında önleme araması yaptırmadığı ve böylece yeterli güvenlik tedbirini almadığı gerekçesi ve görevi kötüye kullanma suçunu işlediği iddiasıyla İlçe Emniyet Müdürü Y. hakkında Suruç Asliye Ceza Mahkemesi nezdinde kamu davası açmıştır. Yaptığı yargılama sonunda sanığın 8 ay 10 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar veren Suruç Asliye Ceza Mahkemesi, cezayı 500 TL adli para cezasına çevirmiştir. Aleyhine istinaf kanun yoluna başvurulduğu anlaşılan 9/1/2017 tarihli kararın kesinleşip kesinleşmediği tespit edilememiştir. A. Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Müdafiindosyayı inceleme yetkisi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(1) Müdafi, soruşturma evresinde dosya içeriğini inceleyebilir ve istediği belgelerin bir örneğini harçsız olarak alabilir.(2) Müdafiin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim kararıyla kısıtlanabilir. Bu karar ancak aşağıda sayılan suçlara ilişkin yürütülen soruşturmalarda verilebilir: a) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; Kasten öldürme (madde 81, 82, 83)... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315, 316),...(3) Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz.(4) Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir.(5) Bu maddenin içerdiği haklardan suçtan zarar görenin vekili de yararlanır.” 5271 sayılı Kanun'un "Soruşturmanın gizliliği" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kanunun başka hüküm koyduğu hâller saklı kalmak ve savunma haklarına zarar vermemek koşuluyla soruşturma evresindeki usul işlemleri gizlidir." 5271 sayılı Kanun'un "Mağdur ile şikâyetçinin hakları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Madde 234 – (1) Mağdur ile şikâyetçinin hakları şunlardır:a) Soruşturma evresinde; Delillerin toplanmasını isteme, Soruşturmanın gizlilik ve amacını bozmamak koşuluyla Cumhuriyet savcısından belge örneği isteme, (Değişik: 24/7/2008-5793/40 md.) Vekili bulunmaması halinde, cinsel saldırı suçu ile alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda, baro tarafından kendisine avukat görevlendirilmesini isteme, 153 üncü maddeye uygun olmak koşuluyla vekili aracılığı ile soruşturma belgelerini ve elkonulan ve muhafazaya alınan eşyayı inceletme..."B. Uluslararası Hukuk Yaşam Hakkının Etkili Soruşturma Yükümlülüğüne İlişkin Usul Boyutu Yönünden Yaşam hakkının usul boyutuyla ilgili uluslararası hukuk, Anayasa Mahkemesinin İrfan Durmuş ve diğerleri (B. No: 2014/4153, 11/5/2017, §§ 49-54) başvurusu hakkında verdiği kararda yer almaktadır. Bununla birlikte konuyla ilgisi olmadığı için söz konusu kararda yer almayan bazı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararına burada yer verilmesi gerekmektedir. AİHM'e göre gerçekleşen bir ölüm olayı hakkındaki soruşturmanın etkili sayılabilmesi için yerine getirilmesi gerekli ilkelerden birisi de yürütülen soruşturmanın ve sonuçlarının yeterince kamu denetimine açık olması ve ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının sağlanmasıdır (Giuliani ve Gaggio/İtalya [BD], B. No: 23458/02, 24/3/2011, § 304; Hugh Jordan/Birleşik Krallık, B. No: 24746/94, 4/5/2001, § 109; Mustafa Tunç ve Fecire Tunç/Türkiye [BD], B. No: 24014/05, 14/4/2015, § 179). Bununla birlikte üçüncü kişilere ya da başka soruşturmalara zarar verebilecek hassas bilgiler içerdiği durumlarda soruşturma belgelerinin açıklanması veya yayımlanması,Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi kapsamında mutlak bir gereklilik olarak değerlendirilemez. Dolayısıyla soruşturmanın kamuya veya mağdurun yakınlarına açıklığı şartı, soruşturmanın diğer aşamalarında da sağlanabilir (McKerr/Birleşik Krallık, B. No: 28883/95, 4/5/2001, § 129; Giuliani ve Gaggio/İtalya, § 304). Dahası Sözleşme’nin maddesi soruşturma mercilerine, ölenin bir yakınının belirli bir soruşturma tedbirinin alınması için yaptığı her talebi karşılamaları şeklinde bir yükümlülük yüklemez (Ramsahai ve diğerleri/Hollanda [BD], B. No: 52391/99, 15/5/2007, § 348; Velcea ve Mazăre/Romanya, B. No: 64301/01, 1/12/2009, § 113). Diğer taraftan AİHM adil yargılanma gerekliliklerinin Sözleşme’nin veya maddeleri gibi başka hükümleri açısından değerlendirilen usule ilişkin konuların incelenmesini sağlayabileceğini kabul etmekle birlikte bu güvencelerin aynı şekilde (Sözleşme'nin maddesindeki gibi) değerlendirilemeyeceğini vurgulamaktadır (Mustafa Tunç ve Fecire Tunç/Türkiye, §§ 218, 220). AİHM; Önkol/Türkiye (B. No: 24359/10, 17/1/2017) kararında, yaşadığı köye yakın bir alanda bir mühimmatın patlaması sonucu hayatını kaybeden bir kişinin yakınlarının yaşam hakkının maddi boyutu yanında usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddialarını da incelemiştir. Etkili soruşturma yükümlülüğünün yerine getirilip getirilmediği yönünden inceleme yaparken başvurucuların gizlilik kararı (soruşturma evrakını inceleme ve söz konusu evraktan örnek alma imkânının kısıtlanması) nedeniyle soruşturmaya etkili katılamadıklarına dair iddialarını da inceleyen AİHM, gizlilik kararının daha sonra kalkması nedeniyle sonradan soruşturma evrakına erişebilen başvurucuların haklarını etkin şekilde kullanma imkânlarının bulunmadığının değerlendirilemeyeceği sonucuna varmıştır (bkz. anılan karar, § 96) . AİHM, Cangöz ve diğerleri/Türkiye (B. No: 7469/06, 26/4/2016) kararında gizlilik kararı (soruşturma evrakını inceleme ve söz konusu evraktan örnek alma imkânının kısıtlanması) nedeniyle birkaç belge hariç soruşturma evrakına erişemeyen başvurucuların soruşturmaya etkili biçimde katılamadıkları kanaatine varmıştır. Anılan olayda başvurucular soruşturma dosyasında bulunan diğer belgelere ancak bu belgelerin Bakanlık tarafından AİHM’e gönderilmesi ve akabinde AİHM’in bunları başvuruculara iletmesi üzerine vâkıf olabilmişlerdir (bkz. anılan karar, § 145). Her Hâlükârda Kabul Edilemez Bulunan Başvurulardaki İnceleme Usulü Yönünden AİHM, her hâlükârda kabul edilemez bulduğu bazı başvurularda her bir kabul edilemezlik kriteri yönünden ayrı bir inceleme yapmamış ve sadece bulduğu kabul edilemezlik nedeni yönünden değerlendirme yapmıştır (Açıkça dayanaktan yoksun bulunan başvuruda iç hukuk yollarının tüketilmediğine ilişkin itirazın incelenmediği kararlar için bkz. Kyriacou Tsiakkourmas ve diğerleri /Türkiye, B. No:13320/02, 2/6/2015, § 277; Eylem Kaya/Türkiye, B. No: 26623/07, 13/12/2016, § 55).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/14355
Başvuru, bir kişinin üzerindeki patlayıcı maddeleri patlatması sonucu kendi ölümüyle birlikte pek çok kişinin ölümüne ve birçok kişinin de yaralanmasına neden olduğu olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasında soruşturma evrakını inceleme ve söz konusu evraktan örnek alma yetkisinin hâkimlik kararıyla kısıtlanması ve bu karara yapılan itirazın reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tutuklamanın makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gerekçeli kararın geç yazılması, Cumhuriyet savcısının temyiz dilekçesinin ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının tebliğnamesinin tebliğ edilmemesi, ilk derece mahkemesinde beraat kararı verilmesine rağmen Yargıtay tarafından zamanaşımından düşme kararı verilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, silahlı terör örgütüne yardım etme suçundan 17/3/2004 tarihinde gözaltına alınmış ve 19/3/2004 tarihinde tutuklanmıştır. İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının 5/5/2004 tarihli iddianamesi ile atılı suçtan başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Başvurucu, yargılama sırasında 16/8/2004 tarihinde tahliye edilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) 5/6/2013 tarihli kararı ile başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Dosyada on birden fazla sanık yargılanmıştır. Anılan kararın Cumhuriyet savcısı tarafından başvurucu aleyhine temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 25/6/2014 tarihli kararıyla başvurucu hakkındaki dava, zamanaşımı nedeniyle düşürülmüştür. Başvurucu 5/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17556
Başvuru, tutuklamanın makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gerekçeli kararın geç yazılması, Cumhuriyet savcısının temyiz dilekçesinin ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının tebliğnamesinin tebliğ edilmemesi, ilk derece mahkemesinde beraat kararı verilmesine rağmen Yargıtay tarafından zamanaşımından düşme kararı verilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, yürütülen soruşturma sonucu yer değiştirme suretiyle yapılan il içi atama işleminin iptali istemiyle açılan davanın hatalı değerlendirmeler ile reddedilmesi ve usulsüz olarak aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından görüş bildirilmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Kayseri Merkez Vilayetler Hizmet Birliği Anaokulunda müdür yardımcısı olarak görev yapmakta iken hakkında yürütülen disiplin soruşturması sonucunda getirilen idari teklif kapsamında Kayseri'nin Pınarbaşı ilçesi Toki Şehit Mahmut Fatih Bedir Anaokuluna müdür yardımcısı olarak atanmıştır. Aynı soruşturma kapsamında disiplin yönünden getirilen teklif sonucunda da başvurucuya uyarma cezası verilmiştir. Başvurucu; hakkındaki yer değiştirme işlemine karşı Kayseri İdare Mahkemesinde açtığı iptal davasında söz konusu işlemin yetki unsuru yönünden sakat olduğunu zira 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun maddesi ile görev yeri değişikliği konusunda valiye verilen yetkinin devri mümkün olmamasına karşın yer değiştirme işleminin vali yardımcısı tarafından gerçekleştirildiğini, ayrıca soruşturma sonucu verilen uyarma cezasının yer değiştirmeyi gerektirmediğini, eşinin il merkezinde çalışıyor olması nedeniyle yer değiştirme işleminden dolayı aile bütünlüğünün bozulduğunu ileri sürmüştür. Davalı idare, dava dilekçesine karşı ilk derece mahkemesine sunduğu ilk savunma dilekçesinde itiraz ettiği birtakım hususların yanında ayrıca iptali istenen işlemin vali yardımcısının değil tüm iş ve işlemlerde vali yetkisi bulunan vali vekilinin 22/3/2013 tarihli ve 277260 sayılı atama onayı ile gerçekleştiğini belirtmiştir. Yargılama kapsamında Kayseri İdare Mahkemesi 24/10/2013 tarihinde duruşma açarak hazır bulunan başvurucunun ve davalı idare avukatının beyanlarını dinlemiş ve aynı tarihte başvurucu aleyhine duruşmalı işler için Avukatlık Asgari Ücret Tarifesince belirlenen 320 TL vekâlet ücretine hükmederek davayı reddetmiştir. Mahkeme kararında soruşturma raporu ve bu rapora ek belgelerin incelendiği ifade edilmiştir. Bu kapsamda soruşturma dosyasında; başvurucunun okul müdürü ile öğretmenlere karşı olumsuz ve uygun olmayan tutum ve davaranışlar içine girdiğine, okul çalışanları üzerindeki saygınlığını yitirdiğine, bayan öğretmenlere karşı söylemiş olduğu sözler ve sergilediği davranışlardan dolayı öğretmenler nezdindeki güven duygusunu kaybettiğine, kurumun huzurunu olumsuz etkileme yönünde fiilleri bulunduğuna yönelik bilgilerin olduğu belirtilmiştir. Mahkeme, bu bilgilerin okul idarecilerinin ve birçok öğretmenin soruşturma kapsamında alınan ifadeleri ile doğrulandığının anlaşıldığını belirtmiş ve sonuç olarak başvurucu hakkındaki isnatların yapılan soruşturma sonucu sübuta erdiğini ve davalı idare işleminin sebep unsurunun somut olarak ortaya konulduğunu açıklamıştır. İlk derece mahkemesi kararına karşı başvurucu tarafından itirazda bulunulmuş ancak Kayseri Bölge İdare Mahkemesi 13/2/2014 tarihli kararı ile itirazı reddetmiştir. Karar düzeltme istemi de Kayseri Bölge İdare Mahkemesince 22/4/2014 tarihinde reddedilmiş ve yargılama süreci sona ermiştir. Karar düzeltme isteminin reddine ilişkin ilam başvurucuya 20/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 19/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu ayrıca bireysel başvuru formunun kısmı C başlığı altında; geçirdiği soruşturma nedeniyle yerel gazetede kendisi hakkında yayımlanan bir yazıda şeref ve haysiyetini zedeleyici, aşağılayıcı, düşünce ve basın özgürlüğü sınırlarını aşan ifadeler kullanılmasından dolayı noter aracılığıyla ilgili gazeteye tekzip yazısı gönderdiğini ancak tekzibin yayımlanmadığını, bunun üzerine Kayseri Sulh Ceza Mahkemesine başvuruda bulunduğunu ve başvuru sonucu Mahkemenin tekzip yazısının gazetede yayımlanmasına karar verdiğini, yine de ilgili gazetenin Mahkeme kararının gereğini yerine getirmediğini belirtmiştir. Ancak başvurucu, bu açıklamaların ötesinde herhangi bir bilgiye yer vermemiş; bu olayları bireysel başvuru konusu yaptığına ilişkin açık bir beyanda bulunmamıştır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10253
Başvuru, yürütülen soruşturma sonucu yer değiştirme suretiyle yapılan il içi atama işleminin iptali istemiyle açılan davanın hatalı değerlendirmeler ile reddedilmesi ve usulsüz olarak aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, siyasetçi olan başvurucunun yaptığı bir konuşma sırasında dışişleri bakanına karşı söylediği sözler nedeniyle aleyhine tazminata hükmedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Emekli albay olan başvurucu, olay tarihinde Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Merkez Yürütme Kurulu üyesi ve aynı zamanda genel başkan başdanışmanı olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, MHP Kars İl Başkanlığı tarafından 25/8/2011 tarihinde Kars'ta gerçekleştirilen bir iftar programına davetli olarak katılmıştır. Programda partililere hitaben yapmış olduğu konuşmada şu ifadeleri kullanmıştır: "Şimdi Amerika Birleşik Devletlerinin bölgedeki planlarını yerine getirebilmek için, İngiltere'nin bu coğrafyadaki bazı planlarını yerine getirebilmek için, Avrupa Birliği ülkelerinin yine bu coğrafyadaki bazı planlarını yerine getirebilmek için Türk askeri dahil devletin bütün imkanları kullanılabildiği gibi, bavullarla kendi devletlerine isyan etmiş olan ve ne olacağı meçhul olan insanlara Türkiye Cumhuriyeti devleti 70 yıllık 80 yıllık hatta ta Selçuklu'dan itibaren alacak olur isek Türk devlet geleneğini ayaklar altına alan bir takım uygulamalar yapılıyor. Türk Devlet geleneğinde Osmanlı'da da Selçuklu'da da komşumuzun iç huzuru bizim için önemlidir. Onun toprak bütünlüğü bizim için önemlidir. Dün Kaddafi'den ödül alabilmek için çadırının kapısında bekleyen sayın Başbakan, onun verdiği ödül ile şereflendiğini söyleyen sayın Başbakan, bugün Kaddafi'nin muhaliflerini desteklemek üzere Amerika'nın posta beygiri gibi habire Dışişleri Bakanını gönderiyor. Öyle mi değil mi arkadaşlar? Suriye'ye bakıyoruz. Düne kadar Bakanlar Kurulu üyelerimiz müşterek Bakanlar Kurulu toplantısı yapıyordu. Kardeş ülkeydik. Bugün ne oldu? İşte bugün sözümün başında ifade ederek girdiğim o Rasmussen'in NATO'nun çizmiş olduğu planlar uygulanıyor. Eski bir asker olarak şunu söylüyorum: Türkiye Cumhuriyeti NATO'nun, ABD'nin, AB'nin emrinde değildir. Türkiye Cumhuriyeti şehitlerin emanetidir bize. Dört tane soytarının, dört tane soysuzun on-on beş tane köksüzün birilerine altın tepsiler üzerinde sunacağı bir ülke değildir." Bakan A. (davacı) başvurucunun anılan konuşmasında kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla 9/9/2011 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) 000 TL'lik manevi tazminat davası açmıştır. Davacı; başvurucunun konuşmasında kendisine hakaret ettiğini, eleştiri sınırlarını aşan sözler sarf ederek kişisel haklarına saldırıda bulunduğunu ileri sürmüştür. Mahkeme 11/3/2013 tarihli kararla davanın kısmen kabulü ile başvurucunun davacıya 000 TL tazminat ödemesine karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde; "Amerika'nın posta beygiri gibi" ifadelerinin eleştiri sınırlarını aştığı, her eleştiri gibi siyasi eleştirilerin de eleştiri sınırı aşılmadan, kişilik haklarına yönelmeden yapılması gerektiği, söz konusu ifadelerin ise hakaret niteliğinde olduğu belirtilmiştir. Kararın temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 12/6/2014 tarihli ilamla davanın tamamen reddedilmesi gerektiği kanaatiyle hükmün bozulmasına oyçokluğuyla karar vermiştir. Daire gerekçesinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına atıfta bulunularak özellikle siyasi kimliğe sahip olan kişilerin kendilerine yönelik sert, ağır hatta incitici eleştirilere katlanması gerektiği vurgulanmış; rahatsız edici fikirlerin de ifade özgürlüğü korumasından yararlanması gerektiği belirtilmiştir. Mahkeme, Dairenin anılan bozma kararına uymayarak 30/12/2014 tarihli kararı ile önceki kararında direnmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine direnme kararını inceleyen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (Genel Kurul) 6/11/2018 tarihli kararıyla direnme kararının yerinde olduğuna hükmetmiştir. Genel Kurul gerekçesinde; başvurucu tarafından kullanılan sözlerin siyasetçi olan davacının katlanması gereken eleştiri sınırlarını aştığı, özellikle "Amerika'nın posta beygiri gibi" ifadesinin çağrıştırdığı anlam itibarıyla küçük düşürücü olduğu belirtilerek kullanılan sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında kalmadığı kanaatine ulaşılmıştır. Genel Kurul, hükmedilen miktara yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyayı Daireye göndermiştir. Karar 2/5/2019 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Nihai karar başvurucuya 20/5/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” kenar başlıklı maddesi şöyledir:  “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Koray Çalışkan, B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17-23; Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 29-
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/19608
Başvuru, siyasetçi olan başvurucunun yaptığı bir konuşma sırasında dışişleri bakanına karşı söylediği sözler nedeniyle aleyhine tazminata hükmedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurular; terör örgütü üyeleri tarafından köy sakinlerinin öldürüldüğü, hayvanların telef edildiği, babalarının konutlarına zarar verildiği dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemlerine karşı açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular, muhtelif tarihlerde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm ve İkinci Bölüm Komisyonlarınca muhtelif tarihlerde, başvurucuların adli yardım taleplerinin kabulüne karar verilmiştir. Birinci Bölüm ve İkinci Bölüm Komisyonlarınca muhtelif tarihlerde, başvuruların kabul edilebilirlik incelemelerinin Bölümler tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından 2013/5320 başvuru numaralı dosyanın konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2013/5191 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2013/5191 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve 2013/5320 numaralı bireysel başvuru dosyasının kapatılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular; terör örgütü mensupları tarafından 14/7/1993 tarihinde Batman ili Sason ilçesi Sarıyayla köyü Yıldızkaya mezrasına yapılan baskında hayvanlarının telef olduğunu, babaları S.nin konutuna silahla ateş açılması sonucu konutunun hasar gördüğünü, köy sakinlerinden E.B.nin öldürüldüğünü ve B.nin yaralandığını beyan etmiş ve bu özel durumlarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köylerini terk etmek zorunda kaldıklarını iddia etmişlerdir. Başvurucular, ekli tablonun C satırında belirtilen tarihlerde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. Ekli tablonun D satırında tarih ve sayıları belirtilen Komisyon kararlarında;terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvurularda bilirkişi heyetince yapılan keşif, tutulan tutanaklar, dosyalarda yer alan bilgi ve belgeler uyarınca Sason ilçesi Sarıyayla köyü boşalmadığından, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından bahisle taleplerin reddine karar verilmiştir. Ret işlemleri aleyhine ekli tablonun E satırında belirtilen tarihlerde başvurucular tarafından açılan iptal davalarında, ekli tablonun F satırında tarihleri gösterilen Batman İdare Mahkemesi kararları ile Sarıyayla köyünün Yıldızkaya, Elagöz, Yelek, Gümüşkemer, Karaağaç, Karayün, Üçevler, Kergiz ve Yolaç mezralarından oluştuğu; Batman İl Jandarma Komutanlığının boşalan ve boşaltılan köylere ilişkin yazısında Yıldızkaya, Elagöz, Yelek, Gümüşkemer, Karaağaç, Karayün, Üçevler, Kergiz ve Yolaç mezralarının 1993-2000 tarihleri arasında kısmen boşaltıldığı/boşaldığının ifade edildiği, 1987-2000 yılları arasında Sarıyayla köyünde geçici köy korucusu ile gönüllü köy korucusu görevlendirildiği ve koruculuk sisteminin olduğu, köy korucularının ailelerinin dışında köyde yaşayan 25 hanenin bulunduğu, köy nüfusunun 1990 yılında 1178 kişi, 1997 yılında 605 kişi, 2000 yılında 777 kişi olduğu; 1990-2000 yılları arasında muhtarlık seçimlerinin yapıldığı, Sarıyayla Köyü İlköğretim Okulunun eğitim ve öğretime açık olduğu, Sarıyayla köyü halkının bir kısmının güvenlik kaygısıyla da olsa göç etmesinden dolayı uğradığı zararın anılan köyün tamamen boşalmamış olması, diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve başvurucuya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle 5233 sayılı Kanun hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından bahisle davaların reddine hükmedilmiştir. Başvurucuların temyizi üzerine ekli tablonun G satırında gösterilen tarihlerde Danıştay Onbeşinci Dairesi ilamları ile kararların usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçelerde ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararların bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek hükümlerin onanmasına karar verilmiştir. Başvurucular muhtelif tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K. 2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: “Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;  a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre,  b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar,  c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar,  d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar,  e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,  Nakdî ödeme yapılır.  …  Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5191
Başvurular; terör örgütü üyeleri tarafından köy sakinlerinin öldürüldüğü, hayvanların telef edildiği, babalarının konutlarına zarar verildiği dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemlerine karşı açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 25/2/2021 tarihinde öğrendikten sonra 12/3/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/17030
Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davasında aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuya ait Tokat'ın Erbaa ilçesine bağlı Salkımören köyünde bulunan 168 ada 29 parsel sayılı taşınmazın 610,14 m²'lik kısmının enerji iletim hattı tesis etmek amacıyla 20/9/2011 tarihinde kamu yararı kararı alınarak Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi (TEİAŞ) tarafından irtifak hakkı tesis edilmesi suretiyle kamulaştırılmasına karar verilmiştir. TEİAŞ Kıymet Takdir Komisyonu söz konusu taşınmazın ilgili kısmının irtifak kamulaştırması bedelini 830,42 TL olarak belirlemiş, başvurucu ile anlaşma sağlanamadığından satın alma usulü başarısız olmuştur. TEİAŞ 19/7/2017 tarihinde başvurucu aleyhine Erbaa Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) irtifak kamulaştırması bedelinin tespiti ve tescili davası açmıştır. Mahkeme 3/11/2017 tarihinde dava konusu taşınmazda, Bilirkişi Kurulu eşliğinde keşif yapmıştır. Bilirkişi Kurulunun 13/11/2017 tarihli raporunda tarla niteliğinde olduğu değerlendirilen taşınmaz yönünden net gelir yöntemine göre yapılan hesaplama sonucu irtifak kamulaştırması bedelinin 724,01 TL olduğu görüşü bildirilmiştir. Mahkeme 2/2/2018 tarihinde davanın kabulüne, taşınmazın fen raporunda taralı olarak gösterilen 610,14 m²'lik kısmında TEİAŞ lehine irtifak hakkı tesisi ile tapuya tesciline hükmetmiştir. Mahkeme irtifak kamulaştırması bedelinin ise 724,01 TL olarak tespitine karar vermiştir. Kararda ayrıca bu bedele 19/7/2017 tarihinden itibaren kanuni faiz işletilmesi öngörülmüştür. Bunun yanında davacı idare lehine davalı başvurucudan alınmak üzere 180 TL ve başvurucu lehine davacı idareden alınmak üzere yine 180 TL vekâlet ücreti ödenmesine karar verilmiştir.   Taraflarca mahkeme kararına karşı istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Samsun Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 11/4/2018 tarihinde başvurucu tarafından yapılan istinaf başvurusunu başvuru şartları mevcut olmadığından usulden reddetmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi ayrıca TEİAŞ tarafından yapılan istinaf başvurusunun gerekçeli kararın hüküm kısmının bendinin satırındaki "724,01 TL" ibaresinin hükümden çıkarılarak yerine "371,77 TL" ibaresinin eklenmesi, aynı bendin aynı satırındaki "tespitine" ibaresinden sonra gelmek üzere "Davacı tarafından depo edilen 724,01 TL'den irtifak kamulaştırma bedeli olarak tespit edilen 371,77 TL'nin düşülerek geriye kalan 352,24 TL'nin davacıya iadesine, davalıya ödenmiş olması halinde bu miktarın davalıdan alınarak davacıya verilmesine" ibaresinin eklenmesi suretiyle hükmün düzeltilerek esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Nihai karar 7/5/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Sadettin Ekiz, B. No: 2016/9364, 9/5/2019, §§ 20-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/18701
Başvuru, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davasında aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurular ve akabinde açılan davalarda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular, muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm Komisyonlarınca muhtelif tarihlerde, başvurucuların adli yardım taleplerinin kabulüne karar verilmiştir. Birinci Bölüm Komisyonlarınca muhtelif tarihlerde başvuruların kabul edilebilirlik incelemelerinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından 23/3/2015 tarihinde, 2014/16680 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibatı nedeniyle 2014/16671 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, 2014/16680 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının kapatılmasına, incelemenin 2014/16671 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Bazı başvuruların başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Anayasa Mahkemesi tarafından ekli tablonun A satırında başvuru numaraları belirtilen dosyaların konu yönünden hukuki irtibatı nedeniyle 2014/16671 başvuru numaralı dosya ile birleştirilmesine, incelemenin 2014/16671 başvuru numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer bireysel başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, ekli tablonun C satırında belirtilen tarihlerde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Şırnak veya Van Valiliği Zarar Tespit Komisyonlarına (Komisyon) başvurmuşlardır. Ekli tablonun D satırında tarih ve sayıları belirtilen Komisyon kararlarında başvurucuların taleplerinin reddine karar verilmiştir. Belirtilen ret işlemleri aleyhine ekli tablonun E satırında belirtilen tarihlerde başvurucular tarafından açılan iptal davalarında, ekli tablonun F satırında tarihleri gösterilen Mardin İdare Mahkemesi veya Van İdare Mahkemesi kararları ile davaların reddine yahut dava konusu işlemlerin iptaline şeklinde hükümler kurulmuştur. Bir başvuru yönünden İlk Derece Mahkemesi kararının temyiz edilmesi üzerine ekli tablonun G satırında gösterilen tarihte Danıştay Onbeşinci Dairesi ilamı ile kararın onanmasına hükmedilmiştir. Başvuruculardan bir kısmının kanun yoluna başvurmaması sonucu kararlar temyiz incelemesi aşaması olmaksızın kesinleşmiştir. Başvurucular, muhtelif tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16671
Başvuru, 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurular ve akabinde açılan davalarda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi ve geri gönderme merkezindeki tutulma koşulları nedenleriyle aile hayatına saygı hakkı ile kötü muamele yasağının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, idari gözetim kararına itiraz kabul edildiği hâlde lehe vekâlet ücretine hükmedilmemesi nedeniyle de adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Ekli tabloda yer verilen başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Başvurucular, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı etme işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Bir kısım başvuru dosyası hakkında Komisyonlarca, ileri sürülen iddialar ve ibraz edilen belgeler itibarıyla -başvurucuların yaşamlarına ya da maddi veya manevi bütünlüklerine yönelik ciddi bir tehlike altında olduklarının anlaşılamadığı değerlendirilerek- tedbir talebi incelenmek üzere Bölüme gönderilmemiştir. Bir kısım başvuru dosyası hakkında ise Komisyonlarca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvuruların tedbir ve kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bu dosyalarda Göç İdaresi Genel Müdürlüğünden gelen bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi neticesinde bir kısım başvurucuların tedbir talepleri kabul edilirken bir kısım başvurucunun tedbir talebi reddedilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Konularının aynı olması nedeniyle ek tabloda numaraları belirtilen başvuruların 2016/32270 numaralı bireysel başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Muhtelif ülkelerin vatandaşı olan başvurucular hakkında farklı tarihlerde 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesi uyarınca ilgili valilikler tarafından sınır dışı etme kararı tesis edilmiş, ayrıca başvurucuların bir kısmı idari gözetim altına alınarak geri gönderme merkezlerine konulmuştur. Başvurucular sınır dışı etme işleminin iptali amacıyla ilgili idare mahkemelerinde dava açmıştır. Mahkemeler, başvurucular hakkında alınan sınır dışı etme kararının hukuka uygun olduğunu belirterek davaların reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucuların tümü, haklarında alınan sınır dışı etme kararının uygulanması hâlinde geri gönderilecekleri ülkede kötü muameleye maruz kalma tehlikesi altında bulunduğunu iddia etmiştir. Bunun yanında bazı başvurucular ise sınır dışı etme kararı alındıktan sonra hukuka aykırı olarak idari gözetim altında tutulduğunu, ayrıca tutulduğu merkezin fiziki koşullarının insan haysiyetine aykırı olduğunu belirtmiştir. Karar tarihi itibarıyla tüm başvurucuların tutuldukları geri gönderme merkezinden salıverildikleri anlaşılmaktadır. Tüm başvurular otuz günlük yasal başvuru süresi içinde yapılmıştır. İlgili hukuk için bkz. A.A. ve A.A. [GK], B. No: 2015/3941, 1/3/2017, §§ 28-38; T.T., B. No: 2013/8810, 18/2/2016, §§ 22-25; B.T. [GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 19-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/32270
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi ve geri gönderme merkezindeki tutulma koşulları nedenleriyle aile hayatına saygı hakkı ile kötü muamele yasağının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, idari gözetim kararına itiraz kabul edildiği hâlde lehe vekâlet ücretine hükmedilmemesi nedeniyle de adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, ihtirazi kayıtla verdiği gümrük beyannameleri üzerine fazladan tahakkuk ettirilerek ödenen gümrük ve katma değer vergilerinin faiziyle birlikte geri verilmesi istemiyle açmış olduğu davalarda, mahkemece fazladan tahsil edilen kısmın iadesine karar verilmesine rağmen faiz isteminin reddedilmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 20/12/2012 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 31/10/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 29/5/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 21/7/2014 tarihli görüş yazısı, 7/8/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, ancak başvurucu vekili Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyanlarını yasal süresi içinde ibraz etmemiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile ilgili dava dosyasında yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, yurt dışından getirdiği emtianın beyanname tescil işlemlerini tamamlayarak ithalatını gerçekleştirmek amacıyla Mersin Gümrük Müdürlüğüne başvurmuş ve söz konusu idarenin ithal edilen malların satış faturalarındaki fiyat yerine Gümrük Müsteşarlığı Gümrükler Genel Müdürlüğünün 19/10/2006 tarih ve 27082 sayılı tasarruf yazısına istinaden ve Dış Ticaret Müsteşarlığıyla Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı arasında 2006/5 sayılı Dış Ticarette Standardizasyon Tebliği’ne (Tebliğ) göre belirlenen referans fiyata göre ithali yapılacak emtianın ton fiyatını kendisi belirlemek şartıyla beyannameyi tescil edeceğini belirtmesi üzerine tescil anında idarece belirlenen fiyat üzerinden hesaplanan 16 beyannameyi Mart 2007 ve Ocak 2008 arasında ihtiraz kaydı düşerek tescil ettirmiş ve tahakkuk eden gümrük ve katma değer vergilerini ödemiştir. Başvurucu, bu suretle idare tarafından fazla tahakkuk ettirilerek tahsil edilen fark kıymete isabet eden vergi kısmının iadesi istemiyle her bir beyannameye ilişkin olarak önce Bandırma Gümrük Müdürlüğüne düzeltme başvurusu yapmış, bahsedilen idarenin başvuruları reddi üzerine Mersin Gümrük ve Muhafaza Başmüdürlüğüne başvurarak fazla ödenen vergilerin faiziyle birlikte iadesini talep etmiştir. İdarece taleplerinin reddedilmesi üzerine başvurucu, Mersin Gümrük ve Muhafaza Başmüdürlüğünün 16 adet işleminin iptali ile fazladan tahsil edilen vergilerin dava tarihi itibariyle amme alacaklarına uygulanan faiz oranında işleyecek faiziyle birlikte iadesine karar verilmesi istemiyle Mersin Vergi Mahkemesi nezdinde 16 ayrı dava açmıştır. Mersin Vergi Mahkemesi, 8/1/2008 tarih ve E.2007/298, K.2008/13; 21/2/2008 tarihli E.2007/974, K.2008/164; 10/10/2008 tarih ve E.2007/698, K.2008/896; E.2007/699, K.2008/897; E.2007/700, K.2008/898; E.2007/701, K.2008/899; E.2007/702, K.2008/900; E.2007/703, K.2008/901; 13/10/2008 tarih ve E.2008/95, K.2008/908; E.2008/94, K.2008/907; 31/10/2008 tarih ve E.2008/377, K.2008/1005; E.2008/378, K.2008/1006; E.2008/430, K.2008/1007; E.2008/431, K.2008/1008; 26/11/2008 tarih ve E.2008/242, K.2008/1116; E.2008/243, K.2008/1117 sayılı kararlarında davalı idarece, belirtilen satış bedelinin gerçek olup olmadığına dair herhangi bir somut tespit bulunmaksızın ticari bir değeri bulunmayan ve teklif niteliğinde olan proforma faturada referans olarak kabul edilen fiyatın esas alınarak vergi tahakkuk ettirilmesine hukuken imkân bulunmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, davalı idarenin işlemlerinin iptaline; faiz istemlerinin ise 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun maddesine göre yetkili idareler tarafından gümrük vergileri ile bunların ödenmelerine bağlı olarak tahsil edilmiş gecikme faizinin veya gecikme zammının geri verilmesinde idarece faiz ödenmeyeceği kurala bağlandığından reddine karar vermiştir. Başvurucu, Mersin Vergi Mahkemesinin söz konusu kararları üzerine temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz incelemesini yapan Danıştay Dairesi, ilk derece mahkemesinin gerekçesinin uygun görüldüğü gerekçesiyle 17/11/2011 tarih ve E.2009/2314, K.2011/7741; E.2008/2801, K.2011/7758; E.2008/2003, K.2011/7757; E.2008/7253, K.2011/7760; E.2008/7268, K.2011/7766; E.2008/7252, K.2011/7759; E.2008/7254, K.2011/7761; E.2008/7255, K.2011/7762; E.2008/7256, K.2011/7763; E.2008/7267, K.2011/7765; E.2008/7266, K.2011/7764; E.2009/2316, K.2011/7743; E.2009/2313, K.2011/7740; E.2009/2315, K.2011/7742; E.2009/1505, K.2011/7768; E.2009/1504, K.2011/7767 sayılı kararlarıyla temyiz istemlerini oy çokluğuyla reddetmiştir. Karşı oy gerekçelerinde idarece gerçekleştirilen hukuka aykırılığın hizmet kusuru olduğu ve hizmet kusurundan doğan zararların Anayasa’nın maddesine göre idarece karşılanması gerektiği, ayrıca 4458 sayılı Kanunun maddesinin yargı kararı ile iade edilen vergileri kapsamadığı belirtilmiştir. Başvurucu, Danıştay aynı Dairesinin söz konusu kararları üzerine karar düzeltme yoluna başvurmuş ve aynı Daire 28/9/2012 tarih ve E.2012/4398, K.2012/4084; E.2012/4401, K.2012/4094; E.2012/4400, K.2012/4085; E.2012/5541, K.2012/4109; E.2012/5542, K.2012/4110; E.2012/5475, K.2012/4114; E.2012/5476, K.2012/4118; E.2012/5544, K.2012/4119; E.2012/5539, K.2012/4107; E.2012/5543, K.2012/4113; E.2012/5477, K.2012/4120; E.2012/5479, K.2012/4115; E.2012/5478, K.2012/4112; E.2012/5480, K.2012/4117; E.2012/5540, K.2012/4108; E.2012/4399, K.2012/4090 sayılı kararlarıyla karar düzeltme taleplerini de oy çokluğuyla reddetmiştir. Kararlar aynı tarihte kesinleşmiştir. Anılan kararlar, başvurucuya 8/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 20/12/2012 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 27/10/1999 tarih ve 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Yetkili idareler tarafından, gümrük vergileri ile bunların ödenmelerine bağlı olarak tahsil edilmiş gecikme faizinin veya gecikme zammının geri verilmesinde idarece faiz ödenmez. Ancak, geri verme kararının alındığı tarihten itibaren üç ay içerisinde idarece sözkonusu kararın uygulanmaması halinde, ilgilinin talebi üzerine, üç aylık sürenin bitiminden itibaren faiz ödenir. Bu faiz, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun tecil faizine ilişkin hükümlerine göre hesaplanır.” Anayasa Mahkemesinin 22/5/2014 tarih ve E.2013/104, K.2014/96 sayılı kararının sonuç kısmı şöyledir: “ 1999 günlü, 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, 2014 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.” 4/1/1961 tarih ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun maddesinin 31/05/2012 tarih ve 6322 sayılı Kanunla değiştirilen fıkrası şöyledir: “Fazla veya yersiz olarak tahsil edilen vergiler, fazla veya yersiz tahsilatın mükelleften kaynaklanması halinde düzeltmeye dair müracaat tarihi, diğer hallerde verginin tahsili tarihinden düzeltme fişinin mükellefe tebliğ edildiği tarihe kadar geçen süre için aynı dönemde 6183 sayılı Kanuna göre belirlenen tecil faizi oranında hesaplanan faiz ile birlikte, 120 nci madde hükümlerine göre mükellefe red ve iade edilir.” 12/1/2011 tarih ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 17/04/2008 tarih ve 5754 sayılı Kanunla değişik maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir: “Yanlış veya yersiz alınmış olduğu tespit edilen primler, alındıkları tarihten on yıl geçmemiş ise, hisseleri oranında işverenlere, sigortalılara, isteğe bağlı sigortalılara veya genel sağlık sigortalılarına veya hak sahiplerine kanunî faizi ile birlikte geri verilir. Kanunî faiz, primin Kuruma yatırıldığı tarihi takip eden ay başından, iadenin yapıldığı ayın başına kadar geçen süre için hesaplanır. Ancak Borçlar Kanununun 65 inci maddesi hükmü saklıdır.”
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/28
Başvurucu, ihtirazi kayıtla verdiği gümrük beyannameleri üzerine fazladan tahakkuk ettirilerek ödenen gümrük ve katma değer vergilerinin faiziyle birlikte geri verilmesi istemiyle açmış olduğu davalarda, mahkemece fazladan tahsil edilen kısmın iadesine karar verilmesine rağmen faiz isteminin reddedilmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
1
Başvuru, komşu taşınmaza balık ve su ürünleri toptancı hali yapılması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Tekirdağ'ın Yavuz Mahallesi'nde bulunan Sitesi'nde bağımsız bölüm malikidir. Tekirdağ Büyükşehir Belediyesine (Belediye) ait olan, Sitesi'ne komşu parsel üzerinde Belediye Meclisi tarafından 11/11/2015 tarihinde balık ve su ürünleri toptancı hali yapılmasına ilişkin yatırımın onaylanmasına karar verilmiştir. Başvurucu, anılan kararın iptaline karar verilmesi istemiyle 19/6/2017 tarihinde Tekirdağ İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde, temel kazma ve hafriyat çalışmalarının devam ettiğini, Sitesi'nin bahçe duvarlarına kadar girildiğini ve güvenlik önlemleri alınmadan kazı çalışmalarının sürdürüldüğünü, inşaatın bitmesinden sonra da koku ve gürültü nedeniyle bulunduğu meskenin yaşanamaz hâle geleceğini belirtmiştir. Site sakinlerine herhangi bir uyarı yapılmadan, tebligat gönderilmeden inşaata başlandığını vurgulayan başvurucu, maddi ve manevi olarak zor durumda bırakıldığını, yaşam hakkının, özel hayata saygı hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. İdare Mahkemesi 24/1/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda, bahse konu taşınmazın 3/5/2006 tarihinde yapılan plan değişikliğiyle belediye hizmet alanı (balık ve su ürünleri hali) olarak düzenlendiği, taşınmaz Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri A.Ş. (TTA) adına kayıtlı iken balık hali olarak kullanılmak üzere taşınmazın 8/8/2006 tarihli Özelleştirme Yüksek Kurulu kararı ile Belediyeye bedelsiz devredilmesine karar verildiği ve taşınmaz üzerinde su ürünleri toptancı hali yapılması işinin Belediyenin 2016-2019 yılları yatırım programına alındığı vurgulanmıştır. Kararın gerekçesinde; Belediyenin mülkiyetinde olan, imar planında belediye hizmet alanı (balık ve su ürünleri hali) fonksiyonunda bulunan taşınmaz üzerinde 10/7/2004 tarihli ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu'nda yer alan görevleri yerine getirmek üzere su ürünleri toptancı hali yapılması işinin yatırım programına alınmasına ilişkin 11/11/2015 tarihli kararda hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, İdare Mahkemesi kararına karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucu; Belediyenin takdir yetkisini kötüye kullandığını, bir toptancı hali kurulması için ilgili müdürlüklerle yazışmalar yaparak "Çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) gerekli değildir." şeklinde rapor alması gerektiği hâlde bu yükümlülükleri yerine getirmediğini belirtmiştir. Bununla birlikte başvurucu diğer komşu parselde adliye sarayı inşaatının devam ettiğini, iki yan parselde de hastane bulunduğunu, inşaata başlanırken çevresel etkilerin gözardı edildiğini vurgulamıştır. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 14/9/2018 tarihli kararıyla istinaf dilekçesinde ileri sürülen iddiaların İdare Mahkemesi kararının kaldırılmasını gerektirecek nitelikte olmadığı gerekçesiyle istinaf talebinin reddine karar vermiştir. Nihai karar, başvurucuya 4/10/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Öte yandan aynı sitede mukim diğer kişiler tarafından Tekirdağ Sulh Hukuk Mahkemesi Hâkimliğinde (Hâkimlik) konuyla ilgili olarak tespit davası açılmıştır. Yargılama safahatında hazırlanan 17/4/2017 tarihli bilirkişi raporunda, 51 bağımsız bölümü bulunan Sitesi'nin bitişiğinde bahse konu inşaat kapsamında kazı yapılırken tespit isteyenlere ait arsa ile sınır teşkil eden taş duvarın bir kısmının yıkıldığı, Belediye tarafından hafriyat çalışması yapılırken herhangi bir emniyet ve kazı önleminin alınmadığı, yağışlı havalarda tespit konusu bağımsız bölümlerin zarar görebileceği belirtilmiştir. Bununla birlikte başvurucu tarafından bahse konu bilirkişi raporu kapsamında ortaya konulan tespitler İdare Mahkemesi nezdinde dile getirilmiştir. 5216 sayılı Kanun'un "Büyükşehir ve ilçe belediyelerinin görev ve sorumlulukları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Büyükşehir belediyesinin görev, yetki ve sorumlulukları şunlardır:...t) Her çeşit toptancı hallerini ve mezbahaları yapmak, yaptırmak, işletmek veya işlettirmek, imar plânında gösterilen yerlerde yapılacak olan özel hal ve mezbahaları ruhsatlandırmak ve denetlemek...." 19/6/2002 tarihli ve 24790 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Su Ürünleri Toptan ve Perakende Satış Yerleri Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) "Kuruluş yerlerinin özellikleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Su ürünleri halinin kurulmasında aranılan belli başlı şartlar şunlardır:a) Su ürünleri hali öncelikle, imar planlarında belirlenmiş ve bu amaçla tahsis edilmiş alanlarda kurulur. İmar planı yoksa veya mevcut planda su ürünleri hali için ayrılmış bir alan bulunmuyorsa, Bakanlığın olumlu görüşü alınarak belediyelerce alıcı ve satıcı için uygun altyapıların oluşturulduğu yerlerde kurulur.b) Su ürünleri hali, mesken, işyeri, zararlı madde üreten tesisler ve benzeri yerlere yakın alanlarda kurulamaz. Bu amaç için oluşturulan sağlık koruma bandı ilgili İmar Müdürlüğünce korunur...." Yönetmelik'in "Kuruluş izni" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Su ürünleri hali belediyeler ve gerçek veya tüzel kişiler tarafından kurulur. Su ürünleri hali kurmak isteyenler aşağıdaki bilgi ve belgeleri ibraz etmek şartıyla halin kurulacağı yerdeki Valiliğe müracaat etmek zorundadırlar....e) 2872 sayılı Çevre Kanunu ve bu kanuna ilişkin çıkartılan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği çerçevesinde, Mahalli Çevre Kurulunun, çevresel etkileri önemsizdir kararı veya çevresel etki değerlendirmesi olumlu raporu...." Ayrıca ilgili uluslararası hukuk için bkz. Binali Özkaradeniz ve diğerleri, B. No: 2014/4686, 1/2/2018, §§ 31-33; Gülcan Tutkun Berk, B. No: 2015/2334, 29/11/2018, §§ 19-
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/32994
Başvuru, komşu taşınmaza balık ve su ürünleri toptancı hali yapılması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; tutukluluğun makul süreyi ve kanunda öngörülen azami süreyi aşması ile tahliye talebi hakkında inceleme yapılmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, makul sürede yargılama yapılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 29/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Ayfer Ekin 25/5/2009 tarihinde gözaltına alınmış, 27/5/2009 tarihinde ise tutuklanmıştır. Diğer başvurucu Metin Fındık ise 17/6/2009 tarihinde gözaltına alınmış ve 18/6/2009 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucular hakkında açılan kamu davası sonucunda Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 2/1/2013 tarihli kararıyla başvurucuların terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetlerine ve tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 4/7/2014 tarihli ilamıyla ilk derece mahkemesi kararını başvurucular yönünden bozmuştur. Bozma kararı sonrası başvurucular 8/8/2014 tarihli dilekçeleriyle tutuklu kaldıkları süre gözönüne alınarak tahliyelerine karar verilmesi talebinde bulunmuşlardır. Başvurucuların bu talebi hakkında Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, 8/8/2014 tarihli ve E.2014/272 sayılı ara kararı ile "...6526 Sayılı Yasa'nın 06/03/2014 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdiği, 6526 Sayılı Yasa'nın maddesi ile 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu'na geçici maddenin eklendiği, geçici maddenin fıkrasına göre6352 Sayılı Kanunun geçici maddesi uyarınca görevlerine devam eden ağır ceza mahkemeleri ile bu kanun ile yürürlükten kaldırılan Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesi uyarınca görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırıldığı, bu yasal düzenleme karşısında; 6526 Sayılı Yasa'nın maddesi ile değişik 3713 Sayılı Yasa'nın geçici maddesi ve 6526 Sayılı Yasa'nın maddesi ile değişik 5235 Sayılı Yasa'nın maddesi gereğince mahkememizin iş bu dosyasının bulunduğu aşamadan itibaren kovuşturmaya devam edilmek üzere yetkili ve görevli olan mahkemesine gönderilmesinde yasal zorunluluk bulunduğu ve mahkememizce işin esasına girilerek tutukluluk konusunda değerlendirme yapılamayacağı, istem konusunun esas mahkemesince karara bağlanması gerektiği..." gerekçesiyle karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Anılan karara başvurucuların yaptığı itiraz, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 14/8/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 29/8/2014 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 29/9/2014 tarihinde bireysel başvuru yapmışlardır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 11/8/2014 tarihli görevsizlik kararı üzerine dava, Şırnak Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/598 sayılı esasına kaydedilmiştir. Şırnak Ağır Ceza Mahkemesi 20/8/2014 tarihinde başvurucuların tahliyesine karar vermiş olup dava dosyası ilk derece mahkemesinde derdesttir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." 5271 sayılı Kanun'un "İtiraz usulü ve inceleme mercileri" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Kararına itiraz edilen hâkim veya mahkeme, itirazı yerinde görürse kararını düzeltir; yerinde görmezse en çok üç gün içinde, itirazı incelemeye yetkili olan mercie gönderir.” 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"... Üçüncü ve dördüncü fıkralar uyarınca yapılacak devir işlemleri, bu Kanunla kaldırılan ağır ceza mahkemelerinde görevlendirilen hâkimler ile Cumhuriyet savcıları tarafından bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on beş gün içinde sonuçlandırılır. Dosyaların devir işlemleri sonuçlandırılıncaya kadar, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde, devredilen dosyalarla ilgili koruma tedbirleri hakkında karar vermeye bu mahkemelerin bulunduğu yer hâkim ve mahkemeleri yetkilidir."
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16296
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi ve kanunda öngörülen azami süreyi aşması ile tahliye talebi hakkında inceleme yapılmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, makul sürede yargılama yapılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvuru Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında Kocaeli Valiliğinin 13/1/2017 tarihli kararıyla 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi kapsamında sınır dışı etme kararı tesis edilmiştir Başvurucu 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (676 sayılı KHK) ile 6458 sayılı Kanun'da yapılan değişiklik sonrasında sınır dışı etme işlemi yönünden etkili bir iç hukuk yolu bulunmadığını belirterek doğrudan bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, anılan sınır dışı işleminin iptali istemiyle Kocaeli İdare Mahkemesinde iptal davası açmış; Mahkemenin 13/7/2017 tarihli kararıyla davanın reddine karar verilmiştir. Anılan karar 31/7/2017 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 28/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi 3/12/2020 tarihli ve 2016/43088 numaralı bireysel başvuru dosyasında başvurucu hakkında kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ve kamu makamları tarafından yeniden bir değerlendirme yapılıncaya kadar başvurucunun sınır dışı edilmemesine karar vermiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/33700
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza infaz kurumu disiplin kurulu kararına karşı yapılan şikâyetin infaz hâkimliği tarafından kabul edilerek cezanın kaldırılmasının ardından Cumhuriyet savcılığınca yapılan itirazın başvurucuya bildirilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 25/4/2019 tarihinde öğrendikten sonra 17/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun şikâyeti üzerine yapılan inceleme sonucunda infaz hâkimliğince ceza infaz kurumu tarafından verilen 3 ay ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma disiplin cezasının kaldırılmasına karar verilmiştir. Cumhuriyet savcısının itirazı üzerine itiraz makamınca infaz hâkimliği kararının kaldırılmasına kesin olarak karar verilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18013
Başvuru, ceza infaz kurumu disiplin kurulu kararına karşı yapılan şikâyetin infaz hâkimliği tarafından kabul edilerek cezanın kaldırılmasının ardından Cumhuriyet savcılığınca yapılan itirazın başvurucuya bildirilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, “anayasayı ihlal” ve “silahlı terör örgütü yönetmek” suçları nedeniyle hakkında yürütülen yargılama kapsamında, adil yargılanma ve kişi özgürlüğü ve güvenliği haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 9/11/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış, Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 29/3/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. İkinci Bölüm tarafından 17/9/2013 tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 23/9/2013 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlığın yazılı görüşü 22/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulmuştur. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 2/12/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne beyanlarını 16/12/2013 tarihinde sunmuştur. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP sisteminden temin edilen ek bilgilere göre olaylar özetle şöyledir: İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü (Müdürlük) görevlileri tarafından 9/4/2003 tarihinde, başvurucunun, ailesi ile birlikte oturduğu konutunda arama yapılmıştır. Başvurucu, arama işlemini müteakiben gözaltına alınmış ve Müdürlüğe götürülmüştür. İki farklı yağma suçunun işlenmesine iştirak ettiği şüphesi ile başvurucu hakkında yürütülen soruşturma, MLKP (Marksist Leninist Komünist Parti) Terör Örgütüne yönelik bir operasyonun parçası olup, başka şüpheliler hakkında da arama, gözaltı vb. işlemler yapılmıştır. Başvurucu, 9/4/2003 tarihinde kollukta, 13/4/2003 tarihinde Cumhuriyet savcısı huzurunda susma hakkını kullanmıştır. Cumhuriyet savcısı, başvurucuyu İstanbul 5 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Yedek Üyeliğine sevk ederek sorgusunun yapılmasını ve tutuklanmasını talep etmiştir. 13/4/2003 tarihinde hâkim tarafından yapılan sorgusunda başvurucu, savunmasını yaparak kendisine isnat edilen suçlamaları reddetmiş olup, aynı Mahkemenin 13/4/2003 tarih ve 2003/44 sayılı kararı ile tutuklanmıştır. İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığının 23/7/2003 tarih ve H.2003/822, E.2003/834, K.2003/834 sayılı iddianamesi ile başvurucu hakkında İstanbul 4 No.lu DGM’nde kamu davası açılmıştır. İddianamenin başvurucu ile ilgili kısmı şöyledir:“...Sanık GÜLLÜZAR ERMAN’ın güvenlik kuvvetleri tarafından … adreste yakalandığı, … yasadışı silahlı MLKP örgütünün program ve tüzüğü kabul edip bu amaçla mücadele yürüttüğü, sanığın yakalandığı tarihte İstanbul’da silahlı MLKP terör örgütü adına faaliyet yürüten Hücrede gizliliğini sağlamak amacıyla ZEYNEP kod adıyla, … ve firari sanık … ile birlikte faaliyet yürüttüğü ve aşağıda belirtilen eylemleri gerçekleştirdiği anlaşılmıştır.… 2003 günü Eyüp İlçesi Rami Kuru Gıda Toptancılar Sitesinde bul(u)nan Akbank Topçular Şube Müdürlüğünün silahla gaspedilmesi:Sanık ... GÜLLÜZAR ERMAN’ın, … isimli yasadışı silahlı MLKP terör örgüt mensuplarıyla birlikte Eyüp ilçesi … Akbank Topçular Şube Müdürlüğünü örgüt adına para temin etmek için sözde kamulaştırma amacıyla silahla gasp etmeyi planladıkları, olay günü A...’nın 14’lü tabancayı yanına aldığı, kaleşnikof marka tüfek, … tabancaları ise daha önceden temin ettiği otomobile koyduğu, suç tarihinde ise Eyüp’te buluşarak araçta bul(u)nan kaleşnikof marka tüfek, … tabancaları yanlarına alarak araca birlikte binerek birlikte banka önüne geldikleri, bankanın istihbaratının daha önceden yapılması nedeniyle sanık GÜLLÜZAR ERMAN ile birlikte dört sanığın kar maskeleri takarak banka şubesinden içeriye girdikleri, bir sanığın ise içeriye girmeden dışarıda gözcü olarak kaldığı, bilahare banka özel güvenlik görevlisinin … tabancasını aldıktan sonra vezneye yönelen sanıkların toplam … parayı alarak torbaya koydukları, … arac(a) binerek olay mahallinden uzaklaştıkları, ceraim evrakı, tanıklar … anlatımları, olay yeri inceleme raporu, … kamera görüntülerinden anlaşılmıştır.... 2003 günü Maltepe İlçesi Cevizli Mahallesinde müştekiler … ait silahların gaspedilmesi,Sanık … GÜLLÜZAR ERMAN’ın, … isimli yasadışı silahlı MLKP terör örgüt mensuplarıyla birlikte Döviz bürosu işleten müştekiler …’den döviz gaspetmeyi planladıkları ve suç ... tarihinde otomobille …’da ikamet eden müştekilerin evinin önünde beklemeye başladıkları, bir süre sonra evden çıkan müştekinin yanına giderek … elindeki çantayı gasp ettikleri ve olay yerinin yakınında bekleyen otomobile binerek … uzaklaştıkları, … tabancayı gasp ettikleri … anlaşılmıştır.Bu suretle sanık GÜLLÜZAR ERMAN’ın yasadışı silahlı MLKP örgütü adına yukarıda belirtilen eylem ve faaliyetleri gerçekleştirerek Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamını veya bir kısmını bozma ve değiştirme veya kaldırmaya cebren teşebbüs etmek suçunu işlediği,… tüm soruşturma evrak kapsamından anlaşılmış olmakla,Sanıkların mahkemenizce 3005 sayılı kanuna göre yargılanmalarının yapılarak yukarıda gösterilen sevk maddeleri uyarınca ayrı ayrı cezalandırılmalarına karar verilmesi kamu adına iddia ve talep olunur.” 16/6/2004 tarih ve 5190 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda Değişiklik Yapılması ve Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kaldırılmasına Dair Kanun’un geçici maddesi ile DGM’lerin görev ve yetkilerine son verilmiş, aynı Kanun’un geçici maddesi gereğince başvurucu hakkındaki yargılama, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine (Ağır Ceza Mahkemesi) devredilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 1/4/2009 tarih ve E.2003/213 sayılı “esas hakkında mütalaa”sının başvurucu ile ilgili kısımları şöyledir:“...Sanık Güllüzar ERMAN’ın güvenlik kuvvetleri tarafından … adreste yakalandığı, … yasadışı silahlı MLKP örgütünün program ve tüzüğünü kabul edip bu amaçla mücadele yürüttüğü, sanığın yakalandığı tarihte İstanbul’da silahlı MLKP terör örgütü adına faaliyet yürüten Hücrede gizliliğini sağlamak amacıyla ZEYNEP kod adıyla, … ve firari şüpheli … ile birlikte faaliyet yürüttüğü ve aşağıda belirtilen eylemleri gerçekleştirdiği anlaşılmıştır.… 2003 günü Eyüp İlçesi Rami Kuru Gıda Toptancılar Sitesinde bul(u)nan Akbank Topçular Şube Müdürlüğünün silahla gaspedilmesi:Sanık ... GÜLLÜZAR ERMAN’ın, … isimli yasadışı silahlı MLKP terör örgüt mensuplarıyla birlikte Eyüp ilçesi … Akbank Topçular Şube Müdürlüğünü örgüt adına para temin etmek için sözde kamulaştırma amacıyla silahla gasp etmeyi planladıkları, olay günü A.A.’nın 14’lü tabancayı yanına aldığı, kaleşnikof marka tüfek, … tabancaları ise daha önceden temin ettiği otomobile koyduğu, suç tarihinde ise Eyüp’te buluşarak araçta bul(u)nan kaleşnikof marka tüfek, … tabancaları yanlarına alarak araca birlikte binerek birlikte banka önüne geldikleri, bankanın istihbaratının daha önceden yapılması nedeniyle sanık Güllüzar ERMAN ile birlikte dört sanığın kar maskeleri takarak banka şubesinden içeriye girdikleri, bir sanığın ise içeriye girmeden dışarıda gözcü olarak kaldığı, bilahare banka özel güvenlik görevlisinin … tabancasını aldıktan sonra vezneye yönelen sanıkların toplam … parayı alarak torbaya koydukları, … arac(a) binerek olay mahallinden uzaklaştıkları, ceraim evrakı, tanıklar … anlatımları, olay yeri inceleme raporu, … kamera görüntülerinden anlaşılmıştır.... 2003 günü Maltepe İlçesi Cevizli Mahallesinde müştekiler … ait silahların gaspedilmesi,... Sanık GÜLLÜZAR ERMAN’ın, … isimli yasadışı silahlı MLKP terör örgüt mensuplarıyla birlikte Döviz bürosu işleten … ve ...’den döviz gaspetmeyi planladıkları ve suç tarihinde otomobille …’da ikamet eden müştekilerin evinin önünde beklemeye başladıkları, bir süre sonra evden çıkan ...'nin yanına giderek … elindeki çantayı gasp ettikleri ve olay yerinin yakınında bekleyen otomobile binerek E-5 karayoluna doğru uzaklaştıkları, … tabancayı gasp ettikleri … anlaşılmıştır.Bu suretle sanık GÜLLÜZAR ERMAN’ın yasadışı silahlı MLKP terör örgütü içerisinde MLKP örgütü adına yukarıda belirtilen eylem ve faaliyetleri gerçekleştirerek Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamını veya bir kısmını bozma ve değiştirme veya kaldırmaya cebren teşebbüs etmek suçunu işlediği anlaşılmıştır. …” Ağır Ceza Mahkemesinin 4/5/2011 tarih ve E.2003/213, K.2011/84 sayılı kararı ile başvurucunun, “yasadışı silahlı MLKP terör örgütü adına Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamını veya bir kısımı bozmaya veya kaldırmaya cebren teşebbüs etme suçunun subuta erdiği kabul ...” edilerek, müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiş, karar başvurucuya aynı oturumda tefhim edilmiştir. Başvurucu müdafiinin, İlk Derece Mahkemesi kararını temyiz etmesi üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin, 25/9/2012 tarih ve E.2012/4794, K.2012/10066 sayılı kararı ile başvurucu hakkında verilen mahkumiyet hükmünün düzeltilerek onanmasına oybirliğiyle karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:“Yapılan yargılama sonunda toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanıklar … Güllüzar Erman, …’ın üyesi bulunduğu silahlı terör örgütünün, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını cebir ve şiddet kullanarak değiştirme amacına yönelik olarak vahamet arz eden olayları gerçekleştirdiği, sanıklar … Güllüzar Erman, …’ın sübutu kabul olunan eylemlerinin amaç suçun işlenmesi doğrultusundaki örgütsel bağlılık ile ülke genelindeki organik bütünlüğüne göre amacı gerçekleştirme tehlikesi yaratabilecek nitelikte olduğu belirlenip, kovuşturma sonuçlarına uygun şekilde suçun vasfı tayin edilmiş, … tüm sanıkların cezalarını azaltıcı sebebin niteliği takdir kılınmış, savunmaları inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, … incelenen dosya kapsamına göre verilen hükümlerde aşağıdaki husus dışında bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan, Cumhuriyet savcıları ve sanıklar …Güllüzar Erman, … müdafilerinin temyiz dilekçeleriyle sanıklar … Güllüzar Erman, … müdafilerinin duruşmalı inceleme sırasında ileri sürdükleri yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;765 sayılı TCK’nın lehe olduğu kabul edilerek uygulama yapılması karşısında anılan Kanunun bir bütün halinde uygulanması gerektiği gözetilmeden anılan Kanunun maddesi yerine, 5237 sayılı TCK’nın maddesi gereğince müsadere kararı verilmesi suretiyle karma uygulama yapılması, Kanuna aykırı olup hükmün bu nedenle BOZULMASINA, bu hususun yeniden yargılama yapılmaksızın CMUK’nın maddesine göre düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, hükümdeki ‘5237 sayılı TCK’nın maddesi’ ibaresi çıkarılarak yerine ‘765 sayılı TCK’nın maddesi’ ibaresinin eklenmesi suretiyle, diğer yönleri usul ve kanuna uygun olan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA,…” Başvurucu, 9/11/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 5190 sayılı Kanun’un geçici maddesi şöyledir:“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Devlet güvenlik mahkemeleri ve Devlet güvenlik mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılıklarının yetki ve görevleri sona erer.Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte görevde bulunan Devlet güvenlik mahkemesi başkanı, asıl ve yedek üyeleri bu Kanunla 1412 sayılı Kanuna eklenen 394/a maddesi gereğince Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca görevlendirilecek veya kurulacak ağır ceza mahkemelerine ilk atamalar yapılıncaya ve atananlar görevlerine başlayıncaya kadar sırasıyla; ağır ceza mahkemesi başkan ve üyeleri sıfatıyla; Devlet güvenlik mahkemesi Cumhuriyet Başsavcısı ve Cumhuriyet savcıları da 1412 sayılı Kanunun 394/a maddesinde belirtilen suçları soruşturmak ve kovuşturmak üzere Cumhuriyet savcısı sıfatıyla görevlerine devam ederler ve başka bir göreve atanmalarına Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca karar verilebilir. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu Kanun hükümlerine göre yapılacak görevlendirme ve atamalar, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde gerçekleştirilir.1412 sayılı Kanunun 394/a maddesinde belirtilen suçların soruşturma ve kovuşturmasında görevlendirilen Cumhuriyet savcıları ile aynı maddede belirtilen ağır ceza mahkemelerinin başkan ve üyeleri disiplin sebepleri hariç meşru mazeretleri ve talepleri olmadıkça üç yıl süre ile başka bir yere veya göreve atanamazlar. Bu görev süresinin tespitinde, Devlet güvenlik mahkemesi ve Cumhuriyet Başsavcılıklarındaki görevlerine son atanma tarihleri nazara alınır. Görev süresi dolanlar tekrar atanabilirler.” 5190 sayılı Kanun’un geçici maddesi şöyledir:“Bu Kanunun yayımı tarihinde görev ve yetkileri sona eren Devlet güvenlik mahkemelerinde ve Devlet güvenlik mahkemeleri Cumhuriyet Başsavcılıklarında mevcut dava ve soruşturma dosyaları ayrıca bir karar verilmesine gerek kalmaksızın durumlarına, mahiyetlerine ve kanun hükümlerine göre, bulundukları aşamadan itibaren yargılama ve soruşturmaya devam edilmek üzere görevli ve yetkili ağır ceza mahkemelerine ve bu mahkemelerin bulundukları illerin Cumhuriyet Başsavcılıklarına devredilir.Bu Kanun kapsamına girmeyen suçlar nedeniyle;a) Hazırlık soruşturma safhasında bulunan dosyalar hakkında ilgili Cumhuriyet Başsavcılıklarınca,b) Son soruşturma safhasında bulunan dosyalar hakkında ağır ceza mahkemelerince dosya üzerinden,Kanun hükümlerine göre gerekli kararlar verilmek suretiyle, dosyalar görevli ve yetkili Cumhuriyet Başsavcılıklarına veya mahkemelere gönderilir.” 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “İfade ve sorgunun tarzı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Şüphelinin veya sanığın ifadesinin alınmasında veya sorguya çekilmesinde aşağıdaki hususlara uyulur:…c) Müdafi seçme hakkının bulunduğu ve onun hukukî yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade veya sorgusunda hazır bulunabileceği, kendisine bildirilir. Müdafi seçecek durumda olmadığı ve bir müdafi yardımından faydalanmak istediği takdirde, kendisine baro tarafından bir müdafi görevlendirilir.” 5271 sayılı Kanun’un “İfade alma ve sorguda yasak usuller” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilâç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz.…(3) Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez.(4) Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.” 5271 sayılı Kanun’un “Şüphelinin veya sanığın müdafi seçimi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Şüpheli veya sanık, soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiin yardımından yararlanabilir; kanunî temsilcisi varsa, o da şüpheliye veya sanığa müdafi seçebilir.(2) Soruşturma evresinde, ifade almada en çok üç avukat hazır bulunabilir.(3) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında avukatın, şüpheli veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukukî yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.” 5271 sayılı Kanun’un “Müdafiin görevlendirilmesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.(2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.(3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır. (4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.” 5271 sayılı Kanun’un “Müdafi ile görüşme” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Şüpheli veya sanık, vekâletname aranmaksızın müdafii ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafii ile yazışmaları denetime tâbi tutulamaz.” 5271 sayılı Kanun’un “Delilleri takdir yetkisi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir. (2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.” 4/4/1929 tarih ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Yakalanan kişi veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse talebi halinde baro tarafından kendisine bir müdafi tayin edilir. Yakalanan kişi veya sanık onsekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olur ve bir müdafi'de bulunmazsa talebi aranmaksızın kendisine müdafi tayin edilir.” 1412 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir:“Yakalanan veya tutuklu bulunan kişi vekaletname aranmaksızın müdafi ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafi ile yazışmaları denetime tabi tutulamaz.” Başvurucu gözaltında bulunduğu sırada yürürlükte olan 18/11/1992 tarih ve 3842 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu İle Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Bu Kanunun 4, 5, 6, 7, 9, 12, 14, 15, 18, 19, 20 ve 22 nci madde hükümleri Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda uygulanmaz. Bunlar hakkında 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun bu değişiklikten önce yürürlükte olan eski hükümleri değiştirilmeden önceki halleriyle uygulanır.” 16/6/1983 tarih ve 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un maddesi şöyledir:“Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda yakalanan veya tutuklanan şahıs, yakalama veya tutulma yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç en geç kırksekiz saat içinde hakim önüne çıkarılır ve sorguya çekilir.Üç veya daha fazla kişinin bir suça iştiraki suretiyle toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya fail sayısının çokluğu ve benzeri nedenlerle Cumhuriyet savcısı, bu sürenin dört güne kadar uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. Soruşturma bu sürede sonuçlandırılmazsa Cumhuriyet savcısının talebi ve hakim kararı ile süre yedi güne kadar uzatılabilir.Anayasanın 120 nci maddesi gereğince olağanüstü hal ilan edilen bölgelerde yakalanan veya tutuklanan kişiler hakkında ikinci fıkrada yedi gün olarak belirlenen süre Cumhuriyet savcısının talebi ve hakim kararıyla on güne kadar uzatılabilir.Tutuklu bulunan sanık, müdafii ile her zaman görüşebilir. Hakim tarafından gözaltı süresinin uzatılmasına karar verildikten sonra gözaltında bulunan kişi hakkında da aynı hüküm uygulanır.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/542
Başvurucu, “anayasayı ihlal” ve “silahlı terör örgütü yönetmek” suçları nedeniyle hakkında yürütülen yargılama kapsamında, adil yargılanma ve kişi özgürlüğü ve güvenliği haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Nevşehir İl Özel İdaresi bünyesinde metalurji mühendisi olarak görev yapmakta iken Adıyaman İl Özel İdaresine naklen atanma talepli başvuruda bulunmuş; başvurucunun talebi reddedilmiştir. Başvurucu tarafından belirtilen işlem aleyhine 12/6/2009 tarihinde açılan iptal davası yetkisizlik kararıyla Şanlıurfa İdare Mahkemesine devredilmiştir. Şanlıurfa İdare Mahkemesinin 18/6/2010 tarihli ve E.2010/45, K.2010/1006 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Beşinci Dairesinin 27/3/2013 tarihli ve E.2010/6823, K.2013/2417 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi hükmünün onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 18/12/2013 tarihli ve E.2013/8651, K.2013/10348 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Bu karar 12/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1588
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve basın hürriyeti kapsamındaki eylemlere ilişkin olması nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine iletmiştir. İkinci Bölüm tarafından 3/7/2018 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün Maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık), Cumhuriyet Vakfı (Vakıf) Yönetim Kurulundaki değişikliklerle eş zamanlı olarak Cumhuriyet gazetesinin (gazete) yayın politikasının -özellikle 15 Temmuz darbe teşebbüsüne uzanan süreçte- Vakfın kuruluş felsefesine aykırı şekilde değiştiği ve gazetede devlet aleyhine manipülasyon yapıldığı iddiasıyla başvurucunun da aralarında olduğu çok sayıda kişi hakkında soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda özellikle gazetenin okur kitlesinin dünya görüşüyle bağdaşmayacak şekilde gündemi etkilemeye çalıştığı, yıkıcı ve bölücü manipülasyonlara yönelik haberler yaptığı, terör örgütü lider ve yöneticilerinin şiddet çağrısı yapan açıklamalarına yer verdiği, terör örgütlerini meşru gösterdiği, Türkiye Cumhuriyeti devletini terör örgütleri ile irtibatlı göstermeye yönelik yayınlar yaptığı ileri sürülmüştür. Başsavcılık 25/7/2016 tarihli ve 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK) Maddesinin (l) bendi uyarınca 18/8/2016 tarihinde, başvurucu hakkındaki soruşturma dosyasına ilişkin olarak müdafiinin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisinin kısıtlanmasına karar vermiştir. Başsavcılığın talebi üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 30/10/2016 tarihli kararıyla başvurucunun konutu, işyeri ve aracı ile Vakfın faaliyet merkezinde arama yapılmasına; ele geçirilecek suç unsurlarına elkonulmasına karar verilmiştir. Anılan karar uyarınca 31/10/2016 tarihinde başvurucunun konutunda ve işyerinde arama yapılmış; başvurucunun cep telefonu, tablet ve bilgisayarına el konulmuş ve başvurucu gözaltına alınmıştır. Başvurucunun ifadesi 4/11/2016 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından alınmıştır. İfade alma işlemi sırasında başvurucunun üç müdafii hazır bulunmuştur. İfade tutanağında belirtildiğine göre ifade alma işlemi öncesinde başvurucuya isnat edilen suçlar açıklanmıştır. Başvurucu; ifadesinde yaklaşık yirmi beş yıldır gazetecilik yaptığını, uzun süre Milliyet gazetesinde ekonomi müdürlüğü ve köşe yazarlığı yaptığını, iki yıldır da Cumhuriyet gazetesinde yayın ve haber koordinatörü olarak çalıştığını, 1/9/2016 tarihinde Cumhuriyet Vakfı başkanı O.E.nin teklifiyle genel yayın yönetmeni olduğunu, 2015 yılında gazeteci olarak Abant toplantısına katıldığını, bu toplantı ile ilgili T24 internet sitesinde iki yazı yazdığını, bu yazılarda o dönem Samanyolu televizyonunda yayımlanan dizilerle ilgili eleştiriler yaptığını, görev aldığı süre içinde Vakıf senedinde belirtilen ilkeler çerçevesinde görev yaptığını ifade ederek suçlamaları kabul etmemiştir. Başvurucu aynı tarihte, örgüt hiyerarşisine dâhil olmaksızın silahlı terör örgütlerine yardım etme suçundan tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Talep yazısının ilgili kısmı şöyledir:“…Şüpheli Mehmet Murat Sabuncu’nun Cumhuriyet Gazetesi genel yayın yönetmeni olarak görev yaptığı tespit edilmiştir. Şüpheli Mehmet Murat Sabuncu, FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün kuruluşu olduğundan dolayı hakkında soruşturma yürütülen gazeteciler ve yazarlar vakfının Abant toplantıları olarak bilinen toplantılarına katıldıklarının açık kaynak araştırmaları ile tespit edildiği yapılan açık kaynak araştırmalarından anlaşılmıştır. Cumhuriyet Gazetesi ismiyle çıkan gazetenin imtiyaz sahibinin Cumhuriyet Vakfı olduğu, şüphelinin diğer şüpheliler ile birlikte fikir ve eylem birliği içerisinde hareket etttiği tüm dosya kapsamından anlaşılmıştır. Bu itibarla toplanan delillere göre şüphelilerin gerek savunmalarında gerek bilirkişi raporu MASAK raporu tanık beyanları her ne kadar PKK/KCK ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütlerinin hiyerarşik yapılanmalarına dahil olmasa dahi özellikle son üç yıllık süreçte Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Anayasal Düzenini cebir, şiddet, tehdit ve diğer illegal yöntemlerle değiştirmeyi amaç edinen ve bu kapsamda bir çok eylem ve işlemde bulunduğu gibi ve son olarak 15/7/2016 tarihinde darbe teşebbüsünde bulunan FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile yine ülkemiz topraklarının bir bölümünü ayırarak etnik kökene dayalı devlet kurmayı amaçlayan PKK/KCK silahlı terör örgütlerinin amaçları doğrultusunda halk üzerinde basın ilkelerini yok sayarak algı oluşturmaya yönelik yayınlar yapmak suretiyle örgüt hiyerarşisine dâhil olmaksızın silahlı terör örgütlerine yardım ettiği ve bu örgütlerin propagandasını yaptığı, yukarıda özetle anlatıldığı gibi atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular ve tutuklama nedenlerinin bulunduğu anlaşılmakla;Şüphelinin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti mevcut delil durumu suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi dikkate alınarak, 2 şüphelinin (A.A. ve ) yurt dışında firarı olması bu nedenle şüphelininkaçma ihtimali bulunduğundan 5271 sayılı CMK Ve devamı maddeleri uyarınca …[tutuklanması talep edilmiştir.]” Başvurucu; Hâkimlikteki savunmasında, Savcılıktaki ifadesini tekrar ederek Başsavcılık tarafından yöneltilen suçlamalardan sadece ikisinde adının geçtiğini, bunlardan birinin 2014 yılında meydana gelen Çarli Hebdo saldırısıyla ilgili mülakat yapılması, diğerinin ise Abant toplantısına katılması olduğunu, bir gazeteci olarak birçok toplantıya katıldığını, bunun da onlardan birisi olduğunu, buradan hareketle Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olmakla suçlanmasının hukuka aykırı olduğunu, bunların dışında sayılan haberler, vakıf ilişkileri, reklam ve diğer parasal ilişkilerin kendi sorumluluğunda olmadığını, suçlamaları kabul etmediğini belirtmiştir. Başvurucu müdafileri ise başvurucunun gazeteci olduğunu ve sadece işini yaptığını, A.B.ye Cumhuriyet gazetesinin baştan beri benimsediği siyaset ile gazeteciliğin bir arada olamayacağı ilkesi nedeniyle yazı yazdırılmadığını, Zaman gazetesi ile aynı manşetlerin atılmasının tesadüf olduğunu, başka bir anlam çıkarılmaması gerektiğini, başvurucuya doğrudan yöneltilen bir suçlamanın bulunmadığını, bu durumda gazetede yapılan ve başvurucunun sorumlu olabileceği şeylere bakmak gerektiğini; başvurucunun 1/9/2016 tarihinde genel yayın yönetmeni olduğunu, bahsedilen para işlemleri, haber ve yazıların bu tarihten önceki döneme denk geldiğini, dolayısıyla başvurucunun suçlamalara konu eylemler nedeniyle sorumlu tutulamayacağını, bu nedenlerle suçlamaları kabul etmediklerini beyan etmişlerdir. Hâkimlik 5/11/2016 tarihinde başvurucunun anılan suçtan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:“…… soruşturma evraklarının incelenmesinde; C-    İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü soruşturma kapsamında, şüpheli hakkında silahlı terör örgütüne üye olmamakla beraber örgüt adına faaliyette bulunmak suçundan soruşturma yürütüldüğü ve atılı suçun CMK.nın 100/ Madde ve fıkrasında sayılan tutuklama nedeni varsayılabilir suçlardan olduğu anlaşılmaktadır.2-Soruşturma dosyası kapsamında toplanan deliller, bilirkişi raporu, tanık ve müşteki beyanları, gazete haberleri ile tüm dosya kapsamının hep birlikte değerlendirilmesi neticesinde; Şüphelinin Cumhuriyet gazetesi genel yayın yönetmeni olarak görev yaptığı gerekçesi Hakimliğimizin 2016/558 sorgu sayılı sorgu zaptının iki numaralı bendinde ayrıntılı olarak açıklandığı üzere şüphelinin atılı suç bakımından kuvvetli şüphe altında bulunduğu kanaatine varılmıştır.3- Soruşturmanın halen devam etmekte olup delillerin henüz tam olarak toplanmamış olduğu; toplanacak delillere göre şüpheliye atılı suçun niteliğinin değişmesiyle aleyhine olarak ağırlaşma ihtimalinin bulunduğu kanaatine varılmıştır. 4- Şüpheliye atılı suç için kanunda öngörülen cezanın miktarı, şüphelinin soruşturma tutanaklarına yansıyan, sorguda da gözlemlenen savunma ve davranışları ile inkarcı tutumu hakimliğimizde serbest kalması halinde kaçacağı yolunda kuvvetli şüphe uyandırmıştır.5- Şüpheliye atılı suç için kanunda öngörülen cezanın miktarı, şüphelinin soruşturma tutanaklarına yansıyan, sorguda da gözlemlenen savunma ve davranışları hakimliğimizde, serbest kalması halinde delilleri yok edeceği, gizleyeceği veya değiştireceği, suçun mağduru ve tanıkları üzerinde baskı kurma girişiminde bulunacağı yolunda kuvvetli şüphe uyandırmıştır.6- Yukarıda Ve bentlerde belirtilen nedenlerle şüpheli hakkında tutuklama yerine CMK’nın Maddesinde yazılı adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasının ve bu suretle şüphelinin serbest kalmasının, suçun hiçbir karanlık nokta kalmadan tüm unsurlarıyla ortaya konulması suretiyle aydınlatılması, böylece soruşturmanın ve şüpheli hakkında atılı suçtan açılması muhtemel kamu davasının kovuşturmasının selametle sonuçlandırılması bakımından sakıncalı olacağı, maddede sayılan adli kontrol tedbirlerinin hiçbirinin bu sakıncaları giderme ve ortaya çıkabilecek olumsuz sonuçları bertaraf edebilme niteliğine haiz olmadığı kanaatine varılmıştır. 7- Yukarıda açıklanan nedenler de dikkate alındığında şüpheli hakkında uygulanacak tutuklama tedbirinin, soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi, şüphelinin suçunun sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleri ile ölçülü olduğu kanaatine varılmıştır.Bu nedenlerle şüphelinin CMK.nın Maddesinin Fıkrasının a bendi, Fıkrasının a ve b bentleri gereğince tutuklanmasına … [karar verildi.]” Hâkimliğin kararında atıf yaptığı ve aynı soruşturma kapsamında bir kısım şüphelilerin tutuklanmasına dair 2016/558 Sorgu sayılı tutuklama kararının ilgili kısmı şöyledir: “…Yenigün Haber Ajansının Cumhuriyet gazetesini çıkaran ticari firmanın adı olduğu, Cumhuriyet Vakfının bunlar üzerinde üst bir kurum olduğu, yani Cumhuriyet gazetesinin isim ve yayın hakkını elinde bulunduran bir kurum olduğu, Cumhuriyet Vakfının, Cumhuriyet gazetesinin isim hakkını Yenigün Yayıncılığa ücret karşılığında kiraladığı bu hali ile Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazı ve haberlerin Cumhuriyet Vakfı ve Yenigün Haber Ajansının yönetim kurulu üyelerinin de sorumluluğunu doğuracak nitelikte olduğu, dosya kapsamı incelendiğinde Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan bir çok haber, manşet ve haber detaylarında FETÖ silahlı terör örgütü ile PKK silahlı terör örgütünün propagandası sayılabilecek ve bu örgütler lehine algı oluşturabilecek haberlere yer verildiği, örneğin 15 Temmuz 2016 FETÖ silahlı terör örgütü darbe girişimi sonrası 17 Temmuz 2016 tarihinde gazete manşetinin ‘sokaktaki tehlike’ olarak çıktığı, demokrasisine sahip çıkan darbe tehditini püskürtmek için sokaklara inip geleceğine sahip çıkan millet üzerinden toplumu kaplaştırmaya neden olabilecek haberde Cumhurbaşkanımızın tanka asılan posterlerinin manşet yapılarak sokağa çıkıp demokrasisine sahip çıkılma hadisesinin tehlike olarak görüldüğü, yine bir başka haber manşetinin ‘eksik demokrasi’ adı altında verilerek Yenikapı’da düzenlenen ve darbeye karşı gerçekleştirilip beş milyondan fazla kişinin katıldığı mitingi hedef olarak göstererek HDP’nin mitingde olmamasını eksik demokrasi olarak nitelendirdiği, bir başka haberinde ‘işte Erdoğan’ın yok dediği silahlar’ başlığı altında FETÖ kumpası olduğu mahkemelerce tespit edilen MİT’e ait yardım tırlarının durdurulmasına ilişkin gizli kalması gereken bilgi ve fotoğrafların manşetten yayımlandığı, 22/11/2015 tarihinde sözcü gazetesinde yayımlanan bir yazıda daha önce Taraf gazetesine kendi sızıntılarının taşeronu olarak kullanan bu gizli yapı (FETÖ) MİT tırları haberinde olduğu gibi belgeleri servis etmek için artık Cumhuriyet’i seçti Cumhuriyet sadece cemaatin belgeleri ile değil tweetlerine de bel bağladığı, yine Cumhuriyet gazetesi eski yazarlarından A.B.nin atmış olduğu tweetlerde ‘Cumhuriyette fetöcülükten kürtçülüğe kadar herşey serbest, CHP milletvekili olarak yazı yazmak yasak’ şeklindeki tweete önceden Cumhuriyet gazetesinde çalışan bir yazarın söz konusu gazetenin terör örgütleri tarafından kullanıldıklarının bir delili olduğu, dosya kapsamında mevcut bilirkişi raporunda manipülasyon bir dayatma yöntemidir, insanları etkileme, yönlendirme ve zihinlerini karıştırma metodudur, bu manipülasyon ile devletleri zayıflatmak terör ile mücadeleyi yıpratmak, meşru siyaseti tartışılır hale getirmek amaçlanır, burada araç ise medyadır, Cumhuriyet gazetesinde manipülasyon ile gerçeği perdeleyip terör örgütlerinin amacına uygun hareket ederek iç kargaşa çıkartmaya ve ülkeyi yönetilemez hale getirmeye yönelik haberlere imza attığı, 17-25 Aralık darbe girişimi sürecinde Ergenekon savcılarının Cumhuriyet gazetesinde yer alması, genel yayın yönetmeni ile görüşmeleri, Cumhuriyetin devletçi, geleneksel, laik ve ulusalcı çizgisini ansızın değiştirip devleti hedef alması, devleti hedef alan FETÖ kaynaklı haberleri manşete taşıması, bu yayınların İ.S. ve A.B.nin sonrasına denk geldiğinin belirtildiği, Cumhuriyet gazetesinde A.E. isimli yazarın yurtta sulh konseyi adı altında darbe teşebbüsü yapılan 15 Temmuz 2016 tarihinden iki gün önce ‘Cihanda Sulh peki Yurtta ne’ başlığı ile kaleme almasının dikkate değer olduğu, söz konusu gazetenin bir takım yazarlarının FETÖ’nün organize ettiği Abant toplantılarına katıldıkları, söz konusu gazete ile FETÖ silahlı terör örgütünün yayın organı olan Zaman gazetesinin dönem dönem ortak manşetler attıkları, örneğin 16 Şubat 2016 günü her iki gazetenin manşetinin de ‘Devletin Kalbine Bomba’ şeklinde olduğu, yine şüpheli G.T.Ö.nün ifadesinin Sayfasında Cumhuriyet gazetesini dönem dönem haberlerine ilişkin atılan manşetler incelendiğinde bir manşette ‘Bodruma Baskın, onlarca ölü’ [7/2/2016 tarihli haber] şeklinde olduğu, Cizre’de gerçekleşen olayda PKK terör örgütü mensuplarının Cizre’nin sokak ve mahallelerine hendek ve çukur kazarak masum vatandaşların evlerini gasp ederek içerisine bomba doldurdukları, PKK’lı teröristlerin ilçeye inerek ve vatandaşların evlerini kullanarak Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları ve polis kuvvetlerine ateş açtıkları, yüzlerce asker ve polisimizin şehit edildiği olaylarda devletimizin bekasına silah çeken söz konusu PKK’lı teröristlerin masum olarak gösterilmeye çalışıldığı, ambulansların yaralıları almadıkları yönünde haberler yapıldığı, oysa o tarihte PKK’lı teröristlerce ambulanslara dahi ateş açıldığı görsel basından izlenebildiği, aynı şekilde PKK terör örgütlerince Nusaybin ilçe merkezine hedef alınarak bombalı hendekler kazıldığı, PKK’lı teröristlerce masum vatandaşlarımız ve asker ve polislerimizin şehit edildiği olaylara ilişkin Cumhuriyet gazetesinin o tarihte manşet olarak ‘Nusaybin yerle bir’ [5/6/2016 tarihli haber] şeklinde haber yapıldığı, yine sözkonusu gazetede A.K.G.nin 12 Temmuz 2016 tarihinde ‘Erdoğan babamız olmak istiyor’ adlı haberde ‘madem Erdoğan zorla babamız olmak istiyor, o halde Türkiye’nin bütün ihtiyacı Tunus’taki diktatörün devrilmesine yol açan kıvılcımı çakan Muhammed Buazizi gibi asi bir evlattır, yanlış anlaşılmasın, Buazizi gibi kendisini yaksın demiyorum, bir sigara yaksın ve yeterki söndermesin, sigara sağlığa zararlı bir alışkanlıktır, kötü bir baba ise sigaradan daha zararlıdır.’ Şeklindeki yazıda sübliminal içerikli mesaj verilerek seçimle gelen Cumhurbaşkanına karşı ayaklanma ve buna benzer gayri meşru bir yöntem önerildiği, yine Cumhuriyet Vakfının yönetim kurulu üyeliği seçimlerine ilişkin FETÖ terör örgütü ile bağlantısı olan ya da bu örgüt ile iş birliği içerisine girmek isteyen kişilerin yönetimde yer almaları için yapılan seçimlere ilişkin yasalara aykırı hareket edildiği ve bu hususun halen yargı konusu olduğu, 2/11/2016 tarihinde Ulusalkanal.com.tr adresinde R.Z.nin yazısında söz konusu gazetenin PKK sempatizanları ile ve kripto fetöcülerle doldurulduğunun yazıldığı, aynı internet sitesinde 1/11/2015 tarihinde H.Ç.nin yazısında A.B.nin ne şekilde tasfiye edildiğine dair yazı yazıldığı, yine A. isimli şahsın 1/1/2016 tarihindeki beyanında 23 Mayıs ve 24 Mayıs 2015 tarihli Cumhuriyet gazetesi baskılarının çok önemli olduğu, bu gazetenin bir temel ilkesi olduğu, gazetenin baş sayfasında Cumhuriyet logosunun üzerinde asla haber konmadığını, dinci ve tarikatçıların haberlerinin de asla ilk sayfadan verilmemesi bir kural iken 23 Mayıs 2015’te gazetenin ilk sayfasında FETÖ terör örgütü lideri Fethullah Gülen’in resmi ile birlikte ‘fakirhaneme bunlar malikane diyor’ sözlerinin servis edildiği, bir sonraki günkü haberin de aynı şekilde olduğu, söz konusu durumun gazete tarihinde gerçekleşmemiş bir olay olduğu, yine şüpheli müdafiinin dosyaya sunmuş olduğu Cumhuriyet gazetesinin FETÖ ile ilgili yazı dizisinin ilk sayfadaki yazıları incelendiğinde sözkonusu terör örgütü denilmediği daha çok ‘Gülen hareketi’ ya da ‘cemaat’ şeklinde belirtildiği, bu şekilde tüm şüphelilerin Cumhuriyet gazetesinin süreklilik arzeden bu terör örgütlerinin reklam ve propagandasını yapma faaliyetlerinden sorumlu oldukları ve üzerlerine atılı suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesi altında bulundukları kanaatine varılmıştır.…” Başvurucu 14/11/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 18/11/2016 tarihinde tutuklama kararındakilere benzer gerekçelerle itirazı reddetmiştir. Başvurucu 2/12/2016 tarihinde tahliye talebinde bulunmuş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği aynı tarihte talebin reddine karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara yönelik itirazı da 2/12/2016 tarihinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir. Başvurucu 26/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılığın ¾/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucu ve on altı şüpheli hakkında tutuklamaya esas alınan eylemler nedeniyle örgüt hiyerarşisine dâhil olmamakla birlikte örgüte yardım etme, bir kişi hakkında silahlı terör örgütüne üye olma, bir kişi hakkında ise silahlı terör örgütü yöneticisi olma suçlarından cezalandırılmaları istemiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır. Ayrıca tutuklamaya esas alınmayan eylemler nedeniyle başvurucunun da aralarında bulunduğu bir kısım şüpheliye isnat edilen hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçu da iddianameye konu edilmiştir. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY, PKK ve DHKP/C terör örgütleriyle ilgili genel bilgilere değinilmiştir. Daha sonra gazete, Vakıf ve Şirket hakkında bilgilere yer verilmiş; bunlar arasındaki ilişki açıklanmış ve Vakıf işlemlerindeki bazı hukuka aykırılık iddiaları dile getirilmiştir. Son olarak başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilere yönelik suçlamalara konu olgulara yer verilmiştir. İddianamede 2013 yılı ve sonrasında yapılan üyelik seçimlerinde usulsüzlükler yapıldığı, başvurucunun da aralarında bulunduğu bir kısım şüpheliler tarafından Vakıf yönetim kurulunun ele geçirildiği, bu bağlamda yayın ilkelerinin aksine gazetede yer alan bazı haber, yazı ve manşetler ile devlet aleyhine manipülasyon yapmak suretiyle terör örgütlerine destek verildiği, başvurucunun da 1/9/2016 tarihinden itibaren genel yayın yönetmeni olması nedeniyle bundan sorumlu olduğu ileri sürülmüştür. Ayrıca aralarında başvurucunun da bulunduğu gazetenin bazı yazar ve yöneticilerinin sosyal medyada yaptıkları paylaşımlarla FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne yapılan operasyonlara açık şekilde tepki göstererek örgütün yayın organlarını korumaya çalıştıkları ileri sürülmüştür. Bu bağlamda iddianamede suçlamaya konu edilen ve örgüt bağlantısına delil olarak gösterilen haber ve yazılar şöyledir:A. nin Genel Yayın Yönetmeni Olmasından Sonra Gazetede Yayımlanan Haber ve Yazıları- 23/2/2014 tarihinde yayımlanan “Mit’e İhbarımdır:Verileri Bahçeye Gömdük” başlıklı yazı içeriğinde kamu görevlilerinin çeşitli suçlara karıştıkları ve Millî İstihbarat Teşkilatına (MİT) ait tırlarla terör örgütlerine silah taşındığından bahsedilmektedir.- 21/9/2014 tarihinde yayımlanan “Muammalar Serisi” başlıklı yazı içeriğinde devletin terör örgütlerine (DEAŞ) petrol karşılığında silah sattığından ve bu terör örgütü mensuplarının Türkiye’ye getirilerek tedavi ettirildiğinden bahsedilmektedir.- 13/1/2015 tarihinde yayımlanan “Faşislamizm Damgası Geliyor” başlıklı yazı içeriğinde karikatürüstlere yapılan saldırı nedeniyle Paris’teki yürüyüşe katılan Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın -bir gazetenin haberine atfen- DEAŞ terör örgütü ile ortaklığı nedeniyle dışlandığından bahsedilmektedir.- Gazetede 24/5/2015 tarihinde yayımlanan “İşte Erdoğan’ın Yok Dediği Silahlar” başlıklı haberde -ayrıca soruşturmaya da konu olan- MİT’e ait tırlarla silah taşındığından yani kamuoyunda bilinen adıyla MİT tırları olayından bahsedilmektedir (Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, B. No: 2015/9756, 16/11/2016).- Gazetenin Ankara temsilcisi E.G. tarafından 12/6/2015 tarihinde kendi imzasıyla “Jandarma Var Dedi” başlıklı haber ise bir önceki haberin devamı niteliğindedir.- 28/5/2015 tarihinde yayımlanan “Neden Yayımlıyoruz” başlıklı yazı içeriğinde Türkiye’de de eylemler yaptığını belirttiği bir terör örgütüne MİT tırları ile silah taşındığından ve bu olayı soruşturan hâkim ve savcıların görevden alındığından bahsedilmiş, ayrıca kamuoyunun bunları bilmesi gerektiği için haberlerin yapıldığı ifade edilmiştir.- 1/6/2015 tarihinde yayımlanan “Devlet Memuru Değil Gazeteciyiz” başlıklı yazı içeriğinde MİT tırları olayı ve bununla ilgili gazetede yapılan habere atfen devletin pisliklerini ortaya döktüğünden bunun da gazetecilik görevi olduğundan bahsedilmektedir.- 2/6/2015 tarihinde yayımlanan “Tehdidi Bırak, Bu 20 Soruya Yanıt Ver!” başlıklı yazı içeriğinde MİT tırları olayı ile ilgili olarak cevaplanması gerektiği belirtilen yirmi sorunun sıralandığı, bu soruların cevaplanmasının istendiği ve genel olarak devlet görevlilerinin MİT eliyle terör örgütlerine silah temin ettiğinden bahsedilmektedir.- 9/6/2015 tarihinde yayımlanan “Alnımızın Akıyla” başlıklı yazı içeriğinde MİT tırları ile silah taşındığının belgelendiğine değindikten sonra kendisi () hakkında yürütülen soruşturmadan bahsedilmektedir.- 15/6/2015 tarihinde yayımlanan “Al Sana Yeni Türkiye” başlıklı yazı içeriğinde gazetenin yazarlarından E.G.nin iki haberi ile MİT tırlarıyla terör örgütlerine silah taşındığının ispatlandığından ve olaya ilişkin jandarma raporu olduğundan bahsedilmektedir.- 19/5/2015 tarihinde yayımlanan “Yasaklar Zaafların Örtüsüdür” başlıklı yazı içeriğinde MİT tırları olayı, Suriye toplantısının ses kayıtları, Uludere (ayrıntılı bilgi için bkz. Mehmet Encu ve diğerleri, B. No: 2014/11864, 24/2/2016), Reyhanlı [(Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde) 11/5/2013 tarihinde saat 40’ta iki ayrı bombalı terör saldırısı düzenlenmiştir. Birkaç dakika arayla düzenlenen saldırılarda elliden fazla kişi hayatını kaybetmiş, yüz elliye yakın kişi ise yaralanmıştır. (ayrıca bkz. Utku Kalı (2), B. No: 2014/1358, 12/1 /2017, § 8)] ve Suruç’ta (20/7/2015 tarihinde Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde meydana gelen bombalı terör saldırısında otuz üç kişi hayatını kaybetmiş, yüzden fazla kişi de yaralanmıştır.) yaşanan olayların açığa çıkmasını engellemek maksadıyla yayın yasakları getirildiğinden ve devletin terör örgütlerini (DEAŞ) koruduğundan bahsedilmektedir.- 2/12/2015 tarihinde yayımlanan “Acemi Casus” başlıklı yazı içeriğinde nin tutuklu olarak bulunduğu sırada “Midas’ın kulakları. Pardon MİT tırları silah taşıyor.” Şeklindeki içsel düşüncesini aktardığı anlaşılmaktadır.- 23/12/2015 tarihinde yayımlanan “Para Mektubu Unutturdu” başlıklı yazı içeriğinde 29/11/2015 tarihinde yapılan Avrupa Birliği (AB) zirvesinden ve AB’nin mülteciler konusu nedeniyle kendilerinin yazdığı mektubu gündeme getirmediğinden bahsedilmektedir.- 3/12/2013 tarihinde yayımlanan “Siyasette Nasıl Geldiysen Öyle Gidersin” başlıklı yazı içeriğinde bir kısım siyasi gelişmelerden bahsedilmiştir. İddianamede bu yazı içeriği nin 17-25 Aralık soruşturmalarından önceden haberdar olduğu şeklinde değerlendirilmiştir.- 24/12/2013 tarihinde yayımlanan “Piyonlar Devrildi, Sıra Şahlarda” başlıklı yazı içeriğinde 17-25 Aralık soruşturmalarına atfen kamu görevlilerinin suça karıştığından ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nı kastederek devrilme sırasının geldiğinden bahsedilmektedir.- 24-25/1/2015 tarihlerinde yayımlanan “Yüce Divan’a gitse hayatı bitmiş olurdu” ve “1 numara Erdoğandı” başlığıyla verilen yazılarda eski Cumhuriyet savcısı K. ile yaptığı röportaja yer verilmiştir.B. A.Ş.nin Gazetede Yayımlanan Haber ve Yazıları- 23-26/9/2014 tarihlerinde Avrupa Parlementosu ortaklığıyla Heybeliada’da düzenlenen basın özgürlüğü çalıştayında “Silahlı bir mücadele yürüten bir örgütün yayın organında çalışmak sizi o örgütün üyesi yapmaz. Benim için PKK’nın yayın organında çalışan tüm arkadaşlar gazetecidir.” Şeklinde açıklamalarda bulunduğu belirtilmiştir.- 13/2/2015 tarihinde yayımlanan ‘’Tır’daki sır aydınlandı’’ başlıklı yazı içeriğinde MİT tırları ile Ansar El İslam örgütüne silah gittiği iddia edilerek Türkiye Cumhuriyeti’nin terör örgütlerini desteklediği yönünde açıklamalara yer verilmiştir.- 14/3/2015 tarihinde yayımlanan ‘’Ya Apo Kandil’e ya biz İmralı’ya’’ başlıklı yazı içeriğinde PKK silahlı terör örgütü lideri Cemil Bayık ile yapılan röportajın yayımlandığı anlaşılmaktadır. İddianamede A.Ş.nin röportajda birçok kez teröristlerden gerilla diye bahsettiği, ayrıca haber içeriği ve haberin veriliş şekli dikkate alındığında bilgi aktarma amacını aşarak PKK’nın gündeme ilişkin söylemlerinin kamuoyuna taşınmasını sağladığı, böylece örgütün propagandasının yapıldığı ileri sürülmüştür.- 8/7/2015 tarihinde yayımlanan ‘’Bizimki gazetecilik sizinki ihanet’’ başlıklı yazı içeriğinde MİT tırları soruşturmasında tutuklu bulunan eski Savcı Ö.Ş.nin ‘’MİT Reyhanlı katlimanı biliyordu ama polis ile paylaşmadı’’ şeklindeki açıklamasını içeren ve ceza infaz kurumundan gönderilen mektubu haberleştirilmiştir. İddianamede söz konusu haber ile MİT’in terör örgütleriyle iş birliği yapan bir kurum olarak gösterilmeye çalışıldığı ileri sürülmüştür.- A.Ş.nin İstanbul Adliye Sarayında 31/3/2015 tarihinde görevi başında Cumhuriyet Savcısı Mehmet Selim Kiraz’ı şehit eden DHKP-C terör örgütü mensupları olan B. ve Ş.Y. ile telefon irtibatı kurduğu ve bu irtibatı röportaj hâline getirerek saat 48’de gazetenin www.cumhuriyet.com.tr isimli internet sitesinde “Öldürülmeden yarım saat önce eylemcilerden A.Ş.ye çarpıcı açıklamalar” başlığıyla yayımlandığı, aynı haberin gazetenin ¼/2015 tarihli nüshasında “Bu eylem mecbur bırakıldığımız bir yöntem” başlığıyla verilen haberde, gerçekleşen görüşme içeriği ile birlikte A.Ş.ye ait bir takdim yazısının bulunduğu, bu yazı içeriğinde “Geride gerçeği anlatacak tek bir tanık bile kalmayan rehine krizini sonlandıran kanlı operasyondan kısa bir süre önce telefonun ucundaydı, yanıt verebileceğinden emin olmadan çevirdiğim numara ikinci çalışında karşımda genç bir ses ‘alo’ dedi. Hangisiydi bilmiyorum. Kendimi tanıtıp sorularımı sıralamaya başladığımda, geriden duyulan ses pazarlık halindeydi. Çabuk olmasını istemesine rağmen tüm sorularıma yanıt verdi. Kararlı olduğunu gösteren cümleler kursa da ısrarla aynı şeyin altını çiziyordu: ‘Polislerin kimliği açıklansın, eylem bitebilir’. Olmadı. Bu basit, bugüne dek zaten yargının yerine getirmesi gereken talep reddedildi. Savcı Mehmet Selim Kiraz ile onu öldürmeye geldiklerini söyleyen Ş.Y. ve B.nin cansız bedenlerini geride bırakan ve ‘başarılı’ denilen operasyon gerçekleşti. Bu son söyleşi de buraya not olarak düşüldü.” Şeklinde ifadelere yer verildiği, aynı gün eylemi gerçekleştiren -arkasında silahlı terör örgütü DHKP/C bayrağı olan ve yüzünü örgütün flaması ile kapatan- teröristlerden birinin elindeki silahı şehit Cumhuriyet Savcısı Mehmet Selim Kiraz’ın başına dayadığı fotoğrafının gazetenin ilk sayfasının tamamını kaplayacak büyüklükte basıldığı aynı fotoğrafa gazetenin altıncı sayfasında “Berkin Baskını” başlığı altında tekrar yer verilmiştir. İddianamede söz konusu haberin ve fotoğrafın veriliş şekli ile içeriğinde geçen “eylemci, genç ve kararlı” ibareleri birlikte nazara alındığında gazetenin -terör eylemini kınamak yerine- teröristlere ait mesajı aktarım gücünü görsellerle güçlendirmek suretiyle aktardığı, böylece terör örgütünün propagandasının yapıldığı ileri sürülmüştür. İ.T.nin Gazetede Yayımlanan Yazıları- fuatavni isimli Twitter hesabının ilk kullanıcısı olduğu belirtilen S.S.nin genel yayın yönetmeni olduğu belirtilen www.haberdar.com isimli internet sitesinin Washington temsilciliğini yürüten ve başvurucu ile aynı dosyada terör örgütü yöneticisi olmaktan yargılanan İ.T.nin gazetenin ABD muhabiri yapıldığı ve sonrasında gazetede yazmaya başladığı, bu kişinin WashingtonPoint isimli sosyal medya hesabından attığı mesajlar ile FETÖ/PDY’ye ait haberleri duyurmaya ve örgütü sosyal medya üzerinden savunmaya çalıştığı belirtilmiştir. - İ.T.nin 6/3/2015 tarihli “Erdoğan’la olmaz”, aynı tarihli “Türkiye-ABD ilişkilerinde tarihi düşüş”, 10/3/2015 tarihli “Kiralık sensin göndermesi”, 28/3/2015 tarihli “Türkiye 90’lı yıllara döndü”, aynı tarihli “ABD’den uyarı: Türkiye PKK operasyonlarında ‘Makul’ olmalı”, 12/8/2015 tarihli “ABD’de net tavır: YPG’ye saldırı kabul edilemez”, 12/8/2015 tarihli “ABD: Türkiye’nin IŞİD’e karşı desteği yetersiz” , 10/3/2016 tarihli “Pentagon: Erdoğan’la IŞİD’i yenemeyiz”, aynı tarihli “Erdoğan Washington’da uyarılacak… İşte ‘o’ soğuk mektup” başlıklı yazılarıyla özellikle Cumhurbaşkanı’nın şahsını hedef alarak Türkiye Cumhuriyeti devletinin terörle mücadele etmediği, hatta bazı terör örgütlerine göz yumduğu izlenimi vermeye çalışıldığı ileri sürülmüştür. fuatavni ve jeansbiri İsimli Sosyal Medya Hesaplarından Yapılan Paylaşımların Gazetede Haberleştirilmesi - FETÖ/PDY’nin propagandasının yapıldığı fuatavni ve jeansbiri isimli Twitter hesaplarından yapılan asılsız bilgilerin yer aldığı paylaşımların gazetede haberleştirilerek bunların daha geniş kitlelere aktarılması sağlandığı ve terör örgütlerinin amacına hizmet edildiği ileri sürülmüştür.- Gazetenin 12/10/2015 tarihinde “Fuat Avni’den bomba iddia: Erdoğan’ın Türkiye’yi savaşa sokma planı” başlığı ile verdiği haberde fuatavni isimli Twitter kullanıcısının hesabına erişmeye olanak sağlayan linklerin verildiği belirtilmiştir. Paylaşımın içeriğinde devlet görevlilerinin terör örgütleriyle ilişkili olduğu ve örgüt içinde bulunan elemanlarını kullanarak seçimlerin ertelenmesini sağlamak veya seçim sonuçlarını etkilemek amacıyla kaosa neden olacak eylemler planladıkları ve bunları terör örgütleri eliyle gereçekleştireceklerinden bahsedilmektedir.- Fuat Avni’ye ait hesaptan ve E.G.nin tutuklanmalarından sonra 27/11/2015 günü “ ve E.G.ye çok geçmiş olsun. Korkusuz insanlar, korkak iktidarların kâbusudurlar” şeklinde paylaşımın yapıldığı, gazetenin 9/12/2015 tarihinde bu paylaşımla ilgili yaptığı haberde “… Fuat Avni’den bir daha ses çıkmadı. Oysa tam da bugünlerde, konuşması lazım. Çünkü ‘Rus uçağı düşürülecek’ sözleri WikiLeaks belgelerine geçti, başka ülkelerde yazılıp duruyor. Ama o sustu. Yoksa susturuldu mu? Bakalım bu suskunluk nasıl bir sonuç verecek” şeklinde ifadelere yer verilerek paylaşımların devam etmesinin istendiği ileri sürülmüştür.- Gazetede 24/2/2016 tarihinde yayımlanan “Fuat Avni’den Fidan, Ala ve Erdoğan İddiaları” başlıklı haber içeriğinde anılan hesaptan yapılan paylaşımın aynen aktarılarak haberleştirildiği belirtilmiştir. Paylaşımın içeriğinde devlet görevlilerinin terör örgütleriyle ilişkisi olduğundan ve bir kısım terör olaylarının -özellikle Ankara’da tren garı önünde 10/10/2015 tarihinde gereçekleştirlen ve yüz üç kişinin hayatını kaybettiği, birçok kişinin de yaralandığı terör saldırısının- devlet görevlileri tarafından terör örgütleri eliyle yapıldığından bahsedilmektedir.- Başvurucu ile aynı dosyada yargılanan A.K.A tarafından kullanıldığı belirtilen @jeansBiri isimli Twitter hesabından 20/10/2016 tarihinde “Değerli dostlar bugünkü tag çalışmamız #Aksilahlanma lütfen katılalım” şeklinde yapılan paylaşımın 21/10/2016 tarihinde gazetenin web sitesinden “Ak Silahlanma Provokasyonu” başlığı ile haber olarak yayımlandığı, aynı haberin gazetenin 22/10/2016 tarihli nüshasında “Sosyal medyadan yapılan çağrılara yargı da hükümet de sessiz ‘Ak Silahlanma Provokasyonu’ “ başlığıyla manşet haber olarak verildiği, A.E.nin de aynı konuda 23/9/2016 tarihinde “AKSK (Ak Silahlı Kuvvetler)” başlıklı yazıyı yazdığı belirtilmiştir. Haber içeriğinde bir siyasi partiye mensup kişilerin 15 Temmuz darbe teşebbüsü öncesinde ve sonrasında kamu görevlilerinin kolaylık sağlamasıyla silahlandıklarından bahsedilmekte, A.E.nin yazısında da silahlı bu kişilerin barışçıl eylemlere müdahale edebileceğinden bahsedilmektedir.E. İddianamede Örgüt Bağlantısına Delil Olarak Kabul edilen Diğer Haber ve Yazılar- 23/5/2015 tarihinde gazetenin ilk sayfasında Cumhuriyet logosu yanında FETÖ/PDY liderinin açıklamalarının “Damat Efendi Fakirhaneme Malikhane dedi” başlığı ile verildiği belirtilmiştir.- 2/6/2015 tarihinde A.Y.nin KCK Eş Başkanı Cemil Bayık ile yaptığı ropörtajın “Demirtaş Ölümü Bile Göze Aldı” başlığı ile verildiği, yazı içeriğinde güncel siyasi gelişmelerden, seçimlerden, koalisyonlardan ve Kandil’de bulunan PKK silahlı terör örgütü üyelerinin yaşam tarzından bahsedilmektedir. İddianamede, yazı içeriğinde PKK silahlı terör örgütünün gençler ve sivil toplum kuruluşlarının hassas olduğu çevre duyarlılığı ve kadın-erkek eşitliği” gibi konular üzerinden övüldüğü belirtilmiştir.- 25/7/2015 tarihinde ‘’YURTTA SAVAŞ, DÜNYADA SAVAŞ’’ manşetiyle verilen haberde devletin terörle mücadele kapsamında yaptığı mücadelenin savaş olarak yansıtıldığı ileri sürülmüştür.-Gazetenin internet sitesinde 21/12/2015 tarihinde yayımlanan terör örgütü lideri Murat Karayılan’a ait röportajın “Murat Karayılan: Özerkliği kabul etmezlerse biz de ayrılmayı düşünürüz” başlığıyla verildiği, söz konusu haberle ilgili başlatılan soruşturma sonunda ilgililer hakkında kamu davası açıldığı, haber içeriğinde kamuoyunda hendek olayları olarak bilinen olaylardan bahsedildiği, röportajı veren terör örgütü lideri Murat Karayılan’ın yaşanan terörist eylemleri direniş olarak nitelendirdiği, devlet tarafından teröre karşı yapılan mücadeleyi iç savaş olarak değerlendirdiği, devletin bu mücadeleyi kazanamayacağını ifade ederek bölünmenin gerçekleşeceğini söylediği görülmektedir.- 16/2/2016 tarihinde Zaman gazetesinin ve Cumhuriyet gazetesinin ‘’Azez Düğümü’’ ortak manşetle haber yaptıkları, ayrıca Cumhuriyet gazetesinin İstanbul baskısında dikkat çekmemek için “Azez’de Savaş” başlığını kullandığı belirtilmiştir.- PKK’nın alt yapılanması olan TAK tarafından üstlenilen ve kamuoyunda Merasim sokak saldırısı olarak bilinen, 17/2/2016 tarihinde askerî servis araçlarına yönelik gerçekleştirilen bombalı terör saldırısıyla (Saldırı sonucu asker ve sivil yirmi dokuz kişi hayatını kaybetmiş, seksen yedi kişi de yaralanmıştır.) ilgili olarak 18/2/2016 tarihinde Zaman ve Cumhuriyet gazetelerinin “Devletin Kalbine Bomba’’ şeklinde ortak manşetle haber yaptıkları belirtilmiştir.- 29/5/2016 ile 27/8/2016 tarihleri arasında H.K. isimli kişinin gözaltında bulunduğu sırada kaybolduğu iddiasıyla bir dizi haber ve röportaj yayımlandığı, bu bağlamda iddianamede 29/5/2016 tarihinde “Şırnak Valiliği’nden Hurşit Külter Açıklaması”, 30/5/2016 tarihinde “Temaslar Sonuçsuz… Hurşit Külter’den Haber Yok”, 5/6/2016 tarihinde “Flaş iddia: ‘Hurşit Külter Tümen Komutanlığı’nda tutuluyor”, 12/6/2016 tarihinde “17 gündür açıklama yapılmıyor… Hurşit Külter nerede?”, 20/6/2016 tarihinde “Gözaltında Kayıplar Ülkesi”, 27/6/2016 tarihinde “Ağabey Kamil Külter: Uçan kuştan haberimiz var diyorlar kardeşim nerede?”, 5/7/2016 tarihinde “Bize bayram sevincini yaşatmadılar” ve 27/8/2016 tarihinde “Hurşit Külter’den 93 gündür haber alınamıyor” başlıklı haberlerle devlet aleyhine manipülasyon yapıldığı ve eş zamanlı olarak Taraf gazetesinde de aynı yönde haberlerin yapıldığı, PKK’ya yakın çevrelerin bu olayı uzun süre propaganda aracı olarak kullandığı, sonradan H.K.nın Irak’ın Kerkük ilçesinde ve firari durumda olduğunun anlaşıldığı belirtilmiştir.- Gazetenin 8/2/2015 ile 6/7/2016 tarihleri arasında yazı işleri müdürlüğünü yapan A.E.nin 15 Temmuz darbe teşebbüsünden iki gün önce 13/7/2016 tarihinde “Cihanda Sulh, Peki Yurtta Ne?” başlığıyla yayımlanan yazı içeriğinde siyasi iktidara yönelik olarak özellikle terörle mücadele ve dış siyaset konularında bir kısım eleştirilere yer verilmiştir. İddianamede; yazının başlığının 15 Temmuz darbe teşebbüsünde bulunanların kullandığı Yurtta Sulh Konseyi ile benzerliğinin tesadüf olmadığı, ayrıca yazı tarihinin itirafçıların beyanlarına göre darbenin tabana duyurulduğu tarih olduğu belirtilmiştir. İddianamede, söz konusu yazı ile bir mesaj verildiği belirtilmiştir.- 15 Temmuz darbe teşebbüsünden üç gün önce 12/7/2016 tarihinde gazetenin ilk sayfasında verilen “YAŞ’ta gündem paralel olacak” ve “YAŞ’ta Paralel Tasfiye Beklentisi” başlıklarıyla verilen haber içeriğinde yapılacak olan YAŞ toplantısında FETÖ/PDY bağlantılı askerlere özellikle albay rütbesinde bulunanlara yönelik tasfiye yapılabileceğinden bahsedilmektedir.- A.K.G.nin 15 Temmuz darbe teşebbüsünden üç gün önce 12/7/2016 tarihinde yayımlanan “Erdoğan Babamız Olmak İstiyor” başlıklı yazı içeriğinde Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın sigara konusundaki hassasiyeti ve sigarayı bıraktırmaya yönelik davranışları üzerinden diktatörlüğe doğru bir gidişat olduğu yönünde yorum ve anlatım yapıldığı, bu bağlamda Tunus’ta bir kişinin kendisini yakarak diktatör olarak nitelendirdiği kişinin devrilmesine yol açan olayları başlattığı ifade edilerek o olaya atfen Türkiye’nin ihtiyacının da benzer bir olay olduğundan bahsedilmektedir. İddianamede, söz konusu yazı ile Türkiye’de darbe yapılması veya iç karışıklık çıkarılması konusunda bir mesaj verildiği iddia edilmiştir. -Gazetenin internet sitesinde darbeye teşebbüsün gerçekleştiği 15 Temmuz 2016 tarihinde saat 36’da yayımlanan “1 Haftadır Yoktu… Erdoğan’ın Nerede Olduğu Ortaya Çıktı” başlıklı haber içeriğinde Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın o tarihte nerede olduğuna dair ayrıntılı bilgi verildiği anlaşılmaktadır. - Gazetenin 18/7/2016 tarihinde ‘’Sokaktaki Tehlike’’ manşetiyle verilen haber içeriğinde 15 Temmuz darbe teşebbüsüne yönelik protesto eylemlerinin toplumun bazı kesimlerine yönelik saldırılara dönüştüğü belirtilerek bazı örneklemeler yapılmakta; özellikle darbecilerin emrinde olan erlerin linç edilerek öldürüldüğünden, alevi vatandaşlarımıza ve Suriye’den gelen sığınmacılara yönelik saldırılar yapıldığından bahsedilmektedir. İddianamede, söz konusu haber ile darbe teşebbüsüne karşı çıkan toplumun kamplaştırılmaya çalışıldığı değerlendirilmiştir.- Gazetede 19/7/2016 tarihinde ‘’Cadı Avı Başladı’’ manşetiyle verilen haber içeriğinde darbe teşebbüsüne yönelik protesto eylemlerinin alevi vatandaşlarımıza ve Suriye’den gelen sığınmacılara yönelik saldırılara dönüştüğünden ve bu konuda bir siyasi partinin genel başkanının açıklamalarından bahsedilmiştir. İddianamede; söz konusu haber ile gazetenin darbecilere yönelik mücadeleyi tartışmaya açmaya çalıştığı, ayrıca aynı haberde ‘’Meydanlarda Demokrasiden Söz Eden Yok’’ ara başlığıyla darbe teşebbüsüne alanlarda tepkisini gösteren vatandaşların hedef gösterildiği iddia edilmiştir.- Gazetede 8/8/2016 tarihinde ‘’Eksik Demokrasi’’ manşetiyle verilen haber içeriğinde Yenikapı’da yapılan mitingden ve konuşmalardan bahsedilmiştir. İddianamede, söz konusu haber ile mitingde ortaya çıkan birlik ve beraberlik ruhunun hedef alındığı iddia edilmiştir.F. Başvurucu Tarafından Yapılan Paylaşımlar - Başvurucunun @muratsabuncum isimli Twitter hesabından;20/06/2016 tarihinde,“Özgür Gündem’deki meslektaşlarımızın yanındayız.”14/12/2014 tarihinde,“Dün de bugün de gazeteciliğe yapılan tüm baskılara karşı çıkmak namus borcudur. Dün Radikal’in kapısındakiler bugün Zaman’da. Kabul edilemez.”26/11/2014 tarihinde,“Reddediyoruz … Cumhuriyet 17 Aralık yayın yasağı kararına uymayacak”30/10/2014 tarihinde,“Karşı gazeteye polis baskını kabul edilemez” 15/10/2014 tarihinde,“İlk kez bir devlet adamının bir bankayı batırmak için bağımsız kurula (BDDK) çağrı yaptığını görüyorum. Dünyada benzeri yok … Yeni Türkiye” 22/5/2014 tarihinde,“Ayıp … @evrenselgzt: B. ve taraf yazı müdürü Ş.Ç. için 28-52 yıl hapis istemli iddianame”3/5/2014 tarihinde,E.T.A. (Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı başkan yardımcısı firari FETÖ/PDY şüphelisi) tarafından “@muratsabuncum demek maça kaçtın😊)” “@erkamtufan yakalandım evet …) Galatasaray aşkı …” 18/3/2014 tarihinde,“A[H.A], H.Ş.T.. Başbakan’ın aramasıyla Star gazetesindeki işlerinikaybettiler. Demokrasi buraya hala çok ama çok uzak.”9/3/2014 tarihinde;,“Gülen ailesinin açıklamasından: bir lokma bir hırka yaşamak nedir bilmeyenler O’na iftira attı.27/1/2014 tarihinde, “Gülen’in BBC’ye verdiği mülakatın en önemli yerlerinden biri kürt sorunu çözümü için Öcalan ve Kandil’le görüşme-müzakereye karşı olmaması” şeklinde paylaşımlar yaptığı belirtilmiştir.- İddianamede, başvurucunun bu paylaşımları ile Zaman gazetesine ve Bank Asyaya yönelik operasyonlara karşı çıktığı, 17 Aralık darbe teşebbüsüne destek verdiği, FETÖ/PDY ve lideri Fetullah Gülen lehine algı yaratmaya çalıştığı, ayrıca PKK’nın propaganda yayını olan Özgür Gündeme destek verdiği değerlendirmesi yapılmıştır.G. Ulusal Basında Yer Alan Bazı Haber ve Yazılar - A.A.nın 26/12/2015 tarihinde bir internet haber sitesi muhabiri A.G.ye verdiği ve “Biz Onların Canını Onlar da Bizim Can’ımızı Yaktı” başlığıyla verilen röportajın içeriğinde kamuoyunda özellikle cemaat ile gazete arasında bir yakınlaşma olduğu yönündeki soruların cevaplandırıldığı, başvurucunun bağlantı olduğunu reddettiği ancak ortak mağduriyetler olduğunu ifade ettiği görülmektedir.- 30/1/2016 tarihinde odatv isimli internet sitesinde yayımlanan “Fethullah Gülen CHP, HDP ve Cumhuriyet’i Buluşturdu” başlıklı haber içeriğinde FETÖ/PDYtarafından organize edilen Abant Toplantısına gazetenin yazarlarından A.E. ve A.İ. isimli kişilerin de katıldığından bahsedilmektedir.H. HTS Kayıtları- Başvurucunun iletişim kayıtlarıyla ilgili olarak düzenlenen analiz raporlarında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan haklarında soruşturma yürütülen aralarında eski Hâkim E.nin de bulunduğu on kişi ve Bylock kullanıcısı on üç kişiyle iletişim kurduğu belirtilmiştir. Başsavcılığın başvurucuya isnat edilen suçlamalara ilişkin hukuki değerlendirmesi ise şöyledir:“…TCK’nun Maddesinin Fıkrasında örgütün hiyerarşik yapısı içinde olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kimselerin de örgüt üyesi olarak kabul edileceği belirtilmiştir. Bir kişinin eylem yöntemi, zamanlaması, örgütün çeşitli kademelerinden kişilerle kurduğu irtibatlar örgütle birlikte hareket etme iradesini dışa yansıtan somut delillerdir. Örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmamakla beraber, örgütün amacına bilerek ve isteyerek hizmet eden kişilerin durumu da böyle değerlendirilmelidir. Faaliyetin esasen meşru bir zemine sahip olması da bu durumu değiştirmemektedir … Normal şartlar altında kamuoyunun bilgi edinme hakkı, basın mensuplarının da mesleki faaliyetlerini icra etme hakkı kapsamında hukuka uygun olan faaliyetler tüm ulusal ve uluslararası sistemlerde ulusal güvenlik, kamu düzeni, kamu barışı gibi kriterlerden hareketle sınırlandırılmaktadır. Basın-yayın faaliyeti kapsamında bir terör örgütünün yaptığı algı manipülasyonuna dahil olma, örgüt lideri ve mensuplarını sevimli gösterme çabasına girme, örgüt yöneticilerinin şiddete çağrı ve tehdit içeren açıklamalarını yayımlama, devleti uluslararası terörle ilişkili göstermeye çalışarak terör örgütlerinin faaliyetlerine saha açmanın hukuka uygun kabul edilemeyeceği açıktır. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde şüphelilerden , A.A, B.U., G.T.Ö. Ö.Ç., A.K., T.G., H.K., B.Y., G.Ö., H.K, K.G., Mehmet Murat Sabuncu, A.E., H.A.Ç., A.Ş. ve O.E.nin fiillerinin silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüte yardım etme suçunun, İ.T.nin fiilinin silahlı terör örgütüne üye olma suçunun, A.K.A.nın fiilinin terör örgütü yöneticisi olma suçunun unsurlarına uyduğu anlaşılmıştır.Her ne kadar şüphelilere birden fazla terör örgütüne yardım ettikleri isnadında bulunulması ilk bakışta çelişkili gibi görünse de; terör örgütlerinin farklı ideolojik yaklaşımlara ve tabanlara sahip olmasının, ortak bir düşman algısından hareket ettiklerinde, eylemsel düzlemde fikir ve irade birliği içinde hareket etmelerine engel olmadığı bilinmektedir. Silahlı terör örgütlerinin 15 Temmuz darbe girişimi öncesi ve sonrasında geliştirdiği ittifak ve koordineli hareket tarzı, bir üste bağlı olduklarını göstermekte, ortak hedeflerinin Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükümetini yıpratmak ve yıkmak olduğunu ortaya koymaktadır.” İddianame İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 19/4/2017 tarihinde kabul edilmiş ve E.2017/148 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkemece 25/7/2017 tarihinde yapılan duruşmada başvurucunun savunması alınmıştır. Başvurucu, savunmasında;i. Uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştıktan sonra SKYTÜRK 360 televizyonunda çalıştığını ve T24 haber sitesinde yazdığını, Cumhuriyet gazetesinde ise İ.Y. döneminde 1/8/2014 tarihinde genel yayın koordinatörü olarak çalışmaya başladığını ve gazetede ikinci kişi konumunda olduğunu, nin ayrılmasından sonraki iki aylık süreçte yazı işleriyle ekip olarak çalıştıklarını ancak o döneme ait bir sorumluluk varsa üstlenebileceğini, 1/9/2016 tarihinden itibaren ise genel yayın yönetmeni olduğunu, bu döneme ait varsa tüm sorumluluğun kendisinde olduğunu belirtmiştir.ii. Vakfın ele geçirilmesi suçlamasına ilişkin olarak kendisinin Vakıf yönetiminde hiçbir zaman yer almadığını, ayrıca Vakfın ele geçirildiği tarih olarak belirtilen 18/2/2014 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde çalışmadığını, bu tarihten altı ay sonra 1/8/2104 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde çalışmaya başladığını, Vakıf çalışanlarıyla daha önceden tanışıklığının olmadığını, onları gazeteci olmaları nedeniyle tanıdığını belirtmiştir.iii. MASAK raporunda aleyhine herhangi bir tespit bulunmadığını, üç tanığın beyanında adının geçtiğini, bunların da öz geçmişine ve mesai tanışıklığına dair beyanlar olduğunu belirtmiştir.iv. On üç Bylock kullanıcısı ile görüşme yapmasıyla ilgili olarak kendisinin gazeteci olduğunu, dolayısıyla birçok kişi ile görüşmesinin olağan bir şey olduğunu, bu görüşmelere özel bir anlam yüklenmemesi gerektiğini, E.nin Oda tv davasının hâkimi olduğunu, o dönem FETÖ/PDY tarafından mağdur edilen tanıdıklarının haksızlığa uğradığını anlatmak için görüştüğünü hatta aynı mekânda dahi bulunduğunu ancak bunun dışında başka bir tanışıklığının ve görüşmesinin olmadığını savunmuştur. v. FETÖ/PDY’nin o dönemde -eksikleri olmasına rağmen Türkiye halkları için bir umut olan- barış sürecine zarar verdiğini, bu amaçla Oslo görüşmelerini sızdırdığını, MİT müsteşarını gözaltına aldırmaya çalıştığını, kendi televizyon kanallarında Kürtleri farklı gösteren ve aşağılayan diziler yayımladığını, FETÖ/PDY liderini sempatik gösterdiği iddiasıyla suçlamaya konu edilen tweetin bu hususa dair bir tespit notu olduğunu, sosyal medya hesabında bu tespitlerine yer verdiğini belirterek suçlamaları reddetmiştir.vi. “Bir lokma bir hırka yaşamak nedir bilmeyenler” şeklindeki açıklamaya yer vermesinden -o dönemin şartları düşünüldüğünde- özel bir anlam çıkarılmasının doğru olmadığını, Fetullah Gülen’i övmediğini, sadece bir tespiti aktardığını savunmuştur. Diğer tweetlerin ise kişilerden ve kurumlardan bağımsız olarak yapılanların demokrasi dışı olduğunu ortaya koymak amacıyla yazıldığını, bunun için o kişilerle ve kurumlarla herhangi bir şekilde ilişkisinin olmasının gerekmediğini, bir gazeteci olarak sadece yapılanlara karşı çıktığını savunmuştur. Yine “Cumhuriyet 17 Aralık yayın yasağına uymayacak” şeklindeki tweetin tamamen gazetecilik faaliyeti kapsamında gündemde olan olayın sorgulanması olduğunu savunmuştur.vii. 25/7/2015 “Yurtta Savaş, Dünyada Savaş” manşetinin kesinlikle Yurtta Sulh Konseyine atfen yazılan bir manşet olmadığını, kendilerinin aylar öncesinden darbeyi bilerek böyle bir manşet attıkları yönündeki iddiayı kabul etmediğini, 15 Temmuz gecesi darbeye karşı demokratik bir duruş ortaya koymak amacıyla gazete binasına geldiklerini, ertesi günün manşetlerini henüz uçaklar uçarken belirlediklerini, manşetin “Çözüm Demokrasi” şeklinde olduğunu ve matbaaları olmadığından gazeteyi erkenden baskıya verdiklerini, dolayısıyla herkesten evvel gazetenin bu manşeti baskıya verdiğini ancak iddianamede bu husustan hiç bahsedilmediğini, ayrıca o gece 38’de”demokrasinin yanındayım. Sonuna kadar bedeli ne olursa olsun yanında olacağım” ve 45’te “Darbeye cuntaya karşı bugün, bu gece karşı çıkıp dik durmazsak yarın demokrasi adına söyleyeceğimiz her şey havada kalır. Darbeye hayır” şeklindeki tweetleri attığını, henüz o saatlerde demokrasinin yanında ve darbeye karşı olduğunu açıkça ifade ettiğini, dolayısıyla iddiaların dayanağının bulunmadığını, bir kısım mesajların bağlamından koparılarak suçlamaya konu edildiğini ileri sürmüştür.viii. “Sokaktaki Tehlike” manşetine ilişkin olarak başvurucu, iddianamede bu başlık ile toplumun kamplaştırıldığının iddia olunduğunu ancak haberin içeriğine bakıldığında mahalle aralarındaki provokasyonlara dikkat çekildiğinin görüleceğini, ayrıca bu haberin hemen yanındaki diğer başlığın “Çözüm demokrasi dedik ve hep diyeceğiz” şeklinde olduğunu ancak iddianamede bundan bahsedilmediğini ileri sürmüştür.ix. “Cadı avı başladı” manşetinde darbe teşebbüsü sonrasında başlatılan soruşturmalarda gerçekten suçlu olanlar ile masumların birbirinden ayrılması gerektiğine vurgu yapıldığını savunmuştur. x. “Eksik demokrasi” başlıklı haberde 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra yapılan Yenikapı mitinginde olan herkese yer verildiğini, sadece Halkların Demokratik partisinin (HDP) de orada olması gerektiği yönünde bir eleştiri yapıldığını, bunun dışında bir maksadın olmadığını savunmuştur.xi. 15 Temmuz darbe teşebbüsünden üç gün önce 12/7/2016 tarihinde gazetenin ilk sayfasından duyurulan “YAŞ’ta gündem paralel olacak” başlıklı ve devamı “YAŞ’ta paralel tasfiyesi” şeklindeki haberin suç unsuru taşımadığını, aynı tarihte Star gazetesinin başlığının “FETÖ’nün işi YAŞ” ve Sabah gazetesinin ise “FETÖ’nün işi YAŞ’ta bitecek” şeklinde olduğunu, bu başlıklar arasında ve haber içeriğinde hiçbir fark olmadığını, yapılanın gazetecilik faaliyeti olduğunu savunmuştur.xii. H.K.nın kaybolmasına dair haberlere ilişkin olarak ise Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Şırnak il yöneticisinin kaybolmasının bir gazete için haber değeri olduğunu, bu haber serisinin tamamen olayın safahatını ve gelişmeleri aktarma şeklinde yapıldığını, haberin içeriğinde de kamu görevlilerinin süreç içindeki açıklamalarına yer verildiğini, ayrıca H.K.dan haber alınamayan döneme ilişkin olarak bazı sorular sorularak bu soruların cevabının arandığını, dolayısıyla bu haber serisinin de gazetecilikten başka bir şey olmadığını savunmuştur.xiii. Bir soruya karşılık olarak darbeye karşı ruhsatlı silahın önünün açılacağı yönünde açıklamalar yapıldığını, bu sırada jeansbiri adlı sosyal medya hesabından da bu konuyla ilgili tweet atıldığını ve bunun herkes tarafından konuşulduğunu, Cumhuriyet gazetesinin de bunu haber yaptığını, haber içeriğinde de hesap sahibinin FETÖ/PDY üyesi olabileceğinden açıkça bahsedildiğini, dolayısıyla bu konuda provakasyon yapılmadığını ifade etmiştir.xiv. Bir soruya karşılık olarak bazen ilk anda bir eylemin neden yapıldığı ve kim tarafından gerçekleştirildiği konusunda şüphe ya da bilinmezlik varsa o an için eylem ya da saldırgan denilmiş olabileceğini ancak genel olarak terör örgütü ve terör eylemi kavramlarının kullanıldığını ifade etmiştir.xv. Bir soruya karşılık olarak göreve başladığı eylül ayından tutuklandığı güne kadar hiç kimsenin kendisine talimat vermediğini veya müdahale etmediğini ifade etmiştir.xvi. Bir soruya karşılık olarak A.K.G.nin danışmanlık görevini yayın yönetmeniyle bağlantılı olarak yerine getirdiğini ancak 1/9/2016 tarihinden itibaren atılan her manşetin kendi sorumluluğunda olduğunu, yapılan haberin yayın danışmanı ve yazı işleri müdürleri ile tartışıldığını ve herkesin kendi fikrini söylediğini ancak cezai ve hukuki tüm sorumluluğun yayın yönetmenine ait olduğunu belirtmiştir. Başvurucu suçlamaları kabul etmemiştir. 9/3/2018 tarihinde yapılan duruşmada başvurucu tahliye edilmiştir. Tahliye kararının ilgili kısmı şöyledir:“…haklarında isnat edilen eylem çerçevesinde sanıklar hakkındaki delillerin önemli ölçüde toplanmış olması, sanıkların karartacakları bir delilin kendileri yönünden bulunmaması, sanıkların icra ettikleri görev çerçevesinde dinlenmeyen sanık ve tanık üzerinde baskı yapacağı yolunda kuvvetli şüphenin bulunmaması gözetilip sanık için bu aşamada tutukluluğun ölçüsüz bir tedbir olacağı ve aynı faydanın adli kontrol ile sağlanacağı … [anlaşıldığından tahliyesine karar verildi.] Mahkemece 16/3/2018 tarihinde yapılan duruşmada ise Savcılık esas hakkında mütalaasını sunmuştur. Savcılık, aralarında başvurucunun da bulunduğu on üç sanığın silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüte yardım etme, sanık Y.E.İ.nin terör örgütü propagandası yapma, A.K.A.nın ise terör örgütü yöneticisi olma suçlarından cezalandırılmalarına; T.G., B.Y. ve G.Ö.nün beraatlerine, ve İ.T. hakkındaki dosyaların sanıkların kaçak olmaları ve savunmalarının alınamamış olması nedeniyle tefrikine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme sonraki duruşmanın 24/4/2018-28/4/2018 tarihlerinde yapılmasına karar vermiştir. Mütalaanın ilgili kısmı şöyledir:“…özellikle 2013 yılı itibariyle Zaman, Taraf, Bugün gazeteleri, Samanyolu tv, Kanaltürk gibi yayın organlarının kamuoyu önünde inanılırlığını ve güvenilirliğini yitirerek itibarsızlaşması üzerine yeni yayın organı arayışına geçen ve bu arada T.C Devletine yönelik hukuka aykırı amaç ve hedefleri aynı olunca irtibat kurmakta sakınca görmedikleri PKK/KCK, DHKP-C silahlı terör örgütleri ile aynı çizgide hareket eden FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün, yayın organı olarak ekonomik sorunları ve aynı amaç ve hedefte buluştukları Cumhuriyet gazetesini seçtiği, dayandığı Cumhuriyet Vakfı senedi ve yayın ilkeleri itibariyle Atatürkçü ve Cumhuriyet ilkeleri doğrultusunda yayın politikası izlemekte olan Cumhuriyet gazetesinde bu yönde yayın politikası oluşturmak ve buna karşı gelecek veya engel olacak Atatürkçü ve Cumhuriyetçi yönetici, yazar ve muhabirleri tasfiye etmek adına Cumhuriyet Vakfı yönetim kurulu başkan vekili ve icra kurulu başkanı olması nedeniyle ‘en üst yetkili’ konumda bulunan sanık A.A. ile birlikte hareket ettiği sanıklardan yönetim kurulu üyesi olan H.A.Ç ve Vakıf başkanı olan O.E.nin süreci başlattıkları, bu süreç içerisinde öncelikle yönetim kurulu üyelerinin usulsüz seçimlerle dizayn edilerek, A., Ş.T., İ.K., Ş.S. ve A.B. gibi Atatürk ve Cumhuriyet ilkelerine bağlı ve kendilerine engel gördükleri kişileri tasfiye edip, yerlerine kendileri ile birlikte hareket edecek olan sanıklar Ö.Ç., H.K, K.G, H.K., G.T.Ö. ve B.U.nun seçilmesini sağladıkları, genel yayın yönetmenini belirleme yetkisi ve dolayısıyla gazetenin yayın politikası ile yönetiminde etkin ve söz sahibi olan Cumhuriyet Vakfının yönetiminin bu şekilde şekillendirilip dizayn edilmesi aşamasında ve sonrasında önce yazar olarak gelen sonrasında genel yayın yönetmeni olan ve Cumhuriyet ile hiçbir organik bağı olmayan, Cumhuriyet ekolünden gelmeyen sanık ile birlikte sürecin hızlandığı Atatürkçü duruşları ile bilinen O.A., Ü.Z., F., B.B. gibi yazarların tasfiye edildiği, özellikle Ekim 2015 tarihinde yönetim kurulu üyeliğine yeniden seçilemeyen ancak gazetedeki yazılarına devam eden ve FETÖ/PDY örgütüne açıkça karşı olan A.B.nin yazılarına da sanık nin genel yayın yönetmenliğine gelmesi ile aynı tarihlerde son verildiği, bu arada yazar ve muhabir olarak sanıklar A.E., A.Ş. ve A.K.G. ile önce yayın koordinatörü, haber koordinatörü ve son olarak da nin yurt dışına kaçması üzerine genel yayın yönetmeni olan sanık Mehmet Murat Sabuncu ile ekibin tamamlandığı, sanık A.E.nin gazetede yazı yazması dışında fiili olarak yöneten kişilerden olduğu, yine sanık A.K.G.nin de yazı işleri toplantılarına katıldığı, bu şekilde başlayan ve devam eden süreç içerisinde yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, sanıkların birlikte hareket etmek suretiyle T.C Devletinin egemenlik ve toprak bütünlüğü ile Milletin huzur ve güvenliğini tehdit eden PKK/KCK, DHKP-C ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütlerinin amaç ve hedeflerine hizmet edecek şekilde, yine T.C Devleti ve Hükümetini gerek yurt içinde gerekse uluslararası platformda zor durumda bırakıp, itibarsızlaştırarak IŞİD gibi terör örgütlerine yardım ettiği, desteklediği algısı yaratmak suretiyle uluslararası yargı organları nezdinde hukuki ve cezai sorumluluk altına sokmak amaç ve kastı ile bir bütün halinde yukarıda belirtilen haber, yazı, açıklama, paylaşım gibi yayınlar yapmak, özetle bir bütün halinde yayıncılık faaliyetinde bulunmak suretiyle bu terör örgütlerine destek olup yardım ettikleri, bu suretle terör örgütü üyesi olmamak ile birlikte terör örgütüne yardım etme suçunu işledikleri anlaşıldığından …[cezalandırılmalarına karar verilmesi talep edilmiştir.]…” Mahkeme 25/4/2018 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun örgüt hiyerarşisine dâhil olmamakla birlikte silahlı terör örgütleri PKK, DHKP-C ve FETÖ/PDY’ye yardım etmek suçundan 7 yıl6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme ayrıca gerekçeli kararında iddianamede yer verilmeyen ve yargılama aşamasında dosyaya dâhil edildiğini belirttiği bir kısım delillere de yer vermiştir. Kararın ilgili bölümleri şöyledir:“ İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosunun Mahkemeye gönderdiği 23/10/2017 tarihli yazıBu belge içerik bakımından suç tarihi öncesine ait olmakla CMK.nın Maddesi çerçevesinde bir delildir. Belgede fetö/pdy terör örgütünün önemli iletişim noktalarından biri olan yönetici sıfatı ile soruşturma takibinde ki E.T.A.nın U. isimli olan ve FETÖ/PDY’ nin önemli unsurlarından biri olan Gazeteci Yazarlar Vakfı başkanı sıfatına sahip şahısla bylock üzerinden yaptığı görüşme içeriği bildirilmektedir. 22/1/2016 tarihli olup U. tarafından E.T.A.ya gönderilen mesaj da ‘Mesajlar arasında Cumhuriyet ile Zaman’ın demokratlığını kıyaslayan bir mesaj gördüm dayanışma gerektiren bir zamanda bu nevi mesajların uygun olmadığını düşünüyorum ‘27/12/2015 tarihli E.T.A.nın bir başka örgüt yöneticisi Y.ye bylock üzerinden gönderdiği mesaj da ‘Ocak ayının sonuna doğru Abant toplantısı yapmak istiyoruz iyi bir katılım ümidimiz var 000 TL gibi bir maliyet olacak yapalım mı para konusunda yardımcı olunabilir mi ? …. A., T. ile görüştük yapalım diyorlar Vakfa yönelik bir tehlike arifesinde Beyin yerine 15 günlük nöbetçi başkanlar olsun diyoruz…. T. Ve A. Tamam dedi demokrasi nöbeti uygun mudur? ‘12/1/2016 tarihinde E.T.A.nın bylock üzerinden Y.yemesajında ‘geçenlerde A.B. geldi saraya yakın bir arkadaşı vakfı basacaklar sen mütevelli heyetinden ayrıl demiş oda lütfen beni yanlış anlamayın ben her zaman hizmetin yanındayım şüpheniz olmasın ama mütevelliden beni çıkartın dedi. ‘21/1/2016 tarihinde Y.nin E.T.A.ya mesajında ‘Hocam Abanta katılacakları kendilerine okudum memnu oldu acaba Cumhuriyet’ten ve Sözcü gazetesinden de birileri olsa keşke buyurdu…. Ayrıca ye ve H.ye BEYAN kitabını imzaladı’17/12/2015 tarihli olan E.T.A.nın bir başka bylock kullanıcısına mesajında ‘Bugün nin duruşmasındaydım en az yüz kişi vardı alkışlarla karşılandı salona girerken ve çıkarken” 1/9/2015 tarihli olan E.Y.nin bylock üzerinden E.T.A.ya mesajında ‘E. Bey bir teklifim var ancak bunu bizim seslendirmemiz değilde N. HANIM gibi birilerini veya gibi birilerinin söylemesi faydalı olur bundan sonra hangi gazete baskın yerse ertesi gün bütün gazeteler o gazetenin yüzünü aynen bassın ve bütün gazeteler birlikte hareketin resmini versinler yani bir nevi bütün basın o gün biz bugün medyasıyız demiş olsalar yarın başka gazeteler olursa aynı şeyler onlar içinde olmalı tabi’Özellikle son mesajda zirve yapan bu yaklaşım ve genel yayın yönetmeni olduğu gazete ile fetö terör örgütü ile nasıl bir dayanışma içinde olduğunu zira fetö terör örgütünün sanık ye Nazının ne kadar geçtiği ve onu kamuoyu yapılıcığında ne denli kullanabileceği göstermesi bakımından önemlidir. Yine bu mesajların içerikleri FETÖ/PDY’nin Abant toplantıları konusundaki stratejileri o toplantılara kimlerin katılacağı hususundaki organizasyon nin hoca tarafından yani Fetullah GÜLEN tarafından kitap gönderilerek ve imzalanarak sözde şerefe mazhar kılınması oldukça dikkat çekicidir. “…“Sanık Aleyhine Kabul Edilen DelillerSanığın gazetede üstlenmiş olduğu genel yayın yönetmenliği sıfatı ve nin yurt dışına kaçması aşamasından sonra fiilen bu görevi sanık tarafından üstlendiğinin kendisi tarafından da açıklanmasıyla fiilen nin ayrıldığı 23/5/2016 tarihinden itibaren gazetenin temel yayın politikası ve yayın içeriklerinden sorumlu olması Sanığın olağan kabul edilebilecek sayıdan daha fazla miktarda hakkında FETÖ/PDY iltisakı nedeniyle soruşturma bulunan ya da bylockcu olduğu anlaşılan kişi ile telefon trafiği ve bunların diğer deliller ile birleştiğinde sanık aleyhine değerlendirilmesi gerektiği Sanığın sorumlu olduğu dönemde gazetede yapılan yayınlar terörü ve örgütleri legalize eden haberler 20/6/2016 tarihinde yayımlanan ve iddianamede de yer alan H.K. haberleri ve bu haberin öncesinde 29 mayıs 2016 tarihinden başlayarak aşamalarda yayımlanan taraflı haberler ile PKK lehine bir algı ve propaganda yaratacak ölçüde ve Taraf gazetesiyle eş zamanlı olarak haber yapılması ve bu süreçte sanığın genel yayın yönetmeni olması Gazetede 15 Temmuz 2016 tarihinden itibaren yayımlanan ve devletin karşı koyma refleksinin eleştirilip FETÖ/PDY’nin masum ve mağdur gösterilmeye çalışıldığı haberler aşamasındaki görev yetki ve tercihleri 15 Temmuz 2016 tarihinde akşam saatlerinde gazetenin internet sayfasında yayımlanan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın nerede olduğunu ayrıntılı bir şekilde nerede olduğunu gösteren haberlerin yapılmasıyla gece gerçekleşecek olan darbe girişimine dönük bilgi akışının sağlanması 15 Temmuz darbe girişimi hemen öncesinde yapılan haberler ile askeri alanda önemli tasfiyelerin olacağı yolunda ki propaganda ile darbe girişimine yönelik katılımın artırılmasına dair amaç gösteren haberlerin gazetede yer almasıSonuç Değerlendirme ve Kabul Sanık gazetede içerisinde taşıdığı sıfat kendi görev döneminde terör örgütlerine yer yer ayrıntısı ile açıklandığı üzere destekleyen ve propagandalarını ve algı yönetimlerini kamuoyuna yansıtmak suretiyle yardım gerçekleştiren haber ve yayınların süreklilik arz eder şekilde yayınlanması aşamasında gösterdiği kast gerekçesiyle TCK’nın 220/ Maddesi uyarınca cezalandırılmış sanığın üstlendiği görev ve süreç içerisindeki kast yoğunluğu gözetilerek ve sanığın kastıyla ortaya çıkan eylemlerin zarar ve tehlikesinin ağırlığı gözetilip teşdit uygulanmış öte yandan sanığın yargılama sürecinde bir pişmanlığının olmaması ve üstlendiği eylemdeki durumu dikkate alınarak takdiren TCK’nın Maddesi değerlendirilmemiştir.” Başvurucu istinaf kanun yoluna başvurmuş, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi tarafından 18/2/2019 tarihinde istinaf isteminin esastan reddine karar verilmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla temyiz kanun yolunda derdesttir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Şahin Alpay [GK], B. No: 2016/16092, 11/1/2018, §§ 41-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/50969
Başvuru, uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve basın hürriyeti kapsamındaki eylemlere ilişkin olması nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0