text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle 2017/14665 sayılı bireysel başvuru dosyasının 2017/14645 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/14645 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1/1/2016 tarihinde Silopi ilçesinde ilan edilen sokağa çıkma yasağı nedeniyle kolluk görevlilerinin yaptığı ev tahliyeleri sırasında GBT (Genel Bilgi Toplama) sorgulamasında gözaltına alınmıştır. Başvurucu Silopi Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan sorgusunun ardından 3/1/2016 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Cizre Cumhuriyet Başsavcılığının 30/5/2016 tarihli iddianamesi ile başvurucunun devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, nitelikli şekilde tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması, kamu malına yakarak zarar vermeye teşebbüs, kamu malına zarar verme, patlayıcı madde kullanarak/silahla ateş ederek genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması, kamu görevlisini görevinden dolayı kasten öldürmeye teşebbüs, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet etme suçlarından cezalandırılması istemiyle hakkında Cizre Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Cizre Ağır Ceza Mahkemesi 13/7/2017 tarihinde davanın Şırnak Ağır Ceza Mahkemesinde görülmekte olan E.2017/122 sayılı dava ile birleştirilmesine karar vermiştir. Başvurucu hakkında çeşitli suçlardan iki ayrı kamu davası daha açılmıştır. Bu davalar da Şırnak Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/122 sayılı davası ile birleştirilmiştir. Şırnak Ağır Ceza Mahkemesinde görülmekte olan davada 4/9/2019 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu bu karara itiraz etmiştir. Şırnak Ağır Ceza Mahkemesi 16/9/2019 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Bu karar 15/11/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Şırnak Ağır Ceza Mahkemesi 25/9/2020 tarihinde devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçundan başvurucunun 20 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf aşamasında derdesttir. Başvurucunun hükmen tutukluluğu devam etmektedir. İlgili hukuk için bkz. Erkam Abdurrahman Ak, B. No: 2014/8515, 28/9/2016, §§19- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/40959 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: 27/4/2006 tarihinde bel fıtığı ameliyatı olan başvurucuya, tedavisinin devamı amacıyla 29/4/2006 tarihinde Edirne Devlet Hastanesinde enjeksiyon yapılmıştır. Bu işlem sonrasında başvurucunun sağ bacağı ile ayağında uyuşma ve güç kaybı oluştuğu, nihayetinde de meslekte kazanma gücünü %34 oranında kaybettiği anlaşılmıştır. Başvurucu, hatalı tıbbi müdahaleden kaynaklanan zararlarının giderimi istemiyle 5/3/2007 tarihinde Edirne İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde; bel fıtığı tedavisi gören başvurucuya yapılan enjeksiyon işleminin hatalı olduğu, iş gücü kaybı meydana geldiği, olayda ağır hizmet kusuru bulunduğu belirtilerek maddi ve manevi tazminat talebinde bulunulmuştur. Davalı idare vekili cevap dilekçesinde; idareye atfedilebilir bir hizmet kusurunun bulunmadığını, oluştuğu ileri sürülen zarar ile idari faaliyet arasında illiyet bağı kurulamadığını ileri sürülerek davanın reddi gerektiğini ifade etmiştir. Yargılama sürecinde Adli Tıp Kurumu (ATK) İhtisas Kurulundan rapor alınmıştır. 18/12/2009 tarihli raporda; başvurucunun sağ ayağında meydana gelen güçsüzlüğün enjeksiyon nöropatisi ile uyumlu olduğu ve komplikasyon olarak kabul edildiği, enjeksiyon nöropatisine yönelik tedavilerin tıp kurallarına uygun olduğu belirtilmiştir. Mahkeme, ATK'dan yeniden rapor alınmasına karar vererek başvurucunun ayağında meydana gelen güçsüzlüğün bel fıtığı ameliyatının mı yoksa enjeksiyonun mu sonucu olduğunun açıklanmasını istemiştir. Mahkemeye sunulan 23/7/2010 tarihli raporda başvurucuda meydana gelen neticenin enjeksiyon işlemi sonucu ortaya çıktığı ve yapılan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu vurgulanmıştır. Mahkeme 23/9/2010 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Gerekçede; ATK raporuna atıf yapılarak başvurucuda meydana gelen zararın idarenin kusurlu eylemi sonucunda oluştuğunun kesin bir şekilde ispatlanamadığı, ayrıca olayda kusursuz sorumluluk ilkelerinden söz etmenin de hukuken mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Karar, başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Başvurucu vekilinin temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesi (Daire) tarafından 15/5/2014 tarihinde bozma kararı verilmiştir. Kararın gerekçesinde; Mahkemenin hükme esas aldığı bilirkişi raporunun taraflara tebliğ edilmediği belirtilmiştir. Bozma kararı üzerine yapılan yargılama sonucunda önceki kararda yer alan gerekçelerle 23/2/2016 tarihinde davanın reddine karar verilmiş olup bu karar da başvurucu vekilince temyiz edilmiştir. Daire 30/11/2017 tarihli kararı ile Mahkemenin ret kararının onanmasına karar vermiş, bunun üzerine başvurucu vekilince karar düzeltme yoluna müracaat edilmiştir. Dairenin 9/5/2018 tarihli kararı ile manevi tazminatın reddine ilişkin hükmün bozulmasına, maddi tazminatın reddi hükmünün ise onanmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucuda oluşan netice ile idarenin kusurlu eylemi arasında nedensellik bağı kurulamadığından maddi tazminata hükmedilmemesinin hukuka uygun olduğu belirtilmiştir. Manevi tazminat yönünden yapılan değerlendirmede ise başvurucunun enjeksiyon işlemine rıza gösterdiğine dair yazılı ve imzalı aydınlatılmış onamının alınıp alınmadığı hususunun araştırılmadığı vurgulanmıştır. Maddi tazminatın reddine ilişkin karar kesinleşerek başvurucuya 4/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Öte yandan UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre bozma kararı üzerine manevi tazminata ilişkin yapılan yargılamada başvurucunun tıbbi müdahalenin olası sonuçları hakkında bilgilendirilmemesi nedeniyle 30/9/2020 tarihinde davanın kabulü ile 000 TL manevi tazminatın davalı idareden alınarak başvurucuya ödenmesine karar verilmiş olup yargılama kanun yolu aşamasında derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Fındık Kılıçaslan, B. No: 2015/97, 11/10/2018, §§ 19-27; Cihan Beyribey, B. No: 2014/19450, 26/12/2018, §§ 23-28; Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24- | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/23894 | Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek esaslı iddiaların kararda tartışılmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının; yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1989 yılında zorunlu göçe tabi tutulması nedeniyle Bulgaristan'dan Türkiye'ye gelmiş ve Ankara'ya yerleştirilmiştir. Zorunlu göçe tabi olan soydaşların iskân edilmelerine destek olmak amacıyla Yüksek Planlama Kurulunun 27/11/1990 tarihli kararı ile 000 adet konut yapımı kararlaştırılmıştır. Başvurucu, bu kapsamda konut sahibi olmak amacıyla T. Emlak Bankası Dışkapı Şubesindeki hesaba 1991 yılında 2,5 TL (000 eski Türk Lirası) yatırdığını ileri sürmüştür. Başvurucu 26/4/2011 tarihli dilekçeyle peşinat olarak yatırmış olduğu paranın borçlanma sözleşmesinin imzalandığı tarihte kredi borcundan mahsup edilmesi gerekirken bu işlemin yapılmadığını ve borcun tamamen ödenmesi sonucunda üzerindeki ipotek kaldırılıp taşınmazın adına tescil edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu, borcun tamamen ödenmesinden sonra mahsup edilmeyen peşinatın güncel değerinden fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 500 TL'nin ilgili idareden tahsilini karar verilmesini istemiş, bilirkişi tarafından yapılan hesaplama sonucunda düzenlenen raporu esas alarak 23/11/2011 tarihinde talebini 220 TL olarak ıslah etmiştir. Ankara Tüketici Mahkemesi (Mahkeme) 16/5/2013 tarihli kararla davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme, başvurucunun ödemiş olduğu bir miktar paranın mahsup edilmediği iddiasıyla alacak isteği bulunuyorsa da aynı yerdeki farklı bir bağımsız bölüme ilişkin olarak üçüncü kişi tarafından açılan davada ilk derece mahkemesince verilen kabul kararının Yargıtay tarafından bozulduğunu belirtip bu bozma kararındaki gerekçeleri esas alarak davanın reddine karar vermiştir. Mahkemenin esas aldığı Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 28/3/2013 tarihli kararında, Devlet Bakanlığının kredi temin işini üstlenen bankaya yazmış olduğu 23/9/1993 tarihli yazıda soydaşların konut için yatırdığı peşinatların borç miktarından düşülerek bakiye üzerinden borçlandırılmaları talimatını verdiği, 17/12/1997 tarihli yazıda yatırılan peşinatın yatırılıp yatırılmadığını sorduğu, bankanın 31/12/1997 tarihli cevap yazısında hak sahibi 6629 kişinin peşinatlarının kesin borçlandırma işlemleri aşamasında mahsup edileceği ve kalan hak sahiplerinin tamamının mahsup işlemlerinin yapıldığının bildirildiği, bankanın 24/5/2002 sayılı başka bir cevap yazısında Pursaklar'daki hak sahiplerine konutların teslim edildiği ve yatırılan peşinatlar dikkate alınarak İtfa Planı ve Anüze Tablolarının düzenlendiği belirtilmiştir. Aynı kararda dosyada mevcut Hak Sahiplerine Ait Liste isimli belgeden daha az peşinat yatıran hak sahiplerinin daha yüksek miktarda ve daha çok peşinat yatıran hak sahiplerinin daha az miktarda borçlandırıldığı ve Dairenin denetiminden geçen başka bir dosyada da peşinatın mahsup edildiği saptaması yapılmış, anılan bu saptamalar ve kurumlar arasındaki yazışmalar ışığında hak sahipleri tarafından yatırılan peşinatların mahsup edildiği sonucuna varılarak davanın reddine karar verilmek üzere ilk derece mahkemesi kararının bozulduğu anlaşılmıştır. Hüküm başvurucu tarafından temyiz edilmiştir.Daire 22/4/2014 tarihinde ilk derece mahkemesinin kararındaki gerekçeye atıf yaparak hükmü onamıştır. Karar düzeltme isteği Dairenin4/11/2014 tarihli kararıylareddedilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 9/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 8/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesişöyledir:"Haklı bir sebep olmaksızın, bir başkasının malvarlığından veya emeğinden zenginleşen, bu zenginleşmeyi geri vermekle yükümlüdür.Bu yükümlülük, özellikle zenginleşmenin geçerli olmayan veya gerçekleşmemiş ya da sona ermiş bir sebebe dayanması durumunda doğmuş olur." 6098 sayılı Kanun'un maddesininilgilikısmışöyledir:"Borçlu, faiz veya giderleri ödemede gecikmemiş ise, kısmen yaptığı ödemeyi ana borçtan düşme hakkına sahiptir.'' | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/381 | Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek esaslı iddiaların kararda tartışılmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının; yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 3/3/1998 tarihinde şufa hakkı nedeniyle tapu kaydının iptal edilmesi talebiyle dava açılmıştır. Alanya Sulh Hukuk Mahkemesi 11/3/1999 tarihli kararı ile davanın kabulüne karar vermiştir. Anılan karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 13/9/1999 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma üzerine Mahkemece 15/5/2001 tarihli karar ile davanın reddine karar verilmiştir. Karar, Dairenin 25/9/2001 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Mahkemece 4/12/2001 tarihinde görevsizlik kararı verilerek dava dosyası görevli ve yetkili Alanya Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmiştir. Alanya Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2002/361 sayılı dosyasına kaydedilen davada Mahkemece 7/3/2003 tarihli karar ile davanın reddine karar verilmiştir. Karar, Dairenin 14/7/2003 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada Mahkemece 1/4/2004 tarihli karar ile davanın reddine karar verilmiştir. Anılan karar, Dairenin 7/12/2004 tarihli ilamı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebi Dairenin 11/4/2005 tarihli ilamı ile kabul edilmiş ve karar tekrar bozulmuştur. Bozma üzerine Mahkemece 16/12/2005 tarihli karar ile davanın kabulüne karar verilmiştir. Karar, Dairenin 26/9/2006 tarihli ilamı ile onanmıştır. Başvurucu 3/3/1998 tarihinde aleyhine açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle uğradığı munzam zararın tazmini talebiyle 27/11/2006 tarihinde dava açmıştır. Alanya Asliye Hukuk Mahkemesi 18/11/2011 tarihli kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Anılan karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/11/2013 tarihli ilamı ile onanmış; karar düzeltme talebi aynı Dairenin 13/3/2014 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. Anılan ilam başvurucuya 4/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5988 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; taşınmazın imar planında önce kamu hizmeti alanına ayrılması, sonra da imar durumunun ticari rekreasyon alanı olarak belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu Ankara ili Yenimahalle ilçesi Yuva Mahallesi 43033 ada 1 parsel numaralı taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planıyla 1/6/1992 tarihinde ağaçlandırılacak alan vasfıyla kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Ankara Büyükşehir Belediyesine (Belediye) başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine 18/1/2012 tarihinde kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi davanın idari yargıda görülmesi gerektiği gerekçesiyle dava dilekçesinin reddine karar vermiştir. Başvurucu bu kararın kesinleşmesi üzerine 2/10/2015 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Ankara Büyükşehir Belediyesince 15/10/2012 tarihinde onaylanan imar planı değişikliğiyle taşınmazın vasfı ticari rekreasyon alanı olarak değiştirilmiştir. Mahkeme 1/11/2016 tarihinde dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Kararın istinaf edilmesi üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 12/5/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda, taşınmazın ağaçlandırılacak alan olarak kamu hizmetine ayrıldığı fakat imar planı değişikliğiyle taşınmazın vasfının ticari rekreasyon alanı olarak değiştirildiği vurgulanmıştır. Buna göretaşınmaz üzerindeki tasarruf hakkına yönelik kısıtlamaların imar planı değişikliği sonucu ortadan kalktığı, başvurucunun taşınmazı kullanabilme imkânına kavuştuğu belirtilmiştir. Diğer taraftan taşınmazın kamu hizmeti alanına ayrılma durumunun kalkması nedeniyle taşınmazın kamulaştırılması zorunluluğunun bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuş olup dosyanın Danıştay temyiz incelemesinde olduğu görülmüştür. Başvurucu, istinaf incelemesi aşamasında 13/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Danıştay Altıncı Dairesi 18/11/2019 tarihinde kararın onanmasına karar vermiştir. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/5908 | Başvuru, taşınmazın imar planında önce kamu hizmeti alanına ayrılması, sonra da imar durumunun ticari rekreasyon alanı olarak belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, hâkimin reddi dilekçesinde kullanılan bazı ifadeler nedeniyle cezalandırılmanın ifade özgürlüğünü; yargılamanın uzun sürmesinin de makul sürede yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1977 doğumlu olan başvurucu, eğitim gördüğü Başkent Üniversitesi (İdare) tarafından tesis edilen üniversite ücretini ödemesi gerektiğine dair 2003 yılındaki bir işleme karşı Ankara İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Davaya bakan Ankara İdare Mahkemesi başvurucunun davasını kabul etmiş ve idari işlemi iptal etmiştir. İdarece kararın temyizi üzerine Danıştay Dairesi 21/10/2004 tarihli kararıyla ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur. Bozma sonrası yapılan yargılamada Ankara İdare Mahkemesince davanın reddine karar verilmiş ve bu karar başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Başvurucu, temyiz incelemesi aşamasında temyiz başvurusunu inceleyen Danıştay Daire Başkanı ile üç üye hakkında hâkimin reddi talebine ilişkin 24/10/2005 kayıt tarihli dilekçeyi Danıştaya sunmuştur. Söz konusu dilekçenin başvuru konusu olayla ilgili kısımları şu şekildedir:"Danıştay dairesinde halen görülmekte olan ...sayılı dava dosyasında davaya bakmakta olan üyelerden ... ve başkan ... için reddi hakim talebinde bulunuyorum.Gerekçe:...Davalı Başkent Üniversitesi, giriştiği eylemlerle hukuk güvencemizi elimizden almaktadır. Davalı idarenin bir üniversite olmasından dolayı aleyhine açılan davalar Danıştay dairesine muhakkak uğramak zorunda. Davalı idarenin bunun farkında olmasından dolayıdır ki Danıştay üst düzey yöneticileriyle ve Daire başkan ve üyeleriyle Başkent Üniversitesinin haksız samimiyet kurması beni rahatsız etmektedir. Çeşitli yemekler ve seminerler adı altında gerçekleşen bu yakınlaşma Danıştay'ın tarafsızlığına gölge düşürecek niteliktedir. Danıştay'ın bazı dairelerinde ve özellikle de üyelerin odalarında Başkent Üniversitesine ait takvimlerin asılı olması bizleri endişeye sevk etmekte, bağımsız yargıya güvenimizi zedelemektedir....Toparlayacak olursak;Üyelerden ...’i Çevre bakanlığından tanımaktayım, Kendisi Tunceli doğumlu olup yargıçlık esnasında yöresine ait siyasi, etnik ve mezhepsel etkilerden kurtulamamaktadır. Benim gibi bir kişinin dava dosyasının bu zatın önüne konulması kurt sürüsünün önüne kuzunun bırakılması gibidir.... Başkan ve diğer iki üyenin çalışma arkadaşları olması nedeniyle Sayın ... aleyhine karar almaları ve ona karşı ters düşmeleri düşünülemez. Muhakkak onu koruyup kollayacaklardır..." Başvurucu ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kuruluna hitaben verdiği 13/2/2006 tarihli dilekçesinde; İslam dini inancına göre adam öldürmenin günah olup olmadığını, birden fazla kişinin öldürülmesi hâlinde günahın derecesinin artıp artmayacağını, öldürülen kişilerin kadın ya da erkek olmasının önemli olup olmadığını, öldürülmüş olanların kişiye yaşarken haksızlık yapmış olması ve kişinin ruhsal bunalım içinde bulunmasının öldürme olayını günah olmaktan çıkarıp çıkarmayacağını, adam öldürmenin affedilmesi için nasıl bir bedel ödemesi gerektiğini sormuştur. Başvurucu, Genelkurmay Başkanı ve Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı'na gönderdiği mektuplarda ise Danıştayda görülmekte olan davasında verilen kararlardan hareketle Danıştayın yüksek mahkeme olmaktan öte yüksek siyaset mahkemesine dönüştüğünü ileri sürmüş; Danıştay Dairesinde Cumhurbaşkanı tarafından atanan üyenin birden fazla olması sebebi ile siyasal ideolojik kadrolaşma olduğunu belirtmiş ve Genelkurmay Başkanı ile MİT Müsteşarı'nın mahkemelere gereken baskıyı yapacaklarını düşündüğünü ifade etmiştir. Başvurucu yukarıda belirtilen mektuplarla aynı veya benzer içerikteki mektupları çok sayıda siyasetçiye ve kamuoyunca tanınan kişiye, yabancı devlet yöneticilerine, yabancı istihbarat kuruluşlarına ve yabancı basın kuruluşlarına da göndermiştir. Başvurucunun hâkimin reddi dilekçesi üzerine Danıştay 19/12/2005 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından başvurucu hakkında hakaret suçundan işlem yapması talebinde bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun hakaret ve tehdit suçlarından cezalandırılması istemiyle 25/1/2007 tarihli iddianameyi düzenlemiştir.Yargılamayı yapan (kapatılan) Ankara Sulh Ceza Mahkemesi 6/6/2007 tarihli kararıyla başvurucunun kamu görevlilerine görevleri nedeniyle hakaret suçundan ve kamu görevlilerine yönelik zincirleme tehdit suçundan cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, anılan yargılamanın soruşturma ve kovuşturma aşamalarında askerlik hizmetinde bulunması nedeniyle Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı aracılığı ile savunma vermiştir. Başvurucu, bu kararı 24/7/2007 tarihinde temyiz etmiştir. (Kapatılan) Ankara Sulh Ceza Mahkemesi anılan kararı 25/7/2007 tarihinde kesinleştirmiştir. Başvurucunun talebi üzerine 16/9/2008 tarihinde (kapatılan) Ankara Sulh Ceza Mahkemesi kesinleştirme kararını kaldırmıştır. Yargıtay 18/12/2013 tarihli kararında başvurucunun suç tarihinden sonra silah altına alındığının anlaşılması karşısında askerlik görevini yapmadan önce işlediği suçlarla ilgili soruşturma ve kovuşturma işlemlerinin askerlik görevini bitirmesine kadar geri bırakılması gerektiği gözetilmeden, asker olduğu sırada sorgusunun yapılması suretiyle savunma hakkının kısıtlandığı gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur. Bozma üzerine yargılamayı yapan Ankara Asliye Ceza Mahkemesi 1/4/2015 tarihli duruşmada başvurucunun savunmasını almış ve aşağıdaki gerekçelerle tehdit suçundan 6 ay 7 gün, kurul hâlinde çalışan kamu görevlilerine hakaret suçundan 1 yıl 3 ay 18 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve her iki ceza bakımından da hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir:"... sanık önceki savunmalarını tekrar ettiğini, ayrıca askerlik görevi sırasında yapılan bütün soruşturma işlemlerinin geçersiz olduğunu, yargılamanın yapılabilmesi için Danıştay Kanununun maddesi gereğince Danıştay Başkanınınşikayetçi olması gerektiği, ancak böyle bir şikayetin bulunmadığı, kendisi hakkında 6352 sayılı kanunun geçici maddesi uygulanarak hakkındaki kamu davasının ertelenmesi gerektiği, kendisinin eyleminin kanaat açıklama ve hak arama hürriyeti kapsamında kaldığından ceza verilemeyeceği, Diyanet Kurumuna kendisinin dilekçe vermediğini bu nedenle bu belgeyi kabul etmediğini, doğrudan Danıştay'a verdiği dilekçede tehdit unsurunun bulunmadığını bildirmiştir.Dosyadaki tüm delillerin incelenmesinden, ... Ankara İdare Mahkemesi'nce bozma üzerine yapılan yargılama sonucunda ... davasının reddine karar verildiği, kararın davacı ... tarafından temyizi üzerine, ... bu aşamada sanığın Danıştay Daire Başkanı ... ile üyeler ... haklarında reddi hakim talebine ilişkin 2 sayfadan ibaret dilekçeyi Danıştay İdari Daireler Genel Kuruluna verdiği, bu dilekçede, daire başkan ve üyelerinin Başkent Üniversitesi yönetimi ile haksız bir samimiyet kurdukları, çeşitli yemekler ve seminerler adı altında gerçekleşen yakınlaşmanın Danıştay'ın tarafsızlığına gölge düşürdüğünü,üyelerden ...'in Tunceli'li olması sebebiyle siyasi etnik ve mezhepsel etkilerden kurtulamadığını, bu bakımdan bu şahsın davasına bakmasının kurt sürüsünün önüne kuzunun bırakılması gibi olduğunu beyan ettiği, ayrıca dava ile ilgisi olmayan bir takım kurum ve şahıslara gönderdiği mektuplarda; Danıştay Dairesinin Ankara İdare Mahkemesinin kararının haksız bir biçimde bozduğu, bunun gerekçesini ikna edici bir şekilde açıklayamadığı, Danıştay'ın yüksek mahkeme olmaktan öte yüksek siyaset mahkemesine dönüştüğünü beyan ettiği, Diyanet İşleri Başkanlığı'na yazmış olduğu 13/02/2006 tarihli dilekçede, adam öldürmenin günah olup olmadığını, birden fazla kişinin öldürülmesi halinde günahın derecesinin artıp artmayacağını, öldürülen kişilerin kadın veya erkek olmasının önemli olup olmadığını, öldürülmüş olanların kişiye yaşarken haksızlık yapmış olmaları ve de kişinin ruhsal bunalım içerisinde bulunmasının öldürme olayını günah olmaktan çıkartıp çıkartmayacağı hususularında soru sorduğu, sanığın gerek Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kuruluna vermiş olduğu reddi hakim dilekçesi, gerekse davayla ilgisi olmayan kurum ve şahıslara gönderdiğimektuplardaki beyanların kurul halinde çalışan Danıştay Dairesinin başkan ve üyelerine yönelik görevleri nedeniyle hakaret unsurları içerdiği, savunma hakkının kapsamı içerisinde değerlendirilemeyeceği, ayrıca sanığın Diyanet İşleri Başkanlığı'na yazmış olduğu mektubun içeriğinden de, müştekilere yönelik ölümle tehdit kastının açıkça anlaşıldığından, sanığın eylemine uyan maddelerle cezalandırılmasına, sanığın sabıkasız oluşu ve bir daha suç işlemekten çekineceğine mahkememizce vicdani kanaat hasıl olduğundan hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermek gerekmiştir..." Başvurucunun bu karara itirazı 20/5/2015 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 17/6/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Hakaret" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.... (3) Hakaret suçunun;a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,...İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz." 5237 sayılı Kanun'un "Tehdit" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit eden kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır..."B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk kurallarının yer aldığı karar için Keleş Öztürk (B. No: 2014/15001, 27/12/2017, §§ 25-28) kararına bakılabilir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/10184 | Başvuru, hâkimin reddi dilekçesinde kullanılan bazı ifadeler nedeniyle cezalandırılmanın ifade özgürlüğünü; yargılamanın uzun sürmesinin de makul sürede yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, adli bir soruşturma kapsamında gerçekleştirilen yakalama işlemi sırasında ve gözaltında darp, hakaret ve cinsel tacize maruz kalınması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/4/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1/4/2006 tarihinde Diyarbakır'da kolluk görevlileri tarafından yapılan kimlik kontrolü sonrasında -28/3/2006 tarihinde meydana gelen toplumsal olaylara karışarak suç işlediği iddiasıyla- gözaltına alınmıştır. Başvurucu; yakalama işlemi sırasında saçının çekildiğini, gözaltında alındıktan sonra ise kaba dayağa, hakaret ve cinsel tacize uğradığını iddia ederek 8/6/2007 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde tam yargı davası açmıştır. Mahkeme, zarar ile idarenin eylemi arasında illiyet bağı bulunmadığı gerekçesiyle 18/11/2009 tarihinde davayı reddetmiştir. Başvurucunun temyiz talebi üzerine inceleme yapan Danıştay Onuncu Dairesi (Daire) 28/10/2014 tarihli kararıyla hükmü onamıştır. Karar düzeltme talebi ise Dairenin 21/1/2016 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Nihai kararı 4/3/2016 tarihinde tebellüğ eden başvurucu 4/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Öte yandan başvurucu kötü muamele iddiasına ilişkin olarak Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) suç duyurusunda bulunduğunu da belirtmiştir. Başvuru formunda Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiği, bu karara itiraz edilerek Diyarbakır Sulh Ceza Mahkemesi (2007/2173 İş) nezdinde dava açıldığı belirtilmiştir. UYAP üzerinden yapılan kontrolde Diyarbakır Sulh Ceza Mahkemesinin belirtilen numaralı bir dosyasına rastlanmamış, Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma dosyasına ise erişim sağlanabilmiştir. Buna göre Cumhuriyet Başsavcılığınca 24/3/2007 tarihinde verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararında, başvurucunun darp şikâyetine ilişkin olarak daha önce 1/2/2007 tarihinde verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararından bahsedilmiş; hakaret ve cinsel taciz iddialarının ise soyut iddiadan ibaret olduğu belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesince 19/11/2019 tarihinde başvurucuya yazılan yazıyla kovuşturmaya yer olmadığı kararına karşı itirazına ilişkin bildirdiği mahkeme ve dosya numarası üzerinden UYAP erişiminin sağlanamadığı, bu hususta bilgi vermesi ve varsa belge göndermesi gerektiği bildirilmiştir. Başvurucu 13/12/2019 tarihinde verdiği cevapta Diyarbakır Sulh Ceza Mahkemesinin 2007/2173 İş numaralı dosyasına ait tüm evrakın başvuru formu ile birlikte gönderildiğini ve anılan dosyada tekrar kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiğini belirtilmekle yetinmiştir. Ne var ki başvuru formu ekinde anılan dosyaya ait herhangi bir evrak sunulmuş değildir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/6750 | Başvuru, adli bir soruşturma kapsamında gerçekleştirilen yakalama işlemi sırasında ve gözaltında darp, hakaret ve cinsel tacize maruz kalınması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; deprem nedeniyle uğranılan zararın tazmini için açılan tam yargı davasının makul sürede sonuçlandırılmaması, hükme esas alınan bilirkişi raporunun tebliğ edilmemesi ve maddi tazminat istemi yönünden aynı somut duruma ilişkin uyulmazlıktan farklı bir yaklaşımın benimsenmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 17 Ağustos 1999 tarihinde meydana gelen depremde başvurucuların annesine ait olan Yalova'daki taşınmaz yıkılmıştır. Taşınmazın yıkılmasıyla başvurucuların annesi ve kardeşi vefat etmiştir. Başvurucular, deprem sonucu taşınmazın yıkılması ve yakınlarının ölmesi nedeniyle Yalova Belediyesi (Belediye) ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (Bakanlık) aleyhine Bursa İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde 660 TL maddi, 000 TL manevi tazminat istemli tam yargı davası açmıştır. Mahkeme ilk etapta 29/11/2000 tarihli kararıyla davayı süre aşımı yönünden reddetmiş ise de Danıştay Altıncı Dairesinin 15/4/2004 tarihli hükmü ile süre ret kararı bozulmuştur. Bozma kararına uyan Mahkeme işin esasına geçmiş ve 28/5/2007 tarihli hükmüyle dava hakkında kısmen kabul kısmen ret kararı vermiştir. Ret gerekçesinde deprem sonucu taşınmazın yıkılmasında Belediyenin zemin etütlerinin yapılmaması, kat sınırlamasına ilişkin çalışmada bulunulmaması, afete uğrayabilecek bölgelerin tespit edilmemesi nedenleriyle Belediyenin kusurlu olduğu ve Bakanlığın kusurunun bulunmadığı hususlarının aldırılan bilirkişi rapor ile ortaya konulduğu ifade edilmiştir. Yine bilirkişi raporunda taşınmazın değerinin 313,91 TL olarak tespit edildiği vurgulanarak rapora yönelik taraf itirazlarının raporu kusurlandırmadığı ifade edilmiştir. İdare hukuku ilkeleri uyarınca idarenin mali sorumluluğu gereği tespit edilen tutarın Belediye tarafından başvuruculara ödenmesi fazlaya ilişkin maddi tazminat talebinin ise reddedilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Manevi tazminat istemi yönünden ise başvurucuların yakınlarını kaybetmeleri nedeniyle duydukları üzüntünün karşılığı olarak toplan 000 TL manevi tazminatın davalı idarelerce müştereken başvuruculara ödenmesi ve fazlaya ilişkin istemin ise reddi gerektiği sonucuna varılmıştır. Danıştay Altıncı Dairesi 3/3/2008 tarihli hükmüyle mahkemenin kararını bozmuştur. Bozma gerekçesinde Bakanlığın kusurunun yeterince araştırılmadığı ve başvurucuların bina değerine ek olarak eşya bedeline ilişkin maddi tazminat taleplerinin değerlendirilmediği ifade edilmiştir. Ayrıca manevi tazminatın faiz hesabı ve yargılama giderlerinin hesabında da hata yapıldığı belirtilmiştir. Mahkeme bozma kararına uyarak 21/12/2012 tarihli hükmüyle dava hakkında kısmen kabul kısmen ret kararı vermiştir. Ret gerekçesinde öncelikle kusur durumuna ilişkin olarak benzer bir uyuşmazlıkta aldırılan bilirkişi raporu uyarınca Bakanlığın afete uğrayacak bölgelerin tespitinde zemin değerlendirmesine göre kat sayılarının belirlenmesinde ve depremin boyutlandırılmasında yetersiz kaldığı için %20 kusurlu olduğu ifade edilmiştir. Bunun yanında Belediyenin imara açma, iskân izni verme ve proje onaylama işlemleri nedeniyle %50, fenni mesulün %15, müteahhitin %10 ve statik proje müellifinin %10 kusurlu olduğu hususlarının bilirkişi raporunda tespit edildiği belirtilmiştir. Bu bağlamda sonuç olarak davalı Belediye ve Bakanlığın 313,91 TL bina ve 660 TL eşya bedelini kusurları oranında tazmin etmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Ayrıca 000 TL tutarında manevi tazminatın davanın açıldığı tarihten itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte başvuruculara ödenmesi gerektiği belirtilmiştir. Danıştay Altıncı Dairesi 15/4/2014 tarihli hükmüyle kararı maddi tazminata ilişkin kısım yönünden onamış, manevi tazminata ilişkin kısım yönünden düşük miktar takdiri nedeniyle bozmuştur. Karar düzeltme istemi aynı Dairenin 2/3/2015 tarihli hükmüyle reddedilmiştir. Ret gerekçesinde, aynı konuya ilişkin verilen başka bir kararda kusur takdiri yönünden farklı yaklaşım sergilenmiş ise de uyuşmazlıkların farklı yargı süreçlerine ilişkin olduğu ve mevcut uyuşmazlıkta başvurucuların zarardan kusuru nedeniyle sorumlu olan diğer kişilere dava açabileceği ayrıca ifade edilmiştir. Bu süreç sonunda maddi tazminata ilişkin kısım yönünden ilam kesinleşmiştir. Başvurucular nihai kararı 10/6/2015 tarihinde tebellüğ etmelerinin ardından 10/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/12273 | Başvuru, deprem nedeniyle uğranılan zararın tazmini için açılan tam yargı davasının makul sürede sonuçlandırılmaması, hükme esas alınan bilirkişi raporunun tebliğ edilmemesi ve maddi tazminat istemi yönünden aynı somut duruma ilişkin uyulmazlıktan farklı bir yaklaşımın benimsenmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, İlk Derece Mahkemesi kararının usulsüz tebliğ edildiğinden bahisle temyiz talebinin süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Emniyet Müdürlüğünde komiser yardımcısı olarak görev yapmakta iken yetkisini ve nüfuzunu kendisine veya başkalarına çıkar sağlamak amacıyla kullandığı iddiası ile hakkında şikâyette bulunulmuştur. Şikâyet üzerine başlatılan idari soruşturma neticesinde Emniyet Genel Müdürlüğü Yüksek Disiplin Kurulu, eylemini sabit görerek 10/2/2009 tarihli ve 2009/23 sayılı kararı ile başvurucunun meslekten çıkarılmasına karar vermiştir. Başvurucu, söz konusu işlemin iptali istemiyle dava açmıştır. Afyonkarahisar İdare Mahkemesi 7/10/2009 tarihli ve E.2009/345, K.2009/740 sayılı kararı ile cezanın orantılılık ilkesine uygun olmadığı gerekçesiyle cezayı iptal etmiştir. İdare tarafından temyiz edilen karar, Danıştay On İkinci Dairesinin 3/4/2012 tarihli ve E.2009/9141, K.2012/1894 sayılı ilamıyla bozulmuştur. Bozma kararı üzerine yapılan yargılama neticesinde Afyonkarahisar İdare Mahkemesi 27/9/2012 tarihli ve E.2012/776, K.2012/769 sayılı kararı ile bozmaya uymuş ve davayı reddetmiştir. Bozmaya uyma kararı 24/10/2012 tarihinde "Merkez Mah. Çavuşbaşı Cd. Ayfer Sk. [...] Çekmeköy/İstanbul" adresine tebliğe çıkarılmıştır. Adresin kapalı olduğu, 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun maddesine göre kapıya ihbarname yapıştırılarak tebliğ evrakının mahalle muhtarına bırakıldığı tebliğ mazbatasından anlaşılmıştır. Başvurucu tarafından 11/12/2012 tarihinde, Avukat İbrahim Fırat vekil olarak tayin edilmiştir. Avukat İbrahim Fırat 27/2/2013 tarihinde İdare Mahkemesine verdiği dilekçesiyle kararı temyiz etmiş ve dilekçede özetle müvekkilinin (başvurucunun) adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi araştırılmadan eski adresine tebligat yapılmasının hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. Danıştay On İkinci Dairesi 12/6/2013 tarihli ve E.2013/4297, K.2013/5156 sayılı ilamıyla "...bozulması istenilen kararın davacıya 2012 tarihinde tebliğ edildiği, temyiz istemini içeren dilekçenin ise, 30 günlük yasal süre geçtikten sonra 2013 tarihinde Afyonkarahisar İdare Mahkemesi'ne verildiği[nin] anlaşıldığı... " gerekçesiyle temyiz istemini süre yönünden reddetmiştir.16 Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 17/12/2013 tarihli ve E.2013/10694, K.2013/11440 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Bu karar, başvurucu vekiline 24/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 7201 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Kendisine tebligat yapılacak kimse veya yukarıdaki maddeler mucibince tebligat yapılabilecek kimselerden hiçbiri gösterilen adreste bulunmaz veya tebellüğden imtina ederse, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza mukabilinde teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırmakla beraber, adreste bulunmama halinde tebliğ olunacak şahsa keyfiyetin haber verilmesini de mümkün oldukça en yakın komşularından birine, varsa yönetici veya kapıcıya da bildirilir. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır. Gösterilen adres muhatabın adres kayıt sistemindeki adresi olup, muhatap o adreste hiç oturmamış veya o adresten sürekli olarak ayrılmış olsa dahi, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza karşılığında teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırır. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır.Muhtar, ihtiyar heyeti azaları, zabıta amir ve memurları yukarıdaki fıkralar uyarınca kendilerine teslim edilen evrakı kabule mecburdurlar." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5757 | Başvuru, İlk Derece Mahkemesi kararının usulsüz tebliğ edildiğinden bahisle temyiz talebinin süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; soy bağının reddi için kayyım atanma zorunluluğunun bulunması ve hak düşürücü süre öngörülmesi, ayrıca boşanma davasına ilişkin yargılama sırasında davalı eşin çocuğun biyolojik babası olmadığının tespit edilmesine rağmen davalı ile çocuk arasında kişisel ilişkinin devamına karar verilmesi nedenleriyle aile hayatına saygı hakkının, kayyım tayinine ilişkin yargılama sürecinin uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Dalga Eda Söylemezoğlu (boşandıktan sonraki soyadı Yıldırım) ile S.S. 28/6/2003 tarihinde evlenmişlerdir. Evlilik birliği içinde 5/2/2007 tarihinde başvurucu Özgün Söylemezoğlu (soy bağının reddi kararının kesinleşmesinden sonraki soyadı Yıldırım) doğmuştur. A. Boşanma Davası Süreci Başvurucu Dalga Eda Söylemezoğlu, evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı ve ortak hayatın çekilmez hâle geldiği gerekçeleriyle 29/1/2010 tarihinde Kartal Aile Mahkemesinde (sonradan İstanbul Aile Mahkemesi) boşanma davası açmıştır. Dava dilekçesinde, müşterek çocuğun velayeti de talep edilmiş; ayrıca maddi ve manevi tazminat talebinde bulunulmuştur. Mahkeme 3/4/2014 tarihinde tarafların 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasına göre boşanmalarına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; davalının eşini küçümsediği, zaten evlenmeyi düşünmediği ve çocuk sahibi olmayı istemediği yönündeki beyanlarıyla evlilik birliğinin devamını engellediği belirtilmiştir. Mahkeme buna karşın davacının da davalının rızası olmadan donör aracılığıyla çocuk sahibi olduğunu, davalının ailesini müşterek konutta istemediğini, çocuğu davalının ailesine göstermek istemediğini ve evlilikten sıkıldığını söyleyerek birliğin devamını engellediğini kabul etmiştir. Mahkemeye göretaraflar arasındaki evlilik birliği her iki tarafın da kusuruna dayalı olarak onarılmaz derecede temelinden sarsılmış olup birliğin devamında bir fayda kalmamıştır. Mahkeme, davacının kusurunun davalıya oranla daha fazla olduğunu ancak davalının da boşanmak istediğini dikkate almıştır. Mahkeme, davacının maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddine; davacının davalıya 000 TL manevi ve 000 TL maddi tazminat ödemesine karar vermiştir. Kararda ayrıca çocuk için belirlenen tedbir nafakasının dava tarihinden itibaren geçerli olmak üzere kaldırılmasına karar verilmiştir. Karar, taraflarca temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/6/2015 tarihli ilamıyla hükmün tazminat ve tedbir nafakası yönünden bozulmasına, diğer yönlerden ise temyiz istemlerinin reddiyle onanmasına karar verilmiştir. Daire; eşinin rızasını almadan davacının donör aracılığıyla çocuk sahibi olduğunun hamilelik sürecinin başlangıcından beri davalı tarafından bilindiğine, davalının buna rağmen üç yılı aşkın süre evlilik birliğini devam ettirdiğine dikkat çekmiştir. Daireye göre kadının bu davranışını davalının affettiğinin, en azından hoşgörü ile karşıladığının kabulü gerekmektedir. İlamda, affedilen ya da hoşgörü ile karşılanan davranışların boşanma davasında karşı tarafa kusur olarak yüklenemeyeceği ifade edilmiştir. Daire; tarafların belirlenen diğer kusurlarının ise birbirinden üstün olmadığını, tarafların boşanmaya neden olan olaylarda eşit oranda kusurlu olduklarını belirtmiştir. Daire, bu sebeple davacının daha ziyade kusurlu olduğu yönündeki kanaatin belirlenmesini ve kusurun belirlenmesindeki bu hata sonucu davalının yararına maddi ve manevi tazminata hükmedilmesinin doğru görülmediğini açıklamıştır. Ayrıca soy bağının reddi davasının kesinleştiği tarihe kadar çocuk yararına tedbir nafakasının devamına karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Mahkemece düzenlenen 20/8/2015 tarihli kesinleşme şerhinde, boşanma yönünden kararın 18/7/2014 tarihinde kesinleştiği belirtilmiştir. Öte yandan davalının karar düzeltme istemi Dairenin 28/10/2015 tarihli ilamıyla reddedilmiştir.B. Kişisel İlişki Kurulması Süreci Başvurucu; boşanma davası devam ederken 3/2/2010 tarihinde Mahkemeye başvurarak müşterek çocuğun velayetinin tedbiren kendisine verilmesini, baba ile çocuk arasındaki şahsi ilişkinin anne refakatinde olmak kaydıyla devam etmesini ve çocuğun gece babaya yatılı olarak verilmemesini talep etmiştir. Mahkeme, psikoloji ve pedegoji alanında uzman iki kişiyi görevlendirmiştir. 2/3/2010 tarihli uzman raporunda; çocuğun anne bakım ve şefkatine ihtiyaç duyacak yaşta olduğu, kurulu düzeni ve yaşam alışkanlıkları da gözetildiğinde velayetinin tedbiren anneye verilmesinin çocuğun yararına olduğu belirtilmiştir. Raporda ayrıca velayetin anneye verilmesi durumunda çocuk ile davalı arasındaki iletişim ve çocuğun babaya olan ihtiyacı da dikkate alınarak tedbiren kişisel ilişki kurulmasının çocuğun yararına olduğu bildirilmiştir. Mahkeme de müşterek çocuğun yaşı, cinsiyeti ve uzman raporunu dikkate aldığını belirterek 4/3/2010 tarihinde çocuğun velayetinin tedbiren annesine verilmesine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca, davalı baba ile müşterek çocuk Özgün arasında her hafta sonu cumartesi günleri saat 00'dan 00'ya kadar ve dinî bayramların ikinci günü saat 00'dan 00'ya kadar babanın yanında kalması şeklinde olmak üzere tedbiren şahsi ilişki kurulmasına karar vermiştir. Mahkemenin talebi üzerine 24/9/2010 tarihli pedagog tarafından düzenlenen bir raporda da çocuğun baba olarak S.S.yi bilip tanıdığı ancak tarafların baba olgusu ile ilgilifarklı beyanlarda bulunması nedeniyle çocuğun duygu durumu karmaşası yaşadığı belirtilmiştir. Mahkeme 26/4/2011 tarihli oturumda yeniden bir değerlendirme yapmış ve çocuk Özgün'ün velayetinin hüküm kesinleşinceye kadar tedbiren anneye verilmesine karar vermiştir. Bu ara karar ile ayrıca davalı baba ile çocuk arasında mayıs ve haziran aylarının ve haftası cumartesi günleri saat 00'dan 00'ya kadar, temmuz ayından itibaren her ayın ilk haftası cumartesi günleri saat 00'dan 00'e kadar babanın yanında kalması şeklinde olmak üzere tedbiren şahsi ilişki kurulmasına karar verilmiştir. Mahkeme 9/7/2012 tarihli oturumda davalıya DNA incelemesi için başvurmak üzere kesin süre vermiş, bu kesin süre içinde başvurulmaması durumunda çocuk ile davalı baba arasındaki kişisel ilişkinin kaldırılacağı ihtarında bulunmuştur. Davalının belirtilen kesin süre içinde DNA incelemesi için başvurmadığını tespit eden Mahkeme 17/7/2012 tarihinde davalı baba ile çocuk arasında tedbiren kişisel ilişki kurulması yönündeki kararın kaldırılmasına karar vermiştir. Ancak Mahkeme, davalının sonradan DNA incelemesine gitmiş olduğu gerekçesiyle 3/10/2012 tarihinde yeniden davalı baba ile çocuk arasında her ayın ilk haftası cumartesi günü saat 00'dan 00'e kadar baba yanında kalması şeklinde olmak üzere tedbiren şahsi ilişki kurulmasına karar vermiştir. Başvurucu Dalga Eda Söylemezoğlu vekili 19/12/2012 tarihinde yapılan oturumda, yargılama sırasında alınan DNA raporuna göre davalının baba olmadığının tespit edildiğini belirterek davalı ile çocuk arasında tedbiren kişisel ilişki kurulmasına dair kararın kaldırılmasını talep etmiştir. Mahkeme, aynı oturumda DNA raporunu esas alarak davalı ile çocuk arasındaki tedbiren kurulan kişisel ilişkinin kaldırılmasına karar vermiştir. Davalı vekili 15/7/2013 tarihli dilekçeyle çocuk ile davalı arasında yeniden tedbiren kişisel ilişki kurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme; bünyesinde görevli psikologdan konu hakkında rapor almış ve bu raporu esas alarak mevcut delil durumu ve çocuğun üstün menfaatinin olduğu gerekçeleriyle 23/9/2013 tarihinde, davalı baba ilemüşterek çocuk Özgün arasında her ayın ve hafta sonu cumartesi günleri saat 00'dan00'ya kadar ve dinî bayramların ikinci günleri saat 00'dan 00'ya kadar babanın yanında kalması şeklinde olmak üzere tedbiren şahsi ilişki kurulmasına karar vermiştir. Mahkeme 11/10/2013 tarihinde, davacı vekilinin çocuk ile davalı arasında kurulan kişisel ilişki saatlerinin değiştirilmesi talebini kabul etmiştir. Mahkeme nihayet 3/4/2014 tarihli davanın kabulüne ve tarafların boşanmalarına ilişkin kararda ise çocuk ile davalı arasında tedbiren kurulan şahsi ilişkinin kaldırılmasına karar vermiştir. Yurt Dışına Çıkış Yasağı Konulması Tedbiri Süreci Boşanma davası devam ederken davalı S.S.nin talebi üzerine Mahkeme 30/3/2010 tarihinde, çocuğun anne ve babanın birlikte onayı olmadan yurt dışına çıkarılmasının yasaklanmasına karar vermiştir. Mahkeme 9/7/2012 tarihli oturumda, babanın DNA testi yaptırmaya gitmemesinin müeyyidesi olarak çocuğun yurt dışına çıkarılması yasağının kaldırılmasına karar vermiştir. Mahkeme 15/7/2013 tarihinde, boşanma davasının derdest olduğunu belirterek anne ve babanın birlikte izni olmadan yurt dışına çıkarılmasının yasaklanmasına yeniden karar vermiştir. Mahkeme 3/4/2014 tarihli davanın kabulüne ve tarafların boşanmalarına ilişkin kararda, çocuğun yurt dışına çıkarılmasının yasaklanması yönündeki tedbir kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Kayyım Atanması Süreci Başvurucu Dalga Eda Söylemezoğlu 2/3/2010 tarihinde Kartal Sulh Hukuk Mahkemesinden, soy bağının reddi davası açılmak üzere çocuğu olan diğer başvurucu Özgün Söylemezoğlu için temsil kayyımı atanması talebinde bulunmuştur. Mahkeme 7/9/2010 tarihinde talebin kabulüne ve çocuğu temsil etmek üzere Av. P.S.nin kayyım olarak atanmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, vesayet makamının soy bağı ile ilgili bir karar alma yetkisinin bulunmadığı ve toplanan delillere göre çocuk için temsil kayyımı atanması gerektiği belirtilmiştir. Müdahil olarak davaya katılan S.S. kararı temyiz etmiş, Yargıtay Hukuk Dairesinin 27/9/2011 tarihli ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Onama ilamında, 4721 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasına göre çocuğun da soy bağının reddi davası açma hakkının mevcut olduğu vurgulanmıştır. Daire; ergin olmayan çocuğun açtığı davada kanuni temsilcileri ile arasında menfaat çatışması olabileceği, bu sebeple kayyım atanmasının sağlanarak davanın yürütülmesinin dava şartı olduğunu kabul etmiştir. Ayrıca ilamda, yapay döllenme (embriyo transferi) yoluyla çocuk sahibi olmanın babalığa etkisinin soy bağının reddi davasında değerlendirilebileceği açıklanmıştır.E. Soy Bağının Reddi Davası Süreci Başvurucu Özgün Söylemezoğlu adına kayyımı tarafından 29/1/2010 tarihinde Kartal Aile Mahkemesinde soy bağının reddi davası açılmıştır. Dava dilekçesinde, çocuğun evlilik birliği içinde doğduğundan babası olarak S.S.nin gözüktüğü ancak başvurucu Dalga Eda Söylemezoğlu tarafından açılan boşanma davasında sperm donasyonu yoluyla oğluna hamile kaldığı belirtilmiştir. Dilekçede, bu sebeple S.S.nin çocuğun biyolojik ve genetik babası olup olmadığının tartışmalı bir hâle geldiğinden çocuk adına soy bağının reddi davası açılmasının zorunlu olduğu ifade edilmiştir. Mahkeme 13/6/2012 tarihinde davanın boşanma davası ile birleştirilmesine karar vermiştir. Mahkeme, Adli Tıp Kurumundan başvurucu Özgün Söylemezoğlu'na ait DNA profili ve anne Dalga Eda Söylemezoğlu ile nüfus kayıtlarına göre çocuğun babası gözüken S.S.ye ait DNA profillerinin karşılaştırılması talebinde bulunmuştur. Adli Tıp Kurumunun 15/10/2012 tarihli raporunda, yapılan DNA profili karşılaştırmasına göre Özgün Söylemezoğlu için S.S.nin biyolojik babalığının reddedildiği belirtilmiştir. Mahkemece 10/2/2012 tarihinde dosya tefrik edilerek yargılamaya devam olunmuştur. Mahkeme, Adli Tıp Kurumunun DNA incelemesine ilişkin raporunu hükme esas alarak 19/12/2012 tarihinde davanın kabulüne ve başvurucu Özgün Söylemezoğlu ile davalı S.S. arasındaki soy bağının reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde 4721 sayılı Kanun'un maddesinde öngörülen bir yıllık hak düşürücü sürenin geçirildiği kabul edilmekle birlikte bunun kayyım atanması sürecinin kesinleşmesini beklemek gibi bir makul gerekçeye dayandığı belirtilmiştir. Mahkeme ayrıca, Kıbrıs Tüp Bebek Merkezince başvurucu Dalga Eda Söylemezoğlu'nun talebiyle 26/5/2006 ile 28/5/2006 tarihlerinde yapay döllenme (embriyo transferi) yapıldığının bildirildiğini vurgulamıştır. Temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/6/2013 tarihli ilamıyla bozulmuştur. Bozma ilamında, 4721 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasında yer alan hak düşürücü süreye ilişkin hükme yer verilmiştir. Buna göre ergin olmayan çocuğa atanacak kayyımın atama kararının kendisine tebliğinden başlayarak bir yıl, her hâlde doğumdan başlayarak beş yıl içinde soy bağının reddi davasını açabileceği ancak dava tarihi itibarıyla çocuğun doğumundan itibaren beş yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğine dikkat çekilmiştir. Dolayısıyla Daireye göre, davanın hak düşürücü süre yönünden reddi gerekmektedir. Bununla birlikte Daire 6/3/2014 tarihinde karar düzeltme talebini kabul ederek bozma kararını kaldırmış ve hükmün onanmasına karar vermiştir. Daire, 4721 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “her hâlde doğumdan başlayarak beş yıl” ibaresinin Anayasa Mahkemesinin 10/10/2013 tarihli ve E.2013/62, K.2013/115 sayılı kararı ile iptal edildiğini ve iptal hükmünün de 10/12/2013 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdiğini gerekçe olarak göstermiştir. Nihai karar, başvurucu Dalga Eda Söylemezoğlu'na 2/4/2014 tarihinde; diğer başvurucu adına kayyımına ise 4/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiş ise de başvurucular karardan 26/3/2014 tarihinde haberdar olduklarını beyan etmişlerdir. Başvurucular 25/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk Kişisel İişki Kurulmasına İlişkin İlgili Mevzuat Hükümleri 4721 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri re'sen alır.” 4721 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Ana ve babadan her biri, velâyeti altında bulunmayan veya kendisine bırakılmayan çocuk ile uygun kişisel ilişki kurulmasını isteme hakkına sahiptir.” 4721 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Mahkeme boşanma veya ayrılığa karar verirken, olanak bulundukça ana ve babayı dinledikten ve çocuk vesayet altında ise vasinin ve vesayet makamının düşüncesini aldıktan sonra, ana ve babanın haklarını ve çocuk ile olan kişisel ilişkilerini düzenler.Velâyetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin çocuk ile kişisel ilişkisinin düzenlenmesinde, çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlâk bakımından yararları esas tutulur. Bu eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır.…” 4721 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Olağanüstü hâller mevcutsa, çocuğun menfaatine uygun düştüğü ölçüde çocuk ile kişisel ilişki kurulmasını isteme hakkı diğer kişilere, özellikle hısımlarına da tanınabilir.Ana ve baba için öngörülen sınırlamalar üçüncü kişiler için kıyas yoluyla uygulanır." Temsil Kayyımı Atanmasına İlişkin İlgili Mevzuat Hükmü 4721 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: "Vesayet makamı, aşağıda yazılı olan veya kanunda gösterilen diğer hâllerde ilgilisinin isteği üzerine veya re'sen temsil kayyımı atar:... Bir işte yasal temsilcinin menfaati ile küçüğün veya kısıtlının menfaati çatışıyorsa, ..." Soy Bağının Reddine İlişkin İlgili Mevzuat Hükümleri 4721 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Koca, soybağının reddi davasını açarak babalık karinesini çürütebilir. Bu dava ana ve çocuğa karşı açılır.Çocuk da dava hakkına sahiptir. Bu dava ana ve kocaya karşı açılır." 4721 sayılı Kanun’un Anayasa Mahkemesince kısmen iptal edilmesinden önceki hâliyle maddesi şöyledir: “Dava açma süresinin geçmesinden önce kocanın ölmesi veya gaipliğine karar verilmesi ya da sürekli olarak ayırt etme gücünü kaybetmesi hâllerinde kocanın altsoyu, anası, babası veya baba olduğunu iddia eden kişi, doğumu ve kocanın ölümünü, sürekli olarak ayırt etme gücünü kaybettiğini veya hakkında gaiplik kararı alındığını öğrenmelerinden başlayarak bir yıl içinde soybağının reddi davasını açabilir.Ergin olmayan çocuğa atanacak kayyım, atama kararının kendisine tebliğinden başlayarak bir yıl, her hâlde doğumdan başlayarak beş yıl içinde soybağının reddi davasını açar.Kocanın açacağı soybağının reddi davasına ilişkin hükümler kıyas yoluyla uygulanır." Anayasa Mahkemesinin 10/12/2013 tarihli ve 28847 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 10/10/2013 tarihli ve E.2013/62, K.2013/115 sayılı kararıyla 4721 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “...her hâlde doğumdan başlayarak beş yıl...” ibaresi iptal edilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Dava açabilme ehliyeti ancak erginlik yaşının ikmaliyle bizzat kullanılabilir. Aksi halde davanın bir temsilci aracılığıyla açılması gerekmektedir. Kural soybağının reddi davası açacak küçüğün bu hakkını bir kayyım vasıtasıyla kullanabileceğini düzenlemiştir. Kayyım atama kararı ise bir mahkeme tasarrufudur. Kuralda belirtilen süre içerisinde doğal olarak sıfır-beş yaş arasında olan bir kişinin kayyım atanmasına yönelik bir iradesinden söz edilemez. Dolayısıyla küçüğün, hak düşürücü süre geçtikten sonra kayyım atanmasının ve buna bağlı olarak da davanın süresinde açılmamasının sonuçlarından sorumlu tutularak bu hakkını kullanılmasının engellenmesi adalet ve hakkaniyet ilkelerine aykırıdır. Kişinin genetik babasıyla nesep ilişkisi kurabilmesi maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının bir gereğidir. Bireyin ana babasını bilme, babasının nüfusuna yazılma ve bunların getireceği haklardan yararlanma, ana ve babasından velayete bağlı görevlerini yerine getirmelerini isteme hakkı, onun maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi kapsamındadır. Hukuk devleti ilkesi de kişinin genetik-biyolojik kökenini bilme ve soybağı ilişkisini kurma hakkının önündeki engelleri kaldırmayı gerektirir. 4721 sayılı Kanun'un soybağına ilişkin hükümlerinden, soybağının reddi davası açma hakkını bir hak düşürücü süreyle sınırlayan kanun koyucunun hukuken kurulan soybağı ilişkisinin sürekli dava tehdidi altında kalmasını istemediği anlaşılmaktadır. Hak arama özgürlüğü, demokratik hukuk devletinin vazgeçilmez unsurlarından biri olup tüm bireyler açısından mümkün olan en geniş şekilde güvence altına alınmalıdır. Buna göre hukuken kurulan soybağının sürekli olarak dava tehdidi altında olması engellenirken, kişinin temel hak ve hürriyetlerinden olan maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı ile hak arama hürriyetinin zarar görmemesi gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle bu hakların sınırlandırılmasıyla umulan kamu yararı ile bireyin hak ve özgürlükleri arasında adil bir dengenin olması gerekmektedir. Bu bakımdan soybağının reddi davasına ilişkin sürenin kaçırılmasında bir kusuru bulunmayan kişinin genetik babasıyla soybağı ilişkisi kurma hakkını sınırlayan itiraz konusu kural, küçüğün maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkını, hak arama hürriyetinin özünü hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak biçimde zedelemektedir. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa'nın , , , ve maddelerine aykırıdır. İptali gerekir." Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/9/2011 tarihli ve E.2010/23516, K.2011/13464 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"İstem, evlat edindirilen çocukla biyolojik baba olduğu iddia edilen kimse arasında kişisel ilişki kurulmasına (TMK.md.323-324) ilişkindir. Çocuk evlilik dışı olarak doğmuş, velayet hakkı sahibi annenin rızasının aranmamasına karar verilmek suretiyle evlat edinilmiştir. Çocukla istemde bulunan baba arasında hukuki bir bağla babalık ilişkisi kurulmuş değildir. Çocukla arasında hukuksal bir bağ bulunmayan davacının baba sıfatıyla kişisel ilişki kurulmasını isteme hakkı mevcut değildir. Bu şekilde, çocukla hukuki bağı bulunmayan baba olduğunu iddia eden kişi ancak üçüncü kişi sıfatıyla Türk Medeni Kanununun maddesindeki koşullar gereçekleştiği takdirde kişisel ilişki isteminde bulunabilir. İstem konusunda, Türk Medeni Kanununun maddesindeki 'olağanüstü hal' in mevcudiyeti koşulu da gerçekleşmemiştir. Mahkemece, istemin bu nedenle reddi gerekirken; yazılı şekildeçocuk yararına olmadğı gerekçesiyle reddine karar verilmiş olması gerekçe yönünden isabetli değilse de; bu yön bozmayı gerektirmediğinden; hükmün gerekçesinin yukarıda açıklandığı gibi değiştirilerek onanmasına (HUMK.md.438/son) karar vermek gerekmiştir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin(Sözleşme) “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme’nin maddesinde yer alan “aile hayatı” kavramının evlilik temelli ilişkilerle sınırlı olmadığını ve diğer fiilî (de facto) “aile” bağlarını da kapsadığını vurgulamaktadır (Anayo/Almanya, B. No: 20578/07, 21/12/2010, § 55). AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesinin amaçları bakımından “aile hayatı”nın varlığı ya da yokluğu, somut olayda yakın kişisel bağların mevcut olup olmadığına bağlı olgusal bir sorundur (K. ve T./Finlandiya [BD], B. No: 25702/94, 12/7/2001, § 150). AİHM, kural olarak aile hayatından söz edebilmek için birlikte yaşamayı bir koşul olarak kabul etmekle birlikte istisnai olarak fiilî bir “aile bağı” oluşturacak kadar yeterli tutarlılık taşımak kaydıyla diğer etkenlerin de aile hayatının varlığını gösterebileceği kanaatindedir (Kroon ve diğerleri/Hollanda, B. No: 18535/91, 27/10/1994, § 30). AİHM, bir aile bağının varlığının tespit edildiği durumlarda devletin kural olarak bu bağın sürdürülmesini sağlamaya uygun şekilde davranmak zorunda olduğunu belirtmektedir. Ebeveyn ve çocuk arasındaki karşılıklı ilişki, aile hayatının temel bir unsurunu teşkil eder ve kamu makamlarının bunu engelleyen tedbirleri ise Sözleşme’nin maddesince korunan aile hakkına yönelik bir müdahale oluşturur (Monory/Romanya ve Macaristan, B. No: 71099/01, 5/4/2005, § 70; K. ve T./Finlandiya, § 150). AİHM; Sözleşme'nin maddesinin temel amacının kamu makamlarının keyfî eylemlerine karşı bireyi korumanın yanında ayrıca buna ek olarak aile hayatına saygı hakkının etkili bir şekilde korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri de içerdiğini kabul etmektedir. AİHM'e göre bu yükümlülükler, bireyler arasındaki ilişkiler alanında dahi hem bireylerin haklarını koruyan yargısal ve icrai bir mekanizma oluşturulması hem de bu hakkıgüvence altına almak için öngörülen tedbirlerin etkin bir biçimde uygulanmasını kapsamaktadır (Glaser/Birleşik Krallık, B. No: 32346/96, 19/9/2000, § 63). AİHM; Sözleşme'nin maddesi kapsamında devletin pozitif yükümlülüklerinin bir ebeveynin çocuğuyla bir araya gelmesini sağlamak için kamu makamlarının gerekli tedbirleri alma yükümlülüğünü kapsadığını kabul etmektedir. AİHM'e göre bu yükümlülük, ayrıca çocukla kişisel ilişki ve çocuğun ikametgâhına ilişkin ebeveynler ve/veya çocuğun ailesinin diğer üyeleri arasında doğan anlaşmazlıklar bakımından da geçerlidir (Manic/Litvanya, B. No: 46600/11, 13/1/2015, § 101). AİHM, devletin ister negatif isterse de pozitif yükümlülükleri bağlamında olsun bireyin ve ilgili üçüncü kişiler de dâhil olmak üzere toplumun yarışan menfaatleri ile devletin takdir yetkisi arasında adil bir denge kurulmasına dikkat edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır (Glaser/Birleşik Krallık, § 63). AİHM; ulusal makamların çocuğun ve ebeveynin menfaatleri arasında adil bir denge kurması gerektiğini ancak bu dengelemede çocuğun üstün yararının mahiyet ve ciddiyetine bağlı olarak çocuğun menfaatinin ebeveynin menfaatine göre daha fazla önem taşıyabileceğini kabul etmektedir (Şahin/Almanya [BD], B. No: 30943/96, 8/7/2003, § 66; Płaza/Polonya, B. No: 18830/07, 25/1/2011, § 71). Mandet/Fransa (B. No: 30955/12, 14/1/2016) kararında annenin eşinin babalığının tanınması işleminin bozulmasına ilişkin anne, eşi ve çocuktan oluşan başvurucuların şikâyetleri incelenmiştir. AİHM; kamu makamlarının çocuğun üstün menfaatlerini gözettiğini tespit etmiştir. Buna göre somut olay bakımından çocuğun menfaatlerinin biyolojik babanın menfaatleri ile örtüştüğünü belirten AİHM, çocuğun velayetinin anneye verildiğini, ayrıca çocuğun anne ve eşiyle birlikte yaşadığını gözeterek Sözleşme'nin maddesinin ihlal edilmediğine karar vermiştir (Mandet/Fransa, §§ 44-60). Cengiz Kılıç/Türkiye (B. No: 16192/06, 16/12/2011) kararında, babanın boşanma davası devam ederken çocuğuyla görüştürülmemesi şikâyeti incelenmiştir. AİHM, kamu makamlarının makul bir şekilde kendisinden beklenen uygulamaya yönelik gerekli bütün tedbirleri almadığı gerekçesiyle başvurucunun özel ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Cengiz Kılıç/Türkiye, §§ 120-135). Anayo/Almanya kararına konu olayda, kamu makamlarının başvurucuya daha önce hiç birlikte yaşamadığı ikiz çocuklarıyla görüşme izni vermemesi söz konusudur. AİHM, çocuklar ve başvurucu arasındaki ilişkinin çocukların menfaatleri açısından yararlı olup olmayacağı sorusunun kamu makamlarınca incelenmediği gerekçesiyle Sözleşme'nin maddesinin ihlaline karar vermiştir (Anayo/Almanya, §§ 55-73). Schneider/Almanya (B. No: 17080/07, 15/9/2011, §§ 79-105) kararında da başvurucuya biyolojik oğlu olduğunu iddia ettiği çocukla iletişim kurmasına izin verilmemesi nedeniyle başvurucunun özel hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Kararda, başvurucunun çocukla birlikte yaşamadığından aile hayatı bulunmasa da çocuğu ile iletişim kurmasının başvurucunun özel hayatının önemli bir parçası olduğu kabul edilmiştir (Schneider/Almanya, §§ 87-90). Ahrens/Almanya (B. No: 45071/09, 22/3/2012, § 89) ve Kautzor/Almanya (B. No: 23338/09, 22/3/2012, § 91) kararlarında, çocuk ile çocuğun yasal ebeveynleri arasındaki mevcut ilişkinin çocuğun biyolojik babasıyla olan ilişkisinden daha öncelikli olup olmadığı yönündeki kararın -taraf devletler arasında bu konuda bir konsensüs bulunmadığını da gözeterek- devletin takdir yetkisi kapsamında olduğu belirtilmiştir. Nazarenko/Rusya (B. No: 39438/13, 16/7/2015) kararına konu olayda; çocuk evlilik birliği içinde doğmuş ve kanunen babası olarak gözüken başvurucu, beş yıldan fazla bir süre kendini çocuğun babası olarak bilmiş; onu büyütmüş ve ona bakmıştır. Uzman raporlarına göre başvurucu ile çocuk arasında yakın bir duygusal bağ bulunduğu tespit edilmiştir. Ancak daha sonra başvurucunun çocuğun biyolojik babası olmadığı tespit edilmiştir. Başvurucu ile çocuğun neticede başvurucunun çocuğun biyolojik babası olmadığı ortaya konulana kadar uzun bir süre boyunca birbirlerinin baba ve kız evlat olduklarına inandıkları düşünüldüğünde ve aralarındaki yakın kişisel bağ dikkate alındığında AİHM, Sözleşme'nin maddesinin birinci paragrafı kapsamında bu ilişkinin aile hayatı anlamına geldiği sonucuna ulaşmıştır (Nazarenko/Rusya, § 58). AİHM, somut olayda başvurucunun biyolojik baba olmadığı ortaya çıktıktan sonra çocuk ile olan soy bağının kaldırıldığını ve bunun sonucu olarak kanun gereği velayet hakkı yanında kişisel ilişki kurmasına da izin verilmediğini tespit etmiştir (Nazarenko/Rusya, § 64). AİHM, çocukla kişisel ilişkisini sürdürmeye hak sahibi olan kişilerin katı bir listesinin oluşturulmasının ve her olayın kendine özgü koşulları içinde çocuğun üstün menfaati gözetilerek istisnalar getirilmemesinin niçin "demokratik bir toplumda gerekli" olduğunun gösterilemediğini belirtmiştir(Nazarenko/Rusya, § 65). AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesi, taraf devletlere -biyolojik olarak ilişkili olsun veya olmasın- yeterince uzun bir süre boyunca çocukla yakınlığı bulunan kişiyle kişisel ilişkinin sürdürülmesinin çocuğun üstün yararına olup olmadığını her bir olayda ayrı ayrı inceleme yükümlülüğü getirmektedir (Nazarenko/Rusya, § 66). AİHM, iç hukuka göre başvurucunun soy bağının kaldırılmasından sonra tamamen ve otomatik olarak çocuğun hayatından çıkarıldığını ifade etmiştir. Bununla birlikte AİHM; çocuğu bir süre kendi çocuğuymuş gibi yetiştiren bir kimsenin çocuğun biyolojik babası olmadığının ortaya çıkmasının ardından -çocuğun üstün yararına ilişkin nedenler gerektirmedikçe- çocuğun hayatından çıkarılmaması gerektiği kanaatindedir(Nazarenko/Rusya, § 67). Sonuç olarak AİHM, başvurucu ile çocuk arasındaki kişisel ilişkinin çocuğun üstün menfaatine olup olmadığının hiçbir biçimde incelenmeksizin başvurucunun çocuk ile olan kişisel ilişkisini sürdürme hakkından mahrum edilmesi nedeniyle Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir(Nazarenko/Rusya, § 68). Diğer Uluslararası Belgeler Birleşmiş Milletler (BM) Çocuk Haklarına Dair Sözleşme (BM Sözleşmesi), BM Genel Kurulunun 20/11/1989 tarihli ve 44/25 sayılı kararıyla kabul edilmiş ve imzaya açılmıştır. Türkiye, BM Sözleşmesi'ni 14/9/1990 tarihinde imzalamıştır. BM Sözleşmesi'nin onaylanmasının uygun bulunduğuna ilişkin 9/12/1994 tarihli ve 4058 sayılı Kanun, 11/12/1994 tarihli ve 22138 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. BM Sözleşmesi’nin onaylanmasına ilişkin 23/12/1994 tarihli ve 94/6423 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ise 27/1/1995 tarihli ve 22184 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Onay belgeleri 4/4/1995 tarihinde BM Genel Sekreterliğine tevdi edilmiş ve BM Sözleşmesi, Türkiye bakımından 4/5/1995 tarihinde yürürlüğe girmiştir. BM Sözleşmesi'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde, çocuğun yararı temel düşüncedir. Taraf Devletler, çocuğun ana-babasının, vasilerinin ya da kendisinden hukuken sorumlu olan diğer kişilerin hak ve ödevlerini de göz önünde tutarak, esenliği için gerekli bakım ve korumayı sağlamayı üstlenirler ve bu amaçla tüm uygun yasal ve idari önlemleri alırlar...." BM Sözleşmesi'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Yetkili makamlar uygulanabilir yasa ve usullere göre ve temyiz yolu açık olarak, ayrılığın çocuğun yüksek yararına olduğu yolunda karar vermedikçe, Taraf Devletler, çocuğun anababasından, onların rızası dışında ayrılmamasını güvence altına alırlar. Ancak, ana-babası tarafından çocuğun kötü muameleye maruz bırakılması ya da ihmal edilmesi durumlarında ya da ana-babanın birbirinden ayrı yaşaması nedeniyle çocuğun ikametgahının belirlenmesi amacıyla karara varılması gerektiğinde, bu tür bir ayrılık kararı verilebilir.... Taraf Devletler, ana-babasından veya bunlardan birinden ayrılmasına karar verilen çocuğun, kendi yüksek yararına aykırı olmadıkça, ana-babanın ikisiyle de düzenli bir biçimde kişisel ilişki kurma ve doğrudan görüşme hakkına saygı gösterirler...." BM Çocuk Hakları Komitesinin 14 numaralı Genel Yorumu'nun (2013 yılı)ilgili kısmı şöyledir:"... Bütün Taraf Devletler, çocuğun üstün yararının dikkate alınması ve temel düşünce olarak kabul edilmesi hakkına saygı göstermeli ve bu hakkı uygulamalıdır ve bu hakkın tam olarak uygulanması için bütün gerekli, iyi düşünülmüş ve somut tedbirleri almakla yükümlüdür.... Babalık, çocuk istismarı ya da ihmal, aile birleşimi, barınması vb. Hukuk davalarında çocuk kendi yararlarını doğrudan ya da bir temsilci aracılığıyla savunabilir. Örneğin çocuk istismarı ya da ihmal davaları gibi evlat edinme veya boşanma işlemleri, velayet, ikametgah, kişisel ilişki ya da çocuğun hayatı ve gelişiminde önemli etkisi olan diğer konularda, çocuk yargılama sürecinden etkilenebilir. Mahkemeler, usuli ya da esasa ilişkin olmaları fark etmeksizin, çocuğun üstün yararının bütün bu tür durumlarda ve kararlarda dikkate alınmasını sağlamalıdır ve bunu etkili bir şekilde yaptıklarını göstermelidir..."... Bir çocuğun üstün yararı, bütün uygulama tedbirlerinin alınmasında öncelikli düşünce olacaktır. 'Olacaktır' ifadesi, devletler üzerinde güçlü bir yasal yükümlülük doğrurur ve devletler çocukların üstün yararının atılan herhangi bir adımda değerlendirilip değerlendirilmeyeceği ve temel düşünce olarak çocuğnu üstün yararınauygun ağırlığın tanınıp tanınmayacağı konusunda takdir yetkisi kullanamazlar...... Ailenin ayrılmasının önlenmesi ve aile birliğinin korunması çocuk koruma sisteminin önemli unsurlarıdır ve '...ayrılığın çocuğun üstün yararı için gerekli olması haricinde çocuğnu ebeveynlerinden, onların rızası olmaksızın ayırılmamasını' gerekiren maddenin paragrafında öngörülen hakka dayanmaktadır. Üstelik, ebeveynlerinden birinden ya da ikisinden ayırılan çocuk, 'kendi yüksek yararına aykırı olmadıkça ebeveynin ikisiyle de düzenli bir biçimde kişisel ilişki kurma ve doğrudan görüşme hakkına sahiptir' (madde 9 fıkra 3). Bu, aynı zamanda velayet haklarına sahip olan herhangi bir kimse, hukuki ya da geleneksel olarak temel bakımı üstlenenler, evlat edinen ebeveynler ve çocukla bir kişisel ilişkisi olan kişiler bakımından da geçerlidir..." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5974 | Başvuru, soy bağının reddi için kayyım atanma zorunluluğunun bulunması ve hak düşürücü süre öngörülmesi, ayrıca boşanma davasına ilişkin yargılama sırasında davalı eşin çocuğun biyolojik babası olmadığının tespit edilmesine rağmen davalı ile çocuk arasında kişisel ilişkinin devamına karar verilmesi nedenleriyle aile hayatına saygı hakkının, kayyım tayinine ilişkin yargılama sürecinin uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, basın açıklaması dolayısıyla yapılan yargılamada kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Avukat olan başvurucu olay tarihinde Çağdaş Hukukçular Derneğinin (ÇHD) başkanıdır. Çağdaş Hukukçular Derneği; 1974 yılında kurulmuş, 12 Eylül 1980 Darbesi ile kapatılmış ve 1991 yılında tekrar kurulmuştur. 22/11/2016 tarihinde ise 677 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile tekrar kapatılmıştır. Söz konusu derneğe hukuk fakültesi mezunları ve tüzel kişiler ile hukuk fakültesi dördüncü sınıf öğrencileri üye olabilmekteydiler. Kapatılmadan önce genel merkezi Ankara'da olan ve bazı illerde de şubeleri bulunan ÇHD'nin Dernek Tüzüğü'nün maddesinde derneğin amacı "Hukukun, insanlığın binlerce yıllık tarihsel kazanımlar ışığında geliştirilmesi, insanın özgürleşmesi ve demokratiklik temeline dayalı, toplum bilinci ile güvence altına alınmış bir hukuk sisteminin kurulması, başta yaşam hakkı olmak üzere temel haklara ve insanlık onuruna yönelik her türlü saldırının önlenmesi için çalışma yapmak" şeklinde belirtilmiştir. Başvurucu 18/12/2009 tarihinde, adı geçen Dernek'in başkanı sıfatıyla Ankara'da Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) binası önünde "19 Aralık Hayata Dönüş Operasyonlarının Sorumluları Hesap Versin" konulu bir basın açıklaması düzenlemiştir. Basın açıklamasının yapıldığı tarihte HSYK Üyesi olan Ali Suat Ertosun'un Ceza ve Tevkifevleri (CTE) genel müdürü olarak görev yaptığı dönemde kamuoyunda "Hayata Dönüş Operasyonu" olarak bilinen operasyonlar yapılmıştır. Ali Suat Ertosun adli yargıda hâkimlik, adalet müfettişliği ve başmüfettişlik yaptıktan sonra CTE genel müdürü, HSYK ve Yargıtay üyeliği görevlerinde bulunmuştur. Basın açıklamasında Ali Suat Ertosun'un operasyonlar sırasında hayatını kaybeden birçok insanın ölümünden sorumlu olduğu ve yargılanması gerektiği belirtilerek şu ifadelere yer verilmiştir: "19 Aralık hapishane katliamını izleyen sonbahardayız. ...ölüme sebebiyet verenler hesap vermediler. Neden? Çünkü hesabı sözde soracaklarla hesabı verecekler aynılaşmıştı. Askerler, disiplinleri ve askeri başarıları göz önünde bulundurularak terfi alırlar. ... Peki bir gün hakimler nasıl terfi eder? Verdikleri daha hızlı, daha adil hükümlerle elde edecekleri hukuksal liyakat aranır herhalde, ama hakimleri, insan öldürmeyi bildiği, sevdiği, toplu kırım yönettikleri için yüksek mahkeme üyeliğine seçerseniz işin çivisi çıkmış demektir. Terfi ile yetinmeyip üstün hizmet madalyası verirseniz işlettikleri cinayetlere doğrudan ortak olursunuz. Burada da duramayıp, seni Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na üye yaptım, bundan sonra sadece senin gibileri terfi ettir, hakim yap derseniz artık gelecekte işlenecek suçları organize ediyorsunuz demektir. Bunların hepsi yapıldı. Katliamın Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü, Hakim Ali Suat Ertosun'a madalyayı takanlar, o koltuğa oturanlar, hukuksal liyakati bizce şüpheli hakimliği değil, hapishane katliamında soyunduğu kanlı rolü esas almışlardır. ...Uzun ve değiştirilemez genel müdürlüğü sırasında eskittiği Adalet Bakanları şimdi nerede? Ertosun'u yüksek mahkemeye seçtiren irade Adalet Bakanlığı yerine Başbakan Yardımcılığı yürütmektedir. Dönemin HSYK üyeleri şimdi Yargıtay'da Daire Başkanı, dönemin daire başkanları şimdi Yargıtay Başkanıdır. Madalyayı veren hala Cumhurbaşkanıdır. Adalet istiyoruz ama kimden. Aday gösterildiği HSYK seçiminde en yüksek oyu ona vererek Ertosun'u mesleki geleceklerini belirleyen kurula gönderen yüzlerce yüksek mahkeme üyesinden mi istesek adaleti? Yoksa karanlık yeteneklerini kendilerine karşı kullanmaya başladığını hissettikleri ana kadar sırtını sıvazlamış hükümetlerden mi? Adalet Bakanlığı yaptığı dönemde bizzat onun kurduğu düzeni sürdürmekten geri durmadığı için ödüllendirilenler Meclis Başkanı oldu, belki de adaleti parlamentodan istemeliyiz. Hiçbirisinin bize adaleti vermeyeceği ortadadır. Adaleti istemeli ve mücadele ederek inşa etmeliyiz. Fosfor bombaları ile yakılan genç kadınların, işkence ile öldürülenlerin, kurşunlananların hesabını yeterince etkili sormadığımızı için F Tip Tecrit bugün hala öldürüyor, sakat bırakıyor ve işkence ediyor. ...halka karşı işlenen suçlarda zamanaşımı işlemez. Ali Suat Ertosun için en doğru terfi sanık sandalyesidir. Onu şahsında hapishane katliamı mahkum edilmedikçe yargı ve siyasal iktidar bu suçun ortağı kalacaktır....30 yıl önce gerçekleşmiş Diyarbakır Cezaevi vahşetini bugün televizyon dizilerinden nemli gözlerle öğrenenlere haykırıyoruz. Sadece 9 yıl önce ülkenin her yerinde aynı anda yürütülen bu vahşeti öğrenmek, bilmek, kınamak için televizyon dizisi çekilmesini beklemeyin. Sorumluların cezalandırılması için mücadele edin, yaralarımız ancak o zaman sarılacaktır. 19 Aralık hapishane katliamını unutmadık, unutturmayacağız. Ali Suat Ertosun ve katliamın tüm sorumluları yargı önünde hesap vermelidir". Basın açıklamasında kullanılan ifadeler nedeniyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu hakkında kamu görevlisine hakaret suçundan kamu davası açmıştır. İddianamede, basın açıklamasının 19/12/2000 tarihinde gerçekleşen "Hayata Dönüş Operasyonu"na ve Ali Suat Ertosun'a tepki olarak yapıldığı tespit edilmiştir. Yine iddianamede, aşağıda yer verilen sözlerin eleştiri sınırlarını aşan, aşağılayıcı ve küçültücü değer yargısı içerdiği belirtilmiştir. "...hakimleri, insan öldürmeyi bildiği, sevdiği, toplu kırım yönettikleri için yüksek mahkeme üyeliği'ne seçerseniz işin çivisi çıkmış demektir. Terfi ile yetinmeyip üstün hizmet madalyası verirseniz işlettikleri cinayetlere doğrudan ortak olursunuz, ...Katliamın Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü, Hakim Ali Suat Ertosun'a madalyayı takanlar, o koltuğa oturanlar, hukuksal liyakati bizce şüpheli hakimliği değil, Hapishane katliamında soyunduğu kanlı rolü esas almışlardır..., ...Ali Suat Ertosun için en doğru terfi sanık sandalyesidir. Onu şahsında hapishane katliamı mahkum edilmedikçe yargı ve siyasal iktidar bu suçun ortağı kalacaktır..., ...Ali Suat Ertosun ve katliamın tüm sorumluları yargı önünde hesap vermelidir...". Kamu davası Ankara Sulh Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülmüştür. Mahkeme 17/2/2011 tarihli kararı ile suçun unsurlarının oluşmadığını belirterek başvurucunun beraatine karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde; başvurucunun eleştiri konusu yapılan, onlarca insanın hayatını kaybettiğioperasyonda CTE genel müdürü görevini ifa eden Ali Suat Ertosun'u eleştirirken kullandığı sözleri sert, incitici ve sarsıcı bulmamak olanaklı değilse de insan haklarına saygılı, çoğulcu ve demokratik bir toplumda bu düşüncelere tahammül gösterilmesi gerekeceği ve bu sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında olduğu belirtilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay 24/12/2013 tarihinde söz konusu kararı oyçokluğuyla bozmuştur. Yargıtay bozma gerekçesinde; verilen beraat kararının yerinde görülmediğinin belirtilmesinin akabinde hükümden sonra yürürlüğe giren 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun'un geçici 1-b madde ve fıkrası uyarınca, basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemleriyle işlenen suçlar bakımından "kovuşturmanın ertelenmesi" kurumunun getirilmesi karşısında başvurucunun hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunlululuk bulunduğu ifade edilmiştir. Bozma üzerine ilk derece mahkemesi 26/3/2014 tarihinde, isnat olunan hakaret suçunun yukarıda anılan 6352 sayılı Kanun'un "Dava ve cezaların ertelenmesi" kenar başlıklı maddesindeki zaman sürecinde işlendiğini, şekil ve öngörülen ceza süresi itibarıyla da bu Kanun kapsamı içinde kaldığının anlaşıldığını belirterek kovuşturmanın ertelenmesine karar vermiştir. Başvurucu kovuşturmanın ertelenmesine ilişkin karara itiraz etmiş, Ankara Asliye Ceza Mahkemesi 13/5/2014 tarihinde itirazı kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar başvurucuya 26/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 6352 sayılı Kanun'un geçici maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) 31/12/2011 tarihine kadar, basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemleriyle işlenmiş olup; temel şekli itibarıyla adlî para cezasını ya da üst sınırı beş yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı; ... b) Kovuşturma evresinde, kovuşturmanın ertelenmesine,... karar verilir. (2) Hakkında ... kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilen kişinin, erteleme kararının verildiği tarihten itibaren üç yıl içinde birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlememesi hâlinde, ... düşme kararı verilir. Bu süre zarfında birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlenmesi hâlinde, bu suçtan dolayı kesinleşmiş hükümle cezaya mahkûm olunduğu takdirde, ertelenen ... kovuşturmaya devam olunur."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kamuya mal olmuş kişilerin şöhret ve itibarı ile ifade özgürlüğünün çatışması hâlinde maddenin (2) numaralı fıkrasında yer alan "başkalarının... haklarının korunması" ifadesine müracaat etmektedir. AİHM Büyük Dairesi 7/2/2012 tarihinde verdiği iki kararda -Von Hannover/Almanya (No. 2), B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012 ve Axel Springer AG/Almanya, B. No: 39954/08, 7/2/2012- ifade hürriyeti ve özel hayata saygı hakkının dengelenmesinde kullanılan ilkeleri sistematik olarak açıklamış ve uygulamıştır. Bunlar: İfade özgürlüğüne konu açıklamanın kamu yararına ilişkin bir tartışmaya sağladığı katkı (Von Hannover/Almanya (2), § 109);ilgili kişinin tanınırlığı, toplumdaki rolü ve işlevi ile yazıya konu olan faaliyetin niteliği, haber veya makalenin konusu (Von Hannover/Almanya (2), § 110; Von Hannover/Almanya, B. No:59320/00, 24/09/2004, §§ 63-66; kamu tarafından tanınan kişiler için korumanın daha esnek olacağına ilişkin bir karar için bkz. Minelli/İsviçre (k.k.), B. No: 14991/02, 14/6/2005); ilgili kişinin daha önceki davranışları (Von Hannover/Almanya (2), § 111); yayının içeriği, şekli ve etkileri (Von Hannover/Almanya (2), § 112), bilgilerin elde edilme koşulları ve gerçekliği (Axel Springer AG/Almanya, § 93; Von Hannover/Almanya (2), § 113) ve uygulanan yaptırımın niteliği (Axel Springer AG/Almanya, § 95). İfade özgürlüğü ile başkalarının şöhret ve itibarlarının korunmasının çatışmasında eğer şöhreti söz konusu olan kişi kamu görevlisi ise dengeleme sırasında bu kişinin üstlendiği kamu görevi gözönüne alınmalıdır. Bununla birlikte kamu görevlilerinin siyasetçilerde olduğu gibi her türlü söylemlerini yakın denetime açtıkları da söylenemez. Kamu görevlilerinin görevlerini hakkıyla yerine getirebilmeleri için kamu güvenine sahip olmaları gerekir ki bu da ancak onları asılsız suçlamalara karşı korumakla sağlanabilir (Lesnik/Slovakya, B. No: 35640/97, 11/6/2003, § 53; Raichinov/Bulgaristan, B. No: 47579/99, 20/4/2006, § 48). AİHM'e göre kamu görevlilerinin görevlerini yerine getirirken performanslarını etkilemeye ve kamuoyunun bu kişilere olan güvenine zarar vermeyi amaçlayan aşağılayıcı ve hakaret içerikli saldırılara karşı korunmaları zorunludur (Busuioc/Moldova, B. No: 61513/00, 21/12/2004, § 64). Bununla birlikte AİHM, kendilerine idari yetkiler verilmiş kamu görevlilerine de kamusal konum doktrininin uygulanmasını uygun görmüş; belirli yetkileri kullanan kamu görevlilerinin kendilerinin sözleri ve eylemlerine getirilen eleştirilere daha fazla hoşgörü göstermeleri gerektiğini belirtmiştir (Steur/Hollanda, B. No: 39657/98, 28/10/2003, § 40). Ayrıca ifade özgürlüğüne ilişkin başvurularda, yaptırıma maruz kalma endişesinin kişiler üzerinde caydırıcı bir etkisi (chilling effect) vardır ve sonunda kişinin isnat edilen suçlardan aklanma ihtimali bulunsa bile kişinin bu etki altında ileride düşünce açıklamalarından imtina etme riski bulunmaktadır (Lombardo ve diğerleri/Malta, B. No: 7333/06, 24/4/2007, § 61). AİHM, başvurucunun "kelle" ifadesini kullanmak suretiyle Atatürk'ün hatırasına hakaret ettiği gerekçesiyle hakkında para cezasına hükmedildiği ve cezanın infazının 6352 sayılı Kanun hükümlerine göre ertelendiği bir başvuruda cezanın infazı ertelenmiş olsa bile başvurucunun ceza tehdidi altında olması nedeniyle uygulanan tedbirin izlenen amaçla orantısız bir yaptırım teşkil ettiği sonucuna ulaşmıştır. Bu nedenle AİHM, başvurucunun hakaret gerekçesiyle mahkûm edilmesinin demokratik bir toplumda gerekli olmadığına karar vermiştir (Özçelebi/Türkiye, B. No: 34823/05, 23/6/2015, § 51). | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10715 | Başvuru, basın açıklaması dolayısıyla yapılan yargılamada kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve basın hürriyeti kapsamındaki eylemlere ilişkin olması nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl süresi 19/7/2018 tarihinde yeniden uzatılmayarak son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından, darbe girişimiyle bağlantılı ya da darbe girişimiyle doğrudan bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik soruşturmalar yürütülmüş ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/01/2018, § 12). Başvurucu, Antalya Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) FETÖ/PDY'nin Antalya'daki basın yapılanmasına yönelik olarak yapılan soruşturma kapsamında 23/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucunun ifadesi 26/7/2016 tarihinde Antalya Emniyet Müdürlüğünde kolluk tarafından alınmıştır. Başvurucu, savunmasında özetle;i. Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesinden 2001 yılında mezun olduğunu, 1998 yılında İhlas Haber Ajansında (İHA) işe başladığını, daha sonra bir süre Milliyet gazetesinde çalıştığını, 2000-2005 tarihleri arasında Reuters'te, 2005 yılından 13/4/2016 tarihine kadar ise Feza Gazetecilik A.Ş. bünyesinde yer alan Zaman gazetesinde ve Cihan Haber Ajansında görev aldığını belirtmiştir.ii. FETÖ/PDY hakkında sadece kamuoyu aracılığıyla bilgi sahibi olduğunu, bunun dışında örgüt hakkında herhangi bir bilgisinin olmadığını, bu örgüte üye olmadığını savunmuştur.iii. Başvurucu, sosyal medyada paylaştığı ve FETÖ/PDY'yi destekleyici ve övücü mahiyette olduğu belirtilen mesajlarda suç unsuru bulunmadığını, ayrıca aynı soruşturma kapsamında şüpheli olan ve adları sorulan kişilerin iş arkadaşları olduğunu belirterek suçlamaları kabul etmemiştir. Başsavcılık 26/7/2016 tarihinde başvurucuyu silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle Antalya Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında öncelikle FETÖ/PDY ile ilgili genel bilgilere ve 15 Temmuz darbe teşebbüsüne dair açıklamalara yer verildikten sonra soruşturma konusu suçlamalara -örgütün Antalya'daki basın yapılanmasına dair olgulara- yer verilmiştir. Tutuklama talep yazısının ilgili bölümü şöyledir:"...FETÖ/PDY terör örgütü adına basın-yayın faaliyeti yürüten Kenan Baş'[ın] ... Feza Gazetecilik A.Ş. ile Reuters Enformasyon Ltd. Şti. şeklinde SGK kaydının olduğu ve;1-) S.Ş. [isimli ve] ... Terör örgütü FETÖ/PDY’nin basın yayın organı Feza Gazetecilik A.Ş. şeklinde SGK kaydı olan,2-) T.Ç. [isimli ve] ... Terör örgütü FETÖ/PDY'nin basın yayın organı Feza Gazetecilik A.Ş.de ve Anadolu Ajansında SGK kaydı olan şahıslarla bağlantılı olduğu şeklinde bilgiler elde edildiği,Sosyal paylaşım sitesi Facebook'ta; FETÖ/PDY terör örgütünün güdümünde yayın yapan aynı zamanda örgütün finans kaynaklarından olan 'ZAMAN' gazetesinin fotoğrafını kullandığı,Şüpheliler T.Ç., A.E. ve O. isimli şahısların arkadaşlar kısmında ekli olduğu,Kayyum atanması öncesinde FETÖ/PDY terör örgütünün güdümünde yayın yapan aynı zamanda örgütün finans kaynaklarından olan 'ZAMAN' gazetesinin 'ZAMAN FRANSA' isimli sayfasını, FETÖ/PDY terör örgütüne bağlı, eğitim kurumlarından olan, aynı zamanda örgütün finans kaynaklarından, ilimizde faaliyet gösteren TOROS AKDENİZ eğitim kurumunu ve SOSYAL PENCERE'yi beğendiği ve takip ettiği ayrıca şahsın özellikle son yıllarda FETÖ/PDY terör örgütüne müzahir şahısların Sosyal Pencere isimli sayfada yoğun paylaşımlarda bulunduğunun anlaşıldığı,Şüpheliler Ü., O.Y., K.B., Ö. tarafından, FETÖ/PDY terör örgütüne yönelik güvenlik kuvvetlerinin yürütmüş olduğu operasyonları sekteye uğratmak ve kitleleri etkileyerek kamuoyu oluşturmak için yaptıkları değerlendirilen 'Antalya polisi, öğrencilere eğitim hizmeti veren dershanelere baskın düzenledi.' şeklinde başlayan bir haber yaptıkları,Twitter'da Zaman gazetesine kayyum atanması ile ilgili olarak yoğun paylaşımlarda bulunduğu,İkametinde, örgütün fikir ve ideolojisini yaymaya, örgüte üye kazandırmaya ve örgüt liderine bağlılığı artırmaya yönelik kullanıldığı değerlendirilen FETÖ/PDY terör örgütü lideri tarafından yazılan (22) adet kitap ele geçirildiği anlaşılmakla;Aşağıda açık kimlik bilgileri yazılı şüpheliler mevcutlu olarak gönderilmiş olup,Şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu anlaşılmakla; Şüphelilerin üzerlerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi dikkate alınarak 5271 sayılı CMK'nın vd. maddeleri uyarınca tutuklanma[sına karar verilmesi talep olunur.]" Anılan talep yazısı, sorgu işlemi öncesinde Antalya Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuştur. Sorgu tutanağında, başvurucuya isnat edilen suçların okunup anlatıldığı da belirtilmiştir. Bu sırada başvurucunun avukatı da hazır bulunmuştur. Başvurucu Hâkimlikteki savunmasında emniyetteki ifadesine benzer beyanlarda bulunarak suçlamaları kabul etmemiştir. Antalya Sulh Ceza Hâkimliği 26/7/2016 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir: "...1-a-Şüphelilerin üzerlerine atılı suç ile ilgili olarak dosyada mevcut arama tutanakları sonucu ele geçen belge ve dokümanlar, şüpheli savunmaları, yine mevcut SGK kayıtları, sosyal medyada yapmış oldukları paylaşımlar ile ilgili ekran çıktıları, isnat olunan eylemlerin çeşitlilik ve sürekliliği tüm dosya kapsamı ile birlikte değerlendirildiğinde üzerlerine atılı suçları işledikleri yönünde kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delillerin varlığı, b-Şüphelilerin üzerlerine atılı suçun CMK.nın 100/ maddesinde sayılan suçlardan olması ve bu itabarla müstakil tutuklama nedenin varlığı, yine şüphelilerin üzerlerine atılı suç ve almaları muhtemel ceza ve özellikele gerek ilimizve gerekse ülkemiz çapında yapılan FETÖ/PDY örgütü ile ilgili birçok soruşturmada örgüt mensuplarının ülkemizden kaçtığı ya da saklandıkları anlaşılmkla şüphelilerin kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların varlığı, soruşturmanın henüz devam ediyor olması delillerin tam olarak toplanmamış olması nedeni ile delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma yönünde kuvvetli şüphelerin bulunması,c- Şüphelilerin üzerlerine atılı suçların alt ve üst sınırları, almaları muhtemel cezaya göre adli kontrol tedbirlerine müracaatın yetersiz kalacağı ve tutuklama tedbirine müracaat etmenin Anayasa'da belirtilen temel hak ve hürriyetlerin kısıtlanmasında ölçülülük ilkesine aykırı olmayacağı anlaşılmakla şüpheliler O., T.Ç. ve Kenan Baş'ın üzerlerine atılı TCKnın 314/ ve maddelerinde sayılan 'silahlı terör örgütüüyesi olma' ve 'Anayasayı İhlal' suçlarından ayrı ayrı CMK.nın 100 ve devamı maddeleri gereğince ayrı ayrı tutuklanmalarına ... [karar verildi.]" Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; Antalya Sulh Ceza Hâkimliği 1/8/2016 tarihinde tutuklama kararındaki gerekçelere değinerek itirazın reddine karar vermiştir. Antalya Sulh Ceza Hâkimliği 11/2/2017 tarihinde tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu bu karara itiraz etmiş, itirazı inceleyen Antalya Sulh Ceza Hâkimliği 24/2/2017 tarihli kararı ile itirazı reddetmiştir. Karar başvurucuya 3/3/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının 21/3/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açılmıştır. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY hakkında genel bilgilere, daha sonra ise başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilmiştir. Bu bağlamda iddianamede başvurucunun işlediği iddia olunan suça ve örgüt bağlantısına ilişkin olarak yer verilen olay ve olgular özetle şöyledir:i. Başvurucunun Feza Gazetecilik A.Ş.de Sosyal Güvenlik Kurumu kaydı olan ve aynı soruşturmada tutuklu bulunan S.Ş. ve T.Ç. ile bağlantısının bulunduğu (T.Ç.nin başvurucunun sosyal medya hesabında arkadaş olarak ekli olduğu) belirtilmiştir.ii. Başvurucunun ikametgâhında yapılan aramada "Gönül İnsanı Fetullah Gülen Belgeseli" isimli CD'ler, örgüt lideri Fetullah Gülen tarafından yazılmış "Kırık Testi" isimli birçok kitabın ele geçirildiği belirtilmiştir.iii. Başvurucu hakkında yapılan açık kaynak araştırmalarında; başvurucunun Facebook hesabında kapak fotoğrafı olarak Zaman gazetesinin fotoğrafını kullandığı, arkadaşlar kısmında aynı soruşturma kapsamında tutuklu T.Ç., A.E. ve O.nin ekli olduğu, FETÖ/PDY yayın organı olduğu belirtilen Zaman gazetesinin "Zaman Fransa" isimli sayfasını, örgütün eğitim kurumlarından olan Toros Akdeniz kurumunun sayfasını ve yine örgüt ile bağlantılı kişilerin yoğun paylaşımlarda bulunduğu Sosyal Pencere isimli sayfayı beğendiği ve bu sayfada yoğun paylaşımlar yaptığı, FETÖ/PDY ile bağlantılı Körfez Dershanesine yönelik yapılan operasyonla ilgili "Şok, Polis Ders Saatinde Bastı" şeklinde paylaşılan haberde başvurucunun adının da yazdığı ve bu paylaşımda başvurucuyla birlikte aynı soruşturma kapsamında tutuklu Ü., O.Y. ve Ö.nin isimlerinin de yer aldığı belirtilmiştir.iv. Başvurucunun Twitter hesabında yapılan incelemede "Beklenen oldu ve Türkiye'nin en çok satan gazetesi Zaman'a kayyım atandı", "Paralel safsatasıyla gizlenen gerçekler zaman.com.tr/politika_paral... zamancomtr aracılığıyla", "Birileri paralel mi demişti? Paralel öyle olmaz; böyle olur! Zaman", "İşin kolayı cemaat yaptı deyip sıyrılmak" şeklinde ve bunlara benzer FETÖ/PDY üyesi olduğunu gösteren birçok paylaşımda bulunduğu belirlenmiştir.v. Başvurucunun ikametgâhında yapılan aramada ele geçirilen çok sayıdaki kitabın silahlı terör örgütü lideri tarafından yazılan, örgütün fikir ve ideolojisini yaymaya, örgüte üye kazandırmaya ve örgüt liderine bağlılığı artırmaya yönelik kitaplar olduğu belirtilmiştir. 21/3/2017 tarihli iddianame Antalya Ağır Ceza Mahkemesince 29/3/2017 tarihinde kabul edilerek E.2017/57 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 29/3/2017 tarihinde tensiple birlikte başvurucunun tahliyesine ve yurt dışına çıkış yasağı konularak adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vermiştir. Antalya Ağır Ceza Mahkemesince 11/4/2017 tarihinde yapılan ilk duruşmada başvurucunun savunması alınmıştır. Başvurucu savunmasında özetle;i. Mesleğinin ilk yıllarında İHA'da, Milliyet gazetesinde ve Reuters'de çalıştığını; 2005 yılında ise Feza Gazetecilik A.Ş. bünyesinde yer alan Zaman gazetesinde çalışmaya başladığını ve 13/4/2016 tarihinde -Şirkete kayyum atanması nedeniyle- yasal hakları ödenerek işten çıkartıldığını ifade etmiştir. ii. Konutunda yapılan aramada ele geçirilen CD'lerin kendisine ait olmadığını, ele geçirilen kitapların ise kitaplığındaki birçok kitaptan sadece birkaç tanesi olduğunu, gazeteci olması nedeniyle her fikre ait kitabı okuduğunu, ele geçirilen kitapların yasaklanmış kitaplar olmadığını ifade etmiştir.iii. Aynı işyerinde çalışan ve amiri konumunda olan kişileri tanımasının, mesai arkadaşı olan bazı kişilerin Facebookta arkadaşı olmasının, çalıştığı işyerinin fotoğrafını Facebookta kullanmasının ve oğlunun okuduğu Toros Okullarına ait Facebook sayfasını beğenmesinin olağan bir şey olduğunu belirtmiştir. Ayrıca sosyal medyada sadece Zaman gazetesine ait haberleri paylaşmadığını, bunun dışında birçok haberi paylaştığını ve bu haberlerin kendisine ait olmadığını ifade etmiştir. Başvurucu; kendi yazdığı haberlerle ilgili bir suçlamanın olmadığını, internetteki haberlerle ilgili olarak suçlamada bulunulduğunu ileri sürerek yasal şirketlerde çalıştığını, yaptığı eylemlerin basın hürriyeti kapsamında gerçekleştirilen eylemler olduğunu, yasal olmayan bir kurumdan ya da örgütten emir almadığını,hiçbir terör örgütüne üye olmadığını belirtmiş ve suçlamaları kabul etmemiştir. Mahkeme 24/4/2018 tarihinde yaptığı yedinci duruşmada bir kısım sanıklar hakkında mahkûmiyet kararı vermiş, başvurucunun da aralarında bulunduğu bazı sanıklar hakkındaki davaları ise tefrik etmiş ve başvurucu hakkındaki yargılamaya Mahkemenin E.2018/216 sayılı dosyası üzerinden devam olunmuştur. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir." 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör suçları" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır." 3713 sayılı Kanun'un "Cezaların artırılması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315), 5271 sayılı Kanun'un "Adlî kontrol" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.… (3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir: a) Yurt dışına çıkamamak. b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak. c) Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak. ...f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak. g) Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî emanete teslim etmek. ...j) Konutunu terk etmemek. k) Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek. l) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemek." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir. (2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır."B. Uluslararası Hukuk Sözleşme Metinleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özgürlük ve güvenlik hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü ve (4) numaralı fıkrası şöyledir:" Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:...c) Kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek için inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine ya da suçu işledikten sonra kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin varlığı halinde, yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulması;... (4) Yakalama veya tutulma yoluyla özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, tutulma işleminin yasaya uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar verilmesi ve eğer tutulma yasaya aykırı ise, serbest bırakılması için bir mahkemeye başvurma hakkına sahiptir...."Sözleşme'nin "İfade özgürlüğü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı a. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkına İlişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi uyarınca, yalnızca bir ceza soruşturması veya kovuşturması çerçevesinde kişinin suç işlediğine dair şüphenin bulunması hâlinde yetkili adli makamın huzuruna çıkarılması amacıyla tutuklanabileceği yönündeki içtihadını (Jecius/Litvanya, B. No: 34578/97, 31/7/2000, § 50; Wloch/Polonya, B. No: 27785/95,19/10/2000, § 108) yakın dönemde verdiği Buzadji/Moldova ([BD], B. No: 23755/07, 5/7/2016, §§ 92-102) kararında geliştirmiştir. Buna göre ilk tutuklama kararından itibaren suçun işlendiğine ilişkin makul şüphenin varlığı yanında tutuklamaya ilişkin nedenlerin bulunduğunun ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konması gerekir. AİHM'e göre ilk tutuklama için yeterli görülen makul şüphenin varlığı, elde edilen deliller ve somut olayın kendine özgü koşulları da dikkate alındığında olaylara dışarıdan bakan, tamamen objektif bir gözlemciyi ikna edecek yeterlilikte olmalıdır. Toplanan deliller, objektif bir gözlemciye sunulduğunda şüpheli ya da sanığın atılı suçu işlemiş olabileceği yönünde gözlemcide kanaat oluşturmaya yeterli ise somut olayda makul şüphe vardır. Diğer bir ifade ile inandırıcı neden ya da makul şüphe, suçlanan kişinin üzerine atılı suçu işlemiş olabileceğine dair objektif bir gözlemciyi ikna etmeye yeterli olay, olgu veya bilginin varlığını gerektirmektedir (Fox, Campbell ve Hartley/Birleşik Krallık, B. No: 12244/86-12245/86-12383/86, 30/8/1990, § 32; O'Hara/Birleşik Krallık, B. No: 37555/97, 16/10/2001, § 34). AİHM, tutukluluğu meşru kılan makul dört temel neden belirlemiştir: Bunlar sanığın duruşmaya çıkmama (kaçma) tehlikesi (Stögmüller/Avusturya, B. No: 1602/62, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü § 15), sanığın serbest bırakıldıktan sonra adaletin iyi idaresine zarar verecek tarzda önlemler alabilecek olma tehlikesi (delilleri yok etme) (Wemhoff/Almanya, B. No: 2122/64, 27/6/1968, hukuki gerekçe bölümü § 14), tekrar suç işleme tehlikesi (Matznetter/Avusturya, B. No: 2178/64, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü § 7) ve kamu düzenini bozma tehlikesidir (Letellier/Fransa, B. No: 12369/86, 26/6/1991, § 51). b. İfade ve Basın Özgürlüklerine İlişkin AİHM'e göre ifade özgürlüğü, demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardandır. İfade özgürlüğü toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini teşkil etmektedir. Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrası saklı tutulmak üzere ifade özgürlüğü, sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir; yokluğu hâlinde demokratik bir toplumdan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir. AİHM, maddede güvence altına alınan bu özgürlüğün bazı istisnalara tabi olduğunu ancak bu istisnaların dar yorumlanması ve bunun sınırlandırılmasının ikna edici olması gerektiğini vurgulamıştır (Handyside/Birleşik Krallık [GK], B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49; Von Hannover/Almanya (No. 2) [BD], B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 101). AİHM, Stojanović/Hırvatistan (B. No: 23160/09, 19/9/2013, §§ 39, 62) kararında ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını incelerken başvurucunun sorumluluğunun kapsamının kendi sözlerinin ötesine taşıp taşmadığının belirlenmesi gerektiğini ifade etmiştir. AİHM, derece mahkemelerince başvurucunun sorumluluğunun -bunu haklı gösterecek ilgili ve yeterli gerekçeler gösterilmeksizin- onun sözlerinin ötesinde genişletilmesi suretiyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir. AİHM, Sürek/Türkiye(No.1) ([BD], B. No: 26682/95, 8/7/1999) kararında ise haftalık bir dergide "Silahlar Özgürlüğü Engelleyemez" ve "Suç Bizim" başlıklı iki okuyucu makalesinin yayımlanması üzerine dergi sahibi ile editörünün (adli) para cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediği meselesini incelemiştir. Anılan kararda, basının şiddet tehdidi karşısında millî güvenlik veya ülke bütünlüğünün korunması, asayişsizlik veya suçun engellenmesi amacıyla konmuş olan sınırlamaları aşmaması kaydıyla bölücü olanlar da dâhil olmak üzere görüş ve siyasi hususlarda bilgi vermesinin demokratik toplumlar açısından bir zorunluluk olduğu belirtilmiştir. AİHM'e göre ifade edilen sözler bireylere, kamu görevlilerine veya toplumun belli bir kesimine karşı şiddeti teşvik ettiği durumlarda devlet otoriteleri ifade özgürlüğüne ilişkin müdahale gereğinin incelenmesinde daha geniş bir takdir yetkisine sahiptir. AİHM, dergide yayımlanan mektuplarda kullanılan kelimeler ve bu kelimelerin yayımlandığı bağlam üzerinde özellikle durmuştur. AİHM söz konusu kelimelerin şiddeti açıkça teşvik niteliğinde olduğunu belirterek şunları söylemiştir: "Mahkeme ilk olarak, 'katliam', 'zulüm' ve 'cinayet' gibi göndermelerin yanı sıra, 'Faşist Türk ordusu', 'TC cinayet çetesi' ve 'emperyalizmin kiralık katilleri' gibi etiketlerin kullanılması ile diğer tarafa kara bir leke vurulmasına ilişkin açık bir kasıt olduğunu kabul etmektedir. Mahkeme kanaatine göre söz konusu mektuplar, temel duyguların kışkırtılması ve halen ölümcül şiddet şeklinde kendini göstermiş olan bileşik önyargıların katılaştırılması ile kanlı bir intikama çağrı şeklinde değerlendirilebilecektir. Ayrıca, mektupların 1985’ten bu yana çok ciddi can kayıpları ve bölgenin büyük bir kısmında olağanüstü hal tedbirinin uygulanmasına sebebiyet verecek şekilde güvenlik kuvvetleri ile PKK arasında ciddi çatışmaların devam etmekte olduğu Güneydoğu Türkiye’deki güvenlik durumu bağlamında yayınlanmış olması da dikkate alınmalıdır. Bu bağlamda, mektupların içeriği iddia edilen zulümlerin sorumlusu olarak gösterilenlere karşı köklü ve mantık dışı bir nefret uyandırarak bölgede daha fazla şiddete sebebiyet verebilecek şekilde değerlendirilmelidir. Gerçekten de, okuyucuya iletilen mesaj, saldırgan karşısında şiddete başvurmanın gerekli ve haklı bir önlem olduğudur." AİHM, bu açıdan derginin sahibi olarak başvurucuya uygulanmış olan cezanın bir zorunlu sosyal ihtiyacı karşılamak olarak kabul edilebileceği ve başvuranın mahkûmiyeti için yetkililer tarafından gösterilen gerekçelerin ilgili ve yeterli olduğu sonucuna varmıştır. Hocaoğulları/Türkiye (B. No: 77109/01, 7/3/2006) kararında AİHM, bir dergide yayımlanan "Hangi Barış?" ve "Gençlik İsyan Demektir" başlıklı iki makale nedeniyle başvurucunun terör örgütü lehine propaganda suçundan mahkûmiyetini incelemiştir. AİHM, başvuruyu makalelerdeki ibareleri, yayımlandıkları bağlamı (yazının bütünlüğünü), özellikle terörle mücadeleye bağlı güçlükleri de dikkate alarak değerlendirmiştir. Mahkeme "Gençlik İsyan Demektir" başlıklı makale ile alakalı şu değerlendirmeleri yapmıştır: "Gençlere seslenen ve hiçbir devrimin insan zayiatı olmadan gerçekleşemeyeceği görüşünü savunan yazarın dili barışa ve siyasi sorunların çözümüne çağrı olarak kabul edilemez… Diyarbakır zindanlarında işkenceci faşistlere sır verip ser vermeyerek ve Kızıldere'de düşmanları, biz buraya dönmeye değil ölmeye geldik, diye selamlayarak dönenlere kavgalarının gelip geçici olmadığını bildirirler. Hem de canları pahasına. Evet, belki yenildiler. Ama direndiler. Çünkü gerçek zaferin böyle küçük ama kararlı direnişlerle kazanılacağını biliyorlardı" gibi ifadelerinin kullanımıyla net bir biçimde mücadelenin geçici olmadığı düşüncesinin vurgulandığını hatırlatmaktadır. Bunun yanı sıra, bütünü itibarıyla şiddet kullanımını, silahlı direnişi veya başkaldırıyı tahrik eder bir makale olarak değerlendirilebilir; AİHM nezdinde göz önünde bulundurulması gereken temel unsur budur." AİHM’e göre şiddeti kışkırtan ve yücelten bu ibareler, Sözleşme’nin giriş kısmında açıklanan barış ve adalet gibi temel değerler ile bağdaşmaz. Sürek ve Özdemir/Türkiye ([BD], B.No:23927/94 ve 24277/94, 8/7/1999) kararında başvurucuların sahibi ve yazı işleri müdürü oldukları dergi vasıtasıyla terörist örgütlerin bildirilerini yayımlamak ve bölücü propaganda yapmak suçlarından ulusal hukukta mahkûm edilmeleri söz konusudur. AİHM, özellikle kin ve düşmanlığa tahrik bağlamında söylemleri değerlendirmiş ancak metinlerin -bir bütün olarak ele aldığında- kin ve düşmanlığa tahrik ettiğinin söylenemeyeceğini belirtmiştir. Mahkeme bu kararda bilhassa medya açısından ifade hürriyetinin kullanılmasındaki görev ve sorumlulukların çatışma ve gerginlik zamanlarında özel önem taşıdığını vurgular. AİHM'e göre "Bu yüzden de devlete karşı şiddet kullanma yoluna giden örgüt temsilcilerinin görüşleri yayımlanırken medya şiddeti tahrik eden ve kin güden konuşmaların yapıldığı bir araç olarak görülmesin diye, daha fazla özen gösterilmelidir." Çünkü kin ve nefret söylemi ile şiddete teşvik arasında ince bir çizgi olduğu ya da anılan söylemin şiddete dönüşmesi riskinin kuvvetle muhtemel olduğu dikkate alınmalıdır. Halis Doğan/Türkiye (No. 3) (B. No: 4119/02, 10/10/2006) kararında sahibi olduğu gazetenin "Analiz" başlıklı sütundaki "Komplo’nun Yeni Aşaması" ve "Doğum" başlıklı iki makalenin yayımlanmasından dolayı başvurucu hakkında bölücülük propagandası yapma suçundan bir miktar para cezasına hükmolunmuş ve ayrıca gazetenin yayını altı gün süreyle durdurulmuştur. Verilen bu ceza Yargıtay tarafından onanmıştır. AİHM’e göre her iki makalede de PKK terör örgütünün mücadele yöntemlerine yer verilmektedir. Makalelerde kullanılan kimi sözler, ne Kürt probleminin barış yoluyla çözümüne çağrı konuşması ne de sosyal, kültürel ve tarihi olaylar hakkındaki saptamalar olarak görülebilir. AİHM "Aksine (şimdi) ulusal seferberlik zamanıdır. Eğer bütün güçler, yetenekler ve olanaklar faaliyete geçmezse, ne zaman faaliyete geçecekler? Kürtlerin hatıralarında ve kültürlerinde 'onur günü' kavramı vardır. İşte bugün onur gününden daha farklı bir gün söz konusudur. Ve hatta durum böyle iken, bizim tek garantimiz, tam bir özgürlük kazanmak için her türlü fedakârlığı yapmaya ve yüzyılın esaret zincirlerini kırmaya hazır olan halkımızın isteğidir. Bu bizim özgürlük mücadelemizi parlayan bir aşamaya taşıyacak öncü politikamızdır. Gerçek fedakârlığı gösteren şahinlerimiz." şeklindeki ifadelerin şiddeti tahrike elverişli ifadeler olduğunu not etmiştir. AİHM’e göre makalelerin genel içeriği şiddete, silahlı mücadeleye ya da ayaklanmaya teşvik edici mahiyettedir ve bu ifadeler, Abdullah Öcalan’ın yakalanmasından sonra bir gazetede yayımlanan iki makaleden alınmıştır; içerik olarak Kürtlerin davasını savunanları şiddete teşvik etmektedir. Böyle bir bağlamda makalelerin Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde zaten mevcut olan şiddet eylemlerine katalizör etkisi yapabilecek bir nitelikte olduğunu tespit etmek yanlış olmaz. Bu bakımdan Mahkeme, başvuranın mahkûm edilme gerekçelerinin başvuranın ifade özgürlüğüne müdahaleyi haklı göstermek için yeterli ve yerinde olduğuna hükmetmektedir. Mahkeme sadece bilgi ya da fikirlerin çatışmasının, şaşırtmasının ya da endişeye yol açmasının benzeri bir müdahaleyi haklı göstermeye yetmeyeceğini hatırlatmaktadır (bkz. §§ 32-39). Sürek/Türkiye (No. 3) ([BD] B. No: 24735/94, 8/7/1999) kararına konu olan olayda başvurucu "Haberde Yorumda Gerçek" isimli derginin sahibidir. Bu dergide 9/1/1993 tarihli sayıda "Botan'da Fakir Köylüler Toprak Ağalarını İstimlak Ediyor" başlıklı bir makale yayımlanmıştır. Bu makalede devletin bölünmez bütünlüğü aleyhine propaganda yapıldığı gerekçesi ile dergi toplatılmış ve başvurucu adli para cezasına mahkûm edilmiştir. Başvurucu ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasıyla AİHM’e başvurmuştur. Konuyu inceleyen AİHM, makalelerde kullanılan kelimeler ve bu kelimelerin yayımlanmış olduğu bağlam üzerinde özellikle duracağını belirtmiştir. Dava konusu makalede ülkenin bir bölgesindeki mücadelenin güvenlik kuvvetlerine karşı yürütülen bir savaş olarak nitelendirilmesinin ve "Özgürlük mücadelesini sonuna kadar sürdüreceğiz." ifadesinin kullanılmasının makalenin yazarının kendisini terör yoluyla mücadeleyi sürdüren örgütle özdeşleştirmiş olduğu ve silah kullanılması için çağrıda bulunduğu anlamına geleceğini vurgulamıştır. AİHM ayrıca makalelerin 1985’ten bu yana çok ciddi can kayıpları yaşanan ve bölgenin büyük bir kısmında olağanüstü hâl ilan edilmesine sebebiyet verecek şekilde güvenlik kuvvetleri ile PKK arasında ciddi çatışmaların devam etmekte olduğu Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki güvenlik durumu bağlamında yayımlanmış olmasının da dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir. Bu bağlamda makalenin içeriği bölgede daha fazla şiddeti teşvik edebilecek niteliktedir ve bu makaleyle okuyucuya iletilen mesaj, saldırgan ülke karşısında şiddete başvurmanın gerekli ve haklı bir önlem olduğudur. Bu açıdan AİHM, muhatap devlet tarafından başvuranın mahkûmiyetine ilişkin olarak öne sürülen nedenlerin başvuranın ifade özgürlüğü hakkına bir müdahale için ilgili ve yeterli dayanak teşkil ettiği sonucuna varmıştır. AİHM'e göre başvurucu, bu makalelerde yer alan görüşler ile şahsen bağlantılı olmamasına rağmen makalelerin yazarlarına şiddet ve nefretin körüklenmesi için bir araç temin etmiştir. Dergi ile sadece ticari açıdan bağlı olduğu ve yazı işleri müdürlüğü sorumluluğu taşımadığı gerekçesi ile makalelerin içeriğine ilişkin her türlü cezai sorumluluktan muaf tutulması gerektiği yönündeki başvurucu tarafından ileri sürülen iddia AİHM tarafından reddedilmiştir. Başvurucu, derginin sahibidir ve konumu itibarıyla derginin yazı işleri yönetimini şekillendirme hakkına sahiptir. Bu nedenle halk için bilgi toplanması ve dağıtılması konusunda derginin yazı işleri ve muhabir personelinin görev ve sorumlulukları açısından vekâleten sorumlu olup bu da çatışma ve gerginlik durumlarında daha büyük önem taşımaktadır. AİHM açıklanan gerekçelerle başvurucuya verilen cezanın zorunlu bir sosyal ihtiyaca karşılık geldiğini ve verilen ceza ile elde edilmek istenen amaç arasında orantısızlık olmadığını belirterek ifade özgürlüğünün ihlalinin söz konusu olmadığı sonucuna varmıştır. Öte yandan AİHM'in Ceylan/Türkiye ([BD], B. No: 23556/94, 8/7/1999) kararına konu olan olayda bir sendikanın başkanı olan başvurucu, İstanbul'da basılan haftalık bir gazetede yazdığı makalede kullandığı sözler nedeniyle 1 yıl 8 ay hapis ve (adli) para cezasına mahkûm edilmiştir. AİHM, bu olaya ilişkin başvuruyu değerlendirirken söz konusu yazının birkaç yıl önce Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde şiddetin yeniden canlanması hakkında -Marksist deyimler kullanılarak- yapılan bir açıklama niteliğinde olduğunu belirtmiştir. AİHM'e göre başvurucunun makalesi özü itibarıyla Kürt hareketinin işçi sınıfı ile bu sınıfın ekonomik ve demokratik kuruluşları tarafından özgürlük ve demokrasi için verilen genel bir mücadelenin parçası olduğuna veya en azından bir parçası olması gerektiğine ilişkindir. AİHM, makalede kullanılan "devlet terörü" ve "katliam" gibi kelimeler nedeniyle Türk yetkililerinin ülkenin bu bölgelerindeki fiillerine yönelik eleştirinin sert olduğunu ve yazıda keskin bir dil kullanıldığını kabul etmiştir. Bununla birlikte AİHM'e göre siyasi söylem veya kamu çıkarı ile ilgili konularda ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamanın dar olması gerekir. Bu bağlamda hükûmet ile ilgili olarak yapılmasına müsaade edilen eleştirinin sınırı, bireyler veya siyasetçiler hakkında yapılan eleştiriye oranla daha geniştir. AİHM, hükûmetin güçlü konumu dolayısıyla kendisine yönelik eleştirilere ve haksız saldırılara başka yöntemlerle karşılık vermesinin mümkün olduğu hâllerde ceza davası başlatma konusunda çekimser davranması gerektiği görüşündedir. Buna karşılık AİHM, kamu düzeninin güvencesi olan devlet yetkililerinin bu tür durumlarda aşırıya gitmeden ve uygun bir şekilde tepki vermeyi amaçlayan tedbirleri -ceza hukuku bağlamında bile olsa- benimsemesinin mümkün olduğunu belirterek bir bireye, kamu personeline ya da nüfusun bir kesimine karşı şiddet kullanmanın tahrik edildiği hâllerde ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin gerekli olup olmadığı incelenirken devlet yetkililerinin daha kapsamlı bir takdir sınırından faydalanacakları değerlendirmesinde bulunmuştur. AİHM, bu çerçevede değerlendirdiği olayda Türk yetkililerin uzun yıllardır süregelmekte olan ciddi kargaşanın bu tür görüşlerin yayılması ile şiddetlenebileceği hususundaki endişelerini, makalenin Körfez Savaşı'ndan kısa bir süre sonra çok sayıda Kürt kökenli insanın Irak'taki baskıdan kaçıp Türk sınırlarına sığındığı sırada yayımlandığını ve yazıda kullanılan dilin sert olduğunu dikkate aldığını belirtmişse de kişilerin şiddete veya silahlı ayaklanmaya teşvik edilmesinin söz konusu olmadığına ve yaptırımın ağırlığına dikkat çekerek başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir (bkz. §§ 33-38; benzer yöndeki kararlar için -diğerleri arasından- bkz. Incal/Türkiye [BD], B. No: 22678/93; 9/6/1998, §§ 55-60; Gerger/Türkiye, [BD], B. No: 24919/94, 8/7/1999, §§ 47-52; İbrahim Aksoy/Türkiye, B. No: 28635/95-30171/96-34535/97, 10/10/2000, §§ 60-66, 69-73, 78-80). | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/17411 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve basın hürriyeti kapsamındaki eylemlere ilişkin olması nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan talep neticesinde hükmedilen tazminat miktarının zararları karşılamaması, manevi tazminat isteminin reddedilmesi, işlemlerin makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma; mal varlığından barışçıl şekilde yararlanma hakkından yoksun bırakılması sebebiyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. Başvuru 9/4/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 19/1/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 18/2/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği 18/2/2015 tarihinde bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 19/3/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı belirtilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1994 yılında ailesiyle birlikte yaşadığı Ovacık ilçesinin, Bilgeç (Emirgan mezrası) köyünde ikamet etmekte iken terör örgütüne yönelik yoğunlaşan operasyonlardan dolayı köy ve mezraların boşaltıldığını, bu nedenle köyünü terk etmeye mecbur bırakıldığını, mal varlığına ulaşamadığını iddia etmiştir. Başvurucu 7/10/1994 – 16/10/1994 tarihleri arasında köydeki ev ve ahırının terör nedeniyle yanmasına ilişkin Ovacık Kaymakamlığına şikâyet dilekçesi verdiğini ancak herhangi bir sonuç alamadığını beyan etmiştir. Başvurucu, köye dönüşüne izin verilmesi talebiyle 2001 yılında Ovacık Kaymakamlığına başvurduğunu fakat talebinin reddedildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu talebinin reddi üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuruda bulunmuş; AİHM 30/3/2006 tarihli Rıza Yıldız ve diğerleri/Türkiye kararıyla 17/7/2004 tarihinde 5233 sayılı Kanun’un kabul edilmesiyle yeni bir giderim usulünün öngörüldüğünü, İçyer/Türkiye (B. No: 18888/02, 12/1/2006) kararıyla da terör nedeniyle oluşan zararların karşılanmasında 5233 sayılı Kanun ile getirilen başvuru yolunun etkili ve erişilebilir olduğuna karar verildiğini belirterek iç hukuk yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir. Başvurucu 11/4/2006 tarihinde, 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Tunceli Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurduğunu beyan etmiştir. Başvuru kapsamında gerçekleştirilen 31/8/2007 tarihli keşif işleminde 160 m² taş duvarlı ahşap ev, 60m² taş duvarlı ahşap ahır, 50 adet küçükbaş ve 15 adet büyükbaş hayvanın başvurucuya ait olduğu tespit edilmiştir. 8/9/2009 tarihli ve 2009/2241 sayılı Komisyon kararında, başvurucunun terör olaylarının yaşandığı yıllarda köyde yaşadığı, ev ve ahır zararının bulunduğu belirtilerek anılan zararlar kapsamında mal varlığına ulaşamama nedeniyle toplam 256 TL ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından komisyon kararında belirtilen miktarın az olduğu gerekçesi ile sulhname tasarısı kabul edilmeyerek 22/2/2010 tarihli uyuşmazlık tutanağı imzalanmış ve 5233 sayılı Kanun kapsamında hesabı yapılan miktar tespiti işleminin iptali ile maddi ve manevi tazminat istemli dava açılmıştır. Malatya İdare Mahkemesinin 24/3/2011 tarihli ve E.2010/733, K.2011/807 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: "... Gerek bakılan davanın gerekse Mahkememizde açılmış benzer nitelikteki çok sayıda davanın incelenmesinden, komisyonların zarar iddialarının araştırılması konusunda izlediği yöntem ile zarar miktarının hesaplanmasında esas aldığı ölçü ve kriterlerle ilgili olarak aşağıda sıralanan belli başlı hususlar tespit edilmiştir:1- İnşaat bilirkişilerince binaların maliyeti belirlenirken, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nca her yıl yayınlanan Mimarlık ve Mühendislik Hizmet Bedellerinin Hesabında Kullanılacak Yapı Yaklaşık Birim Maliyetleri Hakkında Tebliğ hükümlerinin esas alındığı, buna göre binaların değerinin, ev için söz konusu Tebliğ’de Sınıf B Grubu olarak sınıflandırılan yapılar için öngörülen m² birim maliyet değeri; ahır-samanlık için ise aynı Tebliğ’deki Sınıf B Grubu yapılar için öngörülen m² birim maliyet değeri esas alınarak ve yaşlarına göre belirlenen oranda yıpranma payı düşülerek tespit edildiği, Komisyon tarafından yapılan hesaplamalarda ise, önceleri bilirkişilerin kullandığı m² birim maliyet değerleri esas alındığı, ancak daha sonraları bu değerler düşürülerek köy tipi ev için Sınıf B Grubu'ndaki, betonarme ev için Sınıf B Grubu'ndaki, ahır-samanlık için ise Sınıf A Grubu'ndaki m² birim maliyet değerlerinin esas alındığı görülmekte olup; buna göre, komisyonca, binaların, niteliğine ve yapımında kullanılan malzemeye göre bir ayrıma tabi tutularak köy tipi ev için Sınıf B Grubu'ndaki, betonarme ev için Sınıf B Grubu'ndaki, ahır-samanlık için ise Sınıf A Grubu'ndaki m² birim maliyet değerlerinin esas alınmasının daha objektif ve hakkaniyete uygun düştüğü sonucuna ulaşılarak bina zararlarının belirlenmesinde esas alınabilecek bir kriter olduğu görülmektedir. …4- Komisyonun, başvuru sahiplerinin uğradığı gerçek zararı belirleyebilmesi için öncelikle başvurucunun göç ettiği esnadaki malvarlığının hangi kalemlerden oluştuğunu ve miktarını net olarak saptaması gerekmektedir. Oysa, bakılan uyuşmazlıklarda Komisyon tarafından, çoğu zaman gerek araştırma heyetinin yaptığı tespitler, gerekse başvuru sahibinin sunduğu tapu senedi, emlak beyanı gibi kanıtlayıcı bilgi belgeler dikkate alınmadan ve/veya bu veriler arasındaki çelişkiler giderilmeden doğrudan, hiçbir hukuki dayanağı olmayan zarar kalem ve miktarlarının esas alınarak hesaplama yapıldığı görülmektedir. Ancak, yukarıda da açıklandığı üzere araştırma heyetlerinin yaptığı tespitler, resmi ve itibar edilebilir nitelikte olup, komisyonların bu tespitleri doğrudan esas alması gerektiği yönünde zorlayıcı yasal bir hüküm olmamakla birlikte komisyonların mahallinde yapılması gereken araştırma ve incelemeleri bizzat yapmak yerine bu heyetler vasıtasıyla yaptığı durumlarda ya söz konusu tespitleri esas alması ya da tespitlerin sıhhatından kuşku duyuluyor ise yeniden keşif yapmak veya araştırmayı derinleştirerek aksinin ortaya konulması gerekmektedir. ...6- Başvurucuların malvarlıklarına ulaşamadıkları sürenin belirlenmesinde öncelikle aynı yerleşim yerinde ikamet eden kişilerin farklı tarihlerde göç etmiş olabilecekleri gerçeği karşısında sürenin başlangıcı olarak köyün tamamen boşaldığı tarihin esas alınması gerektiği, bu tarih ile ilgili resmi makamlarca yapılmış bir tespit varsa öncelikle bunun, şayet köyün tamamen boşaldığı tarih ile ilgili somut resmi bir tespit yok ise bu takdirde bölgede göçlerin yoğun olarak yaşandığı 1994 yılı sonbaharının esas alınması gerektiği; malvarlığına ulaşamama durumunun son bulduğu tarih ile ilgili olarak ise, aynı şekilde öncelikle bu konuda da resmi makamlarca (valilik, kaymakamlık, araştırma heyeti v.b.) tespit edilmiş bir tarihin olup olmadığına bakılmalı, şayet bu yönde resmi tespit yok ise bu durumda olağanüstü hal uygulamasının kaldırıldığı tarihin esas alınması gerektiği sonucuna varılmıştır.Dava konusu uyuşmazlığın yukarıda sıralanan genel saptamalar ışığında değerlendirilmesi neticesinde; 160 m² ev ile 60 m² ahır için teklif edilen tutarın yukarıda açıklanan hesaplama kriterlerine uygun ve yerinde olduğu, davacının uğradığını iddia ettiği hayvan zararının ise soyut ve afaki olması nedeniyle tazmin edilmemesinin yerinde olduğu görülmektedir.Buna göre; komisyon tarafından 5233 sayılı Yasa kapsamında davacının zararının karşılandığı anlaşıldığından, buna ilişkin dava konusu komisyon kararında hukuka aykırılık görülmemiştir.Manevi tazminat istemine gelince; 5233 sayılı Yasa'nın 1, 2 ve madde hükümlerinin bir arada değerlendirilmesinden, söz konusu Yasa'nın, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin uğradıkları maddi zararların sulhen karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri düzenlemek amacıyla çıkarıldığı, Yasa kapsamında sadece maddi zararların karşılanmasının düzenlendiği, manevi zararın tazminine yönelik herhangi bir düzenlemeye yer verilmediği dikkate alındığında, davacının talep ettiği manevi zararın bu Yasa kapsamında karşılanmasına imkan bulunma(maktadır)..." Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 12/12/2012 tarihli ve E.2011/16775, K.2012/13904 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 26/9/2013 tarihli ve E.2013/10636, K.2013/6489 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Ret kararı 10/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 9/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. B. İlgili Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, ve maddeleri, maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesinin (1) numaralı fıkrası. 5233 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “7 nci maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz önünde bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile belirlenir. Taşınmaza ilişkin zarar tespitinde 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 11 inci maddesinde belirtilen kıymet takdiri esasları kıyasen uygulanır.” 5233 sayılı Kanun’un maddesinin beşinci fıkrası şöyledir: “Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.” Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmelik’in maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “15 inci maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz önünde bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile belirlenir.” Aynı Yönetmelik’in maddesi şöyledir: “(Değişik: 22/8/2005 – 2005/9329 K.) Başvuru sahibi, başvuru dilekçesi ile birlikte olayın meydana geliş tarzını açıklayan ve zararın tespit ve ölçümünde dikkate alınabilecek her türlü bilgi ve belgeyi Komisyona sunar. Ayrıca; Komisyon, gerekli gördüğü takdirde zararın tespit ve ölçümünde dikkate alınabilecek her türlü bilgi ve belgeyi adli, idari ve askeri mercilerden ister.” 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K. 2009/1227 sayılı kararı (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014, §§ 15-27). Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı ilamı şöyledir:“…5233 sayılı Yasanın yukarıda aktarılan maddelerinin değerlendirilmesinden; kişilerin malvarlıklarına ulaşamaması nedeniyle uğradıkları zararın 5233 sayılı Yasa uyarınca tazmininin, terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler sonucu meydana gelmesi şartına bağlı bulunduğu; başka bir ifadeyle köyün, idarece veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılması halinde söz konusu zararların tazmini yoluna gidilebileceği; güvenlik kaygısına dayansa dahi, terör olayları sonucu köyü terk edenlerin malvarlıklarına ulaşamaması nedeniyle uğradıkları zararın, sadece köyün idarece veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılması halinde ve köyün boşaltılmasından köye dönüşün başladığı tarihe kadar geçen süreçle sınırlı olarak tazmininin mümkün olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Zira, boşaltılan bir köye dönüşün başlaması, o köyde güvenli bir şekilde yaşayabilme olanaklarına kavuşulduğu anlamına gelmektedir. Köye dönüş için sağlanması zorunlu olan asgari güvenlik düzeyi ölçütünün ise objektif olması gerektiği; başka bir anlatımla, köye geri dönen ve dönmeyen kişilere göre değişmemesi gerektiği de tabiidir. Bu kabule göre, uyuşmazlığa konu olayda, davacının terör olayları sonucu terk ettiği Y. Köyü'nde bulunan malvarlığına ulaşamamasından kaynaklanan zararının; sadece köyün boşaltılmasından, köye dönüşün başladığı tarihe kadar geçen süreçle sınırlı kalmak kaydıyla tazmini olanaklı bulunduğundan, davalı idarece yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu 1 yıllık süre üzerinden hesaplanan miktarın ödenmesi yolundaki dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.…” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5005 | Başvuru, 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan talep neticesinde hükmedilen tazminat miktarının zararları karşılamaması, manevi tazminat isteminin reddedilmesi, işlemlerin makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma; mal varlığından barışçıl şekilde yararlanma hakkından yoksun bırakılması sebebiyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. | 1 |
Başvuru, tutuklu ve hükümlülerin kendi aralarında sohbet ettikleri, ziyaretçi kabul ettikleri ve aileleriyle açık görüş yaptıkları mekâna ceza infaz kurumu idaresi tarafından dinleme cihazı yerleştirilmesi ve bu suretle konuşmaların kayıt altına alınması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/8/2013 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 23/11/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 23/11/2015tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 29/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için 29/2/2016 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 4/5/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 8/5/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 17/5/2016 tarihinde ibraz etmiştir A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: (Kapatılan) Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesinin 15/12/1995 tarihli ve E.1995/46, K.1995/738 sayılı kararı ile “devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışmak” suçunu işlediği kanaati ile başvurucunun hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, Ankara Sincan 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Mahkûmlar tarafından 15/3/2013 tarihinde, Ceza İnfaz Kurumunun B1 Blok açıkgörüş salonunda masaların altına yerleştirilmiş vaziyette ortam dinleme cihazları bulunmuş vecihazlar yetkililere teslim edilmiştir. Mahkûmlar ve Ceza İnfaz Kurumu nöbetçi müdürü tarafından imzalı 15/3/2013 tarihli tutanakta anılan tarihte, saat 10:30'da B1 Blok açıkgörüş salonunda toplam dört adet ortam dinleme cihazı bulunduğu, kurum fotoğrafçısı tarafından cihazların fotoğrafının çekildiğibelirtilmiştir. Başvurucu ve birçok mahkûm görüş salonunaCeza İnfaz Kurumu idaresi tarafından dinleme cihazı yerleştirildiği, bu suretle konuşmalarının kayıt altına alındığı iddiasıyla suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucu 20/3/2013 tarihli suç duyurusu dilekçesinde, görüş salonunda tutuklu ve mahkûmların hem kendi aralarında sohbet edebildikleri hem de aileleriyle açık görüş yaptıkları ve diğer ziyaretçilerini kabul ettiklerini, bu konuşmalarının dinlenmiş olması nedeniyle özel hayatın gizliliği ilkesine aykırı davranıldığını, söz konusu mekânda bulunan kamera kayıtlarının incelenerek dinleme cihazlarının kim tarafından yerleştirildiğinin bulunmasını ve ilgililerin cezalandırılmasını talep etmiştir. Aralarında başvurucunun bulunmadığı bir grup mahkûmun dilekçesi Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığının (önceki ismiyle Sincan Cumhuriyet Başsavcılığı)2013/8990 sayılı soruşturma dosyasında işleme konmuş ve soruşturma açılmıştır. Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığının 2013/8990 sayılı dosyasında yer alan6/5/2013 tarihli "Dosya İnceleme Tutanağı"nda şu tespitlere yer verilmiştir:"Ankara 2 No.lu F Tipi ...Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü/tutuklu olarak bulunan ...nın kurumda dinleme cihazı bulunması ile ilgili şikayetleri üzerine yürütülen soruşturmada Başsavcılığımız tarafından kurum müdürlüğüne, kurum bünyesinde dinleme yapılması ile ilgili mahkeme kararı bulunup bulunmadığının, varsa ... kararın gönderilmesi talebi ile yazı yazıldığı, kurum müdürlüğü tarafından gönderilen kararın incelenmesinden Ankara (TMK Maddesi ile görevli) 1 No.lu Hakimliğinin 11/3/2013 tarihli kararı ile kararda ismi yazılı bulunan hükümlü/tutuklular yönünden kararda belirtilen yerlerdeki faaliyetlerinin teknik araçlar ile izlenmesine, ses veya görüntü kaydı alınmasına dair karar verildiği görülmekle mahkeme kararının dosya içine alınmamasına, dosya inceleme tutanağının imza altına alınmasına karar verildi." Aynı dosyada bulunan ve Cumhuriyet Başsavcılığı Bakanlık Muhabere Bürosuna gönderilen 13/5/2013 tarihli yazıda, yapılan aramalar sonunda Ceza İnfaz Kurumu B1 Blok açık görüş salonunda toplam dört adet dinleme cihazı bulunduğu, avukat görüşme odasında dinleme cihazı bulunmadığı bildirilmiştir. Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığınca aralarında başvurucunun bulunmadığı bir grup mahkûmun şikâyetiyle ilgili olarak yürütülen soruşturma sonucunda 6/5/2013 tarihli ve Soruşturma No: 2013/8990, K.2013/4407 sayılı kararla kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:" Başsavcılığımız tarafından kurum müdürlüğüne yazılan 30/4/2013 tarihli yazı ile tespit edilen dinleme cihazının yerleştirilmesi ile ilgili yetkili mahkeme kararı bulunup bulunmadığının sorulduğu, kurum müdürlüğü tarafından gönderilen Ankara (TMK maddesiyle görevli) No.lu Hakimliğinin kararının incelenmesinde konuyla ilgili olduğunun görüldüğü, dolayısıyla iddia edilen dinlemenin mahkeme kararına dayandığı, kurum görevlilerinin suç işleme durumlarının bulunmadığı anlaşıldığından, şüpheli kurum görevlileri hakkında üzerlerine atılı suçtan dolayı kamu adınakovuşturma yapılmasına yer olmadığına...karar verildi." Anılan karara ilgililer tarafından yapılan itiraz Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 27/6/2013 tarihli ve2013/537Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Başvurucunun 20/3/2013 tarihli suç duyurusu dilekçesinin de aralarında bulunduğu diğer bir grup mahkûmun dilekçesi ise Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığının 2013/13320 sayılı soruşturma dosyasında işleme alınmış; Cumhuriyet Başsavcılığınca 31/5/2013 tarihli ve2013/13320, K.2013/5500 Soruşturma sayılı kararla "Bahse konu iddialarla ilgili Başsavcılığımızın 2013/8990 sayılı dosyasında soruşturma yapılarak soruşturma sonucunda dinleme aletinin yerleştirilmesinin yetkili ve görevli mahkeme kararına dayandığı gerekçesiyle 6/5/2013 tarihli ve K.2013/4407 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğinin tespit edildiği, aynı suçtan aynı şüpheliler hakkında yeni delil bulunmaması sebebiyle ...kamu davası açılamayacağı anlaşıldığı..." gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığı Karar Masası tarafından Anayasa Mahkemesine gönderilen 8/2/2016 tarihli yazı ve eklerinde, başvurucunun anılan karara 10/6/2013 tarihli itirazınınAnkara Ağır Ceza Mahkemesinin 1/7/2013 tarihli ve 2013/605 Değişik İş sayılı kararı ile reddedildiği bildirilmiştir. Ancak Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 1/7/2013 tarihli ve 2013/605 Değişik İş sayılı kararının, Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığının 2013/13320, K.2013/5500Soruşturma sayılı kararı hakkında olmadığı, (3/5/2013 tarihli ve 2012/3183 soruşturma sayılı ek takipsizlik kararına ilişkin olduğu), itiraz edenler arasında başvurucu Ahmet Temiz'in isminin de bulunmadığı, buna karşılık anılan kararın 29/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edildiği tespit edilmiştir. Başvurucu 5/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun itirazı üzerine verilen kararın gönderilmesine dair Anayasa Mahkemesinin yazısına Batı Cumhuriyet Başsavcılığı Karar Masası tarafından verilen 12/4/2016 tarihli cevapta, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 8/4/2016 tarihli ve 2013/605 Değişik İş sayılı kararıyla anılan Mahkemenin 1/7/2013 tarihli ve 2013/605 Değişik İş sayılı kararının 31/5/2013 tarihli ve 2013/13320, K.2013/5500 Soruşturma sayılı karara ilişkin olduğu, karardaki olaya uymayan ibarelerin sehven yazılmış olduğunun anlaşıldığı bildirilmiştir. Anayasa Mahkemesinin 21/3/2016 tarihli yazısıyla Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığı ve Ankara 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünden ortam dinlemesi yapılmasına dair(TMK madde ile görevli) Ankara 1 No.lu Hâkimliğinin 11/3/2013 tarihli kararının gönderilmesi istenilmiştir. Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığı Karar Masasının 5/4/2016 tarihinde kayda giren 31/3/2016 tarihli yazısı ekinde "Gizli" ibareli olarak anılan karar gönderilmiştir. (TMK madde ile görevli) Ankara 1 No.lu Hâkimliğince verilen 11/3/2013 tarihli ve K.2013/172 sayılı kararda (TMK madde ile görevli) AnkaraCumhuriyet Başsavcılığınca isimleri belirtilen şahıslar hakkında soruşturma yürütülmekte olduğu, bu kapsamda teknik araçlarla izleme kararı talep edildiği, soruşturma dosyası kapsamına göre talep edilen tedbirin soruşturmayı açıklığa kavuşturacak nitelikte olduğu, teknik araçlarla izleme sayesinde örgütlü suçlarla mücadelede elde edilen kazanımlar dikkate alınarak ve başka suretle delil elde etme olanağı bulunmadığı anlaşıldığından kararda isimleri yazılı bulunan hükümlü/tutuklular yönünden kararda belirtilen yerlerdeki faaliyetlerin teknik araçlar ile izlenmesine, ses veya görüntü kaydı alınmasına karar verilmiştir. Anılan kararda söz konusu tedbirin Sincan 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunun açık görüş alanında 15/3/2013 tarihinden geçerli olmak üzere bir hafta süreyle uygulanacağı belirtilmiştir. Kararda, ilgili mahkûmlar yönündenteknik araçlarla izleme tedbirinin 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca uzatıldığı ifade edilmiştir. Bununla birlikte ilk defa hangi tarihte söz konusu tedbirin uygulanmaya başlandığı belirtilmemiştir. (TMK madde ile görevli) Ankara 1 No.lu Hâkimliğince verilen 11/3/2013 tarihli teknik araçlarla izlemeye ilişkin kararda başvurucunun ismi bulunmamaktadır. Aynı konuda Ankara Valiliği İl İnsan Hakları Danışma ve Başvuru Masası tarafındanCeza İnfaz Kurumunda inceleme yapılmış, aralarında başvurucunun da bulunduğu mahkûmlarla görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Bu inceleme sonucunda hazırlanan ve Ankara Valiliğinin 17/7/2013 tarihli ve 17751 sayılı yazısıyla Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığına da gönderilen 28/5/2013 tarihli raporda, başvurucunun, dinleme cihazlarının bulunmasına bizzat şahit olmadığı ancak cihazların açık görüşe çıkılan sohbet alanında bulunmuş olması nedeniyle tedirginlik duyduğunu ifade ettiği bildirilmiştir.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Özel hayatın gizliliğini ihlal" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:" Kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Gizliliğin görüntü veya seslerin kayda alınması suretiyle ihlal edilmesi halinde, verilecek ceza bir kat artırılır." 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un "Hükümlüyü ziyaret" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" (1) Hükümlü, belgelendirilmesi koşuluyla eşi, üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımları ile vasisi veya kayyımı tarafından haftada bir kez ve ayrıca kuruma kabullerinde, zorunlu hâller dışında bir daha değiştirilmemek üzere, ad ve adreslerini bildirdiği en fazla üç kişi tarafından, yarım saatten az ve bir saatten fazla olmamak üzere çalışma saatleri içinde ziyaret edilebilir. (Ek cümle: 24/1/2013-6411/9 md.) Çocuk hükümlüler için ziyaret süresi bir saatten az, üç saatten fazla olmamak üzere belirlenir.(2) Birinci fıkrada belirtilenler dışındaki kimselerin ziyaretine Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yazılı olarak izin verilebilir.(3) Görüşler, koşul ve süreleri Adalet Bakanlığınca hazırlanan yönetmelikle kapalı ve açık olmak üzere iki biçimde yaptırılır." 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik'in "Kapalı görüş" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Kapalı görüş, hükümlü ve tutuklular ile ziyaretçilerinin her türlü maddi temasının önlendiği, konuşulanların hazır bulunan görevli tarafından işitilebilecek şekilde izlenebildiği ve ceza infaz kurumu idaresinin bu iş için tahsis ettiği özel bölümde yapılan görüşmelerdir.” Anılan Yönetmelik'in "Açık görüş"kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Açık görüş, hükümlü ve tutuklular ile ziyaretçilerinin maddi temasına imkan verecek şekilde, konuşulanların hazır bulunan görevli tarafından işitilebildiği ve izlenebildiği, ceza infaz kurumunun bu iş için tahsis edilmiş özel bölümünde yapılan ziyaret ve görüşmelerdir.” Anılan Yönetmelik'in "Açık görüş yapılacak yer"kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Açık görüşler, ceza infaz kurumunun oda ve eklentileri dışında, bu iş için ayrılmış özel bölümünde, bulunmadığı takdirde, ceza infaz kurumu müdürünün uygun göreceği yerde yaptırılır." Anılan Yönetmelik'in "Görüş süresi ve saatleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Açık ziyaretler, bir saatten fazla olmamak kaydıyla 00 - 00 saatleri arasında yaptırılır. Ziyaret süresi, görüşmenin fiilen başladığı andan itibaren işler.” Anılan Yönetmelik'in "Açık görüşe ilişkin diğer konular" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Hükümlü ve tutuklu sayısının, verilen açık görüş günü sayısına bölünmesi suretiyle, görüş gününe kadar gruplar oluşturulur, her grubun görüş günü ve saatleri, ailelerine bildirilmek üzere, hükümlü ve tutuklulara tebliğ edilir ve hazırlanan program ayrıca koğuşlara ve ziyaretçilerin görebileceği uygun yerlere asılır.Belirtilen gün ve saatler dışında görüş yaptırılmaz, bir defa görüş yapan hükümlü ve tutuklular ile ziyaretçilere aynı görüşle ilgili olarak ikinci defa izin verilmez.Her grubun açık görüşü bittikten sonra, görüş yerinde bulunan hükümlü ve tutuklular, görevliler nezaretinde dikkatli bir şekilde arandıktan sonra koğuş veya odalarına götürülerek burada sayılır. Kimlikleri, fotoğraflı belgelerle kontrol edilir, grup mevcudunun tam olduğunun anlaşılması üzerine, ziyaretçilerin kurum dışına çıkmasına izin verilir.Açık görüşlerde, görüş mahallinde yeteri kadar dış güvenlik görevlisi gözlemci olarak bulundurulur.Açık ceza infaz kurumları ile çocuk eğitimevlerinde kalan hükümlüler görüşlerini her zaman açık görüş şeklinde yapar.” Bakanlığın 22/1/2007 tarihli ve 45/1 sayılı Ceza İnfaz Kurumlarının Tahsisi, Nakil İşlemleri ve Diğer Hükümler Hakkında Genelge'sinin "Ortak Etkinlikler" başlıklı üçüncü bölümünde aşağıdaki hususlar düzenlenmiştir:“(1) Hükümlü ve tutuklular işledikleri suçlara, kurumdaki davranışlarına, ilgi ve yeteneklerine göre gruplandırılarak, güvenlik bakımından tehlike yaratmadığı ölçüde, kendileri için hazırlanmış iyileştirme programları çerçevesinde eğitim, spor, meslek kazandırma ve çalışma ile diğer sosyal ve kültürel faaliyetlere katılırlar. Bu faaliyetler yüksek güvenlikli kurumlar ile diğer kurumların yüksek güvenlikli bölümlerinde on kişiyi aşmayacak gruplar hâlinde yürütülür. Programların süresi ve katılacak hükümlü tutuklu sayısı her programın özelliği, güvenlik koşulları ve kurumun olanakları dikkate alınarak idare ve gözlem kurulunca belirlenir. İyileştirme programlarının amaca aykırı sonuçlar verdiği tespit edilen hükümlü ve tutuklular yönünden bu uygulamaya son verilebilir veya gerekli değişiklikler yapılabilir....(13) Güvenlik bakımından tehlike yaratmadığı ölçüde, idare ve gözlem kurulu tarafından belirlenen istekli hükümlü ve tutuklular, 10 kişiyi aşmayacak gruplar hâlinde ve idarenin gözetiminde, açık görüş alanlarında veya diğer ortak yerlerdeki sosyal faaliyetler çerçevesinde haftada toplam 10 saati aşmamak üzere sohbet amacıyla bir araya getirilebilir. Bu faaliyet hafta içerisinde açık görüş, avukat ve ziyaretçi görüşlerini aksatmayacak şekilde yaptırılır.” 5271 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte olan "Teknik araçlarla izleme" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebepleri bulunması ve başka suretle delil elde edilememesi hâlinde, şüpheli veya sanığın kamuya açık yerlerdeki faaliyetleri ve işyeri teknik araçlarla izlenebilir, ses veya görüntü kaydı alınabilir:a) Türk Ceza Kanununda yer alan; Göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti (madde 79, 80), Kasten öldürme (madde 81, 82, 83), Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (madde 188), Parada sahtecilik (madde 197), Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220), (Ek: 25/5/2005 – 5353/19 md.) Fuhuş (madde 227, fıkra 3) İhaleye fesat karıştırma (madde 235), Rüşvet (madde 252), Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama (madde 282), Silahlı örgüt (madde 314) veya bu örgütlere silah sağlama (madde 315), Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk (madde 328, 329, 330, 331, 333, 334, 335, 336, 337), Suçları.b) Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan silah kaçakçılığı (madde 12) suçları.c) Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda tanımlanan ve hapis cezasını gerektiren suçlar.d) Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 68 ve 74 üncü maddelerinde tanımlanan suçlar.(2) Teknik araçlarla izlemeye hâkim, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısı tarafından karar verilir. Cumhuriyet savcısı tarafından verilen kararlar yirmidört saat içinde hâkim onayına sunulur.(3) Teknik araçlarla izleme kararı en çok dört haftalık süre için verilebilir. Bu süre gerektiğinde bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir. (Ek cümle: 25/5/2005 – 5353/19 md.) Ancak, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili olarak gerekli görülmesi halinde, hâkim bir haftadan fazla olmamak üzere sürenin müteaddit defalar uzatılmasına karar verebilir.(4) Elde edilen deliller, yukarıda sayılan suçlarla ilgili soruşturma ve kovuşturma dışında kullanılamaz; ceza kovuşturması bakımından gerekli olmadığı taktirde Cumhuriyet savcısının gözetiminde derhâl yok edilir.(5) Bu madde hükümleri, kişinin konutunda uygulanamaz.” 14/2/2007 tarihli ve 26434 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza Muhakemesi Kanunu'nda Öngörülen Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı ve Teknik Araçlarla İzleme Tedbirlerinin Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik'in “Teknik araçlarla izleme talebi ve kararı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: " (1) Bu Yönetmeliğin 18 inci maddesinde belirtilen suçlardan biri dolayısıyla yapılan soruşturmalarda, suçun işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması ve başka suretle delil elde edilememesi hâlinde, şüpheli veya sanığın kamuya açık yerlerdeki faaliyetleri ve işyeri teknik araçlarla izlenebilir, ses veya görüntü kaydı alınabilir.(2) Cumhuriyet savcısı, birinci fıkradaki koşulların varlığı halinde, doğrudan doğruya veya emrindeki adlî kolluk görevlileri tarafından kendisine bildirilen teknik araçlarla izlemeye ilişkin bilgi ve belgeleri de ekleyerek karar vermesi için hâkimden talepte bulunur.(3) Cumhuriyet savcısı gerekli koşulların varlığını saptadığında, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde teknik araçlarla izlemeye karar verebilir ve kararını 24 saat içinde hâkimin onayına sunar. Bu talebi sırasındakararını verdiği saat ile hâkimden talepte bulunduğu saati belirtir. Talebi alan hâkim nöbeti bitse de evrakı sonuçlandırmakla yükümlüdür. Hâkim tarafından aksine karar verilmesi halinde tedbir kararı Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılır. (4) Bu işlerde görevlendirilecek katipler ağır ceza merkezlerinde komisyon tarafından, diğer yerlerde ceza hâkimleri ile Cumhuriyet Başsavcısı veya kıdemli Cumhuriyet savcısı tarafından birlikte belirlenir. Cumhuriyet başsavcılığınca gönderilen talebin üzerine hâkim tarafından havale yapılır. Talep, mahkemenin değişik iş defterine içeriği gösterilmeksizin bu iş için görevlendirilen ilgili zabıt katibi tarafından kaydedilir. Hangi mahkemenin değişik iş defterine kaydedilmişse iş o mahkemenin hâkimi tarafından sonuçlandırılır. Verilen kararlar tutanakla Cumhuriyet başsavcılığına teslim edilir ve mahkeme kaleminde kalan suretinin gizli tutulması için ilgili hâkim tarafından gerekli tedbir alınır. Söz konusu kararlar tedbir süresince değişik iş kartonuna takılmaz. Tedbirin sona erdiği öğrenildiğinde ilgili kartonuna ilave edilir. (5) Bütün bu işlemler sırasında gizliliğe uyulur. (6) Teknik araçlarla izlemeye ilişkin kararlar kolluğa yazılı olarak bildirilir.” Anılan Yönetmelik'in "Teknik araçlarla izlemeye ilişkin talep ve kararların içeriği" kenar başlıklı maddesi şöyledir: " (1) Teknik araçlarla izlemeye ilişkin talep ve kararlarda aşağıda belirtilen hususlar yer alır:a) Soruşturma numarası,b) İzlenecek şüpheli veya sanığın kimliği,c) Kararın hangi suçun soruşturulması için istendiği, bu suça ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin neler olduğu,ç) İzleme süresi,d) Başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmadığı hakkındaki açıklama, bilgi veya belgeler. " Anılan Yönetmelik'in "Tedbirin kapsamı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: " (1) Teknik araçlarla izlemeye ait talep ve kararlar aynı soruşturmayla ilgili olmak üzere birden fazla kişiyi kapsayabilir. (2) Karar süresince, izlenecek kişilerin işyeri veya kamuya açık yerlerdeki tüm faaliyetleri izlenebilir, görüntülenebilir ve kayda alınabilir. Kişilerin konut olarak kullandığı yerlerde teknik araçlarla izleme yapılamaz. (3) İzlemeden maksat, belirli bir süre devam eden ve kişilerin hareket veya ilişkilerinin görüntülenmesi ya da yaptıkları konuşmalarının tespiti amacını güden işlemlerdir. (4) Kişilerin işledikleri suçların delil, iz, emare ve eserlerinin tespiti maksadıyla yapılmış bireysel saptamalar izleme sayılmaz." Anılan Yönetmelik'in "Tedbirinuygulanabileceği suçlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Teknik araçlarla izleme tedbiri ancak Ceza Muhakemesi Kanununun 140 ıncı maddesinin birinci fıkrasında yer alan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 220 nci maddesinin iki, yedi ve sekizinci fıkralarında yer alan suçların bir terör örgütünün faaliyeti kapsamında işlenmesi hâlinde bu suçlar için de teknik araçlarla izleme tedbirine başvurulabilir." Anılan Yönetmelik'in "Teknik araçlarla izleme işlemi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: " (1) İzlenen kişinin iş yeri ve kamuya açık yerlerdeki her türlü faaliyeti teknik araçlarla gizli olarak gözetlenebilir, izlenebilir, ses ve görüntü kaydı alınabilir. (2) Ses kayıtları bu Yönetmeliğin ekinde yer alan EK-3 sayılı Teknik Araçlarla İzleme Sonucu Elde Edilen Konuşmaların Çözümüne İlişkin Tutanak ile yazılı metin haline getirilir. Görüntü kayıtları belge haline getirilebilir. Ses ve görüntü kayıtlarının belgelendirilmeleri sırasında uzmanlardan yararlanılabilir. Belgelendirme işlemleri bir tutanağa bağlanır.(3) Ses ve görüntü kayıtlarının tümü mühürlenerek Cumhuriyet savcısına teslim edilir." Anılan Yönetmelik'in "Süre" kenar başlıklı maddesi şöyledir: " (1) Teknik araçlarla izlemeye en fazla dört haftalık süre için karar verilebilir. Bu süre gerektiğinde bir defaya mahsus olmak üzere dört haftadan fazla olmamak kaydıyla uzatılabilir.(2) Bu süre, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili olarak, gerekli görülmesi hâlinde, hâkim tarafından bir haftadan fazla olmamak üzere müteaddit defalar uzatılabilir. (3) Teknik araçlarla izlemede süre, kararın ilgili kolluk birimine yazılı olarak tebliğinden itibaren başlar. Karar en geç 24 saat içerisinde kolluk birimine ulaştırılır. Aksi hâlde süre 24 saatin sonunda işlemeye başlar.(4) İzleme süresi kesintisiz olarak devam eder. Bu süre içinde gerçekleştirilen işlemler ve ara vermeler yazılı olarak kayda alınır.(5) Kararın uygulanması sırasında, Kanunda öngörülen suçların işlendiğine ilişkin şüphe ortadan kalkarsa, tedbir Cumhuriyet savcısının yazılı emri ile derhâl kaldırılır." Anılan Yönetmelik'in "İmha" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Tedbir kararının uygulanması sırasında şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi ya da gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı tarafından verilen kararın hâkim tarafından onaylanmaması hâlinde, tedbirin uygulanmasına Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl son verilir. Bu durumda elde edilen deliller Cumhuriyet savcısının gözetiminde uygun görülen şekilde derhal imha edilir ve bu hususta bir tutanak düzenlenir.(2) Teknik izleme sürecinde elde edilen deliller ceza kovuşturması bakımından gerekli olmadığı takdirde Cumhuriyet savcısının gözetiminde derhâl yok edilir ve durum bu Yönetmeliğin ekinde yer alan EK-2 sayılı İmha Tutanağına kaydedilir. (3) Veri taşıyıcısının üzerindeki kayıtların silinmesi suretiyle de birinci fıkra hükümleri yerine getirilebilir. Başka bir kopyanın da kalmadığı açıkça belirtilerek silme işlemi tutanağa bağlanır.(4) Veri taşıyıcısının Cumhuriyet başsavcılığına gönderilmesinden sonra gerekmesi hâlinde imha işlemi Cumhuriyet savcısının belirleyeceği yöntemle gerçekleştirilir." Anılan Yönetmelik'in "Teknik araçlarla izleme sırasında tesadüfen elde edilen deliller" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Teknik araçlarla izleme sırasında yapılmakta olan soruşturmayla ilgisi olmayan ancak, 18 inci maddede belirtilen suçlardan birinin işlendiği şüphesini uyandırabilecek bir delil elde edilmesi hâlinde; bu delil muhafaza altına alınır ve durum Cumhuriyet başsavcılığına derhâl bildirilir." Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Üye Devletlere Avrupa Cezaevleri Kuralları Hakkında REC (2006) 2 Sayılı Tavsiye Kararları'nda hükümlü ve tutukluların dış dünya ile ilişkilerine dair kısmı şöyledir:"Dış Dünya ile İlişki Mahpusların mümkün olabilen sıklıkta mektup, telefon veya diğer iletişim vasıtalarıyla aileleriyle, başka kişilerle ve dışarıdaki kuruluşların temsilcileriyle haberleşmelerine ve bu kişilerin mahpusları ziyaret etmelerine izin verilmelidir. 2 Devam etmekte olan bir ceza soruşturması, emniyet, güvenlik ve düzeninin muhafaza edilmesi, suç işlenmesinin önlenmesi ve suç mağdurunun korunması için gerekli görülmesi halinde, haberleşme ve ziyaretlere kısıtlamalar konabilir ve izlenebilir. Ancak adli bir merci tarafından konulan özel kısıtlamalar da dahil olmak üzere, bu tür kısıtlamalar yine de kabul edilebilir asgari bir iletişime izin vermelidir. Ulusal hukuk, mahpuslarla iletişim kurması kısıtlanamayacak olan ulusal ve uluslararası kuruluşları belirlemelidir, Ziyaretler için yapılan düzenlemeler, mahpuslara aile ilişkilerini mümkün olduğunca normal bir düzeyde sürdürmelerine ve geliştirmelerine izin verecek bir tarzda olmalıdır. Cezaevi yetkilileri, dış dünyayla yeterli bir iletişim sürdürmelerinde mahpuslara yardım etmelidirler ve bunun için onlara uygun destek ve yardım sağlamalıdırlar." | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6209 | Başvuru, tutuklu ve hükümlülerin kendi aralarında sohbet ettikleri, ziyaretçi kabul ettikleri ve aileleriyle açık görüş yaptıkları mekâna ceza infaz kurumu idaresi tarafından dinleme cihazı yerleştirilmesi ve bu suretle konuşmaların kayıt altına alınması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; kadastro tespitine itiraz davasında temyiz aşamasında düzenlenen bilirkişi raporunun tebliğ edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, bu davada sonradan Orman Genel Müdürlüğünün davaya dâhil edilerek davanın reddedilmesi nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Zonguldak ili Merkez ilçesine bağlı Kırat Mahallesi'nde yapılan kadastro çalışmaları sırasında 130 ada 1 parsel numarasıyla sınırlandırılan taşınmaz -tarla nitelikli olarak- H.S. adına tespit edilmiştir. Kadastro sınırlandırma ve tespiti 1/7/2010 ile 30/7/2010 tarihleri arasında askı ilanına alınmış, başvurucu 30/7/2010 tarihinde tespit maliki H.S. aleyhine Zonguldak Kadastro Mahkemesinde (Mahkeme) kadastro tespitine itiraz davası açmıştır. Mahkeme 1/6/2011 tarihinde uyuşmazlık konusu taşınmazın bulunduğu yere giderek keşif yapmıştır. Kadastro, ziraat ve orman uzmanı teknik bilirkişilerin de katıldığı keşif sırasında bir mahallî bilirkişi ile davacı tanıklarının beyanları alınmıştır. Keşif tutanağında; taşınmazın eğiminin %30-35 olduğu, üzerinde bir adet ev, meyve ağaçları, fındık ağaçları, eğrelti, çalı, diken ve otların bulunduğu ayrıca kayın ve gürgen ağaçları ile fidanlarının bulunduğu belirtilmiştir. Öte yandan bu taşınmazın bitişiğinde 101 ada 1 parsel sayılı orman niteliğinde Maliye Hazinesi (Hazine) adına tespit ve tapuya tescil edilen bir taşınmaz bulunmaktadır. Ziraat uzmanı teknik bilirkişinin 20/6/2011 tarihli raporunda, uyuşmazlık konusu taşınmazın yıllardır tarımsal amaçlarla kullanılmadığı ve orman bitki örtüsü taşıyan alanların hâkim olduğu belirtilmiştir. Orman uzmanı teknik bilirkişinin 4/7/2011 tarihli raporunda, bu taşınmazın orman sayılan yerlerden olduğu kanaati belirtilmiştir. Yargılama sırasında 22/7/2011 tarihli beşinci oturumda Mahkemece davanın Orman Genel Müdürlüğüne (İdare) ihbarı yönünde ara kararı verilmiş, 28/7/2011 tarihli katılma talebi üzerine İdare, asli müdahil sıfatıyla yargılamaya dâhil edilmiştir. Mahkeme 28/10/2011 tarihinde, başvurucunun açtığı davanın reddine ve asli müdahil İdarenin açtığı davanın ise kabulüne karar vermiştir. Bu karara göre uyuşmazlık konusu taşınmazın davalı adına yapılan kadastro tespitinin iptali ile bu taşınmazın orman vasfıyla Hazine adına tapuya tesciline karar verilmiştir. Kararda; mahallî bilirkişi ve davacı tanıklarının bu taşınmazın H.S. ile bir ilgisinin olmadığını, taşınmazın başvurucuya ait olduğunu bildikleri yönündeki beyanlarına yer verilmiştir. Mahkeme; ayrıca başvurucunun fasulye ve sebze ekerek bu taşınmazı kullandığını, taşınmazın üzerinde meyve ağaçları da bulunduğunu ancak başvurucunun bir süredir taşınmazı kullanmadığını mahallî bilirkişi ve tanıkların beyan ettiğine de değinmiştir. Kararda orman uzmanı teknik bilirkişinin raporunun hükme esas alındığı belirtilmiş ve bu raporda yer alan bazı tespitlerden söz edilmiştir. Mahkeme, 1972 yılında yapılan orman kadastro çalışmalarına göre bu taşınmazın orman sınırları içinde ve 1960 ile 1984 yıllarına ait memleket haritalarında yeşil renkli orman rumuzlu alanda kaldığını belirtmiştir. Ayrıca hava fotoğraflarının stereoskopik incelemesine göre bu taşınmazın çevre ormanlık alanlarla bütünlük oluşturan orman bitki örtüsü ile kaplı alanda bulunduğu da kararda açıklanmıştır. Mahkeme, ziraat ve orman uzmanı teknik bilirkişilerin görüşlerine de yer verdikten sonra dava konusu taşınmazın orman sayılan yerlerden olup kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülk edinilemeyeceği sonucuna varmıştır. Başvurucu 22/12/2011 tarihinde kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 11/6/2012 tarihinde, eksikliklerin giderilmesi amacıyla dosyanın Mahkemeye iadesine karar vermiştir. Bu ilamda öncelikle uyuşmazlık konusu taşınmazın bulunduğu yörede yapıldığı anlaşılan orman tahdidine ilişkin işe başlama, çalışma, işi bitirme ve sonuçlarının askı ilan tutanakları ile taşınmazın bulunduğu yeri orman tahdit sınır noktalarıyla birlikte gösterir onaylı orman tahdit harita örneğinin getirtilmesi istenmiştir. Daire ayrıca kadastro ve orman uzmanı teknik bilirkişilerden kesinleşmiş orman kadastrosu ve aplikasyonu çalışmalarına ait haritaların kadastro paftası ölçeklerinin denkleştirilerek aynı altlık üzerinde gösterildiği krokili bir ek rapor aldırılması gerektiğini belirtmiştir. Yargıtay ilamı doğrultusunda Mahkeme 12/7/2014 tarihinde Orman İşletme Müdürlüğünden orman tahdit haritasını istemiş, orman ve kadastro uzmanı teknik bilirkişilerden getirtilen bu harita ile kadastro paftasının aynı ölçekte aynı altlık üzerinde çakıştırıldığı krokili bir ek bilirkişi raporu aldırmıştır. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sisteminden (UYAP) sorgulandığında bu ek bilirkişi raporunun tebliğ edilmeden dava dosyasının temyiz incelemesi için Daireye gönderildiği görülmektedir. Dairenin 25/6/2013 tarihli ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Onama ilamında, kararın dayandığı gerekçeye atıfta bulunulmuş ve özellikle keşif sonucu düzenlenen bilirkişi raporunda taşınmazın eylemli biçimde orman olduğunun tespit edilmesi nedeniyle temyiz itirazlarının reddi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu, ek bilirkişi raporunun kendisine tebliğ edilmemesinin usule aykırı olduğunu belirtmiş ve yargılama sırasında tebliğ edilen diğer bilirkişi raporlarıyla ilgili itirazlarını sıralayarak karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Dairenin 21/4/2014 tarihli ilamıyla başvurucunun karar düzeltme isteminin reddine karar verilmiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 3/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun "Tapuda kayıtlı olmayan taşınmaz malların tespiti" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir.” 3402 sayılı Kanun’un "Kamu malları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “Kamunun ortak kullanılmasına veya bir kamu hizmetinin görülmesine ayrılan yerlerle Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan sahipsiz yerlerden:...D) Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ormanlar, bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde, özel kanunları hükümlerine tabidir.” 3402 sayılı Kanun'un "İhya edilen taşınmaz mallar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Orman sayılmayan Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen araziden, masraf ve emek sarfı ile imar ve ihya edilerek tarıma elverişli hale getirilen taşınmaz mallar 14 üncü maddedeki şartlar mevcut ise imar ve ihya edenler veya halefleri adına, aksi takdirde hazine adına tespit edilir...." 3402 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Orta malları, hizmet malları, ormanlar ve Devletin hüküm ve tasarrufu altında olup da bir kamu hizmetine tahsis edilen yerler ile kanunları uyarınca Devlete kalan taşınmaz mallar, tapuda kayıtlı olsun olmasın kazandırıcı zamanaşımı yolu ile iktisap edilemez." 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Tabii olarak yetişen ve emekle yetiştirilen ağaç ve ağaççık toplulukları yerleriyle birlikte orman sayılır" 6831 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası şöyledir: "Bu yerler dışında orman sınırlarında hiçbir suretle daraltma yapılamaz." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Bilirkişi, raporunu, varsa kendisine incelenmek üzere teslim edilen şeylerle birlikte bir dizi pusulasına bağlı olarak mahkemeye verir; verildiği tarih rapora yazılır ve duruşma gününden önce birer örneği taraflara tebliğ edilir." B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, mülkiyet hakkının kapsamı konusunda mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak “özerk bir yorum” esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010, § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129). AİHM, mülkiyet hakkına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin mülkiyeti elde etme hakkını koruma altına almadığını kabul etmektedir (Slivenko ve diğerleri/Letonya [BD] (k.k.), B. No: 48321/99, 23/1/2002, § 121; Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye, B. No: 34478/97, 9/1/2007, § 52). AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin anlamı kapsamında bir "mülk" ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir "meşru beklenti" de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], B. No: 44912/98, 28/9/2004,§ 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar için Pine Valley DevelopmentsLtd ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, § 35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31). Bununla birlikte AİHM içtihatlarına göre temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kopecký/Slovakya, § 35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek Cumhuriyeti (k.k.) [BD],B. No: 39794/98, 10/7/2002, § 69). İç hukukun ne şekilde yorumlanacağına ve uygulanacağına dair bir uyuşmazlık olduğunda ve bu bağlamda başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların ulusal mahkemelerce kesin olarak reddedildiği durumlarda “meşru bir beklentinin” bulunduğu sonucuna varılamaz (Kopecký/Slovakya, §§ 50, 52; Jantner/Slovakya, B. No: 39050/97, 4/3/2003, §§ 29-33). AİHM içtihatlarında sıklıkla -her ne kadar anlaşılabilir olsa da- basit beklenti ile daha somut nitelikte olması ve hukuki bir düzenlemeye ya da iç hukukta yerleşik ve istikrarlı bir yargı kararına dayanması gereken meşru beklenti arasındaki fark vurgulanmaktadır (Kopecký/Slovakya, § 52; Bozcaada Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi Vakfi/Türkiye (k.k.), B. No: 22522/03, 9/12/2008). Kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülk edinilmesi bakımından AİHM, mülkiyet hakkının kapsamını belirlerken iç hukuktaki düzenlemeler ile yargısal uygulamaları gözeterek sonuca varmaktadır. Buna göre mera, orman gibi alanların kazandırıcı zamanaşımı yoluyla kazanılamayacağı yönündeki Türk hukukundaki düzenlemeler nedeniyle başvurucuların, bu taşınmazların mülkiyetini elde etmelerini sağlayabilecek bir meşru beklentinin doğmasının mümkün bulunmadığı kabul edilmiştir (Sarısoy ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 21303/07, 14/10/2014, § 35); Kadir Gündüz/Türkiye (k.k.), B. No: 50253/99, 18/10/2007; Nane ve diğerleri/Türkiye, No. 41192/04, 24/11/2009, §§ 25-28; Bölükbaş ve diğerleri/Türkiye, B. No: 29799/02, 9/2/2010, § 26; Usta/Türkiye (k.k.), B. No: 32212/11, 27/11/2012, § 44). Öte yandan İpseftel/Türkiye (B. No: 18638/05, 26/5/2015, §§ 48-69) kararında ise yine iç hukuktaki düzenlemelere işaret edilmiştir. Bu kararlar ile 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesindeki kazandırıcı zamanaşımı koşulları gerçekleştikten sonra verilen idari ve yargısal kararlarla başvurana, toplumun genel yararının gerekleri ile bireysel hakların korunmasının gerekleri arasında düzenlenmesi gereken adil dengeyi sağlayacak nitelikte herhangi bir tazminat ödenmeksizin, mülkiyetin kaybettirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlaline karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14578 | Başvuru, kadastro tespitine itiraz davasında temyiz aşamasında düzenlenen bilirkişi raporunun tebliğ edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, bu davada sonradan Orman Genel Müdürlüğünün davaya dâhil edilerek davanın reddedilmesi nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yayımladığı bir haber gerekçe gösterilerek manevi tazminat ödemesinin gazeteci başvurucunun ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. 2011 yılında Suriye'de iç savaş başlamış, Esed rejimine karşı çeşitli örgütler baş göstermiştir. Heyet-ul Tahriru’ş Şam’ı (Şam’ı Özgürleştirme Heyeti -HTŞ-) isimli örgüt de 2017 yılı başında rejime karşı mücadele eden muhalif grupların tek çatı altında birleşmesiyle kurulmuştur. İlerleyen süreçte Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 1267 (1999), 1988 (2011) ve 1989 (2011) sayılı kararlarıyla listelenen kişi, kuruluş ve organizasyonlardan olan HTŞ'nin tasarrufunda olan mal varlıklarının dondurulması amacıyla 31/8/2018 tarihli 30521 sayılı Resmî Gazete'de Cumhurbaşkanı kararı yayımlanmıştır. Zira 1267 sayılı kararla terörizme finansal destek sağlayan kişi ve örgütlerin listesi belirlenerek Birleşmiş Milletler üyesi devletlere bu listede yer alan kişi ya da terör örgütlerinin mal varlıklarının dondurulması yükümlülüğü getirilmektedir. Başvurucunun temsilcisi olduğu sendika.org isimli internet haber sitesinde 8/7/2019 tarihinde "TRT 'onurlandırıldı': Türkiye’nin ‘terörist’ saydığı HTŞ’den plaket aldılar" başlığıyla bir haber yayımlanmıştır. Mezkûr haber şu şekildedir: "İdlip’teki cihatçıların siyasi yapısı “Kurtuluş Hükümeti”, TRT’ye ve TRT World çalışanlarına “devrime katkıları” dolayısıyla plaket verdiSuriye’nin İdlip vilayetini büyük oranda kontrol eden Heyet-i Tahrir’uş Şam’ın (HTŞ) siyasi yapısı “Kurtuluş Hükümeti”, TRT’ye ve TRT World çalışanlarına “devrime katkıları” dolayısıyla ayrı ayrı plaket verdi.“Kurtuluş Hükümeti” 2017 yılında HTŞ öncülüğünde kuruldu. Şam’ın Fethi Cephesi (eski adıyla Nusra Cephesi) liderliğindeki çatı örgütü HTŞ ise Türkiye tarafından resmi olarak “terör örgütü” kabul ediliyor.Söz konusu gelişme, “Kurtuluş Hükümeti”nin resmi internet sitesinde, 4 Temmuz tarihli “Kurtuluş Hükümeti lideri Fevaz Hilal, TRT muhabirlerini onurlandırdı” başlıklı haber ile duyuruldu.Habere göre, “Kurtuluş Hükümeti” lideri Fevaz Hilal, İçişleri Bakanı Ahmed Latif ile Yerel Yönetim ve Kamu Hizmetleri Bakanı Muayyed el-Hasan’ın katıldığı törende, TRT’ye ve üç muhabirine “Suriye devrimine ilişkin olayların aktarılmasına katkıları ve gerçekleri anlatma konusundaki istekleri” dolayısıyla ayrı ayrı plaket verildiği belirtildi.İdlip’teki çalışmaları dolayısıyla TRT’ye ve TRT World bünyesinde çalışan prodüktör [H.A.], muhabir [U.H.] ve kameraman [F. Y.]’ye ayrı ayrı plaket veren Hilal’in, törenin sonunda Arap medyasına ve yabancı medya kuruluşlarına “Suriye’nin kurtarılmış kuzey bölgelerine gelme” çağrısında bulunması dikkat çekti." Söz konusu haberin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğunu iddia eden Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) haberde hakkındaki ifadelerin sert eleştiri sınırını aştığını, gerçeklerin manipüle edildiğini ileri sürmüş, 000 TL manevi tazminat talep etmiştir. TRT (davacı), TRT ve TRT World ekiplerinin Kurtuluş Hükûmetinden -devrime katkıları sebebiyle- plaket aldıkları iddiasının asılsız olduğunu, yasa dışı bir örgütle bağlantılı oldukları izlenimi verilerek toplum nezdindeki saygınlıklarının zedelenmesinin amaçlandığını savunmuştur. Davacı bahsi geçen ödüle, bölgede gerçekleşen insani dramı objektif şekilde aktardıkları için layık görüldüklerini vurgulamıştır. İhtilafa konu haberin eleştiri sınırları içinde olup davacının kişilik haklarına saldırı niteliği taşımadığı kanaatine varan ilk derece mahkemesi davayı reddetmiştir. Kararın istinaf edilmesi üzerine ise Bölge Adliye Mahkemesi davacının talebinin kabulüne, 000 TL manevi tazminatın başvurucudan tahsiline karar vermiştir. Bölge Adliye Mahkemesine göre, haberde davacının terör örgütü ile ilişkili olduğu algısı oluşturulması, yararlı ve ilgili olmayan nitelemeler ve yorumlar yapılması, tahrik edici, kamuoyunda husumet ve kuşku yaratıcı, güven zedeleyici bir üslup kullanılması, özle biçim arasındaki dengenin korunmaması ve haberin gerçek olmaması sebebiyle davacının kişilik hakları ihlal edilmiştir. Karar kesin niteliktedir. Başvurucu 29/4/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/48653 | Başvuru, yayımladığı bir haber gerekçe gösterilerek manevi tazminat ödemesinin gazeteci başvurucunun ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutuklu olan başvurucuya ait bir kısım eşyanın alıkonulması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının; infaz hâkimliği kararında kendisinden hükümlü olarak bahsedilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 29/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvuru tarihinde Sincan T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) tutuklu olarak bulunan başvurucu 22/6/2017 tarihinde tahliye edilmiştir. Ailesi tarafından getirilen altı tane kuru boya kaleminin kendisine verilmemesi şeklindeki Ceza İnfaz Kurumu uygulamasına yönelik olarak başvurucunun yaptığı şikâyet başvurusu Ankara Batı İnfaz Hâkimliğinin (İnfaz Hâkimliği) 29/3/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. İnfaz Hâkimliği kararının gerekçesinde; Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulunun (İdare ve Gözlem Kurulu) 13/1/2017 tarihli kararında yer alan "Ceza İnfaz Kurumumuzda tutuklu ve hükümlülere yaptırılacak olan sportif faaliyetlerin, Olağanüstü hal kapsamında darbe teşebbüsü nedeniyle tutuklanarak cezaevimize gönderilen mahkum sayısının Ceza İnfaz Kurumumuzun fiziki kapasitesinin çok üzerinde olması, personel mevcudu ile fiziki şartların sportif, kültürel ve sosyal içerikli eğitim iyileştirme faaliyetlerinin yürütülmesinde yetersiz durumda olması ve bu durumun kurumda güvenlik zafiyetine neden olacağı göz önüne bulundurularak; sportif, kültürel ve sosyal içerikli eğitim iyileştirme çalışmalarının yapılmamasına..." şeklindeki kısım dikkate alındığında ülkenin olağanüstü hâl durumunda olması gözetilerek tutuklu hakkında yapılan uygulamanın Ceza İnfaz Kurumu kurallarına uygun olduğu ifade edilmiştir. İnfaz Hâkimliği kararında, başvuru tarihinde tutuklu olarak bulunan başvurucudan hükümlü şeklinde bahsedilmiştir. Başvurucu anılan karara karşı itirazında öncelikle kararda kendisinden hükümlü olarak bahsedildiğini, bu yanlışlığın düzeltilmesi gerektiğini belirtmiş; ayrıca kararın hukuka aykırı olduğunu dile getirmiştir. Anılan itiraz Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesinin 24/4/2017 tarihli kararıyla reddedilmiş ve başvurucudan tutuklu olarak bahsedilerek İnfaz Hâkimliğince yapılan hata düzeltilmiştir. Nihai karar 5/5/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 29/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Oda ve eklentilerinde bulundurulabilecek kişisel eşyalar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kapalı ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülerin oda ve eklentilerinde bulundurabilecekleri veya bulunduramayacakları kişisel eşya, gıda, tıbbî malzeme ve diğer ihtiyaç maddeleri yönetmelikle düzenlenir." 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün "Oda ve eklentilerinde bulundurulabilecek kişisel eşyalar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kapalı kurumlarda bulunan hükümlülerin oda ve eklentilerinde bulundurabilecekleri veya bulunduramayacakları kişisel eşya, gıda, tıbbî malzeme ve diğer ihtiyaç maddeleri yönetmelikle düzenlenir." 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarında Bulundurulabilecek Eşya ve Maddeler Hakkında Yönetmelik'in "El işi faaliyetleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Hükümlülerin, gerekli malzemeler kantinden temin edilmek koşuluyla, el işi faaliyetlerini, ceza infaz kurumlarının uygun bölümlerinde yapmaları esastır.Ceza infaz kurumunun güvenliğini bozmamak kaydı ile bu faaliyetlerin devamına koğuş, oda ve eklentilerinde izin verilebilir.Maket bıçağı, tornavida gibi kesici ve delici alet ile boyama ve yapıştırmada kullanılan madde ve malzemelerin koğuş, oda ve eklentilerinde bulundurulmasına izin verilmez." | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/25580 | Başvuru, tutuklu olan başvurucuya ait bir kısım eşyanın alıkonulması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının; infaz hâkimliği kararında kendisinden hükümlü olarak bahsedilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ilk derece mahkemesinin mahkûmiyet hükmünden sonra verilen tutuklama kararının hukuki olmaması ile tutuklama kararı veren ve bu karara karşı itirazı inceleyen ağır ceza mahkemelerinin bağımsız ve tarafsız olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, kamuoyunca tanınan bir gazeteci ve yazardır. Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Bu kapsamda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucunun da aralarında bulunduğu ve çoğunluğu gazeteci, yazar ve akademisyen olan on yedi şüpheli hakkında FETÖ/PDY'nin medya yapılanmasıyla bağlantılı olarak soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu, Başsavcılık tarafından 10/9/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı aynı tarihte Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanması istemiyle başvurucuyu İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 22/9/2016 tarihinde başvurucunun tutuklanması talebini reddetmiştir. Bununla birlikte Hâkimlik başvurucunun adli kontrol altına alınmasına karar vermiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, aynı gün Hâkimliğin bu kararına itiraz etmiş ve başvurucu hakkında tutuklamaya yönelik yakalama emri düzenlenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Anılan talebin kabulü üzerine başvurucu 23/9/2016 tarihinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinde hazır edilmiş ve başvurucunun Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanmasına karar verilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 12/4/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 3/5/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/127 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Yargılama sonunda İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 16/2/2018 tarihli kararıyla başvurucunun cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya, bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs etme suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla mahkûmiyetine ve hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu mahkûmiyet kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurmuş ve istinaf başvurusu İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 2/10/2018 tarihli kararıyla esastan reddedilmiştir. Başvurucunun anılan kararı temyiz etmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 5/7/2019 tarihinde mahkûmiyet hükmünün bozulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... örgütün, anayasal düzene karşı icra edeceği kalkışma öncesindeki sürece mutad siyasi muhalefet görüntüsü vermeye çalışmak ve örgütün sempatizan sınıfını oluşturan geniş halk kitleleri nazarında sözde meşruiyetini korumak amacına hizmet eder mahiyetteki, gazetecilik faaliyeti kapsamında değerlendirilmesi de mümkün olmayan sübut bulan eylemlerinin, TCK'nın 314/3 ve 220/7 maddeleri delaletiyle 314/ maddesinde düzenlenen, hiyerarşik yapısına dahil olmamakla birlikte FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne yardım etmek suçunu oluşturduğu, gözetilmeden suç vasfında hataya düşülerek yazılı şekilde anayasayı ihlal suçundan mahkumiyetlerine karar verilmesi... [bozmayı gerektirmiştir.] " Bozma ilamı sonrası başvurucu hakkındaki yargılama İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2019/252 sayılı dosyasında devam etmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 4/11/2019 tarihli kararıyla başvurucunun terör örgütü üyesi olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan 10 yıl 6 ay hapis cezasına mahkûm edilmesine ve yurt dışına çıkış yasağı şeklindeki adli kontrol tedbiri uygulanarak tahliyesine karar vermiştir. Karar gerekçesinin adli kontrol tedbirine ilişkin kısmı şöyledir:"Sanığın üzerine atılı suçun niteliği, tutuklukta geçirmiş olduğu süre, tutuklamanın koruma tedbiri mahiyetinde olması, tutuklama tedbiri ile öngörülen hukuki faydanın adli kontrol tedbiri ile de sağlanabileceği hususunda Mahkememizde oluşan Kanaat dikkate alınarak sanığın TAHLİYESİNE, salıverilmesi için bulunduğu yer cezaevi müdürlüğüne yazı yazılmasına, 11-Sanığın CMK 109/3-a gereğince Yurt Dışına Çıkışının yasaklanması suretiyle adli kontrol altına ALINMASINA...[karar verildi.]" İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 6/11/2019 tarihinde tahliye kararına itiraz etmiştir. Söz konusu itiraz İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yerinde görülmeyerek incelenmesi amacıyla İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 12/11/2019 tarihli kararı ile itirazı kabul etmiş ve başvurucunun tutuklanmasına yönelik yakalama emri çıkartılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Sanığın sıfatı, tutuklu kaldığı süre, haber üzerinden bir çok sempatizanı etkilemesi, aldığı ceza ve temyiz sürecinde cezanın aleyhine ağırlaşma ihtimali, pişmanlık göstereceğine dair beyanlarının olmaması bir kısım aynı suç ile ilgili hakkında adli işlemler yapılan suç faillerinin yurt dışında firari olması ve ülkemiz aleyhine bir takım aleyhe söylemler ve lobicilik faaliyetinde bulunmuş olmaları, suçun kaçma şüphesi var sayılan katolog suçlardan olması, sanığın konumu sıfatı eylemlerindeki yoğunluk, aldığı ceza miktarı, tutuklu kaldığı süre, eylemlerinin uzun süreye yayılmış olması dikkate alınarak adli kontrol tedbirlerinin harici davranışları da dikkate alınarak amaca hizmet etmediği, bu nedenle İstanbul Cumhuriyet Savcısının sanık Ahmet Hüsrev ALTAN'ın tahliyesine yönelik yapmış olduğu İTİRAZININ KABULÜNE... [karar verildi.]" İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi anılan karar kapsamında hazır edilen başvurucunun ifadesini almış ve 13/11/2019 tarihinde başvurucunun terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sanığın üzerine atılı Silahlı Terör Örgütünün İçindeki Hiyerarşik Yapıya Dahil Olmamakla Birlikte Örgüte Bilerek ve İsteyerek Yardım Etme suçunun vasıf ve mahiyeti, mahkememizin 12/11/2019 tarih 2019/552 değişik iş sayılı karardaki gerekçeler almış olduğu cezanın miktarı, hakkında verilen Anayasa Mahkemesi' nin ve Yargıtay Ceza dairesinin sübut ve tutukluluk durumu ile ilgili tespit ve değerlendirmeleri, tutuklu kaldığı süre, terör suçu olması nedeni ile muhtemel infaz süresi, suçun kaçma şüphesi var sayılan katalog suçlardan olması, tutuklama şartlarının devam etmesi, şahsi ve diğer halleri, sanığın üzerine atılı yasa maddesinde öngörülen cezaların alt ve üst sınırları, suçun sübutu halinde verilmesi muhtemel ceza miktarı ve güvenlik tedbirleri gereğince tutuklamanın daha amaca uygun olduğu, adli kontrol tedbirlerinin amaca hizmet etmeyeceği, şahsi ve özel halleri, eylemlerinin yoğunluğu, suç vasfı ve delil durumu dikkate alınarak şu aşamada adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı, Anayasanın maddesindeki düzenlemede dikkate alındığında adli kontrol hükümlerinin bu aşamada yetersiz kalacağı, mahkememizin CMK 104/ Maddesi gereğince şüpheli veya sanığın tutukluluk halinin devamına veya salıverilmesine hakim ve mahkemece karar verilebileceği bu kararlara itiraz edilebileceğinin belirtildiği, hükmün yasal temyiz veya istinafa tabi olmak ile birlikte tahliyeye itiraz veya tutuklamaya itiraz taleplerinin CMK Maddesi gereğince itiraz mercileri tarafından inceleneceği, aynı zamanda sanık hakkında TCK Maddeden hüküm verildiği ve suç vasfı değiştirilerek TCK'nun 314/2, 3713 Sayılı Yasa' nın Maddesi gereğince hüküm verildiği, alt ve üst sınırları içerisinde üst inceleme mercileri tarafından cezanın miktarı yönünden değerlendirme yapılabileceği, bu hususun aleyhe bozma yasağı içerisinde ve usuli kazanılmış hakkın içinde değerlendirilemeyeceği, aleyhe itiraz durumunda bu hususunda temyiz ve istinaf makamlarınca cezanın miktarı yönünden resen değerlendirileceği, bu nedenle sanık müdafilerinin yersiz itirazlarının reddi ile sanığa verilen cezanın miktarı ve yukarıda açıklanan gerekçeler ile tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu kanaatine varılmakla CMK'nun 100 ve devamı maddeleri gereğince sanığın TUTUKLANMASINA... [karar verildi.]" Başvurucu tarafından tutuklama kararına itiraz edilmiş, itiraz mercii olan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi ise 14/11/2019 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...sanığa verilen ceza miktarı, sanığın tutuklu kalmış olduğu ve hükmedilen cezanın muhtemel infaz süresi, sanık hakkında isnat edilen suçun CMK 100/3 maddesinde sayılı kaçma şüphesi var sayılan katalog suçlardan olması, aynı suçtan yargılanan çok sayıda sanığın yurt dışına kaçmış olması, sanık hakkında adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasının dava konusu ve sanık açısından yetersiz kalacağı anlaşıldığından İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince verilen 13/11/2019 Tarih ve 2019/557 İş sayılı tutuklama kararının usul ve yasaya uygun olduğu görülmekle sanık Ahmet Hüsrev ALTAN müdafiinin tutuklama kararına yapmış olduğu itiraz ve tahliye taleplerinin REDDİNE... [karar verildi.]" Başvurucu anılan kararı 14/11/2019 tarihinde öğrendiğini ifade etmiştir. Başvurucu 21/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, mahkûmiyet hükmüne karşı da istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 6/1/2020 tarihli kararıyla hükme karşı yalnızca temyiz kanun yoluna gidilebileceğini belirterek yargılama dosyasının ilgili Yargıtay ceza dairesine gönderilmek üzere İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine tevdiine karar vermiştir. Bireysel başvuruyu inceleme tarihi itibarıyla yargılama temyiz aşamasında derdesttir. A. Ulusal Hukuk 4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:"Bu madde ile 100 üncü madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir. (2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Bu kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Usul" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"103 ve 104 üncü maddeler uyarınca yapılan istem üzerine, merciince Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiin görüşü alındıktan sonra, üç gün içinde istemin kabulüne, reddine veya adlî kontrol uygulanmasına karar verilir. (Ek cümle: 24/11/2016-6763/23 md.) 103 üncü maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesi uyarınca yapılan istemler hariç olmak üzere örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından bu süre yedi gün olarak uygulanır. (Ek cümle: 11/4/2013-6459/15 md.) Duruşma dışında bu karar verilirken Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü alınmaz. Bu kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Kanun yollarına başvurma hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır." 5271 sayılı Kanun'un "İtiraz olunabilecek kararlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir." 5271 sayılı Kanun'un “İtiraz usulü ve inceleme mercileri” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası ve (3) numaralı fıkrasının (c) bendi şöyledir:"(2) Kararına itiraz edilen hâkim veya mahkeme, itirazı yerinde görürse kararını düzeltir; yerinde görmezse en çok üç gün içinde, itirazı incelemeye yetkili olan mercie gönderir. (3) (c) Asliye ceza mahkemesi hâkimi tarafından verilen kararlara yapılacak itirazların incelenmesi, yargı çevresinde bulundukları ağır ceza mahkemesine ve bu mahkeme ile başkanı tarafından verilen kararlar hakkındaki itirazların incelenmesi, o yerde ağır ceza mahkemesinin birden çok dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daireye; son numaralı daire için birinci daireye; o yerde ağır ceza mahkemesinin tek dairesi varsa, en yakın ağır ceza mahkemesine aittir." 5271 sayılı Kanun'un “Karar” kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kanunda yazılı olan hâller saklı kalmak üzere, itiraz hakkında duruşma yapılmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekil dinlenir. (2) İtiraz yerinde görülürse merci, aynı zamanda itiraz konusu hakkında da karar verir. (3) Karar mümkün olan en kısa sürede verilir. (4) Merciin, itiraz üzerine verdiği kararları kesindir; ancak ilk defa merci tarafından verilen tutuklama kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir. "B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Kadri Enis Berberoğlu, B. No: 2017/27793, 18/7/2018, §§ 35-37; Ç.Ö. [GK], B. No: 2014/5927, 19/7/2018, §§ 22- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/38086 | Başvuru, ilk derece mahkemesinin mahkûmiyet hükmünden sonra verilen tutuklama kararının hukuki olmaması ile tutuklama kararı veren ve bu karara karşı itirazı inceleyen ağır ceza mahkemelerinin bağımsız ve tarafsız olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, öğrencisi olduğu Başkent Üniversitesine ücretsiz olarak kayıt dondurmak için yaptığı 3/3/2006 tarihli başvurunun reddedilmesi üzerine 14/3/2006 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde açtığı iptal davasının makul sürede sonuçlandırılmadığını ve yargılamanın uzun sürdüğünü belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ayrıca derece mahkemesine ait belgelerin onaylı suretlerinin, tebligat suretlerinin ve başvurucuya ait kimlik fotokopisinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru dilekçesiyle birlikte gönderilmesi hususlarını düzenleyen 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un ilgili maddelerinin iptalini ve manevi tazminat ödenmesini talep etmiştir. Başvuru, 22/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 24/4/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 27/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 25/7/2014 tarihli görüş yazısına, başvurucu süresi içinde karşı beyanlarını sunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 3/3/2006 tarihinde, 2005-2006 eğitim öğretim yılı bahar dönemi için ekonomik nedenlerden dolayı ücretsiz olarak kaydının dondurulması talebiyle Başkent Üniversitesi Öğrenci İşleri Daire Başkanlığına başvurmuştur. Başkent Üniversitesi Öğrenci İşleri Daire Başkanlığının 7/3/2006 tarihli yazısı ile Başkent Üniversitesi Eğitim-Öğretim Sınav Yönetmeliği’nin maddesinde belirtilen “İzinli sayılan, tutukluluğu takipsizlik kararı veya beraat ile sona eren veya rapor alan öğrencilerin izinli veya raporlu olduğu sürece öğrencilik yükümlülükleri devam eder ve bu öğrenciler her yarıyıl başında öğretim ücretlerinin tamamını öderler. Öğretim ücretlerini ödemeyen öğrencilerin Üniversite ile ilişiği kesilir.” şeklindeki düzenleme gereğince başvurucunun talebi uygun bulunmamıştır. Başvurucu, Başkent Üniversitesi Rektörlüğü işlemi aleyhine 14/3/2006 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde açtığı davada, ücretsiz olarak kayıt dondurma isteminin reddine ilişkin işlem ile söz konusu işlemin dayanağı olan Eğitim-Öğretim Sınav Yönetmeliği’nin maddesinin iptali ve yürütmesinin durdurulmasını talep etmiştir. Mahkemece, 25/5/2006 tarihli kararla; 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 27/ maddesinde öngörülen yürütmenin durdurulması şartlarının gerçekleşmediği gerekçesiyle yürütmenin durdurulması isteminin reddine karar verilmiştir. Ankara İdare Mahkemesinin, 15/3/2007 tarih ve E.2006/675, K.2007/523 sayılı kararıyla; başvurucunun üniversiteye kaydını yaptırdığı tarihte öğrencilik statüsünü kazandığı, bu statüden kaynaklanan mali yükümlülükleri yerine getirmesi gerektiği, o tarih için mütevelli heyeti tarafından belirlenen ücretin ödenmesinin esas olduğu ve harç yatıramama durumunun kayıt dondurma nedeni olarak sayılamayacağı, yürürlükte olan Yönetmeliğin maddesinde kanuna aykırılığın bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Danıştay Sekizinci Dairesi üyeleri, Dairelerinin E.2005/5153 sayılı dosyasında başvurucunun sunduğu dilekçede kullandığı ifadelerden dolayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından gerekli işlemin yapılmasını istediklerini gerekçe göstererek davadan çekilmişlerdir. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 14/2/2008 tarihli kararıyla üyelerin çekilme istemleri kabul edilmiştir. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 18/2/2010 tarih ve E.2008/73, K.2010/240 sayılı ilamıyla “Davacının, ekonomik nedenlerle kayıt dondurma istemi, Yönetmeliğin maddesine dayanılarak ve o yıla ait öğretim ücretinin tamamını yatırmaması nedeniyle reddedilmiştir. Dolayısıyla davacının öğretim ücretini yatırması koşulu ile öne sürdüğü mazeretinden dolayı izinli sayılacağı davalı idarece kabul edilmiştir. Kurulan olumsuz işlemde gösterilen sebep karşısında, davacının o yıla ait öğretim ücretinin tamamını yatırması, izinli sayılmasını gerektirecek mazereti ortadan kaldıracağından, dava konusu işlem kendi içinde çelişkili ve hukuka aykırı bir durum yaratmaktadır.” gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda, 6/10/2010 tarih ve E.2010/914, K.2010/1636 sayılı kararla davanın kabulüne karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 10/10/2012 tarih ve E.2011/2240, K.2013/1509 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır. Karar, başvurucuya 28/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 22/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Kapsam ve Nitelik" başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “(2) Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinde yazılı yargılama usulü uygulanır ve inceleme evrak üzerinde yapılır.” 2577 sayılı Kanun'un "Dilekçeler Üzerine İlk İnceleme" kenar başlıklı maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir: “(3) (Değişik: 5/4/1990 – 3622/5 md.) Dilekçeler, Danıştayda daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından:a) Görev ve yetki,b) İdari merci tecavüzü,c) Ehliyet,d) İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı,e) Süre aşımı,f) Husumet,g) 3 ve 5 inci maddelere uygun olup olmadıkları,Yönlerinden sırasıyla incelenir. (4) (Değişik: 5/4/1990 – 3622/5 md.) Dilekçeler bu yönlerden kanuna aykırı görülürse durum; görevli daire veya mahkemeye bir rapor ile bildirilir. Tek hakimle çözümlenecek dava dilekçeleri için rapor düzenlenmez ve 15 inci madde hükümleri ilgili hakim tarafından uygulanır. 3 üncü fıkraya göre yapılacak inceleme ve bu fıkra ile 5 inci fıkraya göre yapılacak işlemler dilekçenin alındığı tarihten itibaren en geç onbeş gün içinde sonuçlandırılır.” 2577 sayılı Kanun'un "Dosyaların İncelenmesi" kenar başlıklı maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir: “(5) (Değişik: 5/4/1990 – 3622/8 md.) Danıştay, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde dosyalar, bu Kanun ve diğer kanunlarda belirtilen öncelik veya ivedilik durumları ile Danıştay için Başkanlar Kurulunca; (1) diğer mahkemeler için Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca konu itibariyle tespit edilip Resmi Gazete'de ilan edilecek öncelikli işler göz önünde bulundurulmak suretiyle geliş tarihlerine göre incelenir ve tekemmül ettikleri sıra dahilinde bir karara bağlanır. Bunların dışında kalan dosyalar ise tekemmül ettikleri sıraya göre ve tekemmül tarihinden itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırılır.” 2577 sayılı Kanun'un "Yürütmenin Durdurulması" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: (1) (Değişik: 10/6/1994 – 4001/12 md.) Danıştayda veya idari mahkemelerde dava açılması dava edilen idari işlemin yürütülmesini durdurmaz. (2) (Değişik: 2/7/2012 – 6352/57 md.) Danıştay veya idari mahkemeler, idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda, davalı idarenin savunması alındıktan veya savunma süresi geçtikten sonra gerekçe göstererek yürütmenin durdurulmasına karar verebilirler. Uygulanmakla etkisi tükenecek olan idari işlemlerin yürütülmesi, savunma alındıktan sonra yeniden karar verilmek üzere, idarenin savunması alınmaksızın da durdurulabilir. (Ek cümle: 21/2/2014-6526/17 md.) Ancak, kamu görevlileri hakkında tesis edilen atama, naklen atama, görev ve unvan değişikliği, geçici veya sürekli görevlendirmelere ilişkin idari işlemler, uygulanmakla etkisi tükenecek olan idari işlemlerden sayılmaz.Yürütmenin durdurulması kararlarında idari işlemin hangi gerekçelerle hukuka açıkça aykırı olduğu ve işlemin uygulanması halinde doğacak telafisi güç veya imkânsız zararların neler olduğunun belirtilmesi zorunludur. Sadece ilgili kanun hükmünün iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine başvurulduğu gerekçesiyle yürütmenin durdurulması kararı verilemez. (3) (Ek: 2/7/2012 – 6352/57 md.) Dava dilekçesi ve eklerinden yürütmenin durdurulması isteminin yerinde olmadığı anlaşılırsa, davalı idarenin savunması alınmaksızın istem reddedilebilir. (4) Vergi mahkemelerinde, vergi uyuşmazlıklarından doğan davaların açılması, tarh edilen vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümlerin ve bunların zam ve cezalarının dava konusu edilen bölümünün tahsil işlemlerini durdurur. Ancak, maddenin 3 üncü fıkrasına göre işlemden kaldırılan vergi davası dosyalarında tahsil işlemi devam eder. Bu şekilde işlemden kaldırılan dosyanın yeniden işleme konulması ile ihtirazi kayıtla verilen beyannameler üzerine yapılan işlemlerle tahsilat işlemlerinden dolayı açılan davalar, tahsil işlemini durdurmaz. Bunlar hakkında yürütmenin durdurulması istenebilir. (5) Yürütmenin durdurulması istemli davalarda 16 ncı maddede yazılı süreler kısaltılabileceği gibi, tebliğin memur eliyle yapılmasına da karar verilebilir. (6) Yürütmenin durdurulması kararları teminat karşılığında verilir; ancak, durumun gereklerine göre teminat aranmayabilir. Taraflar arasında teminata ilişkin olarak çıkan anlaşmazlıklar, yürütmenin durdurulması hakkında karar veren daire, mahkeme veya hakim tarafından çözümlenir. İdareden ve adli yardımdan faydalanan kimselerden teminat alınmaz. (7) Yürütmenin durdurulması istemleri hakkında verilen kararlar; Danıştay dava dairelerince verilmişse konusuna göre İdari veya Vergi Dava Daireleri Kurullarına, bölge idare mahkemesi kararlarına karşı en yakın bölge idare mahkemesine, idare ve vergi mahkemeleri ile tek hakim tarafından verilen kararlara karşı bölge idare mahkemesine, çalışmaya ara verme süresi içinde ise idare ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararlara en yakın nöbetçi mahkemeye veya kararı veren hakimin katılmadığı nöbetçi mahkemeye, kararın tebliğini izleyen günden itibaren yedi gün içinde bir defaya mahsus olmak üzere itiraz edilebilir. İtiraz edilen merciler, dosyanın kendisine gelişinden itibaren yedi gün içinde karar vermek zorundadır. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir. (8) Yürütmenin durdurulması kararı verilen dava dosyaları öncelikle incelenir ve karara bağlanır. (9) (Ek: 2/7/2012 – 6352/57 md.) Yürütmenin durdurulmasına dair verilen kararlar on beş gün içinde yazılır ve imzalanır. (10) (Ek: 2/7/2012 – 6352/57 md.) Aynı sebeplere dayanılarak ikinci kez yürütmenin durdurulması isteminde bulunulamaz.” 6216 sayılı Kanun'un “ Bireysel Başvuru Usulü” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Bireysel başvurular, bu Kanunda ve İçtüzükte belirtilen şartlara uygun olarak doğrudan ya da mahkemeler veya yurt dışı temsilcilikler vasıtasıyla yapılabilir. Başvurunun diğer yollarla kabulüne ilişkin usul ve esaslar İçtüzükle düzenlenir. (2) Bireysel başvurular harca tabidir. (3) Başvuru dilekçesinde başvurucunun ve varsa temsilcisinin kimlik ve adres bilgilerinin, işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle ihlal edildiği ileri sürülen hak ve özgürlüğün ve dayanılan Anayasa hükümlerinin, ihlal gerekçelerinin, başvuru yollarının tüketilmesine ilişkin aşamaların, başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarih ile varsa uğranılan zararın belirtilmesi gerekir. Başvuru dilekçesine, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğinin ve harcın ödendiğine dair belgenin eklenmesi şarttır. (4) Başvurucu bir avukat tarafından temsil ediliyorsa, vekâletnamenin sunulması gerekir. (5) Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir. Haklı bir mazereti nedeniyle süresi içinde başvuramayanlar, mazeretin kalktığı tarihten itibaren on beş gün içinde ve mazeretlerini belgeleyen delillerle birlikte başvurabilirler. Mahkeme, öncelikle başvurucunun mazeretinin geçerli görülüp görülmediğini inceleyerek talebi kabul veya reddeder. (6) Başvuru evrakında herhangi bir eksiklik bulunması hâlinde, Mahkeme yazı işleri tarafından eksikliğin giderilmesi için başvurucu veya varsa vekiline onbeş günü geçmemek üzere bir süre verilir ve geçerli bir mazereti olmaksızın bu sürede eksikliğin tamamlanmaması durumunda başvurunun reddine karar verileceği bildirilir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2076 | Başvurucu, öğrencisi olduğu Başkent Üniversitesine ücretsiz olarak kayıt dondurmak için yaptığı 3/3/2006 tarihli başvurunun reddedilmesi üzerine 14/3/2006 tarihinde Ankara 7. İdare Mahkemesinde açtığı iptal davasının makul sürede sonuçlandırılmadığını ve yargılamanın uzun sürdüğünü belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ayrıca derece mahkemesine ait belgelerin onaylı suretlerinin, tebligat suretlerinin ve başvurucuya ait kimlik fotokopisinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru dilekçesiyle birlikte gönderilmesi hususlarını düzenleyen 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un ilgili maddelerinin iptalini ve manevi tazminat ödenmesini talep etmiştir. | 1 |
Başvurucu, şahsına yönelik olarak görsel ve işitsel nitelikteki yayın yoluyla hakaret suçu işlendiği iddiasıyla Cumhuriyet Başsavcılığına yaptığı şikâyet üzerine “kamu davası açılmasının ertelenmesi”ne karar verilmesinin, Anayasa’nın Başlangıcı ile , ve maddelerini ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 25/1/2013 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 21/3/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, N. isimli kişinin 14/10/2011 tarihinde Beyaz TV’de yayımlanan “Sultan-ı Beyaz” isimli programda kendisine yönelik tamamen gerçekdışı söylemlerde bulunarak hakaret ettiği, iftirada bulunduğu, toplum önünde kendisini karalamaya yönelik sözler söylediğini ileri sürerek kişilik haklarına ve onuruna açıkça saldırıda bulunduğu iddiasıyla 24/10/2011 tarihinde Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığı, 26/10/2011 tarih ve K.3802 karar sayılı yetkisizlik kararıyla ilgili evrakı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığından gelen yetkisizlik kararını değerlendirerek, 20/6/2012 tarih ve K.2012/7613 karar sayılı yetkisizlik kararıyla evrakın gereğinin yapılması için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 16/7/2012 tarih ve 2012/1 basın karar no.lu kararıyla, soruşturma konusu eylemde 2/7/2012 tarih ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un geçici maddesi gereğince kamu davası açılmasının ertelenmesine karar vermiştir. Başvurucu 17/8/2012 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının kamu davası açılmasının ertelenmesi kararına itiraz etmiş, itiraz Sincan Ağır Ceza Mahkemesinin 9/11/2012 tarih ve 2012/3103 İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Sincan Ağır Ceza Mahkemesinin ret kararı, başvurucuya 25/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 6352 sayılı Kanun’un geçici maddesi şöyledir:“(1) 31/12/2011 tarihine kadar, basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemleriyle işlenmiş olup; temel şekli itibarıyla adlî para cezasını ya da üst sınırı beş yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı;a) Soruşturma evresinde, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 171 inci maddesindeki şartlar aranmaksızın kamu davasının açılmasının ertelenmesine,…karar verilir.” 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Hakaret” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek işlenmesi gerekir.(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun’un maddesi. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1123 | Başvurucu, şahsına yönelik olarak görsel ve işitsel nitelikteki yayın yoluyla hakaret suçu işlendiği iddiasıyla Cumhuriyet Başsavcılığına yaptığı şikâyet üzerine “kamu davası açılmasının ertelenmesi”ne karar verilmesinin, Anayasa’nın Başlangıcı ile 10. , 17. ve 36. maddelerini ihlal ettiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru; terör olayları üzerine terk edilen yerleşim yerine dönüşün hâlen yasak olduğu gerekçesiyle açılan manevi tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, ikamet ettiği Hakkâri'nin Çukurca ilçesinin Çağlayan köyünden terör olaylarına bağlı olarak 1995 yılında göç etmek zorunda kalması nedeniyle uğradığını iddia ettiği manevi zararların tazmini için İçişleri Bakanlığına başvurmuştur. Başvurucu, anılan talebin reddi üzerine işlemin iptali ile manevi zararının tazmini için 16/10/2009 tarihinde Van İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) adli yardım talepli iptal ve tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde özetle; terör olayları öncesinde ailesiyle birlikte tarım ve hayvancılıkla yaşamlarına devam ettiklerini, göç ile birlikte çok zor şartlarda aç, sefil, hasta ve mutsuz şekilde sağlıksız bir hayat sürdürdüklerini beyan etmiştir. Ayrıca 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkındaki Kanun'da manevi zararına ilişkin düzenleme bulunmadığını ifade eden başvurucu, manevi zararlarının hukukun genel hükümleri kapsamında tazmin edilmesi gerektiğini ileri sürerek işlemin iptali ile 000 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkemece 7/7/2010 tarihinde -harcın ödenmemesi nedeniyle- davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Anılan kararın Danıştay Onbeşinci Dairesince (Daire) bozulması üzerine davayı esastan inceleyen Mahkeme, 9/11/2015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Gerekçede; manevi tazminat taleplerinin sosyal risk ilkesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, bu ilkeyle idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucunda oluşan zararların topluma pay edilerek giderilmesinin amaçlandığı belirtilmiştir. Ardından dava konusu olayda başvurucunun güvenlik gerekçesiyle köyünden göç etmesi veya ettirilmesinin başvurucuya özel olarak yönelen bir eylem veya işlem niteliğinde olmadığı, özünde sosyal risk ilkesi bulunan uyuşmazlığın yoğunlaşan terör eylemlerinden kaynaklandığı vurgulanmıştır. Mahkemece 5233 sayılı Kanun'un esas itibarıyla, maddi zararların tazmini bakımından sosyal risk ilkesinin yasalaşmış hâli olduğu, Kanun'da manevi zararların karşılanmasının öngörülmediğine dikkat çekilerek başvurucunun ileri sürdüğü manevi zararlarının karşılanmasına yasal imkân bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Başvurucu temyiz talebinde bulunmuştur. Temyiz dilekçesinde; manevi tazminat talebinin 5233 sayılı Kanun kapsamında değil, hukukun genel hükümleri ile ulusal ve uluslararası yargı kararları gereğince incelenmesi gerektiği belirtilmiştir. Daire 16/11/2017 tarihinde anılan kararı onamış ve karar düzeltme başvurusu da 26/2/2019 tarihinde reddedilmiştir. Nihai kararı 30/3/2019 tarihinde öğrenen başvurucu 24/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/14802 | Başvuru, terör olayları üzerine terk edilen yerleşim yerine dönüşün hâlen yasak olduğu gerekçesiyle açılan manevi tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 2000/2925 sayılı iddianamesiyle zimmet ve resmî belgede sahtecilik suçlarını işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 2/3/2010 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 24/1/2012 tarihli kararıyla bozulmuş; bozma sonrasında Mahkemenin 24/5/2012 tarihli kararıyla başvurucunun tekrar hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 8/4/2014 tarihli kararıyla düzeltilerek onanmıştır. Başvurucu, kararı 18/6/2014 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12311 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, 30/11/2011 tarihinde açtığı işe iade davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 11/9/2013 tarihinde Antalya Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 10/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, iş akdinin feshi üzerine 30/11/2011 tarihinde, işe iade istemiyle dava açmıştır. Antalya İş Mahkemesi, 22/11/2012 tarihli ve E.2011/623, K.2012/558 sayılı kararıyla davanın reddine hükmetmiştir. Başvurucunun temyiz istemi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 28/2/2013 tarihli ve E.2013/1898, K.2013/1902 sayılı ilâmıyla, fesih işleminin geçerli nedene dayanmadığı gerekçesi ile davanın reddi yönündeki kararın bozularak ortadan kaldırılmasına, feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Anılan karar 12/8/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 11/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ve maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası ve maddesi, 22/5/2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesinin üçüncü fıkrası (bkz. B.No: 2014/1981, 18/9/2014, §§ 17–22). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7163 | Başvurucu, 30/11/2011 tarihinde açtığı işe iade davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru, ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannamesi üzerinden tarh edilen vergi ve cezalara karşı açılan davanın esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun, hakkında olumsuz tespit bulunan mükelleflerden yaptığı alışlara ilişkin olarak bir vergi müfettişi tarafından tutanak tutulmuştur. Bunun üzerine başvurucu, katma değer vergisine ilişkin olarak ihtirazi kayıtla düzeltme beyannamesi vermiştir. Düzeltme beyannamesine dayanılmak suretiyle başvurucu adına katma değer vergisi tarh edilmiş ve vergi ziyaı cezası uygulanmıştır. Başvurucu, söz konusu işlemlere karşı dava açmıştır. Ankara Vergi Mahkemesince (Mahkeme) davanın incelenmeksizin reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde özetle başvurucunun yasal süresinden sonra verdiği düzeltme beyannamelerine koyduğu ihtirazi kayda dayanarak, bu beyanlara istinaden yapılan tahakkukları ve kesilen vergi ziyaı cezalarını dava konusu etmesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Danıştay Dördüncü Dairesi kararı onamıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Daire tarafından reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 23/6/2020 tarihinde öğrenmiş; 23/7/2020 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/21312 | Başvuru, ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannamesi üzerinden tarh edilen vergi ve cezalara karşı açılan davanın esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, “Son Söz” isimli programında Yüksek Seçim Kurulu ilke kararına aykırı yayın yapılması nedeniyle televizyon kanalına yayın durdurma kararı verilmesinin eşitlik ilkesini ve basın özgürlüğünü ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 22/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.Bölüm Başkanı tarafından 5/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.Başvuru belgelerinin bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, tanınan ek süre sonunda görüşünü 31/3/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 14/4/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Kanal Beyaz Televizyon Radyo Yayıncılık Sanayi ve Ticaret A.Ş. unvanıyla ve Beyaz TV logosuyla yayın yapan bir kuruluştur. Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) anılan Kanalda 4/2/2014 tarihinde yayımlanan “Son Söz” isimli programın 26/4/1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’un 149/A maddesi ve Yüksek Seçim Kurulunun (YSK) 2013/605 sayılı kararı doğrultusunda değerlendirilmesi amacıyla YSK’ya başvurmuştur. YSK, seçim yasakları kapsamında yaptığı inceleme neticesinde 15/2/2014 tarihli ve 428 sayılı kararıyla anılan programın YSK’nın 2013/605 sayılı kararında belirtilen “tarafsızlık, gerçeklik, doğruluk ilkelerine uygun davranmakla yükümlü radyo ve televizyon kuruluşları ile yazılı, sözlü ve görsel basının, tek yönlü, taraf tutan yayınlar yapamayacaklarına, bu kuruluşların yayınlarında demokratik kurallar çerçevesinde siyasi partiler arasında fırsat eşitliğini sağlamak zorunda oldukları” ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle program yayınının beş kez durdurulmasına hükmetmiştir. Anılan karara dayanak olan YSK'nın 22/12/2013 tarihli ve 2013/605 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:“… Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın maddesi; “Seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma” görevi genel olarak Yüksek Seçim Kuruluna verilmiş, radyo ve televizyon yayınlarının ve yazılı, sözlü ve görsel basının toplum üzerinde önemli bir rolü olduğu kabul edilerek, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun'un 55/A ve 55/B maddelerinde gerekli hükümlere yer verilmiş, ayrıca 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun'un ilgili maddeleri uyarınca; Her dönemde olduğu gibi seçimlerin özgür ve adil bir ortamda yapılmasında, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsuru olan siyasi partilerin kendilerini halka anlatmalarında önemli bir payı olan basın ve yayın kuruluşlarının yayın ilkeleri ile bu kuruluşların bilgi toplamada ve halkı bilgilendirmede önemli rolleri, katkıları dikkate alınarak kamu kurum ve kuruluşlarınca kanuni imkanlardan yararlandırılması hususu ile;Seçim kanunları ve 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun'un maddesinde; “Seçim dönemlerindeki yayınlara ilişkin usul ve esaslar Yüksek Seçim Kurulu tarafından düzenlenir.” hükmü de esas alınarak;30 Mart 2014 Pazar günü yapılacak olan mahalli idareler seçimlerinin 1 Ocak 2014 olan başlangıç tarihinden bitimine kadar olan dönemde, basın ve yayın kuruluşlarının yayın ilkelerinin belirlenerek karara bağlanması amacıyla Kurulumuzun 14/9/2013 tarih, 2013/374 sayılı kararı ile oluşturulan Komisyon, yaptığı çalışmaları tamamlayarak konu hakkında düzenlediği karar taslağını Kurulumuza sunmuş olmakla, konu incelenerek;Gereği Görüşülüp Düşünüldü:Ulusal iradenin sağlıklı ve serbest biçimde oluşabilmesi amacıyla Anayasa'nın maddesi; seçimlerin yargı yönetim ve denetimi altında yapılmasını kurala bağlamış; seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma, seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları, şikâyet ve itirazları inceleme ve kesin karara bağlama görevi Yüksek Seçim Kuruluna verilmiştir.Demokratik toplum düzeni gereklerine uygun bir seçimin yapılabilmesi, oy verme gününden önce siyasi partilerin ve bağımsız adayların özgür, eşit, serbest biçimde kendilerini topluma tanıtmalarına, program ve projeleriyle yarışmalarına olanak sağlayan bir ortamın oluşturulması koşuluna bağlıdır. Nitekim demokratik seçim için gerekli ortamın oluşturulabilmesi amacıyla seçimin başlangıcı olarak belirlenen tarihten oy verme gününe kadar geçen süreyi kapsayan seçim döneminde uygulanacak usul ve esaslar ilgili kanunlarda düzenlenmiştir.Kamuoyunu etkileyip, yönlendirebilmeleri nedeniyle radyo ve televizyon yayınları, seçim döneminde daha ayrıntılı ve özenle uygulanması gereken usul ve esaslara tabi tutulmustur. 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun radyo ve televizyon, basın, iletişim araçları ve internet yayınları ile ilgili düzenlemeleri içermektedir.6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun'un; "Seçim dönemlerinde yayınlar" baslıklı maddesinin; Birinci fıkrasında; ”Seçimlerle ilgili olarak seçim dönemlerinde yapılan yayınlara ilişkin usul ve esaslar Yüksek Seçim Kurulu tarafından düzenlenir.” ikinci fıkrasında; “Üst Kurul, medya hizmet sağlayıcılarının seçim dönemlerindeki yayınlarını Yüksek Seçim Kurulunun kararları doğrultusunda izler, denetler ve değerlendirir.” Üçüncü fıkrasında; “26/4/1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun'un 149/A maddesinde düzenlenen hükümler, Yüksek Seçim Kurulu kararlarını müteakip Üst Kurulca yerine getirilir.” … hükümlerine yer verilmiştir.298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun'un 55/A maddesinin; Birinci fıkrasında; “Seçimlerin başlangıç tarihinden oy verme gününün bitimine kadar özel radyo ve televizyon kuruluşları, yapacakları yayınlarda 2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu'nun 5, 20, 22 ve maddeleri ile maddesinin ikinci fıkrası hükümlerine tabidir.” ikinci fıkrasında; “Seçimin başlangıç tarihinden itibaren oy verme gününden önceki yirmi dört saate kadar olan sürede, siyasi partiler veya adaylar radyo ve televizyonlarda birlikte veya ayrı ayrı açık oturum, röportaj, panel gibi programlara katılarak görüşlerini açıklayabilirler. Siyasi partiler veya adayların açık veya kapalı yer toplantıları, radyo ve televizyonlarda canlı olarak yayınlanabilir.” hükümleri yer almakta olup,Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) ile özel radyo ve televizyonlar yukarıdaki fıkra hükümlerine göre seçime katılan siyasi partiler ve adayları birlikte veya ayrı ayrı açık oturum, röportaj, panel gibi programlara katılarak görüşlerini açıklama imkânı sağlarken, seçim hukukunun temel ilkeleri olan eşitlik, dürüstlük, serbestlik ilkelerine uymak zorundadır."Basın, iletişim araçları ve internette propaganda” baslıklı değişik 55/B maddesinin; … Üçüncü fıkrasında; “Oy verme gününden önceki on günlük sürede, yazılı, sözlü ve görsel basın ve yayın araçları ile kamuoyu araştırmaları, anketler, tahminler, bilgi ve iletişim telefonları yoluyla mini referandum gibi adlarla bir siyasi partinin veya adayın lehinde veya aleyhinde veya vatandasın oyunu etkileyecek biçimde yayın yapılması ve herhangi bir surette dağıtımı yasaktır. Bu sürenin dışında yapılacak yayınların; tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerine uygun olması şarttır…Dördüncü fıkrasında; “Bu madde hükümlerine göre yapılacak propagandaların ve yayınların ilkeleri Yüksek Seçim Kurulunca belirlenir.” kuralları yer almıştır.Görüldüğü gibi, anılan Kanun hükümleriyle radyo ve televizyon yayınları ile basın ve iletişim araçlarının tabi tutulduğu usul ve esaslar, seçim döneminde son yirmi dört saat, oy verme gününden önceki on günlük süre ile diğer bölümü için ayrı ayrı düzenlenmiştir.2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu'nun maddesi ve 6112 Sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun'un maddesi, radyo ve televizyon kuruluşlarının uymakla yükümlü oldukları yayın hizmet ilkelerini ayrıntılı biçimde saptamıştır. Söz konusu yayın ilkeleri, seçim hukukunun temel ilkeleri olan esitlik, serbestlik, dürüstlük ilkelerini de kapsamakta; titizlikle uygulanmaları halinde, radyo ve televizyon yayınlarının seçimlerin demokratik bir ortamda gerçekleşmesine katkı sağlayacaktır. Radyo ve televizyon kuruluşları, oy verme gününden önceki yirmi dört saat dışındaki seçim döneminde 2954 ve 6112 sayılı Kanunlarda belirtilen ilkelere titizlikle uymak suretiyle yayınlarını sürdürebileceklerdir.… Kurulumuzca, seçim döneminin belirtilen bölümüyle ilgili olarak bu dönemin özellikleri göz önüne alınmak suretiyle aşağıda yazılı yasal düzenlemelerde yer alan bazı kural ve ilkelerin radyo ve televizyon kuruluşları ile yazılı, sözlü ve görsel basına duyurulması gerekli görülmektedir.…1- Radyo ve televizyon kuruluşları, tek yönlü, taraf tutan yayınlar yapamazlar. Bu kuruluşlar yayınlarında demokratik kurallar çerçevesinde siyasi partiler arasında fırsat eşitliğini sağlamak zorundadırlar.2- Yayınlarında adalet ve tarafsızlığa, yasalara uygun davranmakla yükümlü olan kuruluslar, ırk, cinsiyet, sosyal sınıf veya dini inançları esas alarak yayın yapamazlar.3- Seçimin başlangıç tarihinden itibaren oy verme gününden önceki yirmi dört saate kadar olan sürede, siyasi partiler veya adaylar radyo ve televizyonlarda birlikte veya ayrı ayrı açık oturum, röportaj, panel gibi programlara katılarak görüşlerini açıklayabilirler. Siyasi partiler veya adayların açık veya kapalı yer toplantıları, radyo ve televizyonlarda canlı olarak yayınlanabilir. Son yirmi dört saatte bu tür yayın ve toplantılar yayınlanamaz.…Sonuç: Açıklanan nedenlerle; 1 Ocak 2014 tarihinden itibaren başlayan seçim döneminde;1- Türkiye Radyo Televizyon Kurumu ile özel radyo ve televizyon kuruluşları seçimin başlangıç tarihi olan 1 Ocak 2014 tarihinden oy verme gününün bitimine kadar yapacakları yayınlarda; …b) Tarafsızlık, gerçeklik, doğruluk ilkelerine uygun davranmakla yükümlü radyo ve televizyonkuruluşları ile yazılı, sözlü ve görsel basının, tek yönlü, taraf tutan yayınlar yapamayacaklarına, bu kuruluşların yayınlarında demokratik kurallar çerçevesinde siyasi partiler arasında fırsat eşitliğini sağlamak zorunda olduklarına,…” Yayın durdurma kararı başvurucuya 24/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 298 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Yüksek Seçim Kurulu yedi asıl ve dört yedek üyeden oluşur. Üyelerin altısı Yargıtay, beşi Danıştay Genel Kurullarınca kendi üyeleri arasından üye tamsayılarının salt çoğunluğunun gizli oyu ile seçilir. Bu üyeler salt çoğunluk ve gizli oyla aralarından bir başkan ve bir başkanvekili seçerler.Yüksek Seçim Kurulu üyelerinin görev süresi altı yıldır. Süresi biten üyeler yeniden seçilebilir.Yeni üyelerin tamamının seçilmelerine kadar eski üyeler görevlerine devam ederler.Başkanvekili, başkanlık görevlerinin yapılmasında başkana yardım ve bulunmadığı zaman ona vekillik eder. Başkanvekilinin de engeli halinde, asıl üyelerin en yaşlısı başkanlık görevini yerine getirir.Her yenileme seçiminden sonra, Yüksek Seçim Kuruluna Yargıtay ve Danıştay'dan seçilmiş üyeler arasından ad çekme ile ikişer yedek üye ayrılır. Başkan ve başkanvekili ad çekmeye girmezler.…” 298 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Bu kanunda gösterilen kurulların veya kurul başkanlarının kesin olmayan kararlarına karşı seçme yeterliğine sahip yurttaşlar, siyasi partiler veya bunların tüzüklerine göre kuruluş kademelerinin başkanları veya vekilleri, müşahitler, adaylar ve Cumhuriyet Senatosu üyeleri ile milletvekilleri itiraz edebilirler.”298 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Bu kanunda, kurulların kesin olduğu yazılı bulunmayan kararlarına karşı, her kurulun bağlı olduğu üst kurul, itiraz merciidir Yüksek Seçim Kurulunun re'sen veya itiraz üzerine vereceği kararlar kesindir.” 298 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Yüksek Seçim Kurulu evrak üzerinde, incelemeler yapar. Ayrıca lüzum gördüğü bilcümle tahkik ve her türlü tetkik işlemlerini de yapar. Gerekli mercilerden her türlü bilgi ve belgeleri ister. Bu mercilerin, en kısa bir zamanda ve en geç yedi gün içinde istenilen bilgi ve belgeyi vermeleri mecburidir. Kurul başkanı, lüzum ve ihtiyaca göre, bu işlerde çalışmak üzere, Yargıtay ve Danıştay memurlarını da vazifelendirebilir. İtiraz dilekçesinin bir sureti, tutanağına itiraz edilene tebliğ olunur. Tutanağına itiraz olunan kimse, isterse yazı ile savunabileceği gibi, isteği üzerine, Yüksek Seçim Kurulunun tayin edeceği günde bizzat veya bir vekil marifetiyle kendini kurul huzurunda savunabilir. Kurul, yapılan itiraz ve ihbarları kendisine verildiği tarihten itibaren en geç üç ay içinde bir karara bağlar. Kurulun kararı kesindir. Aleyhine hiçbir mercie ve kanun yoluna başvurulamaz. Seçimin özelliğine göre seçim sonuçları hakkında kesin karar vermeye yetkili mercie yapılacak itirazlarda da yukarıki 1 inci ve 3 üncü fıkralar hükümleri uygulanır. Ancak, bu kurul itirazları onbeş gün içinde kesin karara bağlar. Yukarıki fıkralarda yazılı kararlar aleyhine hiçbir mercie ve kanun yoluna başvurulamaz. Tutanakların iptali halinde özel kanunlarındaki hükümler uygulanır." | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3531 | Başvuru, “Son Söz” isimli programında Yüksek Seçim Kurulu ilke kararına aykırı yayın yapılması nedeniyle televizyon kanalına yayın durdurma kararı verilmesinin eşitlik ilkesini ve basın özgürlüğünü ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, itirazın iptali davasında dava sonucunu etkileyecek nitelikteki iddiaların mahkeme kararında değerlendirilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/7/2014 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 28/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için 28/3/2016 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bankadan kullandığı konut kredisi nedeniyle kendisinden haksız bir şekilde alındığını iddia ettiği masrafların tahsili amacıyla Ergani İcra Müdürlüğünün E.2014/316 sayılı dosyasında genel haciz yoluyla ilamsızicra takibi başlatmıştır. Borçlu bankanın itirazı üzerine takip durmuş; başvurucu, bankanın dosya masrafı adı altında aldığı paranın haksız şart niteliğinde olduğunu belirterek Ergani Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) itirazın iptali davası açmıştır. Mahkeme 17/6/2014 tarihli ve E.2014/435, K.2014/1055 sayılı ilamı ile davayı kesin olarak reddetmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Yapılan yargılama, taraf beyanları, davalı banka yazı cevabı, Ergani İcra Müdürlüğünün E.2014/316 sayılı icra takip dosyası ve tüm dosya ile birlikte delillerin bir bütün halinde değerlendirilmesi neticesinde; dava itirazın iptali davası olup, takip konusu alacak, taraflar arasında imzalanan 17/10/2012 tarihli konut kredisi sözleşmesine dayandırılmış, sözleşme gereğince davacı taraftan alınan kredi kullandırım ücreti, ipotek tesis ücreti ve ekspertiz ücreti toplamı olan 300,00 TL'lik bedel ilamsız alacaklara ilişkin ödeme emri ile davalı/borçludan talep edilmiştir.Mahkememizce tüketici mahkemesi sıfatıyla bakılan, bankalarca tüketicilerden çeşitli isimler altında alınan ancak belgelendirilemeyen giderlere ilişkin alacak davalarında, bu giderler haksız şart kabul edilerek tüketicilere iadesine karar verilmekte olup, Yargıtay'ın yerleşmiş uygulaması da bu yöndedir. Ancak somut olayda davacı taraf 17/10/2012 tarihli konut kredisi sözleşmesi sebebiyle kendilerinden alınan ücretleri doğrudan ilamsız takibe konu yapmıştır. Oysa bu ücretler söz konusu kredi sözleşmesi kapsamında davacı taraftan alınmış olup halihazırda davalı tarafın davacı tarafa bir borcu yoktur. Bu ücretler ancak mahkemeden ücretlerin iadesi yönünde alınacak bir ilam ile borç haline gelecektir ve bu ilam takibe konulduğunda buna itiraz edilmesi halinde bu itiraz haksız hale gelecektir.Anlatılan nedenlerle davalı tarafın itirazının haklı olduğu ve davacı tarafın bu aşamada haksız olduğu anlaşıldığından davanın reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. ..." Karar, başvurucunun yüzüne karşı verilmiş; 16/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Takip talebi icra dairesine yazılı veya sözlü olarak ya da elektronik ortamda yapılır.Talepte şunlar gösterilir:... Senet, senet yoksa borcun sebebi;..." 2004 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İtiraz etmek istiyen borçlu, itirazını, ödeme emrinin tebliği tarihinden itibaren yedi gün içinde dilekçe ile veya sözlü olarak icra dairesine bildirmeye mecburdur..." 2004 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir: "Müddeti içinde yapılan itiraz takibi durdurur." 2004 sayılı Kanun'un maddesinin birinci ve ikinci fıkrası şöyledir:"Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir.Bu davada borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklı; diğer tarafın talebi üzerine iki tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan şeyin tahammülüne göre, red veya hükmolunan meblağın yüzde yirmisinden aşağı olmamak üzere, uygun bir tazminatla mahkum edilir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12158 | Başvuru, itirazın iptali davasında dava sonucunu etkileyecek nitelikteki iddiaların mahkeme kararında değerlendirilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, maliki olduğu arazinin kamulaştırılması nedeniyle açılan bedel tespiti ve tescil davasında araziye gerçek değerinden düşük bir bedel tayin edilmesi, faize hükmedilmemesi ve yargılamanın makul sürede bitirilmemesi nedenleriyle hak arama hürriyeti, mülkiyet hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 3/1/2014 tarihinde Mersin Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/5/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 4/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığınca, 4/8/2014 tarihli yazı ile Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuya ait taşınmazın da bulunduğu Ermenek İlçesinde, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının 10/4/2002 tarih ve 1572 sayılı tasdikli projesi kapsamında Ermenek Barajı ve HES tesisleri projesi ve göl sahası inşaatı yapılması planlanmış ve 13/7/2006 tarihinde Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünce (İdare) kamu yararı ve kamulaştırma kararı alınmıştır. Bakanlar Kurulu'nun baraj ve HES projesine ilişkin 2009/14599 sayılı acele kamulaştırma kararı 31/1/2009 tarih ve 27127 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır. İdare, başvurucuya ait taşınmaza acele kamulaştırma yoluyla el konulması ve kamulaştırma bedelinin tespiti talebiyle dava açmıştır. Ermenek Asliye Hukuk Mahkemesi, 13/4/2010 tarih ve E.2009/1105, K.2010/162 sayılı kararı ile bilirkişi raporuna dayanarak el koyma bedelini 432,69 TL olarak belirleyerek bedelin başvurucuya ödenmesine ve bahsedilen taşınmaza acele el konulmasına karar vermiştir. İdare tarafından 27/7/2011 tarihinde açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmazın tescili davasında Mahkeme, bilirkişiler eşliğinde kamulaştırma konusu taşınmaz üzerinde keşif yapmış, bilirkişiler, taşınmazın özelliklerini gözeterek ve 2011 yılı fiyat, masraf ve verim verilerini kullanarak taşınmazın toplam değerini 803,10 TL olarak belirlemişlerdir. Mahkeme, 15/10/2012 tarih ve E.2011/736, K.2012/1137 sayılı kararı ile Yargıtay Hukuk Dairesi içtihadı doğrultusunda yapılan keşif ve bilirkişi raporunda yer alan hususlara göre, taşınmazın değerini 803,10 TL olarak tespit etmiş ve acele el koyma kararı sonrası ödenen bedeli mahsup ile bakiye 379,40 TL’nin başvurucuya ödenmesine, taşınmazın tapu kaydının iptali ile idare adına tapuya kayıt ve tesciline karar vermiştir. Mahkeme kararda davacı idarenin yapmış olduğu yargılama giderlerini kendisi üzerine bırakmış, ayrıca başvurucu lehine 200,00 TL vekâlet ücretinin davacı idareden alınmasına dair hüküm kurmuştur. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/4/2013 tarih ve E.2013/2251, K.2013/5392 sayılı ilamı ile onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 30/10/2013 tarih ve E.2013/13289, K.2013/14228 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Anılan karar, başvurucuya 4/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/1/2014 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun “Kamulaştırma bedelinin mahkemece tespiti ve taşınmaz malın idare adına tescili” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, … asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, … idare adına tesciline karar verilmesini ister.Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren en geç otuz gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, … taşınmaz malın malikine … bildirerek duruşmaya katılmaya çağırır. Duruşma günü idareye de tebliğ olunur.…Mahkemece yapılan duruşmada tarafların bedelde anlaşamamaları halinde hakim, en geç on gün içinde keşif ve otuz gün sonrası için de duruşma günü tayin ederek, 15 inci maddede sayılan bilirkişiler marifetiyle ve tüm ilgililerin huzurunda taşınmaz malın değerini tespit için mahallinde keşif yapar… Bilirkişiler, taraflar ve diğer ilgililerin beyanını da dikkate alarak, 11 inci maddedeki esaslar doğrultusunda taşınmaz malın değerini belirten raporlarını onbeş gün içinde mahkemeye verirler. Mahkeme bu raporu, duruşma günü beklenmeksizin taraflara tebliğ eder. Yapılacak duruşmaya hakim, taraflar veya vekillerini ve bilirkişileri çağırır. Bu duruşmada tarafların bilirkişi raporlarına varsa itirazları dinlenir ve bilirkişilerin bu itirazlara karşı beyanları alınır.Tarafların bedelde anlaşamamaları halinde gerektiğinde hakim tarafından onbeş gün içinde sonuçlandırılmak üzere yeni bir bilirkişi kurulu tayin edilir ve hakim, tarafların ve bilirkişilerin rapor veya raporları ile beyanlarından yararlanarak adil ve hakkaniyete uygun bir kamulaştırma bedeli tespit eder. Mahkemece tespit edilen bu bedel, taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkının kamulaştırılma bedelidir. … İdarece, kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına yatırıldığına … dair makbuzun ibrazı halinde mahkemece, taşınmaz malın idare adına tesciline ve kamulaştırma bedelinin hak sahibine ödenmesine karar verilir ve bu karar, tapu dairesine ve paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil hükmü kesin olup tarafların bedele ilişkin temyiz hakları saklıdır.(Ek fıkra: 11/04/2013-6459 S.K./ md) Kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davanın dört ay içinde sonuçlandırılamaması hâlinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden itibaren kanuni faiz işletilir.…14 üncü maddede belirtilen süre içinde, kamulaştırma işlemine karşı hak sahipleri tarafından idari yargıda iptal davası açılması ve idari yargı mahkemelerince de yürütmenin durdurulması kararı verilmesi halinde mahkemece, idari yargıda açılan dava bekletici mesele kabul edilerek bunun sonucuna göre işlem yapılır.…” 2942 sayılı Kanun’un 24/4/2001 tarih ve 4650 sayılı Kanunla değişik maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:“Taşınmaz malın değerinin tespitinde, kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr dikkate alınmaz.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/776 | Başvurucu, maliki olduğu arazinin kamulaştırılması nedeniyle açılan bedel tespiti ve tescil davasında araziye gerçek değerinden düşük bir bedel tayin edilmesi, faize hükmedilmemesi ve yargılamanın makul sürede bitirilmemesi nedenleriyle hak arama hürriyeti, mülkiyet hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru; tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, soruşturma aşaması için kanunda öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/5/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca tutuklamanın hukuki olmadığı ve tutukluluğun makul süreyi aştığı dışındaki iddialar yönünden kabul edilemezlik kararı verilmiş, anılan şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin ise Bölüm tarafından yapılması kararlaştırılmıştır. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm tarafından niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucu Hakkındaki İlk Soruşturma ve Tutuklama Süreci İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2017/96115 sayılı soruşturma kapsamında başvurucu 18/10/2017 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu, Gezi Parkı olaylarına ilişkin olarak hükûmeti ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme (26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesi kapsamında) ve 15 Temmuz darbe teşebbüsüne ilişkin olarak anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme (5237 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında) suçlarından İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 1/11/2017 tarihinde tutuklanmıştır. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Soruşturma dosyasında bulunan arama ve elkoyma tutanakları, iletişim tespit tutanakları, fiziki takip tutanakları, dijital inceleme tutanakları, fotoğraflar, şüpheli savunması, açık kaynak tespitleri, şüpheli hakkındaki ifadeler, yakalama tutanağı, şüpheli savunmaları ve diğer belgeler incelendiğinde, [başvurucunun] Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükûmetini ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye yönelik bir ayaklanma olan ve tüm terör örgütlerinin ... (FETÖ/PDY, PKK/KCK, DHKPC, MLKP'nin) aktif olarak katıldığı ve destek verdikleri kamuoyunda 'Gezi olayları' olarak bilinen eylemlerin yöneticisi ve organizatörü olduğu, eyleme katılan şahıslara maddi yardımda bulunduğu, 15/7/2016 tarihinde ülkemizde gerçekleştirilmeye çalışılan darbe girişimi ile ilgili 15-16 Temmuz 2016 tarihinde Büyükada S. Otelde yapılan darbe teşebbüsü sürecinde darbenin organizatörlerinden olan H.J.B. ile yabancı uyruklu kişilerle irtibat kurarak darbe teşebbüsüne katılmak suretiyle anayasal düzeni cebir şiddet yöntemleri ile değiştirmek suçlarını işlediği yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller bulunduğu, yüklenen suçların yasada öngörülen ceza miktarı, işlendiği iddia edilen suçların önemli ve ciddi sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedeninin kanun gereğince varsayıldığı, nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları ve 6352 sayılı Yasa ile değişik 5271 sayılı CMK'nın ve devam eden maddeleri uyarınca şüphelinin tutuklanmasına engel bir halinin (tutuklama yasağı ve yargılama engeli bulunmaması hali gibi) bulunmadığı, alması muhtemel ceza göz önüne alındığında kaçma şüphesinin bulunduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmaması nedeniyle şüphelinin delilleri yok etme, gizleme, tanık ve mağdurlar üzerinde baskı oluşturma şüphesinin bulunduğu, işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın maddesinde ifade olunan ölçülülük ilkesi uyarınca daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulamasının bu aşamada soruşturmaya konu suç ve bu şüpheli açısından yetersiz kalacağı ve amaca hizmet etmeyeceği kanaatine varılarak şüpheli ve müdafisinin serbest bırakılma istemlerinin reddi ile şüphelinin üzerine atılı olan Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarından 5271 sayılı CMK'nın ve devamı maddeleri uyarınca tutuklanmasına... [karar verildi.]" Başsavcılık, hem Gezi Parkı olaylarıyla hem de 15 Temmuz darbe teşebbüsüyle ilgili iddiaların yer aldığı 2017/96115 sayılı soruşturma dosyasında 14/12/2018 tarihinde tefrik işlemi gerçekleştirmiştir. Bu kapsamda başvuruya yönelik olarak Gezi Parkı olayları kapsamında yöneltilen suçlamalara ilişkin soruşturmanın bir başka dosya (2018/210299 sayılı) üzerinden yürütülmesi kararlaştırılmıştır. Gezi Parkı olaylarıyla ilgili olarak 2018/210299 sayılı dosya üzerinden yürütülen soruşturma sonunda Başsavcılık tarafından 9/2/2019 tarihinde aralarında başvurucunun da olduğu on beş şüpheli hakkında iddianame tanzim edilmiştir. İddianamede; şüphelilerin Gezi Parkı olayları kapsamında hükûmeti ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, kamu malına zarar verme, ibadethanelere ve mezarlıklara saygısız davranma, zararlı maddeleri kanuna aykırı bir şekilde bulundurma, yağma gibi çeşitli suçlar işledikleri iddia edilmiştir. İddianame, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 4/3/2019 tarihinde kabul edilmiş ve E.2019/74 sayılı dosya üzerinden kovuşturmaya başlanmıştır. Mahkeme 18/2/2020 tarihinde, başvurucunun Gezi Parkı olayları bağlamında işlediği ileri sürülen tüm suçlardan beraatine ve tahliyesine (başka suçtan tutuklu veya hükümlü değilse serbest bırakılmasına) karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, suçlamaya ilişkin olarak dayanılan iletişimin tespiti (telefon dinleme) kayıtlarının hukuka uygun delil niteliğinde olmadığı değerlendirmesine yer verilmiş; ayrıca başvurucunun Gezi Parkı olaylarını finanse ettiğini gösteren delillerin bulunmadığı, yine başvurucunun temininde rol aldığı ileri sürülen materyallerin şiddet eylemlerinde kullanıldığını gösteren kanıtların da olmadığı ifade edilmiştir. Mahkeme sonuç olarak başvurucunun da aralarında olduğu sanıklar yönünden "kamu düzeninin işleyişine karşı vahim nitelikte şiddet ve cebir içeren eylemlerde bulunan 'marjinal grupları' ve 'yasadışı sol örgütleri' yöneterek, yönlendirerek veya azmettirerek Hükûmetin icra kabiliyetini engelleyecek düzeyde bir girişimde bulunduklarına dair, mahkumiyetlerine yeter derecede hukuka uygun, somut ve kesin delil elde edilemediği" kanaatine ulaşmıştır. Başsavcılık, başvurucunun üzerine atılı suçları işlediğinin sabit olduğu ve bu nedenle cezalandırılması gerektiği düşüncesiyle beraat kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Bireysel başvurunun karara bağlandığı tarih itibarıyla istinaf incelemesi devam etmektedir. B. Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Süreci Başvurucu 1/11/2017 tarihindeki tutuklama kararı ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine 29/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu; tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu başvuruyu 22/5/2019 tarihinde karara bağlamıştır. Bu kapsamda tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapıldığı ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlandığı iddialarının kabul edilemez olduğuna, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına ilişkin olarak ise Anayasa'nın maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında ki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine karar verilmiştir (Mehmet Osman Kavala [GK], B. No: 2018/1073, 22/5/2019). Anayasa Mahkemesi tutuklamanın hukukiliği kapsamında yaptığı incelemede başvurucunun suç işlediğine dair kuvvetli belirtilerin mevcut olduğu sonucuna ulaşmıştır. Bu bağlamda yapılan değerlendirmeler şöyledir:" Gezi olayları sırasında birtakım şiddet olaylarının gerçekleştiği, kamu mallarının zarar gördüğü, çok sayıda kişinin yaralandığı, güvenlik görevlisi ve sivillerden ölenlerin olduğu ve söz konusu olaylara ilişkin olarak birçok kişi hakkında çeşitli suçlardan soruşturma başlatıldığı ve kamu davalarının açıldığı bilinmektedir. Bu bağlamda yaşanan şiddet olayları neticesinde güvenlik görevlisi ve sivillerden yaralanan ve ölenler olmuş, olaylar İstanbul dışında birçok ile yayılmış ve şiddet olayları da yaygınlaşmıştır. Dolayısıyla Gezi Parkı olaylarında yaygın şiddet hareketlerinin meydana geldiği, kamu düzeninin ciddi bir şekilde bozulduğu açıktır. Başvurucu; sosyal statüsü, ulusal ve uluslararası bağlantıları gözönüne alındığında olayların süreç içinde şiddete evrildiğini ve sonuçlarını öngörebilecek konumdadır. Başvurucunun şiddet olaylarının devam ettiği süreçte H.H.G. ile yaptığı görüşmede H.H.G.nin Gezi olaylarının ivmesinin düşmesinden, hareketin toparlanması, genişletilip derinleştirilmesi için daha geniş bir kitleyle buluşulmasından, Gezi olaylarını Anadolu'ya yaymak gibi fikirlerin olduğundan söz etmesi, başvurucunun da bu hususları tasdikleyici sözler söylemesi ve bu doğrultuda toplantılar için mekân konusunda yardımcı olmaya çalışması, bir başka görüşmede gaz maskesi, gözlük vesair malzeme teminine yardımcı olacağını belirtmesi, diğer bir görüşmede ise Gezi olaylarının siyasi durumu nasıl değiştireceğinden bahsetmesi, Gezi olaylarının yaşandığı süreç içinde Gezi olaylarıyla ilgili bir kısım toplantılar düzenlemesi veya düzenlenen toplantılara katılması ve eylemleri destekleyen bir kısım kişilerle görüş alışverişinde bulunarak ulusal ve uluslararası kamuoyu oluşturmaya çalışması hususları (bkz. § 24) birlikte değerlendirildiğinde başvurucunun Gezi olaylarında yaşanan şiddet olaylarından ve elde edilmek istenen suçlama konusu yapılan siyasi sonuçtan (Soruşturma makamları olayların nihai olarak Hükûmeti düşürmeyi hedeflediğini iddia etmiştir.) sorumlu olduğuna yönelik soruşturma makamlarınca yer verilen bu hususların tutuklama için gerekli olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak kabul edilmesinin keyfî ve temelsiz olduğu söylenemez." Anayasa Mahkemesi, anılan kararda tutuklamaya konu suçlardan biri olan Gezi Parkı olaylarıyla bağlantılı olarak kuvvetli suç belirtisinin bulunduğu sonucuna vardığından tutuklamaya konu diğer suç olan 15 Temmuz darbe teşebbüsüyle bağlantılı suçlama bakımından ayrıca bir değerlendirme yapmaya gerek görmemiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Bireysel Başvuru Süreci Başvurucu 1/11/2017 tarihli tutuklama kararıyla ilgili olarak 8/6/2018 tarihinde bu kez Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) bireysel başvuruda bulunmuştur. AİHM 10/12/2019 tarihinde başvurucunun suç işlediğine dair makul şüphenin bulunmaması nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. AİHM ayrıca tutuklamanın -Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinde belirtildiği üzere- kişinin suç işlediğine dair makul bir şüphe nedeniyle yetkili bir adli makam önüne çıkarılmanın dışında bir amaçla uygulandığı gerekçesiyle madde ile bağlantılı olarak Sözleşme'nin maddesinin de ihlal edildiğine karar vermiştir (Kavala/Türkiye, B. No: 28749/18, 10/12/2019). AİHM, başvurucunun Gezi Parkı olaylarına ilişkin olarak hükûmeti ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme (5237 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında) ve 15 Temmuz darbe teşebbüsüne ilişkin olarak anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme (5237 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında) olmak üzere iki ayrı suç işlediğine dair kuvvetli şüphe olması sebebiyle tutuklandığını tespit etmiş ve her iki suçlamaya dair olguları ayrı ayrı incelemiştir. Bu bağlamda AİHM her iki suçlama yönünden de makul şüphenin bulunmadığı sonucuna varmıştır. AİHM 15 Temmuz darbe teşebbüsü ile ilgili suçtan verilen tutuklama kararı yönünden şu değerlendirmelerde bulunmuştur:" Mahkeme, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsüne ilişkin suçlamalarla ilgili olarak, bu suçlamaların genel olarak başvuran ile -Hükümete göre, darbe teşebbüsünün organize edilmesinde yer aldığı suçlaması kapsamında ceza soruşturmasına konu olan- H.J.B. arasındaki 'yoğun temasların' varlığına dayandırıldığını gözlemlemektedir. Ancak Mahkemeye göre, dava dosyasındaki deliller bu şüpheyi haklı kılmak açısından yetersizdir. Savcılık, başvuranın yabancı vatandaşlarla ilişkiler yürütmesi ve başvuranın cep telefonunun ve H.J.B.’nin cep telefonunun aynı baz istasyonundan sinyal göndermesi hususlarına dayanmıştır. Ayrıca, dava dosyasından, başvuranın ve H.J.B.’nin darbe girişimi sonrasında 18 Temmuz 2016 tarihinde bir restoranda karşılaştıkları ve kısa bir şekilde selamlaştıkları anlaşılmaktadır. Mahkemeye göre, dosyaya dayanılarak, başvuranın ve söz konusu şahsın yoğun temasları bulunduğu tespit edilemez. Ayrıca, diğer ilgili ve yeterli koşulların bulunmadığı dikkate alındığında, başvuranın şüpheli bir kişiyle veya yabancı vatandaşlarla temaslarının bulunması, tarafsız bir gözlemciyi, başvuranın anayasal düzeni ortadan kaldırma teşebbüsünde bulunduğuna ikna etmeye yeterli bir delil olarak değerlendirilemez... Mahkemeye göre, cebir ve şiddet kullanarak anayasal düzeni ortadan kaldırma teşebbüsünde bulunma şüphesinin, söz konusu suçun niteliği göz önünde bulundurulduğunda, somut ve doğrulanabilir olaylarla veya delillerle desteklenmesi gerektiği oldukça açıktır. Buna karşın, başvuranın başlangıçta tutuklanmasına ve tutukluluk halinin devamına yönelik mahkeme kararlarından veya iddianameden, başvuranın hürriyetinden yoksun bırakılmasının, itham edildiği suçları işlediği yönünde makul bir şüpheye dayandırıldığı görülmemektedir. (v) Sonuç Mahkeme, yukarıda belirtilen gerekçelerle, kendisine sunulan delillerin, başvuranın ilk tutuklandığı zaman hakkında makul bir şüphe bulunduğu sonucunu desteklemek açısından yetersiz olduğu kanısındadır. Ayrıca, başvuranın yakalanması sonrasında ve bu dava kapsamına giren devam eden tutukluluk süresi boyunca dava dosyasına eklenen delillerin, başvuranın ilk tutuklanmasını ve tutukluluk halinin devamını haklı kılacak bir şüphe doğuran olaylar veya bilgiler olduğu ortaya konulamamıştır. Dolayısıyla, başvuranın bir suç işlediği yönünde 'makul bir şüpheye' dayanılarak hürriyetinden yoksun bırakıldığı yeterli bir şekilde ispat edilmemiştir." AİHM, ihlal kararının giderimi kapsamında başvurucunun tutukluluğunun sona erdirilmesi ve bir an önce serbest bırakılması için Hükûmetin tüm önlemleri alması gerektiğine karar vermiştir (Kavala/Türkiye, §§ 217-219). AİHM Büyük Dairesi Paneli 12/5/2020 tarihinde, Hükûmetin davanın Büyük Daireye taşınması talebini reddetmiş ve karar böylece kesinleşmiştir. Kararın kesinleşmesini müteakip kararların icra organı olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 3/9/2020 tarihinde aldığı kararda -Türk makamlarının başvurucunun 9/3/2020 tarihinden itibaren başka bir soruşturma kapsamında tutuklu olduğunu beyan etmelerine rağmen- eldeki bilgilerin başvurucunun devam eden tutukluluğunun AİHM kararında tespit edilen ihlallerin devamı olduğuna dair güçlü bir kanı oluşturduğunu belirtmiştir. Komite ayrıca yetkili mercileri mümkün olan en kısa zaman içinde AİHM'in tespitleri çerçevesinde gerekli önlemleri almaya davet etmiş ve başvurucunun derhâl serbest bırakılması konusunda çağrı yapmıştır. Komite daha sonra da aynı yönde kararlar almıştır. Somut Başvuruya Konu Tutuklama Süreci Başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2017/96115 sayılı soruşturma dosyası üzerinden yürütülen soruşturmada, 15 Temmuz darbe teşebbüsüyle bağlantılı olarak anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme (5237 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında) suçundan sürdürülen tutuklulukla ilgili olarak 11/10/2019 tarihinde resen tahliye kararı verilmiştir. Başsavcılığın tahliye kararında, başvurucunun Gezi Parkı olaylarıyla ilgili suçlamalardan yargılandığı davada tutuklu olmasına ve "mevcut delil durumu göz önüne alınarak tutuklama tedbirinin devamının artık ölçülü olmayacağı" değerlendirmesine dayanılmıştır. Başsavcılık 18/2/2020 tarihinde, 2017/96115 sayılı dosya üzerinden yürütülen soruşturma kapsamında -anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçu yönünden- başvurucunun yeniden gözaltına alınmasına karar vermiştir. Başvurucu, gözaltı sürecinin sonunda anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Tutuklamaya sevk yazısının ilgili kısmı şöyledir: "Hakkında Cumhuriyet Başsavcılığımızca Türkiye Cumhuriyeti devletinin anayasal düzenini değiştirmeye teşebbüs suçundan soruşturma yürütülüp yakalama kararı ile aranmakta olan şüpheli H.J.B.nin FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün Amerika Birleşik Devletleri ülkesindeki, onursal başkanlığını Fetullahçı terör örgütü lideri Fetullah Gülen'in yaptığı Rumi Forum Vakfı'nın organizasyon komitesinde görev yaptığı, örgüt liderinin çalışmalarını tanıtmak için lobi faaliyeti yürüttüğü, 15/7/2016 tarihli darbe girişiminin sabahında yurt dışından İstanbul'a geldiği ve doğrudan Büyükada S. otele yerleştiği, 18/7/2016 tarihinde ülkemizden ayrıldığı, şüpheli Mehmet Osman Kavala'nın H.J.B. ile 18/7/2016 tarihinde Karaköy semtinde bir restorantta buluştukları, bunun yanında yapılan iletişim analizlerinden de anlaşılacağı üzere; darbe girişimi öncesi ve sonrasında yoğun irtibatlarının bulunduğu, yine iletişim analizine göre şüpheli Mehmet Osman Kavala'nın diğer şüpheli H.J.B. ile darbe girişimi öncesi 27/6/2016 tarihinde önce Şişli ilçesinde şüpheli Mehmet Osman Kavala'ya ait Menka anonim şirketi adlı iş yerinde devamında da 30/6/2016 tarihinde Diyarbakır ilinde bir araya gelerek PKK Terör Örgütü irtibatlı kişilerle buluştuklarının tespit edildiği, 15/7/2016 tarihinde FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarınca gerçekleştirilen darbe teşebbüsü sürecinde şüpheli H.J.B. ile şüpheli Mehmet Osman Kavala'nın suç tarihlerindeki irtibatları, şüpheli H.J.B.'nin FETÖ/PDY ile olan irtibatları dikkate alındığında, şüpheli Mehmet Osman Kavala'nın 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün karar sürecine katıldığına dair bulgulara ulaşıldığı, 26/7/2016 tarihinde başlatılan bu soruşturma kapsamında başka suçtan tahliyesine müteakip kaçma şüphesi göz önünde bulundurularak 18/2/2020 tarihinde gözaltı kararı verildiği, hakkında Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebir, şiddet kullanarak çalışamaz hale getirmek suçu yönünden kovuşturma bulunan Mehmet Osman Kavala'ya, Türkiye Cumhuriyeti devletinin anayasal düzenini cebir, şiddet kullanarak değiştirmeye teşebbüs (darbe teşebbüsü) suçunun niteliği, mevcut delil durumu, şüphelinin kaçma ihtimalinin bulunması, adli kontrol tedbirlerinin yetersiz olduğu dikkate alınarak, şüpheli Mehmet Osman KAVALA'nın atılı Türkiye Cumhuriyeti devletinin anayasal düzenini cebir, şiddet kullanarak değiştirmeye teşebbüs (darbe teşebbüsü) suçu yönünden CMK 100 maddesi gereğince sorgusu yapılarak tutuklanmasına karar verilmesi kamu adına talep olunur." Başvurucunun Hâkimlikteki sorgusu sırasında iki müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu; Hâkimlik önündeki sorgusunda yaklaşık 2 yıl 4 aydır hukuksuz bir şekilde tutuklu olduğunu, AİHM kararında açıkça tespit edilen hak ihlalinin yeni gözaltı kararı ve tutuklamaya sevk yazısıyla devam ettirilmeye çalışıldığını, 15 Temmuz darbe girişimine destek olmakla ilgili tüm iddiaların asılsız olduğunu ifade etmiştir. Başvurucunun müdafileri de H.J.B. isimli kişi ile müvekkillerinin hiçbir şekilde telefonla görüşmediğini belirtmiş ve bu hususa ilişkin HTS analiz raporunu sunmuştur. Başvurucu müdafileri ayrıca aynı suç kapsamında 11/10/2019 tarihinde başvurucunun resen tahliyesine karar verildiğini, dolayısıyla aynı suçtan tekrar tutuklamaya sevk durumunun söz konusu olduğunu, AİHM'in bu soruşturmadaki tutuklamanın hukuka aykırı olduğuna karar verdiğini, bu dosya kapsamında soruşturma aşamasında tutuklu olarak geçirilecek azami iki yıllık sürenin de dolduğunu dile getirmiştir. Hâkimlik 19/2/2020 tarihinde başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Şüphelinin üzerine atılı Anayasal Düzeni Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs Etme suçunu işlediği iddiasıyla tutuklamaya sevk edilmiş olup, soruşturma dosyası kapsamında bulunan arama ve el koyma tutanakları, diğer kolluk tutanakları, dijital inceleme tutanakları, fotoğraflar, açık kaynak tespitleri incelendiğinde, şüphelinin 15 Temmuz 2016 tarihinde ülkemizde gerçekleştirilmeye çalışılan darbe girişimi ile ilgili 15-16 Temmuz 2016 tarihinde Büyükada S. otelde yapılan toplantı sürecinde darbenin organizatörlerinden olan H.J.B. ve diğer yabancı uyruklu kişi ve kişilerle irtibatlı olarak darbe teşebbüsüne katıldığına dair tespitler, yine iletişim analizine göre şüpheli Mehmet Osman KAVALA'nın diğer şüpheli H.J.B. ile darbe girişimi öncesi 27 Haziran 2016 tarihinde önce Şişli ilçesinde şüpheli Mehmet Osman Kavala'ya ait Menka Anonim Şirketi adlı iş yerinde devamında da 30/6/2016 tarihinde Diyarbakır ilinde bir araya gelerek PKK Terör Örgütü irtibatlı kişilerle buluştuklarının tespit edildiği, yine H.J.B.nin FETÖ/PDY ile olan irtibatları dikkate alındığında ve şüpheli ile cep telefonlarının aynı zaman diliminde aynı baz istasyonundan gelen sinyalleri yayınladığı olgusu birlikte değerlendirildiğinde şüpheli Mehmet Osman Kavala'nın 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün karar sürecine katılmış olabileceğine dair kuvvetli suç şüphesini gösterir somut delil niteliğinde olduğu, her ne kadar şüpheli hakkında bu soruşturma kapsamında 11/10/2019 tarihinde re'sen tahliye kararı verilmiş ise de, kamuoyunda gezi parkı davası olarak bilinen dosyadan verilen tahliye kararı nedeniyle atılı suçun ağırlığı ve önemi dikkate alındığında şüphelinin kaçma şüphesinin bulunduğu, atılı suçun CMK'nın maddesinde sayılan suçlardan olması nedeniyle tutuklama sebeplerinin var kabul edilmesi gerekliliği, soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi dikkate alındığında adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağından CMK'nın ve devamı maddeleri gereğince şüphelinin tutuklanmasına ... [karar verildi.]" Başvurucunun bu tutuklama kararına yaptığı itiraz 25/2/2020 tarihinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir. Öte yandan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 9/3/2020 tarihinde başvurucuyu bu kez devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçundan tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Anılan sevk yazısının ilgili kısmı şöyledir:"H.J.B. hakkında yapılan ek araştırmada; adı geçenin yabancı devletler adına istihbari görevler alarak faaliyetler yürüttüğüne dair bulgulara erişildiği, şüphelinin 15/7/2016 tarihinde darbe girişiminde bulunan FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün Amerika Birleşik Devletleri ülkesinde olan ve onursal başkanlığını örgüt lideri Fetullah Gülen'in yaptığı Rumi Forum Vakfı'nın organizasyon komitesinde görev yaptığı, örgüt liderinin çalışmalarını tanıtmak için lobi faaliyetlerinde bulunduğu, 15/7/2016 günü Büyükada S. Otel'de darbe teşebbüsünün devam ettiği saatlerde şüpheli H.J.B.nin kendi faaliyetlerini kamufle etmek amacıyla uluslararası toplantıya katılıyormuş görünümü altında ülkemize geldiği, içeriği Ortadoğu'daki güncel meseleler olduğu katılımcılar tarafından belirtilen toplantıya şüphelinin bizzat katıldığı, toplantının devam ettiği süreçte FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün darbe teşebbüsü girişimini başlattıkları, şüpheli H.J.B.nin bu toplantıya katılma amacının desteklediği, gözetim altında bulundurduğu ve yönlendirdiği, FETÖ/PDY mensuplarınca gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ile irtibatının gizlenmesi maksadıyla olduğu, yürütülen soruşturmada otel görevlilerinden olup bilgisine başvurulan tanığın ifadesinde de belirtildiği üzere, şüpheli H.J.B.nin normalin ötesinde tedirgin ve gergin olduğu, tanığa ülkemize her gelişinde olağanüstü olayların vuku bulduğunu, önceki gelişlerinde İstanbul'daki ... bankasındaki patlama sonrasında da Gezi Olayları ve en sonunda da 15/7/2016 tarihinde darbe teşebbüsünde bulunulduğunu beyan ettiği, hatta kendisine darbe teşebbüsünün nereye varacağını sorduğunda; 'bu bir oyun bu bir düzmece böyle bir şeyin olacağına ihtimal vermiyorum.' şeklinde kendisini gizlemeye ve olayla irtibatının ortaya çıkmasını engellemeye yönelik sözler söylediği, iletişim tespitlerine ilişkin tanzim edilen analiz raporundan da anlaşılacağı üzere; şüpheli H.J.B. ile şüpheli Mehmet Osman Kavala arasında irtibat bulunduğu ancak bu irtibatın çoğunlukla yüz yüze görüşme şeklinde gerçekleştirildiği, şüpheli H.J.B. ile şüpheli Mehmet Osman Kavala arasında gerek şüpheli Osman Kavala adına kayıtlı hatlar ile gerekse şüpheli Osman Kavala'nın yöneticisi olduğu ... Vakfı arasında birçok irtibatının tespit edildiği, bu irtibatların detayına ilişkin inceleme ve araştırmaların devam ettiği, şüpheliler H.J.B. ile Mehmet Osman Kavala'nın ortak baz verileri göz önüne alındığında, 27/11/2014, 1/6/2015, 03/6/2015, 5/6/2015, 7/3/2016, 9/3/2016, 28/6/2016,29/6/2016, 18/7/2016tarihlerinde baz ortaklıklarının görüldüğü, bu suretle de bir araya gelmek suretiyle görüşmeler gerçekleştirdikleri, soruşturma dosyasındaki ifadelerinden anlaşılacağı üzere 18/7/2016 günü Karaköy'deki bir lokantada karşılaştıklarının anlaşıldığı, izah edildiği üzere yasadışı istihbari faaliyetlerde bulunan şüpheli H.J.B. ile şüpheli Mehmet Osman Kavala arasında gerek tanık beyanı gerekse iletişim tespitlerinden elde edilen veriler dikkate alındığında irtibat bulunduğu, bu irtibatlara ilişkin araştırmaların devam etmekte olduğu, bu itibarla şüpheli Mehmet Osman Kavala'nın atılı Türkiye Cumhuriyeti Devletinin anayasal düzenini cebir şiddet kullanarak değiştirme suçu ile birlikte ayrıca devletin güvenliği veya dış siyasal yararlar bakımından niteliği itibari ile gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askeri casusluk maksadıyla temin etmek suçunu da işlediğine dair bulgulara ulaşıldığı, atılı suçun niteliği, mevcut delil durumu dikkate alındığında, adli kontrol tedbirleri uygulanmasının yetersiz olacağı, şüphelinin kaçma ihtimali yanında delillere etki etme ihtimalinin bulunduğu anlaşılmakla, halen cezaevinde tutuklu bulunan şüpheli Mehmet Osman Kavala'nın SEGBİS sistemi kullanılarak sorgusu yapılarak, atılı devletin güvenliği veya dış siyasal yararlar bakımından niteliği itibari ile gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askeri casusluk maksadıyla temin etmek suçundan 5271 sayılı CMK’nın vd. maddeleri uyarınca tutuklanmasına, karar verilmesi kamu adına talep olunur." Başvurucunun sorgusu aynı tarihte yapılmış ve bu sırada başvurucunun iki müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu; Hâkimlik önündeki savunmasında H.J.B. ile telefon görüşmesi yapmadığının HTS kayıtlarıyla ortaya çıktığını, çalışma ofisinin Taksim'de -otellerin olduğu çevrenin ortasında- bulunduğunu, bu nedenle aynı baz istasyonunun kullanılmasının oldukça doğal olduğunu, bunun casusluk suçlaması ile bir ilgisinin bulunmadığını, atılı suçu işlemediğini ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca H.J.B. ile takriben dört yıl önce bir konferansta tanıştığını, bunun dışında bir tanışıklığının olmadığını, konferansın konusunun Türkiye'nin ve Orta Doğu'nun siyasi durumu ile ilgili olduğunu, bu kişinin Türkiye ve Orta Doğu üzerine araştırmalar yapan bir kurumun yöneticisi olduğunu belirtmiştir. Başvurucu bunların yanı sıra H.J.B.nin 15 Temmuz darbe girişimi ile ilişkilendirilmesinin sebebinin muhtemelen ... Üniversitesinde (S. Otel'de) düzenlenen ortak bir akademik toplantı olduğunu ancak bu toplantıya davet edilmediğini ve katılmadığını, katıldığı toplantıların hiçbirinin gizli olmadığını, bazı devlet görevlilerinin de bu toplantılara katıldığını dile getirmiştir. Başvurucu son olarak darbe girişimine destek olma suçlamasının iki sene sonra casusluk suçlamasına evrilmesinin adli sürecin doğal akışına aykırı olduğunu vurgulamıştır. Başvurucunun müdafileri ise H.J.B. ile ilgili hususlar haricinde başvurucuya herhangi bir suç isnadının bulunmadığını, suçlamaların baz istasyonu kayıtlarına dayandığını, bu hususun yeni bir şey olmadığını, bunların soruşturmanın başından beri var olduğunu belirtmiştir. Ayrıca başvurucu müdafileri hangi gizli bilgilerin temin edildiğine ilişkin bir ibare ya da delil bulunmadığını, başvurucunun 15 Temmuz darbe girişimini organize ettiğine ilişkin de bir delilin olmadığını, sevk yazısında atıf yapılan tanığın başvurucuyla ilgili bir beyanının olmadığını, AİHM kararının kesinleşmesinin söz konusu olması nedeniyle AİHM kararını etkisiz kılmak için yeni bir suç üretilmeye çalışıldığını ileri sürmüştür. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği başvurucunun devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçundan (5237 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında) 9/3/2020 tarihinde tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "Şüphelinin üzerine atılı devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme suçundan tutuklanması talep edilmekle; dosya içerisinde mevcut HTS baz analiz raporları, dijital inceleme tutanakları, tanık beyanına dair bilgi alma tutanakları ile şüphelinin, gerek FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne gerek PKK silahlı terör örgütü ile irtibatlı kişiler ile görüşen, bu terör örgütleri adına ve yabancı devletler adına istihbari görevler alarak faaliyetler yürüten H.J.B. ile irtibatlarına dair dosya içerisinde mevcut 27/11/2014, 1/6/2015, 3/6/2015, 5/6/2015, 7/3/2016, 9/3/2016, 28/6/2016, 29/6/2016, 18/7/2016tarihlerinde periyodik ve 11/2014-7/2016 tarihleri arasında süreklilik arz eder şekilde ortak baz kayıtları, yine 18/7/2016 tarihinde bir lokantada birlikte görünmeleri, şüphelinin H.J.B. ile Türkiye ve Orta Doğu meselelerinin görüştüğü konferanslarda görüştüklerine dair beyanları birlikte değerlendirildiğinde; şüphelinin üzerine atılı suçu işlediği hususunda kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, atılı suçun vasıf ve mahiyeti, kanunda öngörülen cezasının alt ve üst sınırı göz önüne alındığında tutuklamanın ölçülü olduğu kanaatine varılarak CMK'nın 100 ve devamı maddeleri gereğince, şüphelinin devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme suçundan tutuklanmasına ... [karar verildi.]" Başvurucunun tutuklama kararına yaptığı itiraz, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 1/4/2020 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Anılan karar 6/4/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 4/5/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Diğer taraftan Başsavcılık 20/3/2020 tarihinde 5237 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan yürütülen soruşturmada başvurucunun "tutukluluk süresi üzerinden 2 yıl geçtiği" gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğinde bu suç yönünden tahliyesine karar verilmesi yönünde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine görüş bildirmiştir. Hâkimlik aynı tarihte, başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan tahliye edilmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Dosyada mevcut tutanaklar, şüphelinin savunmaları, tanık anlatımları, adli raporlar ve tüm dosya kapsamından şüphelinin üzerine atılı Anayasal Düzeni Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs Etme suçunu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir deliller bulunduğu, ancak şüphelinin müsnet suç yönünden 2 yıldan fazla süredir tutuklu olduğu CMK 102/4 maddesi gereğince müsnet suç için azami tutukluluk süresinin 2 yıl olduğu, şüphelinin başka suçtan da tutuklu olduğu, delillerin toplanmış olduğu, delil karartma ihtimali bulunmadığı, şüphelinin tutuklulukta geçirdiği süre göz önünde bulundurulduğunda tutuklama tedbirinin ağır olacağı göze...[tilmiştir.]" Başvurucunun devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçundan sürdürülen tutukluluk durumu İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 6/5/2020 tarihinde incelenmiş ve "atılı suçun vasıf ve mahiyeti, şüphelinin ifade ve savunması ile hazırlık dosyası kapsamındaki tüm bilgi ve belgeler birlikte değerlendirildiğinde şüphelinin üzerine atılı suç bakımından kuvvetli suç şüphesi altında bulunduğu anlaşılmış olup, atılı suçun kanun maddesinde belirtilen hürriyeti bağlayıcı cezanın alt ve üst hadleri ile şüphelinin suçunun sabit olması halinde verilebilecek ceza miktarı ile şüphelinin tutuklulukta geçirdiği süre nazara alındığında tutukluluk halinin sonlandırmasını gerektiren bir neden bulunmadığı, şüphelinin tutuklama gerekçelerinde belirtilen nedenlerin ortadan kalkmaması ve adli kontrol tedbirinin uygulanmasının yeterli olmayacağı" gerekçeleriyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu 20/5/2020 tarihinde tahliye talebinde bulunmuş ancak İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 28/5/2020 tarihinde "atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz toplanmamış olması, şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin oluşu, soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi dikkate alındığında, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçun sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı" gerekçesiyle tahliye talebinin reddine ve tutukluluğun devam ettirilmesine karar vermiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 4/6/2020 tarihindebaşvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilirken de "atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz toplanmamış olması, atılı suçun yasada ön görülen cezasının üst sınırı, şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine ilişkin suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin varlığı ve bu kuvvetli şüphenin halen devam ettiği, şüphelinin kaçması, saklanması, veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut delillerin bulunması, soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi dikkate alındığında, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçun sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle şüphelinin tutukluluk halinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delilin bulunmadığı, tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı" gerekçelerine dayanılmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine başvurucunun tutukluluk durumu İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 29/7/2020 tarihinde değerlendirilmiş ve "soruşturma dosyasının yapılan incelenmesi sonucunda şüphelinin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti mevcut delil durumu ve delillerin henüz toplanmamış olması, atılı suçun yasada öngörülen cezasının üst sınırı, soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi dikkate alındığında adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının bu aşamada yetersiz kalacağı, suçun sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleri ile tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle adı geçen şüphelinin tutukluluk halinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delinin bulunmadığı..." gerekçesiyle tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucunun 17/8/2020 tarihli tahliye talebi İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 28/8/2020 tarihinde "atılı suçun yasada ön görülen cezasının alt ve üst sınırı, şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin oluşu, şüphelinin tutukluluk halini ortadan kaldırmaya yeterli somut bir delilin bulunmaması, şüphelinin kaçma ve saklanma şüphesinin bulunması, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçun sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle şüphelinin tutukluluk halinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delilin bulunmadığı, tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı" gerekçesiyle reddedilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 28/9/2020 tarihli iddianamesiyle başvurucu ve -diğer şüpheli- H.J.B. hakkında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçlarından cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede suçlamalara ilişkin yapılan değerlendirmeler özetle şöyledir:i. İstihbarat faaliyetlerinin yalnızca bilgi toplama ve analiz etmenin ötesinde diğer devletlere karşı ekonomik, kültürel, ideolojik, askerî baskı oluşturmak için aktif ve eylemsel olarak kullanılmaya başlandığı, birçok ülke istihbarat biriminin faaliyetlerini icra ederken sivil toplum kuruluşlarının rahat hareket edebilme özelliklerinden istifade ederek bu yapıları istihbarat faaliyetlerinde aktif olarak kullandıkları ve özellikle sivil toplum kuruluşlarının yurt dışı kaynaklı fonlarla yürüttükleri faaliyetlerle bir toplum mühendisliği çalışması ortaya koydukları ileri sürülmüştür.ii. Başsavcılığa göre birçok ülke istihbarat biriminde görev alan üst yöneticiler emekli olduktan sonra diğer ülkelerle ilgili toplumsal, kültürel, siyasal araştırmalar yapacak olmaları dolayısıyla kendi ülkelerinde kurulmuş olan sivil toplum kuruluşlarında görev almakta; bu kuruluşlarda yürüttükleri çalışmaları da raporlaştırarak kendi istihbarat birimlerine sunmaktadır. Bu kapsamda iddianamede; İkinci Dünya Savaşı sonrası istihbarat faaliyetlerinde, istihbarat birimlerinden emekli olmuş veya ayrılmış kişiler tarafından kurulan sivil toplum kuruluşlarının saha araştırmalarıyla elde ettikleri bilgilerin ve yine saha çalışmalarıyla kurdukları ilişkilerin önemli bir yer tuttuğu ifade edilmiştir.iii. Bu çerçevede G.S. tarafından kurulan ... Enstitüsünün temsilciliğini Türkiye'de ilk açan ve Türkiye'deki ... Vakfının kuruculuğunu da yapan başvurucunun 2002 yılında ... A.Ş.yi kurduğu ve Türkiye'deki faaliyetlerinin büyük bir bölümünü kâr amacı gütmeyen bu Şirket üzerinden kontrol ettiği belirtilmiştir. Bunun yanı sıra -... Vakfına yönelik Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan 16/10/2018 tarihli denetim raporunun ilgili bölümüne atıf yapılarak- başvurucunun G.S.nin finanse ettiği ... Vakfından aldığı fonlarla ... A.Ş. üzerinden Türk toplumunun sosyal ve kültürel özelliklerini istihbari amaçla analiz ederek Türk vatandaşlarını dil, ırk, din, mezhep, bölge ve benzeri farklılıkları gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik eden projeler yürüttüğü iddia edilmiştir.iv. ... Vakfının -bazı devletlerde olduğu gibi- ülkemizde sosyal ve demografik yapıdaki farklılıkları öne çıkararak ayrıştırma ve toplumsal bölünmeleri teşvik ederek ülke yönetimini değiştirmeyi hedeflediği öne sürülmüştür. Bu bağlamda başvurucunun da gerek ... A.Ş. gerekse kurucusu ve yöneticisi olduğu diğer sivil toplum kuruluşları ve şirketler aracılığıyla Türk halkının kültürel ve sosyal durumuna ilişkin araştırmalar yaparak detaylı ve önemli bilgilere ulaştığı, anılan kuruluşlar aracılığıyla ayrımcılığı amaçlayan faaliyetlerde bulunduğu iddia edilmiştir. Başsavcılığa göre başvurucu bir yandan ülke içindeki kurum ve kuruluşlar üzerinde yetki ve inisiyatif kullanarak yönlendirmeler yapmakta, diğer taraftan da yabancı ülke yetkilileri ve uluslararası kurum ve sivil toplum örgütleriyle irtibat kurarak ilişkileri yönlendirmektedir. v. İddianamede toplumsal alanda yapılan bazı faaliyetlerle ilgili olarak da değerlendirmelerde bulunulmuştur. Buna göre görünüşte demokratik özgürlükleri geliştirip toplumsal tabana yayma söylemi ile yapılan bu faaliyetlerin asıl amacı demokratik meşru hükûmeti işlevsiz hâle getirmek, toplum içinde ayrımcılığı körüklemek, vatandaşların devlet ve milletle olan birlik ve beraberliğini -ülke menfaatleri aleyhine, yabancı devletler ve istihbarat örgütlerinin lehine- zayıflatarak buna zarar vermektir. Başsavcılık bu çerçevede başvurucunun kadın hakları, çocuk istismarı, kadına şiddet, azınlıkların asimilasyonu, ifade özgürlüğü, çevre duyarlılığı gibi son derece masumane konularda toplumun çeşitli kesimlerinde direnç noktaları oluşturarak bu projeler için bir araya gelecek insanlara ortam hazırladığı, birbirinden bağımsız bu toplulukları istediği her yönetime karşı kışkırtabildiği ve böylelikle amaçlarına engel gördüğü tüm yönetimleri kitlesel kalkışmalarla saf dışı bırakmayı denediği görüşündedir.vi. Başvurucunun ... A.Ş. aracılığıyla özellikle Kürt, Ermeni, Rum, Hristiyan, Yahudi, Süryani, Ezidi kökenli vatandaşlara yönelik ayrıştırıcı projeleri finanse ederek toplumsal ayrışmayı tetikleyici faaliyetler yürüttüğü, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde ikamet eden Kürt kökenli vatandaşların Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından öldürüldüğü veya ağır insan hakları ihlallerine maruz bırakıldığı algısını oluşturan, PKK terör örgütü ve uzantılarını topluma şirin göstermeye çalışan dizi, film, belgesel, araştırma, analiz faaliyetlerini destekleme amacıyla finansman sağladığı ileri sürülmüştür. Bu kapsamda;- Başvurucudan ele geçirilen bir flash bellekteki videoda PKK terör örgütünün Kadın Savunma Birliklerinde (YPJ) yer aldığı anlaşılan kadın teröristlerle röportaj yapılarak hazırlanmış, içeriğinde Drama İstanbul Film Atölyesi tarafından hazırlandığı belirtilen, 5 dakika 58 saniyelik "Rojava'nın Işıkları-Kadın Devrimi" isimli belgeselin bulunduğu, belgesel içeriğindeki konuşmalarda açık bir şekilde "Kürt kadınlarının özgürlükleri için dağa çıkmalarının" özendirildiğinden bahsedildiği belirtilmiştir.- Yine flash bellekte "Küçük Kara Balıklar-Güneydoğu'da Çocuk Olmak" isimli belgesel filmin bulunduğu, film içeriğinde "Türkiye Cumhuriyeti'nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yaşayan Kürt kökenli vatandaşları öldürdüğü" algısı oluşturan anlatımlar bulunduğu ifade edilmiştir. - Başvurucuya ait cep telefonu üzerinde yapılan inceleme neticesinde Dersim'de köylerin yakıldığı ve halkın zorla göç ettirildiği algısı oluşturduğu iddia edilen "1994" isimli belgesel filmini hazırlamak için başvurucunun yönetmen T.ye maddi kaynak gönderdiği tespit edilmiştir.- Başsavcılığa göre ilk bakışta sanatsal çalışmalar olarak değerlendirilebilecek söz konusu belgeseller aslında Kürt kökenli vatandaşların Türkiye Cumhuriyeti devletine duydukları aidiyeti yok etmeye yönelik provokatif çalışmalardır. Anılan çalışmaların Kürt kökenli vatandaşları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından ayrıştırmayı, vatandaşlığından uzaklaştırmayı amaçlayan provokatif faaliyetler olarak gerçekleştiği ileri sürülmüştür. - Başvurucunun aynı şekilde Ermeni kökenli vatandaşlara yönelik olarak 1915 olaylarını sürekli gündemde tutarak, bu olayları soykırım şeklinde nitelendirip bu konuda lobi faaliyeti yürüterek Ermeni kökenli vatandaşların Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı olumsuz tutum içinde olmalarına zemin hazırladığı belirtilmiştir. Bu kapsamda başvurucunun ... A.Ş. tarafından 22/4/2015 tarihinde "1915 yılında ölüme gönderilen Ermeni aydınları anısına" İstanbul'da düzenlenen "İn Memoriam24 Nisan" isimli konser ve bunun gibi birçok organizasyon ile Ermeni soykırımı iddialarını dillendirerek uluslararası alanda Türkiye karşıtı lobi faaliyeti yürüttüğü belirtilmiştir. vii. Mali Suçları Araştırma Kurulu tarafından hazırlanan raporda ... A.Ş. hesaplarından, 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrasında ilan edilen olağanüstü hâl döneminde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerle kapatılan kurum ve kuruluşların çalışanları ile hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan işlem yapılan çok sayıda kişiye para gönderildiği belirlenmiştir.viii. İddianamede, başvurucunun üzerine atılı suçların daha iyi anlaşılabilmesi için Gezi Parkı olayları sürecine de bakılması gerektiği ifade edilmiştir. Başsavcılık bu kapsamda Gezi Parkı olaylarının ... Vakfının kurucu üyesi olan başvurucu tarafından koordine edildiği görüşündedir. Buna göre başvurucu özellikle Taksim Platformu, Taksim Dayanışması ve kalkışmanın ilerleyen süreçlerinde yaygın hâle getirilen forumların koordinasyonu üzerinde büyük etki sahibidir. Başvurucunun anılan organizasyonlarda resmî olarak üyeliği bulunmasa da buradaki tüm kararlar başvurucuya danışılarak alınmıştır. Gezi Parkı olaylarıyla ilgili tüm uluslararası girişimler de başvurucu üzerinden yapılmış, Gezi Parkı olaylarına katılan eylemcilerin ihtiyaçları başvurucuya iletilerek giderilmiştir. Yine gerek Türkiye'de gerekse yurt dışında kalkışmaya (Gezi Parkı olayları) olan ilgiyi ve Türkiye Cumhuriyeti devletine yönelik baskıları artırmak maksadıyla belgesel, film, sergi gibi her türlü görsel yayın yöntemlerinin kullanılması ile yeni medya yapılanması kurulması çalışmaları başvurucu tarafından gerçekleştirilmiştir.ix. Başvurucunun cep telefonunda yapılan incelemede casusluk suçundan hüküm giyen firari ile WhatsApp programı üzerinden yaptığı görüşmelerin yer aldığı belirlenmiş, bu görüşme içeriklerinden başvurucunun Avrupa'ya seyahat ettiği dönemlerde Almanya'da bulunan bu kişiyle sık sık yüz yüze görüştüğü sonucuna ulaşılmıştır.x. Başvurucunun 15 Temmuz darbe girişimine ilişkin olarak hazırlık sürecinde de etkili olduğu iddia edilmiştir. Bu kapsamda;- Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) yayın organı olduğu gerekçesiyle kapatılan Zaman gazetesi tarafından darbe girişiminden yaklaşık 9 ay önce 5/10/2015'te yayımlanan "Gülen Bebek" reklam filminden kısa bir süre sonra G.S.nin 6/11/2015 tarihinde Türkiye'ye geldiği, o tarihte yurt dışında olan başvurucunun Türkiye'ye döndüğü ve aynı gün akşam G.S. ve İ.A. (2016 yılında vefat eden iş adamı) ile bir davete katıldıkları, başvurucunun kendi telefonundan G.S. ve İ.A.nın fotoğraflarını çektiği tespit edilmiştir.- İ.A.nın başvurucu ile uzun yıllardır sıkı ilişkisi olduğu, ... Enstitüsünün Türkiye temsilciliğini yaptığı ve Türkiye'deki ... Vakfını başvurucu ile birlikte kurduğu belirtilmiştir. İddianamede bir tanık ifadesine ve daha önce hazırlanan Gezi Parkı olayları iddianamesinde yer verilen bir telefon görüşmesine atıf yapılarak İ.A.nın FETÖ/PDY lideri Fetullah Gülen'in Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) oturum izni alabilmesi için tavsiye mektubu veren eski büyükelçi ile FETÖ/PDY'nin bağlantısını sağlayan kişi olduğu ileri sürülmüştür.- G.S.nin Türkiye'ye gelmesi ve başvurucu ile görüşmesinden kısa bir süre sonra başvurucunun 11/11/2015 tarihinde Almanya'ya gittiği ve 11/11/2015-14/11/2015 tarihleri arasında bu ülkede bulunduğu, darbe girişimini yöneten firari sanık A.Ö.nün de 14/11/2015 tarihinde darbe hazırlıkları kapsamında FETÖ/PDY lideri Fetullah Gülen ile görüşmek üzere ABD'ye gittiği belirtilmiştir.- Başvurucunun 27/1/2016-29/1/2016 tarihleri arasında Avrupa Birliği'nin merkezi Brüksel'e gittiği (devam eden süreçte 4/3/2016 tarihinde FETÖ/PDY'ye ait Zaman gazetesine kayyım atandığı), H.J.B.nin 7/3/2016 tarihinde Türkiye'ye geldiği ve 7-8-9/3/2016 tarihlerinde İstanbul'da bulunduğu, bu süre içinde H.J.B. tarafından kullanılan telefon ile başvurucu tarafından kullanılan telefonun birçok defa aynı zaman diliminde aynı bölgeden sinyal aldığı ve 7-8-9/3/2016 tarihlerinde aynı mahalde bulundukları, H.J.B.nin İstanbul'da bir müddet kaldıktan sonra 10/3/2016 günü Adana'ya, aynı gün başvurucunun da Fransa'ya gittiği 10-11/3/2016 tarihlerinde Fransa'da bulunduğu ve çeşitli görüşmeler yaptığı tespit edilmiştir.- H.J.B.nin 26/6/2016-29/6/2016 tarihleri arasında İstanbul'da bulunduğu, 30/6/2016 tarihinde Diyarbakır'a giderek Yenişehir, Bağlar, Sur ve Kayapınar ilçelerinde çeşitli görüşmeler yaptığı ve aynı gün akşam İstanbul'a döndüğü, 3/7/2016 tarihine kadar İstanbul'da bulunduğu, başvurucunun ise H.J.B.nin İstanbul'a gelişinden bir gün sonra 27/6/2016 tarihinde Diyarbakır'a gittiği, burada çeşitli görüşmeler yaptıktan sonra aynı gün İstanbul'a döndüğü belirlenmiştir. - H.J.B.nin 3/7/2016 tarihinde Türkiye'den çıkış yaptığı ve 15 Temmuz 2016 tarihinde sabah saatlerinde darbe girişimini takip etmek amacıyla Türkiye'ye tekrar giriş yaptığı, başvurucunun ise H.J.B.nin Türkiye'den ayrılmasından sonra 6/7/2016 tarihinde Fransa'ya gittiği, 6/7/2016-10/7/2016 tarihleri arasında Fransa'da bulunduğu ifade edilmiştir.- Başsavcılık başvurucu ile H.J.B.nin 15 Temmuz darbe girişimi öncesindeki bu faaliyetlerinin hayatın olağan akışına aykırı bir şekilde darbe girişimi hazırlıkları ile kesiştiğini, bu durumun her iki şüphelinin de 15 Temmuz darbe girişiminden önceden haberdar oldukları ve darbe girişiminin altyapısını oluşturmak için yurt içi ve yurt dışı bir dizi bağlantı kurdukları anlamına geldiğini iddia etmiştir. xi. İddianamede başvurucu ile diğer şüpheli H.J.B. arasındaki bağlantıya dair de bazı tespitlerde bulunulmuştur. Bu çerçevede;- HTS kayıtlarına atıf yapılarak başvurucu ile H.J.B.nin 8/10/2016 tarihinde saat 18'de 28 saniye, saat 06'da 36 saniye, saat 10'da ise 193 saniye görüşme yaptığı belirtilmiştir. -Başvurucu ile H.J.B.nin kullandığı cep telefonu hatlarının 300 saniye 500 metre aralığında ortak baz verdikleri noktaların tespitine yönelik olarak Başsavcılık tarafından inceleme yapılmış; bu kapsamda H.J.B.nin Gezi Parkı olaylarının gerçekleştiği 2013 yılı içinde toplam yedi kez Türkiye'ye geldiği, bu süre içinde 23/7/2013 tarihinde H.B.J. ile başvurucunun telefonlarının aynı bölgeden (Şişli) baz sinyali verdiği, bu tarihte başvurucu ve H.J.B.nin bir araya gelerek aynı mahalde bulundukları belirlenmiştir. - H.J.B.nin 2014 yılı içinde toplam iki kez Türkiye'ye geldiği 31/5/2014-8/6/2014 ve 26/11/2014-30/11/2014 tarihleri arasında Türkiye'de bulunduğu, bu süre içinde 31/5/2014, 2/6/2014, 27/11/2014 tarihlerinde başvurucu ile bu kişinin telefonlarının aynı bölgeden (Şişli) baz sinyali verdiği, bu tarihlerde başvurucu ve H.J.B.nin bir araya gelerek aynı mahalde bulundukları ileri sürülmüştür.- H.J.B.nin 2015 yılı içinde toplam iki kez Türkiye'ye geldiği, 31/5/2015-8/6/2015 tarihleri arasında Türkiye'de bulunduğu, bu süre içinde 1/6/2015 tarihinde iki farklı ilçede (Şişli, Fatih) telefonlarının aynı bölgeden (Şişli) baz sinyali verdiği, bu tarihte başvurucu ve H.J.B.nin bir araya gelerek aynı mahalde bulundukları iddia edilmiştir. Öte yandan iddianamede 2015 yılında 3/6/2015, 4/6/2015, 5/6/2015, 6/6/2015 tarihlerinde de telefonlarının aynı bölgeden (Şişli, Beyoğlu) baz sinyali verdiği, bu tarihlerde de başvurucu ve H.J.B.nin bir araya gelerek aynı mahalde bulundukları yönünde bir tespite de yer verilmiştir.- H.J.B.nin 2016 yılı içinde toplam dört kez Türkiye'ye geldiği, ilk olarak 7/3/2016-13/3/2016 tarihleri arasında Türkiye'de bulunduğu (7/3/2016-10/3/2016 tarihlerinde İstanbul'da) bu süre içinde 7/3/2016, 8/3/2016, 9/3/2016 tarihlerinde başvurucu ile H.J.B.nin telefonlarının aynı bölgeden (Şişli, Beyoğlu) sinyal verdiği, bu tarihlerde başvurucu ve H.J.B.nin bir araya gelerek aynı mahalde bulundukları ileri sürülmüştür. - Başvurucunun darbe girişiminden hemen sonra 18/7/2016 tarihinde H.J.B. ve Büyükada'daki toplantıya katılan S.T., ile Beyoğlu ilçesindeki bir lokantada akşam yemeğinde görüştükleri, sonrasında H.J.B.nin yurt dışına çıktığı belirtilmiştir. xii. İddianamede; başvurucunun Hendek olayları olarak bilinen PKK/KCK terör örgütünün özerklik ilan ettiği, aynı zamanda 7/6/2015 tarihli seçimlerin gerçekleştiği dönemde iki buçuk aylığına farklı bir telefon kullandığı, sonrasında 15 Temmuz darbe girişiminden kısa bir süre önce (12 Mayıs) tekrar telefonunu değiştirerek yine seçim sürecinde kullandığı telefonu kullanmaya başladığı, söz konusu telefonu bu kez gözaltına alınmadan bir ay önce (2/9/2017) kullanmayı bıraktığı ve bu telefonunun aramalarda ele geçirilemediği belirtilerek bunların dikkat çekici olduğu ifade edilmiştir. Başsavcılığa göre başvurucunun cep telefonunu 2015 seçimleri ve 15 Temmuz 2016 darbe girişimi süreçlerindeki faaliyetlerinin deşifre olmaması amacıyla özellikle imha etmiş olması muhtemeldir. Başvurucunun bunların yanı sıra Almanya'da kayıtlı cep telefonu hatları kullandığına da vurgu yapılmıştır.xiii. Başsavcılığa göre H.J.B.nin kısıtlı dönemde Türkiye'ye gelmesine ve başvurucuyla ortak iletişimleri olmasına rağmen aralarında doğrudan iletişimin az olması H.J.B.nin istihbari taktik ve usulleri bilmesinden ve uygulamasından, bu hususta başvurucuyla birlikte özel bir gayret göstermesinden kaynaklanmıştır.xiv. Başvurucunun H.J.B. ile birlikte Büyükada'daki toplantıya katılan A. isimli kişiyle irtibatlı olduğu belirtilmiştir. Bu irtibata ilişkin olarak başvurucu ile A. arasında 15 Temmuz darbe girişiminden önce içeriği tespit edilemeyen mailleşmelerin olduğu ileri sürülmüştür. Başsavcılığa göre A., ... Group'ta İran ve Orta Doğu uzmanı olarak görevlidir. Resmî internet sitesinde misyonunu "daha barışçıl bir dünyayı İnşa edecek politikaları şekillendirmek ve savaşları önlemek" olarak belirten ... Grubu, dünyanın birçok bölgesinde politik araştırmalar ve analizler yaparak uluslararası politikaları yönlendiren, belirleyen, merkezi Brüksel’de olan ve New York, Washington ve Londra yönelim birimleri bulunan bir düşünce kuruluşudur. Söz konusu ... grubunun kurucuları arasında ... Vakfı Enstitüsü kurucusu G.S. ve FETÖ/PDY lideri Fetullah Gülen'in ABD'de ikamet etmesi amacıyla Green Card alması için tavsiye mektubu sunan eski büyükelçi de bulunmaktadır. xv. Başvurucunun 15 Temmuz darbe girişimi öncesinde diğer yıllara oranla daha fazla yurt dışına çıkış yaptığı belirtilmiştir. Buna göre başvurucu 2016 yılında 15 Temmuz darbe girişimine kadar olan süreç içinde Belçika'da (27-29/1/2016), Portekiz'de (11-5/2/2016), Fransa'da (10-11/3/2016), tespit edilemeyen bir ülkede (27-31/3/2016), Almanya'da (7-12/4/2016), tespit edilemeyen bir ülkede (22-25/4/2016), Yunanistan'da (27-29/4/2016), Almanya'da (1-5/5/2016), günübirlik olarak Almanya'da (31/5/2016), tespit edilemeyen bir ülkede (1-6/6/2016) ve Fransa'da (6-10/7/2016) bulunmuştur. İddianamede yukarıda belirtilen tespitlerle ilgili hukuki değerlendirmelere de yer verilmiştir. Bu kapsamda yapılan açıklamalar özetle şöyledir:i. Başsavcılık; başvurucu ve H.J.B.nin ülkenin sosyolojik, ekonomik ve siyasal tabanının analiz edilmesi, toplumun sinir uçlarının tespiti ve gerektiğinde bunların harekete geçirilebilmesi maksadıyla legal görünümlü ancak illegal amaca hizmet eden sivil toplum kuruluşları kurduklarını ve bunların desteklenmesini sağladıklarını, bu sayede toplumdaki ayrışmaların ortaya çıkarılmasında ve bunların derinleştirilmesinde araç olarak kullandıkları kurumlardan uygun şartlar altında faydalandıklarını değerlendirmektedir. ii. Bu bağlamda başvurucu ve H.J.B.nin Gezi Parkı olaylarının yaşandığı dönemde bu hücreleri harekete geçirdikleri, toplumda kısmen mevcut olan ve kendileri tarafından derinleştirilen ayrışmaları kullandıkları ve soyut kavramlar etrafında toplumun farklı kesimlerini bir araya getirdikleri, bunun neticesinde her ideolojiden ve özellikle de Marksist-Leninist ideolojiyi benimseyen terör örgütlerinin sahada mevcut bulunan potansiyel militan gücünden yararlandıkları, bu şekilde de terör örgütlerine eylemselliğe geçmeleri maksadıyla uygun ortam sağladıkları ileri sürülmüştür. iii. İddianamede; başvurucu ve H.J.B.nin kamuoyunda Gezi Parkı olaylarının yaşandığı dönemde açığa çıkmaya başlayan eylemleri ile Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetine yönelik faaliyetlerde bulundukları, uzun yıllardır Türkiye'de örgütledikleri ve maddi olarak destekledikleri sivil toplum kuruluşları aracılığıyla elde etmiş oldukları sosyolojik, ekonomik ve siyasal içeriği olan, devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri temin ederek amaçları doğrultusunda yabancı devletler lehine ve Türkiye aleyhine kullandıkları da iddia edilmiştir. iv. Başsavcılığa göre H.J.B.nin doğrudan yabancı devlet istihbarat örgütleri ile organik bağ içinde bulunuyor olması ve bu kapsamda Türkiye aleyhine faaliyetlerde bulunması nedeniyle eylemleri, doğrudan devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçunu oluşturmaktadır. Başvurucunun da H.J.B.nin Türkiye'deki kolu ve yerel iş birlikçisi olarak faaliyet yürüttüğü ve onun eylemlerinin de aynı suça vücut verdiği öne sürülmüştür. v. Başvurucu ve H.J.B.nin darbe girişimi öncesinde bu girişimi FETÖ/PDY adına sevk ve idare eden örgütün mahrem sorumluları ile birbirine paralel bir kısım faaliyet ve irtibatlarda bulunarak darbe girişimine hazırlık hareketlerinde yer aldıklarınıdeğerlendiren Başsavcılık, bu kapsamda başvurucu ile diğer şüphelinin yurt içinde ve yurt dışına yoğun seyahatler yapmalarına ve -örgütün mahrem sorumlularının yaptığı gibi- birbirlerini takip eder şekilde seyahat ve görüşmeler gerçekleştirdiklerine vurgu yapmıştır. vi. Başsavcılığa göre H.J.B. darbe girişimine teşebbüs edildiği gün Türkiye'ye gelmiş, bu kapsamda faaliyetini gizlemek maksadıyla bir toplantı tertip etmiş, bu toplantının tarihini makul olmayan bahanelerle darbe girişimi gününe kadar ötelemiş, darbe girişimi günü de Adalar ilçesinde güvenli bir mesafeden bu darbe sürecini yönetmiştir. H.J.B.nin yerel iş birlikçisi olan başvurucu da darbe girişimi öncesinde FETÖ/PDY adına darbe girişimini sevk ve idare eden örgütün mahrem sorumluları ile birbirine paralel bazı irtibatlar gerçekleştirerek darbe girişimine hazırlık hareketlerinde bulunmuş, bu kapsamdaki eylemlere katılmıştır. vii. Başsavcılık; başvurucu ve H.J.B.nin bu faaliyetleri dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırma veya bu düzen yerine başka bir düzen getirme ya da bu düzenin fiilen uygulanmasını önleme, Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engelleme ve Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırma veya görevlerini yapmasını tamamen engelleme suçlarını da işlediğini değerlendirmiştir. İddianame, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 8/10/2020 tarihinde kabul edilmiş ve E.2020/298 sayılı dosya üzerinden kovuşturma başlatılmıştır. Mahkemece aynı tarihte yapılan tensip incelemesiyle birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu 5/11/2020 tarihinde tahliye talebinde bulunmuş, Mahkeme "mevcut delil durumu dikkate alındığında üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olguların bulunduğu, suçun kanundaki ceza miktarı göz önüne alındığında sanığın, delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme yada kaçma şüphesini uyandıran olgular bulunduğundan tutuklama nedenlerin somut olarak oluştuğu, adli kontrol hükümlerinin de yeterli olmayacağı" gerekçeleriyle 6/11/2020 tarihinde talebin reddine karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara yönelik itirazı da İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 23/11/2020 tarihinde verilen bir kararla "sanığın atılı devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme suçu yönünden dosya kapsamında tutuklu olduğu, tutuklama tedbirine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği'nin 9/3/2020 tarihli kararıyla hükmedildiği, tensip zaptı içeriğine göre duruşmanın 2020 tarihine bırakıldığı ve sanığın henüz savunmasının alınmamış olduğu, ayrıca mahkemece F.B, İ.A, S.T., A.U, S.A.U, A.T., P.S. ve B.S.nin tanık olarak dinlenilmelerine karar verildiği, mevcut delil durumu ile sanığın üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti de göz önüne alındığında bu hali ile mahkemenin tutukluluk halinin devamına dair kararının usul ve yasaya uygun olduğu, bu aşamada kararda bir isabetsizliğin bulunmadığı, yapılan itirazın izah edilen nedenlerle yerinde olmadığı" gerekçeleriyle reddedilmiştir. Başvurucu hakkındaki davaya bakan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 18/12/2020 tarihinde yaptığı ilk duruşmada başvurucunun savunmasını almış ve bazı tanıkları dinlemiştir. Mahkeme duruşma sonunda "atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olguların bulunduğu, delillerin tam olarak toplanmadığı, bir kısım tanıkların dinlenemediği, suçun kanundaki ceza miktarı göz önüne alındığında sanığın, delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme yada kaçma şüphesini uyandıran olgular bulunduğundan tutuklama nedenlerin somut olarak oluştuğu, adli kontrol hükümlerinin de yeterli olmayacağı" gerekçesiyle başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir ve başvurucunun tutukluluk durumu devam etmektedir. 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun'un maddesinin -27/10/2019 tarihli ve 7188 sayılı Kanun'un maddesiyle eklenen- (4) numaralı fıkrası şöyledir: "Soruşturma evresinde tutukluluk süresi, ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işler bakımından altı ayı, ağır ceza mahkemesinin görevine giren işler bakımından ise bir yılı geçemez. Ancak, Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu olarak işlenen suçlar bakımından bu süre en çok bir yıl altı ay olup, gerekçesi gösterilerek altı ay daha uzatılabilir." 5271 sayılı Kanun'un "Cumhuriyet savcısının tutuklama kararının geri alınmasını istemesi" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: "Soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı adlî kontrol veya tutuklamanın artık gereksiz olduğu kanısına varacak olursa, şüpheliyi re'sen serbest bırakır. Kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiğinde şüpheli serbest kalır." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." 5237 sayılı Kanun'un "Anayasayı ihlal" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar." 5237 sayılı Kanun'un "Hükûmete karşı suç" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir." 5237 sayılı Kanun'un "Siyasal veya askeri casusluk" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri, siyasal veya askerî casusluk maksadıyla temin eden kimseye onbeş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası verilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/13893 | Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, soruşturma aşaması için kanunda öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kadastro sırasında paftasında yol vasfı ile tespit dışı bırakılan taşınmaz hakkında kadastro öncesi zilyetliğe dayalı olarak açılan tescil davasının içtihat yoluyla kabul edilen iki yıllık makul süre içinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/7/2014 tarihinde Karşıyaka Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 13/1/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 18/5/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 30/5/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 2007 yılında yapılan kadastro çalışmalarında yol vasfı ile tespit dışı bırakılan dava konusu taşınmazı yirmi yıldan fazla süredir kullanmakta olduğunu, zilyetlikle kazanım koşullarının oluştuğunu ileri sürerek taşınmazın adına tapuya tescili talebiyle 17/9/2009 tarihinde (kapatılan) Hafik Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tescil davası açmıştır. Mahkeme 22/9/2010 tarihli ve E.2009/105, K.2010/72 sayılı kararı ile davanın kabulüne karar vermiştir. Davalıların temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/12/2011 tarihli ve E.2011/1856, K.2011/6524 sayılı ilamı ile “davanın, Yargıtay ve Daire uygulamalarıyla kabul edilen iki yıllık makul süre içinde açılmadığı ve taşınmazın tespit dışı bırakıldığı 23/5/2007 tarihinden dava tarihine kadar yirmi yıllık sürenin de geçmediği” gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma ilamının ilgili kısmı şöyledir:“Mahkemece, yazılı gerekçeyle davanın kabulüne karar verilmiş ise de, mahkemenin bu görüşüne katılma olanağı bulunmamaktadır. Dava konusu taşınmazın bitişiğinde bulunan 152 ada 18 sayılı parsel, 2007 tarihinde yapılan kadastro çalışmaları sırasında davacı Yahya Özay adına tespit ve tescil edilmiştir. Davacıya ait parselin kadastro tespiti 2007 tarihinde yapıldığına göre, dava konusu taşınmazın da aynı tarihte paftasında yol olarak bırakıldığının kabulü gerekir. Kural olarak, paftasında yol olarak ya da tespit dışı bırakılan bir taşınmaz için kadastrodan önceki zilyetlik kadastro tespitiyle kesintiye uğrayacağından kadastrodan sonra başlayacak zilyetliğe eklenmez. Kadastro tespitinin yapıldığı tarihten itibaren taşınmazın yeniden ilgilisi tarafından aralıksız, çekişmesiz malik sıfatıyla ve 20 yıllık süreyle kullanılması gerekir. Yargıtay ve Daire uygulaması gereğince kadastro tespitinin yapıldığı tarihten itibaren, iki yıl ve daha aşağı makul sayılacak bir süre içerisinde paftasında yol ya da tespit harici bırakılan taşınmaz için dava açılmış ise, kadastrodan önceki zilyetliğin hesaba katılması kabul edilmektedir. Somut olayda, dava konusu ve paftasında yol olarak bırakılan taşınmaz 2007 tarihinde paftasında yol olarak gösterilmiş, dava ise 2009 tarihinde açılmıştır. Yani paftasında yol olarak gösterildiği tarihten itibaren yaklaşık 2 yıl 4 aylık bir süre geçtikten sonra davanın açıldığı belirlenmiştir. Şu halde, paftasında yol olarak bırakılan taşınmazın 2007 tarihinden itibaren davanın açıldığı 2009 tarihine kadar 20 yıllık kazanma süresi geçmediğinden ve Dairece kabul edilen makul sayılabilecek süre de aşılmış bulunduğundan davanın bu gerekçeyle reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmiş olması usul ve kanuna aykırıdır.” Yargıtay bozma ilamına uyan Mahkeme 7/3/2012 tarihli ve E.2012/20, K.2012/41 sayılı kararı ile bozma ilamındaki gerekçelerle davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen söz konusu karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/1/2013 tarihli ve E.2012/7575, K.2013/274 sayılı ilamı ile onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 25/2/2014 tarihli ve E.2013/20734, K.2014/3249 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 9/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesi şöyledir:“30 günlük ilan süresi geçtikten sonra, dava açılmayan kadastro tutanaklarına ait sınırlandırma ve tespitler kesinleşir.Kadastro müdürü tarafından onaylanarak kesinleşen tutanaklar ile kadastro mahkemesinin kesinleşmiş kararları; kesinleşme tarihleri tescil tarihi olarak gösterilmek suretiyle en geç 3 ay içinde tapu kütüklerine kaydedilir.Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz.Kadastrosu tamamlanan çalışma alanı içerisinde kalan eski tapu kayıtları, işleme tabi kayıt niteliğini kaybederler. Bu kayıtlara dayanılarak kadastro ve tapu sicil müdürlüklerinde işlem yapılamaz.Kesinleşmemiş tutanaklar herhangi bir nedenle tapuya tescil edilmişse, iddia ve taşınmazın niteliğine bakılmaksızın, taşınmazı tescil tarihinden itibaren 20 yıl müddetle malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduranlar ile bunların akdi ve kanuni halefleri açılmış ve açılacak olan davalarda medeni kanunun tapuya itimat prensibinden yararlanırlar.” 3402 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir.” 3402 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Kamunun ortak kullanılmasına veya bir kamu hizmetinin görülmesine ayrılan yerlerle Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan sahipsiz yerlerden:...Yol, meydan, köprü gibi orta malları ise haritasında gösterilmekle yetinilir.” 22/11/2011 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.... Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/9/2015 tarihli ve E.2015/11595, K.2015/9767 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:“Mahkemece, paftasında yol olarak tespit harici bırakılan, fen bilirkişi raporunda 109 ada 1 parsel sayılı taşınmazın doğu hududunda ve kırmızı renkle gösterilen, dava konusu taşınmaza ilişkin, davacı tarafından makul süre geçtikten sonra dava açıldığı ve bu nedenle kadastro tespitinden önceki zilyetlik süresinin hesaba katılamayacağı, kadastro tespitinden sonra da davacının 20 yıllık kazandırıcı zamanaşımı süresini doldurmadığı gerekçesiyle hüküm kurulmuş ise de; verilen karar usul ve yasaya uygun bulunmamaktadır. Davacı, kadastro sırasında adına tespit edilen 109 ada 1 parsel sayılı taşınmazın doğusunda kalan ve hakkında tutanak düzenlenmeyerek haritasında gösterilmekle yetinilen yolun adına tescili istemiyle, kadastrodan önceki nedenlere dayanarak dava açmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesi uyarınca herkes, yargı mercileri önünde hak arama özgürlüğüne sahip olup, bu özgürlüğün en yaygın kullanılma şekli dava açma hakkıdır. Yine Anayasamızın maddesi uyarınca, “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir". 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/ maddesinde, kadastro sırasında haklarında tutanak düzenlenen taşınmazlar yönünden, kadastrodan önceki nedenlere dayanılarak dava açma hakkı 10 yıl ile sınırlanmış ise de, kadastro sırasında haklarında kadastro tutanağı düzenlenmeyen taşınmazlar yönünden kadastrodan önceki nedenlere dayanılarak dava açma hakkını sınırlayan herhangi bir yasa hükmü bulunmamaktadır. Davacı, kadastro sırasında hakkında tutanak düzenlenmeyen taşınmaz bölümü yönünden dava açtığına göre, mahkemece işin esasına girilip ... neticesine göre bir karar verilmek gerekirken, yasal olmayan gerekçeyle yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizdir.” Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 22/4/2015 tarihli ve E.2013/8-2061, K.2015/1256 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:“3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesi hükmüne göre; yollar, paftasında gösterilmekle yetinilir. Dava konusu taşınmaz kadastro işlemi sırasında hukuksal niteliği belirlenerek yol olması nedeniyle tespit dışı bırakılmıştır. Kadastro veya tapulama dışı bırakılma işlemi, taşınmazın geometrik durumu belirlenmediğinden bir tespit işlemi değil ise de görevlilerce bir yerin tescile tabi olmadığı saptanarak hukuksal durumunun belirlenmiş olması nedeniyle öncelikle bir kadastro veya tapulama işlemidir. Tespit dışı bırakılan bir taşınmaz hakkında kadastro tutanağı düzenlenmediğinden paftasınındüzenlenmesi ile işlemin tamamlandığının kabulü gerekir. Tespit dışı bırakılan yerlerle ilgili mülkiyet uyuşmazlıklarında mülkiyeti kazanma koşullarının hangi tarih esas alınarak inceleneceği ve zilyetliğin hangi tarihte başlamış sayılacağı hususlarının belirlenmesi önemli ve zorunludur. Tespit dışı bırakılan yer hakkında komisyon veya mahkeme kararıyla bir belirleme yapılmamış ve kadastro tutanağı düzenlenmeden pafta düzenlenmesi suretiyle hukuksal durumu belirlenerektespit dışı bırakılma işlemi tamamlanmış ise paftasının düzenlendiği tarih kazanma süresinin ve koşullarının hesaplanmasında esas alınmalıdır. Paftasındayol olarak gösterilen bir yerin, tapuya tesciline karar verilebilmesi için paftanın düzenlendiği ve terk edildiği tarihten itibaren 20 yıldan fazla süre ile tasarruf edilmiş olması gerekir.Somut olayda dava konusu taşınmaz, davacı adına tespit edilen 101 ada 8 parsel sayılı taşınmaza ait kadastro tutanağına göre 2007 tarihinde yapılan kadastro çalışmaları sırasında paftasında yol niteliği ile tespit dışı bırakılmıştır. 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 7/ maddesinegöre ” çalışma alanı sınırı içinde veya bitişiğindeki taşınmaz mallar ile dışında toplu olarak bulunan taşınmaz mallardan kadastro tutanağı düzenlenmeyen yerlerin kadastroya tabi olması yolunda iddia vaki olursa, bu Kanun gereğince tahdit ve tespiti yapılarak tutanak düzenlenir ve iddia sebepleri açıklanarak kadastro komisyonuna tevdi edilir”. Bu maddedeki düzenlemeden de anlaşılacağı üzere, bu çeşit taşınmazlara yönelik olarak açılacak davalarda herhangi bir süre öngörülmemiştir. O halde, Özel Daire bozma ilamında davanın makul sürede açılmadığına ilişkin belirleme isabetli olmadığından, yerel mahkemenin bu yöne değinen direnme kararı yerindedir.” Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30/9/2015 tarihli ve E.2014/16-102, K.2015/2026 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:“Mahkemece, davanın tespit tarihinden sonraki 2 yıllık makul süre içerisinde açılmadığı gibi tespit tarihinden sonra 20 yıllık kazandırıcı zamanaşımı süresinin dolmadığı ve davanın süresinde açılmadığı gerekçesi ile davanın reddine dair verilen, davacılar vekilinin temyizi üzerineÖzel Dairece yukarıda yazılı gerekçeyle hüküm bozulmuş; Yerel Mahkemeceönceki gerekçelerle ilk kararda direnilmiştir.Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; kadastro işlemleri sırasında tescil harici bırakılan yerler hakkında kadastrodan önceki hukuki nedenlere dayanarakdava açılmasını sınırlayan bir sürenin bulunup bulunmadığı noktasındatoplanmaktadır. Hemen belirtmek gerekir ki; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesi uyarınca herkes, yargı mercileri önünde hak arama özgürlüğüne sahip olup, bu özgürlüğün en yaygın kullanılma şekli dava açma hakkıdır. Yine Anayasanın maddesi uyarınca "Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir."Öte yandan; ayni haklar yasal kısıtlama yok ise nitelikleri gereği her zaman ve herkese karşı ileri sürülebilirler. 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/ maddesinde yalnızca hakkında tutanak düzenlenen taşınmazlarla ilgili olarak 10 yıllıkhak düşürücü süre belirlenmiş olup, gerek 3402 sayılı Kanunda, gerekse 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun tescil hükümlerini düzenleyen maddelerinde, hakkında tutanak düzenlenmeyen ya da tescil harici bırakılan yerler hakkında kadastro öncesi nedenlere dayanarak dava açılmasını sınırlayan bir süre düzenlenmesi bulunmamaktadır.Nitekim,aynı ilkeler YargıtayHukuk Genel Kurulunun 2015 gün ve 2013/8-2061E.-2015/1256 K. sayılı kararında dakabul edilmiştir.Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, kadastro çalışmalarında tespit dışı bırakılan yerler hakkında tespit öncesi zilyetlik hukuksal nedenine dayanılarak dava açılması halinde, söz konusu davanın tespit harici bırakılma tarihinden itibaren makul bir süre içerisinde açılması gerektiği, makul süreninYargıtayın yerleşik kararları ile kabul edilip uzun yıllar boyunca istikrarlı bir şekilde uygulandığı, aksi takdirde bir süre kısıtlaması olmaksızın aradan uzun yıllar geçtikten sonra açılan davalarda sağlıklı bir sonuca ulaşılamayacağı, bu nedenle makul süre uygulamasının yerinde olduğu belirtilerek direnme kararının onanması gerektiği dile getirilmiş ise de, bu görüşçoğunluk tarafından benimsenmemiştir.O halde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11141 | Başvuru, kadastro sırasında paftasında yol vasfı ile tespit dışı bırakılan taşınmaz hakkında kadastro öncesi zilyetliğe dayalı olarak açılan tescil davasının içtihat yoluyla kabul edilen iki yıllık makul süre içinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ortağı olduğu şirket adına verilen idari para cezasının iptali istemiyle açılan davada lehe olan mevzuat hükümlerinin uygulanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Sınırlı Sorumlu Adapazarı Pancar Ekicileri Kooperatifi (Kooperatif), T. Özelleştirme İdaresi Başkanlığında yapılan satış ihalesine katılarak Adapazarı Şeker Fabrikası A.Ş.nin (Şirket) %95,37 hissesini satın almış ve ilgili Şirket hisseleri 15/11/2005 tarihinde Kooperatife devredilmiştir. Kooperatifin çoğunluk hissesine sahip olduğu Şirket adına, Şeker Kurulu (Kurul) tarafından kendileri için belirlenen pancar ekim alanları dışında üretim faaliyetinde bulunulduğundan bahisle idari para cezası işlemi tesis edilmiştir. Şirket tarafından pancar ekim alanlarının belirlenmesine ilişkin 25/12/2006 tarihli ve 136/1 sayılı Kurul kararı ile 4/4/2001 tarihli ve 4634 sayılı Şeker Kanunu'nun maddesi uyarınca Şirkete idari para cezası verilmesine ilişkin 28/1/2008 tarihli Kurul kararının iptali istemiyle Şeker Kurumuna (Kurum) karşı ilk derece sıfatıyla Danıştayda dava açılmıştır. Danıştay Onüçüncü Dairesinde (Daire) görülen davada Daire 25/1/2011 tarihli kararında; Anayasa'nın maddesi ile tarımsal üretim planlaması yapma görevinin devlete verildiğini, bu görevin 4634 sayılı Kanun'dan kaynaklanan yetkiyle şeker rejimine yönelik olarak davalı Kurum tarafından yerine getirileceğini, dolayısıyla şekerin ham maddesi olan pancarın üretiminin ve kalitesinin artırılabilmesi amacıyla ekim alanlarının belirlenmesi konusunda Kurulun yetkisinin bulunduğunu ve davacının Kurulun 25/12/2006 tarihli, 136/1 sayılı kararına ilişkin itirazlarının yerinde görülmediğini belirtmiştir. Daire tarafından davacı Şirkete idari para cezası verilmesine yönelik 28/1/2008 tarihli ve 159 sayılı Kurul kararına yönelik yapılan incelemede ise davacı Şirket tarafından 2007/2008 pazarlama yılında kendi ekim alanları dışından 31/12/2007 tarihine kadar 14 bin tonun üzerinde (C) pancarı satın aldığının sabit olması karşısında davacıya Kanun'un maddesi uyarınca idari para cezası verilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Yine 28/1/2008 tarihli ve 159 sayılı Kurul kararının davacı Şirkete 4634 sayılı Kanun'un maddesinin altıncı fıkrası uyarınca idari para cezası verilmesine ilişkin kısmının ise yedi günlük ihtar süresine karşın bu sürede bilgilerin verilmemesi ve/veya inceleme imkânının sağlanmaması davranışlarının dava konusu olayda bulunmadığı ve Kanun'un maddesinin altıncı fıkrası uyarınca davacıya verilen söz konusu idari para cezasında hukuka uyarlık bulunmadığı belirtilerek dava konusu işlemlerin kısmen iptaline, davanın kısmen reddine karar verilmiştir. Şirketin ve Kurumun karşılıklı temyiz ettiği karar Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun (İDDK) 25/12/2013 tarihli kararıyla ve oyçokluğuyla onanmıştır. Karşıoyda; davacı Şirkete isnat edilen pancar ekim alanı dışında alım yapma fiili karşılığında 4634 sayılı Kanun'un maddesinde bir ceza öngörülmediğinden ekim alanı dışından elde edilen şekerin (C) şekeri varsayılmak suretiyle verilen idari para cezasında hukuka uyarlık bulunmadığı ifade edilmiştir. Taraflarca yine karşılıklı olarak yapılan karar düzeltme istemi İDDK'nın 2/12/2015 tarihli kararıyla ve oyçokluğuyla reddedilmiştir. Yargılama devam ederken başvurucu Kooperatif tarafından 24/9/2012 tarihli Hisse Devri ve Kredi Borcu Tasfiye Sözleşmesi ile Adapazarı Şeker Fabrikası A.Ş.deki hisselerinin tamamı Asya Katılım Bankası A.Ş.ye satılmış ve devredilmiştir. Söz konusu Sözleşme'nin , ve maddelerinde; Şirketin idari para cezalarının iptali amacıyla Danıştay nezdinde Kurum aleyhine açtığı davalarda aleyhe sonuç çıkması hâlinde toplam idari para cezası, bu cezanın faizi, vekâlet ücretleri ve yargılama giderinin devredenin yani Kooperatifin üstlendiği hüküm altına alınmıştır. Başvurucu Kooperatif davada taraf olmadığı için nihai karar başvurucuya tebliğ edilmemiş; başvurucu, kararın kesinleştiğini 16/8/2016 tarihinde Asya Katılım Bankası A.Ş.den (Banka) öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu 2/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Anonim şirket, yönetim kurulu tarafından yönetilir ve temsil olunur. Kanundaki istisnai hükümler saklıdır." 6102 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Yönetim kurulu esas sözleşmeye konulacak bir hükümle, düzenleyeceği bir iç yönergeye göre, yönetimi, kısmen veya tamamen bir veya birkaç yönetim kurulu üyesine veya üçüncü kişiye devretmeye yetkili kılınabilir... (2) Yönetim, devredilmediği takdirde, yönetim kurulunun tüm üyelerine aittir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/15546 | Başvuru, ortağı olduğu şirket adına verilen idari para cezasının iptali istemiyle açılan davada lehe olan mevzuat hükümlerinin uygulanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ihbar ikramiyesi ödenmesi talebiyle açılan davanın incelenmeksizin reddi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından görüş sunulmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, kaçakçılık yapıldığı iddiasıyla Gümrük ve Ticaret Bakanlığı nezdinde bir özel şirket hakkında şikâyette bulunmuştur. Ayrıca başvurucu, söz konusu şikâyetinin akıbeti hakkında bilgilendirilmesi ve şirket hakkında gereken işlemlerin yapılması istemiyle muhtelif tarihlerde idari başvurular gerçekleştirmiştir. Başvurucu bu sürecin ardından 21/3/2007 tarihli ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu uyarınca hakkettiğini ileri sürdüğü ihbar ikramiyesinin tespiti ve tarafına ödenmesi istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 5/11/2009 tarihli kararıyla; öncelikle 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesi uyarınca idari yargı kolunda sadece iptal ve/veya tam yargı davası açılabileceğini, idari yargı yetkisinin idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olduğunu ve idari eylem ve işlem niteliğinde yargı kararı verilemeyeceğini vurgulamıştır. Mahkeme, 2577 sayılı Kanun'un ve maddeleri uyarınca da idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olmadığı durumlarda davanın usul hükümleri yönünden reddedileceğini tespit etmiştir. Mahkeme somut olaya ilişkin olarak da ihbar ikramiyesinin ödenebilmesi için usulüne uygun bir başvuru yapılmadığını, dava dilekçesinde ise ihbar ikramiyesinin belirlenmesi istemine yer verilerek idari işlem ve eylem niteliğinde idari yargı düzeninde öngörülmeyen tespit isteminde bulunulduğunu belirtmiştir. Sonuç olarak Mahkeme, idareye ihbar ikramiyesi ile ilgili olarak usulüne uygun başvuru yapılmaksızın, ihbar ikramiyesinin tespiti ve ödenmesi istemiyle açılan davanın esasının incelenmesinin olanaklı olmadığı gerekçesiyle incelenmeksizin ret kararı vermiştir. Söz konusu karar, Danıştay Onuncu Dairesinin 11/4/2013 tarihli kararıyla onanmış ve karar düzeltme istemi aynı Dairenin 24/4/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” Anayasa'nın "Yargı yolu"kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesi ile dördüncü fıkrasının son cümlesi şöyledir: " İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır." "... idari eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilemez." 2577 sayılı Kanun'un idari dava türlerini belirleyen maddesinin birinci fıkrası ve ikinci fıkrasının ilk cümlesi şöyledir: " İdari dava türleri şunlardır: a) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafindan açılan iptal davaları b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar. İdari yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır... " 2577 sayılı Kanun'un maddesinin ilk fıkrası ile ikinci fıkrasının birinci ve ikinci cümlesi şöyledir: " İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler." 2577 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrasının (d) bendinde; dava dilekçelerinin idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı yönünden inceleneceği, maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde deidari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlemin bulunmadığı durumlarda davanın reddine karar verileceği kurala bağlanmış bulunmaktadır. 30/10/2007 tarihli ve 26685 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununa Göre Kaçak Eşya Yakalanması Halinde Muhbir ve El Koyanlara İkramiye Ödenmesine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik'in maddesinin Derece Mahkemesinin karar verdiği tarihte yürürlükte bulunan hâli şöyledir: "Gümrük kaçağı eşya yakalamalarında ikramiye ödenmesine ilişkin talepler; 11 inci maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen belgelerden oluşan dosya ile birlikte yazılı olarak İçişleri Bakanlığı birimlerince el konulmuş ise ilgili birimlerin bağlı olduğu merkez birimlerine, Gümrük Müsteşarlığı birimlerince el konulmuş ise müdahil gümrük idaresince merkez birimine yapılır.Merkez birimler, yapacakları inceleme sonucunda, dosyada eksiklik olması durumunda bunların tamamlanmasını sağlar." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11170 | Başvuru, ihbar ikramiyesi ödenmesi talebiyle açılan davanın incelenmeksizin reddi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisi tarafından 3/9/2004 tarihinde el atmanın önlenmesi davası açılmıştır. Kayseri Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2004/880 sayılı dosyasına kaydedilen davada18/5/2011 tarihinde murislerinin vefatı üzerine başvurucular davaya dâhil edilmiştir. Mahkemece 5/5/2015 tarihli duruşmada başvurucuların yokluğunda, "... Yargılama sırasında dava konusu taşınmazın imar uygulaması gördüğü, davacının tapu kaydındaki payının davaya dahil olan mirasçıları tarafından üçüncü şahıslara devredildiği, davacının dava konusu taşınmazda başlangıçta kayıt maliki iken, karar tarihi itibariyle kayıt maliki olmadığının kayden sabit olduğu, davacı mirasçılarının tapu kayıt maliki ve zilyet olmadıkları, aktif dava ehliyetinin yargılama sırasında sona erdiği, bu nedenle başvurucuların dava ehliyetine yönelik dava şartını taşımadıkları" gerekçesiyle, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde Yargıtay temyiz yolu açık olmak üzere davanın usulden reddine karar verilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan araştırma neticesinde anılan kararın taraflara tebliğ edilmediği anlaşılmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12523 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, temyiz talebinin süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/8/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvuruculara karşı İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) açılan davada davacılar, murislerinin İstanbul Sarıyer’de bulunan üç katlı bir apartmanın giriş katındaki daireyi Gayrımenkul Satış Vaadi Sözleşmesi ile başvurucu Hüseyin Ünal'dan satın aldığını, davalı Hüseyin Ünal'ın sonradan iradesini değiştirerek taşınmazı ölünceye kadar bakma akdi ile yeğeni Mehmet Ünal'a temlik ettiğini belirterek tapu kaydının iptali ile adlarına tescilini talep etmişlerdir. Mahkeme 10/7/2014 tarihli kararıyla davayı kabul etmiştir. Başvurucular vekili gerekçeli kararı 22/9/2014 tarihinde tebellüğ etmiş,UYAP yoluyla 3/10/2014 tarihinde hükmü temyiz etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 15/12/2015 tarihli kararında hükmün başvuruculara usulüne uygun tebliğ edildiğini, on beş günlük yasal süre geçtikten sonra temyiz isteminde bulunulduğunu belirterek süre aşımı nedeniyle temyiz isteminin reddine karar vermiştir. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 12/5/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı 19/7/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 4/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Temyiz süresi onbeş gündür. Bu süre 8/1/1943 tarih ve 4353 sayılı Kanuna tabi kamu kuruluşları hakkında otuz gündür.Temyiz süreleri, ilamın usulen taraflardan her birine tebliği ile işlemeye başlar." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.""Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur."6100 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP), adalet hizmetlerinin elektronik ortamda yürütülmesi amacıyla oluşturulan bilişim sistemidir. Dava ve diğer yargılama işlemlerinin elektronik ortamda gerçekleştirildiği hâllerde UYAP kullanılarak veriler kaydedilir ve saklanır.Elektronik ortamda, güvenli elektronik imza kullanılarak dava açılabilir, harç ve avans ödenebilir, dava dosyaları incelenebilir. Bu Kanun kapsamında fizikî olarak hazırlanması öngörülen tutanak ve belgeler güvenli elektronik imzayla elektronik ortamda hazırlanabilir ve gönderilebilir. Güvenli elektronik imza ile oluşturulan tutanak ve belgeler ayrıca fizikî olarak gönderilmez, belge örneği aranmaz.Elektronik ortamdan fizikî örnek çıkartılması gereken hâllerde tutanak veya belgenin aslının aynı olduğu belirtilerek hâkim veya görevlendirdiği yazı işleri müdürü tarafından imzalanır ve mühürlenir.Elektronik ortamda yapılan işlemlerde süre gün sonunda biter.Mahkemelerde görülmekte olan dava, çekişmesiz yargı, geçici hukuki koruma ve diğer tüm işlemlerde UYAP’ın kullanılmasına dair usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir." 15/1/2004 tarihli ve 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu'nun maddesi şöyledir: "Güvenli elektronik imza, elle atılan imza ile aynı hukukî sonucu doğurur.Kanunların resmî şekle veya özel bir merasime tabi tuttuğu hukukî işlemler ile teminat sözleşmeleri güvenli elektronik imza ile gerçekleştirilemez." Olay tarihinde yürürlükte olan, 3/4/2012 tarihli ve 28253 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren mülga Hukuk Muhakemeleri Kanunu Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "...Taraf ve vekilleri ile diğer ilgililer güvenli elektronik imza ile imzalamak suretiyle UYAP vasıtasıyla mahkemeler veya hukuk dairelerine elektronik ortamda bilgi ve belge gönderebilirler.Gelen evraktan sorumlu personel, UYAP üzerinden mahkeme veya hukuk dairelerine gönderilen ve iş listesine düşen belgeleri derhal ilgili kişiye ya da doğrudan dosyasına aktarır. Hâkimin onayını gerektiren evrak hâkimin iş listesine yönlendirilir....Elektronik ortamda yapılan işlemlerde süre gün sonunda biter. Elektronik ortamda yapılacak işlemlerin, ertesi güne sarkmaması açısından saat 00:00’a kadar yapılması zorunludur.Fizikî ortamda yapılan işlemlerde süre mesai saati sonunda biter." Mülga Yönetmelik'in maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"...Taraf vekillerince UYAP üzerinden güvenli elektronik imza ile kanun yolu başvuru dilekçesi gönderilebilir. Bu işler için ayrıca elle atılmış imzalı belge istenmez. Avukatların UYAP Avukat Bilgi Sistemi üzerinden kanun yolu başvuru dilekçesi gönderebilmeleri için elektronik imza sahibi olmaları gerekir. Kanun yolu harçları avukat tarafından elektronik ortamda mahkeme veznesi hesabına aktarılır. Ayrıca bu işlemlerin Barokart veya kredi kartı gibi ödeme araçlarıyla yapılması sağlanabilir. Kanun yolu başvurusu, dilekçenin sisteme kaydedildiği tarihte yapılmış sayılır. İşlem sonucunda başvuru sahibinin elektronik ortamda erişebileceği bir alındı belgesi oluşturulur.Elektronik ortamda kanun yolu başvurusu saat 00:00’a kadar yapılabilir...." Yargıtay Kararı Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 20/1/2014 tarihli ve E.2013/14-742, K.2014/16 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:".....Cumhuriyet Başsavcılıkları ile Adli Yargı İlk Derece Ceza Mahkemeleri Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmelik ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun ilgili genelgesine göre UYAP'a kaydedilerek elektronik ortama aktarılan belgelerle ilgili kayıt tarihinin ilgili işlemler yönüyle havale tarihi olarak esas alınması gerekmektedir. ...". Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25/1/1985 tarihli ve E.1984/5, K.1985/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"......Harca tabi olmasına rağmen hesap edilip ilgilisinden alınmadan temyiz defterine kaydedilen temyiz dilekçeleri hakkında da HUMK`nın 434/ maddesinde öngörülen eksik harç ödenmesi ile ilgili işlemin kıyasen uygulanması ve bu durumda temyiz isteminin, temyiz defterine kaydedildiği tarihte yapılmış sayılması gerekmektedir. ..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir...” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) mahkemeye erişim hakkının Sözleşme'nin maddesinde yerini bulan güvencelerin doğal bir parçası olduğunu (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B. No: 54252/.., 16/6/2009, § 52), bu kapsamda herkesin kişisel hak ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını bir mahkeme veya yargı yeri önüne getirme hakkının güvence altına alındığını (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36) belirtmiştir. Yine AİHM, Sözleşme'nin maddesinde mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkının güvence altına alınmadığını ancak devletin kendi takdirine bağlı olarak taraflara kanun yolu başvurusunda bulunma hakkı tanıması durumunda bu incelemeyi yapan mahkeme önünde uygulanan muhakeme usulünün bu ilkelere uygun olması gerektiğini belirtmiştir (Delcourt/Belçika, B. No: 2689/65, 17/1/1970, §§ 25, 26). Bu değerlendirmeye benzer şekilde AİHM, bir hukuk davasında bölge adliye mahkemesi ilamına yönelik itirazın süre yönünden reddedilmesi nedeniyle yapılan başvuruyu mahkemeye erişim hakkı kapsamında değerlendirerek kanun yolu incelemesinde uygulanacak usulün Sözleşme'nin maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir (Mushta/Ukrayna, B. No: 8863/06, 18/11/2010, §§ 37-42). AİHM, mahkemeye erişim hakkına yönelik birtakım sınırlandırmaların kabul edilebileceğini ancak sınırlamaların meşru bir amaca yönelik olmadığı veya kullanılan yöntem ile ulaşılması hedeflenen amaç arasında makul bir orantısallık ilişkisinin bulunmadığı durumlarda kısıtlamaların Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasına uygun olmayacağını belirtmiştir (Ashingdane/Birleşik Krallık,B. No: 8225/78, 28/5/1985, § 57). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/14222 | Başvuru, temyiz talebinin süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tahliye kararının uygulanmaması ve tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; bazı söz ve uygulamalar nedeniyle de eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Tutuklamaya İlişkin Süreç Kamuoyunda 17-25 Aralık soruşturmaları olarak bilinen soruşturmalar esnasında (anılan soruşturmalara ilişkin bilgiler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 30) İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğü bünyesinde yapılan -önleme amaçlı- iletişime müdahale işlemlerinin usulsüz olduğu iddiasına ilişkin olarak başvurucunun da aralarında olduğu çok sayıda kolluk görevlisi hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) ceza soruşturması başlatılmıştır. Başvurucu, anılan soruşturma kapsamında gözaltına alınmıştır. Başsavcılık 25/7/2014 tarihinde başvurucuyu tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/7/2014 tarihinde başvurucunun resmî belgede sahtecilik ve kişilerin arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. B. Serbest Bırakılmamaya İlişkin Süreç Başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin müdafileri tarafından İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine -nöbetçi asliye ceza mahkemesi olduğu- 20/4/2015 tarihinde İstanbul , , , , , , , , ve (bütün) sulh ceza hâkimlerinin reddi ile tahliye taleplerini içerir dilekçeler verilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 21/4/2015 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliklerinin tümüne yazı yazılarak -dilekçelerde ileri sürülen- hâkimin reddi sebepleri konusunda yazılı olarak görüş bildirmeleri istenmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin görüş bildirme istemine cevap vermemiş; diğer sulh ceza hâkimlikleri ise görüş bildirilmesi istemine 22/4/2015 tarihinde cevap vermiştir. Hâkimliklerin cevap yazılarında özetle sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerini inceleme ve bu konuda karar verme yetki ve görevinin yine sulh ceza hâkimliklerine ait olduğu, hâkimin reddi müessesesinin kovuşturma aşamasına ait bir işlem olduğu, hâkimin reddi sebepleri mevcut olsa dahi bu talebin öncelikle ilgili mahkeme veya hâkimliğe yapılması gerektiği ve sulh ceza hâkimlerinin tamamının bu şekilde reddedilmesinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Öte yandan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 21/4/2015 tarihinde, Başsavcılığa yazı yazılarak ilgili soruşturma dosyalarının tahliye talepleri hakkındaki görüşleriyle birlikte gönderilmesi istenmiştir. Başsavcılık, tahliye talepleriyle ilgili olarak asliye ceza mahkemelerinin karar verme yetkisinin bulunmadığını belirterek görüş bildirmemiş ve soruşturma dosyalarını göndermemiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi "mahkemece hâkimin reddi talepleri ile ilgili yapılan değerlendirmenin dosyanın esası ile ilgili bir değerlendirme olmadığı, şüphelilerin tamamının tutuklu bulunduğu, dolayısıyla işin acele işlerden olduğu, dolayısıyla soruşturma dosyaları ve reddi hâkim talepleri konusunda görüşlerin istenilmesine rağmen gönderilmemesinin reddi hâkim talepleri konusunda incelemeye ve bir karar vermeye hukuken engel teşkil etmediği" gerekçesiyle incelemesini "şüpheliler müdafilerinin dilekçeleri, yazılı ve CD ortamındaki dilekçe ekleri, ilgili savcılıklardan ve Sulh Ceza Hâkimliklerinden gelen yazı cevapları ve görüşleri" üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkeme 24/4/2015 tarihinde İstanbul , , , , , , , , ve (bütün) sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerinin kabulüne, şüphelilerin tahliye talepleri konusunda karar verilmek üzere 24/4/2015 tarihindenöbetçi olan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi B.nin görevlendirilmesine karar vermiştir. Başsavcılık tarafından talepte bulunulması üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2015 tarihinde, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin hâkimlerin reddi isteminin kabulüne ve görevlendirmeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, aynı tarihte İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine bir yazı yazarak tahliye taleplerine bakma görev ve yetkisinin kendilerinde bulunduğunu belirtmiş ve ilgili taleplerin gönderilmesini istemiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi, Başsavcılıkça soruşturma dosyalarının gönderilmemesi ve tahliye talepleri konusunda görüş bildirilmemesi üzerine tutukluluğun devamı yönünde mütalaada bulunulduğunu değerlendirerek tahliye talepleri konusundaki incelemesini "işin tahliye yönünden değerlendirilmesinde bir sakınca olmadığı" gerekçesiyle şüpheli müdafilerinin sunduğu bazı belge ve CD'ler üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkeme 25/4/2015 tarihinde başvurucunun da aralarında olduğu tüm şüphelilerin tahliyesine karar vermiştir. Diğer taraftan Başsavcılık tarafından talepte bulunulması üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2015 tarihinde, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine ve şüphelilerin tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Kararda "İstanbul Adliyesindeki tüm Sulh Ceza Hâkimliklerinin reddine ve tutuklu şüphelilerin tahliye istemine ilişkin taleplerin Asliye Ceza Mahkemesi veya Ağır Ceza Mahkemelerince değerlendirilmesinin ve bu değerlendirmeler neticesinde tahliye talebinin reddi veya kabulü yönünde bir karar verilmesi halinde verilen bu kararların hukuken yasal mevzuatımıza göre mümkün olmadığı, verilen bu kararların da hukuken geçersiz, uygulanabilirliği olmayan ve mutlak butlan ile batıl olan veya diğer bir anlatımla yok hükmünde sayılan kararlar niteliğinde olduğu" ifade edilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 26/4/2015 tarihinde tahliye müzekkerelerini Başsavcılığa göndermiştir. Başsavcılıkça İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli kararına atıf yapılarak şüpheliler hakkında düzenlenen tahliye müzekkereleri İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine iade edilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde şüphelilerin tahliyesine ilişkin müzekkereleri yeniden Başsavcılığa göndermiş, Başsavcılık bunları yeniden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine iade etmiştir. Tahliye müzekkerelerinin ikinci kez iade edilmesi üzerine İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde, tahliye müzekkerelerinin yeniden Başsavcılığa gönderilmesine dair bir karar vermiştir. Öte yandan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 29/4/2015 tarihinde; önceki kararlarda görevsiz olunmasına rağmen dilekçelerin değerlendirilerek soruşturma aşamasında olan işlerle ilgili hâkimin reddi taleplerinin kabulüne karar verildiğini, hukuki yanılgıya düşülerek verilmiş olan bu kararların usul ve yasaya aykırı olduğunu, mahkemenin görevine girmeyen bir hususta karar verildiğini belirterek önceki kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar vermiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi de 28/4/2015 tarihinde "... hazırlık soruşturmalarında hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak, bunlara karşı yapılan itirazları incelemek yetkisinin münhasıran Sulh Ceza Hâkimliğine ait olduğu, Asliye Ceza Mahkemelerinin soruşturma aşamasındaki işler ile ilgili olarak tutuklama ve tahliye kararı verme yetkilerinin olmadığı, Mahkememizce verilen 25/04/2015 tarihli ... karar ile mahkememizce verilen tahliye kararı[nın] mahkememizin görevsiz bulunması nedeniyle yok hükmünde sayılması gerektiği ..." gerekçesiyle tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar vermiştir. Başvurucu, nihai kararı 27/4/2015 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 8/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Sonraki Süreç Başsavcılıkça başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, silahlı terör örgütüne üye olma, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, görevi kötüye kullanma, iftira, resmî belgede sahtecilik, haberleşmenin gizliliğini ihlal etme, kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları kaydetme, hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetme, özel hayatın gizliliğini ihlal etme suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2015/371 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili Süreç Başvurucunun da aralarında bulunduğu şüphelilerin İstanbul sulh ceza hâkimlerinin tümünün reddi taleplerini kabul eden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi Ö. ile bu kişilerin tümünün tahliye taleplerini kabul eden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi B. hakkında disiplin ve ceza soruşturması başlatılmıştır. Bu kapsamda anılan hâkimler 27/4/2015 tarihinde görevden el çektirilmişler -sonrasında meslekten de çıkarılmışlar- 30/4/2015 ve 1/5/2015 tarihlerinde tutuklanmışlardır. Hâkimler Ö. ve B. hakkında kamu davası açılmış; Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 tarihinde, adı geçen kişilerin söz konusu kararları -üyesi oldukları- FETÖ/PDY liderinin ve yöneticilerinin talimatıyla verdiklerini belirterek silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan 9 yıl hapis ve görevi kötüye kullanma suçundan 1 yıl hapis cezalarıyla cezalandırılmalarına karar vermiştir. Dairenin görevi kötüye kullanma suçu yönünden yaptığı değerlendirmelerin ilgili kısımları şöyledir:"... Türk Ceza Muhakemesi Hukuku yönünden, gerek mülga 1402 sayılı CMUK'un 21 vd.maddelerinde gerekse mer'i 5271 sayılı CMK'nın 22 ve devamı maddelerinde yer alan düzenlemeler subjektif tarafsızlıkla ilgili olup hakimin reddi hakkına ilişkindir.Bu nedenle şüpheli/sanık,müşteki/katılan ya da Cumhuriyet savcısının hakimi reddetmesi mümkün ise de mahkeme veya hakimliği bir kurum olarak reddetmesi mümkün değildir.Keza heyet halinde çalışan bir mahkemenin veya bir adliyede veya yargı çevresinde bulunan tüm mahkemelerin veya hakimlerinin toplu reddi usulü de yoktur ... ...5271 sayılı CMK'nın 22 vd.maddelerinde yer alan hakimin reddi müessesesinin, kural olarak kovuşturma aşaması ile ilgili olduğu görülse de, gerek ilgili madde metinlerinde açıkça 'şüpheli' kavramına yer verilmesi gerekse yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından yargılanma hakkını teminat altına alan AS'nin ve Anayasanın maddelerinin emredici düzenlemeleri karşısında soruşturma safhasında da hakimin reddinin mümkün olduğunun kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Zira red, hakimin tarafsızlığını temin bakımından getirilmiş bir kurumdur.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanunla, sulh ceza mahkemeleri kaldırılmış ve münhasıran soruşturma aşamasında görevli sulh ceza hakimlikleri kurulmuştur. Adından da anlaşılacağı üzere bu hakimlikler, “mahkeme” niteliği taşımazlar, çünkü dava görmezler, sadece soruşturma aşaması ile ilgili tedbir taleplerini ve itirazları inceleyip karara bağlarlar.Soruşturma aşamasında tarafsızlığından şüphe duyulan sulh ceza hakiminin, gerek kişisel gerekse olgusal olarak somutlaştırılmak suretiyle reddi mümkündür. Ancak objektif tarafsızlık gerekçesiyle tüm sulh ceza hakimleri reddedilemez.6545 sy.kanunla Sulh Ceza Hakimlerinin reddine dair özel bir usul getirilmediğine göre bu konuda genel hükümlerin uygulanması gerektiğinde şüphe olmamalıdır.Bu durumda red, reddedilen hakimliğe yapılacak yazılı başvuru ile yapılmalıdır.Reddi istenen hâkim, ret sebepleri hakkındaki görüşlerini yazılı olarak bildirerek (CMK m.26/1-3) evrakı yargı çevresi içinde bulunduğu asliye ceza mahkemesine (CMK m.27/2) (Prof.Dr.Yener Ünver-Prof.Dr.HakanHakeri Ceza Muhakemesi Hukuku baskı sh.191) gönderir.Ret isteminin kabulü halinde, davaya bakmakla bir başka hâkim veya mahkeme görevlendirilir.. (CMK m.27/4).Red talebini kabul eden Asliye Ceza Mahkemesi hakiminin tahliye taleplerini değerlendirmek üzere her hangi bir hakimi görevlendirip görevlendiremeyeceğine gelince;5235 sayılı Kanunun değişik maddesi ile CMK m.101/1, 103, 108/1 ve 268/3 incelendiğinde, soruşturma aşamasında tutuklama ve tahliye kararlarını yalnızca sulh ceza hakimliği ve hakimi verebilir. Tutukluluğa itirazı ise, CMK m.268/3 uyarınca sadece bir başka sulh ceza hakimliği ve hakimi inceleyebilir.Soruşturma aşamasında tutuklama ve tahliye konusunda asliye ceza mahkemesine ve hakimine yetki verilmemiştir. Asliye ceza mahkemesi, ancak kabul ettiği iddianamenin kovuşturmasını yürütürken tutuklama tedbiri ile ilgili kararlar verebilir. Bunun dışında Anayasa ve kanunlar asliye ceza mahkemelerine, doğrudan veya dolaylı olarak soruşturma aşamasına müdahale etme yetkisi vermemiştir.(Prof.Dr.Ersan ŞEN yorumluyorum 13 syf. 313-315) Bu nedenle Asliye Ceza Mahkemesi red talebini yerinde görürse ancak aynı yer ya da yargı çevresinde bulunan bir başka sulh ceza hakimini görevlendirebilir....... Somut olayda, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık Ö.nün mutad uygulama gereğince taleple ilgili dilekçe ve eklerini 5271 sy.CMK’nın maddesi gereğince görüş yazıları da eklenerek iade edilmek üzere reddedilen hakimlere göndermesi, evrakın tekrar gelmesi durumunda ise yukarda açıklandığı üzere Türk Ceza Muhakemesi hukukunda uygulanma yeri bulunmayan ve esasen haklı bir gerekçeye de dayanmadığı Anayasa Mahkemesincetespit edilen 'objektif tarafsızlık' iddiasına müstenit taleplerin reddine karar vermesi gerekirken hiç birisi ilgili Cumhuriyet savcılarınıngörüş yazılarında belirtilen gerekçelerle gönderilmemiş ve bu şekilde söz konusu soruşturma dosyaları kendisi tarafından incelenmemiş olmasına vetamamı toplu olarak reddedilmiş durumdaki İstanbul Sulh Ceza Hakimlerinin, kendilerine yönelik olarak yapılan bu toplu reddi hakim taleplerini inceleme yetkisinin bulunmadığına yönelik olumsuz görüş yazılarına rağmen, talep dilekçelerini CMK’nın 8 vd. maddelerinde öngörülen şartları da taşımadığı halde birleştirerek Asliye Ceza hakimi sanık B.yi görevlendirmesi ve buna ilişkin müzekkereyi 24/04/2015 günü mesai bitiminden sonra saat 17:28’de imzalamasıyla UYAP üzerinden, fiziken de aynı gün İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi personelinin kalemi kapatıp adliyeden ayrılmasından sonra Hakim B.nin doğrudan kendisine, hakim odasında Asliye Ceza Mahkemesi zabıt katibi Ö.A. marifetiyle göndermesi ... sanık Hakim B.nin ... 5235 sayılı Kanun'un, 6545 sayılı Kanunla değişik Maddesi gereğince soruşturma aşamasında tutukluluğa ilişkin tüm kararları verme yetkisinin Sulh Ceza Hakimliğine ait olduğu ve asliye ceza mahkemelerinin soruşturma evresindeki işlemlerle ilgili bir yetkisinin bulunmamasına rağmen, Asliye Ceza Mahkemesi hakimi Ö.nün kanuna aykırı şekilde görevlendirme kararına dayanarak, toplam 594 adet klasörden oluşan belgeleri incelemeden ... gece saat 00-30 sıralarında kararların yazımını bitirerek, koridorda bekleyen avukatlara tebliğ ettirmesi ... karşısında;Suç tarihi itibariyle hakim olan sanıkların verdikleri kararların esasen de sorunlu oldukları görülmekle birlikte, bu durumun müsnet suç yönünden yargısal faaaliyet kapsamında değerlendirilmesi ve verilen kararlara karşı kanun yollarına başvurulabileceği ileri sürülse de yukarda izah edildiği üzere, kamu düzenine ilişkin görevle ilgili kuralları görmezden gelip yargılama hukukuna ilişkin işleyiş ve düzeni yok sayarak, 'mahkemeler üstü' bir tavırla örgüt liderinin talimatı üzerine kurgulandığında şüphe bulunmayan plan doğrultusunda tam bir örgütsel organizasyon, gizlilik ve adanmışlık hali içerisinde, fiil ve eylem birliği ile, aynı örgüt mensubu olmaktan soruşturulan altmışüç şüpheli ile ilgili hakimin reddi ve tahliye taleplerini, mutad işleyiş ve uygulama dışına çıkıp,mesai saati dışında, verilecek kararlarla ilgili denetim mekanizmalarını bertaraf edecek, olayı bir oldu bitti fırsatçılığı içerisinde sonuçlandıracak bir gizlilikle ve eşgüdümle hareket ederek görevli olmadıkları halde kabul eden sanıkların, karar verme süreci ile ilgili hukuka aykırı eylemleriyle görevlerinin gereklerine aykırı davrandıklarında şüphe yoktur..." Anılan mahkûmiyet hükmü, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 26/9/2017 tarihli kararla onanarak kesinleşmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir: "... İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olup beş yüz doksan dört klasörden oluşan yedi ayrı soruşturma dosyasında biri gazeteci, diğerleri emniyet görevlisi olan altmış üç şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs, devletin gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme gibi çok sayıda suçtan tutuklu bulunduğu, bu şüphelilerin müdafilerinin farklı tarihlerdeki tahliye istemlerinin İstanbul Sulh Ceza Hakimliklerinin kararlarıyla reddedildiği, keza altmış üç şüpheliden otuz altısının, haklarında tutuklama nedeni bulunmadığını ileri sürerek yaptıkları bireysel başvurunun Anayasa Mahkemesince 2015 tarihinde kabul edilemez bulunduğu,Bu süreç sonunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü lideri Fethullah Gülen'in "www.he.o" isimli internet sitesinde yayınlanan "Mukaddes Çile ve İnfak Kahramanları" başlıklı vaaz/sohbet görünümlü kriptolu/örgütsel konuşmasıyla altmış üç tutuklu şüphelinin serbest bırakılmasının sağlanması için talimat verdiği, bunun üzerine 2015 tarihinde şüphelilerin müdafileri olan yirmi avukat tarafından İstanbul Adliyesindeki tüm sulh ceza hakimliklerinde görevli hakimlerin reddiyle şüphelilerin tahliye edilmesi istemli elli bir adet dilekçeden oluşan evrakın uygulanan prosedüre aykırı olarak tarama ve kayıt işlemlerinden geçirilmeksizin günün muhabere nöbetçisi İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık Ö.ye odasında teslim edildiği, sanık Ö.nün reddi hakim taleplerini kabul ederek, muhabere nöbetçisi İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık B.yi tahliye istemleri konusunda karar vermek üzere 2015 tarihinde görevlendirdiği, sanık B.nin de 2015 tarihinde talepleri kabul ederek tutuklu bulunan şüphelilerin tamamının tahliyesine karar verdiği olayda;Silahlı terör örgütü üyesi olma suçu bakımından;Terör örgütlerinin; amaç suçun işlenmesi yolunda güven, disiplin ve sıkı irtibata önem veren, iş bölümüne dayalı, hiyerarşik düzene sahip yapılar olarak istihbarat, gizlilik, güvenlik ve denetim konularında duyarlı oldukları, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan, irtibat halinde olmadıkları, güvenilir bulmadıkları, denetleyemedikleri, gizlilik ve güvenlik kurallarıyla hiyerarşiye uymayan kişilerin faaliyetlerine izin vermeyecekleri, bu kapsamda FETÖ/PDY silahlı terör örgüt lideri Fethullah Gülen'in 2015 günü örgütün yayın organlarından "www.herkul.org" isimli internet sitesinde yayınlanan talimatı doğrultusunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliği ve bu örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlara ilişkin yedi ayrı soruşturma dosyasında tutuklu olan altmış üç şüphelinin müdafiliğini yapan yirmi avukatın, örgüt liderinin talimatından bir gün sonra 2015 tarihinde toplu halde verdikleri elli bir adet dilekçeye istinaden dosyaları kısmen dahi olsa incelemeden ve delillere temas etmeksizin, altmış üç şüphelinin tamamının istisnasız olarak tahliyelerini sağlamak için örgüt tarafından verilen görevi yerine getirmek üzere birlikte harekete geçen ve ancak "adanmış" bir örgüt mensubunca yapılabilecek bir yöntem ve üslupla, hukuka açıkça aykırı bir zeminde bulunduklarını bilerek önceden tasarlanmış, amaç ve örgütsel faaliyetleri yönünden bilinçli olarak söz konusu usulsüz ve hukuka aykırı kararları veren sanıkların FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün amaçlarını gerçekleştirmesine hizmet ettikleri ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanımı için oluşturulmuş ve münhasıran bu terör örgütünün mensupları tarafından kullanıldığı bilinen ByLock iletişim sistemini kullanmak suretiyle örgütün hiyerarşik yapısına dahil oldukları ve böylelikle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işledikleri anlaşılmaktadır....Görevi kötüye kullanma suçu bakımından ise;Sanıkların inceleme konusu davada yaptıkları ağır hukuka aykırılıkların, mesleki kıdemleri ve yetkili çalıştıkları mahkemelerdeki görev süreleri dikkate alındığında, beşeri hata ve mesleki tecrübesizlik kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmaması, reddi hakim taleplerinin kabul edilip tahliye kararları verildiği anda şüphelilere haksız bir menfaat sağlanması karşısında; FETÖ/PDY silahlı terör örgütünce organize edilen tahliye planını hayata geçiren sanıklar Ö. ve B.nin, verilecek kararlarla ilgili denetim mekanizmalarını bertaraf edecek şekilde tam bir örgütsel organizasyon, gizlilik ve adanmışlık hali içerisinde, iştirak halinde söz konusu soruşturma evrakını incelemeden verdikleri hukuka aykırı kararlarla şüphelilerin tamamının tahliye edilmesine karar vererek, aynı örgütün mensubu olmaktan haklarında soruşturma yürütülen altmış üç şüpheliye menfaat sağladıkları ve bu şekilde sanıkların, görevlerinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün faaliyeti kapsamında ... görevi kötüye kullanma suçunu ayrı ayrı işledikleri kabul edilmelidir ..." İlgili hukuk için bkz. Hüseyin Korkmaz, B. No: 2014/16835, 18/7/2018, §§ 42- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7680 | Başvuru, tahliye kararının uygulanmaması ve tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; bazı söz ve uygulamalar nedeniyle de eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; kamu kurum ve kuruluşları aleyhine verilmiş, ekonomik değere ilişkin ve icra edilebilir bir yargı kararının uzun süre icra edilmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkı ile mülkiyet hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ve diğer davacılar tarafından 12/1/2010 tarihinde Kartal Asliye Hukuk Mahkemesinde Kartal Belediye Başkanlığı aleyhine açılan kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasında 24/5/2011 tarihli karar ile 720,80 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davacılara ödenmesine hükmedilmiş, İlk Derece Mahkemesi kararı taraflarca temyiz edilmeyerek 6/7/2011 tarihinde kesinleşmiş ve yargılama süreci sona ermiştir. Başvurucu, Mahkeme kararı ile lehine hükmedilen tazminatı tahsil edebilmek amacıyla İstanbul Anadolu İcra Müdürlüğünde icra takibi başlatmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12752 | Başvuru, kamu kurum ve kuruluşları aleyhine verilmiş, ekonomik değere ilişkin ve icra edilebilir bir yargı kararının uzun süre icra edilmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkı ile mülkiyet hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargı kararının yerine getirilmemesi sebebiyle açılan tam yargı davasında gerekçesiz karar verilmesi, bilirkişi incelemesi yaptırılmasına ilişkin talebin dikkate alınmaması, davanın hatalı değerlendirme sonucu reddedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının; kararın kesin olması nedeniyle hükmün denetlenmesini talep etme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/3/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Zonguldak İl Özel İdaresinde memur olarak görev yapmakta olup 23/12/2002-26/11/2012 tarihleri arasında Elvanpazarcık Beldesi Cumhuriyet Mahallesi sınırları içinde bulunan Yabani ve Evcil Hayvan Barınma ve Bakım Merkezinde 23/12/2002 tarihli işlemle geçici olarak görevlendirilmiştir. Başvurucu 28/2/2008 tarihli işlemle de aynı yerde 1/3/2008 tarihinden geçerli olmak üzere hafta sonu nöbetçi personel olarak görevlendirilmiştir. Başvurucunun geçici görevlendirilmesi 23/11/2012 tarihi itibarıyla davalı idarenin başka bir biriminde görevlendirilmesi ile sona ermiştir.A. İptal Davasına İlişkin Süreç Başvurucu 4/1/2013 tarihli dilekçe ile 23/12/2002-26/11/2012 tarihleri arasında ödenmeyen geçici görev yolluğunun ödenmesini istemiştir. İsteminin 5/2/2013 tarihli işlem ve "hakkında düzenlenmiş herhangi bir yolluk bildirimi bulunmadığı" gerekçesiyle reddedilmesi üzerine başvurucu, Zonguldak İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Mahkeme 19/3/2014 tarihli kararla davayı kabul ederek işlemi iptal etmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun geçici görevlendirildiği ve fiilen görev yaptığı 23/1/2002-26/11/2012 tarihleri arasındaki (1/3/2008 tarihinden itibaren hafta sonları da dâhil olmak üzere) ilk bir yıllık sürenin ilk doksan günü tam yevmiye, ikinci doksan günü 2/3 oranında yevmiye, ilk bir yıllık süreden sonra gelen her yılın ilk doksan günü tam yevmiye, ikinci doksan günü 2/3 oranında yevmiye ödenmesinin yasal zorunluluk olduğu, aksi yolda kurulan işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu ve davalı idarenin itiraz istemleri Zonguldak Bölge İdare Mahkemesince (Bölge İdare Mahkemesi) reddedilerek Mahkeme kararı onanmış, davalı idarenin karar düzeltme isteminin reddi üzerine de karar kesinleşmiştir. B. Tam Yargı Davasına İlişkin Süreç Anılan kararın kesinleşmesi üzerine başvurucu 13/10/2014 tarihinde hakkında yargı kararı bulunmasına karşın geçici görev yolluğunun eksik ödendiğinden bahisle ilk altı aylık dönemler için ana para ve faizinden geri kalan 045,46 TL ve ikinci altı aylık dönemler için 157,09 TL olmak üzere toplam 202,55 TL geçici görev yolluğunun ödenmesine hükmedilmesi istemiyle dava açmıştır. Kararın gerekçesi şöyledir:"5018 sayılı Kanunun maddesinin üçüncü fıkrasına göre, geçerli bir mazerete dayanmaksızın, yazılı talep edilmediğinden veya belgeleri verilmediğinden dolayı ödenemeyen borçların ilgili olduğu mali yılın sonundan başlayarak 5 yıllık zamanaşımına uğraması karşısında, davacı tarafından geçerli bir mazerete dayanmaksızın yazılı olarak talep edilmeyen 2002 ile 2007 yılları arası harcırahının 5 yıllık zaman aşımına uğradığı sonucuna varıldığından, bu yıllara tekabül eden harcırahının ödenmesine hukuken olanak bulunmamaktadır.Davanın, 5 yıllık zamanaşımı dışında kalan 2008 ile 2012 yıllarına ait geçici görev yolluğu ödenmesine ilişkin kısmına ve faiz istemine gelince;Yukarıda yer verilen 6245 sayılı Harcırah Kanununa göre; bir yıllık sürenin ilk 90 günü tam yevmiye, ikinci 90 günü 2/3 oranında yevmiye ödeneceği, başka bir ifadeyle ilgililere aynı iş ve görev için yalnız yılın 180 günü harcırah ödeneceği, diğer günler için ise harcırah ödenmeyeceği belirtilmiştir. Dava konusu olayda; Mahkememizin2014 gün ve E:2013/253, K:2014/579 sayılı kararı üzerine davalı idarece davacıya, 2008-2012 yılları için davacının izinli ve raporlu günler ve Zonguldak ile Evcil Hayvan Barınağı arası dolmuş ücret tarifesi dikkate alınmak suretiyle her yıllık sürenin ilk 90 günü için tam, ikinci 90 gün için 2/3 oranında olmak üzere toplam 272,30-TLgeçici görev yolluğu hesaplandığı veyılın diğer günleri için ise harcırah hesaplanmadığı görülmektedir.Diğer yandan davacı tarafından ilk altı aylık alacağının faizinin talep edildiğinden, davacıya ödenen 271,30-TL geçici görev yolluğuna faiz işletilmesi gerekmektedir.Buna göre; Mahkememizin 2015 ve 2015 günlü ara kararları ile geçici görev yolluğu olarak ödenen söz konusu tutara davacının geçici görev yolluğu ödenmesi istemiyle başvuruda bulunduğu 2013 tarihinden, davacıya ödendiği tarihe kadar işletilecek yasal faiz miktarının sorulduğu, bu ara kararımıza verilen cevap yazısında söz konusu faiz tutarının 723,93-TL olduğunun belirtildiği görülmüştür." Başvurucunun itiraz istemi Bölge İdare Mahkemesinin 18/12/2015 tarihli kararıyla reddedilerek Mahkeme kararı onanmış, karar düzeltme istemi de 25/11/2015 tarihli kararla reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 29/2/2016 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 25/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İptal ve tam yargı davaları" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemele-rine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır.” 2577 sayılı Kanun'un uyuşmazlık tarihinde yürürlükte olan “İtiraz” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"İdare ve vergi mahkemelerinin;...b) Valilik, kaymakamlık ve yerel yönetimler ile bakanlıkların ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının taşra teşkilâtındaki yetkili organları tarafından kamu görevlileri hakkında tesis edilen geçici görevlendirme, ikinci görev, vekaleten atama, görev ve unvan değişikliği içermeyen il içi naklen atama, görevden uzaklaştırma, yolluk, lojman ve izinlerine ilişkin idari işlemlerden,....kaynaklanan uyuşmazlıklarla ilgili olarak verdikleri nihaî kararlar ile tek hâkimle verilen nihaî kararlara, başka kanunlarda aksine hüküm bulunsa dahi mahkemelerin bulunduğu yargı çevresindeki bölge idare mahkemesine itiraz edilebilir." 2577 sayılı Kanun'un yine uyuşmazlık tarihinde yürürlükte olan “Kararın düzeltilmesi ” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:" (Değişik birinci cümle: 5/4/1990 - 3622/23 md.) Danıştay dava daireleri ve İdari veya Vergi Dava Daireleri Kurullarının temyiz üzerine verdikleri kararlar ile bölge idare mahkemelerinin itiraz üzerine verdikleri kararlar hakkında, bir defaya mahsus olmak üzere kararın tebliğ tarihini izleyen onbeş gün içinde taraflarca;a) Kararın esasına etkisi olan iddia ve itirazların, kararda karşılanmamış olması,b) Bir kararda birbirine aykırı hükümler bulunması,c) Kararın usul ve kanuna aykırı bulunması,d) (Değişik: 5/4/1990 - 3622/23 md.) Hükmün esasını etkileyen belgelerde hile ve sahtekarlığın ortaya çıkmışolması,Hallerinde kararın düzeltilmesi istenebilir." 10/2/1954 tarihli ve 6245 sayılı Harcırah Kanunu'nun "Geçici görev gündeliğinin verilebileceği azami süre" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Geçici bir görev ile başka bir yere gönderilenlere, görev mahalline varış tarihinden itibaren bu Kanuna göre verilen gündelikler:a. Yurtiçinde bir yıllık dönem zarfında aynı yerde, aynı iş için ve aynı şahsa 180 günden fazla verilemez. İlk 90 gün için tam, takibeden 90 gün için 2/3 oranında ödenir.b. Yurtdışında ilk 180 gün tam ve müteakip günler için 2/3 oranında ödenir.Geçici görevlendirmelerde meydana gelecek ara vermeler bu müddetleri veya gündelik miktarını artırmaya neden olamaz." 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu'nun "Ödenemeyen giderler ve bütçeleştirilmiş borçlar" kenar başlıklı maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir: " İlgili olduğu malî yılın sonundan başlayarak beş yıl içinde alacaklıları tarafından geçerli bir mazerete dayanmaksızın, yazılı talep edilmediğinden veya belgeleri verilmediğinden dolayı ödenemeyen borçlar zamanaşımına uğrayarak kamu idareleri lehine düşer."B. Uluslararası Hukuk İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme ile korunan hak ve özgürlükleri ihlal etmediği sürece ulusal mahkemelerce yapılan hukuki ya da maddi hataları ele almanın yerleşik içtihadı uyarınca kendi görevi olmadığını belirtmektedir (García Ruiz/İspanya [BD], B.No: 30544/96, 21/1/1999, § 28; Perez/Fransa [BD], B. No: 47287/99, 12/2/2004, § 82). Bu içtihada göre Sözleşme'nin maddesi adil yargılanma hakkını güvenceye almakla birlikte delillerin kabul edilebilirliğine ya da delillerin nasıl değerlendirileceğine ilişkin herhangi bir kural koymaz, bu hususlar öncelikli olarak ulusal hukukun ve mahkemelerin düzenleme alanına girer. Normal şartlarda ulusal mahkemelerin belirli delil unsurlarına ya da önlerindeki uyuşmazlıktaki tespit ya da değerlendirmelere tanıyacakları ağırlık gibi meseleler AİHM'in yeniden inceleme alanına girmez. AİHM bir dördüncü derece yargı yeri gibi davranmamalıdır, dolayısıyla keyfî olduğu ya da makul olmadığı açıkça görülebilecek tespitlerde bulunmadıkları takdirde ulusal mahkemelerin kararlarını maddenin birinci fıkrası kapsamında sorgulamaz (Bochan/Ukrayna (No. 2) [BD], B. No: 22251/08, 5/2/1015, § 61). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/6023 | Başvuru, yargı kararının yerine getirilmemesi sebebiyle açılan tam yargı davasında gerekçesiz karar verilmesi, bilirkişi incelemesi yaptırılmasına ilişkin talebin dikkate alınmaması, davanın hatalı değerlendirme sonucu reddedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının; kararın kesin olması nedeniyle hükmün denetlenmesini talep etme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idarenin koronavirüs salgın hastalığının engellenmesi amacıyla verdiği kararlara uymayarak etkinliklere katıldıkları gerekçesiyle idari para cezası uygulanmasının başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Koronavirüs (COVID-19) olarak adlandırılan yeni tip bir virüs, tüm dünyayı etkilemesi nedeniyle Dünya Sağlık Örgütü tarafından küresel salgın olarak ilan edilmiştir. Ülkemizin de salgından etkilenmesi nedeniyle İçişleri Bakanlığı ve/veya mahallî mülki amirlikler ya da umumi hıfzıssıhha meclisleri tarafından 2020 yılı Mart ayından 2021 yılı Haziran ayına kadar uzanan bir süreçte salgınla mücadele etmek için bazı tedbirler alınmış ve bu tedbirlere uymadıkları gerekçesiyle de ilgililer hakkında idari para cezaları düzenlenmiştir. İçişleri Bakanlığı, mahallî mülki amirlikler ve/veya umumi hıfzıssıhha meclisleri koronavirüs salgın hastalığını önlemek için sokağa çıkma yasağı, sosyal mesafeye uyma kuralı ya da maske takma zorunluluğu şeklinde bazı tedbirler alınmasına yönelik kararlar vermiştir. Anılan tedbirleri ihlal ettikleri gerekçesiyle başvurucular hakkında 24/4/1930 tarihli ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu'nun maddesi veya 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca farklı tarihlerde idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucuların haklarında uygulanan idari para cezalarına itirazları sulh ceza hâkimliklerince reddedilmiştir. Başvurucular nihai hükümleri farklı tarihlerde öğrendikten sonra süresi içinde bireysel başvuru yapmıştır. 2020/33909, 2020/33912 (birleşen 2021/10190), 2020/34257 (birleşen 2021/1192), 2020/34398, 2020/34570, 2020/34807 (birleşen 2021/10255), 2020/34817, 2020/35047 (birleşen 2020/35068), 2020/35791, 2020/36767, 2020/36775, 2020/37299, 2020/38171 (birleşen 2020/38174, 2020/38180, 2020/38186, 2020/38192, 2020/38590, 2020/38764) 2020/38231, 2020/38571 (birleşen 2021/20702), 2021/10656, 2021/10668, 2021/12071, 2021/18321, 2021/20030, 2021/22561 (birleşen 2021/23623, 2021/23628, 2021/23632, 2021/27297, 2021/27527, 2021/29865, 2021/29867, 2021/32972, 2021/33009, 2021/36103, 2021/36127, 2021/36654, 2021/36700,2021/37328, 2021/37342, 2021/39702, 2021/42356, 2021/42625, 2021/44091, 2021/44095, 2021/44931, 2021/47424, 2021/49460, 2021/51256, 2021/53098, 2021/53314, 2021/54129, 2021/54317, 2021/64497, 2021/42628), 2021/24344, 2021/3231 (birleşen 2021/3238,2021/3513, 2021/3711), 2021/5130 (birleşen 2021/6225) numaralı başvuruların 2020/31057 numaralı başvuru ile birleştirilmesine Komisyonca karar verilmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/31057 | Başvuru, idarenin koronavirüs salgın hastalığının engellenmesi amacıyla verdiği kararlara uymayarak etkinliklere katıldıkları gerekçesiyle idari para cezası uygulanmasının başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, işe iade davasında dava açma süresinin hatalı tespit edilmesi üzerine davanın reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikteBölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; Mardin Büyükşehir Belediye Başkanlığında işçi olarak çalışırken, gözaltına alındığı ve işe devam etmediği gerekçeleriyle başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Başvurucu, zorunlu arabuluculuk başvurusunda bulunmuş; 10/8/2018 tarihli tutanakla başvurucu ile işveren arasındaki arabuluculuk görüşmeleri anlaşamama ile sonuçlanmıştır. Başvurucu 27/8/2018 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde (iş mahkemesi sıfatıyla) işe iade davası açmıştır. Mahkeme süre aşımı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Davacının arabulucuya başvurduğu ve arabuluıculuk son tutanağının 2018 tarihinde düzenlendiği, davanın ise 27/08/2018 tarihinde açıldığı dikkate alındığında 7036 sayılı kanunda arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamaması hâlinde, son tutanağın düzenlendiği tarihten itibaren, iki hafta içinde iş mahkemesinde dava açılabileceğinindüzenlendiği iş bu davanın 2 haftalık süre içerisinde açılmadığı anlaşıldığından davanın reddine ilişkin aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur...." Başvurucu; dava açma süresinin son gününün resmî tatil günü olan Kurban Bayramı'na denk geldiğini, bu nedenle davayı resmî tatilin bittiği tarihten sonraki ilk iş günü olan 27/8/2018 tarihinde açtığını belirterek istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi istinaf başvurusunu reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Davacınınarabuluculuk son tutanağının 2018 tarihinde düzenlendiği, davanın ise 27/08/2018 tarihinde açıldığı dikkate alındığında 7036 sayılı kanunda arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamaması hâlinde, son tutanağın düzenlendiği tarihten itibaren, iki hafta içinde iş mahkemesinde dava açılabileceğinindüzenlendiği iş bu davanın 2 haftalık süre içerisinde açılmadığı anlaşıldığından davacının istinafı yerinde görülmemiştir...." Nihai karar, başvurucuya 19/2/2020 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu 16/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde işe iade talebiyle, İş Mahkemeleri Kanunu hükümleri uyarınca arabulucuya başvurmak zorundadır. Arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamaması hâlinde, son tutanağın düzenlendiği tarihten itibaren, iki hafta içinde iş mahkemesinde dava açılabilir. Taraflar anlaşırlarsa uyuşmazlık aynı sürede iş mahkemesi yerine özel hakeme de götürülebilir. Arabulucuya başvurmaksızın doğrudan dava açılması sebebiyle davanın usulden reddi hâlinde ret kararı taraflara resen tebliğ edilir. Kesinleşen ret kararının da resen tebliğinden itibaren iki hafta içinde arabulucuya başvurulabilir...." 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı mülga İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesi şöyledir:"Bu Kanunda sarahat bulunmıyan hallerde Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri uygulanır." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi şöyledir:"(1) Dava, dava dilekçesinin kaydedildiği tarihte açılmış sayılır. Dava dilekçesine davalı sayısı kadar örnek eklenir. (2) Dava dilekçesinin kaydına ilişkin usul ve esaslar yönetmelikte belirlenir." 6100 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"(1) Resmî tatil günleri, süreye dâhildir. Sürenin son gününün resmî tatil gününe rastlaması hâlinde, süre tatili takip eden ilk iş günü çalışma saati sonunda biter."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Sözleşme’de açıkça yer almasa da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) mahkemeye erişim hakkını adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olarak nitelendirmektedir (Roche/Birleşik Krallık [BD], B. No: 32555/96, 19/10/2005, § 117; Stanev/Bulgaristan [BD], B. No: 36760/06, 17/1/2012, § 229). AİHM, mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren uygulamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini vurgulamaktadır (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36). Bununla birlikte AİHM; dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesini, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin bir gereği olarak kabul etmekte ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmayacağını belirtmektedir (Perez de Rada Cavanilles/İspanya, B. No: 28090/95, 28/10/1998, § 45). Ne var ki öngörülen süre koşullarının hukuka açıkça aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamaları söz konusu olduğunda mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğinin kabul edilmesi gerektiği değerlendirilmektedir (Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, § 35). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/13187 | Başvuru, işe iade davasında dava açma süresinin hatalı tespit edilmesi üzerine davanın reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; açılan davada bildirilen delillerin toplanmaması, dayanılmasına rağmen karşı tarafa yemin teklif edilmemesi ve verilen kararın kesin nitelikte olması nedenleriyle silahların eşitliği ilkesi ile iki dereceli yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, ticari ilişki içinde bulunduğu şirketin cari hesaptan kaynaklanan borcunu ödemediği iddiasıyla 28/10/2014 tarihinde işlemiş faizde dâhil olmak üzere 456,68 TL alacak isteğiyle ilamsız icra takibi başlatmıştır. Borçlu şirketin ödeme emrine itirazı üzerine icra takibi durmuştur. Başvurucu, borçlunun itirazının haksız olduğu iddiasıyla itirazın iptali davası açmıştır. Başvurucu itirazın iptali isteğinde bulunurken ticari defterlere, tanık beyanlarına, bilirkişi incelemesine ve yemin deliline başvurmuştur. Alanya Asliye Hukuk Mahkemesi 15/9/2015 tarihli ön inceleme tutanağıyla taraflara ticari defterlerini sunmak üzere kesin süre vermiştir. Başvurucu ticari defterlerini ibraz etmiş, ancak davalı şirket ticari defterlerini ibraz etmekten kaçınmıştır. Alanya Asliye Hukuk Mahkemesi 17/11/2015 tarihli kararla taraflar arasındaki ilişkinin ticari mal satımından kaynaklanan cari hesaba dayalı olup davalı borçlu borcun ödendiğine dair tahsilat makbuzu sunduğundan ispat edilemeyen davanın reddine miktar itibariyle kesin olarak karar vermiştir. Nihai karar 29/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 4/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/588 | Başvuru, açılan davada bildirilen delillerin toplanmaması, dayanılmasına rağmen karşı tarafa yemin teklif edilmemesi ve verilen kararın kesin nitelikte olması nedenleriyle silahların eşitliği ilkesi ile iki dereceli yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen protesto gösterileri kapsamında kolluk görevlilerinin haksız güç kullanması sonucunda yaşamsal tehlike doğacak şekilde yaralanma meydana gelmesi ve bu olay hakkında etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: İnsan hakları aktivisti olduğunu beyan eden başvurucu, iddiasına göre Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonunun (DİSK) 31/5/2013 günü saat 00'te yapacağı basın açıklamasını dinlemek üzere Taksim Meydanı'ndaki Atatürk Anıtı önüne gitmiştir. Güvenlik güçleri, basın açıklaması yapılırken önce tazyikli suyla, sonra gaz fişekleri atan silahları kullanarak basın açıklaması için toplanan kalabalığa müdahale etmiştir. Bu esnada yaralanan başvurucu bir cankurtaran yardımıyla Taksim Eğitim Araştırma Hastanesine götürülmüştür. Bir kısım polis amiri ve memuru tarafından düzenlenen 31/5/2013 tarihli tutanağa göre ise saat 00 sıralarında bir milletvekili ve çevresinde toplanan kişiler Taksim Meydanı'ndaki tramvay durağı civarında bin kişilik bir kalabalık oluşturmuştur. Söz konusu kalabalığın yaptığı basın açıklaması 00 sıralarında sona ermiş ancak kalabalık dağılmayıp oturma eylemi başlatmıştır. Eylemin kanuna aykırı olduğuna ilişkin uyarılara riayet etmemeleri nedeniyle kalabalığa karşı kademeli olarak artan nispette güç kullanılmıştır. Başvurucunun kardeşi F.A. başvurucunun yaralanmasına neden olan kişilerin tespit edilerek cezalandırılmaları isteğini içeren bir dilekçeyi 8/7/2013 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) sunmuştur. H.E., A.Y., B.Ö., Ü.G., S.Ö. ve E.S.nin tanık olarak bildirildiği söz konusu dilekçede;i. Başvurucunun yere düşmesinden sonra gözü açık bir şekilde bilinçsizce baktığı ve ağzından köpük geldiği, ii. Olay nedeniyle başvurucunun iki ameliyat geçirdiği, kafatası kemiğinin kırıldığı, beyin kanaması ve epileptik nöbet geçirdiği, sağ kol ve bacağına felç indiği, kırık kafatası kemiğinin çıkarıldığı ve söz konusu kemik olmadan başının kapatıldığı, tıbbi müdahale sonrasında başvurucunun günlerce uyutulduğu, iii. Sağ kolunu oynatamayan başvurucunun destekle ayakta durabildiği ancak konuşamadığı, psikolojik desteğin yanı sıra fizyotereapi ve rehabilitasyona ihtiyaç duyduğu iddia edilmiştir. F.A.nın dilekçesi üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı olay hakkında derhâl bir soruşturma başlatmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun yaralanması nedeniyle yürütülen soruşturmayı protesto gösterileri kapsamında farklı tarihlerde meydana gelen birçok olay hakkında yürütülen ayrı bir soruşturma (ana soruşturma) ile birleştirmiştir. İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğü, başvurucu hakkında tanzim edilen tedavi evrakı üzerinden hazırladığı 12/7/2013 tarihli raporda başvurucunun olay nedeniyle yaşamsal tehlike geçirdiğini, başvurucunun kafasındaki kemik kırığının hayat fonksiyonlarına etkisinin ağır (4) olduğunu ancak olay tarihinden 18 ay sonra duyu ve organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflaması ya da yitirilmesi yönünden değerlendirme yapılabileceğini belirtmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, İstanbul Emniyet Müdürlüğüne gönderdiği 19/7/2013 tarihli yazıyla olayla ilgili MOBESE görüntüleri ile olayın meydana geldiği yerde bulunan işyerlerine ait kamera görüntülerinin temin edilmesini, F.A.nın dilekçesinde ileri sürdüğü hususların araştırılmasını, anılan dilekçede yazılı tanıklar ile resen tespit edilecek kişilerin olayla ilgili beyanlarının alınmasını, şüphelilerin açık kimlik bilgileri ile görev yerlerinin belirlenmesini, ayrıca bu kişilerin fotoğraflarının CD ortamında gönderilmesini istemiştir. Kolluk görevlileri 11/9/2013-13/9/2013 tarihleri arasında E.S., Ü.G., H.E. ve A.Y.nin ifadelerini almıştır. Ne var ki F.A.nın dilekçesinde ismi geçen B.Ö. ifade vermeye gitmemiş, S.Ö.ye ise ulaşılamamıştır. i. İfadesinde H.E., olay günü başvurucu ile Talimhane'de karşılaştığını, yapılacak basın açıklamasını dinlemek için Atatürk Anıtı çevresinde bir yere oturduklarını, basın açıklamasının başlamasından kısa bir süre sonra Sıraselviler Caddesi tarafından gelen toplumsal olaylara müdahale araçlarının (TOMA) toplanan kalabalığa tazyikli su sıkmaya başladığını, eş zamanlı olarak kalabalığa biber gazı da atıldığını (İfadesine başvurulan kişi söz konusu gazın ne şekilde atıldığı yönünde bilgi vermemiştir.), çevrede Çevik Kuvvette görevli polislerin bulunduğunu, başvurucu ile birlikte Atatürk Anıtı'na doğru kol kola koştuklarını ancak anıt çevresindeki demir korkuluklar nedeniyle birbirlerinden ayrıldıklarını, Taksim Meydanı'ndan anıta doğru bakınca yerde yatan birini gördüğünü, anıta doğru yürüyünce yerde yatan kişinin başvurucu olduğunu fark ettiğini, başvurucunun epilepsi krizine benzer bir kriz geçirdiğini gördüğünü, çevredeki polislere ve cankurtaran görevlilerine seslendiğini, cankurtaranda sağlık görevlisi olmadığını, başvurucunun cankurtaran sürücüsü ve polisler tarafından cankurtarana bindirildiğini, yolda karşılaştıkları bir başka cankurtaranda görevli bazı sağlık görevlilerinin başvurucu ile kendisinin de içinde bulunduğu cankurtarana geçtiği ve başvurucunun yaralanma anını görmediğini beyan etmiştir.ii. Ü.G. olay günü bir milletvekili ve çevresinde toplananlarla birlikte sloganlar atıp şarkı söyleyerek Taksim Meydanı'na gittiğini, başvurucuyu anıt çevresinde yerde otururken gördüğünü, basın açıklaması yapılırken TOMA'dan basın açıklaması yapan gruba tazyikli su sıkıldığını, daha sonra gazlı müdahalenin başladığını, polislerin herhangi bir uyarısını duymadığını ancak daha sonradan izlediği görüntülerde polisin ses sistemi aracılığıyla uyarı yaptığını fark ettiğini, başvurucunun nasıl yaralandığını görmediğini söylemiştir. iii. A.Y. başvurucuyu basın açıklamasını izlerken gördüğünü, Çevik Kuvvetin gazlı müdahalede bulunduğunu, başvurucunun nasıl yaralandığını görmediğini ifade etmiştir.iv. E.S. basın açıklamasına hazırlık yapıldığı sırada gaz bombası atıldığını, gazdan etkilenen kişiler görse de yaralanan herhangi bir kimseyi görmediğini beyan etmiştir. Soruşturmada mağdur sıfatıyla yer alan bazı kişilere yönelik eylemler nedeniyle birkaç polis amiri ve memuru hakkında yürütülen disiplin soruşturmasına ilişkin belgeler soruşturma evrakı arasında alınmıştır. Medya kuruluşları ile haber ajanslarından temin edilenler de dâhil protesto gösterileri kapsamında meydana gelen eylemlerle ilgili görüntüleri içerir CD'ler ile DVD'ler soruşturma dosyasına alınmıştır. Başkalarının 31/5/2013 tarihli yaralanmalarıyla ilgili olarak 31/5/2013 günü saat 00 ile 1/6/2013 günü saat 00 arasında Taksim Meydanı'nda görevli Çevik Kuvvet gruplarına ait çizelge ile 31/5/2013 tarihinde Taksim Meydanı ve çevresinde gaz kullanmakla görevli olan İstanbul Emniyet Müdürlüğünün farklı birimlerinde görevli polislere -söz konusu kişilere zetçi denmektedir- listeler temin edilmiştir. Başvurucu, vekili aracılığıyla Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 29/5/2014 tarihli dilekçede, soruşturma dosyasının kapsamının sağlıklı bir bilirkişi incelemesini ve şikâyetlerin kendisine özgü yanlarının araştırılmasını engellediğini öne sürerek kendisiyle ilgili soruşturmanın mevcut soruşturmadan ayrılmasını talep etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen olaylarla ilgili tüm şikâyetlerin bir arada değerlendirilmesi nedeniyle başvurucunun yaralanması hakkında yürütülen soruşturmanın sürüncemede kaldığı sonucuna varmış ve 12/5/2015 tarihindebaşvurucuyla ilgili soruşturmayı devam eden soruşturmadan ayırmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı 5/10/2015 tarihli yazıyla İstanbul Emniyet Müdürlüğünden müştekinin yaralanması olayıyla ilgili tutanak tutulup tutulmadığının araştırılmasını ve şüphelilerin tespit edilerek ifadeleri alınmak üzere Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilmelerini istemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 31/5/2013 günü 00-00 saatleri arasında Taksim Meydanı'ndaki MOBESE görüntülerini temin edip söz konusu görüntülerde başvurucunun yaralanması olayının yer alıp almadığını bilirkişiye incelettirmiştir. Dört görüntü kaydını inceleyen bilirkişi tarafından hazırlanan 18/12/2015 tarihli raporda; görüntülerin ses kaydı içermediği, görüntülerin başında bir kısmı oturan, bir kısmı ayakta duran kalabalığa 10 sıralarında duman ve su sıkılarak müdahale edildiği, insanların koşarak uzaklaşmaya çalıştığı, TOMA'ların turuncu renkli su sıktığı, elinde gaz tabancası bulunan polis memurlarının gaz tabancalarını sürekli sağa sola ateşleyerek gruplar hâlinde ilerlediği, 41 sıralarında polis memurlarının gaz tabancaları ile ateş ettikleri, çevredeki kişilerin bir şahsın cankurtarana binmesine yardım ettikleri, başvurucunun nasıl yaralandığıyla ilgili herhangi bir görüntü tespit edilemediği belirtilmiştir. Bahse konu bilirkişi raporu soruşturma dosyasına 22/12/2015 tarihinde girmiştir. İstanbul Emniyet Müdürlüğünce Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen 4/3/2016 tarihli yazıda MOBESE kayıtları dikkate alındığında başvurucuyu yaraladığı iddia edilen polis memurunun tespit edilmesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, şüphelilerin dava zamanaşımı süresince araştırılması ve tespit edilmesi hâlinde Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilmesi için 10/3/2016 tarihinde daimî arama kararı vermiştir. Kolluk görevlileri, şüphelilerin aranmasına rağmen yakalanamadığına ilişkin olarak 7/4/2016 ve 26/10/2016 tarihlerinde tutanak tanzim etmiştir. Başvurucu, soruşturma dosyasını incelemek ve/veya soruşturma dosyasının fotokopisini almak için vekili aracılığıyla 3/4/2017, 23/12/2019, 1/2/2019 ve 10/6/2020 tarihlerinde Cumhuriyet Başsavcılığına dilekçe vermiştir. Soruşturma derdesttir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/20160 | Başvuru, kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen protesto gösterileri kapsamında kolluk görevlilerinin haksız güç kullanması sonucunda yaşamsal tehlike doğacak şekilde yaralanma meydana gelmesi ve bu olay hakkında etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/9/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 29/6/2020 tarihinde H.B.Y. isimli kişi ile birlikte İstanbul Üsküdar'da bulunan Cumhurbaşkanlığı konutunun yakınlarındaki bir metro durağının çıkışında "Halkın avukatları ve özgür tutsaklar ölüm orucunda talepleri kabul edilsin TAYAD'lı aileler" ibareli pankart açıp haklarında DHKP/C terör örgütü kapsamında soruşturma/kovuşturma yürütülen E.T. ve A.Ü. isimli kişilerle ilgili olarak "[E.T.], [A.Ü.] Onurumuzdur!" şeklinde slogan attığı ve yapılan uyarılara rağmen eyleme devam ettiği gerekçesiyle kolluk görevlileri tarafından yakalanmış, aynı gün İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) talimatıyla gözaltına alınmıştır. Başsavcılık, başvurucuyu silahlı terör örgütüne üye olma ve 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet suçlarından tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk etmiştir. Başvurucunun Hâkimlik tarafından 30/6/2020 tarihinde yapılan sorgusunda verdiği ifade şu şekildedir:"...geçen hafta da aynı şekilde aynı davranışı yaptık, ben çocuğum için adalet arıyorum, [E.T.] benim yeğenimdir, bu kişi için adalet istedim, [H.B.] ile adalet sarayı önünde tanıştık, bu kişi [E.T.] nin müvekkili olduğunu söyledi, onunla konuştuk, durumu anlattım o da bu olaylardan dolayı etkilendi, Tayad'lı Aileler basılı afişi ben getirmedim, [H.] getirdi, bu çocuk hem yetim hem de öksüzdür, ben yanında değilim görmedim, 3 ay sonra gördüm, çocuğumun bir yarısı yoktur, Cumhurbaşkanına gitmek istedim, benim çocuğumun yaptığı bir kötülük yoktur, çocuğumun yanında hiç kimse yoktur, Aytaç isimli kişiyi tanırım, bu kişinin evinde Ankara'da kaldım, [] ve [Ö.] isimli kişileri tanımıyorum, ben bunları örgütsel bir tavırla yapmadım, [E.T.] nin ailesi olduğum için ve [A.Ü.] yü kişisel olarak tanıdığım için bu eylemleri gerçekleştirdim, üzerime atılı suçlamayı kabul etmiyorum..." Hâkimlik anılan tarihte başvurucunun isnat edilen suçlardan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "...Şüphelilerin üzerine atılı Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma, Kanuna Aykırı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Düzenleme Yönetme Bunların Hareketlerine Katılma suçu ile ilgili tutuklanmaları talep edilmiş olmakla, soruşturma dosya kapsamına göre; ... şüpheliler Sultan Kaya ve [H.B.Y.] nin 29/06/2020 günü saat 16:20 sıralarında Cumhurbaşkanlığı konutuna yakın bir yer olan Kısıklı Caddesi, Metro Durağı üzerinde yasadışı gösteri yürüyüşünde bulundukları, bu esnada şüphelilerin kırmızı zemin üzerine sarı renkli yazı ile 'Halkın avukatları ve özgür tutsaklar ölüm orucunda talepleri kabul edilsin Tayadlı Aileler' yazılmış pankartı açtıkları, bu esnada slogan attıkları, bu eyleme kolluk görevlilerinin müdahale etmek istediği sırada kolluk görevlilerine direndikleri anlaşılmakla şüphelilerin örgütsel bir devamlılık, yoğunluk ve çeşitlilik ile eylemlerini sürdürdükleri, şüphelilerin gözaltına alındıktan sonra örgüte müzahir sosyal medya hesaplarından şüphelilerin eylemlerinin örgütsel saikle sahiplenildiği, bu kapsamda şüphelilerin üzerlerine atılı suçlama bakımından kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir somut delillerin bulunduğu, şüphelilerin üzerlerine atılı suçlamanın kanundaki cezasının üst sınırına göre şüphelilerin kaçma şüphesi altında oldukları, bu anlamda tutuklama koruma tedbirinin nedenlerinin soruşturma dosyasında bulunduğu ve mevcut delil durumu itibariyle tutuklama koruma tedbirinin şartlarının oluştuğu, şüphelilerin üzerlerine atılı suçlama ve mevcut delil durumu itibariyle tutuklama koruma tedbirinin şartlarının oluştuğu, şüphelilerin üzerlerine atılı suçlama bakımından mevcut delil durumu itibariyle tutuklama koruma tedbirinin ölçülü ve orantılı bir koruma tedbiri olacağı, adli kontrol tedbirlerinin soruşturmanın geldiği aşamada yetersiz kalıp amaca hizmet etmeyeceği kanaatine varılmakla, şüphelilerin atılı suçtan dolayı CMK.nın 100 VE MÜTEAKİP MADDELERİ GEREĞİNCE AYRI AYRI TUTUKLANMALARINA ... [karar verildi.]" Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 7/7/2020 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucunun tahliye talebi de İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 5/8/2020 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Anılan karara yapılan itiraz İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 10/8/2020 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başsavcılık 24/9/2020 tarihli iddianame ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma, terör örgütü propagandası yapma ve 2911 sayılı Kanun’a muhalefet suçlarından cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde hakkında kamu davası açmıştır. İddianamede DHKP/C terör örgütü hakkında genel bilgi verildikten sonra başvurucunun örgütle bağlantılı olduğu ve bu yönde faaliyette bulunduğu iddia edilmiştir. İddianamede suçlamalara esas alınan temel olgular şöyledir:i. Başvurucunun 28/5/2020 tarihinde Y. adlı kişi ile birlikte Adalet ve Kalkınma Partisi İstanbul İl Başkanlığının bulunduğu binanın önünde "Evlatlarımız ölüm orucunda talepleri kabul edilsin" yazılı pankart açtığı, 29/6/2020 tarihinde ise H.B.Y. isimli kişi ile birlikte İstanbul Üsküdar'da bulunan Cumhurbaşkanlığı konutunun yakınlarındaki bir metro durağının çıkışında "Halkın avukatları ve özgür tutsaklar ölüm orucunda talepleri kabul edilsin TAYAD'lı aileler" ibareli pankart açıp haklarında DHKP/C terör örgütü kapsamında soruşturma/kovuşturma yürütülen E.T. ve A.Ü. isimli kişilerle ilgili olarak "[E.T.], [A.Ü.] Onurumuzdur!" şeklinde slogan attığı belirtilmiştir.ii. Başvurucunun anılan eylemlerinin DHKP/C terör örgütüyle iltisaklı sosyal medya hesabından sahiplenildiği ifade edilmiştir.iii. İddianamenin değerlendirme kısmında ise başvurucunun eylemlerinin DHKP/C terör örgütüne özgü nitelikte olduğu ve haklarında örgüt üyeliğinden soruşturma/kovuşturma yürütülen ve bulundukları ceza infaz kurumlarında ölüm orucu tutan kişileri destekleme amacını taşıdığı, söz konusu eylemlerin ülke genelinde örgütün organizesinde yürütüldüğü, terör örgütünün talimatıyla yapıldığı, bu nedenle başvurucunun DHKP/C terör örgütü içinde faaliyet yürüterek zincirleme şekilde terör propagandası yaptığı ileri sürülmüştür. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2020/215 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 23/12/2020 tarihli duruşma sonunda yurt dışına çıkış yasağı şeklindeki adli kontrol tedbiri uygulanmak suretiyle başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Mahkeme 27/10/2021 tarihinde başvurucunun atılı suçlardan beraatine ve uygulanan adli kontrol tedbirinin kaldırılmasına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Silahlı terör örgütüne üye olma iddiası bakımından mahkememizce yapılan değerlendirmede;1-Sanıklar [H.B.Y.] ile Sultan Kaya'nın katıldıkları toplantı ve gösteri yürüyüşlerinden hareketle sanıklar hakkında Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma (DHKP/C) suçundan kamu davası açılmış ise de CMK'nın 223/5 maddesine göre bir kişinin mahkumiyetine karar verilebilmesi için suçu işlediğinin sabit olması gerekmektedir. Ancak silahlı terör örgütü üyeliği suçunun oluşabilmesi için eylemlerin belirli bir yoğunluk derecesinde olması gerekir. ...Hal böyle olunca sanıkların örgüt hiyerarşisinde yer alıp örgüt adına faaliyetlerde bulunduklarına dair her türlü şüpheden uzak somut ve kesin deliller elde edilemediği anlaşıldığından sanıkların Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçu yönünden beraatlerine mahkememizce karar verilmiştir....Terör Örgütü Propagandası Yapmak, Suçu Ve Suçluyu Övme iddiaları bakımından mahkememizce yapılan değerlendirmede;Sanıkların giymiş olduğu 'Tayadlı aileler', 'ölüm oruçlarına ses ver, halkın avukatları ölüm orucunda' yazılı yelekler ve 'evlatlarımız ölüm orucunda talepleri kabul edilsin', "halkın avukatları ve özgür tutsaklar ölüm orucunda talepleri kabul edilsin TAYAD'lı aileler" yazılı pankartlarla ve "[E.T.] onurumuzdur [A.Ü.] onurumuzdur şeklinde sloganlar atmak gibi fiiller nedeniyle sanıklar hakkında Terör Örgütü Propagandası Yapmak suçundan kamu davası açılmış ise de: 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 7/2 maddesine göre bu suçun oluşabilmesi için terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasının yapılmasının gerekli olduğu, ancak somut olayda sanıkların fiillerinin bu kapsamda değerlendirilemeyeceği ortadadır. Yargıtayın benzer konulara ilişkin hükümlerinden de hareketle ancak koşullarının oluşması halinde bu fiillerin Suçu Ve Suçluyu Övme suçu kapsamında ele alınabileceği ortadadır. Bu bakımdan Terör Örgütü Propagandası Yapmak suçunun yasal unsurlarının olayda gerçekleşmediği anlaşıldığından sanıkların bu suç yönünden beraatlerine mahkememizce karar verilmiştir....2911 sayılı Kanunun Maddesine Muhalefet İddiası Bakımından Mahkememizce Yapılan Değerlendirmede;2911 sayılı Kanunun Maddesi 'Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşleri düzenleyen veya yönetenlerle bunların hareketlerine katılanlar, fiil daha ağır bir cezayı gerektiren ayrı bir suç teşkil etmediği takdirde bir yıl altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.' şeklinde düzenlenmiştir. Mahiyeti gereği toplantı ve gösteri yürüyüşüne belli sayıda kişinin katılması gerekmektedir. Oysaki somut olayda iki kişinin cezalandırılması talep edildiğinden ve 29/06/2020 tarihinde Üsküdar İlçesi Kısıklı Metro Durağının yanında meydana gelen olay bakımından iki kişinin (sanıklar Sultan KAYA ve [H.B.Y.]) katıldığı anlaşıldığından bu eyleme başka kişilerin katıldığı hususunda tespit yapılmadığından mevcut haliyle ortada kanununa aykırı bir toplantı veya gösteri yürüyüşünün vuku bulduğunun kabulü mümkün değildir. Çünkü eylemleri gerçekleştirenler iki kişidir. Hal böyle olunca toplantı ve gösteri yürüyüşlerine muhalefet suçu bakımından yasal unsurların oluşmadığı ortadadır....Her ne kadar sanıklar [H.B.Y.] ve SULTAN KAYA hakkında Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmak, Terör Örgütü Propagandası Yapmak, Suçu ve Suçluyu Övme, toplantı ve gösteri yürüyüşlerine kanuna muhalefet suçlarından TCK'nın 314/2, 215, 3713 sayılı kanunun 7/2, 2911 sayılı kanunun 28/1, TCK'nın 43/1, 53/1, Maddeleri gereğince cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış ise de, yapılan yargılama sonunda sanıkların terör örgütü üyesi oldukları sabit olmadığından ve terör örgütü propagandası yapmak suçu, suçluyu övme ve toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanuna muhalefet suçlarınında yasal unsurları oluşmadığından tüm dosya kapsamından üzerine atılı suçun sanıkların tarafından işlendiğinin sabit olmaması ve atılı suçların yasal unsurlarının oluşmaması nedeniyle, 5271 sayılı CMK'nın 223/2-a-e maddeleri hükmü uyarınca bu dosyadaki bütün isnatlardan AYRI AYRI BERAATLERİNE... [karar verildi.]" Başsavcılık 2911 sayılı Kanun’a muhalefet suçu yönünden verilen beraat kararına karşı 17/11/2021 tarihinde, başvurucu ise hükmün vekâlet ücretine yönelik kısmına karşı 19/11/2021 tarihinde istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucu hakkındaki yargılama bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf aşamasında derdesttir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Esra Özkan Özakça [GK], B. No: 2017/32052, 8/10/2020, §§ 36-52; Mutlu Öztürk ve diğerleri, B. No: 2020/8525, 28/1/2021, §§ 26- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/29355 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işçilik alacağı nedeniyle açılan davanın aynı maddi olaya dayanılarak açılan başka davalarda verilen kararların aksi bir sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir Başvuru 12/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Elektrik Üretim A.Ş.nin (EÜAŞ/işveren) Seyitömer Termik Santrali'nde işçi olarak çalışmaktayken 16/3/2010 tarihli dilekçe ile dayanışma aidatı ödeyerek Dönem Toplu İş Sözleşmesi hükümlerinden faydalanmak istemiş; işveren, başvurucu ile aralarında iş akdi bulunmadığı gerekçesiyle talebi reddetmiştir. Başvurucu bu defa hizmet kolunda faaliyette bulunan Türkiye Enerji, Su ve Gaz İşçileri Sendikasına (TES-İŞ/Sendika) üye olma talebinde bulunmuş, Sendikanın üyelik talebini kabul edip üyelik başvuru formunu ilgili işverene göndermesi üzerine EÜAŞ, başvurucunun kendi personeli olmadığını belirterek belgeleri iade etmiştir. Başvurucu; kendisi ile birlikte EÜAŞ'a ait işyerinde çalışan Sendikaya üye işçilerin asıl işverenin işçisi olduğu hâlde muvazaalı olarak alt işveren işçisi gibi gösterildiğini, işverenin daha az maliyetle işçi çalıştırmak için bu yola başvurduğunu, bu açıdan bireysel ve kolektif haklarının kısıtlandığını, Sendika üyeliği nedeniyle hâlen yürürlükte bulunan toplu iş sözleşmesi hükümlerinden yararlanması gerektiğini ileri sürerek sözleşmeden kaynaklanan işçilik alacaklarının tahsili istemiyle dava açmıştır. Kütahya İş Mahkemesi 6/6/2014 tarihli kararında -Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşen aynı mahiyetteki çok sayıda davayı da emsal göstermek suretiyle- başvurucunun EÜAŞ bünyesinde değişik hazırlanan tek tip sözleşmeler ile ihaleyi alan firmalar değişse dahi çalışmalarını kesintisiz devam ettirdiğini,bu firmalar ile alt işverenlik sözleşmelerinin 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesine aykırı ve muvazaalı olduğunu, alt işverenlerin yaptıkları asıl işin işçi temini olduğunu belirterek davayı kabul etmiştir. Mahkemenin benzer nitelikteki çok sayıda kararı ile birlikte anılan hüküm temyiz edilmiş, Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 12/11/2014 tarihinde 20/2/2001 tarihli ve 4628 sayılı Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'un maddesini ilk defa somut olay çerçevesinde değerlendirdiğini belirterek elektrik üretimi yapan davalı Şirketin bu madde kapsamında tanınan imtiyazlara sahip olması gerektiğini, bu nedenle asıl işin tamamını veya bir kısmını alt işverene devredebileceğini, bu açıdan muvazaalı alt işverenlik ilişkisinden bahsedilemeyeceğini belirterek benzer nitelikteki birçok karar ile birlikte hükmü bozmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesinin bozma kararları üzerine aralarında başvurucunun da bulunduğu bazı işçiler tarafından açılan davalar Kütahya İş Mahkemesine, bazı davalar da Kütahya İş Mahkemesine tevzi edilmiştir. Kütahya İş Mahkemesi yeniden yaptığı yargılamada iki yüz elliden fazla dosya ile ilgili direnme kararı vermiştir. Bu kararların temyizi üzerine dosya Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna (HGK) gönderilmiş; HGK 30/9/2015 tarihli kararında, davalı kamu tüzel kişiliği ile yapılan hizmet alım sözleşmelerinin içeriği, alt işverenlerin değişmesine rağmen çalışan işçilerin değişmemesi, alınacak işçilerin unvanlarının şartnamede ayrı ayrı belirtilmesi, alt işverenin ücret bordrolarını tutan bir işçi dışında diğer işçileri sevk ve idare eden işçisinin bulunmaması, puantaj kayıtlarının EÜAŞ tarafından belirlenen kişilerce tutulması, işe alan ve işten çıkaranın EÜAŞ olması, davacı ve alt işveren Şirket işçilerinin asıl işveren EÜAŞ işçileri ile aynı şekilde ve üretimin her bölümünde çalışması, emir ve talimatların EÜAŞ tarafından verilmesi, çalışma şartlarının ve yıllık izinlerin EÜAŞ tarafından belirlenmesi, alt işveren işçilerinin yapılan iş ve hizmette EÜAŞ tarafından temin edilen ve yine davalıya ait araçları kullanması gibi nedenleri gözönünde tutarak davalı Şirket ile alt işveren arasındaki hizmet alım sözleşmesinin muvazaalı olduğunu ve başvurucunun asıl işveren Şirketin işçisi olduğunu belirterek yerel mahkemenin direnme kararını yerinde bulmuş, Daire tarafından incelenmeyen diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyaları Özel Daireye göndermiştir. Daire 24/2/2016 tarihli kararında, HGK tarafından davalı işverenin imzaladığı alt işverenlik sözleşmesinin muvazaa sebebiyle geçersiz ve davacıların baştan itibaren asıl işverenin işçisi olduğu hususunun kabul edildiğini, uygulama birliği ile hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerini gözönüne aldığını belirterek kararları onamıştır. Aralarında başvurucunun davasının da bulunduğu davalara bakan Kütahya İş Mahkemesi ise birçok dosyada Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/11/2014 tarihli bozma ilamına uyarak 1/6/2015 tarihinde davaların reddine karar vermiştir. Temyiz üzerine Daire 16/3/2016 tarihli kararında, bozma ilamına uyularak karar verilen diğer dosyalarla benzer şekilde değerlendirme yaparak HGK'nın 30/9/2015 tarihli kararıyla olayda muvazaanın varlığının kabul edildiğini, bozma kararındaki görüşünü korumasına rağmen hukuki istikrar adına HGK'dan geçen kararları onadığını, ancak ilk derece mahkemesince bozmaya uyulması nedeniyle HGK'nın önüne çıkmayan somut olayda davalı lehine usule ilişkin müktesep hak oluştuğunu belirterek hükmün onanmasına karar vermiştir. Bu arada aralarında başvurucunun vekillerinin de bulunduğu avukatlar tarafından 15/5/2015 tarihli dilekçeyle Yargıtay Hukuk Dairesi ve Yargıtay Hukuk Dairesi ile Yargıtay Hukuk Dairesi kararları arasında asıl işveren ile alt işveren arasındaki iş ilişkisinin muvazaalı olup olmadığı hususunda içtihat aykırılığı bulunduğu ileri sürülerek içtihadın birleştirilmesi talep edilmiştir. Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu 3/3/2016 tarihli ve 74 sayılı kararı ile muvazaa iddiasının her somut olayın özelliğine göre çözümlenmesi gerektiğini belirtmiş, içtihadı birleştirme yoluna gidilmesine gerek olmadığına karar vermiştir. Onama kararı 20/6/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 12/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. İlgili hukuk için bkz. Hakan Altıncan (GK), B. No: 2016/13021, 17/5/2018, §§ 20- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/13036 | Başvuru, işçilik alacağı nedeniyle açılan davanın aynı maddi olaya dayanılarak açılan başka davalarda verilen kararların aksi bir sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir I | 1 |
Başvuru; tutukluluğun makul süreyi aşması, formül gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verilmesi, tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız yapılması ve itiraz incelemesinde savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında 21/8/2011 tarihinde gözaltına alınmış; 24/8/2011 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Hâkimliğince silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 20/10/2011 tarihli veE.2011/717sayılı iddianamesi ile silahlı terör örgütüne üye olma, silahlı terör örgütü yöneticisi olma, terör örgütü üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme, görevli memura direnme, terör örgütünün propagandasını yapma suçlarından başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır.İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/49 sayılı dosyasında yapılan yargılama esnasında 17/12/2013 tarihinde yapılan celsede başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Bu karara karşı başvurucunun yaptığı itirazı inceleyen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, Cumhuriyet savcısının itirazın reddine karar verilmesi yönündeki mütalaasını aldıktan sonra 31/12/2013 tarihli ve 2013/289 Değişik İş sayılı kararında "sanıkların üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, iddianamede gösterilen sevk maddelerinin alt ve üst sınırı, suç ve tutuklama tarihine nazaran kaçma şüpheleri devam ettiğinden, delilleri karartma ihtimali bulunduğundan, bu nedenlerle koruma tedbirlerinin de uygulanması yeterli olmayacağından, tutuklama sebeplerinin kalkmadığından ve tutuklamaya alternatif koruma tedbirlerinin sanıklar açısından yetersiz kalacağı ..." gerekçesiyle itirazın reddine karar vermiştir. Bu karar başvurucu vekiline 21/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Mahkeme 16/1/2014 tarihinde, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca tutukluluk durumunu gözden geçirmiş ve aynı gerekçelerle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu 18/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 24/3/2014 tarihinde tahliye edilmiştir.Başvurucu hakkındaki dava, özel yetkili İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin kapatılması üzerine Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi 12/2/2016 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçundan beraatine karar vermiştir. Anılan karar temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi devam etmektedir. 4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Usul" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"103 ve 104 üncü maddeler uyarınca yapılan istem üzerine, merciince Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiin görüşü alındıktan sonra, üç gün içinde istemin kabulüne, reddine veya adlî kontrol uygulanmasına karar verilir. (Ek cümle: 11/4/2013-6459/15 md.) Duruşma dışında bu karar verilirken Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü alınmaz. Bu kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tutukluluğun incelenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir.(2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir.(3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir."5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"(1) İtirazı inceleyecek merci, yazı ile cevap verebilmesi için itirazı, Cumhuriyet savcısı ve karşı tarafa bildirebilir. Merci, inceleme ve araştırma yapabileceği gibi gerekli gördüğünde bunların yapılmasını da emredebilir.(2) (Ek: 11/4/2013-6459/20 md.) 101 ve 105 inci maddeler uyarınca yapılan itiraz üzerine Cumhuriyet savcısından görüş alınması durumunda, bu görüş şüpheli, sanık veya müdafiine bildirilir. Şüpheli, sanık veya müdafii üç gün içinde görüşünü bildirebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2610 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması, formül gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verilmesi, tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız yapılması ve itiraz incelemesinde savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; kişi hürriyeti ve güvenliği, eğitim, özel hayata ve aile hayatına saygı hakları ile kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 17/10/2016 ve 12/4/2018 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2018/9955 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının 2016/22177 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2016/22177 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: İdari hâkim olan ve Anayasa Mahkemesinde raportör olarak görev yapan başvurucu 26/2/2016 tarihinden itibaren yaklaşık bir yıl süreyle dil eğitimi için İngiltere'de bulunduğu sırada Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla hakkında soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu hakkında yürütülen soruşturmaya ilişkin olarak 20/7/2016 tarihinde müdafiinin ve tarafların dosya içeriğini incelemesinin veya belgelerden örnek almasının soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca kısıtlama kararı verilmiştir. Başvurucu 3/8/2016 tarihinde Türkiye'ye dönmüştür. Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 3/8/2016 tarihinde başvurucu hakkında yakalama emri çıkarılmasına karar verilmiştir. Başvurucu 4/8/2016 tarihinde görev yaptığı Anayasa Mahkemesine gelerek teslim olmuş, burada emniyet görevlilerince gözaltına alınmıştır. Başvurucu 8/8/2016 tarihinde Savcılık sorgusunun ardından tutuklanması istemiyle Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu; Savcılık sorgusunda FETÖ/PDY'ye ait evlerde ve yurtlarda kalmadığını, bunların organize ettiği yurt içi ve yurt dışı gezilerine katılmadığını, gazeteye veya dergiye abone olmadığını, bu örgütün finans kurumlarında parasının olmadığını, hâkimlik sınavını kendi imkânlarıyla kazandığını, hâkim stajı esnasında albüm kurulu üyeliği ve sınıf temsilciliği gibi bir görev üstlenmediğini, bu örgüte herhangi bir parasal yardımda bulunmadığını, Adalet Akademisinde ders vermediğini, sınav komisyonunda ve soru hazırlayan birimlerde yer almadığını, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) seçimlerinde müşahitlik görevi almadığını, Yargıda Birlik Derneğinin üyesi olduğunu, örgüt üyesi olduğu iddiasını kabul etmediğini, İngiltere'de iltica talebinde bulunma imkânına sahip olmasına rağmen suçsuz olduğuna inandığı için ülkesine dönerek teslim olduğunu belirtmiştir. Başvurucu 8/8/2016 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Tutuklama kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Şüphelinin üzerine atılı bulunan terör örgütüne üye olma suçunu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren dosya kapsamında somut delillerin bulunması, kaçma ve delilleri karartma ihtimali bulunduğu, bu nedenlerle adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı CMK'nın 2/1-j, 161/8 ve 2802 sayılı Hakimler Savcılar Kanunu'nun 94/1 maddelerine göre Ağır Ceza Mahkemesinin görevine giren suç üstü hali söz konusu olduğundan Hakimliğimizin görevli olduğu da gözetilerek CMK'nın maddesi ile ilgili düzenlemeler ile AİHS'in Maddesindeki tutuklama şartları kapsamında isnat olunan suç ile orantılı olarak tedbir kapsamında şüphelinin CMK'nın Maddeleri uyarınca tutuklanmasına [karar verildi]". Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 7/9/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Bu karar 29/9/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/10/2016 tarihinde 2016/22177 numaralı bireysel başvuruyu yapmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 23/2/2018 tarihli iddianame ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede, başvurucunun FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. İddianamede suçlamaya esas alınan olgular şöyle özetlenebilir: i. Başvurucunun HSYK Genel Kurulunun 24/8/2016 tarihli kararı ile hâkimlik mesleğinden ihraç edildiği belirtilmiştir.ii. HTS analiz raporunda başvurucunun FETÖ/PDY terör örgütüne üye oldukları isnadı ile soruşturulan diğer şüpheliler, terör örgütü ile irtibatlı kurum ve kuruluşlar ile görüşmeler yaptığı belirtilmiştir.iii. Emniyet Genel Müdürlüğünce düzenlenen 12/5/2017 tarihli ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı'nda, başvurucunun 19/8/2014 tarihinde ByLock uygulamasını kullandığı belirtilmiş; UYAP kayıtlarına göre hattın şüpheliye ait olduğu ifade edilmiştir.iv. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2016/104109 No.lu soruşturma kapsamında R.Ü. ve B.E.nin şüpheli sıfatı ile alınan ifadelerinde özetle başvurucunun örgüt mensubu olduğunu beyan ettikleri belirtilmiştir. v. Gizli tanık Defne'nin tanık sıfatı ile alınan 25/8/2016 tarihli beyanında başvurucunun örgüt mensubu olduğunu beyan ettiği belirtilmiştir.iv. Tanık 4 ve Tanık 5 olarak adlandırılan iki kişinin Anayasa Mahkemesi tarafından tanık sıfatı ile alınan 27/9/2016 tarihli beyanlarında başvurucunun örgüt mensubu olduğunu beyan ettikleri ifade edilmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 9/3/2018 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve Mahkemenin E.2018/189 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 9/3/2018 tarihinde başvurucunun tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun tutukluluğun devamı kararına yaptığı itiraz Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 21/3/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 10/4/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 12/4/2018 tarihinde 2018/9955 numaralı bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 5/7/2018 tarihinde tahliye edilmiştir. Dava ilk derece mahkemesinde derdesttir. Tahliye kararının gerekçesi şöyledir:"Sanığın tutuklu kaldığı süre, delillerin büyük oranda toplanmış olması, bu aşamada adli kontrol tedbirlerinin yeterli ve ölçülü olacağı değerlendirilmekle, sanığın başka suçtan dolayı tutuklu veya hükümlü değilse derhal salıverilmesine [karar verildi]. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel (B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39)başvurusu hakkında verilen karar. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/22177 | Başvuru, kişi hürriyeti ve güvenliği, eğitim, özel hayata ve aile hayatına saygı hakları ile kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, taşınmazın tapu kaydının iptal edilmesine rağmen tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. İkinci Bölüm tarafından 21/12/2022 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Tapu İptal ve Tescil Davası Süreci 15/12/1934 tarihli ve 2613 sayılı mülga Kadastro ve Tapu Tahriri Kanunu'na göre yapılan kadastro çalışmalarında Antalya'nın Alanya ilçesine bağlı Tepe Mahallesi'nde kâin 94 ada 12 parsel sayılı 332 m² ve 126 ada 2 parsel sayılı 878 m² yüz ölçümlü başvuru konusu taşınmazlar 11/11/1949 tarihli ve 24 ile 25 sıra No.lu tapu kayıtlarına dayanılarak 16/6/1970 tarihinde tarla vasfı ile başvurucular ve murisleri adına tescil edilmiştir. Orman Genel Müdürlüğü tarafından başvurucular aleyhine 10/8/1994 tarihinde Alanya Asliye Hukuk Mahkemesinde başvuru konusu taşınmazların orman sınırları içinde kaldığı iddiasıyla her bir taşınmaz için ayrı ayrı tapu iptali ve tescil davası açılmıştır. Alanya Asliye Hukuk Mahkemesi 5/5/1998 tarihinde davaların kabulüyle 94 ada 12 parsel sayılı taşınmazın 290,53 m²lik kısmının, 126 ada 2 parsel sayılı taşınmazın da 872,35 m²lik kısmının başvurucular adına olan tapu kaydının iptaline ve orman niteliği ile Hazine adına tesciline karar vermiştir. Bu kararlar, Yargıtay Hukuk Dairesince 18/2/2002 tarihinde onanmasının ardından aynı Dairece 24/6/2002 tarihinde karar düzeltme isteminin reddine karar verilmekle kesinleşmiştir.B. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılan Başvuru Süreci Başvurucular, tazminat ödenmeksizin tapu kayıtlarının iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla 15/1/2003 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuruda bulunmuştur. AİHM Gümrükcüler ve diğerleri/Türkiye (B. No:9580/03, 26/1/2010) kararında, başvurucuların mülkiyet haklarının ihlal edildiğine ve taraflar arasındaki olası bir uzlaşma ihtimaline binaen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin uygulanmamasına karar vermiştir. Kararda ayrıca başvuru konusu taşınmazlar için dayanak alınan kayıtların 1918 yılına ait olduğu ve bu kayıtlarda tarla vasfının açıkça yer aldığının tespit edildiği belirtilmiştir. Bu karar üzerine Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Genel Müdür Yardımcılığı (Dışişleri Bakanlığı) tarafından 5/7/2010 tarihinde 94 ada 12 parsel sayılı taşınmaz için 374,50 TL, 126 ada 2 parsel sayılı taşınmaz için de 620,70 TL olmak üzere toplam 995,20 TL uzlaşma teklifinde bulunulmuştur. Ancak başvurucular bu uzlaşma teklifini kabul etmemiştir. AİHM, Sözleşme'nin maddesine ilişkin kararını 7/2/2017 tarihinde açıklamıştır. Bu karar ile AİHM, Sözleşme’ye ek (1) No.lu Protokol’ün maddesinin ihlali sebebiyle maddi tazminat talep edilmesine ilişkin olarak başvurunun Sözleşme’nin maddesiyle ilgili kısmının kayıttan düşürülmesine karar vermiştir. Ayrıca başvurucuların 6384 sayılı Kanun'la kurulan Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna (Tazminat Komisyonu) başvurması gerektiğine, diğer şikâyetlerle ilgili olarak ise başvuranlara toplam 000 avro manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Tazminat Komisyonuna Yapılan Başvuruyla İlgili Süreç Başvurucular, AİHM kararına istinaden 21/6/2017 tarihinde Tazminat Komisyonuna başvurarak tazminat talebinde bulunmuştur. Tazminat Komisyonuna -Tazminat Komisyonun 24/4/2018 tarihli kararındaki açıklamalar çerçevesinde- maliye uzmanı bilirkişi tarafından sunulan 21/3/2018 tarihli gayrimenkul değerleme raporunda; i. Taşınmazların uygulama imar planı ve yerleşim alanı dışında, ilçe merkezine yaklaşık beş km uzaklıkta bulunduğu, su, elektrik ve diğer altyapı hizmetlerinden yararlanmadığı, iki taşınmazın bitişik vaziyette ve yaklaşık %60 civarında eğimli, tamamen orman sahasında, üzerinde sık orman ağaçlarının olduğu belirtilmiştir. ii. Ayrıca söz konusu taşınmazlar üzerinde konut ya da herhangi bir ticari ve tarımsal faaliyetin yapılmasının mümkün olmadığı ve emsal alınan aynı mahalledeki taşınmazlar düz zemin olup, konut ve tarım için uygun olduğundan taşınmazların değerinin inceleme verilerinden çok daha düşük olması gerektiği açıklanarak taşınmazların mülkiyetinin kaybedildiği 2002 yılı birim bedellerinin 1,50 TL/m² olduğu izah edilmiştir.iii. 94 ada 12 parsel sayılı taşınmazın mülkiyetinin kaybedildiği 2002 yılı itibarıyla değerinin (537,45 m² x 1,50 TL) 806,175 TL, karar tarihi itibarıyla yasal faiz işlenmiş değerinin 680,305 TL ve TÜİK enflasyon oranlarına göre karar tarihi itibarıyla güncellenmiş değerinin ise 868,15 TL olduğu hesaplanmıştır.iv. 126 ada 2 sayılı taşınmazın mülkiyetinin kaybedildiği 2002 yılı itibarıyla değerinin (262,07 m² x 1,50 TL) 393,105 TL, karar tarihi itibarıyla yasal faiz işletilmiş değerinin 256,955 TL, TÜİK enflasyon oranlarına göre karar tarihi itibarıyla güncellenmiş değerinin ise 678,27 TL olduğu açıklanmıştır.v. Sonuç olarak her iki taşınmazın 2018 tarihi itibarıyla yasal faiz işletilmiş toplam değerinin 937,26 TL, TÜİK enflasyon oranlarına göre güncellenmiş toplam değerinin ise 546,42 TL olduğu tespit edilmiştir. Tazminat Komisyonu, maliye uzmanı bilirkişi raporundaki TÜİK enflasyon oranlarına göre güncellenmiş hesaplamayı esas alarak 24/4/2018 tarihinde 94 ada 12 parsel sayılı taşınmaz için 868,15 TL ve 126 ada 2 parsel sayılı taşınmaz için 678,27 TL olmak üzere toplam 546,42 TL tazminat ödenmesine hükmetmiştir. Tazminat Komisyonu kararının gerekçesinde; taşınmazların değerinin mülkiyetin kaybedildiği 24/6/2002 tarihi esas alınarak tespit edilmesi gerektiği açıklanarak millî emlak denetmeni tarafından hazırlanan ve Dışişleri Bakanlığı tarafından AİHM'e sunulan 11/6/2010 tarihli rapor ile bu rapor gözönünde bulundurularak güncellenen 20/5/2015 tarihli raporun dikkate alınmadığı vurgulanmıştır. Bununla birlikte taşınmazların tapu kaydının tazminat ödenmeksizin iptal edilmesi nedeniyle başvurucuların mülkiyet hakkının ihlal edildiği belirtilerek AİHM'in mülkiyet hakkına ilişkin yerleşik içtihadına göre başvurucuların tüm zararlarına hükmedildiği izah edilmiştir. Başvurucular, Tazminat Komisyonu kararına karşı itiraz kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucular itiraz dilekçesinde bilirkişi raporuna karşı itirazlarını da dile getirmiştir. Bu bağlamda gayrimenkul değerleme raporunun aksine taşınmazların bir kısmının 1/000 ölçekli imar planı ve belediye sınırları içinde olduğunu, -elektrik, su, kanalizasyon ve toplu ulaşım gibi- altyapı hizmetlerinden yararlandığını, taşınmazdaki eğimin %30 ile %50 arasında olduğunu, villa oturum alanına çok yakın olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca AİHM dosyasına sunulan bilirkişi raporlarında taşınmazın birim bedellerinin 10-30 TL/m² arasında belirtildiğini, komşu parselin birim fiyatının mahkemeye sunulan bilirkişi raporunda 2007 yılı itibarıyla 280 TL/m², 2010 yılı itibarıyla ise 500 TL/m² olarak belirlendiğini, taşınmazların tarla olarak değil arsa olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirterek 2010 yılı itibarıyla bölgedeki arsa birim fiyatının 000 TL/m² olduğunu beyan etmiştir. Başvurucuların Tazminat Komisyonu kararına karşı yaptıkları itiraz Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesince (Daire) 14/9/2018 tarihinde reddedilmiştir. Daire kararında; tazminat miktarının taşınmazların alanı, yerleşim yerlerine yakınlığı, çevresindeki taşınmazların durumu, yola yakınlığı, topoğrafik yapısı, orman sahasında yer alması, üzerinde konut ya da herhangi bir ticari ve tarımsal faaliyetin yapılmasının mümkün olmaması, emsal piyasa değerleri gibi taşınmazın değerini artıran ve azaltan tüm faktörler değerlendirilerek tespit edildiği belirtilmiştir. Bu nedenle tazmin kararında bireyin mülkiyet hakkının korunması ile kamu yararı arasında olması gereken adil dengenin gözetilmesi gerektiği yolundaki AİHM içtihatlarına aykırılık görülmediği ifade edilmiştir. Nihai karar, başvuruculara 11/10/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 5/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucular Yaşar Tepealan ve Ülfet Raşitoğlu başvurunun devamı sırasında vefat etmiş, mirasçısı olan başvurucular başvuruyu devam ettirmek istediklerini bildirmiştir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Cemile Gökhan ve diğerleri, B. No: 2015/1203, 23/5/2018, §§ 26-47; Arzu Kocakaya ve diğerleri, B. No: 2018/34900, 13/1/2022, §§ 21-35; ilgili Yargıtay içtihadı için bkz. Adile Şölen Yücel ve diğerleri, B. No: 2017/15169, 15/9/2020, §§ 27- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/32667 | Başvuru, taşınmazın tapu kaydının iptal edilmesine rağmen tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, hükümle birlikte verilen tutuklama kararına istinaden çıkarılan yakalama emri doğrultusunda ceza infaz kurumuna konulduğunu, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti olmadığı halde 23/9/2012 tarihinden beri tutuklu olması ve yargılama sürecinde usuli güvencelere uyulmaması nedeniyle Anayasa’nın ve maddelerinde güvence altına alınan kişi özgürlüğü ve güvenliği ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tahliye talebinde bulunmuştur. Başvuru, 24/12/2012 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir Bölüm Başkanı tarafından 15/5/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 15/5/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı benzer başvurulara ilişkin önceki görüşlerine atıf yaparak ayrıca görüş sunulmasına gerek görülmediğini bildirmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2010/283 sayılı ve 21/9/2012 tarihli kararıyla başvurucunun 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun ve maddeleri gereğince 16 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hakkında yakalama emri çıkartılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, hakkında çıkarılan yakalama emri doğrultusunda 23/9/2012 tarihinde tutuklanarak ceza infaz kurumuna konulmuştur. Başvurucu bu karara 26/9/2012 tarihinde itiraz etmiş, ancak itirazı Ağır Ceza Mahkemesi 23/10/2012 tarihinde reddetmiştir. Karar, başvurucu tarafından 28/11/2012 tarihinde öğrenilmiştir. Redde ilişkin gerekçede, başvurucunun sabit görülen eylemi sebebiyle verilen cezanın miktarı, mahkûm olunan suçun tutuklama nedeni var kabul edilen katalog suçlardan olması, bir kısım sanıkların yargılama aşamasında olduğu gibi karar sonrasında kaçmaya yönelik eylemlerde bulunması nedeniyle tutukluluk halinin devamını gerektiren şartların geçerliliğini sürdürdüğü ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı vurgulanmıştır. Anayasa Mahkemesine başvuru tarihi itibarıyla başvurucu hakkındaki dava Yargıtay’da derdesttir. Başvurucu 24/12/2012 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk İsnat olunan suçun işlendiği tarihte yürürlükte bulunan 765 sayılı Mülga Kanun’un maddesi şöyledir:“Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren menedenlerle bunları teşvik eyliyenlere ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası hükmolunur …” Aynı Kanun’un maddesi, işlendiği zamanda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası gerektiren suçun teşebbüs aşamasında kalması halinde failin on beş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmasını öngörmektedir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; (1)… Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220), Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308), Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),…(4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır.(2) Asliye ceza mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları, mahkemenin yargı çevresindeki sulh ceza mahkemelerinin; ağır ceza mahkemelerinde bulunan Cumhuriyet savcıları, ağır ceza mahkemesinin yargı çevresindeki asliye ve sulh ceza mahkemelerinin; bölge adliye mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları, bölge adliye mahkemelerinin kararlarına karşı kanun yollarına başvurabilirler.(3) Cumhuriyet savcısı, sanık lehine olarak da kanun yollarına başvurabilir.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/12 | Başvurucu, hükümle birlikte verilen tutuklama kararına istinaden çıkarılan yakalama emri doğrultusunda ceza infaz kurumuna konulduğunu, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti olmadığı halde 23/9/2012 tarihinden beri tutuklu olması ve yargılama sürecinde usuli güvencelere uyulmaması nedeniyle Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan kişi özgürlüğü ve güvenliği ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tahliye talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru, ortaklığın giderilmesi talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvurucuya ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvuru Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 9/5/2007 tarihinde açtığı davada yargısal süreç halen devam etmektedir. Başvurucu, açtığı davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine 24/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22187 | Başvuru, ortaklığın giderilmesi talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, pasaportun iptal edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2013 yılında Boğaziçi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümünü tamamlamıştır. Atatürk Enstitüsünde doktora öğrencisi olan ve Marmara Üniversitesinde araştırma görevlisi olarak görev yapan başvurucu, aynı zamanda Barış İçin Akademisyenler Bildirisi olarak bilinen metnin imzacılarındandır. Başvurucu 7/2/2017 tarihli 686 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) ekli listesine göre kamu görevinden ihraç edilmiş ve bu kapsamda başvurucunun umuma mahsus pasaportu 8/2/2017 tarihinde iptal edilmiştir. Ancak pasaport iptaliyle ilgili başvurucuya bir bildirim yapılmamıştır. Başvurucu, ihraç edilmeden önce yurt dışındaki çeşitli üniversitelere sosyoloji alanında doktora yapmak amacıyla başvuruda bulunmuştur. Amerika'da bulunan bir üniversite, başvurucuyu doktora programına kabul ederek 13/7/2017 tarihinde uçak bileti ve davetiye göndermiştir. Kamu görevinden ihraç edilmesi nedeniyle pasaportunun durumunu öğrenmek üzere Şişli Emniyet Müdürlüğüne giden başvurucunun pasaportu iptal edildiği gerekçesiyle muhafaza altına alınmıştır. Başvurucu, anılan idari işlemin iptali istemiyle İstanbul İdare Mahkemesinde 27/2/2018 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyetinin ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle hâkim kararına bağlı olarak sınırlanabileceğini, hakkında mahkeme tarafından verilmiş bir yurt dışına çıkış yasağı ya da adli soruşturma ve kovuşturma bulunmadığını belirtmiştir. Ayrıca hiçbir terör örgütüyle ilişkisinin mevcut olmadığını ve terör örgütleriyle ilgisinin, iltisakının olduğuna dair bir tespitin de mevcut olmadığını, terör örgütleriyle ilgili hiçbir vakıf, dernek veya şirketin kurucusu, yöneticisi veya çalışanı olmadığını vurgulayarak idari işlemin sebep unsurunun hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/5734 numaralı dosyası üzerinden soruşturma yürütüldüğünü, soruşturmanın konusunun "Barış İçin Akademisyenler Bildirisi" olduğunu ve bir yıldır devam eden soruşturmanın henüz sonuçlanmadığını belirtmiştir. Hakkında ceza soruşturması olmasının tek başına yurt dışına çıkışa engel bir durum oluşturmadığını, aynı zamanda yurt dışına çıkışı öngören hâkim kararının mevcut olması gerektiğini ancak anılan soruşturmada bu yönde bir karar olmadığını, yurt dışına çıkışının sadece idari bir kararla engellendiğini vurgulamıştır. Başvurucu; üniversiteyi onur derecesiyle bitirdiğini, Boğaziçi Üniversitesinde doktora yaptığını ayrıca yurt dışında üç üniversiteden burslu olarak doktora eğitimine kabul edildiğini, akademisyen olarak yurt dışında birçok konferansa katıldığını, dolayısıyla pasaportunun iptali nedeniyle yurt dışında çalışma ve mesleki kariyerini ilerletme olanaklarının elinden alındığını belirterek eğitim, özel yaşama saygı hakkı ile yerleşme ve seyahat özgürlüğünün ihlal edildiğini iddia etmiştir. İdare tarafından davaya verilen cevapta, başvurucunun pasaportunun 23/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin (KHK) (5) numaralı maddesi kapsamında 8/2/2017 tarihinde iptal edildiği belirtilmekle yetinilmiştir. Mahkeme 17/5/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. 667 sayılı KHK ve 686 sayılı KHK hükümleri uyarınca terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan ve bu nedenle kamu görevinden çıkarılan kişilerin kurumlarınca bildirim yapılacağı ve pasaport birimlerince pasaportlarının iptal edileceği belirtildiğinden OHAL mevzuatı kapsamında ve ihtiyati tedbir niteliğinde tesis edilen dava konusu pasaport iptali ve pasaporta elkoymaya ilişkin işlemlerde hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucunun istinaf talebi, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdare Dava Dairesinin 13/9/2018 tarihli kararıyla derece mahkemesinin kararının hukuka ve usule uygun olduğu belirtilerek reddedilmiştir. Nihai karar 17/10/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Öte yandan başvurucu hakkında terör örgütü propagandası yapmak suçundan yürütülen ceza soruşturmasında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 7/11/2019 tarihinde kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar vermiştir. Karar gerekçesinde Anayasa Mahkemesinin ihlal kararına atıfla, başvurucunun imza attığı bildirinin ifade hürriyeti kapsamında kaldığı, atılı suçun unsurlarının oluşmadığı ifade edilmiştir. İlgili hukuk (ulusal mevzuat, Anayasa Mahkemesi kararları, uluslararası düzenlemeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları) için bkz. Onur Can Taştan [GK], B.No: 2018/32475, 27/10/2021, §§ 24-32; Yağmur Erşan [GK], B. No: 2018/36451, 27/10/2021, §§ 22- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/32268 | Başvuru, pasaportun iptal edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, trafik kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkin davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular 6/4/2007 tarihinde dava açmıştır. Yargılama devam etmektedir. Başvurucular, yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla 17/5/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/17451 | Başvuru, trafik kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkin davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, Maliye Hazinesi tarafından 23/3/1990 tarihinde Savur Kadastro Mahkemesinde aleyhine açılan kadastro tespitine itiraz davasında yargılamanın halen devam ettiğini belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi zararının tazminini talep etmiştir. Başvuru, 27/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 28/11/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Birinci Bölümün 12/12/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 17/1/2014 tarihli görüş yazısı başvurucuya tebliğ edilmiş olup, başvurucu vekili tarafından 30/1/2014 tarihinde Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyan dilekçesi ibraz edilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: a. Mardin ili Savur ilçesinde 1984 yılında yapılan kadastro çalışmaları sonunda, 445 parsel numaralı taşınmaz başvurucu adına tespit edilmiştir.b. Maliye Hazinesi, 23/3/1990 tarihinde başvurucu aleyhine Savur Kadastro Mahkemesinde açtığı kadastro tespitine itiraz davasında 445 parsel numaralı taşınmazın Hazine arazisi olduğunu ileri sürerek tespitin iptalini talep etmiş, dava dosyası Mahkemenin 1990/7 esasına kaydedilmiştir. a. Mardin ili Savur ilçesinde yapılan kadastro çalışmaları sonunda, 446 parsel numaralı taşınmaz Baki Aslan adına tespit edilmiştir.b. Maliye Hazinesi, 23/3/1990 tarihinde Baki Aslan aleyhine Savur Kadastro Mahkemesinde açtığı kadastro tespitine itiraz davasında, 446 parsel numaralı taşınmazın Hazine arazisi olduğunu ileri sürerek tespitin iptalini talep etmiş, dava dosyası Mahkemenin 1990/8 esasına kaydedilmiştir. c. Mahkemece, 10/10/1990 tarih ve E.1990/8, K.1990/86 sayılı kararla; Mahkemenin E.1990/7 sayılı dava dosyası ile E.1990/8 sayılı dava dosyası arasında irtibat bulunduğu, her iki taşınmazın aynı vergi kaydına dayandığı gerekçesiyle her iki dava dosyasının birleştirilmesine, yargılamaya E.1990/7 sayılı dava doyası üzerinden devam edilmesine karar verilmiştir. a. Mardin ili Savur ilçesinde yapılan kadastro çalışmaları sonunda, 659 parsel numaralı taşınmaz Maliye Hazinesi adına tespit edilmiştir.b. Başvurucu, 15/6/1990 tarihinde Maliye Hazinesi aleyhine Savur Kadastro Mahkemesinde açtığı kadastro tespitine itiraz davasında 659 parsel numaralı taşınmazın kendisine ait olduğu ileri sürerek tespitin iptalini talep etmiş, dava dosyası Mahkemenin 1990/46 esasına kaydedilmiştir. c. Mahkemece, 9/12/1992 tarih ve E.1990/46, K.1992/52 sayılı kararla; Mahkemenin E.1990/7 sayılı dava dosyası ile E.1990/46 sayılı dava dosyası arasında irtibat bulunduğu, her iki taşınmazın aynı vergi kaydına dayandığı gerekçesiyle her iki dava dosyasının birleştirilmesine, yargılamaya E.1990/7 sayılı dava doyası üzerinden devam edilmesine karar verilmiştir. Belirtilen yargılama, Savur Kadastro Mahkemesinin E.1990/7 sayılı dava dosyasında devam etmektedir. B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Genel olarak görev” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kadastro mahkemesi; taşınmaz mal mülkiyetine ve sınırlı ayni haklara, tapuya tescil veya şerh edilecek veyahut beyanlar hanesinde gösterilecek sair haklara, sınır ve ölçü uyuşmazlıklarına, kadastroya ve tapu sicilini ilgilendiren benzeri davalara ve özel kanunlarca kendisine verilen işlere bakar; Kadastroya veya kadastro ile ilgili verasete ait uyuşmazlıkları çözümleyebileceği gibi, istek üzerine veraset belgesi de verebilir. ” 3402 sayılı Kanun’un “Kadastro davalarında usul” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kadastro hakimi, askı süresi içinde açılacak davalar ve kadastro müdürü tarafından mahkemeye tevdi olunacak taşınmaz mallara ait kadastro tutanakları ve mahalli hukuk mahkemelerinden devredilen işler hakkında dava dosyası açar. İlgililerin başvurusunu beklemeksizin kadastro tutanakları ile uyuşmazlığın çözümlenmesine etkili olabilecek kayıt ve diğer bilgileri ilgili dairelerden getirtir. Hakim, duruşma gününü taraflara Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen tebliğ eder.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama usulü” kenar başlıklı maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:“Kadastro mahkemesinde gelmeyen tarafın yokluğunda duruşma yapılır. Taraflardan hiç biri gelmez ise dosya işlemden kaldırılmaz. Hakim, toplanması mümkün olan delilleri inceler ve 30 uncu madde hükmünce işi karara bağlar.…Bu Kanunun tatbikinde ayrıca açıklık bulunmıyan hallerde basit yargılama usulü uygulanır.Kadastro mahkemeleri adli tatile tabi değildir.” 3402 sayılı Kanun’un “Deliller ve hakimin takdiri” kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:“Kadastro tutanaklarında beyanlarına başvurulan kişiler, bu beyanlarına gerekçe gösterilerek itiraz edilmedikçe, yeniden dinlenmezler. Ancak hakim, kadastro tutanağındaki beyanla, duruşma sırasında topladığı deliller arasında çelişki görürse, bunu gidermek için tutanakta beyanlarına başvurulan kimseleri tanık sıfatıyla yeniden dinleyebilir.Kadastro komisyonlarından gönderilen tutanaklar ile mahalli mahkemelerden devredilen dosyaların muhtevasından malik tespiti yapılamadığı veya dava açan mirasçının dışında başka mirasçıların da bulunduğu anlaşıldığı takdirde, hakim resen lüzum gördüğü diğer delilleri toplayarak taşınmaz malın kimin adına tescil edileceğine karar vermekle yükümlüdür. Taşınmaz malın ölü bir şahsa ait olduğu anlaşılır ve mirasçıları da tespit edilemezse, ölü olduğu yazılmak suretiyle o şahsın adına tescil kararı verilir.” 3402 sayılı Kanun’un “Kararların tebliği, kanun yollarına başvurma ve ilamların infazı” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kadastro mahkemesi kararları Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen taraflara tebliğ olunur.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama giderleri, kadastro harcı ve tahakkuku” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi şöyledir:“Bu Kanun gereğince resen yapılması gereken soruşturma ve tebligat işlemleri için zaruri giderler, ileride haksız çıkacak taraftan alınmak üzere bütçeye konulan ödenekten karşılanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7276 | Başvurucu, Maliye Hazinesi tarafından 23/3/1990 tarihinde Savur Kadastro Mahkemesinde aleyhine açılan kadastro tespitine itiraz davasında yargılamanın halen devam ettiğini belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi zararının tazminini talep etmiştir. | 1 |
Başvuru taşınmazın tapuya tesciline ilişkin kesinleşmiş yargı kararının uygulanmaması sebebiyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Tescil Davası Süreci Başvurucu Diyarbakır'ın Dicle ilçesine bağlı Çavlı köyünde bulunan ve tapuda kayıtlı bulunmayan iki taşınmazın kendi adına tescil edilmesi talebiyle 29/7/2009 tarihinde Dicle Asliye Hukuk Mahkemesinde Maliye Hazinesi, Çavlı köyü ve Orman Genel Müdürlüğü aleyhine dava açmıştır. Başvurucunun ayrıca aynı köyde yer alan bir başka taşınmaz yönünden açtığı tescil davası da bu dava ile birleştirilerek yargılamaya devam edilmiştir. Mahkeme 7/1/2010 tarihinde kadastro, ziraat ve orman alanlarında uzman teknik bilirkişiler eşliğinde dava konusu taşınmazın başında keşif yapmıştır. Keşif sırasında dinlenilen mahalli bilirkişiler ve davacı tanığı, bu taşınmazın 30-35 yılı aşkın bir süreden beri başvurucu tarafından tarla olarak kullanıldığını beyan etmişlerdir. Kadastro uzmanı teknik bilirkişinin 19/1/2010 tarihli raporunda, dava konusu taşınmazların Çavlı köyü kadastro çalışma alanı sınırı dışında bırakıldığı belirtilmiştir. Bu raporda ayrıca krokide (A) harfi ile gösterilen 691,23 m2 yüz ölçümlü kısmın bağ olarak, (B) harfi ile gösterilen 976,21 m2 yüz ölçümlü ve (C) harfi ile gösterilen 505,58 m2 yüz ölçümlü kısımların buğday ekilmek suretiyle tarla olarak kullanıldığı bildirilmiştir. Orman uzmanı teknik bilirkişi, bu taşınmazların en eski tarihli memleket haritası ve orman amenajman planında orman olmadığını ve bitki örtüsü ile toprak yapısına göre orman sayılmayan yerlerden olduğunu belirtmiştir. Ziraat uzmanı teknik bilirkişi raporunda da taşınmazın toprak yapısı, derinliği ve eğimi itibarıyla tarıma elverişli olduğu ifade edilmiştir. Mahkeme 7/7/2010 tarihinde davanın kabulü ile kadastro uzmanı teknik bilirkişinin raporunda (A), (B) ve (C) harfleri ile gösterilen taşınmazların tarla vasfında başvurucu adına tapuya tesciline karar vermiştir. Hüküm kesinleştiğinde kararın ve ekli krokili raporun tapu müdürlüğüne gönderileceği ayrıca belirtilmiştir. Kararın gerekçesinde, dava konusu taşınmazların yapılan keşif, dinlenilen tanık ve mahalli bilirkişi beyanları ile ziraat, orman ve kadastro uzmanı teknik bilirkişilerin raporlarına göre orman niteliğinde olmadığı belirtilmiştir. Mahkeme bu taşınmazların bulunduğu köyde yapılan kadastro çalışmalarının 30/4/1987 tarihinde kesinleştiğini, kesinleşme tarihinden itibaren on yıllık sürenin geçtiğini, bu yüzden kadastrodan önceki sebeplere dayanılmasının olanaksız olduğunu vurgulamıştır. Mahkeme bununla birlikte kadastro tespitinden sonra başvurucunun malik sıfatıyla aralıksız ve çekişmesiz olarak yirmi yıl boyunca söz konusu taşınmazlara zilyet olduğunu belirterek davanın kabulü gerektiği sonucuna ulaşmıştır. Orman idaresi ve Hazine tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesince 25/6/2012 tarihinde onanmıştır. Onama kararında, orman uzmanı bilirkişi tarafından eski tarihli hava fotoğrafları ve memleket haritasına dayalı olarak yöntemine uygun biçimde yapılan inceleme ve araştırmada çekişmeli taşınmazların orman sayılmayan yerlerden olduğunun anlaşıldığı belirtilmiştir. Daire ayrıca başvurucu yararına 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun maddesinde öngörülen kazandırıcı zamanaşımı yoluyla zilyetliğe dayalı olarak taşınmazı edinme koşullarının oluştuğunu gerekçe göstererek temyiz itirazlarını reddetmiştir.B. Kadastro Çalışmaları Süreci Uyuşmazlık konusu taşınmazların bulunduğu Çavlı köyünün bitişiğindeki Diyarbakır'ın Eğil ilçesine bağlı Bahşiler köyünde 2011 yılında kadastro çalışmaları yapılmıştır. Bu kadastro çalışmaları sırasında 104 ada 1 parsel sayılı taşınmaz orman vasıflı olarak, 142 ada 1 parsel sayılı taşınmaz ise ham toprak niteliğinde Hazine adına tespit edilmiştir. Yapılan bu sınırlandırma ve tespitler 21/6/2011 tarihinde kesinleştirilerek taşınmazlar tapuya tescil edilmiştir. Kararın Uygulanmasına İlişkin Süreç Mahkemece, hükmün karar düzeltme yoluna başvurulmadığı için 8/10/2012 tarihinde kesinleştiği tespit edilmiştir. Kesinleşme şerhinin düzenlenmesinden sonra 1/11/2012 tarihinde söz konusu karar ve eki krokili bilirkişi raporu Dicle Asliye Hukuk Mahkemesince Dicle Tapu Müdürlüğüne gönderilmiştir. Dicle Tapu Müdürlüğü değişiklik beyannamesi düzenlettirilmek üzere kararı Diyarbakır Kadastro Müdürlüğüne bağlı Ergani Kadastro Birimine göndermiştir. Ergani Kadastro Birimince yapılan inceleme sonucu dava konusu tesciline karar verilen taşınmazların Diyarbakır'ın Eğil ilçesine bağlı Bahşiler köyünde 2011 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında Hazine adına tespit ve tapuya tescil edilen 142 ada 1 parsel ve 104 ada 1 parsel sayılı taşınmazlarda kaldığını bildirmiştir. Ergani Kadastro Biriminin 21/1/2013 tarihli yazısı ile dava konusu taşınmazların kadastro sonucu Hazine adına tescil edilen taşınmazlardan terkini hususunda muvafakatının bulunup bulunmadığı Ergani Mal Müdürlüğünden sorulmuştur. Mal Müdürlüğü 12/4/2013 tarihinde muvafakatlarının bulunmadığını bildirmiştir. Diyarbakır Tapu ve Kadastro Bölge Müdürlüğü (Bölge Müdürlüğü) 20/8/2014 tarihinde tavzih talebinde bulunmuş ancak Mahkeme 23/9/2014 tarihinde kesinleşmiş kararın yerine getirilmesi gerektiği ve değiştirilemeyeceği gerekçesiyle tavzih talebinin reddine karar vermiştir. Eğil Tapu Müdürlüğü 12/12/2014 tarihinde Bölge Müdürlüğünden talimat talebinde bulunmuş, Bölge Müdürlüğü de konuyu Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüne (TKGM) intikal ettirmiştir. TKGM 6/3/2015 tarihinde Bölge Müdürlüğüne konu hakkında bir talimat yazısı göndermiştir. Bu yazıda, taşınmazların başvurucu adına tesciline ilişkin mahkeme kararının uygulanması durumunda aynı taşınmazların kadastro sonucu Hazine adına tescil edilmesi nedeniyle mükerrerliğe yol açılacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda yargı kararlarının bağlayıcılığına ilişkin Anayasa'nın maddesi ile ayrıca ormanların mülkiyetinin devredilemeyeceğine yönelik Anayasa'nın maddesine atıfta bulunulmuştur. TKGM, Bahşiler köyü 104 ada 1 parsel ile 142 ada 1 parsel sayılı taşınmazların tapu kütük sayfalarının beyanlar hanesine tescile yönelik mahkeme kararının bulunduğu yönünde belirtme yapılarak başvurucuya tapu iptali ve tescil davası açabileceği yönünde açıklayıcı bir yazı gönderilmesi gerektiğini bildirmiştir. Tapu Müdürlüğü bu talimat doğrultusunda 18/5/2015 tarihinde başvurucuya bildirimde bulunmuştur. Bu yazı başvurucuya 20/5/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler Başvurucu, uyuşmazlık konusu taşınmaza yönelik olarak Hazine aleyhine 9/6/2015 tarihinde Eğil Asliye Hukuk Mahkemesinde yine tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Mahkeme 17/11/2015 tarihinde davanın kabulü ile dava konusu taşınmaz bölümünün başvurucu adına tapuya tesciline karar vermiştir. Kararda, Dicle Asliye Hukuk Mahkemesinin daha önce kesinleşen kararı gerekçe olarak gösterilmiştir. Karar davalı Hazine tarafından temyiz edilmiş olup Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) sisteminden yapılan sorgulama sonucuna göre davanın Yargıtay Hukuk Dairesinde temyiz incelemesi devam etmektedir. A. Ulusal Hukuk Mevzuat Hükümleri 3402 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Kadastro müdürü çalışma alanında işe başlamadan önce mahalli hukuk mahkemesinde, bu alandaki taşınmaz mallar hakkında görülmekte olan kadastro ile ilgili davalarla hükme bağlanmış olup da henüz kesinleşmeyen davaların listesini alır ve bunu çalışma alanı ile ilgili tüm tapu, vergi, harita ve diğer belge örnekleri ile birlikte kadastro teknisyenliğine verir.Listenin müdür tarafından alınmasından sonra o çalışma alanında bulunan taşınmaz mallar hakkında mahalli hukuk mahkemelerine açılan davalar, derhal kadastro müdürüne bildirilir. Bu halde de kadastro müdürü, yukarıdaki fıkra hükmü uyarınca işlem yapar.Kadastro müdürü, bu listedeki davalı taşınmaz malların tespiti yapıldıktan sonra, bunlarla ilgili tutanakları bir hafta içinde kadastro mahkemesine gönderir ve durumdan listenin alındığı mahalli mahkemeyi haberdar eder.” 3402 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir. (Değişik ikinci fıkra: 3/7/2005 - 5403/26 md.) Sulu veya kuru arazi ayrımı, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu hükümlerine göre yapılır. (Değişik : 3/7/2005 - 5403/26 md.) 4342 sayılı Mera Kanununun 7 nci maddesinin üçüncü fıkrası gereği 3402 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılacak işlemlerde Kadastro Komisyonlarına konu uzmanı Ziraat Mühendisi dâhil edilir.Taşınmaz malın, yukarıdaki fıkranın kapsamı dışında kalan kısmının zilyedi adına tespit edilebilmesi için, birinci fıkra gereğince delillendirilen zilyetliğin ayrıca aşağıdaki belgelerden birine dayandırılması lazımdır....” 3402 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"30 günlük ilan süresi geçtikten sonra, dava açılmayan kadastro tutanaklarına ait sınırlandırma ve tespitler kesinleşir.Kadastro müdürü tarafından onaylanarak kesinleşen tutanaklar ile kadastro mahkemesinin kesinleşmiş kararları; kesinleşme tarihleri tescil tarihi olarak gösterilmek suretiyle en geç 3 ay içinde tapu kütüklerine kaydedilir.Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz...." 3402 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Mahalli hukuk mahkemelerinde görülmekte olan kadastro ile ilgili ve henüz kesinleşmemiş bulunan taşınmaz mala ilişkin davalar hakkında o taşınmaz mal için kadastro tutanağı düzenlendiği tarihte bu mahkemelerin görevi sona erer ve davalara ait dosyalar mahkemesine resen devrolunur." 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.Aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya yirmi yıl önce hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.Tescil davası, Hazineye ve ilgili kamu tüzel kişilerine veya varsa tapuda malik gözüken kişinin mirasçılarına karşı açılır.Davanın konusu, mahkemece gazeteyle bir defa ve ayrıca taşınmazın bulunduğu yerde uygun araç ve aralıklarla en az üç defa ilân olunur.Son ilândan başlayarak üç ay içinde yukarıdaki koşulların gerçekleşmediğini ileri sürerek itiraz eden bulunmaz ya da itiraz yerinde görülmez ve davacının iddiası ispatlanmış olursa, hâkim tescile karar verir. Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur....Kararda, tescili istenilen taşınmazın niteliği, yeri, sınırları ve yüzölçümü belirtilir ve karara, uzmanlarca düzenlenen teknik bilgileri içeren krokisi de eklenir....” 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Taşınmaz davalarında davacının lehine hüküm verildiği takdirde mahkeme davacının talebine hacet kalmaksızın hükmün tefhimi ile beraber hulasasını tapu sicili dairesine bildirir. İlgili daire bu ciheti hükmolunan taşınmazın kaydına şerh verir. Bu şerh, Türk Medeni Kanununun 1010 uncu maddesinin ikinci fıkrası hükmüne tâbidir.Taşınmaz davası üzerine verilen karar ileride davacının aleyhine kesinleşirse mahkeme, derhal bu hükmün hulasasını da tapu sicili dairesine bildirir. " 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Kişiler hukuku, aile hukuku ve taşınmaz mal ile ilgili ayni haklara ilişkin kararlar kesinleşmedikçe yerine getirilemez." Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 24/2/2016 tarihli ve E.2014/8-1084, K.2016/158 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"...Olağanüstü zamanaşımı iddiası ile açılacak davalarda mülkiyet hakkının ne zaman kazanılacağıhususunda Mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin 639 maddesinde bir düzenlemeye yer verilmediğinden, oluşan yasal boşluk 1998 tarih 1996/4 Esas; 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı (YİBK) ile 'kazandırıcı zamanaşımı yolu ile tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK'nun 639/1 maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdasi nitelikte kararlardır, mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır' denilmek sureti ile giderilmiştir.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK'nun 713/ fıkrasının son cümlesinde ise; “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” ilkesi getirilmek suretiyle mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı sorunu yasal düzenleme ile çözülmüş ve 1998 gün 1996/4 Esas; 1998/3 Karar sayılı YİBK'nın uygulama kabiliyeti kalmamıştır. Anılan yasa hükmü sonucunda, mülkiyet 713/ fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak, yani hâkimin vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır. Başka bir deyişle, mahkeme kararımülkiyet yönünden 743 sayılı mülgaTürk Kanunu Medenisinin 639/2 maddesinin aksine kurucu değil açıklayıcı nitelik arz edecektir..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/3/2018 tarihli ve E.2017/12082, K.2018/3264 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Dosya kapsamına göre dava konusu yerin kamuya özgülendiği tarih olan 1996 gününden önce E. yönünden zilyetlikle kazanma koşullarının oluştuğu, 4721 sayılı 713/ maddesine göre mülkiyetin, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanıldığının hüküm altına alındığı, bu itibarla mahkemece verilen bu kararın esasen mülkiyetin tespiti mahiyetinde olduğu ve zilyetliği devralan davacı K.nın kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açma ehliyetinin bulunduğu anlaşıldığından, işin esasına girilerek ve dosyada mevcut raporlar denetlenerek sonucuna göre hüküm kurulması gerektiği gözetilmeden yazılı şeklide davacının dava açma ehliyeti bulunmadığından bahisle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından davasının ... görülmesini istemek hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarıa. Mülkiyet Hakkı Yönünden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), yargı kararlarının icra edilmemesini veya icrasının gecikmesini genellikle mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahale olarak kabul etmektedir (Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 40). AİHM yargı kararının uygulanmamasının adil yargılanma hakkı yanında mülkiyet hakkının da ihlaline yol açtığı sonucuna varmıştır (Burdov/Rusya, §§ 33-42). Bunun yanında müdahalenin mülkiyetinin kullanımının kontrolü çerçevesinde yoksun bırakma sonucuna yol açtığı değerlendirilen bir başvuruda AİHM, yargı kararının uygulanmaması nedeniyle kanunilik ölçütü yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, B. No: 6334/05, 23/10/2012, §§ 142-155). Öte yandan AİHM'e göre Sözleşme’nin maddesi ile ek 1 No.lu Protokol’ün maddesi devlete, yargı kararlarının uygulanması bakımından etkili bir sistem kurma yükümlülüğü getirmektedir (Fuklev/Ukrayna, B. No: 71186/01, 7/6/2005, § 84). AİHM, başvurucu lehine kesinleşmiş bir yargı kararının sonradan yeniden gözden geçirme suretiyle değiştirilerek başvurucunun taşınmazından yoksun bırakılmasının mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığını kabul etmiştir (Brumarescu/Romanya [BD], B. No: 28342/95, 28/10/1999, §§ 66-80). AİHM ihlalin giderimi bakımından ise eski hâle getirme kuralı çerçevesinde aynen iadesi gerektiğini belirtmiştir (Brumarescu/Romanya [BD] (A.T.), B. No: 28342/95, 23/1/2001, § 22). AİHM bu kararda hükûmetin başvurucunun yeni bir dava açabileceği yönündeki savunmasını ise kabul etmemiştir (Brumarescu/Romanya (A.T.), § 22). Öte yandan AİHM ölçülülük bağlamında dile getirdiği iyi yönetişim ilkesinin kamu yararı kapsamında bir konu söz konusu olduğunda kamu makamlarının uygun zamanda, uygun yöntemle ve her şeyden önce tutarlı olarak hareket etmesini gerektirdiğini vurgulamıştır (Bogdel/Litvanya, B. No: 41248/06, 26/11/2013, § 65; Krstić/Sırbistan, B. No: 45394/06, 10/12/2013, § 78). Ancak AİHM'e göre eski bir yanlışın düzeltilmesi gereği, meşruiyeti kamu otoritesinin eylemine dayalı olarak birey tarafından iyi niyetle kazanılmış yeni bir hakka orantısız bir şekilde müdahale etmemelidir. Başka bir ifadeyle kendi prosedürlerine uymayan ya da onlara bağlı kalmayan devlet makamlarının yanlış davranışlarından fayda elde etmelerine ya da yükümlülüklerinden kaçmalarına izin verilmemelidir (Bogdel/Litvanya, § 66). AİHM mülkiyetin hatalı olarak başkasına devredilmekle yoksun bırakılmaya yol açılan müdahaleler yönünden iyi yönetişim ilkesinin kamu makamlarına hatalarını uygun bir biçimde düzeltme yükümlülüğü getirdiği gibi ayrıca iyi niyetli mülk sahibine yeterli bir tazminat ödenmesini veya uygun bir başka giderim sağlanmasını da gerektirdiğini kabul etmiştir (Bogdel/Litvanya, § 66; Moskal/Polonya, 69; Pincová ve Pinc/Çek Cumhuriyeti, B. No: 36548/97, 5/11/2002, § 53; Toşcuţă ve diğerleri/Romanya, B. No: 36900/03, 25/11/2008, § 38).b. Adil Yargılanma Hakkı Yönünden AİHM yerleşik içtihadına göre Sözleşme'nin maddesinin paragrafının herkesin bir mahkeme veya yargı yeri önüne getirilen medeni hak ve yükümlülüklerine ilişkin herhangi bir iddiada bulunma hakkını güvence altına aldığını tekrarlamaktadır. Bu yolla, medeni uyuşmazlıklarla ilgili mahkemeye başvurma hakkına ilişkin erişim hakkının bir yönünü oluşturan mahkeme hakkı somutlaştırılmaktadır. Bununla birlikte bir taraf devletin iç hukuk sistemi, nihai ve bağlayıcı bir yargının kararının (davanın) bir tarafın(ın) zararına olacak şekilde hükümsüz/etkisiz kalmasına izin verirse bu hak aslından yoksun hâle gelebilir. AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesinin paragrafının yargı kararlarının uygulanmasını korumaksızın, davacılara garanti edilen -yargılamanın adil, kamuya açık ve makul süreli olması gibi- usule ilişkin güvenceleri detaylarıyla tanımlaması gerektiği tasavvur edilemez. Bu maddeyi yalnızca mahkemeye erişim ile yargılamaların yürütülmesi ilgili olarak yorumlamak, taraf devletlerin Sözleşme'yi onayladıkları esnada saygı duymayı taahhüt ettikleri hukukun üstünlüğü ilkesine aykırı durumlara yol açabilir. Dolayısıyla AİHM herhangi bir mahkeme tarafından verilen bir kararın icra edilmesinin maddenin amaçları bakımından yargılamanın ayrılmaz bir parçası olarak kabul etmiştir (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40; Burdov/Rusya, § 34). Mahkeme hakkı, bir mahkeme kararı vasıtasıyla yalnızca hak sahipliğinin tanınmasını güvence altına alan teorik bir hak değildir; aynı zamanda kararın icra edileceğine dair meşru bir beklentiyi de içerir. Davacıların etkili bir şekilde korunması ve evvelki hukuki durumun yeniden tesis edilmesi, idari yetkililerin bağlayıcı bir hükme riayet etme yükümlülüğünü zorunlu kılmaktadır (Apostol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/11/2016, § 54). Davaya taraf olan kişinin etkin korunması ve hukuka uygunluğun sağlanması, idarenin kendisi hakkında verilebilecek nihai yargı kararlarına uymasını gerektirmektedir. İdare yargı kararını uygulamayı reddediyor, ihmal ediyor ya da onu uygulamayı geciktiriyorsa bu durumda davada taraf olan kişinin davanın safahatı süresince yararlandığı Sözleşme’nin maddesinde öngörülen teminatlar her türlü varlık nedenini kaybetmektedir (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, § 115). AİHM, infaz usulleri ve idari sistemi ne kadar karmaşık olursa olsun devletin Sözleşme gereğince herkesin kendi lehine verilmiş, uygulanması zorunlu ve bağlayıcı yargı kararlarının makul bir sürede uygulanması hakkını teminat altına alma yükümlülüğü altında olduğunu vurgulamıştır. Aynı şekilde hiçbir devlet makamı, örneğin bir yargı kararıyla tespit edilen bir borcun ödenmemesine mali veya diğer kaynakların eksikliğini bahane gösteremez. AİHM ilgililerin bir yargı kararının uygulanmasını mümkün kılacak veya hızlandıracak bazı usule ilişkin girişimlerde bulunmak zorunda kalabileceklerini ancak kişilerden beklenen iş birliği yükümlülüğünün mutlak gereklilik düzeyini aşmaması gerektiğini ve her hâlde bu yükümlülüğün idareyi, aleyhine verilen kararı infaz etmek için Sözleşme’de öngörüldüğü şekilde elindeki bilgilere dayanarak, kendiliğinden ve öngörülen zamanda hareket etme zorunluluğundan muaf tutmaması gerektiğini belirtmiştir (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, §§ 116,117). AİHM her halükârda, devlet aleyhine bir yargı kararı aldırmış bir kişinin, kararın cebri icrasını sağlamak için ayrı bir dava açmak zorunda olmadığını vurgulamıştır. AİHM'e göre verilen bir yargı kararının uygulanmasını teminat altına almak, bu zorunlu ve bağlayıcı kararın zamanında uygulanmasını sağlamak, bu kararın kesinleştiği ve infaz edilebilir hâle geldiği tarihten itibaren uygulamak kamu makamlarının öncelikli görevidir. Bu kararlar, davalı devletin ilgili makamına kurallara uygun olarak bildirilmelidir; böylece bu yetkili makam kararı uygulamak için gerekli tüm girişimlerde bulunmalı veya yargı kararlarının infazı konusunda yetkili bir diğer devlet kurumuna bu kararı iletmelidir. Cebren veya ihtiyari infaz usullerinin çakıştığı veya karmaşık olduğu hâllerde bu durum özellikle önemlidir zira kişi bu konuda hangi makamın yetkili olduğu konusunda haklı olarak şüpheye düşebilir(Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, § 118). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/9814 | Başvuru taşınmazın tapuya tesciline ilişkin kesinleşmiş yargı kararının uygulanmaması sebebiyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, patentin hükümsüzlüğüne karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 16/7/2015 ve 22/9/2015 tarihlerinde yapılmışlardır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2015/15756 sayılı başvurunun kişi bakımından aynı nitelikte olması nedeniyle 2015/11867 sayılı başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve başvuruların 2015/11867 sayılı dosya üzerinden incelenmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucu, 1996 yılında kurulmuş olan ve yüz kırktan fazla ülkede ilaç sektöründe faaliyet gösteren bir şirkettir. Başvurucu Şirket kronik miycloid lösemi ve gastrointestinal stromal tümörlerin tedavisinde kullanılmak üzere etken maddesi imatinib mesilat olan Glivec isimli bir ilaca yönelik olarak 22/4/2003 tarihinde Avrupa Patent Ofisi (EPO) nezdinde patent başvurusunda bulunmuştur. EPO başvuruyu kabul ederek 26/9/2007 tarihinde Avrupa Patent Bülteni'nde ilan etmiştir. Başvurucu Şirketin kabul edilen Avrupa patentinin Türkiye'de geçerli olması için yaptığı talep Türk Patent ve Marka Kurumunca (TPMK) kabul edilmiş ve talep doğrultusunda 21/11/2007 tarihinde tescil işlemi yapılmıştır.B. Patentin Hükümsüzlüğü Davası İlaç San. ve Tic. Ltd. Şti. patentin hükümsüzlüğü ve sicilden terkini istemiyle İstanbul Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinde başvurucu Şirket aleyhine 21/1/2008 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde, bu patente konu farmasötik maddenin tekniğin bilinen durumuna dâhil olduğu ve daha önce 1992 ile 1998 yıllarında tescil edilen patentlerde açıklandığı belirtilmiştir. Ayrıca patente konu maddenin lösemi tedavisinde kullanımı ve dozlarının da yeni olmayıp 1992 rüçhan tarihli imatinib temel patentinde yer aldığı, ilaçların kullanım dozajlarına göre tablet hazırlanmasının ise buluş olarak kabul edilemeyeceği belirtilmiştir. Bu bağlamda davaya konu patent bakımından yeni ve tekniğin bilinen durumunu aşan bir unsurun bulunmadığı ileri sürülmüştür. Başvurucu Şirket ise imatinib mesilat, imatinib mesilat alfa ve beta kristal formlarının daha önce tescil edildiğini ancak dava konusu patentin imatinib mesilatın hastalar tarafından rahatlıkla alınabilecek günlük dozaj miktarını temin ederek bu alandaki oral dozaj şekillerine yönelik ihtiyacı karşılayan bir buluş olduğunu savunmuştur. Başvurucu Şirket ayrıca, söz konusu patentin inceleme raporunun EPO tarafından hazırlanmış olduğunu ve bu patentin müvekkilinin başvurusuna konu buluşunun yapılan inceleme ve araştırmalar neticesinde yeni, sanayiye uygulanabilir ve tekniğin bilinen durumunu aşar nitelikte olduğunun tespit edilmesi neticesinde verildiğini belirtmiştir. Mahkeme, konu hakkında eczacılık alanında uzman iki proseför unvanlı bilirkişi ile kimya mühendisinden oluşturulan üç kişilik bir kuruldan bilirkişi raporu aldırmıştır. Bilirkişi Kurulunun 8/12/2009 tarihli raporunda özetle şu tespitlere yer verilmiştir:i. Patentin çözdüğü teknik problem, yüksek dozda imatinib aktif maddesini içeren tablet üretimidir.ii. Patentte bu sorunun %30-80 oranında aktif madde kullanımı ile çözüldüğü, bu tabletin üretimi esnasında karşılaşılan teknik sorunların ise yaş granülasyon ve kompresyon yöntemleriyle çözüldüğü ifade edilmiştir.iii. Sonuç olarak yaş granülasyon ve rahatlıkla alınabilen imatinib içeren dozaj şekillerinin patentte tarif edilen yöntemlerle üretiminin tekniğin bilinen durumunu aşmadığı, yenilik ve buluş özelliği içermediği belirtilmiştir. Başvurucu Şirketin bu rapora itiraz etmesi üzerine itirazlar hakkında bir değerlendirme yapılması için aynı heyetten ek rapor alınmıştır. 16/4/2010 tarihli ek raporda şu tespitlere yer verilmiştir:i. Yenilik ve tekniğin bilinen durumunu aşma kriterleri incelenirken tekniğin bilinen durumunda mevcut olan tüm belgelerin dikkate alınacağı belirtilmiştir. Bilirkişi Kurulu tekniğin bilinen durumunda sadece daha önce üretilmiş olan ürünler gibi bir kısıtlamaya gidilmediğini, bunun yerine tekniğin bilinen durumunda var olan tüm bilgi ve belgelerin incelendiğini vurgulamıştır.ii. Ayrıca bir patentin yenilik ve buluş basamağı incelenirken patentin koruma kapsamını belirleyen istemlerin dikkate alınacağı, talepte yer almayan unsurların koruma altına alınamayacağı ifade edilmiştir. Bilirkişilere göre başvurucu, patent talebinde yer almayan unsurların yeni olup olmadığı ve bu hususların buluş özelliği taşıyıp taşımadığına yönelik sorular yöneltmiştir. iii. Bilirkişi heyetine göre ilk raporda değinilen belgeler, internette standart bir arama motoru ile gerçekleştirilen bir araştırma ile rahatlıkla erişilen belgelerdir. Sonuç olarak bu belgeler gözönünde bulundurulduğunda dava konusu patentin yenilik ve tekniğin bilinen durumunu aşma özelliklerine sahip olmadığı görüşü bildirilmiştir. Mahkeme, bu bilirkişi raporlarını hükme esas alarak 24/1/2013 tarihinde davanın kabulü ile davaya konu patentin hükümsüzlüğüne ve sicilden terkinine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; dosya kapsamında alınan Yargıtay denetimine uygun, ayrıntılı ve gerekçeli bilirkişi raporları ile davaya konu ve başvurucu Şirket adına tescilli bulunan patentin yeni ve buluş basamağı niteliğini haiz olmadığı belirtilmiştir. Temyiz edilen karar Yargıtay Hukuk Dairesince 17/9/2014 tarihinde onanmıştır. Başvurucu şirketin karar düzeltme istemi de aynı Daire tarafından 16/4/2015 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar başvurucu Şirket vekiline 17/6/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu Şirket 16/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Tazminat Davası Başvurucu Şirket ayrıca bilirkişilerin gerçeğe aykırı rapor düzenlediklerinin tespiti ve zararının tazmini istemiyle 7/9/2012 tarihinde İstanbul Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme 24/9/2012 tarihinde dava şartı yokluğundan davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, taleplerin asıl davada ileri sürülebilecek hususlardan olup ayrı bir dava konusu yapılmasının usul hükümlerine göre mümkün olmadığı belirtilmiştir. Temyiz edilen karar Yargıtay Hukuk Dairesince 11/9/2014 tarihinde gerekçesi düzeltilerek onanmıştır. Onama kararında, bilirkişilerce rapor düzenlenen davanın sonuçlanmadığı ve bu aşamada dava şartının oluşmadığı yönündeki gerekçe yerinde görülmemiştir. Daire, bilirkişilerin hukuki sorumluluğunun 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinde ayrıntılı olarak düzenlenmiş olduğunu ve özel olarak getirilen bu düzenlemenin haksız fiil sorumluluğuna ilişkin genel hükümlere dayanılarak bertaraf edilemeyeceğini belirtmiştir. Daire temyize konu karardaki diğer gerekçeler yönünden usul ve kanuna aykırılık bulunmadığını ifade ederek temyiz istemini yerinde görmemiştir. Başvurucu Şirketin karar düzeltme istemi de aynı Daire tarafından 30/4/2015 tarihinde reddedilmiştir. Başvuru formunda nihai kararın 17/6/2015 tarihinde tebliğ edildiği beyan edilmiştir. Başvurucu Şirket 22/9/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat Hükümleri Olay tarihi itibarıyla yürürlükte olan 24/6/1995 tarihli ve 551 sayılı mülga Patent Haklarının Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) maddesi şöyledir: “Yeni, tekniğin bilinen durumunu aşan ve sanayiye uygulanabilir olan buluşlar, patent verilerek korunur.” 551 sayılı mülga KHK'nın maddesi şöyledir:"Tekniğin bilinen durumuna dahil olmayan buluş yenidir.Tekniğin bilinen durumu, patent başvurusunun yapıldığı tarihten önce, buluş konusunda dünyanın herhangi bir yerinde toplumca erişilebilir yazılı veya sözlü tanıtım, kullanım veya bir başka yolla açıklanan bilgilerden oluşur.Patent başvurusu tarihinde veya bu tarihten sonra yayınlanmış olan ve patent başvurusu tarihinden önceki tarihli Türk patent ve faydalı model belgesi başvurularının yayınlanan ilk metinleri tekniğin bilinen durumuna dahildir. " 551 sayılı mülga KHK'nın maddesi şöyledir:"Buluş, ilgili olduğu teknik alandaki bir uzman tarafından, tekniğin bilinen durumundan aşikar bir şekilde çıkarılamayan bir faaliyet sonucu gerçekleşmiş ise, tekniğin bilinen durumunun aşıldığı kabul edilir." 551 sayılı mülga KHK'nın maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Patent isteme hakkı, buluşu yapana veya onun haleflerine ait olup, başkalarına devri mümkündür." 551 sayılı mülga KHK'nın maddesi şöyledir:"İncelenerek verilen patentin süresi başvuru tarihinden itibaren hesaplanan ve uzatılamayan yirmi yıldır.İncelemesiz verilen patentin süresi yedi yıldır. İnceleme talebinin yedi yıllık süre içinde yapılması ile inceleme sonucunda patent verilmesine kesin olarak karar verilmesi halinde patentin süresi başvuru tarihinden itibaren hesaplanan yirmi yıla tamamlanır. " 551 sayılı mülga KHK'nın maddesi şöyledir:"Patent hakkı sahibi, buluşun yeri, teknoloji alanı ve ürünlerin ithal veya yerli üretim olup olmadığı konusunda herhangi bir ayırım yapmaksızın patent hakkından yararlanır.Patent sahibinin, üçüncü kişiler tarafından izinsiz olarak aşağıda sayılanların yapılmasını önleme hakkı vardır.a-Patent konusu ürünün üretilmesi, satılması, kullanılması veya ithal edilmesi veya bu amaçlar için kişisel ihtiyaçtan başka herhangi bir nedenle olursa olsun elde bulundurulması;b-Patent konusu olan bir usulün kullanılması;c-Kullanılmasının yasak olduğu bilinen veya bilinmesi gereken usul patentinin kullanılmasının üçüncü kişiler tarafından başkalarına teklif edilmesi,d-Patent konusu usul ile doğrudan doğruya elde edilen ürünlerin satışa sunulması veya kullanılması veya ithal edilmesi veya bu amaçlar için kişisel ihtiyaçtan başka herhangi bir nedenle olursa olsun elde bulundurulması." 551 sayılı mülga KHK'nın maddesi şöyledir:"Patent başvurusu veya patent başkasına devir edilebilir, miras yolu ile intikal edebilir, kullanma hakkı lisans konusu olabilir. Patent başvurusu veya patent rehin edilebilir. Rehin hakkı bakımından Medeni Kanun'un rehin hakkına ilişkin hükümleri uygulanır.Patent başvurusu ve patent üzerinde sağlararası işlemler yazılı şekle tabidir." 551 sayılı mülga KHK'nın maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Patent başvurusunun veya patentin kullanma hakkı, milli sınırların bütünü içinde veya bir kısmında geçerli olacak şekilde, lisans sözleşmesine konu olabilir. Lisans, inhisari lisans veya inhisari olmayan lisans şeklinde verilebilir." 551 sayılı mülga KHK'nın maddesi şöyledir:"Patent başvuruları ve patent Yönetmelik hükümlerine uygun olarak Patent Sicili'ne kayıt edilir.Patentin gasbı ile ilgili 13 üncü maddenin birinci fıkrası hükmü saklı kalmak üzere, patent başvuruları veya patentlere ilişkin devirler ve lisanslar, patent başvurularını veya patentleri etkiyelen iradi veya mecburi tasarruflar, iyi niyetli üçüncü kişilere karşı Patent Sicili'ne kayıt tarihinden itibaren hüküm doğurur.Patent başvurusu veya patentten doğan haklar usulüne uygun bir şekilde Patent Sicli'ne kayıt edilmedikçe, üçüncü kişilere karşı ileri sürülemez.Patent başvurusu veya patentten doğan haklar, Patent Sicili'ne kayıt ettirilmedikçe, ürünlerin üzerinde bir patente dayandığı belirtilemez. Enstitü, patent sicilinde belirtilen ve resmi belgelere geçen işlemlerin hukuka uygun, geçerli ve etkin bir şekilde yapılmasını sağlar. Patent sicili alenidir." 551 sayılı mülga KHK'nın maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Aşağıdaki hallerde patentin hükümsüz sayılmasına yetkili mahkeme tarafından karar verilir:a- Patent konusunun, bu Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci ila 10 uncu maddelerinde belirtilen, patent verilebilirlik şartlarına sahip olmadığı ispat edilmişse;b- Buluşun, buluş konusunun ilgili olduğu teknik alanda bir uzmanın onu uygulamaya koyabilmesini mümkün kılacak yeterlikte, açık ve tam olarak tanımlanmadığı ispat edilmişse;c- Patent konusunun, yapılmış olan başvurunun kapsamı dışına çıktığı veya patentin 45 inci madde anlamında ayrılmış olan bir başvuruya veya 12 inci maddeye göre yapılan bir başvuruya dayandığı ve onların kapsamlarını aştığı ispat edilmişse;d- Patent sahibinin, 11 inci maddeye göre patent isteme hakkına sahip bulunmadığı ispat edilmişse." 551 sayılı mülga KHK'nın maddesi şöyledir:"Patentin hükümsüzlüğüne karar verilmesi halinde, kararın sonuçları geçmişe etkili doğar. Bu nedenle, patent veya patent başvurusuna, hukuki bakımdan bu Kanun Hükmünde Kararname ile sağlanan koruma, hükümsüzlük kapsamında doğmamış sayılır.Patent sahibinin kötü niyetli olarak hareket etmesinden kaynaklanan, zararın giderilmesine ilişkin tazminat talepleri saklı kalmak üzere, hükümsüzlüğün geriye dönük etkisi aşağıdaki durumları etkilemez.a- Patentin hükümsüz sayılmasından önce, bir patente tecavüz sebebiyle verilen hukuken kesinleşmiş ve uygulanmış kararlar;b- Patentin hükümsüzlüğüne karar verilmeden önce, yapılmış ve uygulanmış sözleşmeler. Ancak, hal ve şartlara göre, haklı sebepler ve hakkaniyet düşüncesi ile sözleşme uyarınca ödenmiş bedelin kısmen veya tamamen iadesi mümkündür.Bir patentin hükümsüzlüğüne ilişkin kesinleşmiş karar herkese karşı hüküm doğurur." Bu KHK 22/12/2016 tarihli ve 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu'nun maddesiyle yürürlükten kaldırılmıştır. 9/1/2001 tarihli ve 24282 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Avrupa Patentlerinin Verilmesi ile İlgili Avrupa Patent Sözleşmesinin Türkiye'de Uygulama Şeklini Gösterir Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesi şöyledir:"Türkiye'nin seçildiği bir Avrupa patenti, bu Yönetmeliğin 12 nci ve 13 üncü maddelerindeki koşulların sağlanması şartıyla, Avrupa Patent Ofisi tarafından, Avrupa patentinin verildiğine ilişkin ilanın yapıldığı tarihten itibaren, Türkiye'de verilen bir ulusal patent olarak kabul edilir." Yönetmelik'in maddesi şöyledir:"Sözleşmenin 99 uncu maddesine göre yapılan itiraz sonucunda değişen şekliyle verilen Avrupa patentleri için bu Yönetmeliğin 11 inci maddesi hükmü uygulanır." Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/6/2015 tarihli ve E.2014/19200, K.2015/7602 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Mahkemece iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre; hükümsüzlüğü istenilen davalıya ait 'sürgülü kapılar için kaydırma tekerleği askısı' başlıklı 2002 rüchan tarihli buluş için 2003 tarihinden itibaren yirmi yıl süre ile Avrupa Patent Sözleşmesi hükümlerine göre patent verilmiş bulunduğu, Avrupa Patenti Fasikülünün Türkçe çevirisinin sunulması neticesinde ulusal patent olarak TPE'de tescilinin yapıldığı, hükümsüzlük isteminin Avrupa Patent Sözleşmesi hükümlerine tabi olduğu, davalıya ait patentin 14 istemden oluştuğu, 1 nolu istemin buluşu en geniş kapsamıyla tanımlayan ana istem olduğu, 2-14 nolu istemlerin ise ana bağımlı istemler olduğu, davacı tarafından dosyaya sunulan tasarım ve patent belgeleri, mobilya dekorasyon katalog ve dergileri incelendiğinde davacı patentine konu buluşun hiçbirinde tanımlanmamaış olduğu, delil olarak sunulan bir kısım patent belgelerinin ise yargılama konusu patentin başvuru tarihinden daha sonraki tarihli olduğu, davacının kısmi hükümsüzlük talebi varsa ise de bir istemin kısmen hükümsüzlüğüne karar verilemeyeceği, ayrıca davalı patentindeki bağımlı istemlerin ana istemle birlikte hüküm ifade ettiği ve ana istem yeni olduğundan bu talebin yerinde görülmediği, yargılama konusu patentin hükümsüzlüğünü gerektirecek nedenlerin ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir....Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 30/6/2015 tarihli ve E.2014/14787, K.2015/8773 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...yukarıda da açıklandığı üzere, yenilik incelemesi bakımından genel ilkeler geçerli olacağından, hükümsüzlüğü istenilen uyuşmazlık konusu Avrupa patentinde yazılı istemler ile tanımlanan teknik soruna getirilen teknik çözümün; tekniğin bilinen durumuna ait döküman tekniğin bilinen durumuna dahil bir patent ise istem/istemlerin sağladığı koruma kapsamına göre dava konusu patent ikincil tıbbi kullanım patenti olarak nitelendirilse dahi, bunun daha önce tıbbi kullanımı bilinen bir maddenin ya da karışımın yeni bir hastalığın veya yeni bir hasta grubunun tedavisinde kullanım; hastaya yeni bir uygulama yöntemi (oral, rektal, enjeksiyon vb.) veya salt doz rejim veya miktarına ilişkin bulunup bulunmadığı gibi somut uyuşmazlığa özgü hususlar kuşkuya yer bırakmayacak şekilde belirlenip,böylece de yenilik ve buluş basamağı unsurlarına sahip olup olmadığının bilirkişi incelemesi yaptırılmak suretiyle değerlendirilmesi gereklidir. ...Bu durumda,uyuşmazlığın hakimin hukuki bilgisi ile çözümü mümkün olmayıp özel ve teknik bilgiyi gerektirmesi nedeniyle bilirkişi görüşü alınmak suretiyle öncelikle dava konusu ... sayılı Avrupa patentinin tedavi metoduna ya da ilaç yapım usulüne ilişkin olup olmadığının belirlenmesi ve tedavi usulüne yönelik bir buluş niteliğinde olmadığının anlaşılması halinde; bu kez her bir istem bakımından önceki döküman veya patent de koruma sağlayan unsur veya istemlere nazaran patentlenebilirlik şartlarını taşıyıp taşımadığının bilirkişi görüşü alınarak belirlenmesi gerekli olup, mahkemece bu yönde ve somut uyuşmazlığa özgü bir teknik araştırma ve hukuki değerlendirme yapılmaksızın yazılı gerekçe ile karşı davanın kabulü doğru görülmemiş kararın temyiz eden davacı–karşı davalı davalı yararına bozulması gerekmiştir..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/9/2017 tarihli ve E.2016/2842, K.2017/4725 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Hükümsüzlük davasının konusu olan .. sayılı patent, Türkiye'nin de taraf olduğu Avrupa Patent Sözleşmesi (EPC) hükümleri uyarınca Avrupa Patent Ofisi'ne (EPO) başvurusu yapılan ve başvuruda Türkiye'nin de belirtildiği EP... sayılı Avrupa Patenti'nin (EP) anılan Sözleşme hükümleri, 551 sayılı KHK ve Avrupa Patent Sözleşmesi Yönetmeliği uyarınca Türkiye'de geçerli ulusal patent olarak kabul edilerek tescil edilmiştir. Avrupa Patent Sözleşmesi Yönetmeliği'nin maddesine göre, Türkiye'nin seçildiği bir Avrupa Patenti, bu yönetmeliğin 12 ve maddelerindeki koşulların sağlanması şartıyla, Avrupa Patent Ofisi tarafından, Avrupa Patentinin verildiğine ilişkin ilanın yapıldığı tarihten itibaren Türkiye'de verilen bir ulusal patent olarak kabul edilir.Aynı yönetmeliğin maddesine göre de, Sözleşmenin maddesine göre yapılan itiraz sonucunda değişen şekliyle verilen Avrupa Patentleri için bu yönetmeliğin maddesi hükmü uygulanır. ...Bu durumda, öncelikle yukarıda belirtilen sözleşme ve yönetmelik hükümleri uyarınca davalı tarafından EP ... sayılı Avrupa patentin istemlerinde EPO nezdinde yapılan değişikliklerin EPO tarafından ilan edilip edilmediği TPE'den sorularak, Türkiye'de TR533 olarak kayıtlı patentin eşdeğeri Avrupa Patenti'nin istemlerini gösterir nihai metin dikkate alınmak suretiyle inceleme gerekçesi hükümsüzlük iddiasının araştırılması gerekirken eksik inceleme sonucu yazılı gerekçe ile davanın reddi doğru görülmemiştir..."B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Sözleşmeler Buluşların korunması konusunda Avrupa ülkeleri arasında iş birliğinin arttırılması, üye ülkelerin tümünde geçerli bir patent verilmesi sisteminin kurulması ve Avrupa ülkeleri arasında ortak bir patent hukukunun oluşturulması amacıyla düzenlenen Avrupa Patentlerinin Verilmesi ile İlgili Sözleşme (Avrupa Patent Sözleşmesi) 5/10/1973 tarihinde imzalanmıştır. Bu Avrupa Patent Sözleşmesi 29/1/2000 tarihli ve 23948 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 27/1/2000 tarihli ve 4504 sayılı Kanun ile uygun bulunmuştur. Avrupa Patent Sözleşmesi'nin maddesi şöyledir:"(1) Bu Sözleşmenin yetkisiyle verilen patentlere Avrupa Patentleri denilecektir. (2) Avrupa patenti, onun verildiği Üye Devletlerin her birinde, bu Sözleşme içinde aksi ifade edilmedikçe, o devlet tarafından verilen bir patent gibi aynı etkiye sahip olacak ve aynı şartlara tabi olacaktır."Avrupa Patent Sözleşmesi'nin maddesi şöyledir:"(1) Bir Avrupa patenti, 2 nci paragraf hükümleri uyarınca, verilişine ilişkin ilanın yayımı tarihinden itibaren, patentin verildiği uye ülkelerde patentin sahibine, o ülkede verilmiş olan bir ulusal patentin verdiği aynı hakları sağlar. (2) Avrupa Patenti'nin konusu, bir proses ise, patent ile sağlanan koruma bu proses ile doğrudan elde edilen ürünleri de kapsar. (3) Bir Avrupa patentinin ihlali, ulusal hukuklara göre işlem görür." Avrupa Patent Sözleşmesi'nin maddesi şöyledir:"Başvuru tarihine hak kazanmış bir Avrupa patenti başvurusu, belirlenmiş üye devlette, usulüne uygun yapılmış bir ulusal başvuruya eşittir. Aynı hüküm, Avrupa patent başvurusu için rüçhan talep edilmesi halinde de geçerlidir." Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadında çeşitli sınai haklar kişisel mülkiyete konu olabilmesi ve devredilebilmesi nedeniyle mülkiyet hakkı kapsamında görülmektedir (Smith Kline and French Laboratories Ltd/Hollanda (k.k.), B. No: 12633/87, 4/10/1990; patent yönünden bkz. Lenzing AG/Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 38817/97, 9/9/1998). Diğer taraftan fikrî haklar da benzer şekilde mülkiyet hakkı kapsamında görülmektedir (Melnychuk/Ukrayna (k.k.), B. No: 28743/03). Anheuser-Busch Inc./Portekiz ([BD], B. No: 73049/01, 11/1/2017) kararına konu olayda, başvurucu şirket Amerika Birleşik Devletleri'nde belirli bir marka adı altında alkollü içki satışı yapmaktadır. Bu şirket ürünlerini Avrupa'da da satmak amacıyla Portekiz Patent Dairesinden tescil talebinde bulunmuştur. Ancak Çek Cumhuriyeti'nde faaliyet gösteren bir şirket; bu alkollü içki üretiminin coğrafi işaret niteliği taşıdığını, 1895 yılından beri yerel adı taşıyan bu içkiyi üretime kendisinin yetkili olduğunu belirterek tescil talebine itiraz etmiştir. Tescil talebi karşılanmayan başvurucu şirket dava açmış ve kendi tescil talebi yanında coğrafi işarete ilişkin tescilin de terkinini talep etmiştir. İlk derece mahkemesi davayı kabul etmiş, bunun üzerine başvurucu şirket adına patent dairesince tescil işlemi gerçekleştirilmiştir. Ancak Çek şirketi bu defa iptal davası açmış, dava ilk derece mahkemesince reddedilmekle birlikte istinaf mahkemesi, kararı bozarak davanın kabulüne karar vermiştir. Portekiz Yüksek Mahkemesi de uluslararası ikili anlaşmalar gereği bu coğrafi işaretlerin koruma altında olduğunu belirterek temyiz talebini reddetmiştir (Anheuser-Busch Inc./Portekiz, §§ 12-24). AİHM öncelikle fikrî ve sınai haklar yönünden de Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin uygulanabilir olduğunu kabul etmiş ve somut olay bağlamında da tescil talebi için başvurulmasının da başvurucu şirkete bazı haklar sağladığına dikkat çekerek meşru beklenti incelemesi yapılmasına dahi gerek olmadan mülkiyetin korunmasına ilişkin Sözleşme maddesinin uygulanabilir olduğuna karar vermiştir (Anheuser-Busch Inc./Portekiz, §§ 66-78). AİHM bununla birlikte temyiz mahkemesinin uluslararası anlaşmaya dayalı yorumunun keyfî ve öngörülemez olmadığını ve iç hukukta başvurucuya bu yoruma karşı çıkma olanağının da yeterince tanındığını belirterek mülkiyet hakkına yapılan bir müdahalenin bulunmadığı gerekçesiyle Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin ihlal edilmediğine karar vermiştir(Anheuser-Busch Inc./Portekiz, §§ 79-87). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/11867 | Başvuru, patentin hükümsüzlüğüne karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yayımladığı bir haber nedeniyle adli para cezasıyla cezalandırılmasının başvurucunun ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Bir internet haber portalının genel yayın yönetmeni olan başvurucu 10/1/2013 tarihinde "İzmir Milli Eğitim öğrencileri intihara sürüklüyor" başlıklı bir haber yayımlamıştır. Bir lise müdürünü hedef alan haberin ilgili kısmı şu şekildedir: "İzmir Milli Eğitim Müdürlüğündeki skandallar bir türlü bitmiyor. Çünkü İzmir Milli Eğitim Müdürlüğünde yönetim zaafiyeti var. Müfettişler hatalı ve suçlu yöneticileri koruyor ve aklıyor. Çok ciddi konularda bile olayların üstü örtülüyor. Bir dönem ingilizce dersinde ergenekon sanıklarını öven öğretmen ve okul müdürü [Ö.A.] hiçbir şey olmamış gibi görevlerine devam etti. Dönemin Milli Eğitim Müdürü [R.Ü.], Milli Eğitim Bakanı [N.Ç.nin] talimatına rağmen soruşturmayı savsakladı ve olayın üstü örtüldü. O yıllarda Yıl Anadolu Lisesi müdürü [Ö.A.ydı]. [Ö.A.] Konya'nın Yeşildağ kasabasında doğdu. Çevresinde milliyetçi - muhafazakar olarak biliniyor. MHP'de milletvekili adayı oldu. Seçim çalışmaları yaptığı günlerde AK Parti hükümetine ve Cumhurbaşkanı [A.G.ye] ağır hakaretler ettiği iddia edildi... Görev yaptığı yıl Anadolu Lisesinde bazı bayan öğretmenlerle gizli aşk yaşadığı iddia edildi. İngilizce dersinde ergenekon sanığı [Ç.yi] öven öğretmene arka çıktı, devlet memuru olmasına rağmen başta ATV televizyonu olmak üzere tüm medyaya izinsiz açıklama yaptı. Bir öğrenciyi hedef gösterdi. Hedef gösterilen öğrenci, öğretmen ve öğrenciler tarafından mobbinge maruz bırakıldı. Okula birinci olarak giren öğrenci okuldan ayrılmak zorunda kaldı... [Ö.A.] yine bir öğrenciyi hedef gösteriyor yine bir öğrencinin hayatını karartıyor...[Ö.A.] yine korunuyor ve öğrenci intihara sürükleniyor... Yeni Asır'ın haberini okuduktan sonra peruklu müdür [Ö.A.nın] yine bir öğrencinin hayatını karartmak üzere olduğu hatta kararttığı açıkça görülüyor..." Haberlerin odağındaki okul müdürü Ö.A. (katılan), kendisine basın yoluyla hakaret ettiğinden bahisle 7/2/2013 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına başvurucu hakkında şikâyette bulunmuştur. Başvurucu haberde yer alan bilgilerin ilk defa kendisi tarafından kamuya duyurulmadığını, benzer konuda başka gazetelerin de haber yaptığını belirtmiştir. Bu bağlamda, ihtilaflı haberde paylaşılan ve mahkemece de katılanın onur ve şerefini rencide edici nitelikte olduğu değerlendirilen katılanın ağzında lolipop olan ve saçında peruk bulunan iki ayrı fotoğrafının memurlar.net isimli haber sitesinde 20/11/2009 tarihinde kamu ile paylaşılmış olduğu görülmektedir. Mezkûr haberde "[...] Daha önce de sanık [Ç.yi] övdüğü konuşmaları internete düşen okulun İngilizce öğretmeni [F.K.] hakkında inceleme başlatılmıştı. Milli Eğitim Bakanı [N.Ç.nin], 'yersiz ve yakışıksız' olarak nitelediği olayı soruşturan iki müfettiş, [F.K.nın], meslek ilkeleriyle bağdaşmayan ve kastı aşan ifadeler kullandığını tespit etmişti. Sorgulama neticesinde öğretmenin kınama cezasına çarptırılması istenmişti. Ancak Okul Müdürü [A.] ise olayın içeriğinden ziyade bunu internete 'sızdıran' öğrencilerin peşine düşmüştü. Şimdi de o müdürün ilginç fotoğrafları gündeme geldi. İnternette yayınlanan lolipoplu fotoğrafın altındaki, 'Bu muhterem zat, lolipop yalamayı çok sever. Kendisi İzmir Yıl Anadolu Lisesi Müdürü [Ö.A.] bakın, çocuklarımız kimlerin elinde görün...' ifadeleri dikkat çekiyor. Peruklu fotoğrafın altında ise şunlar yazıyor: 'Başına genç kız peruğu takmış bu adam, İzmir Yıl Anadolu Lisesi Müdürü [Ö.A.] bakın, çocuklarımız kimlerin elinde görün..." şeklinde ifadeler kullanılmıştır. 10/1/2013 tarihinde başka bir gazetenin internet sitesinde katılanın müdürü olduğu İzmir Güzelbahçe Cengiz Topel Lisesi hakkında haber yapıldığı, Şirince'ye düzenlenen okul gezisinde yaşananların ardından okulun sınıf öğrencisi 14 yaşındaki N.B.nin hayatının karardığı, okul gezisinde yaşananlar sebebiyle öğrencinin ailesinin okul yönetimine başvurduğu, okul yönetiminin soruşturmayı gizli yürütmek yerine N.B.nin başvurusunu öğretmen ve öğrencilerle paylaştığı, genç kıza arkadaşları tarafından "ispiyoncu" damgası vurulduğu ve öğrencilerin büyük kısmının genç kıza cephe aldığından N.B.nin de okula gidemediğinin belirtildiği görülmektedir. Haberin devamında ismi geçen öğrencinin okul gezisinde yaşananlardan sonra intihar girişiminde bulunduğu bilgisi de verilmiştir. Ayrıca öğrencinin babasının "eşim [H.] ile birlikte okula gidip okul müdürü [Ö.A.] ile görüştük. Bu görüşmenin ardından bizim için kabus dolu günler başladı. [...] Bana okul yönetiminden bazı kişiler kızınızın okulda can güvenliği yok, göndermeyin uyarısında bulundu. Kızımın hayatı karardı, psikolojisi bozuldu." şeklindeki ifadeleri de haberde yer almıştır. Haberin devamında okul müdürünün iddialara cevaben yaptığı -iddiaları yalanladığı- açıklamalar paylaşılmıştır. Yine 11/1/2013 tarihinde aynı gazetenin internet sitesinde aynı konuya ilişkin haber yapılmış, haberde "Güzelbahçe Cengiz Topel Lisesi sınıf öğrencisi N.B.nin hayatını karartan Şirince gezisi ve sonrasında genç kızın okulu bırakmasına kadar giden süreçle ilgili Y.A. Gazetesi'nin manşeti ses getirdi. Y.A.daki haberin ardından harekete geçen Vali [K.], olaya el koydu. Vali [K.], 'Konuyla ilgili müfettiş görevlendirdim. İddialar araştırılacak. Konunun takipçisi olacağım' diye konuştu." ifadeleri paylaşılmıştır. İzmir Asliye Ceza Mahkemesi yaptığı yargılama sonunda 10/2/2015 tarihinde başvurucunun sesli yazılı veya görüntülü bir ileti ile hakaret suçunu işlediği kanaatine vararak 200 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde, haberde kullanılan ifadelerin eleştiri sınırlarını aştığı, müştekinin fotoğrafının onur, şeref ve saygınlığı rencide edici nitelikte olduğu değerlendirilmiştir. Mahkeme kararının temyiz edilmesi üzerine 2/12/2019 tarihinde Yargıtay, hakaret suçunun uzlaşmaya tabi olduğu gerekçesiyle kararı bozmuştur. Bunu müteakip yeniden yargılama yapan ilk derece mahkemesi ise 7/1/2021 tarihinde hakaret suçunun sübuta erdiği kanaatiyle başvurucunun 100 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına miktar itibarıyla kesin olarak karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde, katılanın bazı öğretmenlerle gizli aşk yaşadığı iddiasının eleştiri ve sitemin ötesine geçtiği, yine katılanın peruklu lolipoplu fotoğrafının haberde kullanılmasının şeref ve saygınlığını rencide edici, onur kırıcı nitelikte olduğu belirtilmiştir. Başvurucu 8/2/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/4961 | Başvuru, yayımladığı bir haber nedeniyle adli para cezasıyla cezalandırılmasının başvurucunun ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/34458 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, psikolojik taciz nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Kocaeli Valiliği İl Emniyet Müdürlüğü bünyesinde polis memuru olarak çalışmaktadır. A. Başvurucu Hakkında Tesis Edilen Sicil İşlemleri 2006 ve 2008 yıllarında başvurucuya düşük sicil notu iddiasıyla başvurucu tarafından bu işlemlerin iptali için Kocaeli İdare Mahkemesinde iki ayrı dava açılmıştır. Kocaeli İdare Mahkemesi 30/12/2010 tarihinde 2006 yılındaki sicil notuna ilişkin davanın kabulü ile işlemin iptaline karar vermiş, karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. 2008 yılındaki sicil notuna ilişkin yargılamada da 31/12/2010 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiş, karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Anılan yargı süreçleri sonucunda idare, başvurucunun 2006 yılına ilişkin sicil notunu 90 olarak, 2008 yılı notunu ise 94 olarak belirlemiştir.B. Başvurucu Hakkında Tesis Edilen Atama İşlemleri Kocaeli İl Emniyet Müdürlüğünün 6/3/2009 tarihli kararı ile Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele branşında görev yapan başvurucunun Genel Hizmet statüsünde görevlendirilmesine karar verilmiştir. Başvurucu 27/7/2009 tarihli karar ile Eskişehir İl Emniyet Müdürlüğüne naklen atanmış ve Han ilçesinde görevlendirilmiştir. Anılan karar, Kocaeli İdare Mahkemesinin 29/4/2010 tarihli kararı ile hukuka aykırı bulunarak iptal edilmiş; başvurucu yeniden Kocaeli İl Emniyet Müdürlüğünde göreve başlamıştır. Karar, Danıştay Beşinci Dairesinin 5/12/2013 tarihli karar düzeltme talebinin reddine dair kararıyla kesinleşmiştir. Başvurucu 27/9/2011 tarihinde Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyet dilekçesi vererek il dışına atanmasına etki ettiğini iddia ettiği amirler hakkında görevi kötüye kullanma suçundan suç duyurusunda bulunmuştur. Başlatılan soruşturmada Kocaeli Valiliğinden soruşturma izni istenilmiş, Kocaeli Valiliği İl İdare Kurulunun 23/1/2012 tarihli kararı ile soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir. Başvurucu bu karar hakkında Sakarya Bölge İdare Mahkemesi nezdinde itirazda bulunmuş olup 16/5/2012 tarihinde itirazın reddine karar verilmiş ve karar kesinleşmiştir. Başvurucu 27/1/2012 tarihinde Kocaeli İl Emniyet Müdürlüğü bünyesindeki önleyici hizmetler biriminden İzmit İlçe Emniyet Müdürlüğü Sümer Polis Karakoluna atanmıştır. Başvurucu 25/6/2012 tarihinde Sümer Polis Merkezi Amirliğinden, Bekirpaşa Polis Merkezi Amirliğine atanmış ve burada görev yaparken personel yetersizliği nedeniyle 8/9/2012 tarihinde -bir gün için- Trafik Denetleme Büro Amirliği bünyesinde geçici olarak görevlendirilmesine karar verilmiştir. Başvurucu Hakkında Tesis Edilen Disiplin İşlemleri Başvurucu 4/4/2012 tarihinde Kocaeli Gazetesi yazarı A.Y.nin internette bulunan Polis Eşleri başlıklı yazısına hakkını helal et şeklinde yorum yapmıştır. A.Y. bu yorum üzerine başvurucunun intihar edebileceği düşüncesiyle ihbarda bulunmuş, bu ihbar kapsamında başvurucunun evine gidilmiştir. 27/4/2012 tarihinde anılan olaya ilişkin ifadesi alınan başvurucu, 30/4/2012 tarihinde ruhsal durumunun tespiti için hastaneye sevk edilmiştir. Hastaneden alınan heyet raporunda başvurucunun sağlık sorunu bulunmadığı bildirilmiş, başvurucu hakkında disiplin işlemi yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucu 30/5/2012 tarihinde İzmit İlçe Emniyet Müdürlüğüne dilekçe vererek hastaneden alınan heyet raporunun örneğinin verilmesini talep etmiş, Sümer Polis Merkezi Amirliğinin 11/6/2012 tarihli kararı ile başvurucuya zorunluluk olmadan rütbe sırasına uymayarak başvuruda bulunmak fiili nedeniyle ikaz yazısı gönderilmiştir. Başvurucu hakkında "görev içinde ya da dışında âmir ya da üstlerinin eylem ya da işlemlerini eleştirici nitelikte söz söylemek ya da yazı yazmak" fiili nedeniyle soruşturma açılmış, 21/9/2012 tarihinde Kocaeli Valiliği İl Polis Disiplin Kurulu tarafından anılan fiilin sübuta ermemesi nedeniyle ceza tayinine mahal olmadığı kararı verilmiştir. Başvurucuya 11/2/2013 ile 17/2/2013 tarihleri arasında hastalık raporu verilmiş, bu raporun aslı başvurucunun görev yaptığı kuruma ibraz edilmemiştir. İzmit İlçe Emniyet Müdürlüğü tarafından 27/2/2013 tarihinde hastalık raporu alan personelin bu raporların aslını ibraz etmeleri gerektiğini bildirir yazının tüm personele tebliğ edilmesi yönünde karar alınmıştır. Tam Yargı Davası Süreci Başvurucu; idarenin kendisine karşı sürekli, düzenli ve sistematik olarak mobbing uygulaması nedeniyle manevi zarara uğradığını ileri sürerek 27/11/2013 tarihinde 000 TL manevi tazminat talebiyle tam yargı davası açmıştır. Kocaeli İdare Mahkemesinin 19/11/2014 tarihli kararıyla davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucu lehine tazminata hükmedilebilmesi için bu kişi hakkında tesis edilen işlemlerin hukuka aykırı olmasının yeterli olmadığı, ayrıca bu hukuka aykırılığın idarenin kusurundan da kaynaklanması gerektiği belirtilmiştir. Kararda, idarenin başvurucuya mobbing uygulandığı hususunda somut ve hukuken geçerli delil bulunmadığı, kusur sorumluluğunun kabul edilebilmesi için gerekli olan kusur, zarar, hukuka aykırılık ve uygun illiyet bağı şartlarının mevcut olmadığı vurgulanmıştır. Karar, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İkinci İdare Dava Dairesinin karar düzeltme isteminin reddine dair kararı ile 19/12/2016 tarihinde kesinleşmiştir. 12/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. İlgili hukuk için bkz. Mehmet Bayrakcı, B. No: 2014/8715, 5/4/2018, §§ 30-45; Ebru Bilgin [GK], B. No: 2014/7998, 19/7/2018, §§ 43- | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/16412 | Başvuru, psikolojik taciz nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kolluk görevlilerinin Gezi Parkı eylemlerine katılan gruba müdahale etmesi neticesinde yaralanma meydana gelmesi olayıyla ilgili etkili soruşturma yürütülmemesi ve olaydan dolayı oluşan zararların tazmini amacıyla açılan davanın reddedilmesi nedenleriyle kötü muamele yasağı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 15/5/2017 ve 11/9/2018 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2018/28111 numaralı bireysel başvuru ile mevcut başvuru arasında hukuki ve fiili irtibat olduğu değerlendirilerek başvuruların birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: 1954 doğumlu ve avukat olan başvurucu 16/6/2013 tarihinde İstanbul'da gerçekleşen Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen gösteride İnsan Hakları Derneği (İHD) gözlemcisi olarak görev yaptığını dile getirmektedir. Başvurucunun anlatımına göre olay tarihinde gerekmediği hâlde yoğun miktarda biber gazı kullandıkları için kolluk görevlilerini uyarmasından dolayı görevlilerin sözlü ve bedensel şiddetine maruz kalmış, bu nedenle sol ayak kemiğinin kırılması suretiyle yaralanmıştır. Başvurucu hakkında Adli Tıp Kurumu İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğü tarafından 9/1/2014 tarihli sağlık raporu düzenlenmiştir. Raporun ilgili kısmı şöyledir:"Ahmet Cihan'a ait Özel [Y.] Hastanesinin 2013 tarihli yazısı ekindeki 1815 nolu epikrizinde; 2013 tarihinde ayak bileğinin burkulması nedeniyle geldiği, harici muayenesini gösterir rapor bulunmadığı, Med-Mar görüntüleme merkezinin 2013 tarihli raporunda; metatars tabanı inferiolateral köşesinde minimal ayrışma ile gelen fraktür hattı bildirildiği, arızasının;Kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı,Basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLMADIĞI,Kırığın yaşam fonksiyonlarına etkisi Orta (2) derece olduğu"A. Kolluk Görevlileri Hakkında Yapılan Soruşturma Süreci Başvurucu, yaralanmasından sorumlu olan kolluk görevlileri hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) şikâyette bulunmuştur. Başvurucu şikâyet dilekçesinde; Gezi olayları olarak bilinen protesto eylemleri sırasında İHD gözlemci heyeti içinde bulunduğunu, yapılan polis müdahalesi sonucu İHD binasının içi yoğun gazla dolduğu için yaka kartını göstererek bina dışına çıktığını, polislere bina içinde hastaların olduğunu ve bu bölgede gaz kullanmamalarını söylemesi üzerine polislerin bir kısmının uyarılarını dikkate alarak gaz bombası atmaktan vazgeçtiğini, ancak içlerinden robokop kıyafetli bir polisin kendisine hakaret ederek saldırdığını ve gaz bombası attığını, bu nedenle yaralandığını ifade etmiştir. Dilekçede başvurucu ayrıca eylem içerisinde olmadığını, İHD binası önündeki sokağa giren yaklaşık 20 Çevik Kuvvet polisi bulunduğunu fakat bu kişilerden sedece ikisinin kendisine fiziksel müdahalede bulunduğunu belirtmiş; polislerin kasklarında numara olmaması nedeniyle kimseyi teşhis edemeyeceğini beyan etmiştir. Savcılık olay yerini ve anını gösteren kamera kayıtlarını araştırmışsa da başvurucunun yaralanmasını gösterir herhangi bir görüntüye ulaşamamıştır. Başvurucunun tanık olarak bildirdiği Ü.E., S.H. ve N.O.nun olaya ilişkin bilgileri Savcılıkça tespit edilmiştir. Tanıklar, başvurucunun yaralanmasına neden olan olaya karışan polisleri görmediklerini ve bu nedenle kimseyi teşhis edemeyeceklerini beyan etmişlerdir. Savcılıkça olay yerine yakın bölgelerde görevlendirilen Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personellerinden gaz/savuma/Zed tüfeği kullanmakla görevli oldukları belirtilenlere ait 16/6/2013 tarihli görev listeleri ile görevlendirilen grupların başlarında bulunan ve kullanılacak araç gereçleri tayin eden rütbeli personelleri gösterir isim listeleri ilgili kolluk birimlerinden temin edilmiş, bu listelere göre şüpheli polis memurlarının kimlikleri belirlenmiş ve olayla ilgili savunmaları alınmıştır. Şüpheli polisler savunmalarında genel olarak suçlamaları kabul etmemiş, yaralamanın meydana geldiği olay yerinde hiç görev almadıklarını, bu nedenle de olayla bir ilgilerinin olmadığını belirterek hiç kimseyi yaralayacak şekilde davranmadıklarını ve hakaret etmediklerini ifade etmişlerdir. Savcılıkça 6/6/2018 tarihinde, kimliği tespit edilen şüpheli polisler hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına ilişkin ek karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Müştekinin şikayetine konu olarak, müştekiyi yaralayan ve hakaret eyleminde bulunan şüphelinin yukarıda açık kimlik ve adres bilgileri yazılı polis memurları olduklarına ve üzerilerine atılı suçları işlediklerine dair haklarında kamu davası açmayı haklı kılacak yeterli delil elde edilemediğinden kamu adına Kovuşturmaya Yer Olmadığına " Başvurucunun Savcılığın ek kararına itirazı, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 7/6/2018 tarihli kararıyla reddedilmiş, anılan karar başvurucuya 16/8/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Savcılık tarafından kimliği belirlenen sekiz polis memuru hakkında kovuşturmama kararıyla birlikte aynı tarihte, başvurucunun yaralanmasına neden olan kimliği belirlenemeyen faillerin araştırması amacıyla daimî arama kararı verilmiştir. Başvurucu bu sürece ilişkin olarak 11/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun 2018/28111 numarasını alan söz konusu bireysel başvurusu aralarındaki bağlantı nedeniyle incelenen bu başvuruyla birleştirilmiştir. B. Vali ve İl Emniyet Müdürü Hakkında Yapılan Soruşturma Süreci Başvurucu, yaralanmasından sorumlu olan kolluk görevlilerinin yanı sıra İstanbul Valisi ve İl Emniyet Müdürü hakkında da Savcılığa suç duyurusunda bulunmuştur. Savcılıkça, Vali ve İl Emniyet Müdürü yönünden soruşturmanın ayrılması suretiyle görevsizlik kararı verilerek soruşturma dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Hakkında suç duyurusunda bulunulan kişilerin kamu görevlisi olduğu gerekçesiyle soruşturma izni verilmesi için dosya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından İçişleri Bakanlığına gönderilmiş, İçişleri Bakanlığınca 14/3/2014 tarihinde soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir. Bu karara yapılan itirazın Danıştay Birinci Dairesinin 7/5/2014 tarihli kararıyla reddedilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma 24/6/2014 tarihinde kayıttan düşürülmüştür. Tam Yargı Davası Süreci Başvurucu, kolluk görevlileri hakkındaki soruşturma devam ederken -Vali ve İl Emniyet Müdürü hakkında soruşturma izni verilmemesinden hemen sonra- 21/4/2014 tarihinde İstanbul Valiliğine (İdare) başvurarak kolluk görevlilerinin haksız eylemleri nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararlarının tazmin edilmesini talep etmiştir. İdarenin başvurucunun talebine cevap vermemesi üzerine başvurucu 8/9/2014 tarihinde İdare aleyhine tam yargı davası açmıştır. Başvurucu ayak bileği tarak kemiğinin kırılması nedeniyle İdarenin hizmet kusuru bulunduğunu, bu nedenle maddi ve manevi zararlarının tazmin edilmesi gerektiğini iddia etmiştir. İstanbul İdare Mahkemesince (İdare Mahkemesi) 5/1/2016 tarihinde başvurucunun davasının reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Olayda ; 2013 tarihinde İstanbul ili Taksim çevresinde meydana gelen olaylarda kalabalığa müdahale eden güvenlik güçlerinin kullandığı biber gazı fişeğinin davacıya isabet etmesi sonucu yaralandığından bahisle maddi ve manevi tazminat talepli iş bu dava açılmıştır. Dosyadaki bilgi ve belgelerden hareketle; 16/06/2013 günü Taksim Meydan ve çevresinde meydana gelen olayların yasadışı izinsiz eylem ve gösteri mahiyetinde olduğu ve bu sebebe binaen emniyet güçlerince olaya müdahale edildiği ve bedenî kuvvetin dışında basınçlı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller ile sair hizmet araçlarının müdahale aracı olarak kullanıldığı, kamuoyunun da malumu olduğu üzere olayların o güne özel değil günlerce sürecek şekilde süreklilik arz ettiği anlaşılmaktadır. Bu noktada dosyadaki belgelerden hareketle; davacının, güvenlik güçlerinin haksız sözlü ve fiili saldırısına uğradığından bahisle sol ayak bilek tarak kemiği kırıldığı iddia edilmiş ise de sunulan raporlardan ve sair belgelerden olayın bu sebebe binaen olduğu açık ve net ortaya konulamadığından idareyi kusurlu kılacak bir husustan söz edilemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır. Açıklanan nedenlerle, davanın reddine..." Başvurucu, İdare Mahkemesi kararına karşı istinaf talebinde bulunmuş, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdare Dava Dairesi tarafından istinaf talebi 27/12/2016 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucunun anılan kararın düzeltilmesi talebi, yine aynı Daire tarafından 28/3/2017 tarihinde reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 13/4/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/23740 | Başvuru, kolluk görevlilerinin Gezi Parkı eylemlerine katılan gruba müdahale etmesi neticesinde yaralanma meydana gelmesi olayıyla ilgili etkili soruşturma yürütülmemesi ve olaydan dolayı oluşan zararların tazmini amacıyla açılan davanın reddedilmesi nedenleriyle kötü muamele yasağı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluğa ilişkin incelemelerin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, savcılık görüşünün bildirilmemesi ve tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim güvencesine sahip olmayan, bağımsızlık ve tarafsızlık güvencelerinden yoksun sulh ceza hâkimliklerince karara bağlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının;hukukaaykırı bir şekilde üzerinde, konutta ve işyerinde arama yapılması nedeniyle özel hayata saygı ve konut dokunulmazlığı haklarının; ceza infaz kurumundaki birtakım uygulamalar ve tutulma koşulları nedenleriyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 27/4/2017 ve 10/5/2017 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Yapılan incelemede 2017/23185 numaralı başvurunun aynı kişi tarafından, aynı konuyla bağlantılı olarak yapıldığının anlaşılması nedeniyle 2017/21771 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Adana Adliyesinde hâkim olarak görev yapan başvurucu hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 13/10/2016 tarihinde FETÖ/PDY'nin hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) İkinci Dairesi 13/10/2016 tarihinde başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına, HSYK Genel Kurulu ise 15/11/2016 tarihinde başvurucunun meslekten ihracına karar vermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının başvurucunun da aralarında olduğu bir kısım şüpheli hakkında soruşturma işleminin yapılması yönündeki yazısı üzerine başvurucu, Adana Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla 17/10/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bu soruşturma kapsamında başvurucunun işyerinde 14/10/2016 tarihinde, evinde ise 19/10/2016 tarihinde arama yapılmıştır. Başvurucunun gözaltına alındığı sırada üzerinde de arama işlemi gerçekleştirilmiştir. Başvurucu 18/10/2016 tarihinde tutuklanması istemiyle Adana Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Adana Sulh Ceza Hâkimliği aynı tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Adana Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturmanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmesi gerektiğini belirterek 10/11/2016 tarihinde yetkisizlik kararı vermiştir. Yetkisizlik kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi olmaktan haklarında soruşturma yürütülen [başvurucunun da aralarında olduğu] şüpheliler hakkında atılı suçlardan Cumhuriyet Başsavcılığınız tarafından da ayrıca soruşturmanın yürütüldüğü, soruşturmalar arasında hukuki ve fiili bağlantı bulunduğu, soruşturmaların birleştirilerek sonuçlandırılmasının gerektiği, şüpheliler hakkında ilk usulü işlemlerin Cumhuriyet Başsavcılığınızca yapıldığı, CMK [Ceza Muhakemesi Kanunu] 13/3 maddesi uyarınca bu sebeple de Cumhuriyet Başsavcılığınızın yetkili olduğu..." Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 6/1/2017 tarihli ve 29940 Mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 680 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesi ile 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nun 93/ maddesinde hâkim ve savcıların kişisel suçları hakkında soruşturma yapma yetkisinin ilgilinin görev yaptığı yerin bağlı olduğu bölge adliye mahkemesinin bulunduğu yerdeki il Cumhuriyet başsavcılığına ait olduğu şeklinde değişiklik yapılmış olması gerekçesiyle 11/1/2017 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliği 10/3/2017 tarihinde, Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığının 7/3/2017 tarihli talebi üzerine başvurucunun tutukluluk durumunu incelemiş vetutukluluğunun devamına karar vermiştir. Başvurucu, anılan karara 24/3/2017 tarihinde itiraz etmiş; Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliği 7/4/2017 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu, anılan kararı 10/4/2017 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu -2017/21771 sayılı başvuru yönünden- 27/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliği 10/4/2017 tarihinde, Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığının aynı tarihli talebi üzerine başvurucunun tutukluluk durumunu incelemiş ve tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Başvurucu, anılan karara 19/4/2017 tarihinde itiraz etmiş; Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2017 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu, anılan kararı 26/4/2017 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu -2017/23185 sayılı başvuru yönünden- 10/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı 30/6/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açmıştır. Mahkeme 11/7/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2018/143 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 4/5/2018 tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Yapılan yargılama sonucunda Mahkeme, 26/2/2019 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Hükme karşı istinaf yoluna başvurulmuş olup bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla davanın istinaf incelemesi devam etmektedir. İlgili hukuk için bkz. Salih Sönmez (B. No: 2016/25431, 28/11/2018, §§ 33-56) başvurusu hakkında verilen karar. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/21771 | Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluğa ilişkin incelemelerin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, savcılık görüşünün bildirilmemesi ve tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim güvencesine sahip olmayan, bağımsızlık ve tarafsızlık güvencelerinden yoksun sulh ceza hâkimliklerince karara bağlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; hukuka aykırı bir şekilde üzerinde, konutta ve işyerinde arama yapılması nedeniyle özel hayata saygı ve konut dokunulmazlığı haklarının; ceza infaz kurumundaki birtakım uygulamalar ve tutulma koşulları nedenleriyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, göçmen kaçakçılığı suçundan yürütülen ceza soruşturması sırasında el konularak sicil kaydına tedbir uygulanan aracın, açılan kamu davasında yapılan yargılama neticesinde trafik sicilinde kayıtlı malikinin beraat etmesine rağmen öncesinde haricen satıldığı ve suçta kullanıldığı gerekçesiyle müsadere edilmesine karar verilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/6/2014 tarihinde Diyarbakır Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 29/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 1/4/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlıkça bir görüş bildirilmemiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuru Tarihine Kadar Yaşanan Gelişmeler 21 DP 724 plaka sayılı 2006 model Ford Transit marka beyaz renkliminibüs, trafik sicilinde başvurucu adına tescilli olup ticari minibüs işletim vergi levhası da başvurucu adına kayıtlıdır. 8/5/2009 tarihi saat 00 civarı S.B.nin sevk ve idaresindeki 21 DP 724 plaka sayılı minibüs, Elazığ ili Sivrice ilçesi Sanayi Mahallesi'nde bir petrol istasyonu yakınında Gözeli köyü istikametine dönerken orta refüje çıkarak lastiği patlamış; araç sürücüsü ise aracı ve içindeki Afganistan, Burma ve Pakistan uyruklu 41 göçmeni yol kenarında terk ederek olay yerinden ayrılmıştır. Olay hakkında "göçmen kaçakçılığı" suçu kapsamında yapılan ceza soruşturması sırasında Sivrice Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine 21 DP 724 plaka sayılı söz konusu minibüse, Sivrice Sulh Ceza Mahkemesinin 09/5/2009 tarihli ve 2009/122 Değişik İş sayılı kararıyla 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesine göre el konulmasına karar verilmiştir. Diyarbakır Emniyet Müdürlüğünce 15/05/2009 tarihinde bu aracın trafik siciline "satılamayacağına ve devredilemeyeceğine" dair şerh verildiğinin bildirilmesi üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı, aracı 27/5/2009 tarihinde yediemin sıfatıyla başvurucuya teslim etmiştir. Soruşturma sırasında ifadesi alınan araç sürücüsü S.B. "... ben akrabam Eyyüp Baran adına kayıtlı takribi 2,5 ay önce A.T.'nin satın almış olduğu 21 DP 724 plakalı minibüsle Doğanlı köyünden Diyarbakır'a yolcu taşımacılığı yaparım. 7/5/2009 günü benim gibi şöförlük yapan isimli şahıs bana Bingöl'de inşaat işçileri var onları Bingöl'den Malatya'ya götürmem halinde 850 TL para vereceklerini söyledi. Ben de kabul ettim... 08/5/2009 günü de sabah güneş doğarken Bingöl'de bulunan [dinlenme] tesisinden yolcuları aldım... Bingöl'den Diyarbakır'a oradan da Sivrice üzerinden Elazığ istikametine gidecektim... Sivrice kavşağında kaldırım taşına çarpmam neticesinde orta refüje çıktım ve arabanın sağ ön tekerleği kırıldı daha sonra bir kepçe geldi kepçeciye minibüsü refüjden indirttim ancak arıza fazla olduğu için arabayı sağa çektim..." şeklinde beyanda bulunmuştur. Yine soruşturma sırasında ifadesi alınan A.T. de "... 21 DP 624 plakalı Ford minibüs Eyyüp Baran adına kayıtlıdır, ancak ben bu aracı takribi 2,5 ay kadar önce 000 TL karşılığında Eyyüp Baran'dan noter satışı olmadan ve yazılı sözleşme yapılmadan sözlü anlaşmamızla satın aldım. Benim halen Eyyüp'e 000 TL borcum vardır, borcumun tamamını ödemediğim için [aracın] devrini de alamadım. Ben bu aracı ile Batur köyü ile Diyarbakır arasında yolcu taşıma işinde çalıştırırım, aracın şoförlüğünü de S.B. isimli şahıs yaklaşı 10 gündür yapmaktadır..." şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucu ise Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği ifadesinde "21 DP 724 plakalı beyaz renkli minibüs benim adıma kayıtlı ve tescillidir. Ben bu aracı yaklaşık 2,5 ay kadar önce dışarıda bulunan A.T. isimli şahsa 000 TL'ye sattım. Ancak kendisi tanıdığım olduğu için noter satışı yapmadık, ayrıca aramızda yazılı bir satış sözleşmesi de tanzim etmedik. Ben sözlü olarak bu aracı A.T.'ye sattım, parasının tamamını alamadığım için [aracın] devrini de yapmadım. Halen kendisinden 000 TL civarında alacağım vardır. A.T. de bu minibüsle Diyarbakır ile Batur köyü arasında taşımacılık yapmaktadır. Kendisi S.B. isimli şahsı şoför olarak tutmuştur. Dün beni A.T. aradı ve şoför S.'nin Sivrice'de kaza yaptığını, aracın orada olduğunu söyleyerek Sivrice'ye gitmemi [istedi]. Ben de kabul ettim, birlikte [gittik]. Ayrıca A.T., aracın mülteci kaçırma işinde kullanıldığı için görevlilerce çekilmiş olduğunu bana söyledi..." şeklinde beyanda bulunmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığının 8/9/2009 tarihli ve 2009/73 sayılı iddianamesiyle başvurucu, araç sürücüsü S.B., aracın haricen satıldığı söylenen A.T. ve diğer üç şüphelinin "göçmen kaçakçılığı yapma" suçundan 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ayrı ayrı cezalandırılmaları ve elkonulan 21 DP 724 plaka sayılı minibüsün 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre müsadere edilmesi talebinde bulunulmuştur. Sivrice Asliye Ceza Mahkemesinde görülen kamu davasının yapılan yargılaması sırasında araç sürücüsü S.B. istinabe yoluyla yaptığı savunmasında "... Ben 21 DP 724 plakalı minibüs ile Doğanlı köyünde Diyarbakır'a yolcu taşımacılığı işi yaparım. Bu araç A.T.'ye aittir. Bu aracı bildiğim kadarıyla Eyyüp Baran'dan satın almıştı ancak devir işlemlerini henüz yapmamışlardı. Olay tarihinde söz konusu araçla inşaat işçileri taşıyordum. Bunları Bingöl ilinden alıp Malatya iline götürecektim ancak yolda frenim patladığı için kaldırım taşına çarptım ve aracı durdurdum sağa çektim, daha sonra telefonla A.T. ile görüştüm, kaza yaptığımı söyledim, aracı orada bıraktım, içinde bulunan inşaat işçilerini Malatya'ya göndermek üzere minibüse bindirdim. Ben de Diyarbakır'a döndüm. A.T.'ye uğrayarak anahtarı çocuklarına verdim. Daha sonra kazanın olduğu yere gitmiş, aracı kaza yerinde görmeyince, beni aradı, birlikte trafik müdürlüğüne gittik, orada A.T.'ye aracın göçmen kaçakçılığında kullanıldığını söylemişler. A.T. bunu bana daha sonra söyledi, benim taşıdığım insanların hepsi inşaat işçileriydi, hatta ben mültecilerle yüzleştim ve kendilerini taşıyan şoförün benim olmadığımı söylediler..." beyanında bulunmuştur. A.T. ise savunmasında "... İddianamede belirtilen 21 DP 724 plaka sayılı minübüsüEyyüp Baran isimli kişiden satın almak üzere kendisi ile anlaşmıştık. Ancak aracı henüz satın almamıştım. Bu olayın meydana gelmesinden sonra aracı satın almaktan vazgeçtim..." beyanında bulunmuştur. Başvurucu da savunmasında "Ben adıma kayıtlı olan 21 DP 724 plakalı aracı suç tarihinden 2,5 ay önce daha önce çevre köylerden oturduğundan dolayı tanıdığımA.T. isimli şahsa 000 TL karşılığında sattım, bildiğim kadarıyla bu araca şoför olarak S.B.'yi işçi olarak tutmuştu, daha sonra A.T. telefonla beni arayarak aracın kaza yaptığını, kaza yerine gelmemi söyledi, ben de gittim. Araç üzerime kayıtlı olduğu için aracı karakoldan almaya gitmiştim..." beyanında bulunmuştur. Mahkeme, 8/12/2011 tarihli ve E.2009/115, K.2011/93 sayılı kararı ile başvurucunun 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (e) bendine göre beraatine ancak sanıklar , S.B., A.K. ve A.T.nin "göçmen kaçakçılığı" suçundan 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca her biri için ayrı ayrı 4 yıl hapis ve 000 TL adli para cezası ile cezalandırılmalarına karar vermiştir. Mahkeme aynı kararla ayrıca, suçta kullanıldığı gerekçesiyle başvurucu adına kayıtlı 21 DP 724 plakalı minibüsün 5237 sayılı Kanun'un maddesine göre müsadere edilmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"İddia, savunma, tanık anlatımları, mülteci ifadeleri, adli muayene raporu, telsiz kayıtları ve telefon görüşme dökümleri, olay yeri tutanağı, parmak izi ekspertiz raporu, el koyma kararı ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; 08/05/2009 tarihinde saat 15:00 sularında sanık S.B.'nin sevk ve idaresindeki 21 DP 724 plakalı minübüsün ilçemiz Irmaklar Petrol önünden Gözeli istikametine dönerken orta refüje çıktığı ve lastiğinin patlayarak durduğu, lastik tamircisi olan tanık A.Ö.'nün ve etrafta bulunan bir kaç kişinin daha aracın yanına gittiği, ancak araç şoförü sanık S.'nin yardımları kabul etmeyerek yoluna devam etmek istediği ve lastiği patlak halde Gözeli istikametine doğru hareket ettiği, ancak kısa bir süre sonra aracın kontak anahtarını almak suretiyle, aracı ve içindeki Afganistan, Burma ve Pakistan uyruklu 41 mülteciyi yol kenarında terk ederek olay yerinden ayrıldığı anlaşılmıştır.Bu olaydan 5 dakika önce petrol [istasyonu] önüne gelen 21 EJ 553 plakalı aracın içinde bulunan üç kişinin etrafı gözlediği ve az sonra kaza yapan 21 DP 724 plakalı aracın yanına gelerek araç şoförüne'bu kadar insan taşıyorsun dikkatli kullansana' diyerek kızdıkları ve sonra bu aracın olay yerinden ayrılarak Elazığ istikametine yönlendiği, yaklaşık yarım saat sonra aynı aracın içinde iki kişi olduğu halde Gözeli yoluna döndüğü, vatandaşların şüphelenerek durumu jandarmaya ihbar ettikleri anlaşılmıştır. Suç tarihinde sanık Eyyüp Baran adına kayıtlı ancak haricen sanık A.T.'ye satılan ve A.T.'nin emrinde şöförlük yapan sanık S.B.'nin 41 adet mülteciyi maddi bir menfaat elde etmek kastıyla yasal olmayan yollardan ülkeye sokarak ya da taşımak suretiyle ülkede kalmasına imkân sağladığı, aracın tescil harici maliki olduğunu beyan eden sanık A.'nın bu durumu bilmediğinin varsayılamayacağı, çünkü araç şöförünün sanık A.'nın direktifleri doğrultusunda çalıştığı, keza kazadan hemen sonra sanık S.'nin kontak anahtarını doğruca A.'ya götürdüğü, ancak tescil malikinin atılı suça iştirak ettiğine dair herhangi bir bilginin olmadığı, yine sanıklar A.K. ve 'nin mülteciler taşınırken kesme ya da kontrol uygulamasını bertaraf etmek amacıyla sanık K. adına kayıt ve tescilli 21 EJ 553 plakalı Renault Laguna marka otomobille minibüse gözcülük yaptıkları, sanık S.'nin hazırlık beyanı, tanık A.Ö.'nün beyanı, TİB kayıtları ve kendilerinin tevilli ikrarları ile sabit olup ... müsnet suçtan sanıklar Eyyüp Baran ve K.'nın beraatlerine, diğer sanıkların mahkumiyetlerine karar verilerek, doğrudan suçta kullanılan ve suç tarihinde aracı sanık A.'ya haricen sattığını söylediği için tescil maliki iyiniyetli kabul edilemeyecek 21 DP 724 plaka sayılı aracın müsaderesine karar vermek gerekmiştir." Karar temyiz edilmiş; Yargıtay Ceza Dairesinin 15/1/2014 tarihli ve E.2012/9413, K.2014/478 sayılı ilamıyla başvurucunun müsadere hükmüne yönelik temyiz itirazının reddine, diğer sanıklardan A.T., , S.B. ve A.K.nin temyiz itirazlarının ise eylemin teşebbüs aşamasında kaldığının gözetilmediği gerekçesiyle kısmen kabulüne karar verilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sisteminden (UYAP) yapılan sorgulama sonucuna göre Yargıtay ilamının İlk Derece Mahkemesi Kalemine 24/3/2014 tarihi itibarıyla ulaşmıştır. Başvurucu da nihai karardan 2/5/2014 tarihinde haberdar olmuştur. Başvurucu 2/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler Yargıtayın kısmi bozma ilamı sonrası Sivrice Asliye Ceza Mahkemesinin kapatılması üzerine davaların devredildiği Elazığ Asliye Ceza Mahkemesinde yargılamaya devam edilmiştir. Mahkeme 27/5/2014 tarihli ve E.2014/193, K.2014/369 sayılı kararı ile sanıklar , S.B., A.K. ve A.T.nin "göçmen kaçakçılığı" suçundan 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca her biri için ayrı ayrı 4 yıl hapis ve 500 gün adli para cezası ile cezalandırılmalarına ancak suçun teşebbüs aşamasında kaldığı gerekçesiyle cezalarda 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre takdiren 3/4 oranında indirim yapılarak sanıkların ayrı ayrı 1 yıl hapis ve 500 TL adli para cezası ile cezalandırılmalarına, sanıklar ve S.B. yönünden 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (5) numaralı fıkrası uyarınca mahkûmiyet hükümlerinin açıklanmalarının geri bırakılmasına ve adı geçen sanıkların 5 yıl süreyle denetime tabi tutulmalarına karar vermiştir. Mahkeme bu karar ile ayrıca, suçta kullanıldığı gerekçesiyle başvurucu adına tescilli 21 DP 724 plakalı minibüsün 5237 sayılı Kanun'un maddesi gereğince müsaderesine ve katılan sıfatıyla başvurucunun özel hukuka ilişkin haklarının saklı tutulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir: "Her ne kadar sanıklar suçlamaları kabul etmemişler ise de; tüm dosya kapsamı, alınan beyanlar, kayıtlar ve tanık anlatımları dikkate alındığında eylemlerin sabit olduğu, sanıkların suçtan ve cezadan kurtulmaya yönelik savunma yaptıkları, suçta kullanılan araç ile ilgili daha önce verilen müsadere kararına yönelik önceki hükümde sanık olarak yargılanan Eyyüp Baran'ın temyiz talebinin reddine karar verildiği anlaşılmakla suçta kullanıldığı anlaşılan 21 DP 724 plaka sayılı aracın müsaderesine karar vermek gerekmiş, suç tarihinden sonra 6008 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sonucunda [5237 sayılı Kanun'un] maddesinde düzenlenen suçun teşebbüs aşamasında kalsa bile tamamlanmış suç gibi cezalandırılacağının hüküm altına alındığı, suç tarihinden sonra yapılan bu değişikliğin sanıkların aleyhine olduğu zira değişiklikten önce teşebbüs aşamasında kalan eylemin sonuç ceza miktarı itibariyle sanıkların lehine olduğu, [5237 sayılı Kanun'un] maddesinin [(2) numaralı fıkrası] uyarınca da sanıklar hakkında daha lehe olan 6008 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki metnin uygulanması gerektiği sonuç ve vicdani kanaatine varılmış bozma ilamı doğrultusunda sanıkların cezalandırılmasına dairaşağıdakihüküm kurulmuştur." Sanıklar S.B. ve hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararları, itiraz edilmeden 23/6/2014 tarihinde kesinleşmiştir. Sanıklar A.T. ve A.K., haklarındaki mahkûmiyet hükümlerini temyiz etmiş; başvurucu da 30/5/2014 tarihli temyiz başvuru dilekçesi ile müsadere hükmünü temyiz etmiştir. Temyiz üzerine dava dosyası 26/6/2014 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. UYAP sisteminden ve Yargıtayın İnternet sitesinden yapılan sorgulama sonucuna göre dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında bulunmakta olup inceleme aşaması henüz sonuçlanmamıştır.B. İlgili Hukuk 13/10/1984 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Tescil süreleri, satış ve devirler, noterlerin sorumluluğu ile ilgili esaslar şunlardır:a) Araç sahipleri, Tescili zorunlu ve ilk tescili yapılacak olan araçların satın alma veya gümrükten çekme tarihinden itibaren üç ay içinde tescili için; bunların hurda durumuna gelmesi hâlinde ise bir ay içinde tescilin silinmesi için ilgili trafik tescil kuruluşuna veya Emniyet Genel Müdürlüğünün belirleyeceği kamu kurum veya kuruluşları ile gerçek veya özel hukuk tüzel kişilerine başvurmak,... zorundadırlar.b) Araçların giriş işlemlerini yapan gümrük idareleri bu durumu 15 gün içinde araç sahiplerinin beyan ettikleri tescil kuruluşuna bildirmekle yükümlüdürler.c) Tescil belgesi, aracın başkasına satış veya devrine, hurdaya çıkarılmasına veya araçta, yönetmelikte belirtilen niteliklerin değişmesine kadar geçerli sayılır.d) Tescil edilmiş araçların her çeşit satış ve devirleri, satış ve devri yapılacak araçtan dolayı motorlu taşıtlar vergisi, gecikme faizi, gecikme zammı, vergi cezası ve trafik idari para cezası borcu bulunmadığının tespit edilmesi ve taşıt üzerinde satış ve/veya devri kısıtlayıcı herhangi bir tedbir veya kayıt bulunmaması halinde, araç sahibi adına düzenlenmiş tescil belgesi veya trafik tescil kayıtları esas alınarak noterler tarafından yapılır.Noterler tarafından yapılmayan her çeşit satış ve devirler geçersizdir.Satış ve devir işlemi, siciline işlenmek üzere üç işgünü içerisinde ilgili trafik tescil kuruluşu ile vergi dairesine bildirilir. Bu bildirimle birlikte alıcı adına trafik tescil işlemi gerçekleşmiş sayılır. Satış ve devir tarihi itibariyle, 197 sayılı Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanunu hükümleri uyarınca eski malikin vergi mükellefiyeti sona erer, yeni malikin vergi mükellefiyeti başlar.Yapılan satış ve devir işlemi üzerine noterler tarafından yeni malik adına bir ay süreyle geçerli tescile ilişkin geçici belge düzenlenir....Satış ve devir işlemlerinin bildiriminden itibaren bir aylık süre içerisinde ilgili trafik tescil kuruluşu veya Emniyet Genel Müdürlüğünün uygun gördüğü kamu kurum veya kuruluşları tarafından yeni malik adına tescil belgesi düzenlenerek elden veya posta aracılığıyla teslim edilir. Tescil belgesinin bir ay içerisinde teslim edilememesi halinde yeni malike sorumluluk yüklenemez...." 5237 sayılı Kanun’un "Göçmen kaçakçılığı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Doğrudan doğruya veya dolaylı olarak maddi menfaat elde etmek maksadıyla, yasal olmayan yollardan;a) Bir yabancıyı ülkeye sokan veya ülkede kalmasına imkan sağlayan,b) Türk vatandaşı veya yabancının yurt dışına çıkmasına imkan sağlayan,Kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis ve onbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. (Ek cümle: 22/7/2010 - 6008/6 md.) Suç, teşebbüs aşamasında kalmış olsa dahi, tamamlanmış gibi cezaya hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun’un "Eşya müsaderesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) İyiniyetli üçüncü kişilere ait olmamak koşuluyla, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmolunur. Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya, kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda müsadere edilir.(2) Birinci fıkra kapsamına giren eşyanın, ortadan kaldırılması, elden çıkarılması, tüketilmesi veya müsaderesinin başka bir surette imkansız kılınması halinde; bu eşyanın değeri kadar para tutarının müsaderesine karar verilir.(3) Suçta kullanılan eşyanın müsadere edilmesinin işlenen suça nazaran daha ağır sonuçlar doğuracağı ve bu nedenle hakkaniyete aykırı olacağı anlaşıldığında, müsaderesine hükmedilmeyebilir.(4) Üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşya, müsadere edilir.(5) Bir şeyin sadece bazı kısımlarının müsaderesi gerektiğinde, tümüne zarar verilmeksizin bu kısmı ayırmak olanaklı ise, sadece bu kısmın müsaderesine karar verilir.(6) Birden fazla kişinin paydaş olduğu eşya ile ilgili olarak, sadece suça iştirak eden kişinin payının müsaderesine hükmolunur." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8060 | Başvuru, göçmen kaçakçılığı suçundan yürütülen ceza soruşturması sırasında el konularak sicil kaydına tedbir uygulanan aracın, açılan kamu davasında yapılan yargılama neticesinde trafik sicilinde kayıtlı malikinin beraat etmesine rağmen öncesinde haricen satıldığı ve suçta kullanıldığı gerekçesiyle müsadere edilmesine karar verilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, katıldığı bir açık hava toplantısında terör örgütü lehine slogan atıldığı ve pankart açıldığı gerekçesiyle aleyhine kamu davası açılan başvurucu hakkında kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olay tarihinde bağımsız Van milletvekilidir. 8/12/2010 tarihinde Nusaybin ilçesinde başvurucu ile Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Başkanı A.T., Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) divan üyeleri ve yerel yöneticilerinin de katılımıyla açık hava toplantısı düzenlenmiştir. 2007 yılında çok sayıda sivil toplum örgütünü çatısı altında toplayarak kurulan DTK, o tarihten itibaren çok ciddi suçlamaların odağında yer almış, pek çok adli soruşturma ve kovuşturmaya konu edilmiştir. Kamera kayıtlarına ilişkin tutanağa göre Nusaybin ilçesine gelecek olan başvurucu ile DTK Eş Başkanı A.T.yi karşılamak üzere 100-150 kişi toplanmıştır. Anılan grup, PKK terör örgütü bayrakları ile örgüt lideri A.Ö.nün posterlerini taşımış; PKK'nın alt kanadı olan Demokratik Yurtsever Gençlik örgütü adına bazı yasa dışı pankartlar açmış, PKK terör örgütünü ve onun silahlı mensuplarını öven sloganlar atmıştır. Toplanan kalabalığın 400-450 kişiyi bulması üzerine emniyet görevlisi megafonla, yapılan eylemin yasa dışı olduğu ve yolu trafiğe açmalarına, aksi hâlde müdahale edileceğine dair ihtarda bulunmuştur. Başvurucu da toplanan grupla birlikte Çağ Caddesi'nden ilçe merkezinde bulunan Mitanni Kültür Merkezine (Kültür Merkezi) kadar yürümüştür. Grup, toplantının gerçekleştirileceği Kültür Merkezine yürüyüş esnasında yasa dışı sloganlar atmıştır. Göstericilerin bir kısmının yüzlerini kapatarak terör örgütü bayrağını ve bayrağı temsil eden renkte bezleri taşıdığı, örgüt liderinin posterlerini açtığı ve örgüt lideri lehine slogan attığı tespit edilmiştir. Kültür Merkezinin bahçesinde kurulan platformda, PKK terör örgütünün eylemlerini övücü sözleri olan Kürtçe bir şarkı çalınmıştır. Olay Tutanağı'na göre başvurucu ve DTK Eş Başkanı A.T. saat 40'ta Kültür Merkezindeki toplantıya katılarak alanda kurulu platformdan topluluğu selamlamıştır. DTK Eş Başkanı A.T., topluluğa hitaben bir konuşma yapmıştır. Konuşma esnasında topluluk, terör örgütünün bayrağını, yukarıda belirtilen pankartları ve örgüt liderinin posterlerini taşımış; "Biji Serok Apo" sloganları atmıştır. Konuşma bittikten sonra topluluk olaysız şekilde dağılmıştır. Başvurucunun katıldığı toplantıda atılan sloganlar ve açılan pankartlar nedeniyle başvurucu ile birlikte yirmi bir kişi hakkında 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası uyarınca soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu hakkındaki soruşturma, milletvekili olması nedeniyle farklı soruşturma usulüne tabi olduğundan tefrik edilmiştir. Nusaybin Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan "Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz." hükmü uyarınca yasama dokunulmazlığına sahip olan başvurucunun dokunulmazlığının kaldırılması istemiyle, anılan suçtan 10/9/2012 tarihli fezleke düzenlemiş ve Mardin Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) göndermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun yasama dokunulmazlığının kaldırılması için dosyayı 25/9/2012 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanlığına sunulmak üzere Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne göndermiştir. 7/6/2015 tarihinde yapılan Dönem Milletvekili Genel Seçimi'nde başvurucunun yeniden seçilememesi nedeniyle milletvekilliği -dolayısıyla yasama dokunulmazlığı- sona ermiştir. Başvurucunun milletvekilliğinin sona ermesi üzerine Başsavcılık başvurucu hakkında 2911 sayılı Kanun'un maddesinin (b) fıkrası yollamasıyla maddesinin birinci fıkrası gereğince, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü gerçekleştiren grupla birlikte hareket ettiği gerekçesiyle 13/12/2016 tarihinde iddianame düzenlemiştir. İddianamenin ilgili kısmı şöyledir:"08/12/2010 tarihinde dönemin Milletvekili şüpheli Aysel Tuğluk'un beraberindekilerle birlikte Nusaybin ilçesine ziyaret amaçlı geldikleri, şüpheli ve beraberindekileri karşılamak için 100-150 kişilik grubun ilçemiz Çağ Çağ Şirin Bulvarı kesişiminde toplandıkları, grubun daha sonraki katılımlarla sayısının 400-450 kiyişi bulduğu, grubun hep birlikte Lozan Caddesi üzerinde bulunan Mitanni Kültür Merkezine geldikleri, burada çeşitli şahısların konuşma yaptıkları, daha sonra grubun olaysız dağıldığı, ancak 25/01/2011 tarihli kolluk tespit tutanağına göre konuşmalar esnasında grubun sık sık 'biji serok apo,öcalan, öcalan, intikam, intikam, gerilla, gerilla, vur vur vur vur gerilla vur, vur gurban olurum sana, haydi gençler haydi geçler, gabar cudi sizi bekler, haydi gençler haydi gençler, xakurke zap sizi bekler, vur vur vur gerilla vur vur gurban olurum sana, vur vur anaların yüreğisin, kürt halkının umudusun, dağlarda kayalarda şehirlerde meydanlarda vur vur vur haydi gençler haydi gençler Serhat Botan sizi bekler, amed, dersim sizi bekler' şeklinde şarkı söyledikleri ve sloganlar attıkları, ayrıca üzerinde kürtçe yazılar yazılı pankart açtıkları anlaşılmakla,Şüphelinin grup içinde grupla birlikte hareket ettiği, atılan sloganlar ve açılan pankartlar nedeniyle eylemin 2911 Sayılı Yasanın 23/b yollamasıyla 28/1 kapsamında olduğu..." Dava, Nusaybin Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülmüştür. Mahkeme başvurucuya isnat edilen suçun davaların ertelenmesini düzenleyen 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun (bkz. § 23) kapsamında kaldığından bahisle 1/11/2018 tarihinde kovuşturmanın ertelenmesine ve başvurucunun üç yıl denetim altına alınmasına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara itirazı Mardin Ağır Ceza Mahkemesince 23/1/2019 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 25/2/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat 2911 sayılı Kanun’un "Yasaklara aykırı hareket" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşleri düzenleyen veya yönetenlerle bunların hareketlerine katılanlar, fiil daha ağır bir cezayı gerektiren ayrı bir suç teşkil etmediği takdirde bir yıl altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." 2911 sayılı Kanun’un "Kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...b) Ateşli silahlar veya havai fişek, molotof ve benzeri el yapımı olanlar dâhil patlayıcı maddeler veya her türlü kesici, delici aletler veya taş, sopa, demir ve lastik çubuklar, boğma teli veya zincir, demir bilye ve sapan gibi bereleyici ve boğucu araçlar veya yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı eczalar veya diğer her türlü zehirler veya her türlü sis, gaz ve benzeri maddeler ile yasadışı örgüt ve topluluklara ait amblem ve işaret taşınarak veya bu işaret ve amblemleri üzerinde bulunduran üniformayı andırır giysiler giyilerek veya kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen bez ve sair unsurlarla örterek toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılma ve kanunların suç saydığı nitelik taşıyan afiş, pankart, döviz, resim, levha, araç ve gereçler taşınarak veya bu nitelikte sloganlar söylenerek veya ses cihazları ile yayınlanarak,...Yapılan toplantılar veya gösteri yürüyüşleri Kanuna aykırı sayılır." 6352 sayılı Kanun’un geçici maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkralarının ilgili kısmı şöyledir: “(1) 31/12/2011 tarihine kadar, basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemleriyle işlenmiş olup; temel şekli itibarıyla adlî para cezasını ya da üst sınırı beş yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı...b) Kovuşturma evresinde, kovuşturmanın ertelenmesine..karar verilir. (2) Hakkında ... kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilen kişinin, erteleme kararının verildiği tarihten itibaren üç yıl içinde birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlememesi hâlinde, ... düşme kararı verilir. Bu süre zarfında birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlenmesi hâlinde, bu suçtan dolayı kesinleşmiş hükümle cezaya mahkûm olunduğu takdirde, ertelenen soruşturma veya kovuşturmaya devam olunur.” Yargıtay Kararları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/7/2014 tarihli ve E.2013/9-386, K.2014/353 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...gerek Anayasa, gerekse AİHS, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının, 'demokratik bir toplumda gerekli olma' kriteri gözetilmek şartıyla kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla sınırlanabileceğini düzenlemektedir. Bununla birlikte soyut bir kamu düzeni ve kamu güvenliği tehlikesine dayanarak toplantı ve gösteri yürüyüşü yasaklanmamalı, göstericilerin saldırgan ve tehdit edici herhangi bir davranış sergileyip sergilemedikleri de tespit edilmelidir..." Yargıtay Ceza Dairesinin bir kararının ilgili kısmı şöyledir: "Olay tarihinde DEHAP Siirt İl Başkanı olan sanığın, adı geçen partinin il başkanlığı önünde kaldırım üzerinde toplanan 50-60 kişilik gruba hitaben, güvenlik güçlerinin gözetim ve hoşgörüsü altında, içeriğinde suç unsuru olmayıp eleştiri sayılabilecek ibareler içeren basına ve kamuoyuna başlıklı açıklamayı yaptıktan sonra topluluğun kısa bir süre oturması üzerine, güvenlik güçlerin dağıtma ihtarı yapması ile kendiliklerinden ve olaysız bir şekilde dağılmaları şeklinde gerçekleşen eylemde, 2911 sayılı Yasaya aykırılık suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden, sanığın beraati yerine yazılı biçimde mahkumiyetine hükmolunması (2/10/2006, E. 2006/686, K. 2006/7141)." Yargıtay Ceza Dairesinin bazı kararlarının ilgili kısmı şöyledir: "2911 sayılı Kanunun maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen suç seçimlik hareketli bir suç olup, bu suçun oluşması için failin 'düzenlemek, yönetmek veya düzenleyen veya yönetenlerin hareketlerine katılmak' fiillerinden birini işlemesi suçun oluşması için yeterlidir. Nitekim; Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 1979 gün ve 232-303 sayılı kararında da; 2911 sayılı Kanunun 28/ maddesinin suç tarihindeki karşılığını oluşturan 171 sayılı Kanunun 18/ maddesindeki yazılı suçun; kanunsuz toplantı ve yürüyüşün 'tertip edilmesi', 'idare edilmesi' ve 'tertip ve idare edenlerin hareketlerine bilerek iştirak edilmesi, hareketlerinin paylaşılması' durumunda oluşacağı ifade edilmiştir.Yukarıda belirtilen açıklamalar ışığında, somut olaylarda, yasadışı toplantıya dönüşen etkinliklerde grup içerisinde yer almaktan başkaca eylemi bulunmayan sanığa atılı 2911 sayılı Kanunun 28/ maddesinde belirtilen şekilde kanuna aykırı olarak yapılan gösteriyi düzenleme, yönetme veya düzenleyen ve yöneten kişilerin fiillerine iştirak etme suçlarının unsurları itibarı ile oluşmadığı gözetilerek, sanığın beraati yerine hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde mahkumiyet hükümleri kurulması (23/3/2018, E. 2018/276, K.2018/944 ).......2013 ve 2013 tarihli eylemlerde BDP Malazgirt ilçe teşkilatı binası önünde toplanan ve sanığın da içerisinde bulunduğu grupların Narinkale caddesi istikametine doğru yürüyüşe geçtikleri, yolu kısmen trafiğe kapatan gruba güvenlik görevlileri tarafından dağılmaları yönünde anonsların yapıldığı, buna rağmen dağılmayan grupların yürüyüşe devam ederek yeniden teşkilat binası önüne gelip burada zor kullanma olmaksızın dağıldıkları ve 2012, 2012 ve 2012 tarihli olaylarda ise grup içerisinde yer almaktan başkaca eylemi bulunmayan sanığa atılı 2911 sayılı Kanunun 28/ maddesinde belirtilen şekilde kanuna aykırı olarak yapılan gösteriyi düzenlediği, yönettiği veya düzenleyen ve yöneten kişilerin fiillerine iştirak etme suçlarının unsurları itibarı ile oluşmadığı gözetilerek, sanığın beraati yerine hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması (8/5/2017, E. 2017/1006, K.2017/3910).......2012 günü Diyarbakır ili Bağlar ilçesinde Barış ve Demokrasi Partisi’nin çağrısı üzerine PKK silahlı terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın Suriye’den ayrılmasıyla başlayan süreci protesto amacıyla düzenlenen ve suç tarihinde Bağlar Belediye Başkanı olan sanığın da aralarında bulunduğu parti yönetici ve üyelerinin katıldığı, PKK silahlı terör örgütüne destek mahiyetinde sloganların atıldığı ve kalabalığın polisin uyarısı üzerine olaysız şekilde dağıldığı anlaşılan gösteride bulunan sanık [Y.B.’ın] mahkumiyetine karar verilen 2911 sayılı Kanunun 28/ maddesinin kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşleri düzenleyen veya yönetenlerle bunların hareketlerine katılanların cezalandırılmasını düzenlediğinin anlaşılması karşısında, dosya kapsamına göre sanığın kanuna aykırı olarak yapılan gösteri yürüyüşünü düzenlediği, yönettiği veya düzenleyen ve yöneten kişilerin fiillerine iştirak ettiğine dair deliller karar yerinde gösterilip tartışılmadan yazılı şekilde hüküm kurulması (8/10/2020, E.2019/3216, K.2020/4824)....Sanığın kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşünü organize edip, yönetmesi gösteriye katılım sağlanması yönünde çalışmalarda bulunup adam toplaması halinde eyleminin 2911 sayılı Kanunun 28/ maddesi kapsamında kalacağı dikkate alınarak, sanığın kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşünü düzenlenmesinde ya da katılım sağlanması yönünde bir çalışmasının olup olmadığının tespit edilerek sonucuna göre değerlendirme yapılması gerektiğinin gözetilmemesi (5/4/2017, E.2016/682, K. 2017/3601)."B. Uluslararası Hukuk Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına ilişkin ilgili uluslararası hukuk kaynaklarının yer aldığı kararlar için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, B. No: 2014/920, 25/5/2017, §§ 25-30; Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, §§ 28- | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/10405 | Başvuru, katıldığı bir açık hava toplantısında terör örgütü lehine slogan atıldığı ve pankart açıldığı gerekçesiyle aleyhine kamu davası açılan başvurucu hakkında kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Kamuoyunda İzmir askerî casusluk soruşturmaları olarak bilinen soruşturmalar esnasında (anılan soruşturmalara ilişkin bilgiler için bkz. Yavuz Pehlivan ve diğerleri [GK], B. No: 2013/2312, 4/6/2015, §§ 10, 14; Y., B. No: 2014/7149, 22/11/2017, §§ 9-24) İzmir Emniyet Müdürlüğü bünyesinde yapılan birtakım soruşturma işleminin usulsüz olduğu iddiasına ilişkin olarak başvurucunun da aralarında olduğu çok sayıda kolluk görevlisi hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) ceza soruşturması başlatılmıştır. Başsavcılık, anılan soruşturma kapsamında 6/11/2015 tarihinde başvurucuyu tutuklanması istemiyle İzmir Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında; İzmir Emniyet Müdürlüğünün çeşitli birimlerinde görevli bir grup kolluk görevlisi ile bir kısım yargı mensubu tarafından sahte ihbar mektubu ile başlatılan bir soruşturma kapsamında hukuka aykırı bir takım deliller ve iletişimin tespiti kararları ile Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) mensubu kamu görevlileri ve Bakanlık bürokratları hakkında adli bir soruşturma yürütüldüğü, bu kişilerin bazıları hakkında birtakım tedbirlere başvurulduğu, bu tedbirlerle kişilerin özgürlüklerine ve özel hayatlarına hukuka aykırı bir şekilde müdahale edildiği hatta bu soruşturmada kişilerin cinsel içerikli görüşmelerinin casusluk algısına dönüştürüldüğü ifade edilmiştir. Başsavcılık tutuklama talep yazısında; ayrıca bu soruşturmada birtakım görevler icra eden ve İzmir Emniyet Müdürlüğünün istihbarat biriminde çalışan kolluk görevlilerinin gerçek dışı bilgi notları hazırladıkları, bu bilgi notlarıyla birçok adli işlemin yapılmasını sağladıkları, yargı organlarını aldatmak suretiyle usulsüz bir şekilde -önleme amaçlı- iletişim tespiti kararları aldıkları ve bu kararlarla usulsüz dinleme yaptıkları, adli kolluk görevlilerinin ise -adli amaçlı- iletişimin tespiti kararı almak amacıyla birtakım raporları gerçek dışı bilgilerle hazırladıkları, bu raporlarla iletişimin tespiti kararları alıp birçok kişiyi usulsüzce dinledikleri ileri sürülmüştür. Bu açıklamalara istinaden Başsavcılık, soruşturma sürecinin normal seyrinden tamamen farklı yürütüldüğünü, bu kapsamda İzmir Emniyet Müdürlüğü bünyesinde bulunan bazı birimlerin tamamen usule ve kanunlara aykırı birçok işlem yaptığını, arama sonucunda ele geçirilen delillerin güvenliğinin sağlanmasına yönelik tedbir almadığını hatta soruşturma ile ilgili verilere ait kayıtları kasıtlı olarak sildiğini belirtmiştir. Başsavcılık bu tespitleri yaparken soruşturma dosyasındaki bilgi ve belgelere atıfta bulunmuş ve özellikle İçişleri Bakanlığı mülkiye müfettişleri tarafından düzenlenen tevdi raporlarına dayanmıştır. Başsavcılık, soruşturma dosyasında yer alan bazı bilgi ve belgelere değinerek soruşturmanın ve soruşturma sürecinde yapılan işlemlerin örgütlü bir yapı içinde Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) mensubu polislerce gerçekleştirildiğini değerlendirmiştir. Bu kapsamda, yapılan işlemlerin aynı kişilerce kanunlara ve usullere aykırı bir şekilde yapıldığı, yapılan bu işlemlerin planlı bir şekilde icra edildiği, bu soruşturmada görev alan kişilerin tedbirli bir şekilde faaliyette bulundukları, soruşturma kapsamında TSK mensubu ve Bakanlık bürokratı olan çok sayıda kişi hakkında adli işlem yaparak bu kişileri itibarsızlaştırmak suretiyle tasfiye ettikleri, bu kadar planlı eylemlerin örgütlü bir yapı içinde işlenebileceği hususlarına özellikle vurgu yapılmıştır. Başsavcılık; başvurucu yönünden yaptığı değerlendirmede ise başvurucunun İzmir askerî casusluk soruşturmaları olarak bilinen soruşturmaların yürütüldüğü dönemde İzmir emniyet müdürü olduğunu, FETÖ/PDY mensubu kolluk görevlilerince hiyerarşik bir yapı içinde gerçekleştirildiği değerlendirilen bu soruşturmada en üst makam olduğunu ve bu örgütlü yapı içinde yönetici sıfatıyla yer aldığını, bu örgütün yöneticisi olması nedeniyle suç oluşturan tüm eylemlerden sorumlu olduğunu belirtmiştir. İzmir Sulh Ceza Hâkimliği 9/11/2015 tarihinde, başvurucunun silahla terör örgütü kurma veya yönetme, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme, iftira, görevi kötüye kullanma, kişisel verileri hukuka aykırı olarak ele geçirme veya yayma, hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetme, özel hayatın gizliliğini ihlal etme ve kamu görevlisinin resmî belgede sahteciliği suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Hâkimlik, başvurucunun da aralarında olduğu şüpheliler yönünden kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu sonucuna varırken soruşturma dosyalarında yer alan bilgi ve belgelere atıf yapmış; özellikle İçişleri Bakanlığı mülkiye müfettişleri tarafından düzenlenen ön inceleme ve tevdi raporlarına dayanmıştır. Hâkimlik, tutuklama nedenlerine ilişkin olarak ise "...şüpheliye isnat edilen suçun CMK.nın [Ceza Muhakemesi Kanunu'nun] 100/3 maddesinde belirtilen katalog suçlardan oluşu şüpheliye isnad edilen suçun niteliği, suç konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı dikkate alındığında, şüphelinin tutuklanmasına karar verilmesinin kamu düzeninin sağlanması ve yeni bir suç işlenmesinin önüne geçilmesi için de gerekli olduğu, bir diğer yandan eylemin meydana geliş şekli ve meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığınanazaran yasadaki yaptırım miktarı dikkate alındığında şüphelinin bu aşamada serbest bırakılması halinde kaçacağı hususunda şüphe oluşturduğu, esasen Anayasanın maddesi uyarınca ülkemiz için de bağlayıcı olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin maddesi ve bu maddenin yorumuyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin tutukluluk tedbiri konusundaki yerleşik karar ve gerekçelerinde, kişilerin kaçma riskinin bulunması, kamu düzeninin sağlanması ve yeni bir suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla tutukluluk tedbirinin uygulanabileceğinin belirtilmiş olduğu, iş bu soruşturma dosyasında da AİHM'nin belirttiği bu kriter ve ölçütlerin mevcut olduğu, tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde tutuklamadan beklenen gayenin adli kontrol hükümleri ile sağlanamayacak olması..." değerlendirmesinde bulunmuştur. Başvurucu 12/11/2015 tarihinde karara itiraz etmiş, İzmir Sulh Ceza Hâkimliğince 20/11/2015 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"İzmir Sulh Ceza Hakimliğinin [başvurucunun da aralarında olduğu] şüpheliler hakkında vermiş olduğu yukarıda belirtilen tarih ve sayılı tutuklama kararında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı gibi, 10/08/2010 tarihinde gelen e-mail içeriği ile kim tarafından gönderildiğine ilişkin yapılan araştırmalar, bu e-mail üzerine başlatılan İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/640 sayılı soruşturma dosyası ve bu soruşturma sonunda iddianame düzenlenen İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/100 Esas sırasında kayıtlı dava dosyası, mülkiye başmüfettişleri tarafından düzenlenen raporlar, söz konusu belgelerin gizli belge niteliği taşıyıp taşımadığına ilişkin olarak düzenlenen raporlar, bilgi notları, bilgi iletim formları, CMK 135 ve 140 maddeleri kapsamında yapılan taleplere ilişkin olarak düzenlenen raporlar-üst yazılar, bu kapsamda verilen mahkemekararları, tapeler, aramalara ilişkin arama-el koyma tutanakları, arama görüntülerine ilişkin tutanaklar, fotoğraflar, CD izleme tutanakları, araç ve personel görevlendirme yazıları, benzin alımına ilişkin fişler, görev belgeleri, baz istasyonlarını da gösterir HTS kayıtları, müşteki ve tanık beyanları, teşhis tutanakları, Tübitak tarafından dijital materyaller üzerinde yapılan inceleme sonucu düzenlenen rapor, dijital verilerin yükleme ve erişim tarihlerine ilişkin belgeler nazara alınarak şüphelilerin üzerlerine atılı suçları işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu, TCK'nun [Türk Ceza Kanunu] maddesinin CMK'nun 100/ maddesinde düzenlenen tutuklama nedeninin varsayıldığı katalog suçlardan olduğu, öngörülen ceza miktarlarına göre şüphelilerin kaçma şüphesinin bulunduğu, dosya kapsamı itibariyle delilleri karartacaklarına ilişkin kuvvetli şüphe bulunduğu, öngörülen cezanın alt ve üst sınırlarına, meydana gelen zararın ve şüphelilerin eylemlerinin niteliğine göre tutuklamanın ölçülü olduğu ve adli kontrolün yetersiz kalacağı, tutuklama tarihinden itibaren şüpheliler lehine bir değişme veya gelişme bulunmadığı..." Başvurucu, anılan kararı 2/12/2015 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu 4/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılığın 14/4/2016 tarihli iddianamesiyle, başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin özel hayatın gizliliğini ihlal etme, hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetme, kişisel verileri hukuka aykırı olarak ele geçirme veya yayma, kamu görevlisinin resmî belgede sahteciliği, iftira, suç uydurma, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme, devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, açıklanması yasaklanan gizli bilgileri açıklama suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianame, İzmir Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından 28/4/2016 tarihinde kabul edilmiş ve Mahkemenin E.2016/97 sayılı dosyası üzerinden yargılamaya başlanmıştır. Mahkeme 24/6/2016 tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),..." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.(2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Özel hayatın gizliliğini ihlâl" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlâl eden kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Gizliliğin görüntü veya seslerin kayda alınması suretiyle ihlâl edilmesi hâlinde, verilecek ceza bir kat artırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Kişisel verilerin kaydedilmesi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydeden kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir." 5237 sayılı Kanun'un "Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kişisel verileri, hukuka aykırı olarak bir başkasına veren, yayan veya ele geçiren kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Resmî belgede sahtecilik" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"(2) Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmî bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmî belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Görevi kötüye kullanma" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat, sağlayan kamu görevlisi, (Değişik ibare: 08/12/2010-6086 S.K./mad.) altı aydan iki yıla kadar, hapis cezası ile cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun'un "İftira" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği hâlde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idarî bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Gerçeğin meydana çıkmasını engellemek amacıyla, bir suçun delillerini yok eden, silen, gizleyen, değiştiren veya bozan kişi, altı aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Kendi işlediği veya işlenişine iştirak ettiği suçla ilgili olarak kişiye bu fıkra hükmüne göre ceza verilmez. (2) Bu suçun kamu görevlisi tarafından göreviyle bağlantılı olarak işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin (1)numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör suçları" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır." 3713 sayılı Kanun'un "Cezaların artırılması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir: "3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/244 | Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü bulunan başvurucunun göndermek istediği mektuba el konulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, anayasal düzeni zorla değiştirmeye kalkışmak suçundan hükümlü olarak Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucu, bir gazetede muhabirlik yapan gazeteciye mektup göndermek istemiştir. Başvurucu İnfaz Kurumundaki bazı uygulamalardan şikâyetçi olduğu mektubunda; Kurumdaki uygulamalara karşı gerçekleştirilen pasif oturma eyleminde infaz koruma memurları tarafından kolunun kırıldığını, başvurulara rağmen Bakanlık ile Cumhuriyet Başsavcılığının işkenceyi önlemediğini ifade etmiştir. Ayrıca birkaç avukat ismi vererek ceza infaz kurumunda yaşananlarla ilgili ayrıntılı bilgi ve belgeye bu avukatlardan ulaşılabileceğini belirtmiştir. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı (Disiplin Kurulu) 9/6/2017 tarihinde, mektubun sakıncalı olması nedeniyle gönderilmemesine karar vermiştir. Anılan kararda, mevzuat hatırlatıldıktan sonra mektup içeriğinde yalan yanlış bilgilerle kişi ve kuruluşları paniğe sevk edecek bilgiler olduğu ve bu durumun mektubun tamamına nüfuz ettiği ifade edilmiştir. Başvurucu, anılan karara karşı Kırıkkale İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yaptığı itirazlarında; İnfaz Kurumunda yaşamış olduğu sorunları, hukuka aykırı uygulamaları ve işkenceleri yazdığı mektubuna el konulmasının hukuki bir dayanağının olmadığını, İnfaz Kurumu kararının keyfî olduğunu ve haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğini ifade etmiştir. İnfaz Hâkimliği, başvurucunun itirazlarını 2/10/2017 tarihli kararla reddetmiştir. Anılan kararlarda mektup içeriğinde kişi ve kuruluşları paniğe sevk edecek bilgiler bulunduğu, itiraza konu kararın usul ve kanuna uygun olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı ise Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 3/11/2017 tarihinde, İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Nihai karar 9/11/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Ahmet Temiz B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20; Tayfur Tunç, B. No: 2017/36327,10/3/2020, §§ 15-28; Rıdvan Türan, B. No: 2017/20669, 10/3/220, §§ 15-28; Ahmet Kağanarslan ve diğerleri, B. No: 2017/16227, 10/3/2020, §§ 18/ | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/38121 | Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü bulunan başvurucunun göndermek istediği mektuba el konulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, iptal davasında delil olarak kullanılan gizli bilgi ve belgelerden haberdar edilmeme sebebiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 10/8/2017 ve 11/8/2017 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Kişi yönünden tespit edilen hukuki irtibat nedeniyle 2017/32009 numaralı bireysel başvurunun 2017/32004 numaralı bireysel başvuru ile birleştirilerek incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 2015 yılı Jandarma Genel Komutanlığı Dış Kaynaktan Sözleşmeli Subay Temini Sınavı ile Kara Kuvvetleri Komutanlığı Dış Kaynaktan Muvazzaf Astsubay Temini Sınavı'nda başarılı olduktan sonra güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması raporunun (güvenlik soruşturması) olumsuz olduğundan bahisle işlemlerinin sonlandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, işlemlerinin sonlandırılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) Jandarma Genel Komutanlığı ve Millî Savunma Bakanlığı (Bundan böyle İdareler olarak anılacaktır.) aleyhine iki ayrı dava açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde güvenlik soruşturmasının -kanaatine göre- kendisi ile ilgili olmadığını, babasına ilişkin iddialarla ilgili olabileceğini belirtmek suretiyle iddialarını öne sürmüştür. İdarelerin yargılama sırasında Mahkemeye sundukları savunmalarında, dava konusu işlemlerin iptal sebebi olarak başvurucunun güvenlik soruşturmasının olumsuz olduğunun belirtildiği fakat içeriğine ilişkin bir bilginin yer almadığı tespit edilmiştir. Başvurucu, İdarelerin savunmalarına karşı verdiği cevap dilekçesinde güvenlik soruşturmasının olumsuz olarak değerlendirilmesine sebep olan bilgilerin ne/neler olduğunun İdarelerin savunmaya ilişkin beyanlarında belirtilmediğini vurgulamıştır. Mahkemenin 29/4/2016 tarihli ara kararları ile davalı İdarelerden dava konusu işlem ve işleme dayanak teşkil eden tüm bilgi ve belgelerin gönderilmesinin istenmesi üzerine Jandarma Genel Komutanlığı tarafından 2/6/2016 tarihli, Millî Savunma Bakanlığı tarafından ise 31/5/2016 tarihli ve "gizli" ibareli belgelerin Mahkemeye sunulduğu anlaşılmıştır. Mahkeme; her iki davayı da İdarelerce dava dosyasına sunulan, başvurucu hakkında düzenlenen "gizli" ibareli belge ekinde güvenlik soruşturmasına ilişkin bilgi ve belgelere dayanarak reddetmiştir. Mahkeme karar gerekçesinde, başvurucunun güvenlik soruşturmasının olumsuz olduğunu ifade etmiş; davalı İdarelerin ülkenin en hassas kurumları olduğuna da vurgu yaparak başvurucunun davalı İdareler bünyesinde çalışmasının sakıncalı olup olmadığını belirlemek konusunda İdarelerin geniş takdir yetkisi olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, Mahkemenin ret kararına karşı güvenlik soruşturmasının içeriği hakkında kendisinin bilgilendirilmediği için hak arama özgürlüğünün engellendiği ve mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu iddiasıyla Ankara Bölge İdare Mahkemesine (Bölge İdare Mahkemesi) istinaf başvurusunda bulunmuştur. Bölge İdare Mahkemesi istinaf başvurularının reddine karar vermiştir. Nihai kararlar başvurucuya 14/7/2017 ve 7/8/2017 tarihlerinde tebliğ edilmiş, başvurucu 10/8/2017 ve 11/8/2017 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Dosyaların incelenmesi" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"Danıştay, bölge idare mahkemeleri ile idare ve vergi mahkemeleri, bakmakta oldukları davalara ait her türlü incelemeyi kendiliğinden yapar. Mahkemeler belirlenen süre içinde lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların, ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir. Haklı sebeplerin bulunması halinde bu süre, bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir....Ancak, istenen bilgi ve belgeler Devletin güvenliğine veya yüksek menfaatlerine veya Devletin güvenliği ve yüksek menfaatleriyle birlikte yabancı devletlere de ilişkin ise, Cumhurbaşkanı ya da ilgili Cumhurbaşkanı yardımcısı veya bakan, gerekçesini bildirmek suretiyle, söz konusu bilgi ve belgeleri vermeyebilir. (Ek Cümle: 10/6/1994-4001/10 md.) Verilmeyen bilgi ve belgelere dayanılarak ileri sürülen savunmaya göre karar verilemez."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının medeni hak ve uyuşmazlıklar kolunun kamu personeline ilişkin davalarda uygulanabilirliğine ilişkin son içtihadını Vilho Eskelinen ve diğerleri/Finlandiya (B. No: 63235/00, 19/4/2007, §§ 39-64) kararında belirlemiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: " Özet olarak, savunmacı devletin, Mahkeme önünde, maddenin korumasından mahrum bırakmak amacıyla bir başvuranın, memur statüsünü öne sürebilmesi için, iki koşul bir araya gelmelidir. İlk olarak, ilgili devletin iç hukuku, söz konusu görev ya da çalışan kategorisi için, mahkemeye erişimi yasaklamış olmalıdır...." Kural olarak başvurucular, davanın karşı tarafına tanınan bir avantajın kendilerine zarar vermiş olduğunu veya bu durumdan olumsuz etkilendiklerini ispat etmek zorunda değildir. Taraflardan birine tanınan, diğerine tanınmayan avantajın fiilen olumsuz bir sonuç doğurduğuna dair delil bulunmasa da silahların eşitliği ilkesi ihlal edilmiş sayılır(Zagorodnikov/Rusya, B. No: 66941/01, 7/6/2007, § 30). Hakkaniyete uygun yargılanmanın temel unsuru, yargılamanın çelişmeli olması ve taraflar arasında silahların eşitliğinin sağlanmasıdır (Rowe ve Davis/Birleşik Krallık [BD], B. No: 28901/95, 16/2/2000, § 60). Adil yargılanma hakkının unsurlarından olan çelişmeli yargılama ilkesi taraflara, dava dosyasındaki belgeler hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkını tanımayı, bu nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını gerektirmektedir. Bu anlamda mahkemece tarafların dinlenmemesi, taraflara delillere karşı çıkma imkânı verilmemesi yargılama faaliyetinin hakkaniyete aykırı hâle gelmesine neden olabilecektir (Feldbrugge/Hollanda, B. No: 8562/79, 29/5/1986, § 44). AİHM, hükme esas olan ve gizli olduğu belirtilen belgelere tarafların erişiminin kısıtlanmasını ihlal sebebi saydığı birçok kararından biri olan Miran/Türkiye (B. No: 43980/04, 21/4/2009) kararında, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde görülen davada “gizli” ibareli belgelere başvuranın erişiminin imkânsız olmasına ilişkin şikâyet yönünden Sözleşme’nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının ihlal edildiğine karar vermiştir. AİHM, benzer bir kararında gizli ibareli belgelere erişimin sağlanmamasının silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle Sözleşme’nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının ihlal edildiğine hükmetmiştir (Güner Çorum/Türkiye, B. No: 59739/00, 31/10/2006, §§ 21-30). Sözleşme’nin maddesinde davada kullanılan delillerin ispat güçleri ile ilgili bir düzenleme bulunmamakla birlikte AİHM de delilerin kabul edilebilirliği ile ilgili olarak somut davada kullanılan delillerin “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri gözetilerek tartışılıp tartışılmadığını ya da söz konusu delillerin yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmamasına etkisini değerlendirmekte (Tamminen/Finlandiya, B. No: 40847/98, 15/6/2004, §§ 40, 41; Barberà, Messegué ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, §§ 68, 81-89) ve birçok kararında Sözleşme’nin maddesinin adil yargılanma hakkını güvence altına almakla beraber öncelikli olarak ulusal hukuk bağlamında düzenlenmesi gereken bir konu olan delillerin kabul edilebilirliğine ilişkin bir kural ortaya koymadığını belirtmektedir (Schenk/İsviçre, B. No: 10862/84, 12/7/1988, §§ 45, 46; Desde/Türkiye, B. No: 23909/03, 1/2/2011, § 124). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/32004 | Başvuru, iptal davasında delil olarak kullanılan gizli bilgi ve belgelerden haberdar edilmeme sebebiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular; sırasıyla 1950, 1952 ve 1959 doğumlu olup yine sırasıyla İstanbul, Kocaeli ve Batman illerinde ikamet etmektedirler. Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilmesi planlanan Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santrali Projesi kapsamında baraj gölü alanında kalan başvuruculara ait Siirt ili Merkez ilçesi Yazlıca köyü sınırlarındaki 396 parsel No.lu taşınmaz hakkında anılan idarece kamulaştırma kararı alınmıştır. Taraflar arasında uzlaşma sağlanamaması üzerine idare tarafından 29/4/2013 tarihinde kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil talebiyle Siirt Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açılmıştır. Mahkemece keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Bilirkişi tarafından düzenlenen raporda, taşınmazın tamamı kamulaştırıldığı için arta kalan kısım söz konusu olmadığından taşınmazın değerinde bir artış ya da azalma meydana gelmediği belirtilmiştir. Taşınmazda tarla sebzeciliği üretimi yapıldığı varsayımıyla ve %6 kapitalizasyon faizi uygulanmak suretiyle net gelir yöntemiyle taşınmazın çıplak m² değeri 12,25 TL olarak saptanmıştır. Raporda ayrıca taşınmazın değerini etkileyen objektif nedenler de dikkate alınmıştır. Buna göre taşınmazın köy yerleşim yeri içinde kalmasının, Yazlıca köyünün Siirt merkezi ile bağlantılı kara yolunun mevcut olmasının, çeşitli nehir ve derelere yakın bir konumda olmasının, bölgedeki sulu tarım arazisi varlığının az olması nedeniyle bu niteliğe sahip taşınmazın özel rağbet görmesinin taşınmazın değerini %100 oranında artırdığı kabul edilmiştir. Bu doğrultuda taşınmazın çıplak m² değeri %100 oranında artırılmış ve bu oran fiyat üzerinden yapılan hesaplamaya göre taşınmazın arazi olarak kullanılan kısmının kamulaştırma bedeli 636 TL olarak tespit edilmiştir. Anılan keşif ve bilirkişi incelemesi kapsamında ayrıca taşınmaza ait inşaatın da değeri tespit edilmiştir. Buna göre bilirkişilerce dava konusu taşınmaz üzerinde yapılan incelemelerde parsel üzerinde taban alanı 357 m² olan, tek katlı betonarme olarak inşa edilen, görünümü itibarıyla 1-2 yaşlarında olduğu belirlenen ve giriş kapısı demir imalattan, pencereleri ise PVC imalatından yapılmış olan yapının ahır olarak kullanıldığı tespit edilmiştir. Anılan yapının değeri hesaplanırken Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 24/4/2013 tarihli ve 28627 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 16/7/1985 tarihli ve 85/9707 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile yürürlüğe giren "Mimarlık ve Mühendislik Hizmetleri Şartnamesi"nin maddesi gereğince mimarlık ve mühendislik hizmet bedellerinin hesabında kullanılacak 2013 Yılı Yapı Yaklaşık Birim Maliyetleri Hakkındaki Tebliğ'de yapının mimarlık hizmetlerine esas olan sınıfı dikkate alınmıştır. Buna göre taşınmazın üzerinde bulunan yapının değeri tespit edilirken resmî birim fiyatları esas alınıp yıpranma payı düşülerek değer biçilmesi yöntemi uygulanmıştır. Bu yöntemin uygulanması suretiyle inceleme konusu mezkûr yapının yayımlanan yapı sınıflarından sınıf B grubu yapılar arasına girmekte olduğu ve bu gruba giren yapıların da 2013 yılı için beher metrekaresinin birim fiyatının 320 TL olduğu tespit edilmiş ve yapıya toplamda 069,05 TL değer biçilmiştir. Sonuç olarak bilirkişiler dava konusu taşınmazın kamulaştırma bedelinin 705,05 TL olduğu görüşünü bildirmişlerdir. Mahkemece 3/7/2013 tarihli kararla bu bilirkişi raporuna dayanılarak kamulaştırma bedeli 705,05 TL olarak tespit edilmiştir. Mahkeme, mezkûr taşınmazın tapusunun iptali ile davacı DSİ Genel Müdürlüğü adına tapuya tesciline karar vermiştir. Kararın temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 3/7/2014 tarihli kararıyla "Dava konusu taşınmazın niteliği ve bilirkişi raporundaki özelliklerine göre objektif değer arttırıcı unsur oranı %50'den fazla olmadığı halde, bu oran daha yüksek alınarak bedel tespit edilmesinin, dava konusu taşınmaz üzerindeki yapının niteliğine göre yapı sınıfı 1/A olduğu halde, 2/B kabul edilerek fazla bina bedeli tespit edilmesi"nin doğru görülmediği gerekçesiyle kararı bozmuştur. Bozma kararına uyularak yeniden yapılan yargılamada Daire kararı doğrultusunda objektif değer artış oranı %50 olarak kabul edilmek suretiyle ve taşınmaz üzerindeki yapının niteliğine göre yapı sınıfının 1/A olduğu kabul edilerek bina bedeli tespitine gidilmesi suretiyle yeniden yapılan hesaplama sonucu kamulaştırma bedeli 332,84 TL olarak belirlenmiştir. Mahkeme 22/12/2014 tarihli kararıyla bu oran üzerinden tazminata hükmetmiş, daha önce fazladan hükmedilen 372,21 TL'nin davacı idareye iadesine karar vermiştir. Mahkeme kararı, Dairenin 1/10/2015 tarihli kararıyla onanmış; anılan karara karşı karar düzeltme yoluna gidilmemiştir. Nihai karar 4/11/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 4/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun "Kamulaştırma bedelinin mahkemece tespiti ve taşınmaz malın idare adına tescili" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, 7 nci maddeye göre topladığı bilgi ve belgelerle 8 inci madde uyarınca yaptırmış olduğu bedel tespiti ve bu husustaki diğer bilgi ve belgeleri bir dilekçeye ekleyerek taşınmaz malın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, bu bedelin, peşin veya kamulaştırma 3 üncü maddenin ikinci fıkrasına göre yapılmış ise taksitle ödenmesi karşılığında, idare adına tesciline karar verilmesini ister." 2942 sayılı Kanun’un “Kamulaştırma bedelinin tespiti esasları” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “15 inci madde uyarınca oluşturulacak bilirkişi kurulu, kamulaştırılacak taşınmaz mal veya kaynağın bulunduğu yere mahkeme heyeti ile birlikte giderek, hazır bulunan ilgilileri de dinledikten sonra taşınmaz mal veya kaynağın;a) Cins ve nevini,b) Yüzölçümünü,c) Kıymetini etkileyebilecek bütün nitelik ve unsurlarını ve her unsurun ayrı ayrı değerini,d)Varsa vergi beyanını,e)Kamulaştırma tarihindeki resmi makamlarca yapılmış kıymet takdirlerini,f) Arazilerde, taşınmaz mal veya kaynağın kamulaştırma tarihindeki mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net gelirini,g) Arsalarda, kamulaştırılma gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değerini,h) Yapılarda, (…) resmi birim fiyatları ve yapı maliyet hesaplarını ve yıpranma payını,ı) Bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçüleri,Esas tutarak düzenleyecekleri raporda bütün bu unsurların cevaplarını ayrı ayrı belirtmek suretiyle ve ilgililerin beyanını da dikkate alarak gerekçeli bir değerlendirme raporuna dayalı olarak taşınmaz malın değerini tespit ederler.Taşınmaz malın değerinin tespitinde, kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr dikkate alınmaz."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Kahyaoğlu ve diğerleri/Türkiye (B. No: 37203/05, 31/5/2016, §§ 4-19) kararına konu olayda, başvurucuların taşınmazının bir bölümü üzerinde kamulaştırma yapılmaksızın veya kamu irtifakı tesis edilmeksizin enerji nakil hattı geçirilmiştir. Başvurucular tarafından kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan tazminat davasında mahkeme bilirkişi görüşüne başvurmuştur. Bilirkişi, taşınmazın bir bölümünün üzerinden enerji nakil hattı geçirilmiş olması dolayısıyla değerinin %9 oranında azaldığını kabul ederek tazminat hesaplamıştır. Ancak mahkemece, Yargıtay kararlarında kamu irtifakı kurulması nedeniyle taşınmazda oluşacak değer düşüklüğünün taşınmazın toplam değerinin %2'sini geçemeyeceğinin belirtildiği gerekçe gösterilerek meydana gelen zararın taşınmaz değerinin %2'siyle sınırlı olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Mahkeme, bu görüşten yola çıkarak bilirkişi raporundaki tespite rağmen taşınmazın değerinin %7'sine isabet eden tazminat istemi yönünden davayı reddetmiştir. Söz konusu karar Yargıtay tarafından onanmıştır. AİHM, bilirkişi raporunda taşınmazda oluşan değer kaybı taşınmazın gerçek değerinin %9'u olarak tespit edildiği hâlde mahkemenin Yargıtay içtihadından hareketle zarar miktarını taşınmaz değerinin %2'si ile sınırlandırdığına işaret ettikten sonra yargı mercilerince bunun gerekçesinin açıklanamadığını vurgulamıştır. AİHM, Yargıtayın farklı durumların gözönünde bulundurulmasını dışlayan katı yorumu nedeniyle başvurucuların taşınmaz değerinin %7'sine tekabül eden zararlarının karşılanamadığını belirtmiş ve bunun da kamu yararı ile bireysel yarar arasındaki adil dengeyi bozduğunu ifade ederek mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Kahyaoğlu ve diğerleri/Türkiye, §§ 33-40). Diğer taraftan Kutlu ve diğerleri/Türkiye kararında da kamulaştırılan bir taşınmazın bilirkişi raporunda objektif değer artışının %40 oranında belirtilmesine rağmen derece mahkemelerince %25 olarak belirlenmesi yine mülkiyet hakkı bağlamında incelenmiştir. AİHM derece mahkemelerinin bilirkişi raporundaki sonuçların göz ardı edilmesi nedenlerini somut ve yeterli gerekçelerle açıklaması gerektiğini, somut olayda ise göz önünde bulundurulacak ölçütlerin basit bir anlatımının, mahkemece değer düşüklüğü oranının %25 ile sınırlandırmasına neden olan kriterleri neden ve nasıl dikkate aldığını belirtmediği için yeterli bir gerekçe gibi kabul edilemeyeceğini belirtmiştir. AİHM bu gerekçeyle sonuç olarak tazminat miktarının belirlenme şeklinin, söz konusu miktarın maruz kalınan zarar ile makul bir şekilde uygun olduğunu ifade etmesine imkân vermediği gerekçesiyle ölçülülük yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir (Kutlu ve diğerleri/Türkiye, B. No:51861/11, 13/12/2016, §§ 62-76). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/18943 | Başvuru, kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyeti dışındaki iddialar yönünden kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurunun tutuklamanın hukukiliğine ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler PKK'nın terör örgütü olduğu ulusal ve uluslararası makamlar tarafından kabul edilmiş, tartışmasız bir olgudur. Anılan örgütün gerçekleştirdiği terörist şiddet, bölücü amaçları dolayısıyla anayasal düzene, millî güvenliğe, kamu düzenine, kişilerin can ve mal emniyetine yönelik ağır tehdit oluşturmaktadır. Bu yönüyle ülkenin toprak bütünlüğünü hedef alan PKK kaynaklı terör, onlarca yıldır Türkiye'nin en hayati sorunu hâline gelmiştir (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 7-18). 11/2/2017 tarihinde Mardin'in Nusaybin ilçesi Koruköy Mahallesinde sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş ve güvenlik güçleri tarafından PKK terör örgütü mensuplarına karşı başlatılan operasyonda aralarında sözde bölge sorumlularının da bulunduğu çok sayıda terörist 17/2/2017 tarihinde etkisiz hale getirilmiştir. Operasyon sürecinde yaşanan olaylar 23/2/2017 tarihinde PKK terör örgütü güdümünde yayın yapan ANF isimli internet sitesinde "KONGRA-GEL: Saldırılan köylere sahip çıkın", "KCK: Mahalleleri ve Sokakları Eylem Yeri Haline Getirelim" başlıklarıyla haber yapılmıştır.B. Başvurucunun Tutuklanmasına İlişkin Süreç Başvurucu bireysel başvuru konusu olayların geçtiği tarihte Adana A.B. Konsolosluğunda politik işler danışmanı olarak çalışmaktadır. Açık kimliği belirtilmeyen bir şahıs tarafından 22/2/2017 tarihinde Emniyet Müdürlüğü Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğüne "Adana ABD Konsolosluğunda çalışan [başvurucu] ve Kızıltepe de Avukat [H.C] isimli şahıslar Nusaybinde yapılan başarılı operasyonları provakasyon etmek ve köylerdeki halkı sokağa dökmek için çalışıyorlar. Bunlar PKK'lıdır bunlara dur demek lazım" şeklinde bir ihbar yapılmıştır. Yapılan ihbar üzerine Mardin Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından başvurucu ve H. hakkında terör örgütüne üye olma suçundan soruşturma başlatılmıştır. Başsavcılığın talebi üzerine Mardin Sulh Ceza Hâkimliğinin 22/2/2017 tarihli kararıyla başvurucunun konutunda arama yapılmasına ve ele geçirilecek suç unsurlarına el konulmasına karar verilmiş olup anılan soruşturma kapsamında başvurucu 23/2/2017 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucunun ilk ifadesi 3/3/2017 tarihinde Mardin Emniyet Müdürlüğünde kolluk tarafından alınmıştır. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu savunmasında özetle; yaklaşık 37 yıldır Adana A.B. Konsolosluğunun politik işler bölümünde çalıştığını, doğrudan Konsolos ve Konsolos yardımcısına bağlı olduğunu, kendisi ile birlikte ihbarda adı geçen H.yi aradığının doğru olduğunu, H.yi uzun süredir tanıdığını ve aralarında sadece iş ilişkisi olduğunu, resmi prosedüre uygun olarak görüştüklerini, ihbarın yapıldığı gün Adana A.B. Konsolosu olan S.S.nin kendisinden A.B. Büyükelçiliğine iletilmek üzere Nusaybin ilçesinde yapılan operasyonlar ve bölgede yaşananlar ile ilgili bilgi istediğini, bu nedenle daha önceden tanıdığı İnsan Hakları Derneği (İHD) Başkanı E.K.yı aradığını, ancak telefonunun kapalı olduğunu, bunun üzerine Mardin'de avukatlık yapan ve geçmiş yıllarda İHD Başkanlığı yapmasından dolayı tanıdığı H.yi arayıp Nusaybin ilçesinde yürütülen operasyonlar ile ilgili bilgisinin olup olmadığını sorduğunu, H.nin kendisine yaşananları basından takip edebildiği kadarıyla bildiğini ve bilgisinin olmadığını, ancak Halkların Demokratik Partisinin (HDP) ve İHD'nin konuyla ilgili heyetler oluşturacağını söylediğini, bu nedenle kendisinden HDP İl Başkanı ve Mardin Büyükşehir eski Belediye Başkanı A.T.nin telefon numarasını aldığını, HDP İl Başkanı ile telefonu açmaması nedeniyle görüşemediğini, A.T.yi ise aramadığını, operasyonları engelleme ve provokasyon gibi amacının olmadığını, sadece işi gereği H.yi aradığını, terör örgütü ile ilişkisi ve irtibatının bulunmadığını, ikametinde bulunan "Kurdıstan" isimli kitabın A.B. Konsolosluğunda Siyasi ve Ekonomik İşler Müdürü olan J.P. tarafından hediye edildiğini, kitabın içeriğine hiç bakmadığını ve eski evinde atıl vaziyette durduğunu ifade etmiştir. Başvurucu 6/3/2017 tarihinde Başsavcılığa sevk edilmiştir. Başvurucu Başsavcılıktaki ifadesinde kolluktaki ifadesine benzer beyanlarda bulunmuş ayrıca Adana'da bulunan İncirlik Üssüne zaman zaman gittiğini, bu gidişlerinde bahşiş olarak yanında bozuk para bulundurduğunu, aramada bulunan dolarların bir kısmının bu nedenle yanında yer aldığını, diğer kısmının ise kullanmadığı eski evinde bulunduğunu ve bu dolarlardan haberinin dahi olmadığını, Meclisi bombalayan ve vatandaşın üzerine tankları süren Fetullahçı yapıyla hiçbir ilgisinin bulunmadığını, aramada ele geçirilen diğer kitapları tarihi konulara duyduğu ilgi ve iş tanımında yer alan etnik, ekonomik, siyasi ve kültürel konulardaki entellektüel birikim açısından bulundurduğunu, konsolosun yezidilerin bulunduğu kampı ziyaret edeceğini söylemesi üzerine yezidiler hakkındaki bilgiyi bu kitaplardan topladığını, bu kitapların yanı sıra Roma, Osmanlı ve Hitit dönemine ait kitaplarının da olduğunu, A.B. Adana Konsolosluğunun görev alanının aralarında Mardin'in de bulunduğu 22 ili kapsadığını, atılı suçu işlemediğini ifade etmiştir. H.C ise kolluk ve Başsavcılıkta müdafii eşliğinde alınan benzer beyanlarında İHD Mardin Şube Yöneticisi olduğunu, ayrıca avukatlık mesleğini icra ettiğini, 2002 ve 2007 yılları arasında İHD Başkanlığı yaptığını, başvurucuyu da bu nedenle 2002 yılından beri tanıdığını, başvurucunun sık sık bu bölgeye konsolosluk heyeti ile birlikte gelip resmi ziyaretlerde bulunduğunu, ihbarda belirtildiği üzere başvurucunun kendisini aradığını, Nusaybin ilçesi Koruköy Mahallesinde yaşanan olayları sorduğunu, başvurucuya yaşanan olayları basından takip ettiğini söylediğini, başvurucunun istemesi üzerine A.T.nin telefon numarasını verdiğini, tüm görüşmenin bundan ibaret olduğunu, başvurucunun A.T.yi arayıp aramadığını bilmediğini, ihbar içeriğinin doğru olmadığını, terör örgütü ile herhangi bir ilişki ve irtibatının olmadığını, terör suçundan yargılanan şahısların kolluk ve savcılık ifadeleri ile ilgili herhangi bir organizasyon içinde bulunmadığını, parti ve belediye avukatlığı yapmadığını, ağırlıklı olarak hukuk dosyaları ile ilgilendiğini, gizli tanık beyanlarının soyut düşüncelerden ibaret olduğunu ve doğru olmadığını, insanları provake edecek herhangi bir tavır ve davranış içinde bulunmadığını ifade etmiştir. Başsavcılık 6/3/2017 tarihinde başvurucu ve H.yi terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle sulh ceza hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısının ilgili kısmı şöyledir:"Şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu anlaşılmakla; şüphelinin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi dikkate alınarak 5271 sayılı CMK’nın vd. maddeleri uyarınca tutuklanmasına karar verilmesi kamu adına talep olunur" Mardin Sulh Ceza Hâkimliği aynı tarihte başvurucunun sorgusunu yapmıştır. Sorgu tutanağına göre başvurucuya isnat edilen suç anlatılmış ve sorgu esnasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu savunmasında kolluk ve Başsavcılıktaki ifadelerine benzer beyanlarda bulunmuş, ayrıca konsolosun kendisine valiyi ziyaret edeceğini ve bu konuyu valiyle yüz yüze konuşacağını söylemesi nedeniyle Mardin Valiliğini aramadığını, konsolosun verdiği talimat yönünde hareket ettiğini, yine çatışmalarda uzuv kaybına uğrayan PYD/YPG mensupları için protez merkezi kurdurma gibi bir yapı içerisinde bulunmadığını, durumun yanlış aksettirildiğini, Dicle Üniversitesinde Barış Doktorlarının kurmuş olduğu protez merkezi bulunduğunu, bu merkezin Türkiye içerisinde mayından dolayı uzvunu kaybetmiş kişilere yönelik çalışma yürüttüğünü, bu merkezde çalışan doktorun da A.B.'ye üniversite tarafından gönderildiğini, daha sonra bu doktorun aynı amaçla bir protez merkezi kurmak istediğini söyleyip konsolosluğa bu hususta yardımcı olup olmayacağını sorduğunu, yedi veya sekiz yıl önce gerçekleşen bu olayla ilgili bilgisinin bu kadar olduğunu belirtmiştir. Başvurucu ile aynı tarihte tutuklamaya sevk edilen H. Mardin Sulh Ceza Hâkimliği tarafından müdafii eşliğinde yapılan sorgusunda kolluk ve Başsavcılıktaki ifadelerine benzer beyanlarda bulunmuş ve atılı suçlamayı kabul etmemiştir. Mardin Sulh Ceza Hâkimliği, başvurucu ve H.nin üzerine atılı suçu işlediğine ilişkin yeterli kanaat oluşmadığı gerekçesiyle tutuklama talebinin reddine ve haklarında yurt dışı çıkış yasağıyla birlikte her hafta pazartesi ve cuma günleri mesai saatleri içerisinde adreslerine en yakın kolluk birimine düzenli olarak başvurarak imza atmaları şeklinde adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasına karar vermiştir. Başsavcılığın tutuklamanın reddi kararına itiraz etmesi üzerine Mardin Sulh Ceza Hâkimliği 6/3/2017 tarihinde itirazın kabulüne, başvurucu ve H.nin tutuklanmaları amacıyla yakalama emri çıkarılmasına karar vermiştir. Mardin Sulh Ceza Hâkimliği 7/3/2017 tarihinde başvurucu ve H.nin müdafii huzurunda savunmalarını almıştır. Başvurucu ve H. daha önceki savunmalarına benzer beyanlarda bulunarak atılı suçlamaları kabul etmemiştir. Yapılan sorgunun ardından başvurucu terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmış, H. hakkında ise tutuklama talebinin reddine ve yurt dışı çıkış yasağıyla birlikte her hafta pazartesi ve cuma günleri mesai saatleri içerisinde adresine en yakın kolluk birimine düzenli olarak başvurarak imza atması şeklinde adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasına karar verilmiştir. Başvurucu hakkındaki tutuklama kararının ilgili kısmı şöyledir:"Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde şüphelinin üzerine atılı 'silahlı terör örgütüne üye olma' suçunu işlediğine hakimliğimizce kanaat geldiğinden şüphelinin üzerlerine atılı suçun kanunda öngörülen cezası, mevcut delil durumu ve şüphelinin kaçma şüphesi bulunduğuna göz önünde bulundurularak ayrıca Mardin Sulh Ceza Hâkimliği'nin06/03/2017 tarih ve 2017/813 d.iş sayılı kararı gereğince şüphelinin tutuklanmasına ... [karar verildi.]" Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; Batman Sulh Ceza Hâkimliği 27/3/2017 tarihinde itirazın reddine kesin olarak karar vermiştir. Bu karar başvurucuya 11/4/2017 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu 10/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılık tarafından 28/4/2017 tarihli iddianameyle başvurucu ve H.nin terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle Mardin Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açılmıştır. İddianamede öncelikle Mardin'in Nusaybin ilçesinde yaşanan olaylar hakkında genel bilgiler verilmiş daha sonra ise başvurucu ve H.nin birlikte hareket ettikleri vurgulanarak atılı terör örgütüne üye olma suçuna ilişkin haklarındaki suçlama ve delillere yer verilmiştir. Bu bağlamda iddianamede yer verilen olay ve olgular özetle şöyledir:i. Başvurucu ve H.nin terör örgütü üyesi olduklarına ve birlikte hareket ederek Mardin'in Nusaybin ilçesinde güvenlik güçleri tarafından başlatılan operasyona karşı halkı provake edeceklerine ilişkin ihbara yer verilmiş (bkz. § 12), başvurucu ile H. arasında yapıldığı tespit edilen telefon görüşmesinin ihbar içeriğini doğruladığı belirtilmiştir.ii. Başvurucunun çatışmalarda uzuv kaybına uğrayan PYD/YPG mensuplarının tedavisi için Suriye'nin Kamışlı bölgesinde protez merkezi kurma çalışmalarında yer aldığı bilgisine ulaşıldığı belirtilmiştir.iii. Başvurucunun ikametinde yapılan aramada "Kürdistan'da Sivil Toplum", "Kürt Sorunu Yeniden Düşünmek", "Kurdname", " 6000 yıllık Kürt Direniş Tarihi", "Destana Diroka Kurd ü Kürdistan", "Zerdüşt Avesta" ve "Kurdistan: In the Shadow of History" isimli kitapların ele geçirildiği, "Kurdistan: In the Shadow of History" isimli kitapta Türkiye Cumhuriyeti Devletinin doğu ve güneydoğu bölgelerini içine alan Kürdistan haritasının bulunduğu belirtilmiştir.iv. Başvurucunun üstünde ve ikametinde yapılan aramalarda bir Amerikan doları banknotların bulunduğu, bu bağlamda başvurucunun FETÖ/PDY terör örgütü ile de iltisaklı olabileceği belirtilmiştir. İddianamede başvurucu ile birlikte hareket ettiği ileri sürülen H. hakkındaki tanık anlatımlarına da yer verilmiştir. Tanık beyanlarının ilgili kısımları özetle şöyledir:i. Gizli tanık Terazi ifadesinde; avukat olarak görev yaptığını, Mardin Barosunda kayıtlı avukatlardan bir kısmının PKK terör örgütü ile işbirliği içinde olduğunu, bu şahısların örgüt üyeliği ile suçlanan kişilerin ifadelerinde parti tarafından gönderildiklerini veya ücretsiz avukatlık yapacaklarını söyleyerek hazır bulunduklarını, asıl amaçlarının ise bilgi almak ve bilgi ulaştırmak olduğunu, terör örgütü söylemi ile Kızıltepe ilçesinde şüphelilere avukatlık yapan şahıslardan birinin de H. olduğunu, ayrıca H.nin de aralarında bulunduğu bu avukatların dava dosyalarının suretlerini kırsala ve kendilerine yakın bulunan siyasi parti binalarına gönderdiklerini, davalara katılarak örgütün amaç ve hedefleri doğrultusunda hareket ettiklerini beyan etmiştir.ii. Gizli tanık Themis ifadesinde; Mardin Barosuna kayıtlı avukat olarak görev yaptığını, Mardin merkezde yakalanan PKK terör örgütü mensuplarının davalarına örgütle bağlantılı olan avukatların girdiğini, PKK terör örgütüne müzahir ve yönetim kısmı ile irtibatlı olduğunu düşündüğü avukatlardan birinin de H. olduğunu beyan etmiştir. Başvurucu ve H.ye isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:"... PKK/KCK terör örgütü adına ilimiz Nusaybin ilçesi kırsal alanında faaliyet yürüten örgüt mensuplarına yönelik olarak 2017 gününden itibaren bölgede icra edilen müşterek operasyonlarda (6) terör örgütü mensubunun ölü olarak silahları ile birlikte ele geçirildiği, ölü olarak ele geçirilen örgüt mensuplarından çok sayıda örgütsel doküman ve dijital veriler elde edildiği; bunun önüne geçebilmek amacıyla (üyelerinin ölümünün önüne geçebilmek için ve üyeleri üzerindeki veya çatışma bölgesindeki örgütle alakalı delillerin devletimizin eline geçmesine engel olabilmek için PKK silahlı terör örgütünün kendine müzahir kesime veya sivil toplum örgütlerini ilgili kanallar ile talimatlar verdiği; terör örgütüne müzahir kesim tarafından çatışma bölgesine operasyonlara engel olmak için intikaller gerçekleştirildiği; fakat güvenlik görevlilerimizin buna müsade göstermediği,Soruşturma konusu olan ihbarda belirtildiği üzere halen ABD konsolosluğunda politik işler danışmanı/tercüman olarak görev yapan [başvurucunun] operasyonlar hakkında bilgi almak amacıyla resmi kanallardan en doğru bilgiyi almak yerine başka kanallara yöneldiği,Her iki şüphelinin de alınan ifadesinde görüşmeyle ilgili sadece bilgi almak amaçlı yapılan bir telefon görüşmesi olduğunu belirttikleri ancak gerçek amacı bilgi almak olan ve özellikle ABD Adana Konsolosu adına aradığını söyleyen konsolosluk görevlisi [başvurucunun]; resmi kanallardan bilgi almak için arama yaptığını belirtmediği, resmi kanallara başvurmadığı, bunun yerine haklarında yapılan ihbarı teyit eder nitelikte hareket ettiği, [Başvurucu] ile ilgili tespitlerimiz değerlendirildiğinde ayrıca Fetö/PDY Silahlı Terör Örgütü ile iltisaklı olabileceği, her iki örgüt çıkarına da Nusaybin ilçesindeki operasyonları kullanarak provokatif hareketler içerisinde olabileceği,Dosya arasında bulunan İhbar Tutanağına, Gizli Tanıklar Themis ve Terazi beyanlarına, Kolluk Tespitlerine ve Şüphelilerin tevilli beyanlarına göre [başvurucu ve H.nin], PKK silahlı terör örgütü adına hareket ederek Nusaybin ilçesindeki teröristelere karşı yapılan operasyona ve sonuçlarına engel olmak için kitlesel eylemler oluşturmak amacıyla harekete geçtikleri ve eyleme dönüştürdükleri; sonuçta üzerilerine atılı silahlı terör örgütüne üye olmak suçunu işledikleri anlaşıldığından haklarında kamu davası açılmıştır." İddianame 15/5/2017 tarihinde Mahkemece kabul edilerek E.2017/402 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Başvurucu ve H. kovuşturma evresinde, soruşturma evresindeki ifadelerine benzer beyanlarda bulunarak atılı suçu işlemediklerini savunmuşlardır. Mahkemece 30/1/2019 tarihli duruşmada başvurucunun eyleminin silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmeye teşebbüs suçunu oluşturduğu kabul edilerek 4 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tahliyesine, H.nin ise beraetine karar verilmiştir. Başvurucu hakkındaki mahkûmiyet ile H. hakkındaki beraet hükümlerinin ilgili kısımları şöyledir:"Tüm bu açıklamalar ve somut dosya incelendiğinde ise[başvurucunun] silahlı terör örgütleri PKK ve FETÖ ile arasında organik bağın oluştuğu, sanığın bu örgütlerin hiyerarşisi içerisinde yer alarak süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gösteren eylemlerde bulunduğun dair delil bulunmasa da 17/02/2017 tarihinde Nusaybin ilçesi Koruköy kırsalında terör örgütü PKK mensuplarına yönelik başlatılan operasyonların hemen ardından [başvurucu ve H.nin] Nusaybin'de yapılan bu operasyonları provake etmek ve köylerdeki halkı sokağa dökmek için çalıştıklarına dair güvenlik güçlerine ihbar yapıldığı, nitekim 22/02/2017 tarihinde [başvurucunun H.yi] telefonla aradığı, [başvurucunun] gözaltında bulunduğu 23/02/2017 tarihinde de terör örgütü PKK'nın ideolojisi doğrultusunda yayın yapan ANF isimli internet sitesinde 'Kongra-Gel: Saldırılan köylere sahip çıkın', 'KCK: Mahalleleri ve sokakları eylem yeri haline getirelim' başlıklı haberlerde terör örgütü PKK'ya karşı Nusaybin İlçesi Koruköy kırsalında gerçekleştirilen operasyonlar ile ilgili olarak bölgede yaşayan kişilerin terör örgütüne destek olmaları ve sivil itaatsizlik tarzı eylemler başlatmaları yönünde haberler yer aldığı, kullanmış olduğu ... numaralı hatta ilişkin HTS kayıtları ve Mardin Emniyet Müdürlüğü tarafından düzenlenen 01/08/2018 tarihli araştırma tutanağı birlikte incelendiğinde de[başvurucunun] silahlı terör örgütü PKK üyesi olduğu iddiasıyla haklarında soruşturma ve kovuşturma bulunan kişilerle irtibat sağladığı dolayısıyla sanığın güvenlik güçleri tarafından Nusaybin İlçesi Koruköy kırsalında terör örgütü PKK mensuplarına karşı gerçekleştirilen operasyonları engellemek amacıyla faaliyette bulunduğu ve bu şekilde bilerek ve isteyerek yardım etmek suretiyle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği sabit görülmüş ve eylemine uyan TCK'nın 314/3, 220/maddeleri yollamasıyla TCK'nın 314/fıkrası uyarınca cezalandırılmasına karar verilmiştir....Her ne kadar sanık [H.] hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle mahkememize kamu davası açılmış ise de sanık hakkında yapılan ihbar ve [başvurucu] ile olan telefon görüşmesi dışında sanığın silahlı terör örgütü PKK ile arasında organik bağın oluştuğu, sanığın bu örgüt hiyerarşisi içerisinde yer alarak süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gösteren eylemlerde bulunduğuna dair delil bulunmadığı kabul edilmiş ve sanığın üzerine atılı suçu işlediğine dair her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği anlaşılmakla müsnet suçtan sanığın beraatine karar verilmiş[tir.] Anılan mahkumiyet kararına karşı başvurucu müdafii ile Cumhuriyet savcısı tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuş, Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 20/10/2020 tarihli kararı ile istinaf taleplerini esastan reddetmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla temyiz aşamasında derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Hanım Büşra Erdal, B. No: 2017/35344, 9/6/2020, §§ 37- Yargıtay Ceza Dairesinin 14/1/2020 tarihli ve E.2019/5064, K.2020/158 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: "...Emniyet Müdürlüğünün 2018 tarihli istihbarı raporu ve 2017 tarihli ihbar tutanağı haricinde sanığın Peru imamı olduğuna ilişkin olarak başkaca delil bulunmadığı anlaşılmakla, tebliğnamede sanık hakkında silahlı terör örgütünü kurma veya yönetme suçundan TCK 314/1 maddesi gereğince cezalandırılması gerektiğinden bahisle hükmün bozulması yönündeki düşünceye iştirak edilmemiştir." Yargıtay Ceza Dairesinin 6/5/2015 tarihli ve E.2015/2439, K.2015/1138 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: "...sanığın yüklenen suçu işlediğine dair savunmasının aksine maddi delillerle desteklenmeyen ihbar tutanağı dışında cezalandırılmasına yeterli her türlü kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği gözetilmeden beraati yerine yazılı gerekçe ile mahkumiyetine karar verilmesi... [kanuna aykırıdır.]" Yargıtay Ceza Dairesinin 14/12/2017 tarihli ve E.2015/3758, K.2017/10708 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:"...Alınan bir ihbarda, sanığın pazar yeri içerisinde bulunan çöp bidonları yanında, beraberindeki birkaç şahısla birlikte kaçak sigara sattığının belirtilmesi üzerine yapılan aramada, sanığın yanında bulunan çöp bidonu içerisinden ve çöp bidonu altındaki poşetten toplam 104 paket kaçak sigara ele geçirilen olayda, aşamalardaki savunmasında sigaraların kendisine ait olmadığını savunması, sigara satarken görülmemesi ve ele geçirilen sigara miktarı da gözönüne alındığında, savunmasının aksine somut bir kanıt da bulunmaması nedeniyle beraatine karar verilmesi gerekirken, ihbar tutanağı gerekçe gösterilmek suretiyle yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi... [kanuna aykırıdır.]" Yargıtay Ceza Dairesinin 12/3/2020 tarihli ve E.2016/424, K.2020/1884 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:"...Sanıkların savunmasının aksine, ele geçen uyuşturucu maddenin herkesin bırakabileceği nitelikte açık arazide bulunmuş olması, başka delillerle desteklenmeyen ihbar tutanağı dışında sanıklara ait olduğuna ilişkin kuşkuyu aşan yeterli ve kesin delil bulunmadığı gözetilmeden, sanıklar hakkında beraat yerine mahkûmiyet hükmü kurulması [kanuna aykırıdır.]" | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/23465 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 6/9/2010 tarihinde açtığı davanın yargılaması 3/7/2018 tarihinde tamamlanmıştır. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve diğer anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/26046 | Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kamulaştırma bedelinin düşük tespit edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 5/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2018/3964 sayılı başvurunun 2018/3936 sayılı başvuru ile konu yönünden hukuki irtibat bulunması sebebiyle 2018/3964 sayılı başvurunun kapatılmasına, incelemenin 2018/3936 sayılı başvuru üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Hatay ili Dörtyol ilçesi Konaklı köyünde kâin 100 m² yüz ölçümündeki 94 parsel sayılı, başvuru konusu taşınmazın malikidir. Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi (TEİAŞ) söz konusu taşınmazın 474,31 m²lik kısmından yüksek gerilim enerji hatları geçirilmek suretiyle daimî irtifak hakkı tesisi kurulması amacıyla kamulaştırma kararı almıştır. TEİAŞ'ın belirlediği kamulaştırma bedeli üzerinde uzlaşılamaması üzerine 18/2/2009 tarihinde Dörtyol Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) acele elkoyma davası açılmıştır. Mahkemece aldırılan bilirkişi raporunda, taşınmazın belediye sınırları içinde olmadığı ve imar görmediği belirtilerek zeytin bahçesi/tarla vasfında olduğu kabul edilmiştir. Buna göre taşınmazın m² maliyetinin 25 TL olduğu belirtilerek 047,50 TL kamulaştırma bedeli hesaplanmıştır. Bilirkişi raporu incelendiğinde açıklama kısmında ifade edilmemiş ise de hesap kısmında irtifak kamulaştırması bedelinin irtifaka konu sahanın arazilerde %35'ini geçemeyeceği yönündeki Yargıtay içtihadı nazara alınarak hesaplama yapıldığı anlaşılmıştır. Mahkemece 26/3/2009 tarihinde 047,50 TL bedel üzerinden acele elkoyma kararı verilmiştir. Ardından TEİAŞ tarafından başvurucular aleyhine 13/4/2010 tarihinde açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davasıyla başvuru konusu taşınmazın 474,31 m²lik kısmı üzerinde TEİAŞ adına daimî irtifak hakkı tesisinin tapuya tesciline karar verilmesi talep edilmiştir. Mahkemece aldırılan 29/6/2010 tarihli bilirkişi raporunda belediye sınırları içinde arsa vasfındaki taşınmazın m² fiyatının 49 TL olduğu kabul edilerek ve irtifak kamulaştırması bedelinin irtifaka konu sahanın arsalarda %50'sini geçemeyeceği yönündeki Yargıtay içtihadı nazara alınarak taşınmazın irtifak kamulaştırması bedeli 073,31 TL olarak hesaplanmıştır. Mahkemece bilirkişi raporunda hesaplama hataları olduğu belirtilerek rapor üzerinde resen düzeltmeler yapılmıştır. Bu çerçevede arsa vasfındaki taşınmazın m² fiyatının 131 TL olduğu kabul edilerek ve irtifak kamulaştırması bedelinin irtifaka konu sahanın arsalarda %50'sini geçemeyeceği yönündeki Yargıtay içtihadı dikkate alınarak taşınmazın irtifak kamulaştırması bedeli 177,88 TL olarak belirlenmiştir. Mahkemece bu hesaplama doğrultusunda 23/2/2011 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararda, taşınmazın 474,31 m²lik kısmı üzerine davacı TEİAŞ lehine daimî irtifak hakkı tesisiyle tapuya tesciline ve irtifak kamulaştırma bedelinin 177,88 TL olarak tespitine hükmedilmiştir. Davacı TEİAŞ tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesince 10/10/2011 tarihinde bozulmuştur. Kararın gerekçesinde;i. Dörtyol Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğünün 28/4/2010 tarihli yazısına göre başvuru konusu taşınmazın belediye mücavir alanı içinde kaldığı, imar planı dışında olduğu, belediyenin hizmetlerinden yararlanmasına karşın etrafının meskûn olmadığı, yerleşim merkezine uzaklığının 7 km olduğu, beldenin gelişme istikametinde bulunmadığı ifade edilmiştir.ii. Öte yandan Bakanlar Kurulunun Yargıtayca kısmen benimsenen 28/2/1983 tarihli kararı uyarınca, imar planında yer almayan bir taşınmazın arsa sayılabilmesi için belediyenin veya mücavir alan sınırları içinde olmakla beraber belediye hizmetlerinin tümünden yararlanması ve aynı zamanda etrafının meskûn olmasının zorunluluk arz ettiği vurgulanmıştır. iii. Buna göre başvuru konusu taşınmazın belediye hizmetlerinden yararlanmakla birlikte meskûn mahal içinde bulunmadığı ve arsa olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. iv. Netice itibarıyla Mahkemece taşınmazın arazi olarak kabulüyle net gelir yöntemi esas alınarak ve arazide yetişmesi mutat münavebe ürünleri de dikkate alınarak bilirkişi kuruluna yaptırılacak değerlendirme sonucu saptanacak değer üzerinden kamulaştırma bedelinin tespiti gerektiği izah edilmiştir. Mahkemece bozma ilamı doğrultusunda keşif yapılarak yeni bilirkişi heyetinden 20/3/2012 tarihli rapor aldırılmıştır. Raporda, taşınmazın kapama narenciye bahçesi olduğu ve m² fiyatının 35 TL kabul edilerek net gelir yöntemi üzerinden irtifak kamulaştırma bedeli 075,68 TL hesaplanmıştır. Bilirkişi raporu incelendiğinde irtifak kamulaştırması bedelinin irtifaka konu sahanın arazilerde %35'ini geçemeyeceği yönündeki içtihadının dikkate alınmadığı anlaşılmıştır. Başvurucular, taşınmazın arsa vasfında olduğunu belirterek bedelinin düşük tespit edildiği itirazında bulunmuştur. Mahkemece bu bilirkişi raporu esas alınarak 12/7/2012 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararda, bu kez irtifak kamulaştırma bedelinin 075,68 TL olarak tespitine ve bozma öncesi karar ile fazladan alınan 102,20 TL'nin davacı idareye iadesine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde arsa vasfındaki taşınmazın m² fiyatının 35 TL olduğu kabul edilerek ve irtifak kamulaştırması bedelinin irtifaka konu sahanın arsalarda %50'sini geçemeyeceği yönündeki içtihadı nazara alınarak kamulaştırma bedelinin hesaplandığı belirtilmiştir. Başvurucular temyiz dilekçesinde, arsa vasfında olan taşınmazın arazi olarak kabulünün ve irtifak nedeniyle olabilecek değer kaybının irtifaktan etkilenen alanın mülkiyet değerinin %35'ini geçemeyeceğine ilişkin kuralın mülkiyet hakkını ihlal ettiğini vurgulamıştır. Ancak fazladan ödenen bedelin iadesine ilişkin hükme karşı temyiz itirazında bulunmamıştır. Taraflarca temyiz edilen karar, Dairece 10/12/2012 tarihinde bozulmuştur. Kararın gerekçesinde;i. Kamulaştırılan taşınmazda hangi ürünler yetişiyorsa bu ürünler esas alınarak taşınmazın değerinin belirlenmesi gerekirken tarım ve hayvancılık ilçe müdürlüğü verileri getirtilmeden bedel tespiti yapıldığı belirtilmiştir.ii. İrtifak hakkı tesis edilmesi amacıyla yapılan kamulaştırma işleminde kamulaştırma bedelinin taşınmazın irtifak hakkı tesisinden önceki değeri ile irtifak hakkı tesis edildikten sonraki değeri arasındaki farktan ibaret olduğu vurgulanmıştır. İrtifak kurulması nedeniyle taşınmazda meydana gelecek değer düşüklüğü oranının ise taşınmazın cinsi, niteliği, kullanım şekli, irtifak hakkının niteliği taşınmazda kapladığı alan ve yeri, istikameti dikkate alınarak belirleneceği açıklanmıştır.iii. Öte yandan Yargıtay uygulamalarında, taşınmazın niteliğine uygun kullanımını önemli ölçüde etkileyen özel bir durum söz konusu olmaması hâlinde arazilerde irtifak nedeniyle oluşabilecek değer kaybının irtifaktan etkilenen alanın mülkiyet değerinin %35'ini aşmaması gerektiğine işaret edilmiştir.iv. Sonuç itibarıyla başvuru konusu taşınmaz üzerindeki irtifak hakkı tesisinde, irtifakın geçtiği yere ve alanına, taşınmazın yüz ölçümüne ve niteliğine göre değer kaybının %12 oranında olması gerektiğinin düşünülmemesi ve kamulaştırmadan arta kalan alana da ayrıca değer düşüklüğü hesaplayarak irtifak kamulaştırma bedeli belirleyen bilirkişinin raporunda belirlediği kamulaştırma bedeline hükmedilmiş olmasının doğru görülmediği izah edilmiştir.v. Ayrıca idarece fazladan yatırılmış olan paranın başvurucu tarafça bankadan çekilmesine kadar varsa işlemiş olan mevduat faizi ile birlikte davacı idareye ödenmesine karar verilmesi gerektiği beyan edilmiştir. Mahkemece bozma ilamı doğrultusunda 12/12/2013 tarihli ek bilirkişi raporu aldırılmıştır. Raporda enerji nakil hattının araziyi ortadan bölüp geçtiği izah edilerek arazideki değer kaybı oranı %35 kabul edilmiştir. Öte yandan arazi vasfındaki taşınmazın m² fiyatının 35 TL olduğu kabul edilerek irtifak kamulaştırma bedeli 420 TL hesaplanmıştır. Mahkemece 12/12/2013 tarihli ek bilirkişi raporunun hükme esas alındığı belirtilerek 28/5/2014 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararda, bu kez irtifak kamulaştırma bedelinin 420 TL olarak tespitine ve bozma öncesi karar ile fazladan alınan 102,20 TL'nin bankaya yatırıldığı tarihten başvurucular tarafından çekilme tarihine kadar yasal faiziyle birlikte davacı idareye iadesine hükmedilmiştir. Başvurucular temyiz dilekçesinde, arsa vasfında olan taşınmazın arazi olarak kabulünün ve irtifak nedeniyle olabilecek değer kaybının irtifaktan etkilenen alanın mülkiyet değerinin %35'ini geçemeyeceğine ilişkin kuralın mülkiyet hakkını ihlal ettiğini vurgulamıştır. Ayrıca fazladan ödenen bedelin iadesinin faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi de temyize konu edilmiştir. Taraflarca temyiz edilen karar, Dairece 21/4/2015 tarihinde bozulmuştur. Kararın gerekçesinde;i. Yargıtayın yerleşmiş uygulamalarına göre özel ve dikkate alınması gereken haklı bir neden bulunmadıkça tarım arazilerinin olduğu gibi kullanılması hâlinde getireceği net gelir üzerinden bilimsel yöntemle yapılacak değerlendirmede münavebeye alınacak ürünler için dekar başına elde edilecek ortalama verim, üretim gideri ve toptan satış fiyatına ilişkin olarak ciddi istatistiki bilgilere dayalı olduğu bilinen o yerdeki gıda, tarım ve hayvancılık müdürlüğü verilerinin esas alınması gerektiği zikredilmiştir.ii. Dörtyol Gıda, Tarım ve Hayvancılık İlçe Müdürlüğü (Dörtyol İlçe Tarım Müdürlüğü) yazısında; daha önce 21/5/2012 tarihli yazı ile bildirilen verilerin il müdürlüğü rakamları dikkate alınarak istatistiki bilgi amaçlı hazırlandığı, bunun Dörtyol ilçesi açısından uygun olmadığı, asıl uygun olan verilerin Asliye Hukuk Mahkemesi 2014/103 Esas sayılı dosyaya gönderilen 16/4/2014 tarihli yazı ekinde sunulan asgari ve azami sınırları belirtilen veriler olduğu bildirilmiştir.iii. Buna göre bu veriler dikkate alınarak taşınmazın yarısının mandalina, yarısının da limon bahçesi olduğu hususu da gözetilip her bölümün değerinin ayrı şekilde resmî veriler esas alınarak değerlendirilmesi gerektiğinin düşünülmemesinin doğru olmadığı izah edilmiştir.iv. Ayrıca bozma öncesi taşınmazın değerinin tespiti için hazırlanan bilirkişi raporunda objektif değer artış oranı uygulanmadığı ve bu husus bozma nedeni yapılmadığı hâlde bozma sonrası değer tespitinde objektif değer artışı uygulanmak suretiyle değerlendirme yapılmasının hatalı olduğu belirtilmiştir.v. Öte yandan kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davanın dört ay içinde sonuçlandırılmaması hâlinde tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden itibaren faiz uygulanmasına ilişkin düzenleme uyarınca dava tarihinden dört aylık sürenin bittiği tarihten karar tarihine kadar tespit edilen kamulaştırma bedeline faiz uygulanması gerektiğine dikkat çekilmiştir. Mahkemece bir kez daha bozma ilamı doğrultusunda eksiklikler giderilerek 11/2/2016 tarihli ek bilirkişi raporu aldırılmıştır. Raporda, bozma ilamında belirtilen Dörtyol İlçe Tarım Müdürlüğü tarım verileri dikkate alınarak arazi niteliğindeki narenciye bahçesinin m² net gelir değerinin bir önceki ek rapordaki gibi 35 TL olduğu tespit edilmiştir. Yine önceki ek raporda olduğu gibi enerji nakil hattının araziyi ortadan bölerek geçmesi nedeniyle arazideki değer kaybı oranının %35 olduğu kabul edilerek irtifak kamulaştırma bedeli 420 TL olarak hesaplanmıştır. Mahkemece bozma ilamına uyularak ve 11/2/2016 tarihli ek bilirkişi raporu esas alınarak 24/3/2016 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararda, bu kez irtifak kamulaştırma bedelinin 420 TL olarak tespitine ve bozma öncesi karar ile fazladan alınan 90,757,88 TL'nin davalı tarafından bankadan çekilmesine kadar varsa işlemiş mevduat faiziyle birlikte davacı idareye iadesine hükmedilmiştir. Ayrıca 420 TL kamulaştırma irtifak bedelinden acele elkoyma dosyasında ödenen 047,50 TL mahsup edildikten sonra kalan 372,50 TL'nin 14/8/2010 tarihinden ilk karar tarihi olan 23/2/2013'e kadar yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucular temyiz dilekçesinde, arsa vasfında olan taşınmazın arazi olarak kabulünün ve irtifak nedeniyle olabilecek değer kaybının irtifaktan etkilenen alanın mülkiyet değerinin %35'ini geçemeyeceğine ilişkin kuralın mülkiyet hakkını ihlal ettiğini vurgulamıştır. Ancak fazladan ödenen bedelin iadesine ve faizine ilişkin hükme karşı temyiz itirazında bulunmamıştır. Başvurucuların tarafından temyiz ettiği karar, bu kez Yargıtay Hukuk Dairesince 19/4/2017 tarihinde onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme talebi de aynı Daire tarafından reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Nihai karar 17/1/2018 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 5/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun “İrtifak hakkı kurulması” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Taşınmaz malın mülkiyetinin kamulaştırılması yerine, amaç için yeterli olduğu takdirde taşınmaz malın belirli kesimi, yüksekliği, derinliği veya kaynak üzerinde kamulaştırma yoluyla irtifak hakkı kurulabilir." 2942 sayılı Kanun’un “Kamulaştırma bedelinin mahkemece tespiti ve taşınmaz malın idare adına tescili” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, … asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, … idare adına tesciline karar verilmesini ister.Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren en geç otuz gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, … taşınmaz malın malikine … bildirerek duruşmaya katılmaya çağırır. Duruşma günü idareye de tebliğ olunur.…Mahkemece yapılan duruşmada tarafların bedelde anlaşamamaları halinde hakim, en geç on gün içinde keşif ve otuz gün sonrası için de duruşma günü tayin ederek, 15 inci maddede sayılan bilirkişiler marifetiyle ve tüm ilgililerin huzurunda taşınmaz malın değerini tespit için mahallinde keşif yapar… Bilirkişiler, taraflar ve diğer ilgililerin beyanını da dikkate alarak, 11 inci maddedeki esaslar doğrultusunda taşınmaz malın değerini belirten raporlarını onbeş gün içinde mahkemeye verirler. Mahkeme bu raporu, duruşma günü beklenmeksizin taraflara tebliğ eder. Yapılacak duruşmaya hakim, taraflar veya vekillerini ve bilirkişileri çağırır. Bu duruşmada tarafların bilirkişi raporlarına varsa itirazları dinlenir ve bilirkişilerin bu itirazlara karşı beyanları alınır.Tarafların bedelde anlaşamamaları halinde gerektiğinde hakim tarafından onbeş gün içinde sonuçlandırılmak üzere yeni bir bilirkişi kurulu tayin edilir ve hakim, tarafların ve bilirkişilerin rapor veya raporları ile beyanlarından yararlanarak adil ve hakkaniyete uygun bir kamulaştırma bedeli tespit eder. Mahkemece tespit edilen bu bedel, taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkının kamulaştırılma bedelidir. … İdarece, kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına yatırıldığına … dair makbuzun ibrazı halinde mahkemece, taşınmaz malın idare adına tesciline ve kamulaştırma bedelinin hak sahibine ödenmesine karar verilir ve bu karar, tapu dairesine ve paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil hükmü kesin olup tarafların bedele ilişkin temyiz hakları saklıdır. (Ek fıkra: 11/04/2013-6459 S.K./ md) Kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davanın dört ay içinde sonuçlandırılamaması halinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden itibaren kanuni faiz işletilir.…” 2942 sayılı Kanun’un “Kamulaştırma bedelinin tespiti esasları” kenar başlıklı maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir: “Taşınmaz malın değerinin tespitinde, kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr dikkate alınmaz.Kamulaştırma yoluyla irtifak hakkı tesisinde, bu kamulaştırma sebebiyle taşınmaz mal veya kaynakta meydana gelecek kıymet düşüklüğü gerekçeleriyle belirtilir. Bu kıymet düşüklüğü kamulaştırma bedelidir.” Anayasa Mahkemesi Kararı Anayasa Mahkemesinin 10/4/2019 tarihli ve E.2018/156, K.2019/22 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKMÜKanun’un itiraz konusu kuralın da yer aldığı 4650 sayılı Kanun’un maddesiyle başlığıyla birlikte değiştirilen maddesi şöyledir: “Kamulaştırma bedelinin tespiti esaslarıMadde 11- (Değişik: 24/4/2001 - 4650/6 md.)...ı) (Değişik: 19/4/2018-7139/27 md.) Bu fıkrada belirtilen unsurlara göre tespit edilen arazi bedelinin yarısını geçmemek ve her bir ölçünün etkisi açıklanmak kaydıyla bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçüleri,... ESASIN İNCELENMESİ... Söz konusu maddenin birinci fıkrasının (ı) bendinde, bedel tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçülerin de bazı şartlarla kamulaştırma bedelinin belirlenmesinde esas alınacağı hükme bağlanmıştır. Bu kapsamda kamulaştırmaya konu arazinin emsallerine göre pazarlama veya ulaşım kolaylıkları, ana yollara, il merkezlerine, yerleşim alanlarına yakınlık gibi değerini olumlu yönde etkileyecek birtakım özelliklerinin gözardı edilmemesi ve taşınmazın gerçek değerinin tespiti bakımından bilimsel yöntemle belirlenen bedelin anılan fıkranın (ı) bendi uyarınca belirli bir oranda artırılması mümkün olabilmektedir. Bu itibarla bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçüler bakımından her bir ölçünün değere etkisinin açıklanması gerektiği Kanun’da ifade edildiği gibi bu ölçülerin somut, araziye getirdiği katkı ve değer yönünden açık, objektif, gerekçeli, makul, arazi bedelinin belirlenmesinde etkili olabilecek diğer bir unsur içinde gözetilmemiş olmasının da uygulamada yargı içtihatlarıyla kabul edildiği anlaşılmaktadır. İtiraz konusu kuralın yer aldığı madde gerekçesinde özellikle kamulaştırılan tarım arazilerinin değer takdirinde yöntemine göre hesap edilen bedeli anlamsız kılacak objektif değer artışlarının yapıldığı, objektif ölçüler gerekçe gösterilerek çoğu kez %50-200, hatta %300 oranında artış uygulandığı ifade edilmiştir. Bu kapsamda kural arazilerde diğer objektif ölçülerin uygulanması bakımından oransal bir sınırlama öngörmektedir. Kuralla diğer objektif ölçüler sebebiyle uygulanacak olan artış oranı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasında belirtilen unsurlara göre tespit edilen arazi bedelinin %50’si ile sınırlandırılmış olup bu oranın taşınmazın özelliklerine göre %50 ve daha az oranda uygulanması mümkün iken %50’nin üzerinde uygulaması mümkün olmayacaktır.... Anayasa’ya Aykırılık Sorunu... Arazilerde kamulaştırma bedeli, Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi uyarınca ve anılan fıkrada belirtilen bedel tespitine ilişkin diğer unsurlar da esas alınmak suretiyle belirlenmektedir. Bu kapsamda taşınmaz mal veya kaynağın mevkiine ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması hâlinde getireceği net gelir üzerinden bilimsel yöntemle hesaplama yapılmakta; bu aşamaya kadar değerlendirmeye alınmamış, arazinin değerini olumlu veya olumsuz yönde etkileyebilecek somut ve objektif birtakım özelliklerin bulunması hâlinde ise özellikle anılan fıkranın (ı) bendi kapsamında bunlar da dikkate alınarak kamulaştırma bedeli tespit edilmektedir. İtiraz konusu kural, kamulaştırmaya konu arazinin değeri üzerinde olumlu etkileri bulunan birtakım ölçüler sebebiyle uygulanacak objektif değer artırıcı unsur oranını Kanun’un maddesinin birinci fıkrasında belirtilen unsurlara göre tespit edilen arazi bedelinin %50’si ile sınırlandırmaktadır. Bu kapsamda kural doğrudan kamulaştırma bedelinin tespiti ile ilgili olup kuralla getirilen sınırlama tespit edilecek kamulaştırma bedelinin tutarını doğrudan etkileyecek niteliktedir. Anayasa’nın maddesi uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlanabilir. Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir. Arazilerde kamulaştırma bedelinin tespitinde diğer objektif ölçüler sebebiyle uygulanacak olan objektif değer artırıcı unsur oranını %50 ile sınırlandıran kuralın kamu yararı amacıyla gerçekleştirilen projelerde kamulaştırma maliyetlerinin azaltılması, yatırım bedellerinin düşürülmesi ve bu suretle idarenin kaynaklarının korunması amacıyla düzenlendiği ve kamu yararı amacına dönük olduğu anlaşılmaktadır. Arazilerde kamulaştırma bedelinin tespitinde asli değer biçme yönteminin taşınmaz mal veya kaynağın mevkiine ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması hâlinde getireceği net gelir üzerinden bilimsel olarak hesaplama yapılması olduğu gözetildiğinde bu şekilde belirlenecek bedel üzerinden diğer objektif ölçüler sebebiyle uygulanacak artış oranının makul, belirli ve öngörülebilir bir seviyede tutulabilmesi ile kamulaştırma maliyetlerinin azaltılması bakımından diğer objektif ölçüler sebebiyle uygulanacak artırım oranına oransal bir üst sınır getirilmesinin itiraz konusu kuralın amacını gerçekleştirmeye elverişli olmadığı söylenemez. Öte yandan itiraz konusu kuralla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülülük ilkesi kapsamında gerekli ve orantılı olup olmadığı da incelenmelidir. Kural, kamulaştırılan arazilerde değer artırıcı unsurlar sebebiyle uygulanacak objektif değer artırıcı unsur oranına bir üst sınır getirmek suretiyle bu oranı %50 ile sınırlamaktadır. 7139 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde ve itiraz konusu kuralın yer aldığı madde gerekçesinde ifade edildiği üzere objektif değer artışı uygulamasıyla taşınmazın değerinde %100, %200 ve hatta %300’lere varan oranlarda artış yapılmasını gerektiren durumlara uygulamada sıklıkla rastlandığı görülmektedir. Bu durumda uygulanacak objektif değer artırıcı unsur oranının %50 ile sınırlandırılması kamulaştırmaya konu taşınmazın somut olarak sahip olduğu, daha önce arazi bedelinin belirlenmesinde etkili olabilecek diğer bir unsur içinde veya kapitalizasyon faiz oranının belirlenmesi sırasında değerlendirilmemiş, taşınmaza olumlu yönde katkı ve değer sağlayan unsurların olması gerektiği oranda ve ölçüde kamulaştırma bedelinin tespitinde dikkate alınmaması sonucunu doğuracaktır. Kamulaştırmada gerçek karşılığın malike ödenmesi gerekliliği karşısında araziyi emsallerine göre daha değerli kılan olumlu özelliklerinin önemli ölçüde bedele yansıtılmasını engelleyebilecek şekilde oransal sınırlama öngörülmesinin gerekli olduğu söylenemeyeceği gibi öngörülen sınırlama olağan koşullarda %50’nin üzerinde objektif değer artışı uygulanması gereken taşınmazlar yönünden kamulaştırmada gerçek bedelin tam olarak tespitini ve malike ödenmesini engelleyeceğinden kamu yararı ile malikin mülkiyet hakkı arasında gözetilmesi gereken adil dengeyi malik aleyhine bozmaktadır. Bu yönüyle kural ölçülülük ilkesine aykırıdır. Anayasa’nın maddesinde öngörülen anayasal ögelerden birinin bulunmaması kamulaştırma işlemini Anayasa’ya aykırı hâle getireceği gibi Anayasa’nın maddesi ile korunan ve sınırları belirtilen mülkiyet hakkına da aykırılık oluşturur. Bu çerçevede kamulaştırma bedelinin tespitinde kamulaştırmanın anayasal ögelerinden biri olan gerçek karşılığa ulaşılmasını engelleyen, mülkiyet hakkının ölçüsüz biçimde sınırlandırılmasına neden olan kural Anayasa’nın , ve maddelerine aykırıdır. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın , ve maddelerine aykırıdır. İptali gerekir. Kural, Anayasa’nın , ve maddelerine aykırı görülerek iptal edildiğinden ayrıca Anayasa’nın ve maddeleri yönünden incelenmesine gerek görülmemiştir...." Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/2/2021 tarihli ve E.2019/8304, K.2021/1117 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...arsa niteliğindeki İzmir ili, Karabağlar ilçesi, Uzundere mahallesi, 260 parsel sayılı taşınmaza 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 11/1-g maddesi uyarınca emsal karşılaştırması yapılarak, arazi niteliğindeki Uzundere mahallesi 793 parsel sayılı taşınmaza 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 11/1-f maddesi uyarınca net geliri esas alınarak değer biçilmesine ve aynı Kanunun 11/son maddesi uyarınca taşınmaz malın niteliği, tamamının yüzölçümü, geometrik durumu ve irtifak hakkına konu olan bölüm dikkate alınarak değer düşüklüğü oranı belirtilmek suretiyle irtifak hakkı karşılıklarının tespit edilmesine ve tespit edilen bedelin bloke ettirilerek davalı tarafa ödenmesine ilişkin ilk derece mahkemesinden verilen karara karşı yapılan istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile;irtifak alanlarının fen bilirkişi raporuna atıf yapılmak suretiyle tesisine karar verilmesi gerektiğinden hükmün tescile ilişkin bendinin HMK'nun 353/1-b-2 maddesi uyarınca düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmasında bir isabetsizlik görülmemiştir..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/2/2013 tarihli ve E.2012/26091, K.2013/2963 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...1) 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 11/son maddesi uyarınca irtifak hakkı karşılıkları bu hak nedeniyle taşınmazın tamamında meydana gelecek değer kaybıdır. Bu itibarla dava konusu taşınmazların ayrı ayrı irtifak hakkı kurulmasından önceki zemin ve üzerindeki yapılar dahil tüm değerlerinin tesbit edilmesi ve bundan sonra enerji nakil hattı nedeniyle her bir taşınmazın tamamında meydana gelecek değer düşüklüğü oranının belirlenmesi ve bu oranla her bir taşınmazın tüm değerinin çarpılması sonucu her bir taşınmaz için irtifak hakkı karşılığının hesaplanması gerekir. Bilirkişi kurullarınca böyle bir inceleme ve işlem yapılmadığı gibi ayrıca kalan bölümde de değer azalması olacağı kabul edilmek suretiyle fazla bedele hükmedilmesi,2) Arazi niteliğindeki taşınmazlardan geçen enerji nakil hatları nedeniyle değer düşüklüğü hesap edilirken taşınmazların yüzölçümü, geometrik yapısı enerji nakil hattının güzergahı ve salınım yüksekliği nazara alınarak bu oranın tüm taşınmazın en fazla % 35'i oranında olabileceği gözetilmeden, arsa niteliğindeki taşınmazlar için kabul edilen %50 oran üzerinden hesap yapılması,...Doğru görülmemiştir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/3/2009 tarihli ve E.2009/377, K.2009/3600 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...2942 Sayılı Yasanın 4650 sayılı Yasayla değişik maddesinin son fıkrası uyarınca ve Yargıtay'ın yerleşmiş uygulamalarına göre; kamulaştırma yoluyla irtifak hakkı kurulmasında, bu kamulaştırma nedeniyle taşınmaz malda oluşacak değer düşüklüğü oranının (dolayısıyla kamulaştırma bedelinin) tesbitinde, taşınmaz malın cinsi (arsa veya arazi olması) ve yüzölçümü ile irtifak hakkının kurulduğu alanın yüzölçümü, irtifakın niteliği (akaryakıt boru hattı, elektrik enerji nakil hattı vb.) ve konumu gözönünde bulundurulur. Buna göre hesaplanacak değer düşüklüğü oranı (kanıtlanmış özel ve önemli bir durum sözkonusu olmadıkça) arsa niteliğindeki taşınmaz malda irtifak hakkının kurulduğu alanın mülkiyet değerinin % 50'sinden fazla olamaz. Dava konusu taşınmaz 917 m² yüzölçümlü olup 639 m²'lik kısmında davacı idare lehine irtifak hakkı kurulmuş bulunduğuna göre, bu taşınmaz malda irtifak hakkı kurulması nedeniyle oluşacak değer düşüklüğü oranının taşınmazın tüm değerinin % 35'i oranında olacağı düşünülmeden, irtifak geçen alanın mülkiyet değerinin % 60'ı oranında değer kaybı olacağının kabulü ile fazla bedele hükmedilmesi, Doğru görülmemiştir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol'ün maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Kahyaoğlu ve diğerleri/Türkiye (B. No: 37203/05, 31/5/2016, §§ 4-19) kararına konu olayda, başvurucuların taşınmazının bir bölümü üzerinden kamulaştırma yapılmaksızın veya kamu irtifakı tesis edilmeksizin enerji nakil hattı geçirilmiştir. Başvurucular tarafından kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan tazminat davasında mahkeme, bilirkişi görüşüne başvurmuş ve bilirkişi, taşınmazın bir bölümünün üzerinden enerji nakil hattı geçirilmiş olması dolayısıyla değerinin %9 oranında azaldığını kabul ederek tazminat hesaplamıştır. Ancak mahkeme, Yargıtay kararlarında kamu irtifakı kurulması nedeniyle taşınmazda oluşacak değer düşüklüğünün taşınmazın toplam değerinin %2'sini geçemeyeceğinin belirtildiğini gerekçe göstererek zararın taşınmaz değerinin %2'siyle sınırlı olduğu sonucuna ulaşmıştır. Mahkeme, bu görüşten yola çıkarak bilirkişi raporundaki tespite rağmen taşınmazın değerinin %7'sine isabet eden tazminat istemi yönünden davayı reddetmiş ve söz konusu karar Yargıtay tarafından onanmıştır. AİHM; bilirkişi raporunda taşınmazda oluşan değer kaybı taşınmazın gerçek değerinin %9'u olarak tespit edildiği hâlde yerel mahkemenin Yargıtay içtihadından hareketle zarar miktarını taşınmaz değerinin %2'si ile sınırlandırdığına işaret ettikten sonra yargı mercilerince bunun gerekçesinin açıklanamadığını vurgulamıştır. AİHM, Yargıtayın farklı durumların gözönünde bulundurulmasını dışlayan katı yorumu nedeniyle başvurucuların taşınmazının değerinin %7'sine tekabül eden zararlarının karşılanamadığını belirtmiş ve bunun da kamu yararı ile bireysel yarar arasındaki adil dengeyi bozduğunu ifade ederek mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Kahyaoğlu ve diğerleri/Türkiye, §§ 33-40). Kutlu ve diğerleri/Türkiye (B. No: 51861/11, 13/12/2016) kararında da kamulaştırılan bir taşınmazın bilirkişi raporunda objektif değer artış oranının %40 olarak belirtilmesine rağmen derece mahkemelerince %25 olarak belirlenmesi mülkiyet hakkı bağlamında incelenmiştir. AİHM; derece mahkemelerinin bilirkişi raporundaki sonuçların gözardı edilmesinin nedenlerini somut ve yeterli gerekçelerle açıklaması gerektiğini, somut olayda ise gözönünde bulundurulacak ölçütlerin basit bir anlatımının -mahkemece değer düşüklüğü oranının %25 ile sınırlandırılmasına yol açan kriterlerin neden ve nasıl dikkate alındığı belirtilmediği için- yeterli bir gerekçe olarak kabul edilemeyeceğini ifade etmiştir. AİHM; sonuç olarak yeterli bir gerekçe gösterilmeden %25 olarak belirlenerek daha az tazminata hükmedilmesi adil dengeyi bozduğu için bu durumun mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığını kabul etmiştir (Kutlu ve diğerleri/Türkiye, §§ 62-76). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/3936 | Başvuru, kamulaştırma bedelinin düşük tespit edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, iş kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların 1/2/2007 tarihinde açtığı davada yargısal süreç, bozma ilamı doğrultusunda yapılan yargılamada verilen karar sonrası Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/10/2020 tarihli onama kararıyla sona ermiştir. Başvurucular, açtıkları davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine 27/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22341 | Başvuru, iş kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, terör örgütü üyesi olmak suçlamasıyla 18/9/2008 tarihinde yakalanmış; silahlı örgüte üye olmak, genel güvenliği kasten tehlikeye sokmak, tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirilmesi, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'na muhalefet suçlarından hakkında kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 1/10/2013 tarihli kararıyla başvurucu hakkında mahkûmiyet kararı verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Dairesinin 1/7/2016 tarihli kararıyla başvurucu yönünden onanmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16543 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, aynı yerleşke içinde bulunan tutuklu eşiyle açık ve kapalı görüş yaptırılmaması ile eşle yapılan telefon görüşmesinin hem arayan hem de aranan yönünden haftalık telefonla görüşme hakkından düşürülmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Şikâyet konusu müdahale tarihi itibarıyla başvurucu ve eşi İzmir T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Kurum) silahlı terör örgütü üyeliği suçundan tutuklu olarak bulunmaktadır. Başvurucu aynı yerleşke içinde bulunduğu eşi ile 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince açık ve/veya kapalı görüş yapma talebinde bulunmuştur. Başvurucu ayrıca 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan mülga Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (Tüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince haftalık telefon görüşmesinin sadece kendisinden ya da eşinin telefon hakkından düşülmesi talebinde bulunmuştur. Kurum 15/3/2019 tarihli kararıyla başvurucunun talebini reddetmiştir. Kararda Kurumda barındırılan hükümlü ve tutukluların kurum içi görüşmelerine, terör örgütü ve diğer suç örgütlerinin örgütsel amaçlı faaliyet ve haberleşmelerine imkân sağlayabilecek, Kurumun düzenini tehlikeye düşürebilecek ve benzeri güvenlik açısından sakıncalı hâllerin ön görülmesi durumunda her ziyaret talebi yönünden ayrı ayrı incelenmek suretiyle Kurum tarafından ziyaret talebinin kısıtlanabileceği açıklanmıştır. Ayrıca birden fazla ceza infaz kurumunun bir arada bulunduğu yerleşkedeki farklı kurumlarda barındırılmakta olan hükümlü veya tutukluların görüşmelerine, terör örgütü veya diğer suç örgütü üyelerinin örgütsel amaçlı faaliyet ve haberleşmelerine imkân sağlayabilecek, ceza infaz kurumu düzenini tehlikeye düşürebilecek ve benzeri güvenlik açısından sakıncalı hâllerin olmadığı Kurum müdürlerinin yazılı görüşü ile belirlenerek her ziyaret talebi yönünden ayrı ayrı değerlendirilmek suretiyle Cumhuriyet Başsavcılığının yazılı izniyle mümkün olacağı belirtilmiştir. Kararda farklı ceza infaz kurumlarında bulunan mahpusların Tüzük'ün "telefonla görüşme hakkı" kenar başlıklı maddesine göre maddenin (1) numaralı fıkrasında sayılan kişilerden olması kaydıyla, (f) bendinde belirtilen on dakikalık süre ile sınırlı olmak suretiyle, hem arayan hem de aranan hükümlü tutuklu yönünden haftalık telefon hakkını kullanmış sayılarak talep edenlerin belirlenen program dahilince görüştürüleceği ifade edilmiştir. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 8/4/2019 tarihli yazısında söz konusu Kurumun kampüs alanı içerisinde bulunan ceza infaz kurumlarında kapasitenin çok üzerinde (000'e yakın) hükümlü ve tutuklu barındırılması, kurumların fiziki şartları ve personel yetersizliği, jandarma personelinin sayıca azlığı ve ring araçlarının eksik oluşu gibi şartlar göz önüne alındığında bahse konu Yönetmelikte yapılan değişiklik gereğince Kurum kampüsü bünyesinde bulunan hükümlü ve tutukluların aynı Yönetmeliğin maddesinin fıkrasında sayılan yakınlarıyla görüşmelerinin sağlanmasına imkan bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu 23/8/2019 tarihli dilekçe ile karara karşı şikâyet yoluyla Karşıyaka İnfaz Hâkimliği'ne (İnfaz Hâkimliği) başvurmuştur. Başvurucu şikayet dilekçesinde, aynı yerleşke içinde bulunan tutuklu eşiyle gerek açık gerekse kapalı usulle görüştürülmesi ve eşi ile yaptığı telefon görüşmesinin kendisinin ya da eşinin haftalık telefon görüşme hakkından düşülmesi suretiyle başka bir yakını ile telefon görüşmesi yapabilmesi için yaptığı başvurunun reddedilmesi nedeniyle on üç yaşındaki oğluyla görüşemediğini belirtmiştir. Başvurucunun şikâyetini değerlendiren İnfaz Hakimliği 29/8/2019 tarihinde şikâyeti reddetmiştir. Kararda Tüzük ve Yönetmelik hükümleri dikkate alındığında hükümlünün itirazında belirttiği aynı hafta içinde hem telefon hem açık görüşe çıkma haklarının yeniden belirlenmesi hakkında düzenleme yapma yetkisinin Kurum'a ait olduğu anlaşıldığından Kurum kararının usul ve yasaya uygun olduğu ifade edilmiştir. Başvurucunun bu karara itirazı Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 18/9/2019 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu nihai hükmü 30/9/2019 tarihinde öğrendikten sonra 23/10/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/35748 | Başvuru, aynı yerleşke içinde bulunan tutuklu eşiyle açık ve kapalı görüş yaptırılmaması ile eşle yapılan telefon görüşmesinin hem arayan hem de aranan yönünden haftalık telefonla görüşme hakkından düşürülmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, geçici askerlik görevi sırasında meydana gelen ölüm nedeniyle yaşam hakkı ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucuların oğlu U.K., Kıbrıs Mekanize Piyade Tümeninde geçici askerlik görevini yerine getirmekte iken disiplin cezası nedeniyle bulunduğu Tümen Disiplin Ceza Tutukevinde askerî personelin kasıtlı eylemleri sonucu yaralanarak sağlık kurumuna kaldırılmış ancak tedaviye cevap vermeyerek 2011 yılında hayatını kaybetmiştir. Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı Askerî Mahkemesi 8/7/2015 tarihli kararı ile eylemi bizzat gerçekleştiren askerî personel A.A. ve F.K.yı neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence suçundan müebbet hapis cezası ile cezalandırmıştır (Failler hakkında ayrıca tekrarlayan yaralama fiillerinden dolayı hapis cezasına hükmedilmiştir.).Ayrıca Tutukevi Müdürü A.Ş. hakkında da ihmal suretiyle görevi kötüye kullanma suçundan 7 ay 15 gün hapis cezasına hükmedilmiş ancak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi (Daire) 28/5/2019 tarihli kararı ile hükmü takdirî indirim nedeni olmadığı hâlde indirim yapılması ve kasten yaralama suçlarına ilişkin ek savunma hakkı verilmemesi nedeniyle bozmuştur (Başvurucu, formda bozma kararının ardından yapılan yargılama safahatına ilişkin olarak sürecin nasıl işlediğine/devam ettiğine dair herhangi bir bilgi vermemiştir.). Daire, kararında ayrıca HAGB hükmü yönünden incelemenin itiraz yoluyla yapılacağını belirterek hükmün A.Ş.ye yönelik kısmı için inceleme yapmadan dosyayı mahalline iade etmiştir. Yargıtayın mahalline iade kararı sonrası süreçte HAGB hükmünün itiraz incelemesi için dosyanın gönderildiği Ankara Ağır Ceza Mahkemesi, A.Ş. için verilen HAGB hükmüne yönelik itirazı 28/5/2020 tarihinde kesin olarak reddetmiştir. Başvurucular vekilinin itirazın reddine dair kesin kararı Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nden (UYAP) 2/6/2020 tarihinde saat 03'te okuduğu görülmüştür. Başvurucular 6/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemelerinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/27349 | Başvuru, geçici askerlik görevi sırasında meydana gelen ölüm nedeniyle yaşam hakkı ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklu olan başvurucuya antialerjik özellikli pamuklu iç çamaşırlarının teslim edilmemesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Olay tarihinde Manisa T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Kurum) tutuklu olan başvurucu; kronik ürtiker ve vitiligo hastası olduğunu, antialerjik özellikli yüzde yüz pamuk olan iç çamaşırları giymesi gerektiğini belirterek ailesi tarafından getirilen ve emanet eşya deposuna kaldırılan bu özelliğe sahip iç çamaşırlarının kendisine teslim edilmesi talebiyle Kuruma başvurmuştur. Başvurucu, aile hekimliği tarafından 27/10/2017 tarihinde düzenlenen ve "Kronik ürtiker ve vitiligo hastalığı nedeniyle antialerjik pamuklu iç çamaşırı kullanması zorunludur." şeklinde değerlendirmeler içeren sağlık raporunu da Kuruma sunmuştur. Kurum 23/10/2018 tarihinde başvurucunun Manisa Devlet Hastanesi Cildiye Polikliniğine sevkini sağlamıştır. Uzman hekim tarafından düzenlenen raporda başvurucunun on beş yıldır devam eden söz konusu rahatsızlığı nedeniyle antialerjik iç çamaşırı giymesi gerektiği ifade edilmiştir. Kuruma yaptığı başvuruların reddedilmesi üzerine başvurucu 10/12/2018 tarihinde Manisa İnfaz Hâkimliğine şikâyet dilekçesi sunmuştur. Dilekçesinde, yaşadığı sağlık sorunlarının günden güne arttığını ve ailesinin getirdiği iç çamaşırlarının verilmemesi şeklindeki uygulamanın keyfî ve hukuksuz olduğunu ileri sürmüştür. İnfaz Hâkimliği 8/4/2019 tarihinde şikâyetin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, Kuruma müzekkere yazılarak pamuklu iç çamaşırı satışının yapılıp yapılmadığının sorulduğu belirtilmiş ve cevap yazısında Kurum kantininde yüzde doksan beş pamuklu ve yüzde yüz pamuklu olmak üzere iç çamaşırı satışının yapıldığının bildirildiği ifade edilmiştir. Başvurucu tarafından anılan karara karşı yapılan itiraz kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle Manisa Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir. Başvurucu nihai hükmü 24/4/2019 tarihinde öğrendikten sonra 23/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca adli yardım talebinin kabulüne, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18371 | Başvuru, tutuklu olan başvurucuya antialerjik özellikli pamuklu iç çamaşırlarının teslim edilmemesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, lenf kanseri olan hükümlünün cezasının infazının ertelenmesi talebinin reddedilmesinin kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu; tedavisinin ceza infaz kurumu koşullarında sağlanamayacağını, hastalığa dair alınan raporların Adli Tıp Kurumuna gönderilmeksizin erteleme taleplerinin yetersiz gerekçelerle reddedilmesinin yaşam, maddi ve manevi bütünlüğün yönelik ciddi tehlike oluşturduğunu belirterek iyileşinceye kadar Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca tedbiren infazın durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Ancak Anayasa Mahkemesince bu talep 21/12/2016 tarihinde reddedilmiştir. Anayasa Mahkemesi 24/4/2015 tarihinde başvurucunun hastalığının nitelik ve boyutunun araştırılması ve başvurucunun hapis cezasının infazına fiilen başlanmasının, başvurucunun anılan hastalığı nedeniyle hayati risk oluşturup oluşturmayacağı hususunun tespiti için hükmün infazına başlanmaksızın Adli Tıp Kurumuna sevk edilmesine, sevk işleminin yapılması ve düzenlenecek raporun gönderilmesi için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere yazılmasına, tedbir talebinin düzenlenecek uzman heyet raporundan sonra değerlendirilmesine karar vermiştir. Ancak tedbir talebi konusunda daha sonra verilmiş bir karar bulunmamaktadır. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nden (UYAP) edinilen belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: 1963 doğumlu başvurucu, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin 1/12/2011 tarihli kararıyla bilişim sistemini engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme suçundan 3 yıl 9 ay hapisle cezalandırılmıştır. Temyiz edilen karar Yargıtay Ceza Dairesinin 17/6/2014 tarihli ilamıyla onanarak kesinleşmiştir. Hüküm kesinleştikten sonra başvurucu 10/11/2014 günlü dilekçeyle kronik lenfositik lösemi hastası olduğunu belirterek 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesine göre infazın geri bırakılması için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) müracaat etmiştir. Başvurucu dilekçesinde hastalığının son aşaması olan dördüncü evrede bulunduğunu, bunun da hayati tehlikeye yol açacağını, yaşamını yalnız sürdüremeyeceğini ifade etmiştir. Dilekçesine lösemi hastası olduğunu ve kemoterapi gördüğünü gösteren, bazı hastanelere ait raporları eklemiştir. Bu raporların birinde tedavi süreci toplam altı ay sürecek başvurucunun kalabalık ortamlardan uzak durması, iyi yıkanmış ve iyi pişmiş yiyeceklerle beslenmesi, haftalık kan sayımının yapılması, ateşinin 38 dereceyi aşması durumunda acilen hastaneye yatışının gerekli olduğu değerlendirilmiştir. Savcılık 12/11/2014 tarihinde başvurucunun bu talebini reddetmiştir. Başvurucunun maruz kaldığı ağır hastalık nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettirip ettiremeyeceği hususunun ancak infaza başlama hâlinde ceza infaz kurumu koşullarında anlaşılabileceği karara dayanak yapılmıştır. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin 20/11/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “…hükümlünün cezasını infaz kurumunda yerine getirilmesinde yaşam ve vücut bütünlüğü açısından telafisi imkansız zarara maruz kalıp kalmayacağı ve hükümlüye tayin edilen cezasının ertelenmesini gerektiren bir husus bulunup bulunmadığının tespiti bakımından dosyanın ve hükümlü müdafiinin talep konusu dilekçesinin 5275 sayılı Yasanın 16/maddesi uyarınca gerekli prosedürün takdir ve değerlendirmesi amacıyla İstanbul Cumhuriyet başsavcılığı ilamat ve infaz bürosuna gönderilmesine ve işlem sonucuna kadar infazın durdurulmasını gerektiren bir durum bulunmadığından infazın durdurulmasına ilişkin talebin reddine dair aşağıdaki karar ittihaz olunmuştur.” Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 15/1/2015 tarihli ek kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “…Sağlık sorunları nedeni ile infazın ertelenmesi 5275 sayılı CGTİHK. nun 16/2- md. düzenlenmiş olup, sağlık kuruluşlarının hastalara ayrılan bölümünde infaza devam edilebileceği, bunun dahi mümkün olmadığının anlaşılması halinde infazın iyileşene kadar geri bırakılabileceği öngörülmektedir.Buna göre konunun, infaza başlandıktan sonra infaz prosedürü içerisinde ele alınıp incelenmesi gerektiği anlaşıldığından, Hükümlü-Sanık Zeki Hakan Nebioğlu hakkında verilen İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin 20/11/2014 tarih 2007/364 esas ve 2011/330 karar sayılı ek kararının usul ve yasaya uygun olduğu anlaşılmakla sanık Zeki Hakan Nebioğlu müdafii Av. Ömer Faruk Akbıyık'ın itirazının REDDİNE [karar verilmiştir.]” Başvurucu vekili tarafından 4/2/2015 tarihinde öğrenilen karara karşı 9/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 15/5/2016 tarihli yazısında konuyla ilgili olarak Adli Tıp Kurumu (ATK) İhtisas Kurulundan rapor aldırıldığı belirtilmiştir. ATK İhtisas Kurulunun 7/3/2016 tarihli raporunda; başvurucunun 5275 sayılı Kanun’un maddesinin (6) numaralı fıkrası kapsamında görülmediği, hayatını yalnız idame ettirebileceği, aynı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası kapsamında kalmadığı, tedavisi ve önerilen aralıklarla düzenli poliklinik kontrollerinin sağlanarak ceza infaz kurumu şartlarında infaza devam edilebileceği, hastalıklarının ilerlemesi ya da vasfının değişmesi durumunda yeniden rapor alınarak tekrar değerlendirmede bulunulabileceği ifade edilmiştir. Aynı yazıda Anayasa Mahkemesince verilen 24/4/2015 tarihli tedbir kararına istinaden askıya alınan infaz işlemlerinin devamı için Savcılık tarafından 31/3/2016 tarihinde yakalama emri çıkarıldığı kaydedilmiştir. 17/10/2016 tarihinde hapis cezasının infazına başlandıktan sonra başvurucu, Muğla İnfaz Hâkimliğine 5271 sayılı Kanun’un 105/A maddesi uyarınca denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezanın infazını talep etmiştir. İnfaz Hâkimliğince 24/10/2016 tarihinde talep kabul edilerek başvurucu, Muğla Açık Ceza İnfaz Kurumundan salıverilmiştir. 5275 sayılı Kanun’un “Hapis cezasının infazının hastalık nedeni ile ertelenmesi” kenar başlıklı maddesine, "Denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezanın infazı" kenar başlıklı 105/A maddesinin fıkrasına İmam Çelikdemir (B. No: 2014/20289, 5/12/2017, §§ 33, 34) başvurusunda yer verilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/2418 | Başvuru, lenf kanseri olan hükümlünün cezasının infazının ertelenmesi talebinin reddedilmesinin kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 14/12/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1984 doğumlu olan başvurucu 1/3/2013 tarihinden itibaren çeşitli taşeron şirketler (Şirket) bünyesinde Doğubayazıt Belediyesinde (Belediye) işçi statüsünde çalışmakta iken 17/5/2017 tarihinde iş sözleşmesi feshedilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iadesine karar verilmesi talepleriyle işveren aleyhine 16/6/2017 tarihinde dava açmıştır. Doğubayazıt Asliye Hukuk Mahkemesine (iş mahkemesi sıfatıyla) (Mahkeme) sunduğu dava dilekçesinde başvurucu; feshin usule aykırı olduğunu, fesih bildiriminde fesih sebebinin açık ve kesin olarak bildirilmediğini ileri sürmüştür. Mahkeme tarafından başvurucu hakkında olağanüstü hâl (OHAL) kapsamında millî güvenliği tehdit eden yapılar ile irtibatı ve iltisakına ilişkin bilgi/belge olup olmadığı hususu ile ilgili olarak Doğubayazıt İlçe Emniyet Müdürlüğüne (Emniyet), Doğubayazıt Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) ve Doğubayazıt Kaymakamlığı İlçe OHAL Bürosuna müzekkere yazılmıştır. Savcılıktan gelen cevabi yazıda başvurucu ile ilgili bir kayda rastlanmadığı belirtilmiş, Emniyetten gelen cevabi yazıda ise başvurucunun amcasının 1977 yılında PKK terör örgütüne katıldığı bilgisi verilmiştir. Mahkeme, 9/2/2018 tarihli kararında davanın reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Dava dilekçesi, cevap dilekçesi ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; Doğubayazıt Kaymakamlığı İlçe Olağanüstü Hal Bürosu, Doğubayazıt Belediye Başkanlığıve Doğubayazıt İlçe Emniyet Müdürlüğünün yazılarında davacının PKK/KCK terör örgütü ile irtibatı, iltisakı veya mensubiyeti olabileceği sonucuna varıldığının alt işverene bildirildiği nazara alındığında; taraflar arasındaki güven ilişkisinin sona erdiği, davalı işverenden iş akdinin devamının beklenemeyeceği, fesih tarihi itibariyle işe iade davası bakımından en azından geçerli nedeninin bulunduğu, feshin haklı nedene dayanıp dayanmadığı hususunun ileride açılacak bir alacak davasında irdelenmesinin mümkün olduğu anlaşılmakla açılan işe iade davasının reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucu; istinaf talebinde bulunmuş, kararın usul ve esas açısından hukuka uygun olmadığını, iş akdinin -neredeyse kendisi doğmadan önce- amcasının işlediği suç kapsamında feshedilmesinin suç ve cezaların şahsiliği ilkesine aykırı olduğunu belirterek davanın kabulünü talep etmiştir. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 15/10/2020 tarihli kararı ile istinaf talebinin reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Dosya içerisine alınan belgelere göre, davacının terör örgütü ile irtibat veya iltisakına ilişkin OHAL bürosu ve tem bürosu bir kısım tespitlerde bulunulmuş, davacının amcasının PKK/KCK terör örgütüne 1977 yılında katılım sağladığı davacının da bu örgüt ile iltisaklı ve irtibatlı olduğu yönünde istihbari bilginin olduğu ifade edilmiş ve bu tespitler işverene bildirilmiştir. Fesih tarihi itibariyle iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğun ortadan kalkıp kalmadığının incelenmesi gerekmekte olup, inceleme hukuk yargılaması kapsamında yapılan bir inceleme çerçevesinde kalacak olup ceza yargılaması ilkeleri açısından bir değerlendirme içermemektedir. İşverenin işçisi hakkında ileri sürülen iddiaların kapsamı dikkate alındığında elindeki imkanlar kapsamında yapabilecek olup da yapmadığı araştırma söz konusu değildir.Tüm bu tespitler ışığında, işverene verilen bilginin niteliği, işverenin kamuya ait sektörde hizmet veriyor olması karşısında taraflar arasındaki güven ilişkisinin zedelendiği ve işverenden iş akdinin devamının beklenemeyecek derecede şüphe meydana geldiğinin kabulü gerekeceği, bu haliyle somut olayda işveren feshinin işe iade davası bakımından en azından geçerli nedene dayandığı, mahkeme kararının doğru sonucuna varılmıştır.Açıklanan nedenlerle davacı vekilinin istinaf itirazları yerinde görülmemiş olup istinaf talebinin reddine karar vermek gerekmiştir." Nihai karar 28/11/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. 14/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bakınız Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:"... şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır. ..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/10/2018 tarihli ve E.2018/10430, K.2018/20956 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde değerlendirme yapılacak olursa, somut olayda davacının iş sözleşmesinin feshi ile ilgili yasal dayanakların 4857 sayılı İş Kanunu ile birlikte Bakanlar Kurulu kararı ile ülke genelinde ilan edilen Olağanüstü Hal kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnameler olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Söz konusu kararnamelerin iş sözleşmesi ile çalışan işçilere yönelik hükümleri incelendiğinde, gerek 667 sayılı KHK’nin maddesi gerekse 673 sayılı KHK’nin maddesinde bu kanun hükmünde kararnameler kapsamında iş sözleşmesi feshedilen işçilerin bir daha yeniden doğrudan veya dolaylı olarak eski işinde veya benzer işlerde görevlendirilemeyecekleri, bunların işe iadesinin mümkün olmadığı şeklinde emredici nitelikte düzenlemelerin yer aldığı görülecektir. Bu yasal düzenlemelerin nitelik itibariyle, kamu düzenine ilişkin ve açıkça emredici nitelikte olduğu değerlendirildiğinde, açılacak davalarda taraflarca hazırlama ilkesine üstünlük tanınamayacağı göz önüne alınmalıdır. Bu itibarla, ilgili kanun hükmünde kararnameler kapsamındaki fesihlere ilişkin olarak açılan işe iade davalarında, taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir.Buna göre görülmekte olan davada, sözleşmenin feshine dayanak bilgi ve belgelerin mahkemece resen araştırılması gerekmekte ise de, dosyada sadece Erzurum Cumhuriyet Baş Savcılığına davacı hakkında soruşturma veya kovuşturma olup olmadığı yönünde yazılan yazı cevabi ile yetinildiği, bu yönde başkaca bir araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Davacının iş sözleşmesinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı bankadan sorularak; bunun yanında resen araştırma ilkesi kapsamında davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumu’ndan getirtilmeli, varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asya nezdinde açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek ulaşılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davacının davasının kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/40 | Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, mutlak koruma alanında olduğu gerekçesiyle iptal edilen ruhsata konu işletme alanının mutlak koruma alanından çıkarılarak ihale edilecek alanlardan gösterilmesi sonrasında yeniden ruhsat alma talebiyle açılan davanın kazanılmış hak gözetilmeden ve idari işlemle ilişki kurulmadan reddedilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanınca 22/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlığın 21/3/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesi tarafından verilen bir kabul edilebilirlik kararının bulunmadığı gerekçesiyle görüş bildirilmemiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul ili Gaziosmanpaşa ilçesi Cebeci köyü civarında başvurucu Şirkete ait İR:2443 ve İR:1206 sayılı maden işletme ruhsatları başvurucunun 26/9/1988 tarihli talebi üzerine birleştirilerek başvurucuya TR:2692 sayılı yeni bir ruhsat verilmiştir. İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğünce (İSKİ) bu ruhsatlardan İR:1206 sayılı işletme ruhsatı sahasındaki faaliyetler nedeniyle oluşan atık maddelerin Alibeyköy Barajı'nı alüvyon ile doldurduğunun tespit edildiği, bu nedenle ruhsatın iptal edilmesi, 1/10/1990 tarihli yazıyla Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığından istenmiştir. Bakanlığın cevap vermemesi üzerine İSKİ Genel Müdürlüğünce Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı aleyhine İstanbul İdare Mahkemesinde dava açılmış, anılan Mahkemenin 21/1/1993 tarihli ve E.1992/791, K.1993/59 sayılı kararıyla dava konusu taş ocağının Alibeyköy Barajı'nın su toplama havzasında mevcut derelerin mutlak koruma alanı içinde kalmasından dolayı muhafazasının mümkün olmadığı gerekçesiyle iptal kararı verilmiş; bu karar Danıştay tarafından onanarak kesinleşmiştir. Bunun üzerine Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından daha önce birleştirilmiş ruhsat alanından İR:1206 sayılı ruhsat alanı çıkarılmak suretiyle başvurucuya yeni bir ruhsat verilmiştir. Başvurucu Şirket, mutlak koruma alanı sınırlarının değiştirilmesi sonrasında yargı kararıyla iptal edilen İR:1206 sayılı ruhsat alanının Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından mermer işletilmek üzere ihaleye çıkarıldığını öğrenmiş ve 19/7/2005 tarihli dilekçeyle ihaleye çıkarılan maden alanının kendi ruhsat alanı olduğunu, bu yüzden ihalenin iptal edilerek ihale konusu alanın kendi ruhsatına ilave edilmesini talep etmiştir. Başvurucunun bu talebi"İSKİ Genel Müdürlüğü'ne içme ve kullanma suyu temin edilen mutlak koruma alan sınırları ve İSKİ Baraj Koruma alan sınırları sorulmuş olup gelecek cevaba göre işlem tesis edilecektir." yönündeki 20/9/2005 tarihli ve 39714/152772 sayılı işlemin iptali istemiyle İstanbul İdare Mahkemesinde (mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme, 30/4/2007 tarihli ve E.2005/2912, K.2007/1119 sayılı kararıyla Alibeyköy Barajı su toplama havzası içinde ve koruma havzasında mevcut derelerin mutlak koruma alanında kaldığı Mahkeme kararıyla sabit olan taşınmaz için davalı idarece tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Bu kararın temyizi üzerine Danıştay Sekizinci Dairesi, 30/4/2007 tarihli ve E.2005/2912, K.2007/1119 sayılı kararıyla2577 sayılı Kanun'un maddesi hükmüne uygun bulunmayan dava dilekçesinin reddedilmesi gerekirken, işin esasına girilerek davanın reddi yönünde verilen mahkeme kararında yasal isabet bulunmadığı gerekçesiyle Mahkeme kararını bozmuştur. Daha sonra başvurucunun iddiaları tefrik edilerek iki farklı dava halinde yargılama sürecine devam edilmiştir. Başvurucunun alanın ihaleye çıkartılmasına ilişkin işlemin iptali isteminin görüldüğü davada Mahkeme, 30/6/2010 tarihli ve E.2009/640, K.2010/1209 sayılı kararıyla, İdare Mahkemesinin 21/1/1993 tarihli kararına atıfla uyuşmazlık konusu alanın, Alibeyköy Barajının su toplama havzasında, mevcut derelerin mutlak koruma alanı içinde kaldığı, bu alanın ihale yoluyla yeniden aramaya açılacak alan olarak belirlenmesinin mümkün bulunmadığı gerekçesiyle işlemin iptaline karar vermiştir. Bu kararın temyizi üzerine Danıştay Sekizinci Dairesi, 27/3/2013 tarihli ve E.2010/9638, K.2013/2357 sayılı kararıyla; uyuşmazlık konusu alanın İstanbul İdare Mahkemesinin 21/1/1993 tarihli kararının verildiği tarihte mutlak koruma alanı içinde kalmasına rağmen daha sonra kısa mesafeli koruma alanı içine alındığını; bu durumdaİstanbul İdare Mahkemesince bu alanın mutlak koruma alanı içinde kaldığını tespit eden mahkeme kararı gerekçe gösterilerek davanın reddedilmesinde hukuki isabet görülmediğini; ancak ilgili mevzuatta, kısa mesafeli koruma alanında madencilik faaliyetinde bulunulmasının son derece sıkı şartlara bağlanması ve dava konusu alanın bu istisnai şartlardan hiçbirini taşımaması karşısında İdare Mahkemesince verilen kararın sonucu itibarıyla yerinde bulunduğunu belirtilerek onamıştır. Başvurunun başvuruya konu ettiği ruhsat sahasından bölünen alanın ruhsatına ilave edilmesi yönündeki talebi hakkında görülen devada ise Mahkemesinin 30/6/2010 tarihli ve E.2009/451, K.2010/1208 sayılı kararıyla, "olayda, davacı şirket uhdesinde bulunan İR:2692 sayılı ruhsattan bölünen alanın, Alibeyköy Barajının su toplama havzasında, mevcut derelerin mutlak koruma alanı içinde kaldığı, bu nedenle de Yüzeysel Su Kaynaklarının Kirlenmeye Karşı Korunması Hakkında Yönetmeliğin 4/A maddesinin bendi gereğince taş, kum, kil ve maden ocağı açılmasına izin verilmeyecek yerlerden olduğunun İstanbul İdare Mahkemesinin 21/1/1993 tarih ve E.1992/791, K.1993/59 sayılı kararıyla açıkça belirlenmesi karşısında, söz konusu alan 3213 sayılı Maden Kanunu uyarınca madencilik faaliyeti yapılacak alanlardan olamayacağından, bu alanın davacı şirketin halen mevcut ruhsatına ilave edilmesi mümkün bulunmamaktadır." gerekçesiyle dava reddedilmiştir. Anılan karar Danıştay Sekizinci Dairesinin 27/3/2013 tarihli ve E.2010/8516, K.2013/2355 sayılı kararıyla; uyuşmazlık konusu alanın İstanbul İdare Mahkemesinin 21/1/1993 tarihli kararının verildiği tarihte mutlak koruma alanı içinde kalmasına rağmen daha sonra kısa mesafeli koruma alanı içine alındığı; bu durumdaİstanbul İdare Mahkemesince bu alanın mutlak koruma alanı içinde kaldığını tespit eden mahkeme kararı gerekçe gösterilerek davanın reddedilmesinde hukuki isabet görülmediği; ancak ilgili mevzuatta, kısa mesafeli koruma alanında madencilik faaliyetinde bulunulmasının son derece sıkı şartlara bağlanması ve dava konusu alanın bu istisnai şartlardan hiçbirini taşımaması karşısında İdare Mahkemesince verilen kararın sonucu itibarıyla yerinde bulunduğu belirtilerek onanmıştır.Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 20/11/2013 tarihli ve E.2013/9437, K.2013/8450 sayılı kararıyla reddedilerek karar kesinleşmiş ve 10/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanunu'nun 26/5/2004 tarihli ve 5177 sayılı Kanun'la değişik maddesi şöyledir: “Orman, muhafaza ormanı, ağaçlandırma alanları, kara avcılığı alanları, özel koruma bölgeleri,milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtı, tabiatı koruma alanı,tarım, mera, sit alanları, su havzaları, kıyı alanları ve sahil şeritleri, karasuları, turizm bölgeleri, alanları ve merkezleri ile kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri, askerî yasak bölgeler ve imaralanları ile mücavir alanlarda madencilik faaliyetlerinin çevresel etki değerlendirmesi, gayri sıhhî müesseseler ile ilgili hususlardahil hangi esaslara göre yürütüleceği ilgili bakanlıkların görüşü alınarak Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılacak bir yönetmelikle belirlenir.İlgili bakanlıkların mevzuatı gereği yapacakları inceleme ve denetimlerde; ruhsat alanlarında bu yönetmelik esaslarına uygun çalışılmadığının tespiti halinde, mevzuat çerçevesinde yapılacak işlemler Genel Müdürlüğe bildirilir. Çevre ve insan sağlığına zarar verdiği tespit edilen madencilik faaliyetleri gerekli önlemler alınıncaya kadar durdurulur.Çevresel etki değerlendirmesi işlemleri Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından,diğer izinlere ilişkin işlemler de ilgili bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarınca çevresel etki değerlendirmesi sürecinde en geçüç ay içinde bitirilir. Bakanlık ve diğer bakanlıkların mevzuatının gerektirdiği maddî yükümlülükler ruhsat sahibi tarafındankarşılanır.İmar alanları içinde kalan madencilik faaliyetleri, ilgili yerel merciden izin alınarak yapılır. Ruhsat alındıktan sonra imar alanları içine alınan maden sahalarına bu hüküm uygulanmaz.Kamu hizmeti veya umumun yararınaayrılmış yerlere ve bu tür tesislere 60 metre mesafe dahilinde madencilik faaliyetleri Bakanlığın, binalara 60 metre, özel mülkiyete konu araziye 20 metremesafe dahilinde ise mülk sahibinin iznine bağlıdır. Bu mesafeler, ihtiyaç halinde madencilik faaliyetlerinin boyutu, emniyet tedbirleri ve arazinin yapısı dikkate alınarak Bakanlıkça artırılabilir. Mesafeler yatay olarak hesaplanır.Maden arama faaliyetleri, bu Kanunda sayılanlar dışında herhangi bir izne tâbi değildir. İşletme faaliyetleri ise, bu Kanuna göre Bakanlıkça çıkarılacak yönetmeliğe göre yürütülür.Maden işletme faaliyeti ile Devlet ve il yolları, havaalanı, liman vebaraj gibi kamu yatırımlarının birbirlerini engellemesi, kamu kurum ve kuruluşlarının uygulamalarından dolayı maden işletme faaliyetinin yapılamaz hale gelmesi, kamu ve özel yatırım için başka alternatif alanların bulunamaması durumunda, madencilik faaliyeti ve yatırımla ilgili karar, Başbakanlık Müsteşarı başkanlığındaoluşturulacak bir kurul tarafından verilir. Kurulun teşkili, çalışma usulü, karar alma şekli ve diğer hususlar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.Kamu yatırımları nedeniyle kurul kararı ile faaliyeti kısıtlanan maden işletmecisinin yatırım giderleri lehine karar verilen tarafça tazmin edilir.Madencilik faaliyetleri ve/veya bu faaliyetlere bağlı tesisler için verilmiş izinler, ruhsat hukuku devam ettiği sürece geçerlidir.Bu madde hükümlerine aykırı faaliyette bulunulduğunun tespiti halinde, ruhsat teminatı irad kaydedilerek bu alandaki faaliyet durdurulur. Beş yıl içinde üç kez bu maddenin ihlâli halinde teminatın tamamı iradkaydedilerek ruhsat iptal edilir.” 3213 sayılı Kanun'un maddesinin ilk fıkrasının güncel hâli şöyledir: “Madencilik faaliyetlerinin yapılması ve ruhsatlandırma işlemlerinin yürütülmesi ile ilgili olarak yeni verilecek ruhsat alanlarına maden işletme yöntemi, faaliyetin yapıldığı bölge, madenin cinsi, yapılacak yatırımın çevresel etkileri, şehirleşme ve benzeri hususlar dikkate alınarak, temdit talepleri dahil ruhsat verilen alanlarda kazanılmış haklar korunmak kaydıyla, ilgili kurumların görüşleri alınarak Bakanlık tarafından kısıtlama getirilebilir. İlk müracaat veya ihale yolu ile yapılacak ruhsatlandırmalarda müracaatın yapılacağı alanlar diğer kanunlar ile getirilen kısıtlamalar gözönüne alınarak Bakanlıkça ruhsat müracaatına kapatılabilir. Kısıtlama gerekçesi ortadan kalkan alanlar ihale yoluyla aramalara açılır. Bu Kanun dışında madencilik faaliyetleri ile ilgili olarak yapılacak her türlü kısıtlama ancak kanun ile düzenlenir. 3213 sayılı Kanun'un maddesinin 5177 sayılı Kanun'la değişik hâli şöyledir: “Herhangi bir sebeple hükümden düşmüş, terk edilmiş veya taksir edilmiş alanlar ihale yolu ile aramalara açılır. İhale ilânı Resmi Gazetede yayımlanır. İlan süresi içinde müracaat olmaması halinde alan başka bir işleme gerek kalmadan aramalara açık hale gelir. (Ek cümle: 10/06/2010-5995 S.K/mad.) Ancak, işletme ruhsat safhasında hukuku sona eren sahalar ile Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü tarafından görünür rezervi belirlenerek Genel Müdürlüğe devredilen sahalara bu hüküm uygulanmaz. Ruhsat alanları arasında olup en uzak iki noktası arasında 50 metreden az mesafe olan alanlara ruhsat verilmez. Bu alanlar bitişik ruhsat sahipleri arasında ihale edilir. Mülga 6309 sayılı Maden Kanunu hükümleri uyarınca verilmiş olan ve bu Kanuna göre ruhsat hukuku devam eden çakışmalı işletme ruhsat sahalarında yeni bir maden bulunması halinde, çakışmalı alandaki maden hakkı bu ruhsat sahipleri arasında ihale edilerek ruhsatlandırılır. Sahalarının ihalesinden elde edilen gelirler genel bütçeye özel gelir ve Bakanlık bütçesine özel ödenek kaydedilir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3210 | Başvuru, mutlak koruma alanında olduğu gerekçesiyle iptal edilen ruhsata konu işletme alanının mutlak koruma alanından çıkarılarak ihale edilecek alanlardan gösterilmesi sonrasında yeniden ruhsat alma talebiyle açılan davanın kazanılmış hak gözetilmeden ve idari işlemle ilişki kurulmadan reddedilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ilgili mevzuat uyarınca hak sahibi olarak tespit edilen depremzedeye kalıcı konut tahsis edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Hak Sahipliği Süreci Diyarbakır ve çevresinde 6/9/1975 tarihinde meydana gelen depremde Lice ilçesi Güldiken köyünde bulunan başvurucuya ait ev yıkılmıştır. Deprem nedeniyle evi hasar görenler 15/5/1959 tarihli ve 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun hükümleri uyarınca hak sahibi kabul edilmiştir. Buna göre söz konusu depremde, ağır hasarlı ve yıkık binalardan dolayı 159 aile hak sahibi kabul edilmiştir. Ayrıca 1975 ve 1976 yıllarında Hani, Kulp ve Lice ilçeleri ile köylerinde geçici ve kalıcı nitelikte toplam 115 konut tamamlanıp hak sahiplerine teslim edilmiştir. Güldiken köyünde, talep ve taahhütname veren afetzedelerin adı, soyadı, doğum tarihi ve baba adları belirtilmek suretiyle hak sahipliği listesi hazırlanmıştır. Buna göre 122 kişinin hak sahibi olduğu tespit edilmiştir. Hak sahipliğinin belirlenmesinden sonra 95 konut ihale suretiyle yaptırılmıştır. Diyarbakır Valiliğinin (İdare) oluşturduğu komisyonca hazırlanan, hak sahibi olarak kabul edilenlere ait isim listesinde başvurucunun da ismi yer almaktadır. Başvurucu 7269 sayılı Kanun uyarınca hak sahibi olduğunu belirterek adına konut veya kredi verilmesi istemiyle 8/12/2014 tarihinde İdareye başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun talebine İdarece herhangi bir cevap verilmemiştir.B. Dava Süreci Başvurucu; İdarece düzenlenen hak sahipliği listesinde adının bulunduğunu ancak İdarece bugüne kadar herhangi bir ilan ya da duyuru yapılmadığı gibi kendisine herhangi bir konut teslimi de yapılmadığını öne sürerek Diyarbakır İdare Mahkemesinde (Mahkeme) idari işlemin iptali istemiyle 23/2/2015 tarihinde dava açmıştır. Davalı İdarenin 13/3/2015 tarihli cevap dilekçesinde başvurucuya konutunun yapılarak dağıtımının yapılmış olduğu ifade edilmiştir. Mahkeme 25/6/2015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde;i. Hak sahiplerinin borçlanmalarını yapmaları ve bilahare konutlarını teslim almaları için herhangi bir ilan ve duyuru yapıldığına ilişkin İdarece bilgi ve belge sunulamadığı ancak 2014/619 esas sayılı Mahkeme dosyasında; İdare tarafından gönderilen bilgi ve belgelerin incelenmesinden toplamda 7115 konutun tamamlanıp hak sahiplerine teslim edildiği ve konutların tapularının hak sahiplerine verildiği, 2013 yılında yapılan tespitlerde konutlarda hak sahiplerinin oturduğu belirtilmiştir.ii. Öte yandan Güldiken köyü ile ilgili olarak toplam 122 kişinin hak sahibi olarak tespit edildiği, bunlardan başvurucunun da aralarında bulunduğu 95 kişiye ev tesliminin yapıldığı açıklanmıştır.iii. Buna göre hak sahibi olarak tespit edildikten sonra birçok kişiye ev teslimi yapılmışken hak sahiplerinin borçlanmalarını yapmaları ve bilahare konutlarını teslim almaları için ilan yapılmadığını kabul etmenin mümkün olmadığı vurgulanmıştır. iv. Gelinen süreçte genel olarak hak sahipleri listesinde belirlenen birçok kişiye konut teslimi yapıldığı dikkate alındığında hak sahiplerinin borçlanmalarını yapmaları ve bilahare konutlarını teslim almaları için davalı İdarenin herhangi bir ilan ve duyuru yapmadığından bahsedilemeyeceği hususuna değinilmiştir. v. 15/6/1988 tarihli ve 19816 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Devlet Arşiv Hizmetleri Hakkında Yönetmelik'in (Arşiv Yönetmeliği) maddesine göre kurum arşivlerinde en fazla 10-14 dört yıl süre saklanması gereken belgelerin ibraz edilemediğinden hareketle hak sahiplerinin borçlanmalarını yapmaları ve bilahare konutlarını teslim almaları için ilan yapılmadığı şeklinde İdarenin sorumlu olduğu sonucunun çıkarılmasının hakkaniyete uygun olmadığına işaret edilmiş ve ispat yükü başvurucuya yöneltilmiştir.vi. Netice itibarıyla Güldiken köyünde evi hasar gören başvurucuya deprem konutunun teslim edildiği vurgulanarak dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı izah edilmiştir. Başvurucunun temyiz talebi üzerine karar Danıştay Ondördüncü Dairesince (Daire) 10/11/2015 tarihinde bozulmuştur. Kararın gerekçesinde; i. Olayda, hak sahiplerinin borçlanmalarını yapmaları ve bilahare konutlarını teslim almaları için herhangi bir ilan ve duyuru yapıldığına ilişkin davalı İdarece bilgi ve belge sunulamadığından ve 7269 sayılı Kanun'un maddesine göre hak sahibi olduğu anlaşılan ve ayrıca süresi içinde talep ve taahhütname vermediği yönünde herhangi bir iddiada da bulunulmayan başvurucunun hak sahipliğinin devam ettiği sonucuna varılmıştır.ii. Öte yandan Güldiken köyünde yaptırılan konutlardan boş-işgal ve su basman durumunda olanlara ait isim listesinde, başvurucu adına; iskanlı, ahşap kârgir türü, "hasar durumu: ahşap karkas mevcut bölme ve duvarlar yarım" şeklinde konut tahsisinin yapıldığının belirtildiği ancak afet sebebiyle borçlanmaları yapılan hak sahiplerine yapılacak konutların kalıcı (betonarme, kârgir) konut olması gerektiği dikkate alınarak, anılan listede yer alan kayıt ve ifadelerin başvurucuya kalıcı konut tahsisi yapıldığını kesin bir şekilde ortaya koyamadığı vurgulanmıştır.iii. Netice itibarıyla başvurucu adına kayıtlı olduğu iddia edilen afet konutunun kalıcı konut olup olmadığı hususunda bilgi, belge ve tapu kayıtları istenildikten ve bu konuda bir inceleme yapıldıktan sonra karar verilmesi gerektiği açıklanmıştır. Mahkemece bozma kararına karşı direnilerek aynı gerekçeyle 31/3/2016 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucunun temyiz talebi üzerine karar, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca (İDDK) 9/2/2017 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de Danıştay İDDK tarafından 17/10/2018 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar 4/2/2019 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. İlgili hukuk için bkz. Sedat Şanlı, B. No: 2018/6812, 3/7/2019, §§ 22- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/7113 | Başvuru, ilgili mevzuat uyarınca hak sahibi olarak tespit edilen depremzedeye kalıcı konut tahsis edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tahliye kararının uygulanmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 4/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Yapılan incelemede 2015/7280, 2015/7281,2015/7282, 2015/7290, 2015/7292, 2015/7297, 2015/7298 numaralı başvuruların konu bakımından aynı nitelikte olması nedeniyle 2015/7278 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Tutuklamaya İlişkin Süreç İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) 12/5/2010 tarihinde, Selam-Tevhid Kudüs Ordusu isimli iddia edilen terör örgütünü konu alan bir soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturmanın başlatılmasına gerekçe olarak ise 1990'lı yıllarda N.Ş. isimli şahsın önderliğinde kurulan bu örgütün N.Ş.nin 2004 yılında ceza infaz kurumundan çıkması üzerine tekrar faaliyetlerine başlaması gösterilmiştir. Ancak bu soruşturma kapsamında, gazeteci/yazar, iş adamı, akademisyen, bürokrat, diplomat, siyasetçi, üst düzey devlet yetkilisi konumundaki çok sayıdaki kişinin ailevi, mesleki, ticari ve özel hayata ilişkin telefon görüşmelerinin gerekçe gösterilerek dinlendiği hatta bu soruşturma kapsamında Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın Filistin Devlet Başkanı ve Somali Cumhurbaşkanı ile yaptığı dış politikaya ilişkin telefon görüşmelerinin, Bakanlar ve Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı'nın devlet güvenliğine ilişkin telefon görüşmelerinin dinlenerek kaydedildiği, bir kısmının yazılı hâle getirildiği tespit edilmiştir. Selam-Tevhid Kudüs Ordusu isimli iddia edilen terör örgütünü konu alan bu soruşturmadaki usulsüzlük iddiaları kapsamında Türkiye Cumhuriyeti devletinin güvenliği veya ulusal ve uluslararası yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken görüşmelerinin dinlendiği, kaydedildiği ve bir kısmının iletişim tespit tutanağı hâline getirilerek terörle ilişkilendirildiği gerekçesiyle başvurucuların da aralarında olduğu çok sayıda kolluk görevlisi hakkında Başsavcılıkça ceza soruşturması başlatılmıştır. Başvurucular, anılan soruşturma kapsamında gözaltına alınmışlardır. Başsavcılık 12/2/2015 tarihinde başvurucuları tutuklanmaları istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 15/2/2015 tarihinde, başvurucuların silahlı terör örgütüne üye olma, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarından tutuklanmalarına karar vermiştir. B. Serbest Bırakılmamaya İlişkin Süreç Başvurucuların da aralarında olduğu şüphelilerin müdafileri tarafından İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine -nöbetçi asliye ceza mahkemesi olduğu- 20/4/2015 tarihinde İstanbul , , , , , , , , ve (bütün) sulh ceza hâkimlerinin reddi ile tahliye taleplerini içerir dilekçeler verilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 21/4/2015 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliklerinin tümüne yazı yazılarak -dilekçelerde ileri sürülen- hâkimin reddi sebepleri konusunda yazılı şekilde görüş bildirmeleri istenmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin görüş bildirme istemine cevap vermemiş; diğer sulh ceza hâkimlikleri ise görüş bildirilmesi istemine 22/4/2015 tarihinde cevap vermiştir. Hâkimliklerin cevap yazılarında özetle sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerini inceleme, karar verme yetki ve görevinin yine sulh ceza hâkimliklerine ait olduğu, hâkimin reddi müessesesinin kovuşturma aşamasına ait bir işlem olduğu, hâkimin reddi sebepleri mevcut olsa dahi bu talebin öncelikle ilgili mahkeme veya hâkimliğe yapılması gerektiği ve sulh ceza hâkimlerinin tamamının bu şekilde reddedilmesinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Öte yandan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 21/4/2015 tarihinde,Başsavcılığa yazı yazılarak tahliye talepleri hakkındaki görüşleriyle birlikte ilgili soruşturma dosyalarının gönderilmesi istenmiştir. Başsavcılık, tahliye talepleriyle ilgili olarak görüş bildirmemiş ve soruşturma dosyalarını göndermemiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi "mahkemece hâkimin reddi talepleri ile ilgili yapılan değerlendirmenin dosyanın esası ile ilgili bir değerlendirme olmadığı, şüphelilerin tamamının tutuklu bulunduğu, dolayısıyla işin acele işlerden olduğu, dolayısıyla soruşturma dosyaları ve reddi hâkim talepleri konusunda görüşlerin istenilmesine rağmen gönderilmemesinin reddi hâkim talepleri konusunda incelemeye ve bir karar vermeye hukuken engel teşkil etmediği" gerekçesiyle incelemesini "şüpheliler müdafilerinin dilekçeleri, yazılı ve CD ortamındaki dilekçe ekleri, ilgili savcılıklardan ve Sulh Ceza Hâkimliklerinden gelen yazı cevapları ve görüşleri" üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkeme 24/4/2015 tarihinde İstanbul , , , , , , , , ve (bütün) sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerinin kabulüne, şüphelilerin tahliye talepleri konusunda karar verilmek üzere 24/4/2015 tarihinde nöbetçi olan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi B.nin görevlendirilmesine karar vermiştir. Başsavcılık tarafından talepte bulunulması üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2015 tarihinde, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin hâkimlerin reddi isteminin kabulüne ve görevlendirmeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, aynı tarihte İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine bir yazı yazarak tahliye taleplerine bakma görev ve yetkisinin kendilerinde bulunduğunu belirtmiş ve ilgili taleplerin gönderilmesini istemiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi, Başsavcılıkça soruşturma dosyalarının gönderilmemesi ve tahliye talepleri konusunda görüş bildirilmemesi üzerine tutukluluğun devamı yönünde mütalaada bulunulduğunu değerlendirerek tahliye talepleri konusundaki incelemesini "işin tahliye yönünden değerlendirilmesinde bir sakınca olmadığı" gerekçesiyle şüpheli müdafilerinin sunduğu bazı belge ve CD'ler üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkeme 25/4/2015 tarihinde başvurucuların da aralarında olduğu tüm şüphelilerin tahliyesine karar vermiştir. Diğer taraftan Başsavcılık tarafından talepte bulunulması üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2015 tarihinde, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine ve şüphelilerin tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Kararda "İstanbul Adliyesindeki tüm Sulh Ceza Hâkimliklerinin reddine ve tutuklu şüphelilerin tahliye istemine ilişkin taleplerin Asliye Ceza Mahkemesi veya Ağır Ceza Mahkemelerince değerlendirilmesinin ve bu değerlendirmeler neticesinde tahliye talebinin reddi veya kabulü yönünde bir karar verilmesi halinde verilen bu kararların hukuken yasal mevzuatımıza göre mümkün olmadığı, verilen bu kararların da hukuken geçersiz, uygulanabilirliği olmayan ve mutlak butlan ile batıl olan veya diğer bir anlatımla yok hükmünde sayılan kararlar niteliğinde olduğu" ifade edilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 26/4/2015 tarihinde tahliye müzekkerelerini Başsavcılığa göndermiştir. Başsavcılıkça İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli kararına atıf yapılarak şüpheliler hakkında düzenlenen tahliye müzekkereleri İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine iade edilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde şüphelilerin tahliyesine ilişkin müzekkereleri yeniden Başsavcılığa göndermiş, Başsavcılık bunları tekrarİstanbul Asliye Ceza Mahkemesine iade etmiştir. Tahliye müzekkerelerinin ikinci kez iade edilmesi üzerine İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde, tahliye müzekkerelerinin yeniden Başsavcılığa gönderilmesine dair bir karar vermiştir. Öte yandan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 29/4/2015 tarihinde; önceki kararlarda görevsiz olunmasına rağmen dilekçelerin değerlendirilerek soruşturma aşamasında olan işlerle ilgili hâkimin reddi taleplerinin kabulüne karar verildiğini, hukuki yanılgıya düşülerek verilmiş olan bu kararların usul ve yasaya aykırı olduğunu, mahkemenin görevine girmeyen bir hususta karar verildiğini belirterek önceki kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar vermiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi de 28/4/2015 tarihinde "... hazırlık soruşturmalarında hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak, bunlara karşı yapılan itirazları incelemek yetkisinin münhasıran Sulh Ceza Hâkimliğine ait olduğu, Asliye Ceza Mahkemelerinin soruşturma aşamasındaki işler ile ilgili olarak tutuklama ve tahliye kararı verme yetkilerinin olmadığı, Mahkememizce verilen 25/04/2015 tarihli ... karar ile mahkememizce verilen tahliye kararı[nın] mahkememizin görevsiz bulunması nedeniyle yok hükmünde sayılması gerektiği ..." gerekçesiyle tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar vermiştir. Başvurucular 4/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Sonraki Süreç Başsavcılıkça başvurucuların da aralarında olduğu şüphelilerin suç uydurma, resmî belgede sahtecilik, özel hayatın gizliliğini ihlal etme, kişisel verileri hukuka aykırı olarak kaydetme, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/2 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili Süreç Başvurucuların da aralarında bulunduğu şüphelilerin İstanbul sulh ceza hâkimlerinin tümünün reddi taleplerini kabul eden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi Ö. ile bu kişilerin tümünün tahliye taleplerini kabul eden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi B. hakkında disiplin ve ceza soruşturması başlatılmıştır. Bu kapsamda anılan hâkimler 27/4/2015 tarihinde görevden el çektirilmişler -sonrasında meslekten de çıkarılmışlar- 30/4/2015 ve 1/5/2015 tarihlerinde tutuklanmışlardır. Hâkimler Ö. ve B. hakkında kamu davası açılmış; Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 tarihinde, adı geçen kişilerin söz konusu kararları -üyesi oldukları- FETÖ/PDY liderinin ve yöneticilerinin talimatıyla verdiklerini belirterek silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan 9 yıl hapis ve görevi kötüye kullanma suçundan 1 yıl hapis cezalarıyla cezalandırılmalarına karar vermiştir. Dairenin görevi kötüye kullanma suçu yönünden yaptığı değerlendirmelerin ilgili kısımları şöyledir:"... Türk Ceza Muhakemesi Hukuku yönünden, gerek mülga 1402 sayılı CMUK'un 21 vd. maddelerinde gerekse mer'i 5271 sayılı CMK'nın 22 ve devamı maddelerinde yer alan düzenlemeler subjektif tarafsızlıkla ilgili olup hakimin reddi hakkına ilişkindir.Bu nedenle şüpheli/sanık, müşteki/katılan ya da Cumhuriyet savcısının hakimi reddetmesi mümkün ise de mahkeme veya hakimliği bir kurum olarak reddetmesi mümkün değildir. Keza heyet halinde çalışan bir mahkemenin veya bir adliyede veya yargı çevresinde bulunan tüm mahkemelerin veya hakimlerinin toplu reddi usulü de yoktur ... ...5271 sayılı CMK'nın 22 vd.maddelerinde yer alan hakimin reddi müessesesinin, kural olarak kovuşturma aşaması ile ilgili olduğu görülse de, gerek ilgili madde metinlerinde açıkça 'şüpheli' kavramına yer verilmesi gerekse yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından yargılanma hakkını teminat altına alan AS'nin ve Anayasanın maddelerinin emredici düzenlemeleri karşısında soruşturma safhasında da hakimin reddinin mümkün olduğunun kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Zira red, hakimin tarafsızlığını temin bakımından getirilmiş bir kurumdur.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanunla, sulh ceza mahkemeleri kaldırılmış ve münhasıran soruşturma aşamasında görevli sulh ceza hakimlikleri kurulmuştur. Adından da anlaşılacağı üzere bu hakimlikler, 'mahkeme' niteliği taşımazlar, çünkü dava görmezler, sadece soruşturma aşaması ile ilgili tedbir taleplerini ve itirazları inceleyip karara bağlarlar.Soruşturma aşamasında tarafsızlığından şüphe duyulan sulh ceza hakiminin, gerek kişisel gerekse olgusal olarak somutlaştırılmak suretiyle reddi mümkündür. Ancak objektif tarafsızlık gerekçesiyle tüm sulh ceza hakimleri reddedilemez.6545 sy.kanunla Sulh Ceza Hakimlerinin reddine dair özel bir usul getirilmediğine göre bu konuda genel hükümlerin uygulanması gerektiğinde şüphe olmamalıdır.Bu durumda red, reddedilen hakimliğe yapılacak yazılı başvuru ile yapılmalıdır.Reddi istenen hâkim, ret sebepleri hakkındaki görüşlerini yazılı olarak bildirerek (CMK m.26/1-3) evrakı yargı çevresi içinde bulunduğu asliye ceza mahkemesine (CMK m.27/2) (Prof.Dr.Yener Ünver-Prof.Dr.HakanHakeri Ceza Muhakemesi Hukuku baskı sh.191) gönderir.Ret isteminin kabulü halinde, davaya bakmakla bir başka hâkim veya mahkeme görevlendirilir.. (CMK m.27/4).Red talebini kabul eden Asliye Ceza Mahkemesi hakiminin tahliye taleplerini değerlendirmek üzere her hangi bir hakimi görevlendirip görevlendiremeyeceğine gelince;5235 sayılı Kanunun değişik maddesi ile CMK m.101/1, 103, 108/1 ve 268/3 incelendiğinde, soruşturma aşamasında tutuklama ve tahliye kararlarını yalnızca sulh ceza hakimliği ve hakimi verebilir. Tutukluluğa itirazı ise, CMK m.268/3 uyarınca sadece bir başka sulh ceza hakimliği ve hakimi inceleyebilir.Soruşturma aşamasında tutuklama ve tahliye konusunda asliye ceza mahkemesine ve hakimine yetki verilmemiştir. Asliye ceza mahkemesi, ancak kabul ettiği iddianamenin kovuşturmasını yürütürken tutuklama tedbiri ile ilgili kararlar verebilir. Bunun dışında Anayasa ve kanunlar asliye ceza mahkemelerine, doğrudan veya dolaylı olarak soruşturma aşamasına müdahale etme yetkisi vermemiştir.(Prof.Dr.Ersan ŞEN yorumluyorum 13 syf. 313-315) Bu nedenle Asliye Ceza Mahkemesi red talebini yerinde görürse ancak aynı yer ya da yargı çevresinde bulunan bir başka sulh ceza hakimini görevlendirebilir....... Somut olayda, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık Ö.nün mutad uygulama gereğince taleple ilgili dilekçe ve eklerini 5271 sy.CMK’nın maddesi gereğince görüş yazıları da eklenerek iade edilmek üzere reddedilen hakimlere göndermesi, evrakın tekrar gelmesi durumunda ise yukarda açıklandığı üzere Türk Ceza Muhakemesi hukukunda uygulanma yeri bulunmayan ve esasen haklı bir gerekçeye de dayanmadığı Anayasa Mahkemesincetespit edilen 'objektif tarafsızlık' iddiasına müstenit taleplerin reddine karar vermesi gerekirken hiç birisi ilgili Cumhuriyet savcılarınıngörüş yazılarında belirtilen gerekçelerle gönderilmemiş ve bu şekilde söz konusu soruşturma dosyaları kendisi tarafından incelenmemiş olmasına vetamamı toplu olarak reddedilmiş durumdaki İstanbul Sulh Ceza Hakimlerinin, kendilerine yönelik olarak yapılan bu toplu reddi hakim taleplerini inceleme yetkisinin bulunmadığına yönelik olumsuz görüş yazılarına rağmen, talep dilekçelerini CMK’nın 8 vd. maddelerinde öngörülen şartları da taşımadığı halde birleştirerek Asliye Ceza hakimi sanık B.yi görevlendirmesi ve buna ilişkin müzekkereyi 24/04/2015 günü mesai bitiminden sonra saat 17:28’de imzalamasıyla UYAP üzerinden, fiziken de aynı gün İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi personelinin kalemi kapatıp adliyeden ayrılmasından sonra Hakim B.nin doğrudan kendisine, hakim odasında Asliye Ceza Mahkemesi zabıt katibi Ö.A. marifetiyle göndermesi ... sanık Hakim B.nin ... 5235 sayılı Kanun'un, 6545 sayılı Kanunla değişik Maddesi gereğince soruşturma aşamasında tutukluluğa ilişkin tüm kararları verme yetkisinin Sulh Ceza Hakimliğine ait olduğu ve asliye ceza mahkemelerinin soruşturma evresindeki işlemlerle ilgili bir yetkisinin bulunmamasına rağmen, Asliye Ceza Mahkemesi hakimi Ö.nün kanuna aykırı şekilde görevlendirme kararına dayanarak, toplam 594 adet klasörden oluşan belgeleri incelemeden ... gece saat 00-30 sıralarında kararların yazımını bitirerek, koridorda bekleyen avukatlara tebliğ ettirmesi ... karşısında;Suç tarihi itibariyle hakim olan sanıkların verdikleri kararların esasen de sorunlu oldukları görülmekle birlikte, bu durumun müsnet suç yönünden yargısal faaaliyet kapsamında değerlendirilmesi ve verilen kararlara karşı kanun yollarına başvurulabileceği ileri sürülse de yukarda izah edildiği üzere, kamu düzenine ilişkin görevle ilgili kuralları görmezden gelip yargılama hukukuna ilişkin işleyiş ve düzeni yok sayarak, 'mahkemeler üstü' bir tavırla örgüt liderinin talimatı üzerine kurgulandığında şüphe bulunmayan plan doğrultusunda tam bir örgütsel organizasyon, gizlilik ve adanmışlık hali içerisinde, fiil ve eylem birliği ile, aynı örgüt mensubu olmaktan soruşturulan altmışüç şüpheli ile ilgili hakimin reddi ve tahliye taleplerini, mutad işleyiş ve uygulama dışına çıkıp,mesai saati dışında, verilecek kararlarla ilgili denetim mekanizmalarını bertaraf edecek, olayı bir oldu bitti fırsatçılığı içerisinde sonuçlandıracak bir gizlilikle ve eşgüdümle hareket ederek görevli olmadıkları halde kabul eden sanıkların, karar verme süreci ile ilgili hukuka aykırı eylemleriyle görevlerinin gereklerine aykırı davrandıklarında şüphe yoktur..." Anılan mahkûmiyet hükmü, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 26/9/2017 tarihli kararla onanarak kesinleşmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir: "... İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olup beş yüz doksan dört klasörden oluşan yedi ayrı soruşturma dosyasında biri gazeteci, diğerleri emniyet görevlisi olan altmış üç şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs, devletin gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme gibi çok sayıda suçtan tutuklu bulunduğu, bu şüphelilerin müdafilerinin farklı tarihlerdeki tahliye istemlerinin İstanbul Sulh Ceza Hakimliklerinin kararlarıyla reddedildiği, keza altmış üç şüpheliden otuz altısının, haklarında tutuklama nedeni bulunmadığını ileri sürerek yaptıkları bireysel başvurunun Anayasa Mahkemesince 2015 tarihinde kabul edilemez bulunduğu,Bu süreç sonunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü lideri Fethullah Gülen'in 'www.he.o' isimli internet sitesinde yayınlanan 'Mukaddes Çile ve İnfak Kahramanları' başlıklı vaaz/sohbet görünümlü kriptolu/örgütsel konuşmasıyla altmış üç tutuklu şüphelinin serbest bırakılmasının sağlanması için talimat verdiği, bunun üzerine 2015 tarihinde şüphelilerin müdafileri olan yirmi avukat tarafından İstanbul Adliyesindeki tüm sulh ceza hakimliklerinde görevli hakimlerin reddiyle şüphelilerin tahliye edilmesi istemli elli bir adet dilekçeden oluşan evrakın uygulanan prosedüre aykırı olarak tarama ve kayıt işlemlerinden geçirilmeksizin günün muhabere nöbetçisi İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık Ö.ye odasında teslim edildiği, sanık Ö.nün reddi hakim taleplerini kabul ederek, muhabere nöbetçisi İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık B.yi tahliye istemleri konusunda karar vermek üzere 2015 tarihinde görevlendirdiği, sanık B.nin de 2015 tarihinde talepleri kabul ederek tutuklu bulunan şüphelilerin tamamının tahliyesine karar verdiği olayda;Silahlı terör örgütü üyesi olma suçu bakımından;Terör örgütlerinin; amaç suçun işlenmesi yolunda güven, disiplin ve sıkı irtibata önem veren, iş bölümüne dayalı, hiyerarşik düzene sahip yapılar olarak istihbarat, gizlilik, güvenlik ve denetim konularında duyarlı oldukları, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan, irtibat halinde olmadıkları, güvenilir bulmadıkları, denetleyemedikleri, gizlilik ve güvenlik kurallarıyla hiyerarşiye uymayan kişilerin faaliyetlerine izin vermeyecekleri, bu kapsamda FETÖ/PDY silahlı terör örgüt lideri Fethullah Gülen'in 2015 günü örgütün yayın organlarından 'www.herkul.org' isimli internet sitesinde yayınlanan talimatı doğrultusunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliği ve bu örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlara ilişkin yedi ayrı soruşturma dosyasında tutuklu olan altmış üç şüphelinin müdafiliğini yapan yirmi avukatın, örgüt liderinin talimatından bir gün sonra 2015 tarihinde toplu halde verdikleri elli bir adet dilekçeye istinaden dosyaları kısmen dahi olsa incelemeden ve delillere temas etmeksizin, altmış üç şüphelinin tamamının istisnasız olarak tahliyelerini sağlamak için örgüt tarafından verilen görevi yerine getirmek üzere birlikte harekete geçen ve ancak 'adanmış' bir örgüt mensubunca yapılabilecek bir yöntem ve üslupla, hukuka açıkça aykırı bir zeminde bulunduklarını bilerek önceden tasarlanmış, amaç ve örgütsel faaliyetleri yönünden bilinçli olarak söz konusu usulsüz ve hukuka aykırı kararları veren sanıkların FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün amaçlarını gerçekleştirmesine hizmet ettikleri ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanımı için oluşturulmuş ve münhasıran bu terör örgütünün mensupları tarafından kullanıldığı bilinen ByLock iletişim sistemini kullanmak suretiyle örgütün hiyerarşik yapısına dahil oldukları ve böylelikle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işledikleri anlaşılmaktadır....Görevi kötüye kullanma suçu bakımından ise;Sanıkların inceleme konusu davada yaptıkları ağır hukuka aykırılıkların, mesleki kıdemleri ve yetkili çalıştıkları mahkemelerdeki görev süreleri dikkate alındığında, beşeri hata ve mesleki tecrübesizlik kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmaması, reddi hakim taleplerinin kabul edilip tahliye kararları verildiği anda şüphelilere haksız bir menfaat sağlanması karşısında; FETÖ/PDY silahlı terör örgütünce organize edilen tahliye planını hayata geçiren sanıklar Ö. ve B.nin, verilecek kararlarla ilgili denetim mekanizmalarını bertaraf edecek şekilde tam bir örgütsel organizasyon, gizlilik ve adanmışlık hali içerisinde, iştirak halinde söz konusu soruşturma evrakını incelemeden verdikleri hukuka aykırı kararlarla şüphelilerin tamamının tahliye edilmesine karar vererek, aynı örgütün mensubu olmaktan haklarında soruşturma yürütülen altmış üç şüpheliye menfaat sağladıkları ve bu şekilde sanıkların, görevlerinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün faaliyeti kapsamında ... görevi kötüye kullanma suçunu ayrı ayrı işledikleri kabul edilmelidir ..." İlgili hukuk için bkz. Hüseyin Korkmaz, B. No: 2014/16835, 18/7/2018, §§ 42- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7278 | Başvuru, tahliye kararının uygulanmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuya gönderilen faksın sakıncalı bulunan kısımları okunmayacak şekilde karalanarak verilmesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Tekirdağ 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunan başvurucuya Ş.A. isimli kişi tarafından bir sayfadan oluşan faks gönderilmiştir. Söz konusu faksın sakıncalı bulunan kısmında Kürt halkına özgürlük mücadelesine yapılan kınamanın yeterli olmadığı, şehitlere ve önderliğe verilen sözü yerine getirerek direnileceği, özgür önder ile birleşecekleri ümidinin taşındığı ifadelerine yer verilmiştir. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı (Disiplin Kurulu) tarafından 1/3/2017 tarihinde verilen sakıncalı mektup değerlendirme kararıyla söz konusu faksın "Sevgili Ahmet" şeklinde başlayıp "ümidiyle" kelimesiyle son bulan paragrafın tamamının okunmayacak şekilde çizilerek başvurucuya verilmesine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, sakıncalı bulunan paragrafın tamamında örgütsel haberleşme ve propaganda içeren ifadelerin bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucu tarafından Disiplin Kurulu kararına karşı Tekirdağ İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yapılan şikâyet başvurusu 22/3/2017 tarihli kararla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde; Disiplin Kurulu tarafından verilen karar tekrar edilerek kararın usul ve yasaya uygun bulunduğu vurgulanmıştır. Başvurucu tarafından İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesine yapılan itiraz 4/5/2017 tarihli kesin kararla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde İnfaz Hâkimliği tarafından verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu ifade edilmiştir. Nihai karar 10/5/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Ahmet Temiz (B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/25093 | Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuya gönderilen faksın sakıncalı bulunan kısımları okunmayacak şekilde karalanarak verilmesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/8/2014 tarihindeyapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden kabul edilebilirlik hususu karara bağlanmadan dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 13/10/2009 tarihinde Kartal İş Mahkemesinde açılan sosyal güvenlik hukukundan kaynaklanan alacak davasında İlk Derece Mahkemesinin 24/2/2011 tarihli davanın kabulü yönündeki kararı, Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/12/2011 tarihli ilamı ile bozulmuş, bozma üzerine İstanbul Anadolu İş Mahkemesinde yargılamaya devam edilmiş, 26/12/2013 tarihli karar ile dava reddedilmiş, bu karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/6/2014 tarihli ilamı ile düzeltilerek onanmış ve yargılama sona ermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13401 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, ücretli olarak çalıştığı 2006-2009 yılları arasında ücret gelirinden olması gerekenden fazla gelir vergisi tevkifatı yapıldığını belirterek mülkiyet hakkı ve etkili bir hukuk yoluna başvurma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 30/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından Bölüm kararı alınması gerekli görüldüğünden, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 30/3/2006 tarih ve 5479 sayılı Gelir Vergisi Kanunu, Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun, Özel Tüketim Vergisi Kanunu ve Vergi Usul Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un maddesiyle 31/12/1960 tarih ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun maddesinde yapılan değişiklikle, 1/1/2006 tarihinden itibaren ücret gelirleri ve diğer gelirler bakımından ücret gelirleri lehine farklı vergi tarifesi uygulamasından vazgeçilerek, bütün gelirlerin aynı tarifeye tabi tutulması uygulamasına geçilmiş ve Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (1) numaralı bendinde bu değişiklik hükmünün 1/1/2006 tarihinden itibaren yürürlüğe gireceği belirtilmiştir. 193 sayılı Kanun'un maddesinin kısmen iptali için yapılan başvuru üzerine Anayasa Mahkemesi, 15/10/2009 tarih ve E.2006/95, K.2009/144 sayılı kararıyla 193 sayılı Kanun'un maddesinde yer alan "...000 YTL’den fazlasının 000 YTL’si için 9190 YTL..." ifadesinden sonra gelen “… fazlası % 35 oranında …” ibaresinin, ücret gelirleri yönünden Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline, iptal hükmünün kararın Resmî Gazete'de yayımlanmasından başlayarak 6 ay sonra yürürlüğe girmesine karar vermiştir. Karar 8/1/2010 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanmıştır. Bu karar üzerine TBMM, 23/7/2010 tarih ve 6009 sayılı Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un maddesiyle 193 sayılı Kanun'un maddesini değiştirerek, ücret gelirleri lehine farklı bir tarifeyi kabul etmiş, Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde bu değişiklik hükmünün 1/1/2010 tarihinden itibaren yürürlüğe gireceği belirtilmiştir. Bu süreçte ücretli olarak çalışmakta olan başvurucu, bu gelişmeler üzerine, 30/12/2011 tarihinde İstanbul Büyük Mükellefler Vergi Dairesi Başkanlığına hata düzeltme dilekçesi vererek, 2007-2009 yılları arasında ücretinden fazladan kesilen gelir vergisinin düzeltme işlemi yapılarak iadesini talep etmiştir. Başvurucu, dilekçesinin süresi içinde cevap verilmeyerek zımnen reddi üzerine 22/2/2012 tarihli şikâyet dilekçesiyle Maliye Bakanlığına başvurmuş, bu başvuru da süresinde cevap verilmeyerek zımnen reddedilmiştir. Başvurucunun zımnen ret kararına karşı açtığı dava, İstanbul Vergi Mahkemesinin, 22/10/2012 tarih ve E.2012/1141, K.2012/2734 sayılı kararında, düzeltme ve şikâyet yoluna başvurulabilmesi için Vergi Usul Kanunu'nda tanımlanan türden bir vergi hatası bulunması gerektiği, uyuşmazlığın, vergi hatası dışında maddi olayların değerlendirilmesi ve irdelenmesini gerektiren bir sorun olarak ortaya çıktığı ve yorumu gerektirdiği, davaya ilişkin iddiaların yapılan kesintinin [mükellefin] bilgisine girdiği ödeme üzerine [süresinde] vergi mahkemesinde açılacak bir davada incelenebilecek nitelikte olduğu gerekçeleriyle reddedilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen bu karar, Danıştay Dairesinin 11/4/2013 tarih ve E.2013/822, K.2013/2265 sayılı kararıyla onanmıştır. Bu karar 8/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk Anayasa'nın maddesinin ikinci ve dördüncü fıkraları şöyledir:"...Kanun, kanun hükmünde kararname ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri iptal kararlarının Resmî Gazete'de yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmî Gazete'de yayımlandığı günden başlayarak bir yılıgeçemez....İptal kararları geriye yürümez." 193 Sayılı Kanun'un 31/12/2005 tarihine kadar uygulanmış olan maddesi şöyledir: "Gelir vergisine tabi gelirler; 5,000,000,000 liraya kadar %20 12,000,000,000 liranın 5,000,000,000 lirası için 1,000,000,000 lira, fazlası %25 24,000,000,000 liranın 12,000,000,000 lirası için 2,750,000,000 lira, fazlası %30 60,000,000,000 liranın 24,000,000,000 lirası için 6,350,000,000 lira, fazlası %35 120,000,000,000 liranın 60,000,000,000 lirası için 18,950,000,000 lira, fazlası %40 120,000,000,000 liradan fazlasının 120,000,000,000 lirası için 42,950,000,000 lira, fazlası %45 Oranında vergilendirilir. Ücret gelirlerinin vergilendirilmesinde, yukarıdaki tarifede yer alan vergi oranları beş puan indirilmek suretiyle uygulanır." 193 Sayılı Kanun'un 5479 Kanun'un maddesiyle değişik ve 1/1/2006 - 31/12/2009 tarihleri arasında uygulanmış olan maddesi şöyledir: "Gelir vergisine tabi gelirler; 000 YTL'ye kadar % 15 000 YTL'nin 000 YTL'si için 050 YTL, fazlası % 20 000 YTL'nin 000 YTL'si için 250 YTL, fazlası % 27 000 YTL'den fazlasının 000 YTL'si için 190 YTL, fazlası % 35 oranında vergilendirilir." 193 Sayılı Kanun'un 6009 sayılı Kanun'un maddesiyle değişik 1/1/2010 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiş ve halen uygulanmakta olan maddesi şöyledir: "Gelir vergisine tabi gelirler; 800 TL’ye kadar % 15 000 TL’nin 800 TL’si için 320 TL, fazlası % 20 000 TL’nin 000 TL’si için 960 TL (ücret gelirlerinde 200 TL'nin 000 TL’si için 960 TL), fazlası % 27 000 TL’den fazlasının 000 TL'si için 520 TL (ücret gelirlerinde 200 TL’den fazlasının 200 TL’si için 594 TL), fazlası % 35 oranında vergilendirilir." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5660 | Başvurucu, ücretli olarak çalıştığı 2006-2009 yılları arasında ücret gelirinden olması gerekenden fazla gelir vergisi tevkifatı yapıldığını belirterek mülkiyet hakkı ve etkili bir hukuk yoluna başvurma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın adil yürütülmemesi ve tarafsız bir mahkemede yargılama yapılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 21/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasınakarar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Hatay Sulh Ceza Mahkemesinin 22/9/2011 tarihli kararı ile başvurucunun yokluğunda tutuklama kararı verilmiştir. Hatay Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu hakkındaki tutuklama kararının vicahiye çevrilerek tutuklama kararı verilmesi talebinde bulunmuş ise de Hatay Sulh Ceza Mahkemesi 11/1/2012 tarihli kararıyla tutuklama talebini reddetmiştir. Bu karara yapılan itiraz üzerine Hatay Asliye Ceza Mahkemesi 11/1/2012 tarihli kararı ile başvurucu hakkında, üzerine atılı suçun 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin üçüncü fıkrasında sayılı suçlardan olması, suç işlediğine yönelik yeterli delil bulunması sebebiyle tutuklanmasına yönelik yakalama emri çıkarılmasına karar vermiştir. Bu karar üzerine Hatay Sulh Ceza Mahkemesi 11/1/2012 tarihli kararıyla başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucu hakkında Hatay Cumhuriyet Başsavcılığının 25/1/2012 tarihli iddianamesiyle kasten ve tasarlayarak birden fazla kişiyi öldürme suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açılmıştır.Hatay Ağır Ceza Mahkemesinin 28/3/2014 tarihli kararı ile başvurucunun, kasten insan öldürme suçuna azmettirme suçundan iki kez müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu, 21/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.İlk derece mahkemesinin kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 4/4/2016 tarihli ilamıyla onanmıştır. 5271 sayılı Kanun'un"Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;. Kasten öldürme (madde 81, 82, 83),..."5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.(2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5963 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın adil yürütülmemesi ve tarafsız bir mahkemede yargılama yapılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, arkadaşları ile birlikte Aydınlık Gazetesi ve üyesi olduğu İşçi Partisinin bazı yöneticilerinin gözaltına alınmasını protesto etmek için ABD Büyükelçiliği önünde basın açıklaması yapmak istemelerinin engellenerek gözaltına alınması ve yasadışı gösteriye katılmak suçundan hapis cezasına mahkûm edilmesi nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yargılanmanın yenilenmesi ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 4/4/2013 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 30/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 31/10/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, 27/11/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 11/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı 26/12/2014 tarihinde beyanda bulunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: İşçi Partisi üyesi olan başvurucu, 23/8/2011 tarihinde İşçi Partisi ve Aydınlık Gazetesinin bazı yöneticilerinin gözaltına alınmasını protesto etmek amacıyla 24 kişilik bir grupla birlikte 24/8/2011 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Büyükelçiliğinin önüne gitmiştir. Grup, Aydınlık Gazetesi ve İşçi Partisine yönelik uygulamaların, baskıların ve bu kapsamda gözaltına alma işlemlerinin ABD kaynaklı politikalardan kaynaklandığından bahisle ABD Büyükelçiliğinin önünde basın açıklaması yaparak kamuoyunun dikkatini ABD yanlısı politikalara çekmeyi amaçlamıştır. Grup basın açıklaması yapacağı sırada saat 15:35'de polis, protestonun yapıldığı yere intikal etmiştir. 24/8/2011 tarihli Olay, Yakalama ve Muhafaza Altına Alma Tutanağı kapsamında polis olay yerine intikal ettiğinde içlerinde başvurucunun da bulunduğu grubun "Aydınlığa Özgürlük, Kahrolsun Faşist Diktatörlük, Aydınlık Susmayacak, Kahrolsun ABD İşbirlikçi AKP, Faşizme Geçit Yok Aydınlık Türkiye, Yurtseverlik Kalesi İşçi Partisi, Kahrolsun AKP Diktatörlüğü" şeklinde slogan attıklarını ve gruptan bir kişinin kırmızı sprey boya ile elçilik duvarına "Ergenek, Puşt Amerika, Hesap Soracağız, İşçi Partisi Susmayacak" şeklinde yazı yazdığını tespit etmiştir. Polis, grubun yaptığının yasadışı bir gösteri olduğu ve dağılmaları gerektiği, aksi takdirde haklarında yasal işlem uygulanacağı ikazında bulunmuştur. Saat 15:38'de ikaz tekrarlanmıştır. Bunun üzerine grupta bulunan iki kişi “Biz istediğimiz yerde eylem yaparız. Kanun bize önceden izin almadan istediğimiz yerde eylem yapabilme hakkı veriyor, bu yüzden burada eylememize devam edeceğiz” diyerek grubun dağılmaması yönünde telkinde bulunmuşlardır. Başvurucunun iddiası çerçevesinde polis gruba 15:45'de müdahale etmiş ve anılan tutanağa göre 23 protestocu gözaltına alınmıştır. Bir protestocunun avukat olduğunun tespit edilmesi üzerine kimlik tespitinden sonra serbest bırakılmıştır. Olay, yakalama ve muhafaza altına alma tutanağı kapsamında gözaltına alma esnasında grupta bulunan kişiler kolları ile birbirlerine kenetlenerek kendilerini yere atmış ve yakalama işlemi yapan polislere tekme atarak itmeye çalışmışlardır. Başvurucu ertesi gün 25/8/2011 tarih ve saat 11:25'e kadar gözaltında tutulmuştur. Daha sonra başvurucu Ankara Adliyesine götürülmüş ve Cumhuriyet savcılığınca serbest bırakılmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 22/9/2011 tarih ve E.2011/578 sayılı iddianamesi ile başvurucu ve diğer basın açıklamasına katılan kişiler hakkında 6/10/1983 tarih ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun maddesi uyarınca cezalandırılmaları talebiyle Ankara Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Mahkemenin 3/4/2012 tarihli duruşmasında, basın açıklaması yapanlara dağılmaları gerektiğini bildiren emniyet amirinin tanık olarak beyanı alınmıştır. Emniyet amiri beyanında basın açıklamasına katılan sanıkların herhangi bir şekilde olay sırasında mukavemet göstermediklerini ve zor kullanmadıklarını, sadece yakalama yapılırken birbirleriyle zincir oluşturarak işlem yapılmasını engellediklerini ve çevik kuvvete herhangi bir saldırılarını görmediğini belirtmiştir. Mahkeme, 11/1/2012 tarih ve E.2011/656, K.2012/1211 sayılı kararı ile başvurucu ve diğer sanıkların eylemlerine uyan 2911 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası uyarınca neticeten beş ay hapis cezasına hükmetmiş ve adli sicil kaydına göre daha önceden kasıtlı bir suçtan mahkûm edilmemiş olması, eylem nedeniyle somut bir zararının ortaya çıkmaması, başvurucunun kişilik özellikleri, duruşmadaki tutum ve davranışları gözetilerek hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Mahkemenin gerekçesi şöyledir:"Suç tarihinde sanıkların Atatürk Bulvarı üzerinde bulunan ve Türkiye Büyük Millet Meclisine yakın olan ABD Büyükelçiliği önünde gösteri yaptıkları, 2911 sayılı Kanun'un maddesi gereğince en az 48 saat önce toplantı yapılacağının Valiliğe bildirilmesi gerektiği halde böyle bir bildirim yapılmadığı, ayrıca aynı yasanın 22/ Maddesi gereğince TBMM'ye 1 kilometreden daha yakın olan yerlerde toplantı ve gösteri yürüyüşü yapıldığı, emniyet birimlerinin sanıkları toplantıyı sona erdirip dağılmaları konusunda ikaz etmelerine rağmen sanıkların kendiliğinden toplantıya son vermedikleri, Çevik Kuvvetin zor kullanarak gösteriyi dağıttığı, sanıkların dağılmamak için zincir oluşturdukları, böylece tüm sanıkların üzerine atılı suçu işledikleri, mahkememizce sabit görülmüş ve aşağıdaki hüküm kurulmuştur." Anılan karara başvurucunun itirazı, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 26/11/2012 tarih ve 2012/1037 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Karar başvurucuya 5/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 4/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 2911 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Herkes, önceden izin almaksızın, bu Kanun hükümlerine göre silahsız ve saldırısız olarak kanunların suç saymadığı belirli amaçlarla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” Aynı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir“(Değişik fıkra: 3/8/2002 tarih ve 4771 sayılı Kanun’un md.) Toplantı yapılabilmesi için, düzenleme kurulu üyelerinin tamamının imzalayacakları bir bildirim, toplantının yapılmasından en az kırksekiz saat önce ve çalışma saatleri içinde, toplantının yapılacağı yerin bağlı bulunduğu valilik veya kaymakamlığa verilir.” Aynı Kanun’un maddesi şöyledir:“Genel yollar ile parklarda, mabetlerde, kamu hizmeti görülen bina ve tesislerde ve bunların eklentilerinde ve Türkiye Büyük Millet Meclisine bir kilometre uzaklıktaki alan içinde toplantı yapılamaz ve şehirlerarası karayollarında gösteri yürüyüşleri düzenlenemez.Genel meydanlardaki toplantılarda, halkın ve ulaşım araçlarının gelip geçmesini sağlamak üzere valilik ve kaymakamlıklarca yapılacak düzenlemelere uyulması zorunludur.” Aynı Kanun’un maddesi şöyledir:“a) 9 ve 10 uncu madde hükümlerine uygun biçimde bildirim verilmeden veya toplantı veya yürüyüş için belirtilen gün ve saatten önce veya sonra;…e) 20 nci maddedeki yöntem ve şartlara ve 22 nci maddedeki yasak ve önlemlere uyulmaksızın,…. Yapılan toplantılar veya gösteri yürüyüşleri Kanuna aykırı sayılır.” Aynı Kanun’un maddesi şöyledir:“(Değişik madde: 22/7/2010 tarih ve 6008 sayılı Kanun’un md.) Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşlerine katılanlar, ihtara ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar ederlerse, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçu, toplantı ve gösteri yürüyüşünü tertip edenlerin işlemesi halinde, bu fıkra hükmüne göre verilecek ceza yarı oranında artırılarak hükmolunur.İhtara ve zor kullanmaya rağmen kolluk görevlilerine karşı cebir veya tehdit kullanılarak direnilmesi halinde, ayrıca 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 265 inci maddesinde tanımlanan suçtan dolayı da cezaya hükmolunur.23 üncü maddede yazılı hallerden biri gerçekleşmeden veya 24 üncü madde hükmü yerine getirilmeden yetki sınırı aşılarak toplantı veya gösteri yürüyüşlerinin dağıtılması halinde, yukarıdaki fıkralarda yazılı fiilleri işleyenlere verilecek cezalar, dörtte bire kadar indirilerek uygulanabileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir.” 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi şöyledir:“…(5) (Ek fıkra: 6/12/2006 tarih ve 5560 sayılı Kanun’un md) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl* veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder. (6) (Ek fıkra: 6/12/2006 - 5560 S.K.md) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için; a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması, c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,gerekir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K/md.) Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.(7) (Ek fıkra:06/12/2006 - 5560 S.K.md) Açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde, mahkûm olunan hapis cezası ertelenemez ve kısa süreli olması halinde seçenek yaptırımlara çevrilemez. (8) (Ek fıkra: 6/12/2006 - 5560 S.K.md) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur. (Ek cümle: 18/06/2014-6545 S.K./ md) Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez. …(10) (Ek fıkra: 6/12/2006 - 5560 S.K.md) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir. (11) (Ek fıkra: 6/12/2006 - 5560 S.K.md) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar. Ancak mahkeme, kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getiremeyen sanığın durumunu değerlendirerek; cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşullarının varlığı halinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vererek yeni bir mahkûmiyet hükmü kurabilir.” | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2394 | Başvurucu, arkadaşları ile birlikte Aydınlık Gazetesi ve üyesi olduğu İşçi Partisinin bazı yöneticilerinin gözaltına alınmasını protesto etmek için ABD Büyükelçiliği önünde basın açıklaması yapmak istemelerinin engellenerek gözaltına alınması ve yasadışı gösteriye katılmak suçundan hapis cezasına mahkûm edilmesi nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yargılanmanın yenilenmesi ve tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, idari işlemin iptali talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1/3/2011 tarihinde dava açmıştır. Danıştay Onikinci Dairesi 17/6/2019 tarihinde karar düzeltme talebini reddetmiş, hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu, idare mahkemelerinde açtığı davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 29/7/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/25556 | Başvuru, idari işlemin iptali talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, icra müdürlüğünce yapılan ihalenin feshi için açılan dava sonunda ihale bedelinin %10'u oranındaki para cezasının Hazineye irat kaydına karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/37983 | Başvuru, icra müdürlüğünce yapılan ihalenin feshi için açılan dava sonunda ihale bedelinin %10'u oranındaki para cezasının Hazineye irat kaydına karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, terör olaylarından doğan maddi zararların eksik tazmin edilmesi, manevi zararların ise hiç tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular 15/2/2002 tarihinde vefat eden E.nin mirasçılarıdır. Başvurucular sırasıyla 1955, 1950, 1953, 1966, 1958 doğum tarihli olup murisleri E.nin 1994 yılında Tunceli'nin Ovacık ilçesi Bilgeç köyünde ikamet etmekte iken meydana gelen terör olayları neticesinde köyün boşaltılmasıyla yerleşim yerinden göç etmek zorunda kaldığını iddia etmiş ve 11/4/2006 tarihinde 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında murislerinin zararının karşılanması talebiyle Tunceli Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. Komisyonun 8/9/2009 tarihli ve 2242 sayılı kararıyla başvuruculara ahşap taş duvarlı ev ve ahır ile sulak arazi için olmak üzere toplam 999,23TL ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucular, Komisyonun teklifini kabul etmemiş ve kararın iptali istemiyle dava açmışlardır. Dava dilekçesinde 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi istenilmiştir. Elazığ İdare Mahkemesi 25/9/2012 tarihli kararıyla özetle davalı idarenin sunulan bilgi ve belgeleri dikkate alarak yeniden karar vermesi gerektiği gerekçesiyle işlemi iptal etmiştir. Manevi tazminat istemi ise 5233 sayılı Kanun'da manevi zararların karşılanacağına yönelik hüküm bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Karar başvurucular tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz dilekçesinde birim fiyatların hukuka uygun belirlenmediği, hayvancılık gelir kayıplarının dikkate alınmadığı ve manevi zararların tazmin edilmediği ileri sürülmüştür. İlk derece mahkemesinin kararı Danıştay Onbeşinci Dairesi tarafından onanmış ve karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 9/12/2014tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai kararın 2/2/2015 tarihinde tebliğinin ardından başvurucular 3/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bu arada iptal kararı üzerine anılan Komisyon tarafından yeniden yapılan inceme ve değerlendirme sonucu 15/11/2012 tarihli ve 2012/488 sayılı kararla ahşap taş duvarlı ev ve ahır, sulak arazi ile meyve, ceviz ve kavak ağaçları için toplam 409,88 TL ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucular bu yeni tutarı da kabul etmeyerek 000 TL maddi tazminat ödenmesi istemiyle tam yargı davası açmışlardır. Elazığ İdare Mahkemesi 11/12/2014 tarihli ve E.2013/1006, K.2014/1462 sayılı kararıyla Komisyon kararında belirlenen 409,88 TL'nin yasal faiziyle birlikte başvurucuya ödenmesine, fazlaya ilişkin tazminat isteminin reddine karar vermiştir. Karar temyiz edilmiş olup Danıştay tarafından temyiz incelemesinin henüz sonuçlandırılmadığı anlaşılmaktadır. Elazığ İdare Mahkemesinin anılan kararı üzerine Tunceli Valiliği tarafından yasal faiziyle birlikte 769,11 TL başvurucuların avukatı Erkan Emre hesabına 13/6/2016 tarihinde ödenmiştir. İlgili hukuk için bkz. Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-21, | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3958 | Başvuru, terör olaylarından doğan maddi zararların eksik tazmin edilmesi, manevi zararların ise hiç tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, uzun bir süredir tutuklu olarak bulundurulduğunu, hakkında yürütülen yargılamanın adil olmadığını, yargılamayı yapmakta olan mahkemenin bağımsız olmadığını ve doğal hakim güvencesine aykırı olarak teşekkül ettiğini ileri sürerek Anayasa’nın , , , , ve maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvuru, 14/12/2012 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 11/6/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1960 doğumlu olup Adalet Bakanlığı Silivri Ceza İnfaz Kurumunda hüküm özlü olarak bulunmaktadır. “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebren iskat veya vazife görmekten men etmeye teşebbüs etmek” suçunu işlediği iddiasıyla, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan 6/7/2010 tarih ve 2010/185 soruşturma, 2010/564 esas sayılı iddianame, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilerek başvurucu hakkında 19/7/2010 tarihinde kamu davası açılmıştır. Başvurucunun, “dosyadaki delil durumu, kuvvetli suç şüphesini gösteren olguların bulunması, delillerin henüz tam olarak toplanılmamış oluşu, sanığın konumu itibariyle delillere etki yapma ihtimalinin olması, tanıkların henüz dinlenilmemiş oluşu, atılı suçun CMK. maddesinde belirtilen katalog suçlardan olması, belirtilen bu sebeplerle adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı …” gerekçesiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 11/2/2011 tarihli kararıyla tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvurucu, müteaddit defalar tutukluluk haline son verilmesini yetkili mahkemelerden talep etmiş ancak bu talepleri ile ilgili bir sonuç elde edememiştir. Başvurucunun, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 21/9/2012 tarih ve E.2010/283 sayılı kararı ile “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebren iskat veya vazife görmekten men etmeye teşebbüs etmek” suçundan 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı Mülga Türk Ceza Kanunu’nun ve maddeleri uyarınca 16 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve “tutuklu sanıklara verilen hürriyeti bağlayıcı cezanın miktarı, tutuklu kaldıkları süre, verilen ceza miktarına göre kaçma şüphesi dikkate alındığında adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı” gerekçesiyle tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu karara 24/9/2012 tarihinde itiraz etmiştir. İtiraz İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 23/10/2012 tarih ve 2010/737 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 3/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu hakkındaki dava Yargıtayda temyiz aşamasında derdesttir.B. İlgili Hukuk Başvurucu hakkında isnat olunan suçun işlendiği tarihte yürürlükte bulunan 765 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren menedenlerle bunları teşvik eyliyenlere ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası hükmolunur …” Aynı Kanun’un maddesi, işlendiği zamanda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası gerektiren suçun teşebbüs aşamasında kalması halinde failin on beş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmasını öngörmektedir. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Tutuklama nedenleriMadde 100 – (1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220), Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308), Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),…(4) (Değişik: 2/7/2012-6352/96 md.) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Kanun yollarına başvurma hakkıMadde 260 – (1) Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır.(2) Asliye ceza mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları, mahkemenin yargı çevresindeki sulh ceza mahkemelerinin; ağır ceza mahkemelerinde bulunan Cumhuriyet savcıları, ağır ceza mahkemesinin yargı çevresindeki asliye ve sulh ceza mahkemelerinin; bölge adliye mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları, bölge adliye mahkemelerinin kararlarına karşı kanun yollarına başvurabilirler.(3) Cumhuriyet savcısı, sanık lehine olarak da kanun yollarına başvurabilir.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1109 | Başvurucu, uzun bir süredir tutuklu olarak bulundurulduğunu, hakkında yürütülen yargılamanın adil olmadığını, yargılamayı yapmakta olan mahkemenin bağımsız olmadığını ve doğal hakim güvencesine aykırı olarak teşekkül ettiğini ileri sürerek Anayasa’nın 19. , 36. , 37. , 38. , 138. ve 139. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. | 0 |
Başvuru, dilekçe ret kararı üzerine yenilenen davanın süresinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu hakkında 2016 Temmuz dönemine ilişkin olarak vergi ziyaı cezalı özel tüketim ve katma değer vergisi tarh edilmiştir. Başvurucu, tarhiyatların iptali talebiyle İstanbul Vergi Mahkemesinde(Mahkeme) 5/7/2017 tarihinde vekili aracılığıyla dava açmıştır. Dava dilekçelerinde, başvurucu vekilinin iletişim adresi T. Mah. İ. Cad. No:... Kızıltepe/Mardin olarak belirtilmiştir. Mahkeme 3/8/2017 tarihli kararla 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesi gereğince dilekçenin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, aralarında maddi ya da hukuki yönden bağlılık veya sebep-sonuç ilişkisi bulunmayan vergi zıyaı cezalı katma değer vergisi tarhiyatına karşı ve vergi zıyaı cezalı özel tüketim vergisi tarhiyatına karşı olmak üzere iki ayrı dava açılması gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme, anılan kararı başvurucu vekilinin Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kayıtlarında bulunan Cad. İş Mrk. Kat:... No:... Kızıltepe/Mardin adresine tebligata çıkarmış; karar ilgilisine tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili 2/11/2017 tarihinde dava dilekçelerini süresinde yenilemiş ve açtığı iki ayrı davada söz konusu vergi ve cezaların iptalini talep etmiştir. Açılan davalar Mahkemenin 2017/2648 ile 2017/2649 Esas sayılarına kaydedilmiştir. Ancak yenilenen davalarda, özel tüketim ve katma değer vergileri bir dilekçeyle, vergi ziyaı cezaları da başka bir dilekçeyle dava konusu yapıldığından Mahkeme 20/11/2017 ve 5/12/2017 tarihli kararlarla 2577 sayılı Kanun'un maddesi gereğince tekrar dilekçelerin reddine karar vermiştir. Kararların gerekçesinde, aralarında maddi ya da hukuki yönden bağlılık veya sebep-sonuç ilişkisi bulunmayan vergi zıyaı cezalı katma değer vergisi tarhiyatına karşı ayrı, vergi zıyaı cezalı özel tüketim vergisi tarhiyatına karşı ayrı olmak üzere iki ayrı dava açılması gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme anılan kararları da daha önceki gibi başvurucu vekilinin UYAP kayıtlarında bulunan Cad. İş Mrk. Kat:.. No:.. Kızıltepe/Mardin adresine tebligata çıkarmış, kararlar 28/11/2017 ve 18/12/2017 tarihlerinde çalışanı sıfatıyla H.S. imzasına tebliğ edilmiştir. Öte yandan Mahkeme, eksik harç ve posta ücretinin tamamlanmasına yönelik olarak düzenlediği 6/11/2017 tarihli yazıyı da yine başvurucu vekilinin aynı adresine tebligata çıkarmıştır. Söz konusu yazı da 20/11/2017 tarihinde adı geçen çalışanın imzasına tebliğ edilmiştir. Anılan yazının tebliği üzerine başvurucu vekili 27/11/2017 tarihinde belirtilen harç ve posta masrafı eksikliklerini tamamlamıştır. Başvurucu vekili 21/1/2020 tarihinde Mahkemeye sunduğu dilekçe ile 2017/2648 Esas sayılı dava dosyasında verilen dilekçenin reddine ilişkin karar sonrası dilekçesini yenilediğini belirterek 2016 yılı Temmuz dönemine ilişkin kesilen vergi ziyaı cezalı özel tüketim vergisinin kaldırılmasını istemiştir. Başvurucu yenilediği dilekçesinde; dilekçenin reddine ilişkin kararı 13/11/2019 tarihinde öğrendiğini, H.S.ye 28/11/2017 tarihinde yapıldığı belirtilen tebligatın usulsüz olduğunu, dava dilekçesinde belirttiği hâlde Mahkemenin ısrarla eski adresine tebligat yaptığını vurgulamıştır. Mahkeme 7/2/2020 tarihli kararıyla davanın süre aşımı nedeniyle reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde, dilekçenin reddine ilişkin kararın 28/11/2017 tarihinde, çalışan olduğu belirtilerek H.S.ye tebliğ edilmesine karşın kanunda öngörülen otuz günlük süre içinde dilekçenin yenilenmediğine dikkat çekerek bu süre geçirildikten sonra 21/1/2020 tarihinde açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenme imkânı bulunmadığını açıklamıştır. Başvurucu, dava dilekçesindeki iddialarını yineleyerek anılan karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi, Üçüncü Vergi Dava Dairesi (Daire) tarafından başvurucunun istinaf talebi 6/10/2020 tarihli karar ile kesin olarak reddedilmiştir. Nihai kararın 2/11/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmesi üzerine başvurucu 26/11/2020 tarihinde başvuruda bulunmuştur. Komisyon, başvurunun kabul edilemezliği konusunda oybirliği sağlanamadığı için kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/37726 | Başvuru, dilekçe ret kararı üzerine yenilenen davanın süresinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutukluyu ziyarete gelen aile bireyinin ziyaret düzenini bozduğu gerekçesiyle bir yıl süreyle ziyaretten men edilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1/12/2016 tarihinde Sincan 2 No.lu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) tutuklu olarak bulunan eşini ziyarete gitmiştir. Ceza İnfaz Kurumuna girişi sırasında yapılan arama ve kontrollerde başvurucunun sol eline birtakım bilgiler yazmış olduğu tespit edilmiştir. 1/12/2016 tarihli tutanakta başvurucunun elinin fotoğrafının çekildiği, eli yıkattırıldıktan sonra eşiyle görüştürüldüğü belirtilmiştir. Ceza İnfaz Kurumunun "Bilgi Notu" başlıklı yazısında başvurucunun eline yazmış olduğu yazıda "Vahapoğlu bş.yard. Mağdur Komisyonu MHP başı, Erdoğan sormak istediği bir şey var mı? Komutan dinlenmesi merak ettiğini ifade, yapabileceğimiz hakim ve savcılarla görüşüp öncelikli yargılama, adil yargılama istiyoruz, hakimlerin kendi iradesi" ifadelerinin yazılı olduğu bildirilmiştir. Başvurucu da yazıların bulunduğu sol elinin bir fotoğrafını çektiğini ve bireysel başvuru formu ekine eklediğini beyan etmiştir. Bireysel başvuru formu ekinde bulunan söz konusu fotoğrafta aynı yazıların yer aldığı görülmüştür. Ceza İnfaz Kurumunun 1/12/2016 tarihli kararıyla, başvurucunun ziyaret için beklediği sırada görevli memurlardan kalem alarak eline birtakım yazılar yazdığı, söz konusu yazıların örgütsel haberleşme notu olduğu değerlendirilerek Ceza İnfaz Kurumunun güvenliğini tehlikeye düşüren davranışı nedeniyle on iki ay süreyle başvurucunun ziyaretten men edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, söz konusu ziyaretten men kararının kaldırılması için Ankara Batı İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) müracaat etmiştir. Başvurucu dilekçesinde; eşi ile görüşme yaparken neler söyleyeceğini unutmamak amacıyla eline notlar aldığını, infaz koruma memurunun durumu fark ederek elini yıkamasını istediğini, elini yıkamasına rağmen yazıların tam olarak çıkmadığını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca, notların örgütsel haberleşme notu olmadığı için eşiyle kapalı görüş gerçekleştirmesine izin verildiğini, buna rağmen görüş sonlandırıldıktan sonra on iki ay süreyle ziyaretten men edilmesi kararı verildiğini, yasaklama kararının hukuka ve hakkaniyete uygun olmadığını beyan etmiştir. İnfaz Hâkimliğinin 14/12/2016 tarihli kararıyla başvurucunun talebi reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, başvurucunun güvenlik tedbirlerine aykırı davranışta bulunduğu anlaşıldığından verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiştir. Başvurucu bu karara karşı Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesine itirazda bulunmuştur. Mahkemenin 10/1/2017 tarihli kararıyla başvurucunun itirazı reddedilmiştir.Nihai karar başvurucuya 2/2/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un "Ziyaret ve görüşlerde uyulacak esaslar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “(1) Kapalı ve açık ceza infaz kurumlarına ziyaret veya görüşe gelen resmî heyet ve özel kişiler, kurum güvenliğini tehlikeye sokacak davranışlarda bulunamaz, kurum güvenliği için alınan ve uygulanan yasal ve idarî tedbirlerin değiştirilmesini isteyemezler.... (8) Ziyaret ve görüşlerde kurallara uymayan heyet ve kişilerin ziyaret ve görüşmeleri sürdürmelerine derhâl son verilir. Suç oluşturan davranışlar, ilgili idarî ve adlî makamlara bildirilir. Görüşme hakkına sahip özel kişilerin kurum güvenliğinin korunması amacıyla alınan tedbirlere aykırı davranışları ve istekleri nedeniyle görüşme hakları, kurumun en üst amirince bir aydan bir yıla kadar kısıtlanabilir. Mevzuatın avukatlar bakımından getirdiği hükümler saklıdır.” 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir: “Ziyaret ve görüşlerde kurallara uymayan heyet ve kişilerin ziyaret ve görüşmeleri sürdürmelerine derhâl son verilir. Suç oluşturan davranışlar, ilgili idarî ve adlî makamlara bildirilir. Görüşme hakkına sahip kişilerin kurum güvenliğinin korunması amacıyla alınan tedbirlere aykırı davranışları ve istekleri nedeniyle görüşme hakları, kurumun en üst amirince bir aydan bir yıla kadar kısıtlanabilir. Mevzuatın avukatlar bakımından getirdiği hükümler saklıdır.” 7/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik'in (Ziyaret Yönetmeliği) maddesinin birinci fıkrasının (o) bendi şöyledir: “Ziyaret ve görüşlerde, kurallara uymayan heyet ve kişilerin ziyaret ve görüşmeleri sürdürmelerine derhal son verilir. Suç oluşturan davranışlar, kurum idaresince tutanakla tespit edilerek, ilgili adlî ve idarî makamlara bildirilir. Görüşme hakkına sahip özel kişilerin kurum güvenliğinin korunması amacıyla alınan tedbirlere aykırı istek ve davranışları nedeniyle görüşme hakları, ceza infaz kurumunun en üst amirince bir aydan bir yıla kadar kısıtlanabilir…”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre özel hayata saygı hakkı, özel bir sosyal hayat sürdürmeyi yani kişinin sosyal kimliğini geliştirme hakkı anlamında bir özel hayatı güvence altına almaktadır. Bu yönü ile birlikte değerlendirildiğinde bahsi geçen hak, ilişki kurmak ve geliştirmek üzere çevresinde bulunanlarla temas kurma hakkını da içermektedir (Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, § 45; Oleksandr Volkov/Ukrayna, B. No: 21722/11, 9/1/2013, §§ 165-167; Niemietz/Almanya, B. No: 13710/88, 16/12/1992, § 29). AİHM'e göre hükümlü ve tutuklular Sözleşme kapsamında kalan temel hak ve hürriyetlerin tamamına kural olarak sahiptirler (Hirst/Birleşik Krallık (No.2), B. No: 74025/01, 6/10/2005, § 69; Gülmez/Türkiye, B. No:16330/02, 20/5/2008, § 46). Aile hayatına saygı hakkının temel unsurlarından biri ceza infaz kurumu makamları tarafından hükümlü ve tutukluların yakın ailesiyle iletişimini sürdürmesini sağlayacak tedbirlerin alınmasıdır (Messina/İtalya (No. 2), B. No: 25498/94, 28/9/2000, § 61; Kurkowski/Polonya, B. No: 36228/06, 9/4/2013, § 95). AİHM'e göre suçun mahiyeti haklı gösteriyorsa bir tutuklunun özel bir hapishane rejimine veya sınırlayıcı ziyaret düzenlemelerine tabi tutulması onun Sözleşme'nin maddesi kapsamındaki hakkına müdahale teşkil eder ancak kendiliğinden bu hakkın ihlali anlamına gelmez (Vlasov/Rusya, B. No: 78146/01, 12/6/2008, § 123). AİHM, ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi güvenliğin ve düzenin korunmasına yönelik kabul edilebilir gerekliliklerin olması durumunda mahkûmların sahip olduğu haklara sınırlama getirilebileceğini kabul etmiştir. Ancak bu durumda dahi hükümlü ve tutukluların haklarına yönelik sınırlamalar makul ve ölçülü olmalı, Sözleşme'nin maddesinin ikinci fıkrasındaki koşullara uygun olmalıdır (Aile ziyaretlerinin kısıtlanmasıyla ilgili olarak bkz. Khoroshenko/Rusya [BD], B. No: 41418/04, 30/6/2015, § 123; Mozer/Moldova Cumhuriyeti ve Rusya [BD], B. No: 11138/10, 23/2/2016, § 190; Öcalan/Türkiye (No. 2), B. No: 24069/.., 18/3/2014, § 164). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/9370 | Başvuru, tutukluyu ziyarete gelen aile bireyinin ziyaret düzenini bozduğu gerekçesiyle bir yıl süreyle ziyaretten men edilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, bulundurdukları yayınlar nedeniyle terör örgütüne yardım etme suçundan mahkûm edilen başvurucuların ifade özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Cahit Baybariz 1982, Edep Tekin ise 1990 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte Dörtyol'da ikamet etmektedirler. Hakkında Anayasa Mahkemesine herhangi bir bilgi -hangi dilde yayın yaptığı, yayın periyodu, yayıncısı gibi- sunulmamış olan Ö.H.S isimli dergiye el konulması, yayın yasağı konulması ile derginin dağıtım ve satışının yasaklanması İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca talep edilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 19/3/2010 tarihli ve 2010/334 İş sayılı kararı ile talebi kabul etmiştir. Mahkemenin kısa gerekçesi şu şekildedir:"İst. Başsavcılığının 16/3/2010 gün ve 2010/616 soruşturma sayılı yazısı ile... talep edilmiş olmakla... Ö.H.S. isimli derginin mart 2010 tarihli sayısında yer alan yazılarda, silahlı terör örgütü PKK/KONGRA-GEL'in propagandasına yönelik yayın yapıldığı, suçu ve suçluyu övücü açıklamalara yer verildiği anlaşıldığından;5187 sayılı Basın Kanunu'nun 25/2- maddeleri gereğince bahsi geçen gazetenin tüm nüshalarına el konulmasına, dağıtım ve satış yasağı uygulanmasına, 3713 sayılı Kanun'un 6/son maddesi gereğince 1 ay yayın durdurulmasına... İtiraz yolu açık olmak üzere karar verildi." Bahsi geçen derginin yasaklanmasından kısa bir süre sonra 29/3/2010 tarihinde, içinde başvurucuların bulunduğu bir araç, Dörtyol Emniyet Müdürlüğü görevlilerince şüphe üzerine durdurulmuştur. Araçta, hakkında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince yasaklama kararı olan derginin elli nüshası ele geçirilmiştir. Başvurucular, terör örgütünün propagandasını yapma suçunu işledikleri gerekçesiyle aynı gün gözaltına alınmış ve haklarında 22/7/2010 tarihinde Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca iddianame düzenlenmiştir. İddianameye göre başvurucular; hakkında toplatma kararı olan, PKK terör örgütü liderinin ve örgüt üyelerinin propagandasını içeren bir dergiyi bulundurarak terör örgütünün propagandasını yapma suçunu işlemişlerdir. Adana Ağır Ceza Mahkemesi 1/3/2011 tarihinde, başvurucuların üzerilerine atılı suçun terör örgütüne yardım etme suçunu oluşturduğu kanaatine varmış ve başvurucuların her birini 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırmıştır. Hüküm başvurucular tarafından temyiz edilmiş ancak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun ile yapılan değişiklikler uyarınca dosyaların ilk derece mahkemelerince yeniden değerlendirilmesi gerektiğini belirterek dosyayı Mahkemeye iade etmiştir. İlk derece mahkemesi; başvurucuların hukuki durumunu yeniden değerlendirmiş ve 11/12/2012 tarihli kararında başvurucuların terör örgütüne yardım şeklindeki eylemlerinin teşebbüs aşamasında kaldığı kanaatine varmış, daha sonra da 6352 sayılı Kanun'la yapılan değişiklik gereğince cezalarında indirim yapmış ve başvurucuların neticeten her birini 1 yıl 21 ay 10 gün hapis cezasıyla cezalandırmıştır. Mahkemenin mahkûmiyet gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir: "... Bulunan dergiler üzerinde CMK maddeye göre yetkili İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince gerekli incelemeler yapılmış olup, terör örgütünün propagandasını yapmasından dolayı hakkında el koyma kararı verilmiştir. Dergilerin örgütün propagandasını yaptığı bu nedenle tartışmasızdır. Her ne kadar sanıklar dosya aşamasındaki savunmalarında dergiyi sattıklarını ve yüzde aldıklarını, para kazanmak için bu işi yaptıklarını, amaçlarının propaganda veya örgüte yardım olmadığını söylemiş iseler de savunmaları inandırıcılıktan uzaktır... Derginin içeriğini bilmemeleri mümkün değildir. Kısacası sanıklar bir bütün olarak PKK terör örgütüne yardım suçunu işlemişlerdir. Bu konuda mahkememizde herhangi bir kuşku bulunmamaktadır.Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; suç tarihinde emniyet görevlilerinin Dörtyol otogarında yaptıkları arama sırasında sanık Cahit'in sürücülüğünü yaptığı araçta yaptıkları incelemede diğer sanığın aracın sağ ön koltuğunda oturduğu, arama sırasında sanıklardan Edep Tekin'in oturduğu koltuğun altında siyah bir poşet içerisinde bir paket buldukları, paket içerisinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'nin toplatma kararı bulunan 50 adet Ö.H.S. isimli derginin ele geçtiği, dergilerin incelenmesinde PKK terör örgütünün propagandasının yapıldığı, sanıkların aşamalardaki savunmalarında para kazanmak için dergileri belirli bir yüzde karşılığında sattıklarını beyan ettikleri, sanıkların eylemlerinin bir bütün olarak PKK terör örgütüne yardım suçunu oluşturduğu... ancak sanıkların eylemlerinin teşebbüs aşamasında kaldığı [anlaşılmaktadır.]" Mahkûmiyet kararının başvurucular tarafından yeniden temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 22/4/2015 tarihli kararı ile hükümlerin onanmasına karar verilmiştir. Başvurucular, Yargıtay ilamından 7/8/2015 tarihinde haberdar olduklarını ifade etmişlerdir. Başvurucular 11/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” kenar başlıklı maddesinin (7) numaralı fıkrasının 6352 sayılı Kanun'la değişmeden önceki hâli şöyledir:"Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişi, örgüt üyesi olarak cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun'un “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” kenar başlıklı maddesinin (7) numaralı fıkrasının 6352 sayılı Kanun'la yapılan değişiklik sonrası son hâli şöyledir:"Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişi, örgüt üyesi olarak cezalandırılır. Örgüt üyeliğinden dolayı verilecek ceza, yapılan yardımın niteliğine göre üçte birine kadar indirilebilir." 5237 sayılı Kanun'un "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silâhlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir. (3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır. " 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu'nun "El koyma, dağıtım ve satış yasağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Soruşturma için sübut vasıtası olarak her türlü basılmış eserin en fazla üç adedine Cumhuriyet savcısı, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kolluk el koyabilir.Soruşturma veya kovuşturmanın başlatılmış olması şartıyla 1951 tarihli ve 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanunda, Anayasanın 174 üncü maddesinde yer alan inkılap kanunlarında, 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 146 ncı maddesinin ikinci fıkrasında, 153 üncü maddesinin birinci ve dördüncü fıkralarında, 155 inci maddesinde, 311 inci maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında, 312 nci maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında, 312/a maddesinde ve 1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 7 nci maddesinin ikinci ve beşinci fıkralarında öngörülen suçlarla ilgili olarak basılmış eserlerin tamamına hâkim kararıyla el konulabilir.Hangi dilde olursa olsun Türkiye dışında basılan süreli veya süresiz yayın ve gazetelerin ikinci fıkrada belirtilen suçları içerdiklerine dair kuvvetli delil bulunması halinde, bunların Türkiye'de dağıtılması veya satışa sunulması, Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine sulh ceza hâkiminin kararı ile yasaklanabilir. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet Başsavcılığının kararı yeterlidir. Bu karar en geç yirmidört saat içinde hâkimin onayına sunulur. Kırksekiz saat içinde hâkim tarafından onaylanmaması halinde Cumhuriyet Başsavcılığının kararı hükümsüz kalır.Yukarıdaki fıkra uyarınca yasaklanmış yayın veya gazeteleri bilerek dağıtanlar veya satışa sunanlar bu yayınlar yoluyla işlenen suçlardan eser sahibi gibi sorumludurlar." 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Açıklama ve yayınlama" kenar başlıklı maddesinin olayların meydana geldiği tarihte yürürlükte olan mülga son fıkrası şöyledir:"Terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde suç işlemeye alenen teşvik, işlenmiş olan suçları ve suçlularını övme veya terör örgütünün propagandasını içeren süreli yayınlar hâkim kararı ile; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de Cumhuriyet savcısının emriyle tedbir olarak onbeş günden bir aya kadar durdurulabilir. Cumhuriyet savcısı, bu kararını en geç yirmidört saat içinde hâkime bildirir. Hâkim kırksekiz saat içinde onaylamazsa, durdurma kararı hükümsüz sayılır." | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/15091 | Başvuru, bulundurdukları yayınlar nedeniyle terör örgütüne yardım etme suçundan mahkûm edilen başvurucuların ifade özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; markanın hükümsüzlüğü ve sicilden terkini davasında başvurucuya çıkarılan tebligatın usulsüz olması sebebiyle savunma ve delil sunma haklarının kullanılamaması, Yargıtay onama ilamının yeterli gerekçe içermemesi ve dava sonunda markanın hükümsüzlüğüne karar verilmiş olması nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/4/2013 tarihinde İstanbul Fikrî ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 18/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 28/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 30/3/2015 tarihli görüş yazısına karşı başvurucu beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, kendisine ait özel eğitim faaliyeti sürdürülen iş yerinin devri ve kiralanması hususunda davacı şirket ve davacı şirket ortağı/yönetim kurulu üyesi olan N.A. arasında eskiye dayalı hukuki ilişki ve bu ilişki çerçevesinde süregelen hukuki uyuşmazlıklar bulunduğunu belirtmiştir. Davacı şirket; “FEN BİLİMLERİ MERKEZİ” ibaresinin on yılı aşkın süredir kullanılmakta olduğu, ibareye ayırt edicilik kazandırıldığı ve marka olarak tescil ettirilmek istendiği bu kapsamda başvurucunun Türk Patent Enstitüsü (TPE) nezdinde tescilli bulunan “FEB FEN BİLİMLERİ MERKEZİ” ibareli markasının gerek ilgili mevzuat gerek yargı kararlarınca belirtildiği şekilde kullanılmadığı gerekçesiyle 24/6/1995 tarihli ve 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin (556 sayılı KHK) ve maddeleri kapsamında markanın hükümsüzlüğüne ve sicilden terkinine karar verilmesi istemiyle başvurucu aleyhine 27/4/2009 tarihinde İstanbul Fikrî ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkemece 17/3/2010 tarihli ve E.2009/50, K.2010/53 sayılı karar ile davanın kabulüne, markanın hükümsüzlüğüne ve sicilden terkinine karar verilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:“Davanın niteliği itibarıyla davalının, kullanılmaması sebebiyle iptali istenen markayı tescil edildiği sınıftaki hizmetlerde kullandığını kanıtlaması gerektiğinden, ispat yükü davalıda olduğundan ve dava dilekçesi ile duruşma gün ve saati davalıya tebliğe çıkartıldığı halde adresten ayrıldığından bahisle iade edilmesi üzerine, davalının Ticaret Sicil Memurluğu'nda kayıtlı adresine tebligat gönderildiği anlaşılmakla, aynı adrese Tebligat Kanununun maddesi gereğince davetiye tebliğ edildiği halde duruşmaya katılmadığı, davaya cevap vermediği anlaşıldığından, bu kez davalıya 556 sayılı KHK'nın maddesinde belirtilen kapsamda markayı kullandığına dair delil ve belgeleri ile varsa defter ve kayıtlarını ibraz etmesi için kesin süre verildiğine dair meşruhatlı tebligat gönderilmiş ve verilen sürede herhangi bir belge ibraz edilmediği gibi duruşmaya da katılmamış ve konuyla ilgili açıklama yapmamış ve bir delil sunmamış olması sebebiyle, tescilli ve davaya konu markayı tescilden itibaren 5 yıl süreyle veya tescilli olduğu dönemde kesintisiz 5 yıl süreyle kullanmadığı sonucuna varıldığından” Başvurucu tarafından temyiz edilen Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/6/2012 tarihli ve E.2010/8986, K.2012/9916 sayılı ilamı ile onanmıştır. Karar gerekçesi şöyledir:“Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına ve taraflar arasında İstanbul Sulh Hukuk Mahkemesinin 2008/149 E.-854 K. sayılı dosyasında görülen dava sonucunda verilen 2008 tarihli karar ile kira sözleşmesinin feshi nedeniyle işbu davanın davacısı … A.Ş.’nin, işbu davanın davalısı Yusuf İzzettin Silier’e ait “Hasfırın Caddesi, Sinan Paşa İş Merkezi, Kat:4-5, Beşiktaş/İstanbul” adresindeki işyerinden tahliye edilmiş bulunmasına, diğer bir deyişle işbu davada davalı Yusuf İzzettin Silier anılan adreste kat maliki olup, işyerinin anılan karar ile davacının zilyetliğinden alınarak kendisine verilmesine, kaldı ki davalı Yusuf İzzettin Silier vekilinin temyiz dilekçesinin ekinde sunduğu 1997 tarihli vekaletnamede dahi Yusuf İzzettin Silier’in adresi olarak, ‘’Hasfırın Caddesi, Sinan Paşa İş Merkezi, Kat:4-5, Beşiktaş/İstanbul” adresinin gösterilmiş bulunmasına, yine davalıya ait dava konusu markanın 2007 tarihinde yenilenmesi sırasında da davalı Yusuf İzzettin Silier tarafından TPE’ne de aynı adresin bildirilmiş olmasına, hatta anılan davalının başka vesilelerle aynı markaya dayanarak TPE’ne 2010 ve 2010 tarihlerinde yaptığı itiraz dilekçelerinde dahi anılan adresin belirtilmiş bulunmasına, bu durum karşısında mahkemece 2009 tarihinde açılan işbu davada, davalı Yusuf İzzettin Silier için “Hasfırın Caddesi, Sinan Paşa İş Merkezi, Kat:4-5, Beşiktaş/İstanbul” adresine tebligat çıkarılmasında bir usulsüzlüğün bulunmamasına, mahkemece davalıya keşide edilen ilk tebligatın “adresten ayrıldığı ve yeni adresinin tespit edilemediği” meşruhatı ile iade edilmesine, bundan sonra çıkarılan tebligatın da “muhatabın adresinden ayrıldığı ve yeni adresinin de bulunamadığı” meşruhatı ile Tebligat Kanunu’nun maddesine uygun şekilde yapılmış olmasına, daha sonraki tebligatların da aynı şekilde yapılmasına, ayrıca Tebligat Kanunu’nun maddesi uyarınca yeni adresin sadece tebliğ memurunca araştırılması gerekmekte olup, tebligat çıkaran mercice (Mahkemece) adres araştırması yapılmasına gerek bulunmamasına göre…” Başvurucunun karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 22/2/2013 tarihli ve E.2012/16908, K.2013/3174 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Nihai karar 26/3/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş olup bireysel başvurunun 24/4/2013 tarihinde yapıldığı anlaşılmıştır. B. İlgili Hukuk 556 sayılı KHK’nın “Markanın kullanılması” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Markanın, tescil tarihinden itibaren beş yıl içinde, haklı bir neden olmadan kullanılmaması veya bu kullanıma beş yıllık bir süre için kesintisiz ara verilmesi halinde, marka iptal edilir.” Aynı KHK’nın maddesinin Anayasa Mahkemesinin 9/4/2014 tarihli ve E.2013/147, K.2014/75 sayılı kararı ile iptal edilen ancak dava ve karar tarihinde yürürlükte bulunan birinci fıkrasının (c) bendi şöyledir:“ Aşağıdaki hallerde markanın hükümsüz sayılmasına yetkili mahkeme tarafından karar verilir:…c)14 üncü maddeye aykırılık. (Ancak, 5 yılın dolması ile davanın açıldığı tarih arasında ciddi biçimde kullanma hükümsüzlük nedeni sayılmaz. Dava açılacağı düşünülerek kullanma gerçekleşmiş ise, mahkeme davanın açılmasından önceki üç ay içerisinde gerçekleşen kullanmayı dikkate almaz.)” 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 11/1/2011 tarihli ve 6099 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikten önceki maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Tebligat, tebliğ yapılacak şahsa bilinen en son adresinde yapılır.” 7201 sayılı Kanun’un 6099 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikten önceki maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Bu fasıl hükümleri adli, idari ve askeri kaza mercilerince yapılacak tebligat işlerinde tatbik olunur.” 7201 sayılı Kanun’un 6099 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikten önceki maddesi şöyledir: “Kendisine veya adresine kanunun gösterdiği usullere göre tebliğ yapılmış olan kimse, adresini değiştirirse, yenisini hemen tebliği yaptırmış olan kaza merciine bildirmeye mecburdur. Bu takdirde bundan sonraki tebliğler bildirilen yeni adrese yapılır. (Değişik: 19/3/2003-4829/11 md.) Adresini değiştiren kimse yenisini bildirmediği ve yeni adres tebliğ memurunca da tespit edilemediği takdirde tebliğ olunacak evrakın bir nüshası eski adrese ait binanın kapısına asılır ve asılma tarihi, tebliğ tarihi sayılır. (Değişik: 19/3/2003-4829/11 md.) Bundan sonra eski adrese çıkarılan tebliğler muhataba yapılmış sayılır.(Ek: 06/06/1985 – 3220/12 md.) Daha önce tebligat yapılmamış olsa bile, taraflar arasında yapılan, imzası resmi merciler önünde ikrar olunmuş sözleşmelerde belirtilen adresler ile kamu kurum ve kuruluşları ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına, ticaret sicillerine ve esnaf ve sanatkarlar sicillerine verilen en son adreslerdeki değişiklikler hakkında da bu madde hükümleri uygulanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2731 | Başvuru, markanın hükümsüzlüğü ve sicilden terkini davasında başvurucuya çıkarılan tebligatın usulsüz olması sebebiyle savunma ve delil sunma haklarının kullanılamaması, Yargıtay onama ilamının yeterli gerekçe içermemesi ve dava sonunda markanın hükümsüzlüğüne karar verilmiş olması nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Emniyet Teşkilatında (B) grubu polis amiri olarak görev yapan başvurucu, (A) grubu polis amiri olarak değerlendirilmesi yönündeki talebinin reddine ilişkin işlem nedeniyle Anayasa’da güvence altına alınan eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 12/2/2013 tarihinde Konya Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 14/5/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Emniyet Teşkilatı bünyesinde komiser yardımcısı olarak görev yapmakta ve (B) grubu polis amiri statüsünde sayılmaktadır. Anayasa Mahkemesinin 7/2/2008 tarih ve E.2005/ K.2008/53 sayılı kararı ile yüksek öğrenimini tamamlamış olmakla birlikte 4638 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 21/4/2001 tarihinde komiser yardımcılığı kursuna devam etmekte olanların (A) grubu polis amirliğinde değerlendirilmemesinin hukuk güvenliği ilkesine aykırılık oluşturduğu gerekçesiyle 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu’nun 6/4/2001 tarih ve 4638 sayılı Kanun ile eklenen geçici maddesinde yer alan “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, dört yıllık yükseköğretim kurumlarından mezun olarak komiser yardımcılığı kursunu bitirenler ile…” ibaresi iptal edilmiştir. Başvurucu, anılan karar uyarınca komiser yardımcılığı kursu mezunu olduğunu ve 4 yıllık yüksek okulu da başarıyla tamamladığını belirterek (A) grubu polis amiri olarak değerlendirilmesi istemiyle başvuruda bulunmuş, ancak bu başvurusu Emniyet Genel Müdürlüğünün 29/9/2010 tarihli işlemiyle reddedilmiştir. Başvurucunun bu işlemin iptali için açtığı dava, Konya İdare Mahkemesinin 7/7/2011 tarih ve E.2011/118, K.2011/1223 sayılı kararıyla, Anayasa Mahkemesinin 7/2/2008 tarih ve E.2005/ K.2008/53 sayılı iptal kararı ile 17/3/2011 tarih ve E.2010/106, K.2011/55 sayılı iptal kararının bakılan dava ile ilgisinin olmadığı, davacının durumunun mevzuat hükümlerine göre değerlendirilmesi gerektiği, işlemde bu yönüyle hukuka aykırılık görülmediği gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine karar, Danıştay Dairesinin 14/2/2012 tarih ve E.2011/9379, K. 2012/1118 sayılı kararı ile onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebinin aynı Dairenin 5/11/2012 tarih ve E.2012/9141, K.2012/7547 sayılı kararı ile reddi üzerine karar aynı tarihte kesinleşmiştir. Bu karar başvurucuya 14/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 4/6/1937 tarih ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu’nun “Terfi ve atama” başlıklı maddesinin onuncu ve on altıncı fıkraları şöyledir:“Polis amirlerinden Polis Akademisi mezunları, Polis Akademisi mezunu sayılanlar ile Emniyet Genel Müdürlüğüne eleman yetiştirmek üzere Polis Akademisi bünyesinde en az dört yıllık fakülte ve yüksek okullarından mezun olanlar (A), komiser yardımcılığı kursunu başarıyla bitirmiş olanlar (B) grubunu oluşturur.…(B) grubu polis amirlerinden en az dört yıllık yüksek öğretim kurumunu bitirenlerin (A) grubuna geçmeleri aşağıdaki şartlara bağlıdır : a) Başkomiserlik rütbesinde (A) grubu polis amirleri için öngörülen en az bekleme süresi kadar çalışmış olmak. b) Başkomiser rütbesinden Emniyet Amiri rütbesine terfide bu grup için ayrı yapılacak yazılı sınavda ve meslek içi yöneticilik eğitiminde başarılı olmak. c) Değerlendirme Kurulu kararıyla Emniyet Amiri rütbesine terfi etmiş olmak. (B) grubundan (A) grubuna geçecek olan amirlerin sayısı, o yıl itibarıyla (A) grubundan Emniyet Amirliği rütbesine terfi edenlerin sayısının % 10'unu geçemez.” Aynı Kanun’un 6/4/2001 tarih ve 4638 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun ile eklenen geçici maddesi ise şöyledir:“Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yürürlüğe girdiği tarihten önce (B) grubundan (A) grubuna geçen polis amirleri, (A) grubunda değerlendirilir.” | Ayrımcılık yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1337 | Emniyet Teşkilatında (B) grubu polis amiri olarak görev yapan başvurucu, (A) grubu polis amiri olarak değerlendirilmesi yönündeki talebinin reddine ilişkin işlem nedeniyle Anayasa’da güvence altına alınan eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, tutukluluğun makul süreyi aşması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutukluluk sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; tutuklu bulunulan ceza infaz kurumunda açık ve kapalı görüş ile telefonla görüşme haklarına getirilen kısıtlamalar nedeniyle de haberleşme hürriyeti ile özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Başvurucu, en son Afyonkarahisar Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmıştır. Darbe teşebbüsünden sonra başvurucu hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ağır cezalık suçüstü hâli bulunduğu değerlendirilerek FETÖ/PDY hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) İkinci Dairesinin 16/7/2016 tarihli kararı ile -Afyonkarahisar Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmakta olan- başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına karar verilmiştir (24/8/2016 tarihinde başvurucu, meslekten ihraç edilmiştir.). Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla görevden uzaklaştırılanlar hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine Afyonkarahisar Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından gözaltına alınmıştır. Öte yandan Afyonkarahisar Cumhuriyet Başsavcılığı 16/7/2016 tarihinde soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre şüphelinin ve müdafiinin dosya içindeki belgeleri incelemelerinin ve belgelerden örnek almalarının kısıtlanmasına karar verilmesini Afyonkarahisar Sulh Ceza Hâkimliğinden talep etmiştir. Hâkimlik, dosya içeriğinin incelenmesi ve belgelerden örnek alınmasının yürütülen soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği gerekçesiyle 17/7/2016 tarihinde dosya içeriğinin incelenmesinin veya belgelerden örnek alınmasının kısıtlanmasına karar vermiştir. Başvurucu 19/7/2016 tarihinde Savcılıkta müdafii huzurunda verdiği ifadesinde genel olarak üzerine atılı suçlamaları kabul etmediğini, somut olayda tutuklama koşullarının bulunmadığını ifade etmiştir. Başvurucu 19/7/2016 tarihinde tutuklanması istemiyle Afyonkarahisar Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu sorgusunda "Ben Savcılığında bu konuda ifade vermiştim, C Savcısı bana ifademi alması sırasında hakkımda TCK 314/2 maddesi gereğince soruşturma yürütüldüğünü, bundan dolayı ifade vermemi belirtti, şu anda bana okumuş olduğunuz Ankara Başsavcılığının ihbar nitelikli yazısı içerikli talimat ekindeki dosyada benim aleyhimdeki suçlama ve delillerin neler olduğunu öğrenmek istiyorum, ayrıcaHSYK tarafından açığa alındığımı haricen öğrendim, açığa alınma sebeplerimi de bilmiyorum, Savcılıktaki ifademi aynen tekrar ediyorum ve kısaca özetlemem gerekirse 18 yıllık Savcılığı ve yargı sistemi içerisindeki diğer görevlerim sırasında Hakim ve Savcıların bağımsızlığına ve tarafsızlığına onların en büyük silahı olduğuna inandım, dolayısıyla bu inançta bir yargı mensubu olarakbir terör örgütü ile ilişkim olduğu suçlamasını kabul etmiyorum, bu şekilde çok ciddi iddianın tarafıma somut delillerle bildirilmesi gerekmektedir, hali hazırda aleyhimdeki delillerin de neler olduğunu bilmemekteyim, hele hele 15/07/2016 tarihinde gerçekleştirilmeye çalışılan ve hiç bir akıl ve vicdan sahibinin kabul etmeyeceği bir darbe teşebbüsünden sonra hakkımda böyle bir suçlamanın yapılması da özellikle kabul etmeyeceğim bir durumdur, bu şekildeki suçlamaları da kesinlikle kabul etmem, bu konuda dediğim gibi Savcılığında ayrıntılı ifade verdim, dosyada açığa alınma yazımdan başka somut bir delil bulunup bulunmadığını öğrenmek istiyorum, evimde yapılan aramada herhangi bir delil bulunup bulunmadığını da bilmiyorum, zaten olması da mümkün değildir, ayrıca meslek hayatımda kullanmış olduğum harici Disck'i Emniyete kendim teslim ettim, evliyim, 4 çocuğum var, 12 Temmuz'da en küçük çocuğum dünyaya gelmiştir, sezeryandır, şu anda eşim ve çocuk bakıma muhtaçtır, ayrıca çocuğuma bakacak kimse yoktur, ayrıca aleyhimdeki delillerin de dikkate alınarak bu hususta karar verilmesini talep ediyorum, kaçma şüphem yoktur, ...Üniversitede yıllarımda kendi bekar evimde kaldım, cemaate bağlı hiç bir evde kalmadım, Fetö cemaatine parasal yardımda bulunmadım, ben Savcısı ve Hakimlerin herhangi bir siyasi ve dinsel bir fikirle bir hareket tarzı geliştirmemesi, aksine bağımsız ve tarafsız bir şekilde hukuk dağıtma fiilini yerine getirmesi düşüncesindeyim, bu düşüncede bir yargı mensubu olarak legal yada illegal herhangi bir oluşum, dernek ve suç örgütü vb. şeylerle irtibatlı değilim, üzerime atılı suçlamaları kabul etmiyorum, darbe teşebbüsü olduğu günü evimdeydim, çocuklarımla birlikte oturuyordum, bebek iznini kullanmaktaydım, 10 günlük doğum izni 25 Temmuz 2016 yılında bitecekti, hem dosyadaki delil durumu hem de insani durumum yani eşimin sezeryanla doğum yapmış olup ameliyatlı olması bakacak kimsemiz olmadığı dikkate alınarak tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmamı, Hakimliğiniz aksi kanaatteyse adli kontrol tedbiri uygulanmasını talep ediyorum..." şeklinde beyanda bulunmuştur. Afyonkarahisar Sulh Ceza Hâkimliğinin 19/7/2016 tarihli kararıyla tutuklama talebinin reddine ve başvurucu hakkında adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar verilmiştir. Bu kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"Şüpheli Hasan Hendek'in üzerine atılı 'Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma' suçuna ilişkin yapılan değerlendirmede mevcut dosya ve deliller hep birlikte nazara alındığındaşüphelinin sabit ikametgah sahibi olması, şüphelinin delilleri yok etme gizleme veya değiştirme girişiminde somut davranışları bulunmadığı, şüphelinin 7 gün evvel eşinin sezaryanla doğum yapmış oluşu ve 7 günlük bebeğinin oluşu, doğum sebebi ile şüphelinin doğum iznini kullanmakta olduğu bu sebeple ileride telafisi güç mağduriyetlere sebep olabileceği, ayrıca izinli halde iken kendisinin rızası dahilinde Emniyete giderek ifadesini vermek istemesini belirtmiş oluşu ve tutuklamanın tedbir mahiyetinde istisnai önlem oluşu da hep birlikte nazara alınarak Başsavcılığının tutuklama talebinin reddi ile, yerine adli kontrol altına alınmasının yeterli olacağından, şüphelinin yurt dışına çıkmama yükümlülüğünde tutulmak ve CMK [Ceza Muhakemesi Kanunu] nun 109/3-j maddesi gereğince konutunu terketmemek suretiyle adli kontrol altına alınmasına ...[karar verildi]." Afyonkarahisar Cumhuriyet Başsavcılığı 20/7/2016 tarihinde, Afyonkarahisar Sulh Ceza Hâkimliğinin bu kararına itiraz etmiştir. Başsavcılığın itirazını değerlendiren Afyonkarahisar Sulh Ceza Hâkimliği 20/7/2016 tarihinde, itirazın kabulü ile bu defa başvurucu hakkında tutuklamaya yönelik yakalama emri çıkarılmasına karar vermiştir. Başvurucu, çıkarılan yakalama kararı sonrasında Afyonkarahisar Sulh Ceza Hâkimliğinin 20/7/2016 tarihli kararıyla tutuklanmıştır. Bu kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"Hakkında hakimliğimizce yakalama emri çıkartılmış olan üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın ihbarı, HSYK Dairesi'nin şüpheli hakkında düzenlemiş olduğu Fetullahçı Terör Örgütü üyesi olmaktan dolayı 16/07/2016 tarihli Hakimlikten açığa alınma kararı bulunduğu, soruşturmaya konu suçun CMK 100/3 maddesinde sayılan katalog suçlardan olduğu, suç için öngörülen cezanın alt ve üst haddi, verilmesi muhtemel ceza, dosya kapsamında şüphelinin isnat edilen eylemi işlediğine dair kuvvetli suç şüphesi ve deliller altında olduğu kanaatine varılması, delillerin tam olarak toplanmamış olması, bu nedenle şüphelinin kişiler üzerinde baskı girişiminde bulunması hususlarında ve bu kapsamda delillerin karartılma şüphesinin mevcudiyeti, soruşturma dosyasının bütün haliyle elde edilen bulgular bakımından mevcut deliller ile ilişkilendirilmiş olması nazara alınarakşüpheli Hasan Hendek'in 2802 Sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunun maddesi atfıyla CMK 100 ve devamı maddeleri gereğince tutuklanmasına ...[karar verildi]." Başvurucunun bu karara 25/7/2016 tarihinde yaptığı itiraz, Bolvadin Sulh Ceza Hâkimliğinin 28/7/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"...Şüpheli Hasan Hendek'in üzerine atılı 5271 sayılı 314/ maddesinde yer alan örgüte üye olma suçunu işlediğine dair, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun ve Dairesinin 16/07/2016 tarihli kararları, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 16/07/2016 tarihli yazıları ve soruşturma dosyası, birlikte değerlendirildiğinde şüphelinin üzerine atılı suçu işlediği hususunda kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir olguların bulunması, atılı suçun 5271 sayılı CMK'nun 100/3- maddesinde sayılan suçlardan olması, bu nedenle aynı kanunun 100/ Maddesi gereğince tutuklama nedeninin varlığının kabul edilebileceği, delillerin bu aşamada henüz tam olarak toplanmamış oluşu, atılı suç için kanunda görülen cezanın alt ve üst sınırı nedeniyle adli kontrol hüküm tedbirinin yetersiz kalacağı şüphelinin üzerine atılı suçun niteliği gereğince henüz toplanmayan delillerin karartma şüphesinin bulunması ayrı ayrı dikkate alınarak itirazın reddine karar vermek gerekmiştir." Afyonkarahisar Sulh Ceza Hâkimliği 8/9/2016 tarihinde, Afyonkarahisar Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine başvurucunun da aralarında bulunduğu çok sayıda şüphelinin tutukluluk durumunu incelemiş ve "...Şüpheliler ...Hasan Hendek, ...'in üzerlerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının ihbarı, HSYK Dairesi'nin şüpheliler hakkında düzenlemiş olduğu Fetullahçı Terör Örgütü üyesi olmaktan dolayı 16/07/2016 tarihli Hakimlikten açığa alınma kararı bulunduğu, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi, verilmesi muhtemel ceza, delillerin tam olarak toplanmamış olması, bu nedenle şüphelilerin kişiler üzerine baskı girişiminde bulunması hususlarında ve bu kapsamda delillerin karartılma şüphesinin mevcudiyeti ve bu aşamada işin önemine göre adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalabileceği hususları da dikkate alınarakve soruşturmanın bulunduğu aşama..." gerekçesiyle tutukluluğun devamına karar vermiştir. Başvurucu bu karara itiraz etmiş, Bolvadin Sulh Ceza Hâkimliğince 3/10/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu, anılan kararı 6/10/2016 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu 4/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Afyonkarahisar Cumhuriyet Başsavcılığı; darbeye teşebbüs eyleminin Türkiye Cumhuriyeti'nin başkentini, millî iradenin temsil yeri olan Türkiye Büyük Millet Meclisini ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ile devletin istihbarat ve kolluk güçlerini hedef aldığını, terör eyleminin örgütün kamuda yapılanmış mensupları tarafından gerçekleştirildiğini, bu nedenlerle soruşturmanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmesinin gerektiğini belirterek 18/10/2016 tarihinde yetkisizlik kararı vermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 6/1/2017 tarihli ve 29940 Mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 680 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesi ile 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nun 93/ maddesinde, hâkim ve savcıların kişisel suçları hakkında soruşturma yapılma yetkisinin ilgilinin görev yaptığı yerin bağlı olduğu bölge adliye mahkemesinin bulunduğu yerdeki il Cumhuriyet başsavcılığına ait olduğu şeklinde değişiklik yapılmış olması gerekçesiyle 11/1/2017 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Antalya Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı 28/7/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun silahlı terör örgütü yöneticisi olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle Antalya Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede, başvurucunun FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. İddianamede bu suçlamaya esas alınan olgular şöyle özetlenebilir: i. Antalya İl Emniyet Müdürlüğünün 4/2/2017 tarihli yazısının içeriğine göre başvurucunun ByLock programını kullanmış olduğu belirtilmiştir.ii. Şüpheli sıfatıyla 10/1/2017 tarihinde ifadesi alınan A.Ş. beyanında; Bakanlık ve HSYK'nın çeşitli birimlerinde çalıştığını, bu nedenle adli yargıda görev yapan ve FETÖ/PDY'ye müzahir olan birçok kişiyi tanıdığını, bunlardan birisinin de başvurucu olduğunu belirtmiştir.iii. Şüpheli sıfatıyla 3/11/2016 tarihinde ifadesi alınan O.A.; başvurucuyu aynı mesleği icra etmeleri nedeniyle tanıdığını, başvurucunun beyanlarının Fetullah Gülen'i över mahiyette olduğunu, bu nedenle başvurucunun FETÖ/PDY'ye mensup olduğunu düşündüğünü ifade etmiştir.iv. Şüpheli sıfatıyla 17/2/2017 tarihinde ifadesi alınan G., Teftiş Kurulunda beraber çalıştığı başvurucunun FETÖ/PDY mensubu olduğunu ifade etmiştir. v. Başvurucunun HSYK başmüfettişi olduğu dönemde 15/3/2012 tarihinden 1/7/2014 tarihine kadar Avrupa Adaletin Etkinliği Komisyonu (CEPEJ) Sekreteryasındasecondment yöntemiyle görevlendirildiği belirtilmiştir. Antalya Ağır Ceza Mahkemesi 8/8/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve başvurucu hakkındaki yargılama, Mahkemenin E.2017/258 sayılı dosyası üzerinden tutuklu olarak sürdürülmüştür. Yapılan yargılama sonucunda Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin 8/2/2018 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Aynı kararla başvurucunun tahliyesine de hükmolunmuştur. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:"...FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütü ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 24/08/2016/426 tarihli kararı ile meslekten ihraç edildiği ve bu kararın 29/11/2016/434 tarih sayı kararıyla kesinleştiği, sanığın 0505 210 64 68 numaralı gsm hattı ile 35528703010157 imei numaralı cihaz üzerinden 26/08/2014 tarihinden itibaren FETÖ/PDY silahlı terör örgütü yönetici ve mensupları tarafından örgüt içi gizli haberleşmede kullanılan ByLock programının kullanıcısı olduğu, celbedilen karşı IP bilgilerinden de anlaşılacağı üzere bu programı kullandığı sırada adresleri ile uyumlu yerde bulunan baz istasyonları üzerindenbağlantı sağladığı, yine tanık beyanlarından da örgüt üyesi olduğu ve örgüt toplantılarına katıldığının anlaşıldığı, sanığın bu suretle üzerine atılı suçu işlediği sabit olmakla inkara yönelik savunmasına itibar edilmeyerek Fettullahcı Terör Örgütü Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına örgüt üyesi olarak dahil olduğu anlaşıldığından, eylemine uyan TCK'nın 314/2, 3713 sayılı Terörlü Mücadele Kanununun 5/ TCK'nun 62 ve 58/ Maddeleri gereğince cezalandırılmasına..." Hükme karşı istinaf yoluna başvurulmuş olup bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla davanın istinaf incelemesi devam etmektedir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel (B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39) kararı. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/69748 | Başvuru, uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, tutukluluğun makul süreyi aşması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutukluluk sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; tutuklu bulunulan ceza infaz kurumunda açık ve kapalı görüş ile telefonla görüşme haklarına getirilen kısıtlamalar nedeniyle de haberleşme hürriyeti ile özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, bir gazetenin internet sayfası sorumlusunun yayımladığı bir yazı nedeniyle halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılama suçundan mahkûm edilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olayların meydana geldiği tarihte ulusal ölçekte yayın yapan Birgün gazetesinin (gazete) internet sitesinin (www.birgun.net) editörü ve sorumlusudur. Gazetenin Yayın Kurulu, gazetede popüler Twitter hesaplarının yazılarına yer vermeye karar vermiş ve aralarında @tanrıcc müstear adlı hesabın da bulunduğu bazı kullanıcılarla iletişime geçmiştir. Gazetenin teklifini kabul eden @tanrıcc müstear adlı kullanıcı, yazılarını mail yoluyla gazetenin editörüne ve yazı işleri müdürüne göndermiştir. Anılan Twitter kullanıcısının gazetenin 3/8/2013 ve 10/8/2013 tarihli nüshalarında ve gazetenin internet sitesinde iki yazısı yayımlanmıştır. Yazarın birinci tekil şahıs olarak Tanrı'yı konuşturduğu söz konusu yazılar şöyledir: - Gazetenin 3/8/2013 tarihli nüshasında yayımlanan yazı:" Ben kısaca CCtwitter.com/tanrıccBiliyorum Birgün Gazetesi için yazıyor oluşum sizleri çok şaşırttı. (Türkiye gibi bir ülkede yaşayıp hala bağzı olaylara şaşırıyor oluşunuz da ayrıca garip bir durum) Bundan sonra - eğer istersem- her hafta yazmak gibi bir planım var. İstersem diyorum çünkü yazıp yazmayacağıma Birgün değil ben karar veririm. Birgün diye bir gazete olup olmayacağına da yüce Tanrıcc olarak benim karar verdiği gibi...Birgün Gazetesinden 'Bizim için yazar mısınız?' teklifi gelince bir yanım çok mutlu olurken diğer yanım epey hüzünlendi. Mutlu oldum çünkü bu uzun zamandır aramızın açık olduğu ve beni pek de sallamayan sol kesimin benimle olan ilişkilerini düzeltebilmesi için benzersiz bir fırsat olacaktı -kim bilir belki de bu fırsatı ben yaratmışımdır- Gazetelerinin hemen hemen her köşesinde adımı kullanan muhafazakar çevrelerden böyle bir teklif almamak da beni ayrıca üzdü. Birgün Gazetesini sizlerin huzurunda kutsayarak tebrik ediyorum. Alex'i Fenerbahçe'ye getirmek bile beni kendileri için yazmam konusunda ikna etmenin yanında sönük bir başarı kalırdı.Yahu yazının başından beri yazmayayım diyorum ama bi toparlanın arkadaşlar. Oturuşunuza, bacak bacak üstüne atışınıza dikkat edin biraz. Gören de [E.T] yazısı okuduğunuzu zanneder ki ayrıca [E.] Hanımı severek yarattım, yanlış anlaşılma olmasın.Dip not: Birgün için yazıyor oluşum Birgün'ü kutsal bir gazete yapmaz ama siz yine benim yazdığım sayıları saklayın. Yanısıra bu sayıları içki şişesi kamufle etmek, rakı sofrasının altına sermek ve camları silmek için kullanmazsanız sizin için hayırlı olur. Çünkü siz de biliyorsunuz ki adalet sistemi değil, only god can judge you (sizi yalnız tanrı yargılayabilir). Her hafta Birgün'de ve sonrasında bu tarafta görüşmek üzere."-Gazetenin 10/8/2013 tarihli nüshasında yayımlanan yazı:" Cehennettwitter.com/tanrıccMERHABA sevgili Birgün okurları. Biliyorum kafanızda bu tarafla ilgili bir çok soru var. Nasıl bir yer, cennet nasıl, cehennem nasıl vb… Sizi çok iyi anlıyorum. Ben olsam ben de merak ederdim. Bu merakınızı gidermek adına size buralar hakkında kısa açıklamalar yapacağım. Tabii bu durumu kullanıp bana [N.H.ymişim] gibi davranmazsanız çok iyi olur. Ne o ben olabilir, ne de ben onun kazandığı paraları kazanabilirim (Birgün Gazetesi bırakın para vermeyi yazdığım sayıları bile bana parayla satıyor.) Şeytan'a tapanların -ki o serserinin tapılacak bir tarafı yok- dışındaki çoğu insan cennete gelmek ister. Bunun asıl sebebi cennetin güzel bir yer oluşu değil, cehennemin çok kötü bir yer oluşudur. Bana sorarsanız ben cennetteki tüm o düzgün insanlar arasında çok sıkıldığımı itiraf edebilirim. Ama yine de hiç kimse cehenneme gelmek istemez çünkü - dünyadaki tüm zeki, yaratıcı ve eğlenceli insanların burada olduğunu saymazsak - cehennem korkutucudur, aşırı sıcaktır ama adildir. Adalet cehennemde bile düzgün bir şekilde işler. Peki Türkiye'de? Şunu açık bir şekilde söyleyebilirim ki cehennem Türkiye'den daha güvenli ve daha adil bir yer. Zebanilerimiz hakkını savunan insanların üzerine plastik mermiler ve gaz fişekleriyle saldırmıyor. Üstelik Toma da yok. Bi keresinde cehenneme Toma sokmak gibi saçma bir düşüncemiz olmuştu sonra oradaki kulların sevinç çığlıklarını duyunca vazgeçmiştik. Cehennemde yanan kullara su sıkmak cidden saçma bi fikirdi... Cehennemin Türkiye'den tek farkı biraz sıcak olması. Tabii bu durum yaz ayları biraz değişiyor. Cehennemde fikrinizi rahatça dile getirebilirsiniz, kılık kıyafetinize ve yaşam tarzınıza karışılmaz, farklılıklar hep bir aradadır, kimseye ayrımcılık yoktur. Herkes adilce yanar. Yani kısaca Türkiye'de yaşıyorsanız cehennem sizin için doğru adres!" Söz konusu yazılarla ilgili gelen ihbarlar üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatılmış; gazetenin imtiyaz sahibi, yazı işleri müdürü ve internet yayınından sorumlu olan başvurucu hakkında halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılama suçundan kamu davası açılmıştır. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesince 25/11/2014 tarihinde başvurucunun halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılama suçundan 7 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Mahkemenin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) din ve vicdan özgürlüğü ile ilgili içtihadına da yer verdiği gerekçesi şöyledir:"Yargılama konusu yazılar bir bütün olarak AHİM'nin kararları,Yerleşik Yargıtay İçtihatları ile birlikte değerlendirildiğinde; Birgün Gazetesinin 03/08/2013 tarihli nüshasında yayınlanan 'Ben kısacaCC-twitter.com/tanrıcc' başlıklı yazı içeriğinde; 'Yüce Tanrı(cc) olarak artık Birgün'deyim. Her hafta yazmak gibi bir planım var.İstersem diyorum çünkü yazıp yazmayacağıma Birgün değil ben karar veririm.Birgün diye bir gazete olup olmayacağına da yüce Tanrı cc. olarak benim karar verdiğim gibi.Birgün gazetesini sizlerin huzurunda kutsayarak tebrik ediyorum.... Birgün için yazıyor oluşum Birgün'ü kutsal bir gazete yapmaz ama siz yine de benim yazdığım sayıları saklayın ....bu sayıları içki şişesi kamufle etmek ,rakı sofrasının altına sermek ve camları silmek için kullanmazsanız sizin için hayırlı olur.' şeklindeki anlatımla yazarın Tanrı olduğu ve herşeye karar verdiği şeklinde bir izlenim verildiği anlaşılmaktadır.Yaratıcı Tanrıinancı bütün semavi dinlerde var olan bir inanç olup, insanları yoktan var ettiği, kâinatın yaratıcısı olduğu ve kâinatta var olan herşeyi yarattığı, gözle görülmediği, elle tutulmadığı, beş duyu organı ile algılanamadığı, soyut, yani madde ile izah edilemeyen yüce olduğu kabul edilmektedir. Tanrıya inanmak semavi dinlerde inancının esaslı ve en önemlideğeridir. Müslümanlık, Hıristiyanlık, Musevilik gibi semavi dinlerde ki Yaratıcı inancına aykırı bir şekilde yazıda Tanrı imajı somut bir varlık gibi ortaya konulmaktadır.Birgün Gazetesinin 10/08/2013 tarihli nüshasında yayınlanan 'Cehennet-twitter.com/tanrıcc' başlıklı yazı içeriğinde; '....çoğu insan cennete gelmek ister. Bunun asıl sebebi cennetin güzel bir yer oluşu değil, cehennemin çok kötü bir yer oluşudur. Bana sorarsanız ben cennetteki tüm o düzgün insanlar arasında çok sıkıldığımı itiraf edebilirim. Ama yine de hiç kimse cehenneme gelmek istemez çünkü dünyadaki tüm zeki, yaratıcı ve eğlenceli insanların burada olduğunu saymazsak cehennem korkutucudur, aşırı sıcaktır ama adildir. .....Bi keresinde cehenneme toma sokmak gibi saçma bir düşüncemiz olmuştu sonra oradaki kulların sevinç çığlıklarını duyunca vazgeçmiştik. ...' şeklindeki anlatımla, Müslümanlık, Hıristiyanlık, Musevilik gibi semavi dinlerin kutsal kitaplarında anlatılan ve bu dinlere inananların inançlarının gereği olarak varlığından şüphe etmedikleri Cennet-Cehennem gibi kavramlara yönelik olarak sebepsiz yere saygısız,küçümseyici ifadeler kullanıldığı anlaşılmıştır.Yazıların içeriğinden ziyade, ifade ediliş biçim dikkate alındığında; Yaratıcı bir Tanrı olduğu inancına sahip insanların dini inançlarının hak edilmemiş ve aşağılayıcı bir saldırıya konu olduğu duygusuna kapılmasına sebebiyet verildiği, dini inanç mensuplarının dini hürmet objelerinin, demokratik bir toplumda bulunması gereken hoşgörü ruhunun kötü niyetli bir şekilde ihlaline yol açtığı, yazılarla ilgili olarak vatandaşlar tarafından pek çok ihbar mektubu gönderilip, gereği için talepte bulunulduğu gözönüne alındığında eylemin bu haliyle kamu barışını somut olarak bozmaya elverişli nitelikte olduğu anlaşılmıştır.Halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılama suçunu oluşturan sözkonusu yazıları yazanın belli olmaması nedeniyle gazetedeki yayınlardan dolayı gazete sorumlu yazı işleri müdürü sanık ..., sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkilisi olan sanık ... ile internetteki yayınlardan dolayı internet sitesinin sorumlusu olan sanık Ufuk Çalışkan'ın sorumluluklarının bulunduğu böylelikle sanıkların üzerlerine yüklenen basın yoluyla Halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılama suçunu işledikleri sanık savunmaları, gazete ve internet yazıcı çıktı örnekleri,mevkute beyannamesi ve tüm dosya kapsamından anlaşılmıştır." Başvurucunun anılan karara itirazı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 11/12/2014 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 25/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:"Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. " 4/5/2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir: "(1) Bu Kanunun uygulamasında;...f) İçerik sağlayıcı: İnternet ortamı üzerinden kullanıcılara sunulan her türlü bilgi veya veriyi üreten, değiştiren ve sağlayan gerçek veya tüzel kişileri,...ifade eder." 5651 sayılı Kanun'un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şu şekildedir:"(1) İçerik sağlayıcı, internet ortamında kullanıma sunduğu her türlü içerikten sorumludur. (2) İçerik sağlayıcı, bağlantı sağladığı başkasına ait içerikten sorumlu değildir. Ancak, sunuş biçiminden, bağlantı sağladığı içeriği benimsediği ve kullanıcının söz konusu içeriğe ulaşmasını amaçladığı açıkça belli ise genel hükümlere göre sorumludur."B. Uluslararası Hukuk AİHM içtihadı çerçevesinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi, dinî duygulara saygı gösterilmesi hakkını da koruma altına almaktadır (Otto-Preminger Enstitüsü/Avusturya, B. No: 13470/87, 20/9/1994, § 47). AİHM, eldeki başvuruya benzer başvurularda ifade özgürlüğü ile düşünce, vicdan ve dine uygun bir biçimde saygı gösterilmesini isteme hakkı arasında adil bir denge kurulması gerektiğini belirtmektedir (İ.A./Türkiye, B. No: 42571/98, 13/9/2005, § 27; Otto Preminger Enstitüsü/Avusturya, § 55). AİHM -Sözleşme'nin maddesinin ikinci paragrafının öngördüğü üzere- ifade özgürlüğünün kullanılmasının beraberinde görev ve sorumluluklar getirdiğini belirtmektedir. Bu görev ve sorumluluklar arasında dinî inançlar bağlamında, başkaları için yersiz, saldırgan nitelikte, saygısızca(İ.A./Türkiye, § 49; Otto-Preminger Enstitüsü/Avusturya, § 49) ve bu suretle insan ilişkilerindeki gelişmeyi güçlendirecek herhangi bir kamusal tartışmaya katkı sunmayan ifadelerden kaçınma yükümlülüğü de yer alabilir (Gündüz/Türkiye, B. No: 35071/97, 4/12/2003, § 37). AİHM'e göre bir devlet meşru olarak başkalarının düşünce, vicdan ve dinine saygı ile bağdaşmayan -haber ve fikirlerin iletilmesi de dâhil olmak üzere- bazı tutumların cezalandırılmasını amaçlayan tedbirler alınmasını gerekli görebilir (Otto-Preminger Enstitüsü/Avusturya, § 47). İlke olarak derin saygı duyulan dinî hususlara yönelik yakışıksız saldırıların cezalandırılması gerekli görülebilir (İ.A./Türkiye, § 24). AİHM, dinî kanaatlere yönelik saldırılar bakımından başkalarının haklarının korunması noktasındaki ihtiyaçlarla ilgili bir Avrupa standardının olmadığı tespitini yapmıştır. Bu nedenle devletler ahlak veya din gibi konulardaki samimi kişisel inançlara yönelik saldırılar çerçevesindeki ifade özgürlüğünü düzenleme konusunda daha geniş bir takdir marjına sahiptir. Ancak ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamanın Sözleşme ile uyumu konusunu nihai olarak karara bağlama yetkisi AİHM'indir. AİHM, bu yetkisini davanın koşulları altında müdahalenin demokratik bir toplumda toplumsal bir ihtiyaç baskısına karşılık gelip gelmediğini ve izlenen meşru amaçla orantılı olup olmadığını değerlendirmek suretiyle kullanacaktır (Wingrove/Birleşik Krallık , B. No: 17419/90, 25/11/1996, § 58; Aydın Tatlav/Türkiye, B. No: 50692/99, 2/8/2006, §§ 24, 25). | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1570 | Başvuru, bir gazetenin internet sayfası sorumlusunun yayımladığı bir yazı nedeniyle halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılama suçundan mahkûm edilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 4/2/2009 tarihinde Ankara İş Mahkemesinde işçi işveren ilişkisinden kaynaklanan alacak davası açılmış, yargılamanın ilerleyen safhalarında dava dosyası Ankara İş Mahkemesine devredilmiş, İlk Derece Mahkemesinin davanın kısmen kabulü yönündeki 15/2/2016 tarihli kararı temyiz talebi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesine gönderilmiş, temyiz incelemesi ise hâlen sonuçlanmamıştır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7786 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, imar planında spor tesisi alanı olarak ayrılan taşınmazın uzun süre kamulaştırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisinin 217/400 oranında hissedar olduğu Edirne ili Merkez Kavgaz mevkiinde bulunan 2506 ada 1 parsel numaralı ve 073,24 m² yüz ölçümlü taşınmaz, yapılan 1/000 ölçekli uygulama imar planında 7/6/2007 tarihinde spor tesisi alanı olarak ayrılmıştır. Başvurucular ve murisin diğer mirasçıları 20/12/2013 tarihinde, taşınmaz üzerindeki kısıtlamanın uzun sürmesi sebebiyle Edirne Belediye Başkanlığı (Belediye) aleyhine Edirne İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde 000 TL tazminat talep edilmiş, daha sonra dava ıslah edilerek tazminat talebi 104 TL'ye yükseltilmiştir. Mahkeme 8/4/2016 tarihinde davanın kabulüne, 000 TL'nin dava tarihi olan 20/12/2013 tarihinden, ıslah talebi üzerine artırılan 104 TL'nin ise idarenin temerrüde düştüğü 26/1/2016 tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalı idareden alınarak başvurucular ve diğer davacılara verilmesine karar vermiştir. Yapılan temyiz istemini inceleyen Danıştay Altıncı Dairesi (Daire) 4/11/2016 tarihinde hükmün bozulmasına karar vermiştir. Daire bozma kararının gerekçesinde, 7/9/2016 tarihinde yürürlüğe giren 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiğini açıklamıştır. Daire, uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağını, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağını ve bu aşamada hukuken uyuşmazlığın esası hakkında karar verme olanağı bulunmadığını belirtmiştir. Karar düzeltme istemi Daire tarafından 19/6/2017 tarihinde reddedilmiştir. Bozmaya uyan Mahkeme 15/9/2017 tarihinde Dairenin bozma gerekçesine uygun şekilde, konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucular ve diğer davacıların temyiz istemi Daire tarafından 5/3/2018 tarihinde reddedilmiş ve karar onanmıştır. Başvurucular 31/5/2018 tarihinde karar düzeltme talebinde bulunmuş ve18/6/2018 tarihinde de bireysel başvuru yapmıştır. Daire 14/11/2018 tarihinde Anayasa Mahkemesinin 28/3/2018 tarihli ve E.2016/196, K.2018/34 sayılı kararıyla 2942 sayılı Kanun'a 6745 sayılı Kanun'un maddesi ile eklenen geçici maddenin Anayasa'ya aykırı olduğundan iptaline karar verildiğini, bu nedenle uyuşmazlığın esasının incelenmesi gerektiğini belirterek mahkeme kararını bozmuştur. Başvurucuların sunduğu belgelerden ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nden (UYAP) bozma sonrası yapılan yargılama hakkında bilgi ve belge temin edilememiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/19339 | Başvuru, imar planında spor tesisi alanı olarak ayrılan taşınmazın uzun süre kamulaştırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kesinleşmiş mahkûmiyet kararının infazı kapsamında yakalama emri çıkarılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm tarafından 16/2/2017 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Kolordu Komutanlığı nezdinde kurulu Sıkıyönetim (1) No.lu Askerî Mahkemesinin (Ankara) 3/3/1992 tarihli kararı ile devlet hâkimiyeti altındaki topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmayı amaçlayan PKK terör örgütüne mensup olması; örgütün amacı doğrultusunda bir kişinin evine patlayıcı madde atılması, farklı tarihlerde iki kişinin öldürülmesi ve örgüte zorla para toplanması olaylarına katıldığı gerekçeleriyle 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesi uyarınca idam cezasıyla cezalandırılmıştır. Anılan karar, Askerî Yargıtayın 7/12/1993 tarihli ilamı ile onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu, söz konusu mahkûmiyet kararına ilişkin soruşturma/kovuşturma sürecinde 25/9/1980 tarihinde gözaltına alınmış; 17/12/1980 tarihinde tutuklanmış; 24/8/1991 tarihinde tahliye edilmiş olup toplam 10 yıl 10 ay 29 gün süreyle hürriyetinden yoksun bırakılmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 20/7/2005 tarihli kararı ile başvurucu hakkındaki idam cezası, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına dönüştürülmüştür. Anılan karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 3/12/2010 tarihli ilamıyla düzeltilerek onanmış ve aynı tarihte kesinleşmiştir. UYAP kayıtlarına göre Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca anılan mahkûmiyet hükmünün infazı için 13/6/2012 tarihinde başvurucu hakkında yakalama emri çıkarılmıştır. Başvurucunun yakalandığına ilişkin bir kayıt bulunmamaktadır. Başvuru formunda başvurucunun adresi olarak Almanya'daki bir yerleşim yeri gösterilmiştir. Başvurucunun 26/11/2013 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti'nin Hamburg Başkonsolosluğunda düzenlenen vekâletname ile avukatına yetki verdiği görülmektedir. Başvurucu, avukatı aracılığıyla 7/1/2014 tarihinde Ankara Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuş; tutukluluk süresi gözetildiğinde infazı gerektirecek hükümlülük süresi kalmadığını belirterek hakkındaki arama, tutuklama ve yurt dışı çıkış yasağının kaldırılmasını talep etmiştir. Başvurucu anılan talebine dayanak olarak 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'na eklenen geçici maddenin (d) bendini, bu düzenlemeden yararlanmasını engelleyen aynı maddenin (a) ve (b) bentlerinin Anayasa Mahkemesince iptal edilmesini, 21/10/2000 tarihli ve 4616 sayılı 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun'un maddesini göstermiştir. Mahkeme 16/1/2014 tarihinde Cumhuriyet Savcısından görüş sormuştur. Cumhuriyet Savcısı 17/1/2014 tarihinde, başvurucu hakkındaki ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infaz edilmediğini belirterek yurt dışına çıkma yasağının ve yakalama emrinin kaldırılmasının söz konusu olamayacağı yönündeki yazılı görüşünü Mahkemeye sunmuştur. Anılan görüş yazısında mahkûmiyete ilişkin ceza zamanaşımı süresinin 11/5/2023 tarihinde dolmakta olduğu, başvurucun aranmasına yakalamalı olarak devam edildiği de ifade edilmiştir. Mahkemenin 31/1/2014 tarihli kararı ile "hükmolunan cezanın nevi, lehe olan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 112/1 maddesinde belirtilen ceza zamanaşımı süresinin 30 yıl olması, kararın 11/5/1993 tarihinde kesinleşmesi, kesinleşme tarihinden itibaren bu sürenin geçmediği" gerekçesiyle talebin reddine karar verilmiştir. Anılan kararda Cumhuriyet Savcısının görüşüne detaylı bir şekilde yer verildiği görülmektedir. Başvurucu 4/3/2014 tarihinde karara itiraz etmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 11/3/2014 tarihli kararı ile "5275 sayılı yasanın 107/16 maddesine göre suç nevi itibarıyla koşullu salıvermeden de yararlanamayacağı açık ve tartışmasız olan hükümlü [başvurucu] hakkındaki itiraza konu kararın gerekçesi[nin] yasa ve yönteme uygun ol[duğu]" gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Bununla birlikte kararda "3713 sayılı Kanun'un 4/6-son maddesine göre" başvurucunun yirmi yılını ceza infaz kurumunda hükümlü olarak geçirdiği takdirde koşullu salıverileceği, tutuklulukta geçen sürenin yirmi yıllık infaz süresinden mahsup edileceği belirtilmiştir. Karar 11/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 30/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 12/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Yakalama emri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Hükümlü, hapis cezası veya güvenlik tedbirinin infazı için gönderilen çağrı kâğıdının tebliği üzerine on gün içinde gelmez, kaçar ya da kaçacağına dair şüphe uyandırırsa, Cumhuriyet savcısı yakalama emri çıkarır.(2) (Değişik: 24/1/2013-6411/5 md.) Kasten işlenen suçlarda üç yıl, taksirle işlenen suçlarda ise beş yıldan fazla hapis cezasının infazı için doğrudan yakalama emri çıkarılır."B. Uluslararası Hukuk Sözleşme Metinleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özgürlük ve güvenlik hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında geçen "özgürlük" kavramı, kişinin fiziksel özgürlüğünü kapsamaktadır (Engel ve diğerleri /Hollanda, B. No: 5100/71; 5101/71; 5102/71; 5354/72; 5370/72, 8/6/1976, § 58). AİHM, özgürlükten yoksun bırakmanın nesnel ve öznel iki unsurunun bulunduğunu belirtmektedir. Buna göre nesnel unsur, kişinin göz ardı edilemeyecek uzunlukta bir süre boyunca sınırları belli bir yere kapatılması; öznel unsur ise bu kapatılmanın geçerli bir rızaya dayanmamasıdır (Storck/Almanya, B. No: 61603/00, 16/6/2005, § 74). AİHM'e göre kişilerin fiziksel özgürlüğünün konu edildiği Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının amacıhiçkimsenin özgürlüğünden keyfî bir biçimde mahrum bırakılmamasını güvence altına almaktır. Yalnızca seyahat özgürlüğüne ilişkin kısıtlamalar ise bu maddenin değil Sözleşme'ye ek 4 No.lu Protokol'ün maddesinin kapsamına girmektedir. Bununla birlikte özgürlükten mahrum bırakma ve özgürlüğün kısıtlanması arasındaki fark esasa ya da niteliğe ilişkin olmayıp bir derece ya da yoğunluk farkıdır. Bir kimsenin madde anlamında özgürlüğünden mahrum bırakılıp bırakılmadığının değerlendirilmesinde somut olayın özelliklerinin yanı sıra uygulanan tedbirin çeşidi, süresi, etkileri ve uygulanma şekli gibi çeşitli faktörlerin dikkate alınması gerekir (Guzzardi/İtalya, B. No: 7367/76, 6/11/1980, §§ 92, 93). | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5863 | Başvuru, kesinleşmiş mahkûmiyet kararının infazı kapsamında yakalama emri çıkarılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, mahkemelerce yasaklanmış bazı yayınları ceza infaz kurumunda bulundurduğu gerekçesiyle başvurucunun disiplin cezasıyla cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde terör suçundan hükümlü olarak Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. 29/7/2016 tarihinde başvurucunun Ceza İnfaz Kurumundaki odasında arama yapılmış ve mahkemelerce yasaklanmış olan on beş adet kitap ele geçirilmiştir. Düzenlenen rapora göre ele geçirilen kitaplar üçerli olarak ciltlenmiş ve bu ciltlere ceza infaz kurumunda bulundurulmasına izin verilen bir derginin kapağı yapıştırılmıştır. Arama sonrasında başvurucunun da aralarında olduğu bazı hükümlüler hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. Soruşturma sürecinde başvurucunun savunması Ceza İnfaz Kurumu görevlileri tarafından alınmıştır. Başvurucu; savunmasında, disiplin soruşturmasına konu kitapların kendisine değil daha önce beraber kaldıkları bir başka mahpusa ait olduğunu, bu kitapların yasaklı olmadığı dönemde Ceza İnfaz Kurumuna geldiğini belirtmiştir. Başvurucu ayrıca kitapları dağılmayı ve yıpranmayı önlemek amacıyla yasaklanma tarihinden önce ciltlediklerini, kamufle etmek amacıyla böyle bir eylem yapmadıklarını, kitapların uzun süredir odalarında herkesin görebileceği bir yerde durduğunu ifade etmiştir. Son olarak başvurucu, başvuruya konu kitaplar ciltlendikten sonra Ceza İnfaz Kurumu tarafından birçok kez arama yapıldığını ancak kitapların alınmadığını, yasaklama kararı sonrasında kitapları ciltlerinden çıkarmadıklarını, buna gerek duymadıklarını savunmuştur. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı (Disiplin Kurulu), disiplin soruşturması sonucunda başvurucu hakkında 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (g) bendinde düzenlenen "yasaklanmış bulunan her türlü eşya, araç, gereç veya malzemeyi ceza infaz kurumlarına sokmak, bulundurmak, kullanmak" eylemini gerçekleştirdiği gerekçesiyle "5 gün hücreye koyma" cezası verilmesine karar vermiştir. Disiplin Kurulu kararda; başvurucunun kaldığı odada yapılan aramada, üzerinde bir derginin kapakları kullanılarak ciltlenmiş bazı kitapların odanın üst katında bulunduğunu belirtmiştir. Disiplin Kurulu; Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliğinin 4/12/2015 tarihli kararıyla yasaklanan disiplin soruşturmasına konu kitapların kapak kısmının değiştirildiğini ve üçerli gruplar hâlinde ciltlendiğini, söz konusu kapak değiştirmenin ve ciltlemenin amacının kitapların aramalarda bulunmasını engellemek olduğunu ifade etmiştir. Bunlardan başka Disiplin Kurulu, soruşturmaya konu kitapların daha önce aynı odada kalan ancak olay tarihinde başka bir ceza infaz kurumuna sevk edilen bir mahpusa ait olduğunu ve kitapların yasaklama tarihi öncesinde Ceza İnfaz Kurumuna alındığını kabul etmiştir. Ancak Disiplin Kurulu; başvurucunun söz konusu kitapları ciltlediğini ve ciltledikten sonra kullandığını kabul ettiğini, bu nedenle 5275 sayılı Kanun'da belirtilen disiplin eyleminin gerçekleştiğinin sabit olduğunu belirterek başvurucu hakkında disiplin cezası vermiştir. Başvurucu, Disiplin Kurulunun kararına karşı Kırıkkale İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) şikâyette bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği, başvurucunun itirazını 21/12/2016 tarihinde reddetmiştir. Söz konusu kararın ilgili kısmı şöyledir:" savcısı mütalası, hükümlünün dosya kapsamındaki dilekçesi ve beyanı, tanık beyanları, olay tutanağı, ve tüm dosya kapsamından hükümlü hakkında verilen disiplin cezası kanuna uygun olduğundan, hükümlünün bu husustaki itirazının reddine karar vermek gerekmiş[tir]" Başvurucu, İnfaz Hâkimliği kararına itiraz etmiştir. Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 7/1/2017 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu, mahkeme kararını 13/1/2017 tarihinde öğrendiğini belirtmiş; 2/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5275 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Hükümlü hakkında kurumda, düzenli bir yaşamın sürdürülmesi, güvenliğin ve disiplinin sağlanması bakımından kanun, tüzük, yönetmelikler ile idarenin uyulmasını emrettiği veya gerekli kıldığı davranış ve tutumları, kusurlu olarak ihlâl ettiğinde, eyleminin niteliği ile ağırlık derecesine göre Kanunda belirtilen disiplin cezaları uygulanır." 5275 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (g) bendinde düzenlenen ve "Hücreye koyma" cezasını gerektiren eylem şudur:"...g) Üçüncü fıkranın (g) bendinde belirtilenler dışında kalıp da Kanuna uygun olarak yasaklanmış bulunan her türlü eşya, araç, gereç veya malzemeyi ceza infaz kurumlarına sokmak, bulundurmak, kullanmak.... " | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/17252 | Başvuru, mahkemelerce yasaklanmış bazı yayınları ceza infaz kurumunda bulundurduğu gerekçesiyle başvurucunun disiplin cezasıyla cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, mal varlığı üzerine konulan ihtiyati tedbirin uzun süredir devam etmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, yargılama devam etmekte iken 19/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon 8/9/2023 tarihinde ihtiyati tedbir yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiş, diğer iddialarını ise kabul edilemez bulmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/38355 | Başvuru, mal varlığı üzerine konulan ihtiyati tedbirin uzun süredir devam etmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; kamulaştırılan taşınmazın bedelinin düşük belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki bulunduğu Mersin ili Tarsus ilçesi Frengülüs köyünde kâin 92, 1672, 1674 ve 1756 parsel numaralı başvuru konusu taşınmazlar tarla vasfındadır. Çukurova Bölgesel Havaalanı Projesi kapsamında Bakanlar Kurulunun 22/3/2011 tarihli kararı ile anılan taşınmazların da bulunduğu alanda kamulaştırma yapılmasına karar verildikten sonra 15/8/2011 tarihli kararı ile de acele kamulaştırma yapılmasına karar verilmiştir. Ardından Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü (İdare) tarafından her bir taşınmaz için ayrı ayrı açılan acele kamulaştırma davaları kabul edilerek 186 TL, 955,86 TL, 179,16 TL ve 333,20 TL olmak üzere toplam 654,22 TL acele kamulaştırma bedeli bankaya bloke ettirilip taşınmazlara el konulmasına hükmedilmiştir. İdare tarafından pazarlık görüşmesinde teklif edilen bedelin başvurucu tarafından kabul edilmemesi üzerine İdare 28/12/2011 tarihinde Tarsus Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davası açmıştır. Mahkemece 4/5/2012 tarihinde taşınmaz mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. İki mülk bilirkişisi ve üç ziraat mühendisinden oluşan bilirkişi heyetince hazırlanan 25/5/2012 havale tarihli raporda;i. Taşınmazların sulu tarım arazisi niteliğinde olduğu açıklanmış ve Tarsus İlçe Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğünün (Tarsus İlçe Tarım Müdürlüğü) verilerine göre buğday, marul, mısır, karpuz, soya ve pamuk münavebeye esas ürünler olarak seçilip tarlaların yıllık ortalama net geliri tespit edilmiştir. Raporda altı yılda dokuz ürün münavebeye esas alınmıştır. ii. Ardından taşınmazlarda uygulanan tarım teknikleri, bölge ekolojisi, taşınmazın merkeze uzaklık ve yakınlığı ile sulama ve ulaşım gibi hususların dikkate alındığı belirtilerek kapitalizasyon faizinin %5 kabul edildiği belirtilmiştir. Ayrıca taşınmazlarda objektif değer artışı uygulanmasını gerektirecek herhangi bir olguya rastlanmadığı vurgulanmıştır.iii. Bu verilere göre yapılan hesaplamada taşınmazların m² değeri 22,40 TL, taşınmazların toplam bedeli ise 657,6 TL olarak hesaplanmıştır. Mahkeme 15/6/2012 tarihli kararıyla anılan bilirkişi raporundaki kamulaştırma bedelini esas alarak başvuru konusu taşınmazların İdare adına tesciline karar vermiştir. Mahkeme kararı, Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/12/2012 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma kararında; taşınmazın sulu ya da kuru tarım arazisi niteliğinde olup olmadığıyla ilgili ayrıntılı araştırma yapılması gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca Tarsus İlçe Tarım Müdürlüğü 2011 yılı verilerine göre iki yılda üç ürünün münavebeye esas alınması gerektiği ifade edilmiştir. Mahkemece bozma kararına uyularak ek bilirkişi raporu alınmıştır. 15/4/2013 havale tarihli raporda;i. Marul, mısır ve sivri biber münavebeye esas ürünler olarak seçilip tarlanın yıllık ortalama net geliri tespit edilmiştir.ii. Ardından taşınmazda uygulanan tarım teknikleri, bölge ekolojisi, taşınmazın merkeze uzaklık ve yakınlığı ile sulama ve ulaşım gibi hususların dikkate alındığı belirtilerek kapitalizasyon faizinin %5 kabul edildiği belirtilmiştir. iii. Bu verilere göre yapılan hesaplamada taşınmazların m² değeri 21,83 TL, taşınmazın bedeli ise 425,20 TL olarak hesaplanmıştır. Mahkeme 7/5/2013 tarihli kararıyla 15/4/2013 havale tarihli ek bilirkişi raporunu esas alarak kamulaştırma bedeline hükmetmiştir. Mahkeme kararı, Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/9/2015 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma kararında; ilk bozma kararı öncesi bilirkişi raporunda münavebeye alınan ürünlerin münavebeye esas alınması gerekirken bu ürünler yerine mısır, sivri biberin münavebeye esas alınmasının doğru olmadığı belirtilmiştir. Ayrıca kamulaştırma bedeline faiz işletilmesi gerektiği açıklanmıştır. Mahkeme tarafından bozma kararına uyularak ek bilirkişi raporu alınmıştır. 8/4/2016 havale tarihli raporda; buğday, marul ve karpuz münavebeye esas ürünler olarak seçilip ve kapitalizasyon faizi %5 kabul edilerek yapılan hesaplamada taşınmazın m² değeri 18,81 TL, taşınmazın bedeli ise 016,40 TL olarak hesaplanmıştır. Mahkeme 13/5/2016 tarihli kararıyla 8/4/2016 havale tarihli bilirkişi raporunu esas alıp kamulaştırma bedelinden acele kamulaştırma bedelini mahsup ederek tespit edilen kamulaştırma bedeline 29/4/2012 tarihinden ilk karar tarihi olan 15/6/2012 tarihine kadar yasal faiz uygulanmasına hükmetmiştir. Bununla birlikte bozma kararlarından önce başvurucuya fazladan yatırılan kamulaştırma bedellerinin mevduat faiziyle birlikte İdareye iadesine karar verilmiştir. Kararın taraf vekillerince temyizi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesi 29/1/2018 tarihli kararıyla mahkeme kararını fark bedel yönünden düzelterek onamıştır. Karar düzeltme talebi de aynı Daire tarafından 24/12/2018 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar 21/1/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Hasan Mutlu, B. No: 2018/22691, 30/6/2021, §§ 22, 23; Ahmet Arı ve diğerleri, B. No: 2017/14829, 28/1/2020, § 15- Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/10/2019 tarihli ve E.2018/3637, K.2019/16506 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Kısmen arazi kısmen nar bahçesi niteliğindeki Mersin ili Tarsus ilçesi Frengülüs köyü 70 ve 1897 parsel sayılı taşınmazlara gelir metodu esas alınarak değer biçilmesinde yöntem itibari ile bir isabetsizlik görülmemiştir. Ancak; ... 2)Taşınmazın sulu tarım arazisi niteliği, konumu ve yüzölçümü dikkate alındığında değeri belirlenirken kapitalizasyon faiz oranının % 4 uygulanması gerekirken, bu oranın % 5 kabulü ile az bedel tespiti ... Doğru olmadığı gibi...bir kısım davalılar vekillerinin temyiz istemlerinin kabulü ile BOZULMASINA [karar verilmiştir.]" Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/10/2019 tarihli ve E.2018/3639, K.2019/16507 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Arazi niteliğindeki Mersin ili Tarsus ilçesi Frengülüs köyü 1920 parsel sayılı taşınmaza gelir metodu esas alınarak değer biçilmesinde yöntem itibari ile bir isabetsizlik görülmemiştir.Ancak; 1)Taşınmazın sulu tarım arazisi niteliği, konumu ve yüzölçümü dikkate alındığında değeri belirlenirken kapitalizasyon faiz oranının % 4 uygulanması gerekirken, bu oranın % 5 kabulü ile az bedel tespiti ...Doğru olmadığı gibi ...bir kısım davalılar vekillerinin temyiz istemlerinin kabulü ile BOZULMASINA [karar verilmiştir.]" Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/12/2019 tarihli ve E.2019/4783, K.2019/20455 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Arazi niteliğindeki Mersin ili Tarsus ilçesi Frengülüs köyü 5 parsel sayılı taşınmaza gelir metodu esas alınarak değer biçilmesinde yöntem itibari ile bir isabetsizlik görülmemiştir. Ancak;1)Taşınmazın sulu tarım arazisi niteliği, konumu ve yüzölçümü dikkate alındığında değeri belirlenirken kapitalizasyon faiz oranının % 4 uygulanması gerekirken, bu oranın % 5 kabulü ile az bedel tespiti ... Doğru olmadığı gibi ...bir kısım davalılar vekillerinin temyiz istemlerinin kabulü ile BOZULMASINA [karar verilmiştir.]" | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/5574 | Başvuru, kamulaştırılan taşınmazın bedelinin düşük belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, baro staj listesinden silinme işlemine karşı açılan davada yeterli araştırma yapılmaması ve davanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/3/2014 tarihinde Manisa İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 12/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 4/1/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 24/2/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 4/3/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 16/3/2016 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1991 yılında Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) astsubay olarak göreve başlamış; İzmir 600 Yataklı Mevki Asker Hastanesinin 2/9/2002 tarihli psikotik bozukluk tanısına istinaden 30/4/2003 tarihinde malulen emekliye ayrılmıştır. Başvurucu hukuk fakültesini bitirmesi üzerine Manisa Barosuna (Baro) başvuru yaparak avukatlık stajına başlamış, Baro Başkanlığı tarafından daha sonra başvurucunun avukatlık mesleğini sürekli olarak yapmasına engel bir hâlinin bulunup bulunmadığı konusunda Manisa Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesinden rapor istenmesi üzerine anılan Hastane tarafından "Halen remisyondadır. Ancak daha önce almış olduğu maluliyet raporunun avukatlık durumuna etkisi konusunda Adli Tıp Kurumu'ndan görüş alınması uygundur." şeklinde verilen rapor uyarınca 11/11/2005 tarihli ve 2005/30-15 sayılı Baro Yönetim Kurulu kararı ile başvurucunun adı staj listesinden silinmiştir. Başvurucu tarafından bu karara yapılan itiraz üzerine Türkiye Barolar Birliği (TBB) Yönetim Kurulu başvurucunun durumu ile ilgili olarak İstanbul Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasıve rapora göre karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle 10/12/2005 tarihli ve 792-2 sayılı kararı ile başvurucunun itirazını kabul etmiş; anılan karar Bakanlıkça onaylanmıştır. Başvurucu bu karar üzerine İstanbul Adli Tıp Kurumuna sevk edilmiş, İstanbul Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu 29/12/2006 tarihli ve 4252 sayılı kararı ile başvurucunun avukatlık mesleğini sürekli ve gereği gibi yapamayacağına karar vermiştir. Baro Yönetim Kurulu 23/2/2007 tarihli ve 2007/7 sayılı kararı ile başvurucunun adının yeniden staj listesinden silinmesine karar vermiş, bu karara yapılan itiraz TBB Yönetim Kurulunun 28/4/2007 tarihli ve E.2007/237, K.2007/3344 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Bakanlık, başvurucunun savunmasının alınmadan karar verildiği gerekçesiyle dosyanın Türkiye Barolar Birliğine iadesine karar vermiş ise de TBB Yönetim Kurulu 9/6/2007 tarihli ve E.2007/361, K.2007/35520 sayılı kararı ile ilk kararında ısrar etmiştir. Başvurucu tarafından rahatsızlığının remisyon aşamasında olduğu, remisyon kavramının hiçbir hastalık bulgusunun tespit edilememesi anlamına geldiği iddiaları ile TBB Yönetim Kurulunun 9/6/2007 tarihli ve E.2007/361, K.2007/35520 sayılı kararının iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde 1/11/2007 tarihinde açılan davada Mahkeme11/11/2009 tarihli ve E.2007/1064, K.2009/1476 sayılı kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesi şöyledir:"Dava dosyasının incelenmesinden; davacının, İzmir 600 Yataklı Mevki Asker Hastanesi Baştabipliğince verilen 2002 tarihli sağlık kurulu raporuyla belirlenen“psikotik bozukluk” tanısına istinaden 2003 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nden malülen emekliye ayrıldığı, 2004 tarihinde Manisa Barosu Başkanlığı'na başvuruda bulunarak, Manisa 1 No'lu Sağlık Ocağı'ndan aldığı sağlık raporunu da başvuru belgelerine eklemek suretiyle avukatlık stajına başlamak istediğini bildirdiği, Manisa Barosu Yönetim Kurulu kararı ile talebi uygun bulunarak avukatlık stajına başlatıldığı, Manisa Baro Başkanlığı tarafından 2004 tarihinde İzmir Adli Tıp Kurumu Grup Başkanlığı'ndan davacının avukatlık mesleğini sürekli olarak yapmasına engel bir halinin bulunup bulunmadığının sorulması üzerine 2005 tarihli yazı ile verilen yanıtta, bünyelerinde sorulan hususla ilgili olarak rapor verebilecek dairelerinin bulunmadığı belirtilerek ilgilinin tam teşekküllü bir sağlık kurumunun psikiyatri kliniğe gönderilmesi görüşlerine yer verildiği, bunun üzerine, davacının avukatlık mesleğini sürekli olarak yapmasına engel bir halinin bulunup bulunmadığının Manisa Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi'nden sorulması üzerine, adı geçen Hastane tarafından verilen raporda, "Halen remisyondadır. Ancak daha önce almış olduğu maluliyet raporunun avukatlık durumuna etkisi konusunda Adli Tıp Kurumu'ndan görüş alınması uygundur.” görüş ve kanaatine yer verildiği, davacının2005 tarih ve 2005/30-15 sayılı Manisa Barosu Yönetim Kurulu kararı ile adının stajyer listesinden silindiği, davacının bu karara karşı Türkiye Barolar Birliği'ne itiraz ettiği, Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu'nun,avukatlığı sürekli olarak gereği gibi yapmaya engel vücut veya akılca malul olup olmadığının İstanbulAdliTıpKurumu'ndanrapor alınmak suretiyle tespitedilmesi ve gelecek rapora göre karar verilmesi gerektiğinden bahisle davacının itirazını 2005 tarihli ve 792-2 nolu kararı ile kabul ettiği ve bu kararın Adalet Bakanlığınca da onaylandığı, bu defa Manisa Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanlığı’nın 2006 tarih ve 2006/2404 sayılı yazısı ile davacının avukatlığı sürekli olarak gereği gibi yapmaya engel vücut veya akılca malul olup olmadığı ile ilgili olarak İstanbul AdliTıp Kurumu İhtisas Kurulu'nun2006 tarih ve 4252 nolu kararının "tartışma ve sonuç" bölümünde “Hasan Aktürk'ün 1992 yılından bu yana ilerleyici seyirli, iş yaşamında sıklıkla kesintilere ve verimlilik kaybına yol açan, hastalığın yoğunlaştığı dönemlerde gerçeği değerlendirmesinin bütünüyle bozulduğu ve hastaneye yatışı da gerektirdiği, tedavide antipsikotik ilaçları kullanma ihtiyacının bulunduğu, arada düzelme gösterdiği dönemler olsa da hastalık öncesi işlevselliğe hiçbir zaman dönmediği, bu sebeple mensubu bulunduğu TSK'dan malülen emekli edildiği anlaşılan İbrahimoğlu 1973 doğumlu, Hasan Aktürk'ün Kurulumuzca 2006 ve 2006 tarihlerinde yapılan muayenelerinde halen her ne kadar remisyonda ise de "Psikotik Bozukluk" denilen akıl hastalığının tespit edildiği dolayısı ile avukatlık mesleğini sürekli ve gereği gibi yapamayacağı oybirliği ile mütalaa olunur.” şeklinde rapor verildiği, bu rapora istinaden Manisa Barosu Yönetim Kurulu'nun 2007 tarihi ve 2007/7 sayılı kararı ile adının stajyer listesinden silindiği, bu karara karşı yapılan itirazın ise Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu'nun 2007 tarihli ve 2007/237 ve 2007/3344 nolu kararı ile reddedildiği, Adalet Bakanlığınca davacının savunması alınmadan karar verildiğinden bahisle dosyanın iade edilmesi üzerine, Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu'nun 2007 tarihli ve 2007/361 ve 2007/35520 nolu kararı ile önceki kararında ısrar etmesi üzerine bu işlemin iptali istemiyle davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Davacı tarafından, her ne kadar herhangi bir rahatsızlığının bulunmadığı, Adli Tıp Raporunda da belirtildiği gibi "remisyon" durumunun söz konusu olduğu, remisyon kavramının ”hiçbir hastalık bulgusunun tespit edilememesi” anlamına geldiği, bu nedenle avukatlık mesleğini yapmaya engel bir durumun mevcut olmadığı iddia edilmiş ise de, İstanbul AdliTıp Kurumu İhtisas Kurulu'nun 2006tarih ve 4252 nolu kararının tartışma ve sonuç bölümünde, avukatlık mesleğini sürekli ve gereği gibi yapamayacağının açıkça belirtilmiş olması karşısında, Avukatlık stajı için Avukatlık Kanunu'nun ve Yönetmeliğin öngördüğü şart ve niteliklere sahip olmadığının staja başladıktan sonra anlaşılması nedeniyle, adının staj listesinden silinmesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır." Başvurucu tarafından karar temyiz edilmiş; Danıştay Sekizinci Dairesi 23/1/2013 tarihli ve E.2010/5380, K.2013/266 sayılı kararı ile temyiz istemini reddederek İlk Derece Mahkemesi kararını onamıştır. Karara karşı yapılan karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 19/12/2013 tarihli ve E.2013/5105, K.2013/10461 sayılı kararı ile reddedilmiştir.Karar 19/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.Başvurucu 17/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Avukatlık mesleğine kabul edilebilmek için :a) Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak,b) Türk hukuk fakültelerinden birinden mezun olmak veya yabancı memleket hukuk fakültesinden mezun olup daTürkiye hukuk fakülteleri programlarına göre noksan kalan derslerden başarılı sınav vermiş bulunmak,c) Avukatlık stajını tamamlayarak staj bitim belgesi almış bulunmak,d) (Ek : 2/5/2001 - 4667/3 md.; Mülga: 28/11/2006-5558/1 md.) e) Levhasına yazılmak istenen baro bölgesinde ikametgahı bulunmak,f) Bu Kanuna göre avukatlığa engel bir hali olmamak gerekir."Aynı Kanun'un maddesini ilgili kısmı şöyledir:"Aşağıda yazılı durumlardan birinin varlığı halinde, avukatlık mesleğine kabul istemi reddolunur :...h) Avukatlığı sürekli olarak gereği gibi yapmaya engel vücut veya akılca malul olmak,..." Aynı Kanun'un maddesi şöyledir;"3 üncü maddenin (a), (b) ve (f) bentlerinde yazılı koşulları taşıyanlardan, stajyer olarak sürekli staj yapmalarına engel işleri ve 5 inci maddede yazılı engelleri bulunmayanlar, staj yapacakları yer barosuna bir dilekçe ile başvururlar." Aynı Kanun'un maddesi şöyledir;"Baro yönetim kurulu, itiraz süresinin bitmesinden itibaren bir ay içinde, 19 uncu maddede yazılı raporu da göz önünde tutarak, adayın stajyer listesine yazılıp yazılmaması hakkında gerekçeli bir karar verir. Karar ilgiliye tebliğ edilmekle beraber, bir örneği de incelenmek üzere dosyası ile birlikte o yer Cumhuriyet Savcılığına verilir.Bu karar aleyhine baro yönetim kurulu üyeleri karar tarihinden, o yer Cumhuriyet savcısı kararın kendisine verildiği, ilgili ise kararın kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren onbeş gün içinde Türkiye Barolar Birliğine itiraz edebilirler.Birinci fıkrada yazılı süre içinde bir karar verilmemiş olması halinde talep reddedilmiş sayılır. Bu takdirde, bir aylık sürenin bitiminden itibaren onbeş gün içinde aday Türkiye Barolar Birliğine itiraz edebilir.Türkiye Barolar Birliğinin itiraz üzerine verdiği kararlar Adalet Bakanlığına ulaştığı tarihten itibaren iki ay içinde Bakanlıkça karar verilmediği veya karar onaylandığı takdirde kesinleşir. Ancak Adalet Bakanlığı uygun bulmadığı kararları bir daha görüşülmek üzere, gösterdiği gerekçesiyle birlikte Türkiye Barolar Birliğine geri gönderir. Geri gönderilen bu kararlar, Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulunca üçte iki çoğunlukla aynen kabul edildiği takdirde onaylanmış, aksi halde onaylanmamış sayılır; sonuç Türkiye Barolar Birliği tarafından Adalet Bakanlığına bildirilir.Adalet Bakanlığının yukarıdaki fıkra uyarınca verdiği kararlara karşı, Türkiye arolar Birliği, aday ve ilgili baro; Adalet Bakanlığının onaylamayıp geri göndermesi üzerine Türkiye Barolar Birliğinin verdigi kararlara karşı ise, Adalet Bakanlığı, aday ve ilgili baro idari yargı merciine başvurabilir." 19/12/2001 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Türkiye Barolar Birliği Avukatlık Staj Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Avukatlık stajını yapmak isteyen aday, Baroya dilekçe ile başvurur.Dilekçeye aşağıdaki belgelerin asılları ile onanmış ikişer örneğinin eklenmesi zorunludur....g) Avukatlığı sürekli olarak gereği gibi yapmaya engel vücut veya akılca malul olmadığına dair resmi bir hastanenin uzman hekimliğince düzenlenmiş sağlık raporu....Belgelerde eksikliği bulunan adayın başvurusu eksik belgeler tamamlanıncaya kadar işleme konulmaz."Aynı Yönetmeliğin maddesi şöyledir:"Bu Yönetmeliğin 4 üncü maddesinin (g) bendinde belirtilen rapora rağmen, Baro, stajyer adayının görevini sürekli olarak gereği gibi yapmaya engel, vücutça ve akılca malullüğü bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla sağlık incelemesine başvurabilir. Sağlık incelemesi resmi bir hastanenin sağlık kurulu tarafından yapılır." Aynı Yönetmeliğin maddesi şöyledir:"Avukatlık stajı için Avukatlık Kanununun ve Yönetmeliğin öngördüğü şart ve nitelikleri yitirenler, esasen bu şart ve niteliklere sahip olmadıkları staja başladıktan sonra anlaşılanlar, staj listesinden silinme isteminde bulunanlar, stajın kesintisiz yapılacağı kuralına uymayanlar, meslek kurallarına ve Yönetmelik ile belirlenen esaslara yazılı uyarıya rağmen uymamakta ısrar gösterenlerin adı, Baro Yönetim Kurulu kararı ile staj listesinden silinir.Baro Yönetim Kurulunun listeden silmeye dair kararı ile stajyerin itirazı konusunda Avukatlık Kanununun 71 inci maddesindeki usul uygulanır." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3705 | Başvuru, baro staj listesinden silinme işlemine karşı açılan davada yeterli araştırma yapılmaması ve davanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.