text
stringlengths
115
474k
Haklar
stringclasses
21 values
Kararın Bağlantı Linki
stringlengths
53
58
Başvuru Konusu
stringlengths
0
2.09k
labels
int64
0
1
Başvuru, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması ve Mahkemece hatalı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, fakir ve yardıma muhtaç ailelere gıda paketi dağıtılmasına ilişkin gıda alım ihalesi kapsamında Gercüş Kaymakamlığına teslim ettiği gıda paketlerinin bedellerinin ödenmediğini ileri sürerek 12/10/2006 tarihinde anılan Kaymakamlık aleyhine alacak davası açmıştır. Gercüş Asliye Hukuk Mahkemesi 28/5/2012 tarihli kararı ile başvurucunun iddiasını ispat edemediği gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 28/1/2013 tarihli kararı ile "...Davacı, gıda paketlerini teslim ettiğini ileri sürmüş bu nedenle teslim tesellüm belgeleri ibraz etmiştir. İbraz edilen teslim-tesellüm belgelerinin çoğunluğunda vakıf sekreteri A. U.'nun imzası bulunmaktadır. Mahkemece, A. U.'nun o tarihlerde vakıfta çalışıp çalışmadığı, çalışıyorsa imzanın ona ait olup olmadığı tespit edilerek, A. U.'nun çalıştığı ve belgelerdeki imzanında ona ait olduğunun tespiti halinde gıda paketlerinin teslim edildiğinin kabulü ile sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma gerektirir." gerekçesiyle hükmü bozmuştur. Bozmaya uyularak yapılan yargılamada Mahkemece başvurucu tarafından dava dosyasına ibraz edilen gıda paketi teslim tesellüm belgelerinde imzası olan A. U.'nun Gercüş Kaymakamlığı Sosyal Yardımlaşma Vakfı bünyesinde Vakıf Sekreterliği görevinde sözleşmeli olarak çalıştığı tespiti yapılmış, A.U.'ya ait imza örneklerine ilişkin bilirkişi raporu alınmış ve dava dosyasına ibraz edilen gıda paketi teslim tesellüm belgelerinde yer alan imzaların A. U.'ya ait olduğu belirlenmiştir. Mahkemece 28/10/2014 tarihli karar ile: "...A. U.'nun el ürünü olduğu belirtilen 2 nolu zarftaki gıda teslim tesellüm belgeleri Mahkememizce tek tek sayılmış ve A. U. imzalı 58 adet belgede toplam 67 adet gıda paketi teslim alındığı anlaşılmıştır. Bozma ilamından önce dosya kapsamında yaptırılan bilirkişi incelemesinde üçlü bilirkişi heyeti tarafından dosyaya sunulan 08/05/2012 tarihli raporda Veysi Kulpu imzası ile teslim edildiği bildirilen toplamda 33 gıda paketine ilişkin teslim tesellüm belgelerinde gıda paketi teslimine ilişkin 2 nolu zarfta yer alan diğer belgelerin aksine Vakıf Sekreteri olan A. U. imzası bulunmadığından bu gıda paketlerinin Gercüş Kaymakamlığı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı Başkanlığının bilgisi dahilinde teslim edilmediği kanaatine varılarak hüküm altına alınmamıştır. Yine raporda belirtildiği üzere A. K. K. adlı şahsa ödendiği ileri sürülen 300,00 TL ile ilgili Vakıf Başkanlığı tarafından alınmış bir kurul kararı ve ödeme belgesi olmadığından bu miktar da alacak olarak hüküm altına alınmamıştır. ...2 nolu zarf içerisinde yer alan A. U. imzalı belgeler incelendiğinde toplamda 58 adet belge olduğu, bazı belgelerde birden fazla gıda paketi yazılı olduğundan toplamda 67 adet gıda paketi yazılı olduğu, bir gıda paketinin 41,50 TL'den ihale olduğu düşünüldüğünden (67 x 41,50 TL'den) davacının davalı Vakıf Başkanlığına imza karşılığında 780,50 TL tutarında gıda paketi teslim ettiği..." gerekçesiyle başvurucunun davasının kısmen kabulüne karar verilerek 780,50 TL alacağın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak başvurucuya verilmesine, ispat edilemediğinden fazlaya dair talebin reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/2/2016 tarihli ilamı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebinde bulunulmamış olup anılan karar 16/3/2016 tarihinde kesinleşmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19699
Başvuru, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması ve Mahkemece hatalı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, ek tazminat ödenmesi istemiyle yapılan başvurunun reddi üzerine ret işleminin iptali istemiyle açılan davanın, bazı illerde aynı birim ve aynı görevlendirme belgeleriyle görev yapan personele ek tazminat ödendiği hâlde reddedilmesi nedeniyle eşitlik ve ücrette adaletin sağlanması ilkeleri ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/11/2014 tarihinde Mersin Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 27/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, jandarma astsubay statüsünde 15/7/2012 tarihinden itibaren Şırnak İl Jandarma Komutanlığı Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü emrinde kısım amiri olarak görev ifa etmeye başlamıştır. Başvurucu, Şırnak İl Jandarma Komutanlığının emriyle Ağustos 2012 ile Haziran 2014 tarihleri arasında belirli zamanlarda Şırnak İl Jandarma sorumluluk bölgelerindeterör, kaçakçılık ve organize suçlarla mücadele kapsamında koordinede bulunmak, faaliyet icra etmek, yol kontrol ve aramalarına destek vermek maksadıyla görevlendirilmiştir. Başvurucu, özel harekât ve operasyon tazminatı ödenmesini düzenleyen ''Başbakanlık oluru''na ekli (3) sayılı cetvele göre ilave ek tazminat ödenmesi için 4/1/2013 tarihli dilekçesiyle müracaatta bulunmuştur. Şırnak İl Jandarma Komutanlığının 28/1/2013 tarihli işlemiyle, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünün kuruluş gayesi ve yaptığı faaliyetler direkt olarak terörle mücadele kapsamında değerlendirilmemesi gerekçesiyle başvuru reddedilmiştir. Bunun üzerine başvurucu, söz konusu işlemin iptali istemiyle dava açmıştır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Üçüncü Dairesi 6/3/2014 tarihli ve E.2014/301, K.2014/328 sayılı kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"Özel Harekat ve Operasyon Tazminatının ödenmesine ilişkin usul ve esasları belirleyen 375 sayılı KHK.nın 28/A maddesi "sıkıyönetim veya olağanüstü hal ilan edilen bölgeler veya Millî Savunma ve İçişleri Bakanlıklarınca müştereken belirlenecek kritik yörelerde özel harekat ve operasyon timi olarak görev yapan; Emniyet Genel Müdürlüğü emniyet hizmetleri sınıfı kadrolarında bulunanlar ile sözleşmeli uçuş personeline, subay, astsubay, uzman jandarma ve uzman erbaşlara ve operasyonları fiilen sevk ve idare eden karargah ve bürolardan bu fıkra uyarınca alınacak Başbakan onayında belirtilenlerden görevlendirilen personele fiilen görev yapıldığı sürece ve bu sure ile orantılı olarak ek tazminat, B fıkrasında yer alan tazminata ilave olarak ayrıca ödenir." düzenlemesini içermektedir375 sayılı KHKnın 28/A maddesi 2'nci paragrafında da tazminat ödenecek yerleşim birimleri, tazminat miktarı ve tazminatın ödenmesine ilişkin usul ve esasların İçişleri ve Milli Savunma Bakanlığının teklifi ve Maliye Bakanlığının görüşü üzerine Başbakan onayı ile tespit edileceği belirtilmiştir. 11 2011 tarih ve 28103 sayılı Resme Gazetede yayımlanan 666 sayılı KHK'nın 5'inci maddesinin (r) bendi ile 375 sayılı KHK' nın 28’inci maddesinin (A) fıkrasının 4'üncü paragrafından sonra gelmek üzere eklenen 5'inci paragrafta “Emniyet Genel Müdürlüğü ... yapanlar ile, terörle yaygın ve yoğun bir şekilde mücadeleye yönelik olarak Genelkurmay Başkanlığınca belirlenen birliklerde fiilen görev yapan subay, astsubay, uzman jandarma, uzman erbaş ve sözleşmeli erbaş ve erlere, (750) gösterge rakamının memur aylıklarına uygulanan katsayı i1e çarpımı sonucu bulunacak aylık miktarı geçmemek üzere fiilen görev yapıldığı sürece ve bu süre ile orantılı olarak bu fıkra uyarınca ödenen tazminata ilave ek tazminat ödenebilir. Yerleşim birimi, fiilen yapılan görevin riski, zorluğu, önemi gibi kriterler birlikte ve ayrı ayrı dikkate alınmak suretiyle günlük veya aylık olarak hesaplanmak üzere ödenecek ilave ek tazminatın miktarı, ödenme usul ve esasları ile hangi hallerde kesileceği Millî Savunma ve İçişleri Bakanlığının müşterek teklifi ve Malîye Bakanlığının görüşü üzerine Başbakan onayı ile tespit edilir." düzenlemesine yer verilmiştir.375 sayılı KHK'nın 28/A maddesinin 5'inci paragrafı uyarınca ödenecek ilave özel harekat ve operasyon tazminatını düzenleyen Başbakanlık oluru 2011-2014 tarihleri arasında uygulanmak üzere 2012 tarihinde yürürlüğe konulmuştur....Söz konusu Başbakanlık oluruna ekli (3) sayılı cetvelinde de fiilen görev süresi ile orantılı olarak gün başına ödeme yapılacak personel;a) Terörle yaygın ve yoğun bir şekilde mücadeleye yönelik olarak fiilen görev yapan ve (2) sayılı cetvel dışında kalan birliklerden; Kışlasından çıkarak iç güvendik operasyonu, yol emniyeti görevi, arama görevi, pusu görevi, keşif, gözetleme veya emniyet görevi, patlayıcı madde imhası ve mayın temizleme görevi, arama/kurtarma görevine ilişkin operasyonel faaliyetlere fiilen iştirak eden birlik personeli (bu faaliyetleri destekleme maksadıyla kışlasından araziye çıkan Muh. Des. ve Muh. His. Des. birimleri dahil). Muharebe görev uçuşuna fiilen katılan personel ve operasyonu desteklemek maksadıyla hava aracında fiilen görev yapan personel ile ambulans helikopterleri sağlık personeli. İstihbarat ve terörle mücadele birimlerinin kadrolarında görevli olup fiilen haber kaynağında bulunan personele yapılan görev süresi ile orantılı olarak gün başına ödeme yapılacağı gösterilmiştir.Özel harekât ve operasyon tazminatının ödenmesini düzenleyen esasların 4/ç maddesinde ekli (3) sayılı cetvele göre yapılacak ödemelerde harekât ve operasyonun terörle mücadele dışındaki genel kolluk ve güvenlik hizmetleri çerçevesinde yürütülen mutat ve asli işlem niteliğindeki görevleri kapsayacak ve tüm personele teşmil edilecek şekilde kullanılamayacağı, bulundukları birlik ve birimlerin dışına çıkarak fiilen operasyona iştirak etmeyen personele ekli (3) sayılı cetvele göre ek tazminat ödenmeyeceği belirtilmiştir.666 sayılı KHK’nın 5'inci maddesinin (r) bendi ile 375 sayılı KHK’nın 28/A maddesine eklenen ilave ek tazminat ödenmesine ilişkin düzenleme, terörle yaygın ve yoğun bir şekilde mücadeleye yönelik olarak keşif, gözetleme, mayın temizleme, patlayıcı madde imhası, arama/kurtarma ve özel harekât ve operasyon görevi ile görevlendirilen birlik ve personele terörle mücadele görevinin etkinliğini artırma amacına yönelik olarak ilave ödeme yapılmasını öngören dar kapsamlı bir düzenlemedir. Söz konusu tazminatın aynı fıkra kapsamındaki mevcut ek tazminattan ayrı olarak düzenlenmesinin sebebi de budur.Her ne kadar davacı (3) sayılı cetvelin 1'inci maddesine göre kendisine ilave ek tazminat ödenmesinin gerektiğini ileri sürmüş ise de; (3) sayılı cetvelin 1'inci maddesinde belirtilen faaliyetler 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunun 1'inci maddesinde belirtildiği gibi cebir, şiddet, baskı, korkutma, yıldırma, sindirme ve tehdit yöntemleri kullanılarak Devletin güvenliğini tehlikeye atan bölücü terör örgütü eylemlerine karşı doğrudan mücadeleye yönelik faaliyetler kapsamında görev alan birlik personeline yöneliktir. (3) sayılı cetvelde kaçakçılık ve organize suçlarla mücadele görevine ilave ek tazminat ödenecek faaliyetler kapsamında sayılmamıştır. Genel kolluk ve güvenlik hizmetleri çerçevesinde yürütülen mutat faaliyetlerin terörle mücadele kapsamında kabul edilerek ilave ek tazminat ödenecek birlik ve personelin kapsamının genişletilmesi mümkün değildir.Davacının mutat görevi olan kaçakçılık ve organize suçlarla mücadele görevini icra ettiği, terör örgütünün devletin güvenliğini tehlikeye düşüren eylemleri ile mücadeleye yönelik (3) sayılı cetvelin 1'inci maddesi kapsamında doğrudan bir görev icra etmesinin söz konusu olmadığı, davacıya (3) sayılı cetvele ilave ek tazminat ödenmemesine ilişkin işlemde hukuka aykırılı bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır." Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 18/9/2014 tarihli ve E.2014/1225, K.2014/1119 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 22/10/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir Başvurucu 3/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk İlgili hukuk için bakınız Adem Seven, B. No: 2014/6973, 17/11/2016, §§ 15-
Ayrımcılık yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17303
Başvuru, ek tazminat ödenmesi istemiyle yapılan başvurunun reddi üzerine ret işleminin iptali istemiyle açılan davanın, bazı illerde aynı birim ve aynı görevlendirme belgeleriyle görev yapan personele ek tazminat ödendiği hâlde reddedilmesi nedeniyle eşitlik ve ücrette adaletin sağlanması ilkeleri ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; yargılamanın yenilenmesi taleplerinin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığının korunması, mülkiyet ve adil yargılanma hakları ile seyahat özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/3/2014 tarihinde Sakarya Vergi Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 17/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından, ortağı olduğu şirkete ait hisselerini devrettiği tarihten sonraki döneme ilişkin vergi borçlarından dolayı hakkında ödeme emirleri ile haciz ve yurt dışına çıkış yasağı işlemleri tesis edildiği ifade edilmiştir. Başvurucunun anılan işlemlerin iptali istemiyle 10/4/2009 tarihinde açtığı davada Sakarya Vergi Mahkemesi 20/4/2009 tarihli ve E.2009/332, K.2009/290 sayılı kararı ile dilekçede eksiklikler bulunduğu ve her bir işleme karşı ayrı dava açması gerektiği gerekçesiyle dilekçenin reddine karar vermiştir. Başvurucunun 17/7/2006 tarihli ve 2006/24350 sayılı ödeme emrinin iptali istemiyle açtığı dava, Sakarya Vergi Mahkemesinin 22/10/2009 tarihli ve E.2009/519, K.2009/842 sayılı kararı ile süre aşımı yönünden reddedilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:"Dava dosyasının incelenmesinden; davacının Çağdaş Zirai Ürünler Tic. San.Ltd. Şti'nin eski ortağı ve müdürü olduğu, şirketteki hisselerini 1995 tarihli Ticaret Sicili Gazetesinde tescil ve ilan edildiği şekilde sattığı, anılan şirketin vergi borçlarının şirketten tahsilinin olanaksız hale geldiği, davacının ortak olduğu döneme ilişkin vergi borçlarının davacıdan tahsili amacıyla 2006 gün ve 2006/24350 ve 24352 takip nolu ödeme emirleri düzenlenerek 2006 tarihinde bizzat davacıya tebliğ edildiği, dava dilekçesinde tebliğ alındısındaki imzanın davacıya ait olmadığının ve müvekkilinin A. K. Bankasına gönderilen haciz bildirisi ile olaya muttali olduğunun iddia edildiği, bu defadavacı vekilince 2009 tarihinde müvekkili hakkında yapılan işlemlerinin bildirilmesi istemiyle davalı idareye yaptığı başvuru üzerine idarece2009 gün ve 6813 sayılı yazı ile davacı Ahmet Akcan adına 2006 tarih ve 2006/24350-24352 sayılı ödeme emirlerinin düzenlendiğinin bildirildiği, bu yazının 2009 tarihinde dava dilekçesinde debelirtildiği gibi davacı vekiline tebliğ edildiği, davacı vekilince amme alacağının kesinleşmediği iddialarıyla ve ödeme emrinin iptali istemiyle ilk defa 2009 Mahkememiz kayıtlarına giren dilekçeyle (Mahkememizin E:2009/332, K:2009/290 sayılı Dilekçe Ret kararı verilen dava dosyası) dava açıldığı anlaşılmaktadır. Yukarıda anılan düzenlemeler uyarınca ödeme emirlerine karşı tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde dava açılması zorunlu olup uyuşmazlıkta; 2006 tarihinde davacıya yapılan tebliğ veyaA. K. Bankasına gönderilen ve örneği E:2009/332 sayılı dava dosyasında bulunan 2008 tarihli haciz bildirisi esas alındığında davanın yedi günlük yasal sürede açılmadığı görülmektedir.Diğer taraftan, tebliğ alındısındaki imzanın davacıya ait olmadığı iddia edilmişse de, davacı vekilince, müvekkili hakkında yapılan işlemlerinin bildirilmesi istemiyle davalı idareye yapılan başvuru üzerine idarece, Ahmet Akcan adına 2006 tarih ve 2006/24350-24352 sayılı ödeme emirlerinin düzenlendiğini bildiren 2009 gün ve 6813 sayılı yazının tebliğ edildiği 2009 tarihi esas alındığında da, muttali olunan ödeme emirlerine karşı bu tarihten itibaren 7 gün içinde en geç 2009 tarihinde dava açılması gerekli ve zorunlu iken bu süreler geçirilerek ilk defa 2009 tarihinde açılan davanın süre aşımı nedeniyle incelenmesi olanağı bulunmadığı ve davanın süreden reddi gerektiği sonucuna varılmıştır." Bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu da Danıştay Üçüncü Dairesinin 26/4/2011 tarihli ve E.2010/17, K.2011/1359 sayılı kararıyla reddedilerek İlk Derece Mahkemesinin kararı onanmıştır. Başvurucunun, banka hesabı üzerine konulan haczin kaldırılması istemiyle açtığı davada Sakarya Vergi Mahkemesi 29/12/2009 tarihli ve E.2009/516, K.2009/1094 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesi şöyledir:"Uyuşmazlıkta, dava konusu haciz kararının dayanağı olan ödeme emirlerine karşı açılan davalarda; Mahkememizin 2009 tarih ve E:2009/518, K2009/841 ile E:2009/519, K:2009/8402 sayılı kararları ile davaların süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.Bu durumda, davacının süresi içinde ödeme emirlerine karşı dava açmadığı görüldüğünden kesinleşen amme alacağının cebren tahsili için davacının banka hesaplarına uygulanan haciz işleminde hukuka aykırılık bulunmamaktadır." Bu karara karşı kanun yolu başvurusu yapılmamıştır.Diğer taraftan başvurucu, ödeme emirlerinin kendisine tebliğ edilmediği ile ilgili olarak posta memuru hakkında suç duyurusunda bulunmuş; Sakarya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan soruşturma sonucunda ödeme emirlerine konu tebligat alındısındaki imzanın başvurucuya ait olmadığının tespiti üzerine posta memuru hakkında 16/8/2012 tarihli iddianame üzerinden görevi kötüye kullanma suçunun işlendiğinden bahisle ceza davası açılmıştır. Başvurucu; şirketteki hissesini devrettiği dönemden sonrasına ait borçları nedeniyle sorumlu tutulamayacağı, sahte fatura düzenlemesinin mümkün olmadığı, ödeme emrinin kendisine tebliğ edilmediğine dair belgeler bulunduğu, tebliğ alındısı üzerinde imzası bulunan kişi hakkında suç duyurusunda bulunduğu gerekçesiyle ödeme emrinin iptali istemiyle açılan ve Sakarya Vergi Mahkemesinin 22/10/2009 tarihli ve E.2009/519, K.2009/842 sayılı davanın süre aşımı nedeniyle reddine dair karara yönelik olarak yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. Sakarya Vergi Mahkemesi 9/5/2012 tarihli ve E.2012/350, K.2012/404 sayılı kararıyla yargılamanın yenilenmesi talebinin reddine karar vermiştir. Karar gerekçesi şöyledir:"Dava dosyasının incelenmesinden, adına düzenlenen 2006 gün ve 200607171000024350 sayılı ödeme emrine karşı açmış olduğu davada Mahkememizce 2009 gün ve E:2009/519,K:2009/842 sayılı karar ile "davacı vekilinin başvurusu üzerine davacı adına 2006 günlü ödeme emirlerinin düzenlendiğini bildiren 2009 gün ve 6183 sayılı yazının tebliğ edildiği 2009 tarihinden itibaren süresi içinde açılmayan davanın süre yönünden incelenemeyeceği" gerekçesi ile davanın süre yönünden reddine karar verildiği ve kararın temyizi üzerine Danıştay Danıştay Daire'nin 2011 gün ve E:2010/17,K:2011/1359 sayılı kararı ile temyiz istemi reddedilerek kararın onandığı ve davacı iddialarının ve dosyaya ibraz ettiği belgelerin ise ödeme emirlerinin tebliğ alındısındaki imzanın kendisine ait olmadığı yönünde olduğu görülmektedir.Bu durumda, davacı iddialarının Mahkememizce verilen 2009 gün ve E:2009/519, K:2009/842 sayılı kararda değerlendirildiğinden yukarıda anılan 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinde düzenlenen yargılanmanın yenilenmesi nedenlerinin oluşmadığı sonucuna ulaşılmıştır." Bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu da Danıştay Üçüncü Dairesinin 25/11/2013 tarihli ve E.2012/2586, K.2013/5396 sayılı kararıyla reddedilerek İlk Derece Mahkemesi kararı onanmıştır. Başvurucunun, banka hesabı üzerine konulan haczin kaldırılması istemiyle açtığı davada verilen Sakarya Vergi Mahkemesinin 29/12/2009 tarihli ve E.2009/516, K.2009/1094 sayılı davanın reddine dair kararına yönelik olarak yaptığı yargılamanın yenilenmesi talebi de aynı Mahkemenin 12/10/2012 tarihli ve E.2012/750, K.2012/830 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu da Danıştay Üçüncü Dairesinin 25/11/2013 tarihli ve E.2012/4914, K.2013/5395 sayılı kararıyla reddedilerek İlk Derece Mahkemesi kararı onanmıştır. Danıştay kararları başvurucuya 25/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Diğer taraftan posta memuru hakkında açılan ceza davasında Sakarya Sulh Ceza Mahkemesi 22/1/2013 tarihli ve No: 2012/548, K.2013/35 sayılı kararı ile posta memuru hakkında görevi ihmal sureti ile kötüye kullanma suçunun sübut bulduğu sonucuna ulaşılmış ve posta memuru hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.B. İlgili Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun “Yargılamanın yenilenmesi” başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Danıştay ile bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinden verilen kararlar hakkında, aşağıda yazılı sebepler dolayısıyla yargılamanın yenilenmesi istenebilir.a) Zorlayıcı sebepler dolayısıyla veya lehine karar verilen tarafın eyleminden doğan bir sebeple elde edilemeyen bir belgenin kararın verilmesinden sonra ele geçirilmiş olması,b) Karara esas olarak alınan belgenin, sahteliğine hükmedilmiş veya sahte olduğu mahkeme veya resmi bir makam huzurunda ikrar olunmuş veya sahtelik hakkındaki hüküm karardan evvel verilmiş olup da, yargılamanın yenilenmesini isteyen kimsenin karar zamanında bundan haberi bulunmamış olması,c) Karara esas olarak alınan bir ilam hükmünün, kesinleşen bir mahkeme kararıyla bozularak ortadan kalkması,d) Bilirkişinin kasıtla gerçeğe aykırı beyanda bulunduğunun mahkeme kararıyla belirlenmesi,e) Lehine karar verilen tarafın, karara etkisi olan bir hile kullanmış olması,f) Vekil veya kanuni temsilci olmayan kimseler ile davanın görülüp karara bağlanmış bulunması,g) Çekinmeye mecbur olan başkan, üye veya hakimin katılmasıyla karar verilmiş olması,h) Tarafları, konusu ve sebebi aynı olan bir dava hakkında verilen karara aykırı yeni bir kararın verilmesine neden olabilecek kanuni bir dayanak yokken, aynı mahkeme yahut başka bir mahkeme tarafından önceki ilamın hükmüne aykırı bir karar verilmiş bulunması.ı) Hükmün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3130
Başvuru, yargılamanın yenilenmesi taleplerinin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığının korunması, mülkiyet ve adil yargılanma hakları ile seyahat özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tutukluluk dolayısıyla siyasi faaliyetlerin yerine getirilememesi nedeniyle seçme ve seçilme hakkının, özel yetkili mahkemelerde yargılama yapılması nedeniyle kanuni hâkim ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:Başvurucu 2009 yılında yapılan yerel seçimlerde Şırnak ili Silopi ilçesi belediye başkanı olarak seçilmiştir. Başvurucu, yasa dışı örgüt yöneticisi olduğu suçlamasıyla 23/9/2011 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında anılan suçla ilgili olarak Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/128 Esas sayılı dosyasında kamu davası açılmıştır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/128 Esas sayılı dosyasının 30/1/2014 tarihli duruşmasında başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Bu karara yapılan itiraz, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 31/1/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu 12/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesi ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun mülga maddesiyle görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması üzerine Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 13/3/2014 tarihli kararı ile dosya, Şırnak Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir. Şırnak Ağır Ceza Mahkemesi 11/4/2014 tarihinde yetkisizlik kararı vermiştir. Yetkisizlik kararı üzerine dosya Cizre Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Cizre Ağır Ceza Mahkemesi de 9/5/2014 tarihinde karşı yetkisizlik kararı vermiştir. Yetki uyuşmazlığı üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 26/9/2014 tarihli kararıyla Şırnak Ağır Ceza Mahkemesinin yetkisizlik kararınınkaldırılmasına, dosyanın Şırnak Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Şırnak Ağır Ceza Mahkemesi 14/1/2015 tarihli kararıyla Yargıtay Ceza Dairesinin 5/1/2015 tarihli ilamı doğrultusunda davanın Elazığ Ağır Ceza Mahkemesine nakline karar vermiştir. Elazığ Ağır Ceza Mahkemesinin 2015/25 sayılı dosyasında yargılamaya başlanmıştır. Elazığ Ağır Ceza Mahkemesi 27/1/2015 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla İlk Derece Mahkemesinde derdesttir. A. Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir."B. Uluslararası Hukuk Sözleşme Hükümleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi şöyledir:"Yüksek Sözleşmeci Taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest seçimler yapmayı taahhüt ederler." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesindeki serbest seçim hakkını, "yasama organı"nın seçimi ya da bu organın iki meclisi varsa en azından bir meclisin seçimi ile sınırlı olarak değerlendirmektedir (Gorizdra/Moldova (k.k.), B. No: 53180/99, 02/07/2002, hukuk kısmı, § 2; Cherepkov/Rusya (k.k.), B. No: 51501/99, 25/01/2000, hukuk kısmı, § 1). AİHM, serbest seçim hakkının kapsamını, yasama yetkisine sahip olmayan yerel yönetimlerin seçimlerini içerecek kadar genişletmemiş ve yerel seçimlerin ulusal yasaları yerel düzeyde uygulayarak parlamentonun desteklenmesi işlevine sahip olduğunu belirtmiştir. AİHM ayrıca belediye seçimlerinin (Cherepkov/Rusya (k.k.)); bölgesel seçimlerin (Malarde/France (k.k.), B. No: 46813/99, 5/9/2000), il genel meclisi seçimlerinin (Santoro/Italy, B. No: 36681/97, 16/1/2003), belediye ve ilçe meclisi seçimlerinin (Mółka/Poland (k.k.), B. No: 56550/00, 11/4/2006) Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinde belirlenen serbest seçim hakkının kapsamında olmadığına karar vermiştir.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2207
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tutukluluk dolayısıyla siyasi faaliyetlerin yerine getirilememesi nedeniyle seçme ve seçilme hakkının, özel yetkili mahkemelerde yargılama yapılması nedeniyle kanuni hâkim ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, mahkeme kararının uygulanmaması ve kararı uygulamayan kamu görevlileri hakkında yapılan suç duyurusunun sonuçsuz kalması nedenleriyle kararın icrası hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Samsun'un Bafra ilçesi Halk Eğitim Merkezi ve Akşam Sanat Okulunda müdür yardımcısı olarak görev yapmaktadır. Bulunduğu kurumda altı yılını dolduran eğitim kurumu yöneticileri 4/8/2013 tarihli ve 28757 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren mülga Milli Eğitim Bakanlığı Eğitim Kurumları Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği (Yönetmelik) kapsamında zorunlu yer değiştirme işlemlerine tabi tutulmuşlardır. Mülga Yönetmelik kapsamında gerçekleştirilen söz konusu yer değiştirme işlemleri iki aşamada gerçekleştirilmiş, birinci aşamada tercihte bulunanların puan üstünlüğüne göre atamaları yapılmış, ikinci aşamada ise tercihte bulunduğu hâlde talepte bulunduğu kurumlardan birine puanı yetmediği için atanamayanlar ve tercihte bulunmayanlar kura ile atanmıştır. Başvurucu, söz konusu zorunlu yer değiştirmelere bağlı eğitim kurumları yöneticiliği atamaları kapsamında on bir tercihte bulunmuş; , , ve tercihlerinin resen iptal edilmesi nedeniyle son tercihi olan Samsun'un Merkez ilçesi Atakum Polis Abla İlkokuluna müdür yardımcısı olarak atanmıştır.A. Olayla İlgili Yargısal Süreç Başvurucu, zorunlu yer değiştirmelere bağlı eğitim kurumları yöneticiliği atamalarında , , ve tercihlerinin resen iptal edilmesi nedeniyle tercihine atamasının yapıldığı ve iptal edilen tercihlerine sonradan daha düşük puanlı yöneticilerin atandığından bahisle tercihine yapılan atamanın iptal edilerek puan durumuna göre daha üst sıradaki tercihlerinden birine atanması istemiyle 10/1/2014 tarihli dilekçesiyle Bafra Kaymakamlığına başvuruda bulunmuştur. Talebin Samsun Valiliğinin 23/1/2014 tarihli işlemi ile reddedilmesi üzerine başvurucu tarafından 4/2/2014 tarihinde Samsun İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açılmıştır. Mahkeme 19/11/2014 tarihinde verdiği karar ile dava konusu işlemin iptaline hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"Milli Eğitim Bakanlığı Eğitim Kurumu Yöneticileri Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliğinin 'Çalışma süresine bağlı yer değiştirmeler' başlıklı maddesinde, zorunlu yer değiştirmeler konusunda ilkeler belirlenmiş, görev yaptıkları eğitim kurumunda altı (6) yılını tamamlayan yöneticilerin il içinde bölge hizmeti ve rotasyon esasına tabii olduğu, rotasyona tabi olanlardan tercihlerinin alınması suretiyle puan esasına göre atama yapılacağı, tercihte bulunmasına rağmen hizmet puanı tercih ettiği kurumlar için yeterli olmayan ile tercihte bulunmayanların kura sonucu atamasının yapılacağı kurala bağlanmıştır.Bu kuralın uygulanmasında idarelere rotasyona tabi yöneticilerin tespiti ve bu yöneticilerin öncelikle hizmet puan üstünlüğüne göre atama yapma yükümlülüğü getirilmiş olup, yapılması gereken, görev yaptığı kurumda altı (6) yılını doldurmuş olan yöneticilerin tespit edilmesi, bu yöneticilere ait kadroların boş kadro olarak belirlenmesi, daha sonra ise hizmet puanı üstünlüğü ve tercihler esas alınmak suretiyle atama yapılması ve tercihte bulunduğu halde atanamayanlar ile tercihte bulunmayan yöneticilerin, anılan Yönetmeliğin 19/ maddesi uyarınca kura sonucu atamaları yapılmak suretiyle sürecin tamamlanmasıdır.Bu durumda, uygulamayı 2 aşamaya ayırmak, aşamada, tercihte bulunmayan veya tercihte bulunduğu halde hizmet puan yetersizliğinden ataması yapılmayanların kadrolarının dolu olduğunu kabul etmek suretiyle bu kurumlara atama yapmamak, aşamada bu durumda bulunan kurum yöneticilerinin atamasının kura sonucu belirlenmesi yöntemi Yönetmeliğin öngördüğü hizmet puanı üstünlüğü, tercih ve rotasyon ilkelerine uygun düşmemektedir.Bir başka anlatımla; tercihte bulunmayarak veya tercihte bulunurken kendi hizmet puanını gözetmediği için ataması yapılamayan yöneticilerin kadrosunun dolu kabul edilmesi, yüksek hizmet puanına sahip yöneticiler yönünden bir hak kaybına neden olacağı gibi daha az hizmet puanına sahip olduğu halde kura sonucu daha yüksek puanla atama yapılması gereken kurumlara atanması sonucu da doğabileceğinden bu tür bir yaklaşımda anılan yönetmeliğin amacına, hukuka ve hakkaniyete uygunluk bulunmamaktadır.Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline..." Karara karşı itiraz yoluna başvurulması üzerine Samsun Bölge İdare Mahkemesinin (Bölge İdare Mahkemesi) 17/3/2015 tarihli kararıyla itiraz isteminin reddine, kararın onanmasına karar verilmiştir. Karar düzeltme istemi de Bölge İdare Mahkemesinin 1/7/2015 tarihli kararıyla reddedilmiş ve nihai karar 20/7/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun uygulanmadığını ileri sürdüğü kararın gereklerinin yerine getirilip getirilmediği ve başvurucu hakkında konuya ilişkin olarak bir işlem yapılıp yapılmadığı hususlarında Anayasa Mahkemesince idareden bilgi istenmiştir. İdarece gönderilen 17/3/2020 tarihli yazı ve eklerinde; başka bir okulda müdür yardımcısı olarak görev yapan ve başvurucu ile benzer durumda olan İ.T. tarafından da Yönetmelik kapsamında yapılan zorunlu yer değiştirmelere bağlı eğitim kurumları yöneticiliği atamasının iptali istemiyle dava açıldığı, Mahkemenin 27/3/2014 tarihli kararıyla işlemin yürütmesinin durdurulması talebinin reddedildiği, Mahkemenin anılan kararına karşı yapılan itirazın ise Bölge İdare Mahkemesince kabul edilerek dava konusu işlemin yürütmesinin durdurulması talebinin kabulüne 24/4/2014 tarihinde karar verildiği -Mahkemenin başvurucuya ilişkin 19/11/2014 tarihli kararı aynı gerekçeye sahiptir- belirtilmiştir. Bölge İdare Mahkemesince yürütmenin durdurulması talebinin kabul edilmesi üzerine Atama Değerlendirme Komisyonunun (Komisyon) toplandığı, anılan kararın söz konusu dönemde başvurucunun da içinde bulunduğu tüm eğitim kurumu yöneticileri için uygulandığı ve bahsi geçen Yönetmelik çerçevesinde yapılan tüm atamaların yürütmenin durdurulması talebinin kabulüne yönelik karar doğrultusunda yeniden değerlendirildiği vurgulanmıştır. Komisyonun 9/6/2014 tarihli kararıyla, yapılan değerlendirme neticesinde doksan altı eğitim kurumu yöneticisinin yer değiştirme talebinde bulunduğu, yetmiş iki kişinin atanmak üzere planlandığı (yirmi üç kişinin alt ve üst tercihlerine atanmak üzere yerlerinin değiştiği, kırk dokuz kişinin ise bulunduğu okulda kaldığı), tercihlerine değerlendirilemeyen yirmi dört yöneticiden altısının Yönetmelik'in ilgili maddesi kapsamında yapılan kura sonucu münhâl kadrolara atanmak üzere planlandığı, geriye kalan on sekiz yöneticinin ise bir sonraki atama dönemine kadar öncelikle atamaları gerçekleştirilmek üzere bulundukları kurumlarda kalmalarına karar verildiği bildirilmiştir. Bölge İdare Mahkemesinin yürütmenin durdurulması talebinin kabulüne ilişkin kararında belirtilen kriterler ve puan esasına göre yapılan değerlendirme neticesinde başvurucunun aynı okulda kaldığı görülmüştür. Komisyonun yeni düzenlemeye yönelik 9/6/2014 tarihli kararından sonra Mahkemece başvurucu hakkında 19/11/2014 tarihli karara hükmedildiği, söz konusu kararla ilgili olarak kurum bünyesinde İdari Yargı Kararları Değerlendirme Komisyonunun kurulduğu ve anılan Komisyon tarafından İ.T. hakkında Bölge İdare Mahkemesince verilen yürütmenin durdurulması talebinin kabulü kararı sonrasında tüm eğitim kurumları yöneticileri için uygulama yapıldığından ayrıca işlem yapılmasına ihtiyaç olmadığına karar verildiği ifade edilmiştir. Ayrıca fiilî hizmet süresini ve yaş şartını dolduran başvurucunun emekliye ayrıldığı belirtilmiştir.B. Olayla İlgili Ceza Soruşturması Süreci Başvurucu, Mahkemenin E.2014/157 sayılı dosyasına ilişkin iptal kararı doğrultusunda işlem tesis etmeyerek görevlerini kötüye kullandıkları iddiasıyla ilgili kamu görevlileri hakkında Cumhuriyet başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Samsun Valiliği 24/4/2015 tarihinde ilgili kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Başvurucunun soruşturma izni verilmemesi kararına karşı yaptığı itiraz Samsun Bölge İdare Mahkemesinin 1/7/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" İdari dava türleri şunlardır:a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,(...)" 2577 sayılı Kanun'un "Kararların sonuçları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez." 2577 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi ise şöyledir: “Temyiz veya istinaf yoluna başvurulmuş olması, hakim, mahkeme veya Danıştay kararlarının yürütülmesini durdurmaz.” Mülga Yönetmelik'in "Çalışma süresine bağlı yer değiştirmeler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Bakanlığa bağlı eğitim kurumlarında müdür, müdür başyardımcısı ve müdür yardımcısı olarak görev yapanların yer değiştirmeleri, il içinde bölge hizmeti ve rotasyon esasına göre yapılır. (2) Müdür, müdür başyardımcısı veya müdür yardımcısı olarak görev yaptıkları eğitim kurumunda altı yıllık çalışma süresini tamamlayan yöneticilerin görev yerleri; tercihleri ve Ek-1 Yönetici Değerlendirme Formuna göre hesaplanan puan üstünlüğüne göre, 5 inci maddenin birinci fıkrasının (c) bendine uygun olmak kaydıyla değiştirilir. (3) Yöneticilerin her hizmet bölgesi için belirlenen altı yıllık hizmet sürelerini aynı eğitim kurumunda tamamlamaları esastır. Bulundukları hizmet bölgesindeki hizmet süresini tamamlayan yöneticiler, kendi hizmet bölgesindeki eğitim kurumları için 10, bir alt veya bir üst hizmet bölgesindeki eğitim kurumları için de 10 olmak üzere en fazla 20 tercihte bulunurlar. Bu suretle yapılacak yer değiştirmeler; başvuru tercihleri ve Ek-1 Yönetici Değerlendirme Formu puanı üstünlüğüne göre ilgili valiliklerce gerçekleştirilir. (4) Tercihlerine göre ataması yapılamayan veya tercihte bulunmayanların atamaları elektronik ortamda valiliklerce gerçekleştirilecek kura sonucuna göre hizmet bölgelerinden birine re’sen yapılır...."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Sözleşme'nin adil yargılanma hakkını düzenleyen maddesinde kararların icrasından açıkça bahsedilmemekle birlikte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) mahkemeye erişim hakkından yola çıkarak yargı kararlarının icra edilmesi hakkını adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul etmektedir. AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40). AİHM'e göre herhangi bir mahkeme tarafından verilen bir kararın icrası, Sözleşme'nin maddesinin amaçları bağlamında davanın ayrılmaz bir parçası olarak düşünülmelidir (Hornsby/Yunanistan, § 40; Scordino/İtalya (No. 1) [BD], B. No: 36813/97, 29/3/2006, § 196). Kamu otoriteleri, nihai yargı kararına uymak için gerekli önlemleri almada başarısız olduğu takdirde 6/ maddenin hükümlerini tüm yararlı etkilerinden mahrum bırakmış olurlar (Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 37). AİHM, yukarıdaki prensiplerin -sonuçları davacının medeni hakları üzerinde belirleyici olan idari uyuşmazlıklara ilişkin yargılamalar bağlamında- daha büyük bir öneme sahip olduğunu ifade etmektedir. Gerçekte davacı, devletin en üst idari mahkemesi önünde iptal başvurusunda bulunmak suretiyle yalnızca hakkında itirazda bulunulan kararın iptalini değil aynı zamanda ve her şeyden önce söz konusu kararın neticelerinin ortadan kaldırılmasını talep etmektedir. Dolayısıyla davacının etkili bir şekilde korunması ve hukuka uygunluğun yeniden sağlanması, idari makamların kararı icra etme yükümlülüğünün olmasını gerektirir (Hornsby/Yunanistan, § 41; Kyrtatos/Yunanistan, B. No: 41666/98, 22/5/2003, §§ 31, 32). AİHM, kesinleşmiş ve bağlayıcı bir yargı kararının lehine karar verilen tarafın zarar görmesine rağmen infaz edilmemesi durumunda Sözleşme'nin maddesinin teminat altına aldığı mahkemeye erişim hakkının bir anlam ifade etmeyeceğini vurgulamaktadır. Hangi yargı makamı verirse versin bir yargı kararının veya hükmünün infaz edilmesi madde anlamında davanın tamamlayıcı unsuru olarak değerlendirilmelidir (Burdov/Rusya, § 34). AİHM, Sözleşme'nin maddesi kapsamında bir yargı yerine ulaşma hakkının sadece teorik olarak bu hakkın tanınmasını değil aynı zamanda o yargı yerinden alınan nihai kararın icrasına yönelik meşru bir beklentiyi de koruduğunu kabul etmiştir (Apostol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/2/2007, § 54).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/14411
Başvuru, mahkeme kararının uygulanmaması ve kararı uygulamayan kamu görevlileri hakkında yapılan suç duyurusunun sonuçsuz kalması nedenleriyle kararın icrası hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından bu kararda incelenen şikâyet haricindeki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna karar verilmiş, bu şikâyet yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Ankara Adliyesinde Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmakta olan başvurucunun Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) 31/8/2016 tarihli kararı ile görevden uzaklaştırılmasına karar verilmiş, sonrasında HSYK tarafından meslekten çıkarılan başvurucu hakkındaki bu karar 29/11/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, Başsavcılık tarafından FETÖ/PDY ile bağlantılı olarak başlatılan bir soruşturma kapsamında 12/8/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucunun ifadesi 16/8/2016 tarihinde Başsavcılıkta alınmıştır. Başvurucu ifadesinde özetle FETÖ/PDY ile hayatının hiçbir döneminde herhangi bir şekilde bağlantısının olmadığını ifade ederek suçlamaları kabul etmemiştir. Başsavcılık, başvurucuyu terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle 16/8/2016 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği aynı tarihte başvurucunun sorgusunu yapmıştır. Başvurucu, sorguda Savcılıktaki ifadesine benzer beyanlarda bulunmuştur. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... Şüpheliler ... [diğerleri ve] Taner Şentürk'ün üzerlerine atılı bulunan silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren dosya kapsamında somut delillerin bulunması, şüphelilerin kaçma ve delilleri karartma ihtimallerinin bulunması, şüphelilerin kaçma ve delilleri karartma ihtimallerinin olması karşısında adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı Şüphelilere isnat edilen suçun suç üstü hallerinden olması nedeni ile CMK 2/1-J ve 2802 sayılı yasanın maddeleri, CMK'nın maddesi ile ilgili düzenlemeler ile AİHS maddesindeki tutuklama şartları kapsamında isnat olunan suç ile orantılı olarak tedbir kapsamında şüphelilerin CMK'nın maddeleri uyarınca ayrı ayrı tutuklanmarına... karar verildi." Başvurucunun tutuklama kararına yaptığı itiraz Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 8/9/2016 tarihinde benzer gerekçelerle kesin olarak reddedilmiştir. Sonraki süreçte ilgili Sulh Ceza Hâkimliklerince başvurucunun tutukluk durumu değerlendirilmiş, tahliye talepleri veya tutukluluğa ilişkin itirazları kabul edilmemiştir. Bu kapsamda Ankara Sulh Ceza Hâkimliği başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiş, başvurucunun anılan karara yönelik itirazını Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 27/1/2017 tarihinde kesin olarak reddetmiştir. Başvurucu, nihai kararı ve tebliğ tarihini bildirmemiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede de anılan kararın başvurucuya tebliğine ilişkin bir kayda rastlanmamıştır. Başvurucu 6/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılığın talebi üzerine Ankara Sulh Ceza Hâkimliği soruşturmanın geldiği aşamayı ve mevcut delil durumunu dikkate alarak 29/5/2017 tarihinde başvurucunun tahliyesine ve hakkında yurt dışına çıkamama şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vermiştir. Başsavcılık 19/2/2019 tarihli iddianame ile başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY'nin yapılanmasına ve faaliyetlerine ilişkin açıklamalar yapılmış, sonrasında başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilmiştir. Başsavcılık, başvurucunun FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer almak suretiyle üzerine atılı suçu işlediğini iddia etmiştir. İddianamede, suçlamaya esas alınan olgular özetle şöyledir:i. HSYK'nın başvurucuyu meslekten çıkardığı ve söz konusu kararın kesinleştiği belirtilmiştir.ii. Başsavcılık, bir kısım tanığın beyanlarına dayanarak başvurucunun örgüt hiyerarşisi içinde yer aldığını ileri sürmüştür. Bu kapsamda;- Tanık A.A.nın 25/7/2016 tarihli ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Bilahare bu şahıs beni Balgat'ta minibüsün en son durağına yakın bir yerde bulunan 5-6 katlı bir apartman dairesinde katını tam olarak hatırlayamadığım ancak ortalarda bulunan bir daireye götürdü. 'Sen artık idari yargıya ve adli yargıya bu evde çalışabilirsin' dedi. Bu evde benden başka Afyonlu olarak bilidğim Kocaeli mezunu [S.Ü], Ankaralı olduğunu bildiğim Taner Şentürk, Adıyamanlı olduğunu bildiğim [İ.E.İ.], Kırıkkaleli olduğunu bildiğim [S.P. veya S.B. ] isimli şahıslar vardı ... " - Tanık A.A.nın 9/8/2016 tarihli ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Yukarıda Gülen Cemaati'ne ait evde birlikte kaldığımı belirttiğim aynı cemaat mensubu Taner Şentürk ... 2001 yılında Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olmuştur. 'www.google.com' isimli internet sitesine yüklü kararnameler ile 'www.adalet.org' sitesindeki kişi bilgilerine bakıldığında Taner Çanakkale Çan Adliyesi'nde görev yaparken 2014 yılında Yargıtay'a tetkik hâkimi olarak atanmıştır. Taner'in adı HSYK tarafından açığa alınan hâkim ve savcılar listesinde yer almamaktadır. Kendisiyle yukarıda belirttiğim gibi hâkim ve savcılık stajı yaparken de birlikteydi. Şu an Fethullah Gülen cemaati ile bağının devam edip etmediğini bilmiyorum. Çünkü kendisiyle mesleğe atandıktan sonra irtibatım olmadı..."- Tanık T.G.nin ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Eşimin [F.Ş.] isminde bir ablası vardır.[F.Ş.nin] eşinin yani benim bacanağımın ismi[E.Ş.dir].[E.Ş.] ...[F.Ş.] ve[E.Ş.nin] Taner isminde bir oğulları vardır. Bu çocuk daha önceleri Malatya İnönü Üniversitesi İşletme bölümünü kazanmıştı. Orada bir yıl okurken kamuoyunda abiler olarak bilinen FETÖ örgütü elemanları ile karşılaşmış. Malatya'daki ilk yılından sonra bu çocuk okulunu bırakıp 'benim hukuk okumam lazım' diyerek evnie geldi. Zaman zaman da bizim Kırıkkale'deki evimize geldiğinden ben neden okulunu bıraktın, ailenin durumu çok iyi değil diye konuştuğumda bana da 'benim hukuk okumam lazım' diye söylüyordu. Bu çocuk hiçbir dershaneye gitmeden Ankara'da abiler olarak bilinen kişilerle birlikte kalıp üniversite sınavına hazırlandı. Ben bu çocuğun abiler denilen FETÖ örgütü elemanları ile birlikte kaldığını ailesinden, annesi ve babasından birçok defa duydum. Ben Taner ile konuşurken de bana 'abilerin yanındaydım. Sınava hazırlanıyordum' diye bir çok kez söylemiştir. Neticesinde bu çocuk Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazandı ve burayı iyi bir dereceyle bitirdi. Kırıkkale'de iki teyzesi ve bir anneannesi olmasına rağmen bizim evlerimizde arada bir kalıp diğer günlerinde hep Kırıkkale'de cemaat evlerinde kalıdrdı. Ancak hangi cemaat evinde kaldığını bilmiyorum. Bu çocuk üniversiteyi bitirdikten sonra altı ay kadar Ankara'da bir hukuk bürosunda çalıştı ve sonrasında üç yıl hiçbir işte çalışmadan, abiler olarak bilinen kişiler ile birlikte sadece hâkimlik sınavına hazırlandı. Yine kendisinden 'abiler ile birlikte hâkimlik sınavına hazırlanıyorum' dediğini bir çok kez duydum. Üçüncü senesinde bu şahıs hâkimlik sınavını da kazanıp Doğuda bir ile hâkim olarak atandı. Sonrasında Çanakkale'ye tayin oldu. Şuan da Ankara'da Yargıtayda özel kalem müdürlüğünde görevli olduğunu biliyorum. Bu şahıs FETÖ örgütünün bir üyesidir. Kırıkkalede okurken eşime de Fetullah Gülen'in birkaç kez kitabını vermişti. Bizimle beraber sohbet ederken Fetullah Gülen'den hocaefendi diye bahsederdi. Tartışmalarımızda Fetullah Gülen'i övücü sözler söylerdi ..." Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 7/3/2019 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve Mahkemenin E.2019/129 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 12/7/2019 tarihinde yaptığı ilk duruşmada başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucu savunmasında özetle;i. Tanık T.G.nin teyzesinin eşi olduğunu ve sürekli olarak teyzesine kötü davrandığını, teyzesinin -tanıdık bir avukat olarak- hukuki konularda kendisinden yardım istediğini, kendisinin de evden uzaklaştırma kararı alınması ve boşanma davası sürecinde -dilekçelerini yazmak suretiyle- teyzesine yardımcı olduğunu, bu nedenle tanık T.G.nin kendisine husumet duyduğunu ve hakkında söz konusu beyanlarda bulunduğunu belirterek tanığın beyanlarının doğru olmadığını ifade etmiştir.ii. Tanık A.A.yı meslek stajından tanıdığını ancak onunla samimiyetinin bulunmadığını, tanığın beyanlarının çelişkili olduğunu ve muhtemelen etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanabilmek amacıyla kendisi hakkında gerçeğe aykırı şekilde beyanda bulunduğunu ifade etmiştir. Mahkeme 12/7/2019 tarihli duruşmada tanık S.G.yi dinlemiştir. Tanık S.G. ifadesinde özetle başvurucunun kendisinin yeğeni olduğunu ve eşi T.G. ile sorunlar yaşaması nedeniyle evden uzaklaştırma kararı alınması ve boşanma davası sürecinde başvurucunun kendisine sürekli yardımcı olduğunu, bu olaylardan sonra eşi T.G.nin başvurucuya husumet duyduğunu ve başvurucuyu tehdit ettiğini, söz konusu ifadeleri de muhtemelen bu husumet nedeniyle başvurucuya zarar vermek amacıyla verdiğini ifade etmiştir. Mahkemece talimat yazılması üzerine tanık T.G.nin 1/7/2019 tarihinde Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesinde alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"Benim hakkımda da Fetö Pdy silahlı terör örgütüne üye olmaktan herhangi bir soruşturma veya kovuşturma bulunmamaktadır. Sanık Taner Şentürk benim bacanağımın oğlu olmaktadır. Yanlış hatırlamıyorsam 2001 yılında Kırıkkale Üniversitesinde Hukuk Fakültesi okurken benim evimde de kaldığı oluyordu. Ancak bizim ev dışında nerede kaldığını net olarak bilmiyorum. Bizde kaldığı dönemde bazı zamanlar dışarı çıkarken abilere gidiyorum, onun dışında sohbete gidiyorum diyordu. Bildiğim kadarıyla sanık hakimlik savcılık sınavına çalışırken Ankara'da ailesinin yanında kaldı. Ben kendisini abilerle içiçe olduğunu biliyorum. Çünkü kendisiyle zaman zaman tartışmalarımız olmuştur. Ek olarak Hukuk Fakültesini kazanmadan önce Malatya'da işletme bölümü okuyordu. Bu bölümü yarıda bırakarak daha sonra da Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazandı. Hatta bir defasında bana 'benim Hukuk Fakültesine girmem gerekiyor.' dediğini hatırlıyorum. Hatta Malatya'da okurken orada fetö ile tanışmış ve abilerle görüştüğünü bana söylemişti. Hukuk Fakültesine geçme sebebi de fetönün yönlendirmesi sebebiyle olduğunu düşünüyorum. Ek olarak mezun olduktan sonra bir dönem boşta gezdi. Hatta kendisi ile annesi de 'abileriyle birlikte hakimlik sınavına hazırlanıyor' şeklinde bana söyledikleri de olmuştur. Benim sanık Taner Şentürk'le veya anne ve babasıyla herhangi bir husumetim bulunmamaktadır. Sanığın küçüklüğünden beri fetö ile irtibatlı olduğunu biliyorum. Sanığın evlediği eşinin de aynı üniversiteden olduğunu biliyorum. Ek olarak sanık bir kaç defa fetönün kitabını benim eşime de eve getirerek vermişti ." Mahkemece talimat yazılması üzerine tanık A.A.nın 10/4/2019 tarihinde Malatya Ağır Ceza Mahkemesinde alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Taner Şentürk'ü geçmiş dönemdeki adı ile cemaatin hakim-savcı çalışma evlerinde Ankara ili Dikmen semtinde 2005 yılında 6- 7 ay birlikte kalmamız nedeniyle tanırım. Beni cemaatten bir şahıs belirttiğim semtteki örgüte ait bir eve götürmüştü ve orada hakimlik sınavına çalışabileceğimi söylemişti. Sanık ile ilk kez orada tanışıp belirttiğim gibi 6- 7 ay birlikte ev arkadaşlığı yapmıştım. Her ikimiz de sınavı kazandık. Mesleğe atandık staj döneminde birkaç kez ayak üstü sohbet etmişliğimiz vardır. Bunun dışında 2005 yılından sonra sanığın örgüt ile bağını devam ettirip ettirmediğini bilmiyorum. Sanık ile ilgili tüm bildiklerim bu 6- 7 aylık ev arkadaşlığından ibarettir." Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Mustafa Özterzi [GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/19405
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutulma koşulları nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir Başvurular 12/5/2014 ve 22/9/2014 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurucuların adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. 2015/6493 numaralı bireysel başvuru dosyasının aralarındaki hukuki bağlantı nedeniyle 2014/15818 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2014/6493 numaralı dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formları ve ekleri, başvurucular vekilinin başvuru tarihinden sonra ibraz ettiği dilekçeler, İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün (GİGM) sunduğu belgeler ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nden (UYAP) elde edilen bilgilere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucu Z. Bakımından Rusya Federasyonu vatandaşı, Dağıstan asıllı ve 1992 doğumlu olan başvurucu 5/7/2013 tarihinde İstanbul Atatürk Havalimanı sınır kapısından Türkiye’ye yasal yollardan girmiştir. Başvurucu, Ensar Muhacirin Derneği bünyesinde faaliyet göstermek amacıyla Türkiye’ye geldiğini ifade etmektedir. Başvurucu 19/2/2014 tarihinde İstanbul Kağıthane Yabancılar Büro Amirliğine gelerek ev kiralayan yabancılar için ikamet izni talebinde bulunduğu sırada hakkında Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM) tarafından 14/9/2013 tarihinde Ç-114 (haklarında adli işlem yapılan yabancılar) ve 30/9/2013 tarihinde G-87 (genel güvenlik) koduyla yurda daimî giriş yasağı (tahdit kaydı) olduğu anlaşılmıştır. Başvurucu, vize ihlali kabahatinden dolayı 19/2/2014 tarihinde 000 TL idari para cezasına çarptırılmıştır. Vize süresini ihlal ettiği gerekçesiyle başvurucu 21/2/2014 tarihinde Kumkapı Geri Gönderme Merkezine (GGM) yerleştirilmiştir. Başvurucu 27/2/2014 tarihinde uluslararası koruma talebinde bulunmuştur. GİGM bu talebi 18/4/2014 tarihinde reddetmiştir. İstanbul Valiliğinin 11/4/2014 tarihli kararıyla başvurucunun 15/07/1950 tarihli ve 5683 sayılı mülga Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun’un maddesindeki “Memleket dışına çıkartılmalarına karar verilipte pasaport tedarik edemediklerinden veya başka sebeplerden dolayı Türkiye'yi terkedemiyenler İçişleri Bakanlığının göstereceği yerde oturmağa mecburdurlar.” düzenlemesi gereğince doksan güne kadar muhafaza altına alınmasına karar verilmiştir. Başvurucunun 22/4/2014 tarihinde idari gözetime yaptığı itiraz, (kapatılan) İstanbul Sulh Ceza Mahkemesinin 30/4/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Altı aylık idari gözetim süresinin dolmaması ret kararına dayanak yapılmıştır. Başvurucu vekili 9/5/2014 tarihli dilekçeyle başvurucunun Mısır’a sınır dışı edilmesi için yetkililerden yardım talep etmiştir. Bu dilekçede idari gözetim kararına yaptıkları itirazın 30/4/2014 tarihinde Mahkemece reddedildiği, annesi ve ağabeyiyle yaptığı görüşmede başvurucunun Türkiye’den ayrılmak istediği, sınır dışı etme kararına karşı dava açmadıkları ve açmayacakları belirtilmiştir. Başvurucu, Türkiye’den kendi rızasıyla ayrılmak istediğini 12/5/2014 tarihinde Yabancılar Şube Müdürlüğüne bildirmiştir. Başvurucu 15/5/2014 tarihinde Atatürk Havalimanı’ndan Mısır’a gitmiştir. B. Başvurucu B. Bakımından Rusya Federasyonu vatandaşı ve 1988 Çeçenistan doğumlu olan başvurucu, 28/11/2011 tarihinde İstanbul Atatürk Havalimanı sınır kapısından yasal yollarla Türkiye’ye girdiğini belirtmiştir. Ancak dosyadaki bilgilere göre başvurucu ilk kez 10/5/2009 tarihinde Türkiye’ye gelmiştir. İki aydır yabancı şahıslar tarafından takip edildiğini hisseden başvurucu, durumu bildirmek için 20/3/2014 tarihinde İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüne gittiğini söylemiştir. Üzerinde bulunan pasaportun sahte olduğunu söyleyen polisler, başvurucu hakkında sahtecilik suçundan ve vize süresini geçirmesinden dolayı işlem yapmıştır. Burada yapılan sorgulamada EGM tarafından 27/9/2011 tarihinde G-87 (genel güvenlik) koduyla yurda sürekli giriş yasağı konulduğu anlaşılmıştır. Cumhuriyet savcısıyla yapılan görüşme tutanağına göre başvurucu, aynı gün gözaltına alınmıştır. Sahtecilik suçundan adli mercilerce yapılan soruşturmanın akibeti konusunda dosyada bilgi bulunmamaktadır. İstanbul Valiliğinin 27/2/2014 tarihli kararıyla başvurucunun 5683 sayılı Kanun’un maddesindeki “Memleket dışına çıkartılmalarına karar verilipte pasaport tedarik edemediklerinden veya başka sebeplerden dolayı Türkiye'yi terkedemiyenler İçişleri Bakanlığının göstereceği yerde oturmağa mecburdurlar.” düzenlemesi gereğince doksan güne kadar muhafaza altına alınmasına karar verilmiştir. Başvurucu 27/2/2014 tarihinde Kumkapı GGM’ye yerleştirilmiştir. Başvurucu 13/6/2014 tarihine kadar burada kalmıştır. Başvurucunun 4/4/2014 tarihinde yaptığı uluslararası koruma talebini GİGM 25/4/2014 tarihinde reddetmiştir. Bu karar 7/5/2014 tarihinde tercüman marifetiyle başvurucu ve vekiline tebliğ edilmiştir. Ret kararına karşı başvurucu 22/5/2014 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesine iptal davası açmıştır. Mahkeme 29/5/2014 tarihli kararıyla 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun uygulanmasına ilişkin olarak açılan davaların 1 No.lu idare mahkemelerinde görüleceği gerekçesiyle dosya İstanbul İdare Mahkemesine gönderilmiştir. İdare Mahkemesi 12/6/2014 tarihinde yetkisizlik kararıyla dosyayı Ankara İdare Mahkemesine göndermiştir. Ankara İdare Mahkemesindeki süreçle ilgili olarak başvurucu, dosyaya herhangi bir bilgi ve belge sunmamıştır. Başvurucunun 22/4/2014 tarihinde idari gözetime yaptığı itiraz, (kapatılan) İstanbul Sulh Ceza Mahkemesinin 30/4/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Altı aylık idari gözetim süresinin dolmaması, ret kararına dayanak oluşturmuştur. Başvurucu 17/6/2014 tarihinde Adana Kabul ve Barınma Merkezine (KBM) getirilmiştir. İdari gözetim kararına başvurucunun 23/7/2014 tarihinde burada yaptığı itiraz ise Adana Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/7/2014 tarihli kararıyla kabul edilmiştir. Mahkeme kararının bir sureti 31/7/2014 tarihinde Adana Yabancılar Şube Müdürlüğüne gönderilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “…Başvuran hakkında sınırdışı etme kararlarının bulunduğu, aynı yasanın 57 maddesinde düzenlenen koşullar oluşturduğundan bahisle idari gözetim kararları verildiği, idari gözetim kararından itibaren her ay idari gözetimin uzatılması ve her ay düzenli olarak yapılan değerlendirmelerin sonuçlarının gerekçesiyle yabancı veya yasal temsilcilerine bildirilmesi, yapılan değerlendirmelerin sonuçlarının gerekçesiyle yabancılar veya yasal temsilcilerine bildirilmesi gerekirken 6458 Sayılı Yasanın uzatılmasına dair kararın bulunmadığı anlaşılmakla 6458 Sayılı Yasanın 57/6 maddesi gereğince başvurunun kabulüne,idari gözetim kararlarının kaldırılmasına, kesin olmak üzere karar verilmiştir.” Başvurucu vekili, Sulh Ceza Hâkimliğinin serbest bırakma kararının uygulanmadığından bahisle çeşitli kamu kurumlarına şikâyette bulunmuştur. Bu bağlamda başvurucu 21/8/2014 tarihinde GİGM’ye de müracaat etmiştir. Sulh Ceza Hâkimliğinin bu kararının üzerinden yirmi yedi gün geçtikten sonra başvurucu 22/8/2014 tarihinde Çankırı’da ikamet etmesi koşuluyla serbest bırakılmıştır.A. Ulusal Hukuk 15/7/1950 tarihli ve 5682 sayılı Pasaport Kanunu ile aynı tarihli ve 5683 sayılı mülga Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun'un ilgili maddeleri T.T. (B. No: 2013/8810, 18/2/2016, §§ 22-25) kararında; 6458 sayılı Kanun, 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ilgili maddeleri ise B.T. ([GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 19-21) kararında açıklanmıştır. B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ilgili maddeleri, tutulma koşullarından dolayı kötü muamele yasağı, etkili başvuru ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarına dair Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin uygulaması B.T. (aynı kararda bkz. §§ 23-38) kararında açıklanmıştır.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6493
Başvuru, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutulma koşulları nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir I
0
Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle diyetisyenlik görevine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 11/9/1990 doğumlu olan başvurucu 3/5/2017 tarihinde 2016/7 Kamu Personeli Seçme Sınavı sonucuna göre Mardin'in Artuklu ilçesi Merkez Toplum Sağlığı Merkezine diyetisyen olarak yerleştirilmiştir. Başvurucu hakkında 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (676 sayılı KHK) maddesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen (8) numaralı alt bent uyarınca güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle başvurucunun göreve ataması gerçekleştirilmemiştir. Başvurucu, söz konusu işlemin iptali istemiyle 30/11/2017 tarihinde dava açmıştır. Gaziantep İdare Mahkemesi 5/12/2017 tarihinde davayı yetki yönünden reddetmiştir. Kararda, dava konusu uyuşmazlığın çözüm yerinin işlemi tesis eden Sağlık Bakanlığının bulunduğu yer mahkemesi olan Ankara İdare Mahkemesinin yetkili olduğu belirtilmiştir. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 9/2/2018 tarihinde dava dilekçesinin reddine karar vermiştir. Kararda, dava dilekçesinin 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesine uygun olmadığı belirtilmiştir. Başvurucu 9/4/2018 tarihinde yeniden düzenlediği dava dilekçesi ile davasını yinelemiştir. Dava dilekçesinde, güvenlik soruşturmasını olumsuz olarak neticelendirecek herhangi bir durumun olmadığını belirtmiştir. Herhangi bir sabıkası olmadığı gibi 657 sayılı Kanun'da yer alan şartların tamamını da sağladığını ileri sürmüştür. Hakkında açılan herhangi bir soruşturma ya da kovuşturma bulunmamasına rağmen masumiyet karinesini ihlal edecek şekilde atamasının gerçekleştirilmediğini ifade etmiştir. Mahkeme 28/12/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Uyuşmazlıkta, davacının, 2016/7 Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Sözleşmeli Pozisyonlarına Yerleştirme sonucuna göre Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Genel Müdürlüğü'ne bağlı Mardin İli Artuklu Toplum Sağlığı Merkezi'ne yerleştirildiği, atama işlemi öncesinde yapılan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonucunda elde edilen bilgi neticesinde davacının atamasının yapılmamasına karar verildiği, keyfiyetin 2017 tarih ve E:1341 sayılı yazı ile davacıya tebliğ edildiği, güvenlik soruşturması sonucunda davacı hakkında elde edilen bilgi ve dosya kapsamının Mahkememizce değerlendirilmesi neticesinde, davalı idarenin davacının güvenlik soruşturmasını olumsuz kabul ederek atamasının yapılması amacıyla yaptığı başvurunun reddine ilişkin olarak tesis ettiği dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır." Başvurucu karara karşı 25/2/2019 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, dava dilekçesinde belirtilen hususlar yinelendikten sonra idare tarafından güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanmasına ilişkin geçerli bir neden gösterilmediği hususu ileri sürülmüştür. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 8/5/2019 tarihinde istinaf talebini kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar, başvurucuya 29/5/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 657 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Devlet memurları, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına ve kanunlarına sadakatla bağlı kalmak ve milletin hizmetinde Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını sadakatla uygulamak zorundadırlar" 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Devlet memurluğuna alınacaklarda aşağıdaki genel ve özel şartlar aranır.A) Genel şartlar: Türk Vatandaşı olmak, Bu Kanunun 40 ncı maddesindeki yaş şartlarını taşımak, Bu Kanunun 41 nci maddesindeki öğrenim şartlarını taşımak, Kamu haklarından mahrum bulunmamak, Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, (…) zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak. Askerlik durumu itibariyle;a) Askerlikle ilgisi bulunmamak,b) Askerlik çağına gelmemiş bulunmak,c) Askerlik çağına gelmiş ise muvazzaf askerlik hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veyayedek sınıfa geçirilmiş olmak, 53 üncü madde hükümleri saklı kalmak kaydı ile görevini devamlı yapmasına engelolabilecek (…) akıl hastalığı (…) bulunmamak. [Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.:2018/73; K.:2019/65 sayılı Kararı ile iptal edilmiştir]B) Özel şartlar: Hizmet göreceği sınıf için 36 ve 41 nci maddelerde belirtilen öğretim ve eğitim kurumlarının birinden diploma almış olmak, Kurumların özel kanun veya diğer mevzuatında aranan şartları taşımak." 676 sayılı KHK'nın maddesiyle 657 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen ve Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73, K.2019/65 sayılı kararıyla iptal edilen (8) numaralı alt bent şöyledir:"Güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olmak." 3/5/2002 tarihli ve 24744 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Kamu Görevlerine İlk Defa Atanacaklar İçin Yapılacak Sınavlar Hakkında Genel Yönetmelik'in maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "...Adayların, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 48 inci maddesinde belirtilen koşullar ile kamu kurum ve kuruluşlarının kendi mevzuatındaki diğer adaylık koşullarını da taşımaları zorunludur."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22492
Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle diyetisyenlik görevine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kişilik haklarına zarar verildiği gerekçesiyle açılan tazminat davasında hakkaniyete uygun karar verilmemesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu A.İ.E.G. İnş. ve Tic. AŞ'nin 20/11/2011 tarihinde yapılan Olağanüstü Genel Kurul Toplantısına şirket ortaklarından Y.G.nin avukatı sıfatıyla katılmıştır. Genel Kurul toplantısında şirketin aktifinde kayıtlı bulunan taşınmazların, satışının şirket menfaatlerine uygun olmadığı ve bu aşamada yeni bir genel kurul yapılması gerektiği gerekçesi ile satış işlemine muhalif olduğunu beyan etmesi üzerine toplantıyı yöneten H.K. başvurucuya yönelik olarak her şeye muhalif olduğu ve şirkete zarar verdiğini ileri sürerek sinkaflı küfürlerle hakaret etmiş ve "seni geberteceğim" diyerek tehdit etmiştir. Bu arada H.K.nın kardeşi H.K.K. da kafası ile sağ gözüne vurarak başvurucuyu yaralamıştır. Başvurucu Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) manevi tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde, avukat sıfatı ile katıldığı toplantı sırasında H.K. ile H.K.K.nın hakaret ve tehditlerine maruz kalıp darp edildiğini, toplantı salonunun dışına çıkartılarak görevini yapmasının engellendiğini, yemekhaneye kapatılarak özgürlüğünden mahrum bırakıldığını ileri sürerek 000 TL tazminata hükmedilmesi talebinde bulunulmuştur. Mahkeme 7/2/2017 tarihli kararla davayı kısmen kabul ederek davacı lehine 000 TL manevi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde, toplantı sırasında yaşanan kavgada başvurucunun basit tıbbi müdahale ile giderilecek şekilde yaralandığı, yaralama eyleminin haksız tahrik altında meydana geldiği ancak haksız tahrikin davalılara başvurucuyu yaralama hakkı vermeyeceği gibi olay ile zarar arasındaki illiyet bağını keser mahiyette de olmadığı ve başvurucu lehine manevi tazminat ödetilmesi koşullarının oluştuğu gözetilerek davanın kabulüne karar verildiği belirtilmiştir. Mahkeme kararına karşı yapılan istinaf başvurusu üzere Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesince (Bölge Adliye Mahkemesi) 26/5/2017 tarihinde, başvurucunun ve H.K.K.nın istinaf talebinin esastan reddine, H.K.nın istinaf talebinin ise kabulüne temyiz yolu açık olmak üzere karar vermiştir. Bölge Adliye Mahkemesi gerekçesinde H.K.K.nın başvurucunun sağ gözüne kafa ile vurmak suretiyle basit tıbbi müdahale ile giderilecek şekilde yaraladığı bu nedenle 000 TL manevi tazminatın H.K.K.dan alınarak başvurucuya ödenmesine karar verildiği belirtilmiştir. Ayrıca H.K.nın başvurucuya yönelik kişilik haklarına saldırı mahiyetinde herhangi bir eyleminin bulunduğu ispatlanamadığından bu kişi yönünden davanın reddine karar verildiği ifade edilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesinin kararının temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/5/2018 tarihli kararı ile Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına karar verilmiştir. Nihai karar 19/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu tarafından 17/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24530
Başvuru, kişilik haklarına zarar verildiği gerekçesiyle açılan tazminat davasında hakkaniyete uygun karar verilmemesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, eksik inceleme ve araştırma sonucunda hukuka aykırı karar verilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanamaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 16/11/2005 tarihinde gözaltına alınmış, 19/11/2005 tarihinde tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 13/6/2007 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmamakla birlikte bu örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme, yağma, kişi özgürlüğünden yoksun kılma, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 16/11/2012 tarihli kararıyla, başvurucunun suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, nitelikli yağma, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, ruhsatsız silah taşıma suçlarından hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluğun devamına karar verilmiştir. Başvurucunun tutukluluğun devamına dair 16/11/2012 tarihli karara karşı itiraz yoluna başvurduğuna dair herhangi bir bilgi veya belge bulunmamaktadır. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 7/5/2014 tarihli kararıyla başvurucu yönünden onanmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12093
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, eksik inceleme ve araştırma sonucunda hukuka aykırı karar verilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanamaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, ifade özgürlüğü kapsamında kalan birtakım eylemlerin terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyette delil olarak kullanılması nedeniyle başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruda ayrıca uzun sayılacak bir sürede yargılamanın yapılmış olması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, yargılama sürecinde uzun süre tutuklu kalınması nedeniyle ise kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği ileri sürülmüştür. Başvuru 26/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1981 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte Karabük Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi Makine Eğitimi Bölümü öğrencisidir. Başvurucu; terör örgütüne üye olmak ve terör örgütünün propagandasını yapmak suçlarını işlediği gerekçesiyle bir gün gözaltında tutulduktan sonra 24/4/2008 tarihinde tutuklanmıştır. Cumhuriyet savcısı 21/10/2008 tarihli iddianamesi ile başvurucunun terör örgütüne üye olmak ve terör örgütünün propagandasını yapmak suçlarından cezalandırılmasını talep etmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 3/11/2008 tarihinde, iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2008/372 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. İlk derece mahkemesi 22/4/2010 tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 15/9/2011 tarihinde, başvurucunun terör örgütüne üye olmak suçundan mahkûmiyetine hükmetmiş ve 6 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan ise başvurucunun beraatine hükmetmiştir. Terör örgütü üyeliğinden mahkûmiyete ilişkin kararı başvurucunun temyiz etmesi üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesi tarafından 4/4/2014 tarihinde onanmıştır. Başvurucu, kararın 14/7/2014 tarihinde tebliğ edildiğini belirtmiştir. Başvurucu 26/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Metin Birdal ([GK] B. No: 2014/15440, 22/5/2019, §§ 28-39) başvurusu hakkında verilen karar.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10819
Başvuru, ifade özgürlüğü kapsamında kalan birtakım eylemlerin terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyette delil olarak kullanılması nedeniyle başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruda ayrıca uzun sayılacak bir sürede yargılamanın yapılmış olması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, yargılama sürecinde uzun süre tutuklu kalınması nedeniyle ise kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği ileri sürülmüştür.
0
Başvuru; gözaltı ve tutuklama tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının, vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 13/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hakkında yürütülen bir soruşturma kapsamında 12/12/2016tarihinde dolayı gözaltına alınmış; 13/12/2016 tarihinde terör örgütü propagandası yapma suçundan tutuklanmıştır. Yapılan soruşturma sonucu başvurucu hakkında kamu davası açılmış, yargılama sırasında başvurucu 23/1/2017 tarihinde tahliye edilmiştir. Yapılan yargılama sonucunda25/5/2017tarihindebaşvurucunun beraatine karar verilmiş, beraat kararı 2/6/2017 tarihinde kesinleşmiştir. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu; iki aydan fazla süre haksız yere tutuklu kaldığını, gözaltı ve tutuklama kararı nedeniyle çalışamayıp kazanç kaybına uğradığını, üzüntü ve sıkıntı çektiğini, itibarının zedelendiğini, suçlu muamelesi gördüğünü, gözaltına alınmadan önce aylık ortalama 000 TL kazanmakta olduğunu belirterek 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminatın ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, gözaltının ve tutuklamanın haksız olduğu iddiasını beraat etmiş olmasına dayandırmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde gözaltının ve tutuklamanın neden hukuka aykırı olduğuna ilişkin bir açıklamada bulunmamıştır. Adana Ağır Ceza Mahkemesi 29/12/2017 tarihli kararıyla başvurucuya853,60 TL TL maddi, 000 TL manevi tazminat ile 770 TL vekâlet ücretinin ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu, hükmedilen tazminatların ve vekâlet ücretinin düşük olduğunu belirterek istinaf yoluna başvurmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi 14/2/2018 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. İlgili hukuk için bkz. A.A. [GK], B. No:2017/34502,21/10/2021, §§ 22-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/12384
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının, vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; işçilik alacağından kaynaklanan tazminat davasında gerekçeli kararın tebliğ edilmemesinden dolayı ayrıntılı temyiz nedenleri bildirilmeden hükmün Yargıtayca onanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/12/2014tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 25/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için 25/3/2016 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; Anadolu Ajansı TAŞ bünyesinde hizmet akdi ile çalıştığını, işveren tarafından emekliye ayrılmaya zorlandığını, kâğıt üzerinde emekli olarak gösterilmesine rağmen gerçekte iş akdininfeshedildiğini ve ihbar tazminatına hak kazandığını belirterek Ankara İş Mahkemesinde alacak davası açmıştır. Mahkeme 28/12/2012 tarihli celsede davanın reddine karar vermiştir. Kısa karar şöyledir: "GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Gerekçesi daha sonra yazılacak kararda belirtileceği üzere;Davanın REDDİNE, Dair, Taraf vekillerinin yüzüne karşı, 8 gün içinde Yargıtay İlgili Hukuk Dairesi Başkanlığına temyiz nedeni ile başvurma yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup anlatıldı." Başvurucu, 7/1/2013 tarihli “temyiz ve süre tutum dilekçesi” ile kararı temyiz ettiğini belirterek gerekçeli kararın tebliğinden sonra ayrıntılı temyiz nedenlerini sunacağını bildirmiştir. Dilekçenin ilgili kısmı şöyledir:"...Haksız, usul ve kanuna aykırı bulduğumuz kararın temyiz nedenlerinibildirecek gerekçeli temyiz dilekçemizi, gerekçeli kararın tarafımıza tebliğinden itibaren kanuni süresi içerisinde sayın Hakimliğinize sunacağız...." Mahkeme, 28/12/2012 tarihli ve E.2011/1326, K.2012/1506 sayılı ret kararının gerekçesini "...Tarafların iddia ve savunmaları, dosyaya alınan belge içerikleri, tanık anlatımları ve 27/11/2012 tarihli usul ve esasa uygun denetime elverişli, hüküm kurmaya yeterlibilirkişi raporu göz önüne alındığında, davacının davalıya ait iş yerinde 1/12/2000-4/10/2011 tarihleri arasında 10 yıl 10 ay 4 gün hizmet akdi ile çalıştığı, iş akdinin emeklilik nedeniyle davacı tarafından 23/8/2011 tarihli dilekçesi ile işten ayrıldığından, her ne kadar davacı vekili müvekkili ile beraber, yönetimin değişmesi ile sendikalı olanların TİS haklarını ortadan kaldırma amaçlı olarak emekliliği dolduranların tek tek çağrılıp emekli dilekçesi vermelerinin istendiğini iddia etmiş ise de, emeklilik talebinin kişiye bağlı bir hak olup, davacı talebi ile resmi kurumlar nezdinde işlem yapıldığı görülmekle iş bu talebin sonuçlarından davacının yaşlılık aylığı bağlanmak üzere faydalandığı, aksi yöndeki iddialara ilişkin takdiri delil olan tanık delilinin resmi kurumlara yönelik yazılı belgeler karşısındaki geçerliliğine ilişkin hukuki değrelendirmeyi gidilmeksizin mahkememizce, davacının bu nedenlerle ihbar tazminatına hak kazanamadığı kanaati oluştuğundan açılan davanın reddine karar vermek gerekmiş, aşağıdaki hüküm kurulmuştur." şeklinde açıklamıştır. Gerekçeli karar, 11/2/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu ayrıntılı temyiz dilekçesini 12/2/2013 tarihinde Mahkemeye sunmuştur. Bu arada Mahkeme 1/2/2013 tarihinde dosyayı Yargıtay Hukuk Dairesine göndermiştir. Mahkeme 12/2/2013 tarihli ve 2013/5 Muhabere sayılı müzekkere ile başvurucunun ayrıntılı temyiz dilekçesini de dava dosyasına eklenmek üzere Yargıtaya göndermiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi, 4/3/2013 tarihli ve E.2013/2070, K.2013/2048 sayılı ilamı ile hükmü onamıştır. İlamın ilgili kısmı şöyledir."...Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere göre davacı vekilininsebepleri bildirilmiş olmayan bozma isteğinin reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA,..." Yargıtay ilamı başvurucuya tebliğ edilmemiş, başvurucu tarafından kararın 21/7/2014 tarihinde öğrenildiği beyan edilmiş, 22/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:  "Belirsiz süreli iş sözleşmelerinin feshinden önce durumun diğer tarafa bildirilmesi gerekir.İş sözleşmeleri;...d) İşi üç yıldan fazla sürmüş işçi için, bildirim yapılmasından başlayarak sekiz hafta sonra,Feshedilmiş sayılır.Bu süreler asgari olup sözleşmeler ile artırılabilir.Bildirim şartına uymayan taraf, bildirim süresine ilişkin ücret tutarında tazminat ödemek zorundadır...."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12045
Başvuru, işçilik alacağından kaynaklanan tazminat davasında gerekçeli kararın tebliğ edilmemesinden dolayı ayrıntılı temyiz nedenleri bildirilmeden hükmün Yargıtayca onanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, “görev ekibi” kapsamına dâhil edilmeyerek uçuş tazminatı ödenmemesi işleminin iptali ile uçuş tazminatlarının yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/5/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 10/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Etimesgut Asker Hastanesinde (İdare) sivil memur (hemşire) olarak görev yapan başvurucu, Türk Hava Kuvvetleri Komutanlığının 28/5/2008 tarihli emri ile uçuş ekibine dâhil edilerek uçuş tazminatı almakta iken 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile 28/2/1982 tarihli ve 2629 sayılı Uçuş, Paraşüt, Denizaltı, Dalgıç ve Kurbağa Adam Hizmetleri Tazminat Kanunu’nda yapılan değişiklik sonucunda “diğer personel” statüsünde değerlendirilmiştir. Başvurucu 7/12/2011 tarihinde, 2011 yılının Kasım ayına ilişkin 520,51 TL’ye tekabül eden kıstas aylığın %65’i oranındaki uçuş tazminatını İdareye iade ettiğini belirtmiştir. Başvurucu, “görev ekibi” statüsünde kabul edilme talebiyle 12/12/2011 tarihinde İdareye başvurmuş; İdare tarafından talep reddedilmiştir. Başvurucu tarafından, anılan işlem ile uçuş tazminatı verilmemesi işleminin iptali ve ödenmeyen uçuş tazminatının yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle açılan davada, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Üçüncü Dairesinin 29/11/2012 tarihli ve E.2012/377, K.2012/2435 sayılı kararında, görev ekibi statüsünde kabul edilmeyen ve uçuş tazminatları diğer personel statüsüne göre belirlenen başvurucunun uçuş ekibi statüsünden çıkartılarak diğer personel statüsüne alınmasıyla önceki statüsüne göre önemli oranda mali kaybının olduğu belirtilmiştir. Ancak başvurucunun bulunduğu görev ve kadro için mevzuatın öngörmediği bir maddi imkândan yararlanmasının mümkün olmadığı, başvurucu hakkında tesis edilen işlemde hukuka aykırılığın bulunmadığı belirtilerek davanın reddine karar verilmiştir. Karar düzeltme istemi aynı Dairenin 11/4/2013 tarihli ve E.2013/143, K.2013/472 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar 26/4/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 2629 sayılı Kanun’un 11/10/2011 tarihli ve 666 sayılı KHK’nın maddesiyle değişik “Tanımlar” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:  “Bu Kanunun uygulanmasında; … f) Diğer personel: Hava vasıtası veya denizaltı vasıtaları içinde fiilen uçmak veya dalmak suretiyle bu vasıtaların uçmasında veya dalmasında görev alanlar dışında hangi meslek ve sınıftan olursa olsun, bu vasıtalarda bulunan veya kontrol ve tecrübe maksatları için görevlendirilen personeldir.  g) Görev ekibi: Uçmakta olan bir hava vasıtasının içindeki pilot, silah sistem subayı, seyrüsefer subayı, taktik koordine subayı ve uçuş ekibinin dışında; uçağa verilen görevin yapılması için uçakta bulunması gerekli olan ve statüleri, Genelkurmay Başkanlığı, kuvvet komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığınca onaylanan, hava vasıtalarının uçurulması ile ilgili direkt bir sorumluluğu bulunmayan ve sadece ilgili uçuşlarda bulunarak hava vasıtasına verilen görevin yerine getirilmesi için uçakta bulunması gerekli olan kişilerdir.  … o) Uçucu: Pilot, silah sistem subayı, seyrüsefer subayı, taktik koordine subayı, uçuş ekibi ve bunların adaylarıdır.  ö) Uçuş: pilot, silah sistem subayı, seyrüsefer subayı, taktik koordine subayı, uçuş ekibi, görev ekibi ve bunların adayları tarafından hava vasıtalarının içinde bulunmak suretiyle hava vasıtalarının uçurulması faaliyetidir.  p) Uçuş ekibi: Uçmakta olan bir hava vasıtasının içinde pilot ile beraber fiilen uçarak, hava vasıtasının uçurulmasına katılmaları gerekli olan ve uçuş ekibi sertifikası Genelkurmay Başkanlığı, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığınca onaylanan ve bu niteliğini muhafaza eden, pilot, silah sistem subayı, seyrüsefer subayı ve taktik koordine subayı dışında kalan kişilerdir...” 2629 sayılı Kanun’un mülga maddesi şöyledir:  “a) Jet pilotlarına ve jet pilot adaylarına kıstas aylığın % 100'ü,  b) Pervaneli pilot ve Pervaneli pilot adaylarına kıstas aylığın % 70'i,  c) (Değişik: 30/7/1988-KHK-338/3 md. Aynen kabul: 18/6/1989-3570/3 md.) Silah sistem operatörlerine ve silah sistem operatörü adaylarına kıstas aylığının % 90'ı, d) Uçuş ekibi personeline kıstas aylığın % 65'i,  Üzerinden bu Kanuna ek cetvelde hizmet yılları (adaylar için birinci hizmet yılı) karşılığında gösterilen oranda aylık uçuş tazminatı ödenir.” 2629 sayılı Kanun’un 666 sayılı KHK’nın maddesiyle değişik “Uçuculara ödenecek tazminat” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “a) Jet pilot ve jet pilot adaylarına; uçuş hizmet yılı 15 yıl ve daha yukarı olanlar için kıstas aylığın % 130'u, uçuş hizmet yılı 15 yıldan az olanlar için ise kıstas aylığın % 116'sı,  … d) Taktik koordine subayı ve taktik koordine subayı adaylarına kıstas aylığın % 73'ü, … f) Uçuş ekibi astsubayları ile adaylarına kıstas aylığın % 71'i,  g) Görev ekibi subayları ile adaylarına kıstas aylığın % 71'i,  ğ) Görev ekibi astsubayları ile adaylarına kıstas aylığın % 70'i, üzerinden bu Kanuna ek cetvelde hizmet yılları (adaylar için birinci hizmet yılı) karşılığında gösterilen oranda aylık uçuş tazminatı ödenir.” 2929 sayılı Kanun'un 666 sayılı KHK’nın maddesiyle değişik “Diğer personele ödenecek tazminat” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Hava vasıtası veya denizaltı vasıtaları içinde fiilen uçmak veya dalmak suretiyle bu vasıtaların uçmasında veya dalmasında görev alanlar dışında hangi meslek ve sınıftan olursa olsun, bu vasıtalarda bulunan veya kontrol ve tecrübe maksatları için görevlendirilen ve aylık uçuş veya dalış tazminatı almayan personele her uçuş veya dalış saati başına, kıstas aylığın %1'i oranında tazminat ödenir. Ancak bu şekilde görev yapanlara bir ay içinde ödenecek tazminat miktarı, kıstas aylığın %10'unu geçemez.” 13/7/2013 tarihli ve 6496 sayılı Kanun'un maddesi ile 2629 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki bent eklenmiştir: “ı) (Ek: 13/7/2013-6496/26 md.) 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi olup Sağlık ve Yardımcı Sağlık Hizmetleri Sınıfında bulunan görev ekibi personeline kıstas aylığın %50’si üzerinden bu Kanuna ek cetvelde hizmet yılları (adaylar için birinci hizmet yılı) karşılığında gösterilen oranda aylık uçuş tazminatı ödenir.”
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3331
Başvuru, “görev ekibi” kapsamına dâhil edilmeyerek uçuş tazminatı ödenmemesi işleminin iptali ile uçuş tazminatlarının yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) duruşmada hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya katılımının sağlanmaya çalışılması nedeniyle duruşmada hazır bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca adil yargılanma hakkı dışındaki iddialar ile adil yargılanma hakkı kapsamında tercümandan ve müdafi yardımından yararlanma haklarının ihlal edildiği iddiaları yönünden kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurunun adil yargılanma hakkı kapsamında duruşmada hazır bulunma hakkına ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: PKK/KONGRA-GEL terör örgütü mensuplarının Bingöl il merkezinde eylem hazırlığında olduğuna dair istihbarata dayalı bilgi elde edilmesi üzerine terör örgütünün kırsal alanda faaliyet gösteren mensupları ile şehirdeki üyeleri arasında bağlantı kurduğundan şüphelenilen S.İ., örgütün faaliyetlerinin deşifre edilmesi amacıyla takibe alınmıştır. 30/11/2011 tarihinde S.İ.nin ticari bir araçla Bingöl il merkezinde seyir hâlinde olduğunun öğrenilmesi üzerine söz konusu araç aynı tarihte kolluk görevlilerince durdurulmuş ve araçta bulunan, silahlı olduklarından şüphelenilen kişiler zor kullanılarak araçtan indirilmiştir. S.İ. ile birlikte aynı araçta bulundukları anlaşılan başvurucu ve şüpheliler B. ve F.A.T.nin üst aramaları yapılmıştır. Yapılan aramada başvurucunun üzerinde bir adet silah, el bombası, tabanca şarjörü, çok sayıda mermi, A.A. adına düzenlenmiş sahte kimlik kartı ile araçta mühimmat yüklü bir valiz ele geçirilmiştir. Olayla ilgili olarak Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu, soruşturma kapsamında devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, silahlı terör örgütüne üye olma ve nitelikli yağma suçlarından 30/11/2011 tarihinde gözaltına alınmış; 5/12/2011 tarihinde tutuklanarak Bingöl M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna sevk edilmiştir. Başvurucu 5/12/2011 tarihinde müdafiinin de hazır bulunmasıyla Savcılıkta verdiği ifadede daha önce kollukta verdiği ifadeyi tekrar ettiğini belirtmiş; buna ek olarak PKK terör örgütünün Erzurum'daki yapılanması hakkında bazı bilgiler vermiştir. Başvurucu, kendisine yöneltilen diğer suçlamalarla ilgili olarak ise susma hakkını kullanmıştır. Soruşturma kapsamında şüpheli sıfatıyla beyanına başvurulan S.İ. susma hakkını kullanırken diğer şüphelilerden B., PKK terör örgütünün faaliyetlerine ilişkin olarak Savcılıkta ayrıntılı açıklamalarda bulunmuştur. B. müdafiinin de hazır bulunduğu ifadesinde özetle 1/10/2011 tarihinde Bingöl'ün Çeltiksuyu köyü sınırlarında yapımı devam eden havaalanı şantiyesine PKK terör örgütü tarafından gerçekleştirilen saldırıyı kendisinin planladığını, bu saldırıyı başvurucu ile birlikte gerçekleştirdiklerini beyan etmiştir. Soruşturma sonucunda düzenlenen 6/2/2012 tarihli fezleke, yetkili ve görevli mahkemede dava açılması amacıyla Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (CMK mülga madde ile yetkili) (Başsavcılık) gönderilmiştir. Başsavcılığın 28/3/2012 tarihli iddianamesi ile başvurucunun da aralarında yer aldığı şüpheliler hakkında devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, silahlı terör örgütüne üye olma, kamu görevlisini öldürmeye teşebbüs ve sair suçlardan kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucunun 5/8/2011, 19/8/2011, 21/9/2011 ve 1/10/2011 tarihlerinde Bingöl'de PKK terör örgütü mensuplarınca kolluk görevlilerine karşı düzenlenen saldırı, patlayıcı madde atma, hava alanı şantiyesi basarak işçileri alıkoyma, kara yoluna patlayıcı madde döşeme gibi çok sayıda eylemde yer aldığı iddia edilmiştir. Öte yandan başvurucu 20/3/2012 tarihinde asayiş ve güvenlik nedeniyle Diyarbakır D Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile yetkili) E.2012/197 sayılı dosyası üzerinden görülen yargılamanın ilk oturumu 18/7/2012 tarihinde yapılmıştır. Duruşma tutanağına göre başvurucu, duruşmada hazır bulunarak kendisine yöneltilen sorulara Kürtçe açıklamalarda bulunmuş; PKK terör örgütü lehine slogan atması üzerine duruşma salonundan çıkarılmıştır. Bu duruşmada başvurucuya ve huzurda bulunan diğer sanıklara iddianame okunmuş ve atılı suçlar anlatılmıştır. Başvurucunun müdafii bulunmadığından savunması alınamamış ve oturum 24/1/2013 tarihine ertelenmiştir. Duruşmanın 24/1/2013 tarihli oturumunda duruşma salonunda hazır bulundurulan başvurucuya savunması sorulmuştur. Başvurucu, müdafii eşliğinde Kürtçe olarak savunma yapmayı tercih etmiştir. 24/1/2013 tarihli duruşma tutanağına göre başvurucunun soruşturma aşamasında Türkçe savunma yaptığı, dolayısıyla Türkçe bildiği gözetilerek savunmasını Türkçe yapması yönünde başvurucu uyarılmış, başvurucu ise Kürtçe cevap vermiştir. Tutanakta; dosya içinde yer alan tanık beyanlarının, yer gösterme tutanaklarının, ekspertiz raporlarının, fotoğraf teşhis tutanaklarının, müşteki beyanlarının, Olay Yeri Görgü ve Tespit Tutanaklarının, müşterek sanık beyanlarının, doktor raporlarının ve diğer belgelerin ayrı ayrı başvurucuya okunarak başvurucunun beyanının sorulduğu, başvurucunun ise Kürtçe açıklamada bulunmayı sürdürdüğü ifade edilmiştir. Başvurucu, duruşmanın takip eden 28/3/2013, 12/9/2013, 7/11/2013 ve 16/1/2014 tarihli oturumlarında hazır bulundurulmuştur. Duruşma tutanaklarından bu oturumlarda mağdur beyanlarının okunduğu, başvurucunun bu beyanlara karşı kendisine yöneltilen tüm sorulara Kürtçe cevap verdiği anlaşılmaktadır. 16/1/2014 tarihli duruşma tutanağında; başvurucunun diğer sanıklarla birlikte duruşma salonundan çıkmaya çalıştığı, buna izin verilmemesi üzerine kolluk görevlileriyle fiziksel temas kurarak zorla çıkmak istediği, bu sırada slogan atması üzerine duruşma salonundan çıkarıldığı belirtilmiştir. Öte yandan 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) mülga maddesiyle görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması üzerine Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 11/3/2014 tarihli kararı ile dosya Bingöl Ağır Ceza Mahkemesine (Mahkeme) devredilmiştir. Mahkemenin E.2014/145 sayılı dosyasına kaydedilen yargılamanın 20/3/2014 tarihli tensip incelemesinde duruşmanın 13/5/2014 tarihine yapılmasına ve başvurucunun tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumuna müzekkere yazılarak duruşma tarihinde Ses ve Görüntülü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile duruşmaya katılımının sağlanmasına karar verilmiştir. Tensip zaptı başvurucuya, tutuklu bulunduğu Diyarbakır D Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Mahkemeye gönderdiği 12/5/2014 tarihli dilekçesinde dosyada çok sayıda müşteki olduğunu, dosyanın niteliği gözönüne alındığında duruşmanın video konferans yöntemiyle yapılmasının sağlıklı olamayacağını, bu durumun savunma sırasında kendisini de olumsuz etkileyeceğini belirterek SEGBİS aracılığı ile duruşmaya katılmayacağını, duruşma salonunda hazır bulunmak istediğini belirtmiştir. Duruşmanın 13/5/2014 tarihli oturumunda başvurucunun SEGBİS aracılığı ile duruşmaya katılmak istemediğine ilişkin dilekçesi okunmuştur. Mahkemece başvurucunun duruşmada hazır bulunma talebine ilişkin herhangi bir değerlendirmede bulunulmadan duruşma 5/8/2014 tarihine ertelenmiştir. 5/8/2014 tarihli duruşmada başvurucunun tutuklu bulunduğu Diyarbakır D Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu ile video konferans bağlantısı kurulmuştur. Bu bağlantıda infaz kurumu idaresince başvurucunun SEGBİS ile duruşmaya katılmak istemediği bildirilmiştir. Mahkeme, duruşmayı 23/10/2014 tarihine ertelemiş ve duruşma tarihinde başvurucunun yine SEGBİS aracılığı ile duruşmaya katılımının sağlanmasına karar vermiştir. Başvurucu Mahkemeye hitaben gönderdiği dilekçede video konferans yöntemiyle duruşma yapılmasının savunma hakkını ihlal ettiğini ileri sürerek duruşmada bizzat hazır bulundurulmasını talep etmiştir. 23/10/2014 tarihli oturumda başvurucunun SEGBİS aracılığı ile duruşmaya katılmak istemediğine ilişkin dilekçesi okunmuştur. Mahkemece başvurucunun talebi hakkında herhangi bir değerlendirmede bulunulmaksızın duruşma 16/12/2014 tarihine ertelenmiştir. Mahkeme 20/11/2014 tarihli ara kararında başvurucunun duruşma salonunda savunma yapma talebini 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca video konferans yöntemiyle duruşma yapılmasının mevzuata uygun olduğu gerekçesiyle reddetmiştir. Başvurucu 16/12/2014 tarihinde Mahkemeye dilekçe göndererek video konferans yöntemiyle duruşma yapılmasının mahkeme bütünlüğünü bozduğunu ileri sürmüş ve duruşmada hazır bulundurulmasına ilişkin talebini yinelemiştir. Başvurucunun ve müdafiinin hazır bulunmadıkları 16/12/2014 tarihli oturumda dosya mütalaa için Savcılık makamına tevdi edilmiş, bu nedenle duruşma 29/1/2015 tarihine ertelenmiştir. Başvurucu Mahkemeye gönderdiği 29/1/2015 tarihli dilekçesinde video konferans yöntemiyle yürütülen bir yargılamanın objektif bir kararla sonuçlanmasının mümkün olmadığını ileri sürmüş ve duruşmada hazır bulundurulmayı talep etmiştir. 29/1/2015 tarihli oturumda başvurucunun SEGBİS aracılığı ile duruşmaya katılmak istemediğine ilişkin dilekçesi okunmuştur. Başvurucu ve müdafiinin hazır bulunmadığı bu oturumda Cumhuriyet savcısı esas hakkındaki mütalaasını Mahkemeye sunmuştur. Duruşma tutanağından mütalaanın başvurucuya ve müdafiine tebliğ edilmesine karar verildiği anlaşılmaktadır. Mahkeme, mütalaaya karşı beyanlarının ve savunmasının alınabilmesi için başvurucunun gerekirse zor kullanılmak suretiyle SEGBİS aracılığı ile duruşmaya katılımının sağlanmasına karar vererek duruşmayı 5/3/2015 tarihine ertelemiştir. Başvurucu 5/3/2015 tarihli dilekçesinde yargılamanın hiçbir aşamasında savunma yapamadığını, ana dilde savunma yapmasına da izin verilmediğini, video konferans yöntemiyle kendisini sağlıklı bir şekilde savunmasının mümkün olmadığını belirterek duruşma salonunda hazır bulundurulmayı talep etmiştir. 5/3/2015 tarihli oturumda başvurucunun SEGBİS aracılığı ile duruşmaya katılmak istemediğine ilişkin dilekçesi okunmuştur. Bu oturumda başvurucu müdafiinin duruşmaları takip etmediği gerekçesiyle başvurucuya yeni bir müdafi atanması hususunda baroya müzekkere yazılmasına karar verilerek duruşma 24/3/2015 tarihine ertelenmiştir. Başvurucu Mahkemeye gönderdiği 24/3/2015 tarihli dilekçesinde ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya katılmak istemediğini belirtmiştir. 24/3/2015 tarihli son oturuma başvurucunun SEGBİS aracılığı ile katılımı sağlanmıştır. 24/3/2015 tarihli duruşma tutanağına göre ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya iştiraki sağlanan başvurucunun örgüt kurucusu lehine slogan atarak SEGBİS odasını terk etmesi üzerine yokluğunda duruşmaya devam edilmiştir. Mahkemenin 24/3/2015 tarihli kararı ile başvurucunun kişiyi yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle kasten öldürmeye teşebbüs, nitelikli yağma, devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, cebir veya hile kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, mala zarar verme, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma ve resmî belgede sahtecilik suçlarından mahkûmiyetine hükmedilmiştir. Başvurucu, yargılamada toplam yirmi üç celse yapıldığını, bu celselerin hiçbirinde savunma yapmadığını, esas hakkındaki savunması alınmadan hüküm verildiğini, kabul etmediği hâlde duruşmalara SEGBİS aracılığı ile katılımının sağlanmaya çalışıldığını belirterek 2/4/2015 tarihinde hükmü temyiz etmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 18/10/2016 tarihli tebliğnamesinde başvurucunun çeşitli tarihlerde ceza infaz kurumundan gönderdiği dilekçeler ile ısrarla mahkemede bizzat hazır bulunarak, yüz yüze savunma yapmak istediğini ifade ettiğini, ayrıca üzerine atılı suçlar ve ceza miktarları da dikkate alındığında başvurucuya müdafiinin yanında, bizzat mahkeme huzurunda savunma yapma imkânı sağlanması gerektiğini, bu imkân sağlanmadan mahkumiyet hükümleri kurulmasının kanunu aykırı olduğunu belirterek hükümlerin bozulmasını talep etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 24/1/2017 tarihli kararı ile başvurucu hakkında adam öldürmeye teşebbüs suçundan kurulan hüküm bozulmuş; diğer suçlardan kurulan hükümler ise onanmıştır. Kararda "2016 tarihinde yürürlüğe giren 667 sayılı KHK'nın 6/1-i. maddesindeki "Hâkim veya mahkemenin uygun gördüğü durumlarda, aynı anda görüntülü ve sesli iletişim tekniğinin kullanılması suretiyle şüpheli veya sanığın sorgusu yapılabilir veya duruşmalara katılmasına karar verilebilir" hükmü karşısında, tebliğnamedeki, SEGBİS aracılığıyla duruşmalara katılımı sağlanan sanıklar Ramazan Yıldırım, (...) ın bizzat mahkeme huzurunda savunma yapmalarının sağlanması yönündeki (2) nolu bozma görüşüne iştirak edilmediği" belirtilmiştir. Başvurucu kesinleşen hükümlerden 23/3/2017 tarihinde haberdar olmuştur. Başvurucu 18/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk kaynakları için bkz. Şehrivan Çoban [GK], B. No: 2017/22672, 6/2/2020, §§ 38 - Yargıtay Ceza Dairesinin 5/3/2019 tarihli ve E.2018/153, K.2019/2782 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"15/08/2017 tarihinde yürürlüğe giren 694 sayılı KHK'nın maddesiyle CMK'nun maddesinde yapılan ve 01/02/2018 tarihli 7078 sayılı Yasa'nın maddesiyle aynen kabul edilen değişiklikle;Hakim veya mahkemenin zorunlu gördüğü durumlarda, aynı anda görüntülü ve sesli iletişim tekniğinin kullanılması suretiyle yurt içinde bulunan sanığın sorgusunun yapılabilmesine veya duruşmalara katılabileceğine karar verilebileceği belirtilmiştir.Anılan kanun gerekçesinde de; düzenlemeyle sanığın duruşmada hazır bulunmasının tarafların güvenliklerini tehlikeye düşürmesine veya davanın makul sürede sonuçlandırılmasına engel olması ya da buna benzer başka sebeplerin varlığı ile mahkemece zorunlu görülmesi halinde, yurt içinde bulunan sanığın sorgusunun SEGBİS kullanılmak suretiyle yapılabilmesi veya duruşmalara katılabilmesinin öngörüldüğü, Nitekim YGGK'nın 13/02/2018 tarihli, 2016/16-814 Esas, 2018/42 Karar sayılı ve 27/02/2018 tarihli, 2017/16-33 Esas, 2018/74 Karar sayılı ilamlarında da, yukarıda belirtilen kanun değişikliği itibarıyla hakim veya mahkemenin zorunlu gördüğü durumlarda alt sınırı beş yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan yargılanan ve mahkeme huzuruna getirilme talebi bulunan sanığın SEBGİS yöntemi ile sorgusunun yapılmasına ve duruşmalara katılımına karar verilmesinin bozma sebebi oluşturmayacağına karar verilmiştir.Bozma sonrasında SEGBİS sistemi aracılığıyla ifade vermek istemeyen sanıkların sorgularının, kanun gerekçesinde de belirtildiği gibi zorunlu görülen tarafların güvenliklerinin tehlikeye düşmesi veya davanın makul sürede sonuçlandırılmasına engel olması gibi hangi durumların gözönünde bulundurulduğu açıklanıp belirtilmeden duruşmada hazır bulundurulmayıp SEGBİS aracılığıyla sorguları yapılarak mahkumiyetlerine karar verilmesi suretiyle savunma haklarının kısıtlanması,Bozmayı gerektirmiş...[tir.]"
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/21960
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) duruşmada hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya katılımının sağlanmaya çalışılması nedeniyle duruşmada hazır bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli (1) numaralı tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuşlardır. Konularının aynı olması sebebiyle ekli (1) numaralı tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2020/19332 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/19332 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı haklarında yürütülen hukuk yargılamalarının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/19332
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, otoyoldan kaynaklı olarak taşınmazda meydana gelen zararın karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formlar ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: İzmir'in Balçova ilçesi Balçova Mahallesi 429 ada 27 parselde kayıtlı olan 143 m² yüz ölçümlü ve üç katlı kârgir bina vasıflı taşınmaz başvurucu Serpil Koçan ile başvurucuların murisi adına tapuda kayıtlıdır. İzmir şehir içi trafiğini rahatlatmak için 1988 yılında İzmir çevre yolu yapımına başlanmıştır. Bu kapsamda İzmir-Çeşme arasındaki bağlantının sağlanması için yapılan otoyol üzerinde 6/8/2002 tarihinde Balçova ilçesinde 1,5 kilometrelik viyadük inşa edilmiştir. Başvurucular 15/7/2016 tarihinde Karayolları Genel Müdürlüğüne (Karayolları), Balçova Belediye Başkanlığına (Balçova Belediyesi) ve İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığına (İzmir Belediyesi) müracaat etmiştir. Başvurucular, taşınmazın otoyol kenarındaki yeşil alanda kaldığını belirterek 6/6/1972 tarihli ve 1593 sayılı mülga Erişme Kontrollü Karayolu Kanunu çerçevesinde kamulaştırılması veya başka bir taşınmazla takas edilmesini ya da yapılaşma hakkı verilmesini talep etmiştir. Karayolları 9/3/2016 tarihinde taşınmazın otoyol kamulaştırma sınırı dışında kaldığı ve taşınmaza fiilî veya hukuki bir el atma bulunmadığını belirterek talebi reddetmiştir. İzmir Belediyesi 26/7/2016 tarihinde taşınmazın imar planında konut alanında kaldığını, yapılaşma hakkı bulunduğunu ve kamulaştırılmasının mümkün olmadığını belirterek başvurucuların talebini reddetmiştir. Balçova Belediyesi ise başvurucuların talebine cevap vermemiştir. Başvurucular 30/9/2016 tarihinde İzmir Belediyesi, Balçova Belediyesi ve Karayolları aleyhine taşınmaz bedeli olarak 000 TL tazminatın ödenmesi talebiyle tam yargı davası açmıştır. Başvurucular dava dilekçesinde; imar planında taşınmazın konut alanı olarak ayrılmasına rağmen önünden geçen İzmir-Çeşme otoyolu nedeniyle fiilen konut olarak kullanılmasının mümkün olmadığını ileri sürmüştür. Başvurucular otoyoldan kaynaklı ses ve ışık kirliliği ile sarsıntılar nedeniyle sürekli olarak taşınmazın duvarlarının çatladığını, boyasının döküldüğünü, manzarasının kapandığını, güneş ışığı alamadığını ve köprü altına dönüşen bina önünün tekinsiz bir hâle geldiğini açıklamışlardır. Başvurucular, taşınmazda ikamet edilmesi veya taşınmazın kiraya verilmesi imkânının ortadan kalktığını ve değerli bir konumda olan taşınmazın kamulaştırılması gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucular, kısıtlamaların ve oluşan zararın tespiti için taşınmaz üzerinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmasını istemiştir. İzmir İdare Mahkemesi (Mahkeme) 22/12/2017 tarihinde davayı esastan reddetmiştir. Mahkeme kararının gerekçesi şu şekildedir:i. 1593 sayılı mülga Kanun'un maddesinde, "Erişme kontrollü karayolunun yapımı, gelişmesi ve çevresinin korunması ve düzenlenmesi için gereken genişlikte arazi şeridi kamulaştırılır ve bu maksatla yapılan kamulaştırmalarda 6830 sayılı Kanun'un 23 üncü maddesi uygulanmaz." hükmünün yer aldığı açıklanmıştır.ii. Taşınmazın otoyol kamulaştırma sınırının dışında kaldığı, erişime kontrollü saha içinde yer almadığı, fiilen yol içinde kalmadığından hukuki ve fiilî el atmanın oluşmadığı belirtilmiştir.iii. Ayrıca taşınmazın imar planında A-3 (ayrık nizam 3 kat) konut adası yapı tarzında planlandığı ve yapılaşma hakkının bulunduğu, taşınmazın üzerinde de imar planına uygun ruhsatlı yapının yer aldığı, taşınmazda mülkiyet hakkının kullanılmasını engelleyen hukuki kısıtlılık hâlinin bulunmadığı ve yürürlükte bulunan imar planlarından kaynaklanan bir zararın da oluşmadığı vurgulanmıştır.iv. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nda idarelerin kamu hizmetlerinin yürütülmesi amacıyla ihtiyaç duydukları taşınmazlar hakkında kamulaştırma işlemlerini yapabilmesine imkân verildiğine işaret edilerek taşınmazda idarelerin kamulaştırma zorunluluğunun olmadığı ve mülkiyet hakkının kısıtlanmasına ilişkin zararın da bulunmadığı belirtilerek oluştuğu iddia edilen zararların idareler tarafından tazminine hukuken olanak bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucular 23/3/2018 tarihinde istinaf başvurusunda bulunmuştur. Başvurucular istinaf dilekçesinde; otoyol nedeniyle meydana gelen zararın tazmin edilmesi gerektiğini, taşınmaz üzerinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmadığından zararın tespit edilemediğini ve diğer iddialar ele alınmadan imar planı değerlendirmesi ile sınırlı inceleme yapıldığını ileri sürmüştür. İzmir Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 25/9/2018 tarihinde Mahkeme kararını usul ve hukuka uygun bulduğunu belirterek istinaf başvurusunu kesin olmak üzere reddetmiştir. Nihai karar başvuruculara 22/10/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 21/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Nazife Başkan, B. No: 2016/69236, 3/7/2019, §§ 15-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/34588
Başvuru, otoyoldan kaynaklı olarak taşınmazda meydana gelen zararın karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, askerlik hizmetinden kaynaklanan psikiyatrik rahatsızlık nedeniyle oluşan zararların tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1994 yılında zorunlu askerlik hizmetini Şırnak Silopi'de bulunan askerî birlik emrinde yerine getirmekte iken terör örgütüne karşı yürütülen bir operasyon sırasında askerlerden birinin mayına basması neticesinde meydana gelen patlamada yaralanmıştır. Aynı olayda on üç asker de şehit olmuştur. Yapılan tedavisinin ardından yeniden birliğine katılan başvurucu 1/10/1994 tarihinde askerlik hizmet süresini tamamlayarak terhis edilmiştir. Kendi ifadesine göre başvurucu, askerlikten sonra birtakım psikolojik sıkıntılar yaşamakla birlikte 2011 yılı Kasım ayına kadar herhangi bir psikiyatrik tedavi görmemiştir. Başvurucu 2011 yılı Kasım ayında alkol koması şikâyetiyle Gülhane Askeri Tıp Akademisi Asker Hastanesi (GATA) Acil Servisine kaldırılmıştır. Başvurucunun burada yapılan muayenesi sırasında belirttiği askerlik yaptıktan sonra alkol almadan uyuyamama, intihar teşebbüsü gibi vakıalardan hareketle rahatsızlığının askerlik döneminden kaynaklanabileceği şüphesiyle polikliniğe başvurması önerilmiştir. Başvurucu, GATA Komutanlığının 9/1/2012 tarihli muayene sonuç raporuna istinaden aynı tarihte Askerlik Şubesine yaptığı müracaatla GATA'ya sevkini talep etmiştir. Askerlik Şubesi Başkanlığı, Millî Savunma Bakanlığının 11/3/2010 tarihli "Terhislerinden Sonra Asker Hastanesine Sevk Edilen Yükümlüler" konulu emri kapsamında, rahatsızlığının askerliğin sebep ve tesiri ile meydana gelip gelmediğinin tespiti için başvurucuyu GATA Psikiyatri Servisine sevk etmiştir. Burada yapılan muayenesi ve akabinde bir yılı aşkın süreyle takibinin ardından düzenlenen 1/3/2013 tarihli sağlık kurulu raporu ile başvurucu hakkında "kronik nitelik kazanmış travma sonrası stres bozukluğu, 16/D/1 tanısı ile askerliğe elverişli olmadığı, hastalığın oluşmasında askerlik görevinin sebep ve tesirinin bulunduğu" yönündetespit yapılmıştır. Söz konusu rapor 26/4/2013 tarihinde onaylanarak kesinleşmiştir. Akabinde Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi Engelli Sağlık Kurulunca düzenlenen 18/7/2013 tarihli sağlık raporunda "tedavi ile işlevselliği düzelmeyen, travma sonrası stres bozukluğu" tanısı ile başvurucunun engel oranı%70olarak belirlenmiştir. Başvurucu, söz konusu raporun düzenlenmesinin ardından 24/7/2013 tarihinde idareye başvurmuş ve askerlik sebebiyle söz konusu rahatsızlığının oluştuğunu belirterek tazminat talebinde bulunmuştur. İdare, başvurucunun talebini zımnen reddetmiştir. Bunun üzerine başvurucu 21/11/2013 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) tam yargı davası açmıştır. AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme), oyçokluğuyla verdiği kararladavayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. 12/3/2014 tarihli kararda öncelikle davanın idari eylemden doğan bir tam yargı davası niteliğinde olduğu tespit edilmiştir. Kararın gerekçesinde ayrıca, başvurucunun maruz kaldığını ileri sürdüğü idari eylem nedeniyle en geç terhis edildiği 1/10/1994 tarihinden itibaren bir yıl içinde ve her hâlükârda eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde zorunlu idari başvuruda bulunması gerekirken bu süreler geçtikten sonra 24/7/2013 tarihinde idareye başvurduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla idareye süresinde yapılmayan başvurunun zımnen reddi üzerine 21/11/2013 tarihinde açılan davanın süresinde olmadığı ifade edilmiştir. Karşıoyda ise davanın süresinde olup olmadığına karar verilebilmesi için öncelikle tıbbi bilirkişi incelemesi yaptırılması veya başvurucunun GATA'ya sevk edilerek hakkında ayrıca bir rapor düzenlettirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Yaptırılacak bu inceleme yolu ile başvurucunun rahatsızlığının ne zaman oluştuğu veya oluşabileceği, bu rahatsızlığın terhisten sonra müracaatı hâlinde tespit edilip edilemeyeceği veya terhisten ne kadar zaman sonra bu rahatsızlığın bir hastaneye müracaatı gerektirecek seviyeye gelebileceği, 1994 ile 2012 yılları arasındaki süreçte bu rahatsızlığa neden olabilecek başka faktörler bulunup bulunmadığı hususlarının ortaya konulması gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Mahkemenin 9/7/2014 tarihlikararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 5/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Kanunlar 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir." Danıştay İçtihadı Danıştay Onuncu Dairesinin 4/11/2011 tarihli ve E.2008/7182, K.2011/4711 sayılı kararı şöyledir:"Bir eylemin idariliği ve doğurduğu zarar bazı durumlarda eylemin gerçekleşmesiyle, kimi zaman da değişik araştırma ve incelemelerden, hatta ceza davalarından sonra ortaya çıkabilmektedir.Özelikle, kamu görevlilerinin idari tasarrufta bulunurken uyulması zorunlu görülen kurallara uymamaları nedeniyle kendilerine izafe edilebilecek nitelikte olmakla birlikte, resmî yetkilerin kullanımı sırasında gerçekleştiği için idaresinden de ayrılamayan görev kusurlarından doğan zararın tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, zararın, kamu görevlisinin kişisel kusurundan mı, görev kusurundan mı kaynaklandığının ceza muhakemesi sonucunda belirlenmesiyle ortaya çıkabilmektedir.Bu nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin ve doğurduğu zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, dava açma yolunun kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini olumsuz etkileyeceğini belirtmek gerekir. Anılan Yasa hükmünde öngörülen tam yargı davalarının, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik olması sebebiyle davanın açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur." Danıştay Onbeşinci Dairesinin 31/5/2016 tarihli ve E.2016/4241, K.2016/3896 sayılı kararı şöyledir:"[2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinde], idareye başvuru için öngörülen en geç beş yıllık sürenin hangi tarihten itibaren başlatılacağı zaman zaman duraksamalara yol açtığından, bu hususun irdelenmesi gerekmektedir.Tam yargı davaları, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle, tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur. İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir davranışı, bir tutumu veya hareketsizliği; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları ifade etmektedir. Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir. ...Bu itibarla, 2577 sayılı Kanun'un 13'üncü maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürenin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan, ... bir mahkeme tarafından, ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında ifade edilen hakkın kurucu unsurlarından birinin mahkemeye erişim hakkı olduğunu belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36). Mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin maddesinde yerini bulan güvencelerin doğal bir parçası olup (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B. No: 54252/07, 16/6/2009, § 52) bu kapsamda (1) numaralı fıkra, herkesin kişisel hakları ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını bir mahkeme veya bir yargı yeri önüne çıkarma hakkını güvence altına alır (Golder/Birleşik Krallık, § 36). Mahkemeye erişim hakkı, niteliği gereği devlet tarafından düzenleme yapılmayı gerektirdiğinden mutlak bir hak olmayıp sınırlamalara tabidir. AİHM'e göre bu hak, Sözleşme'nin tanımlamaksızın kabul ettiği bir hak olduğundan bir hakkın kapsamını belirleyen (çerçevesini çizen) sınırlardan başka sınırlamalara da tabi olabilir. Ancak hiçbir durumda bu sınırlamalar hakkın özünü zedelememelidir (Golder/Birleşik Krallık, § 38). Ayrıca bu sınırlama meşru bir amaç izlemeli ve kullanılan araçlarla gerçekleştirilmek istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi bulunmalıdır, aksi takdirde sınırlama maddenin (1) numaralı fıkrasıyla bağdaşmaz (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78,28/5/1985, § 57). Temyize başvurma, dava açma gibi usul kurallarına ilişkin kanunlarda birtakım sürelerin öngörülmesi, hukuksal güvenlik ilkesi ve mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan ve eksik olan kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet etmektedir (Stubbings ve digerleri/Birleşik Kralık, B. No: 22083/93, 22/10/1996, § 51). Süre koşulu gibi dava açmaya ilişkin usul koşulları birden fazla yoruma neden olabilecek nitelikte ise mahkemeye erişim hakkı kapsamında o yorumlardan birinin davayı açmak isteyen kişileri engelleyecek şekilde katı bir şekilde kullanılmaması veya söz konusu koşulların katı bir uygulamaya tabi olmaması gerekir (Beles ve diğerleri/Çek Cumhuriyeti, B. No: 47273/99, 12/11/2002, § 51). AİHM, Eşim/Türkiye (B. No: 59601/09, 17/9/2013) kararında süre aşımı nedeniyle davası reddedilen başvurucunun mahkemeye erişim hakkının engellenip engellenmediği hususunu incelemiştir. Söz konusu olayda başvurucu, askerlik hizmetini yerine getirirken 25/9/1990 tarihinde yaşanan bir çatışmada yaralanmış; başvurucunun tedavisi uzunca bir süre devam etmiş ve sonunda 1992 yılında askerlikle ilişiği kesilmiştir. Başvurucu sonraki yıllarda sürekli baş ağrısından ve baş dönmesinden yakınmış, 2004 yılında başında belirlenemeyen metal bir cismin olduğu tespit edilmiş, 2007 yılında GATA'daki muayenesinde başvurucunun başında mermi olduğu anlaşılmıştır. Başvurucu 19/9/2007 tarihinde tazminat almak amacıyla idareye başvurmuş ancak başvurucunun bu talebi reddedilmiştir. Bunun üzerine başvurucunun idare aleyhine maddi ve manevi tazminat istemiyle açtığı davada AYİM söz konusu olayın yaşandığı tarihten itibaren beş yıl içinde dava açılmadığı gerekçesiyle davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir. AİHM anılan kararında, davanın temelinde yer alan konunun aslen beş yıllık süre sınırını başvurucunun yaralandığı tarihten itibaren hesaplayan yerel Mahkeme kararındaki gerekçelendirme olduğunu ifade etmiş; başvurucunun 25/9/1995 tarihinde kafatasındaki mermiden haberdar olmamasının tartışma konusu olmadığından kendisinden beş yıl içinde tazminat davası açmasının beklenmesinin makul olarak değerlendirilemeyeceğine, Mahkemenin nazarında şahsi yaralanmayla ilgili tazminat davalarında dava açma hakkının tarafların uğradığı zararı gerçekte değerlendirebildiğinde kullanılabilmesi gerektiğine hükmetmiş ve AYİM’in süre sınırı hakkındaki katı yorumunun davanın esasının tam olarak incelenmesine engel olması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Eşim/Türkiye, §§ 23, 25, 26). AİHM, Howald Moor ve diğerleri/İsviçre (B. No: 52067/10 ve 41072/11, 11/3/201) başvurusunda daEşim/Türkiye başvurusundaki içtihadını sürdürmüştür. Başvuruya konu olayda başvuranlar, 1965 yılından 1978 yılına kadar çalışma ortamında amyanta (asbest) maruz kalması sebebiyle oluşan hastalık nedeniyle 2005 yılında vefat eden bir teknisyenin eşi ve çocuklarıdır. Olayda hastalığın amyanttan kaynaklandığı 2004 yılında belli olmuş ve başvuranların mirasçısı 25/10/2005 tarihinde işveren aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. İsviçre Federal Mahkemesi, on yıllık zamanaşımı süresinin zararın ortaya çıktığı andan değil olayın oluş anından itibaren başlayacağını belirterek davacının 1995 yılından sonra amyanta maruz kalmadığına, 1995'ten önceki olaylar açısından ise taleplerin zamanaşımına uğradığına karar vermiştir. AİHM söz konusu başvuruda, zamanaşımına ilişkin kuralların amyantın yol açtığı gibi tetikleyici olaylardan ancak yıllar sonra teşhis edilebilen hastalıklardan muzdarip kişilere sistematik olarak uygulanmasının bu kişileri iddialarını mahkemeler önünde ortaya koyma olanağından yoksun bırakma ihtimali bulunduğuna dikkat çekmiştir. AİHM, kişinin belli bir hastalıktan muzdarip olduğunu bilemeyeceğinin bilimsel olarak kanıtlanmış olduğu durumlarda bu gerçeğin zamanaşımı süresinin hesaplanmasında dikkate alınması gerektiğini belirterek zamanaşımı sürelerinin uygulanmasının başvuranların mahkemeye erişimini, söz konusu haklarının özüne halel getirecek derecede kısıtlamış olduğuna karar vermiştir (Howald Moor ve Diğerleri/İsviçre,§§ 77,78).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14426
Başvuru, askerlik hizmetinden kaynaklanan psikiyatrik rahatsızlık nedeniyle oluşan zararların tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması ile irtibatlı olması gerekçesiyle maaş, kıdem ve ihbar tazminatının iadesi istemiyle yapılan başvurunun reddine dair işleme karşı açılan iptal davasında, davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Sınıf öğretmeni olan başvurucu 1/9/2009 tarihi ile 21/7/2016 tarihi arasında Yalova Özel Yücebilgili Okulunda çalışmıştır. Olağanüstü hâl (OHAL) tedbirleri kapsamında 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) maddesinde yapılan düzenlemeyle, millî güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) aidiyeti veya bu örgütle iltisakı, irtibatı belirlenen KHK ekindeki listede yer alan özel öğretim kurum ve kuruluşları kapatılmıştır. Başvurucunun çalıştığı özel okul millî güvenliğe tehdit oluşturduğu, FETÖ/PDY'ye aidiyeti veya bu örgütle iltisaklı, irtibatlı olduğu gerekçeleriyle 667 sayılı KHK hükümleri gereği kapatılmıştır. Başvurucu 9/9/2016 tarihinde Yalova Valiliğine (Valilik) başvurarak özel okulda çalıştığı 7 yıllık döneme ilişkin olan kıdem ve ihbar tazminatının ve çalıştığı son ay olan temmuz ayına ait maaşının ödenmesini talep etmiştir. Valilik 18/4/2018 tarihinde başvurucunun FETÖ/PDY ile iltisaklı olmasını gerekçe göstererek talebini reddetmiştir. Başvurucu talebin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle 22/6/2018 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde, hakkında herhangi bir adli veya idari soruşturma yapılmadan terör örgütü ile iltisaklı suçlamasıyla karşı karşıya bırakılarak tesis edilen işlemin hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. Bursa İdare Mahkemesi (Mahkeme) 26/11/2018 tarihli ara kararıyla başvurucunun FETÖ/PDY ile olan bağlantısını ortaya koyan bilgi ve belgeleri istemiştir. Ancak ara kararına cevap olarak gönderilen bilgi ve belgeleri başvurucuya tebliğ etmemiş ya da inceleme imkânı sağlamamıştır. Mahkeme 29/1/2019 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Olayda, davacının sınıf öğretmen olarak çalıştığı Yalova Ufuk Özel Eğitim Öğretim Tes. İşl. Tic. A.Ş.'ye bağlı Yalova Özel Yücebilgili Okulu'nun 667 sayılı Kanun Hükmüne Kararname kapsamında kapatılarak malvarlığının Hazineye devredilmesinden sonra davacının çalıştığı okulu da kapsayan istihkak taleplerinin değerlendirilmesine ilişkin olarak bir rapor hazırlandığı, söz konusu raporun '1 Özlük Hakkı Talepleri Reddedilmesi Gereken Çalışanlar' başlıklı kısmında davacının da ismine yer verilerek FETÖ/PDY iltisaklı olduğunun belirtildiği görülmektedir. Bu kapsamında davacı hakkında, FETÖ/PDY ile iltisakının veya irtibatına ilişkin olarak yapılan araştırma sonucu elde edilen bilgilerin istenilmesine ilişkin 26/11/2018 tarihli ara kararımız üzerine gönderilen belgelerden davacının FETÖ/PDY'ye iltisakı ve irtibatının bulunduğu kanaatine varılmıştır.Bu durumda, FETÖ/PDY'ye iltisakı ve irtibatının bulunduğu tespit edilen davacının, 667 sayılı KHK ile kapatılan Yalova Ufuk Özel Eğitim Tesisleri İşletme ve Tic. A.Ş. adlı kurumda öğretmen olarak çalıştığı döneme ait özlük haklarının ödenmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamıştır." Başvurucu, karara karşı 24/4/2019 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. Başvuru dilekçesinde, terör örgütü üyeliğinin hangi delile dayandığının belirsiz olduğunu söylemiştir. Hakkında açılan herhangi bir soruşturma olmamasına rağmen talebinin reddedilmesinin hukuka aykırı olduğundan yakınmıştır. Öte yandan sırf çalıştığı kurum gerekçe gösterilerek talebinin reddedilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini belirtmiştir. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 15/10/2019 tarihinde istinaf talebini kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar başvurucuya 4/12/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 8/2/2007 tarihli ve 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu'nun "Özlük hakları ve sorumluluklar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Kurumlarda çalışan yönetici, öğretmen, uzman öğretici ve usta öğreticiler ile kurucu veya kurucu temsilcisi arasında yapılacak iş sözleşmesi, en az bir takvim yılı süreli olmak üzere yönetmelikle belirtilen esaslara göre yazılı olarak yapılır. Mazeretleri nedeniyle kurumdan ayrılan öğretmen ve öğreticilerin yerine alınacak olanlar ile devredilen kurumların yönetici, öğretmen ve öğreticileri ile bir yıldan daha az bir süre için de iş sözleşmesi yapılabilir.Sosyal yardım kapsamındaki ek ödemeler, bütçe kanunlarıyla resmî okul öğretmen ve personeline sağlanan haklara denk olarak okul öğretmenlerine ve personeline de ödenir. Sosyal yardım kapsamındaki ek ödemelerden gelir vergisi kesilmez.Kurumlardaki ek ders ücreti miktarı, resmî okullar için tespit edilen miktardan az olamaz. Ancak, 8 inci madde uyarınca resmî okul ve kurumlardan ücretli olarak görevlendirilenlere verilecek ek ders ücreti miktarı, resmî okullar için tespit edilen ek ders ücretinin iki katını geçemez. ..." 667 sayılı OHAL KHK'sının "Kapatılan kurum ve kuruluşlara ilişkin tedbirler'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''(1) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen;...b) Ekli (II) sayılı listede yer alan özel öğretimkurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonları...kapatılmıştır.... (3) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği veya iltisakı ya da bunlarla irtibatı belirlenen ve ekli listelerde yer almayan ..., özel öğretim kurum ve kuruluşları...vakıf yükseköğretim kurumları...ilgili bakanlıklarda bakan tarafından oluşturulacak komisyonun teklifi üzerine bakan onayı ile kapatılır...." 17/8/2016 tarihli ve 29804 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin "Devir işlemlerine ilişkin tedbirler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:'' (1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan Kanun Hükmünde Kararnameler gereğince kapatılan ve Vakıflar Genel Müdürlüğüne veya Hazineye devredilen kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının her türlü taşınır, taşınmaz, malvarlığı, alacak ve hakları ile belge ve evraklarının (devralınan varlık); her türlü tespit işlemini yapmaya, kapsamını belirlemeye, idare etmeye, avans dahil her türlü alacak, senet, çek ve diğer kıymetli evraka ilişkin olarak dava ve icra takibi ile diğer her türlü işlemi yapmaya, devralınan varlıklarla ilgili olup kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle tevsik edilen borç ve yükümlülükleri tespite ve hiçbir şekilde devralınan varlıkların değerini geçmemesi, ek mali külfet getirmemesi, kefaletten doğmaması ve Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY)’ne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmayan kişilerle gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması şartıyla bu varlıkların değerlendirilmesi suretiyle bunları uygun bir takvim dahilinde ödemeye, kapatılan kurum ve kuruluşların taahhüt ve garanti ettiği ancak vermediği mal ve hizmet bedellerinin ödemesini durdurmaya veya ödemeye, tahsili mümkün olmadığı anlaşılan veya tahsilinde ve takibinde yarar bulunmayan hak ve alacaklar ile taahhüt ve garantilerin tahsilinden vazgeçmeye, her türlü sulh işlemini yapmaya, devralınan varlıklarla ilişkili kredi veya gerçek bir mal veya hizmet ilişkisine dayanan borçlar nedeniyle konulmuş ve daha önce kaldırılmış takyidatları kredinin veya borcun ödenebilmesini sağlamak amacıyla kaldırıldığı andaki koşullarla tekrar koydurmaya ve ihyaya, menkul rehinleri dikkate almaya, devralınan varlıklara konulan takyidatların sınırlarını belirlemeye ve kaldırmaya, finansal kiralama dahil sözleşmelerin feshine veya devamına karar vermeye, devralınan varlıkların idaresi, değerlendirilmesi, elden çıkarılması için gerekli her türlü tedbiri almaya, gerektiğinde devralınan varlıkların tasfiyesi veya satışı amacıyla uygun görülen kamu kurum ve kuruluşlarına devretmeye, devir kapsamında olmadığı belirlenen varlıkları iadeye, kapatılanların gerçek kişiye ait olması halinde devralınacak varlıkların kapsamını belirlemeye, tereddütleri gidermeye, uygulamaları yönlendirmeye, bütün bu işlemleri yapmak amacıyla usul ve esasları belirlemeye, vakıflar yönünden Vakıflar Genel Müdürlüğü, diğerleri yönünden Maliye Bakanlığı yetkilidir.... (4) Birinci fıkra kapsamında tespite konu edilebilecek borç ve yükümlülüklere ilişkin olarak hak iddiasında bulunanlarca bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altmış günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idaresine kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle müracaat edilir. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra yapılacak kapatma işlemlerinde ise altmış günlük süre kapatma tarihinden itibaren başlar. ..."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/1042
Başvuru, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması ile irtibatlı olması gerekçesiyle maaş, kıdem ve ihbar tazminatının iadesi istemiyle yapılan başvurunun reddine dair işleme karşı açılan iptal davasında, davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannamesi üzerinden tarh edilen vergi ve cezalara karşı açılan davanın esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Vergi idaresi, hakkında olumsuz tespit bulunan mükelleflerden yaptığı alışların gerçekliğini ispatlamaması veya beyanlarını düzeltmemesi durumunda özel esaslara alınacağını başvurucuya ihtar etmiştir. Bunun üzerine başvurucu, 2016/4 dönemine ait katma değer vergisine ilişkin olarak ihtirazi kayıtla düzeltme beyannamesi vermiştir. Düzeltme beyannamesine dayanılmak suretiyle başvurucu adına katma değer vergisi ile damga vergisi tarh edilmiş ve vergi ziyaı cezası ile gecikme faizi uygulanmıştır. Başvurucu, söz konusu işlemlere karşı dava açmıştır. İstanbul Vergi Mahkemesince dava kabul edilmiş ve tarhiyatlar iptal edilmiştir. Kararın gerekçesinde özetle başvurucunun ihtirazi kayıtlı beyannameyi özgür iradesiyle verdiğinden söz edilemeyeceği belirtilmiştir. Kararda, sahte fatura kullanıp kullanmadığı hususunda başvurucu nezdinde herhangi bir incelemede bulunulmadığı, sahte fatura kullanıcısı olarak değerlendirilip olumsuz mükellefler listesine alınmama ve katma değer vergisi iadelerinde sorun yaşamama adına ihtirazi kayıtlı olarak başvurucunun verdiği beyannameler üzerine tahakkuk ettirilen katma değer vergisi, damga vergisi, hesaplanan gecikme faizi ve kesilen vergi ziyaı cezasında hukuka uygunluk görülmediği ifade edilmiştir. Davalı idare, bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İkinci Vergi Dava Dairesince (Bölge İdare Mahkemesi) davalı idarenin istinaf başvurusu kabul edilerek mahkeme kararı kaldırılmış ve dava reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde özetle beyanname verme süresi geçtikten sonra verilen beyannameye konulan ihtirazi kaydın, beyanname üzerinden yapılan tahakkuka etkisi olmadığı gibi dava açma hakkı da vermeyeceği belirtilmiştir. Bölge İdare Mahkemesince davanın kabulü yönündeki mahkeme kararı kaldırılarak davanın tahakkuk işlemleri yönünden incelenmeksizin reddine, vergi ziyaı cezası yönünden reddine karar vermiştir. Başvurucu, nihai kararı 21/12/2018 tarihinde öğrenmiş; 16/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2122
Başvuru, ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannamesi üzerinden tarh edilen vergi ve cezalara karşı açılan davanın esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, çekişmeli boşanma davasında gerekçeli kararın geç yazılması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/65422
Başvuru, çekişmeli boşanma davasında gerekçeli kararın geç yazılması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, menkul kıymet alım satım sözleşmesine davalı olarak açılan aynen teslim ve alacak davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi; yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1997-1999 yılları arasında Ş.. Yatırım Menkul Değerler A.Ş. (Şirket, Aracı Kurum) aracılığıyla menkul kıymet alım satımı yapmıştır. Başvurucunun iddiasına göre Aracı Kurumun hesap özetlerini düzenli olarak göndermemesi üzerine başvurucu talepte bulunmuş, Aracı Kurum nakit ve hisse senetlerine ilişkin portföy dökümünü en son 18/10/1999 tarihinde başvurucuya bildirmiştir. Başvurucu, 4/5/2000 tarihinde İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı davada, Aracı Kurumda hesaplarla hisse senetleri işlem müdürü olarak görev yapan A.A.nın ilgilendiğini, yatırım işlemlerini telefon talimatı ile yaptırdığını, hesaplardan hisse senedi satışları ve alışları açısından para transferleri olduğu gibi kendisi tarafından nakit çekimlerinde bulunduğunu, süreç içindeki işlemlerden A.A.nın devamlı olarak kendisini bilgilendirmediğini ve sonradan yazılı olarak faks ile bilgileriilettiğini, A.A.nın Şirket'i terk ederek kaçtığını öğrenmesi üzerine Aracı Kurumdan hesap bakiyesi istediğini, ancak hesapta herhangi bir alacağın olmadığının söylendiğini belirterek kendisine ait hisse senetlerinin aynen teslimine, olmadığı takdirde bedelinin Aracı Kurumdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Buna karşın Aracı Kurum tarafından 24/9/2003 tarihinde İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinde açılan davada, Şirket çalışanı A.A.dan alınan belgenin geçerliliğinin olmadığı, başvurucunun böyle bir portföyünün bulunmadığı, A.A.nın bir kısım müşterilerle işbirliği içerisinde hareket ederek gerçeğe aykırı belgeler düzenlediği, başvurucunun yaptığı işlemler nedeniyle Şirket'in zarara uğradığı, şahısların hesabından başvurucunun hesabına gönderilen ve şahıslarca kabul edilmediği için Şirket tarafından ödenen paralar nedeniyle başvurucunun Aracı Kuruma borcu olduğu iddia edilerek başvurucudan alacak talebinde bulunulmuş, dosya 27/2/2004 tarihinde İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinde açılan dosya ile birleştirilmiştir. Başvurucu, yargılama devam ederken 7/10/2004 tarihinde İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı davada, önceki davaya (bkz. § 10) konu olan senetlerin temerrüt tarihi itibarıyla nakit karşılığının Aracı Kurumdan tahsilini talep etmiş ve dosya 21/10/2004 tarihinde İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinde açılan dava dosyası ile birleştirilmiştir. İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesi 12/12/2005 tarihli kararında, 18/10/1999 tarihinde Aracı Kurum kaşesi basılarak yetkili imzalı olarak başvurucuya verilen belgede imzası bulunan A.A.nın o tarihte Aracı Kurumun hisse senedi işlemleri müdürü olarak görev yaptığını ve birinci derece imza yetkisine sahip olduğunu, bu açıdan belgenin Aracı Kurumu hukuken bağlayacağını belirterek bilirkişi raporu doğrultusunda başvurucunun açtığı esas davayı tümden, birleşen davayı kısmen kabul etmiş ve Aracı Kurumun açtığı davayı ise reddetmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 5/7/2007 tarihli kararında, dava dışı A.A.nın Aracı Kurum tarafından birinci derecede yetkili kılındığı, bu nedenle başvurucunun dayandığı belgelerin Şirket'i temsilen A.A. tarafından imzalandığının kabulünün gerekeceği, Sermaye Piyasası Kurumunun (SPK) Seri: 5 No: 6 sayılı Aracılık Faaliyetlerinde Belge ve Kayıt Düzeni Hakkında Tebliğin madesinde sayılan belgelerin örnek olarak gösterilen belgeler olduğu, davalı Şirket'in cihazından gönderilen belgelerin başvurucu lehine delil teşkil edeceği ancak bu belgelerin aksinin başka delillerle kanıtlanmasının mümkün olduğu, Mahkemece davalının çalışanının İstanbul'dan Ankara'ya gelmek suretiyle başvurucunun ilgilisi olduğu Şirket'e ait "DiaMed" antetli kağıda yazdığı 14/10/1999 tarihli yazının A.A.nın Cumhuriyet Savcılığı ve Sulh Ceza Mahkemesindeki beyanları gözetilerek Aracı Kurumu bağlayıp bağlamayacağı, başvurucunun tüm paraları banka havalesi yoluyla gönderdiği iddiası dikkate alınarak davalı Şirket tarafından başvurucunun banka hesabına geri gönderilen paraların miktarları da kıyaslanarak başvurucu lehine delil teşkil eden davalı Şirket cihazından gönderilen belgeler ile tarafların tüm iddia ve savunmaları değerlendirilerek karar verilmesi gerektiği belirtilerek hüküm bozulmuştur. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 25/12/2007 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bozma sonrası yargılama devam ederken Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Birinci Dairesinin 16/5/2011 ve 15/7/2011 tarihli kararları ile dosya İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesine (Mahkeme) devredilmiştir. Mahkeme 24/11/2011 tarihli kararında, başvurucunun hesabında yapılan hisse senedi alım satım işlemlerinin incelenmesinde; toplam 15 harekette olmak üzere 5 ayrı hisse senedinde işlem yapıldığı ve alınan hisse senetlerinin aynı miktarda tekrar satıldığı, hesaba fiziken ya da virman yoluyla hisse senedi girmediği gibi hesaptan fiziki hisse senedi ya da hisse virmanı olmadığı, başka bir anlatımla alım satımların denk olduğu, bu nedenle hesapta herhangi bir hisse senedinin mevcut olmadığı, başvurucunun Şirket nezdindeki hisse senedi portföy hesabında dava dilekçesinde belirttiği hisse senedi mevcudunun bulunduğu yönünde bir tespit yapılamadığı, Şirket ve başvurucu tarafından birbirlerine gönderilen paraların kıyasına göre Şirket'in fazla gönderdiği tutarın 170,82 TL olduğu belirtilerek başvurucu tarafından açılan asıl ve birleşen davanın reddine, Şirket tarafından açılan birleşen davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/11/2013 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 12/6/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı 6/8/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 2/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14339
Başvuru, menkul kıymet alım satım sözleşmesine davalı olarak açılan aynen teslim ve alacak davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi; yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, gösterilere müdahale sırasında gaz fişeği kapsülünün isabet etmesi sonucu yaralanma meydana gelmesi ve buna ilişkin ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 11/8/2017 ve 23/7/2019 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurular ve belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Aralarında hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2019/25684 numaralı bireysel başvuru dosyasının 2017/32078 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin 2017/32078 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nden (UYAP) elde edilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler İstanbul Valiliği 18/1/2013 tarihli ve 800 sayılı yazılarıyla 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun maddesi uyarınca İstanbul'daki Taksim Meydanı'nın toplantı ve gösteri yürüyüşü alanlarından biri olarak belirlenmemesine rağmen TÜRK-İŞ Konfederasyonu ile birçok sendika ve sivil toplum kuruluşu 1 Mayıs'ın Taksim Meydanı'nda kutlanacağını kamuoyuna bildirmiştir (İbrahim Akan, B. No: 2014/10628, 16/11/2016, §§ 9, 10). İstanbul Valiliği, 1 Mayıs'ın Taksim Meydanı'nda kutlanmasına izin vermemiştir. Anılan Valilik kararına rağmen göstericiler 1 Mayıs 2013 günü Taksim Meydanı'na girmeye çalışmışlardır. Bunun üzerine kolluk, göstericilere müdahale etmiş; göstericiler ve kolluk mensupları arasında yaralananlar olmuştur. Ayrıca bazı göstericiler tarafından özel kişilerin ve kamunun mallarına zarar verilmiştir (İbrahim Akan, §§ 11-12).B. Başvurucunun Yaralanması ve Sonrasındaki Soruşturma Süreci İddiasına göre başvurucu 1/5/2013 tarihinde ablasının evine giderken o bölgede gösterilere müdahale etmekte olan kolluk kuvvetlerinin attığı gaz kapsülünün gözüne isabet etmesi sonucunda yaralanmış, İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Hastane) kaldırılmış ve sol gözünden ameliyata alınmıştır. Başvurucu hakkında 7/5/2013 tarihinde düzenlenen geçici raporda başvurucunun 1 Mayıs gösterileri sırasında çıkan olaylarda sol gözünden yaralandığı ve 112 tarafından hastaneye getirildiği belirtilmiştir. Başvurucunun yaralanmasına ilişkin olarak İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 17/1/2014 tarihli raporunun ilgili kısmı ise şöyledir:"...Kişide göz perforasyonuna neden olan yaralanmasının;1-Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞI,2-Kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif OLMADIĞI,3-Kişide kemik kırığı tarif edilmediği,4-Sol kaştaki yaralanmasının yüzde sabit iz niteliğinde OLDUĞU,5-Sol göz kaybına neden olan yaralanmasının duyularından birinin işlevinin sürekli yitirilmesi niteliğinde OLDUĞU kanaatini bildiri rapordur." Anılan yaralanmaya ilişkin olarak başvurucu 11/7/2013 tarihinde Başbakan, İçişleri Bakanı, İstanbul Valisi, İstanbul İl Emniyet Müdürü ve doğrudan eylemi gerçekleştiren kolluk görevlileri hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) şikâyetçi olmuştur. Savcılık, başvurucunun yaralanması nedeniyle yürütülen soruşturmayı protesto gösterileri kapsamında farklı tarihlerde meydana gelen birçok olay hakkında yürütülen ayrı bir soruşturma (ana soruşturma) ile birleştirmiştir. Kolluk amirleri, Vali, İçişleri Bakanı ve Başbakan hakkında yaptığı şikâyet nedeniyle açılan soruşturma, görevli polis memurları hakkında yapılan şikâyet nedeniyle açılan soruşturmadan ayrı olarak yürütülmüştür. Anılan soruşturma süreci tamamlandıktan sonra başvurucunun bu soruşturmaya ilişkin şikâyetleri, başvurucu tarafından daha önce bireysel başvuruya konu edilerek 2014/10628 numaralı başvuru dosyasında 16/11/2016 tarihinde incelenmiş ve açıkça dayanaktan yoksun olduğu değerlendirilerek kabul edilemez bulunmuştur. Savcılık, Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen olaylarla ilgili tüm şikâyetlerin bir arada değerlendirilmesi nedeniyle başvurucunun yaralanması olayı hakkında yürütülen soruşturmanın sürüncemede kaldığı sonucuna varmış ve 21/5/2015 tarihinde başvurucuyla ilgili soruşturmayı ana soruşturmadan ayırmıştır. Başvurucunun yaralanmasına doğrudan neden olan kolluk görevlileri hakkındaki soruşturmada görevi kötüye kullanma suçu değerlendirilmesi yapılarak 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun kapsamında soruşturma izni verilmesi talep edilmiştir. İstanbul Valiliğinin 28/10/2015 tarihli kararıyla kolluk görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"... Müşteki şahsın Emniyette ve Savcılıkta vermiş olduğu ifadelerde iddia ettiği olayın gerçekleştiği yeri tam nokta olarak belirtememiş olması nedeniyle olayla ilgili varsa işyeri ya da güvenlik kamera kayıtlarına, Mobese kamera kayıtlarına ya da bilgi belgelere ulaşılamadığı, ayrıca şikayetçi şahsın ifade vermek için de gelmediği,Konu ile ilgili olarak olayın gerçekleştiği iddia edilen bölgeden sorumlu Şişli Feriköy Polis Merkezi Amirliği, Şişli İlçe Emniyet Müdürlüğü, Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü ve Koordinasyon Şube Müdürlüğü ile yapılan yazışma ile olay günü o bölgede görevli personelin listesi istenilmiş olup, gönderilen cevabi yazıların incelenmesi sonucunda olaya vakıf ya da olayda şüpheli olabilecek görevli personel tespiti yapılamadığı anlaşılmıştır.Bu nedenle, 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkındaki Kanunun Maddesi gereğince; İstanbul Emniyet Müdürlüğü Görevlileri hakkında “SORUŞTURMA İZNİ VERİLMEMESİNE ..." Başvurucu anılan karara itiraz etmiş, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi (Kapatılan) Birinci Kurulunca başvurucunun itirazı 5/4/2016 tarihli kararla kabul edilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"...Dosyanın incelenmesinden, şikayetçi İbranim Akan'ın 2013 tarihinde İstanbul, Şişli Okmeydanı Feriköy'de ikamet eden ablasının evine doğru giderken meydana gelen toplumsal olaylarda çatışmanın ortasında kaldığı, bölgede gösterilere müdahale etmekte olan kolluk kuvvetlerinin attığı gaz bombası kapsülünün gözüne isabet ettiği ve kaldırıldığı İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde yapılan ameliyatta sol gözünü kaybettiği yerine protez göz takıldığı dosyada bulunan belgelerle sabit olup, diğer yandan olayların olduğu bölge de belirlidir.Bu durumda, olayların meydana geldiği bölgenin belli bir bölge olduğu, o bölgede meydana gelen olaylarda görevli olan ve gaz bombası kullanma görevi verilen personelin isimlerine idarece o tarihte düzenlenen görev belgelerinden ulaşılabileği de açık olduğundan, olayla ilgili olarak yukarıda sözü edilen yasa hükmü ile soruşturmacıya verilen yetkiler doğrultusunda telsiz konuşmaları, olayla ilgili kamera kayıtları, fotoğraf, görev listeleri ve bu gibi değişik araçlarla yapılacak etkili bir inceleme ve araştırma ile şikayet konusu eyleme ilişkin olarak, (gaz bombası kapsülünü şikayetçinin gözüne isabet edecek biçimde atma) eylemi gerçekleştiren ya da gerçekleştirenlerin isim ve görev unvanlarıyla belirlenmesi, ifadelerinin alınması ve haklarında soruşturma izni verilmesi ya da verilmemesi yolunda öneri getirilmesi, yetkili merci tarafından da isim ve görev unvanı belli olan bu kişiler hakkında soruşturma izni verilmesi ya da verilmemesi şeklinde bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme sonucu verilen itiraza konu kararda isabet görülmemiştir..." Anılan karar üzerine İstanbul Valiliği şikâyet hakkında tekrar inceleme yapmış ve 25/8/2016 tarihinde benzer gerekçelerle soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Başvurucu, soruşturma izni verilmemesi kararına tekrar itiraz etmiş; itirazı İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Birinci İdari Dava Dairesinin 22/6/2017 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"...Olayda, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Görevlileri hakkında; müştekinin 01/05/2013 tarihinde Şişli Okmeydanı Feriköy'de ikamet eden ablasının evine giderken olayların ortasında kaldığı ve polis tarafından atılan gaz fişeğinin sol gözüne isabet etmesi neticesinde hastaneye kaldırıldığı ve sol gözünün alındığı, yerine protez göz takıldığı, halen sol gözünün hiç görmediği iddiaları üzerine yapılan ön inceleme sonucunda ilgililer hakkında, hazırlık soruşturması yapılmasına yeterli bilgi ve belgenin dosya muhteviyatı itibariyle mevcut olmadığı anlaşıldığından itirazın reddine, soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararın Mahkememizce yöntem ve yasaya uygun bulunması nedeniyle onanmasına..." Anılan karar 17/7/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca şüphelilerin dava zamanaşımı süresince araştırılması ve tespit edilmesi hâlinde Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilmesi için 13/9/2017 tarihinde daimî arama kararı verilmiştir. Daimî arama kararında açık kimlik bilgileri tespit edilemeyen kolluk görevlilerine yüklenen suçlar nitelikli kasten yaralama ve görevi kötüye kullanma olarak belirtilmiştir. Soruşturmanın zamanaşımına uğrayacağı tarih ise 1/5/2021 olarak belirtilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... Emniyet görevlileri hakkında yapılan idari soruşturma da 2015/505 karar no ile 28/10/2015 tarihinde Vali Vasip Şahin imzası ile verilen kararda; 'Müşteki şahsın Emniyette ve Savcılıkta vermiş olduğu ifadelerde iddia ettiği olayın gerçekleştiği yeri tam nokta olarak belirtememiş olması nedeniyle olayla ilgili varsa işyeri yada güvenlik kamera kayıtlarına, Mobese kamera kayıtlarına yada bilgi belgelere ulaşılamadığı, ayrıca şikayetçi şahsın ifade vermek için de gelmediği,Konu ile ilgili olarak olayın gerçekleştiği iddia edilen bölgeden sorumlu Şişli Feriköy Polis Merkezi Amirliği, Şişli İlçe Emniyet Müdürlüğü, Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü ve Koordinasyon Şube Müdürlüğü ile yapılan yazışma ile olay günü o bölgede görevli personelin listesi istenilmiş olup, gönderilen cevabi yazıların incelenmesi sonucunda olaya vakıf yada olayda şüpheli olabilecek görevli personel tespiti yapılamadığı anlaşılmıştır.Bu nedenle, 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkındaki Kanunun Maddesi gereğince; İstanbul Emniyet Müdürlüğü Görevlileri hakkında 'SORUŞTURMA İZNİ VERİLMEMESİNE' karar verildiği,Şikayetçinin bu karara itirazı üzerine İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Birinci İdare Dava Dairesinin 17/06/20117 tarih, 2017/644 Esas, 2017/631 karar nolu kararında; itirazın red edilmesine, soruşturma izni verilmemesine dair kararın onandığı anlaşılmakla,Olay tarihinden bu yana şikayetçi İbrahim Akan'ın yaralanmasına neden olan emniyet görevlilerinin tespit edilememesi nedeniyle evrakın 'Daimi Arama'ya' alınmasına, ..." Başvurucu Tarafından İdare Mahkemesinde Açılan Tam Yargı Davasına İlişkin Süreç Başvurucu 17/7/2013 tarihinde İstanbul Valiliğine müracaat etmiş ve polislerin orantısız müdahalesinden doğan maddi ve manevi zararının giderilmesini talep etmiştir. İstanbul Valiliği 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamına girmeyen 1 Mayıs gösterileri veya Gezi Parkı gibi toplumsal olaylar sırasında meydana gelen zararların sulh yoluyla karşılanması için Beyoğlu Kaymakamlığı İlçe Zarar Tespit Komisyonunu (Komisyon) kurmuştur. Komisyon, başvurucunun zararı hakkında bilirkişi incelemesi yaptırmış; bilirkişi incelemesinde başvurucunun %33 oranında malul olduğu dikkate alınarak geçici iş göremezlik zararı 613 TL olarak hesaplanmıştır. Komisyon 10/3/2014 tarihli kararında İstanbul genelinde 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü münasebetiyle emniyet tedbirlerinin alındığını, bu tedbirlerin basın ve yayın organları aracılığıyla duyurulduğunu, başvurucunun toplumsal olayın niteliği ve riskli ortamında kendisine gelecek zararı en aza indirecek emniyetli bir yerde beklemek yerine Okmeydanı'nda mukim ablasına gitmesi sonucunda tedbirsiz davranarak muhtemel riski oluşturduğunu ve bileşik kusurlu olduğunu belirterek başvurucuya 000 TL tazminat ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu tazminatın yetersiz olduğunu belirterek 16/5/2014 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) tam yargı davası açmıştır. İdare mahkemesinin 29/1/2016 tarihli kararında olayın oluş şekline ilişkin kabulü şu şekildedir:"Dava dosyasının incelenmesinden; davacının 2013 tarihinde Okmeydanı Şark Kahvesi civarında, Sibel Yalçın parkına inen sokaktan ablasının evine doğru giderken, o bölgede gösterilere müdahale etmekte olan kolluk kuvvetlerinin yakın mesafeden atmış olduğu gaz kapsülünün gözüne isabet etmesi nedeniyle Samatya Araştırma Hastanesi'nde tedavi altına alındığı, gözünden ameliyat olduğu, sol gözünü tamamen (%100) kaybetmesi nedeniyle davalı İdareye başvurduğu, davalı İdare Zarar Tespit Komisyonun 2014 tarih ve 2014/115 sayılı kararıyla davacıya 65,-TL ödenmesine karar verilmesi üzerine, söz konusu kararın iptali ile 167,99 TL maddi, 200,-TL manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmıştır." Mahkemenin anılan kararında 1/5/2013 tarihinde meydana gelen toplumsal olaya kolluk kuvvetlerinin müdahale etme hakkı bulunmakta ise de bu müdahale nedeniyle toplumsal olaylar ile ilgisi bulunmayan kişilerin uğramış oldukları zararın karşılanması gerektiği ifade edilmiş; dosya kapsamındaki bilgi ve belgelerin tetkikinde, söz konusu müdahale esnasında kullanılan biber gazı kapsülünün başvurucunun gözüne isabet etmesi nedeniyle sol gözünü tamamen kaybettiği, %33 oranında meslekte kazanma gücünde azalma meydana geldiği, bu hususta taraflar arasında ihtilaf bulunmadığı ve davalı idarenin Komisyonunca başvurucuya bir miktar tazminat ödenmesine karar verildiği belirtilmiştir. İdare Mahkemesi her ne kadar toplumsal olaya müdahale şartları doğmuş olsa bile başvurucunun gösterilere katıldığının tam olarak tespit edilememiş olması nedeniyle zararının giderilmesi gerektiğini belirterek başvurucuya bilirkişi incelemesi ile tespit edilen 365 TL maddi tazminat ile 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Anılan karar temyiz edilmiş, Danıştay Onuncu Dairesi 8/6/2017 tarihinde Mahkemenin kararını bozmuştur. Danıştay, başvurucunun davasının kabul edilmesine yönelik bir bozma kararı vermemiştir ancak olay tarihinde 23 yaşında olan başvurucunun askerlik durumunun gözönüne alınmadığı, çalışma ve kazanç durumunun hesaplamada dikkate alınmadığı gerekçesiyle maddi tazminat miktarının, sebepsiz zenginleşmeye sebep olacak derecede yüksek olduğu gerekçesiyle manevi tazminat miktarının gözden geçirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme 27/6/2019 tarihinde başvurucuya 561 TL maddi tazminat ile 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Anılan karar temyiz edilmiş olup inceleme devam etmektedir. İlgili hukuk için bkz. Hüseyin Caruş, B. No: 2013/7812, 6/102015, §§ 28-30; Özlem Kır, B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 22-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/32078
Başvuru, gösterilere müdahale sırasında gaz fişeği kapsülünün isabet etmesi sonucu yaralanma meydana gelmesi ve buna ilişkin ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, arsa vasfını haiz taşınmazın bir bölümü üzerinden kamulaştırma yapılmaksızın enerji nakil hattı geçirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Birinci Bölüm tarafından 27/6/2018 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün Maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1953 doğumlu olup Şanlıurfa’nın Hilvan ilçesinde ikamet etmektedir. Şanlıurfa ili Hilvan ilçesi Karacurun Mahallesi’nde bulunan ve toplam büyüklüğü 075 m² olan 109 ada 63 parsel sayılı arsa niteliğindeki taşınmaz tapuda başvurucu adına kayıtlıdır. Bu taşınmazın 204,69 m² yüz ölçümlü kısmının üzerinden kamulaştırma yapılmaksızın Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş.ye bağlı olan Dicle Elektrik Dağıtım A.Ş. (DEDAŞ) tarafından 1985 yılında enerji nakil hattı geçirilmiş ve bu kısma elektrik direği de dikilmiştir. Başvurucu tarafından 12/5/2011 tarihinde Hilvan Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) DEDAŞ aleyhine kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açılmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde; taşınmazın enerji nakil hattının altında kalan kısmı yönünden tam bedelinin, diğer kısmı yönünden ise el atma nedeniyle taşınmazın değerinde meydana gelen azalmanın tazminat olarak hesaplanmasını talep etmiştir. Dilekçede, taşınmazın enerji nakil hatları altında kalan kısmı üzerinde ilgili mevzuat uyarınca inşaat yapılmasının mümkün olmaması nedeniyle bu kısmın tam bedelinin ödenmesi gerektiği belirtilmiştir. Davalı ise savunmasında, tazminata hükmedilmesi gerekiyorsa bunun enerji nakil hattının koruma bandı altında kalan bölümünün mülkiyet bedeli üzerinden değil irtifak hakkı bedeli üzerinden hesaplanması gerektiğini ileri sürmüştür. Mahkemece Hilvan Belediyesinden enerji nakil hattı altında kalan yerlere yapılaşma izni verilmesinin mümkün olup olmadığı sorulmuş; gelen cevap yazısında, ilgili mevzuat uyarınca bu alanlara yapılaşma izni verilmesinin mümkün olmadığı ve buraların yol, park veya yeşil alan olarak ayrılması gerektiği ifade edilmiştir. Mahkeme 2/12/2011 tarihinde uzman bilirkişilerle mahallinde keşif yapmıştır. İnşaat mühendisi iki bilirkişi tarafından hazırlanan raporda öncelikle emsal alınması gereken satış bedeli tespit edilmeye çalışılmıştır. Bilirkişi raporunda özetle;i. Emsal teşkil ettiği değerlendirilen taşınmazın daha gelişmiş bir mahallede bulunması, şehir merkezine daha yakın bir mesafede olması ve konut alanının içinde yer alması, emsal taşınmazın piyasada gördüğü rağbet ve satış kabiliyeti hususları dikkate alınarak başvurucunun taşınmazının değerinin emsal taşınmaza nazaran 2,2 kat daha az olduğu kanaati açıklanmıştır.ii. Taşınmazın bir bölümü üzerinden enerji nakil hattının geçmesi nedeniyle doğabilecek yaşamsal, muhtemel tehlikelere ve tesislerin bakım ile onarımı sırasında oluşabilecek muhtemel kazaların artacağı gerçeğine bağlı olarak taşınmaza olan talebin düşeceği belirtilmiştir.iii. Yüksek gerilimin muhtemel tehlikesinden dolayı taşınmaz üzerinde inşaat yapılmasının çevredeki diğer taşınmazlara göre gecikebileceği ve yapılacak yapıların geri dönüşüm riskinin artacağı hususları gözönünde bulundurularak el atma nedeniyle taşınmazın değerinin toplam %5,5 oranında azaldığı sonucuna ulaşılmıştır. iv. Sonuç olarak taşınmazda yer alan 9 m²lik pilon yeri için 955,71 TL pilon yeri bedeli hesaplanmış, ardından toplam 075 m² büyüklüğünde olan taşınmazın pilon yeri olan toplam 9 m²lik bölümü dışında kalan 066 m²sinin el atma nedeniyle değerinde meydana gelen azalma dikkate alınarak, ödenmesi gereken tazminat 174,27 TL olarak belirlenmiştir. Mahkeme tarafından 18/9/2012 tarihinde verilen kararla, bilirkişi raporunda belirlenen 174,27 TL ile pilon yeri bedeli olan 955,71 TL’den oluşan toplam 129,98 TL tazminata hükmedilmiş; taşınmazın enerji nakil hattı koruma bandı altında kalan 204,69 m²lik kısmı üzerinde idare adına daimi irtifak hakkı tesis edilerek tapuya tescil edilmesine karar verilmiştir. Mahkeme ayrıca, söz konusu bir adet 9 m²lik direk yerinin tapusunun iptali ile yeni parsel numaraları verilerek kullanım hakkının idare adına tapuya tescil edilmesine karar vermiştir. Kararda, taşınmazın enerji nakil hattı geçirilen bölümü üzerinde irtifak hakkı tesisinin amaca ulaşmak bakımından yeterli olduğu ve 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun Maddesinin son fıkrası uyarınca, kamulaştırma yoluyla irtifak hakkı tesis edilen durumlarda taşınmazın değerinde meydana gelen düşüklüğün kamulaştırma bedeli olduğu belirtilerek tazminat miktarının irtifak değeri üzerinden hesaplanmasının gerekçesi açıklanmıştır. Kararın temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 13/5/2013 tarihli kararıyla; dava konusu taşınmazın geometrik durumu, yüz ölçümü, henüz parsellenmemiş arsa niteliğinde olması ve enerji nakil hattının güzergâhı dikkate alınarak irtifak hakkı nedeniyle değer düşüklüğü oranının taşınmazın tüm değerinin %2,5’ini geçemeyeceği gerekçesiyle kararı bozmuştur. Anılan karara karşı başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme istemi de Dairenin 24/2/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bozma kararına uyularak yapılan yargılamada Daire kararı doğrultusunda yeni bir bilirkişi raporu alınmış ve bilirkişilerce yeniden yapılan hesaplama sonucu idari irtifak bedeli 034,92 TL (955,71 TL direk yeri bedeli+079,21 TL irtifak hakkı bedeli) olarak belirlenmiş, taşınmazın enerji nakil hattı koruma bandı altında kalan 204,69 m²lik kısmı üzerinde idare adına daimi irtifak hakkı tesis edilerek tapuya tescil edilmesine karar verilmiştir. Mahkeme ayrıca, söz konusu 1 adet 9 m²lik direk yerinin tapusunun iptali ile direk yerine yeni parsel numaraları verilerek kullanım hakkının idare adına tapuya tescil edilmesine karar vermiştir. Mahkeme kararı Dairenin 20/1/2015 tarihli kararıyla onanmış, karar düzeltme istemi de 16/6/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 9/7/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 2942 sayılı Kanun’un “Kamulaştırma şartları” kenar başlıklı Maddesi şöyledir:“İdareler, kanunlarla yapmak yükümlülüğünde bulundukları kamu hizmetlerinin veya teşebbüslerinin yürütülmesi için gerekli olan taşınmaz malları, kaynakları ve irtifak haklarını; bedellerini nakden ve peşin olarak veya aşağıda belirtilen hallerde eşit taksitlerle ödemek suretiyle kamulaştırma yapabilirler.Bakanlar Kurulunca kabul olunan, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskan projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla yapılacak kamulaştırmalarda, bir gerçek veya özel hukuk tüzelkişisine ödenecek kamulaştırma bedelinin o yıl Genel Bütçe Kanununda gösterilen miktarı, nakden ve peşin olarak ödenir. Bu miktar, kamulaştırma bedelinin altıda birinden az olamaz.Bu miktarın üstünde olan kamulaştırma bedelleri, peşin ödeme miktarından az olmamak ve en fazla beş yıl içinde faiziyle birlikte ödenmek üzere eşit taksitlere bağlanır. Taksitlere, peşin ödeme gününü takip eden günden itibaren, Devlet borçları için öngörülen en yüksek faiz haddi uygulanır.Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanların bedeli, her halde peşin ödenir. (Ek : 24/4/2001 – 4650/1 md.) İdarelerce yeterli ödenek temin edilmeden kamulaştırma işlemlerine başlanılamaz.” 2942 sayılı Kanun’un “İrtifak hakkı kurulması” kenar başlıklı Maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Taşınmaz malın mülkiyetinin kamulaştırılması yerine, amaç için yeterli olduğu takdirde taşınmaz malın belirli kesimi, yüksekliği, derinliği veya kaynak üzerinde kamulaştırma yoluyla irtifak hakkı kurulabilir.” 2942 sayılı Kanun’un “Kamulaştırma bedelinin mahkemece tespiti ve taşınmaz malın idare adına tescili” kenar başlıklı Maddesinin birinci ve sekizinci fıkraları şöyledir: “Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, 7 nci maddeye göre topladığı bilgi ve belgelerle 8 inci madde uyarınca yaptırmış olduğu bedel tespiti ve bu husustaki diğer bilgi ve belgeleri bir dilekçeye ekleyerek taşınmaz malın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, bu bedelin, peşin veya kamulaştırma 3 üncü maddenin ikinci fıkrasına göre yapılmış ise taksitle ödenmesi karşılığında, idare adına tesciline karar verilmesini ister.Tarafların bedelde anlaşamamaları halinde gerektiğinde hâkim tarafından onbeş gün içinde sonuçlandırılmak üzere yeni bir bilirkişi kurulu tayin edilir ve hâkim, tarafların ve bilirkişilerin rapor veya raporları ile beyanlarından yararlanarak adil ve hakkaniyete uygun bir kamulaştırma bedeli tespit eder. Mahkemece tespit edilen bu bedel, taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkının kamulaştırılma bedelidir. Tarafların anlaşması halinde kamulaştırma bedeli olarak anlaşılan miktar peşin ve nakit olarak, hak sahibi adına bankaya yatırılır. “ 2942 sayılı Kanun’un “Kamulaştırma bedelinin tespiti esasları” kenar başlıklı Maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir: “Taşınmaz malın değerinin tespitinde, kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr dikkate alınmaz.Kamulaştırma yoluyla irtifak hakkı tesisinde, bu kamulaştırma sebebiyle taşınmaz mal veya kaynakta meydana gelecek kıymet düşüklüğü gerekçeleriyle belirtilir. Bu kıymet düşüklüğü kamulaştırma bedelidir.” 2942 sayılı Kanun’un “Dava hakkı” kenar başlıklı Maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kamulaştırmaya konu taşınmaz malın maliki tarafından 10 uncu madde gereğince mahkemece yapılan tebligat gününden, kendilerine tebligat yapılamayanlara tebligat yerine geçmek üzere mahkemece gazete ile yapılan ilan tarihinden itibaren otuz gün içinde, kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda iptal ve maddi hatalara karşı da adli yargıda düzeltim davası açılabilir.” B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol’ün “Mülkiyetin korunması” kenar başlıklı Maddesi şöyledir:“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kamulaştırmasız el atmanın, hukukilik ölçütü yönünden mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığını çeşitli kararlarında kabul etmiştir (Papamichalopoulos ve diğerleri/Yunanistan, B. No: 14556/89, 24/6/1993; Guisso-Gallisay/İtalya [BD], B. No: 58858/00, 22/12/2009; Sarıca ve Dilaver/Türkiye, B. No: 11765/05, 27/5/2010). Papamichalopoulos ve diğerleri/Yunanistan kararına konu olayda başvurucunun taşınmazına donanma tarafından askerî bir üs yapılmak üzere kamulaştırma yapılmadan el atılmıştır. Başvurucunun mülkünün iadesi için açtığı dava ise kabul edilmiştir. AİHM, kamulaştırmasız el atmaya ilişkin süreçte giderimin sağlanmasına yönelik yeterli güvencelerin mevcut olmadığına işaret ederek müdahalenin başvurucuların fiilî olarak mülklerinden yoksun bırakılması gibi ağır bir sonuca yol açtığı gerekçesiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Papamichalopoulos ve diğerleri/Yunanistan, §§ 37-46). Adil tazmin yönünden ise AİHM, restitutio in integrum ilkesinin gereği olarak taraf devletin taşınmazı aynen iade etmesine veya güncel değerinin ödenmesine karar vermiştir. AİHM, davalı devletin başvurucuların taşınmazının otoriteler tarafından gasp edilmesi olarak nitelediği yirmi beş yıl süren kamulaştırmasız el atma nedeniyle oluşan fiilî zararlar ile mülkten yararlanamama dolayısıyla oluşan kayıplar için arazinin güncel değerine ek olarak yetkililer tarafından inşa edilen binadan kaynaklanan değer artışının da başvuruculara ödenmesi gerektiğine hükmetmiştir (Papamichalopoulos ve diğerleri/Yunanistan [BD] [A.T.], B. No: 14556/89, 31/10/1995, §§ 34-40). Guisso-Gallisay/İtalya (B. No: 58858/00, 8/12/2005) kararına konu olayda ise İtalyan hukukunda olağan usulün dışında farklı bir usulün uygulanarak idare tarafından başvurucunun taşınmazına el atılması söz konusudur. AİHM, başvurucu yararına tazminata hükmedilerek taşınmazına olağan usul uygulanmadan el atıldığını ve açtığı davada derece mahkemelerinin nihai kararı ile birlikte mülkünden yoksun bırakıldığını belirterek kararını sadece tam tazminat ödenmemesine dayandırmanın uygun olmadığını vurgulamıştır. AİHM, İtalya’da uygulanan ve el atmaya yol açan söz konusu usulün öngörülebilir olmadığını ve mülkiyet hakkının korunması bakımından yeterli güvenceler içermediğini belirtmiştir. AİHM’e göre bu usulün uygulanması kamu makamlarına olağan kamulaştırma usulünü gözardı etme imkânı tanımakta olup bu durum mülk sahipleri yönünden öngörülemez veya keyfî sonuçlara yol açmaktadır. Her durumda bu usulün benimsenmesinin hukuka aykırı olan fiilî bir durumun onaylanması anlamına geldiği özellikle vurgulanmıştır. AİHM bu sebeplerle uygulanan söz konusu mekanizmanın yeterli derecede hukuki belirlilik sağlayamadığına işaret etmiştir. AİHM sonuç olarak hukuka dayalı olmadığından mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin Sözleşme’ye ek 1 No.lu Protokol’ün Maddesinin ihlaline yol açtığı sonucuna varmıştır (Guisso-Gallisay/İtalya, §§ 82-97). AİHM, adil tazmin yönünden ise başvurunun Papamichalopoulos ve diğerleri/Yunanistan kararından ayrılan yönlerine değinmiştir. Buna göre ilk olarak söz konusu başvurudan farklı olarak başvurucu yararına tazminata hükmedildiği, ayrıca ilk karara konu olaydan farklı olarak bildirilmiş bir kamu yararına dayalı belirli bir usulün söz konusu olduğu belirtilmiştir. Buna göre mülkten yoksun bırakma tarihi itibarıyla taşınmazın rayiç değerinin ve bu değerde oluşan değer kaybının giderilmesi gerektiği kabul edilmiştir (Guisso-Gallisay/İtalya [BD] [A.T.], B. No: 58858/00, 22/12/2009, §§ 102-107). Sarıca ve Dilaver/Türkiye kararına konu olayda başvurucuların taşınmazlarına askerî eğitim sahası olarak kamulaştırma yapılmaksızın el atılmıştır. Başvurucuların miras bırakanı tarafından açılan kamulaştırmasız el atma davası kabul edilmiş ve başvurucular yararına tazminata hükmedilerek taşınmaz idare adına tescil edilmiştir. AİHM, derece mahkemelerinin tescil kararıyla birlikte mülkten yoksun bırakmanın gerçekleştiğini belirtmiştir. AİHM öncelikle kamulaştırmasız el atma uygulamasının taşınmazların maliki olarak kalan başvurucuları herhangi bir kamu yararı gerekçesi ile eylemini haklı kılmayan idareye karşı dava açmak zorunda bıraktığını vurgulamıştır. AİHM bu bağlamda derece mahkemelerince kamulaştırmasız el atmanın tespit edilmesinin her durumda idare tarafından oluşturulmuş kanuna aykırı bir durumun hukuki olarak kabul edilmesine ve idarenin kanuna aykırı davranışından fayda sağlamasına imkân tanıdığını açıklamıştır. Buna göre kamulaştırmasız el atma uygulaması, idareye bir taşınmazı kullanma ve taşınmazın malikine önceden ödeme yapmadan devretme imkânı sağlamaktadır. Bunun sonucu olarak tazminat davası açması gereken ve bu sebeple haklarını ileri sürmek için yargılama masraflarından yükümlü olan ise başvuruculardır. Hâlbuki olağan kamulaştırmada süreç, satın alma usulünün başarısız olması durumunda ilke olarak yargılama masraflarından yükümlü olması gereken ve kamulaştırmayı yapan idare tarafından başlatılmaktadır (Sarıca ve Dilaver/Türkiye, §§ 38-44). AİHM yukarıda belirtilenler ışığında, idareye resmî kamulaştırma kurallarının ötesine geçme imkânı sağlayan böyle bir uygulamanın başvurucular yönünden öngörülemez ve keyfî sonuçlara yol açtığını belirtmiştir. AİHM’e göre söz konusu uygulama, yeterli derecede hukuki güvence sağlaması gereken ve yöntemince gerçekleştirilecek bir kamulaştırmanın alternatifini oluşturamaz. AİHM, somut olayda idarenin başvuranların taşınmazlarını resmî kamulaştırma kurallarına aykırı olarak ve kamulaştırma tazminatı ödemeden sahiplendiğini tespit etmiştir. AİHM bu bağlamda özellikle Türk hukukunda derece mahkemelerinin idarenin kamu yararı amacıyla kullandığı gerekçesine dayalı olarak başvurucuların taşınmazlarından yoksun kaldıklarına hükmetmek suretiyle kamulaştırmasız el atma uygulamasını benimsediği eleştirisinde bulunmuştur. AİHM sonuç olarak Anayasa’nın Maddesinde öngörülen en yüksek gecikme faizi uygulamasının somut olayda uygulanmadığını da belirterek kamulaştırma yapılmaksızın taşınmaza el atılması yoluyla yapılan müdahalenin mülkiyet hakkını kanunilik boyutu yönünden ihlal ettiği sonucuna varmıştır (Sarıca ve Dilaver/Türkiye, §§ 45-52). AİHM, ihlalin sonuçlarının giderilmesi çerçevesinde Sözleşme’nin Maddesi kapsamında yaptığı değerlendirmede benzer ihlallere yol açılmaması için şu tedbirlerin uygulanması gerektiğine karar vermiştir: i. İlk ve en önemli gereklilik, taşınmazlara, idare tarafından başından beri veya başlangıçta izin verilmiş olsa da, sonradan hukuka aykırı olarak yapılan el atmaların önüne geçilmesi için gerekli tedbirlerin alınmasıdır.ii. Bu bağlamda taşınmazların kullanılması, ancak kamulaştırma kararlarının ve projesinin hukuk kurallarına uygun olarak alınması suretiyle haklı kılındığında ve ilgililere vakit kaybetmeden yeterli bir tazminat ödenmesini güvence altına alacak bir bütçe sağlandığında mülkiyetin korunmasının gerekliliklerine uygun olur. iii. Bunlara ek olarak taraf devletin kamulaştırma kurallarına aykırı uygulamalara yol açılmaması için caydırıcı tedbirler alması ve bu uygulamaları yapanlara yaptırım uygulaması gerekir. Halil Göçmen/Türkiye (B. No: 24883/07, 12/11/2013) kararına konu olayda başvurucunun taşınmazı ile ilgili olarak kamulaştırma kararı alınmış ancak kamulaştırma kararı tebliğ edilmeden taşınmaza idare tarafından el atılmıştır. Başvurucunun açtığı tazminat davası kabul edilmiştir. AİHM idarenin kamulaştırmayı düzenleyen kuralları dikkate almayarak başvurucunun taşınmazına el atması nedeniyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin hukuki dayanağının bulunmadığı kanaatine ulaşmış, ayrıca tazminata ilişkin yargılama sürecinde gerekli usule ilişkin güvencelerin de sağlanmadığını belirterek ihlal sonucuna varmıştır (Halil Göçmen/Türkiye §§ 23-43).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/12554
Başvuru, arsa vasfını haiz taşınmazın bir bölümü üzerinden kamulaştırma yapılmaksızın enerji nakil hattı geçirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucular tarafından gönderilmek istenen mektupların sakıncalı bulunarak gönderilmemesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 21/12/2015 ve 4/1/2016 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucuların adli yardım taleplerinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2016/759 numaralı başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2016/463 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2016/413 numaralı başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve diğer dosyanın kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuşlardır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Kocaeli 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu Mecit Şahinkaya, milletvekili A.ya; diğer başvurucu da milletvekili A.H.H.ye birer mektup göndermek istemişlerdir. Beş sayfadan oluşan aynı mahiyetteki söz konusu mektupların ilgili kısımlarında İnfaz Kurumundaki hak gasplarının, keyfî uygulamaların, hukuksuzlukların ve işkencelerin her geçen gün arttığı belirtilerek bu kapsamda hükümlülerin mektuplarına el konulmak suretiyle iletişim haklarının gasp edildiği ileri sürülmüştür. Diğer yandan avukatla görüşme hakkına yönelik sıkıntıların protesto edilmesi, başka ceza infaz kurumundan nakil gelen hükümlünün çıplak olarak aranmasına direnilmesi ve baskılara karşı açlık grevi yapılması nedenleriyle disiplin cezaları verildiğinden, ayrıca diyet yemeği ve ilaç teminine ilişkin problemlerden bahsedilerek milletvekillerinden duyarlılık gösterilmesi talebinde bulunulmuştur. İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının (Disiplin Kurulu) 6/11/2015 ve 10/11/2015 tarihli sakıncalı mektup değerlendirme kararlarıyla mektupların gönderilmemesine karar verilmiştir. Karar gerekçelerinde; mektuplarda yalan ve yanlış bilgiler ile İnfaz Kurumunu yıpratmak amacıyla kamuoyu oluşturmaya yönelik ibareler bulunduğu vurgulanmak suretiyle 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (İnfaz Tüzüğü) maddesine göre mektupların alıcılarına gönderilmediği belirtilmiştir. Başvurucular tarafından Disiplin Kurulu kararlarına karşı Kocaeli İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yapılan şikâyet 18/11/2015 ve 23/11/2015 tarihli kararlarla kabul edilerek Disiplin Kurulu kararlarının iptaline karar verilmiştir. Karar gerekçelerinde, 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasında "Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgrafların" hükümlüye verilmeyeceğinin ve hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmeyeceğinin hükme bağlandığı belirtilmiştir. Kararlarda; söz konusu mektuplarda İnfaz Kurumunda hak ihlali olarak görülen bazı olayların anlatıldığı, bu iddiaların gerçek olup olmadığının veya haklılığının ayrı bir tartışma konusu olduğu, mektuplara el konulabilmesi için yazılan hususların yanlış olmasının yeterli olmadığı, bu bilgilerin kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek nitelikte olması ve değerlendirme yapılırken mektubun muhatabının kim olduğunun da dikkate alınması gerektiği vurgulanmıştır. Kararlarda ayrıca, mektupların kamuoyunda tanınan kişilere yazıldığı ifade edilerek ceza infaz kurumlarında insan hakları ihlallerinin önlenebilmesi için mümkün olduğunca şeffaflığın sağlanmasının zorunlu olduğu, hak ihlali olarak belirtilen eylemlerin gerektiğinde yetkili makamlar tarafından etkili bir şekilde soruşturulabilmesi ve kamuoyu tarafından durumun takip edilebilmesi için hükümlü ve tutukluların dışarıyla haberleşmelerinin son derece önemli olduğu açıklanmıştır. Ayrıca benzer bir olayda Anayasa Mahkemesinin Akif İpek (B. No: 2013/9456, 24/6/2015) kararında haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğine karar verdiği hatırlatılarak başvurucuların gönderdiği mektuplara el konulması yerinde görülmemiştir. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığınca (Savcılık) yapılan itiraz, Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 3/12/2015 tarihli kararları ile kabul edilerek İnfaz Hâkimliği kararlarının kaldırılmasına kesin olarak karar verilmiştir. Karar gerekçelerinde, Savcılık itirazının yerinde görüldüğü açıklanmıştır. Nihai kararlar 10/12/2015 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 21/12/2015 ve 4/1/2016 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Ahmet Temiz, B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/463
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucular tarafından gönderilmek istenen mektupların sakıncalı bulunarak gönderilmemesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; toplu iş sözleşmesi kapsamında günlük brüt ücretinde düşüş meydana gelmesi nedeniyle sendika hakkının, işçilik alacağından mahrum kalınması nedeniyle mülkiyet hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, Uludağ Elektrik Dağıtım Anonim Şirketinde çalışmaktadır. Başvuruya konu olaydan önce başvurucunun günlük brüt ücreti davalı Şirket ile imzaladığı iş sözleşmesi ile belirlenmiştir. Daha sonra başvurucu, Türkiye Enerji, Su ve Gaz İşçileri Sendikası (Sendika) üyesi olmuş ve Sendika ile işveren sendikası arasında toplu iş sözleşmesi (TİS) imzalanmıştır. TİS hükümleri kapsamında başvurucunun günlük brüt ücreti düşürülmüştür. Başvurucu 19/7/2012 tarihinde TİS ile ücretlerinde azaltma yapılamayacağını belirterek eksik ödenen kısımların ödenmesi için dava açmıştır. Davalı taraf başvurucuya TİS gereği verilmesi gereken tüm hakların eksiksiz olarak verildiğini savunmuştur. Bursa İş Mahkemesi (İş Mahkemesi) davayı kısmen kabul ederek başvurucunun TİS'ten kaynaklı fark alacağını davalının ödemesine karar vermiştir. Davalı, kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi kararı bozmuştur. Yargıtay Dairesi, TİS ile belirlenecek ücretin Sendikaya üye olan başvurucu tarafından peşinen kabul edildiğini ve başvurucuya ödenen ücretin TİS ile belirlendiğini kaydetmiştir. Kararda; başvurucuya TİS gereği ödenmesi gereken menfaatlerin davalı tarafça ödendiği ve bu şekilde TİS'in işçiler lehine getirdiği akçalı menfaatlerden yararlandığı, böylelikle başvurucunun toplam aylık gelirlerinde artış olduğu vurgulanmıştır. İş Mahkemesi, bozma kararı ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 3/5/2017 tarihli ve E.2017/22-887, K.2017/885 sayılı kararı (Karar içeriği için bkz. Adil Satık ve diğerleri, B. No: 2018/6659, 1/3/2023, § 8) gereğince davayı reddetmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 1/10/2018 tarihinde kararı onamıştır. Başvurucu nihai hükmü 4/4/2019 tarihinde öğrendikten sonra 12/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Sendika hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/12120
Başvuru, toplu iş sözleşmesi kapsamında günlük brüt ücretinde düşüş meydana gelmesi nedeniyle sendika hakkının, işçilik alacağından mahrum kalınması nedeniyle mülkiyet hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, yakalama ve gözaltı tedbirlerinin hukuki olmaması ve buna bağlı olarak açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; hukuka aykırı olarak verilen arama kararı nedeniyle de özel hayata saygı hakkı ile konut dokunulmazlığı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/6/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Silahlı terör örgütüne üye olma ve örgüte bilerek yardım etme suçlarından Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığınca (Savcılık) yürütülen bir soruşturmada gecikmesinde sakınca bulunan hâl kapsamında verilen yazılı emir uyarınca terör örgütü mensuplarının yakalanabilmesi ve suç delillerinin ele geçirilmesi amacıyla 21/12/2015 tarihinde başvurucunun evinde arama yapılmıştır. Savcılık emrinin ilgili kısımları şöyledir:"Hakkari Emniyet Müdürlüğünce PKK/KCK terör örgütünün faaliyetlerinin deşifre edilmesi ve engellenmesine yönelik çalışmalarda;Kongra-Gel(PKK)/KCK'nın kırsal alan kadrolarına mensup dört kişilik grubun Aralık 2015 ayı ikinci haftası itibarıyla Hakkari/Merkez/Biçer Mahallesinde mukim [N.T.], Ali Turan ve [Ş.T.nin] evlerinde dönüşümlü olarak kaldıkları,İlimiz Merkezinde terör örgütü adına kırsal alanda faaliyet gösteren örgüt mensuplarıyla irtibatlı olarak milislik/kurye işbirlikçi ve kırsal alana eleman aktarımı faaliyetlerinde bulunan İlimiz Merkezi Bağlar ve Biçer Mahallesi ikamet eden [A.A.], [H.A.], [Y.] ve [E.T.] isimli şahısların terör örgütün kırsal alan kadrosunda faaliyet gösteren örgüt mensuplarını barındırıyor olabilecekleri, ayrıca 3-4/11/2015 tarihlerinde İlimiz Merkez Bağlar ve Biçer Mahallelerinde terör örgütü mensuplarınca gerçekleştirilen eylemlerde örgüt mensuplarına destek sağladıkları şeklinde teyide muhtaç bilgilerin elde edildiği,...'Ben bir ihbarda bulunacağım, Bağlar Mahallesinde [S.Ç.] isimli bayan evinde örgütçü saklıyor, bizim arkadaşlar eve girerken görmüş, bana öyle dediler' şeklinde ihbar yapılmış olup,......Belirtilen ikametlerde, bu ikametlere ait müştemilatlarda, ikametlerde bulunan kişilerin üzerlerinde, varsa şahısların kullandığı tespit edilen araçlarında suç ve suç unsurlarının elde edilebilmesi ve ilgi (a-b) sayılı yazılar ile ilgi (c) sayılı ihbar içeriğinde belirtilen PKK/KCK terör örgütü mensuplarının yakalanabilmesi amacıyla Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 116-117-118-119 maddeleri gereğince ARAMANIN yapılabilmesi, elde edilecek suç ve suç unsurlarına ve suç teşkil eden eşyalara el konulabilmesi amacıyla gecikmesinde sakınca bulunan hal olduğundan 21/12/215 günü saat:03:30-07:30 arasında bir defaya mahsus arama-yakalama-el koyma kararı verilmiştir." Başvurucunun evinde gece vakti yapılan aramada, PKK/KCK terör örgütünü simgeleyen bayrak ile üzerinde ölen bir teröristin fotoğrafının bulunduğu poster ele geçirilmiş ve başvurucu 21/12/2015 günü saat 55'te hakkında arama, yakalama ve elkoyma tutanağı düzenlenerek Hakkâri il Emniyet Müdürlüğüne götürülmüştür. Soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcısı tarafından "yakalanan tüm şahısların şüpheli olarak ifadeleri alınarak salıverilmesi" yönünde 21/12/2015 tarihli yazılı talimat verilmiş olup başvurucu hakkında aynı tarih saat 48'de Hakkâri Devlet Hastanesince adli muayene raporu düzenlenmiş ve saat 10'da düzenlenen Üst Arama Tutanağı'nda başvurucunun gözetim altına alındığı belirtilmiştir. Aynı gün saat 30'da başvurucunun şüpheli sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Başvurucu ifadesinde özetle oğlunun PKK terör örgütü üyesi olarak DAEŞ ile girdikleri silahlı çatışmada ölmesi üzerine söz konusu bayrağı ve oğlunun fotoğrafının bulunduğu posteri kendisine teslim ettiklerini beyan ederek suçlamaları kabul etmemiştir. Başvurucu, Hakkâri Devlet Hastanesince adli muayene raporu tanziminin ardından Salıverme Tutanağı düzenlenerek saat 22'de serbest bırakılmıştır. Savcılıkça yürütülen soruşturma sonucu 23/12/2015 tarihinde başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Başvurucu, haksız yakalama ve gözaltı sebebiyle 29/1/2016 tarihinde Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesine dayanarak tazminat davası açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde özetle hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yürütülen soruşturmada haksız olarak yakalanıp gözaltına alınması nedeniyle maddi ve manevi zarara uğradığını, soruşturma sonucunda hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini, 500 TL maddi ve 900 TL manevi olmak üzere toplam 400 TL tazminata yakalanma tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte karar verilmesini istemiştir. Devam eden yargılamada Savcılık tarafından Mahkemeye yazılan 13/4/2016 tarihli yazı cevabına göre takipsizlik kararının tebligat aşamasında olması nedeniyle başvurucu yönünden henüz kesinleşmediği belirtilmiştir. Mahkeme 31/5/2016 tarihli kararıyla şartları oluşmayan maddi ve manevi tazminat davasının reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:" ...Şüpheli Ali Turan'ın 21/12/2015 tarihinde hakkında yapılan bir ihbar üzerine Cumhuriyet Savcısının usulüne uygun bir şekilde vermiş olduğu arama kararı üzerine ikametinde bulunduğu ve hakkında yapılan ihbar doğrultusunda ifadesinin alınması amacıyla Hakkari İl Emniyet Müdürlüğüne götürüldüğü, daha sonra ifadesinin alınmasına müteakip emniyet müdürlüğünden salıverildiği, davacı hakkında herhangi bir gözaltı kararı verilmediği ve aynı gün salıverildiği, yapılan soruşturma neticesinde 23/12/2015 tarihve 2015/1552 karar sayılı kararı ile Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar verildiği, davacının dava dosyasında gözaltına alınmadan sadece beyanı alınmak üzere emniyet müdürlüğüne götürüldüğü ve savunması alındıktan sonra serbest bırakıldığı, dosya kapsamında davacının gözaltı talimat kararının da olmadığı ve nezarete de alınmadığı, bu nedenle de korunma tedbiri nedeniyle tazminat davası açılmasının koşullarının oluşmadığı,Ayrıca şüpheli yönünden Hakkari Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen takipsizlik kararının kesinleşmediği, korunma tedbiri nedeniyle tazminat davası açılmasının ön koşulunun kararın veya hükmün kesinleşmesi olduğu, eş söyleyişle kararın veya hükmün kesinleşmesinden önce tazminat davası açılmasına yasal olanak bulunmadığı anlaşılmakla açılan davanın reddine... [karar verildi.]" Bu karar 31/5/2016 tarihinde başvurucu vekiline tefhim edilmiştir. Başvurucu 9/6/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/11516
Başvuru, yakalama ve gözaltı tedbirlerinin hukuki olmaması ve buna bağlı olarak açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; hukuka aykırı olarak verilen arama kararı nedeniyle de özel hayata saygı hakkı ile konut dokunulmazlığı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, hizmet tespiti talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 27/3/2006 tarihinde açtığı davada başlayan yargısal süreç, Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/5/2019 tarihli onama kararıyla son bulmuştur. Başvurucu, açtığı davada yargılamanın uzun sürdüğü iddiasıyla 10/5/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/20289
Başvuru, hizmet tespiti talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza soruşturması kapsamında mal varlığı hakkında verilen elkoyma tedbiri nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, polis olarak görev yapmakta iken darbe teşebbüsü sonrasında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarını işlediği şüphesiyle Afyonkarahisar Cumhuriyet Başsavcılığınca 28/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Afyonkarahisar Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) 5/8/2016 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Afyonkarahisar Cumhuriyet Başsavcılığı 7/9/2016 tarihinde anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından haklarında soruşturma yürütülen başvurucu dâhil bazı şüphelilerin mal varlığı hakkında elkoyma tedbiri uygulanmasını talep etmiştir. Hâkimlik 8/9/2016 tarihinde talebi kabul ederek diğer şüphelilerle birlikte başvurucunun mal varlığına elkonulmasına karar vermiştir. Kararda 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi ile 27/7/2016 tarihli ve 29783 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (668 sayılı KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ı) bendi dayanak olarak gösterilmiştir. Kararın gerekçesinde, Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) kapsamında şüphelilerin FETÖ/PDY üyesi oldukları ve örgüte finansal destek sağladıkları yönünde kuvvetli şüphe bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucu tarafından elkoyma kararına yapılan itiraz, Hâkimlikçe 27/2/2017 tarihinde reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, elkoyma tedbirine ilişkin kararda isabetsizlik görülmediği belirtilmiştir. Hâkimliğin itirazın reddine dair kararına karşı başvurucu tarafından yapılan itiraz ise Bolvadin Sulh Ceza Hâkimliğince 20/3/2017 tarihinde reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, elkoyma tedbirine karşı yapılan itirazın reddine ilişkin kararda usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı belirtilmiştir. Bolvadin Sulh Ceza Hâkimliğinin 20/3/2017 tarihli kararı başvurucuya 31/3/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/5/2017 tarihinde başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/23323
Başvuru, ceza soruşturması kapsamında mal varlığı hakkında verilen elkoyma tedbiri nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; sokağa çıkma yasağı uygulaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, sokağa çıkma yasağı ve silahlı çatışma ortamı nedeniyle başvurucuların temel hizmetlere erişememesi ve temel ihtiyaçlarını karşılayamaması nedeniyle yaşam hakkı ve kötü muamele yasağı ile kötü muamele yasağıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Olayın gerçekleştiği tarihlerde PKK terör örgütünün silahlı ayaklanma girişimine karşı sokağa çıkma yasağı ilan edilen Cizre'de yoğun olarak terörle mücadele operasyonları yürütülmekte, terörist unsurlarla güvenlik güçleri arasında şiddetli çatışmalar yaşanmaktadır (bu terör olayları ve sokağa çıkma yasakları hakkında arka plan bilgisi ve ayrıntılı açıklamalar için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], B. No: 2017/37897, 5/7/2022, §§ 16-28, 342). Cizre'de ikamet eden başvurucular 29/1/2016 tarihinde yapılan somut başvuruda, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sokağa çıkma yasağı uygulamasının durdurulmasına yönelik geçici tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü 3/2/2016 tarihli ara kararında somut başvuru ile birlikte 2016/1905, 2016/1909 ve 2016/1912 numaralı bireysel başvurularda dile getirilen benzer tedbir taleplerini birlikte inceleyerek taleplerin reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:" Başvuru formunda, sokağa çıkma yasağı uygulanan bölgede bulunan kişilerin; yaşamlarının tehlike altında olduğu, temel ihtiyaçlarının karşılanmadığı, temel ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla sokağa çıkmaları hâlinde yaşamlarının tehlikeye düştüğü ve idari para cezasına maruz kaldıkları, güvenli bölgeye tahliye olmalarına yardımcı olunmadığı, çocuklarının eğitimlerinin aksadığı belirtilmektedir. Resmi makamlar, sokağa çıkma yasağı uygulanan bölgede bulunan kişilerin temel ihtiyaçlarının ve sağlık hizmetlerine erişimlerinin ve bunlar dışındaki her türlü acil nitelikteki ihtiyaçlarının 112 acil yardım hattı ve 155 polis imdat hattına iletilmesi hâlinde karşılandığını ancak bu kişilerin hiçbirinin kendileriyle doğrudan iletişim kurmadıklarını belirtmektedir. Ayrıca Valilik, belirtilenin aksine başvuruda bulunan kişilerin hiçbirine idari para cezası yaptırımı uygulanmadığını vurgulamaktadır. Avukatlar, resmi makamlarla doğrudan iletişim kurulmadığını doğrulayarak bu kişilerin resmi makamlara güven duymadıkları için iletişime geçmediklerini belirtmektedir. Başvuruda bulunan kişilerin bireysel başvuruda bulunmadan önce ve devam eden süreçte resmi makamlarla doğrudan iletişim kurmadıkları gibi bundan sonraki aşamada da iletişime geçme konusunda isteksiz oldukları anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, başvuruda bulunan kişilerin anılan yaklaşımına rağmen resmi makamların Anayasa Mahkemesinden gelen yazı üzerine bu kişilerle resen iletişim kurarak gerekli yardımları sağlamak üzere harekete geçtiği görülmektedir. Açıklanan nedenlerle, resmi makamlara bir talepte bulunulması durumunda gerekli tedbirlerin alınacağının Valilikçe hem başvurucu oldukları belirtilen kişilere hem de Anayasa Mahkemesine bildirilmiş olduğu ve Valiliğin talepleri karşılamak üzere resen harekete geçtiği hususları da dikkate alınarak bu aşamada koşulları oluşmayan tedbir talebinin reddine karar verilmesi gerekir."
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/1911
Başvuru; sokağa çıkma yasağı uygulaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, sokağa çıkma yasağı ve silahlı çatışma ortamı nedeniyle başvurucuların temel hizmetlere erişememesi ve temel ihtiyaçlarını karşılayamaması nedeniyle yaşam hakkı ve kötü muamele yasağı ile kötü muamele yasağıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Türkiye Elektrik İletim A.Ş. tarafından başvurucu aleyhine kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili talebiyle 9/6/2017 tarihinde dava açılmış ve Trabzon'un Ortahisar ilçesinde bulunan ve başvurucuya ait olan üç taşınmaz üzerinde irtifak hakkı tesis edilmesi talep edilmiştir. Trabzon Asliye Hukuk Mahkemesince taşınmazlardaki toplam kamulaştırma bedeli410,56 TL olarak tespit edilmiş ve taşınmazların bir kısmı üzerine irtifak hakkı tesis edilmesine karar verilmiştir. Yapılan istinaf talebini değerlendiren Samsun Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi, kamulaştırma bedelinin 360,37 TL olması gerektiğini belirtmiş ve kararı bu şekilde düzeltmiştir. Başvurucu, nihai kararı 30/4/2019 tarihinde öğrendikten sonra 30/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/20106
Başvuru, kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucuya İlişkin Önceki Süreçler Başvurucu 7/6/2015 ve 1/11/2015 tarihlerinde yapılan milletvekili seçimlerinde Halkların Demokratik Partisi (HDP) Van milletvekili olarak seçilmiştir. Aynı zamanda 2014 yılından itibaren HDP'nin eş genel başkanlığını yürütmekte olan başvurucunun hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü bulunması nedeniyle Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından 21/2/2017 tarihinde milletvekilliği düşürülmüş, aynı gerekçeye dayalı olarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 9/3/2017 tarihinde parti üyeliği düşürüldüğünden Partideki görevi de sona ermiştir. B. Başvurucu Hakkındaki İlk Soruşturma ve 4/11/2016 Tarihinde Uygulanan Tutuklama Tedbirine İlişkin Süreç Milletvekili olarak görev yaptığı dönemde işlediği iddia olunan bazı suçlara ilişkin olarak başvurucu hakkında farklı Cumhuriyet başsavcılıklarınca soruşturmalar yürütülmüştür. Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan "Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz." hükmü uyarınca yasama dokunulmazlığına sahip olan başvurucunun dokunulmazlığının kaldırılması istemiyle sekiz ayrı fezleke düzenlenmiş ve TBMM'ye sunulmak üzere Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne gönderilmiştir. 2014 yılının Ekim ayında yaşanan ve ülkenin büyük bir bölümünü etkileyen şiddet olayları ve sonrasında 2015 yılının Haziran ayından itibaren ülkede yaşanan terör saldırılarının artması dolayısıyla siyasi çevrelerde ve kamuoyunda milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması hususunda yoğun tartışmalar yaşanmış, bu sürecin sonunda aralarında başvurucunun da bulunduğu bir kısım milletvekilinin dokunulmazlıkları kaldırılmıştır (ilgili süreç için bkz. Selahattin Demirtaş [GK], B. No: 2016/25189, 21/12/2017, §§ 38-41) Bu kapsamda başvurucu hakkındaki çok sayıda fezlekeye konu olan soruşturma dosyaları da Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü aracılığıyla 2016 yılının Haziran ayında gereğinin takdir ve ifası için Ankara ve Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılıklarına gönderilmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu hakkındaki fezlekelere konu tüm soruşturma dosyalarının eylem bütünlüğü açısından -2016/25124 sayılı soruşturma dosyasında- birleştirilmesine karar verilmiştir. Öte yandan Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca 3/11/2016 tarihinde, başvurucunun "üzerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu değerlendirilerek" gözaltına alınmasına karar verildiği belirtilerek yakalanarak gözaltına alınabilmesi amacıyla evinde 4/11/2016 tarihinde arama yapılması talebiyle Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğine başvuruda bulunulmuştur. Hâkimliğin 3/11/2016 tarihli kararı ile başvurucunun "üzerine atılı suçlama nedeni ile kaçma ya da delilleri yok etme riskinin yoğun bir şekilde bulunduğu, CMK [Ceza Muhakemesi Kanunu] 118/2 maddede belirtilen şartların oluştuğu" gerekçesiyle -başvurucunun yakalanarak gözaltına alınabilmesi amacıyla- evinde arama yapılmasına izin verilmiştir. Başvurucu, bu kapsamda 4/11/2016 tarihinde Ankara'da bulunan evinde yakalanarak gözaltına alınmış ve sonrasında hakkında soruşturma işlemlerinin yürütüldüğü Diyarbakır Emniyet Müdürlüğüne getirilerek burada gözaltında tutulmuştur. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 4/11/2016 tarihinde "üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi, adli kontrol hükümlerinin bu aşamada yetersiz kalacağı" gerekçesiyle başvurucuyu tutuklanması istemiyle Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında, başvurucuya isnat edilen suçlamalara ilişkin ayrıntılı açıklamalara yer verilmiş; bu kapsamda 6-7 Ekim olaylarına, hendek olaylarına, başvurucunun bazı konuşmalarına ve faaliyetlerine değinilmiştir. Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğinin 4/11/2016 tarihli kararı ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma ve halkı suç işlemeye alenen tahrik etme suçlarından tutuklanmasına karar verilmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 15/1/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, terör örgütü propagandası yapma, halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme, suç işlemeye alenen tahrik etme, kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama, halkı kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşüne kışkırtma suçlarından cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Başvurucu hakkındaki dava Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine tevzi edilmiş,1/2/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar verilmiş ve E.2017/102 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Aynı tarihte yapılan inceleme sonucunda Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucuya yüklenen örgüt yöneticiliği suçunun Ankara'da işlendiği gerekçesi ile davanın Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde görülmesi gerektiğinden bahisle yetkisizlik kararı vermiştir. Yetkisizlik kararı ile dosya tarafına gönderilen Ankara Ağır Ceza Mahkemesi, yetkili mahkemenin Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi olduğu gerekçesi ile karşı yetkisizlik kararı vererek yetki uyuşmazlığının giderilmesi için dava dosyasını Yargıtay Ceza Dairesine göndermiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 11/4/2017 tarihli ilamıyla yetkili mahkemenin Ankara Ağır Ceza Mahkemesi olduğuna kesin olarak karar verilmiştir. Bu karar sonrasında dava dosyası yeniden Ankara Ağır Ceza Mahkemesine gelmiş, dosyanın E.2017/159 sayılı sırasına kaydı yapılmış vebu dosya üzerinden yargılamaya devam edilmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 24/2/2021 tarihli duruşmada hukuki ve fiilî irtibat bulunduğu gerekçesiyle davanın, başvurucunun sanığı olduğu-soruşturma aşamasında da işbu başvurunun konusu olan 20/9/2019 tarihli tutuklama tedbirinin uygulandığı- Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2021/6 sayılı dosyasında yürütülen dava ile birleştirilmesine, ayrıca başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Somut Başvuruya Konu İkinci Soruşturma ve 20/9/2019 Tarihli Tutuklama Tedbirine İlişkin Süreç Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından 6-7/10/2014 tarihlerinde başlayıp sonraki günlerde birçok şehre yayılan ve çok sayıda kişinin hayatını kaybettiği veya yaralandığı şiddet olayları (Selahattin Demirtaş, §§ 24-30) dolayısıyla 9/10/2014 tarihinde bir (2014/146757 sayılı) soruşturma başlatılmıştır. Soruşturmanın devamında Başsavcılık 20/9/2019 tarihinde -Ankara Ağır Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/159 sayılı dosyasında tutuklu olarak yargılanan ve Kocaeli 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda bulunmakta olan- başvurucuyu devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, bir suçu gizlemek veya başka bir suçun delillerini gizlemek ya da yakalanmamak amacıyla (kasten insan) öldürme ve öldürmeye teşebbüs, birden fazla kişi ile birlikte gece vaktinde suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla yağma, cebir, tehdit veya hile kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından tutuklanması istemiyle Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında 6-7 Ekim olaylarına ve bu kapsamda birçok şehirde yaşanan şiddet eylemleri ile bunların sonucunda hayatını kaybeden ve yaralanan kişiler olduğuna genel olarak değinilmiş, "dosya içinde mevcut araştırma ve tespit tutanakları, müşteki tanık ve şüpheli ifadeleri, olay görüntüleri içerir tutanak ve CD'ler, sair tutanaklar birlikte değerlendirildiğinde şüphelilerin atılı suçları işlediklerine dair haklarında kuvvetli suç şüphesinin mevcut olduğu, şüphelilere atılı suçların katalog suçlardan olması ve cezaların üst sınırı dikkate alınarak" tutuklamaya karar verilmesi istenmiştir. Başvurucunun sorgusu aynı gün Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından yapılmıştır. Başvurucu, sorguya tutuklu olarak bulunduğu ceza infaz kurumundan SEGBİS (Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi) yoluyla katılmıştır. Başvurucu, sorgudaki ifadesinde tutuklama talebine konu 6-7 Ekim olaylarına ilişkin suçlama dolayısıyla 4/11/2016 tarihinde tutuklandığını ve bununla ilgili yargılamasının devam etmekte olduğunu, aynı olaylar nedeniyle mükerrer olarak tutuklanmasının talep edildiğini belirtmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 20/9/2019 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Şüpheliler Figen Yüksekdağ Şenoğlu ve [S.]'nin üzerlerine yüklenen Devletin Birliğini ve Ülke Bütünlüğünü Bozma, Bir Suçu Gizlemek veya Başka Bir Suçun Delillerini Gizlemek ya da Yakalanmamak Amacıyla Öldürmeye Azmettirme (TCK'nın 214/ Maddesi yollamasıyla), Birden Fazla Kişi İle Birlikte Gece Vaktinde Suç Örgütüne Yarar Sağlamak Maksadıyla Yağmaya Azmettirme (TCK'nın 214/ Maddesi yollamasıyla), Cebir, Tehdit veya Hile Kullanarak Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılmaya Azmettirme (TCK'nın 214/ Maddesi yollamasıyla), Bir Suçu Gizlemek veya Başka Bir Suçun Delillerini Gizlemek ya da Yakalanmamak Amacıyla Öldürmeye Teşebbüse Azmettirme (TCK'nın 214/ Maddesi yollamasıyla) suçlarının vasıf ve mahiyeti, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren deliller (müşteki, tanık ve şüpheli beyanları, olaylara ilişkin tutanak ve CD'ler, araştırma ve tespit tutanakları ile diğer bilgi ve belgeler), fiillerin kanunda karşılığı olan cezaların miktarı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin maddelerinde yer alan tutuklamaya ilişkin şartların gerçekleştiği dikkate alınarak adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı anlaşılmakla şüphelilerin CMK'nın vd. maddeleri gereğince ayrı ayrı TUTUKLANMASINA ... [karar verildi.]" Başvurucu 26/9/2019 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 7/10/2019 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Bu karar başvurucuya 9/10/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılığın -başvurucuyla birlikte 108 şüpheli ve 676 müşteki/mağdurun yer aldığı- 30/12/2020 tarihli iddianamesi ile başvurucunun devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, bir suçu gizlemek veya başka bir suçun delillerini gizlemek ya da yakalanmamak amacıyla öldürme ve öldürmeye teşebbüs etme, kasten yaralama, kamu malına zarar verme, hırsızlık, birden fazla kişi ile birlikte gece vaktinde suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla yağma, devletin egemenlik alametlerini aşağılama, çalışma hürriyetini ihlal etme ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 7/1/2021 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2021/6 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi, Ankara Ağır Ceza Mahkemesine yazdığı yazıyla Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/159 sayılı dava dosyası ile kendi önünde derdest olan E. 2021/6 sayılı dava arasında hukuki ve fiili irtibat bulunduğunun anlaşıldığını belirterek birleştirme kararı verilip dava dosyasının tarafına gönderilmesini talep etmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi, Mahkemenin birleştirme talebini 24/2/2021 tarihli duruşmada değerlendirmiş; hukuki ve fiilî irtibat bulunduğu gerekçesiyle başvurucu hakkındaki E.2017/159 sayılı davanın Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2021/6 sayılı dosyasında yürütülen dava ile birleştirilmesine karar vermiştir (bkz. § 22). Başvurucu hakkındaki dava bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Ankara Ağır Ceza Mahkemesi önünde derdesttir. Öte yandan Anayasa Mahkemesince ceza infaz kurumuna yazılan müzekkereye verilen 14/9/2021 tarihli cevap yazısında; başvurucunun hakkında silahlı terör örgütüne üye olma ve halkı suç işlemeye alenen tahrik etme suçlarından Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 4/11/2016 tarihinde kararlaştırılan ve Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 24/2/2021 tarihli duruşmada devamına hükmettiği tutuklama tedbirinin infazına devam edildiği, somut başvuruya konu olan ve Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından verilen 20/9/2019 tarihli tutuklama kararının ise henüz infaz edilmediği belirtilmiştir İlgili hukuk için ayrıca bkz. Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 64-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/36548
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ziyaret gününün öğrenim gören çocuklarıyla görüşmeyi sağlayacak şekilde belirlenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli listenin (B) sütununda gösterilen dosyalar, konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2020/37466 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş, diğer başvuru dosyaları kapatılmış ve inceleme 2020/37466 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Mahpus başvurucular; çocuklarının eğitim durumu nedeniyle hafta içi olarak belirlenen ziyaret gününün hafta sonuna alınması için bulundukları ceza infaz kurumlarına (Kurum) müracaat etmiştir. Başvurucuların talebi Kurumda kapasitenin üzerinde mahpus barındırılması, personel yetersizliği ile kurumun asayiş ve güvenliği gözönüne alındığında ziyaret gününün belirlenenden başka bir güne alınmasının güvenlik sorunlarına neden olacağı gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucular, hafta sonu görüş hakkı verilmemesinin hukuka aykırı olduğunu belirterek İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) şikâyette bulunmuştur. Hâkimliğin ret kararı üzerine, başvurucuların ağır ceza mahkemesine yönelik itirazları da mevzuatta yer alan hükümlere atıfla reddedilmiştir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/37466
Başvuru, ziyaret gününün öğrenim gören çocuklarıyla görüşmeyi sağlayacak şekilde belirlenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kolluk kuvvetlerinin sivillerin bulunduğu toplu taşıma aracına hayati tehlike oluşturacak şekilde ateşli silah kullanmasına karşı etkili soruşturma yapılmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 15/2/2017 tarihinde başvurucuların içinde bulunduğu toplu taşıma aracı Diyarbakır ile Lice ilçesi arasında seyir hâlinde iken zırhlı polis aracı tarafından araca ateşli silah ile -mermi, aracın ön camından girip arka kısımda bulunan bagaj kapaklarını delip çıkacak şekilde- ateş edilmiştir. Olayın ardından minibüsün şoförü B.Y. 156 numaralı Jandarma İhbar hattını aramış, telefondaki görevliden Duru Bekiran Jandarma Karakoluna (Karakol) gitmeleri gerektiği yönünde bilgi almış ve başvuruculardan Özgür Atagün ile birlikte Karakola gitmiştir.A. Lice Cumhuriyet Başsavcılığı Tarafından Yapılan Soruşturma Olaya ilişkin olarak jandarma ekipleri tarafından nöbetçi savcıya haber verilmesi üzerine savcı "olay yeri incelemesi yapılması, araç sürücüsü B.Y.nin mağdur olarak ifadesinin alınması, zırhlı araçta bulunan polislerin ve varsa başkaca kişilerin tanık olarak ifadesinin alınması" talimatı vermiştir. Karakolda, başvurucu Özgür Atagün ve şoför B.Y. ile zırhlı araç içinde bulunan polislerin -Bilgi Alma Tutanağı ile kayıt altına alınmak suretiyle- ifadelerine başvurulmuştur. Başvurucu Özgür Atagün bilgi sahibi sıfatıyla verdiği 15/2/2017 tarihli ifadede öz olarak "araç seyir halindeyken bir anda içinde dumanlar çıktığını, şoför B.Y.nin aracı hemen yol kenarına çektiğini, minibüsün ön tarafında bir mermi giriş izi gördüğünü, ancak merminin nereden geldiğini görmediğini, diğer yolcuların başka araçlarla il merkezine gittiğini ancak kendisinin şoförü tanıdığı için onunla birlikte kaldığını" belirtmiştir. Aracın şoförü B.Y. mağdur sıfatı ile verdiği ifadede öz olarak "kendisinin yolcu taşımacılığı yaptığını, 15/2/2017 tarihinde öğlene doğru Lice ilçesinden Diyarbakır iline gitmek üzere yola çıktığını, araçta sekiz yolcu bulunduğunu, Diyarbakır-Bingöl karayoluna çıkarak Diyarbakır istikametine devam ettiğini, karayoluna çıkmasının ardından Bingöl istikametine doğru hareket eden kendisine 50-60 metre mesafede bir zırhlı araç gördüğünü, zırhlı aracın 20 metre civarında yaklaştığı sırada kendi aracına doğru bir el ateş ettiğini, camın şoför koltuğuna yakın bir yerden merminin içeri girdiğini, hemen aracını kenara çektiğini, yolcuları kontrol ettiğini, yolcularda bir problem görmediğini, Özgür Atagün hariç diğer yolcuların başka araçlarla olay yerinden ayrıldığını, karşı istikametten gelen zırhlı araçtaki kişileri ve kaç kişi olduklarını görmediğini, kimseden davacı veya şikayetçi olmadığını, ancak aracının zarara uğraması nedeniyle maddi zararının giderilmesini istediğini, uzlaşmak istediğini" söylemiştir. Zırhlı araç içinde bulunan altı polis, bilgi sahibi sıfatıyla verdiği ve birbiriyle örtüşen ifadelerinde öz olarak "15/2/2017 tarihinde Lice emniyetine bağlı zırhlı araçla mazot ikmali için 6 kişi yola çıktıklarını, Diyarbakır-Bingöl karayolu Lice yol ayrımına yaklaştıklarında araçtan bir ses geldiğini, silahı kontrol ettiklerinde atış emniyetinin kapalı olduğunu gördüklerini, yakıt ikmalinden sonra görev yerlerine döndüklerini, yaklaşık bir saat sonra Jandarma tarafından merminin bir yolcu minibüsüne isabet ettiği bilgisini aldıklarını" belirtmiştir. Olay yerinde jandarma ekipleri tarafından aynı gün inceleme yapılmış, araç incelenmiş ve fotoğraflar çekilmiştir. 16/2/2017 tarihinde tanzim edilen ve vakanın "genel tehlike yaratan suçlar silahla ateş etme/mala zarar verme olarak nitelendiği olay yeri inceleme raporunda, olay yerinde otoyol üzerinde uçaksavar mayonu (ağır makineli tüfek şarjörü) olarak değerlendirilen iki adet metal parça bulunduğu, minibüsün ön camında dikiz aynası hizasında bir adet ateşli silah girişi olduğu, aracın arka kısmında muhtelif delikler bulunduğu, arka sağ kapı camının kırık olduğu, araç bagaj kısmında küçük ebatlı çekirdek gömleği olduğu değerlendirilen deforme olmuş metal parçaların bulunduğu, araç arka kısmında içinde deforme olmuş çekirdek gömleği olduğu değerlendirilen bir delik bulunduğu, parçalanan çekirdeğin aracın arkasında birden fazla deliğe neden olabileceği, araç olayın ardından karakol parkına getirildiğinden atış açısının tespit edilemediği" hususları kayıt altına alınmıştır. İnceleme sırasında tespit edilen metal parçalar kriminal inceleme için Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarına gönderilmiştir. Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı, kendilerine gönderilen metal parçalar, zırhlı araç ve minibüs üzerinde 16/2/2017 ile 28/2/2017 tarihleri arasında inceleme yapmış ve uzmanlık raporu hazırlamıştır. Raporda "minibüse ilişkin yukarıda aktarılan tespitlerin yapılmasının ardından zırhlı polis aracının ejder marka olduğu, araçta bulunan kuleye ağır makineli tam otomatik tüfeğin sabitlenmiş bulunduğu, silahın nişan tertibatının ve kumanda kısmının aracın içinde olduğu, tüfeğin atış veya emniyet mekanizmalarında bir problem bulunmadığı, çalışır durumda olduğu, tüfeğin 12,7x99 mm çap ve tipinde fişek attığı, bulunan metal parçaları üzerinde karakteristik özelliklerini kaybettiklerinden inceleme yapılamadığı, aracın iç kısmına giren merminin dağılma sonucu araçta birden fazla deliğe yol açabileceği, kalıntı ve deliklerin bu tespitle uyumlu olduğu, aracın ön kısmındaki giriş izinin 12,7x99 mm fişek ile örtüştüğü" kayıt altına alınmıştır. Raporun sonuç kısmında "zırhlı ejder marka polis aracından minibüse doğru aralarında 44 metre mesafe kaldığı sırada atış yapıldığı, merminin araç içine girdikten sonra parçalanarak birden fazla delinme oluşturacak şekilde aracı terk ettiği kanaatine ulaşıldığı" ifade edilmiştir. Lice Cumhuriyet Başsavcılığı 11/10/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararda mağdur olarak sadece şoför B.Y. yer almakta olup olay "mala zarar verme" olarak nitelenmiştir. Karar gerekçesinde "silahın kazaen ateş aldığı, ateş aldığı esnada silahın başında kimsenin bulunmadığı, herhangi bir suç veya suçlunun söz konusu olmadığı ayrıca şikâyetin de bulunmadığı" ifade edilmiştir. Karara itiraz edilmemiştir.B. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı Tarafından Yapılan Soruşturma Başvurucular 21/2/2017 tarihinde Diyarbakır Barosuna sundukları dilekçe ile yaşanan olaydan dolayı hayatlarının tehlikeye atılması nedeniyle şikâyetçi olduklarını ve gereken soruşturmanın yapılması için kendileri adına Diyarbakır Barosunun girişimde bulunmasını istediklerini beyan etmiştir. Başvurucu Özgür Atagün dilekçesinde, olay günü jandarma tarafından ifadesi alınırken kendisine "Siz terör taşımazsanız kimse size silah sıkmaz." şeklinde beyanda bulunulduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu Metin Bekiroğlu ise dilekçesinde; olay nedeniyle işitme kaybı yaşadığını, doktor raporuna göre kulak taşlarında travma meydana geldiğini, olaydan kaynaklı olarak kendi başına yürüyemediğini ifade etmiştir. 23/2/2017 tarihinde Diyarbakır Barosu, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) sunduğu -başvurucuların mağdur olarak yer aldığı- dilekçe ile olayı aktararak kasten öldürmeye teşebbüs suçunun işlendiğini ileri sürmüş ve gereken araştırmanın yapılarak kamu davası açılmasını talep etmiştir. Başsavcılık 29/3/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucuların mağdur olarak yer aldığı ve olayın öldürmeye teşebbüs olarak nitelendirildiği kararın ilgili kısmı şöyledir:"... 15/02/2017 tarihinde Lice istikametinden Diyarbakır istikametine doğru yola çıkan 21 .....plaka sayılı toplu taşıma aracında bulunan mağdurların kendilerine başvurarak olay tarihinde Bingöl-Lice ayrımında bulunan yola geldiklerinde kolluk kuvvetlerine ait akrep tipi zırhlı bir aracın kendilerinin bulunduğu araca kurşun sıktıklarını, aracın isabet alması neticesinde camlarının kırıldığını ve kırılan bu camlar nedeniyle mağdurlardan Özgür Atagün’ün yaralandığını daha sonra 156 jandarma ihbar hattını aradıklarını ve Lice’de bulunan Duru Bekirhan Karakoluna giderek ifade verdiklerini, karakolda jandarma personelinin kendilerine yönelik olarak 'siz terör taşımazsanız kimse size silah sıkmaz' dediğini, mağdurların bu beyanları nedeniyle ilgili kolluk görevlilerinin araştırılarak haklarından gerekli soruşturmanın yürütülmesi gerektiğini, mağdurlar adına şikayetçi olduklarını beyan ettikleri olayla ilgili olarak her ne kadar Cumhuriyet Başsavcılığımızca soruşturma dosyası açılmış ise de kolluk kuvvetlerinin söz konusu araca ateş ettiğini iddia etmenin soyut bir iddiadan ibaret olduğu, bölgenin sıkıntılı bir bölge olması nedeniyle muhtemelen PKK/KCK terör örgütü üyelerinin açtığı ateş sonucunda aracın zarar görmüş ve mağdurun yaralanmış olduğu bu nedenlerle soruşturmayı yürütmekte hukuki yarar bulunmadığı anlaşılmakla ..." Başvurucular söz konusu karara itirazda bulunmuştur. İtiraz dilekçesinde; olaya ilişkin olarak görevli zırhlı araçların araştırılmadığını, Başsavcılığın hiçbir araştırma yapmadan takipsizlik kararı verdiğini, soruşturmada keyfî davranılarak hiçbir adım atılmadığını ileri sürmüştür. İtirazı inceleyen Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği 19/6/2017 tarihinde soruşturmanın genişletilmesine ve dosyanın Başsavcılığa iadesine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... Araç resimlerinden araçta silah giriş ve çıkış izleri olduğu olayın kim tarafından yapıldığının anlaşılması için o hat üzerindeki belirtilen saatteki akrep araçlarının araştırılması ve personelin ifadesinin alınarak karar verilmesi gerekirken ne anlama geldiği anlaşılamayan gerekçeyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi hukuka uygun olmayıp, bu aşamada soruşturmanın genişletilmesine karar vermek gerekmiş... " Soruşturmanın genişletilmesi kararı üzerine Başsavcılık 25/7/2017 tarihinde Lice Cumhuriyet Başsavcılığına yazdığı müzekkere ile olay hakkında bir soruşturma yürütülüp yürütülmediği konusunda bilgi istemiştir. Başsavcılık müzekkereye cevap verilmemesi üzerine 19/2/2018 tarihinde tekiden müzekkerenin gereğinin yerine getirilmesini talep etmiştir. Başsavcılık 19/2/2018 tarihli yazıya da cevap verilmemesi üzerine 18/6/2018 tarihinde ikinci kez tekiden müzekkerenin gereğinin yerine getirilmesini istemiştir. Başvurucular 27/6/2018 tarihinde Başsavcılığa sundukları dilekçe ile "Lice Cumhuriyet Başsavcılığının olaya ilişkin olarak soruşturma yürüttüğünü bildirerek, bu soruşturma dosyasının da kendilerine ilişkin soruşturma evrakı içine dahil edilmesini talep etmiş ve Metin Bekiroğlu'nda meydana gelen akustik travma rahatsızlığına ilişkin doktor raporu" sunmuştur. Başsavcılık 3/8/2018 tarihli yazı ile Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğinden 29/3/2017 tarihli kovuşturmaya yer olmadığı kararının kaldırılıp kaldırılmayacağı hususunda nihai kararın verilmesini istemiştir. Yazının ilgili kısmı şöyledir:"...Başsavcılığımız tarafından, Lice Cumhuriyet Başsavcılığı'na talimat yazılarak, suç duyurusu evrakına konu olayla ilgili Lice Başsavcılığınızca herhangi bir soruşturmanın yürütülüp yürütülmediğinin araştırılarak, soruşturma var ise numarası, tamamlanmış ise kararın bir örneğinin gönderilmesi için talepte bulunulmuş, cevap gelmemesi üzerine 2 kez tekit edilmiştir. 18/06/2018 tarihli tekit üzerine Lice İlçe Jandarma Komutanlığı'ndan talimatın yerine getirilmesinin istendiği bildirilmiştir. Şüpheli müdafilerinin 27/06/2018 tarihinde soruşturma dosyasına sunmuş oldukları dilekçede Lice Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 2017/135 Soruşturma Numarası ile mala zarar verme suçu kapsamında araç sahibinin müşteki olduğu soruşturmanın yürütüldüğü ve 11/10/2017 tarihinde Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar ve müştekinin Sağlık Kurulu Raporu dilekçe ekinde sunulmuştur.Lice Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 2017/135 Soruşturma Numaralı dosyasına Uyap üzerinden inceleme talebi gönderilmiş olup, Uyap'ta taranmış olan tüm evrakların bir örneği soruşturma dosyası içerisine alınmıştır. Söz konusu soruşturma dosyasında; 15/02/2017 tarihli Olay Tutanağı, bilgi alma ifade tutanakları, mağdur ifadesi, Cumhuriyet Savcısı görüşme tutanağı, 16/02/2017 tarihli Lice Jandarma Komutanlığı'nın fezleke evrakı, Kurumlara yazılan müzekkereler, Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı Uzmanlık Raporu, Olay Yeri İnceleme Raporu ve Krokosi ve 11/10/2017 tarihli şikayet yokluğundan verilen Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar'ın yer aldığı tespit edilmiştir. İddia edilen olayın, Diyarbakır Bingöl karayolunda Lice yol ayrımında B.Y isimli şahsın kullanmakta olduğu ... plaka sayılı araca, karşı yönden gelen 21 ..... plakalı zırhlı (Ejder) polis aracının kazaen 1 el ateş edilmesi nedeniyle meydana geldiği, bilirkişi raporuna göre silahın kazaen ateş aldığı, ateş esnasında silahın başında kimsenin bulunmadığı yönünde tespit yapıldığı olayın Lice Cumhuriyet Başsavcılığı yargı sınırları içerisinde gerçekleştiği anlaşılmıştır.Açıklanan nedenlerle 29/03/2017 tarihli 2017/6447 Karar Numaralı Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Kararın itiraz üzerine kaldırılıp kaldırılmayacağı hususunda nihai kararın verilmesini talep olunur." Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği 15/10/2018 tarihinde, 29/3/2017 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin Başsavcılık kararına yönelik itirazı "kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda usul ve yasaya aykırı bir husus bulunmadığı" gerekçesiyle reddetmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede Lice Cumhuriyet Başsavcılığının 2019 yılı Mart ayı içinde Başsavcılığa müzekkerelerinin (bkz. §§ 24-26) gereğini yerine getirerek yürüttüğü soruşturmaya dair evrakı gönderdiği anlaşılmıştır. Başvurucular, Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğinin 15/10/2018 tarihli itirazın reddine dair kararını 13/11/2018 tarihinde tebellüğ etmiş ve 29/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için çok sayıda karar arasından bkz. Turan Uytun ve Kevzer Uytun, B. No: 2013/9461, 15/12/2015, §§ 35-42; Nesrin Demir, B. No: 2014/5785, 29/9/2016, §§ 74-86; Esma Çelebi, B. No: 2014/17591, 19/4/2017, §§ 51-67; Abdullah Süngü, B. No: 2016/7039, 28/11/2019, §§ 31-48; Melih Dalbudak, B. No: 2016/16050, 13/2/2020, §§ 50-66; Devrim Zengin ve diğerleri, B. No: 2017/26413, 9/7/2020, §§ 35,
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/35266
Başvuru, kolluk kuvvetlerinin sivillerin bulunduğu toplu taşıma aracına hayati tehlike oluşturacak şekilde ateşli silah kullanmasına karşı etkili soruşturma yapılmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 26/10/2021 tarihinde öğrendikten sonra 22/11/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/57586
Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 30/11/2006 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası Yargıtayın 26/5/2015 tarihli onama kararıyla sona ermiş ve karar kesinleşmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18061
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedeni bulunmaksızın doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulan, tarafsız ve bağımsız olmayan yetkisiz bir mahkeme tarafından, hâkim olan başvurucuların verdikleri kararlar gerekçe gösterilerek tutuklanmaları ve itiraz haklarını etkili bir şekilde kullanamamaları nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yapılan bir kısım açıklama ve yayınlar nedeniyle masumiyet karinesi ile şeref ve itibarın korunması hakkının; belli bir dinî grupla ilişkilendirilerek sahip olunan dinî duygu ve düşünceler gerekçe gösterilerek ayrımcı bir muameleye maruz bırakılma nedeniyle de özel hayatın gizliliğine saygı hakkı ile din ve vicdan hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 12/5/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliklerinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 23/6/2015 tarihinde 2015/7909 sayılı başvurunun, 24/6/2015 tarihinde 2015/7908 sayılı başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 30/6/2015 tarihinde, başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 10/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 22/7/2015 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 6/8/2015 tarihinde ibraz etmişlerdir. Yapılan incelemede 2015/7909 numaralı başvurunun konu bakımından aynı nitelikte olması nedeniyle 2015/7908 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylara. Başvurucuların Eylemlerine İlişkin Süreç Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Olay tarihinde başvuruculardan Metin Özçelik, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hâkimi; Mustafa Başer, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hâkimi olarak görev yapmaktadır. Başvurucu Mustafa Başer, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin 4/3/2015 tarihli ve 2015/56 Değişik İş sayılı kararı ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2014/41637 Soruşturma sayılı dosyasında şüpheli Y.A. müdafiinin tutuklama kararı veren ve tutukluluğun gözden geçirilmesi işlemini yapan sulh ceza hâkimlerinin reddi talebini “hâkimlerin heyet olarak ve topluca reddedilmesinin mümkün olmadığı, şüpheli müdafii(nin) ret dilekçesinde hangi somut işe bakacak olan hâkimin reddini istediğini açıkça belirtmediği” gerekçesiyle reddetmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2014/41637, 2014/133596, 2014/115949, 2014/69722, 2014/86706, 2014/118651, 2014/40810 Soruşturma sayılı dosyaları ile “Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükümetini gerek yurt içinde gerekse uluslararası platformda zor durumda bırakmak ve itibarsızlaştırmak, El Kaide terör örgütüne yardım ettiği görüntüsü vererek uluslararası yargı organları nezdinde hukukî ve cezaî sorumluluk altına sokmaya yönelik, bilerek ve isteyerek, görevleri dışında, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek, gizliliğin ihlali ve görevi kötüye kullanma ve benzeri suçlardan” yürütülen soruşturmalar kapsamında tutuklu bulunan biri gazeteci, diğerleri emniyet görevlisi olan altmış üç şüphelinin müdafileri olan yirmi avukat tarafından başvurucu Metin Özçelik’in hâkim olarak görev yaptığı İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine (nöbetçi mahkeme olduğu) 20/4/2015 tarihinde İstanbul , , , , , , , , ve (bütün) sulh ceza hâkimlerinin reddi ile tahliye taleplerini içerir dilekçeler verilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 21/4/2015 tarihinde, İstanbul , , , , , , , , ve Sulh Ceza Hâkimliklerine yazı yazılarak hâkimin reddi sebepleri konusunda yazılı olarak görüş bildirmeleri istenmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin görüş bildirme istemine cevap vermemiştir. İstanbul , , , , , , , ve Sulh Ceza Hâkimlikleri, görüş bildirilmesi istemine 22/4/2015 tarihinde cevap vermişlerdir. Hâkimliklerin cevap yazılarının ilgili bölümleri şöyledir:i. İstanbul , , , ve Sulh Ceza Hâkimlikleri:  “...Reddi hâkim taleplerinin reddi istenilen hâkimin görev yaptığı Hâkimliğe yapılmadan Mahkemenizden bu konuda talepte bulunulduğu, bu hali ile taleplerin CMK’nun maddesine aykırılık teşkil ettiği anlaşıldığından reddi hâkim talebi ile ilgili olarak görüş bildirilmemiştir.”ii. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği: “ 6545 Sayılı Yasa ile 5235 sayılı Yasada değişiklik yapıldığı, kovuşturma mercilerinin asliye ceza ve ağır ceza mahkemeleri olarak yeniden düzenlendiği, sulh ceza mahkemelerinin kaldırıldığı, soruşturma aşamasındaki taleplerin inceleme ve değerlendirilmesi ile birlikte kanunla belirlenen diğer işlere bakmakla görevli olarak sulh ceza hâkimliklerinin kurulduğu, sulh ceza hâkimliklerinin iş ve işlemlerine yönelik itirazın 6545 sayılı Yasa ile değişik CMK’nun -(a),(b) maddesinde düzenlendiği, bu düzenlemeye göre reddi hâkim taleplerinin incelemeye ve karar vermeye yetkili merciin Sulh Ceza Hâkimliği olduğu, itiraz merciinde takip eden numaraya göre üstün olan numaraya sahip Sulh Ceza Hâkimliği olduğu, nitekim bu hususta daha önce görüş sorulması üzerine Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nce de bu yönde görüş bildirildiği, reddi hâkim müessesesinin kovuşturma aşamasına ait bir işlem olduğu, sulh ceza hâkimliğinin ise soruşturma aşamasına ilişkin iş ve işlemler icra ettiği, kovuşturma aşamasına ilişkin herhangi bir görevinin bulunmadığı, reddi hâkim talebinin kovuşturma aşamasında yapılabilecek bir talep olduğu, öte yandan reddi hâkim sebepleri mevcut olsa dahi bu hususun öncelikle ilgili mahkeme ve hâkimliğe yapılması, ret talebinde bulunulan hâkimlik veya mahkemece değerlendirme yapıldıktan sonra itiraz merciine gönderileceği, doğrudan talebin başka bir mahkemeye veya hâkimliğe yapılamayacağı anlaşıldığından hâkimliğimizce herhangi bir görüşün bildirilmesine gerek olmadığı görüş ve kanaatine varılmıştır.” iii. İstanbul 7 ve Sulh Ceza Hâkimlikleri: “6545 Sayılı Yasa ile ... Sulh Ceza Hâkimlikleri’nin soruşturmaya yönelik talepleri inceleme ve değerlendirmeye ve kanunla belirlenen diğer işlere bakmakla yetkilendirildiği, Sulh Ceza Hâkimlikleri’nin yapmış olduğu işlemlere yönelik itiraz(ı) ... takip eden numaralı Sulh Ceza Hâkimliği’nin inceleme yetkisinin bulunduğu, ... Sulh Ceza Hâkimleri’nin tamamının bu şekilde reddedilmesinin mümkün bulunmadığı, davaya bakacak hâkim ya da mahkemenin reddi mümkün olup aksinin kabulü halinde önce tüm Asliye Ceza Hâkimleri’nin, sonra tüm Ağır Ceza, sonra da adliyedeki tüm Hâkimlerin reddi talebi gibi sonuçlar doğabileceği, soruşturma makamı olarak öngörülen tüm Sulh Ceza Hâkimleri’nin tümden reddi halinde soruşturma yetkisi bulunmayan hâkim ya da mahkemeler önüne dosyanın götürülerek sonuç almaya çalışmanın kanunsuz olduğu, mahkemenizin de mercii yetkisi bulunmadığı gibi söz konusu talebe bakacak hâkim yetkilendirme durumu söz konusu olmayacağından reddi hâkim talebi hakkında görüş belirtilmemiştir.”iv. İstanbul ve Sulh Ceza Hâkimlikleri: “ Hâkimin reddi müessesesinin ancak yargılama yapmakla görevli mahkemelere ilişkin kanuni bir düzenleme olduğu anlaşılmaktadır. ... 6545 sayılı kanunla kurulan Sulh Ceza Hâkimliklerinin görevinin yargılama yapmak değil, soruşturma aşamasındaki hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak ve bu kararlara karşı yapılan itirazları incelemek olduğu görülmektedir. Bu durumda 5271 sayılı CMK.nın 27/2 maddesi ve fıkrasında yer alan Sulh Ceza Hâkimine ilişkin hükmün 6545 sayılı kanundan önce yargılamaya yapan Sulh Ceza Mahkemeleri bakımından geçerli olduğunun, yeni kurulan Sulh Ceza Hâkimliklerini kapsamadığının kabulü gerekir ... 5271 sayılı CMK.nın 22 ve devamı maddelerinde düzenlenen hâkimin davaya bakamayacağı haller ve reddini gerektiren sebeplere ilişkin hükümlerin kovuşturma aşamasıyla sınırlı olduğu, 6545 sayılı kanunla kurulan Sulh Ceza Hâkimleri tarafından koruma tedbirlerine ilişkin yapılan işlemlerde hâkimin reddedilebileceğinin kabul edilmesinin koruma tedbirlerinin doğasından kaynaklanan acil olma özelliğine aykırılık teşkil edeceği, 5271 sayılı CMK.nın 22 ve devamı maddeleri uyarınca şüpheli veya müdafileri veya mağdur ve vekilleri tarafından Sulh Ceza Hâkiminin reddine ilişkin taleplerin Asliye Ceza Mahkemesi tarafından değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, soruşturma aşamasında hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları alma, işleri yapma ve bunlara karşı yapılan itirazları inceleme görevleri münhasıran Sulh Ceza Hâkimlerine ait olduğundan Sulh Ceza Hâkimi dışında başka bir mahkeme veya hâkimin soruşturma aşamasında olan işlerle ilgili olarak tutuklama veya tutuklamaya dair karar vermesinin 5271 sayılı CMK.ya aykırı olduğu ... ayrıca reddi hâkim dilekçelerinde reddi hâkim gerekçesi olarak gösterilen iddiaların hukuki dayanaktan yoksun ve mesnetsiz iddialar niteliğinde olduğu, kanunla kurulmuş bir yargı müessesesi olarak Sulh Ceza Hâkimliklerinin toptan reddinin Anayasa ve kanunlara göre mümkün olmadığı ... bu nedenlerle şüpheliler ve müdafilerinin reddi hâkim taleplerinin usul ve kanuna uygun olmadığı anlaşıldığından reddine karar verilmesi gerektiği ...” Öte yandan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 21/4/2015 tarihinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazılarak 2014/41637, 2014/133596, 2014/115949, 2014/69722, 2014/86706, 2014/118651 ve 2014/40810 Soruşturma sayılı dosyaların tahliye talepleri hakkındaki görüşleriyle birlikte gönderilmesi istenmiştir. 2014/40810-69722-86706- 118651-133596 soruşturma sayılı dosyalarına bakan Cumhuriyet savcıları tarafından 22/4/2015 tarihinde, 2014/41637 sayılı soruşturmaya bakan Cumhuriyet savcısı tarafından 24/4/2015 tarihinde verilen cevaplarda özetle “...yasal düzenlemeye göre Sulh Ceza Hâkimliklerinin kararlarına yönelik olarak itiraz incelemesi yapmakla numara olarak kendisinden sonra gelen hâkimliklerin görevlendirildiği, bu kapsamda Asliye Ceza Mahkemelerinin, Sulh Ceza Hâkimliklerinin bu nevi kararlarına yönelik itiraz incelemesi yapma yetkisi olmadığı gibi tahliye hususunda da karar verme yetkisinin bulunmadığı görüşünde oldukları gibi, bu görüşü teyit edici mahiyette Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nün 2015 tarihli görüş yazısı bulunduğu” belirtilmiş ve dosyaların gönderilmediği bildirilmiştir. 2014/115949 Soruşturma sayılı dosyaya bakan İstanbul Cumhuriyet başsavcı vekili tarafından verilen 22/4/2015 tarihli cevap yazısında dosyanın gönderilmeme nedeni şöyle açıklanmıştır: “Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nün 06/02/2015 tarih ve 2015-276/9339 sayılı görüş yazıları uyarınca da reddi hâkim taleplerinin reddi istenilen hâkimin görev yaptığı hâkimliğe yapılması gerekmektedir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 22/05/1978 tarih ve 165E.117K. Sayılı ilamında yer aldığı gibi ‘Yargıtay Daireleri bütün üyelerine kapsayacak şekilde toplu olarak ret olunamaz şeklinde’ açık hüküm bulunmaktadır. Soruşturma aşamasında hâkim tarafından verilmesi gereken, gerekli kararları alma, işleri yapma ve bunlara karşı yapılan itirazları inceleme görevleri münhasıran Sulh Ceza Hâkimlerine ait olduğundan, Sulh Ceza Hâkimi dışında başka bir mahkeme veya hâkimin tutuklamaya dair karar vermesinin 5271 Sayılı Kanuna açıkça aykırılık teşkil edeceği anlaşılmakla, mahkemenizin talebi usul ve yasaya aykırı bulunduğundan tahliye konusunda inceleme yetkisi bulunmayan mahkemenize dosya gönderilmemiştir.” İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi “mahkemece hâkimin reddi talepleri ile ilgili yapılan değerlendirmenin dosyanın esası ile ilgili bir değerlendirme olmadığı, şüphelilerin tamamının tutuklu bulunduğu, dolayısıyla işin acele işlerden olduğu, dolayısıyla soruşturma dosyaları ve reddi hâkim talepleri konusunda görüşlerin istenilmesine rağmen gönderilmemesinin reddi hâkim talepleri konusunda incelemeye ve bir karar vermeye hukuken engel teşkil etmediği” gerekçesiyle incelemesini “şüpheliler müdafilerinin dilekçeleri, yazılı ve CD ortamındaki dilekçe ekleri, ilgili savcılıklardan ve Sulh Ceza Hâkimliklerinden gelen yazı cevapları ve görüşleri” üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkemece verilen kararda, şüpheli müdafileri tarafından “dosyalarına ilişkin bir kısım müfettiş raporları, şüpheli ifadeleri, sorgu hâkimliği ifadeleri, Sulh Ceza Hâkimliklerinin 30 günlük tutukluluk incelemeleri sonucu verdikleri kararlar, hâkimin reddi ve tahliye talepleri ile ilgili verdikleri kararların” onaylanarak sunulduğu belirtilmiştir. Başvurucu Metin Özçelik, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin 24/4/2015 tarihli ve 2015/92 Değişik İş sayılı kararı ile “Anayasa Mahkemesinin Sulh Ceza Hâkimliklerinin kuruluşunu öngören 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Türk Ceza Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un ve maddelerinin Anayasa’ya aykırılık talebini reddetse de yetki itirazı, kapalı devre yargı sistemi oluşturduğu yönündeki iptal talebi konusunda henüz bir karar vermediği” değerlendirmesini yaptıktan sonra, “yürütme organlarının Sulh Ceza Hâkimlikleri kurulmadan önce ve sonra Sulh Ceza Hâkimlikleri konusunda basına yansıyan söylemleri, Sulh Ceza Hâkimliklerindeki sorgu aşamasında basına da yansıyan bir kısım iddialar, Sulh Ceza Hâkimliklerine atanan hâkimlerden bir kısmının görevi kabulden imtina etmeleri, tutuklama kararı vermeyen ya da tahliye kararı veren Sulh Ceza Hâkimlerinin yetkilerinin değişmesi, Sulh Ceza Hâkimlikleri kurulduktan sonra çeşitli soruşturmalardaki kolluk operasyondan önce ve operasyon sırasında tutuklanacak kişilerin sosyal medya hesaplarından önceden ilan edilmesi, tutukluluğun devamına ilişkin tüm hâkimlerin benzer şablon kararlar vermesi” gerekçeleriyle İstanbul , , , , , , , , ve (bütün) sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerinin kabulüne, şüphelilerin tahliye talepleri konusunda karar verilmek üzere 24/4/2015 tarihinde asliye ceza nöbetçisi olan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi Mustafa Başer’in (diğer başvurucu) görevlendirilmesine, dilekçelerin ve eklerinin kararla birlikte İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 24/4/2015 tarihinde “Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 6/2/2015 tarih ve 2015-276/9339 sayılı görüş yazısında nöbetçi asliye ceza mahkemelerinin sulh ceza hâkimliği tarafından verilen kararları değerlendirmesinin mümkün olmadığı belirtilmiş olup buna göre İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin 2015 gün ve 2015/92 İş sayılı hâkimin reddi talebinin kabulüne ilişkin kararının iptali ve kararın maddesinde belirtilen tahliye taleplerine bakmakla görevlendirilen İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin vereceği kararın yok hükmünde sayılmasına karar verilmesi” talebinde bulunulması üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli ve 2015/836-837-839-840-841-845-846 Değişik İş sayılı kararları ile “tutuklu şüpheliler müdafi/müdafilerinin hazırlık soruşturması devam eden soruşturma dosyasında iddianamenin kabulüne kadar olan safhada hâkim kararını gerektiren tüm işlemleri yapmak, kararları vermekle görevli ve yetkili olan İstanbul Adliyesindeki tüm Sulh Ceza Hâkimliklerinin reddine ve tutuklu şüphelilerin tahliye istemine ilişkin taleplerin, Asliye Ceza Mahkemesi veya Ağır Ceza Mahkemelerince değerlendirilmesinin ve bu değerlendirmeler neticesinde bir karar verilmesinin hukuken yasal mevzuatımıza göre mümkün olmadığı, verilen bu kararlarında hukuken geçersiz, uygulanabilirliği olmayan ve mutlak butlan veya diğer bir anlatımla yok hükmünde sayılan kararlar niteliğinde olduğu ...CMK.nun 26/ maddesindeki düzenlenme nazara alındığında ‘Hâkimin reddi talebinin mensup olduğu mahkemeye verilecek dilekçeyle veya bu hususta zabıt katibine bir tutanak düzenlenmesi için başvurulması suretiyle yapılır.’ şeklindeki son derece açık ve anlaşılabilir nitelikteki yasal düzenlemeye göre İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi’nce yapılacak işlemin reddi hâkim ve tutuklu şüphelilerin tahliye istemini içeren talep dilekçelerini kendisi görevli ve yetkili olmadığından dolayı herhangi bir işlem yapmayarak gerekirse bir görevsizlik kararı ile 6545 sayılı yasayla değişik 5235 sayılı yasanın maddesindeki düzenlemesi uyarınca bu tür talepleri incelemek, değerlendirmek ve karara bağlamakla görevli bulunan Sulh Ceza Hâkimliklerine göndermesi gerekirken 5271 sayılı CMK daki usul hükümlerinin uygulanması yerine mahkeme kendini yetkili ve görevli kabul ederek işin esasına girmek suretiyle vermiş olduğu kararın hem usul yönünden hem de esas yönünden açıkça hukuka aykırı olduğu” gerekçesine dayanılarak İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin, hâkimlerin reddinin kabulüne ve görevlendirmeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar verilmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, İstanbul Sulh Ceza Mahkemesine gönderdiği 25/4/2015 tarihli ve 2015/113 muhabere sayılı yazı ile “ İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi’nin 24/04/2015 tarih 2015/92 İş sayılı yazısı ile gönderilen kararının maddesinde belirtilen tahliye taleplerine bakmakla görevlendirildiğiniz anlaşılmakla; 6545 sayılı yasa ile değişik 5235 sayılı yasanın maddesindeki düzenlemeye göre tahliye taleplerine bakmaya görevli ve yetkili Sulh Ceza Hâkimlikleri olduğundan mahkemenize gönderilen 2014/40810, 2014/118651, 2014/86706, 2014/69722, 2014/115949, 2014/133596, 2014/41637 soruşturma sayılı dosyalarının, tutuklu şüpheliler müdafilerinin tahliye talepleri istemli dilekçeleri ile birlikte Nöbetçi Hâkimliğimize İVEDİLİKLE gönderilmesi” talebinde bulunmuştur. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma dosyalarının gönderilmemesi ve tahliye talepleri konusunda görüş bildirilmemesi üzerine “tutukluluğun devamı yönünde mütalaada bulunulduğunu” değerlendirerek tahliye talepleri konusundaki incelemesini “işin tahliye yönünden değerlendirilmesinde bir sakınca olmadığı” gerekçesiyle şüpheli müdafilerinin sunduğu onaylı dosya fotokopileri ve CD’ler üzerinden gerçekleştirmiştir. Başvurucu Mustafa Başer, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin 25/4/2015 tarihli ve 2015/143-144-145-146-147-148-149 Değişik İş sayılı kararları ile anılan soruşturma dosyaları kapsamında tutuklu olan tüm şüphelilerin tahliyesine karar vermiştir. Kararların gerekçesinin ilgili bölümleri şöyledir: “İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin mercii sıfatıyla verdiği karar CMK 28 maddesi gereğince kesin olduğundan usul hukuku gereğince mahkememizin talep konusunu muktezaya bağlama dışında karşı bir usul enstrümanı kullanma şansı yoktur. ... Evrak klasörleri incelendiğinde Şüpheli müdafilerinin özetle uzun zamandan beri tutuklu bulunan şüpheliler hakkında basmakalıp ifadelerle delil olmadan tutuklama kararı verildiği ve yine uzatma kararlarının aynı şekilde matbu kararlar olduğu, şüphelilerin suç işlediği yönünde kuvvetli suç şüphesinin bulunmadığı yine kaçma ve delilleri karartma şüphesinin kararlarda gerekçeli olarak gösterilmediği, uzun zamandan beri soruşturma sürdüğü halde şüpheliler hakkında işin muktezaya bağlanmadığı, ayrıca güvenlik tedbirlerinin uygulanması yönünde Anayasanın maddesinde ifadesini bulan ölçülülük ilkesinin ihlal edildiği nedenleriyle haksız ve hukuksuz olan tutuklamaların sonlandırılarak şüphelilerin tahliyesine karar verilmesini talep etmişlerdir.  ... Mahkeme kararlarında tutuklamaya sevk edilen kişilerin tutuklama gerekçelerinde hangi olgular ile kuvvetli suç şüphesinin varlığı kanaatine ulaştığını bildirmek durumundadır. Evrak incelendiğinde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir olgu ve delillere rastlanılmadığı gibi hatta CMK 170 maddesinde ifadesini bulan iddianame düzenlenmesi için suçun işlendiğini gösterir ‘yeterli şüphe’ boyutunda dahi delil ve olguya rastlanılmamıştır. Nitekim tutuklamayı yapan Sulh Ceza Hâkimi tutuklama gerekçesinde bu olguların neler olduğunu ayrı ayrı yazmamıştır.  ... dosyamız şüphelilerinin Emniyet görevlisi olan meslekleri, ikametgahları, bir çoğunun kendiliğinden gelip teslim olmaları, vb. durumları nedenleriyle kaçma şüphesi içerisinde olmadıkları evraklardan açıkça anlaşılmaktadır.  Şüphelilerin delil karartma ihtimali bulundukları delillerin neler olduğu, tutuklama ve devamı kararlarında tartışılmamıştır. Zira şüphelilerin üzerine atılı resmi belgede sahtecilik, devletin gizli kalması gereken bilgilerini kayda alma suçlarında zaten resmi belgelerin ve kayıtların soruşturma dosyasında olduğu bu delillerin güvence altında olduğu ve karartılma ihtimalinin olmadığı açıktır. Yukarıda yazılı koşullar sıralı olarak gerçekleştikten sonra tutuklama tedbirinden önce CMK 109 maddesinde karşılığını bulan ve Anayasanın 13 maddesinde ‘ölçülülük’ ilkesi gereğince CMK 109 maddesinde düzenlenen diğer Adli Kontrol tedbirlerinin neden yetersiz kalacağı hususunun tartışılması gerekmektedir. Nitekim klasörler incelendiğinde AİHM ... kararındaki kriterler tartışılsa idi şüphelilerin bu kriterler ışığında tutuklama tedbirinden önce adli kontrol tedbirine dahi gerek olmadığı evrakların incelenmesinden anlaşılmıştır.  ...  Dosya klasörleri incelendiğinde Sulh Ceza Yargıçlarının ayrı ayrı verdikleri tutukluluk halinin devamına ilişkin kararlarının tümü ... AYM ve AİHM kararlarında belirtilen gerekçeye uygun olmadığı, ilk tutuklama kararı verilmesi koşullarında değişiklik olmaması şeklinde yasanın aramadığı gerekçelerle tutukluluğun uzatıldığı görülmektedir. Şüphelilerin tutuklanmasının üzerinden geçen uzunca süreye rağmen Savcısının hangi delilleri topladığı yada toplamaya çalıştığı ve makul süre içerisinde Savcılığının soruşturma evrakını niçin muktezaya bağlamadığını tartışmamış olduğu, bu bağlamda şüphelilerin üzerlerine atılı suç vasfının değişme ihtimalinin bulunduğu hususu göz ardı edilerek değerlendirme dışında bırakıldığı yine gözden geçirme kararlarından anlaşılmıştır.  Dosya, klasörler ve CD’ler incelendiğinde ... usul yasası ile AYM ve AİHM İçtihatları doğrultusunda tutukluluğu gerektirir olgu ve delillere rastlanmadığı gibi, şüphelilerin tutukluluk hallerinin devamını gösterir yeni olgu ve delillere ulaşılamadığı ayrıca şüphelilerin meslekleri, sosyal durumları, karakterleri ve ahlaki durumları, sabıkasızlık geçmişleri, ikametgahları, mal varlıkları, aile bağları, tutukluluğa karşı gösterdikleri tepki, kendiliklerinden gelip teslim olmaları gibi unsurlardan dolayı tutukluluğun devamını gerektirir nedenler görülmemiştir.” Öte yandan Başsavcılığın 25/4/2015 tarihli talebi üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli ve 2015/847 Değişik İş sayılı kararı ile İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine ve şüphelilerin tutukluluk hâllerinin devamına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümleri şöyledir: “... Hâkimliğimizin 25/04/2015 tarih ve 2015/836-837-839-840-841-845-846 sayılı değişik iş kararları ile İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi’nin 24/04/2015 tarih 2015/92 İş sayılı kararı ile İstanbul Adliyesindeki 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10 nolu Sulh Ceza Hâkimliklerinde görevli hâkimlerin tamamının reddi hâkim talebinin kabulüne ilişkin karar ile bu karara istinaden yapılacak tüm işlemlerin usul ve esas yönünden yasal mevzuata açıkça aykırı olduğu, hukuken geçersiz, uygulanabilirliği olmayan ve mutlak butlan ile batıl olan veya diğer bir anlatımla yok hükmünde sayılan karar niteliğinde olduğu sonuç ve kanısına varılarak bir anlamda İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi’nin vermiş olduğu kararın hukuken hiçbir hukuki sonuç doğurmayan nitelikte bir karar olduğu tespit edilmiştir. ... İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu’nun ... 2014/40810, 41637, 69722, 86706, 115949, 118651, 133596 soruşturma sayılı hazırlık soruşturması dosyalarındaki tutuklu şüpheliler müdafi/müdafilerinin ... İstanbul Adliyesindeki tüm Sulh Ceza Hâkimliklerinin reddine ve tutuklu şüphelilerin tahliye istemine ilişkin taleplerin Asliye Ceza Mahkemesi veya Ağır Ceza Mahkemelerince değerlendirilmesinin ve bu değerlendirmeler neticesinde tahliye talebinin reddi veya kabulü yönünde bir karar verilmesi halinde verilen bu kararların hukuken yasal mevzuatımıza göre mümkün olmadığı, verilen bu kararların da hukuken geçersiz, uygulanabilirliği olmayan ve mutlak butlan ile batıl olan veya diğer bir anlatımla yok hükmünde sayılan kararlar niteliğinde olduğu aşikar olup, bu durumda İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi’nin kendi görev alanında olmadığı halde kendisini görevli ve yetkili görerek vermiş olduğu, 25/04/2015 tarih ve 2015/143-144-145-146-147-148-149 İş sayılı dosyalarındaki hazırlık soruşturması devam eden soruşturma dosyalarında tutuklu bulunan şüphelilerin tahliyesine ilişkin kararın da herhangi bir hukuki sonuç doğurmayan yok hükmünde sayılması gerektiği sonuç ve kanısına varılmıştır.  İstanbul Sulh Ceza Hâkimliklerinin reddi talebini değerlendiren ancak yukarıda açıklanan nedenlerle hukuka uygun olmayan ve yok hükmünde sayılması gerektiği tespit edilen İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2015/92 İş sayılı kararına göre ... tutuklu şüphelilerin tahliye istemine ilişkin olarak yapılması gereken işlemin tutuklu şüpheliler müdafi/müdafilerinin tahliye istemini içeren talep dilekçelerini kendisi görevli ve yetkili olmadığından dolayı herhangi bir işlem yapmayarak gerekirse bir görevsizlik kararı ile hazırlık soruşturmasında hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak ve bunlara karşı yapılan itirazları incelemek ve karara bağlamakla görevli bulunan Sulh Ceza Hâkimliklerine göndermesi gerekirken 5271 sayılı CMK. da ki usul hükümlerinin uygulanması yerine mahkemenin kendini yetkili ve görevli kabul ederek işin esasına girmek suretiyle vermiş olduğu kararın hem usul yönünden hem de esas yönünden yasal mevzuatımıza göre açıkça hukuka aykırı olduğu kanaatine varılmıştır.” İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 26/4/2015 tarihinde, yaşanan süreci “basın açıklaması” olarak kamuoyuna duyurmuştur. Basın açıklamasının içeriği şöyledir: “Halen kamuoyunun takip ettiği yetkisiz mahkemenin tahliye talebi ile ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılığımızca yürütülen işlemler ile ilgili olarak kamuoyuna bilgi verilmesine Başsavcılığımızca karar verilmiş olup; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosunca yürütülen çeşitli soruşturma dosyalarında halen tutuklu bulunan şüphelilerin vekilleri ve müdafileri tarafından İstanbul Muhabere Nöbetçisi olan Asliye Ceza Mahkemesinden reddi hâkim ve tahliye talebinde bulunulmuş olup, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin görevine girmemesine rağmen soruşturma dosyalarını temin etmeden ve incelemeden 24/04/2015 gün - 2015/92 Değişik İş sayılı kararla görevsiz ve yetkisiz olarak İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin görevlendirilmesine karar verilmiştir. 6545 sayılı kanunda bu konuda tahliye taleplerinin görevli ve yetkili mahkemesinin Sulh Ceza Hâkimliklerinin olduğu açıktır. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin 24/04/2015 tarih - 2015-92 sayılı Değişik İş sayılı kararının Cumhuriyet Başsavcılığımızın talebiyle vermiş olduğu bu kararla İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/04/2015 tarih ve 2015/836-837-839-840-841-845-846 sayılı kararlarıyla İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin verdiği değişik iş sayılı kararın bu konuda karar verilmesine yer olmadığı kararıyla hukuken geçersiz olduğuna dair kararın verildiği, ancak İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin soruşturma dosyalarını temin etmeden ve incelemeden halen Cumhuriyet Başsavcılığımıza göndermediği kararlarla tahliyeler yapılmasına karar verdiği ve bu kararları avukatlara tebliğ ettiği, ancak bu karara karşı Cumhuriyet Başsavcılığımızca yeniden 25/04/2015 tarihli yazıyla bu verile kararların yerinde olmadığı ve infaz edilmemesi ve şüphelilerin tutukluluk hallerinin devamına karar verilmesi istenmiş olup, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince verilen 25/04/2015 tarih ve 2015/847 Değişik İş sayılı kararı ile, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesince verilen tahliye kararlarının hukuken geçersiz ve hükümsüz olduğu aşağıdaki şekilde; ‘...
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7908
Başvuru, kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedeni bulunmaksızın doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulan, tarafsız ve bağımsız olmayan yetkisiz bir mahkeme tarafından, hâkim olan başvurucuların verdikleri kararlar gerekçe gösterilerek tutuklanmaları ve itiraz haklarını etkili bir şekilde kullanamamaları nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yapılan bir kısım açıklama ve yayınlar nedeniyle masumiyet karinesi ile şeref ve itibarın korunması hakkının; belli bir dinî grupla ilişkilendirilerek sahip olunan dinî duygu ve düşünceler gerekçe gösterilerek ayrımcı bir muameleye maruz bırakılma nedeniyle de özel hayatın gizliliğine saygı hakkı ile din ve vicdan hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun esas incelemesinin yapılmasına karar verilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Hazine tarafından 3/5/2006 tarihinde Kaşıklı köyü tüzel kişiliğine karşı tapusuz taşınmazın tescili davası açılmış, dava Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2006/277 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Başvurucu Yusuf Ertaş tarafından aynı taşınmaza ilişkin olarak aynı Mahkemede tapusuz taşınmazın tescili talebiyle 21/7/2006 tarihinde açılmış olan E.2006/507 sayılı dava, Mahkemenin 29/9/2006 tarihli kararı ile E.2006/277 sayılı dava dosyası ile birleştirilmiş; yargılamaya E.2006/277 sayılı dosya üzerinden devam edilmiştir. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi 10/11/2008 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 29/4/2010 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma üzerine dava, Mahkemenin E.2010/914 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Başvurucu İbrahim Ertaş tarafından aynı taşınmaza ilişkin olarak aynı Mahkemede tapusuz taşınmazın tescili talebiyle 10/12/2010 tarihinde açılmış olan E.2010/1160 sayılı dava, Mahkemece 31/3/2011 tarihli karar ile E.2010/914 sayılı dava dosyası ile birleştirilmiş; yargılamaya E.2010/914 sayılı dosya üzerinden devam edilmiştir. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinin kurulmasının ardından yargılamaya Asliye Hukuk Mahkemesinde devam edilmiş; Mahkemece 16/6/2014 tarihli karar ile başvurucu İbrahim Ertaş tarafından açılan davanın kısmen kabulüne, Yusuf Ertaş tarafından açılan davanın reddine karar verilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan araştırma neticesinde anılan kararın temyiz incelemesinin devam ettiği anlaşılmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7705
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, internet sitesinde yayımladığı haber nedeniyle başvurucu aleyhine tazminata hükmedilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, www.habersol.org.tr isimli internet gazeteciliği yapan haber sitesinin sahibidir. E.Ç. ise ulusal düzeyde yayım yapan çeşitli gazetelerde köşe yazarlığı yapmıştır. Hâlen S. isimli gazetede (gazete) köşe yazarlığı yapmaktadır.A. Arka Plan Bilgisi 3/11/2002 milletvekili seçimleri sonucunda Adalet ve Kalkınma Partisinin (Ak Parti) tek başına iktidara gelmesi sonucu Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti kurulmuştur. Recep Tayyip Erdoğan 15/3/2003 tarihinde Ak Partiden Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti başbakanı olarak göreve başlamıştır. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan göreve geldikten sonra Türk lirasından altı sıfır atılmasına yönelik düzenlemeler yapılacağını ifade etmiş, bu konu kamuoyunda tartışmalara neden olmuştur.E.Ç., o dönem köşe yazarlığı yaptığı H. gazetesinin 11/9/2003 tarihli nüshasında "Masal Bunlar Masal" başlıklı bir yazı kaleme almıştır. Yazının ilgili kısmı şöyledir:"...Eğer yaşar da 2004 yılının sonunu görürsek ve Törkiş liradan 6 adet sıfır atılmış olursa, ben bu hükümetten burada özür dilemeyi görev bilirim..." 28/1/2004 tarihli ve 5083 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Para Birimi Hakkında Kanun’a göre 1/1/2005 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere Türk lirasından altı sıfır atılmıştır.E.A. isimli gazeteci 27/10/2004 tarihinde "Ya 'Anırırım' Deseydi?" başlıklı bir yazı yazmıştır. Yazının ilgili kısımları şöyledir:"Konumuz yine diğer gazeteler, yine [E.Ç.] Yeni Şafak'tan [B.H.] hatırlattı. Meğer [E.Ç], paradan 6 sıfırın atılmasına ilişkin olarak, 11 Eylül 2003'te 'Masal bunlar masal' diye yazmış. Ve devam etmiş: 'Eğer yaşar da 2004 yılının sonunu görürsek ve Törkiş liradan 6 adet sıfır atılmış olursa, ben bu hükümetten burada özür dilemeyi görev bilirim.'Hepimiz hata yaparız. Öngörülerimiz boşa çıkabilir. Peki bu hatalar niye olur? İşte birkaç neden: Bilgi eksikliği, dalgınlık, ideolojilerin yarattığı akıl tutulması, şanssızlık, vb...... Neyse... Yine de dua etsin. İyi ki olayı abartıp 'Anırırım' ya da 'Kendimi Taksim meydanında asarım' filan dememiş." O tarihte başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan, 2013 yılında Viyana'da yaptığı bir konuşmada Türkiye ekonomisi ile ilgili bilgiler verirken konuyla ilgili şunları söylemiştir:"... Çok enteresan o büyük geçinen köşe yazarlarından birisi köşesinde ne yazmıştı biliyor musunuz? Paradan altı sıfır atılırsa Taksim meydanında eşek gibi anırırım demişti. Bu altı sıfır tutmaz demişti. Siz kim olduğunu bilirsiniz. Bunlar sözlerinin eri hiç bir zaman olmadıkları için oraya çıkıp tabii anırmadı. Ama şu an köşesinde o görevi ifa ediyor..." E.Ç. gazetenin 1/3/2013 tarihli nüshasında "Biri Anırıyor da, Acaba Kim!" başlıklı bir yazı yazmıştır. Yazının ilgili kısımları şöyledir:"... 2003 yılında bir yazımda paradan altı sıfır atılamayacağını biraz da iddialı bir biçimde yazmış, atıldığı takdirde özür dileyeceğimi belirtmiştim. Paradan altı sıfır atıldı ve ben yanılmış oldum. Bir süre sonra da yazımda özür diledim... Gazeteci ve başkaları herkes belli tahminlerinde yanılabilir. Bu da benim yanılgımdı. Şimdi Viyana'daki sözleri bant çözümünden aynen veriyorum... [bu kısımda yukarıda belirtilen konuşma aynen yazılmış.]... Aynı konuda aynı 'anırma' sözcüğünü kullanarak başka konuşmalar da yapmıştı. ... Bu arkadaş anırmaya ve anırtmaya çok meraklı! İstiyor ki ille de birileri çıksın anırsın! Bu sözlerinin tamamında beni kastediyor ama isim veremiyor. Çünkü yalan söylüyor. Ben onun iddia ettiği sözleri hiç bir zaman söylemedim, yazmadım. Beni de bırakın bir yana, başka bir köşe yazarı da yazmadı.... Bu anırma yalanını burada daha önce birkaç kez yazdım, kanıtlamasını istedim. ...Burada bir kez daha vurguluyorum: yalan söylüyor..." B. Somut Başvuruya İlişkin Olaylar Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 2015 yılında bir mitingde aynı konuyu gündeme getirerek özetle şunları söylemiştir:"...Paramızdan altı sıfırı attık. Paramız dolar karşısında bir yere geldi. O zamanın köşe yazarlarından bir tanesi ne demişti biliyor musunuz? 'Altı sıfırı atsınlar Taksim Meydanı'nda anıracağım.' Hala bekliyorum anıracak..." Başvurucunun sahibi olduğu internet sitesinde 11/5/2015 tarihinde "Erdoğan'dan E.Ç.ye: Hâlâ Bekliyorum Anıracak" başlıklı haber yapılmıştır. İlgili haber şu şekildedir:"Cumhurbaşkanı Erdoğan, S. gazetesi yazarı [E.Ç.ye] 'hâlâ anırmasını bekliyorum' sözleriyle seslendi. Rize'de AKP mitingi düzenleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, muhalefete sert sözlerle yüklendiği konuşmasında [E.Ç.yi] de hedef aldı. 'Paramızdan 6 sıfırı attık. Paramız dolar karşısında bir yere geldi' diyen Erdoğan, 'O zamanın köşe yazarlarından bir tanesi ne demişti biliyor musunuz?' '6 sıfırı atsınlar Taksim Meydanı'nda anıracağım.' Hala bekliyorum anıracak" ifadelerini kullandı. E.Ç. bahsi geçen haber dolayısıyla kişilik haklarının zedelendiğini ileri sürerek 23/2/2016 tarihinde başvurucu aleyhine manevi tazminat davası açmıştır. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi 29/9/2016 tarihli kararıyla 000 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Mahkeme kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...davalı yayıncılık şirketinin sahibi olduğu İnternet sitesinde bahsi geçen ifadelerin yer aldığı, haberde isim belirtilerek yer alan ifadelerin davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu anlaşılmakla, daha önce verilen ve onanarak kesinleşen aynı konuya ilişkin emsal kararlar [E.Ç., benzer şekilde haber yapanlar hakkında başkaca manevi tazminat davaları açmış, bu davaların bir kısmı da [E.Ç.] lehine sonuçlanmıştır] da gözetilerek ... manevi tazminata hükmedilmiştir... " İstinaf yoluna başvurulması üzerine karar, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesince 14/6/2017 tarihinde istinaf talebinin reddi üzerine kesinleşmiştir. Nihai karar, başvurucuya 14/6/2017 tarihinde tefhim edilmiştir. Başvurucu 14/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”B. Uluslararası Hukuk İlgili hukuk için bkz. Haci Boğatekin, B. No: 2014/18101, 26/10/2017, §§ 16-20; Haci Boğatekin (2), B. No: 2014/12162, 21/11/2017, §§ 19-
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/30756
Başvuru, internet sitesinde yayımladığı haber nedeniyle başvurucu aleyhine tazminata hükmedilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, sanığın yokluğunda yapılan duruşma sonrasında mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle savunma için gerekli zaman ve kolaylıklardan yararlanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: 1962 doğumlu olan başvurucu, olayların geçtiği tarihte Van'da ikamet etmektedir. Müşteki firma vekili tarafından İstanbul Anadolu İcra Ceza Mahkemesine hitaben hazırlanan 18/8/2017 tarihli şikâyet dilekçesi ile başvurucunun keşide ettiği çekin karşılığını bankada bulundurmadığı ve "karşılıksızdır" işlemi yapılmasına sebebiyet verdiğinden bahisle 14/12/2009 tarihli ve 5941 sayılı Çek Kanunu'nun Maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince cezalandırılması talep edilmiştir. İstanbul Anadolu İcra Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 28/11/2017 tarihli tensip zaptı ile başvurucunun savunmasının alınabilmesi için Van İcra Ceza Mahkemesine (Talimat Mahkemesi) talimat yazılmasına ve duruşmanın 6/3/2018 tarihine bırakılmasına karar vermiştir. Mahkeme tarafından Talimat Mahkemesine 28/11/2017 tarihinde müzekkere yazılarak şikâyet dilekçesinde belirtilen adresine tebligat yapılması sureti ile başvurucunun savunmasının alınması istenmiştir. Anılan talimat yazısının ilgili kısmı şöyledir:"...FETHİ OĞUZ [başvurucu] adına öncelikle normal tebligat çıkarılması, tebligatın yapılamaması halinde adresin mernis adresi olması durumunda Tebligat Kanunun 21/ maddesi gereğince tebligat çıkarılarak ve CMK. nun 218 ve İİK.nun maddelerine havi ihtarlı tebligat ile mahkemenizce çağrılarak, CMK.nun maddesi gereğince duruşmadan ayrı tutulmasını istediği takdirde dava dilekçesinin kendisine okunarak savunmasının sorulması, üzerinde mevcut nüfus cüzdan suretinin talimata eklenerek tutulacak talimat tutanağının duruşmanın bırakıldığı 06/03/2018 tarihinden önce mahkememize gönderilmesi, [r]ica olunur." Talimat Mahkemesi tarafından başvurucunun bildirilen adresine duruşma gün ve saatini bildirir meşruhatlı davetiye gönderilmiştir. Talimat Mahkemesinin 2/3/2018 tarihli Duruşma Tutanağı'ndan başvurucunun duruşmaya katılmadığı ve adına çıkarılan tebligatın bila ikmal iade edildiği anlaşılmıştır. Mahkemece yürütülen yargılamanın 6/3/2018 tarihli ilk celsesine başvurucu katılmamıştır. Mahkeme bu celsede, Talimat Mahkemesine yazılan talimat cevabının beklenmesine ve duruşmanın 22/5/2018 gününe bırakılmasına karar vermiştir. Başvurucu müdafii Mahkemeye UYAP üzerinden gönderdiği 30/3/2018 tarihli dilekçe ile başvurucu tarafından kendisine verilen vekâletnameyi ibraz etmiş ve bundan böyle yazışmaların kendisine yapılmasını talep etmiştir. UYAP kayıtlarından başvurucu müdafiinin dava dosyasına 16/5/2018 tarihinde vekil olarak kaydedildiği anlaşılmıştır. Talimat Mahkemesi başvurucunun şikâyet dilekçesinde bildirilen adresinden farklı olan ve Merkezî Nüfus İdare Sistemi'ne (MERNİS) kayıtlı adresine duruşma gün ve saatini bildirir davetiye göndermiştir. Gönderilen meşruhatlı davetiyede "CMK'nun 218 ve İİK'nun 349 maddelerine göre tebliğe rağmen yapılacak duruşmaya gelmediğiniz takdirde yokluğunuzda karar verileceği tebliğ ve ihtar olunur." şeklinde bir açıklama yer almaktadır. Talimat Mahkemesinin 20/4/2018 tarihli Duruşma Tutanağı'ndan başvurucunun duruşmaya katılmadığı, adına çıkarılan tebligatın yapıldığı ve işi biten talimat evrakının iadesine karar verildiği anlaşılmıştır. Mahkemece yapılan ve başvurucu ile müdafiinin katılmadığı 22/5/2018 tarihli celsede başvurucunun isnat edilen suçtan 400 TL adli para cezasına mahkûmiyetine karar verilmiştir. Mahkemenin 22/5/2018 tarihli gerekçeli kararının ilgili kısmı şöyledir:"Şikayete konu olayda, hüküm kısmında bilgileri verilen çekin 6728 sayılı Kanunun yürürlük tarihinden sonra keşide edildiği, çekin TTK'nın maddesinde belirtilen zorunlu unsurları taşıd[ı]ğı, [...] kanuni ibraz süresi içerisinde ödenmek üzere muhatap bankaya ibraz edildiği, muhatap banka tarafından çekin arkasına çekin karşılıksız olduğuna dair şerh verildiği, müştekinin çekin yetkili hamili olduğu ve 3 aylık kanuni süre içerisinde sanık hakkında Mahkememizde şikayette bulunduğu anlaşılmış olup, suçun işleniş biçimi, suçun konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı, sanığın kasta dayalı kusurunun ağırlığı gözönüne alınarak fiiline uyan 5941 sayılı Kanunun 5/1 maddesi uyarınca takdiren alt sınırdan uzaklaşmayı gerektirir bir durum olmadığından sanığın 5 gün adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş, 5941 sayılı Çek Kanunu'nun 5/1- cümlesi uyarınca, hükmedilecek para cezası çek bedelinin karşılıksız kalan miktarından az olamayacağından, bu miktar gözetilerek sanığın cezasında artırıma gidilmiştir. Çek bedelinin USD para birimi ile düzenlendiği görüldüğünden, karşılıksız tarihi itibariyle Merkez Bankasının efektif satış kuru 1 USD = 3,5285 TL olduğu, buna göre çekin karşılıksız kalan miktarının 302,04 TL olduğu hesaplanmıştır. Sanığın şahsi, sosyal ve ekonomik durumu ile birlikte, para cezasının çek bedelinin karşılıksız kalan miktarından az olamayacağı ve infaz aşamasında adli para cezasının hapse çevrilmesi halinde sanık lehine olacağı dikkate alınarak 1 gün karşılığı 100 TL olarak takdir edilmiş ve hesaplanan miktarda adli para cezasına hükmedilmiş, aynı Kanun hükmü gereğince çek hesabı sahibinin çek düzenleme ve çek hesabı açmaktan yasaklanmasına karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir." Başvurucu bu karara karşı 5/1/2019 tarihinde istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde özetle 30/3/2018 tarihinde Mahkemeye vekâletname ibraz edilerek tebligatların müdafiye yapılması talep edilmesine rağmen duruşma gününün müdafiye bildirilmediği, bu yöndeki talebi içeren dilekçenin UYAP'a kaydedilmemesi nedeniyle duruşma gününün sistem üzerinden de öğrenilemediği, bu suretle katılım sağlanamayan duruşmada mahkûmiyet kararı verildiği ileri sürülmüştür. İstinaf başvurusunda ayrıca Talimat Mahkemesi tarafından başvurucunun MERNİS'te kayıtlı adresine yapılan tebligatın usulsüz olduğu ve tebligattan haberdar olunmadığı iddia edilmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) evrak üzerinden yaptığı inceleme neticesinde duruşma gününün başvurucu müdafiine bildirilmediği, müdafinin duruşmaya katılımının sağlanmadığı ve başvurucunun savunması alınmadan hüküm kurulduğu iddialarına ilişkin bir değerlendirme yapmadan, hükmedilen adli para cezasını 344 TL olarak düzelterek istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak 26/9/2016 tarihinde karar vermiştir. Başvurucu, nihai karardan 14/11/2019 tarihinde haberdar olduğunu beyan ederek 21/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5941 sayılı Kanun'un "Ceza sorumluluğu, çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Üzerinde yazılı bulunan düzenleme tarihine göre kanuni ibraz süresi içinde ibrazında, çekle ilgili olarak “karşılıksızdır” işlemi yapılmasına sebebiyet veren kişi hakkında, hamilin şikâyeti üzerine, her bir çekle ilgili olarak, binbeşyüz güne kadar adli para cezasına hükmolunur. [...] Bu suçtan dolayı açılan davalar icra mahkemesinde görülür ve İcra ve İflas Kanununun 347, 349, 350, 351, 352 ve 353 üncü maddelerinde düzenlenen yargılama usulüne ilişkin hükümler uygulanır. Bu davalar çekin tahsil için bankaya ibraz edildiği veya çek hesabının açıldığı banka şubesinin bulunduğu yer ya da hesap sahibinin yahut şikâyetçinin yerleşim yeri mahkemesinde görülür." 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun "Yargılama usulü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Şikayet dilekçe ile veya şifahi beyanla yapılır. Dilekçeyi veya dava beyanını alan icra mahkemesi duruşma için hemen bir gün tayin edip şikayetçinin imzasını alır ve maznuna celpname gönderir. Şahit gösterilmişse o da celbolunur.İki taraf tayin olunan gün ve saatte icra mahkemesinin huzuruna gelmeğe veya vekil göndermeğe mecburdurlar.İcabında icra mahkemesi, tarafların bizzat hazır bulunmasını emredebilir.Maznun başka yerde ikamet ediyorsa istinabe yoliyle sorguya çekilir.Maznun, şikayeti alan veya istinabe edilen icra mahkemesinin huzuruna gelmez veya müdafi göndermezse yahut bizzat bulunmasına lüzum görülürse zabıta marifetiyle getirilir.Bu suretle de bulundurulamazsa muhakeme gıyabında görülür.Şikayetçi muayyen zamanda gelmez ve vekil de göndermezse şikayet hakkı düşer.Gelmeyen şahitlere yapılacak muamele ile borçlunun gıyabında verilen karara karşı eski hale getirme talebi hakkında Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda yazılı hükümler tatbik olunur. " 2004 sayılı Kanun'un "Duruşma" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"İcra mahkemesi iki tarafı ve delillerini dinler ve gerek tarafların gerek şahitlerin ifadelerini duruşma tutanağına geçirir. " 2004 sayılı Kanun'un "Karar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"İcra mahkemesi iki tarafın ifadelerini ve bütün delillerini ve iddia ve müdafaalarını dinledikten sonra nihayet beş gün içinde kararını verir ve hulasasını Cumhuriyet Savcısına bildirir. " 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Sanığın duruşmada hazır bulunmaması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kanunun ayrık tuttuğu hâller saklı kalmak üzere, hazır bulunmayan sanık hakkında duruşma yapılmaz. Gelmemesinin geçerli nedeni olmayan sanığın zorla getirilmesine karar verilir.(2) (Ek: 25/5/2005 - 5353/28 md.) Sanık hakkında, toplanan delillere göre mahkûmiyet dışında bir karar verilmesi gerektiği kanısına varılırsa, sorgusu yapılmamış olsa da dava yokluğunda bitirilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Sanığın yokluğunda duruşma" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Suç, yalnız veya birlikte adlî para cezasını veya müsadereyi gerektirmekte ise; sanık gelmese bile duruşma yapılabilir. Bu gibi hâllerde sanığa gönderilecek davetiyede gelmese de duruşmanın yapılacağı yazılır."
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/38141
Başvuru, sanığın yokluğunda yapılan duruşma sonrasında mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle savunma için gerekli zaman ve kolaylıklardan yararlanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tutukluluğun yasal dayanağının olmadığı ve makul olmayan bir süredir devam ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/10/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 21/2/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünün birçok ilde eş zamanlı yürüttüğü yasa dışı MLKP (Marksist Leninist Komünist Parti) örgütüne yönelik operasyon kapsamında 8/9/2006 tarihinde gözaltına alınmış ve 12/9/2006 tarihinde tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 17/5/2007 tarihinde 2006/1013 Soruşturma sayılı iddianamesiyle başvurucu hakkında anayasal düzeni silahlı ayaklanma yoluyla değiştirmeyi amaçlayan silahlı terör örgütünü yönetme, sahte kimlik kullanma, patlayıcı madde bulundurma, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’a muhalefet etme suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açmıştır. İddianamenin kabul edilmesinden sonra İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/303 sayılı dosyasında yürütülen davanın ilk duruşması 26/10/2007 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, yargılama süresince birçok kez tahliye talebinde bulunmuş ancak bu tahliye talepleri benzer gerekçelerle reddedilmiştir. Son olarak İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 2/9/2013 tarihli kararıyla başvurucunun tahliye talebini reddetmiştir. Bu karara karşı başvurucu 4/9/2013 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine itiraz etmiş, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 24/9/2013 tarihli ve 2013/448 Değişik İş sayılı kararı ile itirazın reddine karar vermiş ve bu karar 11/10/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 5/11/2013 tarihli ve E.2007/303, K.2013/192 sayılı kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma ve resmî evrakta sahtecilik suçlarından 14 yıl 4 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına; hükmolunan ceza miktarı, tutuklulukta geçirdiği süre dikkate alınarak tahliyesine karar vermiştir. Bu karar temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi devam etmektedir. Başvurucu 28/10/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir: “Kanun, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmi Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmi Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.” 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir: “Mahkemece iptaline karar verilen kanun, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü veya bunların belirli madde veya hükümleri, iptal kararının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Mahkeme gerekli gördüğü hâllerde, Resmî Gazetede yayımlandığı günden başlayarak iptal kararının yürürlüğe gireceği tarihi bir yılı geçmemek üzere ayrıca kararlaştırabilir.” 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesinin beşinci fıkrası şöyledir:“Türk Ceza Kanununun 305, 318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeleri hariç olmak üzere, İkinci Kitap Dördüncü Kısmın Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlarda, Ceza Muhakemesi Kanununda öngörülen tutuklama süresi iki kat olarak uygulanır.” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“ Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315)”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7912
Başvuru, tutukluluğun yasal dayanağının olmadığı ve makul olmayan bir süredir devam ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, lehine tedbir kararı verilen hakkında şiddet mağduru ifadesinin kullanılması nedeniyle masumiyet karinesi ile şeref ve itibar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 2/4/2021 tarihinde öğrendikten sonra 29/4/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/36828
Başvuru; 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, lehine tedbir kararı verilen hakkında şiddet mağduru ifadesinin kullanılması nedeniyle masumiyet karinesi ile şeref ve itibar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru; acil, yoğun bakım ve icap nöbetlerine tabi diğer personele nöbet ücreti ödenmesine rağmen bazı uzman doktorlara nöbet ücreti ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/3/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi Ana Bilim Dalında 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu hükümlerine tabi öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, tuttuğu icap nöbeti ücretlerinin ödenmesi talebiyle Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Rektörlüğüne (İdare) başvuruda bulunmuştur. İdare başvuruyu reddetmiştir. Başvurucu, söz konusu idari işleme karşı Muğla İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) iptal davası açmıştır. Dava dilekçesinde, aynı nitelikte kamu hizmeti veren fakat farklı mevzuat hükümlerine göre istihdam edilen emsal personele ve nöbet tutan tıpta uzmanlık öğrencilerine nöbet ücreti ödemesi yapıldığı hâlde başvurucunun bu imkândan yararlandırılmamasının hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir. İdare Mahkemesince; başvuru konusu işlemin 20/8/2016 tarihinden önceki parasal hakların ödenmesi isteminin süre aşımı yönünden reddine, 20/8/2016 tarihinden itibaren uğranılan parasal hak kaybı talebinin iptaline ve 20/8/2016 - 21/10/2016 tarihleri arasındaki izin ücreti talebinin ise kabulüne karar verilmiştir. Tarafların istinaf talebi üzerine İzmir Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesince başvurucunun istinaf talebinin reddine davalı İdarenin istinaf talebinin kabulüyle netice itibarıyla davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde özetle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun ek maddesinde sayılan sağlık kuruluşlarında normal, acil veya branş nöbeti tutan personele ödenecek nöbet ücretlerinin düzenlendiği, 2547 sayılı Kanun'a tabi olan başvurucunun 657 sayılı Kanun'un nöbet ücreti ödenmesine ilişkin ek maddesinde sayılan personel arasında yer almadığı tespiti yapılarak başvurucuya nöbet ücreti ödenmesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Nihai karar 21/2/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili mevzuat için bkz. Tevfik İlker Akçam, B. No: 2018/9074, 3/7/2019, §§ 15-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/8741
Başvuru, acil, yoğun bakım ve icap nöbetlerine tabi diğer personele nöbet ücreti ödenmesine rağmen bazı uzman doktorlara nöbet ücreti ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, Şırnak'ın Cizre ilçesinde güvenlik güçleri tarafından terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonlar sırasında meydana gelen ölümler ile ölümler hakkında etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Olayların arka planı PKK/KCK Terör Örgütü, Çözüm Süreci ve 6-7 Ekim Olayları ile ilgili açıklamalara Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], (B. No: 2017/37897, 5/7/2022, §§ 16-28) kararında yer verilmiştir. Suriye'nin Türkiye sınırında bulunan Ayn el Arap (Kobani) kentinde -PKK'nın Suriye kolu olduğu kabul edilen- PYD ile DAEŞ arasındaki çatışmalar, 2014 yılının Eylül ayı sonunda ve Ekim ayı başında yoğunlaşmıştır (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, § 21). Suriye'deki çatışmalar dolayısıyla tepkilerini dile getirdiğini ileri süren gruplar 6/10/2014 tarihinden itibaren Türkiye'nin birçok yerinde günlerce devam eden ve kamuoyunda “6-7 Ekim olayları” olarak adlandırılan şiddet eylemlerini gerçekleştirmiştir. Bu eylemler sırasında ülkenin pek çok yerinde kamu binalarına, banka şubelerine, işyerlerine, araçlara, güvenlik güçlerine ve sivillere taş, sopa, molotof kokteyli ve silahlarla saldırıda bulunulmuştur. Bu sırada kamu makamlarınca güvenliğin sağlanması için birçok şehirde eğitime ara verilmiş ve sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir (Gülser Yıldırım (2), § 26). Türkiye, 2015 yılı Temmuz ayından itibaren giderek yoğunlaşan terör saldırılarına maruz kalmıştır. Tırmanan terör saldırılarını PKK/KCK terör örgütünün öz yönetim ilanları izlemiştir. Öz yönetim ilan edilen bölgelerde Öz Savunma Birlikleri (ÖSB) adı altında silahlı gruplar oluşturan PKK terör örgütü, bu gruplar ve YDG-H (Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi) eliyle yollara barikat kurma, hendek kazma ve tünel açma gibi eylemlerde bulunmuştur (Gazal Kolanç ve diğerleri, §§ 25-27). Öz yönetim ilan ettiği bölgelerde patlayıcıyla tuzaklanmış hendekler kazmak ve barikatlar kurmak suretiyle yalıtılmış bölgeler oluşturmaya çalışan PKK terör örgütü, kamuoyunda hendek olayları olarak adlandırılan ve aylarca devam eden bu süreçte roketatarlar, keskin nişancı tüfekleri, patlayıcılar ve otomatik saldırı tüfekleri kullanarak terör saldırıları düzenlemiştir. Okullar, hastaneler, barajlar, adliye binaları, ambulanslar gibi temel kamu hizmetlerini sağlayan eşya ve binaların yanında sivilleri de hedef alan bu terör saldırılarında 335 sivil hayatını kaybederken 106 kişi yaralanmıştır. Terör saldırılarında 859 güvenlik görevlisi ve Derik kaymakamı şehit olmuş, 711 güvenlik görevlisi yaralanmıştır. Bu terör eylemlerinin engellenmesi, halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla sözde öz yönetim ilan edilen bazı bölgelerde mülki idare amirliklerince sokağa çıkma yasakları uygulanarak terörle mücadele operasyonları başlatılmıştır (hendek olayları, öz yönetim ilanları, PKK terör örgütünün şehir savaşı stratejisi ve sokağa çıkma yasakları hakkında arka plan bilgisi ile ayrıntılı açıklamalar için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri, §§ 16-28, 67, 346-348). Terörle mücadele operasyonlarının gerçekleştirildiği bölgelerin bazılarında sokağa çıkma yasakları uygulanmış ve bazıları geçici süreyle askerî güvenlik bölgesi ilan edilmiştir. Bu kapsamda terör örgütü üyelerinin yakalanarak halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla anılan il ve ilçelerin bir kısmında sokağa çıkma yasakları ilan edilmiş fakat güvenlik güçlerince yürütülen operasyonların sona ermesinin ardından söz konusu yasaklar kaldırılmıştır (Ayşe Çelik, B. No: 2017/36722, 9/5/2019, § 12). Şırnak Valiliği, Cizre ilçesinde ilk olarak terörle mücadele operasyonlarının düzenlendiği bazı yerlerde uygulanan sokağa çıkma yasakları kapsamında 4/9/2015 tarihinden itibaren terör örgütü mensuplarının etkisiz hâle getirilmesi, mayın ve patlayıcılarla tuzaklanmış barikat ve hendeklerin bertaraf edilmesi, vatandaşların can, mal güvenliğinin ve kamu düzeninin sağlanması amacıyla sokağa çıkma yasağı ilan edildiğini açıklamıştır. Cizre'de bu tarihten itibaren çeşitli defalar kaldırılıp yeniden uygulamaya konulan ve uygulama saatleri değiştirilen sokağa çıkma yasağı 10/4/2017 tarihinde tamamen kaldırılmıştır (Gazal Kolanç ve diğerleri, § 28). Şırnak Valiliğinin olaylarla ilgili olarak Anayasa Mahkemesine 28/1/2016 tarihinde verdiği bilgiler özetle şöyledir: i. Sokağa çıkma yasağı ilan edilen bölgelerde terör örgütü üyelerinin saldırıları devam etmektedir. Terör örgütü, silahlı ve bombalı eylemlerle temel kamu hizmetlerinin sunulmasını engellemektedir. Sokağa çıkma yasaklarıyla, yerleşim yerleri içinde terör örgütü mensupları ile girilen silahlı çatışmalar sırasında bölgede yaşayan vatandaşlarımızın can ve mal emniyetinin sağlanması amaçlanmaktadır. ii. Şırnak Valiliği güvenlik operasyonlarının icra edileceği Silopi ve Cizre ilçelerinde yaşayan halkın temel ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli planlama ve düzenlemeleri yapmıştır. Bu kapsamda Cizre Devlet Hastanesi hizmet vermeye devam etmekte, dört eczane dönüşümlü olarak eczacılık hizmetlerini sürdürmektedir. Ambulanslar 14/12/2015 ile 27/1/2016 tarihleri arasında 295 vakaya müdahale etmiştir. 112 ve 155 yardım hatları faaliyettedir. 155 hattına başvuran tüm vatandaşlara gıda ve temel ihtiyaç malzemesi dağıtımı yapılmıştır. Bazı market ve bakkallarla birlikte ekmek fırınları açık tutulmaktadır.iii. 5/9/2015-4/1/2016 tarihleri arasında Cizre’de 112 Acil yardım hattına yapılan çağrıların %84’ü cevaplanmıştır. Sağlık personelinin yaşamlarının korunması amacıyla müdahale edilemeyen vakalara, vaka bölgesinde güvenlik sağlandıktan hemen sonra müdahale edilmektedir. Bu süreçte sağlık personeli ve ambulanslar terör örgütü tarafından birçok defa saldırıya uğramış, buna rağmen hizmetler devam etmiştir (Gazal Kolanç ve diğerleri, § 35). Başvurucuların yakınları H.S. ve N.S., sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı dönemde 7/1/2016 tarihinde ateşli silah ile yaralanması nedeniyle Cizre Devlet Hastanesine getirilmiş olup her ikisi de yapılan tıbbi müdahalelere rağmen hayatını kaybetmiştir. Cizre Emniyet Müdürlüğü görevlilerince düzenlenen 7/1/2016 tarihli tutanakta özet olarak, sokağa çıkma yasağının devam ettiği 7/1/2016 günü saat 21'de Cizre Belediyesine ait ambulans ile Dağkapı Mahallesi Şen Caddesi ile Mirabdal Caddesi kesişiminden alınan iki tane ağır yaralı erkek şahsın babaları Ali Sömer refakatinde Cizre Devlet Hastanesine getirildiği, yapılan tüm müdahalelere rağmen şahısların öldüğü, şahısların nerede ve ne şekilde yaralandıklarının netlik kazanmadığı belirtilmiştir. Başvurucu Ali Sömer 7/1/2016 tarihinde kolluk tarafından müşteki sıfatıyla Cizre Devlet Hastanesinde alınan beyanında özet olarak, evinde bulunduğu sırada silah sesleri üzerine dışarı çıktığını, oğullarının ambulansa konulduğunu görmesi üzerine ambulansla hastaneye geldiğini, olayı görmediğini belirtmiştir. Cizre Emniyet Müdürlüğü görevlilerince düzenlenen 25/5/2016 tarihli kamera araştırma tutanağında olayın meydan geldiği Dağkapı Mahallesi Şen Caddesi ile Mirabdal Caddesi kesişimi 66 numara önü olarak belirlenen yerde ve çevresinde güvenlik kamerası bulunmadığı belirtilmiştir. Cizre Emniyet Müdürlüğü Olay Yeri İnceleme Grup Amirliği görevlilerince düzenlenen 7/1/2016 tarihli olay yeri inceleme raporunda olay yeri olarak ölenlerin kardeşi İlhan Sömer tarafından gösterilen yerde iz ve delil olabilecek bulguya rastlanmadığı belirtilmiştir. Cizre Devlet Hastanesinde görevli polis memurları tarafından düzenlenen 7/1/2016 tarihli tutanakta ölen H.S.ye ilk müdahalenin yapıldığı acil servis odasında zeminde kan birikintisi içinde 1 adet mermi çekirdeği bulunduğu belirtilmiştir. Cizre Devlet Hastanesinin 7/1/2016 tarihli genel adli muayene raporlarında H.S.nin ölü olarak hastaneye getirildiği, N.S.ye 50 dakika süreyle kardiyopulmoner resistasyon uygulandığı ancak yanıt vermediği için 10 itibarıyla ölü kabul edildiği tespiti yapılmıştır. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından düzenlenen 8/1/2016 tarihli Otopsi Tutanağı'nda adli tıp uzmanı bilirkişi hekimlerin H.S.nin ölümünün ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı büyük damar yaralanmasından gelişen dış kanama sonucu meydana geldiği kanaatini bildirdikleri belirtilmiştir. Başsavcılık tarafından düzenlenen 8/1/2016 tarihli Otopsi Tutanağı'nda adli tıp uzmanı bilirkişi hekimlerin N.S.nin ölümünün ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı kot, klavikula ve vertebra kırıkları ile birlikte gelişen iç kanama sonucu meydana geldiği kanaatini bildirdikleri belirtilmiştir. Başsavcılık tarafından yürütülen soruşturmada dinlenen gizli tanıklar beyanlarında, ölen N.S.nin YPG üyesi olduğunu, hendek ve barikatlarda silahla nöbet tuttuğunu, vatandaşları nöbet tutmaları ve barikat kurmaları için tehdit ettiğini belirtmiştir. Soruşturma kapsamında Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarından alınan raporda ölen H.S.nin sol el avuç içi, sol el üstü, sağ el avuç içi, sağ el üstü ve yüz bölgesi ile N.S.nin sağ el üstünden alınan svaplarda atış artıklarında bulunan antimon elementi bulunduğu tespit edilmiştir. Başsavcılık tarafından yürütülen soruşturma neticesinde 5/1/2018 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Karar gerekçesinde özet olarak, gizli tanık ifadesi, teşhis tutanağı ve toplanan bütün delillerden, H.S.ve N.S.nin sokağa çıkma yasağının uygulandığı dönemde güvenlik güçleri tarafından başlatılan operasyonda diğer terör örgütü üyeleri ile birlikte güvenlik güçleri ile yapılan çatışmalara katıldığı, güvenlik güçlerine karşı silahlı faaliyet gösterdikleri esnada meşru müdafaa hakkı kapsamında güvenlik güçlerince öldürüldükleri belirtilmiştir. Kararda ölenlerden alınan svaplarda atış artıklarında bulunan antimon elementinin tespit edildiği, ölenlerin terör örgütü üyesi olduğu, ölenlerin de içinde bulunduğu terörist grubun güvenlik güçlerine saldırıda bulunduğu sırada güvenlik güçlerinin karşılık verdiği ifade edilmiştir. Başvurucular, kovuşturmaya yer olmadığına dair karara özet olarak, antimon elementinin herhangi bir şekilde bulaşmasının mümkün olduğunu, olay yerinde hendek bulunmadığını, güvenlik güçlerinin hedef alarak ateş açtıklarını belirterek itiraz etmiştir. Başvurucuların itirazını inceleyen Şırnak Sulh Ceza Hâkimliğince özet olarak Başsavcılığın olayda hukuka uygunluk sebebi bulunduğu gerekçesi açıklanarak 16/2/2018 tarihinde itirazın reddine karar verilmiştir. Başvurucular nihai kararı 13/3/2018 tarihinde öğrendikten sonra 10/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/10925
Başvuru, Şırnak'ın Cizre ilçesinde güvenlik güçleri tarafından terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonlar sırasında meydana gelen ölümler ile ölümler hakkında etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/46261
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, mahkeme kararında gösterilen süreye uygun şekilde kanun yolu başvurusunda bulunulduğu hâlde talebin süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular, nihai hükmü 1/6/2020 tarihinde öğrendikten sonra 29/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/20923
Başvuru, mahkeme kararında gösterilen süreye uygun şekilde kanun yolu başvurusunda bulunulduğu hâlde talebin süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurular, ceza infaz kurumlarında tutuklu ya da hükümlü olarak bulunanların ücreti kendilerince karşılanarak kurum idaresi aracılığıyla satın aldıkları süreli yayınların kendilerine teslim edilmemesi ya da satın alma taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular çeşitli tarihlerde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli 4 No.lu listede numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2017/20009 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına ve diğer başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. Birleşen dosyalardan 2017/33043 ve 2018/2883 sayılı bireysel başvuru dosyalarında, başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Anılan iki dosya ile 2017/20009 sayılı dosyada birleşen diğer dosyaların konularının aynı olması nedeniyle birleşen tüm dosyalar yönünden Bakanlığa ayrıca görüş sorulmasına gerek görülmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Ümit Tamur dışındaki başvurucuların tümü anayasal düzen ve düzenin işleyişi ile devletin güvenliğine karşı suçlar ve terör suçlarından hükümlü ya da tutuklu olarak muhtelif kapalı ceza infaz kurumlarında bulunmaktadır. Başvurucu Ümit Tamur ise kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama, toplantı ve yürüyüşlere silah ve benzeri aletler taşıyarak veya kendilerini tanınmayacak hâle getirerek katılma, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme ve mala zarar verme suçlarından hükümlü olarak bulunmaktadır. Bakanlık Ceza İnfaz Kurumları ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü verilerine göre 26/7/2021 tarihi itibarıyla ülkemizde bulunan 368 ceza infaz kurumunun 259'u kapalı ceza infaz kurumu niteliğindedir. Toplam 196 hükümlü ve tutuklu mevcudunun 755'i ise kapalı ceza infaz kurumlarında bulunmaktadır. Başvurucuların kurum idaresi aracılığıyla ücretini ödeyerek satın aldıkları ya da alınmasını talep ettikleri dergi ve gazete gibi süreli yayınların çeşitli nüshaları, infaz kurumu eğitim kurullarının 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesi uyarınca aldıkları kararlara göre başvuruculara teslim edilmemiş ya da satın alma talepleri reddedilmiştir. Başvurucuların talep ettikleri süreli yayınlar "Özgürlükçü Demokrasi", "Yeni Yaşam", "Yeni Asya", "Aydınlık", "Ortadoğu", "Birgün", "Milli Gazete", "Evrensel", "Cumhuriyet", "Karar" ve "Özgür Gelecek" isimli gazete veya dergilerin 2017 ve 2020 yılları arasında yayımlanmış tek ya da çeşitli nüshalarıdır. Başvuru tarihlerinde, başvuruculara teslim edilmeyen bu süreli yayınlar hakkında verilmiş bir toplatma ya da elkoyma kararı bulunmamaktadır. İlgili ceza infaz kurumu eğitim kurullarınca alınan kararların bir bölümünde, ilgili süreli yayınlarda ağırlıklı olarak PKK ile Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) kurucusu ile üyelerini öven, bunların sözleri ile eylemlerine yer veren ve terör örgütü propagandası teşkil eden, PKK terör örgütü kurucusunun tecrit edildiği iddiası nedeniyle açlık grevi yapılması gerektiğini belirten, FETÖ üyeleri arasında haberleşmeyi sağlayan ve her iki terör örgütünün kendi üyeleri arasındaki dayanışmayı ve motivasyonu artıracak içerikler bulunduğu belirtilmiş; dolayısıyla ceza infaz kurumunun güvenliği ile mahkûmun ıslahı amaçlarının gerçekleştirilmesine engel olacağı gerekçesiyle söz konusu yayınların başvuruculara teslim edilmemesine karar verilmiştir. Söz konusu gerekçelerin çok büyük bir kısmı aşağıdaki gibidir:"'Yasadışı terör örgütünün görüş, amaç ve eylem sürecinin gerçek kişi-zaman ve mekanlarla birlikte ayrıntılı olarak anlatıldığı, terör örgütüne ait açıklamaların bizzat alıntılandığı, örgütün faaliyetleri meşru gösterilerek kişilerin kanunsuz eylemlere özendirildiği ,terör örgütü propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerine dair görsel haberlerin yapıldığı, örgüte ait amblem, resim veya işaretlerin yer aldığı, devlete meydan okuma ve devlete karşı yapılan kanunsuz eylemleri doğru bir öz güven hareketiymiş gibi göstererek topluma kin ve nefret duyguları aşılayarak suç işleme ve kanunlara uymama konusunda tahrik ettiği, gayri meşru eylemleri meşru gibi gösterdikleri, suçu ve suçluyu öven, suç işlemeye teşvik eden ifadelerin yer aldığı tespit edilmekle...Kişileri açlık grevi gibi kanunsuz eylemlere özendirdiği, Devlete meydan okuma ve devlete karşı yapılan kanunsuz eylemlerin bir özgüven hareketiymiş gibi gösterildiği, kamu çalışanlarına karşı eylem ve söylemleri meşru göstererek bu eylemlere teşvik edici ibarelerin bulunduğu, okuyucularına kin, nefret, isyan ve şiddet kullanmaya teşvik etmesi İnfaz Kurumlarında bulunan tutuklu/hükümlülere uygulanan Eğitim ve iyileştirme çalışmalarını boşa çıkartacak yazıların bulunduğu, kurumlarda örgütsel faaliyeti arttırarak disiplinsizliğe yol açmak suretiyle kurum güvenliğini tehlikeye düşürecek neviden içeriğe sahip olduğu...Söz konusu yayının içeriğinde; terör örgütü kurucusu/yöneticisine karşı uygulandığı iddia edilen sözde tecridin kaldırılması amacını ihtiva ettiği gerekçesiyle bir takım ceza infaz kurumlarında hükümlü ve tutuklularca gerçekleştirilen açlık grevlerine ilişkin övücü nitelikte haberlerin yer aldığı dikkate alındığında, söz konusu yayının kuruma alınmaması ve hükümlü ve tutuklulara verilmemesi şeklindeki tedbirin hükümlü ve tutukluların ıslahı ile bağlantılı olduğunun, bu yayının terör örgütü üyelerince ceza infaz kurumlarında gerçekleştirilmeye çalışılan olumsuz faaliyetlerinin meşru gösterilmesiyle bir ilişkisi olduğu nazara alındığında ise, söz konusu yayının verilmesinin terör suçundan hükümlü/tutuklu olarak bulunanların ıslah olmaktan uzaklaşarak devlete karşı duruş sergilemeye yönelmelerine sebebiyet verebileceğinin açık olduğu...Yayında benzeri eylemleri gerçekleştiren hükümlü/tutukluların anlatımlarına yer verildiğinin anlaşılması karşısında adı geçen yayının terör örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı olarak haberleşmelerine neden olabilecek nitelikte bulunduğunun, yayında iletilmek istenilen mesajla da açlık grevi gibi olumsuz davranışlara başvurmanın gerekli ve haklı olduğunun savunulduğunun görülmesi karşısında, yayında yer alan ifadelerin ceza infaz kurumunun güvenliğini, disiplinini ve düzenini tehlikeye düşüreceğinin kabul edilmesi gerektiği, ayrıca ağırlıklı olarak yukarıda bahsedilen nitelikte haberler yapan gazetenin sakıncalı bölümlerinin tespit edilerek çıkarılmasıyla hükümlü ve tutuklulara tesliminin mümkün olmadığı...Yeni Asya gazetesinin ... fiziki sayfalarında suç teşkil edecek haberler tespit edilemese de, bu gazetenin internet üzerinden yaptığı yayınlarda, 'mağdur köşesi' adı altında bir alan oluşturdukları ve bu alanda, FETÖ/PDY terör örgütü lider ve üyeleri tarafından propaganda yapıldığı, terör örgütü üyelerinin haberleşme aracı olarak kullandıkları, ceza infaz kurumlarında yaşanılan olayların taraflı olarak haber yapıldığı, örgüt elebaşısının sözlerinin bizzat alıntılandığı, mahkemelerce verilen mahkumiyet hükümlerinin hiçe sayılarak örgüt üyelerinin masum gösterildiği, kamuoyunun yanlış yönlendirildiği, halkın kin ve düşmanlığa sevkedildiği vb gerekçelerle, hükümözlüye gelen fiziki gazetenin de kurum güvenliğini tehlikeye düşürebileceğinden bahisle kamu düzeni ve güvenliğini sağlama amacıyla ilgili yayının...Yeni Asya Gazetesi her ne kadar mahkemelerce yasaklanmamış olsa da, Yeni Asya Gazetesinin tüm yayınlarında genel olarak FETÖ terör örgütünün siyasi ve ideolojik görüşlerini destekleyici haberler yapıldığı, hükümlü ve tutuklu bulunan örgüt mensuplarını yönlendirici haber ve yayınlar yazıldığı, bu yazıların hükümlü tutukluların birlikte olumsuz hareket etmeleri sonucunu doğurucağı ve cezaevinde eylem yapmalarına neden olacağı ve sürekli bu tür yayınıları takip eden hükümlü ve tutuklular ceza infaz kurumu güvenliğini ciddi tehlikeye düşürebileceği husus göz önünde bulundurulduğunda..." Yeni Asya gazetesi yönünden ayrıca bazı ceza infaz kurumları eğitim kurullarının aynı gerekçelerle, söz konusu gazetenin belli bir nüshasının değil fakat aksi yönde karar verilene kadar gelecek sayılarının da bunu talep eden hükümlü ve tutuklulara teslim edilmemesi yönünde kararlar aldığı anlaşılmıştır. İnfaz kurumu eğitim kurullarınca alınan söz konusu kararların sayıca fazla olan kısmında sakıncalı kısımların hangi sayfalarda olduğu belirtilmiş fakat denetime imkân bırakmayan bir şekilde, ağırlıklı kısmının sakıncalı olması nedeniyle ilgili yayının tamamının verilmemesi yoluna gidilmiştir. Başvurucular, anılan kararlara karşı infaz hâkimliklerine şikâyette bulunmuştur. Başvurucuların şikâyetleri ilgili infaz hâkimlikleri tarafından, söz konusu kararlara karşı yapılan itirazlar ise ilgili ağır ceza mahkemeleri tarafından reddedilmiştir. Nihai kararlar başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal hukuk kaynakları için bkz. İbrahim Kaptan (2), B. No: 2017/30723, 12/9/2018, §§ 15-19; Cengizhan Pilaf, B. No: 2015/12095, 13/9/2018, § 12; ilgili uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Ahmet Temiz (6), B. No: 2014/10213, 1/2/2017, §§ 17,
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/20009
Başvurular, ceza infaz kurumlarında tutuklu ya da hükümlü olarak bulunanların ücreti kendilerince karşılanarak kurum idaresi aracılığıyla satın aldıkları süreli yayınların kendilerine teslim edilmemesi ya da satın alma taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; gerçek maluliyet oranı üzerinden tazminata hükmedilmemesi sebebiyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının, makul sürede yargılama yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Bir mobilya fabrikasında işçi olarak çalışan başvurucu 20/4/2001 tarihinde geçirdiği iş kazası nedeniyle sağ elinden yaralanmış ve parmakları kopmuştur. Sosyal Güvenlik Kurumu Tedavi Hizmetleri ve Maluliyet Daire Başkanlığı 19/7/2003 tarihinde maluliyet oranını %16 olarak belirlemiştir. Başvurucu vekili 29/9/2016 tarihinde anılan iş kazası nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde; iş kazası olarak kabul edilmesi gereken olayın, işverenin işyerinde işçi sağlığı ve güvenliği ile ilgili mevzuatın öngördüğü önlemleri almaması nedeniyle meydana geldiği, kazanın oluşumunda başvurucunun kusurunun olmadığı belirtilerek 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat talep edilmiştir. Ayrıca maddi tazminat yönünden fazlaya dair taleplerin saklı tutulduğu vurgulanmıştır. Davalı vekili davaya cevabında; başvurucunun geçirdiği iş kazası ile ilgili olarak işverenin kusurunun bulunmadığını başvurucunun kendisine verilen eldiven, gözlük ve buna benzer koruyucu malzemeleri kullanmayarak kazaya sebebiyet verdiğini, işverenin gereken tüm koruyucu tedbirleri aldığını beyanla davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Kartal İş Mahkemesi nezdinde devam eden yargılama sırasında alınan 14/5/2007 tarihli rapor ile kazanın gerçekleşmesinde işverenin %80, başvurucunun ise %20 kusurlu olduğu tespit edilmiştir. 6/10/2007 tarihli bilirkişi raporunda anılan kusur ve %16 maluliyet oranları üzerinden yapılan hesapla başvurucu lehine 238,10 TL maddi tazminat tespit edilmiştir. Başvurucu vekili bu rapor doğrultusunda 5/12/2007 tarihinde davayı, maddi tazminat yönünden ıslah etmiştir. Islah dilekçesinde, dava açılırken fazlaya dair hakların saklı tutulduğu belirtilerek maddi tazminata dair talep edilen miktar yükseltilmiştir. Yargılama sürecinde davalı işverenin maluliyet oranına itiraz etmesi üzerine Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulu 1/7/2008 tarihli raporu ile maluliyet oranının %33 olduğu ve başvurucunun sürekli bakıma muhtaç durumda olmadığı ve kontrol muayenesinin gerekmediği tespitleri yapılmıştır. Davalının anılan maluliyet oranına itiraz etmesi üzerine Adli Tıp Kurumu Adli Tıp İhtisas Kurulu (ATK) tarafından hazırlanan 2/7/2010 tarihli rapor ile maluliyet oranı %31,2 olarak belirlenmiştir. Anılan son rapora tarafların itiraz etmemeleri üzerine, %80 kusur ve %2 maluliyet oranlarına göre hazırlanan ek bilirkişi raporu ile başvurucuya yapılan ödemeler düşüldükten sonra başvurucunun 51 TL maddi zararının olduğu sonucuna varılmıştır. Başvurucu vekili belirlenen bu maddi tazminat miktarını esas alarak 30/3/2011 tarihinde maddi tazminat talebiyle ek dava açmıştır. Dava dilekçesinde, fazlaya ilişkin haklar saklı tutulan ilk davada ıslah ile birlikte zararın bir kısmının talep edildiği ancak işverenin itirazı üzerine ATK tarafından düzenlenen rapor ile maluliyet oranın yükseltildiği, bu durumun yeni bir olgu olduğu belirtilerek zararın kalan bölümü olan 565 TL'nin işverenden tahsili talep edilmiştir. Kartal İş Mahkemesi her iki davanın birleştirilmesine karar vermiştir. Mahkeme ıslah ve ek dava dilekçelerini de gözeterek 24/5/2011 tarihinde, % 2 maluliyet ve %80 kusur oranlarına göre belirlenen maddi tazminatın aynen kabulüne, manevi tazminat talebinin ise kısmen kabulüne karar vermiştir. İşveren anılan karara yönelik temyiz yoluna başvurmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesi 15/11/2102 tarihinde anılan hükmün bozulmasına karar vermiştir. Kararda; usulü kazanılmış hak kavramının davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirildiği, bu kavramın öğretide kabul gördüğü ve usul hukukunun vazgeçilmez ana ilkelerinden biri hâline geldiği vurgulanmıştır. Bir davada mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade eden usule ilişkin kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için bir davada ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerektiği belirtilmiştir. Usulü kazanılmış hak ilkesinin kamu düzeniyle ilgili olduğu ifade edildikten sonra başvurucunun Tedavi Hizmetleri ve Maluliyet Daire Başkanlığınca %16 olarak belirlenen maluliyet oranına itiraz etmemesi ve hatta bu oran üzerinden hesaplanan zarar miktarını baz alarak davayı ıslah etmiş olması nedeniyle işveren yararına usulü kazanılmış hak oluştuğunu ve %16 maluliyet oranı üzerinden maddi tazminat hesabı yapılarak karar verilmesi gerektiği, diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek olmadığı belirtilmiştir.Yargıtayın bozma kararına uyularak yapılan yargılamada İstanbul Anadolu İş Mahkemesi, %16 maluliyet oranına göre maddi zararı belirleyen yeni bir bilirkişi raporu hazırlatmış ve 20/3/2014 tarihli kararıyla anılan rapor ile belirlenen maddi zarara uygun olarak davanın kısmen kabulüne hükmetmiştir. Davalının bu kararı da temyiz etmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 11/9/2014 tarihinde anılan hükmün bozulmasına karar vermiştir. Kararda, fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmadan açılan davada davacının geriye kalan haktan zımnen feragat etmiş sayılacağı hatırlatıldıktan sonra başvurucunun 5/12/2007 tarihli ıslah dilekçesi ile fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmadığından ek dava ile fazlaya ilişkin hakkı talep edemeyeceği vurgulanmıştır. Derece mahkemesi 27/1/2015 tarihinde anılan bozma kararına uygun olarak davanın kısmen kabulüne ve 000TL manevi, 180,94 TL maddi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile tahsiline karar vermiştir. Anılan karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/12/2015 tarihli onama kararıyla kesinleşmiştir. Nihai karar 5/1/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun "Amaç ve kapsam" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Bu Kanunun amacı işverenler ile bir iş sözleşmesine dayanarak çalıştırılan işçilerin çalışma şartları ve çalışma ortamına ilişkin hak ve sorumluluklarını düzenlemektir." 4857 sayılı Kanun'un olayın meydana geldiği tarihte yürürlükte bulunan "İşverenlerin ve işçilerin yükümlülükleri" kenarbaşlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:"İşverenler işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak, işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdürler.İşverenler işyerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği önlemlerine uyulup uyulmadığını denetlemek, işçileri karşı karşıya bulundukları mesleki riskler, alınması gerekli tedbirler, yasal hak ve sorumlulukları konusunda bilgilendirmek ve gerekli iş sağlığı ve güvenliği eğitimini vermek zorundadırlar. Yapılacak eğitimin usul ve esasları Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir." 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun "İş kazasının tanımı, bildirilmesi ve soruşturulması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"İş kazası;a) Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada,  (...)meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen engelli hâle getiren olaydır."4/2/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür."6098 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Hâkim, tazminatın kapsamını ve ödenme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirler."6098 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Hâkim, bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene uygun bir miktar paranın manevi tazminat olarak ödenmesine karar verebilir. Ağır bedensel zarar veya ölüm hâlinde, zarar görenin veya ölenin yakınlarına da manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verilebilir."
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/1085
Başvuru, gerçek maluliyet oranı üzerinden tazminata hükmedilmemesi sebebiyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının, makul sürede yargılama yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 24/5/1995 tarihinde açılan tapu iptali ve tescili davası çeşitli aşamalardan geçtikten sonra hâlen yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15307
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, gözaltında iken kolluk görevlilerinin güç kullanımı sonucunda yaralanma meydana gelmesi ve bu olay hakkında etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında DHKP/C üyeliğinden Sivas Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu 27/2/2017 tarihinde Sivas'ta gözaltına alınmış, doktor raporu alma işlemlerinden sonra Sivas Asayiş Şube Müdürlüğü nezarethanesine konulmak üzere Sivas İl Emniyet Müdürlüğüne getirilmiştir. Başvurucu, Sivas Sulh Ceza Hâkimliğinin 2/3/2017 tarihli kararıyla tutuklanarak Sivas E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna yerleştirilmiştir. Başvurucunun Sivas Sulh Ceza Hâkimliğindeki sorgusu sırasında vekili tarafından başvurucunun daha önce parmak izi alınmış olması nedeniyle sistemde parmak izi bulunduğu, buna rağmen tekrar parmak izi alınmasının istendiği, bu sırada on veya on beş polis memuru tarafından kaburga kemiği kırılana kadar başvurucuya şiddet uygulandığı ileri sürülmüştür.A. Doktor Raporları Başvurucu hakkında 27/2/2017 tarihinde Ulaş İlçe Hastanesi tarafından "Gözaltı giriş nedeniyle getirilen şahsın yapılan muayene sonucu herhangi bir patoloji, darp cebir veya ameliyat yeri izine rastlanmamıştır." şeklinde adli muayene formu düzenlenmiştir. Başvurucu hakkında 28/2/2017 tarihinde Sivas Numune Hastanesi tarafından "Aktif darp cebir izi yoktur, aktif şikayeti yoktur." şeklinde adli rapor düzenlenmiştir. Başvurucu hakkında Sivas Numune Hastanesi tarafından 1/3/2017 tarihi saat 8:50'de düzenlenen adli raporda yer alan tespitler ise şöyledir:"- Aktif darp cebir izi yoktur.- Hasta iki gündür sağ alt kotta [okunamadı] olduğunu belirtiyor,- ...[okunamadı] hassasiyet mevcut, kızarıklık, sıyrık, ...[okunamadı], ekimoz yok. - Basit tıbbi müdahale ile giderilebilir. " Başvurucu hakkında Sivas Numune Hastanesi tarafından 1/3/2017 tarihinde saat 52'de düzenlenen adli raporda yer alan tespitler şöyledir:"- Tarama CT istendi. Sağ kotta fraktür saptanarak göğüs cerrahi ile konsülte edildi. Gögüs cerrahi bir hafta sonra poliklinik kontrolü önerdi.- Basit tıbbi müdahale ile giderilemez." Başvurucu hakkında Sivas Numune Hastanesi tarafından 2/3/2017 tarihi saat 8:50'de düzenlenen adli raporda yer alan tespitler şöyledir:"- Aktif darp cebir izi yoktur.- Aktif şikâyeti yoktur.- Sağ alt kotlarda ...[okunamadı] hassasiyet, sıyrık, kızarıklık, ...[okunamadı] yok.- Basit tıbbi müdahale ile giderilebilir." Başvurucu hakkında Sivas Numune Hastanesi tarafından 2/3/2017 tarihinde saat 22'de "Darp ve cebir izi yoktur." şeklinde adli rapor düzenlenmiştir.B. Zor Kullanma ve Tespit Tutanağı Başvurucu hakkında 27/2/2017 tarihinde saat 02'de Zor Kullanma ve Tespit Tutanağı düzenlenmiştir. Bu tutanakta özetle başvurucunun gözaltına alındıktan sonra doktor raporu alınması için araca bindirildiği sırada, hastaneye girişte ve çıkışta çeşitli sloganlar attığı, doktorun muayene sırasında başvurucu ile yalnız kalmak istemediğini belirterek polis memurundan kalmasını istediği, bunun üzerine başvurucunun da muayene olmayı reddettiği sonrasında bir sağlık çalışanı eşliğinde doktor muayenesinin yapıldığı ifade edilmiştir. Tutanakta ayrıca başvurucunun İl Emniyet Müdürlüğüne getirildikten sonra parmak izi alınması için Olay Yeri İnceleme Şube Müdürlüğüne götürüldüğü, parmak izinin alınması amacıyla ekrana yaklaşmasının istendiği, başvurucunun daha önce parmak izi verdiği gerekçesiyle talebi kabul etmediği belirtilmiş; bu uygulamanın hukuki bir zorunluluk olduğu ve gözaltına alınan herkese uygulanan bir işlem olduğu yönünde başvurucunun bilgilendirildiği, rıza ile parmak izini vermemesi hâlinde zor kullanılmak suretiyle parmak izinin alınacağı yönünde uyarıldığı belirtilmiştir. Tutanakta, başvurucunun 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi gereği parmak izinin ve fotoğrafının alınması gerektiği konusunda bilgilendirildiği, başvurucunun parmak izi vermeyeceği ve fotoğraf çektirmeyeceği yönünde cevap vererek örgütsel tavır sergilediğinin görülmesi üzerine başvurucunun kademeli olarak kollarından ve el bileklerinden tutulmak suretiyle parmak izinin alınmak istendiği belirtilmiştir. Başvurucunun "işkence yapmak şerefsizliktir" şeklinde sloganlar atarak kendisini beton zemine bıraktığı, başını çarparak kendisine zarar vermesini önlemek için bir görevli tarafından başından tutulduğu, başvurucunun direnmek suretiyle mukavemette bulunduğu, görevliler tarafından tekrar parmak izini rızası ile vermesi gerektiği, vermemesi durumunda kademeli olarak zor kullanılarak parmak izinin alınacağı yönünde uyarıldığı, başvurucunun "parmak izim sizde var, tekrardan parmak izi alma bahanesiyle işkence yapmak için araç haline getirmişsiniz, insan haklarına insan onuruna yakışmayan hiçbir uygulamayı kabul etmeyeceğim" şeklinde beyanda bulunması üzerine konu hakkında soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcısına bilgi verildiği, başvurucunun bu sırada yerden kalkarak sandalyeye oturduğu ifade edilmiştir. Tutanakta, Cumhuriyet savcısının 2559 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi gereğince parmak izi ve fotoğrafın alınması, tutanak tanzim edilmesi ve yapılan işlemlerin kayda alınarak soruşturma dosyasına eklenmesi talimatı üzerine başvurucunun parmak izi alınacağı konusunda tekrar bilgilendirildiği, başvurucunun rıza göstermemesi, ellerini ön tarafta kilitlemesi üzerine zor kullanmak suretiyle parmak izi alınmak istendiğinde "işkence yapmak şerefsizliktir" şeklinde sloganlar attığı belirtilmiştir. Başvurucunun ellerinden, kollarından ve yere çarpmaması için başından tutularak kademeli olarak güç kullanılarak direncinin kırılmak istendiği, başvurucunun ellerini birbirine kenetlemek suretiyle direnmeye devam ettiği, uyarılara riayet etmemesi üzerine kademeli olarak artan oranda güç kullanılmak suretiyle kenetlemiş olduğu ellerinin birbirinden ayrıldığı, her iki elinin parmaklarının ayrı ayrı ve tek tek açılmak suretiyle parmak izlerinin alındığı, başvurucunun bu sırada "şerefsizler" şeklinde hakaret ettiği ve sloganlar attığı ifade edilmiş, başvurucunun kendisine ve görevlilere zarar vermesini engellemek amacıyla parmak izi alma işlemi bitene kadar başından, kollarından, bileklerinden, bacaklarından ve ayaklarından tutulmak suretiyle etkisiz hale getirildiği belirtilmiştir. Tutanakta ayrıca başvurucunun fotoğraf çekimi konusunda da direnmesi nedeniyle fotoğrafının oturduğu yerden değişik açılardan çekildiği belirtilmiş, nezarethaneye götürülmek istendiğinde "gitmiyorum, götürebiliyorsanız beni götürün" şeklinde beyanda bulunduğu, kademeli olarak güç kullanılarak ellerinin arkadan kelepçelendiği, başından, kollarından, bileklerinden ve bacaklarından tutularak taşıma yöntemiyle nezarethaneye götürüldüğü, başvurucunun bu sırada da çeşitli sloganlar attığı, nezarethaneye konulmadan önce üst araması yapılmak istendiği, başvurucunun direnmesi üzerine kademeli olarak güç kullanılarak üst aramasının gerçekleştirildiği ifade edilmiştir. Başvurucunun doktor raporu alınmasında, parmak izi alınmasında, fotoğraf çekiminde, nezarethaneye götürülmesi ve üst aramasının yapılması aşamalarında örgütsel tavır sergileyerek direnmesi üzerine orantılı olarak kademeli güç kullanıldığı, başvurucunun bu esnada aşırı olarak direnç göstermesi sebebiyle başını sürekli olarak sağa ve sola savurmasından dolayı burnunun sağ kısmında hafif kızarıklık oluştuğu belirtilmiştir. Bu tutanak sekiz emniyet görevlisi tarafından imza altına alınmıştır. Soruşturma Süreci Başvurucu 13/3/2017 tarihli dilekçesiyle şikâyette bulunmuştur. Başvurucu dilekçesinde özetle; 27/2/2017 tarihinde gözaltına alınarak Sivas İl Emniyet Müdürlüğüne götürüldüğünü, burada parmak izi vermesinin istendiğini, daha önce gözaltına alındığı sırada ve sürücü belgesi başvurusunda parmak izinin alınması nedeniyle talebi kabul etmediğini, bunun üzerine kolluk görevlilerinden birinin zorla parmak izinin alınacağını söylediğini, tutulduğu odaya on veya on beş kolluk görevlisinin geldiğini, bu görevliler tarafından yere yatırıldığını, üzerinde zıplayan görevlilerin olduğunu, ellerine ve kafasına basıldığını, yüzünün çekiştirildiğini, yaklaşık on beş dakika bu şekilde kötü muameleye maruz bırakıldığını, bu sırada bir kolluk görevlisinin yaşananları kamera ile kayıt altına aldığını ifade etmiş, sağ kaburga kemiğinde kırık meydana geldiğini, şikâyetini 28/2/2017 tarihinde muayeneye gelen doktor O.Ö.ye söylemesine rağmen şikâyetinin doktor tarafından dikkate alınmadığını, sonrasında kırık teşhisi konulduğunu, doktor O.Ö. de dahil olmak üzere sürece dahil olan tüm kamu görevlilerinden şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. Başsavcılık tarafından doktor O.Ö. ve kolluk görevlileri hakkında soruşturma başlatılmıştır. Doktor O.Ö. yönünden yürütülen soruşturma hakkında ayırma kararı verilmiş, sonrasında 8/11/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Başvurucunun kolluk görevlileri tarafından yaralandığı şikâyeti hakkında ise 28/9/2017 tarihinde ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Kararın içeriğinden olaya ait kamera kayıtları ve başvurucu hakkındaki gözaltı işlemlerine ilişkin tutanakların incelendiği anlaşılmaktadır. Ek kovuşturmaya yer olmadığına dair verilen kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:" ...Dosya içerisinde yer alan kamera kayıtları, yukarıda belirtilen 27/02/2017 tarihli tespit tutanağı, ayrıca İstanbul Başsavcılığının 2012/1949 sayılı soruşturması kapsamında ifadesi alınan Çelik mahlaslı gizli tanığın; 'üst araması, gözaltı fotoğrafı çekimi, tükürük örneği alınması, kelepçe uygulamasına karşı direnmek, ifade vermemek, gözaltı süresi boyunca açlık grevine gitmek, örgüt elamanlarına eğitimler sırasında öğretilir, bu örgütsel tavrın esas amacı, örgüte sempatizan veya örgüte elaman olarak bağlı olan şahısları ilk andan itibaren kolluk ile iletişimine engel olmaktır. Kolluk kuvvetleri ile girdiği münakaşa sonucu radikalleşen ve hırçınlaşan örgüt üyesi gözaltı süresinin devamında kesinlikle konuşmaz ve iletişime geçmez, böylece örgüt sırları deşifre olmamış olur, örgüt bu konularda elemanlarına eğitim verirken bu tür uygulamaların haksız, keyfi ve işkence oldukları şeklinde öğretilir. Bu uygulamalara karşı koymak, direnmek, meşru savunma, onurunu savunma, koruma olarak öğretilir. Hatta bu konu ile ilgili DHKP-C örgüt avukatları tarafından bastırılan 'gözaltına alındınız ne yapacaksınız' isimli bir kitap var, kitabın içeriği gözaltına alınan şahısların gözaltı süresi boyunca takınması gereken tavrı anlatır. Ayrıca örgüt elamanlarına DHKP-C örgütünün İstanbul'daki gençlik federasyonunda gözaltına alındıklarında nasıl davranmaları gerektiği senaryo şeklinde tiyatro edilerek öğretilir. Hiçbir tutanağa imza atmama, tükürük örneği verilirken direnme, parmak izi verilirken direnme, gözaltı süresi boyunca açlık grevine gitme, her direndiğinde; 'insanlık onuru işkenceyi yenecek, işkence yapmak şerefsizliktir' gibi sloganlar atmak da yine bu eğitimde öğretilir. Bu direnişin amaçlarından bir diğeri de, kolluk kuvvetlerini tahrik etmektir. Gözaltına alınan şahıslar kolluk kuvvetlerine küfür ve hakaret ederek kolluk kuvvetlerini elinden geldiğince tahrik ederler. Bu tür bir davranıştaki amaç kolluk kuvvetinin sinirlenmesini sağlamak, dolayısıyla görevine yapmasına engel olmak veya kolluk kuvvetlerinin yanlış uygulamalar yapmasını sağlamaktır' şeklindeki beyanı ile tüm soruşturma evrakı kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; emniyet görevlilerince müşteki Murat ULUSOY'a karşı yapılan eylemlerde herhangi bir hukuka aykırılığın bulunmadığı, gözaltında şüpheli Murat ULUSOY'un, polis memurlarını tahrik etmeye yönelik yukarıda belirtilen örgütsel eylem ve davranışlarına ve bu şekilde direnmeye karşı ölçülü ve direnmeyi sonlandıracak şekilde 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu, 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu ve ilgili mevzuat gereğince hareket ettikleri, yine arama işlemi ile ilgili olarak ise; arama işlemini gerçekleştiren polis memurlarının Sivas Sulh Ceza Hakimliğinin 26/02/2017 tarih ve 2017/1159 İş sayılı kararına istinaden bu arama kararının müştekiye gösterilmesi suretiyle arama yaptıkları, şüpheli polis memurlarının yapmış olduğu arama ve el koyma işlemlerinde herhangi bir hukuka aykırı olayın söz konusu olmadığı, dolayısıyla şüphelilerin üzerilerine atılı suçların yasal unsurlarının oluşmadığı anlaşılmakla;Şüpheliler hakkında KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA, ..." Başvurucu, anılan karara itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde özetle, on veya on beş kolluk görevlisi tarafından işkenceye uğradığını, haksız olarak uygulanan yakalama ve gözaltına alma işlemlerine karşı pasif direniş sergilemesinin örgütsel tavır olarak kabul edilmemesi gerektiğini ileri sürmüştür. Sivas Sulh Ceza Hâkimliğinin 9/11/2017 tarihli kararıyla başvurucunun itirazı reddedilmiştir. Kararda soruşturmanın gerektirdiği delillerin yeterli ölçüde toplanmış olduğu, delillerin takdirinde isabetsizlik olmadığı, verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın usul ve yasaya uygun bulunduğu gerekçelerine dayanılmıştır. Bu karar başvurucuya 15/12/2017 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 15/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Olaya İlişkin Görüntü Kayıtları Başvurucu tarafından başvuru dosyasına eklenen taşınır bellekte yer alan görüntülerde özetle şu hususlar tespit edilmiştir:- Başvurucu kelepçesiz vaziyette bir sandalyede oturmakta iken başvurucuya rızası ile parmak izi vermesi, aksi hâlde parmak izlerinin zorla alınacağı söylenmiş, başvurucu rıza göstermediğini söyledikten sonra parmak izi almak için odaya bir grup kolluk görevlisi gelmiş, kolluk görevlilerinin başvurucuyu oturduğu yerden kaldırarak tutmak istedikleri sırada başvurucu yere yatmış, birkaç dakika sonra kolluk görevlileri başvurucuyu bıraktıktan sonra başvurucu tekrar sandalyeye oturmuştur.- Parmak izinin zorla alınacağı başvurucuya tekrar söylenmiş, başvurucu sandalyeden kalktıktan sonra kendisini yere bırakmış ve sloganlar atmıştır. Cenin pozisyonunda yerde bulunan başvurucu parmak izinin alınmasına direnmiş, bir grup kolluk görevlisi başvurucuyu çeşitli yerlerinden tutmuş ve başvurucunun parmak izlerini almıştır.- Parmak izi alınması sonrasında başvurucu nezarethaneye götürülmek istenmiş, başvurucunun direnç göstermesi üzerine bir grup kolluk görevlisi başvurucuyu ellerinden ve ayaklarından tutarak nezarethaneye götürmüştür. 4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Fizik kimliğin tespiti" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(Değişik: 25/5/2005 – 5353/5 md.) (1) Üst sınırı iki yıl veya daha fazla hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı şüpheli veya sanığın, kimliğinin teşhisi için gerekli olması halinde, Cumhuriyet savcısının emriyle fotoğrafı, beden ölçüleri, parmak ve avuç içi izi, bedeninde yer almış olup teşhisini kolaylaştıracak diğer özellikleri ile sesi ve görüntüleri kayda alınarak, soruşturma ve kovuşturma işlemlerine ilişkin dosyaya konulur. (2) Kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz süresinin dolması, itirazın reddi, beraat veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilip kesinleşmesi hâllerinde söz konusu kayıtlar Cumhuriyet savcısının huzurunda derhâl yok edilir ve bu husus tutanağa geçirilir." 2559 sayılı Kanun'un maddesinin "Parmak izi ve fotoğrafların kayda alınması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Polis;a) Gönüllü,b) Her çeşit silah ruhsatı, sürücü belgesi, pasaport veya pasaport yerine geçen belge almak için başvuruda bulunan,c) Başta polis olmak üzere, genel veya özel kolluk görevlisi ya da özel güvenlik görevlisiolarak istihdam edilen,ç) Türk vatandaşlığına başvuruda bulunan,d) Sığınma talebinde bulunan veya gerekli görülmesi halinde, ülkeye giriş yapan sair yabancı,e) Gözaltına alınan, kişilerin parmak izini alır.Birinci fıkraya göre alınan parmak izi, ait olduğu kişinin kimlik bilgileri ile birlikte, nezaman ve kim tarafından alındığı belirtilmek suretiyle, bu amaca özgü sisteme kaydedilerek saklanır. Ancak, parmak izinin hangi sebeple alındığı sisteme kaydedilmez.Olay yerinden elde edilen ve kime ait olduğu henüz tespit edilemeyen parmak izleri, kime ait olduğu tespit edilinceye kadar, ilgili soruşturma dosya numarası ile birlikte sisteme kaydedilir.5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 81 inci maddesi ile 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 21 inci maddesi hükümlerine göre alınan parmak izleri de bu sisteme kaydedilir. (a) bendi hariç birinci fıkra ile dördüncü fıkra kapsamına giren kişilerin ayrıca fotoğrafları alınarak, ikinci fıkrada belirlenen esaslara uygun olarak parmak izi ile birlikte sisteme kaydedilir. Bu sistemde yer alan bilgiler, kimlik tespiti, suçun önlenmesi veya yürütülmekte olan soruşturma ve kovuşturma kapsamında maddî gerçeğin ortaya çıkarılması amacıyla mahkeme, hâkim, Cumhuriyet savcısı ve kolluk tarafından kullanılabilir.Kolluk birimleri, kimlik tespiti yapmak ya da olay yerinden alınan parmak izini karşılaştırmak amacıyla doğrudan bu sistemle bağlantı kurabilir.Sistemde kayıtlı bilgilerin hangi kamu görevlisi tarafından ve ne amaçla kullanıldığınındenetlenebilmesine imkân tanıyan bir güvenlik sistemi kurulur.Sistemde yer alan kayıtlar gizlidir; altıncı ve yedinci fıkralarda belirlenen amaçlar dışında kullanılamaz.Sisteme kayıtlı olan parmak izi ve fotoğraflar, kişinin ölümünden itibaren on yıl ve herhalde kayıt tarihinden itibaren seksen yıl geçtikten sonra sistemden silinir.Parmak izi ile fotoğrafların sistemde kaydedilmesi ve saklanması ile bu kayıtlardan yararlanmaya ilişkin diğer esas ve usûller, İçişleri Bakanlığı tarafından Adalet Bakanlığının görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir." 2559 sayılı Kanun’un “Zor ve silah kullanma” kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(2/6/2007 tarihli ve 5681 sayılı Kanun’la değişik) Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.İkinci fıkrada yer alan;a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,ifade eder.Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur.Polis;a) Meşru savunma hakkının kullanılması kapsamında,b) Bedenî kuvvet ve maddî güç kullanarak etkisiz hale getiremediği direniş karşısında, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde,c) Hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin ya da suçüstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde,d) (27/3/2015 tarihli ve 6638 sayılı Kanun’la eklenen bent) Kendisine veya başkalarına, işyerlerine, konutlara, kamu binalarına, okullara, yurtlara, ibadethanelere, araçlara ve kişilerin tek tek veya toplu halde bulunduğu açık veya kapalı alanlara molotof, patlayıcı, yanıcı, yakıcı, boğucu, yaralayıcı ve benzeri silahlarla saldıran veya saldırıya teşebbüs edenlere karşı, saldırıyı etkisiz kılmak amacıyla ve etkisiz kılacak ölçüde,silah kullanmaya yetkilidir.Polis, yedinci fıkranın (c) bendi kapsamında silah kullanmadan önce kişiye duyabileceği şekilde "dur" çağrısında bulunur. Kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı amacıyla silahla ateş edilebilir. Buna rağmen kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kişinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilir.Polis, direnişi kırmak ya da yakalamak amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini kullanırken, kendisine karşı silahla saldırıya teşebbüs edilmesi halinde, silahla saldırıya teşebbüs eden kişiye karşı saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçüde duraksamadan silahla ateş edebilir." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır." 5237 sayılı Kanun'un "Kasten yaralama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Madde 86- (1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur. (3) Kasten yaralama suçunun;…c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,…işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/2652
Başvuru, gözaltında iken kolluk görevlilerinin güç kullanımı sonucunda yaralanma meydana gelmesi ve bu olay hakkında etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza mahkemesi kararına karşı yapılan temyiz başvurusunun süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Olay günü boş araziye bir tabancanın atıldığı devriye polis ekiplerince görülmüştür. Kolluk görevlilerince düzenlenen 25/3/2008 tarihli tutanakta, başvurucunun kolluk görevlilerini görünce olay yerindeki boş arsaya bir şey attığının kolluk görevlilerince fark edildiği ve yapılan aramada suça konu tabancanın ele geçirildiği belirtilmiştir. Başvurucu hakkında Batman Cumhuriyet Başsavcılığının 4/1/2010 tarihli iddianamesiyle ruhsatsız ateşli silah taşıma suçundan kamu davası açılmıştır. Batman Asliye Ceza Mahkemesinin 2/12/2013 tarihli kararıyla başvurucunun atılı suçtan 10 ay hapis ve 500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Anılan karar sanık ve müdafiinin yüzüne karşı verilmiştir. Sanık müdafii 9/12/2013 tarihinde UYAP üzerinden ilk derece mahkemesine elektronik imzayla gönderdiği süre tutum dilekçesi ile anılan kararı temyiz etmiştir. Başvurucunun temyiz talebi, Batman Asliye Ceza Mahkemesinin 2/12/2013 tarihli ek kararıyla reddedilmiştir. Gerekçede, kararın sanık ve müdafiinin huzurunda verildiği ve 10/12/2013 hâkim havale tarihli dilekçe ile kararın temyiz edildiği belirtilmiştir. Başvurucu, temyiz aşamasında da bu iddiayı dile getirmiştir. Anılan karar Yargıtay Ceza Dairesince, hükmün sanık ve müdafiinin yüzüne karşı 2/12/2013 tarihinde tefhim olunduğu ve bir haftalık süre geçtikten sonra 10/12/2013 tarihinde temyiz edildiği gerekçesiyle onanmıştır. Başvurucu, onama kararından 6/1/2015 tarihinde haberdar olmuş; 27/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un “Temyiz ve karar düzeltme” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Bölge adliye mahkemelerinin, 2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilân edilecek göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 322 nci maddesinin dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraları hariç olmak üzere, 305 ilâ 326 ncı maddeleri uygulanır.” 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun başvuruyla ilgili ve o dönem yürürlükte bulunan maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Temyiz talebi, hükmün tefhiminden bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt katibine yapılacak beyanla olur. Beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hakime tasdik ettirilir.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 38/A maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Kanunlarda gösterilen istisnalar hariç olmak üzere, dosyalar güvenli elektronik imza kullanılarak UYAP'tan incelenebilir ve her türlü ceza muhakemesi işlemi yapılabilir.” Yargıtay Ceza Dairesinin 15/9/2014 tarihli ve E.2014/2807, K.2014/17772 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:“UYAP Bilişim Sisteminde yer alan imza detay bilgilerine göre, katılan vekilinin, süre tutum talebini içeren temyiz dilekçesini 2013 tarihinde mahkemesine gönderdiği anlaşıldığından, tebliğnamedeki, katılan vekili tarafından CMUK'un 310/ maddesinde öngörülen bir haftalık süre geçtikten sonra temyiz isteminde bulunulduğu düşüncesiyle temyiz isteminin reddini öneren görüşe iştirak edilmemiştir.” Yargıtay Ceza Dairesinin 2/11/2016 tarihli ve E.2016/5209, K.2016/12338 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:“Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2014 tarihli, 2013/14-742 esas, 2014/16 karar sayılı ilamında da vurgulandığı üzere; Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP), Yüksek Mahkemeler de dahil olmak üzere bütün yargı organları ile birlikte adli tıp ve icra daireleri arasında bilgi alışverişinin elektronik ortama taşınması, evrakın elektronik ortamda güvenli bir şekilde depolanması, kişilere internet üzerinden hizmet verilmesi, diğer kurumlarla elektronik ortamda hızlı, etkin ve güvenilir bilgi alışverişinin sağlanması ve bu kurumlardan istenilmesi gereken bilgilerin sistem tarafından hazır edilmesi, kısaca adalet hizmetlerinin daha hızlı ve güvenilir bir şekilde yerine getirilmesi amacıyla uygulamaya konulan bir bilişim sistemi projesidir. Bu doğrultuda 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'na 6352 sayılı Kanunu'nun maddesi ile eklenen “Elektronik işlemler” başlıklı 38/A maddesinin birinci fıkrasında, “Her türlü ceza muhakemesi işlemlerinde Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kullanılır. Bu işlemlere ilişkin her türlü veri, bilgi, belge ve karar, UYAP vasıtasıyla işlenir, kaydedilir ve saklanır.”, aynı maddenin beşinci fıkrasında, “Elektronik imzalı belgenin elle atılan imzalı belgeyle çelişmesi halinde UYAP’ta kayıtlı olan güvenli elektronik imzalı belge geçerli kabul edilir.” şeklindeki düzenlemeler ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sisteminin işlevi ve kullanılacağı alanlar tanımlanmıştır.Bu açıklamalar ışığında incelenen dosyada; Söke Asliye Ceza Mahkemesinin 2015 tarihli kararının katılan vekilinin yüzüne karşı verildiği ve karara katılan vekili tarafından 2015 tarihinde elektronik imza ile imzalanarak Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elektronik ortamda hüküm mahkemesine gönderilen dilekçeyle itirazda bulunulduğu, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 39/ maddesine göre itirazın yasal yedi günlük sürenin son günü yapılmış olması karşısında, itiraz merciince kararın usul ve esas yönlerinden incelenmesi gerekirken, adliyenin iç işleyişinden kaynaklanan gecikmeden dolayı fiziki evrak üzerinde bulunan 2015 tarihli hakim havalesi nazara alınarak katılan vekili tarafından yapılan itirazın süre yönünden reddine karar verilmesinde isabet görülmemiş[tir.]”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından davasının ... görülmesini istemek hakkına sahiptir...” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin fıkrasının açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz etmese de -maddede kullanılan terimler bir bütün olarak bağlamıyla birlikte dikkate alındığında- mahkemeye erişim hakkını da garanti altına aldığı sonucuna ulaşıldığını belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında mündemiçtir. Bu çıkarsama, Sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen genişletici bir yorum olmayıp maddenin(1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin lafzının Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensiplerinin gözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarakSözleme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36). AİHM; adil yargılanmanın bir unsurunu teşkil eden mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak AİHM, bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve genişlikte kısıtlamaması, zayıflatmaması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayansınırlamalar Sözleşme'nin maddenin(1) numaralı fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34). AİHM; mahkemeye erişim hakkının doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektirdiğini, bu düzenlemelerin zaman ve yer itibarıyla topluluk ve bireylerin ihtiyaç ve imkânlarına göre değişebileceğini ve bu nedenle Sözleşmeci devletlerin bu konuda takdir hakkına sahip olduklarını kabul etmektedir (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78, 28/5/1985, § 57; García Manibardo/İspanya, B. No: 38695/97, 15/2/2000, § 36). AİHM, yasal yollara başvuru için süre ve usul kuralları öngörülmesinin amacının "adaletin iyi yönetimi"ni güvenceye bağlamak ve hukuki güvenlik ilkesini sağlamak olduğunu hatırlatmakta; bunun yanında yargısal başvurulara ilişkin usullerin, özellikle tebligat sistemi ışığında uyulması gereken başvuru sürelerinin hesaplanmasının Sözleşme'nin maddesinin gerektirdiği şekilde mahkeme hakkının etkililiğini güvence altına alacak nitelikte olması zorunluluğuna vurgu yapmaktadır. AİHM'e göre başvurucunun kamu otoritelerinin menfaati ile kendi menfaati arasında adil denge tesis eden tutarlı bir sisteme güvenebilme imkânına ve özellikle haklarına doğrudan müdahale teşkil eden ilgili idari işleme itiraz edebilecek açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olması önem taşımaktadır (Geffre/Fransa (k.k.), B. No: 51307/99, 23/1/2003). AİHM, dava hakkını süre koşuluna bağlayan iç hukuk hükümlerinin yorumlanmasının öncelikli olarak kamu otoritelerinin ve özellikle mahkemelerin görevi olduğunu belirtmekte; AİHM'in rolünün bu yorumun etkilerinin Sözleşme ile uyumlu olup olmadığının tespitiyle sınırlı olduğunu ifade etmektedir. Süre sınırı getiren kuralların uygun adalet yönetiminin güvence altına alınması amacına dayandığına işaret eden AİHM, bu kuralların veya bunların uygulanmasının ilgililerin ulaşılabilir başvuru yollarına müracaatlarını engelleyecek mahiyette olmaması gerektiğini değerlendirmektedir. AİHM, bu bağlamda her bir olayın somut başvuru yolunun özellikleri ışığında ve Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasının amaç ve hedefleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizmektedir (Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 20). Mahkemeye erişim hakkı sadece ilk derece mahkemesine dava açma hakkını değil eğer iç hukukta itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise üst mahkemelere başvurma hakkını da içerir (Bayar ve Gürbüz/Türkiye, B. No: 37569/06, 27/11/2012, § 42). AİHM'e göre temyiz için öngörülen süre sınırlarına ilişkin kurallar, adaletin iyi yönetimini ve bilhassa hukuki belirlilik ilkesine riayet edilmesini sağlamayı hedefler. Bu kuralların uygulanması beklenir. Ancak söz konusu kurallar veya bu kuralların uygulanması, davacıların mevcut bir başvuru yolundan faydalanmalarına engel teşkil etmemelidir. Ayrıca madde istinaf veya temyiz mahkemeleri bakımından uygulanırken ilgili yargılama sürecinin özel koşullarına bağlı kalınmalı ve ulusal yasal düzende yapılan yargılamaların bütünlüğü ile temyiz mahkemesinin bu yargılamalardaki rolü dikkate alınmalıdır. Usulen temyize ilişkin kabul edilebilirlik koşulları, sıradan bir temyize kıyasla daha katı olabilir (Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§ 32, 33).
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1950
Başvuru, ceza mahkemesi kararına karşı yapılan temyiz başvurusunun süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında zarar tespit komisyonuna yapılanbaşvurunun reddedilmesi nedeniyle açılan davada derece ve temyiz mahkemesince esasa etkili itirazların cevaplanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, zarara neden olan olay sonucu meydana gelen ölümden güvenlik güçlerinin sorumlu olması nedeniyle de yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/12/2013 tarihinde Batman İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının olmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuş; İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca başvurucunun adli yardım talebininkabulüne karar verilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/9/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 4/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 21/3/2016 tarihli yazısında başvuru hakkında verilen kabul edilebilirlik kararının gönderilmesi hâlinde görüş bildirileceği belirtilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; olay tarihinde Batman ili Kozluk ilçesi Yeniçağlar köyünde ikamet ettiğini, 1997 yılının Temmuz ayında icar olarak ektiği 150 dönüm buğday tarlasının terör olayları nedeniyle güvenlik güçleri tarafından yürütülen operasyonda kullanılan patlayıcılardan dolayı yandığını, yangın nedeniyle babası S.Ş.nin kalp krizi geçirerek yaşamını yitirdiğini belirterek 5233 sayılı Kanun hükümleri gereği 30/5/2008 tarihinde Batman Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 28/12/2010 tarihli ve E.2010/2-1706 sayılı kararıyla başvurucunun talebini reddetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatın incelenmesi sonucunda; 4/10/2004 tarihli ve 2004/7955 sayılı Yönetmelik hükümlerinde belirtilen şartlara uygun olması nedeniyle yapılan incelemede, bilirkişi heyetince yapılan keşif, tutulan tutanaklar ve dosyada bulunan diğer bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi sonucunda; Yeniçağlar köyü ve mezraları boşaltılmamış olup, yıllar itibarıyla nüfusunda bir azalma görülmemiştir, seçimler düzenli yapılmış olup, şahsa yönelik doğrudan bir tehdit ve saldırı bulunmadığından, ödeme yapılmamasına, talebin reddine, ilgili şahsayargı yoluna başvurarak zararın tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu hususları ile kararın tebliğine, komisyonumuzca oy birliği ile karar verlidi." Başvurucu; Komisyona yaptığı başvuruda köyün kısmen veya tamamen boşaltıldığı yönünde iddiası olmadığını, terörle mücadele sırasında askerlerin kullandığı bomba nedeniyle icar yoluyla ektiği tarlanın yandığını, olay nedeniyle babasınınkalp krizi geçirerek öldüğünü, ekinlerinin yandığına ilişkin haberin o dönemdeki yerel gazetede de yayımlandığını, yine Yeniçağlar köyü muhtarının ve çevre köy muhtarlarının birlikte imzaladıkları tutanakla yangın olayını doğruladıklarını, bu açıdan zarara uğradığı hususunun sabit olduğunu belirterek kararın iptali için Diyarbakır İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Mahkeme 20/7/2011 tarihli ve E.2011/834, K.2011/1869 sayılı kararıyla davayı yetki yönünden reddetmiş, dosyayı Batman İdare Mahkemesine göndermiştir. Dosya Batman İdare Mahkemesinin E.2011/1340 sırasına kaydedilmiş, Mahkeme 2/12/2011 tarihli ve K.2011/1636 sayılı kararı ile davayı reddetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Dosyanın incelenmesinden; davacı vekili tarafından, davacının ikamet ettiği köyden, bölgede yaşanan terör olayları ve terör saldırılarından dolayı yaşamlarının tehlikeye girmesi nedeniyle göç etmek zorunda kaldığı, göç sonucu taşınır, taşınmaz malvarlığı ile yoksun kalınan malvarlığı zararının bulunduğu belirtilerek 5233 sayılı Yasa uyarınca tazminat talebinde bulunulduğu, başvurunun dava konusu zarar tespit komisyon kararı ile "Köyün ve mezraların boşalmadığı, yıllar itibarıyla nüfusunda azalma olmadığı, seçimlerin düzenli olarak yapıldığı, şahsına yönelik saldırı olmadığı” sebebiyle reddedilmesi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.5233 sayılı Yasanın yukarıda aktarılan maddelerinin değerlendirilmesinden; "terör eylemleri" veya "terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler" sonucunda bir yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olması nedeniyle malvarlığına ulaşamayan kişilerce uğranılan maddi zararın, sözü edilen Yasa hükümlerine göre idarece sulh yoluyla ödenmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, bir yerleşim yerinin güvenlik nedeniyle idarece veya güvenlik kaygısıyla o yerleşim yerinde yaşayan halk tarafından "tamamen" boşaltılmış olması halinde, yerleşim yerinin boşaltılmasından yerleşim yerine dönüşün başladığı tarihe kadar Yasada tek tek sayılmak suretiyle belirlenen maddi zararın idarece karşılanması mümkündür. Sosyal güvenlik kaygısına dayanılarak bir yerleşim yerinin kısmen boşalmış olması nedeniyle malvarlığına ulaşılamamasından kaynaklanan maddi zararın idarece ödenmesine yasal olanak bulunmamaktadır.Yerleşim yerinin kısmen boşalmış olması, o yerleşim yerinde güvenli bir şekilde, yaşayabilme olanağını sağlayan asgari güvenlik şartlarının idarece yerine getirilmiş olduğunun nesnel bir göstergesidir. Güvenlik kaygısının, yerleşim yerinde sürekli yaşayan kişilere ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim yerini terk eden kişilere göre değişmemesi gerekmektedir. Terör olayları nedeniyle toplumda oluşan korku ve endişe karşısında her bireyin farklı tepki göstermesi mümkündür. Bu nedenle, kişiden kişiye değişebilen bir duygu olan güvenlik kaygısının yukarıda belirtildiği şekilde nesnel bir ölçüte dayandırılması zorunludur. Ancak, bir yerleşim yerinde meydana gelen terör olayları nedeniyle yerleşim yerinde sadece köy korucuları ile bunların aileleri kalmış, diğer köy halkının yerleşim yerini terk etmiş olması halinde ise, yerleşim yerini kısmen terk eden köy halkının da güvenlik kaygısıyla köyden ayrıldığının kabul edileceği ve bu nedenden dolayı malvarlığına ulaşılamamasından kaynaklanan maddi zararın 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanacağı açıktır.Bu itibarla, bir yerleşim yerinde asgari güvenlik düzeyinin gerçekleştirilmiş olmasına ve bu yerde köy korucuları ile bunların aileleri dışındaki diğer köy halkının yaşamasına karşın, yerleşim yerinde yaşayan kişilerin bir kısmının, yerleşim yerini terk etmeleri sonucunda uğranıldığı ileri sürülen maddi zararın, güvenlik kaygısından kaynaklandığından bahisle 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına olanak bulunmamaktadır.Olayda, Batman İli, Kozluk İlçesi, Yeniçağlar Köyü ve Mezralarının “Boşalan, Kısmen Boşalan ve Boşalmayan Köyler" listesinde isminin yer almadığı, genel nüfus sayımlarına görenüfusun 1990 yılında 1422, 1997 yılında 2034, 2000 yılında ise 1794 kişi olduğu, Kozluk İlçe Seçim Kurulu’nun 2009 tarih ve 174 sayılı yazısında, 1990-2000 yılları arasında Kozluk İlçesine bağlı tüm köylerde muhtarlık seçimlerinin yapıldığı ve seçim yapılmayan köy olmadığı, Batman İl Jandarma Alay Komutanlığı tarafından tutulan 13/11/2009 tarihli tutanağa göre Yeniçağlar köyünde köy boşaltma ve koruculuk sisteminin olmadığı ifade edilmiştir.Bu durumda; aralarında davacının da bulunduğu Yeniçağlar Köyü halkının bir kısmının, ekonomik, sosyal ve güvenlik nedenleriyle de olsa köyden göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın, anılan köyün tamamen boşalmamış olması diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve davacıya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle, uğranıldığı ileri sürülen zararın, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmamaktadır.Açıklanan nedenlerle; davanın reddine, ..." Başvurucunun temyizi üzerine karar, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 11/10/2012 tarihli ve E.2012/2078, K.2012/6830 sayılı ilamıyla onanmıştır. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 26/9/2013 tarihli ve E.2013/9843, K.2013/6415 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Ret kararı, 19/11/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş; 17/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir." 5233 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Bu Kanun, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar. 5233 sayılı Kanun'un geçici maddesi şöyledir:"Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları hâlinde, 1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri uygulanır."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9515
Başvuru 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında zarar tespit komisyonuna yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle açılan davada derece ve temyiz mahkemesince esasa etkili itirazların cevaplanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, zarara neden olan olay sonucu meydana gelen ölümden güvenlik güçlerinin sorumlu olması nedeniyle de yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2019/11349 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/11349 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/11349
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 28/10/2008 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi Sıfatıyla) açılan iş akdinin feshedilmesinden kaynaklanan tazminat davasında İlk Derece Mahkemesinin 11/4/2011 tarihli kararı ile kısmen kabul hükmü kurulmuş, temyiz incelemesi sonucu hüküm Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/7/2014 tarihli ilamı ile düzelterek onanmış ve yargılama süreci sona ermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6565
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesi feshedilen başvurucunun açtığı işe iade davasında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, gerekçeli karar hakkının ve masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1972 doğumlu başvurucu, 21/5/2005 tarihinden itibaren Koza Altın İşletmeleri A.Ş. (Şirket) bünyesinde çalışmaya başlamıştır. 12/8/2016 tarihinde tesis bakımcı pozisyonunda görev yapan başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Başvurucu, haksız şekilde işten çıkarıldığı gerekçesiyle işe iade talepli tespit davası açmıştır. Bergama Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) -iş mahkemesi sıfatıyla- 22/2/2018 tarihli kararıyla davanın kabulüne ve başvurucunun işe iadesine hükmetmiştir Şirket tarafından yapılan istinaf talebi üzerine İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 1/6/2018 tarihli kararıyla istinaf talebinin kabulüne, davanın reddine hükmetmiştir. Başvurucu nihai kararın 13/6/2018 tarihinde tebliğ edildiğini belirtmiştir. Başvurucu 12/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/21344
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesi feshedilen başvurucunun açtığı işe iade davasında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, gerekçeli karar hakkının ve masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğa ilişkin kararların kapalı bir devre içinde faaliyet gösteren ve bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliklerince karara bağlanması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının;yetkisi olmayan soruşturma mercileri tarafından verilen kararlar uyarınca konutta ve işyerinde arama yapılması nedeniyle özel hayata saygı ve konut dokunulmazlığı haklarının; el koyma işlemi nedeniyle mülkiyet hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. İkinci Bölüm tarafından 13/6/2019 tarihinde, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye, 15 Temmuz 2016 gecesi askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış; bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Kamu makamları, soruşturma mercileri ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün, Yüksek Mahkeme üyelerinin de aralarında bulunduğu üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Türk yargı organları yakın dönemde verdikleri birçok kararda FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğunu kabul etmişlerdir. Bu kapsamda Yargıtay Ceza Genel Kurulu 26/9/2017 tarihinde (E.2017/MD-956, K.2017/370) ve -terör suçlarına ilişkin davaların temyiz mercii olan- Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 ve 14/7/2017 tarihlerinde verdiği kararlarda (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21) FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğu sonucuna varmıştır. FETÖ/PDY'nin (genel özelliklerine ilişkin olarak bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26) yargı kurumlarındaki örgütlenmesine ve faaliyetlerine ilişkin olarak soruşturma ve kovuşturma belgeleri ile tedbir/disiplin kararlarında yer alan, başta haklarında soruşturma yürütülen yargı mensuplarının beyanları olmak üzere maddi olgulara dayalı bulunan iddia ve tespitler Selçuk Özdemir kararında geniş olarak açıklanmıştır (Selçuk Özdemir, § 22). B. Başvurucuya İlişkin Süreç Başvurucu 24/2/2011 tarihinde Yargıtay üyeliğine seçilmiştir. Soruşturma sürecinde ise başvurucunun meslekten çıkarılmasına karar verilmiştir. Darbe teşebbüsü sonrası Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında Cumhuriyet savcısının 16/7/2016 tarihli yazılı talimatıyla "Türkiye genelinde hükümeti devirmeye ve anayasal düzeni cebren ilgaya teşebbüs etmek suçunun hâlen işlenmeye devam edildiği, bu suçu işleyen Fetullah[çı] Terör Örgütlenmesi üyelerinin yurt dışına kaçıp saklanma ihtimali bulunduğu" gerekçesiyle başvurucunun gözaltına alınmasına; konutu, aracı ve işyerinde arama yapılmasına karar verilmiştir. Öte yandan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 17/7/2016 tarihinde soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre şüphelinin ve müdafiinin dosya içindeki belgeleri incelemesinin ve belgelerden örnek almasının kısıtlanmasına karar verilmesini Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinden talep etmiştir. Hâkimlik 17/7/2016 tarihinde dosya içeriğinin incelenmesi veya belgelerden örnek alınmasının kısıtlanmasına karar vermiştir. Ankara Emniyet Müdürlüğüne bağlı polislerce başvurucunun konutu ve aracında 18/7/2016 tarihinde, işyerinde 19/7/2016 tarihinde arama yapılmış ve suç delili olabileceği değerlendirilen bazı dijital materyallere (laptop, flash disk, CD ve cep telefonu gibi) el konulmuş; aynı zamanda başvurucu 18/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 19/7/2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Savcılık, ifade alma sürecine geçmeden önce başvurucuya, FETÖ/PDY üyesi olması ve bu örgütün yargı ayağını oluşturması nedeniyle hakkında bir soruşturma yürütüldüğünü bildirmiştir. Başvurucu, ifadesinde; Yargıtay üyesi olarak görev yaptığını, bu nedenle hakkında yürütülecek bir ceza soruşturmasının ancak Yargıtay Başkanlık Divanının görevlendireceği bir Ceza Dairesi başkanı tarafından yapılabileceğini belirtmiştir. Başvurucu ayrıca hakkında iddia edilen suç yönünden suçüstü hâli olmadığından genel hükümlere göre soruşturma yapılamayacağını, ifadesini yetkili makama vermek istediğini belirtmiş ve isnat edilen suçlamalara ilişkin olarak bir beyanda bulunmamıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucuyu 20/7/2016 tarihinde, tutuklanması istemiyle Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucu hakkındaki talep yazısında, başvurucunun "15-16 Temmuz 2016 tarihlerinde cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya değiştirmeye teşebbüs ve FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütüne üye olmak suç[ların]dan mevcutlu olarak gönderildiği" belirtilerek "atılı suçların CMK [Ceza Muhakemesi Kanunu] 100/3-a-11 maddesinde tutuklama nedeni olarak gösterilmesi, FETÖ örgütünün bir kısım üyelerinin olaydan sonra kaçtıkları tespit edilmiş olup [başvurucunun da aralarında olduğu] mevcutlu şüphelilerin de kaçma şüphesinin bulunması, delillerin henüz tam olarak toplanmayışı, şüphelilerin delillere tesir edip delilleri değiştirme ihtimallerinin olması, AİHM'nin [Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi] birden çok vermiş olduğu kararlarında belirtildiği üzere şüphelilerin salıverilmeleri halinde adaletin işleyişine zarar verecek faaliyetlerde bulunma tehlikesinin veya başka suçlar işleme tehlikesinin bulunması nedenlerine göre" tutuklanmasına karar verilmesi istenmiştir. Başvurucunun sorgusu Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinde aynı gün yapılmıştır. Savcılığın talep yazısı ve kısıtlama kararı kapsamı dışında kalan bilgi ve belgeler, sorgu işlemi öncesinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuştur. Sorgu tutanağında, başvurucuya isnat edilen suçların anlatıldığı da belirtilmiştir. Bu sırada başvurucunun avukatı da hazır bulunmuştur. Sorgu işlemi, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla kayda alınmıştır. Başvurucu, sorgu sırasındaki ifadesinde özetle soruşturmanın 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'na göre yürütülmesi gerektiğini, herhangi bir örgütün üyesi olmadığını ve suçlamaları kesinlikle kabul etmediğini belirtmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Şüpheliler ...A.B. [Başvurucu]...'un üzerlerine atılı bulunan silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren şüphelilerin üyesi oldukları yüksek yargı organı tarafından haklarında alınan karar içerikleri, bir kısım şüpheliler hakkında yapılan açık kaynak araştırmalarına ilişkin düzenlenen tutanaklar, dosyada mevcut bilgi, belge ve araştırma tutanakları, arama - el koyma ve yakalama tutanakları ile tüm dosya kapsamındaki somut delillere göre soruşturmanın henüz tamamlanmadığı şüphelilerin üzerlerine atılı suçun temadi eder nitelikte suçlardan olduğu, şüpheliler hakkında delillerin henüz toplanamadığı, şüphelilerin kaçma ve delilleri karartma ihtimallerinin mevcut olduğu, açıklanan nedenlerle adli kontrol uygulamasının da yetersiz kalacağı, şüphelilerin üzerlerine atılı suçun CMK 100/2-11 maddesi hükmündeki suçlardan olması da değerlendirilerek CMK’nun maddesi ile ilgili düzenlemeler ile AİHS [Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi] maddesindeki tutuklama şartları kapsamında isnat olunan suç ile orantılı olarak tedbir kapsamında şüphelilerin CMK.nun 101 maddeleri uyarınca ayrı ayrı tutuklanmalarına ... [karar verildi.]" Başvurucu bu karara itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 2/8/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu, anılan kararı 17/8/2016 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu 9/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kamu davası açılması için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben fezleke düzenlemiştir. Anılan fezlekede 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün arkasında FETÖ/PDY'nin olduğu belirtilerek bu yapılanmaya mensup oldukları, yapılanmanın emir ve talimatları doğrultusunda hareket ettikleri değerlendirilen yargı mensupları hakkında adli soruşturma yapıldığına değinilmiştir. Savcılık, darbe tehlikesinin tam olarak bertaraf edilemediğine dikkat çekerek ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren suçüstü hâlinin mevcut olduğunu belirtmiştir. Fezlekede, bu durum dikkate alınarak başvurucu hakkında genel hükümlere istinaden Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 16/7/2016 tarihinde soruşturma başlatıldığı ifade edilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 29/12/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle Yargıtay Ceza Dairesinde (ilk derece mahkemesi sıfatıyla) kamu davası açılmıştır. FETÖ/PDY'ye ve bu örgütün yargıdaki yapılanmasına ilişkin genel bilgilerin yer aldığı iddianamede başvurucunun üzerine atılı suçu işlediğine dair temel olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının fezlekesindeki olgulara dayanılmıştır. Bu noktada iddianamede, birtakım şüpheli ve tanıkların başvurucunun bu yapı içinde olduğu yönündeki beyanlarına ve HTS kayıtlarının incelenmesi sonucunda elde edinilen verilere yer verilmiştir. İddianamede yer verilen bu deliller özetle şöyledir:i. Şüpheli sıfatıyla ifadesi alınan G. beyanında; başvurucu ile birlikte Ordu'nun Akkuş ilçesinde görev yaptıklarını, başvurucunun konuşmalarından FETÖ/PDY'ye mensup olduğunun açıkça anlaşıldığını, o ilçede örgütle irtibatlarının Z.K. tarafından sağlandığını belirtmiştir. ii. Şüpheli sıfatıyla ifadesi alınan İ. beyanında; başvurucunun hemşehrisi olduğunu, Yargıtay üyesi olduktan sonra bu kişinin FETÖ/PDY tarafından Yargıtay üyesi seçtirildiğini öğrendiğini belirtmiştir. iii. Gizli tanık olarak ifadesi alınan "Sinop" beyanında; katıldığı sohbetlerde ve görev yaptığı adliyelerde FETÖ/PDY mensubu olan birçok kişiyi tanıdığını, bunlardan birinin de başvurucu olduğunu belirtmiştir. iv. Gizli tanık olarak ifadesi alınan "Murat" beyanında; üniversitede hukuk fakültesinde öğrenci iken FETÖ/PDY'ye mensup birden fazla kişiyi tanıdığını, bu kişilerden birinin de başvurucu olduğunu, başvurucunun da aralarında olduğu bu kişilerle hep beraber FETÖ/PDY tarafından organize edilen toplantı, piknik, kamplar ve konferanslar gibi çeşitli etkinliklere katıldıklarını belirtmiştir. v. Başvurucunun HTS kayıtlarının incelenmesi sonucunda, FETÖ/PDY'nin sivil imamları olduğu belirtilen S. ve S.A.yla bazı baz istasyonlarında ortak baz hareketliliğinin olduğu tespit edilmiştir. vi. Başvurucunun FETÖ/PDY ile iltisaklı kurum olduğu belirlenen Kimse Yok Mu Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği'nden seksen yedi kez mesaj almak suretiyle bu dernekle iletişim kurduğu belirtilmiştir. İddianamede başvurucu hakkındaki soruşturmanın yürütülmesine ilişkin olarak "...isnat olunan ... suçun ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren ve temadi eden suçlardan olduğu, temadinin fiili ve hukuki kesintiye uğradığı tarihe kadar suçun işlenmeye devam ettiği, yerleşik yargı kararları ile de kabul edilmiştir. Bu itibarla; kesinti yani yakalanma tarihi, suç tarihi olarak, bir başka ifadeyle suçüstü hali olarak kabul edileceğinden şüpheli hakkındaki soruşturma genel hükümlere göre sürdürülmüştür." değerlendirmesine yer verilmiştir. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:"...Şüpheli A.B.[Başvurucu]'nin, hukuk fakültesinde öğrenim gördüğü yıllardan başlamak üzere hakim olarak görev yaptığı dönemde dahi terör örgütünün çeşitli isimler altında yaptığı toplantılarına iştirak ettiği, terör örgütü mensuplarının 2010 yılında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nda çoğunluğu ele geçirmelerini müteakiben, örgüt liderinin talimatı ile örgüt üyelerinin kendi aralarında yaptıkları toplantılar sonucunda Yargıtay üyeliğine seçilmesine karar verilen isimlerden olduğu, örgütün sivil imamlarıyla ortak baz hareketliliği oluşturacak biçimde biraraya geldiği, örgüt ile iltisaklı kurumlarda olan Kimse Yok mu isimli dernekten 87 kez mesaj almak suretiyle iletişim kurduğu anlaşılmıştır.Bu şekilde şüphelinin hiyerarşik yapıya dahil olduğu, sıkı bir disiplinle, örgütün stratejisi, yapılanması, faaliyetleri ve amacına uygun hareket ettiği, FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütünün üyesi olduğu sonucuna ulaşılmıştır. ..." Yargıtay Ceza Dairesi 9/1/2018 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2018/9 sayılı dosya üzerinden kovuşturma başlamıştır. Yargıtay Dairesi 7/8/2018 tarihli ikinci duruşmada, soruşturma aşamasında başvurucu ile ilgili beyanda bulunan İ.yi tanık olarak dinlemiştir. Tanık İ.nin duruşmada vermiş olduğu beyanın ilgili kısmı şöyledir:"...Yargıtaya üye olarak seçildik 2011 yılında A. [Başvurucu] Bey'le biz şeyde Ceza Dairesinde birlikte görev aldık. Ceza Dairesinde birlikte görev yaptığımız sırada cemaat o zaman kendi mensuplarını sohbet grubu olarak daire bazında görevlendirmişti ben A.[Başvurucu] Bey'i de öyle hatırlıyorum yani bizim dairede görevli arkadaşlar A.B. [Başvurucu], Z., F., Ceza da görevli H.B. bir kişi daha vardı şuan ismini hatırlayamadım. A.K. aynı grupta belli bir süre görev aldık. Yani belli sohbetlere katıldığımızı hatırlıyorum. ...himmet parası şöyle herkesin her an verdiğini göremezsiniz grup sorumluları topluyordu grup sorumlularına arkadaşlar veriyorlardı ama durumu ne zaman müsaitse o zaman veriyor herkes yani birebir bazen sohbetler ediliyordu. ...Takip ediliyor ama diyelim sohbete geldi o arkadaş o anda arkadaş mesela para getirmemişse daha sonra veriyordu yani herkesin birebir aidat verdiğini görmeniz mümkün değil bazen görürsünüz bazen göremezsiniz yani A. [Başvurucu] Bey'i ben bizzat aidat verdiğini şuanda hatırlamıyorum ama sohbete gelenler genelde aidat verirler..." Yapılan yargılama sonucunda Yargıtay Ceza Dairesi, 21/5/2019 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 8 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin başvurucu hakkındaki tanık beyanlarına ilişkin kısmı şöyledir:"...Tanıklardan B.E.nin açık beyanı ile FETÖ/PDY yandaşı olan grup tarafından sanığın ön plana çıkarıldığı ve o grubun seçilmesini istediği bölüm içerisinde yer aldığınıbildirmektedir.FETÖ/PDY'nin Yargı ve Yüksek Yargı içindeki yapılanması örgütün yapısının anlatıldığı bölüm içerisinde ayrıntılı bir şekilde yer almıştır. Örgüt kendi yandaşlarını yüksek yargıya seçtirmek için ağırlık koymuş ve hatta yapılan bu ev toplantısında örgütün lanse ettiği sayının fazlalığı gündeme geldiği zaman toplantıya ara verilmiş bir kısım örgüt yandaşı yetkililer kendi içlerinde konuşmuşlar ve örgütün 140 kişinin altında bir kontenjana razı olmadığını bildirmişlerdir. Bu belirleme tanık beyanlarına göre 'bu işin daha önce hocaya sorulduğu' ve koridorda görüşme yapıp dönenler tarafından bu durumun tebliğ edildiği anlaşılmıştır.Bunun üzerine yine yukarıdaki 2 tanığın anlatımına göre yeniden pazarlık yapılmış ve sayı 108'e kadar indirilmiştir. Bu nedenle sanığın FETÖ/PDY örgütü yandaşları tarafından mutlak surette Yargıtay'a seçilmek istenmesi yolundaki veri (kaldı ki seçim bu şekliyle gerçekleşmiştir) örgütün niteliği yapısı, amaçları doğrultusunda sanık aleyhine bir delil olarak kabul edilmiştir.Tanık G. sanığın 2000-2002 yılları arasında Akkuş'ta hakim olarak görev yaptığı dönemde örgüt toplantılarına katıldığını belirtmiş kriminolojik olarak yapılan değerlendirmede tanıklardan A.nın 2011 yılında Adana'ya tayin olmasının akibinde örgütün özel yetkili mahkemelerde çalışan hakim savcıların oryantasyonu için yaptığı toplantıya sanığın da katıldığını belirtmesi karşısında sanığın örgüt ile bağını geçenzamana rağmen koparmadığını gösteren önemli bir delil olarak heyetçe takdir edilmiştir.Sanığın meslek hayatında önemli yer tutan Yargıtay üyeliğine seçimi ve daha sonraki Yargıtay mahrem yapılanmasındaki yeri ise tanıklar İ., B.E. ve S. birbirleri ile uyumlu beyanları ile ortaya çıkmıştır.Şöyleki; tanık İ. dosyaya yansıyan beyanlarında 2011 yılı Yargıtay üyeliği seçiminden önce kendi yazlık evinde yapılan örgütün üye olmasını planladığı hakim savcılarla yapılan örgütsel toplantıya sanığın da katıldığını belirtmiş; devamında ise tanık B.E. sanığın, örgüt mensuplarının K.nın evinde yaptığı toplantı da onların isteği ve ısrarı ile Yargıtay üyesi olarak seçilen kişilerden olduğunu söylemiştir. Bunun yanında tanık İ.nin sanığın Yargıtay üyesi olduktan sonra da örgütün mahrem yapılanmasında yer alıp Yargıtaydaoluşturtuğu örgütsel grup toplantılarına katıldığı, himmet verdiği yönündeki anlatımı ... aleyhe delil olarak değerlendirilmiştir ..." Başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet kararı başvurucu tarafından temyiz edilmiş olup bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla dosya temyiz incelemesi için Yargıtay Ceza Genel Kurulundadır. İlgili hukuk için bkz. Salih Sönmez, B. No: 2016/25431, 28/11/2018, §§ 33-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/22702
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğa ilişkin kararların kapalı bir devre içinde faaliyet gösteren ve bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliklerince karara bağlanması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yetkisi olmayan soruşturma mercileri tarafından verilen kararlar uyarınca konutta ve işyerinde arama yapılması nedeniyle özel hayata saygı ve konut dokunulmazlığı haklarının; el koyma işlemi nedeniyle mülkiyet hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, İzmir ili Menderes ilçesi Efemçukuru köyünde belirlenen alanda altın madeni işletilmesi için çevresel etki değerlendirmesinin (ÇED) uygun bulunması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuşlardır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular İzmir iline bağlı Bornova, Karşıyaka ve Konak ilçelerinde ikamet etmektedirler. A. ÇED Raporunun Uygun Bulunması İşleminin İptali İstemiyle Açılan Dava T. Madencilik San. ve Tic. A.Ş. (Şirket), İzmir ili Menderes ilçesi Efemçukuru köyünde belirlenen alanda altın madeni arama ve işletilmesi için ÇED raporu verilmesi istemiyle başvuruda bulunmuştur. Bu başvurunun değerlendirilmesi amacıyla komisyon kurulmuş, 3/2/2005 tarihinde Efemçukuru köyü kıraathanesinde ÇED sürecine halkın katılımı toplantısı yapılmıştır. Çevre ve Orman Bakanlığı 8/5/2005 tarihinde altın madeni için ÇED raporunun uygun bulunmasına (ÇED olumlu) karar vermiştir. Başvurucular ÇED olumlu işlemine karşı 1/5/2006 tarihinde İzmir İdare Mahkemesinde iptal davası açmışlardır. Mahkeme, jeoloji ve maden mühendislerinden oluşan bir teknik bilirkişi kurulu eşliğinde mahallinde keşif yapmıştır. Bilirkişi Kurulu raporunda, gerek madenin işletilmesi sırasında gerekse de işletme faaliyetinin sona ermesinden sonra çevreye zarar verilmemesi veya zararın en aza indirilmesi hususunda ulusal ve uluslararası standartların gerektirdiği bütün tedbirlerin alındığı belirtilmiştir. Başvurucular rapora itiraz ederek maden işletmesinin faaliyetlerinin İzmir ili Güzelbahçe ilçesi Çamlı köyünde Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğünce yapılması planlanan Çamlı Barajı'na etkilerinin tartışılmadığını belirtmişlerdir. Mahkeme ise Bilirkişi Kurulu raporunu hükme esas alarak 2/4/2008 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, tarafların bilirkişi raporlarına itirazları da değerlendirilmiş ve DSİ tarafından Çamlı Barajı'nın yapımından vazgeçildiği tespitine yer verilmiştir. Mahkeme, bilirkişi raporundaki açıklamalar doğrultusunda ÇED olumlu kararında usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı sonucuna varmıştır. Temyiz edilen karar, Danıştay Altıncı Dairesince 26/1/2009 tarihinde onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme istemleri aynı Dairenin 12/11/2013 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Nihai karar, başvuruculara 6/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 5/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. Maden İşletmesinin Kapasitesinin Artırılmasına İzin Verilmesine İlişkin 31/12/2012 Tarihli İşlemin İptali İstemiyle Açılan Dava Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından 31/12/2012 tarihinde Şirketin maden işletmesinin kapasitesinin artırılmasına ilişkin projesine ÇED olumlu belgesi verilmiştir. Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Çevre Mühendisleri Odası, İzmir Tabip Odası ile başvuruculardan Arif Ali Cangı tarafından bu işlemin iptali istemiyle 18/8/2011 tarihinde açılan davada İzmir İdare Mahkemesi 16/4/2015 tarihinde davanın kabulüne ve ÇED olumlu belgesinin iptaline karar vermiştir. Mahkeme, mahallinde yapılan keşif sonucu düzenlenen Bilirkişi Kurulu raporunu hükme esasalmıştır. Bu raporda, keşif sırasında alınan örneklerin yapılan analiz sonuçlarına göre sülfür ve bazı ağır metal elementlere ait değerlerin ÇED raporları içeriğinde belirtilen seviyelerin üzerinde olduğu tespitine yer verilmiştir. Temyiz edilen karar, Danıştay Ondördüncü Dairesinin 25/2/2016 tarihli ilamıyla bozulmuştur. Daire, bilirkişi raporunda yapılan eleştirilere yönelik olarak davalıların bazı cevaplarına yer vermiştir. Bu hususlar, üç temel noktada toplanmaktadır:i. Davalı idare ve müdahil Şirket, incelemeyi yapan araştırma merkezi laboratuvarının hiçbir ulusal veya uluslararası akreditasyon kurumundan analiz için akreditasyona sahip olmadığını öne sürmüşlerdir. Bunlara göre, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) Bursa Test ve Analiz Laboratuvarı ve Kanada'da bulunan bir laboratuvarın sonuçları ÇED raporu içeriğinde belirtilen değerler ve dünya kabuk ortalaması değerleriyle örtüşmektedir. ii. Ayrıca ÇED raporunda belirtilen "eluat" analizinden çok daha ayrıntılı ve doğru sonuçlar ortaya koyan "yapay yağış özütlenebilirlik prosedürü" testinin uygulandığı ifade edilmiştir. iii. Yine maden alanı ve çevresinde maden işletmeye başladıktan sonra ortalama arsenik derişimlerinin işletmenin faaliyete başlamadan önce yapılan ölçümler neticesinde ortaya çıkan değerlerle uyumlu olduğunun DSİ Genel Müdürlüğünce bildirildiği tespitlerine yer verilmiştir. Daire; bütün bu hususların araştırılması için çevre mühendisi, maden mühendisi, kimya mühendisi, jeoloji mühendisi ve hidrojeoloji mühendisi olmak üzere İzmir dışındaki üniversitelerde görev yapanöğretim üyelerinden oluşturulacak yeni bir bilirkişi heyetiyle mahallinde yeniden keşif ve bilirkişi incelemesi yapılarak yeniden bir karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nden (UYAP) yapılan sorgulama sonucuna göre davanın ilk derece mahkemesi önünde derdest olduğu görülmektedir. Maden İşletmesinin Kapasitesinin Artırılmasına İzin Verilmesine İlişkin 17/11/2015 Tarihli İşlemin İptali İstemiyle Açılan Dava Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından 17/11/2015 tarihinde Şirketin maden işletmesinin kapasitesinin artırılmasına ilişkin projeye ÇED olumlu belgesi verilmiştir. Bu işlemin iptali istemiyle açılan davada İzmir İdare Mahkemesi 26/5/2016 tarihinde davanın kabulüne ve ÇED olumlu belgesinin iptaline karar vermiştir. Mahkeme, kapasite artırımı işleminin iptaline ilişkin İzmir İdare Mahkemesinde görülen davaya atıfta bulunarak dava konusu işlemin hukuki dayanağının bulunmadığını gerekçe göstermiştir. Temyiz edilen karar, Danıştay Ondördüncü Dairesinin 20/4/2017 tarihli ilamıyla bozulmuştur. Daire, dava konusu işlemin dayanağı olan 31/12/2012 tarihli ÇED olumlu kararının yargılama sonucunda verilecek karara göre davanın karara bağlanması gerektiğini belirtmiştir. UYAP'taki sorgulama sonucuna göre davanın ilk derece mahkemesi önünde derdest olduğu görülmektedir. Maden İşletmesine İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatı Verilmesi İşleminin İptali İstemiyle Açılan Dava İzmir İl Özel İdaresi tarafından Şirkete altın ve gümüş madeni işletilmesi için 24/5/2012 tarihinde işyeri açma ve çalışma ruhsatı verilmiştir. TMMOB ile Ege Çevre ve Kültür Platformu Derneği tarafından bu işlemin iptali istemiyle izni veren idare aleyhine 7/9/2012 tarihinde İzmir İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Şirket de müdahil olarak yargılamaya dâhil edilmiş, Mahkeme 20/9/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, işletmenin çevre kirliliğine yol açacağı ve ekolojik dengeyi bozacağına ilişkin iddiaların ÇED olumlu kararına yönelik davada değerlendirilerek reddedildiği belirtilmiştir. Mahkeme, bu ÇED olumlu kararına dayanılarak işyeri açma ve çalışma ruhsatı verilmesinde hukuka aykırılık görülmediği sonucuna varmıştır. Temyiz edilen karar, Danıştay Sekizinci Dairesinin 23/6/2014 tarihli ilamıyla onanmıştır. Karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 14/4/2015 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. A. Ulusal Hukuk 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu'nun “Tanımlar” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:“ Bu Kanunda geçen terimlerden;Çevre: Canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları biyolojik, fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamı,…Çevresel etki değerlendirmesi: Gerçekleştirilmesi plânlanan projelerin çevreye olabilecek olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlenmesinde, olumsuzyöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesinde ve projelerin uygulanmasının izlenmesi ve kontrolünde sürdürülecek çalışmaları,…İfade eder.” 2872 sayılı Kanun'un “Çevresel etki değerlendirilmesi” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Gerçekleştirmeyi plânladıkları faaliyetleri sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmeler, Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu veya proje tanıtım dosyası hazırlamakla yükümlüdürler.Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu Kararı veya Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir Kararı alınmadıkça bu projelerle ilgili onay, izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez; proje için yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez.Çevresel Etki Değerlendirmesine tâbi projeler ve Stratejik Çevresel Değerlendirmeye tâbi plân ve programlar ve konuya ilişkinusûl ve esaslarBakanlıkça çıkarılacakyönetmeliklerle belirlenir.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) çevresel meselelere ilişkin başvuruları iki açıdan incelemektedir. Buna göre söz konusu müdahalelerin esas bakımından Sözleşme'nin maddesine uygunluğunun yanı sıra karar alma süreci de bir bütün olarak ayrıca değerlendirilmektedir. AİHM kararlarında; çevresel meselelerin usul boyutu bağlamında çevresel bilgi edinme hakkı, çevresel karar alma süreçlerine katılım hakkı ve çevresel konularda yargısal yollara başvurma hakkı şeklindeki usule ilişkin güvencelere vurgu yapıldığı anlaşılmaktadır (Hatton ve diğerleri/Birleşik Krallık, § 104; Taşkın ve diğerleri/Türkiye, § 115 ). Taşkın ve diğerleri/Türkiye kararında (bkz. §§ 111-126) esas yönünden, çevre ile ilgili uyuşmazlıklarda devletlerin geniş bir takdir yetkilerinin bulunduğu belirtilmiştir. Usule ilişkin yükümlülükler yönünden yapılan değerlendirmede ise çevresel etki değerlendirmesi sürecine değinilmiş ve başvurucuların bu kapsamda gerekli bilgi ve belgelere ulaşabildikleri vurgulanmıştır. AİHM; buna karşılık idari yargı kararlarına rağmen altın madeni ocağı faaliyetlerinin devam etmesine izin verilmesinin, bu kararlarla belirlenmiş olan başvurucuların usule ilişkin elde ettikleri güvenceleri ortadan kaldırdığını tespit etmiştir. AİHM bu gerekçeyle Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Aynı yöndeki kararlar için bkz. Öçkan ve diğerleri/Türkiye, B. No: 46771/99, 28/3/2006, §§ 37-50; Lemke/Türkiye, B. No: 17381/02, 5/6/2007, §§ 30-46). Aydın ve diğerleri/Türkiye ((k.k.), B. No: 40806/07, 13/9/2007, §§ 18-29) kararında AİHM, bir baraj ve hidroelektrik santrali yapımı projesinin çevresel etkisine yönelik şikâyeti incelemiştir. AİHM, uyuşmazlık konusu baraj inşaatı ile hidroelektrik santralinin yapımına henüz başlanmadığına dikkat çekmiştir. AİHM, Sözleşme’nin maddesinin olası bir hak ihlalinin önlenmesini güvence altına almadığını hatırlatmış ve başvurucuların da başvuru konusu projenin çevreye olumsuz etkilerine ilişkin inandırıcı kanıtlar ortaya koyamadıklarına karar vermiştir. AİHM, ayrıca başvurucuların ikamet ettiklere yere önem vermiş ve başvurucuların projenin yapıldığı yerde ikamet etmediklerini tespit etmiştir. Bu sebeplerle AİHM, başvurucuların özel hayatlarına bir müdahalenin bulunmadığını kabul etmiştir.
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1767
Başvuru, İzmir ili Menderes ilçesi Efemçukuru köyünde belirlenen alanda altın madeni işletilmesi için çevresel etki değerlendirmesinin ÇED) uygun bulunması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, işe iade davasında mahkemece tanıkların dinlenmemesi ve delillerin toplanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1991 yılından itibaren Ankara Büyükşehir Belediyesi (Belediye) Yol ve Asfalt Şube Müdürlüğünde çalışan başvurucu, mazeretsiz olarak işe gelmediği gerekçesiyle Fen İşleri Dairesi Başkanlığının 14/1/2010 tarihli kararı ile Disiplin Kuruluna sevk edilmiş ve hakkında soruşturma başlatılmıştır. Disiplin Kurulu başvurucunun tetkik ve tedavisiyle ilgili hastaneye yazı yazmış, hastane tarafından gönderilen cevap yazısında başvurucunun 30/12/2009, 4/1/2010, 6/1/2010 ve 7/1/2010 tarihlerinde hastanede işlem yaptırmadığı belirtilmiştir. Başvurucuya rahatsızlığı ve ameliyat olması nedeniyle 8/1/2010 ile 4/3/2010 tarihleri arasında rapor verilmiştir. İşçi Disiplin Kurulu Başkanlığı, 22/2/2010 tarihli kararı ile başvurucunun iş akdini 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesi gereği feshetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir: "...Savunmasının incelenmesi sonucu 11/12/2009 Cuma, 23/12/2009 Çarşamba günleri için her hangi bir mazeret bildirmediği anlaşılmış,...30/12/2009 Çarşamba, 4/1/2010 Pazartesi, 6/1/2010 Çarşamba, ve 7/1/2010 Perşembe günleri hastanede işlem yaptırdığına dair her hangi bir belgeye rastlanmadığı gibi bugünler için mazeret beyanında bulunmayıp.....Adı geçenin 11/12/2009 tarihinden 4/3/2010 tarihine kadar kesintisiz olarak yaklaşık üç ay süre ile görevine devam edememesinin işgücü kaybına neden olması, hizmet akdinin devamında işveren açısından yarar görülmemesi nihayet Dairesince de hizmetine ihtiyaç duyulmaması nedenleri ve işin, işyerinin ve işçinin sevk ve idaresi hususunda işverenini yönetim hakkı ve yetkisi ile işletimsel karar alma özgürlüğü kapsamında adı geçenin hizmet akdinin 4857 sayılı Kanun'un maddesigereği kıdem ve ihbar tazminatının ödenerek feshedilmesine oybirliği ile karar verilmiştir." Başvurucu, fesih gerekçesi olarak gösterilen hususların gerçeği yansıtmadığını ve feshin Kanun'a aykırı olduğunu belirterek işe iadesi istemiyle Ankara İş Mahkemesinde dava açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde ve 15/6/2010 tarihli dilekçede tanık deliline dayandığını belirtmiş ancak tanıklarının isim ve adreslerini dosyaya bildirmemiştir. Başvurucunun o dönemdeki vekili, 4/11/2010 tarihli celsede "Dosyadaki belgelerle yetinilsin, talebimiz gibi karar verilsin." şeklinde beyanda bulunmuştur. Mahkeme 11/11/2010 tarihli ve E.2010/355, K2010/563 sayılı kararıyla davanın kabulüne ve başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Davacı vekili tarafından sunulan belgelerden davacının hastalığı nedeniyle hastaneye gittiği, çeşitli tetkikler yaptırdığı, disiplin kurulunun akdin feshi nedeni olarak bildirdiği tarihlerde davacının hastanede tetkik yaptırdığı, tetkik sonucunu almaya gittiği anlaşılmakla, aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir." Davalı tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/11/2012 tarihli ve E.2012/25453, K.2012/25997 sayılı ilamıyla bozulmuş ve işin esasına geçilerek davanın reddine karar verilmiştir. İlam gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "...Taraflar arasında iş sözleşmesinin feshinin geçerli veya haklı sebebe dayanıp dayanmadığı uyuşmazlık konusu olup, normatif dayanak 4857 sayılı İş Kanunu’nun 18 ve devamı maddeleridir. 4857 sayılı Kanun’un maddesine göre otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır. 4857 sayılı Kanun'un maddesi bakımından işçinin davranışlarından kaynaklanan sebepler, işçinin aynı Kanunun 25/ maddesinde öngörülen ve işverene derhal fesih yetkisi tanıyan haklı sebepler niteliğinde ve ağırlığında olmayan, işyerinde işin görülmesini önemli ölçüde olumsuz etkileyen, sözleşmeye aykırı davranışlarıdır. İşçinin davranışı ancak işyerinde olumsuzluklara yol açması halinde geçerli sebep olabilir. İşçinin sosyal açıdan olumsuz bir davranışı, toplumsal ve etik açıdan onaylanmayacak bir tutumu işyerinde üretim ve iş ilişkisi sürecine herhangi bir olumsuz etki yapmıyorsa geçerli sebep sayılamaz. Yargılama sırasında bu nedenlerin ağırlıkları her olayın özelliğine göre değerlendirilmelidir. İşçinin iyiniyet ve ahlak kurallarına uymayan davranışı sonucunda iş ilişkisine devam etmek işveren açısından çekilmez hale gelmişse, diğer bir anlatımla güven temeli çökmüşse işverenin haklı sebeple derhal fesih hakkı doğar. Buna karşılık, işçinin davranışı taraflar arasında bulunması gereken güven temelini çökertecek ağırlıkta bulunmamakla, iş ilişkisine devamı tam anlamıyla çekilmez hale getirmemekle birlikte, işin normal işleyişini bozuyorsa, işyerindeki uyumu olumsuz yönde etkiliyor ve işverenden bu nedenle iş ilişkisini yürütmesi normal olarak beklenemiyorsa 4857 sayılı Kanun'un 18/ maddesi gereği geçerli fesih hakkı doğar.4857 sayılı Kanun’un maddesinin ikinci fıkrasına göre feshin geçerli sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür.Somut olayda, 2010 tarihli işçi disiplin kurulu kararı ile davacı işçinin iş sözleşmesi 4857 sayılı Kanun'un maddesi gereğince feshedilmiştir. Söz konusu disiplin kurulu kararında da belirtildiği gibi, davacı işçi, 30/12/2009, 6/1/2010 ve 7/1/2010 tarihlerinde hastanede işlem yaptırdığına dair herhangi bir belge ibraz edemediği gibi, işyerinden izin aldığını da kanıtlayamamıştır. Bu durumda, davacının 30/12/2009, 6/1/2010 ve 7/1/2010 tarihlerinde mazeretsiz ve izinsiz olarak işyerine gelmemek biçimindeki eylemisebebiyle işyerindeki güven ortamının zedelendiği, davacının işin yürütümünü bozan bu davranışı sebebiyle iş sözleşmesinin devamının davalı işverenden beklenemeyeceği, fesih haklı sebep boyutuna ulaşmamış ise de, sözleşmenin geçerli sebeple feshedildiğinin kabulü gerekir. Bu durumda, davanın reddi gerekirken yazılı gerekçeyle kabulü hatalı olup bozmayı gerektirmiştir...." Yargıtay ilamı 3/10/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 1/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 4857 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır. Yer altı işlerinde çalışan işçilerde kıdem şartı aranmaz....Özellikle aşağıdaki hususlar fesih için geçerli bir sebep oluşturmaz:...F) Hastalık veya kaza nedeniyle 25 inci maddenin (I) numaralı bendinin (b) alt bendinde öngörülen bekleme süresinde işe geçici devamsızlık...." 4857 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde iş mahkemesinde dava açabilir. taraflar anlaşırlarsa uyuşmazlık aynı sürede özel hakeme götürülür. Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür.Dava seri muhakeme usulüne göre iki ay içinde sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi halinde, Yargıtay bir ay içinde kesin olarak karar verir." 4857 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"İşverence geçerli sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli olmadığı mahkemece veya özel hakem tarafından tespit edilerek feshin geçersizliğine karar verildiğinde, işveren, işçiyi bir ay içinde işe başlatmak zorundadır. İşçiyi başvurusu üzerine işveren bir ay içinde işe başlatmaz ise, işçiye en az dört aylık ve en çok sekiz aylık ücreti tutarında tazminat ödemekle yükümlü olur.Mahkeme veya özel hakem feshin geçersizliğine karar verdiğinde, işçinin işe başlatılmaması halinde ödenecek tazminat miktarını da belirler.Kararın kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı süre için işçiye en çok dört aya kadar doğmuş bulunan ücret ve diğer hakları ödenir.İşçi işe başlatılırsa, peşin olarak ödenen bildirim süresine ait ücret ile kıdem tazminatı, yukarıdaki fıkra hükümlerine göre yapılacak ödemeden mahsup edilir. İşe başlatılmayan işçiye bildirim süresi verilmemiş veya bildirim süresine ait ücret peşin ödenmemişse, bu sürelere ait ücret tutarı ayrıca ödenir.İşçi kesinleşen mahkeme veya özel hakem kararının tebliğinden itibaren on işgünü içinde işe başlamak için işverene başvuruda bulunmak zorundadır. İşçi bu süre içinde başvuruda bulunmaz ise, işverence yapılmış olan fesih geçerli bir fesih sayılır ve işveren sadece bunun hukuki sonuçları ile sorumlu olur...." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri uygulanır." Olay tarihinde yürürlükte bulunan 8/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi şöyledir:"Şahit ikame edecek kimse evvelemirde bunların isim ve şöhreti ve mahalli ikametleriyle hüviyetlerini tayine medar olacak evsafı sairelerini muhtevi listeyi mahkemeye takdim eder. Bu listede gösterilmemiş olan kimseler şahit olarak istima olunamaz ve ikinci bir liste verilemez." Mülga 1086 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"İki taraftan her biri istimaını talep eylediği şahit ve ehlihibrenin veya talebine mebni icra kılınacak keşif ve sair muamelenin masrafını tediyeye ve buna kifayet edecek meblağı mahkeme veznesine tevdie mecburdur. Hakim tarafından tayin olunan müddet içinde masrafı vermeyen taraf talebinden sarfınazar etmiş addolunur."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7840
Başvuru, işe iade davasında mahkemece tanıkların dinlenmemesi ve delillerin toplanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, disiplin cezasına karşı açılan iptal davasında ceza yargılaması sonucu verilen beraat kararının dikkate alınmaması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/6/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Tapu ve Kadastro Bölge Müdürlüğünde mutemet olarak görev yapmaktadır.A. Başvurucu Hakkındaki Ceza Soruşturması Süreci Başvurucu, doğrudan temin yöntemi ile akaryakıt alımlarına ilişkin işlemleri 2006-2008 yılları arasında yürütmüştür. Bu alımlarda ihaleye fesat karıştırıldığı yolundaki ihbarlar üzerine Edirne İl Emniyet Müdürlüğünce harekete geçilmiş, on beş farklı ihaleye fesat karıştırılmasına ilişkin bilgi ve belgeler Edirne Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) bildirilmiştir. Başvurucu 10/4/2008 tarihinde tutuklanmış ve ihaleye fesat karıştırma suçundan hakkında iddianame düzenlenmiştir. Savcılık; daha sonra suç işlemek amacıyla örgüt kurma, özel belgede sahtecilik ve suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma suçlarından da ek iddianame düzenlemiştir. İdarenin olaylardan haberdar olması üzerine idari soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma sonucunda düzenlenen 8/5/2008 tarihli soruşturma raporunda, başvurucunun gerçekleştirme görevlisi olarak söz konusu alımlarla ilgili tüm işlemleri yaptığı ve tüm evrakı hazırladığı belirtilmiştir. Bu dönemde yapılan akaryakıt ihalelerinde teklif mektubu veren bazı şirket yetkililerinin ifadelerinde teklif mektuplarındaki imza ve el yazılarının kendilerine ait olmadığını beyan ettiği, yapılan incelemede teklif mektuplarının sahte olduğu tespitlerine yer verilmiştir. Raporda, başvurucunun aynı eylemi dolayısıyla yargılandığı Edirne Ağır Ceza Mahkemesinde (Ceza Mahkemesi) verilecek kararla hüküm giymesi durumunda devlet memurluğundan çıkarma cezası ile cezalandırılması yolunda teklif getirilmiştir. Ceza Mahkemesinin 11/11/2009 tarihli kararı ile başvurucunun ihaleye fesat karıştırma, örgüt kurma ve örgüte üye olma suçlarının unsurları oluşmadığından beraatine, bazı ihalelerde başka şirketlerin de teklif vermiş gibi gösterilmesi amacıyla sahte özel belge düzenleme ve kullanma suçuna iştirak ettiği gerekçesiyle diğer sanıklarla birlikte hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Bununla birlikte bu cezalar nedeniyle hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararı verildiği anlaşılmıştır. Savcılık ve Hazine vekili beraat hükmünü temyiz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 1/10/2013 tarihli ilamıyla ihaleye fesat karıştırma suçundan verilen beraat kararını eksik soruşturmayla beraat kararı verildiği gerekçesiyle bozmuştur. Yeniden yapılan yargılama sonucunda Ceza Mahkemesi 19/12/2014 tarihli kararıyla tekrar beraat kararı vermiş, bu karar da temyiz edilmeden kesinleşmiştir. B. Disiplin Cezasına Karşı Açılan İptal Davası Süreci Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Disiplin Kurulu 16/7/2008 tarihli kararıyla başvurucuya 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (D) bendinin (f) alt bendinde yer alan "Gerçeğe aykırı rapor ve belge düzenleme" fiilini işlediği gerekçesiyle bir yıl süreyle kademe ilerlemesinin durdurulması cezası verilmesine karar vermiştir. Başvurucu, anılan işlemin iptali istemiyle Edirne İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 28/4/2010 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: ".. davacının aynı eylemi sebebiyle yargılandığı Ağır Ceza Mahkemesinde özel belgede sahtecilik suçundan suçlu bulunarak hüküm giymiş olması ve soruşturma raporundaki tespitler, tanık ifadeleri ve diğer bilgi ve belgelere göre davacının üzerine atılı bulunan gerçeğe aykırı belge düzenlemek suçunu diğer sanıklarla birlikte iştiraken işlediği sonucuna varıldığından bu eylemi nedeniyle verilen disiplin cezasında hukuka aykırılık görülmemiştir." Başvurucunun ceza davasında beraat ettiğini, bir başka ifadeyle suçluluğunun hükmen sabit olmadığını, bu sebeple mahkeme kararının bozulması gerektiğini ifade ettiği temyiz istemi Danıştay Onikinci Dairesinin (Daire) 13/11/2014 tarihli kararıyla reddedilerek mahkeme kararı onanmıştır. Karar düzeltme istemi de Dairenin 31/3/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 26/5/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/6/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 657 sayılı Kanun'un "Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Kademe ilerlemesinin durdurulması: Fiilin ağırlık derecesine göre memurun, bulunduğu kademede ilerlemesinin 1 - 3 yıl durdurulmasıdır....f) Gerçeğe aykırı rapor ve belge düzenlemek..." 657 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir: "Geçmiş hizmetleri sırasındaki çalışmaları olumlu olan ve ödül veya başarı belgesi alan memurlar için verilecek cezalarda bir derece hafif olanı uygulanabilir." 657 sayılı Kanun'un "Disiplin cezası vermeye yetkili amir ve kurullar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Uyarma, kınama ve aylıktan kesme cezaları disiplin amirleri tarafından; kademe ilerlemesinin durdurulması cezası, memurun bağlı olduğu kurumdaki disiplin kurulunun kararı alındıktan sonra, atamaya yetkili amirler il disiplin kurullarının kararlarına dayanan hallerde Valiler tarafından verilir." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Özel belgede sahtecilik" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bir özel belgeyi sahte olarak düzenleyen veya gerçek bir özel belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren ve kullanan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." B. Uluslararası Hukuk İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir..." "Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı İlgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı için bkz. Didem Ekşiler, B. No: 2014/11453, 9/1/2019, §§ 29-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/10891
Başvuru, disiplin cezasına karşı açılan iptal davasında ceza yargılaması sonucu verilen beraat kararının dikkate alınmaması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, hakkında çıkarılan yakalama emri sonrasında tutuklanarak cezaevine konulmasının yaşam hakkını ihlal ettiğini ileri sürerek Anayasa’nın maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tedbiren tahliye kararı verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 4/9/2013 tarihinde İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir İkinci Bölümün başvurucunun, hakkında çıkarılan yakalama emri sonrasında tutuklanarak cezaevine konulmasının yaşam hakkını ihlal ettiği iddiasıyla ilgili tedbir talebiyle ilgili olarak 2/10/2013 tarihinde yaptığı toplantıda, başvurucunun tedbir talebinin reddine karar verilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 10/10/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.. Bölüm tarafından 12/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 16/12/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 17/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 25/2/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, 11/3/2014 tarihinde Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 2008 yılında gözaltına alınmış, Emniyette susma hakkını kullanmış, Savcılık sorgusu sırasında beyin kanaması geçirme riski görülmesi üzerine adliyede görevli doktorun sevki ile Taksim İlkyardım Hastanesine gönderilmiş ve yasal sürenin dolması üzerine çıkarıldığı Mahkemede ifade vermeksizin tutuklanarak Kandıra F Tipi Cezaevine gönderilmiştir. Başvurucu, tutuklanması üzerine müteaddit defalar sağlık sorunlarının olduğuna ve cezaevinde kalmasının sağlığı yönünden sakıncalı olacağına ilişkin dilekçeler vermiştir. Başvurucunun, aşırı tansiyon yükselmesi sonucu merdivenden düşmesi nedeniyle boynu dört yerden kırılmış ve beyin kanaması geçirmiştir. Kocaeli Tıp Fakültesinde geçirdiği beyin ameliyatının ardından bir ay boyunca yoğun bakımda kalmış, tedavisi uzun süre devam etmiştir. Yoğun bakımda tedavisi devam etmekte iken yargılamayı yapan Mahkemece tahliye edilmiştir. Başvurucu, geçirmiş olduğu düşmeye bağlı kafa travması nedeniyle hiçbir zaman savunma yapacak durumda olmadığını, bundan sonra da olamayacağını, beyninin hasar gören kısımları nedeniyle okuma yazma başta olmak üzere birçok akli melekesinin asla geri getirilemeyeceğini, davanın başından beri mevcut tıbbi durumunun Mahkemenin bilgisi dâhilinde olduğunu, tüm bunlar Mahkemesince bilindiğinden dolayı beş yıllık yargılama boyunca hiç tutuklanmadığını ve cezaevine gönderilemediğini ifade etmiştir. Başvurucu, durumunun Mahkeme heyetince görülmek istenmesi üzerine tüm yargılama süresinde sadece bir kez duruşmaya getirilmiş, kimlik tespiti dahi yapılamadan ve ifade aşamasına geçilmeksizin ambulansla tekrar evine gönderilmiştir. Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulunun 28/12/2012 tarih ve 5012 sayılı kararında, başvurucunun “…mezkur suçu işlediği sırada fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını idrak etme ve bu fille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğini ortadan kaldıracak boyutta bir akli arıza içinde olduğuna delalet edecek herhangi bir tıbbı bulgu ve belgeye de rastlanmasdığı” belirtilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/191 Esas sayılı dosyası kapsamında yürütülen yargılama sonucunda verilen 5/8/2013 tarihli karar ile başvurucunun “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya ve görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs” suçundan müebbet, “Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme” suçundan 5 yıl 10 ay, “Yasaklanan bilgileri temin” suçundan 4 yıl 2 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 5/8/2013 tarihindeki hüküm duruşmasında, başvurucu hakkında 5271 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca yakalama emri çıkarılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 5/8/2013 tarihli yakalama emrinin iptal edilmesini talep etmiş, talep Mahkemenin 6/8/2013 tarih ve 2013/484 Değişik İş sayılı kararı ile yakalama emrinin usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesin 6/8/2013 tarihli ret kararına karşı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine itiraz etmiş, itiraz incelemesi sonucunda Mahkeme başvurucunun talebi ile ilgili olarak 22/8/2013 tarih ve 2013/553 Değişik İş sayılı kararı ile “anılan mahkeme kararlarının 5271 sayılı Kanun’un maddesi kapsamında sayılan itiraz edilebilir mahkeme kararlarından olmadığı” gerekçesiyle karar verilmesine yer olmadığına hükmetmiştir. Başvurucu hakkında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 5/8/2013 tarihinde karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 5/8/2013 tarihindeki hüküm duruşmasında 5271 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca başvurucu hakkında çıkardığı yakalama emri Mahkemenin 11/9/2013 tarih ve 2013/532 Değişik İş sayılı kararı ile infaz edilerek tutuklama kararı başvurucunun yüzüne okunmuştur. Başvurucu, 4/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk İsnat olunan suçun işlendiği tarihte yürürlükte bulunan 765 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir:“Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren menedenlerle bunları teşvik eyliyenlere ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası hükmolunur …” Aynı Kanun’un maddesi, işlendiği zamanda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası gerektiren suçun teşebbüs aşamasında kalması halinde failin on beş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmasını öngörmektedir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa,(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a)                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; (1)… Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220), Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308), Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),…(4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır.(2) Asliye ceza mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları, mahkemenin yargı çevresindeki sulh ceza mahkemelerinin; ağır ceza mahkemelerinde bulunan Cumhuriyet savcıları, ağır ceza mahkemesinin yargı çevresindeki asliye ve sulh ceza mahkemelerinin; bölge adliye mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları, bölge adliye mahkemelerinin kararlarına karşı kanun yollarına başvurabilirler.(3) Cumhuriyet savcısı, sanık lehine olarak da kanun yollarına başvurabilir.”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6901
Başvurucu, hakkında çıkarılan yakalama emri sonrasında tutuklanarak cezaevine konulmasının yaşam hakkını ihlal ettiğini ileri sürerek Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tedbiren tahliye kararı verilmesini talep etmiştir.
0
Başvuru, kamulaştırma bedelinin ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, tebliğ edilen Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucuların murisi adına kayıtlı Muğla'nın Milas ilçesine bağlı Ören köyünde bulunan 1324 ve 1330 parsel sayılı taşınmazların Kemerköy Termik Santrali stabilize malzeme sahası olarak kamulaştırılmasına yönelik Türkiye Elektrik Kurumu tarafından 8/9/1988 tarihinde kamu yararı kararı alınmıştır. Milas Asliye Hukuk Mahkemesince 1988 yılında söz konusu taşınmazların bedelleri tespit edilerek 10/11/1988 tarihli havale ile bankaya gönderilmiştir. Elektrik Üretim A.Ş. Genel Müdürlüğü (İdare) tarafından, taşınmazların kamulaştırıldığı ve başvurucuların süresinde bedel arttırım davası açmadıkları gerekçesiyle taşınmazların tescili talebiyle başvurucular aleyhine 21/5/2007 tarihinde her iki parsel için ayrı ayrı Milas Asliye Hukuk Mahkemesinde kamulaştırma davaları açılmıştır. Mahkemece, 3/6/2009 tarihinde davaların reddine karar verilmiştir. Kararların gerekçesinde;  i. Kamulaştırma bedelinin başvuru konusu taşınmazla birlikte kamulaştırılan on beş adet taşınmazın kamulaştırma bedelleriyle birlikte toplu olarak Etibank Ankara Merkez Şubesine 10/11/1988 tarihinde yatırıldığı ve başvurucular adına yatırılan kamulaştırma bedelinin banka dekontuna ayrıntılı olarak yazılmadığı belirtilmiştir.ii. Ayrıca yatırılan bedelin kim adına yatırıldığı ve kimlere ödeneceğine ilişkin banka kayıtlarında hiçbir açıklık bulunmadığı, bedelin yatırıldığı Etibankın 1996 yılında Halk bankasına devredildiği daha sonra da Denizbank ve Anadolu Bank olarak iki banka kurulmasına karar verildiği, 1998 yılında da Etibankın satılarak bankacılık faaliyetinin sona erdiği ifade edilmiştir.iii. Birleşik Fon Bankasının 28/4/2009 tarihli yazısında, yatırılan kamulaştırma bedellerinin kimlere ait olduğunun anlaşılamadığı, ilgili hesapta yatırılan paranın hâlen durduğu, on yıldan fazla süre geçmiş olması nedeniyle kimlere ödeme yapıldığı ya da tamamının hak sahiplerine ödenip ödenmediğinin tespit edilemediği belirtilmiştir. iv. Öte yandan kamulaştırma nedeniyle tescil kararı verilebilmesi için kamulaştırmanın kesinleşmesi ve takdir edilen bedelin malike ödenmek üzere millî bir bankaya yatırılmış olması gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre sonuç olarak kamulaştırma işlemi ile tescil davası arasında yirmi yıldan fazla süre geçtiği, takdir edilen bedellerin hak sahibi adına açılmış bir hesaba yatırılmadığı, on beş adet taşınmaza ilişkin kamulaştırma bedelinin tek bir hesaba yatırıldığı, malikin bu bedeli alma imkânının kamulaştırma usulüne aykırı işlemlerle idarece ortadan kaldırıldığı açıklanarak tescil şartlarının oluşmadığı kabul edilmiştir. Davacı İdare tarafından temyiz edilen kararlar, Yargıtay Hukuk Dairesince (Daire) 25/10/2010 tarihinde onanmıştır.B. Başvuru Konusu Dava Süreci Bu kez başvurucular, İdarenin kendileri aleyhine açtığı kamulaştırma davalarının, kamulaştırma bedelinin usulüne uygun şekilde ödenmemesi nedeniyle tescil şartları oluşmadığı gerekçesiyle reddine karar verildiğini belirterek İdare aleyhine 1/6/2011 tarihinde Milas Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat ve ecrimisil davası açmıştır. Mahkemece, 5/3/2013 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, İdarenin açtığı kamulaştırma davasının reddine karar verildiğine değinilerek söz konusu kamulaştırma işlemine başlanılmış olmasına rağmen tamamlanmamış olduğu ifade edilmiştir. Bununla birlikte İdarenin, başvuru konusu taşınmaza el koyarak ve dolgu malzemesi için hafriyat kazmak suretiyle maliklerin mülklerini dilediği gibi kullanmalarına engel olduğu belirtilmiştir. Buna göre kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat isteminin ve ayrıca İdarenin taşınmaza müdahalesinin haksız fiil niteliğinde olduğu değerlendirilerek ecrimisil talebinin haklı olduğu kabul edilmiştir. Davalı İdare tarafından temyiz edilen karar, Dairece 16/6/2015 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararında; taşınmazların kamu yararı kararı alınarak kamulaştırıldığı, kamulaştırma tebligatının 30/12/1988 tarihinde tapu maliki olan başvurucuların murisi Nuri Zeyrek'e bizzat tebliğ edildiği, bedelinin dava konusu taşınmazlarla birlikte kamulaştırılan on beş adet taşınmazın kamulaştırma bedelleri ile birlikte toplu olarak bankaya yatırıldığı belirtilmiştir. Bununla birlikte başvurucuların murisinin kamulaştırma işlemine karşı tebliğden itibaren otuz günlük süre içerisinde bedel artırım davası açma hakkını kullanmadığı vurgulanmıştır. Buna göre kamulaştırmanın adli ve idari yönden kesinleştiği açıklanarak başvurucuların kamulaştırmasız el atma nedenine dayalı olarak bedel talep hakları bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucular, bozma kararına karşı karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesince 28/12/2017 tarihinde karar düzeltme talebinin reddine karar verilerek dosya, Mahkemesine gönderilmiştir. Karar düzeltme talebinin reddine dair karar, başvurucular vekiline 25/1/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 23/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkemece bozma ilamına uyularak bozma kararındaki gerekçelerle 19/9/2018 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Taraflarca temyiz edilen karar 5/3/2020 tarihinde düzeltilerek onanmıştır. Kararda başvurucuların bozma öncesi dava değerini ıslah ettiği açıklanarak davalı İdare lehine nispi vekâlet ücreti hükmedilmesi gerektiği belirtilmiştir. Buna göre davalı lehine 400 TL yerine 019,54 TL vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Başvurucuların karar düzeltme talebi de aynı Daire tarafından incelenerek 17/2/2021 tarihinde reddedilmiştir. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Adalet Bahadır ve diğerleri, B. No: 2017/28144, 2/12/2020, §§ 25- İNCELENME VE GEREKÇE Mahkemenin 8/6/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü Başvurucular, İdarenin açtığı kamulaştırma davasında verilen kamulaştırma bedelinin ödenmediğine dair kararın Yargıtayca onanıp kesinleşmesine rağmen kamulaştırmasız el atma davasında derece mahkemelerince dikkate alınmadan, hatalı olarak kamulaştırma bedelinin ödendiğinin kabul edilmesinden yakınmaktadır. Başvurucular ayrıca taşınmazın bedelinin ödenmediği gibi kullanımının da engellendiğini ileri sürmüştür. Sonuç olarak başvurucular bu gerekçelerle eşitlik ilkesiyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Bakanlık görüşünde, başvuru konusu dosyanın derdest olması nedeniyle başvuru yollarının tüketilmediğini bildirmiştir. Bununla birlikte somut olayın özelliklerine göre esas yönünden yapılacak incelemede başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğu vurgulanmıştır.B. Değerlendirme Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” Anayasa'nın "Kamulaştırma" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. Ancak, tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir. Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanlarının bedeli, her halde peşin ödenir.İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır. " Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular mülkiyet hakkıyla birlikte eşitlik ilkesi ve adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Ancak başvurucuların şikâyetlerinin özünün taşınmaz bedeline ilişkin olması nedeniyle başvurunun mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür. Kabul Edilebilirlik Yönünden Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir. Esas Yönünden Anayasa'nın maddesine göre Anayasa hükümleri; yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kamu makamlarının yargı kararlarına uyma zorunluluğunun dayanağı ise Anayasa'nın emredici nitelikteki maddesinin dördüncü fıkrası hükmüdür. Bu bağlamda Anayasa'nın anılan hükümleri uyarınca devletin yargı kararlarına uyulmasını sağlayacak tedbirleri sağlaması ve gerekli mekanizmaları oluşturması zorunludur (Erol Aksoy [GK], B. No: 2016/11026, 12/12/2019, § 81). Anayasa'nın maddesinin dördüncü fıkrasına göre yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu hükümde mahkeme kararlarına uyma ve bu kararları değiştirmeksizin yerine getirme hususunda yasama ve yürütme organları ile idare lehine herhangi bir istisnaya yer verilmemiştir. Yargı kararlarının ilgili kamu makamlarınca zamanında yerine getirilmediği bir devlette, bireylerin yargı kararıyla kendilerine sağlanan hak ve özgürlükleri tam anlamıyla kullanabilmeleri mümkün olmaz. Dolayısıyla devlet, yargı kararlarının zamanında icra edilmesini sağlayarak bireyler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemekle ve bu yolla bireylerin kamu otoriteleri ile hukuk sistemine olan güven ve saygılarını korumakla yükümlüdür. Bu sebeple Anayasa'nın maddesinde öngörülen hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak bireylerin kamu otoritesi ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargı kararlarının zamanında icra edilmeyerek sonuçsuz bırakılması kabul edilemez (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Arman Mazman, B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 61). Anayasa'nın maddesinin son fıkrasında düzenlenen yargı kararlarının geciktirilmeksizin uygulanması yükümlülüğü, hukukun genel ilkelerinden biri olarak da kabul edilen kesin hükme saygı ilkesinin de bir gereğidir. Çünkü bir hukuk sisteminde yargının verdiği ve bağlayıcı olan kesin hüküm, zarar gören taraflardan biri açısından işlevsiz duruma getirilmişse adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerin bir anlamı kalmayacaktır (Arman Mazman, § 65). Somut olayda başvuru konusu taşınmazların kamulaştırılmasına yönelik kamu yararı kararı alındıktan sonra Milas Asliye Hukuk Mahkemesince 1988 yılında söz konusu taşınmazların bedelleri tespit edilerek 10/11/1988 tarihli havale ile bankaya gönderilmiştir. Ardından İdare tarafından, kamulaştırılan taşınmazların tescili talebiyle başvurucular aleyhine 21/5/2007 tarihinde kamulaştırma davaları açılmıştır. Mahkemece, kamulaştırma işlemi ile tescil davası arasında yirmi yıldan fazla süre geçtiği, takdir edilen bedellerin hak sahibi adına açılmış bir hesaba yatırılmadığı, on beş adet taşınmaza ilişkin kamulaştırma bedelinin tek bir hesaba yatırıldığı ve malikin bu bedeli alma imkânının kamulaştırma usulüne aykırı işlemlerle idarece ortadan kaldırıldığı açıklanarak tescil şartlarının oluşmadığı gerekçesiyle 3/6/2009 tarihinde davaların reddine karar verilmiştir. İdare tarafından temyiz edilen söz konusu kararlar, Dairece 25/10/2010 tarihinde onanarak kesinleşmiştir (bkz. §§ 8-10). Bilahare başvurucular, İdarenin kendileri aleyhine açtığı kamulaştırma davalarının reddine karar verildiğini belirterek İdare aleyhine başvuru konusu kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat ve ecrimisil davası açmıştır. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş ise de, Daire tarafından söz konusu karar bozulmuştur. Bozma kararında taşınmazların kamu yararı kararı alınarak kamulaştırıldığı, kamulaştırma tebligatının başvurucuların murisine tebliğ edildiği, kamulaştırma bedelinin dava konusu taşınmazlarla birlikte kamulaştırılan on beş adet taşınmazın kamulaştırma bedelleri ile birlikte toplu olarak bankaya yatırıldığı ve başvurucuların süre içerisinde bedel artırım davası açma hakkını kullanmadığı belirtilmiştir. Netice itibarıyla kamulaştırmanın adli ve idari yönden kesinleştiği açıklanarak başvurucuların kamulaştırmasız el atma nedenine dayalı olarak bedel talep hakları bulunmadığı sonucuna varılmış ve Mahkemece bozma ilamına uyularak davanın reddine karar verilmiştir (bkz. §§ 11-13). Derece mahkemelerince taşınmazların kamulaştırıldığı ve kamulaştırma bedellerinin bankaya yatırıldığı kabul edilmiş ise de Dairenin 25/10/2010 tarihli ilamıyla kesinleşen kararda da belirtildiği gibi takdir edilen bedellerin bizzat başvurucunun adına açılmış bir hesaba yatırılmadığı, on beş adet taşınmaza ilişkin kamulaştırma bedelinin tek bir hesaba yatırılarak maliklerin kamulaştırma bedellerini alma imkânı idarece ortadan kaldırılmıştır. Öte yandan başvurucular kesinleşmiş mahkeme kararına dayanarak kamulaştırma bedellerinin ödenmediğini iddia ederken İdare tarafından kamulaştırma bedellerinin ödendiği ortaya konulamamıştır. Diğer taraftan kamulaştırma bedelinin ödendiğinin kabulü için tek başına kamulaştırma bedelinin bankaya yatırılmış olması yeterli olmayıp ayrıca bu bedelin tahsil edilme imkânının da sağlanması gerekir. Dolayısıyla somut olayda kamulaştırılmasına rağmen kesinleşmiş mahkeme kararıyla ödenmediği tartışmasız olan kamulaştırma bedelinin ödenmemesi suretiyle başvuruculara şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklendiğinden söz konusu müdahalenin kamunun yararı ile başvurucuların mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil dengeyi başvurucular aleyhine bozduğu sonucuna varılmıştır. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir. 6216 Sayılı Kanun'un Maddesi Yönünden 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir… (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.” Başvurucular, zararlarının giderilmesi talebinde bulunmuştur. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019). Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55- 57). İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67). Anayasa Mahkemesi, başvurucuların kamulaştırma bedelinin ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Milas Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 894,70 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/6376
Başvuru, kamulaştırma bedelinin ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, sendika yöneticisi olan başvurucunun kanuna aykırı bir şekilde iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle sendika hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 8/11/2007-2/12/2016 tarihleri arasında davalı işyerinde ölçüm teknikeri olarak çalışmıştır. Başvurucu 2015 yılına kadar işyerinde yetkili olan Türk Metal Sendikasına üyedir. Sonrasında bu sendikadan ayrılarak 30/9/2015 tarihinde Tüm Otomotiv ve Metal İşçileri Sendikasına (TOMİS) üye olmuş ve 27/1/2016 tarihinde TOMİS denetim kurulu yedek üyeliğine seçilmiştir. Başvurucu iş sözleşmesinin sonlandırıldığı tarihte TOMİS denetim kurulu yedek üyesidir. Başvurucunun iş sözleşmesi 2/12/2016 tarihinde işveren tarafından 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesi kapsamında performans düşüklüğü gerekçesiyle geçerli nedenle feshedilmiştir. Başvurucu, yapılan feshin sendikal nedenle gerçekleştirilen haksız ve geçersiz fesih olduğunu ileri sürerek işe iade ve sendikal tazminat talepli dava açmıştır. Başvurucu ayrıca, işyeri sendika yöneticisi olduğunu, 18/10/2012 tarihli ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu'nun maddesi kapsamında iş sözleşmesinin geçerli nedenle feshedilemeyeceğini savunmuştur. İlk derece mahkemesi 16/10/2017 tarihinde davanın kabulü ile başvurucunun işe iadesine ve başvurucunun sendika temsilcisi güvencesinden yararlandırılmasına karar vermiştir. Kararın istinaf yargı yoluna götürülmesi üzerine Bursa Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 25/1/2018 tarihli kararıyla istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararının temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 11/12/2018 tarihinde Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozularak ortadan kaldırılmasına ve davanın kabulüne karar vermiştir. Yargıtay kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Somut uyuşmazlıkta, iş yeri sendika temsilciliği güvencesini düzenleyen 6356 sayılı Yasa’nın maddesinde düzenlenen hak yetkili sendikanın iş yeri temsilcisi için olup,davalı iş yerinde yetkili sendika olan Türk-Metal İş’in iş yeri temsilcisi davacı değildir. Davacının temsilcisi olduğunu söylediği TOMİS ise davalı iş yerinde yetkili sendika değildir. Açıklanan nedenle davacı işçinin iş yeri sendika temsilcisine has özel düzenleme getiren 6356 Sayılı Kanunu’nun maddesindeki düzenlemeden yararlandırılması hatalıdır" Karar düzeltme istemi Yargıtay Hukuk Dairesinin 13/3/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu 15/2/2019 tarihinde süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Sendika hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/5210
Başvuru, sendika yöneticisi olan başvurucunun kanuna aykırı bir şekilde iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle sendika hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru açığa alınan kamu görevlisinin kesilen maaşının göreve iade edildikten sonra değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Ceza Davası Süreci Başvurucu, Aydın Bayındırlık ve İskân Müdürlüğünde inşaat mühendisi olarak görev yapmakta iken resmî evrakta sahtecilik suçunu işlediği iddiasıyla Aydın Cumhuriyet Başsavcılığının 1996/1827 Esas sayılı iddianamesi ile Aydın Ağır Ceza Mahkemesinde ceza davası açılmıştır. Yapılan yargılama sonunda Mahkemenin E.1998/204, K.2004/287 sayılı kararı ile başvurucunun mahkûmiyetine karar verilmiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi E.1998/204, K.2004/287 kararı ile başvurucu hakkında verilen hükmü bozmuştur. Bozma kararına uyan Aydın Ağır Ceza Mahkemesi 17/10/2007 tarihinde başvurucu hakkında açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına karar vermiştir. Anılan karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 23/10/2009 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir.B. İdari Dava Süreci Hakkında açılan kamu davası süreci devam etmekte iken başvurucu, bu dava ile bağlantılı olarak tesis edilen soruşturma kapsamında 15/7/1998 tarihinde açığa alınmış ve açıkta iken maaşının 1/3'ü kesilmiştir. Açığa alınan başvurucu 16/5/2005 tarihinde kendi isteği ile emekli olmuştur. Başvurucu, Aydın Ağır Ceza Mahkemesi kararının 23/10/2009 tarihinde kesinleşmesini müteakip 8/1/2010 tarihli dilekçesiyle açıkta geçen sürede eksik aldığı 1/3 oranındaki maaş ve parasal haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesi, terfi işlemlerinin yapılarak emekli keseneklerinin Emekli Sandığına gönderilmesi talebiyle idare nezdinde başvuruda bulunmuştur. Başvuru üzerine Bayındırlık ve İskân Bakanlığı 21/1/2010 tarihli işlemiyle 16/2/1999 tarihi itibarıyla başvurucunun kadro ve derecesini derecenin kademesine yükseltmiştir. Ayrıca Aydın Bayındırlık ve İskân Müdürlüğü de 1/3 oranındaki maaş ve parasal haklar toplamı 762,60 TL tutarındaki parayı bu tarihte başvurucunun banka hesabına yatırmıştır. Buna karşın idare, başvurucuya açıkta kalınan sürede idare veznesinde bekletilen maaş kesintisi için herhangi bir faiz ödemesinde bulunmamış ve 9/2/2010 tarihli bir yazı ile faiz ödenmeyeceğini başvurucuya bildirmiştir. Başvurucu, eksik ödenen maaş ödemelerinin yapılmasına karşın faiz ödemesi yapılmamasına yönelik 9/2/2010 tarihli idari işlemin iptali ve hesaplanacak yasal faizin tazmini istemiyle Aydın İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Başvurucu bu davada, anaparanın ödenmesi nedeniyle ferî borç niteliğinde olan faizin de anaparaya bağlı olarak ödenmesi gerektiği aksi yöndeki idari işlemin hukuka aykırı olduğundan yakınmıştır Mahkeme 30/6/2010 tarihinde davayı kabul etmiştir. Mahkeme, dava konusu işlemin iptaliyle 15/7/1998-6/5/2005 tarihleri arasında maaşının 1/3 oranında eksik ödenmesinden kaynaklanan kanuni faizin hesaplanarak başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, alacaklının paradan mahrum kaldığı süre içinde yoksun kaldığı kazancın karşılığı olarak faiz işletilmesinde sakınca bulunmadığına vurgu yapılmıştır. Mahkeme ayrıca bu kaybın idareden istenebilmesi için idarenin doğrudan veya dolaylı bir kusurunun bulunmasının da kural olarak gerekmediğini belirtmiştir. Kararın gerekçesinde;konusu para olan borçlarda, alacaklının bu paradan mahrum kaldığı süre içinde faizin uğrayacağı kayıpların, başka bir anlatımla bu paranın kullanılamamasından dolayı yoksun kalınan kazancın karşılığı olduğu gerçeğine işaret edilmiştir. İdarece temyiz edilen karar, Danıştay Beşinci Dairesinin 5/6/2013 tarihli kararı ile bozulmuştur. Kararın gerekçesinde; 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrasında haklarındaki görevden uzaklaştırma tedbiri kaldırılanların aylıklarının kesilmiş olan 1/3'ünün kendilerine ödenmesi gerektiği, başvurucunun maaşından yapılan kesintilerin kendisine ödendiğinin anlaşıldığı ve idarenin ayrıca başvurucunun görevden uzakta geçirdiği dönemlere ilişkin olarak eksik ödenen maaş farkları için geriye dönük faiz uygulama yükümlülüğünün bulunmadığı hususlarına yer verilmiştir. Bozma kararına uyan Mahkeme 4/12/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, aynı Daire tarafından 16/12/2014 tarihinde onanmıştır. Nihai karar, başvurucu vekiline 16/2/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 657 sayılı Kanun'un "Ceza kovuşturması sırasında görevden uzaklaştırma" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Haklarında mahkemelerce cezai kovuşturma yapılan Devlet memurları da 138'inci maddedeki yetkililer tarafından görevden uzaklaştırılabilirler." 657 sayılı Kanun'un "Görevden uzaklaştırılan veya görevinden uzak kalan memurların hak ve yükümlülüğü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Görevden uzaklaştırılan ve görevi ile ilgili olsun veya olmasın herhangi bir suçtan tutuklanan veya gözaltına alınan memurlara bu süre içinde aylıklarının üçte ikisi ödenir. Bu gibiler bu Kanunun öngördüğü sosyal hak ve yardımlardan faydalanmaya devam ederler.143 üncü maddede sayılan durumların gerçekleşmesi halinde, bunların aylıklarının kesilmiş olan üçte biri kendilerine ödenir ve görevden uzakta geçirdikleri süre, derecelerindeki kademe ilerlemesinde ve bu sürenin derece yükselmesi için gerekli en az bekleme süresini aşan kısmı, üst dereceye yükselmeleri halinde, bu derecede kademe ilerlemesi yapılmak suretiyle değerlendirilir." 657 sayılı Kanun'un "Memurun göreve tekrar başlatılması zorunlu olan haller" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Soruşturma veya yargılama sonunda yetkili mercilerce:....b) Yargılamanın men'ine veya beraatine karar verilenler;...Bu kararların kesinleşmesi üzerine haklarındaki görevden uzaklaştırma tedbiri kaldırılır." Danıştay İçtihadı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 19/3/2014 tarihli ve E.2011/358, K.2014/906 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “Gaziantep İdare Mahkemesi'nin 18/06/2007 günlü, E:2006/2618, K:2007/1148 sayılı kararıyla; 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin maddesinde, hakkında takibata mahal olmadığına veya beraatına karar verilenlere, görevden uzaklaştırıldığı döneme ilişkin olarak sözleşme ücretinden kesilmiş bulunan 1/3 oranındaki tutarın ödeneceğinin belirtildiği ancak, geriye yönelik olarak faiz ödeneceğine dair herhangi bir düzenlemeye yer verilmediği; bu durumda, davacının görevden uzaklaştırma dönemi olan 14/09/1998 ile 28/08/2001 tarihlerine ilişkin faiz talebinin hukuki dayanağının bulunmadığı; davacının göreve iade edildiği 28/08/2001 tarihinden ödemenin yapıldığı 24/08/2006 tarihine kadar ki döneme ilişkin faiz talebine gelince, hakkında açılan davada 4616 sayılı Yasa hükümleri gereğince, davanın kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine dair verilen yargı kararı üzerine göreve iade edilmesini izleyen sürede sözleşme ücretinden kesilen miktarın gecikmeksizin ödenmesi gerekirken, sözkonusu ödemenin ancak 24/08/2006 tarihinde yapıldığı, makul süreyi aşan bu gecikmenin davalı idare açısından bir hizmet kusuru oluşturduğu; belirtilen hukuki duruma göre 28/08/2001 tarihinden ödemenin yapıldığı, 24/08/2006 tarihi arasında geçen sürede ödemenin gecikmiş olması nedeniyle davacının faiz tutarı kadar zarara uğramış olduğunun kabulü gerektiği; davalı idare her nekadar borcun, şartlı tahliye süresinin dolduğu tarih olan 08/02/2006 tarihinde muaccel olduğunu belirtmiş ise de, şartlı tahliye kararının ceza hukuku açısından aynı veya daha ağır suçların işlenmesi halinde dosyanın yeniden ele alınarak incelenmesi yönünden sonuç doğurduğu, bu kararın, idare hukuku kurallarına dayalı olarak kamu hizmeti gören personelin özlük haklarının iadesinde esas alınmasının hakkaniyete uygun görülmediği; bu durumda, 2001 tarihinde görevine iade edilmesinde herhangi bir sakınca görülmeyen davacının sözleşme ücretinden yapılan kesintilerin bu tarihte ödenmeyip 2006 yılında ödenmesi nedeniyle, göreve iade edildiği tarihten itibaren maaşından yapılan kesintilere faiz uygulanmamasında hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle, davacının faiz telebinin, görevden uzaklaştırıldığı 14/09/1998’den 28/08/2001 tarihine kadar olan dönem için reddine, göreve iade edildiği 28/08/2001 tarihinden ödemenin yapıldığı 24/08/2006 tarihine kadar olan döneme ilişkin faiz talebinin kabulüne karar verilmiştir.Bu kararın davacının faiz talebinin kabulüne ilişkin kısmının temyizen incelemesi sonucu, Danıştay Beşinci Dairesi'nin 23/02/2010 günlü, E:2007/7242, K:2010/961 sayılı kararıyla; 399 sayılı KHK'nin maddesinde sayılan hallerin gerçekleşmesi durumunda aylıklarının kesilmiş olan 1/3 oranındaki kısmının ilgililere ödeneceği hüküm altına alınmış olup, bu düzenlemede söz konusu kesintilere faiz ödeneceğine ilişkin bir hükme yer verilmediği; buna göre, davacının açıkta geçirdiği sürelere ait olmak üzere göreve iadesinden sonra ödenmiş olan 1/3 oranındaki kesintilere faiz ödenmesine hukuken olanak bulunmadığı gerekçesiyle bozulmuş ise de, İdare Mahkemesince, bozma kararına uyulmayarak, faizin, konusu para olan borçlarda, alacaklının bu paradan mahrum kaldığı süre içinde uğrayacağı kayıpların, başka bir anlatımla bu paranın kullanılamamasından dolayı yoksun kalınan kazancın karşılığı olduğu; esasen bu kaybın veya yoksun kalınan kazancın idareden istenebilmesi için idarenin doğrudan veya dolaylı bir kusurunun bulunmasının kural olarak gerekmediği; ekonomilerde bir değişim vasıtası olan paranın, çeşitli ticari, sınai, zirai v.b. faaliyetlerde kullanılmakla, sahibine kazanç, kira, nema v.s. adları altında kimi ekonomik yararlar sağlayan bir değer olduğu; paranın, sahibi dışındaki kişi ve kuruluşlarca kullanılmasının, sahibinin bu ekonomik değerden mahrum bırakılması sonucunu doğurmasının yanında, yüksek enflasyon etkisinde olan ekonomilerde, paranın değerini, yanı alım gücünün enflasyon oranı ölçüsünde yitirmesine neden olduğu; hukuk devletlerinde, açıklanan nitelikteki bir zararın faiz ya da başka bir ad altında ödenecek tazminatla karşılanabilmesi için, açık yasa hükmü aranmasının düşünülemeyeceği; aksine anlayışın, Devletin ve ona bağlı idarenin eylem ve işlemlerinden doğan her türlü zararın tazmini için de, açık yasa hükmü aranması sonucuna götüreceği ki, böyle bir anlayışın, Anayasa'nın maddesinin son fıkrasında yer alan, "idare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür" amir hükmü ile bağdaşmayacağı gerekçesinin de eklenmesi suretiyle, ilk kararının davacının faiz talebinin kabulüne ilişkin kısmında ısrar edilmiştir.Davalı idare, Gaziantep İdare Mahkemesi'nin 28/09/2010 günlü, E:2010/1211, K:2010/844 sayılı ısrar kararını temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedir.Temyiz edilen kararla ilgili dosyanın incelenmesinden; Gaziantep İdare Mahkemesince verilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı anlaşıldığından, davalı idarenin temyiz isteminin reddine, Gaziantep İdare Mahkemesi'nin 28/09/2010 günlü, E:2010/1211, K:2010/844 sayılı ısrar kararının ONANMASINA…. Danıştay Onikinci Dairesinin 30/11/1998 tarihli ve E.1995/6978, K.1998/2918 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Ankara İdare Mahkemesinin 1993 günlü, E:1992/182, K:1993/1398 sayılı kararıyla;görevine son verilmesine dair işlemin idare mahkemesince iptali, Danıştayca da onanması üzerine 1991 tarihinde göreve iade edilen davacının, görevine son verilmesine dair işlemin hukuka aykırılığının mahkeme kararı ile sabit olması nedeniyle bu işlemden doğan zararının idarece tazmin edilmesinin Anayasanın maddesi ve bu yoldaki idare hukuku ilkesi gereği olduğu, davacının zararını,alamadığı aylıkları ile sınırlı tutmaya olanak bulunmadığından açıkta kaldığı sürede aylık ve özlük haklarını zamanında alamaması nedeniyle uğradığı zararının yasal faiz ödenerek tazmininin gerektiği, davacı tarafından % 57 oranında faiz talep edilmiş ise de, 3095 sayılı Yasa uyarınca yasal faizin % 30 olarak uygulanması gerektiği, davacının görevine son verilmesine dair işlemin iptaline dair idare mahkemesi kararı davalı idarece geçiktirilmeksizin uygulanmış olması nedeniyle temerrüt faizi ödenemeyeceği gerekçesiyle davacıya idarece ödenmiş olan aylık ve özlük haklarına ödenmesi gereken ilk ayın başlangıç alınmak suretiyle % 30 yasal faiz işletilerek saptanacak tutarın davacıya ödenmesine istemin fazlaya ilişkin kısmının ise reddine hükmedilmiştir. ... Hüküm veren Danıştay Onikinci Dairesince işin gereği düşünüldü:İdare ve Vergi Mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile incelenerek bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun maddesinde belirtilen nedenlerden birinin bulunması halinde mümkündür. Ankara İdare Mahkemesince verilen 1993 günlü,E:1992/182, K:1993/1398 sayılı kararın % 57 faiz talebine ilişkin kısmı ve dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup, bozulmasını gerektirecek bir sebep de bulunmadığından temyiz istemlerinin reddi ile anılan kararın onanmasına, temyiz giderlerinin istemde bulunan taraflar üzerinde bırakılmasına..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) istikrarlı olarak, kamu makamlarınca yapılacak geri ödemelerin gecikmesini faiz ödemeleriyle ilişkilendirmektedir. Mahkemenin çeşitli kararlarında makul olmayan bir gecikme gibi nedenlerle tazminatın değer kaybettiği durumlarda bu tazminatın yeterliliğinin azalacağı belirtilmiştir (Angelov/Bulgaristan, B. No: 44076/98, 22/4/2004, § 39; Almeida Garrett, Mascarenhas Falcão ve diğerleri, B. No: 29813/96-30229/96, § 54). Nitekim böyle başvurularda AİHM, esas itibarıyla kamu makamlarının geçen süre nedeniyle ödenmesi gereken tutardaki değer kayıplarını telafi etmek için gecikme faizi ödeyip ödemediğini dikkate almaktadır. Kısacası AİHM, mülkiyet hakkı kapsamında faiz ödemesini, esasen devletin borçlu olduğu tutar ile alacaklı tarafından nihai olarak alınan tutar arasındaki enflasyon nedeniyle oluşan değer kayıplarını giderme yükümlülüğüyle ilişkilendirmektedir (Akkuş/Türkiye, B. No: 19263/92, 9/7/1997, § 29). Devlet tarafından ödenecek bir bedelin enflasyon karşısındaki değer kayıplarında AİHM, ikili bir ayrıma gitmektedir. Mahkemelerce belirlenmiş bir para alacağının ödenmemesi hâlinde daha katı bir tutum sergileyerek %5'e kadar değer kayıplarını, hesaplama faktörlerindeki değişkenlerle ilgili kabul etmektedir (Arabacı/Türkiye (k.k.), B. No: 65714/01, 7/3/2002; Akkuş/Türkiye, §§ 24-31). Çünkü burada ödemelerin geç yapılması, mahkeme kararlarının icra edilmesi ile ilgili bir sorundur. Mahkemelerde geçen yargılama süresindeki enflasyon nedeniyle kamulaştırma bedelinin değer kaybı yönünden ise meydana gelen farkın tazminatın belirlenmesi yönteminden kaynaklandığı ve bu konuda kamusal makamların belirli bir takdir yetkisinin olduğu da gözetilerek bu farkın başvurucular açısından aşırı bir yük getirip getirmediği incelenerek karar verilmektedir (Aka/Türkiye, B. No: 19639/92, 23/9/1998, §§ 41-51; Güleç ve Armut/Türkiye (k.k.), B. No: 25969/09, 16/11/2010). AİHM'in Eko-Elda Avee/Yunanistan (B. No: 10162/02, 9/3/2006, §§ 23-31) kararında; haksız olarak tahsil edilen verginin 5 yıl 5 ay sonra faizsiz olarak iade edilmesinin belli bir meblağdan yararlanma hakkı uzun süre engellenen başvurucunun mali durumunda önemli bir zarara yol açması nedeniyle ölçülü görülmemiş ve mülkiyet hakkının ihlaline karar verilmiştir. Baş/Türkiye (B. No: 49548/99, 24/6/2008, §§ 58-64) kararında ise tazminatın faiz ödenmemesi nedeniyle değer kaybına ilişkin şikâyetler incelenmiştir. Başvuruya konu olayda idare mahkemesince başvurucunun 15/9/2003 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere dul aylığına hak kazandığı kabul edilmiştir. AİHM öncelikle idare mahkemesinin kararının talep edilebilir bir alacak oluşturduğu ve bu nedenle başvurucununAvrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi anlamında mülkiyet oluşturan bir hakkının mevcut olduğunu belirtmiştir. Mahkeme ayrıca bu hakkın başvurucuya Emekli Sandığına başvurduğu tarihten itibaren geçerli olacak şekilde, geriye dönük olarak tanındığını vurgulamıştır. Bununla birlikte AİHM, başvurucuya salt bu hakkın tanınmış olmasının başvurucunun mağdur sıfatını ortadan kaldırmadığını kabul etmiştir. AİHM'e göre mağdur sıfatının ortadan kalkabilmesi için ileri sürülen ihlalin hem zamanında hem de mağdurun bu hakkı kullanamadığı süre gözönüne alınarak telafi yoluna gidilmesi gerekmektedir. AİHM bu çerçevede, idare mahkemesinin yaklaşık iki yüz aya yayılan Nisan 1987-Aralık 2003 tarihleri arasındaki dönemdeki dul aylıklarına ilişkin oluşan zararı dikkate almadığını tespit etmiştir. AİHM söz konusu dönem için başvurucunun banka hesabına yatırılan paranın ise aynı dönemdeki enflasyon oranları karşısında uğradığı maddi kaybın sonuçlarını gidermeye yetmediğini belirtmiştir. AİHM, geçen sürenin yalnızca devlete yarar sağladığını ve ilgili dönemde Türkiye'de paranın hızla değer kaybettiğini gözönünde bulundurarak başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/4812
Başvuru açığa alınan kamu görevlisinin kesilen maaşının göreve iade edildikten sonra değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2022/62973, 2022/62971 ve 2022/62974 numaralı başvuruların hukuki irtibat nedeniyle bu başvuru ile birleştirilmesine karar verilmesi gerekir. Başvurucular 8/12/2022 tarihli dilekçeyle bireysel başvurularından feragat ettiklerini bildirmişlerdir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/62968
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapan iki gazetenin internet haber arşivlerinde erişilebilir durumda olan haberler ile ilgili içeriğe erişimin engellenmesi yönündeki taleplerin reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu tarafından yapılan 2014/1808 ve 2014/1812 numaralı başvurular, aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunduğu anlaşıldığından birleştirilmiş; incelemeye 2014/1808 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Ulusal ölçekte yayımlanan Milliyet ve Radikal gazetelerinin İnternet arşivi sayfalarında 25/5/2009 tarihinde, eski Esenyurt Belediye Başkanı hakkında yürütülen ceza yargılamasına yönelik haberler yer almıştır. Haber içeriklerinde Başkanın aile fertlerinin de aynı davada yargılandığına, Başkanın kardeşi olan başvurucunun yargılamayı yürüten mahkeme tarafından suç örgütüne üye olma suçundan on ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiğine ilişkin ifadeler yer almaktadır. Başvurucu; haberlerde bahsi geçen mahkeme kararının Yargıtay Ceza Dairesi tarafından bozulduğunu, bozma üzerine yapılan yargılama sonucunda hakkında açılan davanın ortadan kaldırılmasına karar verildiğini, herhangi bir suçtan hakkında mahkûmiyet hükmü bulunmadığını ancak bu haber nedeniyle şeref ve itibarının zedelendiğini ileri sürerek 1/10/2013 tarihinde söz konusu haberlere erişimin engellenmesi talebinde bulunmuştur. Büyükçekmece Sulh Ceza Mahkemesi 18/11/2013 tarihli kararları ile erişimin engellenmesi taleplerinin reddine karar vermiştir. Anılan kararların gerekçesi şöyledir: "Bilindiği gibi Anayasal güvence altında bulunan (Anayasa Madde) basın hürriyetinin yine yasalarca korunan kişilik haklarına yeğ tutulabilmesi için bu hürriyetin (haber verme, yorum ve eleştiri hürriyetinin) öğretide ve uygulamada tartışmasız benimsenen; a-Gerçeklik, b-Güncellik, c-Kamu yararı ve toplumsal ilgi, d-Konu ile ifade arasında düşünsel bağ kuralları çerçevesinde kullanılması gerekir. Ne var ki olay, doğru, güncel ve kamu yararı bulunsa bile şekle de aykırı olmamalı, haber ve eleştirinin veriliş, yazılış biçimi, kişilik hakkını zedeleyecek üslup ve tarzda olmamalıdır. Yani özle biçim arasında uygun bir denge bulunmalıdır. Haber verme hakkı bu sınırlar içerisinde kaldığı sürece hukuka uygundur. Haber anılan temel kurallardan birine ters düşerse kamu yararı, kişisel hak dengesi bozulur, kullanılan bu hakkın hukuka uygunluğundan söz edilemez. Başka bir deyişle bu kurallardan herhangi birinin ihlali halinde saldırıya uğrayan kişisel hak korumaya değer bir üstünlük kazanır. Gerçeklikten kasıt ise somut gerçeklik değil, olayın verildiği andaki (haberin dayanağı olan beyan ve belgelere göre) beliriş biçimine uygunluk olarak anlaşılmalıdır.... İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 25/5/2009 günlü kararı ile itiraz eden G. hakkında suç işlemek için kurulan örgüte üye olma suçundan mahkumiyetine karar verildiği (ileride Yargıtay tarafından kararın bozulmasına ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 4/9/2012 tarihli ilamı ile G. hakkında açılan kamu davasının 765 sayılı TCK'nın 102/4 ve 104/2 maddeleri gereğince zaman aşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına karar verilmesine karşın), yukarıda uzantıları belirtilen internet sitelerinde haber yayın tarihlerinin 25/5/2009 tarihi olduğu anlaşılmakla, muterizle ilgili haberin yayınlanma biçim ve içeriği itibariyle basın özgürlüğü ile kişi hak ve özgürlüğünün de dengeli gözetilmesi sonucunda yukarıda ayrıntısı ile belirtilen "gerçeklik, güncellik, kamu yararı ve toplumsal ilgi, konu ile ifade arasında düşünsel bağ kuralları çerçevesinde kullanılması" kurallarına aykırı olmadığı, haber tarihi itibarı ile ortada kesinleşmemiş dahi olsa mahkeme kararı ile verilmiş bir mahkumiyet kararı olduğu maddi gerçeğinin gözardı edilemeyeceği izahtan varestedir. Bu çerçevede, yayının yukarıda ayrıntısı belirtilen basın özgürlüğü sınırları içerisinde kalan bir yayın olduğu, kişilik haklarına bir saldırının bulunmadığı kanaatine varılmakla muteriz vekilinin talebine ilişkin reddine yönelik hüküm tesis edilmiştir." Başvurucunun anılan kararlara itirazı Büyükçekmece Asliye Ceza Mahkemesinin 18/11/2013 ve 26/12/2013 tarihli kararları ile reddedilmiştir. Kararlar başvurucuya 14/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesinin 3/3/2016 tarihli ve 2013/5653 numaralı N.B.B. kararı.
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1808
Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapan iki gazetenin internet haber arşivlerinde erişilebilir durumda olan haberler ile ilgili içeriğe erişimin engellenmesi yönündeki taleplerin reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, infaz hâkimliğine yapılan şikâyetin esasa girilmeden reddedilmesi nedeniyle eğitim hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, anılan hakka ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Şanlıurfa T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) tutuklanarak konulmuştur. Başvurucu 23/11/2018 tarihinde Şanlıurfa İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hakimliği) yazdığı dilekçede; Açık Öğretim Fakültesi Adalet Bölümüne kayıt yaptırmak için İnfaz Kurumuna başvuruda bulunduğunu belirtmiş; Ceza İnfaz Kurumunca kendisine, yoğunluk nedeniyle bu konuda ailesinden yardım alması gerektiğinin ve evrakı kuruma vermesi hâlinde sınavlara katılabileceğinin bildirildiğini ifade etmiştir. Bu durum üzerine ailesinin açık öğretim kaydını yaptırdığını ve evrakı infaz kurumuna teslim etmiş olmalarına rağmen açık öğretim sınavlarına alınmadığını belirten başvurucu, bu konuda hak kaybının oluşmaması için gerekli işlemlerin yapılmasını İnfaz Hâkimliğinden talep etmiştir. İnfaz Hâkimliği 18/12/2018 tarihli ve 2018/1556 muhabere sayılı yazısı ile dilekçeye konu talepler hakkında öncelikle Ceza İnfaz Kurumunun bir karar vermesi, verilen bu karara itiraz olması hâlinde itiraz ve gerekli evrakın tam ve eksiksiz bir şekilde İnfaz Hâkimliğine gönderilmesi gerektiğini belirterek dilekçeyi işlemsiz iade etmiştir. Ceza İnfaz Kurumu 21/12/2018 tarihli yazısı ile başvurucunun açık öğretime kayıt işlemlerinin ailesi tarafından yapıldığını, kayıt yapıldığına dair belgelerin Ceza İnfaz Kurumuna sunulmaması ve bu hususta bilgi verilmemesi nedeniyle başvurucunun sisteme dâhil edilemediğini, bu sebeple de 2018-2019 yılı Açık Öğretim Fakültesi güz dönemi ara sınavlarına Ceza İnfaz Kurumunda katılamadığını bildirmiştir. Başvurucu; İnfaz Hâkimliğine hitaben yazdığı 30/1/2019 tarihli dilekçede, sınavlara katılamaması nedeniyle mağdur edildiğini belirtmiş ve dilekçesinin İnfaz Hâkimliğine gönderilmesini Ceza İnfaz Kurumundan talep etmiştir. Ceza İnfaz Kurumu başvurucunun söz konusu talebini İnfaz Hâkimliğine göndermiş, Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığına da bilgi amaçlı iletmiştir. Başvurucu ayrıca 20/6/2019 tarihli duruşmaya katılma isteğini içeren bir dilekçe daha yazmış ve bu dilekçesi de Ceza İnfaz Kurumunca İnfaz Hâkimliğine iletilmiştir. İnfaz Hâkimliği 21/6/2019 tarihli ve 2019/518 muhabere sayılı ve "...Hükümlü B. Ç.'nin 20/6/2019 tarihli dilekçesi Hakimliğimize gönderilmiş olmakla, herhangi bir kaydı olmadığı anlaşıldığından ilgili sayılı yazınız yazımız ekinde işlemsiz iade edilmiştir." içerikli yazısı ile evrakı işlemsiz iade etmiştir. Başvurucu işlemsiz iade edilen muhabere evrakını 25/6/2019 tarihinde tebliğ aldığını belirterek 11/7/2019 tarihinde adli yardım talepli olarak bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Kapalı ceza infaz kurumları" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Kapalı ceza infaz kurumları, iç ve dış güvenlik görevlileri bulunan, firara karşı teknik, mekanik, elektronik veya fizikî engellerle donatılmış, oda ve koridor kapıları kapalı tutulan, ancak mevzuatın belirttiği hâllerde aynı oda dışındaki hükümlüler arasında ve dış çevre ile temasın olanaklı bulunduğu, yeterli düzeyde güvenlik sağlanmış ve hükümlünün gereksinimine göre bireysel, grup hâlinde veya toplu olarak iyileştirme yöntemlerinin uygulanabileceği tesislerdir." 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun "İnfaz hâkimliklerinin görevleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: " Hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri, yerleştirilmeleri, barındırılmaları, ısıtılmaları ve giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak. Hükümlülerin cezalarının infazı, müşahadeye tâbi tutulmaları, açık cezaevlerine ayrılmaları, izin, sevk, nakil ve tahliyeleri; tutukluların sevk ve tahliyeleri gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak.... Ceza infaz kurumları ve tutukevleri izleme kurullarının kendi yetki alanlarına giren ceza infaz kurumları ve tutukevlerindeki tespitleri ile ilgili olarak düzenleyip intikal ettirdikleri raporları inceleyerek, varsa şikâyet niteliğindeki konular hakkında karar vermek. ..." 4675 sayılı Kanun'un "İnfaz hâkimliğine şikâyet ve usulü" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde hükümlü ve tutuklular hakkında yapılan işlemler veya bunlarla ilgili faaliyetlerin ya da Cumhuriyet savcısının ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin verdiği kararların kanun veya diğer mevzuat hükümlerine aykırı olduğu gerekçesiyle bu karar, işlem veya faaliyetlerin öğrenildiği tarihten itibaren onbeş gün, herhalde yapıldığı tarihten itibaren otuz gün içinde şikâyet yoluyla infaz hâkimliğine başvurulabilir.Şikâyet, dilekçe ile doğrudan doğruya infaz hâkimliğine yapılabileceği gibi; Cumhuriyet başsavcılığı veya ceza infaz kurumu ve tutukevi müdürlüğü aracılığıyla da yapılabilir. İnfaz hâkimliği dışında yapılan başvurular hemen ve en geç üç gün içinde infaz hâkimliğine gönderilir. Sözlü yapılan şikâyet, tutanağa bağlanır ve bir sureti başvurana verilir.Şikâyet yoluna, kendisi ile ilgili olmak kaydıyla hükümlü veya tutuklu ya da eşi, anası, babası, ayırt etme gücüne sahip çocuğu veya kardeşi, müdafii, kanunî temsilcisi veya ceza infaz kurumu ve tutukevi izleme kurulu başvurabilir.Şikâyet yoluna başvurulması, verilen kararın, yapılan işlem veya faaliyetin yerine getirilmesini durdurmaz. Ancak, infaz hâkimi giderilmesi güç veya imkansız sonuçların doğması ve karar, işlem veya faaliyetin açıkça hukuka aykırı olması koşullarının birlikte gerçekleşmesi durumunda karar, işlem veya faaliyetin ertelenmesine veya durdurulmasına karar verebilir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol’ün maddesinin ilgili kısmı söyledir:"Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz." Sözleşme'nin "Etkili başvuru hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Sözleşme’de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, söz konusu ihlal resmi bir hizmetin ifası için davranan kişiler tarafından gerçekleştirilmiş olsa dahi, ulusal bir merci önünde etkili bir yola başvurma hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesi uyarınca temel hak ve özgürlüklerin ulusal düzeyde korunması için etkili bir başvuru yolunun var olması gerektiğini belirtmektedir. AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesi yetkili ulusal makamlar tarafından Sözleşme kapsamına giren bir şikâyetin esasının incelenmesine izin veren ve uygun bir telafi yöntemi sunan bir iç hukuk yolunun sağlanmasını gerekli kılmaktadır. Ayrıca bu hukuk yolunun teoride olduğu kadar pratikte de etkili bir yol olması gerekmektedir (İlhan/Türkiye [BD], B. No: 22277/93, 27/6/2000, § 97; Kudla/Polonya [BD], B. No: 30210/96, 26/10/2000, § 157; Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, § 82). AİHM, etkili başvuru hakkının Sözleşme çerçevesinde savunulabilir nitelikteki bir şikâyetin etkili bir şekilde mahkemelerce incelenmesini ve öngörülen yolun uygun bir telafi imkânı sunmaya elverişli olmasını güvence altına aldığını vurgulamaktadır (Kudla/Polonya, § 157; Dimitrov-Kazakov/Bulgaristan, B. No: 11379/03, 10/2/2011, § 35). AİHM, iç hukuktaki düzenlemelerin başvuruculara bu anlamda asgari güvenceleri içerecek şekilde yeterli bir hukuk yolu sunup sunmadığını irdelemektedir (Dimitrov-Kazakov/Bulgaristan, § 36).
Eğitim hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/25687
Başvuru, infaz hâkimliğine yapılan şikâyetin esasa girilmeden reddedilmesi nedeniyle eğitim hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, murisi tarafından Orman Genel Müdürlüğü aleyhine açılan davada verilen ve 1951 yılında kesinleşen müdahalenin men’i kararının Orman Genel Müdürlüğü tarafından yerine getirilmeyerek, Orman Genel Müdürlüğü ve Maliye Hazinesi tarafından aynı taşınmaza ilişkin açılan tapu iptali ve tescil davalarında tapu kayıtlarının kısmen iptaline karar verilmesinin mülkiyet hakkı ile adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 19/10/2012 tarihinde Balıkesir Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 12/4/2013 tarihinde, başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun murisi tarafından Orman Genel Müdürlüğü aleyhine Balıkesir Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan müdahalenin men’i davası sonucunda 7/9/1951 tarih ve E.1949/579, K.1951/599 sayılı ilamla, davacının tapu ile mutasarrıf olduğu yere davalı Orman İdaresinin vaki müdahalesinin men’ine karar verilmiş ve hüküm kesinleşmiştir. 1988 yılında yapılan orman kadastro çalışması sonunda orman tahdit sınırları belirlenmiş ve taşınmaz üç ayrı parsele ayrılmıştır. Orman kadastro çalışması sonucu belirlenen sınırlar 20/10/1989 tarihinde itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir. a) Maliye Hazinesine izafeten Savaştepe Mal Müdürlüğü tarafından başvurucu aleyhine Savaştepe Asliye Hukuk Mahkemesinde 8/4/1991 tarihinde açılan davada, Savaştepe ilçesi Cumhuriyet Mahallesi 88 ada 41 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ve Maliye Hazinesi adına tescili talep edilmiş, Orman İdaresi davaya müdahil olmuştur. Mahkemece, 11/4/2000 tarih ve E.1991/83, K.2000/43 sayılı ilamla davacı ve müdahil tarafından açılan davanın reddine karar verilmiştir. b) Hükmün davacı ve müdahil tarafından temyizi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/5/2001 tarih ve E.2001/3462, K.2001/3775 sayılı ilamıyla dava konusu 88 ada 41 parsel sayılı taşınmazın Balıkesir Asliye Hukuk Mahkemesinin 7/9/1951 tarih ve E.1949/579, K.1951/599 sayılı ilamıyla orman sınırları dışında bırakıldığı, kesin hüküm niteliğindeki bu kararın davanın taraflarını bağlayacağı, Maliye Hazinesi ve Orman İdaresi tarafından açılan davanın reddinin bu nedenle doğru olduğu gerekçesiyle onama kararı verilmiştir. c) Karar düzeltme istemi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/7/2002 tarih ve E.2002/4832, K.2002/6419 sayılı ilamıyla 7/9/1951 tarihli hükmün dava konusu yere ait olmadığı gerekçesiyle onama kararı kaldırılarak hüküm bozulmuştur. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda, 30/4/2004 tarih ve E.2002/147, K.2004/59 sayılı ilamla Maliye Hazinesi tarafından açılan davanın kısmen kabulüne, 88 ada 41 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının kısmen iptali ile Hazine adına, kalan kısmının davalılar adına tapuya tesciline karar verilmiştir. d) Hükmün davalılar ile Orman İdaresi tarafından temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/5/2005 tarih ve E.2005/1444, K.2005/6051 sayılı kararıyla hüküm onanmış, karar düzeltme istemi Yargıtay Hukuk Dairesinin 14/4/2006 tarih ve E.2006/2386, K.2006/5008 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. a) Orman Genel Müdürlüğü tarafından başvurucu aleyhine Savaştepe Asliye Hukuk Mahkemesinde 6/9/1999 tarihinde Savaştepe ilçesi Cumhuriyet Mahallesi 88 ada 45 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ile orman olarak tescili istemiyle dava açılmış, Maliye Hazinesi davaya müdahil olmuştur. Mahkemece, 13/12/2006 tarih ve E.2001/125, K.2006/110 sayılı ilamla tapu kaydının kısmen iptaline, orman vasfı ile Hazine adına tapuya tesciline karar verilmiştir. b) Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/4/2008 tarih ve E.2008/2398, K.2008/6141 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır. c) Karar düzeltme istemi, Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/9/2008 tarih ve E.2008/10366, K.2008/11409 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. a) Orman Genel Müdürlüğü tarafından başvurucu aleyhine 11/10/1990 tarihinde Savaştepe Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada, Savaştepe ilçesi Cumhuriyet Mahallesi 88 ada 44 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ile orman olarak tescili talep edilmiştir. Mahkemece, 8/7/1997 tarih ve E.1990/120, K.1997/52 sayılı ilamla, Balıkesir Asliye Hukuk Mahkemesinin 7/9/1951 tarih ve E.1949/579, K.1951/599 sayılı ilamı gerekçe gösterilerek, kesin hüküm nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. b) Hükmün temyizi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 23/9/1998 tarih ve E.1998/7880, K.1998/7973 sayılı kararıyla taşınmazın bulunduğu yerde yapılan orman tahdit haritasının kesinleştiği gerekçesiyle hüküm bozulmuştur. c) Karar düzeltme istemi, Yargıtay Hukuk Dairesince 4/2/1999 tarihinde reddedilmiştir. d) Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda, 3/7/2001 tarih ve E.1999/37, K.2001/106 sayılı ilamla, Savaştepe Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2000/19, K.2000/40 sayılı kararının kesin hüküm oluşturduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hükmün temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/3/2002 tarih ve E.2002/380, K.2002/2635 sayılı kararıyla hüküm onanmıştır. Karar düzeltme istemi Yargıtay Hukuk Dairesince 11/11/2002 tarih ve E.2002/8097, K.2002/8883 sayılı kararla reddedilmiştir. a) Maliye Hazinesi tarafından başvurucu aleyhine 28/11/1995 tarihinde Savaştepe Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada, Savaştepe ilçesi Cumhuriyet Mahallesi 88 ada 44 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ile hazine adına tescili talep edilmiş, Orman İdaresi davaya müdahil olmuştur. Mahkemece, 25/5/1999 tarih ve E.1995/220, K.1999/93 sayılı kararla davacı Maliye Hazinesince açılan davanın reddine, müdahil Orman İdaresi tarafından açılan davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Hüküm, Yargıtay Hukuk Dairesinin 27/12/1999 tarih ve E.1999/5077, K.1999/5286 sayılı kararıyla bozulmuştur. b) Mahkemece bozma kararından sonra yapılan yargılama sonunda, 28/3/2000 tarih ve E.2000/19, K.2000/40 sayılı direnme kararıyla 1989 yılında yapılan orman tahdidine davalılar tarafından itiraz edilmeyerek kesinleştiği gerekçesiyle Maliye Hazinesinin açtığı davanın reddine, Orman İdaresi tarafından açılan davanın kısmen kabulüne 88 ada 44 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının kısmen iptali ile orman vasfı adı altında Hazine adına tapuya kayıt ve tesciline, kalan kısmın davalı adına tapuya tesciline karar verilmiştir. c) Hüküm Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25/10/2000 tarih ve E.2000/16-1291, K.2000/1560 sayılı ilamıyla onanmış, karar düzeltme istemi Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca 21/2/2001 tarih ve E.2001/16-146, K.2001/162 sayılı kararla reddedilmiştir. Başvurucu, 27/7/2012 tarihinde Orman ve Su İşleri Bakanlığı Orman Genel Müdürlüğüne müracaat ederek Balıkesir Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 7/9/1951 tarih ve E.1949/579, K.1951/599 sayılı karar doğrultusunda gerekli düzeltici işlemin, kararın verildiği tarihe göre yerine getirilmesini talep etmiş, Orman Genel Müdürlüğü tarafından 8/8/2012 tarihli yazı ile talebin kesinleşmiş yargı hükümlerine konu olması nedeniyle idare tarafından yapılacak işlem bulunmadığı bildirilmiştir. a) Başvurucu, 3/12/2007 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuruda bulunarak, 14/4/2006 tarihinde kesinleşen Savaştepe ilçesi Cumhuriyet Mahallesi 88 ada 41 parsel sayılı taşınmazın, başvurucu adına olan tapu kaydının kısmen iptali ile Hazine adına, kalan kısmının davalılar adına tapuya tesciline dair kararın mülkiyet hakkı ile adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüş, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İkinci Dairesince 5/2/2008 tarihinde başvuru kayda alınmıştır.b) Başvurucu, 10/4/2009 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuruda bulunarak, 18/9/2008 tarihinde kesinleşen Savaştepe ilçesi Cumhuriyet Mahallesi 88 ada 45 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının kısmen iptaline, orman vasfı ile Hazine adına tapuya tesciline dair kararın mülkiyet hakkı ile adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüş, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İkinci Dairesince 1/8/2009 tarihinde başvuru kayda alınmıştır.c) Başvurucu yine, Savaştepe ilçesi Cumhuriyet Mahallesi 88 ada 44 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının kısmen iptali ile orman vasfı adı altında Hazine adına tapuya tesciline dair kararın mülkiyet hakkı ile adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici maddesinin (8) numaralı fıkrası, 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca 18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 26/9/2004 tarih ve 5236 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki hâliyle maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası ve maddesinin birinci fıkrası.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/317
Başvurucu, murisi tarafından Orman Genel Müdürlüğü aleyhine açılan davada verilen ve 1951 yılında kesinleşen müdahalenin men’i kararının Orman Genel Müdürlüğü tarafından yerine getirilmeyerek, Orman Genel Müdürlüğü ve Maliye Hazinesi tarafından aynı taşınmaza ilişkin açılan tapu iptali ve tescil davalarında tapu kayıtlarının kısmen iptaline karar verilmesinin mülkiyet hakkı ile adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, Türkiye'ye giriş yasağı nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Suriye Arap Cumhuriyeti (Suriye) vatandaşı olan başvurucu ve eşinin 2015 doğumlu bir çocukları bulunmaktadır. Bireysel başvuru formuna göre ailesi ile birlikte 2013 yılında yasal olarak Türkiye'ye geldiğini belirten başvurucu, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesinde (Fakülte) öğrencidir. Başvurucunun eşi ve çocuğu adına 28/9/2015 tarihinde düzenlenmiş geçici koruma kimlik belgeleri bulunmaktadır. Ayrıca Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün 4/9/2018 tarihli kararı ile başvurucuya 11/9/2018 ile 5/6/2020 tarihleri arasında ikamet izni verilmiştir. Samsun Valiliği İl Göç İdaresi (İdare) 12/10/2017 tarihinde başvurucu hakkında İçişleri Bakanlığının G-87 kodlu genel güvenlik tahdit kaydının bulunduğunu belirterek bu kişinin 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun maddesi uyarınca sınır dışı edilmesine karar vermiştir. Anılan karar gereği 13/10/2017 tarihinde Hatay'a götürülerek sınır dışı edilen başvurucu, kendi beyanına göre on beş gün sonra yasa dışı yollardan ülkemize girmiştir. A. Başvuru Konusu Yurda Giriş Yasağı Tahdit Kararına İlişkin Yargı Süreci Başvurucu 23/10/2017 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) İdare aleyhinde dava açarak yurda giriş yasağı tahdit kararının iptalini talep etmiştir. Dava dilekçesinde; genel güvenlik tahdit kaydına ilişkin işlemin hukuka aykırı olduğunu, 2013 yılından beri Türkiye'de yasal olarak ikamet ettiğini ve üniversite öğrenimini sürdürdüğünü beyan etmiştir. Başvurucu dilekçede ayrıca kamu güvenliğini tehdit edecek bir davranışının olmadığını, yalnızca isim benzerliği nedeniyle dava konusu işlemin tesis edildiğini ileri sürerek işlemin iptalini talep etmiştir. İdarenin cevap dilekçesinde; başvurucunun yurda girişinin ve yurtta kalışının kamu düzeni ve güvenliği açısından sakıncalı olduğu, dava konusu işlemin istihbari bilgiler doğrultusunda ve devletin hükümranlık yetkisine dayanılarak tesis edildiği belirtilerek davanın reddi gerektiği ifade edilmiştir. Mahkeme, başvurucunun isim benzerliğine ilişkin iddiası kapsamında Emniyet Genel Müdürlüğüne (Emniyet) yazı yazarak tahdit kaydına dayanak belgenin gönderilmesini istemiştir. Emniyet tarafından gönderilen cevapta başvurucuya A.A.A.A. (...seri numaralı kimlik hamili) ve A.A.A.A. (aynı kimlik seri numaralı) olarak yer yerilmesi nedeniyle Mahkeme, bu kez İdareye yazı yazarak anılan şahısların başvurucu ile aynı kişi olup olmadıklarının tespitini istemiştir. İdarenin 7/5/2018 tarihli cevabında kimlik numaralarının aynı olduğu dikkate alındığında anılan isimlerin aynı kişiye ait olabileceği ancak Emniyetten de görüş alınmasının uygun olacağı bildirilmiştir. Mahkeme 9/5/2018 tarihinde davanın kabulü ile yurda giriş yasağı tahdit kararının iptaline oyçokluğuyla karar vermiştir. Gerekçede; İdarece konulmuş genel güvenlik tahdit kaydının dayanağı olan istihbari bilginin başvurucu hakkında değil A.A.A.A. ve A.A.A.A. hakkında düzenlendiği belirtilmiştir. Başvurucunun isminin A.A.A. olduğunu vurgulayan Mahkeme, başvurucunun kamu düzeni ve güvenliği açısından tehdit oluşturduğuna dair herhangi bir somut bilgi bulunmadığını ifade ederek dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğu sonucuna ulaşmıştır. Karşıoy gerekçesinde; Emniyet tarafından gönderilen yazıda A.A. ve A.A.A.A. isimlerine yer verilmesi itibarıyle başvurucunun ismi ile farklılık bulunsa da kimlik numaraları arasında bir farklılık bulunmadığından istihbari bilgiye konu olan kişinin başvurucu olduğu belirtilmiştir. Karşıoy gerekçesinde ayrıca Mahkemenin bu kişinin kimliği konusunda şüpheye düşmesi hâlinde resen araştırma ilkesinin geçerli olması nazara alınarak gerekli araştırmanın yapılabileceği vurgulanmıştır. İdare istinaf talebinde bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde; davaya konu işlemin başvurucunun genel güvenlik için tehlike oluşturduğuna dair istihbari bilgiye dayandığını, devletin hükümranlık yetkisi dâhilinde yapılan işlemde hukuka aykırılık bulunmadığını belirtmiştir. Ayrıca istihbari bilgiye konu olan kişi ile başvurucunun aynı kişi olduğu konusunda tereddüt oluşması hâlinde Mahkemenin karşılaştırma yaparak karar verebileceğini ifade etmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire) 15/11/2018 tarihinde istinaf isteminin kabulü ile davanın kesin olarak reddine karar vermiştir. Gerekçede; başvurucu hakkında ilgili ülke makamlarından edinilen istihbari bilgilerde bu kişinin çatışma bölgeleriyle bağlantılı faaliyet gösterdiğinin bildirilmesi nedeniyle güvenlik tahdit kodu girişi yapıldığı belirtilmiştir. Gerekçede ayrıca istihbari bilgide ve işlemde adı geçen kişinin kimlik numarası ile başvurucunun kimlik numarasının aynı olması dikkate alındığında istihbari bilginin başvurucuya ilişkin olduğu konusunda bir tereddüt bulunmadığı vurgulanarak davaya konu işlemin hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Nihai karar, başvurucu vekiline 8/1/2019 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu tebliğ tarihinden önce 17/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Sınır Dışı Etme Kararına İlişkin Yargı Süreci Başvurucu 27/10/2017 tarihinde Samsun İdare Mahkemesinde İdare aleyhine dava açarak sınır dışı edilmesine ilişkin kararın iptalini talep etmiştir. Dava dilekçesinde; 2013 yılından itibaren yasal şekilde Türkiye'de bulunduğunu, fakülte öğrencisi olduğunu belirten başvurucu; hakkında hiçbir suç isnadı bulunmamasına rağmen genel güvenlik tahdit kodu uyarınca sınır dışı edilmesinin hukuka aykırı olduğunu beyan etmiştir. İdare; cevap dilekçesinde, başvurucunun 13/3/2015-11/3/2016 tarihleri arasında turistik ikamet izin kaydı bulunduğunu, ayrıca 10/12/2016 tarihinde Samsun'da kısa dönem ikamet iznine başvurduğunu belirtmiştir. Bu başvuru kapsamında yapılan araştırmada başvurucu hakkında Samsun Cumhuriyet Başsavcılığında (Başsavcılık) terörün finansmanı ile ilgili soruşturma olduğunun belirlenmesi nedeniyle genel güvenlik tahdit kaydı konulduğunu ifade etmiştir. Sınır dışı etme kararının mahkûmiyet hükmüne bağlı olmadığını belirten İdare, işlemin hukuka uygun olduğunu beyan etmiştir. Samsun İdare Mahkemesi 12/7/2018 tarihinde davanın kabulüne ve sınır dışı etme işleminin iptaline karar vermiştir. Gerekçede, başvurucu tarafından Ankara İdare Mahkemesinde tahdit kaydı konulmasına ilişkin işlemin iptaline karar verildiği belirtilmiştir. Ayrıca başvurucunun ülkemizde bulunmasının kamu düzeni ve kamu güvenliği açısından tehlike oluşturduğunun somut olarak ortaya konulamadığı belirtilerek sınır dışı etme işleminin iptaline karar verildiği belirtilmiştir. İdarenin kanun yoluna başvurmaması üzerine 7/9/2018 tarihinde kesinleşen karar, başvurucu vekiline 7/8/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. 7/2/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine ek beyanda bulunan başvurucu, bireysel başvuru formunun ekinde bildirdiği yazıdan da anlaşılacağı üzere hakkında terörün finansmanı nedeniyle soruşturma bulunan kişinin kendisi olmadığını, bu yazıda belirtilen doğum tarihi ile kimlik numarasının kendisine ait olmadığını ifade etmiştir. A. Ulusal Hukuk 6458 sayılı Kanun’un “Türkiye'ye giriş yasağı” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(1) Genel Müdürlük, gerektiğinde ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının görüşlerini alarak, kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından Türkiye’ye girmesinde sakınca görülen yabancıların ülkeye girişini yasaklayabilir.  (2) Türkiye’den sınır dışı edilen yabancıların Türkiye’ye girişi, Genel Müdürlük veya valilikler tarafından yasaklanır. (3) Türkiye’ye giriş yasağının süresi en fazla beş yıldır. Ancak, kamu düzeni veya kamu güvenliği açısından ciddi tehdit bulunması hâlinde bu süre Genel Müdürlükçe en fazla on yıl daha artırılabilir.” 6458 sayılı Kanun’un "Sınır dışı etme kararı alınacaklar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Aşağıda sayılan yabancılar hakkında sınır dışı etme kararı alınır:a) 5237 sayılı Kanunun 59 uncu maddesi kapsamında sınır dışı edilmesi gerektiği değerlendirilenlerb) Terör örgütü yöneticisi, üyesi, destekleyicisi veya çıkar amaçlı suç örgütü yöneticisi, üyesi veya destekleyicisi olanlarc) Türkiye’ye giriş, vize ve ikamet izinleri için yapılan işlemlerde gerçek dışı bilgi ve sahte belge kullananlarç) Türkiye’de bulunduğu süre zarfında geçimini meşru olmayan yollardan sağlayanlard) Kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlare) Vize veya vize muafiyeti süresini on günden fazla aşanlar veya vizesi iptal edilenlerf)İkamet izinleri iptal edilenlerg) İkamet izni bulunup da süresinin sona ermesinden itibaren kabul edilebilir gerekçesi olmadan ikamet izni süresini on günden fazla ihlal edenlerğ) Çalışma izni olmadan çalıştığı tespit edilenlerh) Türkiye’ye yasal giriş veya Türkiye’den yasal çıkış hükümlerini ihlal edenlerı) Hakkında Türkiye’ye giriş yasağı bulunmasına rağmen Türkiye’ye geldiği tespit edilenleri) Uluslararası koruma başvurusu reddedilen, uluslararası korumadan hariçte tutulan, başvurusu kabul edilemez olarak değerlendirilen, başvurusunu geri çeken, başvurusu geri çekilmiş sayılan, uluslararası koruma statüleri sona eren veya iptal edilenlerden haklarında verilen son karardan sonra bu Kanunun diğer hükümlerine göre Türkiye’de kalma hakkı bulunmayanlarj) İkamet izni uzatma başvuruları reddedilenlerden, on gün içinde Türkiye’den çıkış yapmayanlar(2) Başvuru sahibi veya uluslararası koruma statüsü sahibi kişiler hakkında, sadece ülke güvenliği için tehlike oluşturduklarına dair ciddi emareler bulunduğunda veya kamu düzeni açısından tehlike oluşturan bir suçtan kesin hüküm giymeleri durumunda sınır dışı etme kararı alınabilir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:  “(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) öncelikle uluslararası yerleşik hukuk çerçevesinde ve Sözleşme'ye dâhil diğer antlaşmalardan doğan yükümlülüklerine dayalı olarak Sözleşmeci devletlerin yabancıların ülkeye giriş, ülkede ikamet ve ülkeden sınır dışı edilmelerini denetlemek hakkına sahip olduğunu teyit etmektedir (Vilvarajah ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 13163/87; 13164/.., 30/101991, § 102; Ahmut/Hollanda, B. No: 21702/93, 28/11/1996, § 67-b). Sözleşme, bir yabancının ülkeye giriş yapma veya orada ikamet etme hakkını yahut bir kişinin aile yaşamını belirli bir ülkede kurma şeklindeki bir hakkı güvence altına almaz (Abdulaziz, Cabales and Balkandali/Birleşik Krallık, B. No: 9214/80, 9473/81, 9474/81, 28/5/1985 § 68; Ahmut/Hollanda, § 67-c). Bunun yanı sıra aile hayatına saygı hakkının kamusal makamlara yüklediği yükümlülüğün çiftlerin evlenme suretiyle ikamet edecekleri ülkeyi seçmelerini ve aynı ülke vatandaşı olmayan eşlerin bu ülkeye yerleşmelerini kabul etmek şeklinde genel bir yükümlülüğü kapsadığı söylenemez (Biao/Danimarka [BD], B. No: 38590/10, 24/5/2016, § 117). Ayrıca AİHM, devletlerin yabancı ile bir vatandaş arasında gerçekleştirilen evlenmenin sadece o ülkede ikamet izni alabilmek amacıyla yapılmış olup olmadığını araştırma ve gerektiğinde bu tip evlilikleri engelleme konusunda yetkilerinin olduğunu, bu yönde bir araştırmanın Sözleşme'nin maddesinde düzenlenen evlenme hakkını ihlal etmeyeceğini kabul etmektedir (O'donoghue ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 34848/07, 14/12/2010 § 87; Frasik/Polonya, B. No: 22933/02, 5/1/2010 § 89). Öte yandan Sözleşme'nin maddesinde düzenlenen aile hayatına saygı hakkı, aile kurma hakkını güvenceye almaz. Söz konusu hak, hâlihazırda mevcut olan ve hakiki aile yaşamı oluşturan fiili, yakın ve şahsi bağların kurulduğu aile ilişkilerini korumaktadır. Bu hüküm kapsamında aile kavramı, evliliğe dayalı ilişkilerle sınırlı değildir ve tarafların evlilik olmadan bir arada oturduğu fiili aile bağlarını da kapsayabilir. Dolayısıyla Sözleşme ve AİHM içtihadı resmî evlilik akdi gibi şeklî unsurlarla ilgilenmemekte, gerçek ve mevcut aile yaşamını korumayı esas almaktadır. AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesinin amaçları bakımından aile hayatının varlığı ya da yokluğu, somut olayda yakın kişisel bağların mevcut olup olmadığına bağlı olan olgusal bir sorundur (K. ve T./ Finlandiya [BD], B. No: 25702/94, 12/7/2001, § 150; Marckx/Belçika, B. No: 6833/74, 13/6/1979, § 31). AİHM Schembri/Malta (B. No: 66297/13, 19/9/2017) kararında; göçmenlerle ilgili kurallardan kurtulmak, ikamet izni veya vatandaşlık kazanmak için yapılan, böylelikle hakiki olmayan anlaşmalı evliliklerin aile hayatı kapsamında olmadığını, dolayısıyla da konu bakımından maddenin kapsamında bulunmadığını vurgulamıştır (Schembri/Malta, §§ 53, 54). Avrupa İnsan Hakları Komisyonu (AİHK) da evliliğin amacının bir aile hayatı kurmak değil ülkeye giriş, çalışma ve/veya ikamet izni almak için yapıldığının tespit edildiği başvuruları, ortada Sözleşme'nin maddesi kapsamında korunması gerekli gerçek bir aile hayatı bulunmadığı gerekçesiyle kabul edilemez bulmuştur (Ayhan Yavuz/Avusturya (k.k.), B. No: 25050/94, 16/1/1996; F.P./Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 20118/92, 12/10/1992). Sözleşme; yabancıların ülkeye girişi veya oraya yerleşmeleri hususundaki bir hakkı güvence altına almamakla birlikte kişinin yakın aile bireylerinin bulunduğu bir ülkeden ayrılmak zorunda olması, belirli koşullar altında aile hayatına saygı hakkının ihlal edilmesine neden olabilir (Boultif/İsviçre, B. No: 54273/00, 2/8/2001, § 39). Aile hayatına saygı hakkının yalnızca vatandaşlar tarafından değil hukuka uygun şekilde ikamet eden yabancılar tarafından oluşturulan aile birliklerini de koruduğunun kabulü gerekir. Bunun yanı sıra kimi zaman ülkede hukuka aykırı olarak bulunan yabancıların aile yaşamının da belirtilen güvenceden yararlanması söz konusu olabilir (Slivenko/Litvanya, B. No: 48321/99, 9/10/2003, § 94; Amara/Hollanda (k.k.), B. No: 6914/02, 5/10/2004). Bununla birlikte AİHM tarafından, sınır dışı etme ve ülkeye kabul ile madde bağlantısı kurularak değerlendirme yapılan davalarda aile kavramının çekirdek aile olarak yani çiftler arasındaki ilişkiler ile ebeveyn ve çocuklar arasındaki ilişkileri kapsayacak şekilde ele alındığı, yetişkin çocukların ise aileye bağımlı ve muhtaç olduklarının ispat edilebildiği ölçüde aile kavramına dâhil edildikleri ve bu suretle aile kavramının bu alanda oldukça dar yorumlanmasının tercih edildiği anlaşılmaktadır (Slivenko/Litvanya, § 94). Sınır dışı kararı alınması ile ülkeden fiilen çıkarılma işlemleri arasında belirli bir zaman aralığı söz konusu olabilir. Bu zaman aralığı içinde kişilerin özel ve aile hayatlarında birtakım değişikliklerin olması mümkün olup bir aile yaşamının mevcut olup olmadığının hangi tarihe göre belirleneceği sorunu ortaya çıkmaktadır. AİHM, sınır dışı gibi tedbirlerin söz konusu olduğu başvurularda Sözleşme'nin maddesi kapsamında bir aile hayatının mevcut olup olmadığını hangi tarihe göre belirleyeceğini kararlarında göstermiştir. Buna göre AİHM, aile hayatına müdahale oluşturan tedbirin kesinleştiği ve nihai hâle geldiği tarihte mevcut bir aile hayatı olup olmadığını dikkate almaktadır (Maslov/Avusturya [BD], B. No: 1638/03, 23/6/2008, § 61; Ezzouhdi/Fransa, B. No: 47160/99, 13/2/2001, § 25; Yıldız/Avusturya, B. No: 37295/97, 31/10/2002, § 34; Mokrani/Fransa, B. No: 52206/99, 15/7/2003, § 34). AİHM birçok içtihadında, belirli suçları işlemiş olmaları nedeniyle kamu düzeni açısından tehlike oluşturduğu kanaatiyle sınır dışı edilmesine karar verilen başvurucuların aile hayatına saygı hakkı bağlamında ileri sürdüğü ihlal iddialarını değerlendirmiş ve kamu makamlarının sınır dışı etme, zorla çıkarma, ülke topraklarına girmeyi yasaklama gibi işlemlerinin kişilerin aile hayatına müdahale oluşturduğunu belirtmiştir (Nasri/Fransa, B. No: 19465/92, 13/7/1995, § 34; Berrehab/Hollanda, B. No: 10730/84, 21/06/1988; § 23; Boultif/İsviçre, § 40; Maslov/Avusturya, § 61). AİHM, kamu makamlarının oturma izni vermeme gibi hareketsiz kaldığı durumlarda ise aile hayatına saygı hakkı bakımından pozitif yükümlülüklerinin gündeme geleceğini ifade etmiştir (Jeunesse/Hollanda, B. No: 12738/10, 3/10/2014, § 105; Butt/Norveç, B. No: 47017/09, 4/12/2012, § 78). AİHM, sınır dışı işlemi gibi aile hayatına saygı hakkına yönelik müdahaleleri Sözleşme'nin maddesinin ikinci fıkrasında yer alan kanunilik, meşru amaç, demokratik toplumda gereklilik ve orantılılık ilkeleri bakımından incelemeye tabi tutmaktadır. AİHM, orantılılık incelemesi yaparken başvurucuların aile hayatı ile sınır dışı işleminin uygulanması bağlamında gözetilen kamusal menfaat arasında adil bir denge kurulması gereğine işaret etmiştir. Söz konusu değerlendirmede dikkate alınması gereken unsurlar arasında başvurucunun işlediği suçun niteliği ve ağırlığı, sınır dışı edilmeden önce başvurucunun ülkede ikamet süresi, suçun işlenmesinin ardından geçen süre, ilgili diğer kişilerin vatandaşlıkları, aile durumu, evliliğinin süresi, çiftin gerçek ve hakiki bir aile yaşamı sürdürüp sürdürmediğini gösteren diğer etkenler, eşin aile yaşamını kurduğu anda söz konusu suçtan haberdar olup olmadığı, evlilikte çocuk sahibi olup olmadıkları ve varsa çocukların yaşı gibi hususlar yer almaktadır. Her ne kadar bir kişinin sınır dışı edilen eşi ile sınır dışı edildiği ülkede birlikte yaşamasının beraberinde bazı zorlukları getireceği olgusu tek başına sınır dışı edilmeye engel oluşturmasa da AİHM özellikle eşin başvurucunun ülkesinde karşılaşması muhtemel zorlukların ciddiyetini de gözönünde tutmaktadır (Boultif/İsviçre, § 48; Üner/Hollanda [BD], B. No: 46410/99, 18/10/2006, §§ 62-66). AİHM'e göre hakkında millî güvenlik hususlarına dayanan bir tedbir uygulanan kişi, keyfîliğe karşı tüm garantilerden mahrum edilmemelidir. Söz konusu tedbirin hukuka uygunluğunu denetlemek, olası keyfîlik ve kötüye kullanmayı engellemek için somut olayın koşulları ve ilgili mevzuata ilişkin tüm ilgili sorunları gözden geçirme yetkisine sahip bağımsız ve tarafsız bir organ tarafından incelenmesine imkân tanınmalıdır. Hakkında tedbir uygulanan kişinin bu organ önünde iddia ve görüşlerini sunabilmesi ve hakkındaki isnatları çürütebilmesi için çelişmeli yargılama imkânlarına sahip olması gerekir (Lupsa/Romanya, B. No:10337/04, 8/6/2006, § 38; Al-Nashif/Bulgaristan, B. No: 50963/99, 20/6/2002, §§ 123,124).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/36516
Başvuru, Türkiye'ye giriş yasağı nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.A. İşe İade Davasına İlişkin Süreç Başvurucu, Türk Havacılık ve Uzay Sanayi A.Ş.de (TUSAŞ) 23/5/2005 tarihinden itibaren program sertifikasyon yöneticisi olarak çalışmakta iken 4/10/2019 tarihinde iş akdi feshedilmiştir. Başvurucu, işe iade davası açmıştır. Ankara Batı İş Mahkemesinde (Mahkeme) görülen yargılamada öncelikle TUSAŞ'ın yapısı incelenmiştir. Faaliyet alanı açısından en önemli müşterisinin Türk Silahlı Kuvvetleri olduğu, devletin güvenliğine ve savunmaya dair yazılım ve donanımı olduğu belirtilen TUSAŞ yönünden gizlilik derecesi taşıyan projeler yürüttüğü ifade edilmiştir. Somut olaya ilişkin yaptığı araştırma neticesinde Mahkeme, başvurucu hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) 2019/132826 numaralı dosyası üzerinden Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) kapsamında soruşturma yürütüldüğünü, TUSAŞ'ın yerine getirdiği görevin mahiyeti ve kritik önemi dikkate alındığında başvurucu ile iş ilişkisinin devamının beklenmeyeceğini, başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibat ve ilişkisi olduğu yönünde kuvvetli şüphe olduğunu belirterek feshin geçerli nedenle yapıldığından bahisle davanın reddine hükmetmiştir. Davanın reddi kararına karşı başvurucu, istinaf talebinde bulunmuş; istinaf mercii ise yaptığı değerlendirmede yine TUSAŞ'ın savunma sanayisindeki kritik konumuna vurgu yaparak program sertifikasyon yöneticisi görevi ile çalışan başvurucu hakkında yapılan değerlendirmede usul ve esas yönünden kanuna aykırılık bulunmadığı sonucuna varmıştır. Başvurucu, nihai hükmü 15/2/2022 tarihinde öğrendikten sonra 16/2/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Ceza Soruşturmasına İlişkin Süreç Başsavcılık 27/8/2019 tarihinde başvurucu da dâhil on iki şüpheli hakkında FETÖ/PDY kapsamında soruşturma başlatmıştır. Soruşturma dosyası kapsamında başvurucu hakkında yapılan tespitler şu şekildedir:- 8/4/2021 tarihli tutanak ile başvurucunun 27/12/2020 tarihinde yurt dışına çıkış yaptığı, yurda giriş kaydının olmadığı tespit edilerek gıyabında evinde arama/elkoyma işlemi yapılmıştır.- 8/4/2021 tarihli Araştırma Tutanağı'nda başvurucu hakkında yer alan bilgilerde ardışık arama kaydı tespit edildiği, soruşturma kapsamındaki diğer şüphelilerle sık sık arama yapıldığı ve mahrem imam olduğu değerlendirilen kişilerle telefonunun çeşitli kereler ortak baz istasyonundan sinyal verdiği belirtilmiştir. Soruşturma derdesttir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/14970
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; iş bırakma eylemine katılma gerekçesiyle işten çıkarılmaya karşı açılan davanın, benzer davalarda verilen onama kararlarıyla çelişir biçimde Yargıtay tarafından reddedilmesinin ve gerçekleşen basın açıklamasının yasa dışı eylem olarak nitelendirilmesinin Anayasa’nın , ve maddelerinde düzenlenen kanun önünde eşitlik ile adil yargılanma ve çalışma haklarına aykırılık oluşturduğu iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/8/2013 tarihinde İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 5/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 4/11/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olaylar sırasında Türk Hava Yolları Anonim Ortaklığında (Türk Hava Yolları/THY) işçi olarak çalışmaktadır. Başvurucunun da üyesi olduğu Hava-İş Sendikası (Sendika), hava iş kolunda grev yasağı öngören kanun değişikliği teklifinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülecek olması nedeniyle 29/5/2012 tarihinde 00 ile 00 saatleri arasında çalışma yapmamaları yönünde üyelerini kısa mesaj ile bilgilendirmiştir. Belirtilen tarihte Sendika ile THY arasındaki toplu iş sözleşmesi görüşmeleri devam etmektedir. Bu çerçevede bazı çalışanlar 29/5/2012 tarihinde farklı gerekçelerle işbaşı yapmamış ve bu kişilerin bir kısmı Atatürk Havalimanında düzenlenen basın açıklamasına da katılmıştır. Başvurucunun belirtilen tarihte rahatsız olduğuna ilişkin sağlık raporu bulunmaktadır. Türk Hava Yolları daha sonraki bir tarihte başvurucunun da dâhil olduğu 305 işçinin sözleşmesini, yasa dışı eyleme katıldıkları gerekçesiyle feshetmiştir. Başvurucu, iş akdinin feshine karşı işe iade istemli tespit davası açmıştır. Bakırköy İş Mahkemesi (İş Mahkemesi) 21/1/2013 tarihli ve E.2012/271, K.2013/14 sayılı kararı ile feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine hükmetmiştir. İş Mahkemesi; başvurucunun 29/5/2012 tarihinde Antalya Serik Devlet Hastanesinden üç gün rapor aldığını, sağlık raporu almanın haklı fesih sebebi sayılamayacağını belirtip işverenin iş akdini haklı nedenle feshettiğinin ispatlanamaması ve başvurucunun basın açıklamasını izlememesi gerekçeleriyle başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Temyiz talebini inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi öncelikle “sendikanın, üyelerinin cep telefonlarına gönderdiği mesaj sonrası ikiyüzyetmişdokuz işçinin aynı gün rapor alması dikkate alındığında, bu raporların hastalık sebebiyle değil, eyleme iştirak amacıyla alındığı” sonucuna varmıştır. Daire, davalı işveren THY’nin iddialarının çürütülemediğine ilişkin şu değerlendirmede bulunmuştur: “Alınan raporların işyeri hekimliğince verilmediği ve rapor alındığının süresinde işveren yetkililerine bildirilmediği davalı işveren vekili tarafından iddia edilmiştir. Yine davacı ve arkadaşlarının doktor raporu alarak işe başlamadıkları, çalışmakta olanları da engellemeye çalıştıkları, bu şekilde yapılan eylem sonucu Türk Hava Yollarında 233 seferin iptal edildiği, çok sayıda seferin gecikmeli olarak yapıldığı ve binlerce yolcunun mağdur edildiği, şirketin milyarla ifade edilen zararının doğduğu ileri sürülmüştür. Davalı işverence Atatürk Havaalanında eylem yapan işçilerin çalışanları söz ve alkışlarla protesto ettiklerine dair CD kayıtları dosyaya sunulmuştur. Belirtilen iddiaların doğru olmadığına yönelik davacı işçi tarafından herhangi bir bilgi ve belge dosyaya sunulmamıştır.” Yargıtay Hukuk Dairesi; iş bırakma eyleminin mesleki bir amaca da hizmet edebileceğini gözönüne almakla birlikte somut olaydaki eylemi, grev yasağı öngören bir kanun değişikliği teklifi vesilesiyle yapılması nedeniyle, muhatabı ve amacı itibarıyla “siyasi amaçlı grev” olarak nitelendirmiştir. Daire, başvurucu ve arkadaşlarının veya Sendikanın toplu eylem öncesi Hükûmet veya yasama organı yetkilileri ile görüşme, arabulucudan yararlanma gibi barışçıl yöntemlerden faydalanmamaları ve iş bırakmaya kıyasla daha hafif diğer protesto biçimlerini tercih etmemeleri nedeniyle eyleme son çare olarak başvurulmadığı sonucuna ulaşmıştır. Eylemin yasa değişikliğini engellemek gibi meşru bir amacının bulunduğu kabul edilmiş fakat ölçülü olmadığı vurgulanmıştır. Bu kapsamda iş bırakma eyleminin saat 00 ile 00 arasında uzun sayılabilecek bir süre devam ettiğine, sefer iptali ve gecikmeler nedeniyle binlerce yolcunun mağdur olduğuna ve THY’nin bu nedenle maruz kaldığı olası zarara vurgu yapılmıştır. Daire kararında, toplu iş bırakma eylemine son çare olarak başvurulmaması ve ölçülülük ilkesine uyulmaması nedeniyle fesih için haklı neden oluştuğu kabul edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi, disiplin kurulu kararı alınmamasının feshi haksız hâle getirdiğini belirtmiştir. Ancak bu husus, Yargıtay uygulamasına göre geçerli sebebi ortadan kaldırmadığından feshin yine de geçerli sebebe dayandığı değerlendirilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi sonuç olarak 14/5/2013 tarihli ve E.2013/7517, K.2013/10951 sayılı ilamı ile İlk Derece Mahkemesi kararının bozularak ortadan kaldırılmasına ve başvurucunun davasının reddine kesin olarak karar vermiştir. Yargıtay ilamı başvurucuya 26/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu süresi içerisinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Daha sonra başvurucu, Yargıtay kararında maddi hata olduğu gerekçesiyle 31/7/2013 tarihinde Yargıtay Hukuk Dairesine başvurmuştur. Bu süreç devam ederken davalı THY ile başvurucunun üyesi olduğu Sendika arasında yapılan görüşmeler ve imzalanan protokol gereği, başvurucunun işe iadesi konusunda anlaşmaya varılmıştır. Bu sebeple başvurucu davasından feragat etmek istemiş, başvurucunun açtığı davadan feragat ettiğine dair dilekçe 27/2/2014 tarihinde usulüne uygun olarak Bakırköy İş Mahkemesi tarafından alınmıştır. Başvurucunun Bakırköy İş Mahkemesine verdiği feragat dilekçesinin “Açıklamalar” kısmı şöyledir: “Davalı hakkında açmış olduğum davadan kendi hür irademle feragat ediyorum. Çünkü: THY A.O. ile Hava iş arasında imzalanan protokol gereği işe iadem konusunda anlaşmaya varılmıştır. Bu gerekçe ile davamdan feragat ediyorum. Bu nedenle davamdan vazgeçtiğime dair bu feragat dilekçesini yazma zarureti hâsıl olmuştur.” Yargıtay Hukuk Dairesi ise 14/3/2014 tarihli ve E.2014/5139, K.2014/5975 sayılı kararıyla aşağıda yer alan gerekçelerle dosyanın mahkemesine geri çevrilmesine karar vermiştir:“Hükmün kesinleşmesinden önceki herhangi bir aşamada davadan feragat edilebilir. Temyiz edilen karar, usul hukuku çerçevesinde kesinleşmiş olmadığından, bu aşamada davadan feragat mümkündür. Somut olayda davacı, davadan feragat ettiğini açıkça ve koşulsuz olarak bildirdiğinden, bu beyan çerçevesinde işlem yapılması zorunludur.Davadan feragat temyiz aşamasında gerçekleşmesi halinde öncelikle davadan feragatin karara bağlanması gerekmekte olup Hukuk Muhakemeleri Kanunu Yönetmeliğinin maddesine göre, hükmün kesinleşmesinden önce davadan feragat halinde dosya üzerinden bu konuda yerel mahkemesince ek karar verilmesi öngörüldüğünden, davacının davadan feragati hakkında bir karar verilmek üzere dosyanın mahkemesine geri çevrilmesine…” Yargıtay Hukuk Dairesinin yukarıdaki paragrafta yer alan kararından sonra Bakırköy İş Mahkemesi 6/5/2014 tarihli ek kararında başvurucunun feragat dilekçesini reddetmiş ve bu karar temyiz edilmemiştir. Karar gerekçesi şöyledir:“… Yargıtay Hukuk dairesince her ne kadar hükmün kesinleşmediği beyan edilmiş ise de dosya içeriği itibari ile davacı hakkındaki hükmün 14/05/2013 tarihinde Yargıtay Hukuk dairesinin verdiği karar ile kesinleştiği ve ortada kesinleşmiş bir hüküm bulunduğu, davacının Yargıtaya gönderdiği talebinin bu kesinleşmiş hükmün içeriği itibari ile maddi hata olduğu ve Yargıtay Hukuk dairesinin bu maddi hatasını düzeltmesini talebine ilişkin olduğu ve daha sonra davacının 27/02/2014 tarihli feragat dilekçesi ile mahkememize başvurarak davadan feragat ettiğine dair dilekçe verdiği, dilekçenin altında kimlik tespitinin yapıldığı görülmekle; davacının talebinin netice itibari ile Yargıtaya gönderilen maddi hata düzeltim dilekçesinin ve temyizinden vazgeçme olarak nitelendirilebileceği anlaşılmakla davacının dilekçesinin feragatten reddine karar verilerek…” Anayasa Mahkemesi Bölümler Başraportörlüğünün THY’ye 8/12/2014 tarihinde gönderdiği yazıyla istenen bilgi ve belgeler çerçevesinde, başvurucunun üyesi olduğu sendika ile davalı işveren arasında yapılan görüşmeler neticesinde Dönem Toplu İş Sözleşmesi imzalandığı öğrenilmiş olup ayrıca Sendika ile davalı arasında yapılan protokol gereği başvurucunun işe dönme talebinde bulunduğu, kıdemleri muhafaza edilmek suretiyle başvurucunun istihdam edildiği ve şu anda da kabin amiri olarak çalıştığı anlaşılmıştır. İstenen bilgi ve belgeler kapsamında söz konusu mutabakat çerçevesinde THY yönetimince alınan kararın içeriği şu şekilde belirtilmiştir: “İşe iade davaları derdest olup, bu davalardan feragat etmek suretiyle THY A.O.’ya işe iade için müracaat eden işçiler çalıştıkları döneme ilişkin geçmiş kıdemleri korunmak suretiyle istihdam edilmiş, davası kesin olarak lehine sonuçlanan ve kendilerine kıdem, ihbar ve işe iade tazminatları ödenmiş işçiler ile iş akitleri geçerli sebeple feshedildiği karara bağlanıp kendilerine sadece kıdem ve ihbar tazminatı ödemeleri yapılmış işçiler yeni istihdam şeklinde işe başlatılmışlardır.” B. İlgili Hukuk 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesi şöyledir:“İşveren fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde belirtmek zorundadır.Hakkındaki iddialara karşı savunmasını almadan bir işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, o işçinin davranışı veya verimi ile ilgili nedenlerle feshedilemez. Ancak, işverenin 25 inci maddenin (II) numaralı bendi şartlarına uygun fesih hakkı saklıdır.” 4857 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde iş mahkemesinde dava açabilir. (...) taraflar anlaşırlarsa uyuşmazlık aynı sürede özel hakeme götürülür.Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür.Dava seri muhakeme usulüne göre iki ay içinde sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi halinde, Yargıtay bir ay içinde kesin olarak karar verir.(İptal dördüncü fıkra: Anayasa Mahkemesi’nin 19/10/2005 tarihli ve E.2003/66, K.:2005/72 sayılı Kararı ile.)” 5/5/1983 tarihli ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Toplu iş sözleşmesinde aksi belirtilmedikçe hizmet akitleri toplu iş sözleşmesine aykırı olamaz. Hizmet akitlerinin toplu iş sözleşmesine aykırı hükümlerinin yerini toplu iş sözleşmesindeki hükümler alır. Hizmet akdinde düzenlenmeyen hususlarda toplu iş sözleşmesindeki hükümler uygulanır. Toplu iş sözleşmesinde hizmet akitlerine aykırı hükümlerin bulunması halinde hizmet akdinin işçi lehindeki hükümleri geçerlidir. Her ne sebeple olursa olsun sona eren toplu iş sözleşmesinin hizmet akdine ilişkin hükümleri yenisi yürürlüğe girinceye kadar hizmet akdi hükmü olarak devam eder.” 7/11/2012 tarihli ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun geçici maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:“Bu Kanunun yürürlük tarihinden önce başlamış toplu iş sözleşmesi görüşmeleri ve toplu iş uyuşmazlıkları mülga 2822 sayılı Kanun ve bu Kanuna dayalı tüzük ve yönetmeliklere göre sonuçlandırılır.” 8/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“Hukuk ve Ceza Genel Kurullarının görevleri şunlardır: Yargıtay dairelerinin bozma kararlarına karşı mahkemelerce verilen direnme kararlarını inceleyerek karar vermek, a) (Ek: 26/9/2004-5235/51 md.) Aynı veya farklı yer bölge adliye mahkemelerinin kesin olarak verdikleri kararlar bakımından hukuk daireleri arasında veya ceza daireleri arasında uyuşmazlık bulunursa,b) Hukuk daireleri arasında veya ceza daireleri arasında içtihat uyuşmazlıkları bulunursa,c) Yargıtay dairelerinden biri; yerleşmiş içtihadından dönmek isterse, benzer olaylarda birbirine uymayan kararlar vermiş bulunursa,Bunları içtihatların birleştirilmesi yoluyla kesin olarak karara bağlamak,” 2797 sayılı Kanun’un maddesinin (1) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir:“İçtihadların birleştirilmesini Birinci Başkan, doğrudan doğruya veya Yargıtay dairelerinin veya genel kurulların verdikleri karar sonucunda veya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının bizzat yazı ile başvurması halinde, ilgili kuruldan ister. Bu istemlerin gerekçeli olması zorunludur.…İçtihadı birleştirme kararları benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını, dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlar.” Türkiye Sivil Havacılık Sendikası (HAVA-İŞ) ile Türk Hava Yolları Anonim Ortaklığı arasında imzalanan 1/1/2009-31/12/2010 yürürlük tarihli Dönem İşletme Toplu İş Sözleşmesi’nin “İşten Çıkarma Cezasında Usul” başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilk cümlesi şöyledir:“İşten çıkarma cezası Disiplin Kurulu kararıyla verilir.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6771
Başvuru, iş bırakma eylemine katılma gerekçesiyle işten çıkarılmaya karşı açılan davanın, benzer davalarda verilen onama kararlarıyla çelişir biçimde Yargıtay tarafından reddedilmesinin ve gerçekleşen basın açıklamasının yasa dışı eylem olarak nitelendirilmesinin Anayasa’nın 10. , 36. ve 49. maddelerinde düzenlenen kanun önünde eşitlik ile adil yargılanma ve çalışma haklarına aykırılık oluşturduğu iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Ekli tablonun (A) sütununda numaraları belirtilen başvuruların konu yönünden irtibatları nedeniyle 2018/22033 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin 2018/22033 numaralı başvuru üzerinden sürdürülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Devletin yetkili organları tarafından tehdit değerlendirmesi yapılarak demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine, millî güvenliğe yönelik tehdit oluşturan tüm terör örgütlerine ve illegal yapılanmalara karşı tedbirler alınması kararlaştırılmıştır (ayrıntılar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017). Anılan tedbirler kapsamında olağanüstü hâl ilan edilmiş ve olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri çıkarılmıştır. Bu çerçevede 22/7/2016 tarihinde kararlaştırılan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 667 sayılı KHK'nın maddesinde devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen personelin kamu görevinden çıkarılmaları öngörülmüştür. 667 sayılı KHK, 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Kanun'un 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucunda kanunlaşmıştır. B. Somut Başvurulara İlişkin Olay ve Olgular Başvurucular, Diyarbakır'ın Yenişehir ve Kayapınar ilçe Belediyelerine (Belediye) hizmet veren özel şirketlerde (Şirket) işçi olarak çalışmakta iken Belediyeler yazıyla, başvurucuların terör örgütü ile iltisaklı olduklarını bildirerek iş akitlerinin feshedilmesini Şirketten istemiştir. Şirket, bu talep üzerine başvurucuların iş akdini feshetmiştir. Başvurucular, iş akdinin usulüne uygun olarak feshedilmediğini ve fesih için somut bir olguya dayanılmadığını belirterek işe iade istemiyle Şirket ve Belediyeler aleyhine dava açmıştır. Davalı Belediyeler cevap dilekçesinde, iş akdini sona erdirenin davalı şirket olduğunu bu nedenle husumet nedeniyle ya da başvurucuların PKK/KCK terör örgütü ile irtibatlı ve iltisaklı oldukları belirterek davaların reddini savunmuştur. Diyarbakır İş Mahkemesi açılan davaların reddine karar vermiştir. Mahkeme kararlarında; başvurucuların PKK/KCK terör örgütü ile irtibatlı ve iltisaklı oldukları gerekçesiyle 667 sayılı KHK'ya dayalı olarak iş akitlerinin feshedildiği aynı maddenin (2) numaralı fıkrası uyarınca da bu kişilerin bir daha kamu hizmetinde çalıştırılmasının mümkün olmadığı gerekçesine yer verilmiştir. Başvurucular, karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Daireleri (Bölge Adliye Mahkemesi) başvurucuların istinaf istemlerini reddetmiştir. Kararda; şüphe feshi kavramı üzerine durulmuş ve başvurucuların millî güvenliği tehdit eden yapılar ile irtibatları olduğunun bildirilmesi üzerine davalı işveren bakımından iş sözleşmesinin devam etmesinde yasal engel bulunduğu vurgulanmıştır. Nihai kararların tebliğinin ardından başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bakınız Berrin Baran Eker ([GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20 - 35).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/22033
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, güvenlik güçlerinin gerekli önlemi almaması nedeniyle üçüncü kişilerin saldırısına maruz kalınması sonucu yaralanma meydana gelmesi, olayla ilgili zararlarının karşılanmaması nedeniyle yaşam hakkının; tam yargı davasının uzun sürmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/4/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan, ayrıca İstanbul İdare Mahkemesinden (İdare Mahkemesi) temin edilen yargılama dosyasındaki bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Olay tarihinde 18 yaşında olan başvurucu Murat Tosun 13/8/2007 tarihinde arasında husumet bulunan şahıslar tarafından ateşli silahla yanağından yaralanmıştır.A. Olayla İlgili Ceza Soruşturması Süreci Bahçelievler İlçe Emniyet Müdürlüğü Kocasinan Polis Merkezi Amirliği (Amirlik) tarafından düzenlenen Telefonla Görüşme Tutanağı uyarınca 13/8/2007 tarihinde Murat Tosun'un kurusıkı tabancayla yaralanması olayıyla ilgili olarak A.K. ve A.B.K. aynı tarihte yakalanmış, 18 yaşından küçük olduklarından 14/8/2007 tarihinde Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) sevkedilmiş, sonrasında serbest kalmıştır. Tutanağa göre Y. ve S.G. ise 21/8/2007 tarihinde Amirliğe teslim olmuş, ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakılmıştır. S.G. ve Y.nin kollukta 21/8/2007 tarihinde alınan ifadelerinde şahıslar suçlamaları reddetmiştir. Başvurucu Murat Tosun'un 13/8/2007 tarihinde geçici adli raporu alınmıştır. Başvurucunun kollukta müşteki olarak alınan beyanının ilgili kısmı şöyledir:"13/8/2007 günü akşam saatlerinde 00 sıralarında ikamet ettiğim mahallede [Ü.] ocaklarına takılan sadece isimlerini bildiğim [B., İ., S. ve ] isimli şahıslar sen neden [Ü.] ocağına takılmıyorsun diye beni darp ettiler ve saat: 00 sıralarında da benim ikamet ettiğim evin batı duvarına [] ve [] [bazı siyasi partilerin adı] yazmışlar ben de o yazıları sildim ve üzerine [] [bir siyasi partinin adı] yazdım. Bunu gören [B.] beni .... bir bilardo salonuna çağırdılar ... bilardo salonunun dışarısında [B.] isimli şahıs benim gözüme önce sprey sıktı, sonra bilye atar ... ile iki defa bana ateş etti. ... şikayetçiyim..." Tanık S.F.nin 14/8/2007 tarihinde kollukta verdiği beyanının ilgili kısmı şöyledir:"...2007 günü saat 00 evimizin önünde bulunduğum sırada bana Murat dayak yemiş dediler. bende bana ne dedim bunun üzerine Murat yanıma geldi bana mahallerin çocukları olan [S., İ., B.] isimli çocukların kendisini dövdüğünü söyledi ve şikayetçi olmak için polis merkezine gideceğini söyledi bende bunun üzerine arkadaşım ile Kocasinan polis merkezine geldim. Muratı görevli polisler Bakırköy Devlet Hastanesine gönderdiler. Hastaneye giderken murat param yok eve gidelim para alalım dedive arkadaşım [S.yi] çağırdık arabası ile geldi para almak için [Murat] TOSUN un evlerine gittik. Tam araçtan indiğim sırada [A.B.K., A.K., S., İ.] isimli şahıslar ile tanımadığımız şahıslar Murat TOSUNa saldırdılar. Bu esnada iki el silah sesi duydum ve arkadaşım Murat yaralandı hemen kendisini alarak [S.nin] arabası ile ... hastanesine götürdük. Ben silahla kimin ateş ettiğini görmedim. Kavganın da kendi aralarında birbirlerinin evlerinin duvarına [] ve [] [bazı siyasi partilerin adı] yazıları yazmalarından olayı olmuş, ayrıca [Murat] TOSUNu [Ü.] ocaklarına geleceksin diye tehdit etmişlerdir..." Tanık olarak beyanları alınan S.Y. ve S.K. da benzer anlatımlarda bulunmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığına iletilen Adli Tıp Kurumu Bakırköy Adli Tıp Şube Müdürlüğünce (ATK Şube Müdürlüğü) düzenlenen 14/8/2007 tarihli ön raporda, Murat Tosun'un "bilinci açık, oryante, koopere [olduğu], pupiller ışık refleksi [olduğu], sol maksiler sinüs üzerinde giriş yarası olduğu, çıkış yarası olmadığı, kurşunun C2, C3 seviyesine geldiği" tespitleri bulunmaktadır. ATK Şube Müdürlüğü tarafından düzenlenen 23/11/2007 tarihli adli raporun ilgili kısımları ise şöyledir:"......fasiyal kemiklerde herhangi bir fraktür saptanmadığı, ... Hastanın PRC açısından acil girişim endikasyonu olmayıp, ... Sık PRC poliklinik önerildiği, ... Sol maksiller bölgede giriş deliği (3 mm), sol maksiller bölgede 7x5 cm.lik alanda ödem ve hematom mevcut olduğu,... Kraniografide sol maksiller sinüsten yabancı cisim (?) girdiği ve lateral filmde posteriyor servikal bölgede yumuşak dokuda kalmış gözüktüğü... Hastanın oryante, koopere olup, nefes sıkıntısı olmadığı, ... KBB açısından acil müdahale düşünülmediği, 2 gün sonra KBB poliklinik kontrol uygun görüldüğünün kayıtlı bulunduğu,Mevcut tıbbi belgelerde kafada kırık yada kafa içi travmatik değişim, travmatik osseoz patoloji, büyük damar sinir, iç organ yaralanması tarif edilmediğine göre,SONUÇKişide tanımlanan yumuşak doku seyirli ateşli silah yaralanmasının;a) Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞI,b) Kişini üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLMADIĞI,c) Vücudunda kemik kırığı tanımlanmadığı kanaatini bildirir RAPORDUR." Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 5/12/2007 tarihli iddianameyle 18 yaşından küçük oldukları anlaşılan A.K. ve A.B.K. hakkında suça sürüklenen çocuk A.K. açısından darp suretiyle kasten basit yaralama, suça sürüklenen çocuk A.B.K. açısından ise ruhsatsız silahla kasten nitelikli yaralama ve 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet suçlarından kamu davası açılmıştır. Yargılamanın görüldüğü Bakırköy Çocuk Mahkemesi (Çocuk Mahkemesi) 24/2/2009 tarihli görevsizlik kararıyla, başvurucu Murat Tosun'a ait, 14/8/2007 tarihli ön raporda sol maksiller sinüs üzerinde ateşli silah yarası deliği bulunduğu, başvurucunu sol yanak kısmından kuru sıkı tabanca ile yaralandığı, 23/11/2007 tarihli ATK Şube Müdürlüğünün raporuna göre sol maksillerde çekirdek bulunduğunun tespit edildiği ve ateşli silah yaralanmasının basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek nitelikte olmadığı verilerini gözeterek suça sürüklenen çocuk A.B.K. açısından başvurucu Murat Tosun'a yönelik kavga ortamında yakın mesafeden bilye atar hâle dönüştürülmüş kuru sıkı tabancayla ateş ederek basit olmayan derecede yaralama eyleminin kasten öldürmeye teşebbüs suçunu oluşturup oluşturmadığının değerlendirilmesi için dosyanın Bakırköy Çocuk Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Bakırköy Çocuk Ağır Ceza Mahkemesinde (Ağır Ceza Mahkemesi) görülen yargılamada başvurucu Murat Tosun'un mağdur olarak alınan beyanı şöyledir:"...Olay günü ben ... adlı arkadaşlarımla birlikte evimizin önünde akşam 19:00 ile 20:00 saatleri arası idi oturuyorduk. Baktığımda evimizin bulunduğu caddenin tam karşısında başka bir şahsa ait bulunan dairenin duvarlarına [Ü.] ocaklarına ait amblemler çizilmişti, yazılar yazılmıştı. Bende arkadaşlarımla birlikte bu yazıları silelim diye söyledim ve yukarda isimlerini verdiğim arkadaşlarımla birlikte duvar boyalarını fırçayla yazı ve amblemierin üstünden geçerek sildik. Bizim bu yazıları silmemiz daha sonra mahallede dedikodu şeklinde yayılmış ve [Y.] adlı şahıslarla ben bu konuda ağız tartışması yapmıştım. Ancak kavga etmemiştik. Aradan 15 günlük bir süre geçti. Yine ben saat 19:00 sıralarında işten çıkıp evime geldim. Yemeğimi yedim saat 19:00 sıralarında eve yakın yerde bulunan bilardo salonuna gittim. ... Daha önceden şahsen tanıdığım samimiyetim olmadığı [A.K.] bizim bulunduğumuz bilardo salonuna geldi benim yanıma geldi. ... [A.nın] peşi sıra onunla bende yalnız bilardo salonunun dışına çıktım. ... 5 kişi karanlıkta duruyordu. Ben duran şahıslarla geçmişe dayalı aramızda herhangi bir anlaşmazlık yoktu. Bu nedenle beş kişinin yanına ... çekinmeden gittim. ... Bu arada [Y.] adlı şahıs sen kimsin, bizim yazılarımızı siliyorsun şeklinde ana-avrat küfretmeye başladı.... Tanımadığım şahıslardan bir tanesi benim gözüme sprey sıktı. Ben yere düştüm. Tekme tokat şahıslar bana vumıaya başladılar. Bu arada hangisi olduğunu bilemiyorum bir tanesi bana doğru ben yerde iken silahla 3 el ateş etti. Ancak mermiler bana sebebini bilemiyorum isabet etmedi. Bana ateş ettiği mesafe yarım ya da bir metre arasında idi. ... Gurup halinde bu şekilde beni dövdükten ve silah sıktıktan sonra kaçtılar. Silah sesine de bilardo salonundan isimlerini saydığım benim arkadaşlarım çıkmışlardı. Bende yerde yatar vaziyette görünce beni kaldırdılar ve birlikte karakola gittik. [A.K.] ve yanında bulunan şahısları şikayet ettim. Beni Bakırköye rapor almam için karakol sevk etti. Param olmadığı için eve gidip para alma ihtiyacını hissettim. Karakola 3 km uzaklıkta bulunan eve yürüyerek gittim. Kendi evimin önüne geldim. Oradan paramı aldım yeniden sokağın başına caddeye çıkıp sağlık ocağına gitmek için yürüdüğümuz sırada [S.K., S.Y. ve S.F.] üçü benim yanımdalardı. Caddenin sokakla kesiştiği yere geldiğimizde yine sokağın başına [A.K.], bilahare yukarda ismini bilmediğim şeklinde söylemiş isem de olaydan sonra öğrendiğim [A.K.nın] kardeşi [A.B.K.] yine soyadlarını bilmediğim [S., İ., Y.] ve ismini bilmediğim diğer bir şahıs olarak altı kişi olarak bizi bekliyorlardı. Aniden 2-3 metreden gurubun içerisinden bir şahıs elindeki tabancayla ateş etti ve 4-5 el ateş etti ve ben almış olduğum mermi yarasıyla yere düştüm. Bana ateş eden şahsı görmedim. Gurubun içerisinden hangisinin ateş ettiğini bilmiyorum ben bu şekilde yaralandım. Daha sonra da beni vuran ateş eden gurup olay yerinden kaçtı. Benim arkadaşlarım da beni hastaneye tedaviye götürdüler. Duyduğuma göre de [Y.] ismini bilmediğim şahsı [G.Ü.] Ocaklarından getirttirmiş ve o şahsa beni tabancayla ateş ettirmek suretiyle vurdurmuş o şahsın kim olduğunu da bilmiyorum. Beni vurup öldürmeye tesebbüs eden SSç'lerden şikayetçiyim..." Ağır Ceza Mahkemesinin 18/9/2012 tarihli kararıyla, A.K.nın basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek şekilde yaralama suçundan neticeten 320 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, A.B.K.nın kasten yaralama suçundan neticeten 10 ay hapis cezasıyla ayrıca 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan neticeten 6 ay 20 gün hapis ve 250 TL adliadli para cezasıyla cezalandırılmasına, hakkında her iki suç bakımından da hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.B. Olayla İlgili Tam Yargı Davası Süreci Tam yargı davası dosyasının incelenmesi neticesinde Amirlik tarafından, 13/8/2007 günü saat 10'da Amirliğe getirilen başvurucu Murat Tosun'un tedavisinin yapılarak hakkında darp/cebir raporu verilmesi için gönderildiğine ilişkin olarak Bakırköy Doktor Sadi Konu Eğitim ve Araştırma Hastanesine müzekkere yazıldığı görülmüştür. Başvurucu Murat Tosun'un İçişleri Bakanlığından olay nedeniyle tazminat ödenmesi talebinin İçişleri Bakanlığı tarafından reddedilmesi üzerine başvurucular, İstanbul Nöbetçi İdare Mahkemesine gönderilmek üzere Ankara Nöbetçi İdare Mahkemesine hitaben yazılan, Mart 2008 tarihli dilekçeyleolay nedeniyle maddi ve manevi tazminat ödenmesi talepli dava açmıştır. Başvurucular, Murat Tosun için 000 TL manevi, kardeşleri olan başvurucular Nilgün Tosun ve İbrahim Tosun için ayrı ayrı 000 TL manevi, annesi olan başvurucu Sultan Tosun ve babası olan başvurucu Nihat Tosun için ayrı ayrı 000 TL manevi ve 500 TL maddi olmak üzere toplam 500 TL maddi ve manevi tazminatın ödenmesini talep etmiştir. Başvurucular dava dilekçesinde özetle Murat Tosun'un 13/8/2007 günü saat 00 sıralarında evinin bulunduğu mahalleden tanıdığı beş altı kişilik grubun saldırısına uğradığını, yaralanan başvurucu Murat Tosun'un Amirliğe giderek şahıslardan şikâyetçi olup gerekli önlemlerin alınmasını talep ettiğini, polis memurlarının şüphelileri yakalamak ve önlem almak yerine başvurucu Murat Tosun'a hastaneye hitaben yazılan müzekkereyi verip Amirlikte yeterli araç ve memur bulunmadığından kendisine refakatçi olarak polis memuru verilemeyeceğini söyleyerek kendi imkânlarıyla hastaneye gidip rapor alması gerektiğini belirttiklerini, bunun üzerine para almak için eve gittiğinde başvuru Murat Tosun'un mahalledeki aynı şahıslar tarafından yeniden darbedildiğini, kafasına silahla ateş edilerek yaralandığını, mermi çekirdeğinin başvurucu Murat Tosun'un yüzünden girerek beyninin alt kısmına denk gelecek şekilde boynunda kaldığını ve bir ay sonra riskli bir ameliyatla mermi çekirdeğinin boynundan çıkarılabildiğini ifade etmişlerdir. Başvurucular güvenlik güçlerinin ikinci saldırıyı önlemek için gerekli önlemleri almak ve başvurucu Murat Tosun'u bir polis memuru refakatinde hastaneye götürmek yerine kendi imkânlarıyla hastaneye gitmesini söylediklerini belirterek tek başına gönderilmeseydi Murat Tosun'un ikinci saldırıya maruz kalmayabileceğini ileri sürmüşlerdir. İçişleri Bakanlığı 31/10/2008 tarihli savunmasında, Murat Tosun'un Amirliğe başvurması sonrasında kendisiyle ilgilenildiğini ve darp raporu alması için hastaneye sevk edildiğini, sonrasında gelişen olayların polisin öngörmediği ya da öngörmesinin beklenemeyeceği bir gelişme olduğunu, güvenlik güçlerinin kimin suç işleyip kimin suç işlemeyeceğini önceden bilemeyeceğini, dolayısıyla olayda hizmet kusuru bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucular 22/12/2008 tarihli cevap dilekçesinde, güvenlik güçlerinin her suçu önceden öngörmesinin beklenemeyeceğini fakat somut olayda ilk suçun bildirilmesinden sonra güvenlik güçlerince gerekli önlemler alınsaydı, gece saat 10 sıralarında başvurucu Murat Tosun'un kendi imkânlarıyla hastaneye gönderilmesi yerine bir polis memuru eşliğinde gönderilseydi ikinci saldırıya maruz kalmayabileceğini, ilk olayın gerçekleştiğinin güvenlik güçlerine bildirilmesi sonrasında gerekli önlemlerin alınmaması nedeniyle ikinci saldırının gerçekleştiğini, dolayısıyla olayda idarenin ağır kusuru olduğunu iddia etmişlerdir. İdare Mahkemesi tarafından 17/4/2009 tarihli ara kararıyla İçişleri Bakanlığından, başvurucu Murat Tosun'un Amirliğe sunduğu şikâyet dilekçesinin bir örneğinin iletilmesi ve bu şikâyet üzerine Amirlikçe ne gibi işlemler yapıldığının bildirilmesi, başvuruculardan maddi tazminat miktarı olan 500 TL'ye ilişkin belgelerin iletilmesi, Çocuk Mahkemesinden soruşturma ve yargılama dosyalarının birer örneğinin gönderilmesi talep edilmiştir. Başvurucular 8/6/2009 tarihli dilekçeyle talep edilen belgeleri sunmuş ve İdare Mahkemesinden başvurucu Murat Tosun'un yaralanması neticesinde kalıcı bir rahatsızlığa maruz kalıp kalmadığı, maluliyeti olup olmadığı, psikolojisinin olaydan etkilenip etkilenmediği hususlarında gerekli görülürse ATK'dan rapor talep edilebileceğini ifade etmişlerdir. Talep edilen evrak İçişleri Bakanlığı tarafından 15/6/2009 tarihli yazı ekinde İdare Mahkemesine iletilmiştir. İdare Mahkemesi tarafından bu defa 27/10/2009 tarihli ara kararla İçişleri Bakanlığından Murat Tosun'un 13/8/2007 tarihinde uğradığı saldırıdan kurtularak şüphelileri şikâyet etmek için Amirliğe geldiği sırada verdiği bir şikayet dilekçesi var ise iletilmesini, ayrıca Çocuk Mahkemesinden yargılama dosyasının bir örneğinin gönderilmesini talep edilmiştir. İçişleri Bakanlığı tarafından 18/12/2009 tarihli yazı ile talep edilen evrakın daha önce iletildiği, ayrıca başvurucu Murat Tosun'un olay tarihinde sunduğu bir şikâyet dilekçesinin bulunmadığı İdare Mahkemesine bildirilmiştir. Çocuk Mahkemesi tarafından 22/12/2009 tarihli yazı ekinde yargılama sırasında verilen 24/2/2009 tarihli görevsizlik kararı (bkz. § 15) iletilmiştir. İdare Mahkemesi tarafından 21/6/2010 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Karanın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Olayda, davalı idarenin kusura dayalı sorumluluğuna ve bu çerçevede tazminat yükümlülüğüne gidilebilmesi için, zararla idari faaliyet arasındaki illiyet bağının hukuken kabul edilebilir, açık ve net delillerle ortaya konması gerekmektedir. Bakılan davada ise zarara esas olayın davacının evinin bulunduğu mahalde bir takım kişilerce saldırıya uğraması neticesinde gerçekleştiği, davalı idarenin ise zararın oluşumunda hizmet kusuru oluşturacak nitelikte bir katkısının olmadığı anlaşılmıştır. Bu maddi ve hukuki duruma ve dosyadaki maddi delil durumuna göre bakılan davada idareyi tazmin borcu ile yükümlü tutmaya yetecek oranda hukuken kabul edilebilir bir delilin varlığından bahsetme imkanı bulunmadığından açılan davanın reddi gerektiği sonucuna varılmıştır. ..." Başvurucuların temyiz talebi Danıştay Onuncu Dairesinin (Daire) 22/12/2014 tarihli kararıyla onanmış; başvurucuların karar düzeltme talebi de Dairenin 9/2/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar, başvuruculara 23/3/2016 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucular 21/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun “Adli görev ve yetkiler” kenar başlıklı ek maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:"Edinilen bilgi veya alınan ihbar veya şikâyet üzerine veya kendiliğinden bir suçla karşılaşan polis, olay yerinde kişilerin ve toplumun sağlığına, vücut bütünlüğüne veya malvarlığına zarar gelmemesi ve suçun delillerinin kaybolmaması ya da bozulmaması için derhal gerekli tedbirleri alır"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygı yükümlülüğü" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar" Sözleşme'nin "Yaşam hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:" Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında Sözleşme'nin maddesinin ilk cümlesinin devletlerin yalnızca kasti ve hukuka aykırı ölüme sebebiyet vermekten kaçınmasını değil aynı zamanda kendi egemenlik yetkileri içinde bulunan kişilerin yaşamlarını korumak için gerekli tedbirleri almalarına dair devletlere pozitif yükümlülük yüklediğini de hatırlatmaktadır (B/İngiltere, B. No: 23413/94, 9/6/1998, § 36). AİHM’e göre Sözleşme’nin maddesi, devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının bulunduğu durumlarda devlete elindeki tüm imkânları kullanarak yaşam hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak yeterli yargısal veya diğer tedbirleri alma görevi yüklemektedir (Osman/İngiltere [BD], B. No: 23452/94, 28/10/1998, § 115; Paul ve Audrey Edwards/İngiltere, B. No: 46477/99, 14/3/2002, § 54). AİHM, bu yükümlülüğün -kamusal olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından da geçerli olduğu kanaatindedir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99,30/11/ 2004, § 71). AİHM, Ciechonska/Polonya (B. No: 19776/04, 14/6/2011, § 67)kararında devletin yaşam hakkını güvence altına alma görevinin kamuya açık alanlarda bireylerin güvenliğini sağlamaya yönelik makul tedbirler almayı ve ciddi bir yaralanma ya da ölüm olayının yaşanması durumunda olayların tespit edilmesi, hatalı kişilerin sorumlu tutulması ve mağdura uygun telafinin sağlanması bakımından yeterli nitelikteki yasal yolların mevcut olduğunu güvence altına alan etkili ve bağımsız bir adli sisteme sahip olmayı kapsadığını kaydetmiştir. Ancak AİHM'e göre Sözleşme’nin maddesikapsamında yetkililerin pozitif yükümlülükleri mutlak/koşulsuz değildir. Yaşama yönelik varsayılan her tehdit, yetkilileri riski önlemek için özel önlemler almaya zorlamaz. Özel önlemler alma yönünde bir görev, sadece yetkililerin yaşama yönelik gerçek ve yakın bir riskin bulunduğunu bildikleri ya da bilmeleri gerektiği ve yetkililerin durum üzerinde belirli derecede hâkimiyetlerinin bulunduğu hâllerde ortaya çıkar (Finogenov ve diğerleri/Rusya, B. No: 18299/03, 27311/03,20/12/ 2011, § 209). Diğer taraftan söz konusu pozitif yükümlülük; modern toplumların güvenliğini sağlamadaki zorluklar, insan davranışlarının öngörülemezliği ve belirli bir faaliyete ilişkin tercihlerin önceliklere ve kaynaklara göre yapılması gerektiği akılda tutularak yetkililere imkânsız veya aşırı bir sorumluluk yüklemeyecek şekilde yorumlanmalıdır (Finogenov ve diğerleri,§ 209; Makaratzis/Yunanistan [BD], B. No: 50385/99, 20/12/2004, § 69).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/7869
Başvuru, güvenlik güçlerinin gerekli önlemi almaması nedeniyle üçüncü kişilerin saldırısına maruz kalınması sonucu yaralanma meydana gelmesi, olayla ilgili zararlarının karşılanmaması nedeniyle yaşam hakkının; tam yargı davasının uzun sürmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; güvenlik güçlerinin silahlı güç kullanımı sonucunda hastanın geçirdiği kalp krizi sonrasında sağlık çalışanlarının can güvenliklerini gerekçe göstererek hastaya yardıma gelmemesi, hastanın hastaneye girişi konusunda polisin engel çıkarması, hastanede sağlık hizmeti sunulmaması, tedavi için güvenli bölge bulunmaması ve sağlık çalışanlarının güvenlik güçleri ile teröristler arasında çıkan çatışma yüzünden tedaviyi yarıda bırakmak zorunda kalmaları neticesinde meydana gelen ölüm ile anılan hususlar hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle yaşam hakkının, inanca uygun şekilde cenaze merasimi yapılamaması ve ölünün gömülememesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilemez olduğu hususunda oybirliği sağlanamaması nedeniyle kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: A. Arka Plan Bilgisi PKK'nın terör örgütü olduğu ulusal ve uluslararası makamlar tarafından kabul edilmiş, tartışmasız bir olgudur. Anılan örgütün gerçekleştirdiği terörist şiddet; bölücü amaçları dolayısıyla anayasal düzene, millî güvenliğe, kamu düzenine, kişilerin can ve mal emniyetine yönelik ağır tehdit oluşturmaktadır. Bu yönüyle ülkenin toprak bütünlüğünü hedef alan PKK kaynaklı terör, onlarca yıldır Türkiye'nin en hayati sorunu hâline gelmiştir. Bununla birlikte kamuoyunda demokratik açılım süreci, çözüm süreci, Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi gibi farklı isimlerle ifade edilen süreç içinde 2012 yılının son döneminden itibaren PKK tarafından gerçekleştirilen terör saldırıları önemli ölçüde azalmıştır (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 7-19). Öte yandan Türkiye 2015 yılı Haziran ayından itibaren yeniden yoğun bir şekilde terör saldırılarına maruz kalmıştır. Bu kapsamda ilk olarak 5/6/2015 tarihinde Diyarbakır'da Halkların Demokratik Partisi (HDP) tarafından yapılan seçim mitingi sırasında gerçekleştirilen bombalı saldırıda Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan açıklamaya göre 2 kişi hayatını kaybederken 100'den fazla kişi yaralanmıştır. 20/7/2015 tarihinde ise Suruç'ta (Şanlıurfa), Suriye'deki çatışmalara ilişkin basın açıklaması sırasında DAEŞ tarafından gerçekleştirildiği ileri sürülen bombalı intihar saldırısında 34 kişi hayatını kaybederken 73 kişi yaralanmıştır. Bu saldırının iki gün sonrasında Ceylanpınar'da (Şanlıurfa) iki polis memuru evlerinde başlarından vurulmuş hâlde ölü olarak bulunmuş, saldırıyı PKK üstlenmiştir (Gülser Yıldırım (2), § 28). Bu olaylardan sonra PKK tarafından Şırnak il merkezi ile Cizre, Silopi ve İdil ilçelerinde, Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde, Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçelerinde, Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçelerinde, Muş'un Varto ilçesinde cadde ve sokaklara hendekler kazılıp barikatlar kurularak, bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirilerek teröristler tarafından bu yerleşim yerlerinin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çok sayıda terörist, halkın bu yerlere giriş ve bu yerlerden çıkışını engellemek istemiştir. Güvenlik güçleri, hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması suretiyle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmış ve teröristlerle çatışmaya girmiştir. Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında yaklaşık 200 güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş, tonlarca bomba ve patlayıcı imha edilmiştir (Gülser Yıldırım (2), § 29). 2015 yılının Ağustos ayından itibaren valilikler/kaymakamlıklar tarafından Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki bazı il ve ilçelerde sokağa çıkma yasakları uygulanmıştır. Sokağa çıkma yasaklarının amacı, terör örgüt üyeleri tarafından kazılan hendeklerin ve yerleştirilen patlayıcıların temizlenmesi, sivil vatandaşların şiddetten korunması olarak belirtilmiştir. Sokağa çıkma yasağının uygulandığı yerlerden biri de Şırnak ili Cizre ilçesidir. Şırnak Valiliğince Cizre'de 4/9/2015 günü saat 00’den geçerli olmak üzere ikinci bir emre kadar sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş ve bu yasak 12/9/2015 günü saat 00'ye kadar sürmüştür (bkz. http://www.sirnak.gov.tr/basin-duyurusu-04092015-3 ve http://www.sirnak.gov.tr/basin-duyurusu-11092015-3, erişim tarihi: 27/9/2021).B. Başvurucunun Eşinin Ölümü ve Bu Nedenle Yapılan Suç Duyurusu Başvurucunun iddiasına göre başvuruya konu olay özetle şu şekilde meydana gelmiştir:- Başvurucunun daha önce hiçbir rahatsızlığı bulunmayan 78 yaşındaki eşi G.B. 4/9/2015 tarihini 5/9/2015 tarihine bağlayan gece duyduğu silah sesleri nedeniyle çok korkmuş ve 5/9/2015 Cumartesi günü sabah saatlerinde kanepede oturduğu sırada şiddetli bir titreme ile sarsılmıştır. Başvurucunun oğlu İ.B. ile komşuları A., G.B.yi Cizre Dr. Selahattin Cizrelioğlu Devlet Hastanesine (Devlet Hastanesi) götürmüştür. Devlet Hastanesi girişini zırhlı araçlarla kapatan güvenlik güçlerine mensup bir polis memuru İ.B.ye silah doğrultarak araçtan inmesini söylemiş ancak İ.B. durumu anlatınca İ.B. ve yanındakiler Devlet Hastanesine girebilmiştir. Devlet Hastanesi personelinin yardımı ile sedyeye alınan G.B.ye bir doktor ve bir hemşire tıbbi müdahalede bulunmuştur. Kalp masajının devam ettiği sırada Devlet Hastanesi önünde çatışma başlamış ve G.B.ye tıbbi müdahalede bulunan doktor ile hemşire sedyenin altına girmiştir. Doktor ile hemşire yaklaşık yarım saat süreyle sedyenin altında kalmıştır. Ateş seslerinin hafiflemesiyle doktor ayağa kalkmış ve tıbbi müdahalede bulunulamaması sebebiyle G.B.nin öldüğünü görmüştür. Başvuruculara göre Devlet Hastanesi Acil Servis önünde elliden fazla polis vardır. G.B., A.B. isimli kişiyle birlikte defnedilmiştir. Başvurucu, Cizre Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) 4/12/2015 tarihinde sunduğu dilekçeyle eşinin ölümünü yukarıdaki (bkz. § 12) anlatıma uygun bir şekilde ifade edip eşinin ölümüne kasten neden olan güvenlik görevlileri, güvenlik operasyonlarının planlanmasında ve yürütülmesinde görev alan askerî, idari ve siyasi yetkililer ile sokağa çıkma yasağını veren ve uygulayan tüm yetkililer hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Dilekçesinde eşinin ölümüyle sonuçlanan sokağa çıkma yasağının uygulandığı süreçte yaşandığını ileri sürdüğü birçok ihlalden söz eden ve bu ihlaller ile kendisi arasında herhangi bir bağ kurmayan başvurucu özetle şu iddiaları ileri sürmüştür:i. G.B. 4/9/2015 tarihini 5/9/2015 tarihine bağlayan gece göğsünde ağrı hissetmiş, saat 00'te uyumak için yatağına gitmiş ancak duyduğu silah sesleri nedeniyle sık sık uyanmıştır.ii. Hastanedeki olaya B. isimli kişi tanıktır.iii. Güvenlik operasyonlarının uluslararası anlaşmalarla korunan standartlara uygun şekilde icra edilip edilmediği tespit edilmelidir.iv. Cizre ilçesinde uygulanan sokağa çıkma yasağı Anayasa'nın maddesi anlamında tutmadır ve söz konusu tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişiler 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesine aykırı olarak hürriyetlerinden yoksun kılınmıştır. v. Uygulanan sokağa çıkma yasağı süresince ilçeye giriş ve ilçeden çıkışların yasaklanması seyahat özgürlüğünü, kişilerin konutları ile işyerlerinin tahrip edilmesi ise konut dokunulmazlığını ihlal etmiştir. Pek çok avukatın isminin bulunduğu suç duyurusuyla ilgili dilekçede, G.B.nin ölümüyle ilgili değil sokağa çıkma yasağının uygulandığı süreçte yaşandığı iddia edilen insan hakları ihlalleriyle ilgili delillerin toplanmasına ilişkin birçok talep yer almıştır. Başsavcılıkça Yürütülen Soruşturmaya İlişkin Süreç Başvurucu, tespit edilmeyen bir tarihte beyanlarını havi tutanaklar ile bu beyanlara ilişkin ses ve görüntü kayıtlarını içerir CD'leri ve bazı sivil toplum kuruluşlarınca kamuoyuna açıklandığı söylenen raporları içeren CD'yi Başsavcılığa sunmuştur. Sözü edilen tutanak, kayıt ve raporların içeriği saptanamamıştır. Başsavcılık, G.B.nin ölüm nedeni hakkında 9/12/2015 ve 22/4/2016 tarihlerinde Devlet Hastanesi ile yazışmalar yapmıştır. Devlet Hastanesinin Başsavcılığa verdiği bilgilere göre G.B. akut miyokard enfraktüsü (kalp krizi) ve ani kardiyak arrest (ani kalp durması) nedeniyle ölmüştür. G.B.nin bulaşıcı olmayan hastalık sebebiyle doğal ölüm sonucu vefat ettiğine dair ölüm belgesinin bir örneği Devlet Hastanesince Başsavcılığa gönderilmiştir. 9/12/2015 tarihinde Başsavcılık, ifade vermek üzere Başsavcılığa gelmeleri için başvurucu ve İ.B.ye davetiye göndermiştir. Başsavcılık 11/3/2016 tarihinde İ.B.nin ifadesini almıştır. İ.B.nin ifadesi şöyledir: “...4/09/2015 günü Cizre ilçesinde sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Yasak ilan edildiğinde yukarıda belirtmiş olduğum adreste babam [G.B.], annem Naile BÜLBÜL'ü ikamet ettiği evin alt katında bulunuyordum. Ancak küçük oğlum [B.] (11 yaşında) babamlarla beraber kalıyordu. 05/09/2015 tarihinde sabaha karşı 00 sıralarında oğlum [B.] yanıma gelerek bana ‘dede kalkmıyor’ dedi. Ben de bunun üzerine koşarak üst kata çıktım. Burada babamın annemin kucağında baygın vaziyette yattığını gördüm, ağzından su çıkıyordu, muhtemelen kalp krizi geçiriyordu, nabzına baktığımda nabzı atıyordu. Bunun üzerine komşum [K.] ile beraber babamı kendi arabama koyarak Cizre Devlet Hastanesine götürdük. Hastane girişinde polis ekipleri bizi durdurdu. Babam kalp krizi geçiriyor deyince geçmemize hemen izin verdiler. Araçtan inerek babamı hastane içerisinde girişte bulunan bir sedyenin üzerine bıraktım. Tam doktorların babama müdahaleye başladıkları sırada terör örgütü üyeleri hastaneye silah ve roketle saldırmaya başladı. Saldırı bulunduğumuz yere doğru yapılıyordu. Bütün camlar kırıldı, herkes yere yattı. Doktor ve hemşire de sedyenin altına girdiler. 15 dk. boyunca saldırı devam etti, sonrasında doktor babamı kontrol ettiğinde kalp krizi geçirdiğini ve öldüğünü söyledi, yapacak bir şey yok dedi. Yolda getirirken babam sağdı. Olay gecesi Cizre'de yoğun bir çatışma vardı, sabaha kadar durmamıştı, babam 78 yaşında yaşlı olduğu için muhtemelen korkarak kalp krizi geçirmiştir. Bildiğim kadarıyla başka bir hastalığı yoktu. Annem Naile BÜLBÜL'ü de ifadeye çağırmışsınız, ancak annem babamın ölümünden sonra çok rahatsızlandı, yürüyemeyecek duruma geldi, o yüzden ifadeye getiremedim. Annemin bana anlattığı kadarıyla, babamın bu gece bir iki defa uyanmış ve lavaboya gitmiş. Anneme çok korktuğunu belirtmiş. Hastaneye saldırı olmasaydı, muhtemelen babam yaşayacaktı, çünkü doktor çatışma boyunca müdahale edemedi. Babamın ölümüne sebep olan kişi veya kişilerden şikayetçiyim.” 24/11/2016 tarihinde Başsavcılık 5/9/2015 tarihinde Devlet Hastanesine yapılan saldırı ile ilgili tahkikatın olup olmadığının tespiti için Cizre İlçe Emniyet Müdürlüğüne (Emniyet Müdürlüğü) müzekkere yazmıştır. Emniyet Müdürlüğü 5/9/2015 tarihinde Devlet Hastanesine yapılan saldırı hakkında 2015/188 ceraim numaralı tahkikatın yürütüldüğü hususunda Başsavcılığı bilgilendirmiştir. Başsavcılık 10/11/2017 tarihli yazıyla Emniyet Müdürlüğünden başvurucunun ifadesinin alınmasını ve 2015/188 ceraim numaralı tahkikatla ilgili bilgi vermesini istemiştir. Başvurucu kollukça alınan 18/12/2017 tarihli ifadesinde eşinin evde rahatsızlanması ile ilgili süreçten söz edip İ.B.nin, eşini Devlet Hastanesine götürmesinden 40-45 dakika sonra kendisini telefonla arayarak eşinin öldüğünü söylediğini aktarmıştır. Emniyet Müdürlüğü 4/1/2018 tarihli yazıyla Başsavcılığa 2015/188 ceraim numaralı tahkikatla ilgili evrakın daha önce Başsavcılığa gönderildiği konusunda bilgi vermiştir. Verilen bilgiye göre anılan tahkikat evrakı başka bir soruşturma sırasına kaydedilmiştir. Yukarıda sözü edilen ve başka bir soruşturma sırasına kaydedilen tahkikata ilişkin evrakın bir örneği Başsavcılıkça soruşturma dosyasına alınmıştır. 4/9/2015-12/9/2015 tarihleri arasında uygulanan sokağa çıkma yasağı süresince terör örgütüne mensup kişilerin kamu görevlilerine ve kamu mallarına yönelik birçok saldırıları ile kamu düzenini bozmaya matuf pek çok eylemi hakkındaki tahkikata ilişkin evraka göre;i. Sokağa çıkma yasağı süresince Devlet Hastanesinin güvenliğinin sağlanması, sağlık hizmetlerinin aksamaması ve Devlet Hastanesine gelecek muhtemel şüphelilerin yakalanması için 4/9/2015 Cuma günü saat 00'den itibaren Devlet Hastanesinin içinde ve çevresinde polisler görevlendirilmiştir. ii. Terör örgütü mensupları 5/9/2015 Cumartesi günü saat 45 sıralarında Devlet Hastanesinin Acil Servisinin karşısında bulunan inşaat hâlindeki beş katlı binadan ve Yafes Mahallesi tarafından uzun namlulu silahlarla Acil Servis girişindeki polislere ateş etmiştir. Polisler kendilerine yönelik saldırıya cevap vermiştir. Yaşanan çatışma 10 sıralarına kadar devam etmiş; Devlet Hastanesi çevresindeki tarama faaliyetleri, herhangi bir şüphelinin tespitine imkân vermemiştir. Olay nedeniyle kimse yaralanmamış ancak Acil Servis girişindeki beton direğe bir mermi isabet etmiş, Acil Servis girişine göre birinci kattaki yoğun bakım ünitesinin girişine göre sol tarafta bulunan personel dinlenme odasının dış camından giren bir başka mermi de kapıyı ve duvarı delerek duvara bitişik konumdaki dolabın içine düşmüştür. Bununla birlikte dolabın içine düşen mermi çekirdeğine rastlanamamıştır. Olay yeri 15/9/2015 tarihinde Olay Yeri İnceleme Biriminde görevli iki uzman yardımcısı tarafından incelenmiştir. iii. Terör örgütü mensupları aynı gün saat 25 sıralarında, terör örgütü mensuplarının roketatarlı saldırısı sırasında yaralanan özel harekât polislerinin Acil Servise getirilişi sırasında Acil Servisin karşısında bulunan inşaat hâlindeki beş katlı binadan ve Yafes Mahallesi tarafından uzun namlulu silahlarla yeniden saldırmıştır. Yaşanan çatışma 45'e kadar devam etmiştir. Çatışma sonrasındaki tarama faaliyetleri sırasında saldırıyı gerçekleştiren kişiler saptanamamış ve çatışma sırasında herhangi bir kimse yaralanmamıştır.iv. Terör örgütü mensuplarının Acil Servisinin karşısında bulunan inşaat hâlindeki beş katlı binadan ve Yafes Mahallesi tarafından Acil Servis önündeki polislere yönelik uzun namlulu silahlarla yaptığı saldırı 7/9/2015 tarihinde de yaşanmıştır. Olayda herhangi bir kimse yaralanmamış ancak Acil Servis önündeki zırhlı bir ekip isabet almıştır (Olayda yaralı bir kimse olmadığı için isabet alanın ekip aracı olduğu değerlendirilmiştir.). Başsavcılık, başvurucunun eşinin geçirdiği kalp krizi sebebiyle öldüğü ve ölüm olayında başkasının kasıt veya ihmalinin bulunmadığı gerekçesiyle ilçede görevli bazı kamu görevlilerinin görevi kötüye kullanma suçunu işledikleri iddiası hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başsavcılığa göre başvurucunun eşine tıbbi müdahalede bulunulamaması mücbir bir sebepten kaynaklanmıştır ve hastane personelinin çatışma ortamında başvurucunun eşine müdahale etmesi hastane personelinden beklenemez. Sözü edilen kararın ilgili kısmı şöyledir: “......[D]osya arasında bulunan 05/09/2015 tarihli kolluk tutanaklarından belirtildiği üzere olay günü maktulün hastaneye getirildiği esnada hastane acil girişinde bulunan kamu görevlilerine uzun namlulu silahlar ile ateş edildiği ve kolluk görevlileri ile örgüt mensupları arasında çatışma çıktığı ve çatışmanın saat 21:45 sıralarına kadar devam ettiği, hastane personeli tarafından sedyeye alınan maktule müdahale edilemediği, görevli hastane personelinin çatışma ortamında hastaneye getirilen maktule müdahale etmesinin de beklenemeyeceği, bu durumda müdahalede bulunulamaması halinin mucbir bir sebepten kaynaklandığı, dosya arasında bulunan 04/05/2016 tarihli raporda belirtildiği üzere maktulün kalp krizi sonucu öldüğü ve ölümünün doğal ölüm olduğu, bu nednele maktulün kalp krizi sonucu ölmesinde başkasına atfı mümkün herhangi bir kasıt, kusur ya da ihmalin bulunmadığı anlaşıldığından bahse konu olay sebebi ile ;Kamu adına KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA ... karar verildi.” Başvurucu, başka yakınlarıyla birlikte suç duyurusunda ortaya attığı iddiaları yineleyip şikâyetleri hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmediğini belirterek Başsavcılığın verdiği karara itiraz etmiştir. Ayrıca sözü edilen itirazda müşteki B.nin ifadesinin vekili olmadan ve tutanağa yanlış aktarılmak suretiyle güvenlik güçlerince alındığı oysa müteveffanın çok hasta olmasına rağmen cankurtaranın gelmediği ve ölenin hastane önünde güvenlik güçlerince on dakika bekletildiği belirtilmiştir. Başvuru dosyasına ve UYAP aracılığıyla erişilen soruşturma belgelerine göre soruşturmada B. isimli bir müşteki bulunmamaktadır ve bu kişinin başvuruya konu ceza soruşturması kapsamında ifadesi alınmamıştır. Cizre Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) Başsavcılık kararının gerekçesine katılarak başvurucu ile G.B.nin diğer yakınlarının itirazının reddine karar vermiştir. Bu kararın ilgili kısmı şöyledir:“......[Ş]üpheliler hakkında müşteki tarafça öne sürülen iddiaların yeterince araştırıldığı, iddiaları destekleyecek nitelikteki delillerin toplandığı, iddiaya konu olayın yeterince irdelendiği ve soruşturma sonunda maktülün ölümü ile ilgili olarak başkasına atfı mümkün herhangi bir kast, kusur ya da ihmalin bulunmadığının anlaşılması nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği, bu karara karşı verilen itiraz dilekçesinde ileri sürülen kamu davasının açılmasını gerektirebilecek olay ve delillerin verilen kararın değiştirilmesini ve kaldırılmasını gerektirecek kuvvette olmadığı ve eksik inceleme yapıldığı iddiasının yerinde olmadığı, müştekiler vekilinin şikayet dilekçesinde belirttiği şekilde Cizre ilçesinde ilan edilen sokağa çıkma yasağı döneminde ölen [G.B.nin] rahatsızlandığı, müşteki olan oğlu tarafından hemen Cizre Devlet Hastanesine götürüldüğü, ancak hastanede bulundukları esnada PKK/KCK silahlı terör örgütü üyelerinin hastaneye roketle ve silahla saldırdıkları, bunun üzerine doktorların ve hemşirelerin saldırıdan korunmak için saklandıkları, gereken müdaheleyi yapamadıkları, hastaneye geldikleri esnada ölenin yaşadığı, ancak zamanında gereken müdahele yapılamadığından ve olayın korkusu nedeni ile kalp krizi geçirerek [G.B.nin] vefat ettiği olay nedeni ile yürütlüen soruşturma neticesinde; söz konusu olay tarihinde müştekilerin ve ölenin Cizre Devlet Hastanesinde bulundukları esnada kolluk birimlerinin tutmuş olduğu tutanaklardan da anlaşılacağı üzere, PKK silahlı terör örgütünün hastanede görevli olarak bulunan güvenlik güçlerine karşı ve hastaneye roketli ve silahlı saldırıda bulundukları, bu nedenle sağlık personelinin hastaya çatışma sonuçlanana kadar müdahele edemediği, ancak bu durumun mücbir sebepten kaynaklandığı, sağlık personeline bu kapsamda atfı kabil kusur bulunmadığı, dosya arasında bulunan 04/05/2016 tarihli raporda belirtildiği üzere ölen [G.B.nin] kalp krizi sonucu öldüğü ve ölümünün doğal ölüm olduğunun tespit edildiği, bu haliyle kamu davasının açılması için yeterli nedenlerin bulunmadığı, verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından, itirazın reddine dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir....” Hâkimliğin kararı başvurucuya 7/3/2018 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 6/4/2018 tarihinde başvuru yapmıştır. Tam Yargı Davasıyla İlgili Süreç G.B.nin hayatını kaybetmesine neden olan olayda idarenin sorumluluğu bulunduğunu ileri sürerek İçişleri Bakanlığına yaptığı maddi ve manevi tazminat istemli başvuruları zımnen reddedilen başvurucu ile başvurucunun bazı yakınları, lehlerine maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi için Mardin İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) nezdinde İçişleri Bakanlığı ve Şırnak Valiliği aleyhine dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu başka hususlar yanında; i. Sokağa çıkma yasağının Anayasa'ya aykırı olarak alındığını, ii. G.B.nin 4/9/2015 tarihinde zırhlı araçlardan yapılan saldırılar ve meydana gelen patlamalar nedeniyle oluşan gerilim sonucu kalp krizi geçirdiğini, saldırıların devam etmesi ve yaptıkları aramalara rağmen 112 Acil Çağrı Merkezi görevlilerinin intikal etmesine izin verilmemesi veya güvenlik gerekçesiyle gelememeleri yüzünden hastaneye götürülmeyen G.B.nin olay yerinde vefat ettiğini,iii. İlçedeki çatışmalar nedeniyle G.B.nin kalp krizi geçirmesi ve 112 Acil görevlilerinin güvenlik gerekçesiyle G.B.yi almalarının mümkün olmadığına ilişkin beyanlarının idarenin sorumluluğuna işaret ettiğini, cankurtaranın çağrıya rağmen gelememesinin ve böylece yakınlarının sağlık hizmetlerinden faydalanamamasının sebebinin kolluk görevlilerinin faaliyetleri olduğunu, iv. G.B.nin ölümünün doğrudan sokağa çıkma yasağı nedeniyle yaşanan çatışmalı ortamdan kaynaklandığını,v. Uygulanan sokağa çıkma yasağı nedeniyle G.B.nin devletin gözetimi ve denetimi altında olduğu bir sırada vefat ettiğini zira söz konusu yasağın vatandaşların hareket kabiliyetini tamamen ortadan kaldırdığını iddia etmiştir. Başvurucu; dava dilekçesinde, ölen eşinin sağlık hizmetinden yararlandırılmamasıyla ilgili olarak durumun tespitine dair fotoğraflar ile Otopsi Tutanağı'nın bir örneğini dilekçeye eklediğini bildirmiştir. Sözü edilen eklerin dava dilekçesine eklenip eklenmediği, eklenmiş ise bu eklerin içeriği Anayasa Mahkemesince tespit edilememiştir. İdare Mahkemesi 1/2/2017 tarihli ara kararıyla Şırnak Valiliğini hasım mevkiinden çıkarmıştır. Başvurucunun suç duyurusu üzerine başlatılan soruşturmaya ilişkin evrakın bir örneğini Başsavcılıktan temin eden İdare Mahkemesi, G.B.nin sağlık dosyasının celbi ve 4/9/2015 tarihinde G.B. için 112 Acil Çağrı Merkezinin aranıp aranmadığı konusunda Devlet Hastanesiyle yazışma yapmıştır. Devlet Hastanesinin verdiği bilgiye göre;i. G.B.nin 5/9/2015 tarihinde Devlet Hastanesine gelişi ile ilgili kayıt aynı gün saat 38'de oluşturulmuştur.ii. G.B. olay tarihinden önce farklı tarihlerde Devlet Hastanesinden sağlık hizmeti almıştır. G.B.ye 15/2/2007 ve 24/11/2008 tarihlerinde hipertansiyon tanısı konmuştur.iii. 4/9/2015 tarihinde G.B. adına 112 Acil'e yapılan herhangi bir çağrıya ilişkin kayıt bulunmamaktadır. İdare Mahkemesi 21/2/2020 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Bu kararın ilgili kısmı şöyledir:“...Söz konusu uyuşmazlıkta; davacılar tarafından dava dilekçesinde yakınları [G.B.] isimli şahsın 2015 tarihinde evinde bulunduğu esnada zırhlı araçlardan yapılan saldırılar ve meydana gelen patlamalar neticesinde oluşan gerilim nedeniyle kalp krizi geçirdiği, saldırıların devam etmesi nedeniyle 112 acil servisin aranmasına rağmen sağlık ekiplerinin evlerine intikal ettirilemediği ve bu sebeple hastaneye kaldırılamayarak olay yerinde hayatını kaybettiği iddia edilmiş ise de; Mahkememizin 22/06/2018 tarihli ara kararına cevaben dava dosyasına sunulan bilgi ve belgelerin tetkikinden 2015 tarihinde [G.B.] isimli şahıs için 112 Acil Çağrı Merkezi sistemine düşen herhangi bir kayıt bulunmadığı görülmekte olup, [G.B.nin] 2015 tarihinde Cizre Devlet Hastanesi'ne getirildiği esnada hastane girişinde bulunan kamu görevlilerine uzun namlulu silahlarla yapılan saldırı ve güvenlik güçleri ile BTÖ [bölücü terör örgütü] mensupları arasında çıkan çatışma sırasında sedyede bulunduğu ve bu sırada kendisine müdahale edilmediği, olay sonrası yapılan tetkiklerde kalp krizi nedeniyle hayatını kaybettiğinin belirlendiği anlaşılmaktadır.Bakılan davada; davacılar yakını [G.B.nin] hayatını kaybetmesine neden olay ile ilgili olarak hastanede görevli bulunan personeller hakkında ‘Görevi Kötüye Kullanma’ suçu kapsamında Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde yürütülen 2015/3567 numaralı soruşturma sonucunda 26/01/2018 tarih ve K:2018/316 sayılı karar uyarınca: ‘Olay günü maktulün hastaneye getirildiği esnada hastane acil girişinde bulunan kamu görevlilerine ateş edildiği ve kolluk görevlileri ile örgüt mensupları arasında çatışma çıktığı, çatışmanın saat 21:45 sıralarına kadar devam ettiği, hastane personeli tarafından sedyeye alınan maktule müdahale edilemediği, görevli hastane personelinin çatışma ortamında hastaneye getirilen maktule müdahale etmesinin de beklenemeyeceği, bu durumda müdahalede bulunulamaması halinin mücbir sebepten kaynaklandığı, dosya içerisinde yer alan 2016 tarihli raporda belirtildiği üzere maktulün kalp krizi sonucu öldüğü ve ölümünün doğal ölüm olduğu, bu nedenle maktulün kalp krizi sonucu ölmesinde başkasına atfı kabil herhangi bir kasıt, kusur ya da ihmalin bulunmadığı anlaşıldığından, bahse konu olay nedeniyle kamu adına Kovuşturmaya Yer Olmadığına’ karar verildiği görülmekte olup, bahse konu karara karşı yapılan itirazın Cizre Sulh Ceza Hakimliği'nin 2018/463 İş sayılı dosyasında 27/02/2018 tarihli karar uyarınca reddedildiği anlaşılmaktadır.Bu durumda; Şırnak İli, Cizre İlçesi'nde ilan edilen sokağa çıkma yasağı sürecinde PKK/KCK terör örgütü mensuplarının yakalanması, kamu düzeninin sağlanması, halkın can ve mal güvenliğinin korunması amacıyla başlatılan operasyonlardan önce halka yasak ile ilgili bilgilendirmelerin defaatle ve anlaşılır bir seviyede yapıldığı, birçok vatandaşın tahliye edilmesinin güvenlik güçlerince sağlandığı, temel gıda ve ihtiyaç maddelerinin temin edildiğinin anlaşıldığı; davacılar yakını [G.B.nin] sokağa çıkma yasağı sürecinde yaşanan çatışmalar nedeniyle kalp krizi geçirdiği iddiasını ispata elverişli herhangi bir tespit, bilgi ve belgenin ortaya konulamadığı görülmekte olup, dava konusu ölüm olayının gerçekleştiği tarihte Cizre Devlet Hastanesi'ne BTÖ mensuplarınca yapılan silahlı saldırı ve sonrasında yaşanan çatışmalardan ötürü müteveffaya çatışma süresince müdahale edilemediği hususu sabit ise de, gerekli müdahalenin tam ve zamanında yapılması durumunda dahi ilgili şahsın kurtarılacağının kesin olmadığı ve ölüm olayının kalp krizi neticesinde doğal ölüm olarak kayıtlara geçirildiği hususları birlikte değerlendirildiğinde, ölüm olayı ile idarenin eylemi arasındaki illiyet bağının doğrudan sağlanamadığı değerlendirilerek, bu kapsamda idareye atfedilebilecek hizmet kusuru ya da kusursuz sorumluluk sebeplerine gidilebilecek bir hususa rastlanılmadığı; sosyal risk ilkesinin yukarıda aktarılan koşullarının da gerçekleşmediği anlaşılmakla, davalı idarenin sorumluluk türlerinden herhangi biri içerisinde değerlendirilme imkanı bulunmayan olay nedeniyle meydana gelen zararın davalı idarece tazmini mümkün olmadığından, davacıların maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddedilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır....” Başvurucu ile yakınları 19/6/2020 tarihli dilekçeyle istinaf yoluna başvurmayacaklarını bildirmiştir. Böylece İdare Mahkemesinin verdiği karar kesinleşmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/11016
Başvuru, güvenlik güçlerinin silahlı güç kullanımı sonucunda hastanın geçirdiği kalp krizi sonrasında sağlık çalışanlarının can güvenliklerini gerekçe göstererek hastaya yardıma gelmemesi, hastanın hastaneye girişi konusunda polisin engel çıkarması, hastanede sağlık hizmeti sunulmaması, tedavi için güvenli bölge bulunmaması ve sağlık çalışanlarının güvenlik güçleri ile teröristler arasında çıkan çatışma yüzünden tedaviyi yarıda bırakmak zorunda kalmaları neticesinde meydana gelen ölüm ile anılan hususlar hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle yaşam hakkının, inanca uygun şekilde cenaze merasimi yapılamaması ve ölünün gömülememesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğa ilişkin karar veren sulh ceza hâkimliklerinin ve ağır ceza mahkemelerinin bağımsız ve tarafsız olmaması, tutukluluk hâlinin devamına ilişkin kararlarda alınan Savcılık görüşünün bildirilmemesi, tutukluluğa ilişkin kararlara yönelik itirazların karara bağlanmasının gecikmesi, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Yürütülen bir soruşturma sırasında E.İ. adlı kişinin başvurucuyla ilgili olarak "Bana fotoğrafı gösterilen şahıstır. 2010 yılında Şahin Apartmanında kaldığım cemaat evinin abisi olan Tahir Kod adlı Tarık Korkmaz isimli şahıstır" şeklinde beyanda bulunması üzerine başvurucu hakkında soruşturma başlatılmıştır. Soruşturmanın devamında, F.A. adlı kişinin 2009 yılında Trakya Üniversitesini kazandığında başvurucunun kendisinin yanına gelerek kalacak yere ihtiyacı olup olmadığını sorduğunu, akabinde cemaat evinde kalabileceği teklifinde bulunduğunu ve kendisini bir öğrenci evine götürdüğünü beyan etmesi üzerine başvurucu 17/1/2018 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu, Edirne Cumhuriyet Başsavcılığında ifadesini verdikten sonra adli kontrol altına alınma istemiyle 22/1/2018 tarihinde Edirne Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Edirne Sulh Ceza Hâkimliği başvurucunun yurt dışına çıkmama suretiyle adli kontrol altına alınmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan şüpheli Tarık Korkmaz ile ilgili olarak, dosya içerisinde bulunan, arama ve el koyma tutanağı, fotoğraf teşhis tutanağı, diğer şüphelinin etkin pişmanlık kapsamındaki ifade tutanakları, şüphelinin savunması ve diğer muameleli evraklar birlikte değerlendirildiğinde, şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu, 5271 sayılı CMK’nın 109/1-2 maddesi kapsamında, somut olayda adli kontrol tedbirine ilişkin şartların oluştuğu, suçun vasıf ve mahiyeti, işleniş şekli, kanundaki cezasının alt ve üst sınırı dikkate alındığında, adli kontrol tedbirinin ölçülü olacağı anlaşıldığından, Edirne Başsavcılığı'nın şüphelinin adli kontrol altına alınması talebinin kısmen kabulüne, şüphelinin CMK'nın maddesi kapsamında adli kontrol altına alınmasına. bu kapsamda şüphelinin kovuşturma aşamasında savunması alınıncaya kadar aşağıda belirtilen yükümlülüklere tabi tutulmasına, CMK'nın 109/3-a maddesi uyarınca şüpheli hakkında yurt dışına çıkış yasağı konulmasına, Edirne Başsavcılığı'nın CMK'nın 109/3-b maddesi uyarınca belirlenen yerlere başvurmak şeklinde adli kontrol tedbirinin mevcut delil durumu dikkate alındığında ölçülü olmayacağı kanaatine varıldığından reddine ... [karar verildi.]" Anılan karardan sonra yeni deliller elde edilmesi üzerine Edirne Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle Edirne Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Tutuklamaya sevk yazısının ilgili kısmı şöyledir:"Şüphelinin adli kontrol talebiyle serbest bırakılmasından sonra şüpheli hakkında yeni deliler elde edilmiş; 1-B.Ç.nin teşhis tutanağında 'Tarık isimli şahıs: ifademde belirtmediğim ancak burada fotoğraflardan tanıdığım şahsın BLM (Bölge Lise Mesulü) olduğunu hatırlıyorum' şeklinde beyanda bulunduğu, 2-B.nin teşhis tutanağında 'Fotoğrafını gördüğüm şahsı tanırım. Şahsın ismini Tarık olarak biliyorum. Cami durağının yan tarafında bulunan Baran Apartmanında ev imamlığı yaptığını daha sonra BTM olarak faaliyet yürüttüğünü biliyorum. Sonradan duyduğuma göre bu şahıs yurtdışına gitti. Şahsı kesin ve net olarak teşhis ettim. Bu şahıs bilgisayar mühendisliği mezunuydu. Cemaat tarafından yurt dışına gönderildi. Kayserili olduğunu bilirim.' şeklinde beyanda bulunduğu, 3-Tanık S.Ü.nün ifadesinde ' ...Ancak sorduğunuz Tarık Korkmaz'ı tanırım. Aynı yıllarda benim kaldığım cemaat evinin karşısındaki apartmanda başka bir cemaat evinde kalırdı. BİM (Bölge İlkokul Mesulü) ya da BLM (Bölge Lise Mesulü) olarak faaliyet yürüttüğünü hatırlıyorum. Y.S.K. ile aynı evde ikamet ederlerdi. Yaser kod Y.Ş. ile beraber görürdüm. Sonraki yıllarda yurt dışına gittiğini biliyorum. Ancak cemaatin gönderip göndermediği konusunda bilgim yoktur.' şeklinde beyanda bulunduğu, 4-Tanık Y.S.P.nin ifadesinde 'Sormuş olduğunuz Tarık Korkmaz'ı tanıyorum. Benim Sınıfta olduğum 2009 yılında arkadaşlarımın kaldıkları bir cemaat evinde bu şahsın da ev abisi olarak vazife yürüttüğünü hatırlıyorum. Tamamen emin olmamakla birlikte sonraki yıllarda vazife olarak yükseldiğini ve BTM olduğunu düşünüyorum. Bir dönem Tahir kod adını kullandı. Hakkında başka bir bilgim yoktur.' şeklinde beyanda bulunduğu,5-Mali Bilirkişi raporuna göre şüphelinin 15/9/2014 tarihinde Bank Asya'da hesap açtırdığı, 30/9/2014-6/2/2015 tarihleri arasında üç seferde hesabına 300 TL yatırarak bireysel emeklilik poliçesi ödediği, şüphelinin hesap açtırdığı tarihten üç gün sonra yani 18/09/2014 tarihinde eşinin kendi hesabına 000 TL yatırdığı, takip eden tarihlerde 000 TL yatırarak parayı başka hesaplara havale ettiği anlaşılmıştır. Şüphelinin 21/1/2018 tarihli ilk ifadesinde Arnavutluk ülkesine gittiğini, burada 4 yıl teknik serviste çalıştığını beyan ettiği 5/10/2018 tarihli ifadesinde de kendisine sorulan yukarıdaki beyanları kabul etmediği,Tüm dosya kapsamında göre şüphelinin örgüt içerisinde ev abiliği, BLM, BİM, BTM gibi vazifeler icra ettiği, deşifre olmamak için Tahir Kod adını kullandığı, örgüt tarafından vazife yürütmek için Arnavutluk Ülkesine gönderildiği, Bank Asya'da hesap açtırılması ve para yatırılması için örgüt liderince talimat verildiği dönemde hesap açtırdığı, eşinin de aynı tarihte fahiş miktarda para yatırarak örgüt bankasına destekte bulunduğu, bu nedenle şüphelinin aile olarak örgüt taassubuyla hareket ettikleri görülmüş, şüphelinin FETÖ örgütünün üyesi olduğu anlaşılmıştır. Şüphelinin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi dikkate alınarak 5271 sayılı CMK’nın vd. maddeleri uyarınca tutuklanmasına karar verilmesi kamu adına talep olunur." Başvurucu 5/10/2018 tarihinde Edirne Sulh Ceza Hâkimliğince silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan şüpheli Tarık Korkmaz ile ilgili olarak, dosya içerisinde bulunan banka kayıtları, bilirkişi raporları, teşhis tutanakları, ayrıntılı ifade tutanakları, MASAK raporu, şüphelinin savunması ve diğer muameleli evraklar birlikte değerlendirildiğinde, şüphelinin kod adı kullandığı, talimat ile Bank Asya'ya para yatırdığı, örgüte eleman kazandırdığı, örgüt içerisinde sorumlu olarak görev aldığı yönünde oluşan somut deliller nazara alındığında şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu, şüpheliye isnat edilen suçun 5271 sayılı CMK’nın 100/3 maddesinde sayılan katalog suçlardan olması sebebiyle somut olayda bir tutuklama nedeninin de bulunduğu, şüphelinin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, işleniş şekli, suçun kanunda öngörülen cezasının alt ve üst sınırı dikkate alındığında tutuklama tedbirinin ölçülülük sınırları içerisinde kaldığı ve yukarıdaki gerekçelerle 5271 sayılı CMK'nın maddesinde yazılı adli kontrol tedbirlerinin somut olayda yetersiz kalacağı anlaşıldığından şüphelinin tutuklanmasına ... [karar verildi.]" Edirne Cumhuriyet Başsavcılığının 29/10/2018 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle Edirne Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır. İddianamede, tutuklamaya sevk yazısında yer alan delillere değinilmiş ve aşağıdaki değerlendirmelerde bulunulmuştur:"Silahlı terör örgütünün öğrenci yapılanmasında örgüt üyelerine belli sorumluluklar, belli görevler ve bu görevleri yürütecekleri belli bölgeler verdiği, öncelikle evlere 'abi-abla' sıfatıyla faaliyet yürüten bir kişinin lider olarak atandığı, ev abisi olan kişinin evdeki faaliyetlerden ve evde kalan öğrencilerin faaliyetlerinden sorumlu olduğu, BTM (bölge talebe mesulü) olarak görevlendirilen kişilerin ise 4 veya 5 evden sorumlu olup, deyim yerindeyse ev abilerinin abisi konumunda bulundukları, ev abilerinin düzenli olarak kendilerinden sorumlu BTM'ye rapor verdikleri ve BTM'den aldıkları talimatları yerine getirdikleri, BTM'lerin ise BBTM (büyük bölge talebe mesulü) olarak adlandırılan bir üst kademedeki örgüt üyelerine bağlı oldukları, bu şekilde örgüt içerisinde sorumlulukların dağıtılarak yürütüldüğü, yapılanmayı yönetme noktasında boş alan bırakılmadığı, neredeyse her coğrafi bölgenin ve her eğitim kademesinin (lise, üniversite vs) görevlendirilen sorumlularca idare edildiği, bölünerek organize edilen öğrenci yapılanmasında lise sorumlusu (BLM), üniversite sorumlusu, (BÜM ya da GÜM) gibi görevler verildiği, yukarıdan aşağıya doğru bir hiyerarşi bulunmakla birlikte düzenli şekilde faaliyetlerden hesap sorulduğu bir sistem oluşturulduğu,Örgütün her yapılanmasında olduğu gibi öğrenci yapılanmasında da gizliliğe önem verdiği, BTM ve üst mertebedeki kişilerin çoğunlukla kod isim kullandıkları, örgüt dışındaki kişilere ya da devlete karşı deşifre olmama maksadı yanısıra, alt mertebedeki örgüt üyelerine karşı da gizlilik sağlanmaya çalışıldığı, evde kalan öğrencilerin kendilerinden sorumlu olan BTM'yi çoğunlukla görmedikleri ve tanımadıkları, BTM ile mümkün mertebe ev abisinin muhatap olduğu, ev abilerinin de BBTM'yi tanımadıkları, bu şekilde daha hücresel ve müstakil gruplar oluşturulduğu,BLM (bölge lise mesulü) konumundaki kişilerin lise çağındaki öğrencilerle ilgilenerek onlara örgütün tanıtılması, üniversite çağına geldiklerine örgüt içerisinde kalmalarının sağlanması, örgütsel aidiyetlerinin sağlanması ve artırılması gibi görevlerinin bulunduğu, BÜM (Bölge Üniversite Mesulü) konumundaki kişilerin BBTM’ye bağlı oldukları, Üniversitede cemaat evlerinde veya yurtlarında kalmayan kişileri cemaate kazandırmak ile görevli oldukları, Bu izahlardan sonra şüphelinin örgüt içerisinde ev abiliği, BLM, BİM, BTM gibi vazifeler icra ettiği, deşifre olmamak için Tahir Kod adını kullandığı, kod adı kullandığı hususunda tanıkların ittifak ettikleri, örgüt tarafından vazife yürütmek için Arnavutluk Ülkesine gönderildiği, Bank Asya'da hesap açtırılması ve para yatırılması için örgüt liderince talimat verildiği dönemde hesap açtırdığı, bu şekilde örgüt bankasına destekte bulunduğu ve örgütün üyesi olduğu,Şüphelinin eşinin de aynı dönemde 000 TL bankaya para yatırarak örgüt liderinin çağrısına uyduğu, hakkında başka mahalde soruşturmanın devam ettiği anlaşılmıştır." İddianame, Edirne Ağır Ceza Mahkemesince 5/11/2018 tarihinde kabul edilmiş ve E.2018/323 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Başvurucunun tutukluluk durumu 4/12/2018 ve 18/1/2019 tarihlerinde dosya üzerinden incelenmiştir. Başvurucunun tutukluluk durumu 27/12/2018 tarihli duruşmada incelenmiş, başvurucu bu duruşmada savunmasını yapmış ve duruşmanın sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına ilişkin kararlara yaptığı itirazlar ise yine dosya üzerinden 5/12/2018, 8/1/2019, 16/1/2019 tarihlerinde reddedilmiştir. Başvurucunun ve müdafiinin katıldığı 13/2/2019 tarihli duruşmada da başvurucunun tutukluluk durumu değerlendirilmiş ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. 13/2/2019 tarihli duruşmadan sonra başvurucunun tutukluluk durumu 11/3/2019 tarihinde dosya üzerinden incelenmiş; 27/2/2019, 6/3/2019, 22/4/2019 tarihlerinde de yine dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda tutukluluğa itirazının reddine karar verilmiştir. 8/4/2019 tarihli duruşmada başvurucu da hazır bulunmuş ve bu duruşmanın sonunda başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Başvurucu 12/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Edirne Ağır Ceza Mahkemesi 10/7/2019 tarihinde, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"1-Suç tarihi ve öncesinde bankada mühendis olarak görev yapan sanığın 2007 yılında Trakya Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği bölümünü kazanması ve kalacak yer arayışı neticesinde örgüt mensubunca kendisine ulaşılması üzerine örgüte ait evlerde kalmaya başladığı, 2012-2016 yılları arasında Arnavutluk ülkesinde birkaç küçük teknik servislik yâda analistlik yapacağım firmalarda çalıştığı, 2016 yılı Mayıs ayında Türkiye'ye geldiği, 2016 Temmuz ayında Türkiye Finans Katılım Bankasında Mühendis olarak işe başladığı ve devam ettiğini beyan ettiği, sanığın her ne kadar tüm aşamalarda verdiği ifadelerinde örgütle bağlantısı olmadığını beyan etmiş ise de;2-E.İ.nin 'Bana fotoğrafı gösterilen şahıstır. 2010 yılında Şahin Apartmanında kaldığım cemaat evinin abisi olan Tahir kod adlı Tarık Korkmaz isimli şahıstır' şeklinde beyanda bulunduğu,Tanık B.Ç.nin soruşturma aşamasında teşhis tutanağında 'Tarık isimli şahıs ifademde belirtmediğim ancak burada fotoğraflardan tanıdığım şahsın BLM (Bölge Lise Mesulü) olduğunu hatırlıyorum' şeklinde beyanda bulunduğu,B.nin teşhis tutanağında 'Fotoğrafını gördüğüm şahsı tanırım. Şahsın ismini Tarık olarak biliyorum. Cami durağının yan tarafında bulunan Baran Apartmanında ev imamlığı yaptığını daha sonra BTM olarak faaliyet yürüttüğünü biliyorum. Sonradan duyduğuma göre bu şahıs yurtdışına gitti. Şahsı kesin ve net olarak teşhis ettim. Bu şahıs bilgisayar mühendisliği mezunuydu. Cemaat tarafından yurt dışına gönderildi. Kayserili olduğunu bilirim.' şeklinde beyanda bulunduğu, Tanık S.Ü.nün ifadesinde 'Sorduğunuz Tarık Korkmaz'ı tanırım. Aynı yıllarda benim kaldığım cemaat evinin karşısındaki apartmanda başka bir cemaat evinde kalırdı. BİM (Bölge İlkokul Mesulü) ya da BLM (Bölge Lise Mesulü) olarak faaliyet yürüttüğünü hatırlıyorum. Y.S.K. ile aynı evde ikamet ederlerdi. Yaser kod Y.Ş. ile beraber görürdüm. Sonraki yıllarda yurt dışına gittiğini biliyorum ancak cemaatin gönderip göndermediği konusunda bilgim yoktur.' şeklinde beyanda bulunduğu,Tanık Y.S.P.nin ifadesinde 'Sormuş olduğunuz Tarık Korkmaz'ı tanıyorum. Benim Sınıfta olduğum 2009 yılında arkadaşlarımın kaldıkları bir cemaat evinde bu şahsın da ev abisi olarak vazife yürüttüğünü hatırlıyorum. Tamamen emin olmamakla birlikte sonraki yıllarda vazife olarak yükseldiğini ve BTM olduğunu düşünüyorum. Bir dönem Tahir kod adını kullandı. Hakkında başka bir bilgim yoktur.' şeklinde beyanda bulunduğu,Haklarında açılan soruşturmalarda etkin pişmanlıktan yararlanmış bir kısım tanıkların kovuşturma aşamasında kısmen beyanlarından vazgeçtikleri görülse de soruşturma aşamasındaki ifadelerini avukat eşliğinde vermeleri nedeniyle beyanından vazgeçmiş olmasının beyanına itibar edilmesini engellemeyeceğinin ortada olduğu, tanıkların beyanları dosya kapsamında değerlendirildiğinde sanığın örgüt hiyerarşisine dahil olduğu anlaşıldığı,Sanığın söz konusu beyanları kabul etmediği, örgüt ile alakası olmadığını beyan etmesine rağmen birden fazla kişinin sanıkla ilgili aynı yönde yalan beyanda bulunmalarının hayatın olağan akışına uygun olmadığı, sanığın örgütle olan bağlantısını inkar ettiği ve örgüt içerisinde bulunan hiç kimseyi bildirmediği,Tanık beyanlarından ve sanığın soruşturma aşamasındaki kendi beyanlarından da anlaşılacağı üzere sanığın dini faaliyet görünümü adı altında Fetullah Gülen'in kitaplarının okunması bu şekilde fikirlerinin empoze edilmesi gibi sohbet adı verilen toplantılara katıldığı, üniversitede okurken Edirne'de örgüt evlerinde ikamet ettiği, Tahir kod adını kullandığı, sanığın yurt dışına örgütün yönlendirmesiyle gittiği, bu şekilde örgüt yapılanması içerisinde kod isimlerini bildiği ancak açık kimlik bilgilerini bilmediği örgüt sorumluları ile gizlilik içerisinde 'sohbet' adı verilen faaliyetlere katıldığı, sanığın hakkındaki tanık beyanlarını kabul etmediği, örgütü koruma amacını güttüğünün değerlendirildiği, bu şekilde yukarıda ayrıntıları izah edilen Fetullahçı silahlı terör örgütü FETÖ/PDY ile arasında organik ve sıkı bir bağ olduğu, örgütün bir üyesi olduğu, halen görevi başında iken yakalandıktan sonra üzerine atılı suçlamaları kabul etmediği;Sanığın yukarıda ayrıntıları izah edilen Fetullahçı silahlı terör örgütü FETÖ/PDY ile arasında organik ve sıkı bir bağ olduğu, örgütün bir üyesi olduğu, bu şekilde üzerine atılı terör örgütü üyeliği suçunu işlediği ve etkin pişmanlık göstermediği sabit olmakla silahlı terör örgütüne üye olma suçundan ... cezalandırılmasına karar verilmiştir." Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf aşamasında derdesttir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),..." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...k) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan,Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'na eklenen geçiçi madde şöyledir:"Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç yıl süreyle; 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar veya örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından:...c) Tutukluluğa itiraz ve tahliye talepleri dosya üzerinden karara bağlanabilir. Tahliye talepleri en geç otuzar günlük sürelerle tutukluluğun incelenmesi ile birlikte dosya üzerinden karara bağlanabilir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 108 inci maddesi uyarınca yapılan tutukluluğun incelenmesi en geç, otuzar günlük sürelerle dosya üzerinden, doksanar günlük sürelerle kişi veya müdafi dinlenilmek suretiyle resen yapılır.”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/13057
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğa ilişkin karar veren sulh ceza hâkimliklerinin ve ağır ceza mahkemelerinin bağımsız ve tarafsız olmaması, tutukluluk hâlinin devamına ilişkin kararlarda alınan Savcılık görüşünün bildirilmemesi, tutukluluğa ilişkin kararlara yönelik itirazların karara bağlanmasının gecikmesi, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esasının incelenmesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 31/8/2009 tarihinde Erzurum İş Mahkemesinde açılan işçi ve işveren ilişkilerinden kaynaklanan alacak davasında İlk Derece Mahkemesinin 19/11/2011 tarihli hükmü ile dava kısmen kabul edilmiş, temyiz incelemesi sonucu hüküm Yargıtay Hukuk Dairesinin 30/9/2014 tarihli ilamı ile onanmış ve yargılama süreci sona ermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19557
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 11/4/2007 tarihinde Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğüne karşı alacak davası açmıştır. Antalya İş Mahkemesi 14/11/2008 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 4/11/2010 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma üzerine Mahkemece 16/2/2012 tarihli karar ile davanın reddine karar verilmiştir. Karar, Dairenin 20/9/2012 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada Mahkemece 20/3/2014 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiştir. Karar, Dairenin 18/9/2014 tarihli ilamı ile onanmıştır. Başvurucu anılan ilamı 7/11/2014 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17643
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, Boğaziçi Öngörünüm Bölgesi Uygulama İmar Planında "yeşil alan" statüsünde kalan taşınmaz üzerinde tasarruf yetkisinin sınırlanmış olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık görüşü, başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular İsmet Yavuz ve Nimet Yavuz 1960 doğumlu olup İstanbul ili Beşiktaş ilçesinde; Kıymet Yavuz, Bülent Yavuz ve Ayişe Yavuz ise sırasıyla 1964, 1966 ve 1938 doğumlu olup Berlin'de (Almanya) ikamet etmektedirler. Başvuruculara ait İstanbul Boğaziçi alanında kain taşınmaz 22/7/1983 tasdik tarihli öngörünüm bölgesi 1/1000 ölçekli imar uygulama planında kısmen konut alanında kısmen de yolda kalmaktadır. Ayrıca anılan taşınmaz üzerinde ikinci grup tescilli korunması gereken kültür varlığı mevcuttur. Başvurucular 30/7/2011 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinde kamulaştırmasız el atmadan dolayı 000 TL'nin yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle tazminat davası açmışlardır. Söz konusu davada başvurucular, taşınmazın üzerindeki kültür varlığının yıkılmış olması nedeniyle 18/11/1983 tarihli ve 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu'nun geçici maddesi uyarınca hukuken "yeşil alan" statüsünde bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. İlk Derece Mahkemesi 7/2/2013 tarihli kararla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/12/2000 tarihli kararına atıfla imar planlarında park ve yeşil alan olarak ayrılan yerlere el atılmamış olsa bile bedelinin ödenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Gerekçenin devamında, somut olayda sahil şeridi ve öngörünüm bölgesinde bulunan taşınmazın konut alanı olarak ayrıldığı tespiti yapıldıktan sonra 2960 sayılı Kanun'un, 22/7/1983 tasdik tarihli öngörünüm bölgesi 1/1000 ölçekli imar uygulama planında konut alanı olarak ayrılan taşınmazlarda henüz yapı yapılmamış olması durumunda "yeşil alan" statüsünün uygulanacağını öngören geçici maddesi ile yeşil alan sayılan yerlerde mahalli mahsullerin yetiştirilmeye devam edilebileceğini düzenleyen maddesi hatırlatılmış ve sonuç itibarıyla taşınmaza fiilen el atılmadığı belirtilerek tazminat isteminin reddedildiği ifade edilmiştir. Mahkeme kararında, taşınmazın üzerinde ikinci grup tescilli korunması gereken kültür varlığının bulunmasının taşınmazın niteliğini etkileyip etkilemeyeceği hususunda herhangi bir tartışmaya yer verilmemiştir. İlk Derece Mahkemesi kararı, Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/2/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Anılan karar, 9/4/2104 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat 2960 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: “Tanımlar :Madde 2 – Bu Kanunda kullanılan bazı terimlerin tanımları aşağıda gösterilmiştir.a) Boğaziçi Alanı; Boğaziçi kıyı ve sahil şeridinden, öngörünüm bölgesinden, geri görünüm bölgesinden ve etkilenme bölgelerinden oluşan ve sınırları ve koordinatları bu Kanuna ekli krokide işaretli ve 22/7/1983 onay tarihli nazım planda gösterilen alandır.b) Boğaziçi sahil şeridi; Boğaziçi kıyı kenar çizgisi ile 22/7/1983 tarihli 1/5000 ölçekli nazım planında gösterilen hat arasında kalan bölgedir.c) Öngörünüm bölgesi; Boğaziçi sahil şeridine bitişik olan ve 22/7/1983 tarihli 1/1000 ölçekli imar uygulama planında gösterilen bölgedir.d) Geri görünüm bölgesi; öngörünüm bölgesine bitişik olan ve 22/7/1983 tarihli 1/5000 ölçekli nazım planında gösterilen coğrafi bölgedir.e) Etkilenme bölgesi; öngörünüm ve geri görünüm bölgeleri dışında 22/7/1983 tarihli ve 1/5000 ölçekli nazım planında gösterilen ve Boğaziçi sahil şeridi, öngörünüm ve geri görünüm bölgelerinden etkilenen bölgedir.” 2960 sayılı Kanunu’nun maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:  “Yeşil alan sayılan yerlerde mahalli mahsullerin yetiştirilmesine devam edilir.” 2960 sayılı Kanunu’nun geçici maddesi şöyledir:  “Boğaziçi kıyı, sahil şeridi ve öngörünüm bölgelerinde 22/7/1983 tasdik tarihli 1/5000 ölçekli nazım ve 1/1000 ölçekli imar uygulama planları ile konut kullanımına ayrılmış, ancak yapı yapılmamış olan yerlerde yeşil alan statüsü uygulanır.” 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun maddesinin ilgili bölümü şöyledir:  “Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları şunlardır: a) Korunması gerekli tabiat varlıkları ile 19 uncu yüzyıl sonuna kadar yapılmış taşınmazlar,  b) Belirlenen tarihten sonra yapılmış olup önem ve özellikleri bakımından Kültür ve Turizm Bakanlığınca korunmalarında gerek görülen taşınmazlar,  c) Sit alanı içinde bulunan taşınmaz kültür varlıkları,  ...” 2863 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili bölümü şöyledir:  “(Değişik birinci fıkra : 26/5/2004-5177/26 md.) Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının ve doğal sit alanlarının tespiti, Kültür ve Turizm Bakanlığının koordinatörlüğünde ilgili ve faaliyetleri etkilenen kurum ve kuruluşların görüşü alınarak yapılır. Yapılacak tespitlerde, kültür ve tabiat varlıklarının tarih, sanat, bölge ve diğer özellikleri dikkate alınır. Devletin imkanları gözönünde tutularak, örnek durumda olan ve ait olduğu devrin özelliklerini yansıtan yeteri kadar eser, korunması gerekli kültür varlığı olarak belirlenir. Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile ilgili yapılan tespitler koruma bölge kurulu kararı ile tescil olunur.” Koruma Yüksek Kurulunun 5/11/1999 tarihli ve 660 sayılı "Taşınmaz Kültür Varlıklarının Gruplandırılması, Bakım ve Onarımları" konulu İlke Kararı'nın ilgili bölümü şöyledir:"3) Yeniden Yapma (Rekonstrüksiyon) Korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı olarak tescil edilen ve tescil edilmesine ilişkin gerekli özellikleri taşımasına rağmen elde olmayan sebeplerle tescili yapılmamış ve/veya herhangi bir nedenle yitirilmiş olan yapının, gerek kültür varlığı niteliği, gerekse kültürel çevreye olan tarihsel katkıları açısından, eldeki mevcut belgelerden (yapı kalıntısı, rölöve, fotoğraf, her türlü özgün yazılı-sözlü, görsel arşiv belgesi vb.) yararlanmak suretiyle kendi parsellerinde daha önce bulunduğu yapı oturum alanında, eski cephe özelliğinde, aynı kitle ve gabaride, özgün plan şeması, malzeme ve yapım tekniği kullanılarak, kapsamlı restitüsyon etüdüne dayalı rekonstrüksiyon uygulamasının koşulsuz sağlanmasına, Ancak uygulama gerçekleşinceye kadar parsellerde her türlü inşai ve fiziki müdahalenin yasaklanmasına, (otopark, fuar, sergileme vb.) yeni bir işlev ile kullanma ve aynı parselde tescilli yapı yerinde veya diğer boş alanlarda başka bir yeni yapılaşmaya izin verilemeyeceğine, Tüm bu uygulamalar için koruma kurulu kararının alınması gerektiğine,... YOK OLAN TESCİLLİ YAPILARA İLİŞKİN İŞLEMLER Korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı olarak tescil edilen yapıların herhangi bir şekilde (yıkılmaları, yanmaları, koruma kurulundan izin alınmadan yıktırılmaları vb.) yok olmalarına sebep olanlar hakkında ceza mahkemelerinde yasal soruşturma açılmasına, Bu soruşturma sonucu, yargı organlarınca verilen kararlar, kişisel yükümlülüklerle ilgili olduğundan, taşınmaz kültür varlığının korunmasına yönelik işlemlerin devamlılığını etkilemeyeceğine, bu nedenle soruşturma nedeni olan eyleme konu taşınmaz kültür varlığıyla ilgili alınmış koruma kurulu kararlarının geçerli olduğuna, ayrıca ilgili Yasaların hükümlerine göre işlem yapılmasına, Korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edilen ve tescil edilmesi gerekli olmasına rağmen, tescil aşamasından önce herhangi bir nedenle yok olan yapılar için; bu ilke kararındaki "I - Müdahale Biçimleri"nin Maddesindeki Yeniden Yapma koşullarının geçerli olduğuna, ...karar verildi." B. Boğaziçi Alanı Öngörünüm Bölgesinde Yapılaşmaya İlişkin Hukuk İstanbul Boğaziçi Alanının kültürel ve tarihi değerlerinin ve doğal güzelliklerinin kamu yararı gözetilerek korunması ve geliştirilmesi ve bu alandaki nüfus yoğunluğunu artıracak yapılanmayı sınırlamak için uygulanacak imar mevzuatının belirlenmesi ve düzenlenmesi amacına matuf olarak 2960 sayılı Kanun çıkarılmıştır. Anılan Kanun'da Boğaziçi Bölgesi, 22/7/1983 tasdik tarihli 1/5000 ölçekli nazım ve 1/1000 ölçekli imar uygulama planları temel alınarak; kıyı ve sahil şeridi, öngörünüm bölgesi, geri görünüm bölgesi ve etkilenme bölgesi biçiminde dört farklı bölgeye ayrılmıştır. Boğaziçi sahil şeridi ve öngörünüm bölgelerinde, Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten sonra yeni yapılaşmaya gidilmesi tamamen yasaklanmıştır. Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten önce yürürlükte bulunan 22/7/1983 tasdik tarihli 1/5000 ölçekli nazım ve 1/1000 ölçekli imar uygulama planlarında konut alanı olarak ayrılmış olup Kanun'un yürürlük tarihinde henüz üzerinde yapı yapılmayan taşınmazlarda dahi konut yapılması imkanı ortadan kaldırılmış, buraların da yeşil olan statüsünde olması öngörülmüştür. Sahil şeridi ve öngörünüm bölgelerine yönelik getirilen inşaat yasağı, Koruma Bölge Kurulu tarafından tescil kararı verilen tarihi eserlerin, bulundukları yerde, orijinal malzeme ve yapım tekniğiyle ve usulüne uygun olarak yapılmaları ve tadil edilmelerine engel teşkil etmez. Ayrıca, söz konusu yasak, tescilli kayıp eserlerin aslına uygun olarak yeniden inşa edilmesini de kapsamamaktadır. Dolayısıyla sahil şeridi ve öngörünüm bölgelerinde bulunan tescilli kültür varlıklarının ilgili mevzuat uyarınca tadili ve yeniden inşası mümkündür.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6327
Başvuru, Boğaziçi Öngörünüm Bölgesi Uygulama İmar Planında yeşil alan statüsünde kalan taşınmaz üzerinde tasarruf yetkisinin sınırlanmış olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, kolluk güçleri tarafından yakalama işlemi yapılırken hukuka aykırı kuvvet kullanılması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/6/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1990 doğumlu olup Şırnak'ta yaşamaktadır. 14/2/2009 tarihinde PKK terör örgütü kurucusunun yakalanmasının yıl dönümü nedeniyle düzenlenen protesto eylemlerine katılan başvurucu, kolluk güçleri tarafından yakalanarak gözaltına alınmış ve 15/2/2009 tarihinde Sulh Ceza Mahkemesince tutuklanmıştır. Başvurucu gözaltına alınırken ve gözaltından çıkarılırken hakkında sağlık raporları düzenlenmiştir. Gözaltına alınmadan önce alınan raporda, başvurucunun sol kemik küreği üzerinde hassasiyetin mevcut olduğu bilgisine yer verilerek sağ ve sol dirsekleri ile boynunun alt kısmında çizikler tespit edildiği açıklanmıştır. Gözaltından çıkarılırken alınan raporda gözaltına alınırken tespit edilen bulguların yanı sıra başvurucunun işitme kaybı şikâyeti olduğu belirtilmiş, ayrıca sağ kulak zarının delik olduğu gözlemine yer verilerek bunun basit tıbbi müdahale ile giderilebileceği ifade edilmiştir. Başvurucu 23/2/2009 tarihinde, kendisini yakalayan polis memurlarını işkence, kötü muamele ve görevi kötüye kullanma suçlarını işledikleri; gözaltından çıkarılırken hakkında rapor düzenleyen doktoru ise görevi ihmal suçunu işlediği iddiasıyla İdil Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) şikâyet etmiştir. Rapor düzenleyen doktor hakkında görevi kötüye kullama suçundan Savcılıkça soruşturma başlatılmış, şüpheli ve tanık ifadelerine başvurulduktan sonra Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulundan (ATK) görüş sorulmuştur. ATK'nın 27/1/2010 tarihli raporunda, başvurucunun kulak zarında mevcut olan yırtığın boyutları belirtilmediğinden kulağından kan gelip gelmediği ve bunun oluşma zamanının (olay tarihinde veya öncesinde) tıbben tespit edilemeyeceği bilgisine yer verilmiştir. Savcılık tarafından yapılan soruşturma sonucu 12/3/2010 tarihinde, şüpheli doktor hakkında suç unsurlarının oluşmaması sebebiyle kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verilmiş; anılan karara yapılan itiraz, Mardin Ağır Ceza Mahkemesinin 13/4/2010 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu 20/10/2010 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin ihlal edildiği iddiasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur. AİHM 16/12/2014 tarihinde, başvuru hakkında Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşmış; başvurucunun tazminat talebi bulunmadığından ayrıca tazminata hükmetmemiştir (Mehmet Fidan/Türkiye, B. No: 64969/10). AİHM, başvurucunun kötü muamele yasağına ilişkin esas ve usul yönünden şikâyetlerini birlikte incelemiştir. Oyçokluğuyla alınan kararda, yakalanma esnasında başvurucunun herhangi bir direnişte bulunduğuna dair bir gözlemin olmadığına dikkat çekildikten sonra yakalama sırasında kolluk tarafından kullanılan gücün niteliği veya derecesi hakkında soruşturma dosyasında herhangi bir bilginin bulunmadığı belirtilmiştir. Kararda ayrıca, sağlık raporlarında başvurucunun iddialarına uygun bazı yaralanmaların tespit edildiği ve ATK raporunda da belirtildiği gibi doktorlar tarafından kulak zarının yırtılmasının boyutsal niteliği açıklanmadığından başvurucunun kulağındaki lezyonun sebebinin olaydan 11 ay sonra tespit edilemediği vurgulanmıştır. AİHM, soruşturmada, başvurucuyu yakalayan polis memurlarının kimliklerinin dahi tespit edilmediğini ve ifadeleri alınmadığı gibi başvurucunun da olaya dair beyanının alınmadığını belirterek soruşturmanın yürütülmesinde gerekli sürat ve özenin bulunmaması nedeniyle Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır. Kararın kısmi karşıoyunda; başvuruda Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılırken maddenin esas ve usul yönünden ayrı incelenmesi gerektiği savunularak esas yönünden kötü muamele iddiasının makul şüphenin ötesine geçmediği belirtilmiş; başvurucunun kötü muamele iddiasını sadece sağ kulağına darbe almasıyla daralttığı, bu durumda sağlık raporunda tespit edilen yaralanmaların arasında AİHM tarafından değerlendirmeye tabi olacak hususun bu iddiayla sınırlı tutulması gerektiği açıklanmıştır. Ayrıca başvurucunun kulağına vurulduğu iddiasının makul şüphenin ötesine geçtiğinin kanıtlanamadığı belirtilerek Sözleşme'nin esas yönünden ihlal edilmediği; diğer taraftan soruşturmada usule ilişkin gerekliliklerin karşılanmadığı, şikâyet edilen polis memurları hakkında işlem başlatılmadığı, kimliklerinin tespit edilmediği ve sorgulanmadıkları ifade edilerek soruşturmanın yetersizliği nedeniyle Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiği görüşüne yer verilmiştir. AİHM kararının ardından başvurucunun talebi üzerine 27/5/2015 tarihinde Savcılık tarafından olayda görevli polis memurları hakkında soruşturma başlatılarak başvurucunun yakalanmasında görev alan memurların kimlikleri tespit edilmiş ve savunmaları alınmıştır. Polis memurları H., O.A. ve S.S.başvurucunun kaçarken önünde bulunan seti aşmaya çalıştığı sırada düştüğünü, yakalanması esnasında bir direnmenin olmadığını vebu nedenle kendilerinin güç kullanmadıklarını ifade etmişlerdir. Başvurucu; soruşturma sürecine dâhil edilerek alınan ayrıntılı şikâyetinde gözaltına alındıktan sonra Emniyet Müdürlüğünde herhangi bir eziyet veya işkenceye maruz kalmadığını, sadece yakalanması sırasında polis memurları tarafından kafasına, kulaklarına ve sırt kısmına vurulması suretiyle darbe aldığını beyan etmiştir. Başvurucu ayrıca yakalandığı zaman yanında kimsenin bulunmadığını, kaçarken yakalandığını ve yakalandıktan sonra direnmediğini belirtmiştir. Savcılık tarafından yürütülen soruşturma sonucunda 11/12/2015 tarihinde şüpheli polis memurları hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun kulağında oluşan yaralanma veya işitme kaybının iddia edildiği şekilde kolluk görevlilerince uygulanan şiddet nedeniyle oluştuğu hususunda başvurucunun söz konusu iddiası dışında somut delilin bulunmamasından ötürü görevliler hakkında dava açılmaması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Savcılık kararına yapılan itiraz, Midyat Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 29/2/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Hâkimlik, AİHM kararı sonrası yeterli soruşturmanın yapılmış olduğunu ve şikâyet edilen olayın gerçekleştiği konusunda başvurucunun iddiası dışında delil bulunmadığını belirterek polis memurları hakkında dava açmayı gerektiren, yeterli şüphenin bulunmaması dolayısıyla kovuşturmaya yer olmadığı kararının hukuka uygun olduğu kanaatine varmıştır. Hâkimliğin kararı, 5/5/2016 tarihinde tebliğ edilmiş ve 3/6/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. İlgili hukuk için bkz. Mehmet Uçar, B. No: 2015/7357, 3/4/2019, §§ 31-34;Mehmet Mutlu, B. No: 2014/18240, 18/4/2018, §§ 28-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/10906
Başvuru, kolluk güçleri tarafından yakalama işlemi yapılırken hukuka aykırı kuvvet kullanılması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru bir bankaya elkonulması sürecinde yapılan ihalenin iptaline ilişkin yargı kararlarının uygulanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/6/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. İkinci Bölüm tarafından 12/11/2019 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün Maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Denizli’de 1927 yılında kurulan İktisat Bankası A.Ş. (Banka) 1984 yılında başvurucu ve ailesi tarafından satın alınmıştır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) 15/3/2001 tarihinde bu Bankanın yönetimi ve denetiminin Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) devredilmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde;i. Banka kaynaklarının, Bankanın emin bir şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek şekilde, hissedarlarının oluşturduğu sermaye grubuna aktarıldığı belirtilmiştir.ii. Banka zararının özkaynakları aşarak yabancı kaynaklara sirayet ettirildiği vurgulanmıştır. iii. Bankanın malî bünyesindeki zafiyetin, taahhütlerini karşılayamayacak boyutlara ulaştığına ve faaliyetine bu haliyle devamının mevduat sahiplerinin haklarını ve malî sistemin güven ve istikrarını tehlikeye düşürdüğüne işaret edilmiştir. Fon Kurulunun 23/3/2006 tarihli kararı doğrultusunda başvurucunun grup şirketleri ile 9/5/2006 tarihinde Borç Tasfiye Protokolü (Protokol) düzenlenmiştir. Bu Protokol’ü başvurucu da bizzat borçlu sıfatıyla imzalamıştır. Protokol’de 31/10/2005 tarihi itibarıyla Fon bankalarına olan 865 Amerikan Doları (Dolar) nakdî ve 875 Dolar gayrinakdî grup borcunun on iki yılda ödenmesi öngörülmüştür. Protokol’ün “Açılmış dava ve takipler” kenar başlıklı Maddesinde, borçlular tarafından Protokol hükümlerine uyulduğu sürece daha önce açılan takiplerin işlemde kalmasını sağlamak amacıyla usuli işlemler dışında bir işlem yapılmayacağı hükmüne yer verilmiştir. Başvurucunun beyanına göre mal varlığı dâhilinde bulunan Cine 5 Filmcilik ve Yapımcılık A.Ş.nin %51’inin İngiltere’de bulunan A. Grubuna 000 Dolar karşılığında satışı için 22/6/2007 ve 27/6/2007 tarihlerinde TMSF’ye teklifte bulunulmuş, ancak bu teklif kabul edilmemiştir. Fon Kurulu ¾/2008 tarihinde söz konusu Protokol’ün kamu alacaklarının tahsili açısından ileriye yönelik olarak ilave bir yarar sağlamayacağını tespit ederek Protokol’ün temerrüde ilişkin hükümlerinin uygulanmasına karar vermiştir. Fon Kurulu bu kapsamda Erol Aksoy Grubuna dâhil tüm gerçek ve tüzel kişi borçlular hakkında yasal takip işlemlerine ve borçlu gruba ait ticari ve iktisadi bütünlük kapsamına alınan varlıkların satışına devam edilmesine karar vermiştir. Kararda, borçlu grubun Protokol’de belirtilen 31/3/2007, 30/6/2007 ve 30/9/2007 tarihlerine ait 000 Dolar tutarındaki taksitlerin 303 Dolar tutarındaki kısmının hâlen ödenmediği belirtilmiştir. Ayrıca Protokol’de yer alan çok sayıda taahhüt ve edimin yerine getirilmediği vurgulanmıştır.B. Başvuruya Konu İhale Süreci Söz konusu Cine 5 TV İktisadi ve Ticari Bütünlüğünün 30/6/2009 tarihinde hazırlanan değerleme raporunda güncel değeri, indirgenmiş nakit akımı yöntemine göre 000 Dolar olarak belirlenmiştir. Fon Kurulu 30/9/2010 tarihinde, söz konusu İktisadi ve Ticari Bütünlüğün 000 Dolar muhammen bedelle satışa çıkarılmasına karar vermiştir. Satış ilanı 8/10/2010 tarihli ve 27723 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmış, 25/11/2010 tarihinde Fon Kurulu kararı ile satış takvimi uzatılmıştır. Son teklif verme tarihi olan 28/1/2011 tarihinde A. Türk Yayıncılık Hizmetleri A.Ş. tarafından teklif verilmiş, 31/1/2011 tarihinde yapılan ihalede bu katılımcı tarafından 000 Dolar teklif sunulmuş ve açık arttırma aşamasında teklif 000 Dolara yükseltilmiştir. İhaleye pazarlık aşamasıyla devam edilmesine yönelik Fon Kurulu kararı sonrası 4/2/2011 tarihinde yapılan pazarlık aşamasında katılımcı tarafından nihai olarak 000 Dolar teklif edilmiş ve bu bedel üzerinden katılımcıya ihale edilmiştir. Başvurucu, İktisadi ve Ticari Bütünlüğün TMSF tarafından satışa çıkarılması işlemi ile işlemin dayanağı olan ihale şartnamesinin onaylanmasına ve muhammen bedelin belirlenmesine dair Fon Kurulu kararının iptali istemiyle 26/1/2011 tarihinde Danıştay Onüçüncü Dairesinde (Daire) dava açmıştır. Daire 9/12/2014 tarihinde, dava konusu satış ilanının ve 30/9/2010 tarihli Fon Kurulu kararının iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde dava konusu İktisadi ve Ticari Bütünlüğün 30/6/2009 tarihinde hazırlanan değerleme raporunda güncel değerinin, indirgenmiş nakit akımı yöntemine göre 000 Dolar olarak tespit edildiğine vurgu yapılmıştır. Daire, aradan yaklaşık bir yıllık süre geçtiği hâlde yeniden bir değerleme yapılmaksızın ve bütünlüğün değerinde azalma oluştuğuna dair başkaca herhangi bir tespitte de bulunulmaksızın 30/9/2010 tarihli Fon Kurulu kararı ile muhammen bedelinin 000 Dolar olarak belirlendiğine dikkat çekmiştir. Daireye göre uzman değerleme şirketince hazırlanan değerleme raporu ile tespit edilen rayiç değerin altında muhammen bedel belirlenmesine ve satış şartnamesinin onaylanmasına ilişkin davaya konu Fon Kurulu kararında bu yönüyle hukuka ve mevzuata uygunluk bulunmamaktadır. Temyiz edilen karar Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (İDDK) tarafından 8/6/2015 tarihinde kesin olarak onanmıştır. İDDK, TMSF’nin karar düzeltme talebini de 25/1/2016 tarihinde reddetmiştir. Başvurucu ayrıca 4/2/2011 tarihinde yapılan pazarlık usulüyle satış işleminin iptali için İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) 28/5/2012 tarihinde TMSF aleyhine dava açmıştır. Mahkeme 19/3/2015 tarihinde davanın kabulü ile dava konusu işlemlerin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, İktisadi ve Ticari Bütünlüğün Fon tarafından satışa çıkarılmasına ilişkin işlemin ve dayanağı olan ihale şartnamesi ile muhammen bedelin belirlenmesi işlemlerinin Danıştay tarafından iptal edildiğine işaret edilmiştir. Mahkeme bu nedenle, 4/2/2011 tarihinde yapılan ihale ve satış işlemlerinin dayanağı kalmadığı için hukuka uygun olmadığı sonucuna varılmıştır. Temyiz edilen karar Dairece 19/10/2015 tarihinde onanmış, karar düzeltme talebi de aynı Daire tarafından 2/3/2016 tarihinde incelenmeksizin reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 16/5/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. İptal Kararları Sonrası Süreç Başvurucu 20/3/2015 tarihinde TMSF’ye müracaat ederek Danıştay Onüçüncü Dairesinin iptal kararının yerine getirilmesi kapsamında yapılan işlemler hakkında bilgi verilmesi talebinde bulunmuştur. TMSF 20/4/2015 tarihli yazı ile başvurucuya bilgi vermiştir. Bu yazıda, ilgili İktisadi ve Ticari Bütünlüğün 29/7/2011 tarihinde ihale alıcısına devredilmesiyle Kurumun bu varlıklarla bir ilgisinin kalmadığı belirtilmiştir. Ayrıca iptal kararının uygulanması hâlinde ihale alıcısı üçüncü kişinin kazanılmış haklarının zarar göreceği, ihaleye girerek bütünlüğü satın alan ve ihale bedelini ödeyen alıcı nezdinde kamuya güven ilkesinin zedeleneceği vurgulanmıştır. TMSF bu sebeplerle ve kamu zararının tahsilini sekteye uğratacağı gerekçesiyle söz konusu kararın gereğinin yerine getirilmesinin hukuken ve fiilen mümkün olmadığını belirterek iptal kararının uygulanmamasına karar verildiğini bildirmiştir. Başvurucunun yeni bir talebi üzerine TMSF 17/6/2015 tarihli yazı ile söz konusu yargı kararının yerine getirilmesinin hukuki ve fiilî imkânsızlık nedeniyle mümkün olamadığını bildirmiştir. Başvurucu, iptal kararının Danıştay İDDK tarafından onandığını belirterek buna göre yapılan işlemler hakkında bilgi verilmesi için 9/11/2015 tarihinde de TMSF’den talepte bulunmuştur. TMSF’nin 25/11/2015 tarihli cevap yazısında, daha önce iptal kararının hukuki ve fiilî imkânsızlık nedeniyle uygulanamadığı yönünde karar alındığı ve bahse konu karardan sonra Fon Kurulu tarafından tesis edilmiş yeni bir işlemin bulunmadığı belirtilmiştir. Yazıda ayrıca temyiz kararına karşı karar düzeltme yoluna da gidildiği ifade edilmiştir. Başvurucu 9/6/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat Hükümleri 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı mülga Bankalar Kanunu’nun Maddesinin (7) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:“a) Fon, alacağının tahsili bakımından yarar görmesi halinde ve Fona borçlu olup olmadıklarına bakılmaksızın; hisseleri kısmen veya tamamen kendisine intikal eden bir bankanın yönetim ve denetimine sahip olduğu iştiraklerinin, bu bankanın yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak tek başına veya birlikte elinde bulunduran tüzel kişi ortaklarının, gerçek ve tüzel kişi ortaklarının yönetim ve denetimini doğrudan ya da dolaylı olarak tek başına veya birlikte elinde bulundurdukları şirketlerin ortaklarının, bu şirketlerde sahip oldukları hisselerinin tamamına ve/veya bir kısmına ilişkin temettü hariç, ortaklık hakları ile bu şirketlerin yönetim ve denetimini devralmaya ve şirket ana sözleşmesinde belirlenen yönetim, müdürler ve denetim kurulu üyelerinin sayılarıyla bağlı kalmaksızın ve imtiyazlı hisselere dayanılarak atanıp atanmadıklarına bakılmaksızın görevden almak ve/veya üye sayısını artırmak ve/veya eksiltmek suretiyle bu kurullara üye atamaya yetkilidir…b) Hisseleri kısmen veya tamamen Fona intikal eden bir bankanın yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortaklarının veya yöneticilerinin, yönetim kurulu, kredi komiteleri, şubeler, diğeryetkili ve görevliler aracılığıyla veya sair suretlerle banka kaynaklarını ve varlıklarını doğrudan veya üçüncü kişilere rehnetmek, teminat göstermek, ekonomik gücü olmayan kişilere kredi vermek, karşılığında kredi temin etmek amacıyla kredi kullandırmak, yurt içi veya yurt dışı banka ve malî kuruluşlar nezdinde depo veya sair adlarla hesap açtırmak veya bu hesapları teminat göstermek ve sair şekillerde kullanmak suretiyle veya başkaca dolanlı işlemlerle edindikleri veya bu suretle üçüncü kişilere edindirdikleri para, mal, her türlü hak ve alacakların temininde kullanılan banka kaynakları ve varlıkları nedeniyle doğan alacak Fon alacağı sayılır. Bu alacaklar hakkında 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uygulanır. Fon, bu para, mal, her türlü hak ve alacaklara ihtiyati haciz koymaya, muhafaza altına almaya ve bunlardan değeri Fon tarafından belirlenemeyenleri 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 72 nci maddesine göre kurulan takdir komisyonlarının Fon tarafından belirlenecek kurum ve kuruluşlarca hazırlanacak raporları da dikkate alarak tespit edeceği değeri üzerinden, alacağına ve/veya bu bankaların Fon tarafından devralınan zararlarına mahsuben devralmaya yetkilidir…” 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun geçici Maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Bu Kanunun yayımı tarihinden önce, 2003 tarihine kadar temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi Fona intikal eden ve/veya bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izin ve yetkileri ilişkili Bakan, Bakanlar Kurulu veya Kurul tarafından kaldırılarak tasfiyeleri Fon eliyle yürütülen veya Fon tarafından tasfiye işlemleri başlatılan bankalar hakkında başlatılan işlemler sonuçlanıncaya ve her türlü Fon alacakları tahsil edilinceye kadar bu Kanunla yürürlükten kaldırılan 4389 sayılı Kanunun 14, 15, 15/a, 16, 17, 17/a ve 18 inci maddeleri, ek 1, 2, 3, 4, 5 ve 6 ncı maddeleri ile geçici 4 üncü maddesi hükümlerinin uygulanmasına devam edilir.” 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un Maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Haczedilen her türlü mallar satılarak paraya çevrilir.” 6183 sayılı Kanun’un Maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:“Gayrimenkuller, satış komisyonlarınca açık artırma ile satılır.” 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“ Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez.… Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabilir. (Değişik: 21/2/2014-6526/18 md.) Mahkeme kararlarının süresi içinde kamu görevlilerince yerine getirilmemesi hâlinde tazminat davası ancak ilgili idare aleyhine açılabilir.” Danıştay İçtihadı Danıştay İkinci Dairesinin 26/11/2012 tarihli ve E.2009/2207, K.2012/8338 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:“Dava; 2005 yılı Ek Kariyer Basamakları Yükselme Sınavı başvurusu onaylanmayan ve hakkındaki bu işlemi yargı kararıyla iptal edilen davacının, yargı kararı gereğinin yerine getirilmemesi nedeniyle oluştuğunu ileri sürdüğü 000 TL maddi, 000 TL de manevi zararının, dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.Manisa İdare Mahkemesi’nin… sayılı kararıyla; uyuşmazlığa konu Sınav, aynı branştaki başvuru sahiplerinin aynı sınavda bilgilerini ölçüp puana dönüştürdüğüne ve aynı dönemdeki boş kadro sayısı ölçütünde unvanlı öğretmenliğe atamayı sağladığına göre, davacının eğer girseydi sonucunun ne olacağı bilinmeyen bir sınavda başarılı addedilmesi veya sadece kendisi için ayrı bir sınav yapılarak puana göre kadro ihdası olanağı bulunmadığı gibi, davacı hakkındaki yargı kararı açısından uygulamada fiili imkansızlık söz konusu olduğundan, gerek varlığı ve miktarı varsayımdan ibaret kalan maddi zararın, gerekse olayda koşulları oluşmayan manevi zararın davalı idarece tazmin sorumluluğu bulunmadığı gerekçesiyle dava reddedilmiştir.Davacı, hukuka aykırı olduğu iddiasıyla İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.İdare ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile incelenerek bozulabilmeleri, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun Maddesinde belirtilen nedenlerden birinin varlığına bağlıdır. İdare Mahkemesi kararının, davacının, dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte 000 TL maddi tazminata karar verilmesi istemi yönünden davanın reddine ilişkin kısmının dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup bozulmasını gerektirecek bir neden de bulunmamaktadır…” Danıştay Beşinci Dairesinin 20/11/2009 tarihli ve E.2007/6373, K.2009/6755 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:“…Adana İdare Mahkemesi’nin … sayılı kararıyla; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun Maddesinde, ‘Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez.’ Hükmüne yer verildiği; Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi’nde hemşire olarak görev yapan davacının, Sağlık Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünün 2001 günlü naklen atamaya muvafakat istemli yazısının reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle Mahkemelerinde açtığı … sayılı davada verilen …. günlü, …. sayılı iptal kararının Danıştay Beşinci Dairesi’nin…. sayılı kararıyla onandığı; yargı kararı gereklerinin yerine getirilmesi için davacı tarafından yapılan başvuru üzerine, bunun hukuken ve fiilen olanaklı olmadığı gerekçesiyle Sağlık Bakanlığı’nca yerine getirilemediğinden, -TL maddi ve -TL manevi olmak üzere toplam -TL tazminat ödenmesi istemiyle bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı; davacının -TL maddi tazminat isteminin 2006 tarihli ara kararıyla açıklığa kavuşturulması istenildiğinde, davacı vekilince gerek dava dilekçesinde, gerekse ara kararı yanıtı olarak, ikramiye fazlası olacağı, öğretmen olduğunda toplam -TL kırtasiye yardımı alacağı, ek ders ücreti olarak yıllık -TL verileceği, ücret farkı olarak ortalama aylık -TL kaybı olduğunun bildirildiği görüldüğünden, maddi tazminat isteminin afaki ve varsayımlara dayalı olarak istenmesi nedeniyle yerinde görülmediği; davacının manevi tazminat istemine gelince, Mahkeme kararlarının idareler tarafından derhal yerine getirilmesinin Hukuk Devleti ilkesi nedeniyle zorunlu olduğu; Mahkeme kararlarının uygulanmamasından ya da geç uygulanmasından dolayı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Hukuk Devletine güven duygularından ve elde edecekleri haklardan mahrum kaldıkları için elem ve acı duyacaklarının açık bulunduğu; diğer taraftan, elem ve üzüntü şeklinde oluşan manevi zararın başka giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalmasının, manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu hale getirdiği; idarece tazminat ödenerek giderilmesi ya da hafifletilmesi gereken manevi zararın tazmininin takdirinde, manevi zararla tazminat arasında hakkaniyete uygun bir dengenin gözetilmesi ve ilgilinin haksız zenginleşmesine yol açacak takdirlerden kaçınılması gerektiği; bu kapsamda Mahkemelerince takdiren -TL manevi tazminata hükmedilmesinin uygun bulunduğu gerekçeleriyle maddi tazminat isteminin reddine, manevi tazminat isteminin -liralık kısmının dava tarihi olan 2005 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte kabulüne ve -TL manevi tazminat isteminin ise reddine karar verilmiştir.Davalı idare, manevi tazminata hükmedilmesini gerektiren bir durum bulunmadığını; davacı ise maddi zarara uğradığını, manevi tazminat isteminin tümüyle kabulü gerektiğini ileri sürmekte ve İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.İdare ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile incelenerek bozulabilmeleri, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun Maddesinde belirtilen nedenlerden birinin varlığına bağlı olup, davalı idare ve davacı tarafından ileri sürülen hususlar, Adana İdare Mahkemesi’nce verilen 2007 günlü, E:2005/1745, K:2007/471 sayılı kararın maddi tazminat isteminin reddi ve manevi tazminat isteminin -liralık kısmının kabulüne ilişkin kısmının bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir…”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol’ün “Mülkiyetin korunması” kenar başlıklı Maddesi şöyledir:“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) bankalara elkonulması ile bağlantılı şikâyetleri, bankaya elkonulmasının -kimi durumlarda mülkiyetten yoksun bırakma sonucuna yol açsa dahi- ülkedeki bankacılık sektörünü kontrol etmek amacına yönelik bir tedbir niteliğinde olduğu gerekçesiyle mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrolü veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelemiştir (Reisner/Türkiye, B. No: 46815/09, 21/7/2015, § 47; Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, B. No: 6334/05, 23/10/2012, §§ 146, 147). Bununla birlikte AİHM’e göre söz konusu müdahale Sözleşme’ye ek 1 No.lu Protokol’ün Maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinde belirtilen genel ilke ışığında yorumlanmalıdır. Buna göre müdahalenin hukuka uygun olup olmadığı, kamu yararına dayalı meşru bir amacının olup olmadığı ve başvurucunun mülkiyet hakkı ile müdahalenin taşıdığı meşru amacın dayandığı kamu yararı arasında adil bir denge sağlanıp sağlanmadığı belirlenmelidir (Reisner/Türkiye, § 47). Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye kararında 2577 sayılı Kanun’a göre açılabilecek tazminat davalarının, yargı kararının icra edilmemesi şikâyetleri bakımından etkili bir iç hukuk yolu olup olmadığı tartışılmıştır. AİHM bir kararın “uygulanma biçimi”nin, ilgilinin uğradığı maddi veya manevi zararın “tazmin” edilmesi hususuyla karıştırılmaması gerektiğini vurgulamıştır. AİHM tam yargı davalarında bir yargı kararını uygulamamanın genellikle “hizmet kusuru” olarak değerlendirildiği doğru olsa dahi bu durumun, bundan dolayı ortaya çıkan zararın tazminini sağlamak için yeterli olmadığını belirtmiştir. Bu çerçevede belirtilen yolla bir kişinin zararının tazmininin, öncelikle o anda uğradığı zararın tespitine bağlı olduğu, özellikle maddi zararlar için mal varlığı aktiflerinde azalma ya da mal varlığında artış kaybı gibi sadece gerçek ve açık bir zararın tespit edilebildiği açıklanmıştır (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, §§ 73-75). AİHM, 2577 sayılı Kanun’un özel hüküm (lex specialis) niteliğindeki hükümleri kapsamında öngörülen hukuk yolunun, mevcut davada olduğu gibi, yargı kararlarının uygulanmamasına dayandırılan şikâyetler bakımından uygun tazminat yolu oluşturmadığını belirtmiştir. AİHM aynı kararda, genel hüküm niteliğindeki tam yargı davası hükümlerinin idare tarafından yargı kararlarının icra edilmemesi konusunda uygulanabileceği varsayılsa dahi, ne teorik olarak, ne de pratik olarak bu tarz bir davada etkinlik ve erişebilirlik şartlarının oluştuğunun ispatlanamadığını vurgulamıştır. AİHM bu bağlamda, Türk hukukuna göre yargı kararlarının aynen icrasının önünde aşılamaz bir engelin varlığı saptanmışsa, idarenin başvuranlara mevcut durumun özelliklerine uygun olarak eski hâle getirmeye (restitutio in integrum) denk düşecek en uygun alternatif çözümü teklif etme yükümlüğünün olduğunu hatırlatmıştır. AİHM’e göre, başvurucuların lehine herhangi bir sonuç doğuracağı varsayılsa dahi tam yargı davasından elde edecekleri sonuç, iptal davalarında elde ettiklerinden farklı olmayacaktır (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, §§ 95-98).AİHM esas yönünden ise müdahalenin, mülkiyetin kullanımının kontrolü çerçevesinde yoksun bırakma sonucuna yol açtığını değerlendirdiği başvuruda, yargı kararının uygulanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, B. No: 6334/05, 23/10/2012, §§ 142-155). Reisner/Türkiye kararına konu olayda ise, bir bankaya el konulması işleminin yargı kararıyla iptal edilmesine rağmen bu bankanın üçüncü bir kişiye satışı nedeniyle söz konusu yargı kararının uygulanmaması söz konusudur. AİHM başvurucunun dava açabilmekle birlikte iptal kararının icrasının mümkün olamadığına dikkati çekmiştir. AİHM’e göre yerel icra usulünün karmaşıklığı veya devletin bütçe sistemi, Sözleşme uyarınca bağlayıcı ve icra edilebilir yargısal kararların makul bir süre içerisinde icra edilmesini herkes için sağlama yükümlülüğünden devleti muaf tutamaz. Bu bağlamda fon ve diğer kaynak eksikliklerinin hüküm altına alınmış bir borcun ödenmemesi için gerekçe olarak gösterilemeyeceği vurgulamıştır. AİHM olayda, sonradan hukuka aykırı olduğu tespit edilen idari bir eylem temelinde mülkiyetinden yoksun bırakılan başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin hukuka dayalı olmadığı gibi ölçüsüz de olduğu sonucuna varmıştır (Reisner/Türkiye, §§ 48-50).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/11026
Başvuru bir bankaya elkonulması sürecinde yapılan ihalenin iptaline ilişkin yargı kararlarının uygulanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza davasında sanığın hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. A. Bireysel Başvuru Süreci İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından aralarında başvurucunun da bulunduğu şüpheliler hakkında yürütülen soruşturma sonucunda düzenlenen iddianame ile başvurucu hakkında DHKP-C silahlı terör örgütü yöneticisi ve üyesi olma, mala zarar verme, genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarından açılan kamu davası İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülmeye başlanmış ve yargılama 22 celsede tamamlanmıştır. Yargılamanın celsesinde müdafii ile duruşmada hazır bulunan başvurucunun savunması alınmış, sonraki celselerin bazıları başvurucu müdafiinin katılımıyla, bazıları ise başvurucu ve müdafiinin yokluğunda yapılmıştır. Başvurucu müdafiinin hazır bulunduğu celsede Başsavcılık esas hakkındaki mütalaasını sunmuş, başvurucu müdafii mütalaaya karşı beyanda bulunmak için süre talep etmiştir. Mahkeme, başvurucunun farklı bir suçtan dolayı tutuklanması üzerine 17, 18 ve celselerde Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla hazır edilmesine karar vermiş ancak başvurucunun duruşmaya SEGBİS aracılığıyla katılmak istemediğini beyan etmesi üzerine anılan celselerde başvurucunun yokluğunda yargılamaya devam edilmiştir. Başvurucu müdafii celsede başvurucunun SEGBİS aracılığıyla duruşmaya katılımının sağlanmasına itiraz ederek Mahkemenin yargı çevresindeki bir ceza infaz kurumuna nakledilmesi talebinde bulunmuştur. Celse sonunda Mahkeme, başvurucunun nakli konusunda yetkisi olmadığı gerekçesiyle bu hususta karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Mahkeme, başvurucu ve müdafiinin yokluğunda yaptığı celsede başvurucunun 2911 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasına muhalefet suçundan 5 ay hapis, görevi yaptırmamak için direnme suçundan 1 yıl 10 ay 15 gün hapis, terör örgütü üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek suçundan 5 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına, genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması ve mala zarar verme suçlarından da beraatine karar vermiştir. Beraat kararlarına karşı Başsavcılığın, mahkûmiyet kararlarına karşı da başvurucunun istinaf kanun yoluna başvurması üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Daire) 2/7/2020 tarihinde beraat kararlarına yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine, mahkûmiyet kararlarının ise bozulmasına kesin olarak karar vermiştir. Daire bozma gerekçesinde; başka suçtan ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun duruşmalardan bağışık tutulma talebinin olmadığını vurguladıktan sonra hükmün kurulduğu celsede başvurucu hazır bulundurulmaksızın yargılamaya devam edilmesinin kanuna aykırı olduğunu belirtmiştir. Bozma üzerine Mahkeme, başvurucunun tutuklu bulunduğu İzmir 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) gönderdiği 15/12/2020 tarihli yazı ile başvurucunun 4/3/2021 tarihinde yapılması kararlaştırılan celsede SEGBİS aracılığıyla hazır edilmesi talimatı vermiş, Daire kararı da başvurucu müdafiine celse arasında 15/12/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Buna karşın başvurucu, celse tarihinde Mahkemeye gönderdiği dilekçe ile duruşmaya bizzat katılmak istediğini, sağlık sorunları ve dava hakkında müdafii ile görüşemediği gerekçesiyle bu tarihteki duruşmaya katılmayacağını beyan etmiştir. Bozma sonrası yargılama 4/3/2021 tarihinde yapılan tek celsede tamamlanmıştır. Başvurucu ve müdafiinin hazır bulunmadığı bu celsede başvurucunun dilekçesi okunmuş ve Dairenin bozma kararına uyulmasına karar verilerek yargılama tamamlanmıştır. Yargılama sonunda Mahkeme, başvurucunun bozma kararına konu suçlardan ilk hüküm gibi cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme gerekçeli kararda, Daire kararında belirtilen usulî eksikliğin başvurucunun kendi isteğiyle duruşmaya katılmamasından kaynaklandığı belirtilmiştir. Başvurucu -diğerlerinin yanı sıra- duruşmada hazır bulunmayı talep ettiği hâlde duruşmaya katılımının rızasına aykırı olarak SEGBİS aracılığıyla sağlanmaya çalışılması ve yokluğunda karar verildiğine dair itirazlarını dile getirerek anılan karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuş, Daire 30/9/2021 tarihinde 2911 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasına muhalefet ve terör örgütü üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek suçlarından verilen mahkûmiyet kararları yönünden temyiz kanun yolu açık, görevi yaptırmamak için direnme suçundan verilen mahkûmiyet kararı yönünden de kesin olmak üzere istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Başvurucu, nihai kararı 10/10/2021 tarihinde öğrendikten sonra 20/10/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon; adli yardım talebinin kabulüne, adil yargılanma hakkı kapsamındaki duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki ihlal iddialarının kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetlerin incelenmesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. B. Bireysel Başvuru Sonrası Süreç Başvurucu, 2911 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasına muhalefet ve terör örgütü üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek suçlarından verilen mahkûmiyet kararlarına yönelik Daire kararına karşı temyiz kanun yoluna başvurmuş olup bu suçlar yönünden dava Yargıtay'da derdesttir. Diğer yandan İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı 8/9/2022 tarihinde, başvurucunun bozma sonrası yapılıp tek celsede tamamlanan duruşmada bizzat hazır bulunmayı talep ettiği hâlde yokluğunda yargılama yapılarak hüküm kurulmasının hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle Daire kararının kaldırılması için 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca talepte bulunmuştur. Dairenin itirazı reddetmesi üzerine dosyanın gönderildiği İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Daireleri Başkanlar Kurulu (Başkanlar Kurulu) 20/10/2022 tarihinde itirazı kesin olmak üzere reddetmiştir. Başkanlar Kurulu ret kararında, başvurucunun kendi isteğiyle duruşmaya katılmaması nedeniyle hakkını kötüye kullandığını ve yargılamayı uzatmayı amaçladığını değerlendirmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/50808
Başvuru, ceza davasında sanığın hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza infaz kurumunda merkezî yayın kapsamında belli televizyon kanallarının gösterilmesi taleplerinin reddedilmesi nedeniyle başvurucuların ifade özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 6/8/2014 ve 26/8/2014 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2014/14536 sayılı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/13310 sayılı dosya ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Birinci başvurucu, başvuru tarihinde anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan hükümlü olarak Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Birinci başvurucu Alman vatandaşıdır. İnfaz Kurumundaki merkezî yayın sistemine Alman devlet kanallarından ARD veya ZDF ya da Almanca yayın yapan Euronews haber kanalının eklenmesi talebiyle İnfaz Kurumu idaresine başvurmuştur. İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu (İdare ve Gözlem Kurulu) başvurucunun talebini reddetmiştir. Başvurucu, İdare ve Gözlem Kurulunun ret kararını bireysel başvuru dosyasına eklememiştir. Birinci başvurucu anılan ret kararına karşı şikâyette bulunmuştur. Tekirdağ İnfaz Hâkimliği (İnfaz Hâkimliği) şikâyeti reddetmiştir. İnfaz Hâkimliği, İnfaz Kurumunda izlenilecek televizyon kanallarının belirlenmesinde Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun (RTÜK) ülke genelinde yapmış olduğu televizyon izleme eğilimleri araştırması ile hükümlü ve tutuklulardan gelen taleplerin gözönüne alınarak haber, müzik, sinema, belgesel kanalları ile kültürel kanallar arasında denge sağlandığını belirtmiştir.İnfaz Hâkimliği başvurucunun bulunduğu İnfaz Kurumunda gösterilen televizyon kanallarının İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığınca güncellendiğini de belirterek başvurucunun talebinin reddedilmesinin usul ve yasaya uygun olduğunu ifade etmiştir. Birinci başvurucu İnfaz Hâkimliğinin ret kararına itiraz etmiştir. Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesi kararda usul ve yasaya herhangi bir aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. Ret kararı başvurucuya 9/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İkinci başvurucu başvuru tarihinde devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışma suçundan hükümlü olarak Ankara 2 Nolu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. İkinci başvurucu İnfaz Kurumundaki merkezî yayın sistemine halk müziği, sinema, belgesel yayını ve yabancı dilde yayın yapan kanallar ile İMC, Hayat TV ve Denge TV isimli kanalların eklenmesi talebiyle İnfaz Kurumu idaresine başvurmuştur. İdare ve Gözlem Kurulu başvurucunun talebini kısmen kabul etmiştir. İdare ve Gözlem Kurulu bu konuda daha önce karar verdiklerini, buna göre kurumda yayımlanacak kanalların Türksat uydusunun şifresiz ve ücretsiz kanalları arasından seçilebileceğini, nitekim hükümlü ve tutuklularla yapılan anket sonuçları ile öğretim ihtiyaçları gözönüne alınarak yayımlanacak kanalların belirlendiğini ifade etmiştir. Anılan İdare ve Gözlem Kurulu, başvurucunun talebi doğrultusunda yabancı müzik yayını yapan Dream TV ve sinema kanalı olan Planet Türk TV isimli kanalların merkezî yayın sistemine eklenmesine karar vermiştir. İdare ve Gözlem Kurulu İMC, Hayat TV ve Denge TV isimli kanalların İnfaz Kurumu güvenliğini tehlikeye düşürecek nitelikte yayınlar yaptığını belirterek bunların yayımlatılması talebini reddetmiştir. Ayrıca hâlihazırda yayımlanan kanallar arasında halk müziği kanallarının bulunduğu, yabancı dilde yayın yapan bir kanalın ise Türksat uydu yayınında bulunmadığı gerekçesiyle başvurucunun bu doğrultudaki taleplerini de reddetmiştir. İkinci başvurucu da İnfaz Kurulunun ret kararına karşı şikâyette bulunmuştur. Ankara Batı İnfaz Hâkimliği mevzuata ya da hukuka aykırılık olmadığı gerekçesiyle şikâyeti reddetmiştir. Başvurucu ret kararına karşı itiraz etmiştir. Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesi kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle 11/8/2014 tarihinde itirazı reddetmiştir. İkinci başvurucu 26/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:"(1) Hükümlü, ceza infaz kurumlarında merkezî yayın sistemi bulunduğu takdirde bu sisteme bağlı olarak radyo ve televizyon yayınlarını izleme hakkına sahiptir. ...(3) Kapalı ve açık ceza infaz kurumları ile çocuk eğitimevlerinde ancak, eğitim ve iyileştirme programları çerçevesinde kurum yönetimince belirlenen yerlerde görsel ve işitsel eğitim araç ve gereçlerinin kullanımına izin verilebilir..."
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13310
Başvuru, ceza infaz kurumunda merkezî yayın kapsamında belli televizyon kanallarının gösterilmesi taleplerinin reddedilmesi nedeniyle başvurucuların ifade özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanıkların duruşmada sorgulanmaması nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu şüphesiyle soruşturma başlatmıştır. Soruşturma neticesinde Başsavcılık başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle 7/2/2018 tarihli iddianame düzenlenmiştir. İddianamede özetle başvurucunun tanık ifadelerine göre örgüt içinde yer alması, HTS kayıtlarına göre hakkında FETÖ/PDY soruşturması olan kişiler ile iletişim ve irtibat hâlinde olması suretiyle üzerine atılı suçu işlediği iddia edilmiştir. İddianamenin kabulü ile açılan dava, Antalya Ağır Ceza Mahkemesince görülmeye başlanmıştır. Yargılamada 26/4/2018 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda diğerlerinin yanı sıra tanıklar H.A.A ve B.nin istinabe yoluyla dinlenmesine karar verilmiştir. Duruşma, tek celsede bitirilmiştir. Birinci celsede tanıklar H.A.A ve B.nin bilgi ve görgüsünün tespiti için yazılan talimatlara ikmalen cevap verilmiştir. Tanık H.A.A. istinabe yoluyla alınan beyanında; başvurucuyu okuldan devresi olması dolayısıyla tanıdığını, başvurucu ile Karamürsel ve Antalya'da örgüte ait evde birlikte kaldıklarını, bu dönemde başvurucunun örgüt içinde abi konumunda olan kişiler ile görüşüp sohbet toplantıları ayarladığını, sohbetlere beraber katıldıklarını, başvurucunun örgüte himmet adı altında yardımda bulunduğunu, en son 2013-2014 yılları arasında altı ay başvurucu ile Antalya'da aynı evde kaldıklarını ifade etmiştir. Tanık B. istinabe yoluyla alınan beyanında, başvurucuyu okuldan devresi olması dolayısıyla tanıdığını, başvurucu ile Karamürsel ve Antalya'da örgüte ait evde birlikte kaldıklarını, bu dönemde başvurucunun örgüt içinde abi konumunda olan kişiler ile görüşüp sohbet toplantıları ayarladığını, sohbetlere beraber katıldıklarını ifade etmiştir. Başvurucu alınan savunmasında tanıklar H.A.A ve B.yi devre arkadaşları olması dolayısıyla tanıdığını, tanık beyanlarında aleyhine olan hususları kabul etmediğini, HTS analiz raporunda adı geçen A.Y., H.A. ve K. isimli kişiler ile işi gereği görüştüğünü belirtmiştir. Aynı celse iddia makamı, esas hakkında mütalaa sunmuştur. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:" [Tanık beyanları ile]... [S]anığın kullandığı [GSM] hattının HTS dökümlerinin temin edilerek gerekli inceleme ve analizlerinin yapıldığı, yapılan incelemeler neticesinde sanığın, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü üyesi olduğundan bahisle hakkında işlem yapılan, çoğunluğu askeri personel olmak üzere, siviller ile komiser ve polis memurları olan bir çok kişiyle iletişim ve irtibat halinde olması...hususları bir bütün halde değerlendirildiğinde, sanığın FETÖ silahlı terör örgütünün bir üyesi olarak, örgütün ideolojisi ve stratejisi doğrultusunda hareket ettiği ve FETÖ terör örgütünün üyesi olduğu... [kanaatine varılmıştır.]" Başvurucu; gerekçeli temyiz dilekçesinde diğerlerinin yanı sıra tanıklar H.A.A ve B.nin mahkeme huzurunda dinlenilmediğini, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile bağlantı kurulmadığını, soru sorma hakkının kullandırılmadığını ileri sürmüştür. Hüküm, kanun yolu denetiminden geçerek 4/12/2019 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai kararı 23/3/2020 tarihinde öğrendikten sonra 14/5/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne, adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/14526
Başvuru, beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanıkların duruşmada sorgulanmaması nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kadastro tespiti sonucu başvurucuların murisi adına tespit edilen taşınmazın itiraz üzerine Tapulama Müdürlüğü Komisyonunca tespit dışı bırakılması sebebiyle uğranılan zararın tazmin edilmesi istemiyle açılan davanın zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirilmesine gerek olmadığını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul ili Beykoz İlçesi Göllü köyünde kain 18 parsel sayılı taşınmaz 1969 yılında yapılan kadastro çalışmaları ile başvurucuların murisi Ö. adına tespit görmüştür. Anılan kadastro tespitine Maliye Hazinesi ve Orman Genel Müdürlüğü tarafından yapılan itiraz üzerine Tapulama Müdürlüğü Komisyonunun (Komisyon) 5/10/1972 tarihli kararı ile itiraz kabul edilerek dava konusu yerin tespit dışı bırakılmasına karar verilmiştir. Süresinde itiraz edilmeyen karar 30/12/1972 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucular, söz konusu parselin yirmi yılı aşkın süreden beri zilyedi oldukları iddiasıyla Maliye Hazinesi ve Orman Genel Müdürlüğü aleyhine 2005 yılında Beykoz Asliye Hukuk Mahkemesinde tapu iptali ve tescili davası açmışlardır. Mahkemenin 4/11/2008 tarihli kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde dava konusu taşınmazın orman niteliği ile tespit dışı bırakıldığı, başvurucuların murisi tarafından süresi içerisinde Komisyon kararına karşı Kadastro Mahkemesinde dava açılmadığı ve taşınmazın orman niteliğinin kesinleştiği açıklanmıştır. Karar, kanun yolu sürecinin sonunda kesinleşmiştir. Başvurucular bu defa, taşınmaza ait tapu kaydının hiçbir bedel ödenmeksizin iptal edilmiş olması nedenine dayanarak 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi uyarınca 31/1/2013 tarihinde tazminat davası açmıştır. Mahkeme; 18/2/2014 tarihli kararı ile dava konusu taşınmazın orman sınırları içerisinde kaldığı, orman olan yerle ilgili başvurucuların tazminat talep edemeyeceği, taşınmazın orman sınırlarına alındığı tarihten itibaren 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu'nun maddesinde belirtilen on yıllık zamanaşımı süresinde tazminat davası açılmadığı ve davalı hazinenin zamanaşımına itirazını ileri sürdüğü gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Başvurucular tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesince 30/10/2014 tarihinde onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme talebi Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/11/2016 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucuların vekiline 12/1/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 31/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu hakkında bkz. Ayşe Çidem Tekindağ ve diğerleri, B. No: 2017/15121, 11/12/2019, §§ 20-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/17513
Başvuru, kadastro tespiti sonucu başvurucuların murisi adına tespit edilen taşınmazın itiraz üzerine Tapulama Müdürlüğü Komisyonunca tespit dışı bırakılması sebebiyle uğranılan zararın tazmin edilmesi istemiyle açılan davanın zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/44614
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, terör örgütü propagandası yapma suçundan başlatılan bir soruşturmada başvurucunun adli kontrole tabi tutulması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Birinci Bölüm tarafından 7/7/2018 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görülmüş ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1953 doğumlu olup Emek Partisi Gaziantep İl Yönetim Kurulu üyesidir. Kendilerine Gaziantep Barış Platformu adını veren bir grup, Ankara Gar binası önünde meydana gelen patlama olayını protesto etmek amacıyla 10/10/2015 tarihinde saat 00 sıralarında yaklaşık beş yüz elli kişinin katıldığı bir toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlemiştir. Gaziantep Kırkayak Parkından Yeşilsu Parkına kadar yürüyüş gerçekleştiren grup bazı sloganlar atmıştır. Başvurucunun da slogan atan grup içinde yer aldığı tespit edilmiş ve hakkında terör örgütü propagandası yapma suçundan soruşturma başlatılarak iddianame düzenlenmiştir. Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi 16/12/2015 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiştir. Başvurucu, hakkında adli kontrol koruma tedbiri uygulanmasına karar verilmesi istemiyle Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından mahkemeye sevk edilmiştir. Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliği 25/11/2015 tarihinde başvurucunun adli kontrol tedbirine tabi tutulmasına karar vermiştir. Kararda; terör örgütü propagandası yapma suçundan başlatılan soruşturma kapsamında toplanan delillerin niteliği, kuvvetli suç şüphesine delalet eden somut delillerin mevcudiyeti ve atılı suçun kanunda öngörülen cezai yaptırım miktarı da dikkate alınarak başvurucunun yerleşim yerine en yakın kolluk birimi olan Şahinbey Polis Merkezine her pazartesi giderek imza atmasına karar verildiği belirtilmiştir. Başvurucu söz konusu karara itiraz etmiştir. İtiraz üzerine Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliği 2/12/2015 tarihinde itirazın reddine ve adli kontrol tedbirinin devamına kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu 22/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) (Değişik fıkra: 02/07/2012-6352 S.K./md.) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.(2) Kanunda tutuklama yasağı öngörülen hallerde de, adlî kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir.(3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir:...b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak...." 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1), (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Şüpheli, Cumhuriyet savcısının istemi ve sulh ceza hâkiminin kararı ile soruşturma evresinin her aşamasında adlî kontrol altına alınabilir.(2) Hâkim, Cumhuriyet savcısının istemiyle, adlî kontrol uygulamasında şüpheliyi bir veya birden çok yeni yükümlülük altına koyabilir; kontrolun içeriğini oluşturan yükümlülükleri bütünüyle veya kısmen kaldırabilir, değiştirebilir veya şüpheliyi bunlardan bazılarına uymaktan geçici olarak muaf tutabilir. (3) 109 uncu Madde ile bu madde hükümleri, gerekli görüldüğünde, görevli ve yetkili diğer yargı mercileri tarafından da, kovuşturma evresinin her aşamasında uygulanır."
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/20360
Başvuru, terör örgütü propagandası yapma suçundan başlatılan bir soruşturmada başvurucunun adli kontrole tabi tutulması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, uzman öğretmen unvanı verilmesi istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali için açılan davada yargı kararları dikkate alınmadan hüküm verilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuşlardır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Öğretmen olarak görev yapan başvurucu, uzman öğretmen unvanı verilmesi istemiyle Millî Eğitim Bakanlığına başvuruda bulunmuştur. Başvurucu talebin reddi üzerine Adana İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde iptal davası açmıştır. Mahkeme 26/3/2015 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle 14/6/1973 tarihli ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu'nun görevde yükselme hususlarını düzenleyen maddelerinin Anayasa Mahkemesinin 21/5/2008 tarihli ve E.2004/83, K.2008/107 sayılı kararıyla iptal edilmesi üzerine uzman öğretmenliğe atanma hususundaki bütünlüğün bozulduğunu, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra yasal bir düzenleme yapılmamış olmasının bu konuda boşluk yarattığını ve bu boşluğun yargı içtihadıyla doldurulmasının da olanaklı olmadığını tespit etmiştir. Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra sadece eğitim bilimleri alanında tezli yüksek lisans eğitimine veya sınavdan alınan nota dayanılarak uzman öğretmen unvanının kazanılmasına olanak bulunmadığını vurgulayan Mahkeme, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 28/3/2013 tarihli ve E.2010/2397, K.2013/1123 sayılı kararını da emsal göstererek dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığını belirtmek suretiyle davayı reddetmiştir. Başvurucunun temyiz ve karar düzeltme talepleri Danıştay İkinci Dairesi tarafından reddedilmiştir. Başvurucu nihai kararı 2/8/2017 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 23/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/33867
Başvuru, uzman öğretmen unvanı verilmesi istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali için açılan davada yargı kararları dikkate alınmadan hüküm verilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 4/8/2006 tarihinde tazminat davası açmıştır. Derik Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2006/150 sayılı dosyasına kaydedilen davada, yargılamanın başından 12/7/2016 tarihine kadar davalı hakkında Derik Asliye Ceza Mahkemesinde açılan ceza davasının sonuçlanması beklenmiştir. Yargılama devam etmektedir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3553
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen bir protesto gösterisine kolluk görevlilerince orantısız güç kullanılarak yapılan müdahale sonucu meydana gelen yaralanma ve bu olaya ilişkin olarak etkili soruşma yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 9/4/1960 doğumlu olup Ankara'da ikamet etmektedir. Başvurucu 2/6/2013 tarihinde Ankara'da meydana gelen Gezi Parkı protestolarını izlemek amacıyla Kızılay Meydanı'na gittiğini belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi, Türkiye İnsan Hakları Kurumu tarafından Ekim 2014'te yayımlanan Gezi Parkı olayları raporunda yer alan bazı tespitlere Özge Özgürengin (B. No: 2014/5218, 19/4/2018, § 10) kararında yer vermiştir. Başvurucu, başvuru formunda kolluk görevlilerince kullanılan yoğun göz yaşartıcı gazdan etkilenmemek için hareket hâlinde olduğu sırada Millî Müdafaa Caddesi'ne konuşlanan polis memurları tarafından atılan göz yaşartıcı gaz kapsülüyle yüz bölgesinden ciddi biçimde yaralandığını dile getirmiştir. Başvurucu, olaya dair Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) suç duyurusunda bulunduğunu ve soruşturmanın devam ettiğini belirtmekle yetinmiş; başvurusunda soruşturma süreci hakkında başka bir bilgi ya da belgeye yer vermemiştir. UYAP üzerinden yapılan inceleme kapsamında başvurucunun kızı E.G.Y.nin 6/6/2013 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği suç duyurusu dilekçesinde Vali, Emniyet Müdürü, Çevik Kuvvet Şube Müdürü ve ilgili diğer kolluk görevlilerinden şikâyetçi olduğu görülmüştür. Dilekçe içeriğinde ve E.G.Y.nin aynı gün alınan ifadesinde; başvurucunun olay günü Kızılay Meydanı'na protesto amacıyla gittiği, saat 00 sıralarında Meşrutiyet Caddesi'nde polisin attığı göz yaşartıcı gaz kapsülünün sağ göz ve yanağına isabet etmesiyle yaralandığı, dört gün (2/6/2013-6/6/2013) Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde (Hastane) yatan başvurucuda görme kaybı meydana geldiği belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 6/6/2013 tarihinde başlatılan soruşturma 10/7/2013 tarihinde başka bir soruşturma dosyası ile birleştirilmiş ancak daha sonra birleştirilen dosyayla ilgisi bulunmadığı belirtilerek 27/9/2013 tarihinde soruşturma dosyası tekrar ayrılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığınca 2/7/2013 tarihinde, başvurucunun tedavi evrakı Hastaneden talep edilmiş; kolluğa yazılan müzekkereyle olaya müdahale eden görevlilerin ve göz yaşartıcı gaz kullanmaya yetkili olanların kimlik bilgileri ile olay anına ilişkin kamuya ya da özel kişilere ait kamera kaydı istenmiştir. Ayrıca başvurucu hakkında 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçu kapsamında soruşturma yapılıp yapılmadığı da kolluktan sorulmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığınca 2/4/2014 tarihinde kolluğa yazılan müzekkerede; olay tarihinde saat 00 ve 00 arasında kullanılan göz yaşartıcı gaz mühimmatı miktarıyla bu silah ve mühimmatın kimlere zimmetli olduğu, göz yaşartıcı gaz tüfeği kullanmaya yetkili personelin kimlik bilgileri sorulmuş; belirtilen saat aralığındaki telsiz kayıtlarının da gönderilmesi istenmiştir. Soruşturma kapsamında Cumhuriyet Başsavcılığınca 1/4/2016 tarihinde E.Ş bilirkişi olarak görevlendirilmiş ancak hangi konuda görevlendirildiği ve ne iş yapacağı ilgili evrakta belirtilmemiştir. Son olarak Cumhuriyet Başsavcılığınca 17/3/2017 tarihinde yazılan müzekkerede başvurucunun yaralanmasına sebebiyet veren polis memurunun tespit edilmesinin kolluktan istendiği görülmüştür. UYAP üzerinden yapılan kontrolde anılan müzekkerelere karşı kolluğun cevap yazılarına erişilemediğinden 6/1/2020 tarihli yazıyla Cumhuriyet Başsavcılığından ilgili evrakın gönderilmesi istenmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 8/1/2020 tarihinde verilen cevapta ise istenen hususlardaki evrakın gönderilmediği, bunun yerine daimî arama kararından sonraki üçer aylık sürelerle yapılan olağan araştırma tutanaklarının evrak ekine konulduğu görülmüştür. Ayrıca UYAP kayıtlarında gözüken 5/4/2016 tarihli "Bilirkişi İncelemesinden Vazgeçilmesi" isimli içeriği boş belge de aynı yazıda sorulmuş, Cumhuriyet Başsavcılığınca dosya içinde buna dair yazılı bir evrakın bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu hakkında Hastane tarafından düzenlenen 11/7/2013 tarihli raporda darp sonucu yaralanan başvurucunun 2/6/2013 tarihinde Hastaneye geldiği, yapılan muayenesinde yüzünün sağında 4x3x2 cm'lik Y şeklinde kanamalı kesi, periorbital (göz çukuru çevresi) ödem, ekimoz ve subkonjonktival (gözün beyaz tabakası) kanama, çekilen orbital (göz çukuru) CT'de (bilgisayarlı tomografi) sağ zigomatik (yanak kemiği) arkta, maksiller sinüs ön iç ve dış duvarlarda orbita alt ve dış duvarlarda parçalı kırıklar, sağ gözde görme kaybı saptandığı, Plastik Cerrahi Kliniğine yatırılarak opere edildiği, 6/6/2013 tarihinde taburcu edildiği, 11/6/2013 tarihinde yapılan muayenesinde görmenin sağda parmak sayma düzeyinde ölçüldüğü şeklinde tespitlere yer verilmiştir. Ayrıca raporda; yaraların başvurucunun yaşamını tehlikeye sokmadığı ancak basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek nitelikte de olmadığı, vücuttaki kemik kırıklarının hayat fonksiyonlarını ağır () derecede etkileyecek nitelikte olduğu belirtilmiştir. Tespit edilen yara izinin yüzde sabit ize neden olup olmadığıyla duyu veya organ zayıflaması ya da yitirilmesi hususunda ise altı ay sonra yapılacak muayenenin belirleyici olacağı not edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 30/12/2014 tarihinde şüpheliler hakkında soruşturma izni talep edilmesi üzerine Ankara Valiliğince yapılan ön inceleme sonucunda bir kısım kolluk amiri ve memuru hakkında soruşturma izni verilmezken diğer bir kısmı hakkında genel soruşturma usulünün geçerli olduğu bildirilmiştir. Soruşturma izni verilmemesine ilişkin nihai karar başvurucu tarafından daha önce bireysel başvuruya konu edilmiş, Anayasa Mahkemesince 2014/14147 numarasıyla incelenen başvuru 24/1/2018 tarihli kararla açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığının 22/1/2015 tarihli talebi üzerine Hastane tarafından başvurucu hakkında düzenlenen 22/1/2015 tarihli kati adli raporda başvurucuda meydana gelen yara izinin yüzde sabit ize ve duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine neden olduğu belirlenmiştir. Başvurucu tarafından başvuru formu ekinde sunulan Türkiye İnsan Hakları Vakfı Ankara Temsilciliğince düzenlenen 9/4/2015 tarihli ve Dr. K. imzalı raporda; başvurucudaki yaralanmanın doğrudan atılan gaz fişeğinin çarpmasıyla uyumlu olduğu, başvurucuda travma sonrası stres bozukluğu meydana geldiği, olayın aynı protesto eylemleri nedeniyle kendilerine başvuran başka kişilerin hikâyesiyle benzerlik gösterdiği ve insan eliyle oluşturulan travmanın Dünya Sağlık Örgütünün uluslararası hastalık sınıflandırması ICD 10 kapsamında Y07,3 kodu ile de belirtilen "işkence ve diğer zalimane, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele" kapsamı içinde değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 27/11/2018 tarihinde daimî arama kararı verilmiştir. Yapılan soruşturma sonucunda şüphelilerin tespit edilemediği belirtilen ve başkaca herhangi bir yargısal değerlendirme içermeyen kararda, şüpheli bilgisi faili meçhul olarak gösterilmiş ve on beş yıllık zamanaşımı süresince üçer aylık periyotlarla kolluktan bilgi vermesi istenmiştir. Bu karardan sonra soruşturma dosyasına giren esaslı bir evraka da rastlanmamıştır. Öte yandan başvurucu, yaralanması nedeniyle idari yargıda tam yargı davası da açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; kolluk görevlilerinin gereksiz ve orantısız şekilde güç kullanması nedeniyle ciddi düzeyde yaralandığını, ilgili yasal mevzuata ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadına da aykırı olan söz konusu eylem nedeniyle idarenin hizmet kusuru bulunduğunu belirterek maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Davaya bakan Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 14/4/2015 tarihli ara kararıyla Cumhuriyet Başsavcılığından adli soruşturmanın safahatını sorarak bilgi ve belge talebinde bulunmuştur. Aynı ara kararında Mahkeme davalı idareden olay anına ilişkin kamera kayıtları ile olay yerinde görevli kolluk personeli listesinin gönderilmesini istemiş ve olay tarihinde Kızılay ve çevresinde herhangi bir güvenlik görevlisi hakkında -idari yönden sorulduğu değerlendirilen- soruşturma açılıp açılmadığını da sormuştur. Ayrıca başvurucunun tedavi kayıtları da ilgili sağlık kuruluşlarından talep edilmiştir. Mahkeme 30/12/2016 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...[Ara kararıyla istenen hususlara yer verilmiştir.] bu karar üzerine gönderilen bilgi, belge ve kamera kayıtlarının incelenmesi neticesinde; 'GEZİ PARKI EYLEMLERİ' olarak adlandırılan eylemler sırasında çeşitli sivil tolum örgütleri ve marjinal gurupların organize olmak suretiyle Kızılay bölgesinde ana artellerin araç ve yaya trafiğine kapatılması ve çevrede bulunan kamu ve özel mallara zarar verilmek suretiyle kamu düzenin bozulması üzerine güvenlik güçlerinin tazyikli su ve gaz sıkmak suretiyle gruplara müdahale ettiği, söz konusu olayların yukarıda aktarımı ulusal ve uluslararası düzenlemeler ile güvence altına alınan TOPLANTI VE GÖSTERİ ÖZGÜRLÜĞÜNÜ AŞAR nitelikte olduğu, zira bahse konu eylemin Kanunlarda yer verilen düzenlemelere aykırı bir şekilde meydana geldiği İZAHTAN VARESTEDE olmakla birlikte bu durumun toplanma hakkının sınırlandırılması kapsamında kaldığı ve kamera kayıtlarında güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirilen müdahalenin meşru bir amaç olan asayiş, güvenlik ve kamu düzeninin sağlanması ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunmasına yönelik olduğu, diğer taraftan konuyla ilgili olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen adli soruşturmanın derdest olduğu ve ayrıca davacının 'Gezi Parkı Eylemleri' olarak adlandırılan eylemler sırasında polisler tarafından göstericilere müdahale edildiği esnada atılan bir gaz fişeği kapsulünün sağ gözüne çarptığına dair kamera kayıtlarında hukuken kabul edilebilir somut bir tespitin bulunmadığı, bu konuda güvenlik güçlerinin doğrudan davacıyı hedef alacak şekilde bir müdahalede bulunduğu konusunda bir görüntü kaydına yer verilmediği anlaşılmıştır.Bu durumda; protesto eyleminin yukarıda belirtilen gelişimi dikkate alındığında kolluk görevlilerince asayişin sağlanması için eyleme müdahale etme, göstericilerin dağıtılması ve gözaltına alınmasına ilişkin olarak mevzuatta öngörülen zor kullanma yetkisinin kullanımına dair şartların oluştuğu ve ayrıca davacının 'Gezi Parkı Eylemleri' olarak adlandırılan eylemler sırasında polisler tarafından göstericilere müdahale edildiği esnada atılan bir gaz fişeği kapsulünün sağ gözüne çarptığına dair kamera kayıtlarında hukuken kabul edilebilir somut bir tespitin bulunmadığı ve bu konuda güvenlik güçlerinin doğrudan davacıyı hedef alacak şekilde bir müdahalede bulunduğu konusunda bir görüntü kaydına yer verilmediği hususları göz önüne alındığında, uyuşmazlık konusu olayda zararla idarenin eylemi arasında nedensellik bağı bulunmadığı ve bu şekilde illiyet bağının kesildiği ve idarenin tazmin sorumluluğunun bulunmadığı anlaşıldığından...[davanın reddine karar verilmiştir.]" Başvurucu, anılan ret kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucu; Mahkemenin yeterli araştırmayı yapmadan, bilirkişi incelemesi dâhil ilgili deliler toplamadan aceleci bir şekilde karar verdiğini savunmuş ve yaralanma anına ilişkin kamera kaydının bulunamamış olmasının ret kararına dayanak yapılmasının hukuka aykırı olduğunu dile getirmiştir. AİHM içtihatlarının da tekrar edildiği istinaf dilekçesinde Mahkemenin ret kararının kaldırılarak talepleri yönünde tazminata hükmedilmesi talep edilmiştir. İstinaf talebini inceleyen Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi hükmün usul ve hukuka uygun olduğunu belirterek 11/10/2017 tarihinde onama kararı vermiştir. Anılan bu nihai karar, başvurucuya 14/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar. (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin "İşkence yasağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz." 18/6/2003 tarihli ve 25142 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 16/12/1966 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin maddesi şöyledir:"Hiç kimse işkenceye ya da zalimane, insanlık dışı ya da küçük düşürücü muamele ya da cezalandırmaya maruz bırakılamaz. Özellikle, hiç kimse kendi özgür rızası olmadan tıbbi ya da bilimsel deneylere tabi tutulamaz."
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/39073
Başvuru, kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen bir protesto gösterisine kolluk görevlilerince orantısız güç kullanılarak yapılan müdahale sonucu meydana gelen yaralanma ve bu olaya ilişkin olarak etkili soruşma yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucular, 30/11/1967 tarihinde murisleri tarafından Derik Tapulama Hâkimliğinde açılan kadastro tespitine itiraz davasının halen devam ettiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını, bu sürede taşınmazlarını kullanamadıklarını, taşınmazlarının gelirlerinden yararlanamadıklarını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, tazminat talep etmişlerdir. Başvuru, 27/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel eksiklik bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 25/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.   Bölüm Başkanı tarafından 1/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 29/12/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Mardin ili Derik ilçesi Hisaraltı köyünde 1967 yılında yapılan kadastro çalışmaları esnasında 109 parsel numaralı taşınmaz, Ş.Ş. ve arkadaşları adına tespit görmüş, başvurucuların murislerinin tespite yaptığı itiraz Mardin Tapulama Müdürlüğü tarafından reddedilmiş, bu karardan sonra başvurucuların murisleri, Derik Tapulama Hâkimliğinde 30/11/1967 tarihinde Ş.Ş. ve arkadaşları aleyhine kadastro tespitine itiraz davası açmışlardır. Derik Tapulama Hâkimliği, 26/3/1971 tarih ve E.1967/190, K.1971/71 sayılı karar ile hâkimlerin davadan çekinmeleri nedeniyle merci tayini için dosyanın Yargıtaya gönderilmesine karar vermiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi, 25/5/1971 tarih, E.1971/6079, K.1971/5135 sayılı ilâmıyla Kızıltepe Tapulama Mahkemesini davaya bakmak için görevlendirilmiştir. Kızıltepe Kadastro Mahkemesi, 20/3/1981 tarih ve E.1972/62, K.1981/55 sayılı kararı ile Mahkemenin görevsizliğine, dosyanın görevli Mahkeme olan Derik Kadastro Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Anılan kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 20/10/1981 tarih ve E.1981/12550, K.1981/10612 sayılı ilâmıyla İlk Derece Mahkemesinin kararını bozmuştur. Bozma ilamı üzerine dava, Kızıltepe Kadastro Mahkemesinin E.1982/14 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Kızıltepe Kadastro Mahkemesinin kapatılması ve dava dosyalarının Mardin Adliyesine devredilmesinden sonra dava dosyası, Mardin Kadastro Mahkemesinin E.2013/82 sayılı dosyasına kaydedilmiş olup, yargılama hâlen devam etmektedir. Başvurucular, 27/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları, maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, maddesinin birinci fıkrası ve maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi (Bkz. B. No: 2012/12, 17/9/2013, §§ 16-22).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7287
Başvurucular, 30/11/1967 tarihinde murisleri tarafından Derik Tapulama Hâkimliğinde açılan kadastro tespitine itiraz davasının halen devam ettiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını, bu sürede taşınmazlarını kullanamadıklarını, taşınmazlarının gelirlerinden yararlanamadıklarını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, tazminat talep etmişlerdir.
1
Başvuru, gözaltına alındıktan sonra farklı bir ile götürülme sırasında koşulları oluşmamasına karşın kelepçe takılması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu eski Cumhuriyet savcısı olup Fethullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) soruşturmaları kapsamında 17/7/2016 tarihinde Erzincan'da gözaltına alınmış, 19/7/2016 tarihinde Adana'ya götürülmüş ve 20/7/2016 tarihinde Adana Sulh Ceza Hâkimliği tarafından tutuklanmıştır. Başvurucu 12/8/2016 tarihinde Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığına dilekçe vermiş venakil sırasında gerekmediği hâlde kendisine keyfî olarak kelepçe takılmasından şikâyetçi olmuştur. Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığı 28/11/2016 tarihinde "Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük hükümleri gereği başvurucunun şikâyet ettiği hususun suç teşkil etmediği" gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Başvurucunun yaptığı itiraz, Erzincan Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 9/1/2017 tarihinde reddedilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:"Dosyada mevcut bilgi ve belgeler doğrultusunda açıklanan gerekçeler ve vasıflandırma bağlamında suçun kanuni unsurlarının oluşmaması, suç yokluğu sebebiyle verildiği görülen Erzincan Başsavcılığı'nın2016/4820 -2016/3791 S-K numaralı kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın usul ve yasaya uygun olduğu;Esasen olayın mahiyeti itibari müştekinin nakli sırasında gerçekleşen eylemin müştekinin hükümlü olmayıp gözaltında olması dolayısı ile takipsizlik kararına dayanak tüzük ile değil CMK 93 ile Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği hükümleri çerçevesinde cereyan ettiği; CMK 93 metnine göre kelepçenin takdiri bir uygulama olduğu,Usuli olarak soruşturulma şartı yönünden olay incelenecek olur ise 668 sayılı KHK’nin sorumluluk başlıklı maddesi ile “15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında karar alan, karar veya tedbirleri icra eden, her türlü adli ve idari önlemler kapsamında görev alan kişiler ile olağanüstü hal süresince yayımlanan kanun hükmünde kararnameler kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin bu karar, görev ve fiilleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz.” hükmü incelendiğinde KHK düzenlemesi ile soruşturma yasağı getirilmiş olduğu anlaşıldığından değişikgerekçe ile itirazın reddine karar verilmiştir." İtirazın reddi kararı başvurucuya 28/3/2017 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 26/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Yakalanan veya tutuklanan kişilerin nakli" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Yakalanan veya tutuklanarak bir yerden diğer bir yere nakledilen kişilere, kaçacaklarına ya da kendisi veya başkalarının hayat ve beden bütünlükleri bakımından tehlike arz ettiğine ilişkin belirtilerin varlığı hâllerinde kelepçe takılabilir." 1/6/2005 tarihli ve 25832 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği’nin "Yakalanan ve nakledilecek şahıslara uygulanacak tedbirler" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Yakalanan veya tutuklanarak bir yerden diğer bir yere nakledilen kişilere, kaçacaklarına ya da kendisi veya başkalarının hayat ve beden bütünlükleri bakımından tehlike arz ettiğine ilişkin belirtilerin varlığı hâllerinde kelepçe takılabilir."
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/21919
Başvuru, gözaltına alındıktan sonra farklı bir ile götürülme sırasında koşulları oluşmamasına karşın kelepçe takılması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; terör örgütü üyeleri tarafından babası yaralandığı, hayvanlarının telef edildiği, konutuna zarar verildiği dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 16/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/12/2014 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 15/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 10/2/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; terör örgütü mensupları tarafından 14/7/1993 tarihinde Batman ili Sason ilçesi Sarıyayla köyü Yıldızkaya mezrasına yapılan baskında hayvanlarının telef olduğunu, konutuna silahla ateş açılması sonucu konutunun hasar gördüğünü, babası B.nin yaralandığını beyan etmiş ve bu özel durumundan kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu 10/9/2007 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 7/1/2011 tarihli ve 2011/1-154 sayılı kararında; terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvuruda bilirkişi heyetince yapılan keşif, tutulan tutanaklar, dosyalarda yer alan bilgi ve belgeler uyarınca Sason ilçesi Sarıyayla köyünün boşalmadığından, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından bahisle talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Batman İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Batman İdare Mahkemesinin 25/11/2011 tarihli ve E.2011/800, K.2011/1292 sayılı kararı ile Sarıyayla köyünün Yıldızkaya, Elagöz, Yelek, Gümüşkemer, Karaağaç, Karayün, Üçevler, Kergiz ve Yolaç mezralarından oluştuğu; Batman İl Jandarma Komutanlığının boşalan ve boşaltılan köylere ilişkin yazısında Yıldızkaya, Elagöz, Yelek, Gümüşkemer, Karaağaç, Karayün, Üçevler, Kergiz ve Yolaç mezralarının 1993 ile 2000 yılları arasında kısmen boşaltıldığı/boşaldığının ifade edildiği; 1987 ile 2000 yılları arasında Sarıyayla köyünde geçici köy korucusu ile gönüllü köy korucusu görevlendirildiği ve koruculuk sisteminin olduğu, köy korucularının ailelerinin dışında köyde yaşayan 25 hanenin bulunduğu, köy nüfusunun 1990 yılında 178 kişi, 1997 yılında 605 kişi, 2000 yılında 777 kişi olduğu; 1990 ile 2000 yılları arasında köyde muhtarlık seçimlerinin yapıldığı, Sarıyayla köyündeki ilköğretim okulunun eğitim ve öğretime açık olduğu, Sarıyayla köyü halkının bir kısmının güvenlik kaygısıyla da olsa göç etmesinden dolayı uğradığı zararın anılan köyün tamamen boşalmamış olması, diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve başvurucuya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle 5233 sayılı Kanun hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından bahisle davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 31/1/2013 tarihli ve E.2012/3224, K.2013/640 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek kararın onanmasına hükmedilmiştir. Onama kararı, başvurucuya 19/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/7/2013 tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: “Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. … Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5319
Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından babası yaralandığı, hayvanlarının telef edildiği, konutuna zarar verildiği dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; Anayasa’nın maddesinin yedinci ve sekizinci fıkrasındaki güvencelerin sağlanmaması nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının, gazetecilik faaliyeti ve ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 28/10/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formuyla eklerine, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere ve Mehmet Baransu (3) (B. No: 2016/11380, 26/12/2018) kararına göre ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) yürüttüğü bir soruşturma (Sor. No: 2014/116320) kapsamında sulh ceza hâkimliğinden başvurucunun konutunda ve eklentilerinde, kullandığı araçlarında ve üzerinde arama yapılmasına karar verilmesini istemiştir. Talebi değerlendiren İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 27/2/2015 tarihinde, “[başvurucu tarafından] teslim edilen 19 kopya CD ve 4 adet DVD içerisinde devletin güvenliği ve askeri yararları açısından Egemen Harekat Planı ile ilgili ‘çok gizli’ gizlilik derecesine haiz olduğu tespit edilen belgeleri Ordu Komutanlığından izinsiz dışarıya çıkaran kişilerin şüpheli Mehmet Baransu ile eylem birliği içinde suç örgütü faaliyeti kapsamında hareket ettikleri, şüphelinin devletin güvenliğine ilişkin belgeleri temin ettiği, çok gizli belgeler olduğunu bilmesine rağmen bu belgeleri yetkili makamlara iade etmeyerek kendisine suret aldığı ve orijinallerini beyanına göre imha ettiği, devletin güvenliği ve siyasal yararlarına ilişkin bilgileri açıkladığı …” gerekçesiyle talebin kabulüne karar vermiştir. Yapılan aramada çok sayıda CD, DVD ve askerî olanlar da dâhil olmak üzere resmî yazışmalar ile olayla ilgili olabilecek nitelikte “Plan Çalışması 27-28 Ocak 2003, Bilgi Destek Planı, İrtica Eylem Planı, Kolordu Komutanlığının No’lu Harekât Planı, Ordu Plan Semineri, Ordu Plan Semineri 2003” isimli askerî belgeler bulunmuştur. Başvurucu, anılan soruşturma kapsamında 1/3/2015 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 2/3/2015 tarihinde, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde (Terör Şubesi) müdafiinin refakatinde ifade vermiştir. İfade alma işlemi sırasında başvurucuya suçlandığı olayların açıklandığı, Genelkurmay Başkanlığı ile yapılan yazışmaların içeriği hakkında bilgi verildiği görülmüştür. İfade alma işlemi kapsamında başvurucuya yirmi sekiz soru yöneltilmiştir. Başvurucuya genel olarak Taraf gazetesinde yayımlanan habere konu bir kısım belgenin Başsavcılığa teslim edilmesine ilişkin tutanaklarda yer alan imza ve beyanların kendisine ait olup olmadığı, haberlere dair belge ve dijital verileri nasıl ve/veya kimden temin ettiği sorulmuştur. Başvurucu; anılan sorulara, söz konusu tutanaklardaki imza ve beyanların kendisine ait olduğu, haberlere ilişkin belge ve dijital verilerin kendisine emekli asker olduğunu söyleyen bir kişi tarafından iki ayrı tarihte teslim edildiği, kendisinin bu belgeleri Başsavcılığa teslim ettiği şeklinde cevaplar vermiştir. İfade sırasında başvurucuya devletin güvenliği ya da iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken ve ifşası hâlinde devletin savaş hazırlıklarını, savaş etkinliğini veya askerî hareketlerini tehlikeye sokabilecek nitelikteki çok gizli belgeleri gazetede kimlerle birlikte incelediği, bu nitelikteki hangi belgelerin çıktısını kimlerle birlikte aldığı, tarama işlemini kimlerle birlikte yaptığı, anılan belgeleri neden imha ettiği, belgeleri temin edince doğrudan yetkili makamlara neden teslim etmediği de sorulmuştur. Başvurucu; bu belgeleri aynı gazetede birlikte çalıştığı gazeteciler A.A., Y.Ç., Y.O., K.T. ve ismini hatırlamadığı bir gazeteci ile birlikte incelediğini, belgelerin çıktısını almadıklarını ve tarama işlemi yapmadıklarını, darbe planı haricindeki hiçbir belgeyi yayımlamadıklarını, kendisine teslim edilen belgeler arasında savaş planlarının da bulunduğunu, tüm belgeleri Başsavcılığa teslim ettiğini, inceledikleri orijinal belgeleri imha etmediklerini ve devlet yetkililerine teslim ettiklerini, haber amaçlı aldıkları CD’lerin kopyalarını sonradan imha ettiklerini, yayımlanan haberlere konu kopya belgeleri gazete yönetimiyle birlikte incelediğini, sonradan kendisine verilen orijinal belgeleri ise kimseyle paylaşmadan devlet kurumlarına teslim ettiğini, yargılama dosyasındaki bazı belgelerin örneğinin kendisinde de bulunduğunu, kendisine verilen tüm ses kasetlerini de devlet kurumlarına teslim ettiğini, yayımladığı “Karargâh” isimli kitabında bu kayıtların bazı kopyalarındaki belgelere yer verdiğini, yine bu kopyaların bazı gazetelere de verildiğini, bu ses kayıtlarının çok daha fazlasının başka kişilerce televizyonlarda ve internette yayımlandığını beyan etmiştir. Başsavcılık 2/3/2015 tarihinde; başvurucunun suç örgütü faaliyeti çerçevesinde eylem birliği içinde hareket ettiğini, kimlik bilgileri bu aşamada tespit edilemeyen şüphelilerden devletin güvenliğine ilişkin belgeleri temin ettiğini, devletin güvenliği ve askerî yararları bakımından çok gizli suça konu belgeleri -belgelerin önemini ve çok gizli niteliğini bilmesine rağmen- yetkili makamlara iade etmeyip bu belgelerden kendisine suret aldığını, ifadesine göre orijinallerini imha ettiğini, devletin güvenliği ve siyasal yararlarına ilişkin bilgileri açıkladığını belirterek suç işlemek amacıyla örgüt kurma, devletin güvenliğine ilişkin belgeleri tahrip etme, amacı dışında kullanma, hile ile alma, çalma, devletin güvenliğine ilişkin gizli belgeleri temin etme, devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin gizli kalması gereken bilgileri açıklama suçlarından tutuklanmasını talep etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 2/3/2015 tarihinde başvurucunun sorgusu yapılmıştır. Başvurucu, sorgusunda genel olarak Terör Şubesinde verdiği ifadesi doğrultusunda beyanda bulunmuştur. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği başvurucunun devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin gizli kalması gereken bilgileri açıklama ve suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçlarından tutuklanması talebini reddetse de devletin güvenliğine ilişkin belgeleri tahrip etme, amacı dışında kullanma, hile ile alma, çalma ve devletin güvenliğine ilişkin gizli belgeleri temin etme suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucu hakkında verilen tutuklama kararının ilgili kısmı şöyledir: “Devletin Güvenliğine İlişkin Belgeleri Tahrip Etme Amacı Dışında Kullanma Hile İle Alma Çalma ve Devletin Güvenliğine İlişkin Gizli Belgeleri Temin Etme suçlarından tutuklanmasının talep edildiği, dosya kapsamında mevcut delillere göre; şüphelinin eylemine konu olayın balyoz darbe planı olarak bilinen plan ve bu plana ilişkin DVD, CD ve belgeler olduğu, bu belgeler ile birlikte Egemen Harekât Planının da şüphelinin temin ettiğinin anlaşıldığı, Egemen Harekât Planının ‘ÇOK GİZLİ’ gizlilik derecesine ait olduğu, bu plandaki bilgilerin devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararlar bakımından gizli kalması gereken nitelikte olduğunun anlaşıldığı, yine bu CD’lerdeki 118 adet gizli belgenin de çalındığının anlaşıldığı, şüphelinin bir şekilde ele geçirdiği belgelerin kopyası olsa dahi ilgili mercilere teslim etmek yerine kendisi tarafından imha edildiğinin ifade edildiği, ancak imha edilip edilmediğinin henüz bilinmediği, bulunamayan gizli belgelerin halen nerede olduğu, kimin elinde bulunduğu ve ne amaç ile kullanılacağının bilinmediği, şüphelinin belgeleri aldığını söylediği emekli asker olduğunu bildirdiği kişinin kim olduğu hususunda henüz bir tespitin yapılamadığı, bu kişi ile birlikte hareket eden başka kişiler bulunup bulunmadığının da henüz tespit edilemediği, şüphelinin eylemleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde isnat edilen Devletin Güvenliğine İlişkin Belgeleri Tahrip Etme Amacı Dışında Kullanma Hile İle Alma Çalma, Devletin Güvenliğine İlişkin Gizli Belgeleri Temin Etme suçlarını işlediği hususunda kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller bulunduğu, bu suçların yasada öngörülen cezalarının alt ve üst sınırı nazara alınarak; CMK’ nun ve devamı maddelerinde belirtilen tutuklama yasağı veya yargılama engeli gibi halin bulunmadığı, atılı suç yönünden şüphelinin alabileceği ceza miktarı göz önüne bulundurulduğunda kaçabileceği yönünde şüphe bulunduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmadığı, çok kapsamlı bir şekilde ve çok yönlü olarak soruşturmanın devam ettiği, atılı suçlar yönünden beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde ‘ölçülük’ ilkesi uyarınca daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada yetersiz kalacağı, kanaatine varıl[mıştır].” Başvurucunun anılan karara yönelik itirazı İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 16/3/2015 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucunun 18/3/2015 tarihli talebi ile bu talebin reddine dair karara yaptığı itiraz da ilgili hâkimliklerce reddedilmiştir. Başvurucu; gazetecilik faaliyeti kapsamında yayımlanan bir habere konu belgelerin temin edildiğinden bahisle suç işlenmediği ve tutuklama nedeni bulunmadığı hâlde tutuklama kararı verildiğini, tutukluluğa ilişkin karar veren sulh ceza hâkimliklerinin kanuni hâkim ilkesine aykırı olup tarafsız ve bağımsız mahkeme güvencesini sağlamadıklarını, kısıtlılık kararı verildiğinden soruşturma dosyasının incelenememesi ve ayrıca kapalı devre itiraz sistemi bulunması nedeniyle tutukluluğa itiraz hakkını etkili bir şekilde kullanamadığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarıyla Anayasa Mahkemesine 20/4/2015 tarihinde bireysel başvuru (B. No: 2015/7231) yapmıştır. Anayasa Mahkemesi 17/5/2016 tarihinde 2015/7231 sayılı başvuruyu karara bağlamıştır. Verilen karara göre kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında sulh ceza hâkimliklerinin doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olduğuna ilişkin iddia ile aynı hak kapsamında itiraz hakkının etkin olarak kullanılamadığına ilişkin iddia açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemezdir, tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin iddia ile ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddia ise kabul edilebilir niteliktedir. Bununla birlikte Anayasa’nın maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile Anayasa’nın ve maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlükleri ihlal edilmemiştir. Başsavcılık 7/6/2016 tarihinde; silahlı terör örgütüne üye olma, devletin güvenliğine ilişkin belgeleri tahrip etme, amacı dışında kullanma, hile ile çalma, devletin güvenliğine ilişkin gizli belgeleri temin etme, devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin gizli kalması gereken bilgileri açıklama suçlarından cezalandırılması istemiyle kamu davası açmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) 16/6/2016 tarihinde yaptığı duruşmaya hazırlık incelemesi sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu 20/6/2016 tarihinde bir bireysel başvuru daha yapmıştır (B. No: 2016/11380). Bu başvuruda başvurucu; tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının, gazetecilik faaliyeti ve ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Ceza Mahkemesi 2/9/2016, 23/11/2016, 15/2/2017, 10/5/2014, 20/11/2017, 13/9/2017, 4/12/2017, 31/1/2018, 4/5/2018 ve 7/8/2018 tarihli duruşmalarda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi 2016/11380 sayılı başvuru ile ilgili kararını 26/12/2018 tarihinde vermiştir. Anayasa Mahkemesi, 2015/7231 sayılı başvuruda incelendiği için gazetecilik faaliyeti ve ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın incelenmesine gerek görmemiş ancak kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında tutukluluğun makul süreyi aştığına ilişkin iddiayı kabul edilebilir bulsa da Anayasa’nın maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilmediğine karar vermiştir. Ceza Mahkemesi başvurucunun tutukluluk durumunu; duruşmanın 4/2/2019, 25/3/2019, 12/7/2019, 29/8/2019, 12/12/2019, 24/3/2020, 1/6/2020, 12/8/2020, 13/10/2020, 9/12/2020, 4/3/2021, 2/6/2021 ve 18/10/2021 tarihli oturumlarında ve birçoğunda başvurucu ve/veya müdafiinin hazır bulunmadığı 18/1/2019, 4/3/2019, 24/4/2019, 24/5/2019, 21/6/2019, 9/8/2019, 26/9/2019, 24/10/2019, 21/11/2019, 10/1/2020, 7/2/2020, 5/3/2020, 22/4/2020, 15/5/2020, 30/6/2020, 29/7/2020, 11/9/2020, 9/10/2020, 12/11/2020, 7/1/2021, 5/2/2021, 2/4/2021, 30/4/2021, 28/5/2021, 1/7/2021, 30/7/2021, 27/8/2021 ve 24/9/2021 tarihli tutukluluk incelemelerinde değerlendirmiştir. Başvurucunun 27/8/2021 tarihli karara yönelik itirazı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 21/9/2021 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu 28/10/2021 tarihinde bu başvuruyu yapmıştır. Ceza Mahkemesi bireysel başvuru tarihinden sonra duruşmayı üç oturum sürdürüp yargılamayı4/3/2022 tarihinde sonlandırmıştır. Devletin güvenliğine ya da iç veya dış siyasal yararlarına ilişkin belge ya da vesikaların kısmen veya tamamen yok edilmesi, tahrip edilmesi ya da bunlar üzerinde sahtecilik yapılması veya geçici de olsa bunların tahsis olundukları yerden başka bir yerde kullanılması, hileyle alınması ya da çalınması suçundan başvurucunun beraatine karar veren Ceza Mahkemesi; başvurucunun devletin güvenliğine ilişkin belgeleri temin etme suçu nedeniyle 6 yıl, devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin bilgileri açıklama suçundan 7 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Ceza Mahkemesi ayrıca başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Anılan karara karşı başvurucunun istinaf başvurusunu inceleyen İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 10/10/2022 tarihinde, başvurucunun isnat edilen suçlamalar nedeniyle başka mahkemelerde de yargılandığına işaret ederek suçların zincirleme suç kapsamında kalıp kalmadığı ve suç işleme kastının yenilenip yenilenmediğinin tespit edilmesi gerektiği gerekçesiyle Ceza Mahkemesince verilen hükmü bozup delil durumunu, tutuklulukta geçirilen süreyi ve azami tutukluluk süresini dikkate alarak başvurucunun tahliyesine ve adli kontrol tedbiri kapsamında yurt dışına çıkamama yükümlülüğüne tabi tutulmasına karar vermiştir. Başvurucu, hakkında yürütülen başka yargılamalar kapsamında verilen kararlar nedeniyle hâlâ ceza infaz kurumunda tutulmaktadır. Başvuruya konu edilen yargılama, henüz nihayete ermemiştir. Yargılama sürecinin başından itibaren inceleme tarihine kadar geçen sürede üç kişilik Ceza Mahkemesi Heyetinde birçok hâkim görev almıştır.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/22874
Başvuru, Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci ve sekizinci fıkrasındaki güvencelerin sağlanmaması nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının, gazetecilik faaliyeti ve ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 10/12/2005 tarihinde ifadesi alınmış, silahla yağma suçunu işlediği iddiasıyla İskenderun Cumhuriyet Başsavcılığının 23/12/2005 tarihli iddianamesiyle hakkında kamu davası açılmıştır. İskenderun Ağır Ceza Mahkemesinin 17/4/2008 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 18/12/2013 tarihli kararıyla onanmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4342
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; arama kararının hukuka aykırı olması nedeniyle özel hayata saygı ve konut dokunulmazlığı haklarının; daha önce kovuşturmaya yer olmadığına dair kararverilen bir soruşturma dosyasının herhangi bir şikâyet veya delil olmadan yeniden açılması, dosyadaki suçlamaların gerçekten saptırılarak değerlendirilmesi, sadece aleyhe delillerin dikkate alınması ve soruşturma dosyasına erişim imkânı verilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/2/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Diyarbakır'da, Diyarbakır Valiliği Koordinasyonunda Uluslararası Polis Birliği (İPA) Diyarbakır Şube Başkanlığınca yürütülen Sosyal Destek Programı (SODES) Projesi olan "Bilinçli Kadın Aydınlık Gelecek" adlı SBS öğrencilerinin dershanelere gönderilmesi çalışması ile ilgili olarak yapılan bir ihalenin şartnamedeki belirtilen şartları taşımayan bir kuruma verildiği yönündeki bir şikâyet üzerine 21/12/2010 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) ceza soruşturması başlatılmıştır. Başsavcılık yaptığı soruşturma sonucunda 20/2/2013 tarihinde başvurucunun da aralarında olduğu bir kısım şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Şikayete konu ihalenin eğitim döneminin başlamış olması neden ile acil olarak yapılmış bir ihale olduğu, şikayet edilen dershanelerde şikayet dilekçesinde iddia edilenin aksin yeterli sayıda öğretmenin bulunduğu, başarı oranının yine şikayet dilekçesinin aksine yüksek düzeyde olduğu, ihaleye katılan ve şartları uyan dershaneler arasında öğrencilerin dershanelerin kapasitelerine göre taksim edildiği, alınan hizmet karşılığı ödemelerin yapıldığı, yine daha önce teklif edilen fiyatlarla alınan hizmetin uyumlu olduğu, ihalelerde belirli kişi veya firmaların korunduğu ve de kayrıldığına dair herhangi bir delil bulunmadığı anlaşıldığından KOVUŞTURMA İCRASINA YER OLMADIĞINA ...KARAR VERİLDİ." Başsavcılık ilerleyen süreçte, verilen bu kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın 14/10/2014 tarihli kararıyla kaldırılmasına ve başvurucunun da aralarında olduğu bir kısım şüpheliler hakkında soruşturmanın yeniden başlatılmasına karar vermiştir. Kararda kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kaldırılmasına ilişkin gerekçe şu şekilde ifade edilmiştir:"...Soruşturmanın, 'Resmi İhaleye Fesat Karıştırmak' suçu olduğu halde ihale evrakları asıllarının temin edilerek, bilirkişi incelemesi yapılmadan dosya içerisindeki eksik evraklar üzerinden ve emniyet fezlekesi doğrultusunda Takipsizlik kararı verildiği, halbuki dosyada yapılan incelemede ihale işlemlerinde usulsuzluk bulunabileceği..." Yeniden soruşturma başlatılmasına karar veren Başsavcılık öncelikle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına bir yazı yazarak bu ihaleye ilişkin olarak bir bilirkişi raporu aldırılması talebinde bulunmuştur. Bu talep üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı üç kişiden oluşan bir heyetten bilirkişi raporu alarak Başsavcılığa göndermiştir. Bu raporun ilgili kısımları şöyledir:"... Bu çerçevede inceleme ve tespitler bölümünde ayrıntıları ile irdelendiği üzere; Teklif veren dershanelere ait fiyat listesinde servis hariç fiyatların incelemeye esas alındığı, dosya kapsamındaki evraklara göre; Özel S.E. Dershanesi KDV dahil öğrenci başına 800 TL ve Özel Ö.P.A. Dershanesi KDV dahil öğrenci başına 800 TL ve Özel P. SBS Dershanesi tarafından KDV dahil 800 TL ikinci bir teklifin verildiği/alındığı görüldüğü, İhale satın alma komisyonu tarafından düzenlenen eğitim hizmeti satın alma teklifi, teklif veren dershanelere ilişkin komisyon tarafından düzenlenen teklif fiyat listesi ile soruşturma dosyasına sunulan teklif tutarlarının örtüşmediği, adı geçen 3 dershanenin verilen ilk teklife göre daha düşük tutarlarla ikinci bir teklif verilmesi sağlanarak hizmet temininin adı geçen dershanelerden sağlandığı anlaşılmıştır. Teklif veren dershaneler ile ikinci bir teklif verilmesi/alınması dershaneler arasındaki rekabeti bozucu bir uygulama olduğu değerlendirildiği, Soruşturma dosyasına sunulan belgelerin incelenmesinde, ihale ilanının ne kadar süre ile yayınlandığına dair herhangi bir belgenin bulunmadığı görülmüştür. Ancak hizmet alımına ilişkin 13-14 isteklinin teklif verdiği görülmüştür. Teklif tarihlerinin örtüşmesi nedeniyle doğrudan temin yöntemine ilişkin ilanın yapıldığı değerlendirildiği, İhaleye daha ekonomik teklif veren istekliler olduğu halde ihalenin daha yüksek teklif veren isteklilere verildiği hususu, ekli tabloda ve yukarıda sunulan tabloda yer alan isteklilerin teklif edilen birim fiyatların incelenmesinde, en ekonomik teklif veren dershanenin E. Dershanesi olduğu verilen teklifin KDV dâhil 625,00 TL olduğu tüm istekliler arasında en düşük teklifi verilmesi nedeni ile aşırı düşük teklif kapsamında değerlendirilmesinin olağan olduğu, Birinci ve ikinci en ekonomik teklif veren dershanelerin Özel Ö.İ. ve E. Dershaneleri olduğu bu dershanelerin güvenlik konusundaki donanımının teknik şartnamede öngörülen kriterleri taşımadığının görüldüğü, A. SBS Dershanesi ve Ö. Dershanesinin ise en yüksek teklif veren istekliler olması nedeniyle tekliflerinin kabul edilmemesinin olağan olduğu, İstekliler tarafından Doğrudan Temin Yöntemi ile Hizmet alımına ilişkin tekliflerin incelenmesinde; en uygun teklifi veren ve teknik şartnamedeki koşulları sağladığı belirlenerek sözleşme imzalanmasına karar verilen dershanelerin diğer teklif veren isteklilerle önemli ölçüde ayırt edici niteliklere sahip olduğundan söz edilemeyeceği, bu şartlar altında doğrudan temin yönteminin bir ihale usulü olmadığından takdiri Cumhuriyet Başsavcılığına ait olmak üzere TCK’nın ihale ile ilgili hükümlerine bir aykırılığın söz konusu olmayacağı bununla birlikte hizmet alımına karar verilen isteklilere ikinci kez teklif verilme imkânının tanınmış olması, teklif veren diğer isteklilere ise bu imkânın tanınmamış olması fırsat eşitliğini bozan ve haksız rekabete yol açan bir uygulama olduğu değerlendirildiği..." Öte yandan Başsavcılık 2/10/2015 tarihinde dosya içindeki belgelerin incelenmesinin ve belgelerden örnek alınmasının soruşturmanın amacını tehlikeye düşürülebileceği gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanmasına karar verilmesini Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğinden talep etmiştir. Hâkimlik, benzer gerekçeyle 2/10/2015 tarihinde dosya içeriğinin incelenmesinin veya belgelerden örnek alınmasının kısıtlanmasına karar vermiştir. Başvurucu, anılan bu soruşturma kapsamında 3/10/2015 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başsavcılık 5/10/2015 tarihinde başvurucunun da aralarında olduğu bir kısım şüphelileri tutuklanması istemiyle Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucu, Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğinin 5/10/2015 tarihli kararıyla nitelikli dolandırıcılık suçundan tutuklanmıştır. Kararın ilgili kısımları şöyledir: "... Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 26/02/2015 tarihli ve 2014/28850 soruşturma sayılı talimat yazısı ekinde bulunan bilirkişi raporunda, hizmet alımı esnasında usulsüzlüklerin tespit edildiği, yapılan inceleme neticesinde bu usulsüzlüklerin devletin zararına neden olduğu, IPA Diyarbakır Şube Başkanlığı tarafından SODES projesi kapsamında hizmet alımı için kurulan kurulda bulunan diğer polis memurları A.A., A.K. ve E.Ç.'ıın beyanlarında, şüphelilerin karar alma sürecinde söz sahipleri olduklarını, verilen tekliflerin değerlendirilmesi aşamasında hizmet alımı yapılan dersanelerin daha düşük fiyat vermeleri için ikinci bir teklifte bulundurularak dersanelerin düşük fiyat vermelerini sağladıklarını beyan etmeleri, soruşturmanın çeşitli aşamalarında ifadelerine başvurulan bilgi sahiplerinin beyanları incelendiğinde, hizmet alımı yapılan dersanelerin şartları tam olarak sağlamadığı, bu hususun komisyonca denetlenebilir seviyede olduğunun tespit edildiği, hizmet alımı yapılan dersanelerin komisyonca belirlenen kriterleri tam olarak sağlamadıkları açıkça anlaşılabilir nitelikte olduğu, bu nedenlerle; şüpheliler hakkında 5271 Sayılı CMK’ [Ceza Muhakemesi Kanunu] 100/1 maddesinde belirtilen 'kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin', Anayasanın 19/ maddesinde belirtilen 'kuvvetli belirti' in (şüphe) ve AİHS’in [Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi] 5/ maddesinde belirtilen 'makul şüphenin' bulunduğuna dair hakimliğimizi ikna edebilecek bilgi ve somut deliller var olduğu...Anayasa Mahkemesinin 2011 Tarih 2010/71 Esas, 2011/143 Karar ve 2012 Tarih 2012/35 Esas 2012/203 Karar sayılı kararlarında belirtildiği üzere ölçülülükilkesi; 'elverişlilik', 'gereklilik' ve 'orantılılık' ilkelerini içerip; şüpheliye isnat edilen suçlamanın niteliği, suçlamanın kanunda yazılı hapis cezasının alt ve üst sınırı, İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri göz önüne alındığında tutuklama kararının ulaşılmak istenen amaç için elverişli olduğu, tutuklama kararının ulaşılmak istenen amaç bakımından gerekli olduğu ve verilen tutuklama kararı ile ulaşılmak istenen amaç arasında olması gereken ölçünün (orantı) bulunduğu, tutuk­lama zorunluluğu gerektiren nedenlerin var olduğu. Bu itibarla tutuklama tedbirine başvurularak elde edilmesi beklenen yarar ile şüpheliler açısından ortaya çıkacak zarar karşılaştırılarak, tutuklama tedbirinin uygulanmasının gerekli olduğu sonucuna varıldığı, bu nedenlerle Anayasanın ve 5271 Sayılı CMK nun 100/1 maddesinde bilirtilen ölçülülük ilkesine göre tutuklama kararının ölçülü olacağı, Açıklanan tüm bu hususlar dikkate alındığında adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı, şüpheliler hakkında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin var olduğu, bir tutuklama nedeninin bulunduğu ve Ölçülülük ilkesinin gerçekleştiği, Anayasanın maddesi, AİHS’in maddesive5271 Sayılı CMK’ maddesinde belirtilen tutuklama nedenlerinin var olduğu. Ayrıca AİHS’in 5/1 maddesi uyarınca özgürlükten yoksun bırakmanın yasalara uygun olup, 5271 Sayılı CMK’ maddesinin de AİHS’ in tüm maddelerinin özünde var olanhukukun üstünlüğü ilkesi ile uyumlu olduğu anlaşılmakla; şüphelilerin CMK 100 ve devamımaddeleri gereğince ayrı ayrı TUTUKLANMALARINA, ...[karar verildi.]" Başvurucu 7/10/2015 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğince 12/10/2015 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği 27/1/2016 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Başvurucu; anılan tahliye kararının verilme tarihinin 29/1/2016 olduğunu, kendisinin de bu tarihte bu kararı öğrendiğini bildirmiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede tahliye kararının tarihinin 29/1/2016 olduğu anlaşılmıştır. Başvurucu 26/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılığın 24/5/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun kamu kurumu zararına dolandırıcılık ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucu dışında on altı şüpheli hakkında da benzer suçlardan cezalandırma talebinde bulunulmuştur. İddianamede, soruşturma konusu olaya ilişkin hukuki değerlendirmeler özetle şöyledir: "Soruşturma konusu olayda İPA Diyarbakır Şube Başkanlığı tarafından yürütülen Bilinçli Kadın Aydın Gelecek isimli sodes projesinde ilköğretim öğrencilerine verilecek SBS eğitim için yapılan hizmet alımı işinin ihale ile yapılmasında soruşturma konusu kurumun ülkemizde dernek statüsünde bulunması nedeniyle 4734 sayılı yasanın maddesinde tahdidi olarak sayılan kurumlarından olmadığı için, yine 2010 yılı Sodes uygulama usul ve esasları genelgesinin 13/9 maddesinde proje ile ilgili yapılacak satın alma işlemlerinde proje yürütücü kurumun tabi olduğu mevzuat hükümleri uygulanacağı belirtildiği için, özel hukuk tüzel kişisi konumunda olan İPA Diyarbakır Şube Başkanlığı tarafından gerçekleştirilen hizmet alım ihalesinin, bilirkişi raporunda belirtilenin aksine 4734 sayılı yasa hükümlerine tabi bir ihale olmadığı anlaşıldığından, şüphelilerin eylemlerinin ihaleye fesat karıştırma suçunu oluşturmadığı, hem İPA Diyarbakır Şube Başkanlığı yetkilisi olan şüphelilerin, hem de hizmet satın alınan şirket ortak ve yetkilileri ile Valilik Proje Koordinasyon Merkezi yetkilisinin usulsüz olarak proje kapsamındaki 250 Öğrenciye SBS kursu ile 100 kadına dokuma kursu verilmesi işini tamamen Fetö/Pdy [Fetullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanması] silahlı terör örgütüne mali kaynak sağlamak amacıyla soruşturma konusu şirketlere eksik olarak yaptırarak Diyarbakır Valiliği ve Devlet Planlama Teşkilatından yaklaşık 000-TL ödenek almak suretiyle kamu kurumu zararına dolandırıcılık suçunu işledikleri anlaşılmıştır. ...Bu bilgiler ışığında soruşturma konusu olayda dernek statüsündeki uluslararası polis birliğinin Türkiye temsilciliğine bağlı Diyarbakır IPA Şube Başkanlığı tarafından 2010 yılında Diyarbakır Valiliği ve Devlet Planlama Teşkilatı'nca gerçekleştirilen Sodes projelerinde Bilinçli Kadın Aydın Gelecek isimli 250 öğrenciye SBS kursu verilmesi ve 100 kadına dokuma kursu açılması konulu projenin yürütüldüğü, burada IPA Şube Başkanlığı yetkilileri olan şüpheliler A., Yalçın Kaplan, H.İ., A.A., E.Ç. ve A.K.'in dosyada mevcut 29/102010 tarihli komisyon karar tutanağına göre teklif veren 14 dershane arasında fiyat avantajı olmamasına ve ihale şartlarını taşımamalarına rağmen FETÖ/PDY terör örgütü bünyesindeki Pi Analitik, Pratik SBS ve Sur Özel Eğitim Dershanesi'nden hizmet alımı yapılmasına karar verdikleri, şüphelilerin buradaki amacının IPA Şube Başkanlığı tarafından yürütülecek olan projenin en iyi fiyat veren kişi tarafından eksiksiz olarak yerine getirilmesi olmadığı, zira proje kapsamında soruşturma konusu dershanelere giden öğrencilerin alınan ifadelerinde ihale şartnamesinde yazılı birçok hususun dershane yetkilileri tarafından yerine getirilmediği gibi IPA yetkilisi şüpheliler tarafından da bu konunun araştırılmadığı, bu nedenle şüphelilerin asıl amacının dernek üzerinden yürütülen proje için Diyarbakır Valiliği'nden alınan yaklaşık 000 TL'lik ödeneğin FETÖ/PDY bünyesinde faaliyet gösteren şirketler vasıtasıyla örgüte aktarmak olduğu, A.K., E.Ç., A. isimli şüphelilerin ikamet ve üzerlerinde yapılan aramada ele geçirilen dijital malzemeler ile yine Yalçın Kaplan, E.Ç., A.A. ve A.K. hakkında FETÖ/PDY terör örgütü üyesi olma suçundan yürütülen soruşturmalara bakıldığında tüm bu hususların, şüphelilerin FETÖ/PDY terör örgütü içerisinde hareket ettiğini ve Sodes projesinde de örgütün kendilerine verdiği talimatla işlem yaptıklarını gösterdiği, soruşturma konusu Pi Analitik ve Sur Özel Eğitim isimli dershanelerde, yine dershane ortak ve yetkilileri olan E.Ö. ve İ.Y.'ın ikamet ve üzerlerinde yapılan aramalarda ele geçirilen dijital malzemelerde yapılan incelemeler sonucu tespit edilen örgütsel dokümanlar da soruşturma konusu projenin bilerek ve isteyerek örgüt bünyesinde faaliyet gösteren kurumlara verildiğini gösterdiği, bu nedenlerle tüm şüphelilerin FETÖ/PDY terör örgütü Diyarbakır il yapılanması içerisinde örgütün gerçekleştirmek istediği nihai amaca ulaşmak için kendilerine verilen görevleri yerine getirdikleri, örgüt içerisinde bulunma iradesi ile örgüt hiyerarşisi içerisinde hareket ettikleri anlaşılmaktadır....Tüm bu anlatılanlar ışığında yukarıda açık kimlik ve adres bilgileri yazılı şüphelilerin üzerlerine atılı kamu kurumu zararına dolandırıcılık, silahlı terör örgütüne üye olma ve özel belgede sahtecilik suçlarını birlikte işledikleri anlaşılmakla..." Başvurucu hakkında düzenlenen iddianame Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından 13/6/2017 tarihinde kabul edilmiş ve Mahkemenin E.2017/653 sayılı dosyası üzerinden yargılamaya başlanmıştır. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, ...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Dolandırıcılık" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası verilir." 5237 sayılı Kanun'un "Nitelikli dolandırıcılık" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:"(1) Dolandırıcılık suçunun;...d) Kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasî parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması suretiyle, e) Kamu kurum ve kuruluşlarının zararına olarak,...İşlenmesi hâlinde, üç yıldan on yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur. (Değişik cümle: 03/04/2013-6456 S.K./mad) Ancak, (e), (f), (j), (k) ve (l) bentlerinde sayılan hâllerde hapis cezasının alt sınırı dört yıldan, adli para cezasının miktarı suçtan elde edilen menfaatin iki katından az olamaz."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/3927
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; arama kararının hukuka aykırı olması nedeniyle özel hayata saygı ve konut dokunulmazlığı haklarının; daha önce kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilen bir soruşturma dosyasının herhangi bir şikâyet veya delil olmadan yeniden açılması, dosyadaki suçlamaların gerçekten saptırılarak değerlendirilmesi, sadece aleyhe delillerin dikkate alınması ve soruşturma dosyasına erişim imkânı verilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, adına düzenlenen ödeme emrine karşı açtığı davanın reddedildiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, Anayasa’nın , , , , ve maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 11/3/2013 tarihinde Edirne Vergi Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön inceleme neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 24/7/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 9/12/2014 tarihli görüş yazısı 22/12/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı cevap sunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Adalet Bakanlığının görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun, adına düzenlenen ödeme emrinin iptaline karar verilmesi istemiyle 20/1/2006 tarihinde açtığı dava, İstanbul Vergi Mahkemesinin 20/12/2006 tarih ve E.2006/207, K.2006/2948 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:"Dosyanın incelenmesinden, davacının 1997 gün ve 97/8 sayılı yönetim kurulu kararı ile istifa ile boşalan yönetim kurulu üyeliğe atanarak bu karar 1997 gün ve 4311 sayılı Ticaret Sicili Gazetesi ile ilan edilmiştir. 1997 tarihinde yapılan 1997 tarih ve 4391 sayılı Ticaret Sicili Gazetesinde ilan edilen olağanüstü genel kurul kararı ile yönetim kurulu üyeliği onaylanmış ve yeniden seçilen yönetim kurulu üyeleri arasında yer almadığından bu tarihte yönetim kurulu üyeliği sona ermiş olup, dolayısıyla 1997-1997 tarihleri arasında yönetim kurulu üyeliğinde bulunmuştur.Bu durumda dava konusu amme alacağının beyan tarihi ile tahakkuk ve vade tarihinde şirket yönetiminde bulunan davacının vadesinde ödenmeyen ve şirketten tahsil imkanı bulunmayan vergi borcundan sorumlu olduğundan düzenlenen ödeme emirlerinde hukuka aykırılık görülmemiştir." Danıştay Yedinci Dairesi, " 1997 gün ve 1997/9 sayılı yönetim kurulu kararıyla Şirketin yönetim kurulu üyeliğine seçilen davacının, Şirketi temsil ve ilzama yetkili üyeler arasında gösterilmediği; 1997 tarih ve 4391 sayılı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi'nde ilan edilen 1997 gün ve 1997/18 sayılı yönetim kurulu kararında da, davacının yalnızca yönetim kurulu üyesi olduğu; Şirketi temsil ve ilzam hususunda yetkilendirilen birinci ve ikinci derece imza yetkilileri arasında ismine yer verilmediği anlaşılmakla, kanuni görevleri yerine getirme hususunda yetki ve sorumluluğu bulunmayan davacının, 213 sayılı Kanunun yukarıda anılan 10"uncu maddesi uyarınca ödeme emri ile takibinde hukuka uyarlık bulunmadığın, ..." gerekçesiyle yer vererek 4/2/2010 tarih ve E.2007/1913, K.2010/1006 sayılı kararıyla İlk Derece Mahkemesi kararını bozmuştur. İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığınca bu karara karşı yapılan karar düzeltme başvurusunda, 14/5/1997 tarih ve 97/8 sayılı yönetim kurulu kararı ile başvurucunun kurul üyeliğine atandığı, bu kararın 16/6/1997 tarih ve 4311 sayılı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi'nde ilan edildiği, anılan karardan sonra birinci derece imza yetkisinin 9/6/1997 tarih ve 97/10 sayılı yönetim kurulu kararıyla başvurucuya verildiği ve kararın 18/6/1997 tarih ve 4313 sayılı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi'nde ilan edildiği, 1997 yılının Haziran dönemine ilişkin uyuşmazlık konusu vergi borcunun vadesinin 20/7/1997 olduğu, başvurucunun kanuni temsilcilik sıfatının 14/5/1997-19/9/1997 tarihlerini kapsadığı, ödeme emri içeriği amme alacağının ödenmesi bakımından başvurucunun gerek dönem, gerekse vade olarak hukuksal açıdan sorumlu olduğu hususlarına yer verilmiştir. Danıştay Yedinci Dairesi 26/11/2012 tarih ve E.2010/7783, K.2012/6205 sayılı kararıyla karar düzeltme talebini kabul etmiş ve İlk Derece Mahkemesi kararını onanıştır. Bu karar başvurucuya 16/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bireysel başvuru, 11/3/2013 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un maddesi şöyledir:“Devlete, vilayet hususi idarelerine ve belediyelere ait vergi, resim, harç, ceza tahkik ve takiplerine ait muhakeme masrafı, vergi cezası, para cezası gibi asli, gecikme zammı, faiz gibi fer'i amme alacakları ve aynı idarelerin akitten, haksız fiil ve haksız iktisaptan doğanlar dışında kalan ve amme hizmetleri tatbikatından mütevellit olan diğer alacakları ile; bunların takip masrafları hakkında bu kanun hükümleri tatbik olunur.Türk Ceza Kanununun para cezalarının tahsil şekli ve hapse tahvili hakkındaki hükümleri mahfuzdur.” Aynı Kanun’un maddesi şöyledir:" Ödeme müddeti içinde ödenmiyen amme alacağı tahsil dairesince cebren tahsil olunur. Cebren tahsil aşağıdaki şekillerden herhangi birinin tatbikı suretiyle yapılır: Amme borçlusu tahsil dairesine teminat göstermişse, teminatın paraya çevrilmesi yahut kefilin takibi, Amme borçlusunun borcuna yetecek miktardaki mallarının haczedilerek paraya çevrilmesi, Gerekli şartlar bulunduğu takdirde borçlunun iflasının istenmesi." Aynı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:" Amme alacağını vadesinde ödemiyenlere, 7 gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumu bir "ödeme emri" ile tebliğ olunur." Aynı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Borçlunun, mal bildiriminde gösterilen veya tahsil dairesince tesbit edilen borçlu veya üçüncü şahıslar elindeki menkul malları ile gayrimenkullerinden, alacak ve haklarından amme alacağına yetecek miktarı tahsil dairesince haczolunur.” Aynı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Menkul mallar tahsil dairelerince, köylerde ihtiyar kurullarınca haciz yapıldığı tarihin üçüncü gününden itibaren üç ay içinde satışa çıkarılır.” 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, Vakıflar ve cemaatlar gibi tüzel kişiliği olmıyan teşekküllerin mükellef veya vergi sorumlusu olmaları halinde bunlara düşen ödevler kanuni temsilcileri, tüzel kişiliği olmayan teşekkülleri idare edenler ve varsa bunların temsilcileri tarafından yerine getirilir. “Yukarıda yazılı olanların bu ödevleri yerine getirmemeleri yüzünden mükelleflerin veya vergi sorumlularının varlığından tamamen veya kısmen alınmayan vergi ve buna bağlı alacaklar, kanuni ödevleri yerine getirmeyenlerin varlıklarından alınır. Bu hüküm Türkiye'de bulunmayan mükelleflerin Türkiye'deki temsilcileri hakkında da uygulanır.” 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesinin (3) numaralı fıkrası ile maddesi.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1949
Başvurucu, adına düzenlenen ödeme emrine karşı açtığı davanın reddedildiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, Anayasa’nın 2. , 12. , 17. , 2 , 35. ve 38. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru, ceza davasında sanığın hazır bulunma talebinin reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılanmıştır. Mersin Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülen yargılama üç celsede tamamlanmıştır. Yargılamada 18/4/2017 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'na göre duruşmanın 28/9/2017 tarihinde yapılmasına, başvurucunun duruşma tarihinde Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile duruşmada hazır bulundurulmasına karar verilmiştir. Başvurucu, yargılamanın 28/9/2017 tarihli ilk celsesine tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumundan SEGBİS aracılığı ile katılmıştır. Duruşma Tutanağı'nda başvurucunun SEGBİS aracılığıyla duruşmaya katılmak istemediği yönünde Mahkemeye itirazda bulunduğuna dair herhangi bir beyanı yer almamaktadır. Duruşmada başvurucu, müdafiinin de hazır bulunmasıyla savunma yapmıştır. Mahkeme, bir sonraki celsede başvurucunun duruşmada bizzat hazır edilmesine karar vererek duruşmayı 15/2/2018 tarihine ertelemiştir. Başvurucu, yargılamanın 15/2/2018 tarihli ikinci celsesinde hazır bulunmuştur. Mahkeme, bir sonraki celsede başvurucunun duruşmada SEGBİS aracılığıyla hazır edilmesine karar vererek duruşmayı 15/3/2018 tarihine ertelemiştir. Başvurucu, yargılamanın 15/3/2018 tarihli üçüncü celsesine tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumundan SEGBİS aracılığı ile katılmıştır. Duruşma Tutanağı'nda başvurucunun SEGBİS aracılığıyla duruşmaya katılmak istemediği yönünde Mahkemeye itirazda bulunduğuna dair herhangi bir beyanı yer almamaktadır. Bu celsede iddia makamınca esas hakkında mütalaa sunulmuştur. Başvurucu ve müdafii esas hakkındaki mütalaaya karşı süre talebinde bulunmamış, savunmalarını yapmıştır. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, istinaf ve gerekçeli temyiz dilekçesinde diğerlerinin yanı sıra duruşmalara bizzat katılamaması nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığını belirterek hükmün bozulmasını talep etmiştir. Hüküm, kanun yolu denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 20/7/2020 tarihinde öğrendikten sonra 4/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon adli yardım talebinin kabulüne, duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/22889
Başvuru, ceza davasında sanığın hazır bulunma talebinin reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tutukluluk hâlinin makul süreyi aşması, mahkûmiyet kararı verildikten sonra tahliye taleplerinin değerlendirilmemesi ve tutukluluk hâlinin resen de incelenmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Öğretmen olarak görev yapmakta olan başvurucu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan bir soruşturma yürütülmüştür. Soruşturma sonucunda Sinop Cumhuriyet Başsavcılığının 15/7/2016 tarihli iddianamesi ile başvurucunun terör örgütü üyesi olma, halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve teşvik etme suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Sinop Ağır Ceza Mahkemesi 27/7/2016 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2016/160 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 31/10/2016 tarihli duruşmada başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, Boyabat Ağır Ceza Mahkemesi 8/11/2016 tarihinde itirazı kesin olarak reddetmiştir. Mahkeme 24/5/2017 tarihinde, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu mahkûmiyet hükmüne karşı istinaf kanun yoluna başvurmuş, Samsun Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 24/11/2017 tarihinde talebin esastan reddine karar vermiştir. Başvurucu 13/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun temyiz talebini inceleyen Yargıtay Ceza Dairesi 11/12/2018 tarihinde kararın bozulmasına ve "tutuklulukta geçirdikleri süre, atılı suç için kanun maddelerinde ön görülen ceza miktarı ve mevcut delil durumu ile bozma gerekçeleri gözetilerek" başvurucunun tahliye talebinin reddine karar vermiştir. Bozma sonrasında yargılamayı yapan Samsun Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 24/4/2019 tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Daire 8/1/2020 tarihinde başvurucunun 1 yıl 6 ay 22 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Samsun Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 22/1/2020 tarihinde anılan karara karşı yapılan itirazın reddine karar vermiş ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir. İlgili hukuk için bkz. Salih Sönmez, B. No: 2016/25431, 28/11/2018, §§ 33-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/4978
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tutukluluk hâlinin makul süreyi aşması, mahkûmiyet kararı verildikten sonra tahliye taleplerinin değerlendirilmemesi ve tutukluluk hâlinin resen de incelenmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, anayasal haklar kapsamında koruma altında bulunan bazı eylemlerinin terör örgütüne üye olmak suçundan mahkûmiyetlerinde delil olarak kullanılmasının başvurucuların ifade ve din özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuruda ayrıca terör örgütüne üye olmak suçundan delil olarak değerlendirilen fiiller hakkında daha önce soruşturma veya kovuşturma yapılıp bir karar verildiği belirtilerek aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama hakkının ihlal edildiği de ileri sürülmüştür. Başvuru 7/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Şahin Kılıç 1975, Ali Kandil 1961, Serdar Erdoğan 1970, Veysel Aksoy 1973, Özgür Söylemez 1973 ve Gürkan Kahraman 1974 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte Tunceli'de ikamet etmektedirler. Başvurucular; PKK terör örgütüne üye oldukları gerekçesiyle dört gün gözaltında tutulduktan sonra 15/11/2012 tarihinde tutuklanmışlardır. Cumhuriyet savcısı 30/1/2013 tarihli iddianamesi ile başvurucuların anılan suçtan cezalandırılmalarını talep etmiştir. Malatya Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 21/6/2013 tarihinde başvurucuların PKK terör örgütüne üye olmak suçundan mahkûmiyetlerine hükmetmiştir. Mahkemenin başvurucuların terör örgütüne üye olmak suçundan mahkûmiyetlerinde dikkate aldığı delillerin bazıları şu şekildedir: i. Mahkeme, başvurucuların terör örgütüne yardım etmek suçundan ceza infaz kurumunda tutukluyken hayatını kaybeden bir kişinin ya da çatışmalarda öldürülen örgüt mensuplarının cenaze törenlerine katılmalarını veya katılımı organize etmelerini delil olarak değerlendirmeye almıştır. Mahkeme ayrıca başvuruculardan Veysel Aksoy'un çatışmalarda öldürülen bir örgüt mensubunun mezarının başında düzenlenen anma törenine katılmasını da delil olarak değerlendirmiştir. Mahkemeye göre terör örgütünün talimatlarına istinaden başvurucuların katıldığı bu törenlerden bir kısmı terör örgütünün propagandasının yapıldığı organizasyonlara dönüşmüş, bazılarında ise örgüt mensuplarını ve PKK terör örgütünü övücü sloganlar atılmıştır. Mahkeme, başvuruculardan Özgür Söylemez'in katıldığı bir cenaze töreninde içinde şiddet içeren sözler barındıran bir konuşma yaptığını ve başka bir cenaze törenine katılması için S.S. isimli şahsa telkinde bulunduğunu belirtmiştir.ii. Bundan başka Mahkeme, örgüt talimatına istinaden düzenlendiğinin ve terör örgütünün propagandasına dönüştüğünün ileri sürüldüğü bazı mitinglere, gösterilere ve basın açıklamalarına başvurucuların katılmalarını ve/veya katılımı organize etmelerini de mahkûmiyet kararı verirken dikkate almıştır.Mahkeme, bahsi geçen gösteri ve basın açıklamalarından bazılarında şiddet olaylarının yaşandığı, kamu kurumlarına yönelik saldırıda bulunulduğu, PKK terör örgütünü simgeleyen bayrak ve flamaların taşındığı, PKK terör örgütü lehine sloganlar atıldığı ve katılımcılardan bazılarının yüzlerini gizledikleri hususlarına özellikle vurgu yapmıştır. Mahkeme ayrıca şiddet olaylarının yaşandığı bazı gösterilerde başvuruculardan bir kısmının şiddete bulaşan grubu yönlendirdiğini de kabul etmiştir. iii. Başvuruculardan bazılarının hayatını kaybeden terör örgütü mensuplarından "şehit" diye bahsetmesi de delil olarak dikkate alınmıştır.iv. Başvuruculardan bazılarının ikametgâhında yapılan aramalarda, hakkında toplatma kararı bulunan yayınların ve örgütsel dokümanların ele geçirildiği belirtilmiştir.v. Mahkeme, PKK terör örgütünün talimatlarına istinaden başlatıldığını belirttiği açlık grevlerine destek olmak amacıyla Tunceli'de açlık grevine destek çadırı kurulduğunu ifade etmiştir. Mahkeme, bahsi geçen çadırı kuranlardan ikisinin başvurucular Özgür Söylemez ve Veysel Aksoy olmasının onların terör örgütüne üye olduklarını gösteren bir delil olduğunu kabul etmiştir.vi. Başvurucu Şahin Kılıç yönünden yapılan değerlendirmede yukarıda sayılan diğer eylemlerinin yanında başvurucunun Tunceli'de düzenlenen ve terör örgütünün propagandasının yapıldığı nevruz etkinliğini organize ettiği, PKK terör örgütü mensuplarının kullandığı kıyafetlerle etkinliğe katıldığı ve yaptığı açılış konuşmasında terör örgütünün kurucularından olduğu belirtilen yi öven ifadeler kullandığı belirtilmiştir. Mahkûmiyet hükmünde, dosya kapsamında bulunan ve yukarıda sıralanan tüm eylemler/deliller her bir başvurucu yönünden ayrı ayrı değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmeler şu şekildedir: "...Sanık Ali Kandil'in 2009 yılı ve sonrasında, farklı tarihlerde ve süreklilik arzedecek şekilde örgüt üyesi konumundaki diğer sanıklarla eşgüdüm içerisinde örgütsel birliktelik sağlayarak ve örgüte sempati duyan kitleyi canlı tutmak amacıyla terör örgütü mensuplarının farklı tarihlerdeki üç cenaze törenine katılmak, terör örgütünün talimatıyla örgütün amaçları doğrultusunda düzenlenen ve terör örgütünün propagandasına dönüşen çok sayıda basın açıklamasına katılmak, terör örgütünün talimatları doğrultusunda başlatılan açlık grevlerine destek olmak, '14 Temmuz Direnişi/Öcalan’a Özgürlük' adı altında terör örgütünün propagandasına dönüşen ve güvenlik güçlerine taşlı, sopalı ve molotoflu saldırıların yapıldığı izinsiz mitinge katılmak üzere Diyarbakır iline gitmek, yaptığı telefon görüşmesinde örgüt mensuplarına 'şehit' demek suretiyle onları yüceltmek şeklinde belli bir çeşitlilik seviyesine ulaşan eylemleri nedeniyle PKK/KCK silahlı terör örgütü ile sanık arasında organik bir bağ olduğunun açıkça belirlendiği ve bu itibarlasanığın PKK/KCK silahlı terör örgütünün üyesi olduğu anlaşılmakla örgüt üyeliğinden aşağıdaki şekilde cezalandırılması yoluna gidilmiştir....Sanık Gürkan Kahraman'ın 2009 yılı ve sonrasında, farklı tarihlerde ve süreklilik arzedecek şekilde örgüt üyesi konumundaki diğer sanıklarla eşgüdüm içerisinde örgütsel birliktelik sağlayarak ve örgüte sempati duyan kitleyi canlı tutmak amacıyla terör örgütü mensuplarının farklı tarihlerdeki beş cenaze törenine katılmak, terör örgütünün talimatıyla örgütün amaçları doğrultusunda düzenlenen ve terör örgütünün propagandasına dönüşen çok sayıda basın açıklamasına katılmak, terör örgütünün talimatları doğrultusunda başlatılan açlık grevlerine destek olmak ve '14 Temmuz Direnişi/Öcalan’a Özgürlük' adı altında terör örgütünün propagandasına dönüşen ve güvenlik güçlerine taşlı, sopalı ve molotoflu saldırıların yapıldığı izinsiz mitinge katılmak üzere Diyarbakır iline gitmek şeklinde belli bir çeşitlilik seviyesine ulaşan eylemleri nedeniyle PKK/KCK silahlı terör örgütü ile sanık arasında organik bir bağ olduğunun açıkça belirlendiği ve bu itibarla sanığın PKK/KCK silahlı terör örgütünün üyesi olduğu anlaşılmakla örgüt üyeliğinden aşağıdaki şekilde cezalandırılması yoluna gidilmiştir....Sanık Özgür Söylemez'in 2009 yılı ve sonrasında, farklı tarihlerde ve süreklilik arzedecek şekilde örgüt üyesi konumundaki diğer sanıklarla eşgüdüm içerisinde örgütsel birliktelik sağlayarak ve örgüte sempati duyan kitleyi canlı tutmak amacıyla terör örgütü mensuplarının farklı tarihlerdeki üç cenaze törenine katılmak, terör örgütünün talimatıyla örgütün amaçları doğrultusunda düzenlenen ve terör örgütünün propagandasına [dönüşen] çok sayıda basın açıklamasına katılmak ve terör örgütünün talimatları doğrultusunda başlatılan açlık grevlerine destek olmak şeklinde belli bir çeşitlilik seviyesine ulaşan eylemleri nedeniyle PKK/KCK silahlı terör örgütü ile sanık arasında organik bir bağ olduğunun açıkça belirlendiği ve bu itibarla sanığın PKK/KCK silahlı terör örgütünün üyesi olduğu anlaşılmakla örgüt üyeliğinden aşağıdaki şekilde cezalandırılması yoluna gidilmiştir....Sanık Serdar Erdoğan'ın 2009 yılı ve sonrasında, farklı tarihlerde ve süreklilik arzedecek şekilde örgüt üyesi konumundaki diğer sanıklarla eşgüdüm içerisinde örgütsel birliktelik sağlayarak ve örgüte sempati duyan kitleyi canlı tutmak amacıyla terör örgütü mensuplarının farklı tarihlerdeki üç cenaze törenine katılma, terör örgütünün talimatıyla örgütün amaçları doğrultusunda düzenlenen ve terör örgütünün propagandasına dönüşen çok sayıda basın açıklamasına katılmak ve terör örgütü kurucusu Abdullah Öcalan tarafından yazılan veya onun fikirlerini yansıtan çok sayıda yayın bulundurmak şeklinde belli bir çeşitlilik seviyesine ulaşan eylemleri nedeniyle PKK/KCK silahlı terör örgütü ile sanık arasında organik bir bağ olduğunun açıkça belirlendiği ve bu itibarla sanığın PKK/KCK silahlı terör örgütünün üyesi olduğu anlaşılmakla örgüt üyeliğinden aşağıdaki şekilde cezalandırılması yoluna gidilmiştir....Sanık Şahin Kılıç'ın 2009 yılı ve sonrasında, farklı tarihlerde ve süreklilik arzedecek şekilde örgüt üyesi konumundaki diğer sanıklarla eşgüdüm içerisinde örgütsel birliktelik sağlayarak ve örgüte sempati duyan kitleyi canlı tutmak amacıyla terör örgütü mensuplarının farklı tarihlerdeki dört cenaze törenine katılmak, terör örgütünün talimatıyla örgütün amaçları doğrultusunda düzenlenen ve terör örgütünün propagandasına dönüşen çok sayıda basın açıklamasına katılmak, terör örgütünün talimatları doğrultusunda başlatılan açlık grevlerine destek olmak, 2010 yılı Nevruz etkinliği sırasında terör örgütünün kurucularından 'ı öveceek ifadeler kullanmak şeklinde belli bir çeşitlilik seviyesine ulaşan eylemleri nedeniyle PKK/KCK silahlı terör örgütü ile sanık arasında organik bir bağ olduğunun açıkça belirlendiği ve bu itibarla sanığın PKK/KCK silahlı terör örgütünün üyesi olduğu anlaşılmakla örgüt üyeliğinden aşağıdaki şekilde cezalandırılması yoluna gidilmiştir....Sanık Veysel Aksoy'un 2009 yılı ve sonrasında, farklı tarihlerde ve süreklilik arzedecek şekilde örgüt üyesi konumundaki diğer sanıklarla eşgüdüm içerisinde örgütsel birliktelik sağlayarak ve örgüte sempati duyan kitleyi canlı tutmak amacıyla terör örgütü mensuplarının farklı tarihlerdeki beş cenaze törenine katılmak, terör örgütünün talimatıyla örgütün amaçları doğrultusunda düzenlenen ve terör örgütünün propagandasına dönüşen çok sayıda basın açıklamasına katılmak, ölen terör örgütü mensuplarının ölüm yıldönümlerinde gerçekleştirilen anma etkinliğine katılmak, terör örgütünün talimatları doğrultusunda başlatılan açlık grevlerine destek olmak ve bu amaçla kurulan açlık çadırını kurmak ve '14 Temmuz Direnişi/Öcalan’a Özgürlük' adı altında terör örgütünün propagandasına dönüşen ve güvenlik güçlerine taşlı, sopalı ve molotoflu saldırıların yapıldığı izinsiz mitinge katılmak üzere Diyarbakır iline gitmek şeklinde belli bir çeşitlilik seviyesine ulaşan eylemleri nedeniyle PKK/KCK silahlı terör örgütü ile sanık arasında organik bir bağ olduğunun açıkça belirlendiği ve bu itibarla sanığın PKK/KCK silahlı terör örgütünün üyesi olduğu anlaşılmakla örgüt üyeliğinden aşağıdaki şekilde cezalandırılması yoluna gidilmiştir..." Temyiz üzerine mahkûmiyet kararı Yargıtay Ceza Dairesi tarafından 6/6/2014 tarihinde onanmıştır. Başvurucular, nihai karardan 9/7/2014 tarihinde haberdar olduğunu belirtmişler; 7/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Metin Birdal ([GK] B. No: 2014/15440, 22/5/2019, §§ 28-39) başvurusu hakkında verilen karar.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13224
Başvuru, anayasal haklar kapsamında koruma altında bulunan bazı eylemlerinin terör örgütüne üye olmak suçundan mahkûmiyetlerinde delil olarak kullanılmasının başvurucuların ifade ve din özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuruda ayrıca terör örgütüne üye olmak suçundan delil olarak değerlendirilen fiiller hakkında daha önce soruşturma veya kovuşturma yapılıp bir karar verildiği belirtilerek aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama hakkının ihlal edildiği de ileri sürülmüştür.
0
Başvuru; bir açık hava toplantısına yönelik olarak gerçekleştirilen öngörülebilir ve önlenebilir nitelikteki canlı bomba saldırısına ilişkin olarak gerekli tedbirleri almayan tüm kamu görevlileri ve saldırının ardından yaralı ve ölülerin olduğu yerde göz yaşartıcı gaz dâhil maddi güç kullanıp bu şekilde yardım edilmesini engelleyerek yaralıların sağlık durumlarının ağırlaşmasına hatta bazılarının ölümlerine yol açan kolluk görevlileri ile saldırının ardından acil sağlık hizmetinin sunulmasında ihmalleri bulunan sağlık görevlileri hakkında bir cezai soruşturma başlatılmaması nedeniyle yaşam hakkının, yetkili makamların ihmali olan görevliler hakkında cezai soruşturma başlatmayıp bu yönde hareketsiz kalması ve saldırının ardından yaşananlar nedeniyle kötü muamele yasağının, toplantı ve gösteri yürüyüşünün gerçekleştirilebilmesi için gerekli güvenlik tedbirlerinin alınmaması, buna rağmen tedbirleri almayan görevliler hakkında cezai soruşturma başlatılmaması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ve kamu görevlilerin ihmallerinin ve ihmallere ilişkin olarak bir cezai soruşturma başlatılmamasının altında yatan sebebin toplantının hükûmete muhalif kişilerce organize edilmiş olması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 28/4/2016 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. 2016/9141, 2016/12665, 2016/12949, 2016/13481, 2016/14543, 2016/14573, 2017/4461, 2018/4339 sayılı başvuru dosyalarının 2016/8554 sayılı başvuru ile arasında konu yönünden irtibat bulunması nedeniyle birleştirilmesine, incelemenin 2016/8554 sayılı dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü 2018/4339 sayılı başvuruda bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Sivil toplum kuruluşları olan Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ile Türk Tabipleri Birliği (TTB) tarafından 10/10/2015 tarihinde 00-00 saatleri arasında Ankara’da barış, emek ve demokrasi konulu toplantı yapılması kararlaştırılmıştır. Planlamaya göre Ankara Tren Garı’nda toplanılacak ve Talatpaşa Bulvarı, Opera Meydanı ile Atatürk Bulvarı’nı takiben Sıhhıye Meydanı’na yürünecektir. Ankara Tren Garı önünde toplanan kalabalığın yürüyüş için hazırlıkları sürerken saat 04 sıralarında peş peşe iki büyük patlama meydana gelmiştir. Patlamalar nedeniyle yüzü aşkın kişi yaşamını yitirmiş, yüzlerce kişi yaralanmıştır. Olayın ardından patlamaların canlı bomba saldırısı nedeniyle meydana geldiği anlaşılmıştır.A. Saldırının Şüphelilerine Yönelik Ceza Muhakemesi Süreci Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca (Cumhuriyet Başsavcılığı) saldırıya ilişkin olarak derhâl soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında saldırının gerçekleştirildiği bölgede maddi delil araştırılması, ölü muayenesi ve otopsi işlemlerinin gerçekleştirilmesi gibi olayı aydınlatmaya yönelik olarak birtakım soruşturma işlemleri gerçekleştirilmiş, saldırının IŞİD/DEAŞ terör örgütü tarafından gerçekleştirildiği şüphesi ile örgüt hakkında ülke çapında devam eden soruşturmaların hep birlikte yürütülmesine karar verilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma sonucunda aralarında yakalanamayanların olduğu toplamda 36 şüpheli hakkında 27/6/2016 tarihinde kamu davası açmıştır. İddianamede şüphelilerin nitelikli öldürme, bu suça teşebbüs, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs ve başka diğer suçlardan cezalandırılması talep edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, kamu görevlilerine isnat edilen eylemsizlikler/eylemlerle ilgili olarak ise başka soruşturma dosyası (2016/93943 sayılı) üzerinden işlemler yapmak üzere söz konusu soruşturmaların ayrılmasına karar vermiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) nezdinde görülen kamu davasında 16 sanık hakkında açılan davanın yakalanamadıkları için ayrılarak başka bir dava dosyası üzerinden görülmeye devam edilmesine karar verilmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi bu şekilde bakmaya devam ettiği davada 3/8/2018 tarihinde diğer suçlarla ilgili kurduğu hükümler dışında bazı sanıkların nitelikli öldürme suçu ile bu suça teşebbüsten birden fazla ömür boyu ve diğer uzun süreli hapis cezalarıyla mahkûmiyetlerine hükmetmiştir. Hükümlere ilişkin kanun yolu incelemesinde hükümlerin bir kısmının onanmasına bir kısmının ise çeşitli sebeplerle bozulmasına karar verilmiştir. Davanın duruşma aşamasında bazı müştekiler ile müştekilerin vekilleri toplantıya ilişkin güvenlik önlemlerinin alınmadığını, saldırı sonrasında yaralılara kolluk tarafından göz yaşartıcı gaz da sıkılarak kötü muamelede bulunulduğunu, gerekli sağlık hizmeti verilmesi için bir planlama yapılmadığını, kolluğun yaralılara yönelik tıbbi müdahaleyi ve yaralıların hastaneye naklini kolaylaştırmayıp aksine kalabalığa yönelik gaz fişeği kullanarak yaralıların sağlık durumlarının ağırlaşmasına sebebiyet verdiğini iddia etmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi 10/2/2017 tarihli oturumda, bu iddiaların yer aldığı celse tutanakları ile müştekilerin vekili Av. İlke Işık'ın sunduğu 21/4/2017 tarihli dilekçenin ekleriyle birlikte gereği için Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Söz konusu iddialar hakkında Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan işlemlere ilgili bölümde yer verilmiştir.B. Ankara Emniyet Müdürlüğünde Görevli Bazı Memurlara İlişkin Süreçler İçişleri Bakanlığı Tarafından Başlatılan İdari İnceleme ile Ek Tablo 1’deki Başvurucu Murat Yılmaz Tarafından İlgili Makama Yapılan Şikâyetlere ve Anayasa Mahkemesine Yapılan Bireysel Başvuruya İlişkin Süreçler İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişliği (Müfettişlik) tarafından 12/10/2015 tarihinde olay hakkında inceleme başlatılmıştır. Bununla birlikte başvurucu Murat Yılmaz’ın da 16/10/2015 tarihinde -bir örneği başvurucu tarafından sunulmadığı için içeriği tam olarak tespit edilmeyen ancak bireysel başvuru formundan ve ilgili bölümde yer verilen 7/3/2016 tarihli Cumhuriyet Başsavcılığının işlemden kaldırma kararının gerekçesinden anlaşılabildiği kadarıyla öngörülebilir saldırının önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınmadığı, saldırının gerçekleştirilmesinden sonra ise kolluk tarafından toplanma alanında bulunanlara karşı göz yaşartıcı gaz ve cop kullanılarak maddi güç kullanılmasıyla yaralılara gerekli tıbbi yardımın gerçekleştirilemediği, bu nedenle de yaralıların durumunun ağırlaştığı ve hatta bazı ölümlerin dahi gerçekleştiği iddialarının yer aldığı- yaptığı başvuru üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı, Ankara İl Emniyet Müdürlüğünde görev yapan bazı kolluk görevlileri hakkında Ankara Valiliğinden (Valilik) 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümleri gereğince görevi kötüye kullanma suçlaması ile soruşturma izni verilmesini talep etmiştir. Diğer taraftan aşağıdaki paragraflarda yer verilen ve Müfettişlerce hazırlanan ön inceleme raporunun ilgili bölümünde her iki iddianın müştekisi olarak kamu hukuku açıklamasına yer verilmesine rağmen başvurucu Murat Yılmaz’ın ismi sadece patlama sonrasında gerçekleştiği ileri sürülen eylemler bakımından müşteki sıfatıyla yer almıştır. İçişleri Bakanlığı iki mülkiye müfettişi ile iki polis müfettişine inceleme görevi vermiştir. Bu göreve göre müfettişler, iki ayrı konuda inceleme yapacaktır. Söz konusu görev emrine göre müfettişler;i. Olay günü meydana gelen patlamalarla ilgili olarak yeterli güvenlik tedbirleri alınmadığı,ii. Patlamanın ardından çok sayıdaki yaralı ve ölünün bulunduğu alanlara kolluk kuvvetlerince gaz fişekleri atılıp yaralılara sağlık yardımında bulunulmasının engellendiği, gazın etkisiyle yaralıların durumunun daha da ağırlaşıp gazın yaralıların ölümlerine neden olduğu iddiaları hakkında ön inceleme yürütecektir. Müfettişlik ilk iddia ile ilgili incelemelerini Ankara İl Emniyet Müdürü K.K., Ankara İl Emniyet Müdür Yardımcısı , Ankara İl Emniyet İstihbarat Şube Müdürü U., Ankara İl Emniyet Terörle Mücadele Şube Müdürü H., Ankara İl Emniyet Güvenlik Şube Müdürü A.A., Ankara İl Emniyet Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü Büro Amiri H.Ö.G., Ankara İl Emniyet Çevik Kuvvet Şube Müdürü Y.E., Ankara İl Emniyet Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde görevli Komiser Yardımcısı B.K. ve polis memurları E.E., A.K. ile S.K. hakkında yürütmüştür. Müfettişlik, incelemeleriyle ilgili olarak Ankara Emniyet Müdürlüğünden bilgileri ve belgeleri temin etmiş, haklarında ön inceleme yapılan görevlilerin ifadelerini almış; olaya ilişkin bilgisi olduğu değerlendirilen tüm emniyet personelinin bilgisine başvurmuş ayrıca aralarında açık hava toplantısının düzenleme kurulunda yer alan üyelerin ve güvenlikten sorumlu vali yardımcısının da olduğu diğer ilgili kişileri dinlemiştir. Yürütülen ön inceleme sonucunda hazırlanan 25/2/2016 tarihli raporda Müfettişlik, ön incelemenin birinci kısmını oluşturan iddialar hakkında (bkz.§12) Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı dışındaki kolluk görevlileri hakkında sorumluların bahse konu emniyet tedbirlerin planlanmasında ve alınmasında bir ihmallerinin bulunup bulunmadığının tespiti için olayın adli makamlar tarafından soruşturulmasında kamu yararı bulunduğu gerekçesiyle soruşturma izni verilmesini teklif etmiştir. Ön inceleme raporunun da "Kapsam Dışı Bırakılan Konular ve Nedenleri" başlığı altında saldırının şüphelileri arasında yer aldığı belirtilen şüpheli Y.E.A. hakkında Adıyaman ilindeki, şüpheliler Y. ve İ.B. hakkında Gaziantep ilindeki yetkililerce saldırının öncesinde iletişime müdahale tedbiri uygulandığının belirlendiği, tedbirlerin uygulanması sonucunda saldırı ile ilgili bir bilgi elde edilip edilmediği ile bilgi elde edilmişse yetkili makamlara gerekli bildirimlerde bulunulup bulunulmadığının Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından araştırılması için Mülkiye Teftiş Kurulu Başkanlığına bir ihbarda bulunulacağı gerekçesiyle olayın bu yönünün ön inceleme kapsamı dışında bırakıldığı açıklanmıştır. Ön incelemenin ikinci kısmını oluşturan iddialar (bkz.§12) hakkında ise Müfettişlik; Ankara İl Emniyet Müdürü K.K., Güvenlik Şube Müdürü A.A., Çevik Kuvvet Şube Müdürü Y.E., olayda göz yaşartıcı gaz kullandığı anlaşılan Komiser Yardımcısı B.K., polis memurları E.E., A.K. ile S.K. hakkında soruşturma izni verilmemesi önerisinde bulunmuştur. Valilik, her iki inceleme konusu ve ilgililer hakkında soruşturma izni verilmemesine 29/2/2016 tarihinde karar vermiştir. Valilik kararının ilgili kısmı şöyledir: ’’1-Birinci fıkrada belirtilen iddia konusuyla ilgili ön incelemeyi yapan müfettişler tarafından soruşturma izni verilmesi teklifi getirilmişse de; dosya mündericatındaki bilgi ve belgelerden; Ankara İl Emniyet Müdürlüğü tarafından her toplantı ve gösteri yürüyüşü için alınan emniyet tedbirlerinin bu toplantı içinde alındığı, hatta görevlendirilen personel sayısının arttırıldığı ve tedbirlerde bir eksiklik olmadığı, istihbarat bilgilerinin genel nitelikte olduğu ve bu mitingle ilgili somut bir bilgi içermediği, dosyada var olduğu belirtilen istihbarat bilgilerinin bir siyasi parti hakkında olduğu, toplantı ve gösteri yürüyüşünün siyasi parti tarafından değil, sivil toplum kuruluşları olan DİSK, (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) KESK, (Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu), TMMOB, (Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği) ve TTB (Türk Tabipleri Birliği) tarafından düzenlendiği ve bu toplantıya yönelik somut nitelikli istihbarat bilgisinin bulunmadığı, alınacak her türlü önleme rağmen canlı bombaların bu eylemlerinin engellenmesinin çok zor olduğu dikkate alındığında hakkında ön inceleme yapılan görevlilere atfedilecek bir kusur olmayacağı kanaatine varıldığından, ... hakkında 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun ve maddeleri uyarınca soruşturma izni verilmemesine,2- Ankara Tren Garı önünde gerçekleşen canlı bomba terör eylemi sonrası başka patlama ihtimallerine karşı çevrenin bir an önce boşaltılması, olay yerine ambulans [s]evkinin sağlanması ve olay yerinin kontrol altına alınması amacıyla Ankara Tren Garı önünde bulunan ve olay yerine intikal eden polis ekiplerinin ve çevik kuvvetin görev yapmasının bazı gruplarca fiziki müdahalede bulunularak engellendiği, bunun üzerine polisin gaz kullanması, havaya ateş açması, TOMA ile su sıkması gibi zor kullanma yöntemiyle yaptığı müdahalenin; polise kanunlarla verilmiş olan görevlerin gerçekleştirmesine yönelik müdahaleler olduğu, olay yeri tutanağından ve ifadelerden gaz kullanan çevik kuvvet görevlilerinin bu konu da temel eğitim almış oldukları, emniyet birimlerince olay yerinin kontrol altına alınması amacıyla gaz kullanımını da içeren zor kullanma eyleminin polise karşı gösterilen engelleme, direnç ve saldırılar üzerine 2559 sayılı PVSK’nın maddesi, Polis Çevik Kuvvet Yönetmeliğinin maddesi ve İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğünün 2008 tarih ve EGM Genelge No: 19 sayılı genelgesine uygun olduğu, müdahale sonucunda herhangi bir ölüm olmadığının Adli Tıp Kurumu Raporu ile de teyit edildiği, iddia konusunun sübuta ermediği ön inceleme raporunda belirtildiğinden, ... hakkında 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun ve maddeleri uyarınca soruşturma izni verilmemesine... [karar verilmiştir.]’’ Valiliğin emniyet mensupları hakkında soruşturma izni verilmemesine ilişkin bu kararı başvurucu Murat Yılmaz’a 7/3/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı kanuna aykırı bir yön bulunmadığı gerekçesiyle Valilik kararına karşı itiraz kanun yoluna başvurmamış, haklarında görevi kötüye kullanma suçundan ön inceleme yapılan kolluk görevlileri ile ilgili olarak soruşturma izni verilmemesine bağlı olarak evrakın işlemden kaldırılmasına 7/3/2016 tarihinde karar vermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/40355 sayılı soruşturma dosyasında verdiği bu karar, kararda ismine müşteki konumunda yer verilen başvurucu Murat Yılmaz’a 29/3/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda (2016/8554 sayılı) bulunmuştur. Bu arada başvurucu Murat Yılmaz, Valiliğin söz konusu kararına karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesine 8/4/2016 tarihinde itiraz etmiştir. Başvurucu itiraz dilekçesinde, Valiliğin bu kararından Cumhuriyet Başsavcılığının işlemden kaldırma kararının 29/3/2016 tarihinde kendisine tebliğ edilmesi ile haberdar olduğunu ifade etmiştir. Bölge İdare Mahkemesi, Valilik kararının başvurucuya 7/3/2016 tarihinde tebliğ edilmesine rağmen 8/4/2016 tarihinde verdiği dilekçe ile yasal otuz günlük süreden sonra itiraz başvurusunu yaptığı gerekçesiyle başvurucunun itirazını süre aşımı gerekçesiyle 4/10/2016 tarihinde kesin olarak reddetmiştir. Başvurucunun Bölge İdare Mahkemesinin bu kararına yönelik bir bireysel başvurusu bulunmamaktadır. Başvurucu Murat Yılmaz 12/4/2016 tarihinde bu kez hem kendi hem de vekili olarak temsil ettiğini belirttiği Çağdaş Hukukçular Derneği adına Cumhuriyet Başsavcılığına bir şikâyet dilekçesi sunarak kolluğun idari görevinin patlamanın gerçekleşmesinin ardından adli nitelikte bir göreve dönüştüğünü ileri sürmüş ve görevliler hakkında patlamadan sonraki iddiaları için bir soruşturma iznine gerek olmadığını ileri sürerek bu görevliler hakkında bir soruşturma açılmasını talep etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, konusu aynı iddialar hakkında 2016/40355 sayılı soruşturma dosyasında işlemden kaldırma kararı verildiği gerekçesiyle ve 4483 sayılı Kanun’un maddesinin son fıkrası ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (7) numaralı fıkrası gereğince şikâyet dilekçesinin işleme konulmamasına 19/4/2016 tarihinde kesin olarak karar vermiştir. Bireysel başvuru formunun "Başvuru Yollarının Tüketildiğine İlişkin Bilgiler" bölümünde, tüketilen başvuru yolu olarak Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/40355 sayılı dosyasında verilen kararın ve bu karara karşı itirazın gösterildiği anlaşılmıştır. Başvurucunun Cumhuriyet Başsavcılığının anılan 19/4/2016 tarihli kararına karşı bireysel başvuruda bulunduğu açıklaması ise bireysel başvuru formunda yer almamaktadır. Diğer Başvurucular Tarafından İlgili Makamlara Yapılan Şikâyetlere ve Anayasa Mahkemesine Yapılan Bireysel Başvurulara İlişkin Süreçlera. Ekli Listedeki Tablo 2'de Yer Alan Başvuruculara İlişkin Süreç Başvurucular, saldırıda yaşamını yitiren T.A.nın eşi Nebahat Arslan, kızları Suna Arslan ile Berfin Arslan’dır. Başvurucular, Cumhuriyet Başsavcılığının 7/3/2016 tarihinde verdiği işlemden kaldırma kararını 21/4/2016 tarihinde öğrendiklerini belirterek Cumhuriyet Başsavcılığına ayrı başvuruda da bulunmaksızın 13/5/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan bireysel başvuruda (2016/9141 sayılı) bulunmuştur. Bireysel başvuru formunda öngörülebilir nitelikteki saldırının önlenmesinde gerekli tedbirlerin alınmadığı ile tedbirlerin alınmasında ihmali olduğunu belirttikleri Ankara İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri hakkında soruşturma izni verilmesi gerektiği ileri sürülmüş, müfettişlerin ön incelemesine konu edilen ikinci iddia ile ilgili ise ayrıca bir şikâyet belirtilmemiştir.b. Ekli Listedeki Tablo 3’te Yer Alan Başvuruculara İlişkin Süreç Başvurucular, olayda ihmali olduğunu ileri sürdükleri Ankara İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri hakkındaki şikâyetlerini içeren dilekçeyi Cumhuriyet Başsavcılığına sunmuştur. Şikâyet dilekçesinde saldırı ile ilgili tedbirlerin alınmadığını, saldırı sonrasında yaralılara yapılması gereken yardımın engellendiğini ileri sürmüştür. Cumhuriyet Başsavcılığı, aynı iddialara ilişkin olarak öncesinde verilen işleme konulmama ve işlemden kaldırma kararlarına dayanarak mükerrer nitelikte olduğunu değerlendirdiği dilekçenin işleme konulmamasına 1/6/2016 tarihinde karar vermiştir. Söz konusu kararın 9/6/2016 tarihinde tebliğ edilmesine üzerine başvurucular 11/7/2016 tarihinde (2016/12665 sayılı) bireysel başvuruda bulunmuştur. c. Ekli Listedeki Tablo 4’te Yer Alan Başvuruculara İlişkin Süreç Ekli listedeki tablo 4’te yer alan başvuruculardan Kani Beko iki ayrı bireysel başvuruda bulunmuştur. Diğer başvurusu (2016/14543 sayılı) ile ilgili gerekli bilgiler aşağıdaki bölümde açıklanmıştır. Kani Beko olay tarihinde DİSK genel başkanıdır. Aynı listede yer alan başvurucu Remiz Çalışkan ise DİSK Genel İş Sendikası başkanıdır. Başvurucular olay günü toplantıya katıldıklarını, ölümden şans eseri kurtulduklarını belirtmiş, saldırıda yaralandıklarını ise iddia etmemiştir. Başvurucular, Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyet dilekçesi sunup haklarında ön inceleme yürütülen Ankara İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri ile sorumluluğu olduğunu ileri sürdükleri diğer kamu görevlileri hakkında ön inceleme raporuna ve sundukları başka belgelere istinaden herhangi izin prosedürüne başvurulmaksızın doğrudan soruşturma başlatılmasını talep etmiştir. Başvurucular; Cumhuriyet Başsavcılığına sundukları dilekçede, eylemin yapılacağı yetkililerce bilinmesine rağmen saldırganların önce Suriye’den Gaziantep'e, ardından 12 saatlik yolculukla saldırıyı gerçekleştirecekleri Ankara’ya gelebildiklerini, toplantı alanında yeterli sayıda güvenlik görevlisi görevlendirilmediğini, Emniyet Genel Müdürlüğünün terör örgütünün kalabalık alanlarda bombalı saldırı gerçekleştirebileceğini 81 ilin ilgili birimine bildirdiğini, ulusal yayın yapan bir gazetedeki habere göre saldırganların Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının bir soruşturma dosyasında istihbarat birimlerince takip altındayken 17/4/2015 tarihinde yapılan talep üzerine 27/4/2015 tarihinde bu takibe son verildiğini ileri sürmüştür. Cumhuriyet Başsavcılığı, şikâyet edilen kamu görevlileri ile ilgili olarak farklı tarihlerde dilekçelerinin işleme konulmaması ve/veya işlemden kaldırma kararı verildiği, başvurucuların söz konusu şikâyetlerinin önceki soruşturmalardakilerle aynı nitelikte olduğu gerekçesiyle başvurucuların şikâyetleri hakkında da 4483 sayılı Kanun hükümleri gereğince 1/6/2016 tarihinde işleme konulmama kararı vermiştir. Karar 13/6/2016 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş, başvurucular 13/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda (2016/12949 sayılı) bulunmuştur. d. Ekli Listedeki Tablo 5’te Yer Alan Başvurucu Mehtap Sakinci'ye İlişkin Süreç Başvurucu, avukat eşinin saldırıda yaşamını yitirdiğini ifade etmiştir. Başvurucu, vekilleri aracılığı ile 29/4/2016 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına başvurmuştur. Başvurucu, birtakım iddialarının şüphelisi olarak Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı yetkililerini, Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) görevlilerini, Ankara İl Emniyet Müdürlüğü ve Emniyet Genel Müdürlüğü mensuplarını, Kara Kuvvetleri Komutanlığının sınır güvenliğinden sorumlu yetkilileri ile Jandarma Genel Komutanlığı yetkililerini göstermiştir. Başvurucu vekilleri şikâyet dilekçesinde Ankara Emniyet Müdürlüğü görevlileri hakkında düzenlenen ön inceleme raporundaki değerlendirmeler, medyada çıkan haberler ve açık hava toplantısına katılan hekimler ve bu hekimlerin düzenlediği ifade tutanağı şeklindeki belgeler ile TTB tarafından hazırlandığını belirttikleri bir rapora istinaden, olayda saldırının gerçekleşeceği yönünde istihbarat bilgilerine ulaşılmasına rağmen saldırıyı önleyebilecek tedbirlerin alınmadığını, saldırıdan sonra kolluk görevlilerinin olay yerindeki kalabalığa basınçlı su sıkıp gaz fişeği fırlatarak yaralılara yapılacak yardımı engellediğini, bu nedenle ölümlerin arttığını ileri sürmüştür. Cumhuriyet Başsavcılığı, kolluk görevlileri hakkında Valilikçe soruşturma izni verilmemesi üzerine işlemden kaldırma kararı verildiğini belirttikten sonra başvurucunun yeni bir delil sunmaksızın işlemden kaldırma kararına konu iddiaları tekrarladığı, istihbarata dayanan bilgiye rağmen kamu görevlilerinin saldırının şüphelilerine istihbarat bilgisini haber verip bu şekilde saklanmalarını sağladıkları iddiasının bazı medya organlarınca yapılan ve somut bir delile veya bilgiye dayanmayan birtakım haberlere dayandığı, terör saldırısını gerçekleştirilenlerin bazı kamu görevlileri ile bir bağlantısı olduğu yönünde somut bir delil sunulmadığı gerekçesiyle MİT müsteşarı hakkındaki şikâyet dilekçesinin 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun 26/3, diğerleri hakkındaki şikâyet dilekçesinin 4483 sayılı Kanun’un maddesinin son fıkrası gereğince işleme konulmamasına 24/5/2016 tarihinde karar vermiştir. Anılan kararı 21/6/2016 tarihinde öğrendiğini ifade eden başvurucu 20/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda (2016/13481 sayılı) bulunmuştur.e. Ekli Listedeki Tablo 6’da Yer Alan Başvuruculara İlişkin Süreç Ekli listedeki tablo 6'da yer alan başvurucular, ön inceleme raporundaki değerlendirme ve tespitlere atıfla çeşitli iddialara yer verdikleri dilekçeyle 10/6/2016 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına başvurmuştur. Başvuruculara göre olayla ilgili olarak çeşitli suç duyuruları yapılmasına rağmen görevliler hakkında soruşturma başlatılıp kamu davası açılmamıştır. Başvurucular, saldırıya ilişkin yapılan bazı ihbarların ihmal sonucu veya kasıtlı gizlendiğini, ulusal yayın yapan bir gazetenin haberine göre olay öncesinde hem canlı bombaları taşıyan hem de bu araca rehberlik yapan araçlar Ankara’ya ulaşmadan önce polislerce durdurulmasına rağmen saldırganların polis kontrolüne yakalanmadan Ankara’ya gelebildiği, ayrıca bu kişilerin güvenlik birimleri tarafından teknik izleme altında olduğunu iddia etmiştir. Başvurucular, Müfettişlik raporunda katliamı gerçekleştiren saldırganların güvenlik güçlerince teknik takip altında olmaları ile ilgili olarak yapılması gerekli incelemenin bu konuda yazışma yapılması gerekliliği nedeniyle sonraki bir tarihe bırakıldığının belirtildiğini, dolayısıyla ilgili kurumlardan bu konuda bilgi ve belge istenmesini Cumhuriyet Başsavcılığından talep etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucuların şikâyetlerinin konusunun soruşturma izni verilmemesi nedeniyle işlemden kaldırma kararı verilen önceki soruşturma dosyasının konusu ve tarafları ile aynı olması nedeniyle olay hakkında yeniden bir soruşturma yapmanın mümkün olmadığı ile "başvurucuların Ankara Valiliğince verilen karara karşı Bölge İdare Mahkemesi nezdinde itiraz edebilecekleri" gerekçeleriyle başvurucuların şikâyet dilekçesinin işleme konulmamasına 16/6/2016 tarihinde karar vermiştir. Başvurucular kararı 11/7/2016 tarihinde öğrenmiş, 10/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda (2016/14573 sayılı) bulunmuştur. f. Ekli Listedeki Tablo 7’te Yer Alan Başvuruculara İlişkin Süreç Aralarında bir siyasi parti, Ankara Barosu, çeşitli sivil toplum kuruluşları ve bir siyasi parti milletvekili ile başvurucu Kani Beko’nun ve genel başkanı olduğu DİSK’in de bulunduğu gerçek ve tüzel kişiler; Cumhuriyet Başsavcılığına farklı tarihlerde olaya ilişkin olarak yaptıkları suç duyurularında, saldırının önlenmesi için gerekli istihbarat faaliyetinin yürütülmeyip gerekli tedbirlerin alınmadığını, kolluk görevlilerinin patlamanın sonrasındaki müdahaleleriyle katılımcılara kötü muamelede bulunduklarını ileri sürmüş; Başbakan, MİT Müşteşarı, Ankara Valisi, Emniyet Genel Müdürü, Ankara İl Emniyet Müdürü, Ankara İl Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı gibi olayda sorumluluğu olduğunu ileri sürdükleri bazı üst düzey yetkili kamu görevlilerinin cezalandırılmasını talep etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 25/12/2015 tarihinde İçişleri Bakanı ve Ankara Valisi hakkındaki evrakın ayrılmasına karar vermiş, diğerleri yönünden 4483 sayılı Kanun’un maddesinin son fıkrası uyarınca şikâyet dilekçelerinin işleme konulmamasına aynı tarihte karar vermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının bu kararında saldırıyla ilgili olarak kapsamlı bir ceza soruşturması yürütülmekte olduğu ve söz konusu iddiaların somut bir bilgiye ve delile dayanmadığı açıklanmıştır. DİSK, bu karara itiraz etmiştir. İtiraz, Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 8/2/2016 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Bu karar, incelenen bireysel başvurulara konu edilmemiştir. Başvurucular Kani Beko ile DİSK, anılan karara karşı Danıştay nezdinde itiraz başvurusunda bulunmuştur. Danıştay Birinci Dairesi, Cumhuriyet savcılarının 4483 sayılı Kanun'un ilgili maddesi gereğince verilen işleme konulmama kararlarına karşı herhangi bir kanun yolu öngörülmediği gerekçesi ile itirazın incelenmeksizin reddine 16/3/2016 tarihinde karar vermiştir. Kararın 13/7/2016 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine başvurucular 12/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda (2016/14543 sayılı) bulunmuştur.g. Ekli Listedeki Tablo 8’de Yer Alan Başvurucu Elif Özdemir’e İlişkin Süreç Başvuru dosyasının ekindeki belgelerde başvurucunun olayda saldırı nedeniyle kendisinin ve kızının yaralandığını açıkladığı anlaşılmıştır. Başvurucu, Cumhuriyet Başsavcılığına sunduğu 20/11/2015 tarihli dilekçesinde bazı kamu görevlilerinden şikâyetçi olmuş; toplantı ile ilgili olarak gerekli güvenlik tedbiri alınmadığını, saldırı sonrasında kalabalığa kolluk görevlilerince gaz bombası atıldığını, ayrıca saldırı sonrasında alana cankurtaran alınmayıp alandaki gönüllü doktorlara kolluk görevlilerince müdahale edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu; yaralı olarak yerde olduğu sırada kolluk görevlilerinin yaralıları tekmelediğini, yaralı kızını hastaneye bir araç ile gönderebildiklerini, hastaneye kendi çabalarıyla gittiğini belirterek kızı adına da şikâyetçi olduğunu açıklamıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı 4483 sayılı Kanun’un maddesinde Cumhuriyet başsavcılıkları ile izin vermeye yetkili mercilerin ihbarlar ve şikâyetler konusunda daha önce sonuçlandırılmış bir ön inceleme olması hâlinde müracaatı işleme koyamayacakları, aksinin ancak şikâyetçinin daha önceki ön incelemenin neticesini etkileyecek yeni bir belge sunması hâlinde mümkün olduğu, başvurucunun ön incelemenin sonucunu etkileyebilecek bir belge sunmadığı gerekçesiyle dilekçesinin işleme konulmamasına 18/7/2016 tarihinde karar vermiştir. Anılan kararın 10/8/2016 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine başvurucu 9/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda (2017/4461 sayılı) bulunmuştur. İl Sağlık Müdürlüğü Görevlileri Hakkındaki Süreç (Ekli Listedeki Tablo 9'da Yer Alan Başvuruculara İlişkin Süreç) Ağır Ceza Mahkemesinde yürütülen yukarıda anılan yargılamada bazı müştekiler, meydana gelen patlamalar sırasında ve sonrasında sağlık hizmetlerinin gereği gibi yürütülmediğini, kolluk görevlilerinin gerekli sağlık hizmetinin sunulmasını engelleyen kötü muameleleri olduğunu iddia ederek gerekli soruşturmanın başlatılmasını talep etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının kararında yer aldığı şekliyle söz konusu iddialar şöyledir: ’’Duruşmada bir kısım müştekiler ve müşteki vekillerinin suça konu mitingin yapılmasıyla ilgili olarak miting öncesinde önlem alınmaması, canlı bomba saldırısı sonrası alanda bulunan yaralılara gaz sıkılması, kötü muamele yapılması, ambulansların meydana sokulmaması, sağlık hizmetlerinin gereği gibi yapılmaması hususlarındaki kamu görevlilerine ilişkin suç duyurusu talepleriyle, iddia makamının duruşmadaki mütalaasında söz konusu taleplerin Ankara Başsavcılığında halen devam eden soruşturma dosyasına söz konusu taleplerin gönderilmesi yönündeki beyanları ile müştekiler vekili Av.[İ.] tarafından verilen 21/04/2017 tarihli dilekçe ve eklerinin Ankara Başsavcılığı ve hazırlık soruşturması sırasında ihmali olan kamu görevlileri yönünden tefrik kararı verilerek 2016/93943 soruşturma evrakı kapsamındaki talepleri ile benzen mahiyette olduğu nazara alınarak Ankara Başsavcılığının 2016/93943 soruşturma evrakı halen derdest ise ihmali olan kamu görevlileri yönünden müşteki beyanları ve müşteki vekillerinin beyanları ve sunmuş oldukları belgelerin soruşturma kapsamında değerlendirilmesi, eğer soruşturma konusunda karar verilmiş ise, söz konusu taleplerin suç duyurusu olarak kabul edilmesinin talep edildiği...’’ Cumhuriyet Başsavcılığı bu ihbar üzerine, ana soruşturma kapsamında verilen ayırma kararı gereğince başlatılan soruşturmaya ilişkin dosya ile ekli listedeki tablo 9’da yer alan başvurucuların yaptığı suç duyurusuyla ilgili dosyayı da inceleyerek valilerin farklı soruşturma usulüne tabi olduğu gerekçesiyle Ankara Valisi yönünden soruşturmayı ayırmış, sağlık hizmetlerinin gereği gibi yürütülmediği iddiası yönünden ise bazı kamu görevlileri hakkında Valilikten 2017/78089 sayılı dosya üzerinden soruşturma izni istemiştir. Valilik, toplantı öncesinde ve saldırı sonrasında sağlık hizmetlerinin gereği gibi yapılmadığı iddiası üzerine haklarında ön inceleme yapılan İl Sağlık Müdürlüğünde görevli on bir kamu görevlisi hakkında soruşturma izni vermemiştir. Kararda özetle, söz konusu olay mahallinde bir adet tam teçhizatlı ambulansın hazır edildiği, meydana gelen patlamadan acil sağlık ekiplerinin saat 10:05 sıralarında haberdar oldukları, toplantı gösteri yürüyüşü öncesi görevlendirilen acil sağlık personelinin veya ambulansların olay yerine ulaşma süresinin 00:01:12 saniye olduğu, patlamanın olduğu yere yakın istasyonlardaki ambulansların olay mahalline intikal süresinin ise ortalama 4-5 dakika olduğu, söz konusu patlama için toplamda 57 adet tam teçhizatlı ambulansın görevlendirildiği, bunun yanında diğer lojistik ve destek birimlerinin de hazırda tutulduğu, ayrıca Uluslararası Medikal Kurtarma Ekibi de (UMKE) görevlendirildiği, sağlık yöneticilerinin ve acil sağlık hizmeti personelinin herhangi bir kusurunun tespit edilemediği, 10 Ekim 2015 tarihinde Ankara Tren Garı önünde meydana gelen patlama sonrası ve toplantı gösteri yürüyüşü öncesinde sağlığı hizmetlerinin gereği gibi yapıldığı değerlendirilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, ön inceleme raporunun ekindeki bilgiler ve belgelere uygunluk gösterdiği gerekçesiyle karara itiraz etmemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, kolluk görevlilerine ilişkin iddialar ile ilgili olarak ise öncesinde verilen işlemden kaldırma/dilekçeyi işleme koymama kararlarını dikkate aldığını açıklayarak mükerrer soruşturma gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, Vali hakkındaki soruşturmanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiğini belirtmiş; Valiliğin İl Sağlık Müdürlüğü görevlileri hakkında soruşturma izni vermemesini gerekçe göstererek söz konusu görevlilere yönelik iddialar yönünden işlemden kaldırma kararı vermiştir. Başvurucuların anılan kararlara itirazları, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/12/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ankara Valisi hakkındaki sürece ilişkin başvuru dosyasında bir bilgi veya belge bulunmamaktadır. Anılan kararın 4/1/2018 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine tablo 9’da yer alan başvurucular 2/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda (2018/4339 sayılı) bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat 4483 sayılı Kanun’un "Amaç" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Kanunun amacı, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı yargılanabilmeleri için izin vermeye yetkili mercileri belirtmek ve izlenecek usulü düzenlemektir." 4483 sayılı Kanun’un "Kapsam" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Kanun, Devletin ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürüttükleri kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri ifa eden memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlar hakkında uygulanır.Görevleri ve sıfatları sebebiyle özel soruşturma ve kovuşturma usullerine tabi olanlara ilişkin kanun hükümleri ile suçun niteliği yönünden kanunlarda gösterilen soruşturma ve kovuşturma usullerine ilişkin hükümler saklıdır.Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali genel hükümlere tabidir.Disiplin hükümleri saklıdır.(Ek: 2/1/2003-4778/33 md.) 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 243 ve 245 inci maddeleri ile 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 154 üncü maddesinin dördüncü fıkrası kapsamında açılacak soruşturma ve kovuşturmalarda bu Kanun hükümleri uygulanmaz." 4483 sayılı Kanun’un "Olayın yetkili mercie iletilmesi, işleme konulmayacak ihbar ve şikayetler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Cumhuriyet başsavcıları, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin bu Kanun kapsamına giren suçlarına ilişkin herhangi bir ihbar veya şikayet aldıklarında veya böyle bir durumu öğrendiklerinde ivedilikle toplanması gerekli ve kaybolma ihtimali bulunan delilleri tespitten başka hiçbir işlem yapmayarak ve hakkında ihbar veya şikayette bulunulan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesine başvurmaksızın evrakın bir örneğini ilgili makama göndererek soruşturma izni isterler....(Değişik üçüncü fıkra: 17/7/2004-5232/2 md.) Bu Kanuna göre memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında yapılacak ihbar ve şikâyetlerin soyut ve genel nitelikte olmaması, ihbar veya şikâyetlerde kişi veya olay belirtilmesi, iddiaların ciddî bulgu ve belgelere dayanması, ihbar veya şikâyet dilekçesinde dilekçe sahibinin doğru ad, soyad ve imzası ile iş veya ikametgâh adresinin bulunması zorunludur.(Değişik dördüncü fıkra: 17/7/2004-5232/2 md.) Üçüncü fıkradaki şartları taşımayan ihbar ve şikâyetler Cumhuriyet başsavcıları ve izin vermeye yetkili merciler tarafından işleme konulmaz ve durum, ihbar veya şikâyette bulunana bildirilir..." 4483 sayılı Kanun’un "Ön inceleme" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İzin vermeye yetkili merci, bu Kanun kapsamına giren bir suç işlediğini bizzat veya yukarıdaki maddede yazılı şekilde öğrendiğinde bir ön inceleme başlatır.(Ek fıkra: 17/7/2004-5232/3 md.) Cumhuriyet başsavcılıkları ile izin vermeye yetkili merciler ihbar ve şikâyetler konusunda daha önce sonuçlandırılmış bir ön inceleme olması halinde müracaatı işleme koymazlar. Ancak ihbar veya şikâyet eden kişilerin konu ile ilgili olarak daha önceki ön incelemenin neticesini etkileyecek yeni belge sunması halinde müracaatı işleme koyabilirler. ..." 4483 sayılı Kanun’un "Ön inceleme yapanların yetkisi ve rapor" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Ön inceleme ile görevlendirilen kişi veya kişiler, bakanlık müfettişleri ile kendilerini görevlendiren merciin bütün yetkilerini haiz olup, bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre işlem yapabilirler; hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesini de almak suretiyle yetkileri dahilinde bulunan gerekli bilgi ve belgeleri toplayıp, görüşlerini içeren bir rapor düzenleyerek durumu izin vermeye yetkili mercie sunarlar. Ön inceleme birden çok kişi tarafından yapılmışsa, farklı görüşler raporda gerekçeleriyle ayrı ayrı belirtilir.Yetkili merci bu rapor üzerine soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu kararlarda gerekçe gösterilmesi zorunludur." 4483 sayılı Kanun’un "Soruşturma izninin kapsamı " kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Soruşturma izni, şikayet, ihbar veya iddia konusu olaylar ile bunlara bağlı olarak ileride soruşturma sırasında ortaya çıkabilecek konuları kapsar.Soruşturma sırasında izin verilen olay ve konudan tamamen ayrı veya farklı bir suç olarak nitelendirilebilecek bir fiil ortaya çıktığında, yeniden izin alınması zorunludur. Suçun hukuki niteliğinin değişmesi, yeniden izin alınmasını gerektirmez." 4483 sayılı Kanun’un 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Kanunun maddesiyle değişik "İtiraz" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Yetkili merci, soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet başsavcılığına, hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa şikayetçiye bildirir.Soruşturma izni verilmesine ilişkin karara karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikayetçi, izin vermeye yetkili merciler tarafından verilen işleme koymama kararına karşı da şikâyetçi itiraz yoluna gidebilir. İtiraz süresi, yetkili merciin kararının tebliğinden itibaren on gündür.İtiraza, 3 üncü maddenin (e), (f), g (Cumhurbaşkanınca verilen izin hariç) ve (h) bentlerinde sayılanlar için Danıştay İkinci Dairesi, diğerleri için yetkili merciin yargı çevresinde bulunduğu bölge idare mahkemesi bakar.İtirazlar, öncelikle incelenir ve en geç üç ay içinde karara bağlanır. Verilen kararlar kesindir. "B. İçtihat Yargıtay Ceza Dairesinin4/11/2019 tarihli ve E.2019/6138, K.2019/10220 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:"...5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun maddesinde yer alan ’Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar. Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür.’ şeklindeki düzenleme karşısında, Cumhuriyet savcısının soruşturma yapmak zorunda olduğu, Dosya kapsamına göre, müştekinin şikayetinde özetle, şüpheli tarafından kendisine yumuşak diş dolgusu yapıldığı, iki gün sonra dolgunun düştüğü ve sızı yaptığı, iki dişin birleştirilerek dolgu yapılması sebebiyle sağlam bir dişinin zarar gördüğü yönündeki açıklamalarıyla, ... Ceza İnfaz Kurumu hükümlü ve tutuklularına bakmakla görevlendirilen ... Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi Diş Hekimi olan şüpheli hakkında somut isnatta bulunması nedeniyle, ... Cumhuriyet Başsavcılığınca görevi kötüye kullanma suçu açısından 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun maddesi gereğince deliller toplandıktan sonra ilgili makamdan soruşturma izni istenmesi gerekirken, iddiaların soyut ve genel nitelikte olduğundan bahisle işleme konulmamasına karar verildiği anlaşılmakta olup, itirazın bu yönden kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesinde isabet görülmediğinden bahisle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun maddesi uyarınca bozulması lüzumu Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü ifadeli 01/07/2019 tarihli ve ... sayılı Kanun yararına bozmaya atfen Yargıtay Başsavcılığından tebliğname ile Daireye ihbar ve dava evrakı ile birlikte gönderilmekle gereği düşünüldü: ... Cumhuriyet Başsavcılığınca 09/01/2019 tarihli, ... Soruşturma ve ... sayılı Karar ile müştekinin iddialarının ’soyut ve mesnetsiz’ olduğundan bahisle 4483 sayılı Kanunun 4/3-son madde ve fıkraları uyarınca dosyanın işleme konulmamasına karar verildiği, aynı Kanunun ’itiraz’ başlıklı maddesi ’Soruşturma izni  verilmesine ilişkin karara karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikayetçi, itiraz yoluna gidebilir. İtiraz süresi, yetkili mercin kararının tebliğinden itibaren on gündür.’ şeklinde iken 20/08/2016 tarihli ve 6745 sayılı Kanunun maddesiyle bu fıkranın birinci cümlesine ’Cumhuriyet Başsavcılığı veya şikayetçi’ ibaresinden sonra gelmek üzere ’izin vermeye yetkili merciler tarafından verilen işleme koymama kararına karşı da şikâyetçi’ ibaresinin eklendiği, anılan değişiklikten önce 4483 sayılı Kanun uyarınca verilen işleme koymama kararına karşı herhangi bir kanun yolu öngörülmemişken, değişiklik ile şikâyetçiye, izin vermeye yetkili merciler tarafından verilen bu nitelikteki kararlara yönelik itiraz yoluna başvurma hakkının tanındığı, kanun koyucunun, Cumhuriyet savcısı tarafından verilen işleme koymama kararlarına karşı herhangi bir kanun yolu öngörmediği, zira 4483 sayılı Kanun uyarınca verilen işleme koymama kararlarının CMK’nın maddesinde düzenlenen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararların hukuki sonuçlarını doğurmayacağı ve .... Sulh Ceza Hakimliğince verilen 31/01/2019 tarihli ve ... Değişik iş sayılı Kararın usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından... [karar verilmiştir.]’’ Danıştay Birinci Dairesinin 16/2/2022 tarihli ve 2022/249E., 2022/167 K. sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: " ... 2709 sayılı T. Anayasasının 129 uncu maddesinin 6 ncı fıkrasında, memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında işledikleri iddia edilen suçlardan ötürü ceza kovuşturması açılması, kanunla belirlenen istisnalar dışında, kanunun gösterdiği idari merciin iznine bağlı olduğu düzenlenmiştir.4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında, görevleri ve sıfatları sebebiyle özel soruşturma ve kovuşturma usullerine tabi olanlara ilişkin kanun hükümleri ile suçun niteliği yönünden kanunlarda gösterilen soruşturma ve kovuşturma usullerine ilişkin hükümlerin saklı olduğu hükme bağlanmıştır. 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 2012 tarih ve 6278 sayılı Kanunun 1 inci maddesi ve 2018 tarih ve 703 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile değişik ’Soruşturma izni ve yargılama’ başlıklı 26 ncı maddesinde, MİT mensuplarının veya belirli bir görevi ifa etmek üzere kamu görevlileri arasından Cumhurbaşkanı tarafından görevlendirilenlerin; görevlerini yerine getirirken, görevin niteliğinden doğan veya görevin ifası sırasında işledikleri iddia olunan suçlardan dolayı ya da 5271 sayılı Kanunun 250 nci maddesinin birinci fıkrasına göre kurulan ağır ceza mahkemelerinin görev alanına giren suçları işledikleri iddiasıyla haklarında soruşturma yapılmasının Cumhurbaşkanının iznine bağlı olduğu; aynı maddenin üçüncü fıkrasında, isimsiz, imzasız, adressiz yahut takma adla yapıldığı anlaşılan ya da belli bir olayı ve nedeni içermeyen, delilleri ve dayanakları gösterilmeyen ihbar ve şikâyetlerin, Cumhuriyet savcılarınca işleme konulmayacağı, dördüncü fıkrasında da, Teşkilat Başkanı hakkında soruşturma yapılmasının Cumhurbaşkanının iznine bağlı olduğu, soruşturma izni verilmesi veya verilmemesi kararlarına karşı on gün içinde Danıştay Birinci Dairesine itiraz edilebileceği, itirazların öncelikle inceleneceği ve en geç üç ay içinde karara bağlanacağı, verilen kararların kesin olduğu hükme bağlanmış, söz konusu maddede, madde kapsamına giren görevlilerle ilgili soruşturma usulüne ilişkin olarak düzenleme bulunmayan hallerde 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun uygulanacağına ilişkin bir atfa ise yer verilmemiştir. Yukarıdaki düzenlemeler çerçevesinde, 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun 2 nci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca, MİT mensupları veya belirli bir görevi ifa etmek üzere kamu görevlileri arasından Cumhurbaşkanı tarafından görevlendirilenler, görevleri ve sıfatları sebebiyle özel soruşturma ve kovuşturma usullerine tabi olduğundan, sayılanların 4483 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmeleri mümkün olmadığı gibi, 4483 sayılı Kanunda öngörülen düzenlemelerin, 2937 sayılı Kanuna tabi personel için kıyasen de uygulanamayacağı açıklık kazanmaktadır.Dosyanın incelenmesinden, Milli İstihbarat Teşkilatı Kontrterör Dairesi Eski Başkanı .. E...’ün 2021 tarihinde ... internet haber sitesine verdiği röportajda ve H... Tv’de katıldığı bir yayında, işkence yapılan sorgulara girdiğini, konuşmayan kişilere yönelik işkence yapıldığını ve yapılması gerektiğini düşündüğünü belirterek görevi sırasında işkence yaptığını kabul eden açıklamalarda bulunduğundan bahisle yapılan şikayet üzerine ... Cumhuriyet Başsavcılığının 2022tarih ve Soruşturma No: ..., Karar No: ... sayılı kararı ile, 2937 sayılı Kanunu 26 ncı maddesinin üçüncü fıkrası gereğince şikayetin işleme konulmamasına karar verildiği, şikayetçilerden Türkiye İnsan Hakları Vakfı vekili Av. ...’nin 2022 tarihli dilekçesi ile söz konusu kararın kaldırılarak .. E... ile diğer sorumlular hakkında soruşturma başlatılmasına karar verilmesi istemiyle Dairemize başvurulduğu anlaşılmıştır.Ancak, 2937 sayılı Kanunun 26 ncı maddesinin üçüncü fıkrasında, Cumhuriyet savcılıklarınca ihbar veya şikayetin işleme konulmamasına karar verilebileceği hükme bağlanmış olmakla birlikte, aynı maddenin dördüncü ve devamı fıkralarında Cumhuriyet savcılarının bu kararlarına karşı anılan Kanun kapsamında herhangi bir itiraz yolu öngörülmediğinden, ... Cumhuriyet Başsavcılığının 2022 tarih ve Soruşturma No: ... Karar No: ... sayılı şikayetin işleme konulmamasına ilişkin kararına yapılan itirazın Dairemizce incelenmesine hukuken olanak bulunmamaktadır."
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/8554
Başvuru, bir açık hava toplantısına yönelik olarak gerçekleştirilen öngörülebilir ve önlenebilir nitelikteki canlı bomba saldırısına ilişkin olarak gerekli tedbirleri almayan tüm kamu görevlileri ve saldırının ardından yaralı ve ölülerin olduğu yerde göz yaşartıcı gaz dâhil maddi güç kullanıp bu şekilde yardım edilmesini engelleyerek yaralıların sağlık durumlarının ağırlaşmasına hatta bazılarının ölümlerine yol açan kolluk görevlileri ile saldırının ardından acil sağlık hizmetinin sunulmasında ihmalleri bulunan sağlık görevlileri hakkında bir cezai soruşturma başlatılmaması nedeniyle yaşam hakkının, yetkili makamların ihmali olan görevliler hakkında cezai soruşturma başlatmayıp bu yönde hareketsiz kalması ve saldırının ardından yaşananlar nedeniyle kötü muamele yasağının, toplantı ve gösteri yürüyüşünün gerçekleştirilebilmesi için gerekli güvenlik tedbirlerinin alınmaması, buna rağmen tedbirleri almayan görevliler hakkında cezai soruşturma başlatılmaması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ve kamu görevlilerin ihmallerinin ve ihmallere ilişkin olarak bir cezai soruşturma başlatılmamasının altında yatan sebebin toplantının hükûmete muhalif kişilerce organize edilmiş olması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 22/10/2019 tarihinde öğrendikten sonra 20/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/38305
Başvuru 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1