text
stringlengths
115
474k
Haklar
stringclasses
21 values
Kararın Bağlantı Linki
stringlengths
53
58
Başvuru Konusu
stringlengths
0
2.09k
labels
int64
0
1
Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu nihai hükmü 27/3/2019 tarihinde öğrendikten sonra 19/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/12390
Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebinin reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılanmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülen yargılamanın duruşması dört celsede tamamlanmıştır. Yargılamada 16/8/2018 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda duruşmanın 8/11/2018 tarihinde yapılmasına ve başvurucunun duruşma tarihinde duruşma salonunda hazır bulundurulmasına karar verilmiştir. Başvurucu, yargılamanın 8/11/2018 tarihli ilk celsesinde duruşmada bizzat hazır bulunmuştur. Mahkeme, başvurucunun duruşmada bizzat hazır bulundurulmasına karar vererek duruşmayı 17/1/2019 tarihine ertelemiştir. Başvurucu, duruşmanın 17/1/2019 tarihli ikinci celsesinde bizzat duruşmada hazır bulunmuştur. Duruşmada başvurucu, müdafiinin de hazır bulunmasıyla savunma yapmıştır. Mahkeme, bir sonraki celsede başvurucunun duruşmaya Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla katılmasına karar vererek duruşmayı 19/3/2019 tarihine ertelemiştir. Başvurucu, duruşmanın 19/3/2019 tarihli üçüncü celsesine tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumundan SEGBİS aracılığı ile katılmıştır. Duruşma Tutanağı'nda başvurucunun SEGBİS aracılığıyla duruşmaya katılmak istemediği yönünde Mahkemeye itirazda bulunduğuna dair herhangi bir beyanı yer almamaktadır. Yine aynı celsede iddia makamınca esas hakkında mütalaa sunulmuştur. Mahkeme, başvurucu müdafiinin esas hakkında mütalaaya karşı savunma yapmak amacıyla süre talebinde bulunması üzerine süre talebinin kabulüne, bir sonraki celsede başvurucunun duruşmaya SEGBİS aracılığıyla katılmasına karar vererek duruşmayı 16/4/2019 tarihine ertelemiştir. Hükmün açıklandığı ve müdafiinin de hazır bulunduğu duruşmanın 16/4/2019 tarihli dördüncü celsesine SEGBİS aracılığı ile katılan başvurucunun bizzat duruşmada hazır bulunmak istediğine dair Mahkemeye herhangi bir bildirimde bulunduğunu ortaya koyan somut bir veriye rastlanmamıştır. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, gerekçeli temyiz dilekçesinde -diğerlerinin yanı sıra- duruşmalara fiziken katılamamış olması nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığını belirterek hükmün bozulmasını talep etmiştir. Hüküm, kanun yolu denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 23/7/2020 tarihinde öğrendikten sonra 21/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/25867
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebinin reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, kamu görevlisi olan başvurucular hakkında kanuna aykırı olduğu değerlendirilen toplantılara katılmaları nedeniyle disiplin cezasına hükmedilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurular çeşitli tarihlerde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2017/24439, 2017/24494, 2017/24837, 2017/28227, 2017/28855, 2017/29857 ve 2017/29912 sayılı dosyaların 2017/15845 sayılı bireysel başvuru dosyası üzerinde birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Birleştirilen başvuruların bir kısmı yönünden başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık söz konusu dosyalara ilişkin görüşlerini bildirmiştir. Konu yönünden irtibatlı bulunan diğer başvurular yönünden Bakanlıktan tekrar görüş istenmesi gerekli görülmemiştir. Başvurucu Güven Boğa, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Diğer başvurucular Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. İkinci Bölüm tarafından 30/9/2020 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular hakkında Gezi Parkı olayları şeklinde anılan süreçte yaşanan gelişmelerin protesto edildiği toplantılara katıldıklarından ve bu toplantıların kanuna aykırı olduğundan bahisle uyarma disiplin cezasına hükmedilmiştir. A. Gezi Parkı Olaylarına İlişkin Arka Plan Bilgisi Gezi Parkı olayları, İstanbul Taksim Meydanı’nda bulunan Gezi Parkı’nda yapılmak istenen çevre düzenlemelerine engel olmak için 27/5/2013 tarihinde iş makinelerinin Gezi Parkı'na girmesiyle başlamış ve haziran-temmuz aylarında yoğunlaşarak Türkiye’nin birçok iline yayılmış toplantı ve gösteri yürüyüşleridir. Anılan süreçte ağır şiddet olayları yaşanmış, hem eylemlere katılan sivil vatandaşlardan hem de müdahale eden güvenlik görevlilerinden ölenler ve yaralananlar olmuştur. İçişleri Bakanlığı verilerine göre 28/5/2013 ile 6/9/2013 tarihleri arasında 80 ilde Gezi Parkı olayları çerçevesinde 532 eylem/etkinlik gerçekleştirilmiş, bu eylem ve etkinliklere 208 kişi katılmış, olaylara ilişkin olarak 519 emniyet personeli görevlendirilmiş, söz konusu gösterilerden 164’üne müdahalede bulunulmuş, bir komiser yüksekten düşme nedeniyle şehit olmuş, üçü silahla ve ikisi bıçakla olmak üzere 697 güvenlik görevlisi yaralanmış, olaylar sırasında yaşamını yitiren dört sivil vatandaşın ölümüyle ilgili adli ve idari soruşturma yürütülmüş, olaylara ilişkin olarak gözaltına alınan 513 kişiden 148'i tutuklanmış ve görevlendirilen polislerden 127'si hakkında uygulamaları nedeniyle araştırma/soruşturma işlemleri yapılmıştır. Türkiye Tabipler Birliği verilerine göre ise kamu hastaneleri, özel hastane ve tıp merkezleri ile olayların yaşandığı alanlarda kurulan revirlere toplam 163 kişi yaralı olarak başvurmuştur. Bunlardan 106'sı kafa travmasına uğramış, 63'ü ağır yaralanmış, 11'i gözünü kaybetmiştir. Gezi Parkı olaylarının niteliği ve başlatılma amacına ilişkin olarak kamuoyunda yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Olayların çevreci bir saikle başladığını, bireylerin yaşadıkları çevreye ilişkin kararların kendilerine sorulması talebini ortaya koyduklarını ifade edenler olduğu gibi yerleri değiştirilen ağaçların bahane olarak kullanıldığını, hareketin iktidara karşı yurt dışı destekli bir kalkışma olduğunu belirtenler ve polisin sert müdahalesini Başbakanlık binasının ele geçirilmeye çalışılması, kamu ve özel kişilerin mallarına zarar verilmesi nedeniyle meşru görenler de mevcuttur (Oğulcan Büyükkalkan ve diğerleri, B. No: 2014/17226, 10/1/2018, § 8).B. Başvuru Konusu Olaya İlişkin Süreç Başvurucu Gülistan Atasoy Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde ebe olarak, başvurucu Güven Boğa Adana'nın Seyhan ilçesinde bir lisede biyoloji öğretmeni olarak diğer başvurucular Mehmet Akarsubaşı, Münir Korkmaz, Orhan Alıcı, Mehmet Rüştü Şatır, Halil Kara ve Yalçın Alçiçek ise Çukurova ve Seyhan ilçelerinde çeşitli ilköğretim okullarında sınıf öğretmeni olarak çalışmaktadır. Başvurucu Gülistan Atasoy Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası üyesi, diğer başvurucular ise Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası üyesidir. Başvurucuların üyesi oldukları söz konusu iki Sendikanın bağlı olduğu Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) 11/5/2013 tarihinde, 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nda yapılacak değişikliklere ilişkin bir dizi eylem ve etkinlik kararı almıştır. Anılan eylemler içinde yer alan ve 12/6/2013 tarihinde yapılması kararlaştırılan işe gitmeme eylemi, KESK'in 17/5/2013 tarihli acil kararıyla 5/6/2013 tarihine çekilmiştir. KESK 3/6/2013 tarihinde ise kısa bir süre önce İstanbul'da başlayan Gezi Parkı olaylarında gerçekleştirilen eylemlere karşı devletin orantısız olduğunu belirttikleri güç kullanımını da protesto etmek amacıyla iş bırakma eyleminin 4/6/2013 tarihinden itibaren başlatılmasına ve 5/6/2013 tarihinde de devam edecek olan eylem kapsamında kitlesel biçimde meydanlara çıkılmasına karar vermiştir. Başvurucular KESK'in anılan çağrısı üzerine Gezi Parkı olaylarında yaşananları protesto etmek amacıyla 4/6/2013 ve 23/6/2013 tarihleri arasında belli gün veya günlerde Adana il merkezinde yapılan toplantılara katılmıştır. Güven Boğa dışında başvurucuların tamamının söz konusu toplantılara mesai saatleri dışında katıldığı belirtilmiştir. Başvurucular hakkında anılan toplantılara katıldıkları gerekçesiyle 657 sayılı Kanun'un maddesinin (A) bendinin (e) alt bendi uyarınca devlet memuru vakarına yakışmayan tutum ve davranışta bulunmaktan uyarma cezası verilmiştir. Başvurucuların söz konusu cezaların iptali istemiyle açtıkları davalar reddedilmiştir. Derece mahkemeleri, başvurucuların katıldığı toplantıların 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun ve maddesi hükümlerine uygun biçimde bildirim verilmeden ve usulüne uygun olarak izin alınmadan yapılmasına, ayrıca şiddet içermesi nedeniyle barışçıl niteliğini kaybetmesine dayanmıştır. Ret kararlarında öncelikle davaların sendika hakkı değil toplantı hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği kabul edilmiştir. Nitekim derece mahkemeleri başvuru konusu toplantıların kamu görevlisi olan başvurucuların ortak sosyal, kültürel ve ekonomik çıkarları ile ilgili olmadığını belirtmiş ve bu konuda Adana Valiliği İl Emniyet Müdürlüğünün 26/6/2013 tarihli "Gezi Parkı Eylemleri" konulu yazısına atıf yapmıştır. Adana Emniyet Müdürlüğü başvuru konusu toplantıların Türkiye'nin birçok yerinde Taksim Gezi Parkı'nda gerçekleşen olayları protesto etmek amacıyla aynı anda başlayan ve Taksim direnişini konu alarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini istifa etmeye zorlamaya yönelik eylemler olduğunu ileri sürmüştür. Emniyet Müdürlüğü yapılan eylemlerin masum bir hak arama ya da görüş bildirme amacıyla düzenlenmiş etkinlikler olmadığını, şiddete başvuran eylemcilerin bir anarşi ortamı oluşturmaya çalıştığını ve bu sebeple eylemlere katılan kamu görevlilerinin isimlerinin yer aldığı listenin gerekli yerlere bildirildiğini ifade etmiştir. Bu bağlamda başvurucu Güven Boğa hakkında karar veren derece mahkemesi dışındaki mahkemeler, başvurucuların toplantılara mesai saatleri dışında katılmış oldukları da dikkate alındığında ortada Anayasa'nın maddesinde yer alan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı kapsamında gerçekleştirilmiş toplantılar olduğu ve davaların çözümünün de bu değerlendirme ışığında yapılması gerektiği sonucuna ulaşmıştır. Başvurucu Güven Boğa hakkında karar veren derece mahkemesi ise başvurucunun anılan toplantılara mesai saatleri içinde katılmış olmasına rağmen yine de ortada bir sendikal faaliyet olduğundan bahsedilemeyeceğini, bu nedenle davanın toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı çerçevesinde incelenmesi gerektiğini belirtmiştir. Toplantı hakkının kullanımı için bildirim usulü öngörülmesinin başlı başına söz konusu hakkın ihlali anlamına gelmediğini belirten derece mahkemeleri bu şartın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) hukukuyla da uyumlu olduğunu, nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) bir kararında önceden izin alma şartı yerine getirilmeden düzenlenen bir gösteri yürüyüşüne katılması dolayısıyla başvurucunun idari para cezasına çarptırılmasını -cezanın düşük miktarını da gözönünde bulundurarak- Sözleşme'ye uygun kabul ettiğini belirtmiştir. Derece mahkemeleri, başvurucuların söz konusu toplantılar için bildirim yükümlülüğü altında bulunan düzenleyiciler olup olmadığı konusunda herhangi bir açıklama yapmamıştır. Derece mahkemeleri; başvuru konusu toplantılarda bazı grupların yüzlerini kapattıklarını, gaz maskeleri taktıklarını, eylem sırasında sokaklarda taşlardan, demir korkuluklardan bariyer oluşturduklarını, sokaklarda ateş yaktıklarını ve olaylara müdahale eden güvenlik görevlilerine taşlı, sopalı saldırılarda bulunduklarını, bu sebeplerle de toplantıların şiddet içerikli hâle geldiğini kabul etmiştir. Bu durumda gösterinin geneline şamil olacak biçimde barışçıl niteliğini kaybettiği anlaşılan toplantılara katılan kamu görevlisi başvurucular hakkında belli bir müeyyide uygulanmasının anlaşılabilir olduğu ifade edilmiştir. Sonuç olarak derece mahkemeleri, kamu görevlisi olan başvurucuların eylemlerine uygun disiplin cezası ile tecziyelerine ilişkin dava konusu işlemlerde -cezanın niteliği de dikkate alındığında- ölçülük ilkesine, mevzuata ve hukuka aykırılık görülmediğine karar vermiştir. Başvurucular nihai kararın kendilerine tebliğinden itibaren süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 657 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "A - Uyarma : Memura, görevinde ve davranışlarında daha dikkatli olması gerektiğinin yazı ile bildirilmesidir.Uyarma cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:...e) Devlet memuru vakarına yakışmayan tutum ve davranışta bulunmak,... " Danıştayın memurlara verilecek disiplin cezalarının amacı ve bu doğrultuda disiplin soruşturmalarının yapılma usulü konusundaki kararı şu şekildedir:"Disiplin cezaları, kamu hizmetinin gereği gibi yürütülebilmesi bakımından kamu görevlilerinin mevzuat uyarınca yerine getirmek zorunda oldukları ödev ve sorumlulukları ifa etmemeleri veya mevzuatta yasaklanan fiillerde bulunmaları durumunda uygulanan yaptırımlar olup, memurların özlük hakları üzerinde doğrudan ve önemli sonuçlar doğurmaları sebebiyle subjektif ve bireysel etkileri bulunduğu gibi kamu görevinin gereği gibi sürdürülmesi ve kamu düzeninin sağlanması bakımından objektif ve kamusal öneme sahiptirler.Bu bakımdan disiplin soruşturmalarının yapılmasında izlenecek yöntem, ceza verilecek fiiller ve ceza vermeye yetkili makam ve kurullar pozitif olarak mevzuatla belirlenmekte, doktrin ve yargısal içtihatlarla da konu ile ilgili disiplin hukuku ilkeleri oluşturulmaktadır. Buna göre, disiplin cezası verilebilmesi için kusurlu halin tespitinden sonra belli süreler içinde ilgili memur hakkında tarafsız bir soruşturmacı görevlendirilerek disiplin soruşturması açılması, söz konusu soruşturmada memurun lehine ve aleyhine olan tüm delillerin toplanarak ekleriyle birlikte bir soruşturma raporunun oluşturulması ve bu şekilde memurun hangi fiili, nerede, ne zaman, nasıl, ne şekilde işlediğinin somut, hukuken kabul edilebilir ve delillerle şüpheye yer vermeyecek açıklıkta ortaya konularak yetkili disiplin amiri veya disiplin kurulu tarafından bir disiplin cezası verilmesi gerekmektedir." (Danıştay Dairesi, 18/5/2016, E.2016/10866, K.2016/3109)." Danıştayın disiplin cezalarının ceza hukukunun genel ilkelerine tabi olduğuna ilişkin kararı şu şekildedir:"Disiplin cezaları, kamu görevlilerinin mevzuata, çalışma düzenine, hizmetin gereklerine aykırı fiillerine karşı düzenlenen idari yaptırımlardır. Kamu hizmetlerinden sürekli uzaklaştırılabilmek gibi ağır sonuçlara neden olabilen disiplin cezaları, ağırlığı ve önemi sebebiyle Anayasa'nın maddesindeki suç ve cezalara ilişkin kurallara tabi tutulmuşlardır.'Kanunsuz suç ve ceza olmaz' ilkesi uyarınca, ceza yaptırımına bağlanan her bir fiilin tanımının yapılması ve kanunun ne tür fiilleri suç sayarak yasakladığının hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirtilmesi gerekmektedir. Sözü edilen suç tanımlaması yapıldıktan sonra, suçun karşılığı olan cezanın ve suç sayılan fiili gerçekleştiren kamu görevlisinin hangi disiplin kuralını ihlal ettiğinin açık bir şekilde ortaya konulması da zorunludur. Sözkonusu fiil, mevzuatta öngörülen tanıma uymuyorsa verilen disiplin cezasının hukuka aykırı olacağı açıktır." (Danıştay Dairesi, 17/12/2015, E.2012/2922, K.2015/6975). Bu kapsamda Danıştay, il millî eğitim müdürünün atamasının eleştirildiği bazı köşe yazılarını aracının camına asarak okula gelen, ayrıca bunları kantinde ve öğretmenler odasında da teşhir ettiği belirtilen öğretmen ile aynı okulda çalışan başka bir öğretmeni rahatsız edici davranışlarda bulunan ve bir öğretmene yakışmayacak içerikte mesajlar attığı değerlendirilen öğretmenin, ayrıca telefonda başka bir görevli ile konuşurken idareye matufiyet olmadan genel olarak hakaret eden sağlık memurunun eylemlerinin devlet memuru vakarına yakışmayan tutum ve davranışta bulunmak hükmü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini kabul etmiştir (sırasıyla Danıştay Onikinci Dairesi, 17/12/2015, E.2012/2922, K.2015/6975; Danıştay Onikinci Dairesi, 9/9/2019, E.2016/2432, K.2019/5694; Danıştay Onikinci Dairesi, 20/6/2019, E.2018/1442, K.2019/3898). Danıştay, hakkında devam eden disiplin soruşturması kapsamında kendisi tarafından hazırlanan ve içeriğinde kendisiyle ilgili övücü sözler bulunan bir metni başka bir kişi aracılığıyla görev yaptığı ilçedeki insanlara imzalatarak soruşturma makamına sunan kamu görevlisi hakkında bu eylemi nedeniyle 657 sayılı Kanun'un maddesinin B bendinin (d) alt bendi uyarınca kınama cezası verilmesinin eylemin anılan hükümdeki tanıma uymaması, bu doğrultuda tipiklik şartının gerçekleşmemesi ve eylemin aynı Kanun'un maddesinin A bendinin (e) alt bendi kapsamında değerlendirilebilecek olması nedeniyle hukuka aykırı olduğunu kabul etmiştir (Danıştay Onikinci Dairesi, 16/9/2019, E.2016/2377, K.2019/5880).B. Uluslararası Hukuk AİHM devletin kamu hizmetinde çalışan memurları yönünden sadakat yükümlülüğü öngörmesinin, ayrıca onlara ödev ve sorumluluklar yüklemesinin memurların statüleri gereği meşru bir durum olduğunu belirtmiştir. Fakat kamu görevlilerinin de birey olduğunu, siyasi görüş sahibi olma, ülke sorunlarıyla ilgilenme, tercih yapma gibi sosyal yönlerinin bulunduğunu ve bu doğrultuda Sözleşme'nin ve maddelerinden yararlandıklarının şüpheden uzak olduğunu da ifade etmiştir. Bununla birlikte memurun bulunduğu konum ve görev yaptığı alanla ilgili olarak ödev ve sorumluluk derecesinin belirlenmesinde ulusal makamların bir takdir marjı olduğunu da eklemiştir (İsmail Sezer/Türkiye, B. No: 36807/07, 24/3/2015, §§ 52-54; Vogt/Almanya [BD], B. No: 17851/91, 26/9/1995, §§ 51-53; Ahmed ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 22954/93, 2/9/1998, §§ 53, 54; Otto/Almanya (k.k.), B. No: 27574/02, 24/11/2005). AİHM, kamu görevlilerine verilen disiplin cezalarıyla güdülen meşru amacın gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği yönünden yalnızca cezanın bir kuralla öngörülmüş olmasını yeterli bulmamakta; somut bir değerlendirmenin varlığını aramaktadır. Bu bağlamda kamu görevlilerinin cezalandırılan eylemlerinin kamu hizmetlerinin sürekliliğini ya da gereği gibi yerine getirilmesini etkilemek veya görev yapılan devlet kurumunun itibarını zedelemek gibi cezayı gerekli kılan sonuçlara sebep olduğunun açıkça gösterilmesi gerektiğini belirtmektedir (Kula/Türkiye, B. No: 20233/06, 19/6/2018, §§ 48, 49). Bununla birlikte AİHM, kamu görevlilerinin devlete sadakat yükümlülüğü hususunda söz konusu devlete özgü durumların dikkate alınabileceğini kabul ettiği gibi memurun görevinin niteliğinin de gözönünde bulundurulması gerektiğini ifade etmiştir. Komünist Partinin eylemlerine aktif olarak katılan bir öğretmenin aldığı disiplin cezasına ilişkin olarak yapılan başvuruda verdiği Vogt/Almanya kararında, memurların devlete sadakat yükümlülüğü konusunda Almanya'nın nasyonel sosyalizm geçmişinin ve bu doğrultuda Alman Anayasası'nın üzerine kurulduğu ilkelerin dikkate alınması gerektiğini belirtmiş; ayrıca öğretmenlerin öğrencileri yönünden bir otoriteyi temsil ettikleri gerçeği karşısında iş yaşamları dışında da belli bir dereceye kadar ödev ve sorumluluklarının devam edeceğini kabul etmiştir (Vogt/Almanya, §§ 59, 60).
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/15845
Başvuru, kamu görevlisi olan başvurucular hakkında kanuna aykırı olduğu değerlendirilen toplantılara katılmaları nedeniyle disiplin cezasına hükmedilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, kamudaki görevinden ihraç edilen hukukçunun baro levhasına yazılmasına ilişkin verilen kararın mahkemece iptal edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir. Başvurucu Ankara Barosuna kayıtlı avukat olarak görev yaparken talebi üzerine 2007 tarihinde kaydı silinmiştir. Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığında müşavir olarak görev yapan başvurucu, 15 Temmuz darbe girişimin akabinde 672 sayılı OHAL KHK'sı ile 1/9/2016 tarihinde kamu görevinden çıkarılmıştır. Kamu görevinden çıkarılmasının ardından başvurucu, baro levhasına avukat olarak yeniden yazılma talebiyle Ankara Barosuna (Baro) başvurmuştur. Baro, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) gönderdiği yazı ile başvurucu hakkında, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olma suçu kapsamında bir soruşturmanın bulunup bulunmadığını sormuştur. Başsavcılık tarafından gönderilen cevap yazısında başvurucu hakkında yürütülen herhangi bir ceza soruşturmasının olmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun talebi, yasal şartlara uygun olduğu gerekçesiyle Baro Yönetim Kurulunun 2/8/2017 tarihli kararıyla kabul edilmiştir. Söz konusu karar Türkiye Barolar Birliği (TBB) Yönetim Kurulunun 21/8/2017 tarihli kararıyla uygun bulunmuştur. TBB tarafından verilen karar, Bakanlık tarafından yerinde görülmeyerek bir daha görüşülmek üzere TBB'ye geri gönderilmiştir. Geri gönderme kararının gerekçesinde; avukatların kamu hizmeti yapan kişilerden sayıldığı vurgulanarak, başvurucunun 672 sayılı OHAL KHK'sı ile ihraç edildiği, anılan OHAL KHK'sının maddesi gereğince kamu görevinden çıkarılanların bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceği belirtilmiştir. TBB Yönetim Kurulu 20/10/2017 tarihli kararıyla, önceki kararında ısrar ederek başvurucunun baro levhasına yazılma talebinin kabulüne karar vermiştir. Israr kararında; Bakanlığın geri gönderme gerekçesinin usule ve yasaya uygun olmadığı ifade edilmiştir. Bakanlık, başvurucunun baro levhasına yazılmasına ilişkin TBB Yönetim Kurulu tarafından verilen karara karşı 1/11/2017 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Dava dilekçesinde; 672 sayılı OHAL KHK'sı ile meslekten veya kamu görevinden çıkarılanların bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceğinin hükme bağlandığı vurgulanmıştır. Söz konusu meslekten veya kamu görevinden çıkarma tedbirinin, adli suç veya disiplin suçu işlenmesi karşılığında uygulanan yaptırımlardan farklı olarak terör örgütleri ile milli güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen diğer yapıların kamu kurum ve kuruluşlarındaki varlığını ortadan kaldırmayı amaçlayan, geçici olmayan ve nihai sonuç doğuran olağanüstü tedbir mahiyetinde olduğu ifade edilmiştir. 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun ve maddesinde avukatlık mesleğinin kamu hizmeti olduğunun vurgulandığı ifade edilmiştir. Yine Kanun'un ve maddelerinin mesleğin kamu hizmeti niteliğinde olduğunun bir göstergesi olduğu, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin bu durumu teyit ettiği iddia edilmiştir. Davalı TBB tarafından sunulan cevap dilekçesinde; ilgili mevzuat ve yargı kararlarına atıf yapılarak bir kişinin kamu görevlisi sayılabilmesi için devlet teşkilatlanması ya da kamu kesiminde yer alan bir kuruluşta çalışması gerektiği, avukatlığın sunulan hizmet açısından bir kamu hizmeti, mesleki faaliyet olarak ise serbest meslek faaliyeti olduğu ancak kamu görevlisi olarak kabul edilemeyeceği belirtilmiştir. Başvurucu hakkında herhangi bir soruşturma ve kovuşturmanın bulunmadığı, avukatlığa kabulde engel bir hâlin tespit edilmediğinden söz konusu işlemin yasaya uygun olduğu değerlendirmesine yer verilmiştir. Başvurucu, Mahkemeye sunduğu dilekçe ile davalı TBB yanında davaya müdahale talebinde bulunmuş ve talebi Mahkemece kabul edilmiştir. Mahkeme, 15/3/2018 tarihli kararıyla dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; millî güvenliğe karşı büyük bir tehdit oluşturan FETÖ/PYD ile iltisakı, irtibatı ve mensubiyeti değerlendirilen örgüt üyelerinden devlet kurumlarının hızlı bir şekilde arındırılması amacıyla yürürlüğe konulan 672 sayılı KHK'nın meslekten ve kamu görevinden ihraç edilenlerin bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceğine ilişkin tedbir de içerdiği vurgulanmıştır. Avukatlık mesleğinin önem ve özelliği, kamu hizmeti niteliği ve avukatın hak ve yetkileri gözetilmeden dar bir yorumla kamu görevlisi olarak kabul edilemeyeceği şeklinde değerlendirilmesinin terörle mücadeleyi sekteye uğratacağı gibi anılan KHK'nın amacıyla da bağdaşmayacağı belirtilmiştir. TBB ve başvurucu, söz konusu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi, 18/10/2018 tarihli kararıyla, istinaf talebinin kesin olarak reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; İdare Mahkemesince verilen kararın usule ve hukuka uygun olduğu, kaldırılmasını gerektiren bir nedenin bulunmadığı belirtilmiştir. Nihai karar 9/11/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 7/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk (ulusal mevzuat, Anayasa Mahkemesince ve idari yargı mercilerince verilen yargı kararları, uluslararası düzenlemeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları) için bkz. Tamer Mahmutoğlu [GK], B. No: 2017/38953, 23/7/2020, §§ 37-67)
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/35654
Başvuru, kamudaki görevinden ihraç edilen hukukçunun baro levhasına yazılmasına ilişkin verilen kararın mahkemece iptal edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, mülke ulaşılamamasından kaynaklanan zararın tazmini için yapılan idari başvurunun süresinde görülmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular süresinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/89284
Başvuru, mülke ulaşılamamasından kaynaklanan zararın tazmini için yapılan idari başvurunun süresinde görülmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/28277
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kamulaştırmasız el atma nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul ili Maltepe ilçesi E-5 kara yolu üzeri Yeni Kariye Mahallesi 41 ada 46 parsel sayılı 270 m² yüz ölçümlü taşınmaz başvurucuların murisi İsmail Hakkı Şener adına kayıtlıdır. Başvurucular bu taşınmaz üzerinden herhangi bir kamulaştırma işlemi yapılmaksızın (E-5 kara yolu geçirmek suretiyle) el atıldığından bahisle 18/6/2015 tarihinde İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) Karayolları Genel Müdürlüğü (KGM), İstanbul Büyükşehir Belediyesi (Büyükşehir Belediyesi) ve Maltepe Belediyesi (Belediye) aleyhine fazlaya ilişkin haklarının saklı kalması kaydıyla 000 TL'nin tahsili için dava açmıştır. KGM davaya cevap dilekçesinde; kamulaştırmanın 9/10/1956 tarihinden önce gerçekleşmiş olması sebebiyle 5/1/1961 tarihli ve 221 sayılı Amme Hükmi Şahısları veya Müesseseleri Tarafından Fiilen Amme Hizmetlerine Tahsis Edilmiş Gayrimenkuller Hakkında Kanun gereğince dava hakkının düştüğünü belirtmiştir. İlçe Belediyesi cevap dilekçesinde davanın idari yargıda görülmesi gerektiğini, sorumluluğun Büyükşehir Belediyesinde olduğunu belirtmiştir. Büyükşehir Belediyesi cevap dilekçesinde dava açılmadan önce uzlaşma başvurusunda bulunulması gerektiğini ve sorumluğun KGM'ye ait olduğunu açıklamıştır. Mahkemece taşınmaz mahallinde yapılan keşif sonrası bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan 27/3/2016 tarihli raporda:i. Dava konusu 41 ada, 46 parsel sayılı taşınmazın tamamının Pendik - Erenköy - Haydarpaşa arası kamulaştırma sahasında kalmasından dolayı 7/7/1953 tarih ve 177 sayılı “ Menafi-i Umumiye” kararına göre kamulaştırılmasına karar verildiği, ii. Tapu kayıtlarında dava konusu taşınmazın tamamının İsmail Hakkı Şener adına kayıtlı olarak görüldüğü,iii. Taşınmazın kısmen 1/1000 ölçekli Maltepe E-5 güneyi uygulama imar planında kısmen yolda, kısmen yol-refüj-yeşil alanda kaldığı, parselin kısmen Maltepe E-5 Kuzeyi Uygulama İmar Planı Kadıköy-Kartal Raylı Toplu Taşıma projesi Plan Tadilatında planında kısmen yolda, kısmen yol-refüj- yeşil alanda kaldığı, parselin kısmen de Büyükşehir kamulaştırma sınırı içinde kaldığı,iv. Dava konusu taşınmazın tamamının fiilen D-100 kara yolu ve Güney Yan Yol olarak kullanılmakta olduğu, ekli krokide taşınmazın A ile işaretli 516,90 m² lik kısmının yan yol ve refüj alanı, B ile işaretli 753,10 m² lik kısmının D-100 kara yolu olarak kullanıldığı, A ve B ile gösterilen bu alan dışında parselden geriye kalan bir kısım bulunmadığı,v. Dava konusu taşınmaz 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun maddesine göre imar uygulamasına tabi tutulmamış kadastral parsel olduğu,vi. Dava konusu taşınmazın, İstanbul Küçükyalı Ticaret Üniversitesi kampüsüne 400 metre, D-100 Küçükyalı Kavşağı'na 650 metre, D-100 Karayolu Bostancı Kavşağı'na 250 metre mesafede bulunması, taşınmazın Belediye sınırları içinde yerleşik bir alanda yer alması, etrafında konut ve işyeri amaçlı binaların varlığı ve imar planının var olması nedeniyle, 83/6122 sayılı Bakanlar Kurulu Kararnamesi'nin a bendinde “arsa sayılabilecek parsellenmiş arazi hakkında” belirtilen esaslara göre arsa vasfında kabul edilmesi gerektiği,vii. Taşınmazın dava tarihi itibarıyla yan yol ve refüj alanı olarak kullanılan kesiminin 220 TL, D-100 kara yolu olarak kullanılan kısmının 780 TL olmak üzere toplam kamulaştırma bedelinin 000 TL olduğu tespit edilmiştir. Bilirkişi raporuna taraflarca itiraz edilmiştir. Mahkeme itiraz üzerine aynı bilirkişi kurulundan ek rapor talep etmiştir. Bilirkişi kurulu 5/5/2016 tarihli ek raporda Büyükşehir Belediyesinin 8/4/2016 tarihli yazısında 1950-1960 yılları arası hava fotoğraflarının bulunmadığı belirtildiğinden 1950-1960 yılları arasında el atma olup olmadığının değerlendirilemediği ancak Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesinin 956/447 Esas sayılı dosyasında 20/3/1957 tarihli keşif ve inceleme sırasında iddia konusu olan yerin dikerlik olduğu belirtildiğinden, 20/3/1957 tarihi itibarıyla taşınmaza el atmanın olmadığı, el atmanın 1957 tarihinden sonra olduğunun tespit edildiğini açıklamıştır. Öte yandan KGM ile Büyükşehir Belediyesi arasında düzenlenen 20/8/2002 ve 8/11/2004 tarihli devir protokolleri gereğince kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan sorumluluğun KGM'de olduğu belirtilmiştir. Başvurucular 24/9/2014 tarihli dilekçe ile davayı ıslah ederek talep miktarını 000 TL’ye yükseltmiştir. Mahkeme 9/3/2017 tarihinde; Büyükşehir ve İlçe Belediyesi aleyhine açılan davaların pasif husumet yokluğu nedeniyle reddine, KGM aleyhine açılan davanın kabulüne, 000 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tahsiline karar vermiştir. Kararda, dava konusu taşınmaza 9/10/1956 tarihinden önce el atıldığının kanıtlanamadığı, keşifte hazır edilen fen bilirkişisinin 23/2/2016 tarihli raporundan 1/000 ölçekli hava fotoğraflarından fiilen el atmanın 1946 ile 1959 yılları arasında başladığı görülmekle birlikte kesin tarihinin tespit edilemediği, bu nedenle 221 sayılı Kanun'un uygulanmadığı açıklanmıştır. KGM karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde; davanın süresi içinde açılmadığı, düzenleme ortaklık payı kesintisi yapılmadığı, bilirkişi raporlarının yetersiz olduğunu belirtilmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 13/6/2018 tarihinde istinaf başvurusunun kabulü ile Mahkeme kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Daire, davalı Büyükşehir ve İlçe Belediyesi aleyhine açılan davanın pasif husumet yokluğu nedeniyle reddine, diğer davalı KGM aleyhine açılan davanın ise hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar vermiştir. Daire dava konusu taşınmazın davalı KGM tarafından kamulaştırıldığı, davacılar murisi olan taşınmaz maliki İsmail Hakkı Şener tarafından Kartal Asliye Hukuk Mahkemesinin 1956/447 Esas sayılı dosyası ile bedel artırım davası açıldığı ve kamulaştırma işlemlerinin kesinleştiğine vurgu yapmıştır. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 5/12/2019 tarihinde Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir. Başvurucular 28/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu Ayşe Saide Şener başvurunun devamı sırasında 12/12/2020 tarihinde vefat etmiş, mirasçısı Ece Dinçer başvuruya devam etmek istediğini bildirmiştir. İlgili hukuk için bkz. Şevket Karataş [GK], B. No: 2015/12554, 25/10/2018, §§ 20-33; Hasan Mutlu, B. No: 2018/22691, 30/6/2021, §§ 22,
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/4835
Başvuru, kamulaştırmasız el atma nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; ortaklığın giderilmesi davasına konu taşınmaz üzerindeki ihtiyati tedbirin uzun süre devam etmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Melikgazi Belediye Başkanlığı (İdare) tarafından 14/7/2008 tarihinde başvurucuların murisinin de aralarında olduğu davalılara karşı ortaklığın giderilmesi davası açılmıştır. Mahkemece 24/4/2009 tarihinde dava konusu taşınmaz üzerine ihtiyati tedbir şerhi konulmuştur. Mahkeme tarafından 13/7/2010 tarihli celsede başvurucuların murisinin vefat ettiği anlaşıldığından başvurucuların da dâhil olduğu mirasçıları davaya dâhil etmek üzere İdarenin vekiline süre verilmiş, 17/4/2012 tarihli celsede bahsi geçen tüm mirasçıların davaya dâhil edildiği ve ilgili tebligatların yapıldığı belirtilmiştir. Başvurucular, yargılama aşamasında ihtiyati tedbir kararının kaldırılması yönünde talepte bulunmamıştır. Mahkeme 27/3/2014 tarihinde davanın kabulüyle taşınmaz üzerindeki ortaklığın satış suretiyle giderilmesine karar vermiş, karar temyiz edilmeksizin 18/5/2017 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucular 21/2/2020, 2/3/2020 ve 15/1/2021 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İdare 25/1/2023 tarihinde ihtiyati tedbir kararının kaldırılmasını talep etmiş, Mahkeme ilgili Tapu Müdürlüğüne gönderdiği 16/2/2023 tarihli yazıyla ihtiyati tedbir kararının terkin edilmesi gerektiğini bildirmiştir. Tapu Müdürlüğü ise Mahkemeye gönderdiği aynı tarihli yazıyla, mahkeme kararı gönderilmediği için tedbir kararının kaldırılamadığını açıklamıştır. İdare 3/3/2023 tarihinde ihtiyati tedbir kararının kaldırılmasını tekrar talep etmiştir. Mahkeme talebin gereğinin 16/2/2023 tarihli yazıyla yerine getirilmesi sebebiyle başka bir işlem yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede ihtiyati tedbirin devam ettiği anlaşılmıştır. Komisyonca 22/11/2023 tarihinde 2021/5096 numaralı başvuruda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, başvurunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine yönelik şikâyete ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Komisyon 2020/8289 ve 2020/9684 numaralı başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/8289
Başvuru, ortaklığın giderilmesi davasına konu taşınmaz üzerindeki ihtiyati tedbirin uzun süre devam etmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, hükümlü olan başvurucunun gönderdiği mektuplara sakıncalı olduğu gerekçesiyle el konulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/10/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuya ait 2017/36949, 2017/36952 ve 2017/36953 numaralı bireysel başvuruların konu yönünden irtibat nedeniyle 2017/36327 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine 23/12/2019 tarihinde karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışma suçundan Balıkesir L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunan başvurucu farklı tarihlerde İnsan Hakları Derneğine mektup göndermek istemiştir. Benzer içerikli mektuplarda Ceza İnfaz Kurumunda maruz kalınan birtakım uygulamalara yer verilmiştir. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının (Disiplin Kurulu)24/8/2017, 12/9/2017, 19/9/2017 ve 15/9/2017 tarihli sakıncalı mektup değerlendirme kararlarıyla mektupların muhatabına gönderilmemesine karar verilmiştir. Karar gerekçelerinde, mektupların içeriğinde kurumları hedef gösteren yalan yanlış ifadeler bulunduğu vurgulanmıştır. Başvurucu tarafından Disiplin Kurulu kararlarına karşı Balıkesir İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yapılan itirazlar 11/9/2017, 21/9/2017, 22/9/2017 ve 28/9/2017 tarihli kararlarla reddedilmiştir. Kararlarda; Disiplin Kurulu karar gerekçesi ve ilgili mevzuat hatırlatıldıktan sonra mektupta başvurucunun İnfaz Kurumunda yaşadığı sorunlardan bahsettiği ve bu sorunların çözüm merciinin İnsan Hakları Derneği değil kanunda gösterilen idari ve yargısal birimler olduğu, bu nedenle hükümlünün mektuplarındaki şikâyetlerinin araştırılması için mektubun Cumhuriyet başsavcılığına gönderildiği, mektuplarda Ceza İnfaz Kurumunu ve görevlilerini hedef gösteren, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek ifadelere yer verildiği belirtilmiştir. Başvurucu tarafından anılan kararlara karşı Balıkesir Ağır Ceza Mahkemesine yapılan itirazlar 27/9/2017, 5/10/2017 ve 12/10/2017 tarihli kararlarla reddedilmiştir. Karar gerekçelerinde, itirazların dayanağını oluşturan İnfaz Hâkimliği kararlarının usul ve yasaya uygun olduğuna ilişkin değerlendirmeye yer verilmiştir. Nihai kararlar 12/10/2017, 18/10/2017 ve 29/9/2017 tarihlerinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/10/2017, 25/10/2017, 26/10/2017 ve 27/10/2017 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Hükümlünün mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hükümlü, bu maddede belirlenen kısıtlamalar dışında, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir. (2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir.(3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez. (4) Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir." 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 20/3/2006 tarihli ve 2006/10218 sayılı Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (Tüzük) "Hükümlünün mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hükümlü, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir. (2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir. (3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı olarak haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez.  (4) Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir. Ancak, hükümlünün savunması için avukatına gönderilen mektup, faks veya telgraflar 84 üncü maddenin ikinci fıkrasının (c) bendinin (2) numaralı alt bendinde belirtilen hâllerin gerçekleşmesi hâlinde, bu gönderiler hakkında da 84 üncü maddenin ikinci fıkrasının (c) bendinin (2) numaralı alt bendinde belirtilen esas ve usuller uygulanır." Tüzük'ün "Mektupların gönderilmesi ve gelen mektupların verilmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) 91 inci maddeye göre mektup alma ve gönderme hakkı kapsamında hükümlüler tarafından yazılan mektup, faks ve telgraflar, zarfı kapatılmaksızın bu işle görevlendirilen ikinci müdür başkanlığında, idare memuru ve yüksek okul mezunu iki infaz ve koruma memuru tarafından oluşturulan mektup okuma komisyonuna iletilmek üzere güvenlik ve gözetim servisi personeline verilir. Yapılan incelemeden sonra gönderilmesinde sakınca görülmeyen mektuplar üzerine "görüldü" kaşesi vurulur, zarf içerisine konularak kapatılır ve postaneye teslim edilir. (2) Resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilenler hakkında 91 inci maddenin dördüncü fıkrası hükmü uygulanır. (3) Hükümlülere gönderilen ve açılıp incelendikten sonra verilmesinde sakınca olmadığı anlaşılan mektup, faks ve telgraflar zarfları ile birlikte verilir.” Tüzük'ün "Sakıncalı görülen mektuplar" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Mektup okuma komisyonunca, mahalline gönderilmesi veya hükümlüye verilmesi sakıncalı görülen mektuplar, en geç yirmidört saat içinde disiplin kuruluna verilir. Mektubun disiplin kurulu tarafından kısmen veya tamamen sakıncalı görülmesi hâlinde, mektup aslı çizilmeden veya yok edilmeden şikâyet ve itiraz süresinin sonuna kadar muhafaza edilir. Mektubun kısmen sakıncalı görülmesi hâlinde, aslı idarede tutularak fotokopisinde sakıncalı görülen kısımlar okunmayacak şekilde çizilerek disiplin kurulu kararı ile birlikte ilgilisine tebliğ edilir. Mektubun tamamının sakıncalı görülmesi hâlinde, sadece disiplin kurulu kararı tebliğ edilir. Tebliğ tarihinden itibaren infaz hâkimliğine başvuru için gereken süre beklenir. Bu süre içinde infaz hâkimliğine başvurulmamış ise, disiplin kurulu kararı yerine getirilir. İnfaz hâkimliğine başvurulmuş ise, infaz hâkimliği kararının tebliğinden itibaren itiraz süresi beklenir. İnfaz hâkimliği kararına itiraz edilmemiş ise bu karara göre, itiraz edilmiş ise mahkemenin kararına göre işlem yapılır. (2) Hükümlüye yapılacak tebligatta, tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde infaz hâkimliğine şikâyet hakkının kullanılmaması veya infaz hâkimliği kararına karşı tebliğ tarihinden itibaren bir hafta içinde ağır ceza mahkemesine itiraz edilmemesi hâlinde, disiplin kurulu kararının kesinleşerek mektubun sakıncalı görülen kısımlarının okunmayacak şekilde çizilerek verileceği veya tamamı sakıncalı görülen mektubun verilmeyeceği bildirilir. (3) Kısmen veya tamamen sakıncalı görülen mektuplar, iç hukuk veya uluslararası hukuk yollarına başvuru yapılması durumunda kullanılmak üzere idarece saklanır.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Herkes .... yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) haberleşme hürriyetine yapılan müdahalelerin demokratik toplumda zorunluluk teşkil etmesine ilişkin kriteri incelediği kararlarda öncelikle ceza infaz kurumlarında bulunan kimselerin yazışmalarının belirli ölçüde kontrolünün başlı başına Sözleşme'nin ihlaline sebebiyet vermeyeceğini, keza ceza infaz kurumunun olağan ve makul gereksinimleri dikkate alınarak bir değerlendirmede bulunmanın gerekli olduğunu belirtmiştir (Mehmet Nuri Özen/Türkiye, B. No:15672/08, 11/1/2011, § 51; Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72, 6205/73 ..., 25/3/1983, § 98). AİHM, her somut olayda kamu makamlarının bu değerlendirmeyi yaparken mektup gönderme ve almanın bazı durumlarda ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülerin ve tutukluların dış dünya ile tek bağlantısı olduğu gerçeğini gözönünde bulundurması gerektiğini belirtmektedir (Campbell/Birleşik Krallık, B. No:13590/88, 25/3/1992, § 45). AİHM kararlarına göre haberleşme hürriyetine müdahale öncelikle kanunla öngörülmelidir. Müdahalenin yasal dayanağını oluşturan mevzuatın ulaşılabilir, yeterince açık ve belirli bir eylemin gerektirdiği sonuçlar açısından öngörülebilir olması gerekir. İkinci olarak söz konusu sınırlandırma meşru bir amaca dayalı olmalıdır. Bunun yanı sıra müdahale demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, §§ 85-90; Klass ve diğerleri/Almanya, B. No: 5029/71, 6/9/1978, §§ 42-55; Campbell/Birleşik Krallık, § 34). AİHM’in Gülmez/Türkiye (B. No:16330/02, 20/5/2008, § 51) kararında 5275 sayılı Kanun’un ceza infaz kurumlarında mektupların denetlenmesine yönelik hükümlerinin herhangi bir haksız müdahaleye karşı yerinde koruma sağlayabilecek derecede açık ve ayrıntılı olduğu tespiti yapılmış; 5275 sayılı Kanun’un Avrupa İşkenceyi ve İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaları Önleme Komitesi tarafından incelendiği, herhangi bir eleştiriye maruz kalmadığı belirtilmiştir. AİHM içtihatlarında ifade edilen demokratik toplumda zorunluluk kavramı, müdahale teşkil eden eylemin acil bir toplumsal ihtiyaçtan kaynaklanması ve takip edilen meşru amaç bakımından orantılı olması unsurlarını içermektedir (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, § 97). AİHM'e göre hükümlü ve tutuklu olanlar Sözleşme kapsamında kalan temel hak ve hürriyetlerin tamamına kural olarak sahiptir (Hirst/Birleşik Krallık (No. 2), B. No: 74025/01, 6/10/2005, § 69). AİHM, ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi, disiplinin sağlanması gibi güvenliğin ve düzenin korunmasına yönelik kabul edilebilir gerekliliklerin olması durumunda mahkûmların sahip olduğu haklara sınırlama getirilebileceğini kabul etmiştir. Ancak bu durumda dahi hükümlü ve tutukluların haklarına yönelik herhangi bir sınırlama makul ve ölçülü olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, §§ 99-105). Bunun yanı sıra, yapılacak değerlendirmede hükümlüler hakkında uygulanan infaz rejiminin ve mahkûmiyet sebeplerinin de dikkate alınması gerekmektedir (Silver ve Diğerleri/Birleşik Krallık, § 98, § 102; Atilla ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 18139/07, 11/5/2010). AİHM “yetkililerin hor görmesine dikkat çekmek”, “ceza infaz kurumu yönetimi yetkililerine hakaret içeren sözler sarf etmek”,“ceza infaz kurumu personeli hakkındaki iddialar” gibi unsurları içeren şahsi mektupların engellenmesinin demokratik bir toplum için gereklilik oluşturmadığını belirtmiştir (Fazıl Ahmet Tamer/Türkiye, B. No: 6289/02, 5/12/2006, § 53). Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Üye Devletlere Avrupa Cezaevi Kuralları Hakkında REC (2006) 2 sayılı tavsiye kararlarının hükümlü ve tutukluların dış dünya ile ilişkilerine dair kısmı şöyledir:"Dış Dünya ile İlişki Mahpusların mümkün olabilen sıklıkta mektup, telefon veya diğer iletişim vasıtalarıyla aileleriyle, başka kişilerle ve dışarıdaki kuruluşların temsilcileriyle haberleşmelerine ve bu kişilerin mahpusları ziyaret etmelerine izin verilmelidir. Devam etmekte olan bir ceza soruşturması, emniyet, güvenlik ve düzeninin muhafaza edilmesi, suç işlenmesinin önlenmesi ve suç mağdurunun korunması için gerekli görülmesi halinde, haberleşme ve ziyaretlere kısıtlamalar konabilir ve izlenebilir. Ancak adli bir merci tarafından konulan özel kısıtlamalar da dahil olmak üzere, bu tür kısıtlamalar yine de kabul edilebilir asgari bir iletişime izin vermelidir. Ulusal hukuk, mahpuslarla iletişim kurması kısıtlanamayacak olan ulusal ve uluslararası kuruluşları belirlemelidir, Cezaevi yetkilileri, dış dünyayla yeterli bir iletişim sürdürmelerinde mahpuslara yardım etmelidirler ve bunun için onlara uygun destek ve yardım sağlamalıdırlar ..."
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/36327
Başvuru, hükümlü olan başvurucunun gönderdiği mektuplara sakıncalı olduğu gerekçesiyle el konulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Komisyonca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından aynı gün tedbir talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Suriye vatandaşıdır. Aydın Valiliği Göç İdaresi Müdürlüğü tarafından 8/9/2017 tarihinde kamu güvenliği açısından tehdit oluşturduğu gerekçesiyle başvurucunun sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu 19/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 4/4/2018 tarihli dilekçesiyle bireysel başvurusundan feragat ettiğini ve gönüllü olarak ülkesine dönmek istediğini belirtmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/1751
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tutukluluk nedeniyle de siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında başvuruculardan Hüsamettin Karakoç Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince 23/9/2011 tarihinde ve Bahri Karakoç Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince 3/5/2011 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanmış, Sanayi Karakoç ise 30/4/2011 tarihinde gözaltına alınmış ve Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince 3/5/2011 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca 16/6/2011 tarihinde hazırlanan iddianameyle başvurucuların terör örgütüne üye olma ve örgüte yardım etme suçlarından cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmıştır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) E.2011/559 sayılı dosyası üzerinden yürütülen yargılama tutuklu olarak sürdürülmüştür. Başvurucular 17/1/2014 tarihinde tahliye talebi için Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine başvuruda bulunmuş ancak Mahkemece başvurucuların tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucuların bu karara yaptığı itiraz, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 5/5/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı 15/5/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 20/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin kanun değişikliği sonucunda kapatılması üzerine 7/3/2014 tarihinde dosyanın yetkili ve görevli Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Mahkemenin E.2014/292 sırasına dava dosyasının kaydı yapılmıştır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince 23/5/2014 tarihinde tensiben yapılan inceleme sonucunda başvurucuların tahliyesine karar verilmiştir. Yapılan yargılama sonunda Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 28/5/2014 tarihli kararıyla başvuruculardan Sanayi Karakoç'un silahlı terör örgütü üyesi olmak suçundan 7 yıl 6 ay hapis, Bahri Karakoç ve Hüsamettin Karakoç'un ise silahlı terör örgütüne yardım etme suçlarından 4 yıl 8 ay 7 gün ayrı ayrı hapis cezası ile mahkûmiyetlerine hükmetmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla temyiz incelemesi amacıyla Yargıtayda derdesttir. A. Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir."B. Uluslararası Hukuk Sözleşme Hükümleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi şöyledir:"Yüksek Sözleşmeci Taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest seçimler yapmayı taahhüt ederler." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesindeki serbest seçim hakkını yasama organının seçimi ya da bu organın iki meclisi varsa en azından bir meclisin seçimi ile sınırlı olarak değerlendirmektedir (Gorizdra/Moldova (k.k.), B. No: 53180/99, 2/7/2002, hukuk kısmı, § 2; Cherepkov/Rusya (k.k.), B. No: 51501/99, 25/1/2000, hukuk kısmı, § 1). AİHM, serbest seçim hakkının kapsamını yasama yetkisine sahip olmayan yerel yönetimlerin seçimlerini içerecek kadar genişletmemiş ve yerel seçimlerin ulusal yasaları yerel düzeyde uygulayarak parlamentonun desteklenmesi işlevine sahip olduğunu belirtmiştir. AİHM ayrıca belediye seçimlerinin (Cherepkov/Rusya), yerel/bölgesel konsey seçimlerinin (Malarde/France (k.k.), B. No: 46813/99, 5/9/2000), il genel meclisi seçimlerinin (Vito Sante Santoro/Italy (k.k.), B. No: 36681/97, 16/1/2003), belediye, ilçe ve bölge meclisi seçimlerinin (Mółka/Poland (k.k.), B. No: 56550/00, 11/4/2006) Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinde belirlenen serbest seçim hakkının kapsamında olmadığına karar vermiştir.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6952
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tutukluluk nedeniyle de siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, iptal davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 31/1/2011 tarihinde açtığı dava 21/3/2018 tarihinde kesin olarak sonuçlanmıştır. Başvurucu30/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/27133
Başvuru, iptal davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, cinsel saldırı ve taciz suçunun işlendiği iddiasıyla Cumhuriyet başsavcılığına yapılan şikâyet üzerine başlatılan soruşturma sonucu kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/2/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık cevabında, başvuru ile ilgili görüş bildirmeye gerek görülmediği ifade edilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir: Bir üniversitede Radyo ve Televizyon Programcılığı Bölümünde öğrenci olan başvurucu, gönüllü stajyerlik yapmak için Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu İstanbul Radyosuna (Kurum) başvurmuştur. Başvurucu staj talebinin kabul edilmesinin ardından anılan Kurumda staja başlamıştır. Başvurucu, staj yaptığı işyerinde cinsel taciz ve cinsel saldırı eylemlerine maruz kaldığı iddiasıyla 23/7/2015 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucu şikâyet dilekçesinde; staja başladıktan bir süre sonra Kurumda radyo programı yapan H.K. isimli şahsın kendisini takip edip "Çok güzelsin, çok tatlısın", "Seni yemeğe götüreyim, dışarıda buluşalım." şeklinde ifadeler ile sözle taciz etmeye başladığını, cinsel deneyimi olup olmadığı gibi normal bir ilişkide konuşulmayacak konularda sohbet etmeye çalıştığını belirtmiştir. Daha sonra 8-9/6/2015 tarihlerinde staj işlemleri için Kuruma gittiğinde H.K.nın kendisine yaklaşarak "Şimdi şeytan öp diyor." şeklinde rahatsız edeci ifadeler kullandığını, yanından uzaklaşmak istediğinde de arkasından gelerek belinden kavrayıp saçından öptüğünü, bu şekilde uzun süredir devam eden sözlü tacizlerin fiziksel bütünlüğünü ihlal edecek seviyeye ulaştığını vurgulamıştır. Ayrıca başvurucu, yaşadığı olayları öğretmeni A. ve arkadaşı E.ye anlattığını, daha sonra staj işlemleri için Kuruma gittiğinde Kurum Müdürü T.nin"cinsel taciz konusunda annesinin aradığını, bundan sonra Kuruma kabul edilmeyeceğini" söyleyerek stajını onaylamadığını ifade etmiştir. Başsavcılık 2/12/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Karar gerekçesinde; şüphelinin atılı suçlamayı kabul etmediği, müştekinin iddialarının doğrulanmadığı, davet edildiği hâlde müştekinin ifade vermeye gelmediği ve şikâyete konu olayların ne zaman gerçekleştiğine dair net bir tarih veremediği vurgulanmıştır. Ayrıca 2015 yılının Haziran ayına ait bütün görüntü kayıtlarının incelenmesinin fiziken mümkün olmadığı ve soyut iddia dışında kamu davasını açmayı gerektirecek yeterli delil elde edilemediği ifade edilmiştir. Başvurucu tarafından belirtilen karara karşı yapılan itiraz, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından itiraz nedenlerinin yerinde olmadığı gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir.Karar, başvurucuya 12/1/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.Başvurucu 11/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ayrıca UYAP üzerinden yapılan incelemede; başvurucunun suç duyurusuna konu olaylar nedeniyle 28/3/2016 tarihinde açtığı manevi tazminat talepli davasının İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesinin 27/4/2017 tarihli kararıyla miktar yönünden kısmen kabul edildiği ve kararın kanun yolu incelemelerinden geçerek kesinleştiği tespit edilmiştir. Mahkeme, davalı H.K.nın stajyer olarak çalışan başvurucuyu önce rahatsız etmeye başladığı, sonra cinsel tacizde bulunduğu yönündeki iddianın tanık ve kamera kayıtları ile doğrulandığı kanaatine ulaşarak başvurucu lehine 000 TL manevi tazminata hükmetmiştir. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun başvuruya konu suçun işlendiği iddia edilen tarihte yürürlükte olan "Cinsel saldırı" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:''(1) Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlâl eden kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel davranışın sarkıntılık düzeyinde kalması hâlinde iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir." 5237 sayılı Kanun’un başvuruya konu suçun işlendiği iddia edilen tarihte yürürlükte olan "Cinsel taciz" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"(1) Bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi hakkında, mağdurun şikâyeti üzerine, üç aydan iki yıla kadar hapis cezasına veya adlî para cezasına, fiilin çocuğa karşı işlenmesi hâlinde altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur." 17/12/2004 tarihli 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar. (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür."
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/3122
Başvuru, cinsel saldırı ve taciz suçunun işlendiği iddiasıyla Cumhuriyet başsavcılığına yapılan şikâyet üzerine başlatılan soruşturma sonucu kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, alacak davasında makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların 16/2/2011 tarihinde açtığı alacak davası hâlen sonuçlanmamıştır. Başvurucular, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle 17/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/37346
Başvuru, alacak davasında makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, bir üniversitede öğretim elemanı olan başvurucunun yürüttüğü derste siyasi konulara girerek ders yürütme görevini gereği gibi yerine getirmemesi nedeniyle kınama cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuruya konu olayların yaşandığı tarihte Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesinde öğretim elemanı olarak görev yapmakta olup milletlerarası hukuk dersinin yürütülmesinden sorumludur. Başvurucu ile aynı Üniversitede görev yapan öğretim elemanları A., A.T. ve nin verdiği şikâyet dilekçeleri üzerine başvurucunun yürüttüğü derslerde siyasi konulara girip ders anlatmadığı, öğrencilerin vaktini boşa geçirdiği, devlet büyükleri, amirleri ve öğretim üyeleri aleyhinde konuşmalar yaptığı ve sosyal medya kanalıyla iftirada bulunduğu iddialarıyla başvurucu hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. A. Disiplin Soruşturması Süreci Disiplin soruşturması sürecinde başvurucunun 2016-2017 bahar döneminde yürüttüğü milletlerarası hukuk dersine kayıtlı 519 öğrenciden sondaj çalışması yoluyla 16 öğrenci belirlenmiş ve anılan öğrencilerden 9'u beyanda bulunmuştur. Buna göre ifade veren öğrenciler O. ve A.P. başvurucunun Cumhurbaşkanı hakkında küçük düşürücü ifadeler kullandığını, Ş.Ç. ve Ş.B.F. başvurucunun derste kullandığı ifadelerin ders kapsamında olduğunu, dersin bütünlüğünü bozmadığını, diğer öğrenciler ise başvurucunun Cumhurbaşkanı'na ve eşine yönelik herhangi bir ifade kullandığını duymadıklarını ancak katıldıkları ders veya derslerde başvurucunun sıklıkla dersle alakası olmayan siyasi konulara girdiğini beyan etmiştir. İfadesinde başvurucu; sosyal medyayı Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ile mücadele aracı olarak kullandığını ve amacının bu yapıyla ilgili kişileri deşifre etmek olduğunu, Facebook'ta yaptığı paylaşımda adı geçen şahısların daha önce yayının engellenmesi talebiyle savcılığa şikâyette bulunduğunu ve şikâyet hakkında takipsizlik kararı verildiğini, yaptığı paylaşımın görevi ile ilgisi olmadığını, hakkında açılan soruşturmanın yalan ve düzmece iddialara dayandığını belirtmiştir. Soruşturma sonucunda başvurucunun başta Cumhurbaşkanı ve eşi olmak üzere siyasi kişilere yönelik eleştirilerde bulunduğu iddiasının yeterince temellendirilemediği ancak derslerde kapsam dışı siyasi konulara sıklıkla girdiği ve bazen bir ders boyunca tamamen siyaset konuştuğunun öğrenci beyanlarıyla sabit olduğu gerekçesiyle başvurucunun ders yürütme görevini gereği gibi yerine getirmediği ve siyasi eleştirilerde bulunduğu kanaatine ulaşılmıştır. Bu bağlamda başvurucu hakkında 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (B) bendinin (a) alt bendi uyarınca kınama cezasının uygulanmasına karar verilmiştir. Başvurucu, anılan disiplin cezasına itiraz etmiş ancak itirazın reddine karar verilmiştir.B. Başvurucunun Disiplin Cezasına İlişkin İşleme Karşı Açtığı İptal Davası Süreci Başvurucu, hakkında tesis edilen disiplin cezasının iptali istemiyle Konya İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme, dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda davacının, 2016-2017 Bahar döneminde Milletlerarası hukuk dersine girdiği, dava konusu edilen disiplin cezasının da bu derstesiyasi konulara girip ders anlatmamak, ders verme görevini gereği gibi yürütmemek fiillerinden verildiği görüldüğünden, öncelikle, Milletlerarası hukuk dersinin güncel siyasi olaylar ve dış politikayla ilişkisi irdelenmelidir.Milletlerarası Hukuk dersinin içeriğinin; milletlerarası antlaşmalar, milletlerarası teamül hukuk kuralları, toplumsal düzen kuralları ve milletlerarası hukuk ilişkileri, uluslararası örgütler, uluslararası insan hakları hukuku, devletlerin uluslararası anlaşmazlıklarının çözümü, deniz hukuku, hava sahası, kara sahası, kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölge vs. konularından oluştuğu, dersin, uluslararası hukuk düzeninin kurucu unsurlarını, uluslararası hukuk kişileri arasındaki karşılıklı etki ilişkilerini dikkate alarak güncel gelişmelerle birlikte açıklamayı amaçladığı, dolayısıyla bu dersin, özünde, uluslararası politikanının hukuki zeminini oluşturduğu sonucuna varılmıştır.Bu durumda, milletlerarası hukuk dersinin, dış politika ve devletlerin işleyişini ilgilendiren güncel siyasi gelişmelerle iç içe geçmiş vaziyette olmasından ve bu ders anlatılırken ülkenin güncel siyasi olaylarının irdelenmesinin dersin doğası gereği zorunlu olmasından dolayı davacının fiillerinin bu kapsamda bulunduğu açık olup soruşturma raporu ve dosya kapsamında disiplin suçu oluşturabilecek bir fiili olmadığından, davacı hakkında tesis edilen disiplin cezasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır." Davalı idare, iptal kararına karşı istinaf talebinde bulunmuştur. Konya Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire)10/4/2019 tarihinde, başvuru konusu eylemin sübuta erdiğini belirterek ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Anılan kararın gerekçesi şöyledir:"Bakılan davada, soruşturma kapsamında ifadesine başvurulan öğrenci beyanlarından, davacının dersle ilgisi olmadığı halde ders dışı siyasi eleştirilerde ve hükümeti eleştiren söylemlerde bulunduğu, okul yönetimini eleştirdiği, öncelikli ve asıl görevi ders anlatmak ve dersle ilgili gerekli ve doğru bilgileri aktarmak olan davacının alınan ifadelerden ders dışında siyasi konulara girmek ve eleştirilerde bulunmak suretiyle dersten uzaklaştığı anlaşıldığından, sübut bulan fiilinin karşılığı olan yasa hükmü uyarınca kınama cezası ile cezalandırılmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık, istinaf başvurusuna konu mahkeme kararında ise hukuki isabet bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır". A. Ulusal Hukuk Başvuru konusu olay tarihinde yürürlükte olan 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun "Disiplin ve Ceza İşleri"ni düzenleyen "Dokuzuncu Bölüm"ünün "Genel Esaslar" başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...b. (Değişik: 2/12/2016 - 6764/26 md.) Devlet ve vakıf yükseköğretim kurumlarının öğretim elemanları, memur ve diğer personeline uygulanabilecek disiplin cezaları uyarma, kınama, aylıktan veya ücretten kesme, kademe ilerlemesinin durdurulması veya birden fazla ücretten kesme, üniversite öğretim mesleğinden çıkarma ve kamu görevinden çıkarma cezalarıdır....(2) 657 sayılı Kanundaki fiillere ilave olarak bu Kanun kapsamındaki kamu görevlileri için kınama cezasını gerektiren fiiller şunlardır:... " 657 sayılı Kanun’un “Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:…B- Kınama: Memura, görevinde ve davranışlarında kusurlu olduğunun yazı ile bildirilmesidir.Kınama cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:a) Verilen emir ve görevlerin tam ve zamanında yapılmasında, görev mahallinde kurumlarca belirlenen usul ve esasların yerine getirilmesinde, görevle ilgili resmi belge, araç ve gereçlerin korunması, kullanılması ve bakımında kusurlu davranmak." Anayasa Mahkemesi somut olayda uygulanan kurala (bkz. § 13) yollama yapan "657 sayılı Kanundaki fiillere ilave olarak" ibaresini (bkz. § 12) 10/4/2019 tarihli ve E.2017/33, K.2019/20 sayılı kararıyla iptal etmiş ve kararın Resmî Gazete'de yayımlanmasından başlayarak dokuz ay sonra yürürlüğe girmesine hükmetmiştir. Anılan kararın gerekçesi özetle şöyledir:"Bu durumda öğretim elemanı, memur ve diğer personelden oluşan yükseköğretim kurumları kamu personeline ilişkin disiplin kuralları öngörülürken kanun koyucu tarafından bunlar arasında görevin niteliğinden kaynaklanan ve Anayasa tarafından öngörülen ayrım ve farklılıkların dikkate alınmayarak öğretim elemanları ile memur ve diğer personelin tümüyle aynı kurallara tabi kılınması ve dava konusu ibareler yoluyla öğretim elemanlarının disiplin sorumluluğu kapsamına 657 sayılı Kanun’da sayılan fiillerin tamamının dâhil edilmesi, Anayasa’da bu kişiler için öngörülen güvencelerle örtüşmediği gibi gerek uygulayıcılar gerekse disiplin kurallarının muhatapları yönünden birtakım belirsizliklere de yol açtığından dava konusu kuralların Anayasa’nın , ve maddeleriyle bağdaşmadığı sonucuna ulaşılmıştır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Mustafa Erdoğan/Türkiye (B. No: 346/04, 39779/04, 27/5/2014 § 40) kararında ifade özgürlüğünün yanında akademik özgürlüklere ilişkin şu değerlendirmelerde bulunmuştur: "... Mahkeme ayrıca, akademik özgürlüğün (örneğin bkz. Sorguç / Türkiye, B. No: 17089/03, 23/6/2009, § 35 ve yukarıda anılan Sapan / Türkiye, B. No: 44102/04, 8/ 6/2010, § 34) ve akademik çalışmaların önemini vurgulamıştır (bkz. Aksu / Türkiye [BD], B. No: 4149/04 ve 41029/04, 15/3/ 2012, § 71 ve Hertel / İsviçre, B. No: 25181/94, 25/8/1998, § 50, Hüküm ve Karar Derlemeleri 1998-VI). Bu bağlamda, araştırma ve eğitimde akademik özgürlüğün, ifade ve eylem özgürlüğü, bilgi yayma özgürlüğü, araştırma yapma ve bilgiyi ve gerçeği kısıtlama olmaksızın kitlelere iletme özgürlüğünü güvence altına alması gerekmektedir (bkz. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin 1762 (2006) sayılı Tavsiye Kararı). Dolayısıyla, akademisyenlerin araştırma yapma ve bulgularını yayımlama özgürlüğüne getirilen kısıtlamaların dikkatli bir incelemeye tabi tutulması Mahkemenin içtihadıyla tutarlıdır (bkz. yukarıda anılan Aksu/Türkiye [BD], § 71). Ancak bu özgürlük, akademik veya bilimsel araştırmayla sınırlı olmayıp, aynı zamanda akademisyenlerin araştırma, mesleki uzmanlık ve yeterlilik alanlarındaki görüş ve fikirlerini -söz konusu görüş ve fikirler tartışmalı olsa veya rağbet görmese dahi- ifade etme özgürlüğünü de kapsamaktadır..."
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/20996
Başvuru, bir üniversitede öğretim elemanı olan başvurucunun yürüttüğü derste siyasi konulara girerek ders yürütme görevini gereği gibi yerine getirmemesi nedeniyle kınama cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuya gönderilen günlük gazetenin bazı sayfalarının çıkarılarak verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuru tarihi itibarıyla 40 yaşında olan başvurucu, devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışma suçundan müebbet ağır hapis cezası ile hükümlüdür ve Ankara Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda bulunmaktadır. Başvurucu, ulusal ölçekte yayımlanan Ülkede Özgür Gündem Gazetesinin (gazete) abonesidir. Adı geçen gazete 4 Nisan 2011 tarihinde yayına başlamış ise de 16 Ağustos 2016 tarihinde "terör örgütü PKK'nın propagandasını yaparak örgütün yayın organı gibi hareket ettiği" gerekçesi ile geçici olarak mahkeme kararı ile kapatılmıştır. 29/10/2016 tarihinde çıkarılan kanun hükmünde kararname ile gazetenin tamamen kapatılmasına karar verilmiştir. Gazetenin PKK yanlısı yayın yaptığı, PKK ve KCK terör örgütlerinin yöneticilerinin müstear isimlerle söz konusu gazetede yazılar yazdığı iddiaları çerçevesinde soruşturma ve kovuşturmalar bulunmaktadır. Başvurucunun iddiasına göre başvuruya konu olaydan önce terör suçundan aynı Ceza İnfaz Kurumunda bulunan bir başka hükümlü, yetkili organların kararı ile şartlı tahliyeden yararlandırılmamıştır. Yine başvurucuya göre 108 tutuklu ve hükümlü infaz kurumuna dilekçe vererek söz konusu kararı ve kararın alınmasında sorumluluğu olduğu düşünülen birinci müdürü protesto etmiştir. Gazetenin 14 Mayıs 2014 tarihli nüshasının birinci ve dokuzuncu sayfalarında söz konusu olaylara ilişkin bir haber yer almıştır. Gazetenin ilk sayfasında büyük harflerle "Haddini Bil İsmail! Sincan 2 No.lu F Tipi Cezaevi Müdürü İsmail Güz, Cezası Biten Ali Sayan'ı Rehin Aldı" başlığı ile verilen haberde, iddiaya göre cezası biten ve herhangi bir disiplin cezası olmayan Ali Sayan'ın şartla tahliye edilmediği ifade edilmiştir. Gazete, Ceza İnfaz Kurumu müdürünün tamamen keyfî olarak hareket ettiğini iddia etmektedir. Gazete haberine göre PKK'lı olan Sayan "tutsak"tır. Gazete, Sayan'ın Ceza İnfaz Kurumunda iyileştirme ve rehabilitasyon programlarına katılmaması ve eylemlerinden pişmanlık duymaması nedenlerinden tekrar örgüte katılma ihtimali bulunduğu kanaatiyle şartla tahliyeden yararlandırılmadığını da ileri sürmüştür. Ankara 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu (Eğitim Kurulu) anılan haberin yayımlandığı gazetenin ilgili kısmının başvurucuya verilmesini uygun görmemiştir. 9/5/2014 tarihli Kurul kararında; gazete haberinin infaz kurumunun kararlarını çarpıttığı, haberin gerçekle bağdaşmadığı ve başta İnfaz Kurumunun birinci müdürü olmak üzere kişileri ve kurumları hedef gösteren ifadelere yer verdiği belirtilmiştir. Başvurucu, kararlara karşı Sincan İnfaz Hâkimliğine şikâyetçi olmuştur. Şikâyeti inceleyen Hâkimlik 16/5/2014 tarihli kararı ile başvurucunun şikâyetinin reddine karar vermiştir. Hâkimliğin gerekçesine göre, yapılan uygulama Ceza İnfaz Kurumu kurallarına uygun olup mevzuata ve hukuka aykırılık söz konusu değildir. Başvurucu, Hâkimliğin ret kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Sincan Ağır Ceza Mahkemesi 27/5/2014 tarihli kararında, İnfaz Hâkimliğinin kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle başvurucunun itirazını reddetmiştir. Başvurucu 10/6/2014 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun “Süreli veya süresiz yayınlardan yararlanma hakkı” başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“(1) Hükümlü, mahkemelerce yasaklanmamış olması koşuluyla süreli ve süresiz yayınlardan bedelini ödeyerek yararlanma hakkına sahiptir...(3) Kurum güvenliğini tehlikeye düşüren ... hiçbir yayın hükümlüye verilmez.” 12/7/2005 tarihli ve Adalet Bakanı oluru ile yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumları Kütüphane ve Kitaplık Yönergesi’nin “Kuruma kabul edilmeyecek yayınlar” başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...b) Mahkemelerce yasaklanmamış olsa bile, kurum güvenliğini tehlikeye düşürdüğü ... eğitim kurulu kararıyla tespit edilen, hiçbir yayın kuruma kabul edilmez."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesi şöyledir:“ Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar... Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, (...) için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) hükümlü ve tutukluların Sözleşme’de yer alan temel hak ve hürriyetlerin tamamına kural olarak sahip olduğunu pek çok kararında yinelemiştir (Hirst/Birleşik Krallık (No. 2), B. No: 74025/01, 6/10/2005, § 69). AİHM, hükümlü ve tutukluların ifade özgürlüğünün de Sözleşme kapsamında koruma altında olduğunu belirtmiştir (Yankov/Bulgaristan, B. No: 39084/97, 11/12/2003, özellikle §§ 126-145; Tapkan ve diğerleri/Türkiye, B. No: 66400/01, 20/9/2007, § 68). AİHM ayrıca, hükümlü ve tutukluların ifade özgürlüğünün bilgi ve kanaatlere ulaşma özgürlüğünü de içerdiğini vurgulamıştır. AİHM'e göre bir gazetenin bazı sayılarının ceza infaz kurumu idaresince hükümlü ve tutuklulara verilmemesi bilgi ve kanaatlere ulaşma özgürlüğüne yapılan bir müdahaledir (Mesut Yurtsever ve diğerleri/Türkiye, B. No: 14946/08 ve 20/1/2015, §§ 101, 102 ).
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10213
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuya gönderilen günlük gazetenin bazı sayfalarının çıkarılarak verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; ruhsat iptali nedeniyle uğranılan zararın tazmini için açılan davada karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Nevşehir'in Derinkuyu ilçesi Tilköyü Kepezaltı mevkiinde tarımsal faaliyette bulunmaktadırlar. Başvurucular, tarımsal faaliyet için yer altı sularından faydalanmaktadır. Başvurucuların sahip olduğu 4342 sayılı yer altı su kullanma belgesinin aslında Bağlaraltı mevkii için verildiği ve Kepezaltı mevkiinde bulunan kuyuların izin belgesinin bulunmadığının tespit edildiğinden bahisle Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) tarafından 13/4/2006 tarihli işlemle 4342 sayılı yer altı su kullanma belgesi iptal edilmiş ve başvurucuların kullandığı kuyular kapatılmıştır. Başvurucuların 13/4/2006 tarihli işleme karşı açtıkları dava, Kayseri İdare Mahkemesi'nin (Mahkeme) 22/7/2008 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Mahkeme kararında; yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda verilen rapor uyarınca Kepezaltı mevkiinde bulunan iki yer altı suyu kuyusunun arama ve kullanma belgeleri olmaksızın kaçak olarak kullanıldığı,kuyuların bölgenin yer altı su rezervlerinde meydana gelen azalmalar dikkate alınarak belirlenen yasak saha içinde kaldığı ve Bağlaraltı mevkiinde bulunan taşınmaz nedeniyle verilen yer altı suyu kullanma belgesinin de herhangi bir kuyu açılması için kullanılmadığı anlaşıldığından dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesine yer verilmiştir. Hüküm Danıştay Onuncu Dairesinin 21/7/2009 tarihli kararıyla onanmış ve karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 31/3/2010 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Başvurucular, bu sürecin ardından su kullanma izin belgesini idarenin iptal etmesi ve kuyuları kapatması nedeniyle tarımsal faaliyette bulunamadıklarını belirterek işlem nedeniyle uğradıkları zararın tazmini istemiyle tam yargı davası açmışlardır. Mahkeme 17/9/2010 tarihli ilamıyla davayı reddetmiştir. Mahkeme kararında, öncelikle işlem nedeniyle açılan tam yargı davalarında eğer işlem için dava açılmışsa işlemin hukuksal denetiminin yapıldığı yargılama sonucu verilen ve kesinleşen kararların dikkate alınması gerektiği vurgulanmıştır. Tam yargı davasına konu zararın oluşmasına sebep olarak gösterilen su kuyularının kapatılması ve su kullanma izin belgesinin iptali işlemine karşı açılan davanın esastan reddedildiğini (bkz. § 7) ve kararın kesinleştiğini ifade eden Mahkeme, su kaynaklarının yetersiz olması nedeniyle yasak alan içinde kalan ve kaçak kullanılan kuyuların kapatılmasında hukuka aykırılık bulunmadığının sabit olduğunu belirlemiştir. Sonuç olarak Mahkeme, izinsiz açılan kuyulardan sulama yapılamaması nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zarar için açılan davanın hukuki dayanaktan yoksun olduğuna hükmetmiştir. Ret hükmü, Danıştay Onuncu Dairesinin 11/4/2013 tarihli kararıyla onanmış ve karar düzeltme istemi aynı Dairenin 31/1/2014 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Başvurucular, nihai kararı 19/3/2014 tarihinde tebellüğ etmelerinin ardından 17/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Anayasa'nın maddesinin ilk ve son cümleleri şöyledir: " İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.  ...İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesi şöyledir:  "İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5390
Başvuru, ruhsat iptali nedeniyle uğranılan zararın tazmini için açılan davada karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; açılan davadan haberdar olunmaması, icra aşamasında faturanın tebliğ edilmemesi ve tahkikat aşamasında bilirkişi raporunun tebliğ edilmemesi sebebiyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin, yargılamanın uzun sürmesi sebebi ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları ile likit olmayan alacak yönünden icra inkar tazminatına hükmolunması sebebi ile yargılama sonucunun adil olmadığı iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Özel hastanede sağlık hizmeti alan başvurucu adına aldığı hizmete karşılık olarak 015,15 TL tutarında fatura tanzim edilmiş ve anılan faturaya dayalı olarak başvurucu hakkında ilamsız icra takibi başlatılmıştır. Hakkında yürütülen icra takibine itiraz eden başvurucu aleyhine 10/8/2012 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) itirazın iptali davası açılmıştır. Mahkeme, 14/8/2012 tarihli tensip zaptı ile dava dilekçesinin, davacı tarafça davalı başvurucuya ait olduğu bildirilen adrese, tebliği için işlem yapmıştır. 30/1/2014 tarihli celsede başvurucuya çıkarılan tebligatın bila tebliğ döndüğü ve icra dosyasına vekil aracılığı ile itirazda bulunulduğu tespitinde bulunan Mahkeme, başvurucunun Amerika Birleşik Devletlerindeki (ABD) adresinin tespiti için New York Türkiye Konsolosluğuna yazı yazılmasına, icra dosyasındaki vekil adına bilgi amaçlı davetiye çıkarılmasına karar vermiştir. 22/5/2014 tarihli ikinci celsede ise başvurucuya ait olduğu bildirilen yurt dışı adresine tebligat yapılması şeklinde ara karar tesis etmiştir. Başvurucunun yurt dışı adresine yapılan tebligat da başvurucu bildirilen adreste bulunmadığından bila ikmal iade edilmiştir. 5/3/2015 tarihli dördüncü celsede başvurucunun Merkezi Nüfus İdaresi Sistemi (MERNİS) kaydının da bulunmadığının tespitinin ardından davacının talebi üzerine başvurucuya ilanen tebliğ yapılması yönünde ara karar tesis edilmiştir. 22/10/2015 tarihli altıncı celsede dava dilekçesi ve tensip zaptının başvurucuya ilanen tebliğinin yapıldığı belirtilmiş ve yargılamanın esasına geçilerek bilirkişi incelemesi yapılması yönünde ara karar tesis edilmiştir. Yapılan yargılama sonucunda; bilirkişi raporu dikkate alınarak başvurucunun aldığı tedavi hizmetinin acil kapsamında değerlendirilemeyeceği, bu sebeple ücrete tabi olduğu, başvurucu tarafından ilgili hastanenin tercih edildiği, başvurucunun Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) hastası olarak değerlendirildiğine dair bir belge olmadığı ve özel hasta statüsünde ücretlendirildiği belirtilerek 6/7/2017 tarihinde davanın kabulüne ve itirazın iptaline karar verilmiştir. Karar 2/10/2017 tarihinde başvurucunun Türkiye'de yaşayan annesine, başvurucu ile aynı konutta yaşadığı şerhi ile tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 16/10/2017 tanzim tarihli dilekçe ile karara karşı istinaf isteminde bulunmuştur. Başvurucu; istinaf dilekçesinde takibe dayanak faturanın kendisine tebliğ edilmediğini, faturanın delil olabilmesi için tebliğ zorunluluğu bulunduğunu, bilirkişi raporunun hastane kayıtları ve hasta dosyası olmadan ve davacı şirketin ticari defterleri incelenmeden hazırlandığını, davacının faturada belirtilen sağlık hizmetini verdiğini ispatlayamadığını, MERNİS adresinin ABD olmasına rağmen kendisine dava dilekçesi ve eklerinin tebliğ edilmeden gıyabında yargılama yürütülmesinin savunma hakkını ihlal ettiğini, bilirkişi raporunun kendisine tebliğ edilmediğini, aldığı tedavi hizmetinin acil müdahale niteliği taşıdığını, ücretin fahiş olarak belirlendiğini ve bu durumun Anayasa ile teminat altına alınan sağlık ve sosyal güvenlik haklarına aykırılık teşkil ettiğini ileri sürmüştür. Duruşmalı yapılan istinaf yargılaması sonucunda İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 18/7/2018 tarihli kararı ile başvurucunun istinaf isteminin esastan kesin olarak reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun yurt dışı adresi olarak bildirdiği adres de dâhil olmak üzere tebligat çıkartıldığı bununla birlikte tebligatların bila tebliğ iade edildiği belirtilerek başvurucuya yasal prosedür yerine getirilerek dava dilekçesinin ilanen tebliğ edilmiş olduğuna işaret edilmiştir. İlamda; başvurucu hakkında icra takibi yapılabilmesi için faturanın tebliğini zorunlu kılacak bir yasal düzenleme bulunmadığı, başvurucunun duçar olduğu kanser hastalığının bilirkişi raporunda da belirtildiği üzere hastanelerin acil servisinde müdahale ve tedavi gerektiren bir hastalık olmadığı, bu hastalık nedeniyle davacı hastanede hem teşhis hem de yatarak tedavi gördüğü saptamasına yer verilmiştir. 2010 tarihli Sağlık Uygulama Tebliğinde (SUT) yer alan ilave ücret alınmayacağı yönündeki hükmün SGK ile sözleşme imzalayan sağlık kuruluşlarını bağlayıcı nitelik arz ettiğini belirten Bölge Adliye Mahkemesi davacı hastanenin SGK ile sağlık hizmeti sunum sözleşmesi bulunmadığını ve 2010 tarihli SUT'ta yer alan ilave ücret alınmayacağı yönündeki hükmün SGK ile sözleşme imzalayan sağlık kuruluşlarını bağlayıcı mahiyette olduğuna dikkat çekmiştir. Başvurucunun istinaf dilekçesinde bilirkişi raporunun kendisine tebliğ edilmeden dosyanın karara bağlandığına ilişkin itirazlarına yönelik olarak ise istinaf incelemesinin duruşmalı yapıldığı, bu aşamada başvurucuya bilirkişi raporu tebliği sağlanarak itirazlarını bildirme imkânı tanındığı belirtilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 2/8/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 31/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Kanun Hükümleri 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun "Siyasî Temsilcilik Aracılığıyla Yabancı Ülkedeki Türk Vatandaşlarına Tebligat" kenar başlıklı 25/a maddesi şöyledir:"Yabancı ülkede kendisine tebliğ yapılacak kimse Türk vatandaşı olduğu takdirde tebliğ o yerdeki Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğu aracılığıyla da yapılabilir.Bu hâlde bildirimi Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğu veya bunların görevlendireceği bir memur yapar.Tebliğin konusu ile hangi merci tarafından çıkarıldığı bilgilerinin yer aldığı ve otuz gün içinde başvurulmadığı takdirde tebliğin yapılmış sayılacağı ihtarını içeren bildirim, muhataba o ülkenin mevzuatının izin verdiği yöntemle gönderilir.Bildirimin o ülkenin mevzuatına göre muhataba tebliğ edildiği belgelendirildiğinde, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğuna başvurulmadığı takdirde tebligat otuzuncu günün bitiminde yapılmış sayılır. Muhatap Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğuna başvurduğu takdirde tebliğ evrakını almaktan kaçınırsa bu hususta düzenlenecek tutanak tarihinde tebliğ yapılmış sayılır. Evrak bekletilmeksizin merciine iade edilir.Bu maddeye göre kazaî merciler tarafından çıkarılacak tebligatta, tebliğ evrakı doğrudan o yerdeki Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğuna gönderilebilir." 7201 sayılı Kanun’un "İlanen Tebligat" kenar başlıklı maddesi şöyledir:  “Adresi meçhul olanlara tebligat ilanen yapılır.Yukarıki maddeler mucibince tebligat yapılamıyan ve ikametgahı, meskeni veya iş yeri de bulunamıyan kimsenin adresi meçhul sayılır.Adresin meçhul olması halinde keyfiyet tebliğ memuru tarafından mahalle veya köy muhtarına şerh verdirilmek suretiyle tesbit edilir. Bununla beraber tebliği çıkaran merci, muhatabın adresini resmî veya hususi müessese ve dairelerden gerekli gördüklerine sorar ve zabıta vasıtasıyla tahkik ve tespit ettirir.Yabancı memleketlerde oturanlara ilanen tebligat yapılmasını icabettiren ahvalde tebliği çıkaran merci, tebliğ olunacak evrak ile ilan suretlerini yabancı memlekette bulunan kimsenin malüm adresine ayrıca iadeli taahhütlü mektupla gönderir ve posta makbuzunu dosyasına koyar. ” 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun "Fatura ve Teyit Mektubu" başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Ticari işletmesi bağlamında bir mal satmış, üretmiş, bir iş görmüş veya bir menfaat sağlamış olan tacirden, diğer taraf, kendisine bir fatura verilmesini ve bedeli ödenmiş ise bunun da faturada gösterilmesini isteyebilir. " 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun ''İtirazın İptali'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(Değişik birinci fıkra: 17/7/2003-4949/15 md.) Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir. (Değişik: 9/11/1988-3494/1 md.) Bu davada borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklı; diğer tarafın talebi üzerine iki tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan şeyin tahammülüne göre, red veya hükmolunan meblağın yüzde yirmisinden aşağı olmamak üzere, uygun bir tazminatla mahkum edilir.'' 2004 sayılı Kanun'un "İlamsız Takip" üst başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Bir paranın ödenmesine veya bir teminatın verilmesine dair olan cebri icralar takip talebiyle başlar ve haciz yoliyle veya rehnin paraya çevrilmesi yahut iflas suretiyle cereyan eder." 25/4/2006 tarihli 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu'nun "Adres Bilgisi ve Güncellenmesi " başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir: "Yerleşim yeri adresi yurt dışında olan Türk vatandaşlarının adres kayıtları, yaşadıkları ülkede kullanılan adres verilerine veya o ülke ve bağlı olduğu temsilcilik bilgisine göre tutulur. " 5490 sayılı Kanun'un "Bildirim Yükümlülüğü ve Süresi" başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir: "Adres bildiriminin, yirmi işgünü içinde yapılması zorunludur "B. Yargıtay Kararı Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire), tedavi masrafı nedeni ile faturaya bağlı başlatılan ilamsız alacak takibine yapılan itirazın iptali davasında davanın kısmen kabul kısmen reddine ilişkin kararı temyiz mahkemesi sıfatıyla incelemiştir. Daire, borçlu tarafından alacağın tutarının tahkik ve tayininin mümkün olduğunu, bu hâli ile alacağın likit ve muayyen sayılacağını belirterek kabul edilen asıl alacak miktarı üzerinden icra inkar tazminatına hükmedilmesi gerekirken yanlış değerlendirme sonucu, alacağın bilirkişi incelemesi sonucunda belirlendiği ve davacının başka zararının oluşmadığı gerekçesiyle bu istemin reddedilmiş olmasını düzelterek onama nedeni yapmıştır (13/7/2011 tarihli ve E.2011/4844, K.2011/11447 sayılı karar).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/27442
Başvuru, açılan davadan haberdar olunmaması, icra aşamasında faturanın tebliğ edilmemesi ve tahkikat aşamasında bilirkişi raporunun tebliğ edilmemesi sebebiyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin, yargılamanın uzun sürmesi sebebi ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları ile likit olmayan alacak yönünden icra inkar tazminatına hükmolunması sebebi ile yargılama sonucunun adil olmadığı iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, üçüncü kişi hakkında yürütülen ceza soruşturması sırasında haberleşme programı yoluyla yapıldığı ileri sürülen yazışmaların incelenmesi nedeniyle haberleşme hürriyeti ile özel hayata saygı hakkının; bu kapsamda elde edilen delillerin disiplin soruşturmasında ve iptal davasında kullanılması ile de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık cevabında, başvuruya ilişkin görüş bildirilmesine gerek görülmediği ifade edilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Bir lisede öğretmen olarak görev yapan başvurucunun öğrencisi R. hakkında "Çocuğun nitelikli cinsel istismarı" suçundan yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma yürütülmüştür. Anılan soruşturma kapsamında Sulh Ceza Mahkemesinin 18/3/2009 tarihli arama kararı ile şüphelinin evinde arama gerçekleştirilmiş vesoruşturma sürecinde aynı Mahkemenin 17/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesine uygun olarak aramada ele geçirilen bilgisayara el konulmasının onaylanması ve bilgisayarın incelenmesine izin verilmesi yönündeki kararları uygulanmıştır. Bilgisayarda yapılan teknik inceleme sonucunda başvurucu ile R. arasında haberleşme programı (MSN) yoluyla yapıldığı ileri sürülen görüşme ve mesaj kayıtları tespit edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 12/6/2009 tarihli yazı ile tespit edilen kayıtların öğrenci/öğretmen ilişkisine ters ve toplum ahlak kurallarına aykırı olduğunu vurgulayarak, başvurucu hakkında disiplin yönünden gereğinin takdiri ve ifası amacıyla MSN kayıtlarını ve R.nin ifadesini İl Millî Eğitim Müdürlüğüne (İdare) göndermiştir. İdare, başvurucu hakkında disiplin soruşturması başlatmıştır. Soruşturma sonucunda hazırlan ilk müfettiş raporunda meslekten çıkarma cezası teklif edilmiş, Yüksek Disiplin Kurulu tarafından bu raporun geri çevrilmesinden sonra yeniden soruşturma yapılarak 3/12/2009 tarihli ikinci bir rapor düzenlenmiştir. Anılan müfettiş raporunda; başvurucunun öğrencisi ile öğrenci/öğretmen ilişkisine ters ve toplum ahlak kurallarına aykırı yazışmalar yaptığı, öğrencisini uygunsuz ilişkilere teşvik ettiği ve evini kullandırarak öğrencisinin bu evde başka bir erkekle cinsel ilişkiye girmesine müsaade ettiği belirtilerek tespit edilen eylemlerin ahlak kuralları ve öğretmenlik mesleği ile bağdaşmayan davranışlar olduğu vurgulanmıştır. Başvurucunun eylemlerinin 23/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinde düzenlenen "Amirine veya maiyetindekilere karşı küçük düşürücü veya aşağılayıcı fiil ve hareketler yapmak" suçu kapsamında kaldığı ifade edilerek 1 yıl kademe ilerlemesi ile cezalandırılması, ancak bu cezanın özlük durumu gözetilerek brüt aylığının 1/4'ünün kesilmesi şeklinde uygulanmasının uygun olacağı sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucunun disiplin cezasının iptali istemiyle açtığı dava Ankara İdare Mahkemesinin 16/3/2011 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun öğrencisi ile öğrenci/öğretmen ilişkisine ters ve toplum ahlak kurallarına aykırı yazışmalar yaptığı, öğrencisini uygunsuz ilişkilere teşvik ettiği ve evini kullandırarak öğrencisinin başka bir erkekle cinsel ilişkiye girmesine müsaade ettiği, bu suretle amirine veya maiyetindekilere karşı küçük düşürücü veya aşağılayıcı fiil ve hareketler yapma eyleminin sübuta erdiği vurgulanarak dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun temyiz talebi Danıştay Onikinci Dairesinin 5/11/2014, karar düzeltme talebi ise 8/9/2015 tarihli kararlarıyla reddedilmiştir. Kararlarda, derece mahkemesinin kararının usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiştir. Nihai karar 8/12/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu tarafından 7/1/2016 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. Ayrıca Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede, başvurucu ile öğrencisi arasında yapılan yazışmalarda başvurucunun cinsel ilişkiye girmesi için R.ye hem eşcinsel birini hem de aynı sınıftaki bir öğrenciyi ayarlayacağı yönündeki ifadeler ile "yüzüğü ne yaptın", "yüzüğü getir" gibi şifreli sözlerin yer aldığından bahisle başvurucu hakkında, uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma veya sağlama, hakaret ve suça tahrik suçlarından soruşturma açılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı 3/7/2009 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararda, şüpheli hakkında alınan karar ile telefonunun dinlendiği ancak atılı uyuşturucu ticareti yapma suçuna ilişkin delil elde edilemediği, yazışmalarda geçen ifadeler nedeniyle hakaret suçundan mağdurun şikâyetçi olmadığı, R.nin bir eşcinsel birey ile öğretmenin evinde ilişkiye girdiği yönündeki beyanları bakımından ise R.nin 18 yaşından büyük olması ve ev temini için para alınmamış olması hususları gözetildiğinde bu olayın disiplin soruşturmasının konusu olduğu, ceza soruşturmasına konu olamayacağı belirtilmiştir. A. Ulusal Hukuk657 sayılı Kanun'un "Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...D - Kademe ilerlemesinin durdurulması : Fiilin ağırlık derecesine göre memurun, bulunduğu kademede ilerlemesinin 1 - 3 yıl durdurulmasıdır.Kademe ilerlemesinin durdurulması cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:d)Amirine veya maiyetindekilere karşı küçük düşürücü veya aşağılayıcı fiil ve hareketler yapmak,...Geçmiş hizmetleri sırasındaki çalışmaları olumlu olan ve ödül veya başarı belgesi alan memurlar için verilecek cezalarda bir derece hafif olanı uygulanabilir..." 5271 sayılı Kanun'un olayın gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan "Bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde, arama, kopyalama ve el koyma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada, başka surette delil elde etme imkânının bulunmaması halinde, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı tarafından şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına, bu kayıtların çözülerek metin hâline getirilmesine karar verilir. Cumhuriyet savcısı tarafından verilen kararlar yirmi dört saat içinde hâkim onayına sunulur. Hâkim kararını en geç yirmi dört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi hâlinde çıkarılan kopyalar ve çözümü yapılan metinler derhâl imha edilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tesadüfen elde edilen deliller" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Arama veya elkoyma koruma tedbirlerinin uygulanması sırasında, yapılmakta olan soruşturma veya kovuşturmayla ilgisi olmayan ancak, diğer bir suçun işlendiği şüphesini uyandırabilecek bir delil elde edilirse; bu delil muhafaza altına alınır ve durum Cumhuriyet Savcılığına derhâl bildirilir. "5271 sayılı Kanun'un "Delillerin ortaya konulması ve reddi" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Ortaya konulması istenilen bir delil aşağıda yazılı hâllerde reddolunur:a) Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse..." 5271 sayılı Kanun'un "Delilleri takdir yetkisi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir."B. Uluslararası Hukuk İlgili hukuk için bkz. Muammer Yılmaz, B. No: 2014/4779, 14/11/2018; Namet Sevinç, B. No: 2015/9155, 10/1/2019; Bülent Polat (GK), B. No: 2013/7666, 10/12/
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/436
Başvuru, üçüncü kişi hakkında yürütülen ceza soruşturması sırasında haberleşme programı yoluyla yapıldığı ileri sürülen yazışmaların incelenmesi nedeniyle haberleşme hürriyeti ile özel hayata saygı hakkının; bu kapsamda elde edilen delillerin disiplin soruşturmasında ve iptal davasında kullanılması ile de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; sokağa çıkma yasağı uygulaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; bu dönemde düzenlenen güvenlik operasyonu sırasında meydana gelen ciddi yaralanma nedeniyle yaşam hakkının, sokağa çıkma yasağı nedeniyle temel ihtiyaçların karşılanamaması ve yaralandıktan sonra tıbbi tedavide yaşanan ihmal nedeniyle kötü muamele yasağının, etnik kimlik nedeniyle ayrımcı muameleye tabi tutulma nedeniyle de ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Olayın gerçekleştiği tarihlerde PKK terör örgütünün silahlı ayaklanma girişimine karşı Cizre ilçesinde yoğun terörle mücadele operasyonları yürütülmekte, terörist unsurlarla güvenlik güçleri arasında şiddetli çatışmalar yaşanmaktadır (bu olaylar ve sokağa çıkma yasakları hakkında arka plan bilgisi ve ayrıntılı açıklamalar için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], B. No: 2017/37897, 5/7/2022, §§ 16-28 ve 342). Somut başvuruda dile getirilen iddialara göre başvurucu, Cizre Belediyesinde su işleri hizmetinde çalışmakta; sokağa çıkma yasağı döneminde güvenlik güçlerinin bilgisi ve izni dâhilinde görevlerini yerine getirmeye devam etmektedir. Başvurucu 18/12/2015 tarihinde sokağa çıkma yasağı uygulanan Cizre ilçesinde su vanalarının bakımını yapmakta iken askerî araçtan üzerine ateş açılması sonucu yaralanmış ve olay yerinde bulunan diğer Belediye görevlileri tarafından Cizre Devlet Hastanesine götürülmüştür. Buradan Şırnak Devlet Hastanesine sevk edilen başvurucunun yaralanan kolu ampute edilmiştir. 25/12/2015 tarihinde yapılan somut başvuruda başvurucu, yaralanması ve devamında gerçekleşen hak ihlallerinin sokağa çıkma yasağının bir sonucu olduğunu belirterek Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün (İçtüzük) maddesi uyarınca sokağa çıkma yasağı uygulamasının durdurulmasına yönelik geçici tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü, benzer nitelikteki tedbir başvurularını birlikte ele alarak 26/12/2015 tarihli ara kararıyla tedbir talebinin reddine karar vermiştir. Belirtilen kararın ilgili kısmı şöyledir:" Somut olayda başvurucu İrfan Uysal, Cizre'de açılan ateş sonucu kolundan yaralandığını, sağlık hizmetlerine erişememesi nedeniyle sol kolunun kesildiğini belirterek tedbir talebinde bulunmuştur. Şırnak Valiliğince sunulan bilgi ve belgelerden, başvurucunun Şırnak Devlet Hastanesinde tedavi altında olduğu, yakında taburcu edileceği, hastanenin bulunduğu bölgede "sokağa çıkma yasağı" uygulanmadığı ve ayrıca başvurucunun başka bir sağlık kuruluşuna sevk edilmesi yönünde tedbir talebinin olmadığı belirtilmiştir (bkz.§ 12). Bu durumda, sağlık hizmetlerinden yararlandığı ve "sokağa çıkma yasağı" uygulanan bölge dışında bulunduğu anlaşılan başvurucuya yönelik derhal tedbir kararı verilmesini gerektirecek bir durum olmadığı anlaşılmıştır. Bu nedenle başvurucunun tedbir talebinin reddine karar verilmesi gerekir."
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19907
Başvuru; sokağa çıkma yasağı uygulaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; bu dönemde düzenlenen güvenlik operasyonu sırasında meydana gelen ciddi yaralanma nedeniyle yaşam hakkının, sokağa çıkma yasağı nedeniyle temel ihtiyaçların karşılanamaması ve yaralandıktan sonra tıbbi tedavide yaşanan ihmal nedeniyle kötü muamele yasağının, etnik kimlik nedeniyle ayrımcı muameleye tabi tutulma nedeniyle de ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; haberleşme içeriklerinin kaydedilmesi suretiyle haberleşmenin gizliliğini, ihlal ile görüntü ve seslerin kaydı alınması suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal etme suçlarından verilen mahkûmiyet hükmü nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu hakkında açılan kamu davası sonucunda atılı suçlardan birden çok mağdura yönelik ayrı ayrı hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun istinaf talebi, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 1/3/2021 tarihli kesin nitelikteki kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 16/9/2021 tarihinde öğrendiğini belirterek 13/10/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon; adli yardım talebinin kabulüne ve mahkemeye erişim hakkına ilişkin şikâyetin kabul edilemez olduğuna, adil yargılanma hakkına ilişkin diğer güvenceler yönünden ileri sürülen şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/49197
Başvuru, haberleşme içeriklerinin kaydedilmesi suretiyle haberleşmenin gizliliğini, ihlal ile görüntü ve seslerin kaydı alınması suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal etme suçlarından verilen mahkûmiyet hükmü nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesi feshedilen başvurucunun Anayasa'da güvence altına alınan haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 9/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1968 doğumlu olan başvurucu, Akdeniz Belediyesi Fen İşleri Birimi bünyesinde ve çeşitli alt işverenler nezdinde 15/4/2010 tarihinden beri şoför olarak çalışmakta iken 20/3/2017 tarihinde iş akdi feshedilmiştir. Başvurucu, haksız bir şekilde işten çıkarıldığı gerekçesiyle işe iade talebiyle tespit davası açmıştır. Mersin İş Mahkemesi (Mahkeme) 15/2/2018 tarihli kararı ile davanın reddine hükmetmiş, başvurucunun istinaf talebi üzerine Adana Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 1/6/2018 tarihli kararı ile talebin kabulüne ve dosyanın Mahkemeye iadesine karar vermiştir. Mahkeme, 24/10/2018 tarihli kararı ile davanın reddine hükmetmiş ve karar, istinaf incelemesinden geçerek 16/5/2019 tarihinde kesinleşmiştir. Nihai karar 12/6/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 9/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/23691
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesi feshedilen başvurucunun Anayasa'da güvence altına alınan haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; haksız tutulma sebebiyle Hazine aleyhine açılan tazminat davasının, mevzuatın hatalı yorumlanması sonucu süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/2/2014 tarihinde Adana Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 19/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Malatya 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin E.1993/261 sayılı dosyası kapsamında yasa dışı örgüt elemanlarını barındırma, örgüt silahlarını saklama, sığınak hazırlamak suretiyle örgüt elemanlarına bilerek yardım ve yataklık suçlamasıyla 5/8/1993 tarihinde tutuklanmış ve 14/10/1993 tarihinde tahliye edilmiştir. Dosya kapsamındaki belgelerden anlaşılamamakla birlikte başvurucu 13/7/1993 tarihinden tutuklama kararı verilen tarihe kadar gözaltında kaldığını beyan etmiştir. Malatya 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 25/1/1995 tarihli ve E.1993/261, K.1995/10 sayılı kararı ile başvurucunun beraatına karar verilmiştir. Söz konusu karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 14/6/1996 tarihli ve E.1996/1792, K.1996/3643 sayılı ilamı ile onanarak aynı tarihte kesinleşmiştir. Başvurucu, beraat kararını 1/10/2011 tarihinde haricen öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu, haksız olarak tutuklu kaldığı sürede uğradığı maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemiyle Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) 7/10/2011 tarihinde tazminat davası açmıştır. Mahkeme 27/4/2012 tarihli ve E.2011/402, K.2012/226 sayılı kararı ilesüresinden sonra açıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:“Yapılan yargılama ve toplanan kanıtlara göre açılan davanın 466 Sayılı Yasa kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, buna göre davacının Malatya 1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 25/01/1995 tarih ve 1993/261 esas, 1995/10 karar sayılı dava dosyasında yargılandığı ve yargılama sonucunda beraatine karar verildiği, iş bu davada davacının 4 ay gibi bir süre ile tutuklu kaldığı, maddi ve manevi yönden zararlarının bulunduğu belirtilerek tazminat talep edilmiş ise de, söz konusu mahkeme ilamının Yargıtay Ceza Dairesinin 14/06/1996 gün ve 1996/1792 esas, 3643 karar sayılı ilamı ile kesinleştiği ve kesinleşme tarihinden itibaren tabi olduğu 10 yıllık hak düşürücü süreden sonra davanın ikame edildiği anlaşılmakla, süresinde açılmayan davanın reddine karar vermek gerekli olmuştur, bu durum iddia, savunma, değerlendirilerek hükme esas alınan deliller ve mahkemece edinilen vicdani kanaat ile anlaşılmış ve aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.” Başvurucunun temyizi üzerine anılan karar Yargıtay Ceza Dairesinin 4/12/2013 tarihli ve E.2013/23903, K.2013/27862 sayılı ilamı ile onanmıştır. Onama ilamının ilgili kısmı şöyledir:“Dava, 466 sayılı Kanun hükümlerine dayalı tazminat istemine ilişkin olup; Ceza Genel Kurulunun 23/03/2010 tarih ve 2009/256 Esas ve 2010/57 sayılı kararında 466 sayılı Kanunun maddesindeki üç aylık sürenin başlangıcı için 21/04/1975 tarih ve 3-5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararına atıf yapılarak kesinleşen beraat kararından davacının haberdar olmasının aranması gerektiği şeklindedir. Ancak adı geçen kararda tazminat davasının ne zamana kadar açılması gerektiğine dair bir açıklama yoktur. Borçlar Kanununun maddesinde tazminat davasının, zarar verici fiil veya olayın vukuundan itibaren her halde 10 yıl sonra zaman aşımına uğrayacağı kabul edilmiştir. Kanun dışı yakalanan veya tutuklanan kimseler bakımından, devletin yaptığı yakalama veya tutuklama haksız fiili ceza davasının kesinleşmesi ile netleştiğinden bu tarih olayın vuku tarihi olup, bu tarihten itibaren 10 yıl dolduktan sonra 466 sayılı Kanuna göre tazminat istenemeyecektir. Tazminat davasına dayanak teşkil eden mahkeme dosyasındaki kesinleşme şerhine göre davacı hakkındaki beraat kararının 1996tarihinde kesinleştiği davanın2011tarihinde,15 yılgeçtiktensonra açıldığının anlaşılması karşısında, süresinde açılmayan davanın reddine karar verilmesinde isabetsizlik bulunmadığı anlaşılmakla yapılan incelemede, Yapılan yargılamaya, toplanan ve karar yerinde açıklanan delillere, mahkemenin kovuşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, gösterilen gerekçeye ve uygulamaya göre, davacı vekilinin sürenin kesinleşmiş beraat kararının tebliğinden itibaren başlaması gerektiği yönündeki temyiz itirazlarının reddiyle, hükmün isteme uygunolarak ONANMASINA ... karar verildi.” Yargıtay ilamı 3/2/2014 tarihinde Mahkemeye gönderilmiş, başvurucu onama ilamından 5/2/2014 tarihinde haberdar olduğunu beyan etmiştir. Başvurucu 14/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 7/5/1964 tarihli ve 466 sayılı mülga Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “ Kanun dairesinde yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturma yapılmasına veya son soruşturmanın açılmasına yer olmadığına veyahut beraetlerine veya ceza verilmesine mahal olmadığına karar verilen;...kimselerin uğrayacakları her türlü zararlar, bu kanun hükümleri dairesinde Devletçe ödenir.” 466 sayılı mülga Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “1 inci maddede yazılı sebeplerle zarara, uğrayanlar, kendilerine zarar veren işlemlerin yapılmasına esas olan iddialar sebebiyle haklarında açılan davalar sonunda verilen kararların kesinleştiği veya bu iddiaların mercilerince karara bağlandığı tarihten itibaren üç ay içinde, ikametgahlarının bulunduğu mahal ağır ceza mahkemesine bir dilekçeyle başvurarak uğradıkları her türlü zararın tazminini isteyebilirler.” 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un maddesi şöyledir: “(1) Ceza Muhakemesi Kanununun 141 ilâ 144 üncü maddeleri hükümleri, 1 Haziran 2005 tarihinden itibaren yapılan işlemler hakkında uygulanır. (2) Bu tarihten önceki işlemler hakkında ise, 1964 tarihli ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.” 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ittılaı tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz.” Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 6/5/2014 tarihli ve E.2014/12-141, K.2014/229 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:“Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; 466 sayılı Kanun hükümlerine göre açılan tazminat davaları için maddede belirtilen üç aylık sürenin dışında esas alınacak azami bir sürenin olup olmadığı, azami bir sürenin var olduğunun kabul edilmesi halinde ne zaman başlayacağı ve bunlara bağlı olarak davanın süresinde açılıp açılmadığının belirlenmesine ilişkindir....Gerçekten 466 sayılı Kanun hükümlerine göre tazminat davalarının süresinde açılıp açılmadığına ilişkin uyuşmazlıklar Ceza Genel Kurulunun gündemine defalarca gelmiş ve istikrarlı bir şekilde, kanunun maddesinin fıkrasında belirtilen üç aylık dava açma süresinin, 1975 gün ve 3-5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, davacı hakkında açılan ve beraatle sonuçlanan ceza davasının kesinleştiğinin tebliği veya bu kesinleşmenin öğrenilmesinden itibaren başladığı kabul edilmiştir. Fakat sözü edilen dosyalarda 466 sayılı Kanun hükümlerine göre açılacak tazminat davaları için maddede belirtilen üç aylık sürenin dışında esas alınacak azami bir sürenin olup olmadığı tartışılmamıştır. 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nun “Tazminat İsteminin Koşulları” başlıklı maddesinin fıkrasında yer alan; “Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir” şeklindeki düzenlemeyle tebliğden itibaren üç ay ve her halde kesinleşme tarihinden itibaren bir yıl içinde tazminat talebinde bulunulabileceği hüküm altına alınmıştır. 818 sayılı Borçlar Kanununun “Müruru zaman” başlıklı maddesinde; zarar gören tarafın zararı ve failini öğrenme tarihinden itibaren bir yıl ve her halde fiilin vukuundan itibaren on yıl, 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun “Zamanaşımı” başlıklı maddesinde de,zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve her hâlde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle tazminat isteminin zamanaşımına uğrayacağı belirtilmiştir. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun maddesinde ise, idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği düzenlenmiştir.Görüldüğü gibi, söz konusu kanunlar uyarınca açılacak davalarda tebliğ ya da öğrenmeden başlayan asıl sürenin yanında eylem ya da işlem tarihinden itibaren azami dava açma süreleri öngörülmüş, 2004 sayılı İcra İflas Kanununun maddesinde ise, ilama dayanan takibin, son muamele üzerinden on sene geçmekle zamanaşımına uğrayacağı hüküm altına alınmıştır. Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;466 sayılı Kanun hükümlerine göre açılacak tazminat davaları için de, maddede belirtilen ve beraat hükmünün kesinleşmesinin tebliğinden veya öğrenilmesinden itibaren işleyen üç aylık sürenin dışında esas alınacak makul azami bir süre kabul edilmelidir. Özellikle 1982 Anayasasının “kişi hürriyeti ve güvenliği” ile ilgili olup tutuklama şartları ve haksız tutuklama işlemlerinden de bahsedilen maddesinde yapılan; “bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre, Devletçe ödenir” şeklindeki değişiklikten sonra, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre 10 yıllık azami bir sürenin kabul edilmesi, hak arayışlarının kötüye kullanılacak biçimde süresiz kılınmasını önleyebileceği gibi adalet ve nasafet kurallarına da uygun ve isabetli olacaktır. Böylece, haksız yakalama ve tutuklama nedeniyle tazminat davalarına da hukukumuzdaki diğer tazminat davalarındaki gibi dava açmak için azami süre şartı getirilecek ve beraat ile sonuçlanmış ceza dava dosyalarının kesinleşmesinden sonra süresiz olarak 466 sayılı Kanuna göre dava açma keyfiliğinin de önüne geçilecektir. ...[B]u davalarda esas alınacak 10 yıllık azami sürenin de kesinleşme tarihinden itibaren başlaması gerektiği kabul edilmelidir.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2326
Başvuru, haksız tutulma sebebiyle Hazine aleyhine açılan tazminat davasının, mevzuatın hatalı yorumlanması sonucu süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, zincirleme şekilde görevi kötüye kullanma ve suç delilini yok etme suçlarından yargılandığı davada; delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyetine karar verilmesi, tanık dinletme taleplerinin kabul edilmemesi ve mahkeme kararının gerekçesiz olması nedenleriyle Anayasa’nın maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 18/11/2013 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 25/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun İstanbul Cumhuriyet Savcısı (CMK Madde İle Yetkili) olarak görev yaptığı sırada “zincirleme şekilde görevi kötüye kullanma” suçunu işlediği konusunda yeterli şüpheye ulaşan Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığı, Yargıtay nezdinde yargılanmak üzere son soruşturma açılması talebiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesine hitaben 22/7/2008 tarih ve E.2008/7252 sayılı iddianame düzenlemiştir. İddianamede, başvurucunun, yürüttüğü soruşturmanın şüphelilerini korumak maksadıyla delilleri Adalet Bakanlığından gizlediği ve kasıtlı olarak soruşturmanın gereklerine aykırı davrandığı iddia edilmiştir. Beyoğlu Ağır Ceza Mahkemesinin 14/5/2009 tarih ve E.2009/62, K.2009/111 sayılı kararıyla, başvurucunun “zincirleme şekilde görevi kötüye kullanma ve suç delilini yok etme” suçlarından Yargıtay Ceza Dairesinde yargılanmak üzere son soruşturmanın açılmasına karar verilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi, 13/7/2009 tarih ve E.2009/33, K.2009/32 sayılı görevsizlik kararıyla, başvurucunun “zincirleme şekilde görevi kötüye kullanma ve suç delilini yok etme” suçlarından yargılanması için dosyanın Yargıtay Ceza Dairesine gönderilmesine karar vermiştir. Başvurucu, Yargıtay Ceza Dairesinin, 16/5/2012 tarih ve E.2010/1, K.2012/4 sayılı kararıyla, zincirleme şekilde “görevi kötüye kullanma” suçundan 740 TL adli para cezası ile mahkûm edilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “…Sanık Selim Berna Altay'ın [Başvurucu] yukarıda sayılan eylemleri kendi içerisinde topluca değerlendirildiğinde zaman içerisinde görevi yönünden üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmediği, burada İstanbul'da özel yetkili olarak görev yapan, kıdemli bir Cumhuriyet Savcısının çok rahatlıkla bilmesi ve tespit etmesi gereken hususları işlemsiz bıraktığı, HSYK'na gönderilmesi gereken telefon görüşmelerini ayrı beklettiği, Adalet Müfettişlerinin gelmesinden sonra apar topar Adalet Bakanlığına gönderdiği, bir kısım tapeleri imha ettirerek delillerin ulaşılmasına engel olduğu, böylece zincirleme şekilde görevini kötüye kullandığı anlaşılmıştır. Sanığın [Başvurucu] bu davranışları görevi kötüye kullanma bilinciyle yaptığı, haklarında cezai soruşturma yapılabilecek olan bir kısım kişiler hakkında tefrik kararlarıyla ana soruşturmalardan bu kişilerin ilgisini keserek ve daha sonra kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararlar vererek bu kişilerin cezai kovuşturmadan kurtulmalarını sağladığı, olayın müştekisi konumunda kimsenin bulunmaması nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararlara itiraz edilemediği, yine H. H. K’nın suç örgütü liderlerinden olan A. Ö ile yaptığı telefon görüşmelerini imha etmek ve Adalet Bakanlığına göndermemek suretiyle bu Savcının olası bir disiplin soruşturması ve cezasından kurtulmasını sağlayarak bu Savcıya yarar sağladığı, Ankara'da meydana gelen silahla yaralama dosyasının sanık E. Y’ye düşürülmesi, sanıkların suçunu hafifletecek şekilde doktor raporu aldırılmaya çalışılması, tutuklu olan sanıkların tahliyeleri için nöbetçi mahkeme ve hakimlerin ayarlanmaya çalışılması, N. K'nın ve O. T. A’nın, A’dan açıkça para istemeleri hususlarının telefon görüşmelerinde yer almasına rağmen bu yönden gerekli işlemleri CMK kapsamında derhal yerine getirmesi gerekirken bu görevleri yerine getirmediği, yine yürüttüğü soruşturmada dinlenen telefonlar ile yoğun görüşmeleri bulunan tanıklar hakkında dinleme kararı aldırması gerekirken bunu yapmadığı, böylece bu kimilerin de muhtemel ceza soruşturma ve kovuşturmalarından kurtulmalarına yol açtığı, dosyamız sanıkları ile ilgili suçların CMK.nun maddesinde sayılan katalog suçlardan olmaması nedeniyle tapelerin delil olarak kullanılamadığı, buna bağlı olarak sanık E.Y ve N. S hakkında tüm suçlamalardan ve diğer sanıkların bir kısım suçları hakkında beraat kararı verilmesine yol açtığı saptanmıştır. Bu durumda sanığın bu kişiler lehine de durum oluşturarak kendilerine yarar sağladığı, ayrıca ceza soruşturmalarında ilgili kişiler ve kamu hukukunun mağduriyetine neden olan işlemler yaptığı ortaya çıkmıştır. Bu nedenle sanığın bu şekildeki bütün davranışlarının bir bütün olarak zincirleme görevi kötüye kullanma olarak değerlendirilmesi gerektiği, suç delilini yok etme şeklindeki davranışlarının da zincirleme şekilde görevi kötüye kullanma suçu içinde hükme bağlanması gerektiği sonucuna varılmıştır…” Başvurucunun temyizi üzerine anılan Mahkeme kararı, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 9/7/2013 tarih ve E.2012/5-1339, K.2013/347 sayılı ilamıyla "... sanığın görevinin gereklerine aykırı davranışları sonucunda, İstanbul Başsavcılığının 2006/2215 sayılı ve Ankara Başsavcılığının 2007/63887 sayılı soruşturma dosyalarına konu suçlardan dolayı mağdur olan kimselerin kanuni haklarını elde etmeleri engellenmiş, hukuka uygun deliller ile değerlendirme yapılması suretiyle adalet ve hakkaniyete uygun kararlar verilmesi imkanının önüne geçilmiş olduğundan bireysel hakların ihlal edildiği ve kişi mağduriyetinin gerçekleştiği..." gerekçeleriyle onanmış ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir. Başvurucu onama kararından 1/11/2013 tarihinde haberdar olduğunu belirtmektedir. Başvuru, 18/11/2013 tarihinde süresi içerisinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ve maddeleri, 17/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ve maddeleri.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8397
Başvurucu, zincirleme şekilde görevi kötüye kullanma ve suç delilini yok etme suçlarından yargılandığı davada; delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyetine karar verilmesi, tanık dinletme taleplerinin kabul edilmemesi ve mahkeme kararının gerekçesiz olması nedenleriyle Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Cevriye Polat'ın eşi; başvurucular Çiçek Güney, Dilşat Yokuş, Fatma Çelik, Fidan Yokuş, Gazel Karaboğa, Nurten Yokuş ve Sakine Karaboğa'nın babaları; başvurucular Taylan Polat, Esin Polat, Gülüstan Polat, Seher Polat, Dilek Polat, Sevgi Polat ve Bahar Polat'ın dedeleri; başvurucu Sevim Polat'ın ise mirasçısı olduğu eşinin murisi olan babası İsmail Polat aleyhine 12/6/1985 tarihinde Tunceli Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tapu iptali ve tescili davası görevsizlik nedeniyle Tunceli Kadastro Mahkemesine gönderilmiş, başvurucular murisi yönünden tefrik edilerek aynı Mahkemede yeni bir esasa kaydedilmiş veyerel Mahkemenin verdiği karar taraflarca temyiz edilmekle dava dosyası hâlen Yargıtaya gönderilme aşamasındadır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19899
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi ve değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet ve özel hayata saygı haklarının, idare lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuya ait taşınmazın da bulunduğu Ermenek ilçesinde, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının 10/4/2002 tarihli ve 1572 sayılı tasdikli projesi kapsamında Ermenek Barajı ve Hidroelektrik Santrali Tesisleri Projesi ve göl sahası inşaatı yapılması planlanmış ve 12/2/2009 tarihinde Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünce (İdare) kamu yararı ve kamulaştırma kararı alınmıştır. Bakanlar Kurulunun Baraj ve Hidroelektrik Santrali (HES) Projesi'ne ilişkin 2009/14599 sayılı acele kamulaştırma kararı 31/1/2009 tarihli ve 27127 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanmıştır. İdare, başvurucuya ait taşınmaza acele kamulaştırma yoluyla el konulması ve kamulaştırma bedelinin tespiti talebiyle 19/3/2009 tarihinde dava açmıştır. Ermenek Asliye Hukuk Mahkemesi 4/6/2009 tarihli kararı ile bilirkişi raporuna dayanarak el koyma bedelini 454,10 TL olarak belirleyip bedelin başvurucuya ödenmesine ve bahsedilen taşınmaza acele el konulmasına karar vermiştir. İdare tarafından 7/10/2010 tarihinde açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmazın tescili davasında Mahkemece bilirkişi incelemesi yaptırılmış; bilirkişilertaşınmazın özelliklerini gözeterek ve 2010 yılı fiyat, masraf ve verim verilerini kullanarak taşınmazın toplam değerini 348,95 TL olarak belirlemiştir. Mahkeme 9/5/2012 tarihli kararıyla taşınmazın kamulaştırma bedeli olan 348,95 TL'den acele kamulaştırma kararı sonrası ödenen bedelin mahsubu ile bakiye 894,85 TL'nin başvurucuya ödenmesine, taşınmazın idare adına tapuya kayıt ve tesciline karar vermiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesince 29/11/2012 tarihinde bozulmuştur. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 18/4/2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Mahkeme, bozma kararına uyarak 17/3/2014 tarihli kararıyla, taşınmazın kamulaştırma bedeli olarak tespit edilen 526,07 TL'nin önceki aşamalarda başvurucuya ödenen 348,95 TL'den mahsubu ile bakiye 822,88 TL'nin davacı idareye iadesine; acele el koyma bedeli olarak başvurucuya ödenen 454,10 TL'nin kamulaştırma bedeli olan 526,07 TL'den mahsubu ile bakiye 071,97 TL'ye 8/2/2011 tarihinden 9/5/2012 tarihine kadar yasal faiz işletilerek başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesi'nin 23/12/2014 tarihli kararı ile onanmıştır. Nihai karar, başvurucuya 23/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Ali Şimşek ve diğerleri, B. No: 2014/2073, 6/7/2017, §§ 18-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/4201
Başvuru, kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi ve değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet ve özel hayata saygı haklarının, idare lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/13266
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, yargılandığı ceza davasında, delillerin eksik toplandığını, hakkında hiçbir somut delil olmamasına karşın "masumiyet" ve "şüpheden sanık yararlanır" ilkelerine aykırı olarak cezalandırıldığını, talimatla savunması alınarak "yüz yüzelik" ilkesinin ihlal edildiğini, ek savunması alınmadan iki kez cezalandırıldığını, hükmün gerekçe gösterilmeksizin hızlı şekilde onandığını belirterek, Anayasa'nın , , , ve maddelerinde belirtilen haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş, infazın durdurulması ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 27/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 19/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 18/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Kartal Cumhuriyet Başsavcılığı, 17/10/2005 tarih ve E.2005/33897 sayılı iddianamesiyle başvurucunun "bilişim sistemleri ve banka aracı kılınarak dolandırıcılık" suçunu işlediğinden bahisle Kartal Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açmıştır. Anılan Mahkeme, 19/10/2005 tarih ve 2005/45 sayılı iddianame değerlendirme kararı ile yasal koşullara uygun hazırlanmadığı iddiasıyla bahse konu iddianameyi Kartal Cumhuriyet Başsavcılığına iade etmiştir. Kartal Cumhuriyet Başsavcılığı, 24/10/2005 tarih ve 2005/1831 sayılı yetkisizlik kararı ile dosyayı Alanya Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Başvurucu hakkında, Alanya Cumhuriyet Başsavcılığının 2/1/2006 tarih ve 2005/9903 Soruşturma numaralı iddianamesiyle "bilişim sistemini bozarak yarar sağlama" suçundan cezalandırılması istemiyle Alanya Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Anılan Mahkeme, 20/3/2012 tarih ve E.2006/25, K.2012/348 sayılı kararı ile, başvurucunun üzerine atılı suçtan 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası ile ikişer kez cezalandırılmasına karar vermiştir. Söz konusu kararın temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin 26/11/2013 tarih ve E.2013/27445, K.2013/27620 sayılı ilamı ile hüküm onanarak kesinleşmiştir. Yargılama dosyası 24/12/2013 tarihinde ilk derece Mahkemesine ulaşmıştır. UYAP sisteminden alınıp içeriği teyit edilen 27/12/2013 tarihli dilekçeye göre, başvurucu vekili, tevkil de dahil olmak üzere her türlü hukuki işlemi yapmak üzere yetkilendirdiği avukat vasıtasıyla dilekçe tarihinde dosyanın fotokopisini almıştır. Başvuru, 27/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştırB. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Nitelikli hırsızlık” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “(2) Suçun;  …e) Bilişim sistemlerinin kullanılması suretiyle,  …İşlenmesi hâlinde, beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur…”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2546
Başvurucu, yargılandığı ceza davasında, delillerin eksik toplandığını, hakkında hiçbir somut delil olmamasına karşın "masumiyet" ve "şüpheden sanık yararlanır" ilkelerine aykırı olarak cezalandırıldığını, talimatla savunması alınarak "yüz yüzelik" ilkesinin ihlal edildiğini, ek savunması alınmadan iki kez cezalandırıldığını, hükmün gerekçe gösterilmeksizin hızlı şekilde onandığını belirterek, Anayasa'nın 19. , 36. , 38. , 40. ve 14 maddelerinde belirtilen haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş, infazın durdurulması ve tazminat talebinde bulunmuştur.
0
Başvuru, olay yerinde bulunmayan tanığın beyanı da esas alınarak mahkûmiyet kararı verilmesi ve Yargıtaydaki temyiz incelemesinin duruşmasız yapılması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1975 doğumlu olup olayların gerçekleştiği tarihte Kars ilinde ikamet etmektedir. Başvurucu ve müştekiler arasında 13/10/2006 tarihinde, Kars ili merkezinde hayvan alım satımı nedeniyle bir kavga çıkmıştır. Başvurucu ile diğer sanıkların müştekileri tehdit ederek müştekilerin paralarını aldıklarına ve içlerinden birini de ahıra kapattıklarına, daha sonra olay yerine gelen tanık Y.S.nin katılanı ahırdan çıkardığına ilişkin iddialarla Kars Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu ve diğer sanıklar hakkında yağma, hakaret, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma suçlarından kamu davası açılmıştır. Tanık Y.S., Kars Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) huzurundaki beyanında müştekilerden birinin ahırda kilitli tutulduğunu ve paraların zorla alınmış olduğunu belirtmiştir. Aynı tanık sonradan Mahkemeye verdiği tarihsiz dilekçe ile, başvurucu aleyhine verdiği ifadeden döndüğünü ve başvurucunun olay yerinde bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucu hakkında Mahkemece "Katılanların olayın oluşumuna ilişkin anlatımlarının tarafsız tanık olan tanık Y. S. tarafından doğrulanarak, sanıkların kaparo karşılığında katılanlara 3 adet büyükbaş hayvan verdikleri yönündeki savunmalarının gerek katılanlar gerekse tanık Y. S. tarafından yalanlanmış olması karşısında, sanıkların kendilerini suçtan kurtarmayı amaçlayan savunmalarına itibar edilmediği" gerekçesiyle 30/12/2009 tarihli kararıyla yağma suçundan iki ayrı katılan için 10 yıl ve 8 yıl 4 ay olmak üzere toplam 18 yıl 4 ay hapis cezasına, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan ise 3 yıl 4 ay hapis cezasına karar verilmiştir. Karar, başvurucu tarafından duruşmalı inceleme talebini de içerir şekilde temyiz edilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 5/6/2014 tarihli ilamı ile kararı duruşma yapılmaksızın onamıştır. Anılan karar, başvurucu vekiline 31/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13438
Başvuru, olay yerinde bulunmayan tanığın beyanı da esas alınarak mahkûmiyet kararı verilmesi ve Yargıtaydaki temyiz incelemesinin duruşmasız yapılması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, kolluk görevlisinin müdahalesi nedeniyle yaralanma meydana gelmesi ve bu olaya ilişkin yapılan yargılama sonucunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla elde edilen bilgilere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: 1950 doğumlu başvurucu Naciye Yılmaz, 1974 doğumlu Memduh Yılmaz'ın annesidir. Başvurucular Van'ın Çaldıran ilçesi Kaşım köyünde ikamet etmekte ve hayvancılık işiyle uğraştıklarını belirtmektedir. 27/6/2014 gecesi saat 00 sıralarında Çaldıran ilçesi Yavuz Sultan Selim Karakol Komutanlığında görevli askerler (kolluk) başvurucuların köylerine bağlı Eşengöl Yaylası'ndaki çadırlarına akaryakıt kaçakçılığı şüphesi üzerine operasyon düzenlemiştir. Başvuruculara göre askerler arama kararı olmamasına rağmen çadırlarının etrafını sarmış ve çadırları aramak istemiştir. Başvurucu Memduh Yılmaz aramaya itiraz ettiği için askerlere komuta eden teğmen rütbeli bir asker tarafından darbedildiğini, diğer askerlerin de sonrasında eyleme iştirak ettiğini iddia etmektedir. Oğlunun darbedilmesine engel olmaya çalışan Naciye Yılmaz'ın da askerler tarafından darbedildiği ve sinkaflı sözlerle askerlerin hakaretine maruz kaldığı başvuru formunda ileri sürülmüştür. Başvurucular kendilerini darp ettiklerini ileri sürdükleri askerlerden şikâyetçi olmaları üzerine haklarında adli rapor düzenlenmiştir. Çaldıran Devlet Hastanesi tarafından 27-28/6/2014 tarihlerinde düzenlenen sağlık raporlarına göre başvurucular basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanmıştır. Memduh Yılmaz hakkında düzenlenen raporda sol alın dış yüzeyde 2x2 cm'lik abrazyon bulunduğu, Naciye Yılmaz hakkında düzenlenen raporda ise sağ el üzerinde yaklaşık 2x3 cm'lik hafif şişlik bulunduğu, grafisinde kırık veya çıkığa rastlanmadığı bilgisi kayıtlıdır. Çaldıran Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından başlatılan soruşturma sonucunda Teğmen A.Ş.nin başvuruculara yönelik eyleminden dolayı basit yaralama suçundan iki kez cezalandırılması talebiyle 3/10/2015 tarihinde iddianame düzenlenmiştir. A.Ş. başvurucu Memduh Yılmaz'a yönelik eyleminden dolayı 112 günün karşılığı 240 TL, başvurucu Naciye Yılmaz'a yönelik eyleminden dolayı ise 150 günün karşılığı 000 TL adli para cezası ile cezalandırılmıştır. Mahkeme tarafından verilen ceza hükümlerinin açıklanması geri bırakılmış ve A.Ş.nin beş yıl boyunca denetime tabi tutulmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sanığın savunması, katılanların beyanları, tanık ifadesi, Çaldıran Devlet Hastanesi'nden verilen kesin raporlar ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; olay tarihinde asteğmen olarak görev yapan tanık [R.B.] Jandarma Komutanı tarafından sınırdan kendilerine doğru kaçakçıların geldiği ve çadırların olduğu yere doğru kaçtıklarının bilgisinin verildiği, bunun üzerine çadırların olduğu alana gidildiği, asker ve çadırda kalan grup arasında tartışma çıktığı, bunun üzerine karakol komutanı [A.Ş.nin] olay yerine geldiği, tartışmanın devamında [A.Ş.nin] katılanlara vurmak suretiyle darp ettiği, her ne kadar sanık savunmasında katılanlara vurmadığını ve onları darp etmediğini belirtmiş olsa da, kesin doktor raporu göz önüne alındığında sanığın üzerine atılı suçtan kurtulmaya yönelik savunmasına itibar edilmemiş, yine tanık [R.B.nin] komutanının katılanları darp etmediğine yönelik beyanları, olay tarihinde sanık ile aralarında ast-üst ilişkisi bulunması ve etki altında kalma ihtimali söz konusu olduğu, etki halinde kalma ihtimali bulunmasa dahi ifadesi alınmadan önce kendisine yalan tanıklığın hukuki sonuçları anlatıldığından bu hususta ifadesini değiştirmekten çekinme durumunun söz konusu olabileceği, katılanlar hakkında verilen kesin doktor raporlarının katılanların beyanlarıyla uyumlu olduğu, dolayısıyla maddi olgu bakımından doktor raporunun delil gücünün zayıf tanık beyanı karşısında daha güçlü olduğu, katılan Naciye Yılmaz'ın Türkçe bilmediği için küfürlerin sinkaflı olduğunu belirtmesi, ancak küfürleri açık ve net olarak anlatamamasının katılan beyanları arasında çelişki oluşturmadığı kanaatiyle sanığın suçtan kurtulmaya yönelik savunmasına itibar edilmemiş, sanığın katılanlara karşı ayrı ayrı üzerine atılı 'basit yaralama' suçunu işlediği kanaatine varılmıştır. " Bu karara karşı başvurucuların yaptığı itiraz, Erciş Ağır Ceza Mahkemesince 8/6/2018 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucular 13/11/2018 tarihinde tebliğ edilen karara karşı 10/12/2018 tarihinde süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur. (3) Kasten yaralama suçunun;…d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,…işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (5) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir: “(5) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder. (6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması, c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.”B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Mevzuat Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "İşkence yasağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz." 18/6/2003 tarihli ve 25142 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 16/12/1966 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin maddesi şöyledir:"Hiç kimse işkenceye ya da zalimane, insanlık dışı ya da küçük düşürücü muamele ya da cezalandırmaya maruz bırakılamaz. Özellikle, hiç kimse kendi özgür rızası olmadan tıbbi ya da bilimsel deneylere tabi tutulamaz." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır. Terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiği belirtilmiş, kötü muamele yasağının Sözleşme'nin maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediğini içtihatlarında hatırlatmıştır (birçok karar arasından bkz. Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin inandırıcı kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve çabuklukla çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov (Jalaloglu)/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; benzer yöndeki karar için bkz. Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55). AİHM, devletin pozitif yükümlülüklerinin kapsamının Sözleşme'nin maddesine aykırı muamelelerde bulunanların devlet görevlisi olması veya şiddetin özel kişiler tarafından uygulanmış olmasına göre farklılık gösterdiğini kabul etmektedir (Beganović/Hırvatistan, B. No: 46423/06, 25/6/2009, § 69). AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05, 45001/05, 5/7/2011, §§ 90, 91). AİHM, bir devlet görevlisinin işkence veya kötü muameleyle suçlandığı durumlarda etkili başvurunun amaçları çerçevesinde cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının, genel af veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin görevinin askıya alınmasının ve hüküm alırsa meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55). AİHM, hukuka aykırı öldürme eylemlerine ilişkin Türkiye'de yürürlükte bulunan ulusal hukukun mahkemelere hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararı vermelerine olanak sağladığını ancak mahkemelerin takdir yetkilerini, ilgili eylemlere hiçbir şekilde müsamaha edilmeyeceğini göstermek için kullanmaktan ziyade ciddi bir suç teşkil eden eylemin sonuçlarını hafifletmek ya da ortadan kaldırmak için kullandıklarını belirtmektedir (Kasap ve diğerleri, B. No: 8656/10, 14/1/2014, § 60; hâkimlerin takdir haklarını kullanmalarına ilişkin benzer yöndeki eleştiriler için bkz. Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99, 17/10/2006, § 75). Ayrıca AİHM, HAGB kararı verilmesiyle faillerin cezadan tamamen muaf kaldığını çünkü HAGB kararının uygulanması sonucunda -failin denetimli serbestlik tedbirlerine uyması koşuluyla- verilen kararın içerdiği ceza da dâhil olmak üzere tüm hukuki sonuçlarıyla ortadan kalktığını ifade etmektedir (Kasap ve diğerleri/Türkiye, § 60). Aynı şekilde AİHM, negatif yükümlülükler kapsamında kamu görevlilerinin güç kullanması sonucu ortaya çıkan kötü muamele iddialarını içeren bazı başvurularda (Eski/Türkiye, B. No: 8354/04, 5/6/2012, § 36; Taylan/Türkiye, B. No: 32051/09, 3/7/2012, § 46; Böber/Türkiye, B. No: 62590/09, 9/4/2013, § 35; Ateşoğlu/Türkiye, B. No: 53645/10, 20/1/2015, § 28) yapılan yargılama sonucunda verilen mahkûmiyete ilişkin HAGB kararının Sözleşme’nin maddesini usul yönünden ihlal ettiği gerekçesiyle kabul edilemez bir önlem olarak belirtmiştir. Ancak AİHM, devletin pozitif yükümlülüklerinin kapsamının Sözleşme'nin maddesine aykırı muamelelerde bulunanların devlet memuru olması veya şiddetin özel kişiler tarafından uygulanmış olmasına göre farklılık gösterdiğini de kabul etmektedir (Beganović/Hırvatistan, § 69). Öte yandan AİHM, üçüncü kişiler arasında gerçekleşen kasten yaralama olayına ilişkin mevcut davaya özgü koşulları dikkate alarak ceza davası sonucunda verilen mahkûmiyet hükmünün yeterli caydırıcı etkiye sahip olduğunu ve HAGB kararının Sözleşme’nin maddesine aykırı muamelelere karşı bireylerin korunmasının amaçlandığı caydırıcı yasal önlemleri etkisiz kılmadığını belirterek devletin Sözleşme’nin maddesi gereğince üstüne düşen pozitif yükümlülükleri yerine getirdiğini de dile getirmiştir (Çalışkan/Türkiye (k.k.), B. No: 47936/11, 1/12/2015, §§ 46-52). AİHM kolluk görevlilerinin güç kullanımlarının hukuka aykırılık teşkil ettiğine ilişkin yerel yargı makamlarınca yapılan nihai tespitlerden sonra ayrıca Sözleşme kapsamında söz konusu hakkın maddi boyutu itibarıyla ihlal edilip edilmediği yönünde bir inceleme yapmayacağını ancak yerel yargı makamlarınca söz konusu ihlalin verilen ceza ile orantılı şekilde giderilip giderilmediğini cezanın caydırıcı etkisi yönünden değerlendireceğini belirtmiştir. Başka bir ifadeyle AİHM yerel mahkemelerce hukuka aykırı eylemin sabit görülmesinden sonra ihlale yönelik uygun ve yeterli bir tazminatın sağlanıp sağlanmadığı ile sınırlı bir inceleme yapacağını belirtmiştir (Kasap ve diğerleri/Türkiye, § 56; Fadime ve Turan Karabulut/Türkiye, B. No: 23872/04, 27/5/2010, § 43; Külah ve Koyuncu/Türkiye, B. No: 24827/05, 23/4/2013, § 38).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/36717
Başvuru, kolluk görevlisinin müdahalesi nedeniyle yaralanma meydana gelmesi ve bu olaya ilişkin yapılan yargılama sonucunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız olarak yapılması ve itiraz incelemesinde savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında 30/9/2011-3/10/2011 tarihleri arasında gözaltında kalmış, 3/10/2011 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 5/1/2012 tarihli iddianamesi ile başvurucu ile birlikte on üç şüpheli hakkında silahlı terör örgüt üyesi olma, patlayıcı maddeleri izinsiz olarak bulundurma ve kullanma, terör örgütü propagandası yapma, kamu görevlilerine görevini yaptırmamak için direnme ve mala zarar verme suçlarından kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/11 sayılı dosyası kapsamında 17/1/2012 tarihinde yapılan tensip duruşmasında başvurucu ile birlikte dokuz sanığın tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. 11/2/2014 tarihinde yapılan sekizinci celsede başvurucu ve diğer sanıkların tutukluluk hâllerinin devamına karar verilmiştir. Bu duruşmada başvurucu ve müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına ilişkin karara karşı yaptığı itirazı inceleyen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 28/2/2014 tarihli kararıyla itirazı reddetmiştir.Başvurucu 6/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.Başvurucu 2/6/2014 tarihinde tahliye edilmiştir. Başvurucu hakkındaki dava, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/90 sayılı dosyasında devam etmektedir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Usul" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"103 ve 104 üncü maddeler uyarınca yapılan istem üzerine, merciince Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiin görüşü alındıktan sonra, üç gün içinde istemin kabulüne, reddine veya adlî kontrol uygulanmasına karar verilir. (Ek cümle: 11/4/2013-6459/15 md.) Duruşma dışında bu karar verilirken Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü alınmaz. Bu kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun’un "İtirazın Cumhuriyet savcısına ve karşı tarafa tebliği ile inceleme ve araştırma yapılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) İtirazı inceleyecek merci, yazı ile cevap verebilmesi için itirazı, Cumhuriyet savcısı ve karşı tarafa bildirebilir. Merci, inceleme ve araştırma yapabileceği gibi gerekli gördüğünde bunların yapılmasını da emredebilir.(2) (Ek: 11/4/2013-6459/20 md.) 101 ve 105 inci maddeler uyarınca yapılan itiraz üzerine Cumhuriyet savcısından görüş alınması durumunda, bu görüş şüpheli, sanık veya müdafiine bildirilir. Şüpheli, sanık veya müdafii üç gün içinde görüşünü bildirebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2994
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız olarak yapılması ve itiraz incelemesinde savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, doktora eğitiminin geçersiz sayılması nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1/1/1968 doğumlu olan başvurucu 4/6/1990 tarihinde Hacettepe Üniversitesi Sağlık İdaresi Yüksekokulundan mezun olmasının ardından 2011 yılında Fatih Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Ana Bilim Dalında yüksek lisansını bitirmiştir. Başvurucu, 2011-2012 eğitim öğretim yılında Gürcistan Uluslararası Karadeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Yönetimi Ana Bilim Dalında doktora çalışmalarına başlamış; 2012-2013 eğitim öğretim yılında Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsüne işletme doktora programına yatay geçişle kabul edilmiştir. Başvurucu, Süleyman Demirel Üniversitesinde yürüttüğü doktora eğitimini tamamlayarak Sosyal Bilimler Enstitüsü Yönetim Kurulunun 7/5/2015 tarihli kararıyla mezun olmuştur. Başvurucu, doktora programından mezuniyetinin ardından Ardahan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Yüksekokulu Sağlık Yönetimi Bölümünde yardımcı doçent olarak görev yapmaya başlamıştır. 1/3/2016 tarihinde, Gürcistan Uluslararası Karadeniz Üniversitesinden yapılan yatay geçişlerin mevzuata uygun yapılıp yapılmadığı hususunda Süleyman Demirel Üniversitesinde bir inceleme başlatılmıştır. Yapılan inceleme sonucunda başvurucunun doktora yeterlilik sınavına girebilmesi için Süleyman Demirel Üniversitesinin Lisansüstü Eğitim ve Öğretim Yönetmeliği'nde aranan seminer dersini almış olma şartını taşımadığı tespit edilmiştir. Söz konusu eksiklik nazara alınarak 11/5/2016 tarihinde Sosyal Bilimler Enstitüsü Yönetim Kurulu kararıyla başvurucunun doktora mezuniyetinin iptaline karar verilmiştir. Başvurucu; Süleyman Demirel Üniversitesi tarafından kendisinden talep edilen tüm yükümlülükleri başarıyla yerine getirerek doktora programından mezun olduğunu, Üniversite tarafından başlatılan incelemenin yatay geçişlerin mevzuata uygun yapılıp yapılmadığı hususunda olduğunu ancak soruşturmanın kapsamının genişletilerek işlem tesis edildiğini, 1/7/1996 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanan ve mezun olduğu dönemde yürürlükte bulunan genel nitelikteki Lisansüstü Eğitim ve Öğretim Yönetmeliği hükümleri uyarınca seminer dersi alma zorunluluğu olmadığını, Üniversite tarafından çıkarılan özel nitelikteki yönetmelik hükümleri ile daraltıcı şart getirilemeyeceğini, ortaya çıkan eksikliğin kendi kusurundan kaynaklanmadığını belirterek 11/5/2016 tarihli Sosyal Bilimler Enstitüsü Yönetim Kurulu kararının iptali talebiyle dava açmıştır. Mahkeme, başvurucunun açtığı davayı 6/4/2017 tarihinde oyçokluğu ile reddetmiştir. Kararın gerekçesinde;i. Doktora eğitiminde seminer çalışması yapma zorunluluğunun Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Lisansüstü Eğitim Öğretim ve Sınav Yönetmeliği'ne, genel Yönetmelik'teki yetkiye dayanılarak getirildiği, ii Başvurucunun doktora eğitimi aldığı dönemde doktora eğitimi alan başvurucuyla birlikte toplam beş öğrenci hariç tüm öğrencilerin seminer çalışmasında başarılı olarak mezun edildiği,iii. Bu durumda doktora programından mezun olan başvurucunun mevzuatta öngörülmesine rağmen seminer çalışmasını yapmadan yeterlilik sınavı ve tez önerisi aşamalarına alınıp bu aşamalarda da başarılı olduğu kabul edilerek mezun edildiği,iv. Davalı idarenin mevzuatın açıkça öngördüğü şartı taşımadığı hâlde başvurucuyu mezun ederek açık hataya düştüğü belirtilerek idarenin yokluk, açık hata ve ilgilinin yalan beyanına dayanarak yaptığı işlemleri bir süre sınırlaması olmaksızın her zaman geri alabileceği, kaldırabileceği veya iptal edebileceği, buna ilişkin işlemlerin kişiler yönünden kazanılmış hak doğurmasının imkân dâhilinde olmadığı vurgulanmış; başvurucunun hukuka açıkça aykırı şekilde doktora programından mezun edildiğinin anlaşılması üzerine doktora mezuniyetinin iptal edilmesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Karşıoy kullanan Mahkeme Başkanı karşıoy yazısında, Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulunun (İBK) 19/3/1988 tarihli ve 19759 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 6/7/1987 tarihli ve E.1987/1,2,4, K.1987/2 sayılı kararına atıf yapmıştır. İBK kararında, yanlış idari işlemlerden dolayı kişi yararına hak veya korunması gereken yerleşmiş bir durum doğmuş ise idari işlemlerin ancak iptal davası süresi içinde geri alınabileceği belirtilmiştir. Bu sürenin geçmiş olması hâlinde idare için de işlemin kesinleşmiş olacağı ancak bu kuralın iyi niyetli kişiler için geçerli olup yokluk ve mutlak butlan hâlleri ile kişinin gerçek dışı beyan ve hilesinin yanlış işlem tesisine neden olduğu durumlarda idarenin yanlış işlemini böyle bir süre şartına bağlı kalmaksızın, geçmişe doğru yürür şekilde geri alabileceği vurgulanmıştır. Mahkeme Başkanı, ilgili İBK çerçevesinde yeterlilik sınavına alınmadan önce öğrencilerle ilgili gerekli incelemeleri yapmak zorunda olan davalı idarenin başvurucuya seminer dersini alması gerektiği yönünde herhangi bir bildirimde bulunmadığını, dolayısıyla olayda başvurucuya atfedilecek hile veya yalan beyan gibi bir durum olmadığını belirtmek suretiyle başvurucu açısından doktora mezuniyetinin kazanılmış hak olarak kabul edilmesi gerektiğini ifade etmiş; dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna ulaşarak davanın kabul edilmesi gerektiğini savunmuştur. Başvurucunun anılan karara karşı benzer gerekçelerle yaptığı istinaf başvurusu Konya Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesince 30/11/2017 tarihinde, temyiz başvurusu ise Danıştay Dairesi tarafından 19/3/2018 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, karardan 7/6/2018 tarihinde haberdar olmuş; 11/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 6/1/1982 tarihli ve 2575 sayılı Danıştay Kanunu'nun "İçtihatların birleştirilmesini istemeye yetkili olanlar" kenar başlıklı maddesinin birinci ve dördüncü fıkraları şöyledir:"İçtihatların birleştirilmesi veya birleştirilmiş içtihatların değiştirilmesi, Danıştay Başkanı, konu ile ilgili daireler, idari ve vergi dava daireleri kurulları veya Başsavcı tarafından istenebilir. ..."Bu kararlara, Danıştay daire ve kurulları ile idari mahkemeler ve idare uymak zorundadır." 1/7/1996 tarihli ve 22683 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren mülga Lisansüstü Eğitim ve Öğretim Yönetmeliği’nin "Doktora Programı" üst başlığını taşıyan "Amaç ve Kapsam" başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Doktora programı, toplam yirmibir krediden az olmamak koşuluyla en az yedi adet ders, yeterlik sınavı, tez önerisi ve tez çalışmasından oluşur. " Aynı Yönetmelik'in "Yeterlilik Sınavı" başlıklı maddesinin (g) bendi şöyledir:"Doktora Yeterlik Komitesi, yeterlik sınavını başaran bir öğrencinin, ders yükünü tamamlamış olsa bile, Madde 19-b'de öngörülen duruma düşmemesi koşuluyla, dördüncü yarıyıldan sonra da fazladan ders(ler) almasını isteyebilir. Fazladan alınacak ders(ler)i altıncı yarıyılın sonuna kadar başarıyla tamamlayamayan öğrencinin yükseköğretim kurumu ile ilişiği kesilir." Aynı Yönetmelik'in "Doktora Diploması" başlıklı maddesi şöyledir:"a) Tez sınavında başarılı olmak ve diğer koşulları da sağlamak kaydıyla doktora tezinin ciltlenmiş en az üç kopyasını tez sınavına giriş tarihinden itibaren bir ay içinde ilgili enstitüye teslim eden ve tezi şekil yönünden uygun bulunan öğrenci Doktora Diploması almaya hak kazanır.b) Doktora Diploması üzerinde öğrencinin izlemiş olduğu enstitü anabilim dalındaki programın onaylanmış adı bulunur. " Mülga Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Lisansüstü Eğitim Öğretim ve Sınav Yönetmeliği'nin "Dayanak" başlıklı maddesi şöyledir:" Bu Yönetmelik, 4/1/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 14 üncü, 44 üncü ve 46 ncı maddelerine dayanılarak hazırlanmıştır" Aynı Yönetmelik'in "Tanımlar" başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (ö) bendi şöyledir:"Seminer: Öğrencinin danışmanı ile birlikte belirlediği bir konuyu hazırlayıp, yarıyıl sonunda sözlü olarak sunduğu ve tez yazım kurallarına göre yazılı olarak Enstitüye teslim ettiği çalışmayı ifade eder" Aynı Yönetmelik'in "Ders Yükü" başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Doktora programı; dersler, iki seminer ve tez çalışması olmak üzere toplam en az 180 krediden ve yeterlilik sınavı ile tez önerisinden oluşur. 60 krediyi, bir seminer dahil başarıyla tamamlayan öğrenciler ders dönemini tamamlamış sayılır ve yeterlik sınavına geçebilir. Lisans derecesi ile kabul edilmiş öğrencilerden en az 120 krediyi, bir seminer dahil, başarıyla tamamlayan öğrenciler ders dönemini tamamlamış sayılır ve yeterlik sınavına geçebilir." Danıştay İBK'nın 19/3/1988 tarihli ve 19759 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 6/7/1987 tarihli ve E.1987/1, 2, 4, K.1987/2 sayılı kararında 1967-1968 yılı üniversiteler arası giriş sınavında fakülteye kayıt için yeterli puanı almamış olmalarına rağmen hileyle idareyi yanıltarak Ankara Üniversitesi Veterinerlik Fakültesine kayıt yaptıran davacılar hakkında tesis edilen ilişik kesme işleminin bu kişilerin sahip oldukları fiilî durum sebebiyle kazanılmış hak ilkesine aykırılık teşkil edip etmediği hususu ele alınmıştır. Kararda, yanlış idari işlemlerden dolayı kişi yararına hak veya korunması gereken yerleşmiş bir durum doğmuş ise işlemlerin ancak iptal davası süresi içinde geri alınabileceği, bu sürenin dolması hâlinde ise idare için de işlemin kesinleşeceği kuralına yer verilmiştir. Bununla birlikte kararda; söz konusu kuralın iyi niyetli kişiler için geçerli olduğu, yokluk, butlan yahut kişinin gerçek dışı beyanı ve hilesi gibi yanlış işlem tesisine neden olduğu hâllerde süre şartına bağlı kalınmaksızın işlemin geçmişe etkili olarak geri alınabileceği belirtilmiş ve sakat işlemlerin öğrenim süresi içinde geri alınmasında bir hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Eğitim hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/16871
Başvuru, doktora eğitiminin geçersiz sayılması nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, hükme ulaşılması için yeterli gerekçe gösterilmeden mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Denizli Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olma suçunu işlediği şüphesiyle yürüttüğü soruşturma sonucunda başvurucunun anılan suçtan cezalandırılması talebiyle iddianame düzenlemiştir. Denizli Ağır Ceza Mahkemesi önünde görülen dava sonunda başvurucunun mahkûmiyetine karar verilmiştir. Karar kanun yolu denetiminden geçerek 27/12/2019 tarihinde kesinleşmiştir. Kesinleşen karara istinaden Başsavcılık tarafından düzenlenen müddetname, başvurucunun bulunduğu ceza infaz kurumu aracılığıyla başvurucuya 13/5/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/3/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon; gerekçeli karar hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/9771
Başvuru, hükme ulaşılması için yeterli gerekçe gösterilmeden mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, imar planında taşınmazın kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda belirtilen bireysel başvuru dosyalarının 2017/30559 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların 13/2/2015 ve 3/3/2015 tarihlerinde tapuda yapılan satış işlemi sonucunda maliki oldukları taşınmazlar 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazların kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazlarının rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince davanın reddine karar verilmiştir. Kararda, başvurucuların uyuşmazlık konusu taşınmazları edindikleri tarih itibarıyla taşınmazlar için kısıtlılık durumunun mevcut olduğu vurgulanmıştır. Bu bağlamda mülkiyet hakkının geçmişte belirli bir süre engellenmiş olması durumunun eski malikler açısından gerçekleşmiş olmasına rağmen daha sonraki tarihlerdeki satış işlemleri sonucu taşınmazları edinen başvurucular açısından kısıtlılık hâlinden kaynaklanan ve tazminatı gerektiren mağduriyetin gerçekleşmediği belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/30559
Başvuru, imar planında taşınmazın kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, başvurucunun performansının düştüğü gerekçesiyle toplu sözleşme hükümleri kapsamında aldığı iyileştirme zammının kesilmesine karar verilmesi nedeniyle sendika hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olayların gerçekleştiği tarihte İzmir'in Buca Belediyesinde mühendis olarak çalışmaktadır ve Tüm Belediye ve Yerel Yönetim Hizmetleri Emekçileri Sendikası (TÜM BEL-SEN/Sendika) üyesidir. 1990 sonrası kurulan TÜM BEL-SEN, yerel yönetimlerde (belediye ve il özel idareleri) memur statüsünde çalışanların örgütlendiği sendikadır. Ülke çapında örgütlenen Sendika, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) üyesidir. Buca Belediyesi ile TÜM BEL-SEN arasında 12/6/2008-12/6/2009 tarihleri arasında geçerli toplu sözleşme imzalanmıştır. Bu sözleşmeye göre diğer amaçlar yanında sendika üyesi çalışanların sosyal, ekonomik ve kültürel düzeylerini yükseltmek amacıyla belli şartlarda memur personele almakta oldukları aylıklarına ilaveten her ayın günü 350 TL iyileştirme zammının ödeneceği kararlaştırılmıştır. Toplu sözleşmenin maddesinin (B) bendinin (1) numaralı alt bendinde "Belediye Başkanı görev ve sorumluluklarını yerine getirmediğini tespit ettiği memuru Toplu İş Sözleşmesi maddi haklarından yararlandırmaz." hükmünün yer aldığı, bu hükme göre iyileştirme zammının ödenmesi konusunda belediye başkanına takdir yetkisi tanındığı belirlenmiştir. Bu kapsamda başvurucuya 8/5/2009 tarihinde Belediyenin İnsan Kaynakları ve Eğitim Müdürlüğü tarafından gönderilen yazıda; Belediye Özel Kalem Müdürlüğünün yazısına istinaden, görev ve sorumluluklarını yerine getirmediği gerekçesiyle 15/3/2009 tarihinden itibaren toplu sözleşme hükümleri kapsamında yer alan iyileştirme zammından yararlandırılmayacağı bildirilmiştir. Başvurucu, iyileştirme zammından yararlandırılmamasına ilişkin işlemin iptali talebiyle dava açmıştır. İzmir İdare Mahkemesi 19/7/2010 tarihli kararıyla işlemin iptaline karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"... Davalı idare tarafından çalışanların ekonomik durumunu insanca yaşayacak seviyeye ulaştırmak, ekonomik ve sosyal barışı sağlamak ve devam ettirmek, adaletsiz ücret dağılımını önlemek gibi amaçları gerçekleştirmek için uygulamaya konulan 'iyileştirme zammı'nın ödenmesi hususunda Belediye Başkanına takdir yetkisi tanınmakla birlikte bu yetkinin mutlak ve sınırsız olmadığı, bu yetkinin objektif sebeplere dayalı olarak ve eşitlik ilkesi gözetilmek suretiyle kullanılması gerektiği, sübjektif sebeplerle cezalandırma amaçlı olarak kullanılamayacağı açık olup takdir yetkisi kullanılmak suretiyle tesis edilecek işlemlere karşı açılan davalarda da işlemin somut sebeplerinin idarece ortaya konulması veidari yargı yerince de gösterilen sebeplerin gerçek olup olmadığı, gerçek ise işlem tesisini gerektirip gerektirmediği hususlarında işlemin sebep ve maksat unsurları yönünden yargısal denetiminin gerçekleştirilmesi 2577 sayılı Kanunun maddesinde tanımlanan iptal davalarının niteliği ve idari yargı yetkisinin bir gereği durumunda bulunmaktadır.657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinde, Devlet memurlarının ehliyetlerinin tespitinde, kademe ilerlemelerinde, derece yükselmelerinde, emekliye çıkarma veya hizmetle ilişkilerinin kesilmesinde özlük ve sicil dosyalarının başlıca dayanak olduğu; maddesinde, sicil amirlerinin belli zamanlarda düzenleyecekleri sicil raporlarında, memurların liyakat derecesini not esasına göre kıymetlendirerek tespit edecekleri; maddesinde, sicil amirlerinin maiyetlerindeki memurların sicil raporları ile birlikte, bunların genel durum ve davranışları bakımından da olumlu ve olumsuz nitelikleri, kusur ve eksiklikleri hakkında mütalaalarını bildirecekleri; maddesinde de, sicil raporlarındaki sicil notu ortalaması 100 üzerinden 60 ve daha yukarı olanların olumlu sicil almış sayılacağı, sicil raporlarındaki sicil notu ortalaması 60'ın altında olanların olumsuz sicil almış sayılacağı belirtilmiştir....Sicil raporları, sicil amirleri tarafından memurlar hakkında her yıl yeniden düzenlenen ve memurun ilgili yıldaki tutum ve davranışları ile çalışma ve idarecilik performanslarının değerlendirilmek suretiyle oluşturulan metinler olup bir bütün olarak işlem görmektedir. Sicil raporlarında memurlar hakkında yer verilen düşüncelerin rapordan bağımsız olarak ele alınmasına olanak bulunmamaktadır. Davalı idare tarafından, İnsan Kaynakları ve Eğitim Müdürlüğünün ... yazısında belirtildiği üzere, davacının Sicil Dosyası incelendiğinde Sicil Amiri'nden; 2004 yılında 'iş sorumluluğu yok', 2005 yılında 'görevi takip etmede yeterli değil', 2006 yılında 'iş takip etme sorumluluğu yoktur', 2008 yılında ise 'beşeri ilişkilerinde başarısız' olarak değerlendirildiğinin görüleceği savunulmuş ise de bahsi geçen sicillerin bir kısmı geçmiş yıllara ait olduğu gibi sicil raporunda yer verilen düşüncelerin sicil raporunun bütünlüğünden ayrı olarak değerlendirilmesine imkan bulunmamakta ve davacının geçmiş yıla ilişkin sicil notunun olumsuz ya da orta notla değerlendirildiği yolunda bir iddia da bulunulmamaktadır. Ayrıca Teftiş Kurulu Müdürlüğünün ... sayılı yazısında, davacı hakkında herhangi bir inceleme ya da soruşturma yapılmadığı hususu belirtilmektedir.Öte yandan, Fen İşleri Müdürlüğünün ... sayılı oluru ile, 19/9/2008 tarihinde ihalesi yapılan Göksu-Adatepe Seyhan ve muhtelif mahallelerde tretuvar yapımı işinin geçici kabul heyetinde davacının görevlendirildiği halde uzmanlık alanı dışında olduğu ve bu konuda hiç bir bilgisi olmadığı şerhi düşerek verilen görevi kabul etmediği hususu da idarece verilen dilekçede öne sürülmüş ise de; davacının Ziraat Mühendisi olduğu, ihale konusu işin uzmanı olmadığını beyan ettiği, bu konuda gerek mevzuat ve gerekse teknik bilgiye sahip olduğu hususunun idarece öne sürülmediği dikkate alındığında ihale konusu işin belirlenmiş olan niteliklerine uygun olarak yerine getirilip getirilmediğinin sağlıklı bir şekilde belirlenmesine yönelik davacı tutumunun olumsuzluk olarak algılanmasına da olanak bulunmamaktadır.Bu durumda dava konusu işlemde sebep ve maksat unsurları yönünden hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.Dava konusu işlemde hukuka uyarlık görülmediğinden işlem nedeniyle davacının mahrum kaldığı iyileştirme zammı ödemelerinin idare tarafından davacıya ödenmesi, Anayasa'nın maddesi son fıkrası hükmünün bir gereği durumunda bulunmaktadır... Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline..." Temyiz üzerine Danıştay Onuncu Dairesi 25/2/2015 tarihinde ilk derece mahkemesi kararının bozulmasına karar vermiştir. Bozma kararının ilgili kısmı şöyledir:"...657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinde; bu Kanunun, genel ve katma bütçeli kurumlar, il özel idareleri, belediyeler, il özel idareleri ve belediyelerin kurdukları birlikler ile bunlara bağlı döner sermayeli kuruluşlarda, kanunlarla kurulan fonlarda, kefalet sandıklarında veya Beden Terbiyesi Bölge Müdürlüklerinde çalışan memurlar hakkında uygulanacağı öngörülmüş, maddesinde de; bu Kanunun, Devlet memurlarının hizmet şartlarını, niteliklerini, atanma ve yetiştirilmelerini, ilerleme ve yükselmelerini, ödev, hak, yüküm ve sorumluluklarını, aylıklarını ve ödeneklerini ve diğer özlük işlerini düzenlediği belirtilmiştir.Yine aynı Kanun'un maddesinde ise; bu Kanun'un maddesinin fıkrası kapsamına giren memurların aylık, ücret, ödenek, hizmetle ilgili her çeşit ödeme ve bunların şekil ve şartları bakımından bu Kanundaki hükümlere, aynı maddenin ikinci fıkrası kapsamına giren memurların özel kanunlardaki hükümlere tabi olacağı; memurlara kanun tüzük ve yönetmeliklerin ve amirlerin tayin ettiği görevler karşılığında bu Kanunla sağlanan haklar dışında ücret ödenemeyeceği kuralına yer verilmiştir.Yukarıda sözü edilen kanun hükümlerinden de anlaşılacağı üzere, memur statüsünün temel esasları, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile belirlenmiş, belediyelerde çalışan memurlar da anılan Kanun kapsamında yer almıştır.Öte yandan, Devlet memurlarının her türlü mali haklarının 657 sayılı Kanun ile düzenleneceği Kanunun maddesinde hükme bağlanmış, maddede de Devlet memurlarına bu Kanunla sağlanan haklar dışında ücret ödenemeyeceği belirlenmiştir.Kaldı ki, toplu iş sözleşmesi hakkı mevzuatta yalnızca işçiler için tanınmış, memurlara sağlanan sendikal haklar kapsamında 'mali haklar' konusuna yer verilmemiştir.Bu durumda, işlem tarihi itibarıyla memur sendikaları ile belediye başkanlıkları arasında, belediye memurlarına, 657 sayılı Kanun'da belirlenen mali haklar dışında ek ödeme yapılması sonucunu doğuran bir sözleşme yapılmasına olanak bulunmaması; ayrıca, mevzuatta 'iyileştirme zammı' adı altında herhangi bir mali hakka yer verilmemesi karşısında; davacıya 'iyileştirme zammı' adı altında ödeme yapılmasına hukuki imkan bulunmamaktadır..." Danıştayın bozma kararı üzerine İzmir İdare Mahkemesi 9/7/2015 tarihli kararıyla, bozma gerekçelerine dayanarak davanın reddine karar vermiştir. Danıştay Onuncu Dairesi 20/4/2017 tarihinde ilk derece mahkemesi kararını onamıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebinde bulunması üzerine Danıştay Onuncu Dairesi 2/7/2018 tarihli kararıyla karar düzeltme talebinin reddine karar vermiştir. Nihai karar başvurucuya 9/8/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 25/6/2001 tarihli ve 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu'nun maddesi şöyledir: "Bu Kanunun amacı, kamu görevlilerinin ortak ekonomik, sosyal ve meslekî hak ve menfaatlerinin korunması ve geliştirilmesi için oluşturdukları sendika ve konfederasyonların kuruluşu, organları, yetkileri ve faaliyetleri ile sendika ve konfederasyonlarda görev alacak kamu görevlilerinin hak ve sorumluluklarını belirlemek ve toplu sözleşme yapılmasına ilişkin usul ve esasları düzenlemektir." 4688 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Bu Kanun, Devletin veya diğer kamu tüzel kişilerinin yürütmekle görevli oldukları kamu hizmetlerinin görüldüğü genel, katma ve özel bütçeli idareler, il özel idareleri ve belediyeler ile bunlara bağlı kuruluşlarda kamu iktisadî teşebbüslerinde, özel kanunlarla veya Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle ya da bunların verdiği yetkiye dayanarak kurulan banka ve teşekküller ile bunlara bağlı kuruluşlarda ve diğer kamu kurum veya kuruluşlarında işçi statüsü dışında çalışan kamu görevlileri hakkında uygulanır." 4/4/2012 tarihli ve 6289 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle düzenlenen 4688 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Toplu sözleşme; kamu görevlilerinin mali ve sosyal haklarını düzenleyen mevcut mevzuat hükümleri dikkate alınarak kamu görevlilerine uygulanacak katsayı ve göstergeler, aylık ve ücretler, her türlü zam ve tazminatlar, ek ödeme, toplu sözleşme ikramiyesi, fazla çalışma ücreti, harcırah, ikramiye, doğum, ölüm ve aile yardımı ödenekleri, cenaze giderleri, yiyecek ve giyecek yardımları ve diğer mali ve sosyal hakları kapsar." 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun "Kapsam" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Bu Kanun, Genel ve Katma Bütçeli Kurumlar, İl Özel İdareleri, Belediyeler, İl Özel İdareleri ve Belediyelerin kurdukları birlikler ile bunlara bağlı döner sermayeli kuruluşlarda, kanunlarla kurulan fonlarda, kefalet sandıklarında veya Beden Terbiyesi Bölge Müdürlüklerinde çalışan memurlar hakkında uygulanır." 657 sayılı Kanun'un "Amaç" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Bu Kanun, Devlet memurlarının hizmet şartlarını, niteliklerini, atanma ve yetiştirilmelerini, ilerleme ve yükselmelerini, ödev, hak, yüküm ve sorumluluklarını, aylıklarını ve ödeneklerini ve diğer özlük işlerini düzenler." 657 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanunun birinci maddesinin birinci fıkrası kapsamına giren memurlar aylık, ücret, ödenek, hizmetle ilgili her çeşit ödeme ve bunların şekil ve şartları bakımından bu Kanundaki hükümlere, aynı maddenin ikinci fıkrası kapsamına giren memurlar özel kanunlardaki hükümlere tabidir.Memurlara kanun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi [2/7/2018 tarihli ve 703 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 182 nci maddesiyle bu fıkrada yer alan“tüzük” ibaresi “Cumhurbaşkanlığı kararnamesi” şeklinde değiştirilmiştir] ve yönetmeliklerin ve amirlerin tayin ettiği görevler karşılığında bu Kanunla sağlanan haklar dışında ücret ödenemez, hiçbir yarar sağlanamaz."B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Sözleşmeler 8/8/1951 tarihli ve 5834 sayılı Teşkilatlanma ve Kolektif Müzakere Hakkı Prensiplerinin Müteallik 98 Numaralı Milletlerarası Çalışma Sözleşmesinin Onanması Hakkında Kanun'la onaylanarak 14/8/1951 tarihinde yürürlüğe giren Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) 98 No.lu Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Sözleşmesi'nin ilgili kısmı şöyledir:"Madde 1: İşçiler çalışma hususunda sendika hürriyetine halel getirmeye matuf her türlü fark gözetici harekete karşı tam bir himayeden faydalanacaktır.Böyle bir himaye bilhassa,Bir işçinin çalıştırılmasını, bir sendikaya girmemesi veya bir sendikadan çıkması şartına tabi kılmak;Bir sendikaya üye olması yahut çalışma saatleri dışında veya işverenin muvafakatı ile çalışma saatlerinde sendika faaliyetlerine iştirak etmesinden dolayı bir işçiyi işinden çıkarmak veya başka suretle onu izrar etmek; maksatları güden hareketlere mütaallik hususlarda uygulanacaktır.Madde 2: İşçi ve işveren teşekkülleri, gerek doğrudan doğruya, gerek mümessilleri veya üyeleri vasıtasıyla birbirlerinin kuruluşları, işleyişleri ve idarelerini müdahalede bulunmalarına karşı gerekli surette himaye edileceklerdir.Bilhassa işçi teşekküllerini bir işverenin veya bir işveren teşekkülünün kontrolüne tabi kılmaya, bir işverenin veya bir işveren teşekkülünün kendi nüfuzu altına alınmış işçi teşekkülleri ihdasını tahrik etmeye veya işçi teşekküllerinin mali yollarla veya başka bir şekilde desteklemeye matuf tedbirler, bu maddedeki manası ile müdahale hareketlerinden sayılır.Madde 4: Çalışma şartlarını kollektif mukavelelerle tanzim etmek üzere işverenler veya işveren teşekkülleriyle işçi teşekkülleri arasında ihtiyari müzakere usulünden faydalanılmasını ve bu usülün tam bir surette geliştirilmesini teşvik etmek ve gerçekleştirmek için lüzumu halinde milli şartlara uygun tedbirler alınacaktır.Madde 5:Bu sözleşmede derpiş olunan teminatın ne gibi hallerde silahlı kuvvetler ve zabıta kuvvetlerine hangi ölçüde uygulanacağı milli mevzuatla tayin edilecektir." 25/11/1992 tarihli ve 3847 sayılı Sendika Özgürlüğüne ve Örgütlenme Hakkının Korunmasına İlişkin 87 Sayılı Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun'la onaylanarak 12/7/1993 tarihinde yürürlüğe giren ILO 87 No.lu Sendika Özgürlüğü ve Sendikalaşma Hakkının Korunması Sözleşmesi'nin ilgili kısmı şöyledir:"Madde 2:Çalışanlar ve işverenler herhangi bir ayırım yapılmaksızın önceden izin almadan istedikleri kuruluşları kurmak ve yalnız bu kuruluşların tüzüklerine uymak koşulu ile bunlara üye olmak hakkına sahiptirler.Madde 3:Çalışanların ve işverenlerin örgütleri tüzük ve iç yönetmeliklerini düzenlemek, temsilcilerini serbestçe seçmek, yönetim ve etkinliklerini düzenlemek ve iş programlarını belirlemek hakkına sahiptirler.Kamu makamları bu hakkı sınırlayacak veya bu hakkın yasaya uygun şekilde kullanılmasına engel olacak nitelikte her türlü müdahaleden sakınmalıdırlar.Madde 4:Çalışanların ve işverenlerin örgütleri yönetsel yoldan feshedilme veya faaliyetten menedilmeye tabi tutulamazlar.Madde 5:Çalışanların ve işverenlerin örgütler, federasyon ve konfederasyon kurma ve bunlara üye olma ve her örgüt, federasyon veya konfederasyon, uluslararası çalışanlar ve işverenler örgütlerine katılma haklarına sahiptirler....Madde 10:Bu sözleşmede “örgüt” terimi, çalışanların veya işverenlerin çıkarlarına hizmet ve bu çıkarları savunma amacını güden çalışanların ve işverenlerin her türlü kuruluşunu ifade eder.Madde 11:Hakkında bu sözleşmenin yürürlükte bulunduğu Uluslararası Çalışma Örgütünün her üyesi, çalışanların ve işverenlerin örgütleme hakkını serbestçe kullanmalarını sağlamak amcıyla gerekli ve uygun bütün önlemleri almakla yükümlüdür." 25/11/1992 tarihli ve 3848 sayılı Kamu Hizmetinde Örgütlenme Hakkının Korunmasına ve İstihdam Koşullarının Belirlenmesi Yöntemlerine İlişkin 151 Sayılı Sözleşmenin Uygun Bulunduğuna Dair Kanun'la onaylanarak 12/7/1993 tarihinde yürürlüğe giren ILO 151 No.lu Çalışma İlişkileri (Kamu Hizmeti) Sözleşmesi'nin ilgili kısmı şöyledir:"Madde 1:Bu Sözleşme, diğer uluslararası çalışma sözleşmelerinde bu kesime uygulanabilecek daha elverişli hükümler bulunmadığı durumlarda kamu makamlarınca çalıştırılan herkese uygulanır.Bu Sözleşmede öngörülen güvencelerin, görevleri izlenecek politikaları belirleme ve yönetim işleri kabul edilen üst düzey görevlilere veya çok gizli nitelikte görevler ifa edenlere hangi ölçüde uygulanacağı ulusal yasalarla belirlenecektir.Bu Sözleşme öngörülen güvencelerin silahlı kuvvetlere ve polise ne ölçüde uygulanacağı ulusal yasalarla belirlenecektir....Madde 4:Kamu görevlileri, çalıştırılmaları konusunda sendikalaşma özgürlüğüne halel getirecek her türlü ayrımcılığa karşı yeterli korumadan yararlanacaklardır.Böyle bir koruma, özellikle aşağıdaki amaçlara yönelik tasarruflara karşı uygulanacaktır:Kamu görevlilerinin çalıştırılmalarını, bir kamu görevlileri örgütüne katılmama veya üyelikten ayrılma koşuluna bağlamak,Bir kamu görevlisini, bir kamu görevlileri örgütüne üyeliği veya böyle bir örgütün normal faaliyetlerine katılması nedenleriyle işten çıkarmak veya ona zarar vermek.Madde 5:Kamu görevlileri örgütleri, kamu makamlarından tamamen bağımsız olacaklardır.Kamu görevlileri örgütleri kuruluş, işleyiş veya yönetimlerinde kamu makamlarının her türlü müdahalesine karşı yeterli korumadan yararlanacaklardır.Bir kamu makamının tahakkümü altında kamu görevlileri örgütlerinin kuruluşunu geliştirmeye veya kamu görevlileri örgütlerini bir kamu makamının kontrolü altında tutmak amacıyla mali veya diğer biçimlerde desteklemeye yönelik önlemler bu madde bakımından müdahaleci faaliyetler olarak kabul edilecektir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Demir ve Baykara /Türkiye (B. No: 34503/97, 12/11/2008) başvurusunda, yerel yargı makamlarınca Gaziantep Belediyesinde görevli olan memurların toplu sözleşme yapma hakkının olmadığının değerlendirilmesi sonucu yapılan başvuruda memurların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS/Sözleşme) maddesi teminatlarından yararlanıp yararlanamayacaklarını incelemiştir. AİHM'in değerlendirmeleri (Demir ve Baykara /Türkiye §§ 140-170) özetle şöyledir:i. AİHM adı geçen başvuruda, faaliyetlerinin devletin idare mekanizması ile alakası olmayan belediye memurlarına, ilke olarak devletin idare mekanizmasının görevlileri olarak muamele edilemeyeceğini ve buna göre bu temelde örgütlenme ve sendika kurma haklarında bir kısıtlamaya gidilemeyeceğini değerlendirmiştir.ii. AİHM, uluslararası hukukta toplu görüşme hakkının ILO 98 sayılı Örgütlenme ve Toplu Görüşme Hakkı Sözleşmesi tarafından düzenlendiğini gözlemlemiştir. 1949 yılında kabul edilen ve uluslararası çalışma şartlarına ilişkin en temel hukuki belgelerden biri olan bu belgenin Türkiye tarafından 1951 yılında imzalandığına dikkat çekilmiştir. AİHM, ayrıca kamu hizmetindeki iş ilişkilerine dair 151 sayılı ILO Sözleşmesi’nin devletlere silahlı kuvvetler veya kolluk mensuplarının çalışma şartlarının belirlenmesine katılma hakkını tanıyıp tanımama konusunda devletleri özgür bırakmakta olduğunu ancak bu hakkın kamu hizmetine ilişkin diğer tüm alanlarda, gerekli görülmesi hâlinde özel şartlar belirlemek suretiyle geçerli olduğunu kaydetmiştir. Buna ek olarak 151 sayılı Sözleşme’nin 1/1 maddesi uyarınca söz konusu sözleşmenin hükümleri, 98 sayılı Sözleşme tarafından öngörülen güvencelerin kapsamını daraltmak amacıyla kullanılamayacaktır.iii. Avrupa devletlerinin uygulamaları hususunda AİHM, söz konusu devletlerin çoğunluğunda devlet memurlarının idare ile toplu görüşme haklarının tanındığını ancak hassas olarak nitelendirilen bazı alanların veya devlete ait özel yetkiler taşıyan bazı memur gruplarının kapsamın dışında tutulması amacıyla bazı istisnaların söz konusu olduğunu yinelemiştir. AİHM, özellikle yerel makamlar tarafından çalıştırılan ve devlet yetkileri taşımayan memurların maaşlarını ve çalışma şartlarını belirlemeye yönelik toplu görüşme haklarının Sözleşmeci devletlerin çoğunluğu tarafından tanındığının altını çizmiştir.iv. AİHM'e göre başvurunun yapıldığı tarihten itibaren Türkiye’deki durumun gelişimi de dikkate alınmalıdır. Türkiye; dernek kurma özgürlüğü ve örgütlenme hakkının korunmasına ilişkin 87 sayılı Sözleşme’yi imzalamasını müteakip 1995 yılında Anayasa’nın maddesinde, kamu görevlileri tarafından oluşturulan sendikaların yargı mercilerine üyeleri adına başvurabileceklerini ve idareyle amaçları doğrultusunda toplu görüşme yapabileceklerini öngören bir paragraf ekleyerek değişiklik yapmıştır. Daha sonra 4688 sayılı Kanun, devlet memurlarının toplu görüşme haklarını kullanmalarını düzenleyen şartları ortaya koymuştur. Sonuç olarak AİHM hem uluslararası hem de ulusal alanda Çalışma Kanunu'ndaki gelişmeleri ve Sözleşmeci devletlerin bu konulardaki uygulamalarını dikkate alarak işverenle toplu görüşme yapma hakkının esas itibarıyla maddede ortaya konan “çıkarlarını korumak için sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak hakkının” temel unsurlarından biri hâline geldiğini ve devletlerin sistemlerini, gerekli gördükleri takdirde temsilci sendikalara özel statü tanıyacak şekilde düzenlemekte serbest olduklarını değerlendirmiştir. AİHM, bu hakların kullanılmasında AİHS’in maddesi anlamı dâhilinde meşru sınırlamalar saklı kalmak kaydıyla -çok özel durumlar dışında- diğer çalışanlar gibi devlet memurlarının da toplu sözleşme hakkından yararlanması gerektiğini vurgulamıştır.v. Yukarıda belirtilen ilkeler ışığında AİHM, TÜM BEL-SEN'in olayların meydana geldiği dönemde bu konuya kendisi de itiraz etmeyen işveren idareyle toplu görüşme yapma hakkından faydalandığını değerlendirmiştir. Bu hak, AİHS’in maddesi tarafından söz konusu sendikaya tanındığı gibi sendikal faaliyetlerde bulunma hakkının temel unsurlarından birini oluşturmuştur. Daha sonra bu görüşmeleri müteakip işveren ile Tüm Bel-Sen arasında toplu sözleşme yapılmıştır. Bu sözleşmede sendika üyelerinin tüm hakları ve yükümlülükleri öngörülmüş ve koruma altına alınmıştır. Ayrıca toplu sözleşme yürürlüğe konmuştur. Toplu Sözleşme taraflar arasında ihtilaflı olan belirli mali hükümler istisna olmak üzere, Gaziantep Belediyesindeki tüm işçi-işveren ilişkilerini iki yıl süreyle düzenlemiştir. Dolayısıyla AİHM, bu davadaki toplu görüşme ve sonucunda yapılan toplu sözleşmenin söz konusu sendika için üyelerinin çıkarlarını iyileştirmek ve korumak amacıyla temel bir yol oluşturduğunu belirlemiştir. AİHM, Türkiye tarafından imzalanmış olan uluslararası çalışma sözleşmeleri hükümlerini uygulamaya koyacak gerekli mevzuatın eksikliği ve yargı makamlarının bu eksikliğe dayalı olarak verdiği ve fiiliyatta söz konusu toplu sözleşmenin geçmişe dönük olarak iptali ile sonuçlanan kararı nedeniyle başvurucuların Sözleşme'nin maddesi tarafından korunan sendika hakkına müdahale edildiği sonucuna ulaşmıştır.vi. AİHM, olayların meydana geldiği dönemde birtakım unsurların, belediye memurları olan başvuranların toplu görüşme hakkını ve dolayısıyla idareyi toplu sözleşme yapmaya ikna etme hakkını reddetmenin “acil sosyal ihtiyaç” kavramını karşılamadığını ortaya koyduğunu değerlendirmiştir. AİHM öncelikle devlet memurlarının esas itibarıyla toplu görüşme hakkının hem evrensel hem de bölgesel olmak üzere uluslararası hukuk belgeleri tarafından tanındığını yinelemiştir. AİHM ayrıca Türkiye'nin 1952 yılında, işçilerin toplu görüşme ve toplu sözleşme yapma haklarını uluslararası açıdan koruyan başlıca yasal metin olan 98 sayılı ILO Sözleşmesi'ni imzaladığını, başvurucuların sendikasının devletin idare mekanizmasında görevli olan memurları yansıttığını yani devletin idare mekanizmasına özgü görevler yaptığını ve 98 sayılı ILO Sözleşmesi’nin maddesinde öngörülen istisnalar sınıfına girdiğini gösteren hiçbir delil olmadığını belirtmiştir. vii. AİHM, yasama organının sebep olduğu gecikmeden kaynaklanan yasal boşluk olduğu yönündeki argümanın tek başına iki yıldır uygulanmakta olan, üstelik dernek kurma özgürlüğünün kısıtlanabileceği şartlara uygun olan bir toplu sözleşmenin iptalini mazur göstermeye yetmediğini tespit etmiştir. AİHM ayrıca belediye memurları olan başvurucuların söz konusu toplu sözleşmeyi yapabilmek için sendika özgürlüklerinin özünde bulunan toplu iş görüşmesi yapma hakkından mahrum bırakılmalarını haklı gösterecek özel durumlara ilişkin bir delil sunulmadığını değerlendirmiştir. AİHM'e göre devlet memurlarının ayrım olmaksızın diğer çalışanlara göre ayrıcalıklı bir konumda bulundukları açıklaması bu bağlamda yeterli değildir. AİHM, dolayısıyla idare ile yapılan toplu görüşmeyi müteakip başvurucuların sendikasının yaptığı toplu sözleşmenin geriye dönük olarak iptali şeklindeki müdahalenin -AİHS’in maddesi anlamı dâhilinde- demokratik toplumda zorunlu olmadığına karar vermiştir. Dolayısıyla AİHS’in maddesi hem başvurucuların sendikası hem de kendileri açısından ihlal edilmiştir.
Sendika hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/27682
Başvuru, başvurucunun performansının düştüğü gerekçesiyle toplu sözleşme hükümleri kapsamında aldığı iyileştirme zammının kesilmesine karar verilmesi nedeniyle sendika hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 28/2/2014 ve 21/11/2014 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/18331 sayılı bireysel başvuru dosyası konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/2609 sayılı dosya ile birleştirilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Sadun Başboğa, Fato Başboğa, Mehmet Ali Başboğa, Mehmet Nuri Başboğa, Ömer Başboğa, Adduli Örnek ve Muhbeti Başboğa'nın babaları olan murisleri Abdo Başboğa'nın 1970 yılında Kızıltepe Kadastro Mahkemesinde açtığı kadastro tespitine itiraz davasına; başvurucu Davut Kandemir 6/8/1980 tarihinde, başvurucu Hasan Başboğa 22/12/1985 tarihinde, başvurucu Mehmet Nezir Damar 11/5/1983 tarihinde, başvurucu Abdulkadir Damar'ın babası olan murisi Mahmut Damar 11/5/1983 tarihinde, başvurucular Ramazan Kandemir, Nüsret Kandemir ve Abdulkadir Kandemir'in babaları olan Hasan Kandemir, Halef Kandemir ve Ali Kandemir ise 8/7/1981 tarihinde müdahil olmuşlar, söz konusu davada yerel Mahkemece verilen kararlar müteaddit kereler Yargıtayca bozulmuş ve Kızıltepe Kadastro Mahkemesinin kapatılması üzerine Mardin Kadastro Mahkemesine gönderilen dava yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2609
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, hükümlü olarak bulunduğu ceza infaz kurumunda, kurum idaresince kendisine psikolojik baskı yapıldığı ve insanlık dışı uygulamalara maruz bırakıldığı konusundaki şikâyetlerine ilişkin olarak Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığınca etkin soruşturma yapılmadan kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesinin işkence yasağı ilkesini ihlal ettiğini ileri sürmüş ve maddi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 25/12/2012 tarihinde, Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde, belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım isteminde bulunmuştur. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/4/2014 tarihinde, adli yardım talebinin kabulüne, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 27/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 27/6/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, tanınan ek süre sonunda görüşünü 8/8/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 19/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, ancak başvurucu beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu soruşturma dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu, hükümlü olarak bulunduğu Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda, Adalet Bakanlığına yazdığı bila tarihli dilekçe ile kendisinin eğitim faaliyetlerine katılmasının engellendiğini belirterek cezaevi personeli hakkında şikâyetçi olmuştur. Başvurucunun dilekçesi önce Kırıkkale İnfaz Hâkimliğine gönderilmiş, bu Hâkimliğin 16/5/2011 tarih ve 2011/179 muhabere sayılı yazısı ile Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığı aracılığıyla Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Anılan yazı ve başvurucunun dilekçesinin içeriği çerçevesinde Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığı 2011/4041 Soruşturma numarasına kayden adli soruşturma başlatmış ve idari yönden değerlendirilmesi için de dilekçeyi Adalet Bakanlığına göndermiştir. Daha sonra başvurucu, bulunduğu Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda kendisine psikolojik baskı yapıldığı, hakaret, tehdit ve iftiraya uğradığını belirterek Kırıkkale İnfaz Hâkimliğine 20/7/2011 tarihinde şikâyette bulunmuştur. Başvurucu kendi el yazısıyla yazdığı dilekçede aşağıdaki hususları belirtmiştir:“Sayın başkanım. Şuan bulunduğum kurumda A-T-9 koğuşunda tutulmaktayım. Burada koridorda kurum personelinin bilinçli şekilde yaptığı kargaşa gürültü sesiyle rahatsız edilmekte psikolojik baskı görmekteyim. Yine A-T-9 koğuşunda B. isimli kişiyle sorunlu edildim. Şimdi ise yine B. ile aynı blokta tutuluyorum. Sorunlu edildiğim kişiyle bilinçli olarak baskı amaçlı ve sorun yaratarak iftira tutanaklarla asılsız suçlamalarla haksız disiplin cezalarına maruz kalmaktayım. İçinde bulunduğum mağduriyetlerimi ifade eden hiçbir dilekçem de kurumdan çıkarılmamaktadır. Yukarıda dosya numaralarını verdiğim soruşturma dosyalarında içinde bulunduğum durumun tamamıyla bilincinde olan cezaevi savcısı tarafından işlem yapılmaksızın infaz hâkimliği ile Cumhuriyet savcılığı arasında yetki karmaşası yaratarak ifademi almaksızın uygulamaları yapan dış gücün talimatlarıyla dış gücün kullandığı işkence vb uygulamalar yaptırdığı personelin yaptığı işkenceleri sürdürebilmesi adına karartılmış örtbas edilmiştir. Bu konuyla ilgili sorumlulardan şikâyetçiyim. Bulunduğum kurumda sürekli psikolojik baskı altında tutuluyorum. Defalarca komplo olay sokularak işkence, hakaret, tehdit uygulamalarına maruz kaldım. Bu uygulamalarla ilgili hala vücudumda işkence izlerini taşıyorum. İçinde bulunduğum durumun tümü kurum kayıtlarından anlaşılır durumda. İçinde bulunduğum durumla cezaevi savcısı, Cumhuriyet Başsavcısı, infaz hâkimliği tüm uygulamalarda … dış gücün talimatları ve baskısıyla içinde bulunduğum durumun araştırılmasını, giderilmesi, sorunların tespit edilmesi hususunda hiçbir işlem yapmıyorlar. Dilekçemle ilgili acil olarak Bakanlığınız müfettişlerince dinlemek, mağduriyetlerimin giderilmesi sorumluların tespit edilip yargılanması hususunda gereğinin yapılmasını talep etmekteyiz.” İnfaz Hâkimliği, başvurucu kurumda sürekli psikolojik baskı gördüğünü, işkenceye ve hakarete maruz kaldığını iddia ettiğinden, 10/8/2011 tarih ve 2011/238 muhabere sayılı yazısı ile dilekçenin gereğinin yapılması için Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Başsavcılık, anılan dilekçeyi, başvurucunun daha önce müşteki olduğu 2011/4041 Soruşturma No.lu dosyaya eklemiştir. Diğer taraftan başvurucunun babası, 6/6/2011 tarihli dilekçeyle başvurucunun infaz koruma memurları tarafından dövüldüğünden bahisle Adalet Bakanlığına şikayette bulunmuş ve Bakanlık, 5/7/2011 tarih ve 86643 sayılı yazısı ile bu şikayeti Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiş ve Başsavcılık şikâyeti 2011/4041 Soruşturma No.lu dosya ile birleştirmiştir. Başvurucunun babası dilekçede, oğlunun Kırıkkale’de bulunan cezaevinde yatmakta iken cezaevi yetkililerince dövüldüğünü, neticesinde elmacık kemiğinin kırıldığını ve yüzünde darp izlerinin oluştuğunu belirtmiş, oğlunun dilekçe tarihinde bulunduğu Sincan 2 No.lu F Tipi Ceza İnfaz Kurumunda tedavi gördüğünü ileri sürmüştür. Başsavcılık, soruşturma sürecinde eğitim faaliyetlerinden sorumlu ikinci müdürün ifadesinin alınması için kurum müdürlüğüne 25/5/2011 tarihinde müzekkere yazmış ve ilgili müzekkere 27/5/2011 tarihinde ilgiliye tebliğ edilmiştir. Ancak Başsavcılık tarafından gönderilen soruşturma dosyasının içinde sorumlu müdürün ifadesine rastlanmamıştır. Soruşturma dosyasında başvurucunun herhangi bir adli raporuna ve ifadesine de rastlanmamıştır. Başvurucunun babasının iddia ettiği yaralanma olayına ilişkin olarak da herhangi bir araştırma yapıldığı tespit edilememiştir. Adli soruşturma sonucunda, Başsavcılık, 27/9/2011 tarih ve K.2011/3998 sayılı kararı ile "söz konusu iddialar nedeniyle ... 2011/1561 no.lu soruşturma yapılarak 7/4/2011 tarihinde 2011/1630 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş olup, kararın vaki itirazla reddedilerek kesinleştiği" gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Anılan karara karşı başvurucu Ankara Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde itirazda bulunmuştur. İtiraz dilekçesinde savcılık kararında belirtildiği gibi mükerrer bir şikâyet olmadığı, adli tıptan herhangi bir rapor alınmadığı, ifadesinin dahi alınmadığı, ailesi tarafından yapılan şikâyete ilişkin olarak da savcılık tarafından herhangi bir işlem yapılmadığı ve dosyanın kapatılmaya çalışıldığı iddia edilmiştir. Ancak dilekçenin sehven gönderildiği itirazı incelemeye yetkili mahkemenin Ankara Ağır Ceza Mahkemesi olduğu tespit edilerek itiraz dilekçesi Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığının 22/10/2012 tarihli yazısı ile yetkili mahkemeye gönderilmiştir. Başvurucunun itirazı, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 1/11/2012 tarih ve 2012/916 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Bu karar, başvurucuya 3/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 25/12/2012 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anılan kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda belirtilen 2011/1561 Soruşturma No.lu dosyada başvurucu, psikolojik baskı, işkence ve hakarete maruz kaldığını, askeri istihbarat personelinin organize ettiği komplolara maruz kaldığını, kimyasal ilaçlar verildikten sonra yargı organları önüne çıkarıldığını ve hiçbir dilekçesine işlem yapılmadığını iddia etmiştir. Başvurucunun iddialarına ilişkin olarak cezaevi ikinci müdürünün şüpheli sıfatıyla beyanı alınmıştır. Bunun dışında dosyada herhangi bir araştırma evrakına rastlanmamıştır. İddialara karşı Başsavcılık, soyut iddia dışında delil bulunamaması ve dilekçelerine işlem yapılmamasının İnfaz Hâkimliğinin yetkisinde olduğundan bahisle 7/4/2011 tarih ve K.2011/1630 sayılı karar ile kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Anılan karara yapılan itiraz, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 22/8/2011 tarih ve 2011/485 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığından talep edilen 2011/4041 Soruşturma No.lu dosyada başvurucu hakkındaki sağlık raporları şöyledir:i. Samsun Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi Sağlık Kurulunun 12/2/2006 tarih ve 6270 sayılı raporunda, başvurucuda anksiyete bozukluğu tespit edilmiş ve “şahsın bulunduğu cezaevinde ayaktan tedavisi düzenli aralıklarla 3 ayda bir psikiyatri polikliniğine gönderilmesi, 13/12/2004 tarih ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin Hakkındaki Kanun’un maddesine göre açılan bölümde tedavisine devamlı kesin zorunluluk olmadığı” belirtilmiştir.ii. Samsun Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi Sağlık Kurulunun 30/4/2009 tarih ve 11372 sayılı raporunda, başvurucuda anksiyete bozukluğu tespit edilmiş ve “5275 sayılı Kanun’un maddesine göre açılan bölümde tedavisine devamlı kesin zorunluluk olmadığı” belirtilmiştir.iii. Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 17/3/2010 tarih ve 2010/464 sayılı adli sağlık kurulu raporunda, başvurucuda antisosyal kişilik bozukluğu saptandığı, tedavi edilecek herhangi bir psikiyatrik hastalık saptanmadığı, psikiyatrik tedavi görmesi ya da kontrol altına alınmasını gerektirir bir durumun olmadığı, hastanede yatırılarak ya da ayakta tedavisine gerek olmadığı, bu durumda 5275 sayılı Kanun’un maddesi kapsamında olmadığı belirtilmiştir.iv. Kırıkkale Yüksek İhtisas Hastanesi Baştabipliğinin 22/12/2010 tarih ve R100028568 sayılı sağlık kurulu raporunda psikoz antisosyal kişilik bozukluğu tespit edilmiş ve “sağlık durumunun 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin Hakkındaki Kanun’un maddesi kapsamında” değerlendirildiği belirtilmiştir.v. Adana Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesinin 16/2/2011 tarih ve 10003298 sayılı sağlık kurulu raporunda, başvurucuda kişilik bozukluğu saptanmış ve 5275 sayılı Kanun’un maddesi kapsamında olmadığı, tedavisini düzenli olarak alması gerektiği belirtilmiştir.B. İlgili Hukuk 5275 sayılı Kanun'unun maddesi şöyledir:“(1) Hapsedilme ve diğer nedenlerden kaynaklanan akıl hastalığı dışında ruhsal rahatsızlıkları bulunup da ruh ve sinir hastalıkları hastanelerinde tutulmaları gerekli görülmeyerek infaz kurumlarına geri gönderilenlerin cezaları, belirlenen infaz kurumlarının mahsus bölümlerinde infaz edilir. (2) Birinci fıkrada belirtilenlerin cezalarının infazı için belirlenen infaz kurumlarının ihtiyaç duyduğu uzman ve diğer tıp görevlileri, Sağlık Bakanlığınca karşılanır.”
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7526
Başvurucu, hükümlü olarak bulunduğu ceza infaz kurumunda, kurum idaresince kendisine psikolojik baskı yapıldığı ve insanlık dışı uygulamalara maruz bırakıldığı konusundaki şikâyetlerine ilişkin olarak Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığınca etkin soruşturma yapılmadan kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesinin işkence yasağı ilkesini ihlal ettiğini ileri sürmüş ve maddi tazminat talebinde bulunmuştur.
0
Başvurucu, iç denetçi olarak atamasının yapılması talebinin reddine ilişkin idari işlemin iptali istemiyle açtığı davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesi tarafından reddedilmesi nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 3/12/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 25/12/2012 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Tek. ve Prj. Ynt. Başkanlığında proje subayı olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, 2010 yılında ÖSYM tarafından düzenlenen “İç Denetçi Aday Belirleme” sınavında başarılı olmuş ve 31 Ocak-6 Mayıs 2011 tarihleri arasında iç denetçi eğitimine katılarak, 28/5/2011 tarihinde yapılan sınav sonucunda iç denetçi sertifikası almaya hak kazanmıştır. Başvurucu, 16/6/2011 tarihinde Milli Savunma Bakanlığı İç Denetim Birim Başkanlığına iç denetçi olarak atanma talebinde bulunmuş, ancak ataması yapılmamıştır. Başvurucunun iç denetçi olarak atamasının yapılmamasına karşı açtığı dava, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesince “5018 sayılı Kanun’un maddesinde ve İç Denetçilerin Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin maddesinde, Bakan’a, sertifikalı adaylar arasından iç denetçi belirleme yönünden takdir yetkisinin verildiği, takdir yetkisinin kamu yararı amacı ve hizmet gerekleriyle sınırlı bulunduğu, olayda takdir yetkisinin kullanımının nesnel ölçütlere dayandığı, hizmet gereklerine uygun olduğu ve kamu yararı amacını gözettiği, dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı” gerekçesiyle 15/5/2012 tarih ve E.2011/1646, K.2012/629 sayılı kararıyla reddedilmiş ve bu karara karşı yapılan karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 9/10/2012 tarih ve E.2012/1254, K.2012/1050 sayılı kararıyla reddedilerek, karar başvurucuya 7/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 10/12/2003 tarih ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun “İç denetçinin nitelikleri ve ataması” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“İç denetçi olarak atanacakların, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinde belirtilenler ile aşağıdaki şartları taşıması gerekir:a) İlgili kamu idaresinin özelliği de dikkate alınarak İç Denetim Koordinasyon Kurulu tarafından belirlenen alanlarda en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş olmak.b) Kamu idarelerinde denetim elemanı olarak en az beş yıl veya İç Denetim Koordinasyon Kurulunca belirlenen alanlarda en az sekiz yıl çalışmış olmak.c) Mesleğin gerektirdiği bilgi, ehliyet ve temsil yeteneğine sahip olmak.d) İç Denetim Koordinasyon Kurulunca gerekli görülen diğer şartları taşımak.…İç denetçiler, bakanlıklar ve bağlı idarelerde, üst yöneticilerin teklifi üzerine Bakan, diğer idarelerde üst yöneticiler tarafından sertifikalı adaylar arasından atanır ve aynı usûlle görevden alınır. İç denetçilerin kamu idareleri itibarıyla sayıları, çalışma usul ve esasları ile diğer hususlar İç Denetim Koordinasyon Kurulunca hazırlanarak, Maliye Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.” 12/7/2006 tarih ve 26226 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren İç Denetçilerin Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin “İç denetçiliğe atanma” başlıklı maddesi şöyledir:“İç denetçiler, bakanlıklar ve bağlı idarelerde, üst yöneticilerin teklifi üzerine Bakan, diğer idarelerde üst yöneticiler tarafından, sertifikalı adaylar arasından atanır ve aynı usulle görevden alınır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/869
Başvurucu, iç denetçi olarak atamasının yapılması talebinin reddine ilişkin idari işlemin iptali istemiyle açtığı davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesi tarafından reddedilmesi nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığının (TOKİ) gelir paylaşımlı inşaat sözleşmesi ile anlaştığı şirket tarafından yapılarak teslim edilen dairenin, kapalı yüzme havuzu yapılmadan eksik teslim edilmesi üzerine açılan davada derece mahkemelerince kamu gücünü temsil eden idarenin korunarak, daha önceki içtihatlar ile çelişkili bir şekilde davanın kısmen reddedilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanmahaklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 27/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formlarının ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliklerinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/5/2014 tarihinde, 2014/1071 başvuru numaralı bireysel başvurunun; İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 19/11/2014 tarihinde, 2014/1075 başvuru numaralı bireysel başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 29/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 26/1/2016 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. 9/8/2016 tarihinde 2014/1075 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasınınkonu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/1071 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine; 2014/1075 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının kapatılmasına ve incelemenin 2014/1071 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular TOKİ ile yüklenici şirketler arasında düzenlenen gelir paylaşımlı inşaat sözleşmesi kapsamında yapılan Ankara Eryaman Havuzlu Evler-1-Altay Mahallesi Sokak Göksu Park Konutlarından birer daire satın almışlar ancak bu dairelerin eksik ve ayıplı teslim edildikleri iddiasına dayalı olarak eksik ve ayıplı imalat bedelleri ile konutlarda meydana gelen değer kaybının tazmin edilmesi istemiyle TOKİ ve yüklenici şirketler aleyhine Sincan Tüketici Mahkemesinde (Mahkeme) 18/6/2009 tarihinde tazminat davaları açmışlardır. Mahkeme, başvurucu Hüseyin Nuri Toy tarafından açılan dava bakımından 24/3/2011 tarihli ve E.2009/202, K.2011/244 sayılı; başvurucu Abdullatif Cengiz Zengin tarafından açılan dava bakımından aynı tarihli ve E.2009/207, K.2011/249 sayılı kararları ile davaların kısmen kabulüne ve kısmen reddine, kapalı yüzme havuzunun yapılmaması sonucu konutların değerlerinde meydana gelen kayıpların karşılığı olarak tespit edilen zarar miktarlarının davalı yüklenici şirketlerden müştereken ve müteselsilen tahsiline karar vermiştir. Kararlar başvurucular ve davalı TOKİ tarafından temyiz edilmiş, Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/11/2011 tarihli ve E.2011/14548, K.2011/17367 sayılı, aynı tarihli ve E.2011/14535, K.2011/17356 sayılı ilamlarıyla, temyiz edilen hükümlerin bozulmasına karar verilmiştir. Bozma ilamlarının gerekçelerinin ilgili kısımları şöyledir:"1- Davalı TOKİ, Mahkemeye yazdığı 2009 tarihli cevabi yazıda; idare ile yükleniciler K. İnş ve Mad. San. Tic. İhr. Ltd. Şti.- İnş. Turz. Paz. Ltd. Şti. ortak girişimi arasında yapılan sözleşmenin ve maddelerinde işin tüm eksik ve kusurlu imalatlarından yüklenicilerin sorumlu olduğu, konut sahiplerinden muhtelif zamanlarda gelen şikayetler değerlendirilip durum tesbit tutanağı düzenlendiğini, bu işlerin yükleniciler nam ve hesabına giderilmesi için karar alındığını bildirmiş, ayrı bir yazı ile de idare tarafından tesbit edilen eksikliklerin yüklenici nam ve hesabına yaptırılmasını teminen G. İnş. Tur. San. Tic. AŞ’ye ihale edilip 29/6/2009 tarihli sözleşme imzalandığını, yer tesliminin 1/7/2009 tarihinde yapıldığını belirtmiştir. Bu durumda davalı TOKİ tarafından eksiklikler giderildiği takdirde giderilen eksiklik ve ayıplar yönünden dava konusuz kalacaktır. Her ne kadar mahkemece işin ihale edilmesinden sonra 26/2/2010 tarihinde yapılan keşif ve hazırlanan bilirkişi raporu esas alınarak sonuca gidilmişse de, bu aşamadan sonrada eksikliğin giderilmesi mümkündür. Hal böyle olunca davalı TOKİ tarafından [üçüncü] kişiyle yapılan 29/6/2009 tarihli sözleşme ve ekleri getirilip davacıya ait konutda olduğu iddia edilen ayıp ve eksik imalatlar ile ortak yerlerdeki ayıplı ve eksik imalatların bu sözleşme kapsamında olup olmadığı, varsa bunların giderilip giderilmediği, sözleşmede [üçüncü] kişiye bu noksanların hangi tarihe kadar giderilmesi için süre verildiği gerektiğinde keşif yapılarak değerlendirilmeksizin yazılı şekilde eksik inceleme ile karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.2- Yukarıda açıklanan bozma nedenine göre bu aşamada tarafların sair temyiz itirazlarının incelenmesine gerek görülmemiştir." Bozma ilamlarına uyan Mahkeme 11/10/2012 tarihinde yine davaların kısmen kabulüne ve kısmen reddine karar vermiştir. Buna göre Mahkeme;i. Başvurucu Hüseyin Nuri Toy tarafından açılan davada yapılan yargılama neticesinde verdiği 11/10/2012 tarihli ve E.2012/87, K.2012/751 sayılı karar ile konuttaki eksik ve ayıplı imalat bedeli olan 725 TL ve ortak yerlerdeki eksik ve ayıplı imalat bedeli olan 263,54 TL tutarlarındaki tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, kapalı yüzme havuzunun yapılmaması sonucu konutun değerinde meydana gelen kayıp nedeniyle 700 TL tutarındaki tazminatın ise davalı yüklenici şirketlerden müştereken ve müteselsilen tahsiline,ii. Başvurucu Abdullatif Cengiz Zengin tarafından açılan davada yapılan yargılama neticesinde verdiği 11/10/2012 tarihli ve E.2012/107, K.2012/761 sayılı karar ile konuttaki eksik ve ayıplı imalat bedeli olan 865 TL ve ortak yerlerdeki eksik ve ayıplı imalat bedeli olan 257,81 TL tutarlarındaki tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, kapalı yüzme havuzunun yapılmaması sonucu konutun değerinde meydana gelen kayıp nedeniyle 420 TL tutarındaki tazminatın ise davalı yüklenici şirketlerden müştereken ve müteselsilen tahsiline karar vermiştir. iii. Kararların gerekçelerinin ilgili kısımları şöyledir:"Yargıtay bozma ilamı doğrultusunda davalı TOKİ tarafından üçüncü kişi ile yapılan 29/6/2009 tarihli sözleşme ve ekleri getirtilmiş ve davaya ait konutta olduğu tespit edilen ayıp ve eksik imalatların bu sözleşme kapsamında olup olmadığı, varsa bunların giderilip giderilmediği hususunda bilirkişi incelemesi yapılmış, bilirkişi kurulu ek raporunda; davalı TOKİ tarafından G. İnşaat Turizm San. Tic. A.Ş.'ye ihale edilen 000 TL keşif bedeli işleri ile bu davaya konu edilen işlerin benzerliğinin bulunmadığını belirtmişlerdir.Dosya kapsamına göre; davacının dava konusu konutu yüklenici Şirketlerden 28/4/2005 tarihli Taşınmaz Satış Sözleşmesi ile satın aldığı, konutun sözleşme bedelinin toplam 000 TL olduğu, konutun davacıya 31/5/2007 tarihinde teslim edildiği, konutun davacı adına 5/11/2007 tarihinde tapuda devredildiği, konutun yapı kullanma izin belgesi (iskan ruhsatının) bulunduğu, konutta davacının oturduğu anlaşılmıştır.Dava konusu konutun inşasıyla ilgili olarak davalılar arasında yapılan Ankara Noterliğinin 25/8/2004 tarih ve 22196 yevmiye sayılı Ankara-Eryaman ve Etap Konutları Gelir Paylaşma Esasına Göre İnşaatı ve Satışı İşine ait Sözleşme ile davalı TOKİ'nin arsa sahibi olarak gelir paylaşımı esasına göre diğer davalı yükleniciler ile sözleşme yaptığı, yüklenicilerin sözleşme uyarınca kararlaştırılan hasılatı davalı TOKİ'ye vermekle yükümlü oldukları, bu haliyle gelir paylaşımı esası ile kat karşılığı inşaat sözleşmesinin birbirine benzer nitelikler taşıdığı görülmüştür. ...... belli bir hukuki durumun mevcudiyetine işaret eden, bir hukuki görünüşe ve güvene yol açan kimsenin bunun sonuçlarına katlanmasının gerektiği, davalı TOKİ'nin gerek sözleşme hükümleri ile gerekse satış kampanyası sırasında konut alıcısı tüketiciler üzerinde serbest iradesiyle yarattığı hukuki görünüşün ve güvenin onun konuttaki ve ortak alanlardaki -kapalı yüzme havuzu dışındaki- eksiklikler ve ayıplardan davalı yüklenici Şirketler kadar sorumlu tutulmasını gerektirdiği, bu nedenle davalı TOKİ'nin davacı ile diğer yüklenici şirketler arasında yapılan sözleşmenin tarafı olduğu kanısına varılmıştır (Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/6/2002 tarihli ve E.2002/3720, K.2002/7696 sayılı kararı).Dava konusu yapılan eksik ve ayıplı işlerin önceden taraflar arasında düzenlenen teslim tutanağı ile sonradan da dava konusu konutun bulunduğu site yönetimi tarafından davalı TOKİ'ye, TOKİ tarafından da davalı yüklenici şirketlere bildirildiği, davalı TOKİ'nin eksik ve ayıplı kısımları -kapalı yüzme havuzu dışındaki- kabul ederek bunları gidermek için girişimde bulunduğu (TOKİ'ye ait 2/11/2009 tarihli yazı), ortak alanlardaki bir kısım eksikliklerin giderildiği, ancak eksik ve ayıplı işlerin tamamıyla giderilmediği; bu haliyle dava konusu eksik işler nedeniyle [818 sayılı Borçlar Kanunu'nun] maddesi uyarınca 10 yıllık zamanaşımının söz konusu olduğu, bir kısım ayıplı işler için ise davacının ihbar yükümlülüğünü yukarıda açıklanan nedenlerle yerine getirdiği kanısına varılmıştır. Davacının hem eksik ve ayıplı işlerden hem de ayrıca değer kaybı isteminde bulunduğu, davacının eksik ve ayıplı işler bedeli ile buna ek olarak değer kaybı tazminatı isteyemeyeceği, bu iki alacağın birbirini kapsayacağı, her iki alacağa birden karar verilmesi halinde davacının sebepsiz zenginleşmesine yol açılacağı, davacının davada esas olarak eksik ve ayıplı işler nedeniyle değer kaybının tazminini istediği görülerek konuttaki ve ortak alanlardaki eksik ve ayıplı işler bedeli bilirkişilerce hesaplanarak buna karar verilmiş, davalı yüklenici Şirketler tarafından yarım bırakılan kapalı yüzme havuzunun yol açtığı değer kaybı ayrıca hesaplanarak davalıların sorumlulukları yönünden ayrıma gitmek gerekmiştir. (Yargıtay Hukuk Dairesinin 2004 tarihli, 4619 Esas - 10540 Karar sayılı kararı.)Dava konusu konutun bulunduğu sitenin başka ortak alanlar için ayrılan dış alanına sonradan inşa edilmeye başlanan kapalı yüzme havuzu inşaatının davalı yüklenici şirketler tarafından betonarme kaba inşaat seviyesinde bırakıldığı, kapalı yüzme havuzunun betonarme enkaz halinde uzun süredir durduğu, kapalı yüzme havuzunun davalı yüklenici şirketler tarafından konut sahiplerine ayrıca taahhüt edildiği, kapalı yüzme havuzunun davalılar arasında kararlaştırılan projede ve sözleşmede yer almadığı, sitede sözleşme ve proje kapsamında ayrıca açık yüzme havuzunun da bulunduğu, bu nedenlerle davalı TOKİ'nin kapalı yüzme havuzu taahhüdünden ve inşasından sorumlu olmadığı, kapalı yüzme havuzu nedeniyle konutların satış değerlerinin artış gösterdiği, kapalı havuzun tamamlanmaması nedeniyle konutlarda bedelleri oranında değer azalmasının meydana geleceği, kapalı yüzme havuzunun eksikliği nedeniyle dava konusu konuttaki değer azalmasının Yargıtay içtihatlarıyla belirlenmiş nisbi metot yöntemine göre bilirkişilerce hesaplandığı görülmüştür.Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; davalı TOKİ ile G. İnşaat Turizm San. Tic. A.Ş. arasında akdedilen 29/6/2009 tarihli sözleşme gereğince, geçici kabul sonrası tespit edilen ve öncelikli olarak konut alıcılarının yaşamını olumsuz olarak etkileyen, aciliyeti olan eksik ve kusurlu işlerin tamamlama komisyonu tarafından (TOKİ ile yüklenici K.- ortak girişimi arasında imzalanan sözleşme şartları doğrultusunda) yüklenici hesabına G. İnşaat Turizm Pet. Eğit. Med. Dan. San. Tic. A.Ş. firmasına yaptırıldığı ve iş bitim tarihinin 1/11/2009 tarihi olarak kararlaştırıldığı, iş bitim tarihi olan 1/11/2009 tarihi ile mahkememizce yapılan 26/2/2010 tarihinde yapılan keşif tarihi arasında 3 ay 24 günlük fark olduğu, bu süre içerisinde davacıların eksik ve kusurlu işler olarak iddia ettikleri işlerden hiç birisinin yapılmadığı, kaldı ki 24/9/2012 havale tarihli bilirkişi kurulu raporunda belirtildiği üzere; davalı TOKİ tarafından G. İnşaat Turizm San. Tic. A.Ş.'ye ihale edilen 000 TL keşif bedeli ile bu davaya konu edilen işlerin benzerliğin bulunmadığı anlaşıldığından dava konusu konutta ve ortak alanlarda bulunan eksik ve ayıplı işler bedeli değer azalması olarak nitelendirilmiş, yukarıda açıklandığı üzere ortak alanda bulunan kapalı yüzme havuzunun inşa edilmemesi nedeniyle meydana gelen değer azalmasından davalı TOKİ'nin sorumlu olmadığı, diğer davalı şirketlerin sorumlu olacağı kanaatine varılarak bilirkişi raporları doğrultusunda davanın kısmen kabulüne karar vermek gerekmiş, harç, vekalet ve diğer yargılama giderleri hesabında TOKİ'nin sorumlu olduğu miktarlar ayrıca belirtilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucular ve TOKİ tarafından temyiz edilen anılan kararlar, Dairenin 28/3/2013 tarihli ve E.2013/6485, K.2013/7807 sayılı, aynı tarihli ve E.2013/6450, K.2013/7805 sayılı ilamlarıyla onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme istemleri ise Dairenin 11/11/2013 tarihli ve E.2013/27943, K.2013/27852 sayılı, 12/11/2013 tarihli ve E.2013/28111, K.2013/27966 sayılı ilamlarıyla reddedilmiştir. Nihai kararlar başvurucular vekiline 26/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 27/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk Uyuşmazlığa konu olay tarihi itibarıyla yürürlükte olan mülga 23/2/1995 tarihli ve 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un maddesi şöyledir:  “(Değişik: 6/3/2003-4822/4 md.) Ambalajında, etiketinde, tanıtma ve kullanma kılavuzunda ya da reklam ve ilânlarında yer alan veya satıcı tarafından bildirilen veya standardında veya teknik düzenlemesinde tespit edilen nitelik veya niteliği etkileyen niceliğine aykırı olan ya da tahsis veya kullanım amacı bakımından değerini veya tüketicinin ondan beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler içeren mallar, ayıplı mal olarak kabul edilir.Tüketici, malın teslimi tarihinden itibaren otuz gün içerisinde ayıbı satıcıya bildirmekle yükümlüdür. Tüketici bu durumda, bedel iadesini de içeren sözleşmeden dönme, malın ayıpsız misliyle değiştirilmesi veya ayıp oranında bedel indirimi ya da ücretsiz onarım isteme haklarına sahiptir. Satıcı, tüketicinin tercih ettiği bu talebi yerine getirmekle yükümlüdür. Tüketici bu seçimlik haklarından biri ile birlikte ayıplı malın neden olduğu ölüm ve/veya yaralanmaya yol açan ve/veya kullanımdaki diğer mallarda zarara neden olan hallerde imalatçı-üreticiden tazminat isteme hakkına da sahiptir.(Değişik üçüncü fıkra: 21/2/2007-5582/22 md.) İmalatçı-üretici, satıcı, bayi, acente, ithalatçı ve 10 uncu maddenin beşinci fıkrasına veya 10/B maddesinin dokuzuncu fıkrasına göre kredi veren, ayıplı maldan ve tüketicinin bu maddede yer alan seçimlik haklarından dolayı müteselsilen sorumludur. 10/B maddesinin dokuzuncu fıkrasına göre kredi veren konut finansmanı kuruluşunun sorumluluğu teslim tarihinden itibaren 1 yıl süre ve kullandırdığı kredi miktarı ile sınırlıdır. Konut finansmanı kuruluşları tarafından 10/B maddesinin dokuzuncu fıkrasına göre verilen kredilerin devrolması halinde dahi, kredi veren konut finansmanı kuruluşunun sorumluluğu devam eder. Krediyi devralan kuruluş bu madde kapsamında sorumlu olmaz. Ayıplı malın neden olduğu zarardan dolayı birden fazla kimse sorumlu olduğu takdirde bunlar müteselsilen sorumludurlar. Satılan malın ayıplı olduğunun bilinmemesi bu sorumluluğu ortadan kaldırmaz.Bu madde ile ayıba karşı sorumlu tutulanlar, ayıba karşı daha uzun bir süre ile sorumluluk üstlenmemişlerse, ayıplı maldan sorumluluk, ayıp daha sonra ortaya çıkmış olsa bile malın tüketiciye teslimi tarihinden itibaren iki yıllık zamanaşımına tabidir. Bu süre konut ve tatil amaçlı taşınmaz mallarda beş yıldır. Ayıplı malın neden olduğu her türlü zararlardan dolayı yapılacak talepler ise üç yıllık zamanaşımına tabidir. Bu talepler zarara sebep olan malın piyasaya sürüldüğü günden başlayarak on yıl sonra ortadan kalkar. Ancak, satılan malın ayıbı, tüketiciden satıcının ağır kusuru veya hile ile gizlenmişse zamanaşımı süresinden yararlanılamaz.Ayıplı malın neden olduğu zararlardan sorumluluğa ilişkin hükümler dışında, ayıplı olduğu bilinerek satın alınan mallar hakkında yukarıdaki hükümler uygulanmaz. ......Bu hükümler, mal satışına ilişkin her türlü tüketici işleminde de uygulanır.” Mülga 4077 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde genel hükümler uygulanır." 7/11/2013 tarihli ve 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "23/2/1995 tarihli ve 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun yürürlükten kaldırılmıştır. Diğer mevzuatta Tüketicinin Korunması Hakkında Kanuna yapılan atıflar bu Kanuna yapılmış sayılır." 28/11/2013 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 6502 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Bu Kanun yayımı tarihinden itibaren altı ay sonra yürürlüğe girer." Yine uyuşmazlığa konu olay tarihi itibarıyla yürürlükte olan mülga 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Müşteri kabz ettiği mebiin halini örf ve adete göre imkan hasıl olur olmaz muayene etmek borcu ile mükellef olup mebi de bayiin tekeffül altında olan bir ayıp gördüğü zaman bunu derhal bayie ihbar etmesi lazım gelir.Bunu ihmal ettiği halde mebii kabul etmiş sayılır. Meğerki mebide adi bir muayene ile meydana çıkarılamıyacak bir ayıp bulunsun.Bu kabilden bir ayıp sonradan meydana çıkarsa derhal bayie ihbar edilmelidir. Aksi takdirde, mebi bu ayıp ile beraber kabul edilmiş addolunur." Mülga 818 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Bayiin tekeffülü altındaki mebiin ayıbı anlaşıldığı zaman müşteri muhayyerdir. Dilerse mebii redde hazır olduğunu beyanla bey 'in fesh edilmesini, dilerse mebii al ıkoyup kıymetinin noksanımukabilinde semenin tenzil olunmasını dava eder.Hakim, müşterinin mebii ret davası üzerine hal icabı bey'in feshini muhik göstermiyorsa semenin tenzili ile iktifa edebilir. Kıymetinin noksanı mebiin semenine müsavi ise müşteri ancak bey 'in feshini talep edebilir." 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesi şöyledir:"22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı Borçlar Kanunu yürürlükten kaldırılmıştır." 6098 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Bu Kanun 1 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe girer." 12/1/2011 tarihli ve 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un maddesi şöyledir:"Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki fiil ve işlemlere, bunların hukuken bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına, bu fiil ve işlemler hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse, kural olarak o kanun hükümleri uygulanır. Ancak, Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra bu fiil ve işlemlere ilişkin olarak gerçekleşecek temerrüt, sona erme ve tasfiye, Türk Borçlar Kanunu hükümlerine tabidir."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1071
Başvuru, Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığının TOKİ) gelir paylaşımlı inşaat sözleşmesi ile anlaştığı şirket tarafından yapılarak teslim edilen dairenin, kapalı yüzme havuzu yapılmadan eksik teslim edilmesi üzerine açılan davada derece mahkemelerince kamu gücünü temsil eden idarenin korunarak, daha önceki içtihatlar ile çelişkili bir şekilde davanın kısmen reddedilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Seçimi propaganda sürecinde siyasi partinin miting düzenlemek istediği meydanın Cumhurbaşkanı tarafından yapılacak olan halk toplantısına tahsis edilmesinin seçme seçilme hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 26/5/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/7/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 7 Haziran 2015 tarihinde yapılacak Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Seçimi öncesinde 29/5/2015 tarihinde saat 00’de Adana Uğur Mumcu Meydanı'nda miting yapmak üzere Seyhan Seçim Kurulu Başkanlığına 7/5/2015 tarihinde başvuruda bulunmuştur. Adana Valiliği, 15/5/2015 tarihinde Seyhan Seçim Kurulu Başkanlığına resmî yazı yazarak 29/5/2015 tarihinde Seyhan ilçesi İstasyon Meydanı’nda (Uğur Mumcu Meydanı) Cumhurbaşkanı’nın halkla buluşma toplantısı olacağını ve bu nedenle meydanın herhangi bir siyasi partiye tahsis edilmemesi talebinde bulunmuştur. Seyhan Seçim Kurulu Başkanlığı 15/5/2015 tarihinde konu ile ilgili olarak Yüksek Seçim Kurulundan (YSK) görüş bildirmesini talep etmiştir. YSK 17/5/2015 tarihli ve K.938 sayılı kararı ile söz konusu duruma ilişkin kararın değerlendirmesinin İlçe Seçim Kurulunca yapılması gerektiğini bildirmiştir. Seyhan Seçim Kurulu Başkanlığı, YSK kararının ardından 18/5/2015 tarihli ve K.2015/14 sayılı kararı ile Adana Valiliğinin talebini reddetmiştir. Kararın gerekçesi özetle şöyledir:"... 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkındaki Kanun İle Yüksek Seçim Kurulunun 236 sayılı kararında siyasi partilerin talep ettikleri miting alanları ve miting tarihlerini değiştirme ve reddetme veya propaganda süresinde miting alanının baştan herhangi bir partiye tahsis edilmemesi yönünde karar verme yetkisi ilçe seçim kurullarına tanınmamış olduğundan..." Adana Valiliği, Seyhan Seçim Kurulu Başkanlığının kararına karşı Adana İl Seçim Kurulu Başkanlığına itiraz etmiş; İl Seçim Kurulu Başkanlığı 21/5/2015 tarihli ve 2015/21 sayılı kararı ile itirazı kabul ederek söz konusu meydanın ilgili tarihte Cumhurbaşkanı'na tahsis edilmesine karar vermiştir. Başvurucu, Adana İl Seçim Kurulunun kararına karşı YSK’ya itirazda bulunmuş; YSK 25/5/2015 tarihli kararı ile İl ve İlçe Seçim Kurullarının kararlarının kaldırılmasına, söz konusu meydanın, önce Cumhurbaşkanı'nın konuşma programına göre tahsisinin yapılmasına, arta kalan zamanda da miting yapmak gayesi ile müracaat eden siyasi partilere tahsis edilmesine karar vermiştir. Başvurucu 26/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/4/1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Yüksek Seçim Kurulu yedi asıl ve dört yedek üyeden oluşur. Üyelerin altısı Yargıtay, beşi Danıştay Genel Kurullarınca kendi üyeleri arasından üye tamsayılarının salt çoğunluğunun gizli oyu ile seçilir. Bu üyeler salt çoğunluk ve gizli oyla aralarından bir başkan ve bir başkanvekili seçerler.Yüksek Seçim Kurulu üyelerinin görev süresi altı yıldır. Süresi biten üyeler yeniden seçilebilir.Yeni üyelerin tamamının seçilmelerine kadar eski üyeler görevlerine devam ederler.Başkanvekili, başkanlık görevlerinin yapılmasında başkana yardım ve bulunmadığı zaman ona vekillik eder. Başkanvekilinin de engeli halinde, asıl üyelerin en yaşlısı başkanlık görevini yerine getirir.Her yenileme seçiminden sonra, Yüksek Seçim Kuruluna Yargıtay ve Danıştay'dan seçilmiş üyeler arasından ad çekme ile ikişer yedek üye ayrılır. Başkan ve başkanvekili ad çekmeye girmezler.…” 298 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Bu kanunda gösterilen kurulların veya kurul başkanlarının kesin olmayan kararlarına karşı seçme yeterliğine sahip yurttaşlar, siyasi partiler veya bunların tüzüklerine göre kuruluş kademelerinin başkanları veya vekilleri, müşahitler, adaylar ve Cumhuriyet Senatosu üyeleri ile milletvekilleri itiraz edebilirler.” 298 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Bu kanunda, kurulların kesin olduğu yazılı bulunmayan kararlarına karşı, her kurulun bağlı olduğu üst kurul, itiraz merciidirYüksek Seçim Kurulunun re'sen veya itiraz üzerine vereceği kararlar kesindir.” 298 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Yüksek Seçim Kurulu evrak üzerinde, incelemeler yapar. Ayrıca lüzum gördüğü bilcümle tahkik ve her türlü tetkik işlemlerini de yapar. Gerekli mercilerden her türlü bilgi ve belgeleri ister. Bu mercilerin, en kısa bir zamanda ve en geç yedi gün içinde istenilen bilgi ve belgeyi vermeleri mecburidir. Kurul başkanı, lüzum ve ihtiyaca göre, bu işlerde çalışmak üzere, Yargıtay ve Danıştay memurlarını da vazifelendirebilir. İtiraz dilekçesinin bir sureti, tutanağına itiraz edilene tebliğ olunur. Tutanağına itiraz olunan kimse, isterse yazı ile savunabileceği gibi, isteği üzerine, Yüksek Seçim Kurulunun tayin edeceği günde bizzat veya bir vekil marifetiyle kendini kurul huzurunda savunabilir. Kurul, yapılan itiraz ve ihbarları kendisine verildiği tarihten itibaren en geç üç ay içinde bir karara bağlar. Kurulun kararı kesindir. Aleyhine hiçbir mercie ve kanun yoluna başvurulamaz. Seçimin özelliğine göre seçim sonuçları hakkında kesin karar vermeye yetkili mercie yapılacak itirazlarda da yukarıki 1 inci ve 3 üncü fıkralar hükümleri uygulanır. Ancak, bu kurul itirazları onbeş gün içinde kesin karara bağlar. Yukarıki fıkralarda yazılı kararlar aleyhine hiçbir mercie ve kanun yoluna başvurulamaz. Tutanakların iptali halinde özel kanunlarındaki hükümler uygulanır.”
Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/8764
Başvuru, 25. Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Seçimi propaganda sürecinde siyasi partinin miting düzenlemek istediği meydanın Cumhurbaşkanı tarafından yapılacak olan halk toplantısına tahsis edilmesinin seçme seçilme hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, Erkan Tan Vakti isimli programda iletilen haberler nedeniyle televizyon kanalına yayın durdurma kararı verilmesinin basın özgürlüğünü ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 14/3/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu şirket, “Beyaz TV” logosuyla ulusal düzeyde televizyon yayını yapmaktadır. Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), anılan kanalda hafta içi her sabah 30 ile 30 saatleri arasında yayımlanan Erkan Tan Vakti isimli programın 13/2/2014 tarihli yayınının, 26/4/1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun'un 149/A maddesi ve Yüksek Seçim Kurulunun (YSK) 22/12/2013 tarihli ve K.2013/605 sayılı kararı doğrultusunda değerlendirilmesi amacıyla YSK'ya başvurmuştur. YSK, seçim yasakları kapsamında yaptığı inceleme neticesinde 22/2/2014 tarihli ve K.499 sayılı kararıyla, anılan programın YSK'nın K.2013/605 sayılı kararında belirtilen "... kamuoyu araştırmaları ve anketlerin yayınlanması sırasında, araştırmanın hangi kuruluş tarafından yapıldığının, denek sayısının, araştırmanın kim tarafından finanse edildiğinin açıklanmasının zorunlu olduğu" ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle program yayınının altı kez durdurulmasına hükmetmiştir. Bu karar 5/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu, 14/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 298 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Yüksek Seçim Kurulu yedi asıl ve dört yedek üyeden oluşur. Üyelerin altısı Yargıtay, beşi Danıştay Genel Kurullarınca kendi üyeleri arasından üye tamsayılarının salt çoğunluğunun gizli oyu ile seçilir. Bu üyeler salt çoğunluk ve gizli oyla aralarından bir başkan ve bir başkanvekili seçerler.Yüksek Seçim Kurulu üyelerinin görev süresi altı yıldır. Süresi biten üyeler yeniden seçilebilir.Yeni üyelerin tamamının seçilmelerine kadar eski üyeler görevlerine devam ederler.Başkanvekili, başkanlık görevlerinin yapılmasında başkana yardım ve bulunmadığı zaman ona vekillik eder. Başkanvekilinin de engeli halinde, asıl üyelerin en yaşlısı başkanlık görevini yerine getirir.Her yenileme seçiminden sonra, Yüksek Seçim Kuruluna Yargıtay ve Danıştay'dan seçilmiş üyeler arasından ad çekme ile ikişer yedek üye ayrılır. Başkan ve başkanvekili ad çekmeye girmezler.…” 298 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Bu kanunda gösterilen kurulların veya kurul başkanlarının kesin olmayan kararlarına karşı seçme yeterliğine sahip yurttaşlar, siyasi partiler veya bunların tüzüklerine göre kuruluş kademelerinin başkanları veya vekilleri, müşahitler, adaylar ve Cumhuriyet Senatosu üyeleri ile milletvekilleri itiraz edebilirler.” 298 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Bu kanunda, kurulların kesin olduğu yazılı bulunmayan kararlarına karşı, her kurulun bağlı olduğu üst kurul, itiraz merciidirYüksek Seçim Kurulunun re'sen veya itiraz üzerine vereceği kararlar kesindir.” 298 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Yüksek Seçim Kurulu evrak üzerinde, incelemeler yapar. Ayrıca lüzum gördüğü bilcümle tahkik ve her türlü tetkik işlemlerini de yapar. Gerekli mercilerden her türlü bilgi ve belgeleri ister. Bu mercilerin, en kısa bir zamanda ve en geç yedi gün içinde istenilen bilgi ve belgeyi vermeleri mecburidir. Kurul başkanı, lüzum ve ihtiyaca göre, bu işlerde çalışmak üzere, Yargıtay ve Danıştay memurlarını da vazifelendirebilir. İtiraz dilekçesinin bir sureti, tutanağına itiraz edilene tebliğ olunur. Tutanağına itiraz olunan kimse, isterse yazı ile savunabileceği gibi, isteği üzerine, Yüksek Seçim Kurulunun tayin edeceği günde bizzat veya bir vekil marifetiyle kendini kurul huzurunda savunabilir. Kurul, yapılan itiraz ve ihbarları kendisine verildiği tarihten itibaren en geç üç ay içinde bir karara bağlar. Kurulun kararı kesindir. Aleyhine hiçbir mercie ve kanun yoluna başvurulamaz. Seçimin özelliğine göre seçim sonuçları hakkında kesin karar vermeye yetkili mercie yapılacak itirazlarda da yukarıki 1 inci ve 3 üncü fıkralar hükümleri uygulanır. Ancak, bu kurul itirazları onbeş gün içinde kesin karara bağlar. Yukarıki fıkralarda yazılı kararlar aleyhine hiçbir mercie ve kanun yoluna başvurulamaz. Tutanakların iptali halinde özel kanunlarındaki hükümler uygulanır.”
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3532
Başvuru, Erkan Tan Vakti isimli programda iletilen haberler nedeniyle televizyon kanalına yayın durdurma kararı verilmesinin basın özgürlüğünü ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, hisse senedi satın almak maksadıyla Aksaray Holding A.Ş. yetkililerine ödediği parayı geri alamaması sonucu uğradığı zararın tazmini istemiyle 27/3/2003 tarihinde Sermaye Piyasası Kuruluna yaptığı başvurunun zımnen reddedilmesi üzerine 18/5/2004 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde açtığı tam yargı davasının hukuka aykırı olarak reddedildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yeniden yargılama yapılması ve adli yardım talebinde bulunmuştur. Başvuru, 21/10/2014 tarihinde Hannover Başkonsolosluğu vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 18/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım isteminde bulunmuş, Bölüm tarafından 30/6/2014 tarihinde adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 4/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığının 2/9/2014 tarihli görüş yazısına karşı başvurucu, 21/12/2014 tarihinde beyanlarını sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türkiye’de faaliyet gösteren sekiz ayrı anonim şirket yetkililerine 1997-2001 yılları arasında hisse senedi satın almak maksadıyla yaptığı ödemeleri ve şirket tarafından vaat edilen kar paylarını geri alamaması üzerine zararının giderilmesi amacıyla 27/3/2003 tarihinde Sermaye Piyasası Kuruluna başvurmuştur. Anılan başvuruya İdarece cevap verilmemesi üzerine başvurucu, yasal yükümlülüklerini yerine getirmediğinden bahisle sorumlu olduğunu ileri sürdüğü Sermaye Piyasası Kurulu aleyhine 000,00 TL zararının ödenmesi istemiyle 18/5/2004 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. Mahkemenin, 22/6/2005 tarihli ve E.2004/1538, K.2005/1004 sayılı kararıyla, davalı İdarenin yasal olarak belirlenen görev, sorumluluk ile yetkileri çerçevesinde inceleme ve denetim görevini yaptığı, yükümlülüklerini yerine getirdiği, başvurucunun zararının oluşumundan sorumlu tutulabileceği eylem ve eylemsizliğinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Danıştay Onüçüncü Dairesinin 17/3/2006 tarihli ve E.2005/10052, K.2006/1423 sayılı ilâmıyla, birbirinden ayrı şirketlerin faaliyetleri nedeniyle denetim görevini yerine getirmeme şeklindeki dava konusu istemlerin aralarında maddi bağlılık bulunmadığı, istemler arasında Kanun hükmünün öngördüğü anlamda sebep-sonuç ilişkisinden de söz edilemeyeceği belirtilerek anılan işlemlere karşı tek dilekçe ile dava açılmasına olanak bulunmadığı gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesinin kararı bozulmuştur. Ankara İdare Mahkemesi, 27/9/2007 tarihli ve E.2007/724, K.2007/1394 sayılı kararıyla bozma kararına uyarak, her bir şirket açısından ayrı dilekçelerle dava açılması gerektiği belirtilerek, usulüne uygun olarak yeniden dava açılmak üzere dilekçenin reddine karar vermiştir. Her bir şirket nedeniyle oluştuğu iddia edilen zarar için ayrı dilekçelerle dava açan başvurucunun, Aksaray Holding A.Ş.'ye ödediği parayı geri alamadığından bahisle 863,00 TL maddi ve 000,00 TL manevi zararının ödenmesi istemiyle açtığı davada, Ankara İdare Mahkemesinin, 24/12/2008 tarihli ve E.2008/355, K.2008/2484 sayılı kararıyla; “merkezi Konya ve Yozgat olan bazı şirketlerin Kurula kayıt yükümlülüğünü yerine getirmeden sermaye artırımı yaparak veya paylarını, çoğunluğu yurt dışında bulunan vatandaşlara hukuksal geçerliliği olmayan belgeler karşılığında sattıklarının belirlendiği, davalı idarece bu konuda yapılan araştırmalar sonucu tasarruf sahiplerinin şirket yöneticilerine güveni ve vaat edilen yüksek kar payları nedeniyle bu yatırımları yaptıkları, ancak şirketlerin verimsiz çalıştığı ve kar edemedikleri, dava konusu şirket hakkında Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulduğu, bunun yanında yurt dışında yaşayan yatırımcıların bilgilendirilmesi amacıyla gazetelere ilanlar verilerek yurt içinde ve yurt dışında toplantılar yapıldığı, Sermaye Piyasası Kanununda kişisel mali yatırım zararlarının idarece ya da kamu kaynaklarından karşılanmasını gerektiren bir hükme yer verilmediği, öte yandan davalı İdarece olayın öğrenilmesinden sonra kamuoyu bilgilendirme toplantıları yapıldığı, dava konusu şirket için de para cezaları uygulanarak suç duyurusunda bulunulduğu, İdarenin koşullarının gerekleri ve olanaklarına göre Kanun'da verilen görevleri yerine getirdiği, buna göre başvurucunun uğradığı zararla davalı İdarenin herhangi bir eylem ve işlemi arasında illiyet bağı saptanamadığı” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Danıştay Onüçüncü Dairesinin 18/5/2011 tarihli ve E.2009/4128, K.2011/2325 sayılı ilâmıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 13/6/2013 tarihli ve E.2011/4420, K.2013/1822 sayılı ilâmıyla reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 4/10/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 21/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 28/7/1981 tarihli ve 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun “Cezai Sorumluluk” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (A) bendi şöyledir: “(Değişik: 23/1/2008-5728/372 md.) Diğer kanunlara göre daha ağır bir cezayı gerektiren bir suç oluşturmadığı takdirde;  Sermaye piyasası araçlarının değerini etkileyebilecek, henüz kamuya açıklanmamış bilgileri kendisine veya üçüncü kişilere menfaat sağlamak amacıyla kullanarak sermaye piyasasında işlem yapanlar arasındaki fırsat eşitliğini bozacak şekilde mameleki yarar sağlamak veya bir zararı bertaraf etmek, içerden öğrenenlerin ticaretidir. Bu fiili işleyen 11 inci madde kapsamındaki ihraççılarla, sermaye piyasası kurumlarının veya bunlara bağlı veya bunlara hâkim işletmelerin yönetim kurulu başkan ve üyeleri, yöneticileri, denetçileri, diğer personeli ve bunların dışında meslekleri veya görevlerini ifa etmeleri sırasında bilgi sahibi olabilecek durumda olanlarla, bunlarla temasları nedeniyle doğrudan veya dolaylı olarak bilgi sahibi olabilecek durumdaki kişiler,  Yapay olarak, sermaye piyasası araçlarının, arz ve talebini etkilemek, aktif bir piyasanın varlığı izlenimini uyandırmak, fiyatlarını aynı seviyede tutmak, arttırmak veya azaltmak amacıyla alım ve satımını yapan gerçek kişilerle, tüzel kişilerin yetkilileri ve bunlarla birlikte hareket edenler,  Sermaye piyasası araçlarının değerini etkileyebilecek, yalan, yanlış, yanıltıcı, mesnetsiz bilgi veren, haber yayan, yorum yapan ya da açıklamakla yükümlü oldukları bilgileri açıklamayan gerçek kişilerle, tüzel kişilerin yetkilileri ve bunlarla birlikte hareket edenler,  4 üncü maddenin birinci ve üçüncü fıkralarına aykırı hareket edenlerle, sermaye piyasasında izinsiz olarak faaliyette bulunan veya yetki belgeleri iptal olunduğu veya faaliyetleri geçici olarak durdurulduğu halde ticaret unvanlarında, ilan veya reklamlarında sermaye piyasasında faaliyette bulundukları intibaını yaratacak kelime veya ibare kullanan veya faaliyetlerine devam eden gerçek kişilerle, tüzel kişilerin yetkilileri,  Sermaye piyasası kurumlarına, bu Kanunun 13/A ve 13/B maddeleri kapsamındaki teminat sorumlularına ve 38/B ve 38/C maddeleri kapsamındaki fon kuruluna; sermaye piyasası faaliyetleri sebebiyle veya emanetçi sıfatıyla veya idare etmek için veya teminat olarak veyahut her ne nam altında olursa olsun, kayden veya fiziken tevdi veya teslim edilen sermaye piyasası araçları, nakit ve diğer her türlü kıymeti kendisinin veya başkasının menfaatine satan veya rehneden veya her ne şekilde olursa olsun kullanan, gizleyen yahut inkâr eyleyen veyahut bu amaca ulaşmak ya da bu fiillerini gizlemek için bilgisayar ortamında tutulanlar dahil kayıtları tahvil ve tağyir eden ilgili gerçek kişilerle tüzel kişilerin yetkilileri,  Bu Kanunun 15 inci maddesinin son fıkrasında belirtilen işlemlerde bulunarak kârı veya mal varlığı azaltılan tüzel kişilerin yetkilileri ve bunların fiillerine iştirak edenler,   Karşılıksız olarak sermaye piyasası araçlarının geri alım taahhüdü ile satımını yapan ilgili gerçek kişilerle, tüzel kişilerin yetkilileri, her bir alt bent kapsamına giren fiillerden dolayı iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin günden onbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.” 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesinin (3) numaralı fıkrası ile maddesi (bkz. B. No: 2013/8905, 8/9/2014, §§ 10-13).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8056
Başvurucu, hisse senedi satın almak maksadıyla Aksaray Holding A. Ş. yetkililerine ödediği parayı geri alamaması sonucu uğradığı zararın tazmini istemiyle 27/3/2003 tarihinde Sermaye Piyasası Kuruluna yaptığı başvurunun zımnen reddedilmesi üzerine 18/5/2004 tarihinde Ankara 1 İdare Mahkemesinde açtığı tam yargı davasının hukuka aykırı olarak reddedildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yeniden yargılama yapılması ve adli yardım talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru; tahliye talepleri ve tutukluluğa yönelik itirazların matbu gerekçelerle reddedilmesi, tutukluluğun makul süreyi aşması, mahkemece Yargıtay bozma ilamı tebliğ edilmeden ve duruşma yapılmadan görevsizlik kararı verilerek kanuni hakların kullanılmasının engellenmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/10/2013 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 25/8/2010 tarihinde gözaltına alınmış, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı mülga Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi ile görevli) 27/8/2010 tarihli ve 2010/88 sorgu sayılı kararı ile tutuklanmıştır. Adana Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK madde ile görevli) 18/10/2010 tarihli ve E.2010/496 sayılı iddianamesi ile başvurucunun “suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve örgüt faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma” suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesine kamu davası açılmıştır. Adana Ağır Ceza Mahkemesi (CMK madde ile görevli) başvurucu hakkında “uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma” suçu yönünden açılan davayı tefrik ederek ayrı bir esasa (E.2011/76) kayıt etmiş ve “suç işlemek amacıyla örgüt kurma” suçu yönünden E.2010/234 sayılı dosya üzerinden yürütülen yargılamada başvurucunun beraatine karar vermiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 24/3/2011 tarihli ve E.2011/76, K.2011/89 sayılı kararında başvurucu hakkında “uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma” suçu yönünden Gaziantep ağır ceza mahkemelerinin görevli ve yetkili olduğundan bahisle görevsizlik kararı verilmiştir. Mahkeme, aynı kararda başvurucunun tutukluluğunun devamına da karar vermiştir. Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesinin 2/4/2012 tarihli ve E.2011/167, K.2012/173 sayılı kararı ile başvurucunun “uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma” suçundan 15 yıl hapis ve 000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve “verilen hapis cezasının süresi ve kaçma şüphesi nazara alınarak” tutukluluğun devamına karar verilmiştir. Kararın temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 28/3/2013 tarihli ve E.2012/20823, K.2013/2899 sayılı ilamında “... delillerin değerlendirilmesi ve sanıkların hukukî durumunun belirlenmesi görevinin özel yetkili Adana Ağır Ceza Mahkemesi’ne ait olması nedeniyle görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, yargılama sürdürülerek hüküm kurul(duğu)” gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi, Yargıtay bozma ilamı sonrasında gerçekleştirdiği tensip incelemesi sonucunda verdiği 22/4/2013 tarihli ve E.2013/241, K.2013/274 sayılı kararı ile davaya bakma görevinin Adana Ağır Ceza Mahkemesine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir. Mahkeme, aynı kararda başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Davaya bakan Adana Ağır Ceza Mahkemesi, E.2013/99 sayılı dosya üzerinden devam olunan yargılamada 25/7/2013 tarihli celsede, başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Başvurucu karara itiraz etmiş, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin (12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı mülga Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesi ile görevli) 11/9/2013 tarihli ve 2013/23 Değişik İş sayılı kararında “üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti mevcut delil durumu gözetilerek, Adana Ağır Ceza Mahkemesi’nin tutuklama kararında bir isabetsizlik bulunmadığı” gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu, anılan kararı 2/10/2013 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 11/10/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Adana Ağır Ceza Mahkemesi, 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun’un maddesi ile 5271 sayılı mülga Kanun’un maddesi ve 3713 sayılı Kanun’un maddesi ile görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması üzerine verdiği 10/3/2014 tarihli ve E.2013/99, K.2014/19 sayılı kararında görevsizlik kararı vererek dosyayı Gaziantep Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/167 sayılı dosyası üzerinden devam olunan yargılamada 11/4/2014 tarihli celsede başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Başvurucu 18/4/2014 tarihinde karara itiraz etmiş, itirazı inceleyen Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi 22/4/2014 tarihli ve 2014/317 Değişik iş sayılı kararı ile başvurucunun adli kontrol tedbiri uygulanarak tahliyesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir: “Sanıkların 27/08/2010 tarihinden itibaren atılı suçtan tutuklu bulunmaları, CMK’nun 102/2 fıkrası uyarınca tutuklamanın azami süresinin 5 yıl oluşu bu itibarla yaklaşık 4 yıldır tutuklu olan sanıklara yönelik uyuşturucu madde ticareti suçlaması dışındaki suç örgütü suçlarının vasıf değiştirmesi ihtimali ile AİHS’nin 5 md ile bir arada değerlendirildiğinde, adli kontrol altına alınarak serbest bırakılmasının daha uygun olacağı anlaşılmakla, mağduriyetine sebebiyet vermemek için...” Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesinin 25/12/2014 tarihli ve E.2014/167, K.2014/480 sayılı kararında başvurucunun “uyuşturucu madde ticareti yapma” suçundan 15 yıl hapis ve 000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Dava, inceleme tarihi itibarıyla temyiz aşamasındadır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti” kenar başlıklı maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir: “(3) Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz eden, başkalarına veren, sevk eden, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden, bulunduran kişi, on yıldan az olmamak üzere hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.(1)(2) (Ek cümle: 18/6/2014 – 6545/66 md.) Ancak, uyuşturucu veya uyarıcı madde verilen veya satılan kişinin çocuk olması hâlinde, veren veya satan kişiye verilecek hapis cezası on beş yıldan az olamaz.  (4) (Değişik: 27/3/2015-6638/11 md.) a) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin eroin, kokain, morfin, sentetik kannabinoid ve türevleri veya bazmorfin olması,  ... hâlinde verilecek ceza yarı oranında artırılır” 5271 sayılı Kanun’un “Tutuklama nedenleri” kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.  (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:  a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.  b) Şüpheli veya sanığın davranışları;   Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,   Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,  Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:  a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (madde 188),...” 5271 sayılı Kanun’un “Tutuklama kararı” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir. (2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Tutukluluğun incelenmesi” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir.”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7947
Başvuru, tahliye talepleri ve tutukluluğa yönelik itirazların matbu gerekçelerle reddedilmesi, tutukluluğun makul süreyi aşması, mahkemece Yargıtay bozma ilamı tebliğ edilmeden ve duruşma yapılmadan görevsizlik kararı verilerek kanuni hakların kullanılmasının engellenmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, pişmanlık ve ihtirazi kayıtla verilen beyanname üzerinden yapılan vergi tahakkuk işlemlerine ve cezalarına karşı açılan davaların esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Vergi Denetim Kurulu müfettişleri tarafından 4/5/2012 tarihinde düzenlenen İncelemeye Başlama Tutanağıyla, vakıf üyelerine munzam bir sosyal güvenlik sağlamak amacıyla kurulan Millî Reasürans Türk Anonim Şirketleri Mensupları Yardımlaşma Sandığı Vakfına (Vakıf) başvurucu Şirket tarafından yapılan ödemeler ile ilgili olarak Şirket nezdinde 2007-2011 dönemini kapsayan bir inceleme başlatılmıştır. İnceleme sonrası 4/1/2013 tarihli vergi inceleme raporu düzenlenmiştir. Bu raporda özetle;i. Vakfın ana finansman kaynağının Şirket çalışanları ile Şirket tarafından ödenen katkı payları olduğu vurgulanmıştır.ii. Rapora göre banka katkı payı ödemelerinden esas yararlananlar çalışanlar olup Vakıf sadece buna aracılık etmektedir.iii. Şirket katılım payı ödemelerinin çalışan sayısı, çalışanın aldığı maaş ve diğer unsurlar dikkate alınarak belirli oranda hesaplandığı, ödemelere ilişkin belge ve kayıtların personel bazında tutularak muhafaza edildiği ve çalışan personelin yükselmesine bağlı olarak Şirket tarafından Vakfa ödenen tutarın değiştiği tespiti yapılmıştır.iv. Bunun yanında banka katkı payının hesaplanmasında çalışanlarınemekliliğe esas maaş ve ikramiye paylarının dikkate alındığı, bundaki amacın ise her bir çalışanın elde edeceği menfaatin net tutarının belirlenmesi olduğu belirtilmiştir.v. Buna göre çalışanların ücretlerinin belirli bir oranında Vakfa her ay ödeme yapılarak her bir çalışanın elde edeceği menfaatin net tutarının belirlendiği, Vakıftan yararlananlara gerek çalışma hayatında gerekse emeklilikte yapılan ödemelerin kaynağını bu ödemelerin teşkil ettiği ifade edilmiştir.vi. Şirketin Vakfa yaptığı işçi payı ödemelerini ücretler toplamına dâhil ederek gelir vergisi tevkifatına tabi tuttuğu ancak şirket katkı paylarını ücret vergi matrahına dâhil etmediği vurgulanmıştır. Rapora göre Vakfa işveren payı olarak ödenen tutarların çalışana sağlanan net bir menfaat olması nedeniyle brütleştirilmek suretiyle ücret matrahına dâhil edilmesi gerekmektedir.vii. Sonuç olarak banka tarafından çalışanları adına yapılan ödemelerin ücret mahiyetinde olduğu, bu ödemelerin ise 31/12/1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun maddesinde yazılı şartları taşımaması nedeniyle ücret matrahından indirilemeyeceği belirtilmiştir. Vergi idaresince rapordaki tespitler doğrultusunda, bu ödemeler üzerinden gelir vergisi tevkif edilerek beyan edilip ödenmediği gerekçesiyle 2007-2011 dönemleri için vergi ziyaı cezalı gelir vergisi tarhiyatları yapılmıştır. Ayrıca bu katılım payları, ödemelerine ilişkin belgelerde gösterilmediğinden damga vergisi matrahının eksik hesaplandığı gerekçesiyle de cezalı damga vergisi tarh edilmiştir. Başvurucu 27/2/2014 tarihinde 2013/3 dönemi muhtasar beyannamesini, üyelerine sosyal güvenlik sağlamak amacıyla kurulan Vakfa Vakıf Senedi uyarınca bankanın ödemekle yükümlü olduğu tutarların ödemenin yapıldığı anda çalışan Vakıf üyeleri açısından ücret mahiyetinde bir menfaat olmadığı iddiasıyla pişmanlık ve ihtirazi kayıt dilekçesi ile vermiştir. Beyanname üzerine tahakkuk ettirilen gelir (stopaj) vergisi, damga vergisi ve pişmanlık zammı tutarları daha sonraki bir tarihte ödenmiştir. Ancak başvurucu, bu katkı paylarının ücret sayılamayacağını iddia ederek gelir (stopaj) vergisi, damga vergisi ve pişmanlık zammına ilişkin düzenlenen 27/2/2014 tarihli ve 12 sayılı tahakkuk fişinin iptali ve ödenen tutarın iadesi istemiyle İstanbul Vergi Mahkemesinde dava açmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde, idarece resen tarhiyata konu edilmeyen dönem yönünden ileride resen tarhiyata maruz kalmamak için pişmanlık beyannamesi vermek zorunda kaldığını ileri sürmüştür. Mahkeme 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun maddesi uyarınca pişmanlıkla beyanda bulunarak pişmanlık müessesesinin hukuki sonuçlarından yararlanan başvurucunun beyannameye koymuş olduğu ihtirazi kaydın geçerliliğinin kabulüne imkân bulunmadığı gerekçesiyle 29/4/2014 tarihinde davanın incelenmeksizin reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Danıştay Dördüncü Dairesince 4/3/2015 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Daire tarafından 10/11/2015 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 7/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. A. Ulusal Hukuk Mevzuat Hükümleri 213 sayılı Kanun'un "Vergi Kanunlarının uygulanması ve ispat" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"A) Vergi kanunlarının uygulanması: Bu Kanunda kullanılan 'Vergi Kanunu' tabiri işbu Kanun ile bu Kanun hükümlerine tabi vergi, resim ve harç kanunlarını ifade eder. Vergi kanunları lafzı ve ruhu ile hüküm ifade eder. Lafzın açık olmadığı hallerde vergi kanunlarının hükümleri, konuluşundaki maksat, hükümlerin kanunun yapısındaki yeri ve diğer maddelerle olan bağlantısı gözönünde tutularak uygulanır.B) İspat: Vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya, ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti esastır..." 213 sayılı Kanun'un "Maksat" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Vergi incelemesinden maksat, ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu araştırmak tespit etmek ve sağlamaktır..." 213 sayılı Kanun'un "Pişmanlık ve ıslah" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(Değişik: 23/1/2008-5728/281 md.) Beyana dayanan vergilerde vergi ziyaı cezasını gerektiren fiilleri işleyen mükelleflerle bunların işlenişine iştirak eden diğer kişilerin kanuna aykırı hareketlerini ilgili makamlara kendiliğinden dilekçe ile haber vermesi hâlinde, haklarında aşağıda yazılı kayıt ve şartlarla vergi ziyaı cezası kesilmez. Mükellefin keyfiyeti haber verdiği tarihten önce bir muhbir tarafından her hangi resmi bir makama dilekçe ile veya şifahi beyanı tutanakla tevsik edilmek suretiyle haber verilen husus hakkında ihbarda bulunulmamış olması (Dilekçe veya tutanağın resmi kayıtlara geçirilmiş olması şarttır.) Haber verme dilekçesinin yetkili memurlar tarafından mükellef nezdinde her hangi bir vergi incelemesine başlandığı veya olayın takdir komisyonuna intikal ettirildiği günden evvel (Kaçakçılık suçu teşkil eden fiillerin işlendiğinin tespitinden önce) verilmiş ve resmi kayıtlara geçirilmiş olması. Hiç verilmemiş olan vergi beyannamelerinin mükellefin haber verme dilekçesinin verildiği tarihten başlayarak onbeş gün içinde tevdi olunması. Eksik veya yanlış yapılan vergi beyanının mükellefin keyfiyeti haber verme tarihinden başlayarak onbeş gün içinde tamamlanması veya düzeltilmesi. Mükellefçe haber verilen ve ödeme süresi geçmiş bulunan vergilerin, ödemenin geciktiği her ay ve kesri için, 6183 sayılı Kanunun 51 inci maddesinde belirtilen nispette uygulanacak gecikme zammı oranında bir zamla birlikte haber verme tarihinden başlayarak onbeş gün içinde ödenmesi.Bu madde hükümleri, emlak vergisi ile ilgili olarak uygulanmaz." 213 sayılı Kanun'un "Dava konusu" kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Mükellefler beyan ettikleri matrahlara ve bu matrahlar üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açamazlar. Bu Kanunun vergi hatalarına ait hükümleri mahfuzdur. " 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Yürütmenin durdurulması" kenar başlıklı maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:" Vergi mahkemelerinde, vergi uyuşmazlıklarından doğan davaların açılması, tarh edilen vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümlerin ve bunların zam ve cezalarının dava konusu edilen bölümünün tahsil işlemlerini durdurur. Ancak, 26 ncı maddenin 3 üncü fıkrasına göre işlemden kaldırılan vergi davası dosyalarında tahsil işlemi devam eder. Bu şekilde işlemden kaldırılan dosyanın yeniden işleme konulması ile ihtirazi kayıtla verilen beyannameler üzerine yapılan işlemlerle tahsilat işlemlerinden dolayı açılan davalar, tahsil işlemini durdurmaz. Bunlar hakkında yürütmenin durdurulması istenebilir." Maliye Bakanlığının 5/7/2001 tarihli ve B.GEL.30/3044-371-698/40427 sayılı Özelgesi'nin ilgili kısmı şöyledir: “… Pişmanlık müessesesi, mükellefin tamamen kendi isteği ile kullandığı bir hak olup, bu hakkın kullanılması sonucu kanuna aykırı hareketin yaptırımı olan cezai müeyyide uygulanmamaktadır. Dolayısıyla, mükelleflerin böyle bir haktan yararlanırken bir yandan da dava açma haklarını saklı tutmalarına ilişkin olarak pişmanlıkla verilen beyannameyi ihtirazî kayıtla vermeleri mümkün bulunmamaktadır...” Danıştay İçtihadı Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 29/5/2013 tarihli ve E.2012/412, K.2013/232 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir: "...Vergi Usul Kanununda, vergilendirmenin beyana dayanılarak yapılması gereken durumlarda matrahın veya verginin tümüyle ya da kısmen ihtirazi kayıtla bildirilmesini öngören bir düzenleme yapılmamıştır. Beyanname ile bildirilmesi gereken matrahın vergi kaybı yaratmaktan kaçınılarak, vergi kanunlarında belirtilen zamanda çekince ile beyan edilebilmesi, Danıştay içtihatlarıyla benimsenmiş ve 521 sayılı Danıştay Kanununu yürürlükten kaldıran, yürürlükteki 2575 sayılı Danıştay Kanunu ile aynı tarihte yürürlüğe giren 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 27'nci maddesinin 3'üncü fıkrasında ilk kez ifadesini bulmuştur. İhtirazi kayıtla verilen beyannameler üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açılmasının tahsil işlemlerini durdurmayacağı, bunlar hakkında yürütmenin durdurulması istenebileceğinin yargılama usulünde kurala bağlanmasından dolayı, vergi beyannamelerinin çekince ile verilmesi konusundaki duraksama son bulmuştur. Zamanında verilen vergi beyannamesine ihtirazi kayıt konulması; beyannamede hesaplanan verginin tümü ya da bir kısmının tahakkuk ettirilmemesi istenerek, ihtirazi kaydın konusunu oluşturan nedenin tarhı yapan idare tarafından kabul edilmemesi halinde, beyanname üzerinden tarh edilen verginin ihtirazi kayıt konulan kısmının dava konusu edilebilmesini olanaklı kılarak, noksan beyanda bulunulmasını ve verginin geç tahakkuk etmesini önlemektedir. Bu nedenle ihtirazi kayıt beyanname verme süresinde verilen beyannamelere konulabilir.Vergi beyannamelerinin ihtirazi kayıtla verilmesi ile pişmanlıkla verilmesinin nedenleri, koşulları ve yarattığı sonuçlar farklıdır. Vergi kanunlarının öngördüğü zamanlarda verilen beyannamelere ihtirazi kayıt konulması, tarh edilen verginin dava konusu yapılmasına olanak yarattığı halde, pişmanlıkla verilmesi, beyannamenin zamanında verilmediği için doğmuş vergi kaybından dolayı ceza kesilmesini önlemektedir.Hizmet (banka ve sigorta muameleleri) vergisi beyannamesinin verilmesi gereken zaman, 6802 sayılı Yasanın 47'nci maddesinde, tarh ve ödeme zamanı ise aynı Yasanın 48'inci maddesinde düzenlenmiştir. Hizmet (banka ve sigorta muameleleri) vergisi beyannamesinin, Yasanın 47'nci maddesinde öngörülen zamanda verilmemesi, Vergi Usul Kanununun 30'uncu maddesinin ikinci fıkrasına bağlı 1'inci bent uyarınca verginin resen tarhını gerektirmektedir. Beyannamenin, kanuni süresi geçtiği halde verilmemesini resen tarh nedeni kabul eden bu bendin bağlı olduğu ikinci fıkrada, böyle bir durumda, vergi matrahının tamamen veya kısmen defter, kayıt ve belgelere veya kanuni ölçülere göre tespitinin mümkün olmadığı da kabul edilmektedir. Vergi Usul Kanununun 341'inci maddesinde; mükelleflerin, vergilendirme ile ilgili ödevlerini zamanında yerine getirmemesi yüzünden verginin zamanında tahakkuk ettirilmemesi vergi ziyaı tanımının kapsamına alınmıştır. Banka ve sigorta muameleleri vergisi beyannamesinin kanuni süresinde verilmemesi nedeniyle bu vergi zamanında tahakkuk ettirilmemiş ve vergi yükümlüleri, vergi ziyaına yol açmış olacaklarından, adlarına aynı Yasanın 344'üncü maddesi uyarınca vergi ziyaı cezası kesilmesi de gerekecektir.Beyana dayanan vergilerde vergi ziyaı cezasını gerektiren kanuna aykırı hareketlerini, ilgili makamlara kendiliğinden dilekçe ile haber veren mükelleflere belli koşullarla vergi ziyaı cezası kesilmemesini öngören Vergi Usul Kanununun 371'inci maddesinin birinci fıkrasına bağlı 3'üncü bentte, hiç verilmemiş vergi beyannamelerinin, haber verme dilekçesinin verildiği tarihten başlayarak 15 gün içinde tevdi olunması halinde de vergi ziyaı cezası kesilmeyeceği kurala bağlanmıştır. Görüldüğü üzere pişmanlık, vergi ziyaı cezası kesilmesi gereken durumları kapsamakta ve koşullarına uyulduğu takdirde mükellef adına ceza kesilmesini önlemektedir. Böylece, beyannamenin kanuni sürede verilmemesinden, 341'inci maddede tanımlandığı üzere verginin geç tahakkuk etmesinden doğmuş olan vergi kaybının yaptırımı olan ceza kesilmemektedir.Verilmesi gereken süre geçtikten sonra pişmanlıkla beyanname verilmesi, verginin zamanından sonra tahakkuk etmesine de yol açmaktadır. Bu nedenle Vergi Usul Kanununun pişmanlığı düzenleyen 371'inci maddesinin birinci fıkrasına bağlı 5'inci bentte; mükellefçe haber verilen ve ödeme süresi geçmiş vergilerin, ödemenin geciktiği her ay ve kesri için 6183 sayılı Yasanın 51'inci maddesinde öngörülen gecikme zammı oranında bir zamla birlikte ve onbeş gün içinde ödenmesi, pişmanlığın kabulü için gerekli koşullar arasında sayılmıştır. Pişmanlıkla verilen beyanname üzerinden pişmanlık hükümlerine göre tahakkuk yapılması ve koşullara uyulması halinde mükellefe ceza kesilmemekle süresinde verilmiş beyanname gibi tahakkuka esas alındığına göre bu beyannamelerin de süresinde verilen beyannamelerle aynı hükümlere tabi olması gerektiği açıktır. Tahakkukun zamanında yapılmasını sağlayan ancak dava konusu yapılmasına olanak yaratan ihtirazi kayıtla beyan ile tahakkuk zamanı geçtikten ve resen tarh nedeni ve geç tahakkuktan dolayı vergi ziyaı doğduktan sonra pişmanlıkla verilen beyannameye ihtirazi kayıt konulmasının etkileyici sonuç yaratmasına olanak yoktur.Vergi Usul Kanununun 378'inci maddesinin ikinci fıkrasında mükelleflerin beyan ettikleri matrahlara ve bu matrahlar üzerinden tarh edilen vergilere dava açamayacaklarına ilişkin kural gözetilmeden tahakkukun kaldırılarak, banka ve sigorta muameleleri vergisinin ve pişmanlık zammının davacıya iadesi yolunda hüküm kurulması hukuka uygun düşmemiştir..." Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 11/12/2009 tarihli ve E.2008/593, K.2009/655 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"...Vergi Usul Kanununda, vergilendirmenin beyana dayanılarak yapılması gereken durumlarda matrahın veya verginin tümüyle ya da kısmen ihtirazi kayıtla bildirilmesini öngören bir düzenleme yapılmamıştır. Beyanname ile bildirilmesi gereken matrahın tespit şeklinden ya da uygulanması gereken vergi oranından, muafiyet veya istisna uygulamasından doğan duraksamaların varlığında, vergi kaybı yaratmaktan kaçınılarak, vergi kanunlarında belirtilen zamanda verilen beyannameye çekince konulabileceği, Danıştay İçtihatlarıyla benimsenmiş ve 521 sayılı Danıştay Kanununu yürürlükten kaldıran, yürürlükteki 2575 sayılı Danıştay Kanunu ile aynı tarihte yürürlüğe giren 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 27’nci maddesinin 3’üncü fıkrasında ilk kez ifadesini bulmuştur. İhtirazi kayıtla verilen beyannameler üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açılmasının tahsil işlemlerini durdurmayacağı, bunlar hakkında yürütmenin durdurulması istenebileceğinin yargılama usulünde kurala bağlanmasından dolayı, vergi beyannamelerinin çekince ile verilmesi konusundaki duraksama son bulmuştur....Zamanında verilen vergi beyannamesine ihtirazî kayıt konulması; beyannamede hesaplanan verginin tümü ya da bir kısmının tahakkuk ettirilmemesi istenerek, ihtirazî kaydın konusunu oluşturan nedenin tarhı yapan idare tarafından kabul edilmemesi halinde, beyanname üzerinden tarh edilen verginin ihtirazi kayıt konulan kısmının dava konusu edilebilmesini olanaklı kılarak, noksan beyanda bulunulmasını ve verginin geç tahakkuk etmesini önlemektedir..." Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 27/6/2012 tarihli ve E.2012/167, K.2012/300 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Beyannamenin pişmanlıkla verilmesi, süresi geçtikten sonra verilen bu beyannamenin, kanuni süresinde verilmiş sayılmasına yol açmadığından ve sadece ceza kesilmesini önlediğinden, pişmanlıkla verilen beyannamelere ihtirazî kayıt konulması etkileyici bir sonuç doğurmamaktadır. Bu yüzden, kanuni süresi geçtikten sonra pişmanlıkla verilen beyannameye ihtirazî kayıt konulmasına; kanuni süresinde ancak ihtirazî kayıtla verilen beyannamelere bağlanan hukuksal sonucun tanınmasına da olanak yoktur..." Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 25/2/2015 tarihli ve E.2014/1164, K.2015/20 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir: "...213 sayılı Vergi Usul Kanununun 378'inci maddesinin 2'nci fıkrasında, mükelleflerin beyan ettikleri matrahlara ve bu matrahlar üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açamayacakları, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 27'nci maddesinin 4'üncü bendinde de, ihtirazi kayıtla verilen beyannameler üzerine yapılan işlemler ile tahsilat işlemlerinden dolayı açılan davaların tahsil işlemini durdurmayacağı kuralına yer verilmekle, ihtirazi kayıtla beyan üzerine tahakkuk ettirilen vergilere karşı dava açılabileceği kabul edilmiştir. Zamanında verilen vergi beyannamesine ihtirazi kayıt konulması; beyannamede hesaplanan verginin tümü ya da bir kısmının tahakkuk ettirilmemesi istenerek, ihtirazi kaydın konusunu oluşturan nedenin tarhı yapan idare tarafından kabul edilmemesi halinde, beyanname üzerinden tarh edilen verginin ihtirazi kayıt konulan kısmının dava konusu edilebilmesini olanaklı kılarak, noksan beyanda bulunulmasını ve verginin geç tahakkuk etmesini önlemektedir. Bu nedenle ihtirazi kayıt ancakbeyanname verme süresinde verilen beyannamelere konulabilir. Beyan üzerinden alınan vergilere ait matrahın ihtirazi kayıtla beyanı, beyannamenin vergi kanunlarında öngörülen zamanlarda verilmesi koşuluna bağlıdır. Beyanname verme süresi geçtikten sonra verilen beyannameye konulan ihtirazi kaydın, beyanname üzerinden yapılan tahakkuka etkisi olmadığı gibi dava açma hakkı vermesi de mümkün değildir. Bu durumda, beyanname verme süresi geçtikten sonra ihtirazi kayıtla düzeltme beyannamesi verilmesi üzerine tahakkuk eden vergiye karşı dava açılmasına olanak bulunmamakta olup, Mahkemece, dava ve savunma dilekçelerine ekli beyanname ve eki belgelerde beyannamenin ihtirazi kayıtla verildiğini gösteren herhangi bir ibare ve dilekçe bulunmadığı yolunda yapılan değerlendirme yerinde görülmemekle birlikte davanın reddi yolundaki ısrar kararında sonucu itibariyle isabetsizlik görülmemiştir..." Anayasa Mahkemesi Kararı Anayasa Mahkemesinin 14/6/2017 tarihli ve E.2017/24, K.2017/112 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:" Mükelleflerin beyan ettikleri matrahlara ve bu matrahlar üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açamamalarını öngören itiraz konusu kuralın, ”mahkemeye erişim hakkı”na ve dolayısıyla da adil yargılanma hakkına yönelik bir müdahale olduğu açıktır. Türk vergi sisteminde benimsenen tarh usulü, beyannameye dayalı tarhtır. Bu tarh usulünde mükellef, matrahını beyan etmekte ve idare beyan edilen bu matrah üzerinden tarhiyat işlemini gerçekleştirmektedir. İtiraz konusu kural ile mükelleflerin kendi beyanlarına karşı dava açmaları yasaklanmaktadır. Nitekim kişinin kendi beyanına karşı dava açmasında hukuki yarar da bulunmamaktadır. İtiraz konusu kuralın devamındaki cümlede yer alan “Bu Kanunun vergi hatalarına ait hükümleri mahfuzdur” hükmüyle, yalnızca vergi hatalarının bu kuralın istisnası olduğu belirtilmektedir. Uygulamada ortaya çıkan ve 1982 tarihli ve 2577 sayılı Kanun’un maddesinin (4) numaralı fıkrasında dolaylı olarak düzenlenen ihtirazi kayıtla verilen beyannamelere karşı dava açılabilmesi de kuralın diğer istisnasını oluşturmaktadır. İtiraz konusu kural, mükelleflerin gelirinin istisna, muafiyet v.b. nedenlerden dolayı vergiye tabi olup olmadığı konusunda şüpheye düştükleri matrahları için iddia ve savunmalarını bir yargı mercii önünde ileri sürebilmeleri imkânını sınırlamaktadır. Ancak istisnaları ile birlikte değerlendirildiğinde kuralın, mahkemeye erişim hakkının özüne dokunmadığı ve hak arama özgürlüğünü ölçüsüz bir şekilde engellemediği anlaşılmaktadır. Uygulamada hangi tür beyannamelere ihtirazi kayıt konulabileceği; kanuni süresi içinde veya kanuni süresinden sonra verilen beyannamelere ihtirazi kayıt konulup konulamayacağı hususlarından dolayı dava açma hakkının tanınıp tanınmayacağı sorunu ise doğrudan doğruya itiraz konusu kuralla ilişkili olmayıp ihtirazi kaydın kapsamı ile ilgilidir. Somut olayda da olduğu gibi, ihtirazi kaydın uygulamada ortaya çıkan ve düzeltme beyannamesi olarak adlandırılan beyannamelere konulup konulamayacağı; konulabilse dahi dava açma hakkını tanıyıp tanımayacağı esasında itiraz konusu kuralın değil, kuralın istisnasının kanuni dayanağı olan 2577 sayılı Kanun’un maddesinin (4) numaralı fıkrasının yorumundan kaynaklanmaktadır. Öte yandan, 2577 sayılı Kanun’un maddesinin (4) numaralı fıkrasında “ihtirazi kayıtla verilen beyannameler üzerine yapılan işlemlerle tahsilat işlemlerinden dolayı açılan davalar” ibaresiyle beyannameler arasında herhangi bir ayrım yapılmadığı görülmektedir. Her ne kadar kanuni süresinden sonra verilen beyannamelere ihtirazi kayıt konulup konulamaması hususunun içtihat farklılığına neden olduğu gerekçesiyle Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de herhangi bir düzenlemenin mahkemeler arasında içtihat uyuşmazlıklarına neden olması yargılama hukukunun doğası gereği her zaman mümkün olup bu durumun anayasal bir sorun oluşturması söz konusu değildir. Kaldı ki hukuk sistemi içerisinde mahkemeler arasındaki içtihat uyuşmazlıklarını çözecek hukuki yollara yer verilmiştir..." B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadında vergi yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahaleler, Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin ikinci paragrafında öngörülen mülkiyetin kullanımının kontrolüne ilişkin üçüncü kural kapsamında değerlendirilmektedir. AİHM, bu paragrafta yer alan kuralın taraf devletlere vergi koyma ve vergilerin ödenmesini sağlamak için gerekli gördüğü kanunları çıkarma konusunda açık bir yetki tanıdığını kabul etmiştir (Gasus Dosier-und Fördertechnik GmbH/Hollanda, B. No: 15375/89, 23/2/1995, § 59). Diğer taraftan AİHM, her ne kadar Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinde açık olarak usule ilişkin güvencelerden söz edilmese de bu maddenin keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsadığını belirtmektedir. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/10/1986, § 55; Jokela/Finlandiya, B. No: 28856/95, 21/5/2002, § 45).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/70
Başvuru, pişmanlık ve ihtirazi kayıtla verilen beyanname üzerinden yapılan vergi tahakkuk işlemlerine ve cezalarına karşı açılan davaların esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 8/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1982 doğumlu olan başvurucu, 2013 yılından itibaren çeşitli taşeron şirketler (Şirket) bünyesinde Özalp İlçe Belediyesinde (Belediye) işçi statüsünde çalışmakta iken 11/6/2017 tarihinde başvurucunun iş sözleşmesi feshedilmiş ve bu durum 14/6/2017 tarihinde başvurucuya bildirilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle işveren aleyhine 7/7/2017 tarihli dilekçe ile dava açmıştır. Özalp Asliye (İş) Hukuk Mahkemesine (Mahkeme) sunduğu dava dilekçesinde başvurucu; feshin usule aykırı olduğunu, savunması dahi alınmaksızın iş akdinin feshedildiğini, fesih bildiriminin usulüne uygun şekilde yapılmadığını, feshin usul ve yasaya aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Davalı taşeron Şirket, sunduğu cevap dilekçesinde başvurucunun tüm haklarının ödendiğini, feshin usul ve yasaya uygun olduğunu ileri sürmüştür. Diğer davalı Belediye ise cevap dilekçesinde ise öncelikle davanın Belediye yönünden husumet nedeniyle reddedilmesi gerektiğini ifade etmiş; esasa ilişkin olarak ise başvurucu ile taşeron Şirket arasındaki iş sözleşmesinin belirli süreli olduğunu, bu sebeple başvurucunun iş güvencesi kapsamında bulunmadığını, ayrıca başvurucunun PKK/KCK ile iltisakı bulunması sebebiyle işten çıkarıldığı belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur. Mahkeme 27/12/2017 ve 8/2/2018 tarihli duruşmalarda Özalp Kaymakamlığı Olağanüstü Hâl Bürosu (OHAL Bürosu), Özalp Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık), İlçe Jandarma Komutanlığı (Jandarma) ve İlçe Emniyet Amirliği (Emniyet) başta olmak üzere çeşitli kurumlara müzekkere yazılmasına karar vermiş; ayrıca tarafların iddia, itiraz ve savunmalarını dinlemiştir. Başvurucu vekili savunmasında, başvurucunun herhangi bir terör örgütü ile iltisakının bulunmadığını, hakkında adli bir soruşturma yahut kovuşturmanın bulunmadığını belirtmiştir. Mahkeme 4/4/2018 tarihli kararında davanın reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Özalp Kaymakamlığı OHAL bürosu 29/12/2017 tarihli yazısında;'Davacı ABDULHAMİT İZCİ'nin kardeşi [A.İ.] nin 2007 yılında terör örgütüne üyeolma suçundan tutuklandığı, ABDULHAMİT İZCİ'nin sosyal medya hesabındaki paylaşımlarda örgütsel ve devlet büyüklerine hakaret suçu oluşturacak paylaşımlar olduğu yukarıda bahsedilen sözleşme maddesine istinaden işe girdiği değerlendirilen ABDULHAMİT İZCİ'nin terör ile irtibatlı ve iltisaklı olabileceğinin değerlendirildiği' bildirilmiştir. Özalp Cumhuriyet Başsavcılığı'na ve Van Cumhuriyet Başsavcılığı'na yazılan müzekkere cevabından; davacı hakkında her hangi bir soruşturma yürütülmediği anlaşılmıştır.İlçe Jandarma Komutanlığı'na ve İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne yazılan müzekkere cevaplarından davacı hakkında her hangi bir kaydın bulunmadığının bildirildiği görülmüştür....Davacının davalı belediye nezdindeki işine 2015 yılında başladığı görülmüştür. Özalp Kaymakamlığı Ohal Bürosu'nun yazısında; 'Davacı ABDULHAMİT İZCİ'nin kardeşi A.İ.nin 2007 yılında terör örgütüne üye olma suçundan tutuklandığı, ABDULHAMİT İZCİ'nin sosyal medya hesabındaki paylaşımlarda örgütsel ve devlet büyüklerine hakaret suçu oluşturacak paylaşımlar olduğu yukarıda bahsedilen sözleşme maddesine istinaden işe girdiği değerlendirilen ABDULHAMİT İZCİ'ün terör ile irtibatlı ve iltisaklı olabileceğinin değerlendirildiği'nin bildirildiği, Özalp Kaymakamlığı OHAL Bürosu'nun 29/12/2017 tarihli yazısı ekinde bulunan açık kaynak araştırması evraklarının terör örgünü övücü nitelikli olduğu, bu haliyle söz konusu yazının kayıtlar ve dosya ile uyumlu olduğu, davacının irtibat ve iltisakına yönelik şüpheyi somutlaştırdığı değerlendirilmiştir.Dosyaya getirtilen bilgi ve belgelerden, davacının iş sözleşmesinin feshine neden olabilecek nitelikte terör örgütü ile irtibat veya iltisakına ilişkin şüpheyi ortaya koyacak emarelerin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu durumun taraflar arasındaki güven ilişkisini zedelendiği, işverenden iş sözleşmesinin devamının beklenemeyecek derecede şüphe meydana geldiği, fesih tarihi itibariyle işe iade davası bakımından en azından geçerli nedenin bulunduğu kanaatine ulaşılmakla davanın reddine dair aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir..." Başvurucu, karara karşı 4/7/2018 tarihli dilekçe ile istinaf talebinde bulunmuş; ilgili mevzuatta öngörülen usule uyulmadan akdin feshedildiğini, şüphe feshini geçerli kılacak somut delil bulunmadığını ileri sürmüştür. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 24/11/2018 tarihli kararı ile istinaf başvurusunun esastan reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Dosya içerisine alınan belgelere göre, davacının terör örgütü ile irtibat veya iltisakına ilişkin Olağanüstü Hal Bürosunca bir kısım tespitlerde bulunulmuş, bu tespitler asıl işveren aracılığı ile alt işverene bildirilmiştir. Kamu işvereni ile hizmet alım sözleşmesi imzalamış olan alt işverene terörle bağlantılı çalışanı bulunduğu bilgisi verilmesi üzerine, alt işveren bakımından şüphe feshinin şartlarının gerçekleşip gerçekleşmediği üzerinde durmak gerekecektir. Yukarıda da belirtildiği üzere burda çalışanın cezai sorumluluğunun olup olmamasından öte, fesih tarihi itibariyle iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğun ortadan kalkıp kalmadığının incelenmesidir. Yani inceleme hukuk yargılaması kapsamında yapılan bir inceleme çerçevesinde kalacak olup, ceza yargılaması ilkeleri açısından bir değerlendirme içermemektedir. Asıl işveren ve özellikle de alt işverenin işçi hakkında ileri sürülen iddiaların kapsamı dikkate alındığında elindeki imkanlar kapsamında yapabilecek olup da yapmadığı araştırma söz konusu değildir. Tüm bu tespitler ışığında, alt işverene verilen bilginin niteliği, alt işverenin kamu işverenine ait işyerinde hizmet veriyor olması karşısında taraflar arasındaki güven ilişkisinin zedelendiği ve işverenden iş akdinin devamının beklenemeyecek derecede şüphe meydana geldiğinin kabulü gerekeceği, bu haliyle somut olayda işveren feshinin işe iade davası bakımından en azından geçerli nedene dayandığı sonucuna varılmıştır..." Başvurucu, nihai kararı 18/1/2019 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu 8/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:"...şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/10/2018 tarihli ve E.2018/10430, K.2018/20956 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde değerlendirme yapılacak olursa, somut olayda davacının iş sözleşmesinin feshi ile ilgili yasal dayanakların 4857 sayılı İş Kanunu ile birlikte Bakanlar Kurulu kararı ile ülke genelinde ilan edilen Olağanüstü Hal kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnameler olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Söz konusu kararnamelerin iş sözleşmesi ile çalışan işçilere yönelik hükümleri incelendiğinde, gerek 667 sayılı KHK’nin maddesi gerekse 673 sayılı KHK’nin maddesinde bu kanun hükmünde kararnameler kapsamında iş sözleşmesi feshedilen işçilerin bir daha yeniden doğrudan veya dolaylı olarak eski işinde veya benzer işlerde görevlendirilemeyecekleri, bunların işe iadesinin mümkün olmadığı şeklinde emredici nitelikte düzenlemelerin yer aldığı görülecektir. Bu yasal düzenlemelerin nitelik itibariyle, kamu düzenine ilişkin ve açıkça emredici nitelikte olduğu değerlendirildiğinde, açılacak davalarda taraflarca hazırlama ilkesine üstünlük tanınamayacağı göz önüne alınmalıdır. Bu itibarla, ilgili kanun hükmünde kararnameler kapsamındaki fesihlere ilişkin olarak açılan işe iade davalarında, taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir.Buna göre görülmekte olan davada, sözleşmenin feshine dayanak bilgi ve belgelerin mahkemece resen araştırılması gerekmekte ise de, dosyada sadece Erzurum Cumhuriyet Baş Savcılığına davacı hakkında soruşturma veya kovuşturma olup olmadığı yönünde yazılan yazı cevabi ile yetinildiği , bu yönde başkaca bir araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Davacının iş sözleşmesinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı bankadan sorularak; bunun yanında resen araştırma ilkesi kapsamında davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumu’ndan getirtilmeli, varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asya nezdinde açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek ulaşılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davacının davasının kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi' dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 5/7/2018 tarihli ve E.2018/3181, K.2018/14806 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut uyuşmazlıkta davacının iş sözleşmesinin 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe girişimi sonrası illegal yapılarla ilişki içinde olan emir talimat alanlarla ilgili her türlü takibat soruşturma ve kovuşturma başlatıldığı bu kapsamda kuruma ulaşan bilgiler ışığında 2016 tarihinde 4857 sayılı İş Kanunu'nun 25/ maddesi kapsamında sonlandırıldığı bildirilerek feshedilmiştir.Davalı Belediye fesih bildiriminde davacının illegal yapılarla ilişki içerisinde olduğunun değerlendirmesi kapsamında davacının darbe girişimi öncesi ve sonrası bir kısım sosyal medya paylaşımlarını sunmuşsa da ilgili sosyal medya paylaşımlarında hakaret, tehdit içeren bir ifade olmadığı, davacının eleştiri kapsamında kendi düşüncelerini açıkladığı, davacı hakkında adli yönden herhangi bir terör soruşturması bulunmadığı gibi davalı Kurum içi idari bir soruşturmasının da bulunmadığı, davacının ... irtibatının bulunduğunun kanıtlanmadığı, Anayasa’nın maddesi ve siyasi görüşün fesih için geçerli sebep oluşturmayacağına dair 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesinin fıkrasının d bendi dikkate alındığında davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedene dayanmadığı açık olduğundan davanın kabulü yerine reddi hatalıdır.4857 sayılı İş Yasasının 20/3 maddesi uyarınca Dairemizce aşağıdaki şekilde karar verilmiştir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/9/2017 tarihli ve E.2017/36442, K.2017/18738 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda, veri kayıt personeli olarak çalışan davacının iş sözleşmesi, 20/07/2016 günü anayasal düzeni bozucu darbe girişimi ile ilgili olarak sosyal medyada devlet ve hükümet aleyhine yazılı ve görsel paylaşımlar yapması nedeniyle Sağlık Bilimleri Üniversitesi... Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından Hastane Yöneticisi, Baştabip Yardımcısı, İdari ve Mali İşler Müdür Yardımcıları ile Sağlık Bakım Hizmetleri Müdürü imzasıyla diğer davalı ...'ne gönderilen 19/07/2016 tarih ve 3 sayılı kararı gereği feshedildiği, sosyal medya paylaşımlarının dosyada belgelendiği dikkate alındığında, davacının dosyaya sunulan sosyal medya paylaşımları içeriğinde eleştiri sınırlarını aştığı, paylaşımlar içeriğine göre davalı işverenin iş ilişkisini sürdürmesi beklenemeyeceği, güvenin yıkılması veya ağır biçimde zedelenmesi nedeniyle işverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı iş sözleşmesinin feshedildiği kanaatine varılmaktadır. Zira en azından artık iş ilişkisinin sürdürülmesinin davalı-işveren açısından önemli veya makul ölçüler içerisinde beklenemeyeceği, bu durumda 4857 sayılı Kanun'un maddesi gerekçesi ve 158 sayılı İLO sözleşmesinin maddesi uyarınca işverenden savunma almasının beklenemeyeceği ve işveren feshinin geçerli nedene dayandığı kabul edilmelidir."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/4990
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, başvurucunun izinsiz bildiri dağıttığı gerekçesiyle hakkında idari para cezasına karar verilmesinin suç ve cezaların kanuniliği ilkesini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türk siyasi hayatında 2016 yılı, Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi'ne geçilmesi bağlamında yoğun tartışmaların yaşandığı bir yıl olmuştur. Bu tartışmalar sonucunda anayasa değişikliği tasarısı hazırlanmıştır. Ek bazı değişikleri de içeren taslak metinde en çok dikkati çeken ve kamuoyunun gündemini oluşturan kısım, hükûmet sistemi değişikliğine ilişkin maddelerdir. Bu taslak ile birlikte başbakanlık makamının kaldırılması ile birlikte cumhurbaşkanının görev ve yetki tanımları tekrar düzenlenmiş ve yeni sistemin adı doktrinde "Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi" olarak belirlenmiştir. Anayasa değişikliğine ilişkin referandumun 16/4/2017 tarihinde yapılması kararlaştırılmıştır. Referandum öncesinde değişikliğe ilişkin lehte ve aleyhte olan siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, sendikalar, dernekler gibi toplumun birçok kesiminden kişi ve örgüt konu ile ilgili görüşlerini paylaşmak için toplantı ve gösteriler düzenlemiş; broşürler hazırlamıştır.B. Somut Başvuruya İlişkin Olaylar Başvuruya konu olayların meydana geldiği 9/1/2017 tarihinde başvurucu, dört arkadaşıyla birlikte Ankara'nın Batıkent ilçesindeki metro çıkışına gelmiştir. Başvurucu ve arkadaşları, anayasa değişikliğiyle ilgili olarak Halkevleri Derneğine ait bir bildiriyi vatandaşlara dağıtmaya başlamıştır. İhbar üzerine bildirinin dağıtıldığı yere gelen polisler, başvurucuyu ve beraberindekileri haklarında işlem yapılması için polis merkezine davet etmiştir. Başvurucu hakkında çevreyi rahatsız ettiği gerekçesiyle 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca 109 TL idari para cezası uygulanmış ve ceza 9/1/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu; bildiri dağıtma eyleminin 5326 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında cezalandırma konusu yapılamayacağını, barışçıl bir şekilde gerçekleştirdiği eyleminin herhangi bir suç teşkil etmediğini belirterek idari para cezasına itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Ankara Sulh Ceza Hâkimliği, uygulanan idari yaptırım kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazı 22/3/2017 tarihinde reddetmiştir. Karar 29/3/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5326 sayılı Kanun’un "Rahatsız etme" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Mal veya hizmet satmak için başkalarını rahatsız eden kişi, elli Türk Lirası idarî para cezası ile cezalandırılır. (2) Bu kabahat dolayısıyla idarî para cezasına, kolluk veya belediye zabıta görevlileri yetkilidir...." Aynı Kanun'un maddesinin gerekçesi şöyledir:“Tasarıya 'Rahatsız etme' başlığı altında mal veya hizmet satışı sırasında bu amaçla kişilerin taciz edilmesi ve yüksek sesle müşteri daveti gibi uygulamaların önüne geçilmesi amacıyla yeni 37 nci madde ilave edilmiştir.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu bulunamaz. Aynı biçimde, suçun işlendiği sırada uygulanabilir olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Başkaya ve Okçuoğlu/Türkiye ([BD], B. No: 23536/94, 24408/94, § 36) kararında Sözleşme'nin maddesinin bir suçun ancak kanun tarafından tanımlanıp cezasının öngörülebileceği ilkesini ve ceza kanununun bir analoji ile kapsamlı şekilde sanığın aleyhine yorumlanmaması ilkesini içerdiğini hatırlatmaktadır. AİHM bu ilkelerden, suç ve ilgili yaptırımın kanunlarda açık şekilde tanımlanması gerektiği sonucuna varmaktadır. AİHM'e göre bireyin ilgili hükmün metninin kendisinin suçtan sorumlu olmasına neden olabilecek hareket ve ihmallerin neler olduğunu bilinir kılacak şekilde düzenlenmesiyle bu şart karşılanmaktadır. AİHM, ayrıca kıyas yaparak genişletici bir yorumla cezalandırma yoluna gitmenin suç ve cezaların kanuniliği ilkesi ile bağdaşmayacağını vurgulamıştır. Zira AİHM, somut olayda yayın sahibine verilen cezanın sorumlu müdür için öngörülen cezanın kıyas yoluyla yorumlanmasına dayanması sebebiyle Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Başkaya ve Okçuoğlu/Türkiye, §§ 42, 43). AİHM, bir kişinin hakkında dava açılmasına ve hüküm giymesine neden olan fiilin gerçekleştirildiği zamanda bu fiilin suç olduğunu gösteren bir kanuni hükmün olduğunun ve uygulanan cezanın bu hükümle belirlenen sınırları aşmadığının doğrulanması gerektiğini vurgulamıştır (Coeme ve diğerleri/Belçika, B. No: 32492/96, 32547/96,32548/96, 33209/96, 33210/96,22/6/2000, §§ 146, 149-151). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin işlevi konusunda ceza hukukunun davalının aleyhine olacak biçimde geriye dönük olarak uygulanmasını önlemekle kalmayıp aynı zamanda daha genel olarak bir suçun sadece kanunla tanımlanarak cezasının belirlenebileceği prensibini de benimsediğini belirtmektedir. AİHM'e göre anılan maddenin koruması, ceza hukukunun -örneğin kıyas gibi yollarla- suçlanan tarafın aleyhine yorumlanmamasını da kapsar. AİHM, bir suçun kanunda açık bir biçimde tanımlanması şartının kişinin ilgili hükmün ifadesinden ve/veya gerekiyorsa mahkemelerin bu hükmü yorumlamaktaki içtihatları yardımıyla hangi eylem ve kusurların kendisine atfedilebileceğini ve suçlu duruma düşebileceğini bilebilmesi sayesinde yerine getirileceğini belirtmektedir. Dolayısıyla AİHM, Sözleşme'nin maddesinde geçen "kanun" teriminin yazılı olan ve yazılı olmayan kurallar ile erişilebilirlik ve öngörülebilirlik de dâhil olmak üzere niteliksel şartları zımnen ifade ettiğini vurgulamaktadır (Tolstoy Miloslavsky/Birleşik Krallık, B.No:18139/91, 19/7/1995, Seri A No: 316-B,§ 37; Kasymakhunov ve Saybatalov/Rusya, B. No: 26261/05, 26377/06, 14/3/2013, § 77).
Adil yargılanma hakkı (Ceza)-Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/22304
Başvuru, başvurucunun izinsiz bildiri dağıttığı gerekçesiyle hakkında idari para cezasına karar verilmesinin suç ve cezaların kanuniliği ilkesini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlünün avukata yazdığı mektubun sakıncalı bulunarak muhatabına gönderilmemesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Birinci başvurucu adına vekâleten, ikinci başvurucu adına asaleten başvuru yapıldığını belirten ikinci başvurucu tarafından sunulan başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Bursa H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu), devletin egemenliği altında bulunan topraklarından bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışma suçundan hükümlü olarak bulunan başvurucu (birinci başvurucu), avukatı (ikinci başvurucu) adına taahhütlü olarak mektup göndermek istemiştir. İkinci başvurucuya hitaben yazılmış mektupta genel olarak İnfaz Kurumunda yapılan bir sayım sonrasında birinci başvurucunun sağlık sorunları olmasına rağmen maruz kaldığını iddia ettiği bazı olaylar anlatılmıştır. Bu kapsamda mektupta, birinci başvurucunun İnfaz Kurumundaki sayım işleminin akabinde arkadaşlarıyla birlikte 30-40 gardiyan tarafından tartaklanarak, ağzı kapatılarak ve darp edilerek koğuştan alındığı, astım hastası olduğu ve nefes alamadığı arkadaşları tarafından söylenmiş olmasına rağmen bu tür müdahalelere devam edildiği, astım ve kalp ilacı üzerinden alınarak ve elleri kelepçelenerek süngerli odaya konulduğu ve burada uzun süre kaldığı ifadelerine yer verilmiştir. Mektupta ayrıca çeşitli sağlık sorunlarının tedavisi ve ilaçların temini için gerekli işlemlerin yapılmadığı, geciktirildiği veya aksatıldığına yönelik açıklamalara yer verilmiştir. İnfaz Kurumu Mektup Okuma Komisyonunun 26/2/2018 tarihli tutanağında söz konusu mektupta geçen "13/2/2018 günü saat 8:00'dan sonra bilinen sayım meselesinden dolayı oda'dan arkadaşlarım ile 30-40 gardiyan ile tartaklanarak alındım. Ağzım kapatıldı. Ağzım kapalı iken yumruklarla dirseklerle böğrüme vurdular. Daha önceki durumlar için size yazdığım şekilde bazen ilaçlarım verilmiyor. Epilepsi ilacım Epiks verilmemektedir." ifadelere yer verilerek mektubun yanıltıcı ve yanlış beyanlar içerdiği, kanun, tüzük ve yönetmelikler çerçevesinde yapılan uygulamaların sanki bir dayanağı olmadan uygulanıyormuş gibi gösterildiği, bu nedenle İnfaz Kurumu güvenliğinin tehlikeye düşürüldüğü, bu çerçevede mektubun sakıncalı ifadeler içerdiği değerlendirilmiştir. İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı 26/2/2018 tarihli kararıyla sakıncalı olduğu gerekçesiyle mektubun kurumda muhafazasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde mektubun yanlış ve yanıltıcı beyanlar içerdiği ifadesine yer verilmiştir. Birinci başvurucu karara karşı şikâyet başvurusunda bulunmuştur. Dilekçesinde, mektubunda yanlış veya yanıltıcı ifadeler olmadığını, yaşadıklarının tamamını dahi anlatmadığını, mektupla ilgisi olmayan bir gerekçe ile mektubunun alıkonulduğunu ifade etmiştir. Başvurucu, mevcut şikâyeti ile aralarında benzerlik olduğunu düşündüğü bazı derece mahkemesi kararları ile Anayasa Mahkemesinin bir kararına yer vererek avukatına sağlık sorunlarını ve kendi durumunu anlattığını ifade etmiş, kararın hukuka aykırı olduğunu ve kaldırılması gerektiğini savunmuştur. Bursa İnfaz Hâkimliği (İnfaz Hâkimliği) 1/3/2018 tarihli kararıyla şikâyetin reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 20/3/2006 tarihli ve 2006/10218 sayılı Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (İnfaz Tüzüğü) ve maddelerine yer vererek kanun, tüzük ve yönetmeliklere uygun olan uygulamaların kişi veya kuruluşları paniğe yöneltebilecek şekilde yanlış aktarıldığı ve mektubun İnfaz Tüzüğü'nün ilgili hükümlerine aykırı olduğu değerlendirilmiştir. Birinci başvurucu, karara itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde özetle, avukatına durumu ile ilgili bilgi verdiği ve hastalığı ile ilgili yaşadığı süreci anlattığı mektubunun alıkonulması kararının hukuka aykırı olduğunu ve iletişim hakkının engellendiğini ifade etmiştir. Bursa Ağır Ceza Mahkemesi 2/4/2018 tarihli kararıyla, İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesi ile itirazı reddetmiştir. Nihai karar birinci başvurucuya 4/4/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bireysel başvuru formu ve dosya kapsamındaki belgelerden ikinci başvurucunun nihai kararı 25/4/2018 tarihinde öğrendiği anlaşılmaktadır. Başvurucular 4/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Süleyman Araç (2), B. No: 2016/9882, 12/6/2019, §§ 17- 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun "İnfaz hâkimliklerinin görevleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: " Hükümlü ve tutukluların ... dışarıyla ilişkileri, ... gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak." 4675 sayılı Kanun'un "İnfaz hâkimliğine şikâyet ve usulü" kenar başlıklı maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:"Şikâyet yoluna, kendisi ile ilgili olmak kaydıyla hükümlü veya tutuklu ya da eşi, anası, babası, ayırt etme gücüne sahip çocuğu veya kardeşi, müdafii, kanunî temsilcisi veya ceza infaz kurumu ve tutukevi izleme kurulu başvurabilir."
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/14563
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlünün avukata yazdığı mektubun sakıncalı bulunarak muhatabına gönderilmemesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aşması ve makul sürede yargılamanın sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın ve maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 19/7/2013 tarihinde Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 16/1/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı 24/7/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 24/7/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı benzer başvurulara ilişkin önceki görüşlerine atıf yaparak görüş sunulmasına gerek görülmediğini bildirmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında ekonomik çıkar elde etmek için kurulmuş suç örgütüne üye olmak, birden fazla kişiyi öldürmek suçlarından 12/4/2006 tarihinde gözaltına alınmış ve Kocaeli Sulh Ceza Mahkemesince 15/4/2006 tarihinde 2006/209 sayılı kararla tutuklanmıştır. Başvurucunun da aralarında olduğu 20 sanık hakkında, suç örgütü faaliyeti kapsamında işlendiği iddia edilen suçlarla ilgili olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 11/8/2006 tarihli iddianamesiyle (CMK maddeyle görevli) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/231 Esas sayılı dosyasında kamu davası açılmıştır. Başvurucu vekili tutukluluğun 7 yıldır devam ettiğini belirterek 2/1/2013 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/231 E. sayılı dosyasında verilen tutukluluğun devamına ilişkin karara itiraz etmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 17/1/2013 tarih ve 2013/23 Değişik iş sayılı kararıyla tutukluluğun devamına ilişkin karara yapılan itiraz reddedilmiştir. Bu tarihten sonra 28/3/2013 ve 28/5/2013 tarihlerinde duruşma yapılarak, “mağdur beyanları, raporlar ve tutanaklar göz önünde bulunduğunda kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular, suçlara öngörülen cezaların alt ve üst sınırlarına göre kaçma şüphesinin varlığını gösteren olgular ve atılı suçların CMK 100/3 maddesinde gösterilmesi tutukluma nedenlerinin bulunduğu, ayrıca tutuklama nedenlerine göre de adli kontrol hükümlerinin uygulanması yetersiz kalacağı ve tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu anlaşılmakla; yine CMK.nun maddesinde Ağır Ceza Mahkemesinin görevine giren işlerde tutuklu süresinin en çok 2 yıl olduğu, bu sürenin zorunlu hallerde gerekçesi gösterilmek suretiyle 3 yıl daha uzatılabileceği, diğer suçlarda tutuklama süresinin 1 yıl olduğu, zorunlu hallerde 6 ay daha uzatılabileceği düzenlendiği, sanıklara atılı suçlar gerek 765 Sayılı gerek 5237 Sayılı TCK'nunlarında bağımsız olarak düzenlenmiş, her biri subutu halinde ayrı cezayı gerektirdiği, Ceza Muhakemesi Kanununa göre her suç ayrı bir kamu davasına konu olup, kişisel, hukuki ve fiili bağlantılar nedeniyle kamu davalarının birleştirilerek görülmesi mümkün bulunduğu, dosyamızda da sanıklara atılı suçlar fiili, kişisel ve hukuki bağlantı nedeniyle birlikte kamu davasına konu edilmiş ve aynı dosyada da yargılamaları sürdürüldüğü, davaların birleştirilmesi halinde de suçlar bağımsızlıklarını koruduğundan her suç için tutukluluk süresinin bağımsız olarak değerlendirilmesi gerektiği kabul edilerek bu nedenle sanıkların birden çok Ağır Ceza Mahkemesinin görevine giren suçlardan tutuklanmış olmaları ve kamu davasının kapsamı, sanık sayısı dikkate alınarak yargılamanın alacağı zaman nedeniyle kanunda belirtilen tutukluluk sürelerinin uzatılmasında zorunluluk bulunması, her suç yönünden gerekli olan tutukluluk sürelerinin dolmamış olması” gerekçesiyle tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. 16/7/2013 tarihli duruşmada 26/6/2013 tarihinde dosya üzerinden tutukluluk incelemesi yapıldığı belirtilerek yeni bir karar verilmemiştir. Başvurucu 19/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 8/11/2013 tarihli kararıyla başvurucunun 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 81/1, 82/1 (a), 220/2-3 maddeleri ve 6136 sayılı Kanun’un maddesi kapsamında toplam 35 yıl 19 ay 30 gün hapis ve 375 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun , ve maddeleri, 6136 sayılı Kanun’un maddesi. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi. 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir. (2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir.”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6799
Başvurucu, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aşması ve makul sürede yargılamanın sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 19. ve 38. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru; satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak açılan sicilin düzeltilmesi davasında hukuka uygun karar verilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu 1960 doğumlu olup Gaziantep'te ikamet etmektedir. Başvurucu 28/1/1986 yılında ölen A.nın oğludur. A. adına kayıtlı olan ve Gaziantep ili Şehitkamil ilçesi Suboğazı köyünde kâin 816 parsel sayılı taşınmaz A.nın, başvurucunun da aralarında bulunduğu mirasçılarına intikal etmiştir. Başvurucu, kendi hissesini Gaziantep Noterliğinin 10/4/1996 tarihli taşınmaz satış vaadi söyleşmesiyle 000 (eski) TL bedelle Y.Ç.ye satmayı vadetmiştir. Satış vaadi sözleşmesinde taşınmazın zilyetliğinin Y.Ç.ye devredildiği de ifade edilmiştir. Taşınmaz satış vaadi sözleşmesi doğrudan başvurucu tarafından imzalanmamış, başvurucunun verdiği ve Gaziantep Noterliğince 2/12/1993 tarihinde düzenlenen vekâletnameye istinaden Ç. tarafından imzalanmıştır. Ç., Y.Ç.nin babasıdır. Başvurucunun taşınmazın devri işlemini gerçekleştirmemesi üzerine Y.Ç. 14/3/2011 tarihinde Gaziantep Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) başvurucu aleyhine satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak sicilin düzeltilmesi davası açmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesi davacının gösterdiği üç tanığı, başvurucunun gösterdiği dört tanığı dinlemiştir. Davacının tanıkları genel olarak başvurucunun bağ ve fıstık ekili bulunan taşınmazı satış vaadi sözleşmesiyle davacıya sattığını, satış bedelinin başvurucuya ödendiğini, bazı yıllarda ürünler başvurucu tarafından toplansa da taşınmazın davacı tarafından kullanıldığını beyan etmiştir. Başvurucunun tanıkları ise satış vaadi sözleşmesinden haberdar olmadıklarını, bağ ve fıstık ekili bulunan tarlanın başvurucu tarafından kullanılmaya devam edildiğini belirtmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi 20/12/2011 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde olay ve olgular özetlendikten sonra, herhangi bir değerlendirmeye yer verilmeksizin şartları oluşmayan davanın reddi gerektiği ifade edilmiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 14/5/2012 tarihli kararıyla, davanın hangi sebeple reddedildiğinin anlaşılamadığı gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma kararına uyan Asliye Hukuk Mahkemesi 28/12/2012 tarihinde davayı yine reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, taşınmazın zilyetliğinin devredildiğinin davacı tarafından ispatlanamadığı vurgulanmıştır. Davacı tanıklarının dahi başvurucunun zaman zaman tarlada görüldüğünü beyan ettiğine işaret edilen kararda, başvurucunun tanıklarının, savunmasını doğrular nitelikte beyanda bulundukları belirtilerek bu durumun davacının taşınmazın zilyetliğini malik gibi devralmadığını gösterdiği ifade edilmiştir. Kararda neticeden, davanın zamanaşımı süresi içinde açılmadığı açıklanmıştır. Daire 15/4/2013 tarihinde ikinci kez kararı bozmuştur. Bozma kararında, taşınmaz satış vaadi sözleşmelerinde taşınmazın vaat alacaklısına teslim edilmiş olması hâlinde on yılık zamanaşımı süresinin dolduğu iddiasının ileri sürülmesinin 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesinde düzenlenen dürüstlük kuralıyla bağdaşmadığı belirtilmiştir. Bozma kararında 10/4/1996 tarihli satış vaadi sözleşmesinde başvurucunun temsilcisi Ç.nin dava konusu taşınmazın zilyetliğini vaat alacaklısına terk ve teslim ettiğini açıkça beyan ettiği vurgulanmıştır. Resmî şekilde düzenlenen senetlerin aksinin ancak aynı nitelikteki belgeyle kanıtlanabileceğine işaret edilen bozma kararında, bir kısım tanık beyanına dayanarak zilyetliğin devredilmediği kabul edilerek davanın on yıllık zamanaşımı süresi içinde açılmadığı sonucuna ulaşılmasının hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir. Bozma kararına uyan Asliye Hukuk Mahkemesi 19/12/2013 tarihinde davayı kabul ederek taşınmazın davacı adına tesciline hükmetmiştir. Kararda, Dairenin bozma kararına atıfta bulunulmuştur. Ancak Daire 24/10/2014 tarihinde üçüncü kez kararı bozmuştur. Bozma kararında, 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun maddesi hatırlatılarak vekilin, vekil edenin yararıyla bağdaşmayan bir davranış içerisinde bulunmasının vekilin sorumluluğunu gerektirdiği belirtilmiştir. Kararda, vekil ile sözleşme yapan kişinin de vekilin görevi kötüye kullandığını bilmediği ve bilmesine de imkân bulunmadığı hâllerde söz konusu sözleşmenin geçerli olduğu ifade edilmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesinin vekâlet yetkisinin kötüye kullanıldığı iddiası üzerinde durmadığının vurgulandığı bozma kararında, satıcı vekili Ç.nin alıcı Y.Ç.nin babası olduğu hususu da gözetilerek Ç.nin başvurucuyu zarara uğratma kastıyla hareket edip etmediği ve vekâlet görevini kötüye kullanıp kullanmadığı araştırılarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği açıklanmıştır. Bozma kararına uyan Asliye Hukuk Mahkemesi diğer tanıkların yanında başvurucunun kız kardeşi A.Ç.yi de dinlemiştir. A.Ç., taşınmazdaki hisselerini başvurucuyla birlikte noterde üvey dayıları Ç.ye sattıklarını ve satış bedelini noterde aldıklarını, Ç. tarafından taşınmazda fıstık ekimi yapıldığını beyan etmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi 2/5/2017 tarihinde davayı kabul etmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun kız kardeşi olan A.Ç.nin beyanları dikkate alındığında Ç.nin vekâlet yetkisini kötüye kullanmadığı, başvurucunun satış işleminden haberdar olduğu ve satışa rıza gösterdiği kanaatine varıldığı belirtilmiştir. Başvurucu, bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde, tanıkların köyde oturmaması sebebiyle beyanlarına itibar edilemeyeceği belirtilmiştir. Temyiz dilekçesinde ayrıca taşınmazın zilyetliğinin devredilmediği ve satış bedelinin kendisine ödenmediği iddia edilmiştir. Daire 24/4/2018 tarihinde kararı onamıştır. Karar düzeltme istemi Dairenin 14/3/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 9/4/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesinin Nevriye Kuruç ([GK], B. No: 2021/58970, 5/7/2022) kararında uzun süren yargılamalar nedeniyle tazminat talep edilebilecek bir mekanizmanın mevcut olmaması sebebiyle makul sürede yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Bunun yanında söz konusu kararın Resmî Gazete'de yayımlandığı tarihe kadar makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla yapılmış olan başvurular ile bu tarihten sonra kaydedilecek aynı mahiyetteki başvuruların incelenmesinin kararın Resmî Gazete'de yayımlanmasından itibaren dört ay süreyle ertelenmesine karar verilmiştir (Nevriye Kuruç, § 114). Bu durumda başvurunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyet yönünden ayrılmasına karar verilmesi gerekir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/13790
Başvuru; satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak açılan sicilin düzeltilmesi davasında hukuka uygun karar verilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, müşterek malik olunan taşınmazda yapılan kazı çalışmaları sırasında bulunan tarihi eserler için ikramiye ödenmemesi sebebiyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının, arkeolojik sit alanı ilan edilen taşınmazın kamulaştırılmaması ve takas talebinden sonuç alınamaması sebebiyle mülkiyet hakkının, aynı durumda olan başka kişilere ikramiye ödenmesi sebebiyle eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuruculardan Necati Yıldız adına yapılan başvuru 22/9/2014, diğer başvurucular adına yapılan başvuru ise 11/11/2014 tarihlerinde hakkâri Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde bir kısım eksik belgelerin tamamlanmasından sonra başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 22/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 21/3/2016 tarihli yazısında görüş sunulmamıştır. A. Olaylar Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların müştereken maliki bulundukları Hakkâri ili Merkez ilçesi Dağgöl Mahallesi Kale Dibi Mevkii 131 ada 47 parsel sayılı taşınmazda müşterek maliklerden Necdet Yıldız tarafından ev yapmak amacıyla temel kazısı yapılması sırasında "Hakkâri Stelleri" olarak adlandırılan ve 13 adet stelden oluşan tarihi eser niteliğinde yapılar bulunmuş ve 11/8/1998 tarihinde durum Hakkâri Valiliğine bildirilmiştir. Yapılan ilk incelemelerde arkeolog H.B. tarafından düzenlenen 18/8/1998 tarihli ve 37 sayılı raporda, bir kısmı toprak üzerinde görülen taşların in-sitü (özgün durum) olmayıp daha önceki dönemlerde bir yerden alınarak burada toplanmış olduğunun tespit edilmesi üzerine taşınır nitelikte olup az bir işçilikle çalınma ihtimalinin bulunması da dikkate alınarak bulundukları yerden toplanıp koruma altına alınmasına karar verildiği ve bu kapsamda çalışmalar yapıldığı belirtilmiştir. Bu aşamadan sonra Prof. Dr. S. tarafından Kültür Bakanlığına hitaben düzenlenen 15/10/1998 ve 19/10/1998 tarihli yazılarda, bulunan ünik karakterde 13 adet taş stelin Van Müze Müdürlüğü ve Van Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Araştırma Merkezi uzmanlarından oluşan heyet tarafından kent içinde güvenli bir yere taşındığı, kabaca İ.Ö. 1000 yıllarına ilişkin oldukları anlaşılan stellerin yalnızca Anadolu için değil tüm yakın doğu arkeolojisi açısından eşsiz olduğu ve başvuruculara ikramiye ödenebileceği ifade edilmiştir. Bu arada Kültür Bakanlığı Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun 11/11/1999 tarihli ve 2275 sayılı kararıyla, başvurucuların müştereken maliki bulundukları taşınmazı kapsayan alan derece arkeolojik sit alanı olarak tescil edilerek koruma altına alınmıştır. Bu kapsamda, başvuruculara ait taşınmazın kamulaştırılmasına karar verilmiş ise de kamulaştırma işlemleri tamamlanamamış, başvurucular tarafından 19/9/2002 tarihinde Kültür Bakanlığı aleyhine Hakkâri Asliye Hukuk Mahkemesinde 131 ada 47 parsel sayılı taşınmaz yönünden kamulaştırmasız el atmaya dayalı tazminat davası açılmıştır. Hakkâri Asliye Hukuk Mahkemesinin 21/1/2003 tarihli ve E.2002/301, K.2003/13 sayılı kararı ile taşınmazın sit alanı ilan edilmesinin başlı başına taşınmaza el atıldığı anlamına gelmediği, taşınmaza fiilen ve sahiplenmek maksadıyla el atılmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Kültür Bakanlığının 8/7/2003 tarihli yazısı kapsamında taşınmaz sahiplerinin Kesin İnşaat Yasağı Getirilen Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarının Bulunduğu Sit Alanlarındaki Taşınmaz Malların Hazineye Ait Taşınmaz Malları ile Değiştirilmesi Hakkındaki Yönetmelik hükümleri çerçevesinde başvurmaları halinde konunun değerlendirileceği başvuruculara 7/8/2003 tarihli ve 217 sayılı yazı ile bildirilmiştir. Başvurucular tarafından 8/3/2011 tarihinde kendilerine ait taşınmazın Hazineye ait başka taşınmazlarla takas edilmesi hususunda başvuruda bulunulmuştur. Takas başvurusunun tamamlanıp tamamlanmadığına ilişkin olarak başvuru dosyası kapsamında bilgi verilmemiştir. Öte yandan Van Müze Müdürlüğü tarafından başvuruculara ödenecek ikramiye bedelinin belirlenmesi amacıyla 7/12/1998 tarihinde oluşturulan değerlendirme heyeti tarafından düzenlenen 7/12/1998 tarihli tutanakta, 13 adet stel için toplam 375 TL değer takdiri yapıldığı belirtilmiştir. Van Valiliğince, belirlenen bedel üzerinden ikramiye ödenip ödenmeyeceği hususunda tereddüte düşülmesi üzerine Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğünün 13/4/1999 tarihli yazısıyla, 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile 11/8/1984 tarihli ve 18486 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Taşınır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Bulanlara, Haber Verenlere ve Yakalayan Kamu Görevlilerine Verilecek İkramiye ile İlgili Yönetmelik (ikramiye ile ilgili Yönetmelik) hükümleri uyarınca işlem yapılmasının uygun olacağını belirten Hukuk Müşavirliğinin 19/2/1999 ve 19/3/1999 tarihli görüş yazıları doğrultusunda işlem tesis edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu kapsamda, Van Müze Müdürünün, stellerin "in-sitü" (özgün durum) durumda bulunmadığı ve daha önceki dönemlerde bir yerden alınarak buluntu yerine gayri muntazam olarak yan yana ve üst üste toplandığı, stellerin taşınır kültür varlığı grubunda olması gerektiği ve ikramiye ödenebileceği yönündeki 3/5/1999 tarihli ve 295 sayılı görüşü doğrultusunda işlem tesis edilebileceği değerlendirilmiştir. Müşterek maliklerden Necdet Yıldız 10/8/1999, 19/10/2000 ve 24/11/2000 tarihli dilekçelerle, steller için takdir edilen bedelin düşük olduğunu ve itiraz ettiğini belirterek oluşturulacak üst kurul tarafından yeniden değer tespiti yapılmasını talep etmiştir. Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğünün 13/12/2000 tarihli ve 13671 sayılı kararı kapsamında oluşturulan komisyon tarafından yeniden yapılan inceleme sonucunda düzenlenen 5/4/2001 tarihli değerlendirme raporunda steller için 300 TL değer takdir edilmiştir. Hakkâri Valiliğinin 9/12/2001 tarihli ve 366 sayılı yazısı ile ikramiye ödemesi için ödenek talep edilmiş; Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğünün 11/2/2002 tarihli ve 1762 sayılı yazısı ile 2863 sayılı Kanun'un maddesi ile ikramiyeyle ilgili Yönetmelik'in maddesi uyarınca ikramiye ödenmesine imkân bulunmadığı belirtilmiştir. Bu durum, 20/9/2002 tarihli yazı ile müşterek maliklerden Necdet Yıldız'a bildirilmiştir. Başvurucular 5/6/2002 tarihli 2002/8835-8836 sayılı dilekçeler ile Kültür Bakanlığına idari başvuruda bulunmuşlar, 2863 sayılı Kanun ve ikramiye ile ilgili Yönetmelik hükümleri uyarınca ikramiye ödenmesi gerektiğini ve her iki raporda tespit edilen bedeller arasında ciddi fark olduğunu belirterek yeniden inceleme yapılmasını ve ikramiyeödenmesini talep etmişlerdir. Başvuru 26/7/2002 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucular, müşterek maliki bulundukları taşınmazda Necdet Yıldız tarafından bulunan stellerin paha biçilemez değerde bulunduğunu, daha önce belirlenen bedellerin hatalı tespit edildiğini, stellerin taşınır kültür varlığı olduğu hususunun taraflar arasında tartışmasız olduğunu, uyuşmazlığın eserlerin değerine ilişkin bulunduğunu, ikramiye ödenmesine ilişkin başvurunun reddinin hukuka aykırı olduğunu belirterek Necdet Yıldız tarafından bulunan steller için 000 TL, daha sonra yapılan kazı çalışmaları sonucu ortaya çıkan tarihi eserler için 000 TL olmak üzere toplam 000 TL ikramiyenin ödenmesine karar verilmesi istemiyle Kültür Bakanlığı aleyhine 19/9/2002 tarihinde Van İdare Mahkemesinde dava açmışlardır. Mahkemenin 21/10/2003 tarihli ve E.2002/971, K.2003/747 ile 19/3/2004 tarihli ve E.2004/56, K.2004/227 sayılı kararları ile dava dilekçesi ve eklerinden taşınmazın maliki olarak davacılardan farklı kişilerin görülmesi, davacıların dava konusu taşınmaz ile hukuki bağlarını ortaya koyacak belgelerin sunulmaması, hangi davacı için ne kadar tazminat istendiğinin belirtilmemesi, daha sonraki kazılarda elde edildiği belirtilen eserlere ilişkin bilgi ve belge sunulmamış olması gibi sebeplerle 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin 1/d bendine dayalı olarak dava dilekçelerinin reddine karar verilmiştir. Eksiklikler tamamlanmak suretiyle yeniden verilen dava dilekçesi üzerine yapılan yargılama sonunda Mahkemenin 29/5/2007 tarihli ve E.2004/509, K.2007/1204 sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "... Dava konusu olayda, davacılar tarafından bulunan eserlerin stel olduğu, ilgili mevzuatta stellerin taşınmaz kültür varlığı olarak nitelendirildiği tartışmasız olmakla birlikte, bulunan eserlerin in sitü (özgün konum) durumda bulunup bulunmadığı hususu tartışma konusu olup, bu durumun stellerin Yasa kapsamında taşınmaz kültür varlığı olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği tartışmasına yol açtığı, eserler bulunduğunda yapılan ilk incelemeler sonucunda arkeologlar tarafından -stellerin in-sitü (özgün konum) durumunda bulunmadığı ve daha önceki dönemlerde bir yerden alınarak buluntu yerine getirildiği- dolayısıyla taşınır kültür varlığı olarak nitelendirilmeleri gerektiği yönünde görüş bildirilmekle birlikte, 1999 yılında yapılan kazı çalışmalarına katılan Prof. Dr. S.in yazdığı “Hakkâri TAŞLARI” adlı eserinde taşların in sitü (özgün konum) durumda olduğu belirtilmekle stellerin, Yasa kapsamında değerlendirilmesi gereken taşınmaz kültür varlığı olduğu tartışmasız hale gelmektedir.Bu durumda, yukarıda belirtilen Yasa ve yönetmelik uyarınca, yalnızca taşınır kültür varlıklarını bulan ve haber verenlere ikramiye ödenmesi mümkün olup, kazılarda ortaya çıkan taşınır kültür varlıkları için herhangi bir ikramiye ödenmesi söz konusu olmadığından, Yasada taşınmaz kültür varlığı olarak belirtilen steller ve daha sonra yapılan kazı çalışmaları sonucunda ortaya çıkarılan eserler için davacılara ikramiye ödenmesine yasal olanak bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır." Temyiz üzerine Danıştay Altıncı Dairesinin 10/2/2010 tarihli ve E.2008/1699, K.2010/1247 sayılı ilamıyla, gerekçeli kararda davacı Necdet Yıldız'ın vekilinin hatalı şekilde tüm davacıların vekili olarak gösterilmesi, başvurucular vekilinin kararda isminin belirtilmemiş bulunması ve kendisine gerekçeli kararın tebliğ edilmemiş olması sebebiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda 28/10/2010 tarihli ve E.2010/2462, K.2010/1760 sayılı karar ile 29/5/2007 tarihli ilk kararda belirtilen aynı gerekçelerle davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Danıştay Ondördüncü Dairesinin 16/4/2012 tarihli ve E.2011/12365, K.2012/2728 sayılı ilamıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi ise Danıştay Ondördüncü Dairesinin 18/6/2014 tarihli ve E.2013/666, K.2014/6901 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Karar, başvurucular vekiline 22/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular vekilince Necati Yıldız yönünden 22/9/2014, diğer başvurucular yönünden ise 11/11/2014 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. B. İlgili Hukuk 2863 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili bölümü şöyledir: "(1) (Değişik: 14/7/2004 – 5226/1 md.)"Kültür varlıkları"; tarih öncesi ve tarihi devirlere ait bilim, kültür, din ve güzel sanatlarla ilgili bulunan veya tarih öncesi ya da tarihi devirlerde sosyal yaşama konu olmuş bilimsel ve kültürel açıdan özgün değer taşıyan yer üstünde, yer altında veya su altındaki bütün taşınır ve taşınmaz varlıklardır." 2863 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"Taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarını bulanlar, malik oldukları veya kullandıkları arazinin içinde kültür ve tabiat varlığı bulunduğunu bilenler veya yeni haberdar olan malik ve zilyetler, bunu en geç üç gün içinde, en yakın müze müdürlüğüne veya köyde muhtara veya diğer yerlerde mülki idare amirlerine bildirmeye mecburdurlar. ... Böyle bir ihbarı alan muhtar, mülki amir veya bu gibi varlıklardan doğrudan doğruya haberdar olan ilgili makamlar, bunların muhafaza ve güvenlikleri için gerekli tedbirleri alırlar. Muhtar, aynı gün alınan tedbirlerle birlikte durumu en yakın mülki amire; mülki amir ve diğer makamlar ise on gün içinde, yazı ile Kültür ve Turizm Bakanlığına ve en yakın müze müdürlüğüne bildirir. İhbar alan Bakanlık ve müze müdürü bu Kanun hükümlerine göre, en kısa zamanda gerekli işlemleri yapar." 2863 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili bölümü şöyledir: "Devlete, kamu kurum ve kuruluşlarına ait taşınmazlar ile özel hukuk hükümlerine tabi gerçek ve tüzelkişilerin mülkiyetinde bulunan taşınmazlarda varlığı bilinen veya ileride meydana çıkacak olan korunması gerekli taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları Devlet malı niteliğindedir." 2863 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları şunlardır:  a) Korunması gerekli tabiat varlıkları ile 19 uncu yüzyıl sonuna kadar yapılmış taşınmazlar,  b) Belirlenen tarihten sonra yapılmış olup önem ve özellikleri bakımından Kültür ve Turizm Bakanlığınca korunmalarında gerek görülen taşınmazlar, c) Sit alanı içinde bulunan taşınmaz kültür varlıkları,  d) Milli tarihimizdeki önlemleri sebebiyle zaman kavramı ve tescil söz konusu olmaksızın Milli Mücadele ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda büyük tarihi olaylara sahne olmuş binalar ve tesbit edilecek alanlar ile Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından kullanılmış evler. Ancak, Koruma Kurullarınca mimari, tarihi, estetik, arkeolojik ve diğer önem ve özellikleri bakımından korunması gerekli bulunmadığı karar altına alınan taşınmazlar, korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı sayılmazlar. Kaya mezarlıkları, yazılı, resimli ve kabartmalı kayalar, resimli mağaralar, höyükler, tümülüsler, ören yerleri, akropol ve nekropoller; kale, hisar, burç, sur, tarihi kışla, tabya ve isihkamlar ile bunlarda bulunan sabit silahlar; harabeler, kervansaraylar, han, hamam ve medreseler; kümbet, türbe ve kitabeler, köprüler, su kemerleri, su yolları, sarnıç ve kuyular; tarihi yol kalıntıları, mesafe taşları, eski sınırları belirten delikli taşlar, dikili taşlar; sunaklar, tersaneler, rıhtımlar; tarihi saraylar, köşkler, evler, yalılar ve konaklar; camiler, mescitler, musallalar, namazgahlar; çeşme ve sebiller; imarethane, darphane, şifahane, muvakkithane, simkeşhane, tekke ve zaviyeler; mezarlıklar, hazireler, arastalar, bedestenler, kapalı çarşılar, sandukalar, steller, sinagoklar, bazilikalar, kiliseler, manastırlar; külliyeler, eski anıt ve duvar kalıntıları; freskler, kabartmalar, mozaikler, peri bacaları ve benzeri taşınmazlar; taşınmaz kültür varlığı örneklerindendir.  Tarihi mağaralar, kaya sığınakları; özellik gösteren ağaç ve ağaç toplulukları ile benzerleri; taşınmaz tabiat varlığı örneklerindendir." 2863 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Taşınmaz kültür varlıkları ve parçalarının, bulundukları yerlerde korunmaları esastır. Ancak, bu taşınmaz kültür varlıklarının başka bir yere nakli zorunluluğu varsa veya özellikleri itibariyle nakli gerekli ise, Koruma Bölge Kurullarının uygun görüşü ve gereken emniyet tedbirleri alınmak suretiyle Kültür ve Turizm Bakanlığınca istenilen yere nakledilebilir. Kültür varlığının nakli dolayısıyla taşınmazın maliki bir zarara maruz kalmışsa, Kültür ve Turizm Bakanlığınca oluşturulacak bir komisyonun tespit edeceği tazminat zarar görene ödenir." 2863 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili bölümü şöyledir: "Devlet malı niteliğini taşıyan korunması gerekli taşınır kültür ve tabiat varlıklarının Devlet elinde ve müzelerde bulundurulması ve bunların korunup değerlendirilmeleri Devlete aittir. Bu gibi varlıklardan gerçek ve tüzelkişilerin ellerinde bulunanlar, değeri ödenerek Bakanlık tarafından satın alınabilir." 2863 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili bölümü şöyledir: "Dördüncü maddeye göre Kültür ve Turizm Bakanlığına bildirilen taşınır kültür ve tabiat varlıkları ile 23 üncü maddede belirlenen korunması gerekli taşınır kültür ve tabiat varlıkları, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından bilimsel esaslara göre tasnif ve tescile tabi tutulurlar. Bunlardan Devlet müzelerinde bulunması gerekli görülenler, usulüne uygun olarak müzelere alınırlar.... Tasnif ve tescil dışı bırakılan ve müzelere alınması gerekli görülmeyenler, sahiplerine bir belge ile iade olunurlar. Belge ile iade olunan kültür varlıkları üzerinde, sahipleri her türlü tasarrufta bulunabilirler. Bir yıl içinde sahipleri tarafından alınmayanlar, müzelerde saklanabilir veya usulüne uygun olarak Devletçe satılabilir." 2863 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili bölümü şöyledir: "Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yer üstünde, yer altında ve su altında bulunan taşınır kültür varlıklarını 4 üncü maddede yazılı makam ve mercilere, aynı maddede yazılı süreler içerisinde haber verenlere: a) Bulunan varlık, bunların mülkü içinde ise bu Kanunun 24 üncü ve 25 inci maddeleri uygulanır. Ayrıca ikramiye verilmez. b) Bulunan varlık başkasının mülkü içinde ise Kültür ve Turizm Bakanlığınca varlığın değeri dikkate alınarak, takdir olunacak bedelin % 80'i ikramiye olarak bulan ile mülk sahibi arasında yarı yarıya paylaştırılır. c) Kültür varlığı Devlete ait arazide bulunmuş ise, takdir olunacak bedelin % 40'ı bulana ikramiye olarak verilir.... f) Yukarıdaki fıkralardan herhangi biri uyarınca kültür varlıklarını bulan, haber veren veya yakalayan kişiler birden fazla ise verilecek ikramiyeler bunlar arasında eşit olarak paylaştırılır. ..." İkramiye ile ilgili Yönetmelik'in maddesinin ilgili bölümü şöyledir: "Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yerüstünde, yeraltında ve sualtında taşınır kültür ve tabiat varlığı bulunduğunu bilenler veya varlığından yeni haberdar olan malik veya zilyetlerden; bunu en geç üç gün içinde en yakın müzeye, köyde muhtara veya diğer yerlerde mülki idare amirlerine haber verenlere;  a) Varlık, bulanın mülkü içinde ise; "Korunması Gerekli Taşınır Kültür ve Tabiat Varlıklarının Tasnifi, Tescili ve Müzelere Alınmaları Hakkında Yönetmelik" gereğince tespit edilecek değeri usulüne göre ödenerek müzelerce satın alınır. Ayrıca ikramiye verilmez.  b) Varlık başkasının mülkü içinde ise ilgili Yönetmeliğine göre takdir edilecek bedelin % 80'i ikramiye olarak bulan ile mülk sahibi arasında eşit olarak paylaştırılır.  c) Varlık Devlete ait arazide bulunmuş ise, ilgili Yönetmeliğine göre takdir olunacak bedelin % 40'ı bulana ikramiye olarak ödenir.  d) Nerede bulunursa bulunsun haber verilen varlık, korunması gerekli nitelikte kültür ve tabiat varlığı olmadığı takdirde sahiplerine, müzelerce verilecek bir belge ile iade olunur. Bu belge iade olunan varlık ile sahibini açıkça tanımlayabilecek nitelikte düzenlenir.  Belge ile iade olunan varlıklar üzerinde sahipleri her türlü tasarrufta bulunabilirler. Bir yıl içinde sahiplerince alınmayan varlıklar müzelerde saklanabilir veya usulüne uygun olarak Devletçe satılabilirler." İkramiye ile ilgili Yönetmelik'in maddesi şöyledir: "Taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile, nerede bulunursa bulunsun varlığı Bakanlıkça daha önceden bilinen taşınır kültür ve tabiat varlıkları için ihbar ikramiyesi ödenmez."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15635
Başvuru, müşterek malik olunan taşınmazda yapılan kazı çalışmaları sırasında bulunan tarihi eserler için ikramiye ödenmemesi sebebiyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının, arkeolojik sit alanı ilan edilen taşınmazın kamulaştırılmaması ve takas talebinden sonuç alınamaması sebebiyle mülkiyet hakkının, aynı durumda olan başka kişilere ikramiye ödenmesi sebebiyle eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, Şırnak'ın Cizre ilçesinde güvenlik güçleri tarafından terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonlar sırasında yaralanan kişiye gerekli tıbbi tedavinin sağlanmaması, gereksiz ve orantısız güç kullanımı nedeniyle ölüm olayı meydana gelmesi ve olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.A. Başvuruya Dayanak Oluşturan Olayların Arka Planı Olayların arka planı ile ilgili açıklamalara Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], (B. No: 2017/37897, 5/7/2022, §§ 16-28) kararında yer verilmiştir. Suriye'nin Türkiye sınırında bulunan Ayn el Arap (Kobani) kentinde -PKK'nın Suriye kolu olduğu kabul edilen- PYD ile DAEŞ arasındaki çatışmalar, 2014 yılının Eylül ayı sonunda ve Ekim ayı başında yoğunlaşmıştır (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, § 21). Suriye'deki çatışmalar dolayısıyla tepkilerini dile getirdiğini ileri süren gruplar 6/10/2014 tarihinden itibaren Türkiye'nin birçok yerinde günlerce devam eden ve kamuoyunda “6-7 Ekim olayları” olarak adlandırılan şiddet eylemlerini gerçekleştirmiştir. Bu eylemler sırasında ülkenin pek çok yerinde kamu binalarına, banka şubelerine, işyerlerine, araçlara, güvenlik güçlerine ve sivillere taş, sopa, molotof kokteyli ve silahlarla saldırıda bulunulmuştur. Bu sırada kamu makamlarınca güvenliğin sağlanması için birçok şehirde eğitime ara verilmiş ve sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir (Gülser Yıldırım (2), § 26). Türkiye, 2015 yılı Temmuz ayından itibaren giderek yoğunlaşan terör saldırılarına maruz kalmıştır. Tırmanan terör saldırılarını PKK/KCK terör örgütünün öz yönetim ilanları izlemiştir. Öz yönetim ilan edilen bölgelerde Öz Savunma Birlikleri (ÖSB) adı altında silahlı gruplar oluşturan PKK terör örgütü, bu gruplar ve YDG-H (Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi) eliyle yollara barikat kurma, hendek kazma ve tünel açma gibi eylemlerde bulunmuştur (Gazal Kolanç ve diğerleri, §§ 25-27). Öz yönetim ilan ettiği bölgelerde patlayıcıyla tuzaklanmış hendekler kazmak ve barikatlar kurmak suretiyle yalıtılmış bölgeler oluşturmaya çalışan PKK terör örgütü, kamuoyunda hendek olayları olarak adlandırılan ve aylarca devam eden bu süreçte roketatarlar, keskin nişancı tüfekleri, patlayıcılar ve otomatik saldırı tüfekleri kullanarak terör saldırıları düzenlemiştir. Okullar, hastaneler, barajlar, adliye binaları, ambulanslar gibi temel kamu hizmetlerini sağlayan eşya ve binaların yanında sivilleri de hedef alan bu terör saldırılarında 335 sivil hayatını kaybederken 106 kişi yaralanmıştır. Terör saldırılarında 859 güvenlik görevlisi ve Derik kaymakamı şehit olmuş, 711 güvenlik görevlisi yaralanmıştır. Bu terör eylemlerinin engellenmesi, halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla sözde öz yönetim ilan edilen bazı bölgelerde mülki idare amirliklerince sokağa çıkma yasakları uygulanarak terörle mücadele operasyonları başlatılmıştır (hendek olayları, öz yönetim ilanları, PKK terör örgütünün şehir savaşı stratejisi ve sokağa çıkma yasakları hakkında arka plan bilgisi ile ayrıntılı açıklamalar için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri, §§ 16-28, 67, 346-348). Terörle mücadele operasyonlarının gerçekleştirildiği bölgelerin bazılarında sokağa çıkma yasakları uygulanmış ve bazıları geçici süreyle askerî güvenlik bölgesi ilan edilmiştir. Bu kapsamda terör örgütü üyelerinin yakalanarak halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla anılan il ve ilçelerin bir kısmında sokağa çıkma yasakları ilan edilmiş fakat güvenlik güçlerince yürütülen operasyonların sona ermesinin ardından söz konusu yasaklar kaldırılmıştır (Ayşe Çelik, B. No: 2017/36722, 9/5/2019, § 12). Şırnak Valiliği, Cizre ilçesinde ilk olarak terörle mücadele operasyonlarının düzenlendiği bazı yerlerde uygulanan sokağa çıkma yasakları kapsamında 4/9/2015 tarihinden itibaren terör örgütü mensuplarının etkisiz hâle getirilmesi, mayın ve patlayıcılarla tuzaklanmış barikat ve hendeklerin bertaraf edilmesi, vatandaşların can, mal güvenliğinin ve kamu düzeninin sağlanması amacıyla sokağa çıkma yasağı ilan edildiğini açıklamıştır. Cizre'de bu tarihten itibaren çeşitli defalar kaldırılıp yeniden uygulamaya konulan ve uygulama saatleri değiştirilen sokağa çıkma yasağı 10/4/2017 tarihinde tamamen kaldırılmıştır (Gazal Kolanç ve diğerleri, § 28). Şırnak Valiliğinin olaylarla ilgili olarak Anayasa Mahkemesine 28/1/2016 tarihinde verdiği bilgiler özetle şöyledir: i. Sokağa çıkma yasağı ilan edilen bölgelerde terör örgütü üyelerinin saldırıları devam etmektedir. Terör örgütü, silahlı ve bombalı eylemlerle temel kamu hizmetlerinin sunulmasını engellemektedir. Sokağa çıkma yasaklarıyla, yerleşim yerleri içinde terör örgütü mensupları ile girilen silahlı çatışmalar sırasında bölgede yaşayan vatandaşlarımızın can ve mal emniyetinin sağlanması amaçlanmaktadır. ii. Şırnak Valiliği güvenlik operasyonlarının icra edileceği Silopi ve Cizre ilçelerinde yaşayan halkın temel ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli planlama ve düzenlemeleri yapmıştır. Bu kapsamda Cizre Devlet Hastanesi hizmet vermeye devam etmekte, dört eczane dönüşümlü olarak eczacılık hizmetlerini sürdürmektedir. Ambulanslar 14/12/2015 ile 27/1/2016 tarihleri arasında 295 vakaya müdahale etmiştir. 112 ve 155 yardım hatları faaliyettedir. 155 hattına başvuran tüm vatandaşlara gıda ve temel ihtiyaç malzemesi dağıtımı yapılmıştır. Bazı market ve bakkallarla birlikte ekmek fırınları açık tutulmaktadır.iii. 5/9/2015-4/1/2016 tarihleri arasında Cizre’de 112 Acil yardım hattına yapılan çağrıların %84’ü cevaplanmıştır. Sağlık personelinin yaşamlarının korunması amacıyla müdahale edilemeyen vakalara, vaka bölgesinde güvenlik sağlandıktan hemen sonra müdahale edilmektedir. Bu süreçte sağlık personeli ve ambulanslar terör örgütü tarafından birçok defa saldırıya uğramış, buna rağmen hizmetler devam etmiştir (Gazal Kolanç ve diğerleri, § 35).B. Başvuruya Konu Olaylar ve Bireysel Başvuru Süreci Cizre ilçesi Sur Mahallesi Akdeniz Sokak 18 numaralı binada 11/2/2016 tarihinde başvurucunun kızına ait olan da dâhil olmak üzere 12 ceset bulunmuştur. Kolluk görevlileri cesetlerin bulunduğu bölgeyi S-223 olarak tanımlamıştır. Cizre Emniyet Müdürlüğünün 11/2/2016 tarihli Arama ve Elkoyma Tutanağında arama kararı kapsamında ağır hasarlı binaya girildiğinde 12 ceset tespit edildiği, cesetlerin yanında 2 adet roket mermisi, 2 adet güçlendirilmiş roket mermisi, 4 adet el bombası, 2 adet el bombası pimi, 1 adet piknik tüpü şeklinde el yapımı patlayıcı, 7 adet RPG mermisi, çok sayıda uzun namlulu silah, silah ile bunlara ait mühimmat bulunduğu belirtilmiştir. Cizre Emniyet Müdürlüğü Olay Yeri Grup Amirliği görevlilerince düzenlenen 11/2/2016 tarihli Olay Yeri İnceleme Raporu'nda fotoğraf çekimi ve kamera kaydı ile olay yerinde delillerin tespit edildiği, cesetlerin otopsi yapılmak üzere gönderildiği, olay yerinde bulunan patlayıcıların imha uzmanına teslim edildiği, diğer materyallerin muhafaza altına alındığı belirtilmiştir. Silopi Cumhuriyet Başsavcılığının 12/2/2016 tarihli Ölü Muayene ve Otopsi Tutanağı'nda kimliği belirsiz ceset üzerinde yapılan otopsi işlemi neticesinde adli tıp uzmanı bilirkişi hekimlerin kişinin ölümünün penetran cisim yaralanmasına bağlı kosta, ekstremite ve pelvis kemik kırıkları ile birlikte iç organ yaralanmasından gelişen iç kanama sonucu meydana geldiği kanaatini bildirdiği belirtilmiştir. Soruşturma kapsamında dinlenen gizli tanıklar B.ve İ., öleni Ronahi kod adlı K. olarak tanıdıklarını, ölenin öğrenci ve Dem-Genç üyesi olduğunu, Cizre'ye dışarıdan geldiğini, nöbet tuttuğunu, operasyonlar esnasında güvenlik güçleri ile silahlı olarak girdiği çatışmada öldüğünü beyan etmiştir. Yine, soruşturma kapsamında yapılan internet araştırmalarında Anf isimli ajansın internet sitesinde K.nın PKK terör örgütünün silahlı yapılanmalarından olan YPS'nin (Yekineyen Parastina Sivil-Sivil Savunma Birlikleri) öz yönetim direnişinde yaşamını yitirdiğinin ifade edildiği tespit edilmiştir. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından yürütülen soruşturma neticesinde 4/2/2017 tarihinde maktul şüpheli K. hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Karar gerekçesinde özet olarak, olay tarihinde terör örgütü mensuplarıyla güvenlik güçleri arasında silahlı çatışma yaşandığı, gerçekleşen silahlı çatışmalardan sonra evlerde yapılan aramalarda K.nın cesedi ile terör örgütü üyelerinin cesetlerinin ve mühimmat bulunduğu, maktul şüphelinin güvenlik güçlerine silahlı ve bombalı saldırı gerçekleştirdiği ve çatışma esnasında öldüğü ifade edilmiştir. Başvurucu, kovuşturmaya yer olmadığına dair karara özetle ölüm olayı yönünden etkili bir soruşturma yürütülmediğini belirterek itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazını inceleyen Şırnak Sulh Ceza Hâkimliğince özet olarak Başsavcılığın olayda meşru müdafaa şartlarının oluştuğu ve hukuka uygunluk sebebi bulunduğu değerlendirmesinde yanlışlık bulunmadığı gerekçesiyle 12/10/2017 tarihinde itirazın reddine karar verilmiştir. Başvurucu nihai kararı 17/11/2017 tarihinde öğrendikten sonra 15/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Tedbir Talepli Önceki Bireysel Başvuruya İlişkin Süreç Başvurucunun kızı K.nın kimlik numarası belirtilerek Avukat Öztürk Türkdoğan tarafından 10/2/2016 tarihinde tedbir istemiyle 2016/2629 numaralı bireysel başvuru yapılmıştır. Başvuruda, sokağa çıkma yasağının hukuki olmaması, adlarına başvuru yapılan kişilerin güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu ağır yaralanması, hâlihazırda bahsi geçen bodrum katında yaralı olarak bulunmaları, cankurtaranların adlarına başvuru yapılan kişilerin bulunduğu yere gitmesine izin verilmemesi ve sözü edilen kişilerin insan onurunu zedeleyen bir muameleye maruz bırakılmaları nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, kötü muamele yasağının ve yaşam hakkının ihlal edildiği ileri sürülerek sokağa çıkma yasağının uygulanmaması, gerekli tıbbi yardım sağlanarak adlarına başvuru yapılan kişilerin yaşam haklarının ve fiziksel bütünlüklerinin korunması yönünde geçici tedbir kararı verilmesi ve anılan ihlallerin tespit edilmesi talep edilmiştir. İkinci Bölüm 12/2/2016 tarihinde, tedbir kararı verilmesine yer olmadığına, kamu makamlarının kim olduklarına bakılmaksızın başvurucu olduğu belirtilen kişilerin bulunduğu yerin tespiti ve sağlık hizmetlerine erişimleri için gerekli tedbirleri almaya devam etmesine, Cizre Cumhuriyet Başsavcılığından başvurucu olduğu belirtilen kişilerin hayatını kaybedenler arasında olup olmadığının bildirilmesinin istenmesine ve Şırnak Valiliğinin (Valilik) sonraki gelişmelerden Anayasa Mahkemesini gecikmeksizin bilgilendirmesine karar vermiştir. İkinci Bölüm tarafından 21/4/2021 tarihinde, Avukat Öztürk Türkdoğan tarafından yapılan başvuruda, geçerli mazeret olmaksızın eksikliğin süresinde tamamlanmaması nedeniyle başvurunun reddine karar verilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) Başvuru Süreci K. ve diğer 19 kişi adına 12/2/2016 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuru yapılmıştır. Adlarına başvuru yapılan kişilerin ölümleri üzerine başvurucu Kemal Koç başvuruyu hayatını kaybeden yakını adına devam ettirmek istediğini bildirerek AİHM'e yeni bir başvuru formu sunmuştur. AİHM, 6/12/2016 tarihinde başvurucunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) , ve maddesi kapsamındaki şikâyetlerine ilişkin incelemenin ertelenmesine ve açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle Sözleşme’nin , ve maddeleri kapsamındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. 12/3/2019 tarihinde ise iç hukuk yollarının tüketilmemesi nedeniyle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (kısmi kabul edilebilirlik kararı için bkz. Koç ve diğerleri/Türkiye, B. No: 8536/16, 6/12/2016; kabul edilemezlik kararı için bkz. Aydın ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 63130/15 63133/15 63138/15 ..., 12/3/2019).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/39437
Başvuru, Şırnak'ın Cizre ilçesinde güvenlik güçleri tarafından terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonlar sırasında yaralanan kişiye gerekli tıbbi tedavinin sağlanmaması, gereksiz ve orantısız güç kullanımı nedeniyle ölüm olayı meydana gelmesi ve olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, terörizmin finansmanı suçundan dolayı başlatılan ceza soruşturması sırasında verilen kayyım atama kararı nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. FETÖ/PDY ve Darbe Girişimine İlişkin Genel Bilgiler Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanma bulunmaktadır (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 21-25). Yetkili makamlarca ve soruşturma mercilerince 15 Temmuz darbe teşebbüsünün faili olduğu belirtilen FETÖ/PDY'ye ilişkin olarak özellikle son yıllarda yürütülen soruşturma ve kovuşturmalarda bu yapılanmanın özellikleri ve faaliyetleriyle ilgili birçok tespit ve değerlendirmeye yer verilmiştir. Buna göre devletin anayasal kurumlarını ele geçirmek, sonrasında devleti, toplumu ve fertleri kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden şekillendirmek ve oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomiyi, toplumsal ve siyasal gücü yönetmek amacıyla mevcut idari sisteme paralel şekilde örgütlenen, ulusal ve uluslararası düzeyde siyasi ve ekonomik ittifaklar kuran FETÖ/PDY devlet ve toplum üzerinde bir vesayet kurumu hâline gelmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26). Türk yargı organları, yakın dönemde verdikleri birçok kararda FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğunu kabul etmiştir. Bu kapsamda Yargıtay Ceza Genel Kurulu 26/9/2017 tarihinde (E.2017/MD-956, K.2017/370) ve -terör suçlarına ilişkin davaların temyiz mercii olan- Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 ve 14/7/2017 tarihlerinde verdiği kararlarda (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21) FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğu sonucuna varmıştır. FETÖ/PDY'nin ulusal güvenlik üzerinde oluşturduğu tehdit; idari organların karar, açıklama ve uygulamalarına da konu olmuştur. Bu bağlamda devlet yetkilileri sürekli olarak anılan yapılanmanın ülke güvenliği için bir tehdit olduğuna dair açıklamalarda bulunmuştur. Bu değerlendirmeler Millî Güvenlik Kurulu (MGK) kararlarında da ifade edilmiştir. MGK; söz konusu yapılanmayı 2014 yılı başından itibaren sırasıyla halkımızın huzurunu ve ulusal güvenliğimizi tehdit eden yapılanma, devlet içindeki illegal yapılanma, kamu düzenini bozan iç ve dış legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten paralel yapılanma, paralel devlet yapılanması, terör örgütleriyle iş birliği içinde hareket eden paralel devlet yapılanması ve bir terör örgütü olarak kabul etmiştir. Söz konusu MGK kararlarının her biri basın duyuruları aracılığıyla kamuoyuyla paylaşılmıştır. Yine FETÖ/PDY 2014 yılında, Millî Güvenlik Siyaset Belgesi'nde Legal Görünümlü İllegal Yapılar başlığı altında Paralel Devlet Yapılanması adıyla yer almış; Jandarma Genel Komutanlığı ise 8/1/2016 tarihinde FETÖ/PDY'yi mevcut terör örgütleri listesine dâhil etmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 33). Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl bugüne kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve soruşturma mercileri -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden FETÖ/PDY yapılanmasının olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 12-25). Darbe girişiminin engellenmesinden sonra başta yargı mensupları ve emniyet görevlileri olmak üzere çok sayıda kamu görevlisiyle ilgili disiplin soruşturmaları yürütülmüş, birçok kamu görevlisi hakkında kamu görevinden çıkarma da dâhil olmak üzere disiplin yaptırımları veya idari tedbirler uygulanmıştır. Ayrıca FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu değerlendirilen bazı ticari kuruluşlara, finans kuruluşlarına ve medya organlarına yönelik idari birtakım tedbirlere de başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 34, 35).B. FETÖ/PDY'nin Mali Yapılanmasına İlişkin Genel Bilgiler FETÖ/PDY'nin mali yapılanması ve finans kaynakları çok sayıda yargı kararı ile idari işlem ve raporlarda ortaya konulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26; Yargıtay Ceza Dairesinin 10/7/2017 tarihli ve E.2017/1517, K.2017/4830 sayılı, 28/12/2017 tarihli ve E.2017/2999, K.2017/5811 sayılı kararları; Mali Suçları Araştırma Kurulu tarafından düzenlenen 5/8/2016 ve 5/10/2016 tarihli raporlar). Bu kararlar ile raporlara göre örgütün mali yapılanmasına ilişkin tespitler şöyle özetlenebilir:i. FETÖ/PDY; bünyesinde bulunan ışık (talebe) evleri, okullar, yurtlar ve dershaneler aracılığıyla ulaştığı gençleri amaçları doğrultusunda yetiştirmiş ve bu kişiler yapılanmanın insan kaynağını oluşturmuştur. Yapılanmaya mensup kişilerin gelirlerinin belli bir oranı himmet adı altında alınmış, yapılanmadan ayrılmak isteyen kişilere baskı ve çeşitli yaptırımlar uygulanmıştır. Çeşitli yargı kararlarında, örgüt üyelerinin gelirlerinin bir miktarını himmet olarak örgüte verdikleri belirtilmiştir. Bu bağlamda örgüt üyesi devlet memurları ve diğer kamu görevlilerinin ilk maaşlarının tamamını, sonraki maaşlarının da %10-15 gibi bir bölümünü himmet olarak örgüte verdikleri ifade edilmiştir. İkinci olarak örgüte bağlı şirketlerin de gelirlerinin bir bölümünü himmet adı altında örgüte transfer ettiği vurgulanmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 25/1/2018 tarihli iddianamesinde himmet uygulaması ile ilgili şu bilgilere yer verilmiştir: "Örgütün himmet yolu ile sağladığı gelirler genel olarak mütevelli heyetleri vasıtası ile toplanmaktadır. Örgütün sohbet gruplarında yer alan kişilerden; sohbet toplantılarına düzenli olarak katılıp verilen görevleri yerine getiren, örgütün verdiği talimatları sorgulamaksızın itaat eden ve maddi gücü yerinde olan kimseler seçilerek mütevelli heyeti üyesi yapılmaktadır. Sohbet gruplarında zekât, burs, kurban ve himmet adı altında paralar toplanırken; mütevelli heyeti üyesi kişiler ayrıca bir ışık evinin maddi ihtiyaçlarından sorumlu tutulmaktadır. Mütevelliler topladıkları parayı sohbet hocasının yanında getirdiği muhasebecilere vermektedir. Örgütün mali kayıtlarını bu muhasebeciler tutmaktadır. İl imamının da bir muhasebecisi bulunmakta ve il genelinde mali kayıt tutmaktadır. Mütevellide yer alanlar arasından her üç mütevelli heyetinden bir mali heyet teşekkül edecek şekilde isimler seçilmektedir. Mali heyetler yurtdışında bulunan örgüte ait yurt ve okulların yapımı için ihtiyaç duyulan paranın, hangi mütevelli heyetinden ne kadar toplanacağına karar vermektedir. Mali heyet toplantıları dünyanın her yerinde Salı günleri sabah namazından sonra gerçekleştirilmekte ve bu toplantılara mütevelli heyet sohbet hocaları da katılmaktadır. İlçe imamlarının sorumluluğu altında bulunan mütevelli heyetlerinin üstünde, il imamlarının sorumluluğundaki il mütevelli heyeti yer almaktadır. İl genelinde ne kadar para toplanacağına ise ilin bağlı bulunduğu bölgenin toplantısında karar verilmektedir. Burada alınan karar mütevelli heyet toplantısı adı altında yılda bir kez düzenlenen gizli toplantıda mensuplara aktarılmaktadır. Kişilerden alınan himmet vaadi nakit, çek, senet karşılığı olarak tahsil edilmekte; çek ve senetlerin ödenememesi halinde icra yoluna başvurulmaktadır. İl imamının koordinesinde yılda en az bir kez mütevelli heyeti üyelerinin katılımı ile kamp düzenlenmektedir. Kamplar esnasında dini duygular istismar edilerek himmet, zekat, kurban ve öğrenci bursu adı altında toplanan paraların artırılması sağlanmakta, toplanan paraların karşılığının Cennet ile mükafatlandırılmak olacağı vurgulanmaktadır. Mütevelli heyeti mensupları, iş adamlarının kurduğu sivil toplum kuruluşlarına üye yapılmakta, kimin hangi STK’ya üye olacağı sohbet abisi tarafından belirlenmektedir. Örgüt bu kuruluşların başkan ve üye seçimlerinde söz sahibi olmayı böylelikle de hükümete baskı yapabilmeyi hedeflemektedir." ii. FETÖ/PDY, zamanla faaliyetlerini birçok alanda genişletmiş ve Türkiye'nin yanı sıra yüz elliyi aşkın ülkede yaygınlaştırmıştır. Nitekim söz konusu yapılanmanın yurt içinde ve yurt dışında eğitim, sağlık, medya, finans, ticaret, sivil toplum gibi farklı alanlarda faaliyet gösteren çok sayıda kuruluşu bulunmaktadır. Özellikle ülkemizdeki bazı dershane ve okullar ile çok sayıda ülkede örgütle ilişkili eğitim kurumlarından toplanan paralar ile burs adı altında toplanan paralar örgütün önemli bir gelir kaynağını oluşturmaktadır.iii. FETÖ/PDY'nin sosyal, kültürel ve ekonomik alanda yürüttüğü yasal faaliyetleri; dershaneler, okullar, üniversiteler, dernekler, vakıflar, sendikalar, meslek odaları, iktisadi kuruluşlar, finans kuruluşları, gazeteler, dergiler, TV kanalları, radyolar, internet siteleri, hastaneler gibi sivil alanlara ilişkindir. Bunun yanında bazen bu yasal kuruluşların içinde gizlenmiş olan bazen de yasal yapıdan tamamen farklı şekilde konumlanan ve hareket eden, özellikle de kamusal alana yönelik faaliyetlerde bulunan illegal bir yapılanma söz konusudur. Bu kapsamda kamu kaynaklarının örgüte bağlı şirket, dernek ve vakıflar yoluyla örgüt birimlerine aktarılması sağlanmıştır.iv. Ayrıca kişilerin dinî duygularını istismar etmek suretiyle kurban bedeli, sadaka, zekât gibi adlar altında para veya ayni yardım toplandığı tespit edilmiştir. Kimi durumlarda tehdit ve cebir yoluna gidilerek gazete ve dergilere abonelik ücreti alınması, örgüte yakın dernek ve vakıflara bağışlar toplanması da önemli finansal kaynaklardan biri olarak gösterilmektedir. Başvurucuya İlişkin Süreç Başvurucu Şaşmaz Yapı Medikal İnşaat Sanayi ve Ticaret Limitet Şirketi, Edehan Gayrimenkul Yatırım Danışmanlık Sanayi ve Ticaret Limitet Şirketi ve Çetin Makina Hırdavat İnşaat Ortopedi Sanayi ve Ticaret Limitet Şirketinin ortağıdır. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı, FETÖ/PDY hakkında başlatmış olduğu soruşturma kapsamında terör örgütünün finansman sağlayan Kaynak Holding ile ticari bağlantıları bulunduğu iddiasıyla başvurucunun ortağı ve yöneticisi olduğu şirketlere kayyım atanmasını 26/8/2016 tarihinde talep etmiştir. İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliği aynı tarihli kararı ile talebi kabul etmiş ve 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca başvurucunun ortağı ve yöneticisi olduğu şirketlere kayyım atanmasına karar vermiştir. Kararda; kayyım olarak atanan kişilerin yönetim organının tüm yetkilerine sahip olduğu, şirketlerin yönetim organının yetkilerinin tümünün kayyımlara devredildiği ve yeni yönetim organının kayyımlarca oluşturulacağı açıklanmıştır. Kararın gerekçesinde; tedbire konu şirketlerin FETÖ/PDY'nin finansal kaynağı olan Kaynak Holding ile ticari bağlantılarının bulunduğunun tespit edildiği belirtilmiştir. Başvurucu, kayyım atama kararına 29/3/2017 tarihinde karara itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde; tedbire konu mal varlığının soruşturma konusu suç ile irtibatı olmadığı, alınacak bir bilirkişi raporu neticesinde terör örgütü ile bir bağlantının bulunmadığının tespit edileceği, şirketlere ait mal varlığının miras yoluyla intikal ettiği ve şirketlerin gelir kaynağını gayrimenkullerden elde edilen kira gelirinin oluşturduğu belirtilmiştir. İtirazı inceleyen İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliği 14/4/2017 tarihinde itirazı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; itiraz dilekçesinin ekinde tapu kayıtlarının bulunmadığı, bilirkişi raporunun söz konusu aşamada soruşturma makamınca alınabileceği ve hâkimliğin bilirkişi raporu alma görevinin bulunmadığı ifade edilmiştir. Bu karar, başvurucu vekiline 11/5/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Hamdi Akın İpek, B. No: 2015/17763, 24/5/2018, §§ 35-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/26248
Başvuru, terörizmin finansmanı suçundan dolayı başlatılan ceza soruşturması sırasında verilen kayyım atama kararı nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen azami beş yıllık tutukluluk süresini doldurmasına rağmen tahliye edilmediğini ileri sürerek Anayasa’nın ve maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvuru, 27/2/2013 tarihinde İzmir Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 26/6/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 27/6/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 28/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 10/9/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 18/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturma kapsamında 17/3/2006 tarihinde tutuklanmış ve hakkında suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak ve örgüt faaliyetleri içinde tasarlayarak adam öldürmek suçlarından tutuklu olarak yargılanmaya başlanmıştır. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 14/4/2011 tarih ve E.2007/316, K.2011/70 sayılı ilamıyla başvurucunun hapis ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkemenin kararı başvurucu tarafından temyiz edilmiş, Yargıtay Ceza Dairesinin 6/11/2012 tarih ve E. 2012/3338, K.2012/7873 sayılı ilamıyla İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 14/4/2011 tarihli kararı bozulmuştur. Yargıtay’ın bozma kararı üzerine İzmir Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılamada 24/1/2013 tarihli duruşmada, başvurucunun tutukluluk süresinin 5271 sayılı Kanun’un maddesinde yer alan 5 yıllık azami süreyi doldurduğunu ileri sürerek tahliye talebinde bulunması üzerine adam öldürme suçundan tahliyesine karar verilmiş, fakat aynı dosya üzerinde başvurucunun çıkar amaçlı suç örgütüne üye olmak suçundan ise yeniden tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvurucu İzmir Ağır Ceza Mahkemesince 24/1/2013 tarihinde verilen tutuklama kararına 28/1/2013 tarihinde itiraz etmiş, itiraz İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 2013/82 Değişik İş numaralı kararı ile 5/2/2013 tarihinde reddedilmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi, 12/4/2013 tarih ve E.2012/216, K.2013/55 sayılı ilamıyla başvurucunun tasarlayarak adam öldürme suçundan müebbet hapis ve örgüt üyeliği suçundan ise 4 yıl 1 ay 15 gün hapis cezalarıyla cezalandırılmasına karar vermiş, anılan karar başvurucu tarafından 17/4/2013 tarihinde temyiz edilmiştir. Bireysel başvuru ise 27/2/2013 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ve maddeleri şöyledir:"Bağlantı kavramıMadde 8 - (1) Bir kişi, birden fazla suçtan sanık olur veya bir suçta her ne sıfatla olursa olsun birden fazla sanık bulunursa bağlantı var sayılır.(2) Suçun işlenmesinden sonra suçluyu kayırma, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme fiilleri de bağlantılı suç sayılır.Davaların birleştirilerek açılmasıMadde 9 - (1) Bağlantılı suçlardan her biri değişik mahkemelerin görevine giriyorsa, bunlar hakkında birleştirilmek suretiyle yüksek görevli mahkemede dava açılabilir." Aynı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez." 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir." Anılan Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentleri ile son cümlesi şöyledir:"Tazminat istemiMadde 141 - (1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,.d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,.Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." Anılan Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1782
Başvurucu 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen azami beş yıllık tutukluluk süresini doldurmasına rağmen tahliye edilmediğini ileri sürerek Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
1
Başvurucu, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca "cinsel istismar ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılmak" suçlarından yürütülen soruşturma kapsamında 24/7/2008 tarihinde gözaltına alınarak 29/7/2008 tarihinde tutuklandığını ve 6/8/2009 tarihinde tahliye edildiğini, hakkında açılan kamu davasında delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyet kararı verildiğini belirterek, özgürlük ve güvenlik hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, Mahkeme kararının bozularak ortadan kaldırılmasını ve beraatine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 26/2/2014 tarihinde Diyarbakır Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 24/7/2008 tarihinde gözaltına alınmış, ifadesi alınarak 25/7/2008 tarihinde serbest bırakılmıştır. Başvurucu, aynı soruşturma kapsamında, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca 28/7/2008 tarihinde yeniden gözaltına alınmış ve Diyarbakır Sulh Ceza Mahkemesinin 29/7/2008 tarih ve 2008/439 Sorgu sayılı kararı ile tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 1/8/2008 tarih ve E.2008/6887 sayılı iddianamesi ile "cinsel istismar ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılmak" suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açılmış, dava Diyarbakır Çocuk Ağır Ceza Mahkemesinin E.2008/169 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Mahkeme, 6/8/2009 tarihinde başvurunun serbest bırakılmasına karar vermiştir. Mahkemece, 18/2/2010 tarih ve E.2008/169, K.2010/45 sayılı karar ile başvurucunun, mağduru zorla tutarak cinsel ilişkiye girmeye çalıştığı, ancak fiilin teşebbüs aşamasında kaldığı, Adli Tıp Kurumu raporuna göre mağdurun ruh sağlığının bozulduğu gerekçesiyle "cinsel istismar" suçundan 8 yıl 4 ay hapis, "kişiyi hürriyetinden yoksun kılmak" suçundan 3 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin 23/10/2013 tarih ve E.2011/22186, K.2013/10522 sayılı ilâmıyla hüküm onanmıştır. Karar, başvurucuya 27/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 26/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (2), (4) ve (6) numaralı fıkraları, maddesinin (2) numaralı fıkrası, (3) numaralı fıkrasının (a) ve (f) bentleri ile (5) numaralı fıkrası.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3060
Başvurucu, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca "cinsel istismar ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılmak" suçlarından yürütülen soruşturma kapsamında 24/7/2008 tarihinde gözaltına alınarak 29/7/2008 tarihinde tutuklandığını ve 6/8/2009 tarihinde tahliye edildiğini, hakkında açılan kamu davasında delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyet kararı verildiğini belirterek, özgürlük ve güvenlik hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, Mahkeme kararının bozularak ortadan kaldırılmasını ve beraatine karar verilmesini talep etmiştir.
0
Başvuru, kadastro davasında yargılamanın uzun sürmesi ve Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı tarafından verilen tazminatların düşük olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 3/9/2014, 9/9/2014 ve 19/2/2015 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu 2014/14983 sayılı ve 2015/3872 sayılı bireysel başvuru dosyaları arasında hukuki ve fiilî irtibat bulunması nedeniyle dosyaların birleştirilmesine, incelemeye 2014/14731 sayılı bireysel başvuru dosyası üzerinden devamına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Tescil Davasına (Mardin Kadastro Mahkemesinin E.2013/88 Sayılı Dosyası) İlişkin Yargısal Süreç Başvurucuların murislerinin 13/3/1964 tarihinde Nusaybin Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları tescil davasında Mahkeme 1/7/1965 tarihli kararıyla davayı reddetmiş; temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, kararı yetki ve esas yönünden bozmuştur. Bozma üzerine Mahkeme 6/11/1969 tarihli görevsizlik kararıyla dosyayı Nusaybin Tapulama Mahkemesine göndermiş, Nusaybin Tapulama Mahkemesi 26/7/1974 tarihli kararıyla mahkeme hâkiminin davadan istinkaf ettiği gerekçesiyle dosyayı merci tayini için Yargıtaya göndermiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 19/9/1974 tarihli kararıyla Kızıltepe Tapulama Mahkemesinin davaya bakmakla görevli ve yetkili olduğuna hükmetmiş, Kızıltepe Tapulama Mahkemesi 20/3/1981 tarihli yetkisizlik kararı ile dosyayı Nusaybin Tapulama Mahkemesine göndermiştir. Nusaybin Tapulama Mahkemesi 2/2/1982 tarihli karşı yetkisizlik kararı ile dosyayı Kızıltepe Tapulama Mahkemesine göndermiş, Kızıltepe Tapulama Mahkemesi 21/11/1984 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/4/1985 tarihli kararıyla bozulmuş, karar düzeltme talebi aynı Dairenin 20/2/1986 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bozma üzerine dosya Mahkemenin 1986/1 esasına kaydedilmiş, yargılama sırasında Hâkimler ve Savcılar Kurulu Genel Kurulunun kararı ile Kızıltepe Kadastro Mahkemesi kapatılmış, dosya Mardin Kadastro Mahkemesinin 2013/88 esasına kaydedilmiştir. Yargılama devam etmekte olup duruşması 3/5/2019 tarihine bırakılmıştır.B. Başvuru Konusu Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurul'un 2014/334 Sayılı Dosyası ile İlgili Süreç Bir kısım başvurucu, Mardin Kadastro Mahkemesi dosyası ile ilgili olarak uzun yargılama şikayetiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuş; AİHM 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun gereğince başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermiş; başvurucular 1/7/2013 tarihinde Komisyona müracaat etmiştir. Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Komisyon) 6/3/2014 tarihli kararında; başvuru konusu davanın 13/3/1964 tarihinde açıldığını, bireysel başvuru hakkının Türkiye tarafından kabul edildiği 28/1/1987 tarihine göre yargılama sürecinin yirmi yedi yıl sürdüğünü, başvurucuların davacının mirasçıları olduğunu ve aynı ekonomik birliktelik içinde değerlendirilmesi gerektiğini, başvurucular Halil Kut, Yusuf Kut, Behiye Kut, Semire Karakoyun, Ferhat Kut, Mizgin Akmeşe, Rezan Kut ve Şener Kut'un başvuru konusu davada taraf sıfatlarının bulunmadığını belirterek bu başvurucuların tazminat taleplerini reddetmiş; diğer başvurucular Suphiye Mete, Mehmet Salih Ağaoğlu'na toplam 900 TL, Lema Deniz, Nezir Kut, Mustafa Kut'a toplam 900 TL, Nezahat Kut, Abdurrahim Kut, Abdusselam Kut, Azat Kut, Mehmet Hatip Kut, Pale Kut'a toplam 900 TL, Kasım Kut 'a 900 TL tazminat ödenmesine hükmetmiştir. Başvurucuların anılan karara yönelik itirazları, Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurulunun 23/5/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı 23/6/2014 tarihinde muteriz başvuruculara tebliğ edilmiştir. 6384 sayılı Kanun'un "Kapsam" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Kanun;a) Ceza hukuku kapsamındaki soruşturma ve kovuşturmalar ile özel hukuk ve idare hukuku kapsamındaki yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı,b) Mahkeme kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği,iddiasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış başvuruları kapsar." 6384 sayılı Kanun'un maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bu Kanun kapsamında yapılacak müracaatlar hakkında karar vermek üzere Bakanlığın merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında çalışan hâkim ve savcılar arasından Adalet Bakanı tarafından atanacak dört kişi ile Maliye Bakanı tarafından Maliye Bakanlığı personeli arasından atanacak bir kişiden oluşan toplam beş kişilik bir Komisyon kurulur. Komisyon Başkanı bu üyeler arasından Adalet Bakanı tarafından seçilir. 3) Komisyon, üye sayısının salt çoğunluğuyla toplanır ve toplantıya katılanların salt çoğunluğuyla karar verir." 6384 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: (1) Komisyon, müracaat hakkında dokuz ay içinde karar vermek zorundadır.2) Komisyon, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin emsal kararlarını da gözetmek suretiyle müracaat konusunda gerekçeli olarak karar verir.3) Komisyon kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde Komisyon aracılığıyla Ankara Bölge İdare Mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz dilekçesi müracaata ilişkin diğer tüm belgelerle birlikte derhal itiraz merciine gönderilir. Bu itiraz öncelikli işlerden sayılarak üç ay içinde karara bağlanır. Mahkeme tarafından Komisyon kararı yerinde görülmezse işin esası hakkında karar verilir. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir.4) Ödenmesine karar verilen tazminat, kararın kesinleşmesinden itibaren üç ay içinde Bakanlık tarafından ödenir. Ödemeye ilişkin düzenlenecek kâğıtlar damga vergisinden, yapılacak işlemler harçlardan müstesnadır." 6384 sayılı Kanun'a 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesi ile eklenen geçici maddesi şöyledir:"GEÇİCİ MADDE 2-(1) Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentleri kapsamında olup, münhasıran bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesinde derdest olan bireysel başvurular, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Komisyon tarafından incelenir. (2) Komisyona müracaat, müracaat edenin kimlik bilgileri ile Anayasa Mahkemesine başvuru tarihi ve numarasını içeren imzalı bir dilekçeyle yapılır. Dilekçeye, Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuruya ilişkin form, kabul edilemezlik kararı ve bu kararın tebliğine dair belge ile ihlal iddiasına ilişkin diğer bilgi ve belgeler eklenir.(3) Müracaat evrakındaki eksikliğin giderilmesi için müracaat edene otuz günü geçmemek üzere süre verilir. Bu süre içinde, geçerli bir mazereti olmaksızın eksikliğin tamamlanmaması hâlinde müracaat reddedilir. (4) Bu madde uyarınca Komisyona gelen müracaatlar bakımından 7 nci maddenin birinci fıkrasındaki dokuz aylık süre, on altı ay olarak uygulanır. "
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14731
Başvuru, kadastro davasında yargılamanın uzun sürmesi ve Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı tarafından verilen tazminatların düşük olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, koruma tedbirleri nedeniyle açılan tazminat davasının davacının davaya muvafakatinin sağlanamadığından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Saray (Van) Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) yürütülen bir soruşturma kapsamında başvurucu, kasten basit yaralama fiilini işlediği suçlamasıyla 18/6/2013 ile 19/6/2013 tarihleri arasında bir gün süreyle gözaltında tutulmuştur. Başsavcılık 19/6/2013 tarihinde tutuklanması istemiyle başvurucuyu Saray Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk etmiştir. Hâkimlikçe aynı gün başvurucu hakkında tutuklama tedbiri yerine adli kontrol kararı verilmiştir. Adli kontrol kararında başvurucunun her ayın ve günlerinde Çaybağı Jandarma Karakoluna başvurması gerektiği belirtilmiştir. Adli kontrol kararı 14/2/2014 tarihinde aynı Hâkimlik tarafından kaldırılmıştır. Başsavcılıkça 8/12/2015 tarihinde kamu davası açmayı gerektirir nitelikte, yeterli, şüpheye yönelik delil elde edilemediği gerekçesiyle başvurucu hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verilmiştir. Bu karar üzerine başvurucunun avukatı, müvekkilinin 14/4/2016 tarihinde gözaltında kalması ve 6 ay kadar uygulanan adli kontrol kararı verilmesi nedeniyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ve devamı maddeleri gereğince Van Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davası açmıştır. Başvurucunun avukatı 14/3/2016 tarihli vekâletnameyi dava dilekçesine eklemiştir. Vekâletnamede özellikle avukatın başvurucu adına 5271 sayılı Kanun'un ve maddelerine göre dava açmaya yetkili olduğu yazılıdır. Mahkeme 10/5/2016 tarihinde tensip incelemesi yapmıştır. Tensip incelemesinde başvurucuya duruşma gün ve saatinin bildirilmesi ve vekili tarafından açılan davaya muvafakatinin olup olmadığının tespiti için davetiye çıkarılmıştır. 26/5/2016 tarihinde davacı asile yapılan tebligatta "Avukatınızın açmış olduğu davaya muvafakatinizin olup olmadığı, suç tarihinde ne ile uğraştığınız ... hususları sorulacağından hazır bulunmanız, davetiye tebliğine rağmen gelmediğiniz takdirde, maddi tazminatın asgari ücret üzerinden hesaplattırılacağı ve yaptırılan araştırmaya itibar olunacağı"nı ihtiva eden açıklama bulunmaktadır. Yargılama, davacı asilin yokluğunda sürdürülmüştür. Başvurucu vekili yargılama sırasında "...Müvekkilin muvafakatinin bu dava dosyası açısından gerekli olmadığını düşünüyoruz. Çünkü bize vekaletname vermiştir. Söz konusu vekaletnamede CMK 141 ve devamı maddelerine göre özel yetki vermiştir. Kaldı ki müvekkilime tebligat da çıkmış ve davadan haberdar olmuştur. UYAP araştırmasından da görüleceği üzere müvekkilimin açmış olduğu başka bir dava yoktur. Müvekkilim Çanakkale ilinde öğrencidir. Davamızın kabulüne karar verilmesini talep ediyoruz..." şeklinde beyanda bulunmuştur. Mahkeme 2/12/2016 tarihinde davanın kesin olarak reddine karar vermiştir. Mahkeme kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Koruma tedbiri nedeniyle tazminat davaları CMK'nun 141 vd. maddelerinde düzenlenmiş olup, ağır ceza mahkemeleri görevli kılınarak özel ve karma bir surette düzenlenmiştir. Özel hukuk ve ceza yargılama hukukunun birlikte uygulandığı karma bir dava türüdür. Bu kapsamda her ne kadar davacı vekili, vekaletname ibraz ederek işbu tazminat davasını açmış ise de, davacının tutukluluk ve tahliye tarihleri ile vekaletname tarihi nazara alındığında, genel vekaletname ile açılan bu davada, davacının muvafakati mahkememizce zorunlu görülmüştür. Pek çok Yargıtay kararında da belirtildiği gibi adına açılan davadan davacının haberdar olduğunun ve davaya muvafakati bulunduğunun mahkememizce bilinmesi gereklidir. Yargılaması yapılan tazminat davasında ise diğer şartlar mevcut olmakla birlikte davacı asilin muvafakati sağlanamadığından davanın reddine karar vermek gerekmiş[tir]." Ret kararı başvurucu tarafından 2/12/2016 tarihinde öğrenilmiş ve 26/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. A. Ulusal Hukuk 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" (1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." (2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır. (3) Tazminat isteminde bulunan kişinin dilekçesine, açık kimlik ve adresini, zarara uğradığı işlemin ve zararın nitelik ve niceliğini kaydetmesi ve bunların belgelerini eklemesi gereklidir. (4) Dilekçesindeki bilgi ve belgelerin yetersizliği durumunda mahkeme, eksikliğin bir ay içinde giderilmesini, aksi hâlde istemin reddedileceğini ilgiliye duyurur. Süresinde eksiği tamamlanmayan dilekçe, mahkemece, itiraz yolu açık olmak üzere reddolunur. (5) Mahkeme, dosyayı inceledikten sonra yeterliliğini belirlediği dilekçe ve eki belgelerin bir örneğini Devlet Hazinesinin kendi yargı çevresindeki temsilcisine tebliğ ederek, varsa beyan ve itirazlarını onbeş gün içinde yazılı olarak bildirmesini ister. (6) İstemin ve ispat belgelerinin değerlendirilmesinde ve tazminat hukukunun genel prensiplerine göre verilecek tazminat miktarının saptanmasında mahkeme gerekli gördüğü her türlü araştırmayı yapmaya veya hâkimlerinden birine yaptırmaya yetkilidir. (7) (Değişik: 25/5/2005 - 5353/20 md.) Mahkeme, kararını duruşmalı olarak verir. İstemde bulunan ile Hazine temsilcisi, açıklamalı çağrı kâğıdı tebliğine rağmen gelmezlerse, yokluklarında karar verilebilir. (8) Karara karşı, istemde bulunan, Cumhuriyet savcısı veya Hazine temsilcisi, istinaf yoluna başvurabilir; inceleme öncelikle ve ivedilikle yapılır. (9) (Ek: 15/8/2017-KHK-694/144 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7078/139 md.)Tazminat davaları nedeniyle Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince hesaplanan nisbî avukatlık ücreti ödenir. Ancak, ödenecek miktar Tarifede sulh ceza hâkimliklerinde takip edilen işler için belirlenen maktu ücretten az, ağır ceza mahkemelerinde takip edilen davalar için belirlenen maktu ücretten fazla olamaz. (10) (Ek: 15/8/2017-KHK-694/144 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7078/139 md.) Tazminata ilişkin mahkeme kararları, kesinleşmeden ve idari başvuru süreci tamamlanmadan icra takibine konulamaz. Kesinleşen mahkeme kararında hükmedilen tazminat ile vekâlet ücreti, davacı veya vekilinin davalı idareye yazılı şekilde bildireceği banka hesap numarasına, bu bildirimin yapıldığı tarihten itibaren otuz gün içinde ödenir. Bu süre içinde ödeme yapılmaması halinde, karar genel hükümler dairesinde infaz ve icra olunur.'' 12/1/2012 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Davaya vekâletin kanuni kapsamı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: " (1) Davaya vekâlet, kanunda özel yetki verilmesini gerektiren hususlar saklı kalmak üzere, hüküm kesinleşinceye kadar, vekilin davanın takibi için gereken bütün işlemleri yapmasına, hükmün yerine getirilmesine, yargılama giderlerinin tahsili ile buna ilişkin makbuz vermesine ve bu işlemlerin tamamının kendisine karşı da yapılabilmesine ilişkin yetkiyi kapsar. (2) Belirtilen bu yetkiyi kısıtlamaya yönelik bütün sınırlandırıcı işlemler, karşı taraf yönünden geçersizdir.'' 6100 sayılı Kanun'un "Davaya vekâlette özel yetki verilmesini gerektiren hâller" kenar başlıklı maddesi şöyledir: " (1) Davaya vekâlet, kanunda özel yetki verilmesini gerektiren hususlar saklı kalmak üzere, hüküm kesinleşinceye kadar, vekilin davanın takibi için gereken bütün işlemleri yapmasına, hükmün yerine getirilmesine, yargılama giderlerinin tahsili ile buna ilişkin makbuz vermesine ve bu işlemlerin tamamının kendisine karşı da yapılabilmesine ilişkin yetkiyi kapsar. (2) Belirtilen bu yetkiyi kısıtlamaya yönelik bütün sınırlandırıcı işlemler, karşı taraf yönünden geçersizdir.'' 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun "Avukatlığın amacı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Avukatlığın amacı; hukuki münasabetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır. Avukat bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder.Yargı organları, emniyet makamları, diğer kamu kurum ve kuruluşları ile kamu iktisadi teşebbüsleri, özel ve kamuya ait bankalar, noterler, sigorta şirketleri ve vakıflar avukatlara görevlerinin yerine getirilmesinde yardımcı olmak zorundadır. Kanunlarındaki özel hükümler saklı kalmak kaydıyla, bu kurumlar avukatın gerek duyduğu bilgi ve belgeleri incelemesine sunmakla yükümlüdür. Bu belgelerden örnek alınması vekaletname ibrazına bağlıdır. Derdest davalarda müzekkereler duruşma günü beklenmeksizin mahkemeden alınabilir." 1136 sayılı Kanun'un "Örnek çıkarabilme ve tebligat yapabilme hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Usulüne uygun olarak düzenlenen ve avukata verilmiş olan vekaletname 52 nci maddede yazılı dosyada saklanır. Avukat, bu vekaletnamenin örneğini çıkarıp aslına uygunluğunu imzası ile onaylayarak kullanabilir. Avukatın çıkardığı vekaletname örnekleri bütün yargı mercileri, resmi daire ve kurumlar ile gerçek ve tüzel kişiler için resmi örnek hükmündedir.Asıllarının verilmesi kanunda açıkça gösterilmeyen hallerde avukatlar, takibettikleri işlerde, aslı kendilerinde bulunan her türlü kağıt ve belgelerin örneklerini kendileri onaylayarak yargı mercileri ile diğer adalet dairelerine verebilirler." Yargıtay Ceza Dairesinin 20/11/2012 tarihli ve E.2012/20169, K.2012/24570 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: "...Davacı vekilinin, tazminat davasından çok önceki tarihli vekaletnameye dayanarak açtığı tazminat davasında, davacı dinlenilerek vekil ile arasında tazminat davası açılması yönünde vekalet ilişkisinin devam edip etmediği ve dava açılmasına muvafakatının bulunup bulunmadığının araştırılmaması kanuna aykırı olup ... hükmün ... bozulmasına ..." Yargıtay Ceza Dairesinin 10/6/2014 tarihli ve E.2014/5206, K.2014/14301 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: "...Öngörülen süre içinde yetkili ve görevli mahkemeye açıldığı, dava için kanunda öngörülen yasal şartların oluştuğu anlaşılmış, tazminat davasının, kendisine dayanak teşkil eden beraat hükmünün verilmesinden itibaren dava açma süresi içerisinde açıldığının, davacı ile avukatı arasındaki vekalet ilişkisi gösteren vekaletin genel bir vekaletname olduğunun ve bozmadan sonra davacıya dava dilekçesinin tebliğ edildiğinin ve davaya muvafakat etmediğine dair bir beyanda bulunmadığının anlaşılması karşısında tebliğnamenin numaralı bendinde yer alan bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir..."Yargıtay Ceza Dairesinin 16/12/2014 tarihli ve E.2014/6604, K.2014/25759 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: "...Tazminat davasının, dayanağını teşkil eden beraat hükmünün verilmesinden itibaren kısa bir süre geçtikten sonra açıldığı, davacı ile avukatı arasındaki vekalet ilişkisi gösteren vekaletin genel bir vekaletname olduğu, davacının ve vekilinin ekinde davacının ikamet tezkeresini de ekledikleri davacının adresini bildiren 2013 tarihli müşterek dilekçeyi sunduklarını ve davacı ile vekili arasındaki vekalet ilişkisinin devam ettiğinin anlaşılması karşısında; yargılamaya devamla esas hakkında bir hüküm kurulması gerekirken, davacının muvafakatinin bulunmadığı gerekçesiyle dava dilekçesinin reddine karar verilmesi..."Yargıtay Ceza Dairesinin 17/4/2017 tarihli ve E.2015/17004, K.2017/3175 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: "...Tazminat davasının dayanağı olan Van Cumhuriyet Başsavcılığının 2009/633 soruşturma sayılı davacı yönünden kavuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmesi ile sonuçlanan dosya kapsamında, davacının 21/8/2008 tarihinde yakalanarak 10:30 sıralarında Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldüğü, akabinde saat 13:15 sıralarında Cumhuriyet Başsavcılığına sevk edildiğinin anlaşılması karşısında, CMK'nın 141/1-e maddesinde belirtilen 'kanuna uygun olarak yakalandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilen' kişilerin tazminat isteyebilecekleri hususu da dikkate alınarak, uğranıldığı iddia edilen manevi zararla ilgili hak ve nasafet ilkelerine uygun makul bir tazminata hükmedilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi..." Yargıtay Ceza Dairesinin 3/7/2017 tarihli ve E.2016/2933, K.2017/5785 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: "...Davacı vekilinin 2008 tarihli genel vekaletnameye istinaden davacı adına tazminat talebinde bulunduğu, dosya kapsamında davacı ile vekili arasındaki vekalet ilişkisinin sona erdiğine dair herhangi bir iddia ve bilgi bulunmadığı, söz konusu vekaletnamenin davacı adına dava açma hak ve yetkisini içerdiği, vekaletnamede tazminat davası açma hususunda özel yetki bulunmadığı görülmekle birlikte, bu durumun davacı adına tazminat davası açılmasına engel teşkil etmeyeceği anlaşıldığından tebliğnamedeki davaya davacının muvafakatının olup olmadığının araştırılması gerektiğine dair bozma öneren düşünceye iştirak edilmemiştir..." Yargıtay Ceza Dairesinin 30/10/2017 tarihli ve E.2017/489, K.2017/8062 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:"...Davacı vekilinin Edirne Noterliği tarafından düzenlenmiş 6452 yevmiye numaralı, 13/09/2012 tarihli genel vekaletnameye istinaden haksız tutuklama nedenine dayalı olarak davacı adına tazminat talebinde bulunduğu ve vekaletnamede tazminat davası açma hususunda özel yetki bulunmadığı görülmekle birlikte, bu durumun davacı adına tazminat davası açılmasına engel teşkil etmeyeceği, söz konusu vekaletnamenin davacı adına dava açma hak ve yetkisini içerdiği, vekilin davacı tarafından azledildiğine dair bir azilname sunulmadığının anlaşılması karşısında davacı ile vekili arasındaki vekalet ilişkisinin halen devam etmekte olduğunun kabulünün gerekeceği gibi temyiz dilekçesi ekinde davacı vekilinin Üsküp Yetkili Noterliği tarafından düzenlenmiş 20/03/2015 tarihli ve haksız tutuklama nedeniyle dava açma yetkisini de içeren vekaletname sureti sunduğu da dikkate alındığında, yargılamaya devamla, yasal koşullar irdelenip davacı ile ilgili tutuklama, tahliye ve infaza ilişkin müzekkere ve belgelerin onaylı suretleri dosya içine alınarak davacının tazminat talebi ile ilgili bir karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi..."B. Uluslararası Hukuk İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından davasının ...görülmesini istemek hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz etmese de maddede kullanılan terimler bir bütün olarak dikkate alındığında bu fıkranın mahkemeye erişim hakkını da garanti altına aldığı sonucuna ulaşıldığını belirtmektedir (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında mündemiçtir. Bu, Sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen, genişletici bir yorum olmayıp Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesindeki lafzın Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensiplerinin gözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarak Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36). AİHM; mahkeme hakkının bir unsurunu teşkil eden mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak AİHM, bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve genişlikte kısıtlamaması, zayıflatmaması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayan sınırlamalar Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34).
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/40621
Başvuru, koruma tedbirleri nedeniyle açılan tazminat davasının davacının davaya muvafakatinin sağlanamadığından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, imar planında kamu hizmetine ayrılan taşınmazın uzun süre kamulaştırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. 2018/3031 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasında başvurucular Alara Özozgan, Dilanur Ulu, Hakkı Bora Özozgan ve Elif Özozgan tarafından yapılan başvurunun kişi yönünden ayrılmasına ve ayrılan dosyanın 2021/20111 başvuru numarasına kaydedilmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların hissesi olduğu Bursa ili Nilüfer ilçesi Ertuğrul Mahallesi 1033 ada 2 parsel sayılı taşınmaz Bursa Büyükşehir Belediyesi (Büyükşehir Belediyesi) tarafından düzenlenen ve 17/1/2008 tarihinde onaylanan 1/000 ölçekli uygulama imar planında belediye hizmet alanı olarak ayrılmıştır. Başvurucular ve diğer malikler 1/4/2014 tarihinde, taşınmaz üzerindeki hukuki kısıtlamanın uzun sürmesi sebebiyle Büyükşehir Belediyesi ve Nilüfer Belediye Başkanlığı (Belediye) aleyhine Bursa İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde 000 TL tazminat talep etmiş, daha sonra davayı ıslah ederek tazminat talebini 240 TL'ye yükseltmişlerdir. Mahkeme 29/4/2016 tarihinde davanın kabulüne, 000 TL'nin dava tarihinden, geriye kalan 240 TL'nin ıslah tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalı idarelerden tahsiline karar vermiştir. Yapılan temyiz istemini inceleyen Danıştay Altıncı Dairesi (Daire) 30/12/2016 tarihinde hükmün bozulmasına karar vermiştir. Daire bozma kararının gerekçesinde 7/9/2016 tarihinde yürürlüğe giren 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiğini açıklamıştır. Daire, uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağını ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağını belirtmiştir. Bozma kararına uyan Mahkeme 13/4/2017 tarihinde Dairenin bozma gerekçesine uygun şekilde konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Yapılan temyiz istemi üzerine Daire tarafından 19/10/2017 tarihinde karar onanmıştır. Nihai karar 21/12/2017 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. İlgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/3031
Başvuru, imar planında kamu hizmetine ayrılan taşınmazın uzun süre kamulaştırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; ceza davasında hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillere dayanılarak mahkûmiyet kararı verilmesi, uyarlama yargılamasında ise yetersiz gerekçeyle hüküm kurulması ve yargılamaların özel statülü mahkemelerce yapılması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Ceza Yargılaması Başvurucu 1974 tarihinde Erzincan'da doğmuş olup olayların gerçekleştiği tarihte İzmir'de ikamet etmektedir. Başvurucu 15/4/1995 tarihinde gözaltına alınmış ve 26/4/1995 tarihinde tutuklanmıştır. İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının 23/6/1994 tarihli iddianamesi ile yasa dışı silahlı çete niteliğindeki DHKP/C örgütünün mensubu olma, silahlı çete mensuplarına hâl ve sıfatlarını bilerek yardım etme, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nı ilgaya cebren teşebbüs etme, yangın çıkarmak amacıyla molotof kokteyli atma, birden fazla kişiyle binaya patlayıcı madde atma ve bu suça azmettirme suçlarından elli üç ayrı eylemle ilgili olarak başvurucu ve diğer sanıklar hakkında kamu davası açılmıştır. İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesinin (DGM) 7/10/1997 tarihli kararı ile başvurucunun örgüt üyesi olarak mevcut anayasal düzeni silah zoruyla değiştirerek yerine Marksist-Leninist temele dayalı bir düzen oluşturmak amaçlı eylemlerinden ölüm cezasıyla cezalandırılmasına, cezanın lehe takdiri hafifletici nedenler kabul edilerek ömür boyu ağır hapis cezasına çevrilmesine karar verilmiştir. Yargıtay tarafından onanan mahkûmiyet kararı 1/7/1998 tarihinde kesinleşmiştir.B. Uyarlama Yargılaması Başvurucu vekili ve İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, sonradan yürürlüğe giren 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu değerlendirilerek başvurucu hakkındaki kesinleşmiş hükmün uyarlanması talep edilmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 12/8/2005 tarihli ek kararıyla başvurucunun 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince Anayasa'nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen kullanılmasını önlemeye teşebbüs etmek suçundan takdiri indirim nedenleri de uygulanarak neticeten müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Anılan hüküm Yargıtay Ceza Dairesinin (Yargıtay) 19/12/2006 tarihli kararıyla duruşmalı yargılama yapılması gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur. Mahkeme bozma üzerine verdiği 5/5/2009 tarihli kararla başvurucunun önceki hükümdeki gibi cezalandırılmasına ve ağır hapis cezası ibaresinin hapis cezası olarak değiştirilmesine hükmetmiştir. Bu hüküm Yargıtayın 21/1/2013 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucu 6/8/2014 tarihinde anılan karardan haberdar olmuştur. Başvurucu 5/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5237 sayılı Kanun'un "Zaman bakımından uygulama" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur." 4/11/2004 tarihli ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“1 Haziran 2005 tarihinden önce kesinleşmiş hükümlerle ilgili olarak, Türk Ceza Kanununun lehe olan hükümlerinin derhal uygulanabileceği hallerde, duruşma yapılmaksızın da karar verilebilir.”B. Uluslararası Hukuk  Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir: "Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, ... bir mahkeme tarafından, ... görülmesini isteme hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Nurmagomedov/Rusya (B. No: 30138/02, 7/6/2007, §50) başvurusunda maddenin (1) numaralı fıkrasının lehte olan yeni ceza kanunu hükümlerinin uygulanması için açılan uyarlama davalarında uygulanmayacağını; bu tip yargılamaların mahkûmiyet kararının haksızlığıyla ilgilenmediğini ve "suç isnadı" kavramı kapsamında değerlendirilemeyeceğini ifade etmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15208
Başvuru, ceza davasında hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillere dayanılarak mahkûmiyet kararı verilmesi, uyarlama yargılamasında ise yetersiz gerekçeyle hüküm kurulması ve yargılamaların özel statülü mahkemelerce yapılması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ecrimisil bedellerine karşı açılan davaların sadece idare tarafından sunulan delillere itibar edilerek reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular sırasıyla 16/5/2016, 6/6/2016, 13/6/2016 ve 16/6/2016 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2016/10735, 2016/11245, 2016/11364 ve 2016/11365 numaralı başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2016/9514 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2016/9514 numaralı başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve diğer başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Afyonkarahisar Valiliğince, Merkez ilçesi, Ali Çetinkaya Mahallesi sınırları dâhilindeki mülkiyeti Hazineye ait taşınmazların başvurucular tarafından tarım yapılmak suretiyle haksız olarak işgal edildiği gerekçesiyle ecrimisil bedelleri tespit ve takdir edilmiş ve buna dair ecrimisil ihbarnameleri düzenlenmiştir. Ecrimisil ihbarnameleri başvuruculara tebliğ edilmiş, başvurucular ecrimisil ihbarnamesinin iptali istemiyle Afyonkarahisar İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmışlardır. Mahkemenin 30/3/2015 tarihli kararlarında; dava konusu işlemlerin tesisinden önce yapılan idare tespitlerinde, taşınmazların emsal ecrimisil bedellerinin hesaplanmasına ilişkin olarak ilgili yerlerden yapılmış araştırma ya da yaptırılmış bilirkişi incelemelerine ilişkin yeterli bir bilgi ya da veriye yer verilmediği belirtilmiştir. Ecrimisil bedellerinin kanun ve yönetmelik kuralları gereği taşınmazların davacılar tarafından işgalinden önceki niteliği ile elde edilebilecek olası gelir, emsal kira bedelleri, ecrimisiller, varsa bunlara ilişkin yargı kararları gözönünde bulundurularak ve ilgili odalara sorularak ya da bilirkişi incelemesi ile belirlenmediği ve ecrimisilin yönetmelikte öngörülen şekilde tesbit ve takdir edilmemesi nedeniyle dava konusu işlemlerde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemlerin iptaline karar verilmiştir. Davalı idarenin itiraz yoluna müracaatı üzerine Denizli Bölge İdare Mahkemesinin (Bölge İdare Mahkemesi) 24/11/2015, 26/11/2015 ve 2/12/2015 tarihli benzer gerekçeli kararlarında; 19/6/2007 tarihli ve 26557 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan ve 1/7/2007 tarihinde yürürlüğe giren Hazine Taşınmazlarının İdaresi Hakkında Yönetmelik’e dayanılarak yayımlanan 336 sayılı Milli Emlak Tebliği’nin Maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca, işgal edilen Hazine taşınmazlarının emlak vergisine esas asgari değerinin en az yüzde birbuçuğu oranında ecrimisil talep edileceğinin belirtildiği, olayda davacılar tarafından tarım yapılmak suretiyle fuzulen işgal edildiği tutanakla tespit edilen söz konusu taşınmazların emlak vergisine esas asgari değerinin yüzde bir buçuğu üzerinden yıllar itibarı ile yeniden değerleme oranlarında artırılarak 2010-2013 yılı ve 2014 yıllarında uygulanacak asgari arsa ve arazi m² birim değerleri baz alınarak ecrimisil bedellerinin hesaplandığı belirtilerek mevzuat gereği hesaplanacak ecrimisil bedellerinin bu miktarlardan aşağı olamayacağı ve davacılar adına yapılan ecrimisil tahakkuklarında hukuka aykırılık görülmediği gerekçesiyle davalı idare itirazlarının kabulüne, mahkeme kararlarının bozulmasına ve işin esasına girilerek davaların reddine karar verilmiştir. Başvurucuların karar düzeltme istemleri de Denizli Bölge İdare Mahkemesinin 24/3/2016, 15/4/2016, 19/4/2016, 27/4/2016 ve 29/4/2016 tarihli kararlarıyla reddedilmiştir. Nihai kararlar 5/5/2016, 13/5/2016, 17/5/2016, 20/5/2016 ve 1/6/2016 tarihlerinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 16/5/2016, 6/6/2016, 13/6/2016 ve 16/6/2016 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk Ulusal Mevzuat 8/9/1983 tarihli ve 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu’nun Maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Devletin özel mülkiyetinde veya hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmaz malları, özel bütçeli idarelerin mülkiyetinde bulunan taşınmaz mallar ve Vakıflar Genel Müdürlüğü ile idare ve temsil ettiği mazbut vakıflara ait taşınmaz malların, gerçek ve tüzelkişilerce işgali üzerine, fuzuli şagilden, bu Kanunun 9 uncu maddesindeki yerlerden sorulmak suretiyle, idareden taşınmaz ve değerleme konusunda işin ehli veya uzmanı üç kişiden oluşan komisyonca tespit tarihinden geriye doğru beş yılı geçmemek üzere tespit ve takdir edilecek ecrimisil istenir. Ecrimisil talep edilebilmesi için, idarelerin işgalden dolayı bir zarara uğramış olması gerekmez ve fuzuli şagilin kusuru aranmaz.” Hazine Taşınmazlarının İdaresi Hakkında Yönetmelik’in Maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:“Bu Yönetmelik, 8/9/1983 tarihli ve 2886 sayılı Devlet İhale Kanununun 74 üncü maddesine…dayanılarak hazırlanmıştır.” Yönetmelik’in “Ecrimisilin tespit ve takdir edilmesi” kenar başlıklı Maddesinin ilgili kısımları şöyledir:‘’… (2) Ecrimisilin tespit ve takdirinde, İdarenin zarara uğrayıp uğramadığına, işgalcinin kusurlu olup olmadığına ve taşınmazın işgalci tarafından kullanım şekline bakılmaksızın İdarenin bu taşınmazdan işgalden önceki hâliyle elde edebileceği muhtemel gelir esas alınır. Ecrimisilin tespitinde; aynı yer ve mahalde bulunan emsal nitelikteki taşınmazlar için oluşmuş kira bedelleri veya ecrimisiller, varsa bunlara ilişkin kesinleşmiş yargı kararları, gerektiğinde ilgisine göre belediye, ticaret odası, sanayi odası, ziraat odası, borsa gibi kuruluşlardan veya bilirkişilerden soruşturulmak suretiyle edinilecek bilgiler ile taşınmazın değerini etkileyecek tüm unsurlar göz önünde bulundurulur.… (5) Bakanlık, uygulamada birliği sağlamak amacıyla, ecrimisilin tespit ve takdirine ilişkin usul ve esasları belirlemeye yetkilidir.” 20/8/2011 tarihli ve 28031 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 336 sayılı Milli Emlak Tebliği’nin Maddesi şöyledir: “Bu Genel Tebliğ; 8/9/1983 tarihli ve 2886 sayılı Devlet İhale Kanununun 75 ve geçici 3 üncü maddeleri ile 19/6/2007 tarihli ve 26557 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak 1/7/2007 tarihinde yürürlüğe giren Hazine Taşınmazlarının İdaresi Hakkında Yönetmelik hükümlerine dayanılarak hazırlanmıştır.” Tebliğ’in “Ecrimisilin tespit ve takdir edilmesi” kenar başlıklı Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(3) Hazine taşınmazlarının gerçek veya tüzel kişilerce işgale uğradığının tespit edilmesi hâlinde; tespit tarihinden itibaren onbeş gün içinde taşınmaz tespit tutanağına dayanılarak bedel tespit komisyonunca tespit tarihinden geriye doğru beş yılı geçmemek üzere, tarımsal amaçlı kullanımlar ile belediye ve mücavir alan sınırları dışında gelir getirici unsur taşımayan kullanımlar için taşınmazın emlak vergisine esas asgari değerinin yüzde birbuçuğundan; belediye ve mücavir alan sınırları içinde ve planlı alanlarda tarım dışı kullanımlar için ise taşınmazın emlak vergisine esas asgari değerinin yüzde üçünden az olmamak üzere ecrimisil tespit ve takdir edilir. (4) Belediye ve mücavir alan sınırları dışında veya köy sınırları içinde olan ve tarımsal amaçla kullanılmakta iken, belediye sınırlarının genişlemesi sonucunda belediye ve mücavir alan sınırları içinde kalan ve/veya imar planına tabi tutulan taşınmazların tarımsal amaçlı kullanımından dolayı ecrimisil tespit ve takdirinde, tarımsal kullanım dikkate alınır. Ancak, bu taşınmazların ecrimisil bedeli; taşınmazın sınırları içerisinde bulunduğu ilçede taban, kıraç ve sulu arazi için belirlenen emlak vergisine esas asgari arazi metrekare birim bedellerinin yüzde bir buçuğundan az olamaz.” Danıştay Kararı Danıştay Onuncu Dairesinin 2/7/2019 tarihli ve E.2018/2705, K.2019/5233 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:“…İstanbul İli, Kadıköy İlçesi, Zühtüpaşa Mahallesi, 89 pafta, 427 ada, 17 parsel sayılı ve 000,00 m² yüzölçümlü taşınmazın 907,00 m²’lik kısmının spor tesisi yapılmak suretiyle fuzulen işgal edildiğinden bahisle 04/11/2014-20/05/2016 tarihleri arası dönemi için 895,80 TL ecrimisil istenilmesine ilişkin 02/06/2016 tarih ve 71450 sayılı ecrimisil ihbarnamesinin iptali istemiyle görülmekte olan dava açılmıştır.…Uyuşmazlığın çözümü için Mahkemece yerinde yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen ve karara dayanak alınan bilirkişi raporunda; aynı adada yer alan 9,15 ve 16 sayılı parsellerdeki işgaller için Mahkemelerce 2014 yılı için alınan yıllık birim bedeller birlikte değerlendirilirek 2014 yılı 119,48 TL birim bedel üzerinden toplam ecrimisil bedelinin 610,57 TL olarak hesaplanarak hükme esas alındığı; ancak bilirkişi raporundaki hava fotoğrafı incelendiğinde dava konusu taşınmazın Fenerbahçe-Kalamış caddesi bitiminde ve Alara Sokağına (Tur Yolu) cepheli olduğu görülmektedir.Ecrimisil bedelinin, taşınmazın emlak vergi değerinin %3’ünden az olamayacağına ilişkin düzenleme dikkate alınarak Alara Sokağını emlak vergi değerinin %3’üne göre belirlenmesi gerekirken, bu husus gözönüne alınmadan düzenlenen söz konusu rapor, hükme esas alınabilecek yeterlilikte görülmemiştir.Bu durumda, ecrimisil bedelinin belirlenmesinde taşınmazın emlak vergisine esas asgari değerinin dikkate alınması gerekirken, bu hususlar gözetilmeden, eksik incelemeye dayalı bilirkişi raporu esas alınmak suretiyle dava konusu işlemin kısmen iptali, kısmen de davanın reddi yolunda verilen İstanbul İdare Mahkemesi kararının, davanın reddine ilişkin kısmına yönelik davacı istinaf başvurusunun reddine dair temyize konu Bölge İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır…”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) Maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme’nin Maddesinin bir mahkeme önünde medeni hak ve yükümlülüğe ilişkin bir iddiada bulunma hakkını güvence altına aldığını, mahkemenin teşkilatı ve yargılamanın yürütülmesinin bu güvencenin kapsamında olduğunu (Golder/İngiltere, B. Nob 4451/70, 21/2/1975, § 36), davalarda adil yargılanma koşullarını yerine getirme yükümlülüğünün ulusal makamlara ait olduğunu ifade etmiştir (Dombo Beheer B.v/ Hollanda, B. No: 14448/88, 27/10/1993, § 33). AİHM, Sözleşme’nin Maddesi adil yargılanma hakkını güvence altına alırken delillerin kabul edilme yöntemi konusunda herhangi bir kural koyma yetkisinin kendisinde olmadığını, ulusal kanunlar tarafından bu hususların belirleneceğini, Sözleşme’deki hak ve yükümlülükleri ihmal etmediği sürece mahkemeler tarafından yapılan hataların giderilmesi görevinin de kendisinde olmadığını belirtmiştir (Schenk/İsviçre, B. No: 10862/84, 12/7/1988, §§ 45, 46). Bu açıdan AİHM yaklaşımına göre yargılama süreci bütün olarak dikkate alınacak, bu süreçte delillerin nasıl sunulduğu da dâhil olmak üzere tüm deliller yönünden hakkaniyetsiz bir değerlendirme yapılıp yapılmadığı dikkate alınacaktır (Schuler-Zgraggen/İsviçre, B. No: 14518/89, 24/6/1993, § 66). Buna paralel olarak AİHM, davaya bakan mahkemelerin Sözleşme’deki hakların etkili bir biçimde korunması için Sözleşme’nin Maddesine göre “tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi” olduğunu belirtmiştir (Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33; Kraska/İsveç, B. No: 13942/88, 19/4/1993, § 30).AİHM’e göre, tarafların ileri sürdükleri delillerin kabul edilebilirliği hususunda yerel mahkemeler belirli bir takdir yetkisine sahip olmakla birlikte mahkemelerin kararlarında yeterli bir gerekçe göstermeleri gerekir (Suominen/Finlandiya, B. No: 37801/97, 1/7/2003, § 36). Kararlarda gerekçe belirtilme zorunluluğu, mahkemelerin tarafları adil bir şekilde dinleme yükümlülüğüyle de doğrudan ilgilidir (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, § 85).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/9514
Başvuru, ecrimisil bedellerine karşı açılan davaların sadece idare tarafından sunulan delillere itibar edilerek reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, bir askerî personelin atış eğitimi sırasında ağır yaralanması ve bu olay hakkındaki ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının; görev yapamayacak olduğunun tespiti için askerî hastaneye sevk edilen askerî personelin hastaneye gönderilmeyip çalıştırılmaya devam edilmesi nedeniyle zorla çalıştırma yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 1/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirilmesine gerek görülmediğini bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve başvurucunun yaralanmasına ilişkin soruşturma evrakı çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvuruya Konu Olay ve Başvurucunun Yaralanması Nedeniyle Malulen Emekli Olmasına Giden Süreç Başvurucu; 14'üncü Mekanize Piyade Tugay Komutanlığına (Tugay Komutanlığı) bağlı bir bölükte piyade üsteğmen rütbesi ile takım komutanı olarak görev yapmakta iken 10/10/2008 tarihinde gerçekleştirilen uçaksavar silah atışı ve eğitiminde zırhlı araç üzerindeki bir makineli tüfekle atış yaptığı sırada barut gazının ve kovandan çıkan küçük bir parçanın geriye kaçıp göğsüne isabet etmesi sonucu diyafram ve kalbinden yaralanmıştır. İlk kaza raporu, aynı gün mesaj yoluyla sıralı komutanlıklara bildirilmiştir. Raporda, ilk komutanlık kanaatine göre olayın namlunun tam olarak oturtulmamasından ileri geldiği belirtilmiştir. Başvurucuya ilk müdahale Kars Devlet Hastanesinde (Devlet Hastanesi) yapılmıştır. Başvurucunun kalp kapakçığına saplanan parçayı çıkarmak için gerekli akciğer makinesinin Devlet Hastanesinde bulunmaması nedeniyle başvurucu, Erzurum Atatürk Üniversitesi Aziziye ve Yakutiye Araştırma Hastanelerine (Araştırma Hastanesi) sevk edilmiştir. Ertesi gün başvurucuya bir operasyon yapılsa da başvurucunun kalbindeki parça çıkarılamamıştır. Başvurucuya kırk beş günlük istirahat raporu verilmiş, 28/10/2008 tarihinde de başvurucu taburcu edilmiştir. Başvurucuya çeşitli sağlık kuruluşlarınca 15/12/2008 tarihinde beş gün, 19/12/2008 tarihinde otuz gün, 25/12/2008 tarihinde otuz gün, 20/1/2009 tarihinde yirmi gün, 11/2/2009 tarihinde yirmi gün, 20/4/2009 tarihinde üç ay ve 27/7/2009 tarihinde altı ay istirahat raporu verilmiştir. Devlet Hastanesi 18/11/2009 tarihinde, başvurucunun silah kazası nedeniyle hayati tehlike geçirdiğine dair rapor düzenlemiştir. Başvurucu 22/1/2010 tarihinde Gülhane Askerî Tıp Akademisine (GATA)sevk edilmiştir. Başvurucunun sevk işlemi GATA tarafından 27/1/2010 tarihinde işleme alınmıştır. GATA tarafından tanzim edilen sağlık raporunda, kalp ventrikül (karıncık) yaralanması ve sol anterior (ön) torakotomi (göğüs açımı) ameliyatı olan başvurucunun Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) görev yapamayacağı belirtilmiştir. Bu sebeple 2/7/2010 tarihinde TSK ile ilişiği kesilen başvurucu, aynı tarihte vazife malulü kabul edilmiştir. B. Olay Hakkında Düzenlenen Ayrıntılı Kaza Raporu ve Yürütülen Birinci İdari Tahkikat Ayrıntılı kaza raporu, olayın meydana geldiği tarihte düzenlenmiştir. Anılan raporda, başvurucunun sıfırlama atışında silah namlusunu namlu kuyruğuna tam olarak bağlamaması ve atış yapmak için acele etmesi nedeniyle yaralandığı belirtilmiştir. Olay günü bir idari tahkikat heyeti (Heyet) oluşturulmuştur. Heyet; başvurucunun, Bölük Komutanı P. Yzb. A.nin ve olay esnasında atış alanında bulunan P. Astsb. Çvş. Z.T., P. Uzm. Çvş. B., P. Uzm. Çvş. Ö.Ç. ve P. Er H.Ü.nün ifadelerini almıştır. i. Başvurucu 15/10/2008 tarihli ifadesinde; atış alanına getirilen dört silahın sıfırlamalarını bizzat yaptığını, müteakiben atış yapan personele kontrol atışı yaptırdığını, bir silahın hiç atmadığını, diğer silahların da seri atış yapmadığını, atış öncesi yapılması gereken ayarları bildiğini ve bu ayarları her atış öncesi yaptığını,seri atışa daha müsait olması nedeniyle seri atış için ilk silahı yeniden istediğini, kazaya neden olan bu silahın hatalı bir şekilde birleştirildiğini, hataları düzeltip Z.T. ile birlikte feyyür (aralık) ve ateşleme zaman ayarını yaptığını, sağlığı düzeldiğinde daha ayrıntılı ifade vermek istediğini beyan etmiştir.ii. A., başvurucuya uçaksavar silahlarını denemesi ve sıfırlaması için kendisinin emir verdiğini ve atışla ilgili emniyet talimatının personele tebliğ edildiğini söylemiştir.iii. Z.T., atış alanına atış başladıktan sonra gittiğini zira bölükteki askerlere spor yaptırdığını, atış alanına vardığında başvurucunun atış yaptığını, başvurunun arada uzman çavuşlara da atış yaptırdığını, daha sonra yedek silahı zırhlı tow taşıyıcıya (ZTT) yerleştirdiklerini, başvurucuya silah ayarlarını kastederek silahın başka bir şeyinin yapılıp yapılmayacağını sorduğunu, başvurucunun silahın ayarının yapıldığını söylediğini veZTT'den inmelerini istediğini, kendisi bakım yerine doğru giderken başvurucunun atış yaptığını, hemen sonrasında başvurucunun bağırdığını duyduklarını, başvurucunun "Bana bir şey oldu. Namluyu takmayı unuttum." dediğini ve yedek silahla atış yapmadan önce başvurucunun silah müretttebatını yanına istemediğini beyan etmiştir.iv. B., olay günü kurdukları silah ile 50-60 mermi attıklarını, daha sonra başvurucunun yedek silahı istediğini, bunun üzerine yedek silahı araca taktıklarını, başvurucunun emri üzerine araçtan indiklerini, araçtan inmelerinden sonra silahın ayarlarının yapıldığını görmediğini ve atış yaptıktan sonra başvurucunun silahın namlusunu takmayı unuttuğunu söylediğini ifade etmiştir.v. Ö.Ç., B. ile benzer yönde beyanda bulunmuştur.vi. H.Ü., olayın nasıl meydana geldiğini görmediğini söylemiştir. İdari tahkikat kapsamında toplanan belgelerden;i. 9/10/2008 tarihli ve 791 No'lu günlük emir uyarınca başvurucunun yapılacak atış denetlemesinde Z.T., B. ve Ö.Ç. ile birlikte 12,7 mm uçaksavar atışında görevlendirildiği, ii. Bila tarihli atış raporuna göre dört adet 12,7 mm makineli tüfeğin kontrollerinin yapıldığı ve atışa engel bir hâllerinin olmadığı,iii. Hafif silah sicil kartına ve uçaksavar makineli tüfek koruyucu bakım ve kısmi denetleme formlarına göre olay esnasında kullanılan makineli tüfeğin belli periyotlarla bakımının yapıldığı ve son bakım tarihinin 12/8/2008 olduğu,iv. 9/10/2008 tarihli ve 762 No'lu günlük emre göre A.nin uçaksavar makineli tüfek atışlarına hazırlık maksadıyla başvurucunun emir ve komutasında sıfırlama ve deneme atışlarının yapılmasını, atış yapılacak silahın feyyür ve ateşleme zaman ayarları yapılmadan atışa başlanmamasını emrettiği,v. Silah teknisyenleri Bkm. Bçvş. Y.Ç,Bkm. Kd. Üçvş. T.K. ve Bkm. Kd. Üçvş. F.O. tarafından düzenlenen 10/10/2008 tarihli teknik rapora göre başvurucunun yaralanmasına neden olan, atışta kullandığı uçaksavar makineli tüfeğin atış öncesi bakımının yapıldığı, söz konusu silahın çalışır aksamında herhangi bir arızaya rastlanmadığı, ZTT üzerindeki makineli tüfeğin havaya doğru namlusuz bir vaziyette olduğu, kesik kovan ve kovan dip tablasının ZTT kule kısmında görüldüğü, uçaksavar makineli tüfeğinin namlusunun ZTT'nin 150 metre önünde ve yerde durduğu, namlunun namlu kuyruğuna vidalanmadığı,vi. 16/10/2008 tarihli tutanağa göre dört makineli tüfeğin de atış öncesi ayarlarının yapılıp altışar mermi ile test edildiği ve herhangi bir arızanın meydana gelmediği,vii. Olay sonrasında olay yerinin bir krokisinin çizildiği ve olay yerinin resimlerinin çekildiği anlaşılmıştır. Tahkikatın sonunda Heyetçe düzenlenen idari tahkikat raporunda, ayrıntılı kaza raporunda yazılı hususların yanında başvurucunun silahın geriye kaçan barut gazının geriye sürüklediği küçük bir parça nedeniyle yaralandığı, başvurucunun her silahı tek tek kendisinin sıfırlamak ve ayarlamak istediği, nişancı yardımcısı kullanmadığı açıklanmıştır. Başvurucu 24/11/2008 tarihinde, konuya ilişkin ifadelerini içerir bir dilekçeyi askerî yetkilere sunmuştur. Bu dilekçede başvurucu özetle bölük komutanının 9/10/2008 tarihindeki eğitim toplantısında dört uçaksavar silahıyla ertesi gün sıfırlama ve deneme atışı yapmasını emrettiğini, kaza anına kadar sıfırlama veya ayar yapmak için aracın üzerine çıkmadığını, aracın ya araç komutanı bölmesinde ya da aracın sol yanında bulunduğunu, ilk uçaksavar silahını sıfırladığını, bu silahla Ö.Ç. ve B.nin de atış yaptığını, bu silahın seri atışta sorun çıkardığını, bu nedenle bu silahın bakım hattına bırakılmasını emrettiğini, daha sonra ikinci silahı sıfırladığını ancak bu silahın da sorun çıkardığını, bu esnada Z.T.nin bakım hattına bırakılan ilk silaha bir şeyler yaptığını gördüğünü, Ö.Ç.den öğrendiğine göre Z.T.nin silahın iğnesini söküp taktığını, üçüncü ve dördüncü silahta da bir sorunla karşılaştıklarını, sağlam silah istemek için P.Uzm. Çvş. A.Y.yi atış alanına çağırtığını ancak sonradan teknisyen muayenesinden geçmeyen silahla atış yapamayacaklarını hatırladığını, o esnada Z.T.ye ilk silahı getirmesini söylediğini ve silahı ZTT'nin üzerine Z.T.nin kurduğunu iddia etmiştir. Ayrıca başvurucu; silahın kurma kolunun yarıda takıldığını, bunun nedeninin Z.T.nin iğneyi sökerken bir parçayı ters takması olduğunu fark ettiğini, ayrıca yağ baskı grubu ile kapak takımı arasındaki bir parçanın da yanlış takıldığını gördüğünü, parçaların düzgün takılmasını istediğini, ters takılan parçanın düzgün takıldığını gördüğünü ancak diğer parçanın takılmasındaki yanlışın düzeltilip düzeltilmediğini görmediğini, kurma kolunu biraz çekip Z.T.den çentiği kontrol etmesini istediğini, Z.T.nin uygun olduğunu söylediğini, tahminine göre namlunun yerine tam oturmaması nedeniyle feyyür ve ateşleme zaman ayarlarında yanıldıklarını, silahın feyyür ve ateşleme zaman ayarlarını Z.T.nin yaptığını, Z.T.yi aracın üzerinden indirtip araç komutanı bölmesinde, ayakta ve mümkün olduğunca sağa eğilerek bir atış yaptığını, göğsünde bir ağrı hissettiğini, silahın yere dik bir konumda havaya baktığını gördüğünü ve namlunun ZTT'nin yaklaşık beş metre önüne fırladığını ileri sürmüştür. Başvurucunun iddiaları nedeniyle yeni bir heyet oluşturulmuştur. Olay Hakkında Yürütülen İkinci İdari Tahkikat Heyet; başvurucu, A., Z.T., B., Ö.Ç., H.Ü., F.O., A.Y., P.Kd. Bçvş. Y. ve P.Uzm. Çvş. Al.nin ifadelerine başvurmuştur. Bu kişilerin çoğu, beyanlarının alınması sırasında ifadelerini içerir dilekçe de sunmuşlardır.i. İfadesinde atış emrini atıştan bir gün önce bölük komutanının odasında aldığını beyan eden başvurucu dilekçesinde; atışla ilgili yönergelere uyulmadığını,atış emrinin atıştan bir gün önce mesai bitimine bir saat kala verilmesi ve bu nedenlegerekli yazışmaların yapılamaması nedeniyle cankurtaran istenemediğini, atış müdürünün birliğin en kıdemli subayı olan birlik komutanı olduğunu, yazışma ve görevlendirme yetkisi olmadığı için atışı ancak emir verilen şekliyle yerine getirebildiğini iddia etmiştir. Bundan başka başvurucu; olayın üstünün örtüldüğünü, dilekçelerine cevap verilmediğini, 802 No'lu günlük emrin kendisine tebliğine ilişkin belgedeki imzanın kendisine ait olmadığını, olaydan sonra atışa devam edildiğini, olay yerine gelen silah teknisyenlerinin atışa devam edilen ve düzeni bozulan silahları incelediğini, atış öncesinde silahların sökülüp takılması ve ayarlarının yapılmasını kendi kontrolü altındaki üç personelce yapılmasını sağladığını, silahın feyyür ayarlarının yapılmasına ilişkin son değişikliğin personele tebliğ edilmediğini, Z.T.nin namluyu yerine tam oturtamaması nedeniyle silahın ayarlarında yaptığı hatayı anlayamadığını, Z.T.nin olay öncesinde silahı iğnesine kadar söktüğünü ve personelin korkusundan gerçeğe aykırı ifade verdiğini öne sürüp olay anında olay yerinde bulunan T.E. ile yaptığı görüşmeye dair belgeyi dilekçesinin ekinde sunduğunu belirtmiştir. Bu belgeye soruşturma evrakı arasında rastlanmamıştır. ii. Z.T. olay esnasında başvurucunun kullandığı silahla oynamadığını, atıştan önce başvurucunun 3-5 dakika kadar silahla uğraştığını, atıştan sonra namlunun fırladığını ve silahın üst kapağının kalktığını, başvurucunun namluyu unuttuğunu söylediğini, ertesi gün denetleme atışı olması ve başvurucunun iyi görünmesi nedeniyle olaydan sonra da atışa devam edildiğini ve başvurucunun sağlık durumu öğrenilince atışı kestiklerini ifade etmiştir.iii. B. atıştan önce Z.T.yi araçtan indiren başvurucunun 2-3 dakika sonra atış yaptığını, atıştan sonra namluyu yerde gördüğünü, olaydan sonra başvurucunun atış yaptığı silahın bakımının yapıldığını ve bu silahla Z.T.nin atışa devam ettiğini, olay yerine gelen bölüm komutanının emri üzerine atışın kesildiğini, 801 ve 802 No'lu emirlerin olaydan bir gün önce tebliğ edildiğini beyan etmiştir.iv. Ö.Ç., başvurucunun atış sırasında kullandığı silahın üst kapağını başvurucu ve Z.T.nin birlikte taktığını, başvurucunun atış öncesinde 3-5 dakika kadar aracın üzerinde tek başına kaldığını, olaydan sonra başvurucunun namluyu takmayı unuttuğunu söylediğini, namluyu yerde gördüğünü, 801 ve 802 No'lu emirlerin olaydan bir gün önce verildiğini ve aynı gün kendisinin günlük emir defteriniimzaladığını açıklamıştır. v. H.Ü., patlama öncesini görmediğini ancak başvurucunun sivil doktora anlattığına göre olayın, namluyu takmanın unutulması nedeniyle meydana geldiğini söylemiştir.vi. A.Y., başvurucunun bir erle kendisini atış alanına çağırdığını, atış alanına yaklaştığında başvurucuyu atış yaparken gördüğünü, atış esnasında başvurucunun aracın üzerinde tek başına olduğunu ve atış sonrasında namlunun öne fırladığını ifade etmiştir.vii. A., olaydan bir gün önce denetleme atışlarında kimin hangi silahla atış yapacağını tek tek tebliğ ettiğini, atış yapar raporu alınan dört silah için hazırlık yapılmasını emrettiğini, hastaneden sonra atış alanına gittiğinde atışın durdurulup emniyete alınmış olduğunu, olaydan sonra atış yapılıp yapılmadığını bilmediğini, başvurucunun dilekçelerine cevap verildiğini, 801 ve 802 No'lu emirlerin verilen emirlerin yazılı getirilmiş hâli olduğunu ve söz konusu emirlerin tebliğ edilmesi talimatı verdiğini söylemiştir.viii. Y., günlük emirlerin tebliğ edilmiş olarak kendisine geldiğini, geçmişten gelen hatalı numaralandırma nedeniyle günlük emir numaralarının değiştirildiğini söylemiştir.ix. Al., başvurucunun atış esnasında kullandığı silahın bakımını kullanıcı bakım formuna göre yaptığını söylemiştir.x. F.O. silahın atış öncesi bakımını ve ayarlarını yapması gereken kişinin atış yapacak personeli olduğunu, bu ayarların her atıştan önce, namlu söküldüğünde veya silahtaki herhangi bir parça değiştiğinde yapılması gerektiğini, yağ eksikliğinin silahın çalışır aksamına herhangi bir etkisinin olmadığını, silahın namlusu namlu kuyruğuna vidalanır da atış ayarları yapıldıktan sonra atış yapılırsa namlunun fırlama ihtimalinin bulunmadığını, olay günü atışta kullanılan silahı incelediğinde namlu ve gövdesinde hasara rastlamadığını, namlu kuyruğundaki namlu kilit yayının sağlam olduğunu, olay yerindeki diğer silahların da çalışır vaziyette olduğunu, olay günü atışta kullanılan silahlarla 16/10/2008 tarihinde Heyet huzurunda altışar adet fişeği seri ve tek atım olarak ateşlediklerini ve herhangi bir arızaya rastlamadıklarını ifade etmiştir. Tahkikat dosyasındaki belgelerden;i. 10/10/2008 tarihinde başvurucunun atış müdürlüğünde (Atış müdürü atış yapacak birliğin en kıdemli subayı olup atışın devamı süresince atış yerinde hazır bulunur ve en temel görevi atışın emniyetle yürütülmesini sağlamaktır.) icra edilen atışlar dışında A.nin atış müdürlüğünde de atışlar yapıldığı, ii. 761 No'lu günlük emir ile 801 No'lu günlük emrin, 762 No'lu günlük emir ile 802 No'lu günlük emrin içerik itibarıyla aynı olduğu, başvurucunun emir ve komutasında sıfırlama ve deneme atışı yapılmasına dair emri de içerir 802 No'lu günlük emrin bulunduğu sayfanın arkasında emrin başvurucu tarafından tebliğ edildiğine dair imza bulunduğu ve belgeye göre söz konusu emri tebliğ eden kişinin Y. olduğu anlaşılmıştır. Heyetçe düzenlenen idari tahkikat raporunda; başka hususlar yanında olay günü yapılan atışlarda başvurucunun atış müdürü olduğu, bu nedenle atış alanındaki hazırlıkların sorumluluğunun başvurucuya ait olduğu, başvurucunun cankurtaran olmadan atışa başlamaması gerektiği, atış esnasında başvurucunun nişancı pozisyonunda olduğu, bu nedenle feyyür ayarını başvurucunun yapması gerektiği, 10/10/2009-27/3/2009 tarihleri arasındaki uçaksavar makineli tüfeklerine ilişkin siparişlerde kırık, dökük veya yamulma nedeniyle yapılan bir siparişe rastlanmadığı, olaydan sonraki gün denetleme atışları olduğundan Z.T.nin olay sırasında kullanılan silahın başka bir namlusuyla atışa devam ettiği ancak başvurucunun ağır yaralı olduğunu öğrenince atışı kesip namluyu çıkardığı ve durumu olduğu gibi muhafaza ettiği, başvurucunun silah namlusunu namlu kuyruğuna tam olarak bağlamaması ve atış yapmak için acele etmesi nedeniyle yaralandığı belirtilmiştir. Ceza Soruşturması Süreci Başvurucu, yaralanmasıyla ilgili şikâyetini vekili aracılığıyla Genelkurmay Başkanlığı Adli Müşavirliğine (Adli Müşavirlik) verdiği 16/3/2009 tarihli dilekçesinde dile getirmiştir. Anılan dilekçede; meydana gelen olay nedeniyle başvurucunun hayati tehlike geçirecek şekilde ağır yaralandığı, başvurucu hastanede tedavi görürken yapılan idari tahkikatta bazı eksiklikler bulunduğu, ayrıca tahkikatın kanuni usul ve esaslara aykırı yapıldığı, tahkikat kapsamında başvurucunun ifadesine başvurulmadığı, delillerin muhafaza altına alınmadığı ve başvurucunun müteaddit kez tahkikatın sonucunu öğrenmeye matuf taleplerine kayıtsız kalındığı iddia edilmiştir. Zikredilen dilekçede bundan başka Kara Kuvvetleri Komutanlığının (KKK) KKY 167-5 (A) sayılı Her Sınıfİçin Atış Yönergesi'nde yazılı emniyet tedbirlerinin alınması konusunda Bölük Komutanı A.nin görevini ihmal ettiği, yaptırılan deneme atışının KKK'nın KKY 167-1 sayılı Piyade Silahlarıyla Atış Yönergesi'nde (Atış Yönergesi) yer almadığı, eğitim ve bilgi eksikliği nedeniyle personelin atış yapacak silahların ayarlarını tam olarak yapamadığı, Z.T.nin silah ayarlarını hatalı yaptığı, atış alanında ambulans görevlendirilmediği için hastaneye başvurucunun kamyonla gittiği, takım komutanı olan başvurucunun uçaksavar kullanmaması gerektiği zira söz konusu silahın ancak zırhlı araçta bulunan nişancı ile araç şoförünce kullanılabileceği, kaldı ki söz konusu silahın kullanımı konusunda eğitim verilmediği, atış sırasında meydana gelebilecek tutukluluk için tüfekçi görevlendirilmediği öne sürülmüştür. Ayrıca idari tahkikata esas olmak üzere bazı belgelerin olaydan sonra düzenlenmesine rağmen olay öncesinde düzenlenmiş gibi imzalanması, misal olarak 801 ve 802 No'lu günlük emirlerde yazılı imzaların kendisine ait olmaması, bu suretle evrakta sahtecilik yapılması ve olay hakkında daha önce yaptığı şikâyet dilekçelerini işleme koymaması nedeniyle A.nin cezai sorumluluğunun bulunduğu iddia edilmiştir. Son olarak mezkûr dilekçede; başvurucunun emirlerine ve KKK'nın KKT 315-13 sayılı 12,7 MM'lik Uçaksavar Makineli Tüfeği Talimatnamesi'ne aykırı olarak olay esnasında kullanılan silahı atışın hemen öncesinde bakım hattında sökmesi, silahın ayarlarının yeniden kontrol edilmesine yönelik emrini savsaklaması ve yaralanma olayı sonrasında da atışı devam ettirmesi nedeniyle Z.T.nin; talep ve şikâyetlerini işleme koymayan Tugay Komutanı Ş.O.nun ve idari tahkikat kapsamında ifadesini almayan, usul ve esaslara aykırı tahkikat yapan Tahkikat Kurulu üyelerinin suç işlediği ileri sürülmüştür. Başvurucu vekili benzer bir dilekçeyi 9'uncu Kolordu Komutanlığına (Kolordu Komutanlığı) da göndermiştir. Ne var ki söz konusu dilekçe, usulüne uygun yapılmış bir şikâyet olmadığı gerekçesiyle 9'uncu Motorlu Piyade Tugay Komutanlığınca başvurucu vekiline iade edilmiştir. Başvurucu vekili 1/4/2009 tarihinde Adli Müşavirliğe bir dilekçe yazıp 16/3/2009 tarihli dilekçenin işlemsiz iadesini talep etmiştir. Adli Müşavirlikçe 9/4/2009 tarihinde KKK Adli Müşavirliğine gönderilen dilekçe, KKK Adli Müşavirliği tarafından 15/4/2009 tarihinde gereği için Kolordu Komutanlığına gönderilmiştir. Kolordu Komutanlığının herhangi bir işlem tesis edip etmediği tespit edilememiştir. Başvurucu 11/7/2012 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) bir dilekçe vermiş ve yaralanmasına neden olan olay ve sonrasında yaşananlara ilişkin şikâyetlerini yinelemiştir. Başvurucu şikâyetinde vekili aracılığıyla Kolordu Komutanlığına yaptığı şikâyetin işleme konulmadan iade edildiğini, üstelik şikâyet etmesi nedeniyle savunmasının alındığını, iddialarını askerî yetkililere iletmesine rağmen sonuç alamadığını, delillerin örtbas edildiğini, bilgi edinme taleplerine cevap verilmediğini, Z.T., Ö.Ç. ve B. gibi bazı tanıkların ifadelerini içerir tutanakların ve idari tahkikat raporunun son sayfasının sonradan değiştirildiğini, T.E. gibi bazı tanıkların beyanlarının yer aldığı tutanakların ise idari tahkikat dosyasından çıkarıldığını ve Z.T.nin ihmali nedeniyle yaralandığını iddia ederek delillerin kaybolmaması adına bazı askerî mahallerde arama yapılmasını istemiş; olaydan sonraki ilk yirmi gün ile 2009 yılı Mart ve Nisan aylarında Tugay Komutanlığına gelen ve Tugay Komutanlığından giden belgelerle olaya dair tutulan tüm kayıtların muhafaza altına alınmasını talep etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturma görevinin askerî savcılıklara ait olduğu gerekçesiyle 22/8/2012 tarihinde görevsizlik kararı verip soruşturma evrakını Genelkurmay Başkanlığı Askerî Savcılığına (Askerî Savcılık) göndermiştir. Genelkurmay Başkanlığı, başvurucu vekili tarafından verilen 16/3/2009 tarihli dilekçeyi de ilgi tutarak Kolordu Komutanlığı Adli Müşavirliğine yazdığı 17/9/2012 tarihli müzekkere ile ileri sürülen hususların incelenmesini ve inceleme sonucundan bilgi verilmesini istemiştir. Kolordu Komutanlığı, başvurucunun yaralanması olayı hakkında 10/10/2008 tarihli bir idari tahkikat raporu bulunduğu, sonrasında verilen şikâyet dilekçeleri üzerine 27/3/2009 tarihinde bir tahkikat raporu daha düzenlendiği, başvurucunun 7/5/2012 ve 18/5/2012 tarihli dilekçeler ile talep ettiği belgelerin Tugay Komutanlığının 31/5/2012 tarihli yazısıyla başvurucuya gönderildiği ve şikâyet edilen hususlar hakkında başvurucuya askerî savcılıklara müracaat edebileceğinin yazıyla bildirildiği hususlarına değinerek Genelkurmay Başkanlığının 17/9/2012 tarihli yazısını Tugay Komutanlığına iletmiştir. 23/11/2012 tarihli soruşturma emri üzerine soruşturmaya başlayan 9'ncu Motorlu Piyade Tugay Komutanlığı Askerî Savcılığı (Sarıkamış Askerî Savcılığı) 5/12/2012 tarihinde, başvurucunun olay tarihinde kolordu komutanı olan Kor. T.Ö. ile yine olay tarihinde tugay komutanı olarak görevli Tuğ. Ş.O.dan da şikâyetçi olması nedeniyle soruşturma görevinin Askerî Savcılığa ait olduğugerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir. Başvurucunun görevsizlik kararına yaptığı itiraz 12'nci Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 15/4/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Genelkurmay Başkanının 23/10/2012 tarihli soruşturma emri üzerine soruşturmaya başlayan Askerî Savcılık 9/12/2013 tarihinde Tugay Komutanlığına bir müzekkere yazarak konuyla ilgili bazı bilgi ve belgeleri istemiştir. Tugay Komutanlığı, tespit ettiği hususlara ilişkin belgelerin fotokopilerini 24/1/2014 tarihli yazıyla Askerî Savcılığa göndermiştir. Tugay Komutanlığınca yapılan tespitler şunlardır:i. 801 ve 802 numaralı günlük emirlerin yer aldığı 2008 yılına ait günlük emir defterinin aslı bulunamamıştır. Ancak atış görevine ilişkin kayıtlar 10/10/2008 tarihli idari tahkikat raporunda mevcuttur.ii. Olay sonrasında kazaya neden olan silah emniyete alınmış, silah teknisyeni olay yerine çağrılarak gerekli kontrol ve teknik muayene yapılmış, olay yerinin fotoğrafları çekilmiş ve delil olması muhtemel boş kovan, namlu ve silah kontrol altına alınmıştır.iii. Olayın adli makamlara haber verildiğine, verilmediğine ya da olayın adli makamlara haber verilmemesine ilişkin emir/talimat olup olmadığına dair bilgi ve belge bulunamamıştır.iv. İlk kaza ve olay raporu hemen olay sonrasında, ayrıntılı kaza raporu ve idari tahkikat raporu ise 21/10/2008 tarihinde sıralı komutanlıklara gönderilmiştir.v. 22/1/2009 tarihli talebi üzerine başvurucu, 10/2/2009 tarihinde başka bir askerî birimde geçici olarak görevlendirilmiştir. vi. Başvurucunun talep ettiği idari tahkikat raporlarının fotokopileri 10/4/2009 tarihli yazıyla başvurucuya verilmiştir.vii. Başvurucunun 7/5/2012 tarihli bilgi edinme talebi üzerine 2/4/2009 tarihli idari tahkikat raporu ile başvurucu tarafından açılan tam yargı davasına esas olmak üzere Millî Savunma Bakanlığına gönderilen belgelerin fotokopileri 31/5/2012 tarihinde başvurucuya gönderilmiştir. Askerî Savcılık, istinabe suretiyle Ö.Ç., Y., F.O., Z.T., B., A., A.Y., olay tarihinde tugay komutanı olan Ş.O. ve olay tarihinde tugay komutan yardımcısı olan Kur. Alb. A.T.T.nin tanık sıfatıyla ifadelerine başvurmuştur.i. Ö.Ç., olay tarihinde B. ve başvurucu ile birlikte olduğunu, uçaksavarla bir kez ateş etmesinden sonra başvurucunun atış için ikinci uçaksavarı kurmalarını istediğini, B. ile birlikte uçaksavarı zırhlı aracın üzerine kurmalarından sonra başvurucunun atış yapan uçaksavarın bakımını yapmalarını emrettiğini, B. ile birlikte bakım yaparlarken Z.T.nin zırhlı aracın üzerine çıktığını, bir süre sonra araçtan inen başvurucunun kendisine bir şeyler olduğundan söz ederek "Kimseye bir şey söylemeyin. Namluyu takmayı unuttum." dediğini ve hastaneye gitmek istemediğini, başvurucunun kalp bölgesinde üç farklı yerde kanama olduğunu görmeleri üzerine başvurucuyu bir tür kamyonla revire götürdüğünü, atış denetlemesi nedeniyle cankurtaranın bulunmadığını öğrendiklerini, silahla atışa devam edilip edilmediğini bilmediğini, uçaksavarların bakımının daha önce yapıldığını ancak bakım yapan kişinin kim olduğu konusunda bilgi sahibi olmadığını, 801 ile 802 No'lu günlük emirlerin daha öncesinde personele tebliğ edildiğini söylemiştir. ii. Y., uçaksavar atışında görevli olmadığını, başvurucunun nasıl yaralandığını görmediğini, bildiği kadarıyla bölük komutanın sözlü olarak verdiği emri daha sonra yazılı hâle getirdiğini ve emrin yazman aracılığıyla ilgililere imzalattırıldığını, günlük emirlerin numaralarında değişiklik yapılmadığını beyan etmiştir.iii. F.O. olay tarihinde Tugay Komutanlığına bağlı Bakım Birliğinde silah teknisyeni olarak görev yaptığını, silahla yaralama olayı nedeniyle silahı incelemesi için olay mahalline çağrıldığını, uçaksavarların bakımından sorumlu olmadığını, bu tür silahların bakımını kendilerinin yapmadığını, yaptığı incelemeye göre uçaksavarın çalışır durumda olduğunu, bu nedenle muhtemelen bakımının yapılmış olduğunu, atıştan önce yapılması gereken üç tür ayar olduğunu, bu ayarların feyyür ayarı, ateşleme zaman ayarı ve tampon ayarı olduğunu, yaptığı incelemeye göre başvurucunun feyyür ayarı hatası nedeniyle yaralandığını, namlunun silahın beş metre kadar uzağına fırladığını, namlunun içinde mermi çekirdeği bulunduğunu, silah üzerinde bir kırılma bulunmadığını, namlu kuyruğu ile namlu kilit parçasındaki dişlilerin sağlam olduğunu, bu nedenle silah namlusu ile namlu kuyruğunun birleştirilmediğini fark ettiğini, namlu ile silahın birleştirilmesini kontrol edecek kişinin atış yapacak kişi olduğunu, namlu ile silah birleştirilmediği için ortaya çıkan basınç ile namlunun fırladığını, oluşan ters basınçla kesilen kovan parçasının başvurucunun yaralanmasına neden olduğunu söylemiştir.iv. Z.T. uçaksavar atışında görevli olmaması nedeniyle uçaksavarların atış öncesi bakımlarının yapılıp yapılmadığını bilmediğini, atış müdürünün başvurucu olduğunu, bu hususun günlük emir defterine de yazıldığını, atış sırasında başvurucunun kimseyi yanına yaklaştırmadığını, başvurucunun silah namlusunu namlu kuyruğuna vidalayıp vidalamadığını hatırlamadığını, atış sonrasında başvurucuya doğru sarı bir toz bulutu geldiğini, başvurucunun bir şeyi olmadığını söylediğini, başvurucunun atletini kaldırınca göğüs bölgesinde küçük bir kan sızıntısı gördüğünü, hastaneye gitmek istemese de verdiği emir doğrultusunda başvurucunun Ö.Ç. tarafından bir çeşit kamyonla hastaneye götürüldüğünü, silahın o anki konumu korunarak ilgili teknisyen ve amirlerin gelmesini beklediğini, 801 ve 802 No'lu emirlerin hangi tarihte ilgililere tebliğ edildiğini bilmediğini ancak atışla ilgili emirlerin olaydan bir önce bölük komutanınca başvurucuya verildiğini, 761 ve 762 No'lu emirlerin sonradan 801 ve 802 No'lu emirler olarak değiştirilip değiştirilmediğini bilmediğini beyan etmiştir.v. B., atış öncesinde personele kaza önleme talimatının tebliğ edildiğini, hatırladığı kadarıyla uçaksavarların bakımının orada bulunan hatırlamadığı görevlilerce yapıldığını, olay meydana gelene kadar uçaksavarın çalıştığını, başvurucunun soldan dolduruş yapan uçaksavarı birtakım değişiklikler yaparak sağdan dolduruş yapar hâle getirdiğini, bu şekilde ateş ettikten sonra uçaksavarın araç üzerindeki pimlerinden çıktığını, atış esnasında başvurucu dışında kimsenin araçta olmadığını, başvurucunun daha önce de benzer bir durumla karşılaştığını ve bir subayın görme yeteneğini yitirdiğini söylediğini, başvurucu atletini sıyırınca göğüs bölgesindeki kan izlerini gördüklerini ve başvurucu hastaneye götürülünce Z.T.nin "Silahı sök. Bakımını yap. Diğer silahı takıp atışa devam edelim." dediğini söylemiştir.vi. A. hangi personelin hangi silahla, hangi atış görevini icra edeceğinin 10/10/2008 tarihinde mesai başlangıcında Denetleme Heyeti ile icra edilen toplantıda belli olduğunu, öğleden önce kendi odasında sözlü olarak bütün personele kimin hangi silahla ateş edeceğini tebliğ ettiğini, başvurucuya atış denetlemesine katılacağı silahın test ve sıfırlamalarını kontrol etme görevi verdiğini, sözlü emirlerin yazılı hâle getirilerek bütün personele tebliğ edilmesini emrettiğini ve defterle ilgili farklı bir işlemin yapılıp yapılmadığı konusunda bilgi sahibi olmadığını söylemiştir. Bundan başka A., olayın hemen Kur. Alb. A.T.T. ve Tuğ. Ş.O.ye sözlü olarak bildirildiğini, Ş.O.nun idari tahkikat heyeti oluşturularak konunun incelenmesi talimatını verdiğini ve başvurucunun itirazı sonrasında ikinci bir tahkikat heyeti oluşturulduğunu anlatmıştır.vii. A.Y., olay günü uçaksavar atışında görevli olmadığını, atışlarda kullanılacak silahların bakımının yapılıp yapılmadığını bilmediğini, başvurucunun silahlarla ilgili bir arıza nedeniyle kendisini çağırdığını, atış alanına vardığında başvurucuyu nişan alırken gördüğünü, derken başvurucunun uçaksavarı ateşlediğini, atış esnasında Z.T.nin zırhlı aracın üzerinde olmadığını, atış sonrasında namlunun ileri fırladığını ve zırhlı aracın kısmına çarparak yere düştüğünü, başvurucunun bir şeyi olmadığını söyleyip revire gitmek istemediğini, başvurucunun atışından sonra başka bir atışın olmadığını, 801 ve 802 No'lu emirlerin tebliğ edilip edilmediği konusunda bilgi sahibi olmadığını beyan etmiştir.viii. Ş.O., KKK denetlemesine hazırlık kapsamında yapılan bir atış nedeniyle meydana gelen olayın kendisine telefonla bildirildiğini, başvurucuyu Devlet Hastanesinde ziyaret ettiğini ve helikopter yardımıyla başvurucunun Erzurum'a nakledilmesini sağladığını, olaydan sonra idari tahkikat heyeti görevlendirmesi yaptığını, hatırladığı kadarıyla yardımcısı A.T.T.nin Sarıkamış Askerî Savcılığında görevli bir savcıyla telefonda görüştüğünü, askerî savcının kendisine iletilen herhangi bir talimatının olmadığını, birinci ve ikinci sicil amirlerinin gerek görmemesi, atışta kullanılan silahta herhangi bir arıza tespit edilememesi ve idari tahkikat raporuna göre olayda başka bir kimsenin kusurlu olmaması nedeniyle olay hakkında adli soruşturma dosyası düzenlenmediğini, ilk kaza raporu, ayrıntılı kaza raporu ve idari tahkikat raporunun sıralı komutanlıklara gönderildiğini ve başvurucunun araştırılmasını istediği hususlar nedeniyle ikinci bir tahkikat heyeti görevlendirmesi yaptığını söylemiştir. ix. A.T.T. olay sonrasında Sarıkamış Askerî Savcılığının telefonla arandığını, ilk kaza rapor ile tahkikat raporunun gerekli yerlere gönderildiğini ancak bu raporların adli soruşturma için Sarıkamış Askerî Savcılığına gönderilip gönderilmediği hususunda bilgi sahibi olmadığını ifade etmiştir. Başvurucu 6/5/2014 tarihinde Askerî Savcılığa bir dilekçe vermiş, soruşturmanın akıbeti hakkında bilgi verilmesini ve delillerin muhafaza altına alınmasını istemiştir. Devlet Hastanesi ile Araştırma Hastanesi, başvurucunun tedavisine ilişkin tıbbi belgeleri talep üzerine Askerî Savcılığa göndermişlerdir. Askerî Savcılık, meydana gelen olaydaki kusur durumu konusunda Kara Harp Okulunda görevli hafif silahlar atış nazariyatı öğretim görevlisinden bilirkişi raporu almıştır. Bilirkişi raporunda; başka hususlar yanında gerek olmamasına rağmen denetleme atışlarında kullanılması planlanan silahlar için atış raporu alındığı, kazaya neden olan silahın üç aylık periyodik bakımlarının yapıldığı, atış alanının yönergelere uygun olduğu, günlük emir defterinin ilgili sayfalarının fotokopisine göre başvurucuya uçaksavar makineli tüfeği sıfırlama ve deneme atışları ile atışın genel sorumluluğunun verildiği, sıfırlaması ve denemesi yapılan silahlar ile öncelikle başvurucunun atış yaptığı, bu nedenle başvurucunun olay esnasında nişancı/atıcı görevini üstelendiği belirtilerek başvurucunun takım komutanı, atış müdürü ve nişancı olarak ihmal ettiği hususlar tek tek belirtilmiştir. Bilirkişi raporunun değerlendirme kısmı ise şöyledir: "a. Atış sonrasında teşkil edilen teknik heyetçe yapılan teknik inceleme ve deneme atışlarında bahse konu silah ve namlusu üzerinde aşınma, kırılma, deformasyon vb. her hangi bir anormal durum bulunmadığı ve namlusu yerine usulüne uygun olarak takılan ve gerekli ayarları yapılan silahın işler durumda olduğunun tespit edildiği, eğer silahta kırılma, zorlama, sıyırma gibi durumlar olsa atış sonrasında silah kullanılamayacak hale gelse yaralanma olayına silahtaki bir kusurun sebep olduğu ihtimalinin düşünülebileceği, oysa açıkladığı üzere silahtan kaynaklanan herhangi bir arızanın ve kusurun bulunmadığı, gerekli ayarların yapılıp kontrol edilmediği, neticeten silaha tam sabitlenmeyen namlunun atışta fırladığı, merminin ateşlendiği, ancak barut gazının ve kesen kovandan fırlayan metal parçaların geriye doğru gelerek atış yapan personeli yaraladığı anlaşılmaktadır. b. Bahse konu kazanın, nişancı tarafından icra edilmesi gereken ayarların tam ve doğru olarak yapılmaması, atış müdürü tarafından yapılması gereken denetim ve kontrollerin tam olarak icra edilmemesi, aksaklık ve eksilik durumlarında gerekli müdahalelerin yerinde ve zamanında yapılmaması nedenleriyle meydana geldiği anlaşılmaktadır. Kaza sırasında atış müdürü olan ve kendisi atış yapacağı zaman bu görevini sair bir personele devretmediği anlaşılan müşteki emekli P.Ütğm.[O.Y.]nin hem takım komutanı hem atış müdürü hem de nişancı/atıcı vasıflarıyla yerine getirmesi gereken hususları tam ve doğru olarak icra etmemesi nedeniyle kusurlu olduğu, E.P.Ütğm. [O.Y.] haricindeki personele yüklenebilecek bir kusur bulunmadığı değerlendirilmektedir." Askerî Savcılık 18/12/2014 tarihinde, herhangi bir askerî personelin askerî mahkemede yargılanmasını gerektirecek nitelikte, kamu davası açmak için yeterli delil bulunmadığı sonucuna vararak ateşli silahla yaralanma olayı ile sonrasındaki ihmal iddiaları hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar (kovuşturmasızlık kararı) vermiştir. Kovuşturmasızlık kararında,i. Olaydan sonrasında olay yerine giden silah teknisyenlerince atışta kullanılan silahın incelendiği, buna göre silahın atış öncesi bakımının yapıldığı, herhangi bir arızaya rastlanmadığı ve namlunun namlu kuyruğuna vidalanmadığının tespit edildiği, silah teknisyenlerince düzenlenen tutanak ile bilirkişi raporu gözönüne alındığında silahın iğnesinin kırılarak başvurucunun göğsüne saplanması gibi bir durumun olmadığı, ii. Mevzuat uyarınca atışa ilişkin emrin sözlü de verilebileceği, günlük emir defterinin bulunamaması nedeniyle imza karşılaştırması yapılamadığı ancak emrin başvurucuya atıştan bir gün önce verildiği, iii. ilk kaza raporunun olay günü, ayrıntılı kaza raporunun ise idari tahkikat raporu ile birlikte 21/10/2008 tarihinde sıralı üst komutanlıklara (Kolordu, 3'üncü Ordu, KKK ve Genelkurmay Başkanlığı) gönderildiği, bu bakımdan Tugay Komutanı Ş.O.nun herhangi bir olayı gizleme, olduğundan farklı gösterme ve astının suçuna işlem yapmama niyetinden bahsedilemeyeceği, başvurucunun olaylara ilişkin tereddütlerini de içeren dilekçesine binaen ikinci kez idari tahkikat heyeti kurulması emrini vermesi ve her iki idari tahkikat raporunda "yaralanmanın başvurucunun silahın gerekli ayarlarını ve kontrollerini yapmadan/kontrol etmeden atış yapması sebebiyle meydana geldiği ve yaralanmaya sebep olan silahta herhangi bir arıza bulunmadığı" tespitlerinin yapılması karşısında Ş.O.nun suç konusu bir eylem bulunmadığı değerlendirmesine binaen ayrıca bir adli tahkikat yaptırılmasına gerek görmediği, iv. Askerî Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) kararı, bilirkişi raporu ve alınan ifadelere göre olayın başvurucunun kendi kusuruyla yaralandığı ve başka bir personele yüklenecek kasti veya ihmalî kusur bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu; silahlı ve mermili görevlerden muaf olmasına rağmen atışta görevlendirildiğini, mevzuat gereği atış müdürünün birliğin en kıdemli subayı olduğunu, idari tahkikattaki belgelere göre olaydan sonra kazaya neden olan silahla atışa devam edildiğini, adli tahkikatın olaydan sonra hemen başlatılmadığını, tahkikat raporlarında yer alan bazı ifadelerin ve belgelerin sonradan değiştirildiğini, 802 No'lu günlük emrin tebliğine ilişkin belgede yer alan imzanın kendisine ait olmadığını, Askerî Savcılığın sahtecilik yapılan belgelere ve korku altında olan tanıkların beyanlarına göre karar verdiğini belirterek kovuşturmasızlık kararına itiraz etmiştir. Başvurucunu itirazını inceleyen Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askerî Mahkemesi (Askerî Mahkeme) silahlı ve mermili görevlerden muaf olduğuna dair raporun araştırılıp bu rapordan sonra başvurucunun psikiyatrik yönden yapılan muayenesine ve tedavisine ilişkin tüm belgelerin getirtilmesi ve rapordan sonra silahlı görev yapmasında sakınca olmadığına dair rapor düzenlenmemiş ise bölük komutanının sorumluluğunun bulunup bulunmadığı hususunun bilirkişiden sorulması, deneme atışının mevzuatta bulunup bulunmadığının, böyle bir atış bulunmamakta ise atış emrini veren bölük komutanının sorumluluğunun bulunup bulunmadığının bilirkişiden sorulması ve olayın Sarıkamış Askerî Savcılığına telefonla bildirilip bildirilmediğinin araştırılarak olay tarihinde anılan yerde askerî savcı olarak görev yapanların tanık sıfatıyla ifadelerinin alınması yönlerinden soruşturmanın genişletilmesine karar vermiştir. Askerî Mahkeme kararı uyarınca Askerî Savcılık, olay tarihinde Sarıkamış Askerî Savcılığında görevli olan askerî savcılar/askeri savcı yardımcılarını tespit edip istinabe suretiyle ifadelerini almış, başvurucunun Erzurum Mareşal Çakmak Asker Hastanesindeki muayene ve tedavilerine ilişkin belgeleri getirtmiş ve daha önceki raporu hazırlayan bilirkişiden ek rapor almıştır. Olay tarihinde Sarıkamış Askerî Savcılığında askerî savcı olarak görev yapan G.G. ifadesinde; başvurucunun yaralanması olayının kendisine telefonla bildirildiğini, bildirildiği şekliyle olayın başvurucunun hatasından kaynaklanan basit bir silah kazası olduğunu değerlendirdiklerini, başvurucunun hayati tehlikesinin de bulunmadığını anlayınca kendiliklerinden soruşturma başlatmadıklarını, bununla birlikte telefonda görüştüğü ve kim olduğunu hatırlamadığı kişiye idari tahkikat dosyasının gönderilmesi ve başvurucunun sağlık durumunda olumsuz bir durum olursa bilgi verilmesi yönünde talimat verdiğini söylemiştir. İfadesine başvurulan K.K., G.Ö. ve İ.A.T.nin konu hakkında bilgi sahibi olmadıkları anlaşılmıştır. Başvurucunun tedavisine ilişkin belgeler ve başvurucu hakkında düzenlenen sağlık raporlarına göre; i. Başvurucuya 2004 yılından sonra psikotik bozukluk tanısı nedeniyle zaman zaman istirahat raporları verilmiştir. ii. Erzurum Mareşal Çakmak Asker Hastanesi, psikotik bozukluk tanısı koyulan başvurucunun silahına geçici veya sürekli el konulmasını, silahlı mermili görevlerden muaf tutulmasını, reçete edilen ilaçlara bağlı yan etki oluşabileceğinden nöbet hizmetlerinden muaf tutulmasını ve iki ay sonra başvurucunun kontrolünü6/8/2007 tarihinde uygun bulmuştur. iii. 13/12/2007 ve 5/8/2008 tarihli raporlarda psikotik bozukluk tanısı konulan başvurucunun sınıfı görevine devam edeceği (B/15 F2, bu kod olay tarihinde yürürlükte bulunan mülga TSK Sağlık Yönetmeliği'nin ekindeki Hastalıklar ve Arızalar Listesi'ndeki tek hecme hâlinde geçirilmiş ve tamamen iyileşmiş, altı aydan kısa süren psikotik bozukluklara işaret etmektedir.) belirtilmiştir.iv. 7/10/2008 tarihli raporda sinüzal bradikardi (yavaş atım) teşhisi konulan başvurucunun sınıf görevini yapacağı (A/42 F2, bu kod Hastalıklar ve Arızalar Listesi'ndeki sinüzal bradikardiye işaret etmektedir.) ancak yarışmalı sportif faaliyetlerden muafiyetinin uygun olduğu açıklanmıştır. Başvurucu 9/10/2014 tarihinde yazılı olarak verdiği ifadesinde; bölük komutanının olaydan bir gün önce sözlü olarak atış alanını hazırlatıp deneme atışı yaptırması emrini verdiğini, olay günü silahların ayarlarını kendisi yapmadığı gibi namluları da kendisinin değiştirmediğini, silahların hepsinin takıldığını (tutukluluk yaptığını),bir uzman çavuşa kaza yapan silahı zırhlı aracın üzerine kurdurttuğunu, nişancı sıfatıyla zırhlı aracın içine girdiğini, Z.T.nin de nişancı yardımcısı sıfatıyla namlunun önüne geçtiğini, silahın ayarlarını Z.T.nin yaptığını, kendisinin ise kontrol ettiğini, silahın namlusunun yerine tam oturmadığını göremediğini, yaptığı atış sonrasında namlunun araca dik bir şekilde öne fırladığını, silahın iğnesinin kalbine saplandığını ve cankurtaran geç gelebileceği için kamyonla revire gitmeye karar verdiğini iddia etmiştir. Ayrıca başvurucu; olay sonrasında Z.T.nin ayarlarını başkasına yaptırtarak kaza yapan silahın atışa devam ettirdiğini, olay yerine ilk gelen tugay komutanı olmasına rağmen ifade veren personelin korkudan olay yerine ilk gelenin bölük komutanı olduğunu söylediğini, atış emrini tebliğ almadığını; yürütülen idari tahkikatlar kapsamında adına imza atılması, raporların sonuç kısımları ilebazı tanık ifadelerinin değiştirilmesi ve bazı tanık ifadelerini içerir tutanakların tahkikat dosyasından çıkarılması gibi birtakım sahtecilikler yapıldığını öne sürmüştür. Son olarak başvurucu, sağlık sorunları hiçe sayılarak ve GATA'ya sevk edilmesi göz ardı edilerek ikinci Tahkikat Heyeti raporunu sununcaya kadar tugay komutanınca çalıştırıldığını ileri sürmüştür. Atış öğretim görevlisi olan bir bilirkişi tarafından verilen 16/2/2015 tarihli ek raporda, 762 No'lu günlük emrin maddesinde başvurucunun emir ve komutasında sıfırlama ve deneme atışı yapılacağının yazılı olduğu, bu atışın Atış Yönergesi'nde bahsedilen ve "silahın nişan hattı ayarının kontrolü ve düzeltilmesi" maksadıyla yapılan 1 No'lu görev hazırlık atışı olduğu, başvurucunun emrin anlaşılamadığına veya suç teşkil ettiğine dair itirazı olduğuna dair herhangi bir emareye rastlanmaması nedeniyle başvurucunun atış emrinin 1 No'lu görev hazırlık atışına ilişkin olduğunu açıkça anladığı, denetlemelerde icra edilecek muhabere atışlarından önce denetlemeye iştirak edecek personelin hazırlık atışları yapmasının mecburi olduğu ve yapılması emredilen atışın Atış Yönergesi'ne aykırı olmadığı belirtilmiştir. Askerî Savcılığın başvurucunun kovuşturmasızlık kararına vaki itirazı hakkında karar vermesi için soruşturma evrakını gönderdiği Askerî Mahkeme; bilirkişi raporuna, silah teknisyenleri T.K., F.O. ve Y.Ç. tarafından düzenlenen rapora ve dinlenen tüm tanık ifadelerine göre başvurucunun kendi ihmalî davranışı sonucu yaralandığı, olay hakkında adli tahkikat başlatılmamasının idari tahkikat raporlarına itibar edilmesinden kaynaklandığı, başvurucunun silahlı, mermili görevlerden muaf tutulmasına dair raporlardan sonra başvurucu hakkında düzenlenen sağlık kurulu muayenelerinde "Sınıfı görevine devam eder-sınıfı görevini yapar." şeklinde karar verildiği ve başvurucunun silahlı, mermili görevlerden muaf tutulması gerektiğine ilişkin rapor verilmediği gerekçesiyle 22/4/2015 tarihinde başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Bu karar, başvurucu vekiline 13/5/2015 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvuru 1/6/2015 tarihinde yapılmıştır.E. Tam Yargı Davası Süreci Başvurucu, olaydan bir gün önce teknisyen tarafından kontrol edilen ve atış alanına getirilen dört silahın tamamının sorun çıkardığını ve astsubayın hatası sonucu yaralandığını iddia ederek vekili aracılığıyla AYİM'de dava açıp 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat talep etmiştir. AYİM, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından başvurucuya bağlanan maluliyet aylıklarına ve ödenen tütün ikramiyelerine ilişkin belgeleri getirtmiş ve başvurucunun maddi zararı konusunda bilirkişiden rapor almıştır. Bilirkişi raporunda başvurucunun maddi zararı 168 TL olarak açıklanmıştır. Yaptığı yargılama sonunda olayda kusursuz sorumluluk hâlinin bulunduğu sonuca varan ve silah namlusunu namlu kuyruğuna tam olarak bağlamaması, atış yapmak için acele etmesi ve dikkatsizlik neticesinde emniyet tedbirlerini gerektiği gibi uygulamaması nedenleriyle başvurucunun da olayda müterafik kusurunun bulunduğunu değerlendiren AYİM 28/11/2011 tarihinde, bilirkişi incelemesiyle ortaya çıkan maddi zarardan indirim yaparak başvurucuya 618 TL maddi, 000 TL manevi tazminat ödemesine karar vermiştir. Başvurucunun vekili aracılığıyla yaptığı karar düzeltme talebi AYİM tarafından 28/12/2011 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, başka yargısal kararlar yanında AYİM tarafından verilen kararın da anayasal haklarını ihlal ettiği iddiasıyla 24/12/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapmıştır. Bu başvuru 2014/20530 bireysel başvuru sırasına kaydedilmiştir. Anayasa Mahkemesi 15/12/2017 tarihinde, başvurucunun AYİM tarafından verilen karara yönelik iddialarını zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez bulmuştur. Konuyla alakalı ulusal ve uluslararası hukuka ilişkin bilgiler, Kadri Ceyhan ([GK], B. No: 2014/1924, 17/5/2018) başvurusu hakkında verilen kararda yer almaktadır (anılan karar, §§ 33, 34, 40-46).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/9353
Başvuru, bir askerî personelin atış eğitimi sırasında ağır yaralanması ve bu olay hakkındaki ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının; görev yapamayacak olduğunun tespiti için askerî hastaneye sevk edilen askerî personelin hastaneye gönderilmeyip çalıştırılmaya devam edilmesi nedeniyle zorla çalıştırma yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, menfi tespit davasında, usul ve kanuna aykırı karar verilmesi; esaslı iddiaların kararda tartışılmaması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun murisi İ.H. aleyhine 20/3/2007 vade tarihli 000 TL bedelli senede dayalı olarak Safranbolu İcra Müdürlüğünün E.2008/182 sayılı dosyasında icra takibi başlatılmıştır. İ.H.nin vefatından sonra 5/12/2008 tarihinde, içerisinde başvurucunun da bulunduğu bir kısım mirasçılar, takip alacaklısı Y.ya karşı Safranbolu Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları menfi tespit davasında, davalı alacaklı ile birlikte hareket eden murisin mirasçısı A.H. tarafından murisin ikametinde bulunan belgeler arasından takibe konu bononun ele geçirildiğini, senedin eksik unsurları tamamlanarak ve ekleme yapılmak suretiyle davalı adına icraya konulduğunu, murisin yaşı ve tıbbi rahatsızlığı sebebiyle takibe konu senedi düzenlemesinin beklenemeyeceğini, murisin 2002 yılında ticareti bırakması ve tüm işlerini A.H.ya devretmesi sebebiyle davalıdan 000 TL tutarında iki aylık süre için borç para almasını gerektirir herhangi bir ihtiyacının olmadığını, bu miktarda paranın ödünç almasını gerektirecek her hangi bir sebebin de bulunmadığını belirterek muris İ.H. ve davacıların davalıya borçlu olmadığının tesbitine karar verilmesini talep etmişlerdir. Mahkeme 6/4/2011 tarihli kararında, davada ispat yükümlülüğünün lehtar olan alacaklıya düştüğünü, tanık beyanları, bilirkişi raporu, ekonomik sosyal durum araştırmasına göre hakkında borçlarından dolayı icra takipleri bulunan ve 2003 yılı itibariyle tüm ticari faaliyetlerine son veren davalının 000 TL tutarında borç parayı 14/3/2001 tarihi itibariyle boşandığı eşinin babasına vermesinin mümkün bulunmadığını, senetin düzenlendiği tarih itibariyle de nakten bu miktarda parayı davacıya vermesine de imkân bulunmadığını, davacıların murisinin işlerini tasfiye etmiş olması gözönüne alındığında sosyal ekonomik durumu itibariyle bu miktar borç para almasını gerektirir ihtiyaç içerisinde bulunmadığını, dava konusu bononun tahsilinin sağlanması için icra takibi yapan davalının senette yazılı miktar kadar alacaklı bulunduğunu, geçerli şekilde kanıtlayamadığını belirterek muris İ.H. ve davacıların davalıya borçlu olmadığının tesbitine karar vermiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 1/2/2012 tarihli kararında, taraflar yakın akraba olsa da aralarındaki ilişkiyi yazılı belgeye bağladıkları için dava konusu olaydat anık dinlenmesi ve tanık beyanlarının hükme esas alınmasının mümkün olmadığını, bu bağlamda senedin hukuka aykırı bir şekilde ele geçirildiği ve senetteki bir kısım yazıların sonradan doldurulduğunu, davacının yazılı delille ispat etmesi gerektiğinin kabulünün zorunlu olduğunu, davacıların dosyaya sunduğu deliller ile bu hususu ispat edemediğinin görüldüğünü, bu itibarla ispat yükü ters çevrilmek suretiyle davalının senette yazılı miktar kadar alacaklı bulunduğunu geçerli şekilde kanıtlayamadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmesinin usul ve kanuna aykırı olduğunu belirterek hükmü bozmuştur. Bozma kararına uyan Mahkemece yapılan yargılama sonucu verilen 5/12/2012 tarihli kararda, her ne kadar davacı tarafça davalının dava konusu senedi muris İ.H.den ele geçirerek onun iradesine aykırı olarak senedi doldurmak suretiyle icra takibi yaptığı beyan edilmekte ise de bu hususun ispatının yazılı delille yapılması gerektiği, davacılar tarafından dosya kapsamına ibraz edilen delillerin senedin murisin rızasına aykırı olarak doldurulduğunu ispata yeterli olmadığı, dosya kapsamına alınan polis kriminal raporunda imzanın murise ait olmadığı yönünde görüş beyan edilmişse de Safranbolu İcra Hukuk Mahkemesinin E.2008/13, K.2009/9 sayılı kesinleşmiş mahkeme ilamı ile senet altındaki imzanın murise ait olduğunun tespit edildiği, bu sebeple de alınan bu bilirkişi raporunun hükme dayanak teşkil etmesinin mümkün olmadığı belirtilerek Yargıtay bozma kararı doğrultusunda davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/6/2013 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 17/12/2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı 4/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 5/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1489
Başvuru, menfi tespit davasında, usul ve kanuna aykırı karar verilmesi; esaslı iddiaların kararda tartışılmaması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı ve kanun yolu süresinin gerekçeli kararın tebliğinden başlayacağı açıkça belirtildiği hâlde tefhimden başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun açtığı davada kanun yolu başvurusu, kanun yolu süresinin ilk derece mahkemesinin kararının tefhim tarihinden başlatılarak hesaplanması nedeniyle süresinde olmadığı gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 24/10/2020 tarihinde öğrendikten sonra 17/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/37259
Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı ve kanun yolu süresinin gerekçeli kararın tebliğinden başlayacağı açıkça belirtildiği hâlde tefhimden başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/2/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun 11/11/2008 tarihinde gözaltına alınmasıyla başlayan yargısal süreç, 26/11/2019 tarihli onama kararıyla sona ermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/8647
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, satış vaadi sözleşmesiyle satın aldığı taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ve Devlet ormanı olarak tapulama dışı bırakılması kararlarıyla sonuçlanan yargılamalara ilişkin olarak, yargılamanın yenilenmesi talebiyle açtığı davaların reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkı ve hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 28/12/2012 tarihinde Karşıyaka Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış, başvurucunun 2013/34-35-36-37-38 numaralı başvuruları bağlantı olması ve talep nedeniyle 2013/33 numaralı başvuru dosyasında birleştirilmiş ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İzmir ili, Karşıyaka ilçesi, Yamanlar köyünde bulunan taşınmazları satın almak amacıyla bu taşınmazların malikleri ile 1971 yılında noterde satış vaadi sözleşmesi yapmıştır. Bu taşınmazların anılan sözleşme kapsamında tapu sicilinde başvurucu adına tescili gerçekleşmeden, orman sınırları içinde kaldığı iddiasıyla orman idaresince taşınmazların malikleri aleyhine tapu kayıtlarının iptali ve orman vasfıyla tescili talebiyle Karşıyaka Asliye Hukuk Mahkemesine davalar açılmıştır. Bu davalarda Karşıyaka Asliye Hukuk Mahkemesi, 26/12/1980 tarih ve E.1979/206, K.1980/942 sayılı, 26/12/1980 tarih ve E.1979/209, K.1980/945 sayılı, 26/12/1980 tarih ve E.1979/207, K.1980/943 sayılı, 26/12/1980 tarih ve E.1979/208, K.1980/944 sayılı, 26/12/1980 tarih ve E.1979/210, K.1980/946 sayılı ve 17/7/1981 tarih ve E.1981/42, K.1981/543 sayılı kararlarla taşınmazların tapu kayıtlarının iptaline ve Devlet ormanı olarak tapulama dışı bırakılmasına karar vermiştir. Bu kararlar temyiz incelemesinden geçerek kesinleşmiştir. Başvurucunun, anılan yargılamalara ilişkin olarak düzenlenen bilirkişi raporlarının gerçeğe aykırı olduğu iddiasıyla yaptığı başvuru üzerine, İzmir Orman Bölge Müdürlüğü 16/9/2009 tarih ve 6443-13238 sayılı yazıyla, taşınmazların bir kısmının orman sınırları dışında kaldığını ancak kesinleşmiş mahkeme kararları olması nedeniyle yapılacak bir işlem olmadığını, ancak yargılamanın yenilenmesi yoluna gidebileceğini başvurucuya bildirmiştir. Başvurucu taşınmazların tapu kayıtlarının iptaline ve Devlet ormanı olarak tapulama dışı bırakılması kararlarına ilişkin olarak, bilirkişi raporlarının gerçeğe aykırı olduğu iddiasıyla Karşıyaka Asliye Hukuk Mahkemesinde yargılamanın yenilenmesi talebiyle davalar açmıştır. Mahkeme 22/9/2010 tarih ve E.2010/15, K.2010/379 sayılı, 22/9/2010 tarih ve E.2010/12, K.2010/377 sayılı, 22/9/2010 tarih ve E.2010/14, K.2010/375 sayılı, 22/9/2010 tarih ve E.2010/14, K.2010/375 sayılı, 22/9/2010 tarih ve E.2010/10, K.2010/378 sayılı ve 22/9/2010 tarih ve E.2010/11, K.2010/376 sayılı kararlarla, başvurucunun yenilenmesini talep ettiği yargılamalarda taraf olmadığı gerekçesiyle davaları reddetmiştir. Bu kararlar Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/6/2012 tarih ve E.2011/11271, K.2012/8707 sayılı, 7/6/2012 tarih ve E.2011/11074, K.2012/8709 sayılı, 7/6/2012 tarih ve E.2011/11075, K.2012/8706 sayılı, 7/6/2012 tarih ve E.2011/11268, K.2012/8711 sayılı, 7/6/2012 tarih ve E.2011/11269, K.2012/8710 sayılı ve 7/6/2012 tarih ve E.2011/11270, K.2012/8704 sayılı ilamlarıyla onanmış, karar düzeltme talepleri aynı dairenin 19/11/2012 tarihli ilamlarıyla reddedilmiştirB. İlgili Hukuk 17/02/1926 tarih ve 743 sayılı (mülga) Türk Medeni Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, 22/11/2001 tarih ve 4271 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ve geçici maddesi.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/33
Başvurucu, satış vaadi sözleşmesiyle satın aldığı taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ve Devlet ormanı olarak tapulama dışı bırakılması kararlarıyla sonuçlanan yargılamalara ilişkin olarak, yargılamanın yenilenmesi talebiyle açtığı davaların reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkı ve hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Tarihine Kadar Yaşanan Gelişmeler Başvuruculardan Esra Başerli, oğlu Murat Başerli'yi 13/4/2000 tarihinde Samsun Doğumevi ve Çocuk Bakımevi Hastanesinde bedensel ve zihinsel engelli olarak dünyaya getirmiştir. Başvurucular, yetersiz sağlık hizmeti verilmesi nedeniyle oğulları Murat'ın bedensel ve zihinsel engelli olarak doğduğunu belirterek maddi ve manevi zararlarının karşılanması talebiyle Sağlık Bakanlığı aleyhine 13/6/2001 tarihinde Samsun İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmışlardır. Konuya ilişkin olarak Adli Tıp Kurumu Genel Kurulunca düzenlenen raporda;i. Başvurucu Esra Başerli'nin gebelik takiplerini düzenli olarak yaptırmadığı,ii. Çocuğun doğumunun gerçekleştiği 13/4/2000 tarihli müracaatta doğum eyleminin başlamış olduğu ve hızlı seyreden doğumun yatıştan 2,5 saat sonra gerçekleştiği,iii. Doğum sonrası hipoksi tablosunun tespit edildiği ve gerekli müdahalelerin yapıldığı, ilgili doktor ve ebenin doğum olayına ilişkin müdahale ve eylemlerinin tıp kurallarına uygun olduğu belirtilmiştir. Mahkeme 29/12/2003 tarihinde davanın kısmen kabulüne ve başvurucuların 1/2 oranında kusurlu olduğu gerekçesiyle tazminat tutarlarında indirime giderek 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminatın davalı idareden alınarak davacıya verilmesinekarar vermiştir. Kararın gerekçesinde; doğum sırasında ultrasonografik yönteme dayalı bir değerlendirme yapılmadığı için apgar skoru düşüklüğü bulgusu olan anoksik doğuma canlandırma ekibinin eşlik edemediği, bu sebeple sağlık hizmetinin eksik ve kusurlu işlediği kabul edilmiştir. Mahkeme, bununla birlikte başvurucu annenin de hamilelik döneminde kontrollerini düzenli yaptırmayıp doğum eyleminin başlamasından çok sonra Hastaneye müracaat ettiğini vurgulamıştır. Mahkemeye göre her iki taraf da eşit kusurlu olduğu için başvurucuların maddi ve manevi tazminat istemleri kusur oranlarına göre kısmen kabul edilmelidir. Taraflarca temyiz edilen karar, Danıştay Onuncu Dairesinin (Daire) 21/2/2006 tarihli ilamıyla bozulmuştur. Bozma ilamında, doğum anında ve doğum sonrasında gerekli müdahalelerin yapıldığı belirtilerek olayda idarenin ağır hizmet kusurundan söz edilemeyeceği açıklanmıştır. Mahkeme 1/3/2007 tarihinde bozma ilamına uymamış ve önceki kararında ısrar etmiştir. Israr kararının temyizi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (Kurul) 24/11/2011 tarihinde başvurucuların temyiz istemlerinin süre aşımı yönünden reddine, davalı idarenin temyiz isteminin kabulü ile hükmün bozulmasına karar vermiştir. Kurul, İdare Mahkemesi kararına dayanak oluşturan Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu kararına atıfta bulunmuştur. Kurula göre bu raporlarda çocuğun zihinsel ve bedensel engelli olarak doğmasına davalı idarece sunulan sağlık hizmetinin kusurlu işlemesinin sebep olduğu yolunda bir değerlendirme yer almamaktadır. Kararda bu gerekçeyle, tazminat isteminin kısmen kabulüne ilişkin kararın uygun olmadığı sonucuna varılmıştır. Başvurucular 27/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler Kurul 30/10/2014 tarihinde başvurucuların karar düzeltme taleplerinin reddine karar vermiştir. Yargılamaya Samsun İdare Mahkemesinde devam edilmiş, bozma ilamına uyan Mahkeme 11/6/2015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Danıştay Onbeşinci Dairesinin 28/3/2016 tarihli ilamıyla temyiz edilen hüküm onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme talepleri de aynı Dairenin 24/1/2017 tarihli ilamıyla reddedilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8276
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde sözleşmeli uzman erbaş olarak çalışmaktayken haksız olarak sözleşmesinin feshedildiğini, bu nedenle idare aleyhine açtığı davanın da Mahkemece reddedildiğini, davalı idare tarafından sunulan veya Mahkemece incelenen gizlilik dereceli olduğu belirtilen belgeler ve karardan önce dosyaya sunulan Başsavcılık görüşü ile Raportörün düşüncelerinin kendisine tebliğ edilmeyerek savunma olanağından yoksun bırakıldığını, davayı açtığı tarihten sonra yürürlüğe giren Kanun Hükmünde Kararname (KHK) gereğince, geçmişe uygulanacak biçimde vekâlet ücreti ödenmesine hükmedildiğini belirterek, Anayasa’nın Maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı ve maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 12/11/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 29/3/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm, 24/7/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 30/7/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 23/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 10/10/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, karşı beyanlarını 25/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, imzaladığı bir yıllık sözleşmeye istinaden 7/12/2009 tarihinde Jandarma Uzman Çavuşu rütbesiyle TSK’ye katılmış ve 7/12/2010 tarihinde tekrar bu sözleşmesi bir yıllığına uzatılmıştır. Başvurucu, Şırnak Milli J. Komd. Tabur Komutanlığında görev yapmakta iken, kendisinin de kalmış olduğu misafirhanede 11/5/2011 tarihinde bir uzman onbaşı tarafından diğer bir uzman onbaşı bıçakla öldürülmüştür. Başvurucu, olayla ilgili olarak aynı tarihte alınan ilk ifadesinde, olay hakkında bilgi ve görgüsünün olmadığını belirtmiştir. Bir gün sonraki ifadesinde ise vicdani rahatsızlık duyduğunu belirterek bildiklerini anlatmıştır. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığının cinayetle ilgili olarak yürüttüğü soruşturma çerçevesinde başvurucu hakkında da yalan tanıklık suçundan soruşturma açılmıştır. Anılan soruşturma devam etmekte iken, başvurucunun olayla ilgili olarak alınan ilk ifadesinde olayı görmediğini söyleyerek “yalan beyanda bulunduğu”, ayrıca 4 ayrı disiplin cezası ve toplam 8 gün göz hapsi ve aylıktan kesme cezalarını aldığı gerekçesiyle uzman erbaşlık sözleşmesi feshedilerek, 6/6/2011 tarihinde TSK’den ilişiği kesilmiştir. Feshe hukuki dayanak olarak 18/3/1986 tarih ve 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu’nun maddesi, Uzman Erbaş Yönetmeliği’nin maddesi ile J.Gn.K.lığı Erbaş Yönergesi’nin Üçüncü Bölümünün maddesi gösterilmiştir. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu hakkında yalan tanıklık suçlamasıyla yürütülen soruşturma sonucunda, 15/6/2011 tarihli ek kararla, başvurucunun ilk ifadesinin “tanık” sıfatıyla alınmadığından “yalan tanıklık suçunun unsurları itibarıyla oluşmadığı” gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Bu kararda, fail dışında, başvurucu ve diğer şüphelilerin bir gün arayla verdikleri ifadelerle ilgili olarak şu hususlara yer verilmiştir:“Olay sonrası misafirhanede kalan … diğer şahısların şüpheli olarak alınan ifadelerinde olay ile ilgili belli hususları sakladıkları, olaydan sonraki gün şüphelinin suçunu itiraf etmesi üzerine Cumhuriyet Başsavcılığımızca şüpheli olarak yeniden alınan ifadeleri ile Diyarbakır askeri Savcılığınca tanık olarak alınan ifadelerinde, şüpheli ile maktul arasındaki sözlü münakaşayı ve küfürleşmeyi, olay öncesinde şüpheli ve maktulün alkol aldıkları, yine bağrışma sonucu uyandıklarında şüphelinin ‘ben İsmail’i bıçakladım, koşun yardım edin’ şeklinde cümle kurduğu hususlarını doğruladıkları … yine şüphelilerin ilk ifadelerinde yalan söyledikleri ve haklarında bu hususla ilgili işlem yapılması gerektiği düşünülse bile ifadelerinin tanık sıfatıyla alınmadığı ve atılı yalan tanıklık suçunun unsurlarının da oluşmadığı anlaşılmakla… şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına.” Başvurucunun, sözleşmesinin feshi nedeniyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesinde açtığı dava, anılan Mahkemenin 8/5/2012 tarih ve E.2011/1123, K.2012/552 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Başvurucu ve vekili, davalı idare vekili ve Savcının da katılımıyla gerçekleştirilen duruşma sonucunda verilen kararın ilgili bölümü şöyledir:“…dava konusu uzman erbaş sözleşmesinin feshi işlemi değerlendirildiğinde; davacının da istirahat halinde olduğu misafirhanede, bir uzman erbaş arkadaşı tarafından başka bir uzman erbaşın öldürülmesi olayına tanık olduğu halde, arkadaşının suçu ilk önce kabul etmemesi nedeniyle onu koruma gayreti içine girdiği ve amirlerine ve olayı soruşturan savcılık makamına verdiği ilk ifadelerde, olayla ilgili bilgi ve görgüsünün bulunmadığı yönünde yalan beyanda bulunduğu, ancak bir gün sonra pişmanlık duyarak ifadesini değiştirdiği ve bildiklerini anlattığı; jandarma sınıfından olması nedeniyle suç ve suçlularla mücadele temel görevi bulunan davacının, adam öldürme gibi ciddi bir suç nedeniyle yürütülen soruşturmayı ilk başta yanlış yönlendirip bildiklerini anlatmayarak faili koruma gayreti içine girmesinin hiçbir şekilde kabul edilemeyeceği; henüz meslek hayatının başında olmasına rağmen dört farklı disiplin suç/tecavüzü işleyerek, askeri disipline uyum konusunda da zaafını ortaya koyan, mevcut disiplin ve ahlak yapısı itibariyle kendisinden istifade edilmesine ve kamu hizmetine devamına imkân kalmadığı anlaşılan davacı hakkında tesis edilen uzman erbaş sözleşmesinin feshi işleminde idarece takdir yetkisinin; objektif kıstaslara bağlı kalınarak, kişi yararı ile kamu yararı arasında bir denge gözetilerek ve kamu yararı amacına uygun olarak kullanıldığı, bu itibarla dava konusu uzman erbaş sözleşmesinin feshi işleminde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” Kararda, ayrıca, duruşmalı yapılan yargılama sonucunda hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümleri ile 26/9/2011 tarih ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin maddesi gereğince 400 TL avukatlık ücretinin başvurandan alınarak davalı idareye verilmesine karar verilmiştir. Başvurucu 31/5/2012 tarihli dilekçesiyle karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Dilekçede başvurucu, hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara atıfla, yalan tanıklıktan bahsedilemeyeceğini ve dava açıldıktan sonra yürürlüğe giren yasal düzenlemeyle getirilmiş bulunan hüküm uyarınca davalı idare lehine vekâlet ücretine hükmedilmesinin kanuna aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 9/10/2012 tarih ve E.2012/1248, K.2012/1035 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Gerekçede, 4/7/1972 tarih ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun maddesindeki karar düzeltme sebepleri sayıldıktan sonra dilekçede ileri sürülen sebeplerin yerinde görülmediği ve düzeltilmesi istenen kararın kanuna ve usule uygun olduğu belirtilmiştir. Bu karar başvurucuya 18/10/2012 tarihinde tebliğ edilmiş olup, başvurucu, 12/11/2012 tarihli dilekçesi ile 30 gün içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 3269 sayılı Kanun’un “Başarı gösteremeyenler ve ceza alanlar” başlıklı maddesi şöyledir:“Sözleşmenin imzalanmasından sonra ilk beş aylık intibak dönemi içerisinde göreve intibak edemeyenler ile ayrılmak isteyenlerin sözleşmeleri feshedilerek, Türk Silâhlı Kuvvetleri ile ilişikleri kesilir. Peşin olarak ödenen aylık ve aylık ile birlikte ödenen diğer tüm özlük haklarının çalışılmayan günlere ait kısmı geri alınır. Görevde başarısız olanlarla, atandıkları kadro görev yerleri ile ilgili olarak üç ay ve daha uzun süreli bir kurs veya eğitime gönderilenlerden kurs veya eğitimde başarısız olan veya kendilerinden istifade edilemeyeceği anlaşılan uzman erbaşların, barışta sözleşme sürelerine bakılmaksızın Türk Silâhlı Kuvvetleri ile ilişikleri kesilir. Bunlar, yedekte er kaynağına alınırlar. Görevde başarısız olma, intibak edememe ve kendilerinden istifade edilememe hâlleri ve bunlara yapılacak işlemler, çıkarılacak yönetmelikte düzenlenir. Ayrıca; a) Almış oldukları sicile göre kademe ilerlemesi yapamayanların, b) Verilen ceza, tecil edilse veya para cezasına çevrilse dahi; 1) Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlar ile basit ve nitelikli zimmet, irtikâp, iftira, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, yalan yere tanıklık, yalan yere yemin, cürüm tasniî, ırza geçmek, sarkıntılık, kız, kadın veya erkek kaçırmak, fuhşiyata tahrik, gayri tabiî mukarenet, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyeti kırıcı suçlar ile istimal ve istihlâk kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmî ihale ve alım ve satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma, firar, amir veya üste fiilen taarruz, emre itaatsizlikte ısrar, üste hakaret, mukavemet, fesat, isyan suçlarından dolayı mahkûm olanların, 2) Askerî Ceza Kanununun 148 inci maddesinde yazılı suçlardan mahkûm olanların, c) Taksirli suçlar hariç olmak üzere diğer suçlardan adlî veya askerî mahkemeler tarafından otuz günden daha fazla süreli hürriyeti bağlayıcı bir ceza ile mahkûm olanların, ç) Taksirli suçlar nedeniyle altı ay veya daha fazla süre ile hürriyeti bağlayıcı bir cezaya mahkûm olanların, d) Disiplin mahkemeleri veya en az iki disiplin amirinden disiplin cezası aldığı tarihten geriye doğru son bir yıl içerisinde toplam otuz günden daha fazla hürriyeti bağlayıcı disiplin cezası alanların, e) Yabancı uyruklu kişilerle evlenenlerden; bu evlilikleri, ilgili yönetmelikte belirtilen esaslar dahilinde Genelkurmay Başkanlığı tarafından uygun görülmeyenlerin, f) Çeşitli nedenlerle Türk vatandaşlığını kaybedenlerin veya Türk vatandaşlığından çıkartılanların, Sözleşmeleri feshedilmek suretiyle Türk Silâhlı Kuvvetleri ile ilişikleri kesilir. Her ne sebeple olursa olsun, sözleşmesi feshedilerek Türk Silâhlı Kuvvetleri ile ilişiği kesilen uzman erbaşlar, tekrar Türk Silâhlı Kuvvetlerine alınmazlar.” 20/9/2005 tarih ve 25962 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Uzman Erbaş Yönetmeliği’nin “Görevde başarısız olma, kendilerinden istifade edilmeme halleri ve sözleşmenin feshedilmesi sebepleri” başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir: “Görevde başarısız olanlar ile kendisinden istifade edilemeyeceği (atış, spor, eğitim, operasyon ve istihdam edildikleri kadro görev yerlerinde ve davranışlarında askerlik mesleği değerlerini sergilemede, ikazlara rağmen istenen düzeye ulaşamayan ve aşırı derecede borçlananlardan bu durumu rapor, tutanak ve her türlü belge ile kanıtlananlar, mazeretsiz olarak bir sözleşme yılı içerisinde yedi gün ve daha uzun süre ile göreve gelmeyenler) anlaşılan, atandıkları kadro görev yerleri ile ilgili olarak üç ay ve daha uzun süreli bir kurs veya eğitime gönderilenlerden kurs veya eğitimde başarısız olan uzman erbaşların, barışta sözleşme sürelerine bakılmaksızın Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişikleri kesilir. Bunlar yedekte er kaynağına alınır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/575
Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde sözleşmeli uzman erbaş olarak çalışmaktayken haksız olarak sözleşmesinin feshedildiğini, bu nedenle idare aleyhine açtığı davanın da Mahkemece reddedildiğini, davalı idare tarafından sunulan veya Mahkemece incelenen gizlilik dereceli olduğu belirtilen belgeler ve karardan önce dosyaya sunulan Başsavcılık görüşü ile Raportörün düşüncelerinin kendisine tebliğ edilmeyerek savunma olanağından yoksun bırakıldığını, davayı açtığı tarihten sonra yürürlüğe giren Kanun Hükmünde Kararname (KHK) gereğince, geçmişe uygulanacak biçimde vekâlet ücreti ödenmesine hükmedildiğini belirterek, Anayasa’nın 36. Maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı ve 38. maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, kadastro davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, murisleri aleyhine 9/4/1979 tarihinde Hazro Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tapu iptali ve tescili davasının geçen uzun süreye rağmen sonuçlanmadığını, yargılamanın Silvan Kadastro Mahkemesinde (E.2013/80) devam ettiğini belirterek makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir. Başvurucular 24/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/28894
Başvuru, kadastro davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hakkında başlatılan bir soruşturma kapsamında 24/4/2009 tarihinde gözaltına alındığını ve 18/11/2009 tarihli iddianame ile Adana Ağır Ceza Mahkemesi (CMK madde ile görevli) nezdinde dava açıldığını belirtmektedir. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesi ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’na eklenen geçici madde uyarınca özel yetkili mahkemeler kaldırılmıştır. Aynı Kanun uyarınca bu mahkemelerde bulunan derdest dosyaların yetkili ve görevli mahkemelere devredilmesine karar verilmiş olması nedeniyle yargılamanın Adana Ağır Ceza Mahkemesinde görülmeye devam ettiği anlaşılmıştır. Başvurucu 22/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru tarihi itibarıyla başvurucu hakkındaki davanın Yargıtay Ceza Dairesinin 26/9/2017 tarihli bozma kararı üzerine Adana Ağır Ceza Mahkemesinin E.2018/1 sayılı dosyasına kaydedildiği ve derdest olduğu anlaşılmıştır. Süreç içinde Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 8/3/2019 tarihli ve E.2018/1, K.2019/119 sayılı kararıyla başvurucunun üzerine atılı olan terör örgütü propagandası yapma, terör örgütü adına suç işleme ve görevli memura direnme suçlarından beraatine karar verildiği anlaşılmıştır. Yargı kararlarının icra edilmemesi şikâyetleri ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden oluşturulan tazminat yolu bakımından ilgili hukuk için bkz. Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 11-
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/3181
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ulusal yayın yapan bir gazetede kızları hakkında çıkan haber nedeniyle başvurucuların şeref ve itibarının korunması hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. Başvuru 21/5/2014 tarihinde Kavak Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.Bölüm Başkanı tarafından 1/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.  Başvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 31/12/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 6/1/2015 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular tarafından Bakanlığın görüşüne karşı herhangi bir beyanda bulunulmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Fuat Yürekli, başvuruya konu olay yaşandığı sırada bir ilçenin jandarma garnizon komutanı olarak görev yapmaktadır. Vatan gazetesinin 1/2/2011 tarihli nüshasının sayfasında “Komutanın Kızını Nasıl Ararsın!"; daha küçük puntolarla yer verilen "'Kopyacı öğrenci' komutan kızı çıkınca öğretmenin başı derde girdi" ve küçük puntolarla verilen "Samsun'da kopya çektiğinden şüphelendiği öğrencisinin üzerini arayan edebiyat öğretmeni Ö.G., baltayı sert kayaya vurdu. Öğrencinin Garnizon Komutanı olan babası, 'Bu okulu başınıza yıkarım' diye tehditler savurdu" başlıklarıyla bir haber yayınlanmıştır. Söz konusu haberde, ve başvurucunun kızları olan başvurucunun, öğrenim gördüğü lisede sınavda kopya çekip çekmediğini tespit etmek amacıyla öğretmen tarafından üstünün aranması üzerine başvurucunun okula gelerek idareci ve ilgili öğretmenle görüştüğü ve öğretmeni tehdit ettiği iddia edilmiştir. Bahsi geçen haber içeriği şöyledir: "Samsun'da Asarcık Çok Programlı Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği yapan 25 yaşındaki Ö.G. 11 Ocak'ta sınavda kopya çekip çekmediklerini öğrenmek için bir kaç öğrencisini ayağa kaldırarak üstlerini aradı. Öğretmenin üzerini aradığı öğrencilerden Dilara Y. bu durumu İlçe Jandarma Garnizon Komutanı olan babası Fuat Y.'ye anlatınca kıyamet koptu. Fuat Y., Asarcık Kaymakamına giderek durumu bildirdi. İlçe Milli Eğitim Şube Müdürü A.S'nin de bulunduğu ortamda Fuat Y., 'Hocam herhalde biz bölük komutanı olduğumuzdan başımıza böyle olaylar geliyor. Ama ben bundan sonra makamımı kullanacağım' dedi. Komutan Fuat Y. daha sonra gelip okul müdürüyle olayla ilgili görüştü ve ardından da öğretmen Ö.G. ile bir araya geldi. 'Okulu başınıza yıkarım' Öğretmen Ö.G., görüşmeyi şöyle anlattı: 'Fuat Y. bana, 'Biz bir şey yapmıyorsak acziyetimizden değil. Bu okulu hepinizin başına yıkarım. İstersem sana burada öğretmenlik yaptırmam. Yapamayacaksın da' diyerek tehditte bulundu. Daha sonra kızı Dilara yanımıza gelince babası kızının sırtını sıvazlayarak 'Sen ilçe jandarma komutanının kızısın. Gerekirse bunu söyleyip kendini aratmayacaksın. Kimse seni arayamaz. Sen de kim olduğunu bil' dedi. Konuşmalar üzerine uzlaşma ortamı sağlanamayacağını anlayınca müsaade isteyerek oradan ayrıldım."Soruşturma açıldıBaba Y. daha sonra gidip 'öğretmenin izinsiz üst araması' yaptığı gerekçesiyle savcılığa suç duyurusunda bulundu. Genç edebiyat öğretmeni hakkında 'gözetim altındaki kişiye kötü muamele' suçundan soruşturma başlatıldı. Kavak Cumhuriyet Savcılığında 26 Ocak'ta ifadesi alınan edebiyat öğretmeni Ö.G., 'Kopya çekip çekmediğini öğrenmek amacıyla Dilara'yı ayağa kaldırarak üstünü aradım. Pantolon ceplerine, süveterinin iç kısmına ve gömlek üzerinde bulunan cebine elle yoklamak suretiyle baktım. Kopya kağıdı bulamayınca yerine oturttum. O sınav başka öğrencileri de aradım. Dilara derslerinde başarılı bir öğrencidir. Kopya çekip çekmediğinden emin olmak için bunu yaptım. Onu rencide edecek hiç bir harekette bulunmadım' dedi.Öğretmen de şikayetçi olduHakkında öğrencisinin üstünü aradı diye gözetim altındaki kişiye kötü muamele suçundan soruşturma başlatılan edebiyat öğretmeni Ö.G. kendisini tehdit ettiği iddiasıyla garnizon komutanı Fuat Y. hakkında şikayetçi oldu." İkinci başvurucu 9/2/2011 tarihinde noter aracılığıyla haberi yayımlayan gazeteye tekzip metni göndermiştir. Başvurucular söz konusu haber nedeniyle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla 3/2/2011 tarihinde Kavak Asliye Hukuk Mahkemesinde kendileri adına asaleten ve kızları Dursade Dilara Yürekli adına velayeten manevi tazminat davası açmışlardır. Başvurucuların kızı Dursade Dilara Yürekli, ilk derece mahkemesi önündeki dava devam ederken reşit olup, dava ehliyetine sahip hâle gelmiş ve yargılamanın geri kalanında ve kararda davacı sıfatıyla yer almıştır. Kavak Asliye Hukuk Mahkemesi 3/1/2013 tarihli ve E.2011/28, K.2013/3 sayılı kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir: "...Tüm dosya kapsamı, toplanan deliller ve celp edilen belgeler hep birlikte değerlendirildiğinde; dava konusu olay ile ilgili yapılan haberin gerçek ve hukuka uygun olup, dava konusu haber yaşanmış ve gerçekbir olaya ilişkin olmakla gerek yayın gerekse olay tarihi itibarıyla haber günceldir. Dava konusu haber toplumsal ilgi ve kamu yararı barındırmakla birlikte konu ile ifade arasındaki düşünsel nedensellik bağı koparılmamış olup haberin davacı ve kızının kimliğini açıklamadan, kişilik haklarını ihlal etmeden, olayın hassasiyeti de göz önünde bulundurularak haber sınırları içerisinde kamuoyuna duyurulmuş olduğu ve suç unsuru taşımadığı anlaşılmıştır. Şikayet konusu haberde davacının iddialarının aksine, söz konusu haberde davacının kızı olan Y.'nin ismi haberde kesinlikle 'kopyacı kız' olarak nitelendirilmediği gibi davacı Y.'nin kopya çektiğini gösterir herhangi bir ibare bulunmamaktadır. Dava ile ilgili Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 2011/18322 Esas, 2011/8182 karar sayılı soruşturma dosyasında muhatabın kimliğinin (kararın orjinalinde isim açık olarak yer almıştır.) Y. olarak yer aldığı, fotoğrafının bulunmadığı ve kimlik bilgilerinin açıklanmaması nedeni ile herhangi bir suç unsuru doğurmadığından kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş olduğu anlaşılmış olup davalıların manevi tazminat ödemesini gerektiren bir haber olmadığından dolayı davanın reddine karar verilerek..." Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 24/3/2014 tarihli ve E.2013/8206, K.2014/4890 sayılı kararı ile hükmün usul ve yasaya uygun olduğundan bahisle onanmasına karar vermiştir. Karar, başvuruculara 22/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 21/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7115
Başvuru, ulusal yayın yapan bir gazetede kızları hakkında çıkan haber nedeniyle başvurucuların şeref ve itibarının korunması hakkının ihlal edildiğine ilişkindir.
0
Başvuru, pamuk destekleme priminin geri istenmesi üzerine açılan davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Mardin ilinde 1998 yılında kiraladığı arazide ürettiği pamukları sattığı fabrikadan aldığı müstahsil makbuzu ile Ziraat Bankası Nusaybin Şubesine başvurarak pamuk destekleme primi almıştır. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı (Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Bakanlık) müfettişleri tarafından yapılan denetim sonucunda düzenlenen 31/3/2000 tarihli raporla söz konusu primin hukuka aykırı bir şekilde alındığının tespiti üzerine Mardin Vergi Dairesi Müdürlüğünün 11/5/2012 tarihli işlemi ile primin iadesi talep edilmiştir. Başvurucu; bu işlemin hukuka aykırı olduğu, hukuka uygun olsa bile borcun zamanaşımına uğradığı gerekçeleriyle dava açmıştır. Mardin İdare Mahkemesi 30/5/2013 tarihli kararıyla ilk olarak 13/09/1998 tarihli ve 23462 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Pamuk Üreticilerinin Desteklenmesine İlişkin Kararın Yürülüğe Konulmasına Dair 98/11637 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı uyarınca haksız yere destekleme priminden yararlanıldığının belirlenmesi hâlinde, ödenen destekleme priminin 21/7/1953 tarihli ve6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri çerçevesinde geri alınacağını tespit etmiştir. Mahkeme, başvurucunun 17/12/1998 tarihli pamuk üretici belgesi uyarınca 500 USD pamuk destekleme priminden faydalanmasına karşın 22/11/1999 tarihinde düzenlenen arazi tespit tutanağıyla pamuk ekmediğinin teknik ve mahallî bilirkişilerce tespit edildiğini belirlemiştir. 6183 sayılı Kanun hükümleri uyarınca uyuşmazlık konusu kamu alacağı için tahsil zamanaşımının 31/12/2017 tarihinde dolacağını belirleyen Mahkeme, 1998 yılında herhangi bir pamuk ekimi yapmadığı hâlde haksız yere 500 USD pamuk destekleme priminden yararlanan başvurucudan söz konusu tutarın tahsili amacıyla tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Başvurucu tarafından itiraz edilen karar, Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesinin 7/1/2014 tarihli ilamıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Mahkemenin 5/6/2014 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Bu karar 25/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12895
Başvuru, pamuk destekleme priminin geri istenmesi üzerine açılan davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; delillerin değerlendirilmesi ve takdirinde hataya düşülmesi, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 21/6/2005 tarihinde tasarlayarak -eşe karşı- insan öldürme suçunu işlediği iddiasıyla 9/9/2009 tarihinde gözaltına alınmış ve sonra serbest bırakılmıştır. Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığının 24/12/2009 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Başvurucu 14/9/2011 tarihinde tutuklanmıştır. Çorlu Ağır Ceza Mahkemesinin 9/11/2012 tarihli kararıyla başvurucunun ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Mahkeme kararının ilgili kısımları şöyledir:"... yine İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstütüsü raporunda maktülenin avuçlarında bulunan kıl örneklerinin kahverengi renginde olduğu, sanığın da saç renginin kahverengi olduğu ve bu konuda benzerlik gösterdiği,sanığın olay sonrasında maktülün parmağındaki yüzüğü niçin aldığına da mantıklı bir cevap veremediği, yine sanığın maktülün boynundaki kesi izlerini görmesine rağmen maktülün sandalyeden düşerek öldüğünü söylediği, sanık savunmasında olay esnasında ve zamanında markette olduğunu söylese dahi iş yerinin o saatte kapalı olduğunun yukarıda da izah edildiği gibi tanık beyanlarından tespit edildiği, maktülün almış olduğu bıçak darbesine rağmen olay yerinde kan izlerinin görülmemesinin sanık tarafından delil ve emarelerin yok edildiğine bir delalet teşkil ettiği, olay yerinin bu şekilde temizlenmesinin de uzun bir süreçdevam etmesi dikkate alındığında sanığın işyerinin saat 12:00 ve 13:45 e kadar kapalı olarak görülmesi sanığın bu delilleri bu sürede temizlediğine delil teşkil ettiği, sanığın başka kadınlarla ilişkisinin olması ve bu kadınlara eşinde kanser hastalığının bulunması nedeni ile yakında öleceğine dair beyanlarda bulunduğu, nitekim olaydan bir sene sonra başka bir kadınla da evlendiği, ölmesini istediği ve beklediği eşini öldürenlerin bulunması için suçlu psikolojisinin gereği olarak bütün kamu kurum ve kuruluşlarına, bakanlıklara, özel yayıncı kuruluşlara başvurarak, faili bulunduğu eylemi gizlemek, dikkatleri başka yöne çevirmek ve hedef şaşırtmak, bu bağlamda başkalarının gerçekleştirldiği izlenimini uyandırmak için ısrarla dilekçe gönderdiği, soruşturma ve kovuşturma yapan yargı mensuplarını şikayet ve ihbarlar ile tazyik altına almaya çalışması da suçlu psikolojisinin bir gereği olarak kabul görmüş ve sanığın bu şekilde gündüzleyin işletmiş olduğu marketin üst katında oturan resmi nikahlı eşi F. A.'yı 46 yerinden bıçaklayarak öldürdüğü yolunda mahkememizde hiçbir teredddüt ve şüpheye yer verilmeksizin tam bir vicdani kanaat hasıl olmuş......Bu açıklamalar ışığında sanığın pusu kurduğu ve/veya sanığın öldürme konusunda bir karar verip daha sonra sanığın bu kararını fiili işlemeden önce sakince ve soğukkanlı bir biçimde vicdani bir muhakeme sonucunda alıp, ayrıca mağduru öldürme konusundaki bu düşüncesinde ısrar ve sebat gösterdiği nihayet öldürmek kararı ile kararın icrası arasında sanığın soğukkanlılığını kararında ısrar ettiğini gösteren bir zaman diliminin bulunduğu, öldürmeye ne zaman karar verdiği ve bu karardan ne kadar süre sonra gerçekleştirdiği yani karar zamanı belli değildir,sadece eylemin gerçekleşme zamanı bellidir, bu itbarla sanığın eşi olan maktüle F. A.'yı 46 bıçak darbesi ile öldürmesi tek başına taamüdde kanıt olmayacağı düşüncesi ile taammüdd hükümleri uygulanmamış, sanığın sübut bulan resmi nakahlı eşini kasten öldürme suçundan TCK'nun 82/1d maddesi gereğince cezalandırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda duruşma sürecinde tam bir vicdani kanaat hasıl olmuş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurmak gerekmiştir." Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 29/4/2014 tarihli kararıyla İlk Derece Mahkemesi kararı onanmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4821
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; delillerin değerlendirilmesi ve takdirinde hataya düşülmesi, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvurucu, 10/3/2011 tarih ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’nun maddesi ile 27/7/1967 tarih ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’na eklenen geçici maddesinde düzenlenen haklardan yararlanmak için yaptığı başvurunun Milli Savunma Bakanlığınca reddedildiğini, bu işlem aleyhine başvurduğu yargısal yollardan da sonuç alamadığını belirterek Anayasa’nın , , , , , , , , , 138 ve maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 13/12/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 20/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, subay statüsünde görev yapmakta iken disiplinsizlik nedeniyle 2/6/1972 tarihinde re’sen emekliye sevk edilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiği kesilmiştir. 6191 sayılı Kanun’un maddesinin (7) numaralı fıkrası ile 926 sayılı Kanun’a eklenen geçici madde, 12/3/1971 tarihi sonrasındaki yargı denetimine kapalı idari işlemler veya Yüksek Askerî Şûra kararlarıyla TSK’dan ilişiği kesilenlere bazı haklarının iadesinin sağlanması amacıyla idareye başvuru imkânı getirmiş ve bu hükümden yararlanabilmek için 6191 sayılı Kanun’un yürürlük tarihinden itibaren 60 gün içinde Milli Savunma Bakanlığına başvurulması gerektiği hükme bağlanmıştır. Başvurucunun, 926 sayılı Kanun’a eklenen geçici madde kapsamından yararlandırılması talebiyle yaptığı başvuru, Milli Savunma Bakanlığının 8/9/2011 tarihli işlemi ile reddedilmiştir. Başvurucu tarafından, anılan işlemin iptali istemiyle açılan davada Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Üçüncü Dairesi, 13/4/2012 tarih ve E.2011/2908, K.2012/835 sayılı kararla “ Davacının Türk Silahlı Kuvvetleri’nden re’sen emekli edilmesinin yargı denetimine kapalı bir idari işlem veya Yüksek Askeri Şura kararı ile tesis edilmemiş olması nedeniyle 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun geçici 32’nci maddesinde öngörülen haklardan yararlanma isteminin kabul edilmemesinde hukuka aykırılık bulunmamaktadır” gerekçesine yer vererek, davayı reddetmiştir. Başvurucunun bu karara karşı karar düzeltme talebinde bulunması üzerine hazırlanan AYİM Başsavcılığının 18/9/2012 tarihli düşüncesi, 9/10/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. AYİM Üçüncü Dairesi 1/11/2012 tarih ve E.2012/1642, K.2012/2123 sayılı kararı ile karar düzeltme talebini reddetmiştir. Karar, başvurucuya 14/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. B. İlgili Hukuk 926 sayılı Kanun’un geçici maddesinin birinci, ikinci ve dördüncü fıkraları şöyledir:“12 Mart 1971 tarihinden bu Kanunun yayımı tarihine kadar, yargı denetimine kapalı idari işlemler veya Yüksek Askerî Şûra kararları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenler veya vefatları hâlinde hak sahipleri, bu madde hükümlerinden yararlanabilmek için altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına başvururlar.Milli Savunma Bakanı, başvurunun kabulüne veya reddine en geç altı ay içinde karar verir. Milli Savunma Bakanı, hazırlık amacıyla sadece gerekli yazışmaların yapılması hususunda yardımcı olmak üzere gerektiğinde komisyonlar kurabilir ve bu komisyonlara, ilgili bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarından temsilci çağırabilir. İlgililerin, Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiklerinin kesilmesine esas bilgi ve belgeler Genelkurmay Başkanlığınca en geç altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına gönderilir.… Başvurunun reddi hâlinde, bu ret işlemine karşı ilgililer altmış gün içinde Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde dava açabilirler.” Anayasa’nın “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, askerî olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin idarî işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesidir. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz.Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin askerî hâkim sınıfından olan üyeleri, mahkemenin bu sınıftan olan başkan ve üyeleri tamsayısının salt çoğunluğu ve gizli oy ile birinci sınıf askerî hâkimler arasından her boş yer için gösterilecek üç aday içinden; hâkim sınıfından olmayan üyeleri, rütbe ve nitelikleri kanunda gösterilen subaylar arasından, Genelkurmay Başkanlığınca her boş yer için gösterilecek üç aday içinden Cumhurbaşkanınca seçilir.Askerî hâkim sınıfından olmayan üyelerin görev süresi en fazla dört yıldır.Mahkemenin Başkanı, Başsavcı ve daire başkanları hâkim sınıfından olanlar arasından rütbe ve kıdem sırasına göre atanırlar.(Değişik fıkra: 7/5/2010-5982/21 md.)Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin kuruluşu, işleyişi, yargılama usulleri, mensuplarının disiplin ve özlük işleri mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.” 4/7/1972 tarih ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “Teminat” başlıklı maddesi şöyledir:“Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin Başkanı, Başsavcı, Daire Başkanları ve üyeleri; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi hakimleri olarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının kendilerine sağladığı teminat altında hizmet görürler.” 1602 sayılı Kanun’un , ve maddeleri şöyledir:“Üyelerin seçimi: Madde 8 – (Değişik: 25/12/1981 - 2568/1 md.) Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin askeri hakim sınıfından olan üyeleri, bu sınıftan olan başkan ve üyeler tam sayısının salt çoğunluğu ile her boş yer için gösterilecek üç aday arasından, Hakim sınıfından olmayan üyeleri, Genelkurmay Başkanlığınca her boş yer için gösterilecek üç aday arasından, Cumhurbaşkanınca seçilir.” “Atanma: Madde 9 – (Değişik: 25/12/1981 - 2568/1 md.) Seçilenler arasından rütbe ve kıdem sırasına göre Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığına, Başsavcılığına, daire başkanlıklarına ve üyeliklere, Milli Savunma Bakanı ve Başbakanın imzalayacağı, Cumhurbaşkanının onaylayacağı Kararname ile atama yapılır. Atamalar Resmi Gazete'de yayımlanır. Başkan, Başsavcı ile daire başkanlarının askeri hakim sınıfından olması şarttır.” “Görev süresi: Madde 10 – (Değişik: 25/12/1981 - 2568/1 md.) Askeri Hakim sınıfından olmayan üyelerin görev süresi en fazla dört yıldır.” 1602 sayılı Kanun’un "Dava dosyalarının Başsavcılığa verilmesi " başlıklı maddesi şöyledir:“Dilekçeler ve savunmalar alındıktan veya cevap süreleri geçtikten sonra, dava dosyaları Genel Sekreterlikçe Başsavcılığa verilir. Başsavcılığın düşüncesi alındıktan sonra dosyalar Genel Sekreterliğe geri gönderilir. Başsavcılık düşüncesi Genel Sekreterlikçe taraflara tebliğ edilir. Taraflar tebliğden itibaren yedi gün içerisinde cevaplarını yazılı olarak Mahkemeye bildirebilirler. Bu süre uzatılamaz. Tarafların cevapları alındıktan veya cevap süresi geçtikten sonra dosyalar görevli daireye Genel Sekreterlik aracılığı ile gönderilir.”
Etkili başvuru hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1097
Başvurucu, 10/3/2011 tarih ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’nun 10. maddesi ile 27/7/1967 tarih ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’na eklenen geçici 32. maddesinde düzenlenen haklardan yararlanmak için yaptığı başvurunun Milli Savunma Bakanlığınca reddedildiğini, bu işlem aleyhine başvurduğu yargısal yollardan da sonuç alamadığını belirterek Anayasa’nın 10. , 15. , 24. , 27. , 3 , 32. , 38. , 40. , 133. , 138 ve 142. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, dilekçe ret kararı üzerine yenilenen davanın süresinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 12/4/2017 ve 23/8/2017 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konu ve kişi yönünden tespit edilen hukuki irtibat nedeniyle 2017/32652, 2017/32653, 2017/32647 ve 2017/32656 numaralı bireysel başvuruların 2017/21012 numaralı bireysel başvuru ile birleştirilerek incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Şirket hakkında, vergi inceleme raporlarına dayanılarak 2009 ile 2011 yılları arasındaki farklı dönemlere ilişkin katma değer vergisi, kurumlar vergisi, kurum geçici vergisi ve özel usulsüzlük cezalarından oluşan dokuz adet ihbarname düzenlenmiştir. Başvurucu Şirket tarafından ihbarnamelerin iptali talebiyle Ankara Vergi Mahkemesinde (Mahkeme) dava açılmıştır. Mahkeme tarafından 24/4/2014 tarihli kararıyla her bir ihbarnameye ayrı olmak üzere dokuz ayrı dava açılması gerektiği gerekçesiyle 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun ve maddeleri gereğince kararın tebliğinden itibaren otuz gün içinde belirtilen eksikliklerin tamamlanarak dokuz ayrı dava açılmak üzere dava dilekçesinin reddine karar verilmiştir. Mahkemenin dilekçe ret kararı ilk olarak başvurucunun dava dilekçesinde yer alan Korkutreis Mah. Cihan Sok. No.16/11 Sıhhiye/Ankara adresine tebligata çıkarılmış ancak tebligat, başvurucunun adreste tanınmadığı gerekçesiyle 12/5/2014 tarihli şerh düşülerek iade edilmiştir. Tebligat ikinci kez başvurucunun Mahkeme gerekçesinde bilinen adres olarak belirlenen Pazar Cad. Gürler Sok. No:101/4 Yenimahalle/Ankara adresine çıkarılmış fakat adresin kapalı olması nedeniyle komşusu F.A.dan alınan bilgi ile muhatabın adresten taşındığı ve yeni adresinin bilinmediği hususu mahalle muhtarının imzalı beyanı ile tespit edilmiştir. 27/6/2014 tarihinde bilenen adrese 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun maddesine göre evrakın bir nüshasının adresin kapısına asılmak suretiyle tebligat gerçekleştirilmiştir. Başvurucu Şirketin 14/5/2015 tarihinde dava dilekçesinin yenilenmesi suretiyle açtığı davalar Mahkemenin 29/5/2015 tarihli kararıyla süresinde yenilenmediği gerekçesiyle reddedilmiştir. Mahkeme gerekçesinde, dava dilekçesinin reddine ilişkin kararın başvurucunun dava dilekçesinde belirttiği adrese tebliğe çıkarıldığı ancak adreste tanınmaması nedeniyle tebligatın iade edildiği, bu defa tebligatın başvurucu Şirketin bilinen başka bir adresine çıkarıldığı fakat adresin kapalı olduğu, komşusu F.A.dan sorulduğunda başvurucu Şirketin taşındığının bildirildiği, yeni adresinin bilinmediği not düşülerek mahalle muhtarının da imzalı beyanıyla tespit edildiği belirtilmiştir. Tebligatın söz konusu aynı adrese 7201 sayılı Kanun'un maddesi gereğince yapıldığı vurgulanmıştır. Gerekçede ayrıca, başvurucu Şirketin bilinen adresine usulüne uygun olarak tebligat yapıldığı, kaldı ki başvurucu Şirket tarafından 22/11/2014 tarihinde Mahkeme kayıtlarına giren dilekçe ile dosyadan evrak alma başvurusunun yapıldığı, böylece dilekçe ret kararından en son 22/11/2014 tarihinde haberdar olunduğu vurgulanmıştır. Başvurucu Şirketin Mahkeme kararına karşı temyiz başvurusu Danıştay Dördüncü Dairesi tarafından reddedilmiştir. Başvurucu Şirketin karar düzeltme istemi de Danıştayın aynı Dairesi tarafından reddedilmiştir. Nihai kararın başvurucu Şirkete tebliğ edilmesi üzerine süresinde başvuru yapılmıştır. 2577 sayılı Kanun'un "Dilekçeler üzerine ilk inceleme" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Dilekçeler, ...:a) .....e) Süre aşımı,...g) 3 ve maddelere uygun olup olmadıkları,...yönlerinden sırasıyla incelenir." 2577 sayılı Kanun'un "İlk inceleme üzerine verilecek kararlar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:"Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;a) ...b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddinec) ...d) 3/g bendinde yazılı halde otuzgün içinde 3 ve 5 inci maddelere uygun şekilde yeniden düzenlenmek veya noksanları tamamlanmak yahut (c) bendinde yazılı hallerde, ehliyetli olan şahsın avukat olmayan vekili tarafından dava açılmış ise otuzgün içinde bizzat veya bir avukat vasıtasıyla dava açılmak üzere dilekçelerin reddine,.. Karar verilir. 7201 sayılı Kanun'un "Adres değiştirmenin bildirilmesi mecburiyeti" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Kendisine veya adresine kanunun gösterdiği usullere göre tebliğ yapılmış olan kimse, adresini değiştirirse, yenisini hemen tebliği yaptırmış olan kaza merciine bildirmeye mecburdur. Bu takdirde bundan sonraki tebliğler bildirilen yeni adrese yapılır.(Değişik fıkra: 11/1/2011-6099/9 md.) Adresini değiştiren kimse yenisini bildirmediği ve adres kayıt sisteminde yerleşim yeri adresi de tespit edilemediği takdirde, tebliğ olunacak evrakın bir nüshası eski adrese ait binanın kapısına asılır ve asılma tarihi tebliğ tarihi sayılır.(Değişik: 19/3/2003-4829/11 md.) Bundan sonra eski adrese çıkarılan tebliğler muhataba yapılmış sayılır.(Ek : 6/6/1985-3220/12 md.; Değişik fıkra: 11/1/2011-6099/9 md.) Daha önce tebligat yapılmamış olsa bile, tüzel kişiler bakımından resmî kayıtlardaki adresleri esas alınır ve bu madde hükümleri uygulanır...."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/21012
Başvuru, dilekçe ret kararı üzerine yenilenen davanın süresinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, kanun hükmünde kararname gereğince göreve son verme işleminin iptali talebiyle açılan davanın karar verilmesine yer olmadığına dair bir hükümle sonuçlanması nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/10/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Bireysel Başvuru Öncesi Başvurucunun araştırma görevlisi olarak görev yaptığı İzmir Üniversitesi (Üniversite) 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) ile kapatılmıştır. Başvurucunun görevine, görev yaptığı okulun kapatılması sebebiyle son verilmiştir. Başvurucunun, Üniversitenin kapatılması ve işine son verilmesine ilişkin işlemlerin iptali talebiyle açtığı davanın Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) tarafından 18/5/2017 tarihli kararı ile davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına, dosyanın Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonuna (OHAL Komisyonu) gönderilmesine kesin olarak karar verilmiştir. Nihai karar başvurucuya 12/9/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/10/2017 tarihinde bireysel başvuru yoluna başvurmuştur.B. Bireysel Başvuru Sonrası OHAL Komisyonu tarafından 13/2/2018 tarihli ve 186521 sayılı karar ile uyuşmazlığın Komisyonun görevleri arasında yer almadığından bahisle dosyanın Mahkemeye gönderilmesine karar verilmiştir. OHAL Komisyonu kararı gereğince yeniden yapılan yargılama sonucunda Mahkemenin 2/7/2018 tarihli kararıyla davanın idari davaya konu olabilecek bir işlemin varlığından söz edilmesine olanak bulunmadığı gerekçesiyle incelenmeksizin reddine karar verilmiştir. Başvurucunun istinaf talebi Ankara İdari Dava Dairesi Kurulunun 30/12/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucunun istinaf kararına karşı yapmış olduğu temyiz başvurusu Danıştay Beşinci Dairesinin 2019/1451 Esas sayılı dosyası üzerinden incelenmesine devam edilmektedir 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: "İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/36162
Başvuru, kanun hükmünde kararname gereğince göreve son verme işleminin iptali talebiyle açılan davanın karar verilmesine yer olmadığına dair bir hükümle sonuçlanması nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, infaz hâkimliğince yapılan incelemede şikâyette bulunanın duruşmada hazır bulunma talebi reddedilerek Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) kullanılarak duruşmaya katılımının sağlanmaya çalışılması nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki duruşmada hazır bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/9/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında, hükümlü olarak bulunduğu İzmir 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) 16/3/2020 tarihinde kasten yangın çıkardığının tespiti ile 13 gün hücreye koyma disiplin cezası verilmiştir. Başvurucu, disiplin cezasına karşı şikâyet yoluna başvurmuştur. Başvurucunun 8/4/2020 tarihli şikâyet dilekçesi aşağıdaki ibarelerden ibarettir:"Konu:2020 tarihli, 2020/99 karar sayılı karara itirazımdır. Savunmamı mahkemeniz huzurunda bulunarak yapmak istiyorum." İzmir İnfaz Hâkimliği (Hâkimlik), şikâyeti 2020/1858 Esas sırasına kaydederek Ceza İnfaz Kurumundan başvurucunun 5/5/2020 tarihli duruşmada hazır edilmesini istemiş ancak duruşmadan bir gün önce yazdığı müzekkere ile başvurucunun duruşmaya getirilmemesi talimatını vermiştir. Müzekkerenin ilgili kısmı şöyledir:"...kurumunuzda hükümlü olarak bulunmakta olan GÜVEN USTA her ne kadar 05/05/2020 tarih saat 10:20'de ifade tespiti için mahkememizde hazır bulundurulması istenilmiş ise de HSK'nın COVİD-19 salgını kapsamında almış olduğu 30/04/2020 tarihli tedbirler içeriği de nazara alınarak Hükümlü hakkındaki duruşmanın acil nitelikte değerlendirilmemesi karşısında bu kez hükümlünün itiraza konu disiplin cezası hakkında savunmasının alınması için HAKİMLİĞİMİZE GETİRİLMEMESİ,Duruşma gün ve saatinin hükümlüye tebliği edilmek üzere ayrıca kurumunuza bildirileceği hususu, Bilgilerinize rica olunur. 04/05/2020" Hâkimlik 5/5/2020 tarihli birinci duruşmada aşağıdaki ara kararı kurmuştur:"GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ :1-Her ne kadar duruşmanın icrası amacıyla karar verilmiş ise de Hakimler ve Savcılar Kurulunun almış olduğu karara göre Covid-19 virüsü salgını gerekçesine dayalı olarak duruşma icra edilemeyeceğinden itiraz edenin savunmasının alınmamasına,2-Yeni belirlenecek duruşma gününde itiraz edenin hazır edilmesi için ceza infaz kurumuna yazı gönderilmesine,Bu nedenle de duruşmanın 17/06/2020 tarihi saat 09:30'a bırakılmasına karar verildi. 05/05/2020" Hâkimlik, celse arasında 15/6/2020 tarihinde Ceza İnfaz Kurumuna yazdığı müzekkere ile ilgilinin 17/6/2020 tarihli duruşmada hazır edilmesi yerine aynı tarihte Ceza İnfaz Kurumunun SEGBİS salonunda hazır edilmesi talimatını vermiştir. Müzekkerenin ilgili kısmı şöyledir:"...kurumunuzda hükümlü olarak bulunmakta olan GÜVEN USTA'nın her ne kadar 17/06/2020 tarih saat 09:30'da ifade tespiti için mahkememizde hazır bulundurulması istenilmiş ise de İzmir Ceza ve Tevkifevleri Masasının 11/06/2020 tarihli ve B. 2020/10368 sayılı yazısı ve İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı Bakanlık ve HSK Muhabere Bürosunun 11/06/2020 tarihli ve B. 2020/3100 sayılı yazısı kapsamında alınan tedbirler nazara alınarak hükümlünün itiraza konu disiplin cezası hakkında savunmasının alınması için HAKİMLİĞİMİZE GETİRİLMEMESİ,Duruşma günü olarak belirlenen 17/06/2020 tarih saat 09:30'da KURUM SEGBİS SALONUNDA HAZIR EDİLMESİ,Rica olunur. 15/06/2020" 17/6/2020 tarihinde SEGBİS yoluyla yapılan ikinci Duruşma Tutanağı'nın ilgili kısmı şöyledir:"İtiraz eden hükümlü Güven USTA'nın talebi üzerine İzmir 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu SEGBİS salonunda hazır edildiği görüldü başka gelen yok, duruşmaya başlandı...Bu koşullar altında savunmamı vereceğim. Müdafim yoktur. Savunmam alınsın. Haklarımı anladım. Savunmam hazırdır, dedi.İTİRAZ EDEN
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/29515
Başvuru, infaz hâkimliğince yapılan incelemede şikâyette bulunanın duruşmada hazır bulunma talebi reddedilerek Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) kullanılarak duruşmaya katılımının sağlanmaya çalışılması nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki duruşmada hazır bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; özel yetkili mahkemede yargılama yapılması ve mahkeme kararlarının gerekçesiz olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, uyuşturucu madde ticareti yapma, bu amaçla kurulan örgüte üye olma suçlarını işlediği iddiasıyla 27/5/2008 tarihinde tutuklanmış; hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 3/2/2009 tarihli iddianamesiyle (kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK mülga madde ile görevli) kamu davası açılmıştır. Mahkemenin 23/3/2009 tarihli kararıyla aralarında hukuki ve fiilî bağlantı bulunduğu belirtilerek dava dosyasının Mahkemenin 2008/166 sayılı dosyasıyla birleştirilmesine karar verilmiştir. (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 26/5/2010 tarihli kararıyla başvurucunun suç örgütü üyesi olmak suçundan beraatine, uyuşturucu madde ticareti yapmak suçundan hapis ve adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 12/5/2011 tarihli kararıyla suç örgütü üyesi olmak suçundan verilen hükmün onanmasına; uyuşturucu madde ticareti yapmak suçundan verilen hükmün ise sanık T.nin şizofreni veya başka bir akıl hastalığı geçirip geçirmediğinin, 25/4/2008 ve 23/3/2009 tarihlerinde alınan ifadelerine itibar edilip edilemeyeceğinin araştırılması gerektiği belirtilerek bozulmasına karar verilmiştir. Bozmaya uyularak yürütülen yargılamada Mahkemece, sanık T. hakkında Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Adli Tıp İhtisas Kurulundan 16/5/2012 tarihli rapor alınmış; bu raporda sanık T.nin 25/4/2008 ve 23/3/2009 tarihlerinde verdiği ifadelerine itibar edilmemesi için tıbbi bir neden olmadığı oybirliği ile mütalaa edilmiştir. Mahkemenin 21/3/2011 tarihli kararıyla başvurucunun 17 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"... buna göre dosya içerisinde bulunan tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde; sanık Mehmet Selahittin MERİH'in ele geçen uyuşturucuların sahibi olduğu, sanık T.B.nin uyuşturucunun naklinde görev aldığı, yine bu dosyanın evveliyatını oluşturan Mahkememizin 2008/166 esasında yargılanan sanıklardan N.N.Ö. ve T.G.nin uyuşturucunun naklinde görev aldığı, sanık İ.nin uyuşturucuların konulduğu koli bantlarının üzerinde ekspertiz raporunda belirtildiği gibi parmak izinin tespit edildiği, bu sanığın da uyuşturucunun paketlenmesinde görev aldığının anlaşıldığı, sanık Mehmet Selahittin Merih inkara yönelik savunmalarının suç ve cezadan kurtulmaya yönelik olduğu ve sanığın bu nedenle savunmalarına itibar edilemeyeceğinin anlaşıldığı, yine bu dosyanın evveliyatını oluşturan Mahkememizin 2008/166 esasında yargılanan sanıklardan N.N.Ö.nün ise aşamalarda alınan ifade ve savunmalarında atılı suçlamayı kabul etmesi, sanıklardan T.B.nin yakalandıktan sonra alınan savunmalarında olaydaki kendi konumunu da anlattığı gibi diğer sanıklardan Mehmet Selahittin MERİH ve A.B.nin adlarını vererek yakalanmalarını sağladığı ve olaydaki konumlarını oluşa uygun ve mahkememizin kabulünde olduğu şekliyle ortaya çıkardığı, sanık A.B.nin ise yakalandıktan sonra hakkında T.B.nin atfı cürüm niteliğindeki beyanından başka delil olmadığı halde Mahkememizin 10/09/2012 tarihli celsesinde ve daha sonraki celselerdeki savunmalarında ise suçunu kabul ettiği ve olayı oluşa uygun biçimde anlatarak olayda kendisinin durumunu ve diğer sanıklardan Mehmet Selahittin MERİH'in olayla ilişkisini tamamen anlatması, bu dosyanın evveliyatını oluşturan Mahkememizin 2008/166 esas sayılı dosyasına ait gerekçeli kararda da açıkça ifade edilen ve uyuşturucuyu kendisine yurtdışına göndermesi için T.G.nin teslim ettiğini ve bunun karşılığında kendisine 000 Euro vereceğini söylemesi nedeniyle uyuşturucu maddeyi nakletme işini kabul ettiğini beyan ettiği, sanıkların atılı suçu yüksek Yargıtay Ceza Dairesinin dosyamız içerisinde bulunan ve mahkememizce de kabul edilen 13/03/2008 tarih 2008/544 esas, 2008/4308 karar sayılı bozma ilamında da belirtilen yine Yüksek Yargıtay Ceza Dairesinin 12/05/2011 tarih ve 2011/1843 Esas ve 2011/4523 karar sayılı ilamında usule ilişkin bozma oluşu birlikte nazara alındığında sanıkların atılı suçu örgüt faaliyeti olmaksızın iştirak halinde birlikte işledikleri kanaatine varılmakla, sanıklar A.B., Mehmet Selahittin MERİH ve T.B.nin gerek alınan savunmaları, Yargıtay bozma ilamı içeriği, sanıklardan T.B.nin Adli Tıp Kurumundan alınan 16/05/2012 tarih, 1778 sayılı kararı, uyuşturucu ile ilgili daha önce alınan Adli Tıp Raporu ve tüm dosya kapsamına göre sanıklar A.B., Mehmet Selahittin MERİH ve T.B.nin, suç tarihi itibariyle 765 sayılı TCK. hükümlerine göre teşekkül halinde yurtdışına gönderilmek amacıyla Türkiye'den eroin nakletmek ve bulundurmak suçunu işledikleri sabit görülmüş, ele geçirilen uyuşturucunun miktarı, suçun işleniş şekli suç konusunun önem ve değeri nazara alınarak cezanın alt sınırından uzaklaşılması suretiyle tespiti ile sanıkların aşağıdaki şekilde cezalandırılmalarına karar verilmiştir..." Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 12/6/2014 tarihli kararıyla onanmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14997
Başvuru, özel yetkili mahkemede yargılama yapılması ve mahkeme kararlarının gerekçesiz olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 10/7/2008 tarihinde idare mahkemesinde açtığı davanın yargılaması 26/12/2018 tarihinde tamamlanmıştır. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve diğer anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/5567
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; emeklilik ikramiyesi ödenmesi talebinin zamanaşımına uğradığından bahisle reddine karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, uzun süren yargılama nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Hava Kuvvetleri Komutanlığında kıdemli başçavuş olarak görev yapan başvurucu 14/11/1994 tarihinden sonra yurt dışında yaşamaya başlamış ve 1/7/1996 tarihinde resen emekliye sevk edilmiştir. Bunun üzerine başvurucunun kamuya ait bir banka şubesinde bulunan hesabına mülga Emekli Sandığı Genel Müdürlüğünün 5/8/1996 tarihli işlemiyle 661 TL emeklilik ikramiyesi yatırılmıştır. Anılan tarihte başvurucu yurt dışında yaşamaktadır. Başvurucu, yurt dışı çalışmalarından sonra Türkiye'ye dönmüş; yurt dışı borçlanma süreleri ve Emekli Sandığındaki süreleri birleştirerek 1/12/2013 tarihinde emekli olmuştur. Başvurucu 12/5/2015 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) başvurarak emekli ikramiyesinin ve daha önceki çalışmalardan doğan alacaklarının ödenmesini talep etmiştir. SGK 5/8/1996 tarihinde bankaya yatırılan emeklilik ikramiyesinin süresinde tahsil edilmediğinden banka tarafından iade edildiğini ve Kurumun emanet hesaplarına alındığını belirtmiştir. Başvurucu; ikramiyenin bankaya yatırıldığı tarihte yurt dışında olduğunu, paranın banka hesabına yatırıldığına ilişkin kendisine bilgi verilmediğini belirterek iptal davası açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 10/10/2017 tarihli kararla ikramiyenin başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Bu karara karşı davalı idare tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire) 10/10/2019 tarihli kararla davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü 11/1/2020 tarihinde öğrendikten sonra 10/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/5971
Başvuru, emeklilik ikramiyesi ödenmesi talebinin zamanaşımına uğradığından bahisle reddine karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, uzun süren yargılama nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22322
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; işçilik alacaklarının tahsili talebiyle açılan davada yeterli inceleme yapılmadan hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma, mahkemeye erişim, hukuki dinlenme hakları ile silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, Bergama Belediyesinde 2005 tarihinden bu yana beş yıldan fazla süre belediye başkanı makam şoförü olarak görev yapmıştır. Başvurucu, Bergama Asliye Hukuk Mahkemesinde 28/3/2014 tarihinde, fazla çalışma ücreti alacağı talebine ilişkin dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; işveren belediye başkanı ile Genel İş Sendikası arasında bağıtlanan ve işyerinde geçerli olan toplu iş sözleşmesi hükümlerinden yararlandığını, işyerinde haftanın beş günü 00 ile 00 saatleri arasında, cumartesi günü ise 00 ile 00 saatleri arasında çalıştığını, yapılan şikâyet üzerine işyerinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı iş müfettişlerince inceleme yapıldığını, inceleme sonucu işyerinde haftada 15 saat fazla çalışma yapılacak mahiyette çalışıldığının tespit edildiğini, toplu iş sözleşmesi hükümleri gereği fazla çalışma ücretinin normal ücretin % 100 zamlı olarak tespit edildiğini beyanla fazla mesai alacaklarının hüküm altına alınmasını istemiştir. Mahkeme 2/6/2015 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Mahkemenin karar gerekçesinde, başvurucunun 4/9/1995 ile 3/2/2000 tarihleri arasında ve 8/3/2005 ile 28/2/2014 tarihleri arasında olacak şekilde Yenikent Belediyesinde çalıştığı, 2014 yılı Şubat ayı sonrası çalışmaların gösterilmediği ifade edilmiştir. İhbar olunan İzmir Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğünün (İZSU) davacının 1/4/2014 tarihinden itibaren kurumlarında çalışmaya başladığını kabul ettiği vurgulanmıştır. Başvurucunun Yenikent Belediye Başkanlığı bünyesinde ikinci dönem olarak 8/3/2005 ile 31/3/2014 tarihleri arasında kesintisiz çalıştığı, buna göre başvurucunun haftalık 45 saatlik çalışma süresinden 15 saat fazla çalışma yaptığının tespit edildiği ve fazla çalışma ücretine hak kazandığı ifade edilmiş; tanık anlatımlarına dayalı olarak miktar hesaplandığından anılan tutarlar üzerinden %30 takdirî hakkaniyet indirimi yapılması sonucuna ulaşıldığı belirtilmiştir. Kararı davalı işveren temyiz etmiştir. Temyizbaşvurusunu inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi 17/4/2018 tarihli kararında; başvurucunun Yenikent Belediyesinde çalışmaya başladığını, 30/3/2014 tarihi itibarıyla Yenikent Belediyesinin tüzel kişiliğinin sona ermesi dolayısıyla İzmir Valiliği İzmir Devir Tasfiye ve Paylaştırma Komisyonunun kararıyla İzmir Büyükşehir Belediyesi bünyesinde bulunan İZSU'ya devrolduğunu ifade etmiştir. Başvurucunun Bergama Belediyesinde çalışmadığını, dolayısıyla fazla mesai ücretlerine ilişkin taleplerin davalı Bergama Belediye Başkanlığına yöneltilmesinin hatalı olduğunu vurgulayarak davanın kapatılan Yenikent Belediyesinin devredildiği İZSU'ya yöneltilmesi gerektiğinden davanın husumet nedeni ile reddi gerektiği belirtilmiştir. Mahkeme bozma ilamını taraflara tebliğ ederek 26/7/2018 tarihine duruşma günü vermiştir. Başvurucu vekili 24/7/2018 tarihinde başka bir ilde duruşmasının olduğunu, yargılamaya bu nedenle katılamayacağını belirterek yeni bir duruşma günü talepli mazeret dilekçesi sunmuştur. Mahkeme 26/7/2018 tarihinde (saat 05’te) yapılan duruşmada; başvurucu vekilinin mazeret dilekçesini okuyarak mazeretin kabulü veya reddi yönünde olumlu-olumsuz karar vermeden davalı vekillerinin huzurunda bozmaya uyarak 26/7/2018 tarihli kararıyla davanın husumet yokluğundan reddine karar vermiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/2/2019 tarihli ilamı ile onanmıştır. Başvurucu nihai hükmü 6/5/2019 tarihinde öğrendikten sonra 24/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 21/5/2019 tarihinde, Mahkemece mazeret dilekçesi hakkında herhangi bir karar verilmeksizin davanın husumet yönünden reddine karar verildiğini belirterek Yargıtaydan maddi hatanın düzeltilmesi talebinde bulunmuş, Yargıtay Hukuk Dairesi 12/9/2019 tarihli kararıyla ''Mahkemece mazeret dilekçesi hakkında olumlu ya da olumsuz bir karar vermeksizin hüküm kurulması hukuki dinlenilme hakkının ihlali olması nedeniyle temyiz itirazlarının değerlendirilmesi noktasında maddi hata yapıldığından'' bahisle onama kararının kaldırılmasına karar vererek Mahkemenin kararını bozmuştur. Mahkeme bozmaya uyarak 20/2/2020 tarihli kararıyla davanın husumet yokluğundan reddine karar vermiştir. Temyiz üzerine hüküm Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/10/2020 tarihli ilamı ile onanmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18154
Başvuru; işçilik alacaklarının tahsili talebiyle açılan davada yeterli inceleme yapılmadan hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma, mahkemeye erişim, hukuki dinlenme hakları ile silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, kanun yolu incelemesi aşamasında ileri sürülen ve kararın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/6/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ile eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1977 doğumlu olup olayların geçtiği tarihte Altındağ Tapu Müdürlüğünde memur olarak görev yapmaktadır. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Tarım Reformu Genel Müdürlüğü, 20/8/2015 tarihli yazı ile Ankara'nın Altındağ ilçesinde bulunan tarımsal nitelikteki üç farklı taşınmazın 3/7/2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu'na aykırı şekilde hisselendirme yapılarak satıldığı hususunu Ankara Valiliğine ihbar etmiştir. Söz konusu yazıda; gerçekleştirilen işlemler ile ilgili olarak Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının görüşünün alınmadığı, satışın ilgili Kanun'a uygun olup olmadığının yetkili olmayan Altındağ ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlıklarına soru konusu edilerek gerçekleştirildiği ifade edilmiştir. İhbar yazısına konu edilen hisseli satış yasağı, 5403 sayılı Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasında, tarım arazilerinin ilgili bakanlıkça belirlenen asgari büyüklüklerin altında ifraz edilmesi ve hisselendirilmesinin mümkün olmadığı ancak belirli koşullarda ilgili bakanlığın uygun görüşü ile daha küçük parseller oluşturulabileceği şeklinde düzenlenmiştir. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Tapu Dairesi Başkanlığının 5403 sayılı Kanun uygulamaları konulu 12/6/2014 tarihli ve 34306 sayılı talimatında, tapu sicilinde tarımsal niteliğiyle kayıtlı taşınmazın imar planı kapsamında olduğunun taraflarca beyan edilmesi durumunda öncelikle belediye/valiliklerden talep konusu parselin planı olup olmadığı, planı varsa kullanım amacı soru konusu edilerek alınacak cevaba göre işlem yapılacağı bildirilmiştir. Ankara Valiliği İl İdare Kurulu Müdürlüğünün 3/11/2015 tarihli talep yazısına istinaden başvurucu ve aynı kurumda müdür yardımcısı olarak görev yapan H.B. hakkında Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Müfettişliği (Müfettişlik) tarafından ön inceleme işlemlerine başlanmış ve 10/12/2015 tarihli ön inceleme raporu düzenlenmiştir. Anılan rapora göre söz konusu taşınmazlar ile ilgili olarak ilk defa 20/5/2015 tarihli hisseli satış başvurusunda bulunulmuş ancak taraflar arasındaki anlaşmazlık nedeniyle işlem tamamlanamamıştır. Aynı taşınmazlarla ilgili olarak 21/5/2015 tarihinde ikinci defa hisseli satış başvurusunda bulunulmasının ardından Altındağ İlçe Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü ve Altındağ Belediye Başkanlıklarına yazılan yazılar ile hisseli satışın uygun olup olmadığı sorulmuştur. Tapu Müdürlüğünün gönderdiği yazıya Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü cevap vermemiştir. Altındağ Belediyesi, verdiği cevap yazısında ise sorunun Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığına yöneltilmesi gerektiğini bildirmiştir. Bunun üzerine 25/5/2015 tarihli yazı ile konu Büyükşehir Belediye Başkanlığına sorulmuş ancak bu yazıya cevap gelmeden işlemden vazgeçilmiştir. Ön inceleme kapsamında beyanlarına başvurulan Tapu Müdür Yardımcıları R.Ö. ve Ş., iş sahiplerinden G.nin geçmiş tarihli bir yazı vermeleri hâlinde Altındağ Belediyesinden geçmiş tarihli bir uygunluk yazısı alabileceği teklifinde bulunduğunu ancak kendilerinin G.ye bunun mümkün olmadığını izah ettiklerini ifade etmiştir. Rapora göre Müdür Yardımcısı H.B., iş sahibi G.nin diğer müdür yardımcıları tarafından reddedilen teklifini kabul etmiş, bu kapsamda başka bir işlem ve taşınmaza ilişkin olarak yapılan ancak tamamlanmadığı için açık kalan 13/4/2015 tarihli ve 18419 numaralı başvuruya ait kayıtları Tapu ve Kadastro Bilgi Sistemi (TAKBİS) üzerinden 4/6/2015 tarihinde değiştirmiştir. H.B. sistemdeki verileri gerçeğe aykırı olarak değiştirdikten sonra Altındağ Belediye Başkanlığına hitaben geçmiş tarihli (22/4/2015) olarak düzenlediği yazıyı G.ye elden teslim etmiştir. G., Tapu Müdürlüğünün geçmiş tarihli yazısına istinaden Altındağ Belediye Başkanlığından yine geçmiş tarihli (22/4/2015) bir uygunluk yazısı temin ederek Tapu Müdürlüğüne sunmuştur. Hisseli satışa ilişkin uygunluk yazısının temini sonrasında işlem, Müdür Yardımcısı H.B. tarafından aynı kurumda memur olarak çalışan başvurucuya havale edilmiştir. Başvurucu satışla ilgili olarak harç tahsili ve resmî senet hazırlanması işlemlerini gerçekleştirmiştir. Müdür Yardımcısı H.B.nin başvurucunun hazırladığı resmî senedi imzalaması ile incelemeye konu taşınmazlar 8/6/2015 tarih ve 18031 yevmiye numarası ile Y.E. isimli kişiye 5403 sayılı Kanun'a aykırı şekilde hisseli olarak satılmıştır. Müfettişlik tarafından hazırlanan 10/12/2015 tarihli ön inceleme raporunun sonuç bölümünün ilgili kısmı şöyledir:"Altındağ ilçesi Aydıncık köyü [...] nolu parsellerde kain taşınmazlarda 5403 sayılı kanuna aykırı bir şekilde hisselendirme yapılmak suretiyle satış yapıldığı iddiası ile ilgili olarak yapılan ön incelemede; yukarıda ayrıntılı olarak anlatıldığı üzere [G.] ve [A.E.nin] 20 ve 21 Mayıs 2015 tarihlerinde iki defa Altındağ Tapu Müdürlüğüne başvuru yaptıkları, ilk başvurudan taraflar arasındaki pürüz nedeniyle vazgeçildiği; ancak ikinci başvuru sonucunda Altındağ Belediye Başkanlığından olumlu görüş gelmemesi ve konunun Ankara Büyükşehir Belediyesine soru konusu edilmesi gerektiği yönünde cevap gelmesi; Büyükşehir Belediyesi ve Tarım Müdürlüğüne yazılan yazılara cevap gelmemesi sonucu işlemden vazgeçildiği; işlemin yapılamayacağının anlaşılması sonrasında [G.nin] Müdür Yardımcıları [Ş.] ve [R.Ö.ye] giderek kendisine geçmiş tarihli yazı verilmesi durumunda Altındağ Belediye Başkanlığından geçmiş tarihli uygunluk yazısı alabileceği teklifine adı geçen Müdür Yardımcılarının olumsuz yanıt vermesine rağmen diğer Müdür Yardımcısı[H.B.nin] bu teklife uygun geçmiş tarihli başka bir işleme ait başvuruyu kullanmak ve Altındağ Belediye Başkanlığına geçmiş tarihli yazı yazmak suretiyle gelen uygunluk yazısı sonucu işlemi Memur Çetin GÜL'e [başvurucu]havale ederek sonuçlandırdığı...B-Yukarıda belirtilen hukuka aykırı işlemin kendisine havale edilmesi sonucu bu işlemi görevlerinin gereklerine aykırı olarak gerçekleştirerek [H.B.nin] eylemine iştirak eden Altındağ Tapu Müdürlüğü görevlisi Memur Çetin Gül'ün eylemi 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun [m]addesinin fıkrasına göre suç unsuru taşıdığından hakkında 4483 sayılı yasaya göre yetkili merci olan Ankara Valiliğince SORUŞTURMA İZNİ VERİLMESİ kararının verilmesi gerektiği ... " Müfettişliğin başvurucu hakkında düzenlediği raporu doğrultusunda Ankara Valiliği İl İdare Kurulu Müdürlüğü tarafından soruşturma izni verilmesine dair karar verilmiştir. Başvurucunun anılan karara yaptığı itirazın kesin olarak reddi sonrasında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından yürütülen soruşturma neticesinde başvurucu ile Müdür Yardımcısı H.B., iş sahipleri G. ve Y.E. hakkında kamu görevlisinin resmî belgede sahteciliği suçunu işlediklerinden bahisle iddianame düzenlenmiştir. İddianamenin kabulü ile açılan dava Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 2016/285 Esas sırasına kaydedilerek görülmeye başlanmıştır. Başvurucu 12/10/2016 tarihli ilk celsede alınan savunmasında üzerine atılı suçlamayı kabul etmediğini beyan etmiştir. Başvurucunun anılan celsedeki savunması şöyledir:"Ben üzerime atılı suçlamayı kabul etmiyorum, ben sadece bana verilen görevi yaptım, yapılan başvurula[r] yetkili müdür yardımcıları tarafından havale edilir, havale edilen evrak mevzuata uygun ise memur hazırlar, ben Cumhuriyet Savcılığı aşamasında yazılı savunma sunmuştum, yapılan başvuruları memur olarak değiştirme, müdahale etme yetki ve görevim yoktur, bana işlem havale edildiği için bende işlemi gerçekleştirdim, başvurunun geçmiş tarihli olup olmadığı hususunun değerlendirilmesi müdür yardımcılarının işidir, ben başvurunun eski tarihli olduğunu bilmiyordum, yazılı savunmamı tekrar ederim, yapılan satış işlemi 5403 sayılı yasaya aykırı değildir, bu konuda Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü Tapu Dairesi Başkanlığının 5403 sayılı kanunun uygulanması hususunda yayınladığı 12/06/2014 tarihli genelge vardır, yapılan işlemler bu genelgeye uygundur," Mahkeme 19/1/2017 tarihli celsede "5403 sayılı yasa kapsamında olayın sanıkların görevleri ile birlikte görev gerekleri dikkate alınarak, olay hakkında rapor tanzim etmeleri ve kişilerin eylemlerinin ayrı ayrı sahtecilik yönünden tespiti için Kadastro ve Tapu işlerinden anlayan Adalet Komisyonu listesinden resen seçilecek bilirkişilere dosyanın tevdi ile rapor düzenlemelerinin istenmesine" karar vermiştir. Ara kararı üzerine bilirkişiler H.A., A. ve Ş.İ. tarafından hazırlanan 23/2/2017 tarihli raporda, başvurucunun "suça konu fiil ve eylemlerdeki katkısının suçun oluşumunda etkisinin bulunmadığı, ilgili açısından suçun unsurları itibariyle oluşmamış olduğunun kabulünün gerektiği" ifade edilmiştir. Diğer sanık H.B.nin müdafiinin anılan bilirkişi raporuna itiraz ederek yeni bir rapor alınmasını talep etmesi üzerine Mahkeme 30/3/2017 tarihli celsede yeniden bilirkişi raporu alınmasına karar vermiştir. Bilirkişiler Z.B., A.Y. ve Ö.Y. tarafından hazırlanan 23/5/2017 tarihli bilirkişi raporunun sonuç kısmı şöyledir:"2015/18419 nolu başvuru bilgileri TAKBİS (Tapu ve Kadastro Bilgi Sistemi) üzerinden; 2015 tarihinde saat 15:57'de tk30638 kullanıcı kodlu [H.B.] tarafından başvuru üzerinde; işlem konusunun "SATIŞ", başvuru sahibi isminin "[A.E.]" olarak başvuruda bulunan kişi bilgilerinde değişiklik yaparak, yetki alanında bulunmayan tk42077 kullanıcı kodlu Çetin GÜL adına havale yaptığı,Yine kullanıcı [H.B.] tarafından 2015 tarihinde saat 13:38'de taşınmaz bilgilerinde; "AYDINCIK mah. [...], AYDINCIK mah. [...], AYDINCIK mah. [...] olarak (hisseli satışlara konu taşınmazları eklenerek) değişiklik yapıldığı,Bu değişiklikler 2015 tarihinde olmasına rağmen Altındağ Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğüne, Aydıncık Köyü [...] parsellere ait hisse satışı konulu[H.B.] imzalı yazının 2015 tarihli olarak düzenlendiği,Davaya konu Altındağ İlçesi Aydıncık mahallesinde bulunan [...] nolu parsellere ait hisseli satış işleminin 08/06/2015 tarihinde 18031 nolu yevmiye ile Tapu Müdür Yardımcısı [H.B.] ve Memur Çetin Gül tarafından gerçekleştirildiği,İşleme konu taşınmaz niteliklerinin TARLA olmasından dolayı 5403 sayılı Yasa gereği ilgili ilçe Tarım müdürlüğü ile ilgili ilçe belediyesinden hisse satışının uygun olup olmadığının usulüne uygun olarak sorulmadığı,Söz konusu işlem ile ilgili olarak menfaat temin edildiğine ilişkin herhangi bir bilgi ve belgeye dosya kapsamında rastlanmadığı ..." Başvurucu ile birlikte yargılanan sanıklardan H.B., aşamalardaki savunmalarında açık bırakılan başvuru bilgilerinin değiştirilmesi ve Altındağ Belediyesine geçmiş tarihli yazı yazılması şeklindeki işlemleri kendisinin gerçekleştirdiğini beyan etmiştir. Mahkeme tarafından dinlenen tanıklar Ş., R.Ö., Z.K., A.K. ve E.Ö. ile diğer sanıklar G. ve Y.E. başvurucunun isnat edilen suçu işlediği veya H.B.nin eylemine iştirak ettiği hususunda herhangi bir beyanda bulunmamıştır. Mahkeme; yargılama neticesinde başvurucu, H.B. ve G.nin kamu görevlisinin resmî belgede sahteciliği suçundan 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına 13/3/2018 tarihinde karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Müfettişliğinin ihbarıyla başlatılan soruşturmada, Ankara Valiliği İl İdare Kurulu Müdürlüğünün 14/12/2015 tarihli ve 02-S-224 sayılı kararı ile soruşturma izni verilen Altındağ Tapu Müdürlüğü İdari İşler Müdür Yardımcısı [H.B.] ile aynı birimde memur Çetin Gül'ün, geçmiş tarihli başka bir işlem ve başka taşınmaza ait açık bırakılan bir başvuruyu kullandığı, buna uygun geçmiş tarihli bir yazı alınmak ve Altındağ Belediye Başkanlığından uygunluk yazısının alınmasını sağlamak suretiyle 5403 sayılı Kanuna aykırı şekilde hisseli satış gerçekleştirdiği, alıcı [G.nin], Altındağ Tapu ve Kadastro Müdürlüğüne giderek geçmiş tarihli yazı istediği ve bu yazıyı vermeleri halinde Altındağ Belediye Başkanlığından geçmiş tarihli yazı alarak zaman yönü ile olmayacak hisseli satış işlemini yaptırabileceğini söylediğinin, aynı Tapu Müdürlüğü müdür yardımcıları olan [Ş.] ve [R.Ö.nün] ifadeleriyle belirlenmiş bulunduğu, Bilgi Teknolojileri Dairesi Başkanlığından alınan raporla da müdür yardımcısı [H.B.nin] geçmiş tarihli başvuruyu alıp geçmiş tarihli yazı yazmak suretiyle Altındağ Belediyesinden geçmiş tarihli yazı alarak aslında hisseli satışı mümkün olmayan Aydıncık köyü [...] parsellerdeki taşınmazların hisseli satışına dair işlemin havalesini memur Çetin Gül'e yaptığı ve bu işlemin de Çetin Gül tarafından yapıldığı şeklinde gerçekleştiği kabul edilen oluşa göre;Bilindiği üzere, 5403 sayılı Kanunda 2007 yılında yapılan değişiklikle, tarım alanlarının korunması amacıyla 20 dönümün altındaki tarlaların satılması mümkün bulunmayıp, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce, 5403 sayılı Kanunun uygulanmasına yönelik çıkarılan 12/06/2014 tarihli Genelgede, taşınmazların imar planı, bölge planı veya çevre düzeni planı kapsamında kalıp kalmadığı, eğer kalıyorsa hangi amaca yönelik tahsis edildiğinin bildirilmesi durumunda tahsis edilen alan konut alanı ise 97/12 sayılı Genelge gereğince satılabileceği düzenlenmiş, tarla sahiplerinin ihtiyaçları doğrultusunda 20 dönümün altındaki miktarda satış yapmak istemeleri durumunda hisseli yerlerle ilgili olarak 97/12 sayılı Genelge uyarınca satış yapılmasının önü açılmıştır. Dava konusu yere ilişkin olarak Altındağ Tapu Müdürlüğü ile Altındağ Belediyesinin, bu genelge doğrultusunda işlem yapılmasını karara bağladıkları, bu satışlarla ilgili olarak Altındağ Tapu Müdürlüğünün Altındağ Belediyesine görüş sorduğu, 2015 yılında bu hisseli yerlerin satışlarından sonra çıkan sorunlar nedeniyle Altındağ Belediye Başkanlığının 25/06/2015 tarihli yazısıyla bu tip hisseli satışların durdurulması, satışlara izin verilmemesi hususunun Altındağ Kaymakamlığı vasıtasıyla Altındağ Tapu Müdürlüğüne bildirildiği, ayrıca daha önceki hisseli satışlarla ilgili yazılan yazılara yönelik de tüm işlemlerin durdurulmasının bildirildiği, geçmişe yönelik uygun görüşlerin de iptali için 10/07/2015 tarihli yazının Altındağ Tapu Müdürlüğüne gönderildiği, dava konusu işlemin tarihinin 08/06/2015 tarihi olduğu anlaşılmıştır....Mahkememizce kabule şayan görülen (Bilirkişiler [Z.B.], [A.Y.] ve [Ö.Y.] tarafından düzenlenen) 23/05/2017 tarihli bilirkişi raporu ile 19/12/2017 tarihli ek raporuna göre, dava konusu parsellerin tarla vasfında olduğu, parsellerin maliki [A.E.] ile alıcı [G.nin] 20/05/2015 tarihinde, aynı malikle bu defa alıcı [Y.E.nin] 21/05/2015 tarihinde hisseli satış talebinde bulundukları fakat daha sonra işlemden vazgeçildiği, müdür yardımcısı [H.B.] tarafından, 04/06/2015 ve 08/06/2015 tarihlerinde, 13/04/2015 tarihli açık bırakılan başka bir işlem ve kişiye ait başvurunun kullanılarak bilgilerde değişiklik yapıldığı ve yetki alanında bulunmayan kullanıcı olarak memur Çetin Gül'e havale edildiği, Altındağ İlçesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğüne yazılan yazı tarihinin 22/04/2015 olarak düzenlendiği, taşınmazın niteliği tarla olduğundan dolayı yazının muhatabının, ilgili ilçe tarım müdürlüğünün olması gerektiği, hisse satışının 08/06/2015 tarihinde gerçekleştiği, 06/04/2016 tarihinde de bu hisselerin başka bir kişiye satılmış bulunduğu anlaşılmıştır.Bu nedenlerle; sanıklar [H.B.] ve Çetin'in, geçmiş tarihli başka bir işlem ve farklı nitelikteki taşınmaza ait açık bırakılan bir başvuruyu kullanarak gerçeğe aykırı ve yanlış muhataba yazı yazmak suretiyle, usulsüz ve yasaya aykırı gerçekleştirdikleri hisse satışı eylemlerinin, görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmî bir belgeyi gerçeğe aykırı olarak düzenlemek suçunu oluşturduğu sabit olmakla TCK'nın 204/2 hükmü gereğince mahkûmiyetlerine...[karar verilmiştir.]" Başvurucu; mahkûmiyet hükmüne karşı istinaf isteminde bulunmuştur. Başvurucu 28/5/2018 tarihli gerekçeli istinaf dilekçesinde özetle lehine bilirkişi raporu bulunmasına rağmen son düzenlenen raporla yetinilerek karar verildiğini, geçmişe yönelik olarak alınmış başvuruyu kendisinin düzenlemediğini, ilgili kurumda memur olarak çalışması nedeniyle işleme müdahale etme ve işlemi değiştirme ihtimalinin bulunmadığını, dosya kapsamındaki delillerden H.B. tarafından havale edilen işlemi gerçekleştirdiğinin anlaşıldığını, söz konusu işlemler ile menfaat elde edilmediği gibi kamu zararının da oluşmadığını, bu suretle isnat edilen suçun yasal unsurları itibarıyla gerçekleşmediğini ileri sürmüştür. Başvurucu 2/4/2019 tarihli ek istinaf dilekçesi ile Müfettişlik tarafından konuya ilişkin olarak hazırlanan ve başvurucunun Müdür Yardımcısı H.B.nin eylemine iştirak ettiğine ilişkin bir tespit yapılamadığı yönündeki 5/7/2018 tarihli raporu dosyaya sunmuştur. Anılan raporun ilgili kısmı şöyledir:"İzin yazısı için neden geriye dönük tarihli yazı istendiğinin tam olarak açık olmadığı zira Aydıncık Köyündeki hisseli satış taleplerinin olumlu karşılanmaması yönündeki yazının bahse konu köy [...] parsel sayılı taşınmazlardaki hisseli satış tarihinden (2015) sonraki bir tarih (2015) olduğu, diğer bir deyişle geriye dönük tarihli yazının başvuru ile uyumlu hale getirilmesi amaçlı olabileceği anlaşılmıştır....Bu itibarla konuyu ceza hukuku yönünden değerlendirdiğimizde; geçmiş tarihli başka bir işlem ve taşınmaza ait açık bırakılan bir başvuruyu kullanan ve buna uygun bir şekilde geçmiş tarihli bir yazı yazmak suretiyle Altındağ Belediye Başkanlığından uygunluk yazısının alınmasını sağlayan Müdür Yardımcısı [H.B.nin] bilerek ve isteyerek kasıtla suç işlediği açıktır. ...Ancak iş bu incelememize konu talepte bulunan Memur Çetin GÜL'ün ise gerçeğe aykırı belge düzenlemek kastıyla hareket ederek usulsüz bir satış işlemi yaptığına dair bir kanaat Başmüfettişliğimde oluşmamıştır. Zira daha önce ön inceleme yapan müfettişlerin ön inceleme raporunda Memur Çetin GÜL'ün Müdür Yardımcısı [H.B.] ile iştirak halinde hareket ettiğine dair somut bir delil bulunmadığı gibi, başmüfettişliğimce yapılan değerlendirmede de böyle bir somut delil olmadığı anlaşılmaktadır.Zira işlemlerin başlangıcından itibaren Memur Çetin GÜL'ün işlem sahibi vatandaşlarla muhatap olmadığı, bütün görüşmelerin Müdür Yardımcısı[H.B.] tarafından yapıldığı, izin yazılarının Müdür Yardımcısı tarafından oluşturulduğu, işlem evrakı ikmal edilerek, ondan sonra işlemin resmi senedini hazırlaması için Memur Çetin GÜL'e evrakın verilerek işlemin ona havale edildiği anlaşılmaktadır.Dolayısıyla ön inceleme raporuna konu ifadeler bir arada değerlendirildiğinde; Çetin GÜL'ün, [H.B.nin] talimatı ile hareket ettiği açıktır. Nitekim Çetin GÜL dana önce ön inceleme sırasında müfettişlere verdiği ifade[de] de geçmiş tarihli başvuru alındığından haberi olmadığını, [H.B.nin] ricasını kırmadığını, Altındağ Belediye Başkanlığından gelen yazı ve başvuru istem belgesindeki tarihlere dikkat etmediğini ifade etmiş olup, Başmüfettişliğime verdiği ifadede de kendisine [H.B.] tarafından getirilen ve Aydıncık Köyü [...] parsel sayılı taşınmazların satışına ilişkin belgelerin onun tarafından daha önce incelenmiş olduğunu düşündüğünü ve tekrar kontrol ve imza için ona götüreceğinden evrakları incelemediğini ve dolayısıyla başvuru istem belgesindeki ve belediyeye yazılan yazıdaki tarihin dikkatini çekmediğini ifade etmiştir.(Ek:2/1-6)Bu şekildeki ifadesi ilgi (b) ön inceleme raporunu düzenleyen müfettişlerce yeterli görülmeyerek suç isnat edildiği ve bunda Çetin GÜL'ün işleminin havale edildiği tarihte başka bir müdür yardımcısına bağlı olmasına rağmen [H.B.nin] kendisine bağlı memurlar yerine onu seçmesinin de etkili olduğu anlaşılmaktadır.Ancak ekte sunduğumuz belgelerden görüleceği üzere 2015 yılı Nisan ayı içinde ve aynı yılın Haziran ayı içinde Çetin GÜL'ün bağlı olmadığı [H.B.] dışındaki diğer müdür yardımcılarının da işlemlerini hazırladığı görülmüştür. (Ek.2/2-3)...Başmüfettişliğimizin görüşüne göre Çetin GÜL'ün, Müdür Yardımcısı[H.B.] ile iştirak halinde hareket ettiğine dair şüpheden uzak somut bir delilin bulunmadığı, o nedenle evrakta sahtecilik suçlamasında bulunmanın mümkün olmadığı, suçun unsurları yönüyle değerlendirildiğinde eylemin TCK 257/2 maddesinde tanımı yapılan görev ihmal suçunu içerdiği değerlendirilmektedir." Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Daire) başvurucunun istinaf talebinin esastan reddine 24/1/2020 tarihinde kesin olarak karar vermiştir. Dairenin gerekçeli kararının ilgili kısmı şöyledir:"Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanıkların suçunun sübutu kabul, oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde vasfı tayin, cezayı artırıcı ve azaltıcı sebeplerin nitelik ve derecesi takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle red edilmiş ve incelenen dosyaya göre verilen hükümde bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık [G.] müdafii, sanık [H.B.] müdafii ve sanık Çetin Gül müdafiin istinaf talepleri yerinde görülmemiş olmakla, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 280/1-a maddesinin ilk cümlesi uyarınca İSTİNAF BAŞVURUSUNUN ESASTAN REDDİNE... [karar verildi.]" 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Kararların gerekçeli olması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hâkim ve mahkemelerin her türlü kararı, karşı oy dahil, gerekçeli olarak yazılır. Gerekçenin yazımında 230 uncu madde göz önünde bulundurulur. Kararların örneklerinde karşı oylar da gösterilir. (2) Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun "Faillik" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Suçun kanuni tanımında yer alan fiili birlikte gerçekleştiren kişilerden her biri, fail olarak sorumlu olur." 5237 sayılı Kanun’un "Resmi belgede sahtecilik" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"(2) Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmi belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. " 5403 sayılı Kanun’un "Tarım arazilerinin sınıflandırılması, asgari tarımsal arazi büyüklüklerinin belirlenmesi" kenar başlıklı maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"...Tarım arazileri Bakanlıkça belirlenen büyüklüklerin altında ifraz edilemez, hisselendirilemez, Hazine taşınmazlarının satış işlemleri hariç olmak üzere pay ve paydaş adedi artırılamaz. Ancak, tarım dışı kullanım izni verilen alanlar veya çay, fındık, zeytin gibi özel iklim ve toprak ihtiyaçları olan bitkilerin yetiştiği alanlarda arazi özellikleri nedeniyle belirlenen asgari tarımsal arazi büyüklüğünden daha küçük parsellerin oluşması gerekli olduğu takdirde, Bakanlığın uygun görüşü ile daha küçük parseller oluşturulabilir. (Ek cümle: 19/4/2018-7139/40 md.) Yatırım programında yer alan kamu yatırımı projeleri muhtevasında yapılan zorunlu ifraz işlemlerinde Bakanlık onayı aranmaz...."
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/16856
Başvuru, kanun yolu incelemesi aşamasında ileri sürülen ve kararın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki iddiaları Komisyon tarafından kabul edilemez bulunmuş, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/40909
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 6/6/2008 tarihinde PKK/KONGRA-GEL terör örgütü içinde faaliyet gösterdiği gerekçesiyle İstanbul Emniyet Müdürlüğü ekipleri tarafından yakalanmıştır. Başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 6/8/2008 tarihli iddianame ile terör örgütüne üye olma, patlayıcı ve yanıcı madde kullanma ve kamu malına zarar verme suçlarından kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 1/6/2012 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, başvurucu yönünden 29/9/2014 tarihinde onanmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2645
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza infaz kurumunda darbedilmeye ilişkin şikâyet hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvurucu, tutulmakta olduğu ceza infaz kurumununda infaz koruma memurları tarafından darbedildiği iddiasıyla suç duyurusunda bulunmuştur. Yürütülen soruşturma sonucunda Silivri Cumhuriyet Başsavcılığınca 17/1/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, Silivri Sulh Ceza Hâkimliğinin 2/10/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar başvurucu vekiline 18/10/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/37341
Başvuru, ceza infaz kurumunda darbedilmeye ilişkin şikâyet hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, sınır dışı edilme kararı nedeniyle özel ve aile hayatına saygı hakkının, eşitlik ilkesinin, kötü muamele ve işkence yasağının; idari gözetim altında tutulma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 21/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türkmenistan uyruklu olup 16/4/1964 doğumludur. Başvurucunun 2/4/1991 ve 3/1/1990 doğum tarihli iki kızı bulunmaktadır. Başvurucu 19/7/2016 tarihinde Batum'a gitmek üzere İstanbul Atatürk Havalimanı'nda iken yapılan pasaport kontrolünde başvurucunun daha önceki soyadının Yagmurova olduğunun anlaşıldığı, hakkında vize ihlali ve ikamet tezkeresinin geçersiz olması nedeniyle 28/7/2012 tarihinde yurda giriş yasağı konulduğu, buna rağmen illegal yollardan Türkiye'ye gelmiş olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca yapılan sağlık kontrolünde başvurucunun TPHA testlerinin pozitif çıktığı, sifilis bulaşıcı hastalığı olduğu anlaşılmıştır. Bunun üzerine İstanbul Valiliği tarafından 20/7/2016 tarihinde Türkiye'ye giriş kurallarını ihlal ettiği, kamu düzenini ve sağlığını tehdit ettiği, kaçma ve kaybolma riski bulunduğu gerekçesiyle başvurucu hakkında sınır dışı ve idari gözetim kararı alınmıştır. Başvurucu 20/7/2016 tarihinde sınır dışı edilmek üzere İstanbul İl Göç İdaresi Müdürlüğü Geri Gönderme Merkezine yerleştirilmiştir. Başvurucunun idari gözetim kararına karşı yaptığı itiraz İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 2/8/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Söz konusu karar 2/8/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Bununla birlikte İstanbul İl Göç İdaresi Müdürlüğünce başvurucunun mide rahatsızlığı olması ve düzenli olarak ilaç tedavisi görmesi dikkate alınarak on beş günde bir imza vermesi koşuluyla 22/8/2016 tarihinde salıverilmesine karar verilmiştir. Başvurucu 28/7/2016 tarihinde sınır dışı kararına karşı İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde iki kızının Türkiye'de üniversite eğitimi aldığını, sınır dışı edilmesi hâlinde aile birliğinin bozulacağını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca ek beyan dilekçesi vererek özel bir hastaneden temin ettiği raporu sunmuştur. Bu raporda test sonucunun geçirilmiş eski hastalığı gösterdiği, başvurucunun aktif bulaşıcı hastalığı olmadığı belirtilmiştir. Davalı idarenin 27/9/2016 tarihli birinci savunma dilekçesinde; başvurucu hakkında Ahıska Türkü olmadığı hâlde Ahıska Türklerine verilen 14/4/2010 tarihli ikametgâh belgesi düzenlediğinden bahisle tahdit kaydı bulunduğu, ayrıca 30/7/2009 tarihli İçel Pasaport Yabancılar Şube Müdürlüğünce konulmuş semti meçhul tahdit kaydı ve 30/12/2011 tarihli İçişleri Bakanlığınca konulmuş N-99 (istizanlı vize) tahdit kaydı bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucu hakkında Ahıska Türklerine verilen ikametgâh belgesi düzenlediğinden bahisle resmî belgede sahtecilik suçundan Mersin Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası açıldığı ifade edilmiştir. Başvurucunun 28/7/2012 tarihinde Sherapat Yagmurova ismine tanzimli pasaport ile Türkiye'den çıkış yaptığı, girişi yasak olmasına rağmen 6/4/2014 tarihinde Sherapat Yagmyrova ismine kayıtlı pasaport ile Türkiye'ye giriş yaptığı vurgulanmıştır. Başvurucunun İstanbul Lepra Deri ve Zührevi Hastalıklar Hastanesinde yapılan muayenesinde TPHA testlerinin pozitif çıktığı, sifilis bulaşıcı hastalığı olduğu, başvurucunun kamu düzenini ve kamu sağlığını tehdit ettiği ifade edilmiştir. N-99 istizanlı vize kararının bazı yabancıların ülkemize İçişleri Bakanlığının ön izniyle girebileceğini ifade eden bir tedbir kararı olduğunu, başvurucu hakkında 30/12/2011 tarihinde istizanlı vize tahdit kodu konulmasına rağmen ön izin alınmadan 6/4/2014 tarihinde ülkeye giriş yaptığı anlaşıldığından legal yollardan geldiğinin kabul edilemeyeceği savunulmuştur. Mahkeme 26/12/2016 tarihinde davayı kesin olarak reddetmiştir. Karar gerekçesinde; başvurucu hakkında konulan tahditlerin mevzuat uyarınca 2012 yılında süresinin dolmuş olduğu, bu nedenle Türkiye'ye girişinin illegal sayılamayacağı, dolayısıyla tahdit kayıtları sebep gösterilerek sınır dışı kararı alınmasının hukuka uygun olmadığı ancak hakkında TPHA (+) sifilis tanısı bulunduğundan kamu sağlığı açısından tehdit oluşturduğu sabit görülerek sınır dışı edilmesine ilişkin işlemin hukuka aykırı olmadığı ifade edilmiştir. Karar başvurucuya 27/2/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun sınır dışı işlemine yönelik tedbir kararı verilmesi istemi, Anayasa Mahkemesinin 23/3/2017 tarihli kararı ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesi uyarınca reddedilmiştir. UYAP üzerinden yapılan inceleme neticesinde başvurucu hakkında Ahıska Türklerine verilen ikametgâh belgesi düzenlediğinden bahisle resmî belgede sahtecilik suçundan Mersin Asliye Ceza Mahkemesinde açılan dava sonucunda 15/12/2017 tarihinde başvurucunun beraatine karar verildiği anlaşılmıştır. Kararın gerekçesinde; sanıkların sahtecilik suçundan cezalandırılabilmesi için öncelikle suça konu bir belgenin olması gerektiği, başvurucunun da aralarında bulunduğu sanıklar bakımından suça konu herhangi bir belgenin bulunmadığı, bu nedenle yüklenen suçun yasal unsurlarının oluşmadığı belirtilmiştir. A. Ulusal Hukuk 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun "Sınır dışı etme kararı alınacaklar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Aşağıda sayılan yabancılar hakkında sınır dışı etme kararı alınır:a) 5237 sayılı Kanunun 59 uncu maddesi kapsamında sınır dışı edilmesi gerektiği değerlendirilenlerb) Terör örgütü yöneticisi, üyesi, destekleyicisi veya çıkar amaçlı suç örgütü yöneticisi, üyesi veya destekleyicisi olanlarc) Türkiye’ye giriş, vize ve ikamet izinleri için yapılan işlemlerde gerçek dışı bilgi ve sahte belge kullananlarç) Türkiye’de bulunduğu süre zarfında geçimini meşru olmayan yollardan sağlayanlard) Kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlare) Vize veya vize muafiyeti süresini on günden fazla aşanlar veya vizesi iptal edilenlerf) İkamet izinleri iptal edilenlerg) İkamet izni bulunup da süresinin sona ermesinden itibaren kabul edilebilir gerekçesi olmadan ikamet izni süresini on günden fazla ihlal edenlerğ) Çalışma izni olmadan çalıştığı tespit edilenlerh) Türkiye’ye yasal giriş veya Türkiye’den yasal çıkış hükümlerini ihlal edenlerı) Hakkında Türkiye’ye giriş yasağı bulunmasına rağmen Türkiye’ye geldiği tespit edilenleri) Uluslararası koruma başvurusu reddedilen, uluslararası korumadan hariçte tutulan, başvurusu kabul edilemez olarak değerlendirilen, başvurusunu geri çeken, başvurusu geri çekilmiş sayılan, uluslararası koruma statüleri sona eren veya iptal edilenlerden haklarında verilen son karardan sonra bu Kanunun diğer hükümlerine göre Türkiye’de kalma hakkı bulunmayanlarj) İkamet izni uzatma başvuruları reddedilenlerden, on gün içinde Türkiye’den çıkış yapmayanlar (2) Başvuru sahibi veya uluslararası koruma statüsü sahibi kişiler hakkında, sadece ülke güvenliği için tehlike oluşturduklarına dair ciddi emareler bulunduğunda veya kamu düzeni açısından tehlike oluşturan bir suçtan kesin hüküm giymeleri durumunda sınır dışı etme kararı alınabilir." 6458 sayılı Kanun’un “Sınır dışı etmek üzere idari gözetim ve süresi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1)54 üncü madde kapsamındaki yabancılar, kolluk tarafından yakalanmaları hâlinde, haklarında karar verilmek üzere derhâl valiliğe bildirilir. Bu kişilerden, sınır dışı etme kararı alınması gerektiği değerlendirilenler hakkında, sınır dışı etme kararı valilik tarafından alınır. Değerlendirme ve karar süresi kırk sekiz saati geçemez.(2) Hakkında sınır dışı etme kararı alınanlardan; kaçma ve kaybolma riski bulunan, Türkiye’ye giriş veya çıkış kurallarını ihlal eden, sahte ya da asılsız belge kullanan, kabul edilebilir bir mazereti olmaksızın Türkiye’den çıkmaları için tanınan sürede çıkmayan, kamu düzeni, kamu güvenliği veya kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlar hakkında valilik tarafından idari gözetim kararı alınır. Hakkında idari gözetim kararı alınan yabancılar, yakalamayı yapan kolluk birimince geri gönderme merkezlerine kırk sekiz saat içinde götürülür.(3) Geri gönderme merkezlerindeki idari gözetim süresi altı ayı geçemez. Ancak bu süre, sınır dışı etme işlemlerinin yabancının iş birliği yapmaması veya ülkesiyle ilgili doğru bilgi ya da belgeleri vermemesi nedeniyle tamamlanamaması hâlinde, en fazla altı ay daha uzatılabilir.(4) İdari gözetimin devamında zaruret olup olmadığı, valilik tarafından her ay düzenli olarak değerlendirilir. Gerek görüldüğünde, otuz günlük süre beklenilmez. İdari gözetimin devamında zaruret görülmeyen yabancılar için idari gözetim derhâl sonlandırılır. Bu yabancılara, belli bir adreste ikamet etme, belirlenecek şekil ve sürelerde bildirimde bulunma gibi idari yükümlülükler getirilebilir.(5) İdari gözetim kararı, idari gözetim süresinin uzatılması ve her ay düzenli olarak yapılan değerlendirmelerin sonuçları, gerekçesiyle birlikte yabancıya veya yasal temsilcisine ya da avukatına tebliğ edilir. Aynı zamanda, idari gözetim altına alınan kişi bir avukat tarafından temsil edilmiyorsa, kendisi veya yasal temsilcisi kararın sonucu, itiraz usulleri ve süreleri hakkında bilgilendirilir.(6) İdari gözetim altına alınan kişi veya yasal temsilcisi ya da avukatı, idari gözetim kararına karşı sulh ceza hâkimine başvurabilir. Başvuru idari gözetimi durdurmaz. Dilekçenin idareye verilmesi hâlinde, dilekçe yetkili sulh ceza hâkimine derhâl ulaştırılır. Sulh ceza hâkimi incelemeyi beş gün içinde sonuçlandırır. Sulh ceza hâkiminin kararı kesindir. İdari gözetim altına alınan kişi veya yasal temsilcisi ya da avukatı, idari gözetim şartlarının ortadan kalktığı veya değiştiği iddiasıyla yeniden sulh ceza hâkimine başvurabilir.(7) İdari gözetim işlemine karşı yargı yoluna başvuranlardan, avukatlık ücretlerini karşılama imkânı bulunmayanlara, talepleri hâlinde 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu hükümlerine göre avukatlık hizmeti sağlanır.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:  “(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) öncelikle uluslararası yerleşik hukuk çerçevesinde ve Sözleşme'ye dâhil diğer antlaşmalardan doğan yükümlülüklerine dayalı olarak Sözleşmeci devletlerin yabancıların ülkeye giriş, ülkede ikamet ve ülkeden sınır dışı edilmelerini denetlemek hakkına sahip olduğunu teyit etmektedir (Vilvarajah ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 13163/87, 13164/.., 30/101991, § 102; Ahmut/Hollanda, B. No: 21702/93, 28/11/1996, § 67-b). Sözleşme, bir yabancının ülkeye giriş yapma veya orada ikamet etme hakkını yahut bir kişinin aile yaşamını belirli bir ülkede kurma hakkını güvence altına almamaktadır (Abdulaziz, Cabales and Balkandali/Birleşik Krallık [GK], B. No: 9214/.., 28/5/1985, § 68; Ahmut/Hollanda, § 67-c). Bunun yanı sıra aile hayatına saygı hakkının kamusal makamlara yüklediği mükellefiyetin çiftlerin evlenme suretiyle ikamet edecekleri ülkeyi seçmeleri ve aynı ülke vatandaşı olmayan eşlerin bu ülkeye yerleşmelerini kabul etmek şeklinde genel bir yükümlülüğü kapsadığı söylenemez (Biao/Danimarka [BD], B. No: 38590/10, 24/5/2016, § 117). Sözleşme yabancıların ülkeye girişi veya orada yerleşmeleri hususundaki bir hakkı güvence altına almamakla birlikte kişinin yakın aile bireylerinin bulunduğu bir ülkeden ayrılmak zorunda olması belirli koşullar altında aile hayatına saygı hakkının ihlal edilmesine neden olabilir (Boultif/İsviçre, B. No: 54273/00, 2/8/2001, § 39). Aile hayatına saygı hakkının yalnızca vatandaşlar tarafından değil hukuka uygun şekilde ikamet eden yabancılar tarafından oluşturulan aile birliklerini de koruduğunun kabulü gerekir. AİHM'in sınır dışı etme ve suçluların iadesi tedbirlerine ilişkin içtihadında aile hayatı yönünden Sözleşmeci devletin hâkimiyet alanında yasal olarak ikamet eden yabancıların Sözleşme'nin sağladığı güvencelerden yararlanabileceğine vurgu yapılmaktadır. Bu anlamda aile hayatı çekirdek aile ile sınırlı olarak anlaşılır. Bununla birlikte AİHM Sözleşme'nin bir kişinin belirli bir ülkede aile kurma gibi bir hakkı içermediğine hükmetmiştir. Bunun yanı sıra belirli koşullar altında ülkede hukuka aykırı olarak bulunan yabancıların aile yaşamının da belirtilen güvenceden yararlanması söz konusu olabilir. Ancak göç kontrolü ve kamu düzeninin korunması için söz konusu olan gereklilikler aile hayatına saygı hakkının sınırlandırılmasında devletlere geniş takdir yetkisi verir. Bu bakımdan AİHM içtihadında aile yaşamının gelişim gösterdiği koşullar, aile hayatındaki ilişkilerin ne ölçüde kesildiği ya da kesileceği, Sözleşmeci devletteki bağların ne ölçüde olduğu, başka bir yerde aile yaşamını sürdürmek için aşılamaz nesnel engeller olup olmadığı, göç kontrolünün gereklerinin veya sınır dışı edilmenin ağır bastığı kamu düzenine ilişkin değerlendirmelerin olup olmadığı gibi kriterler dikkate alınmaktadır (Slivenko/Letonya [BD], B. No: 48321/99, 9/10/2003, § 94; Amara/Hollanda (k.k.), B. No: 6914/02, 5/10/2004). AİHM tarafından, sınır dışı etme ve ülkeye kabul ile Sözleşme'nin maddesi bağlantısı kurularak değerlendirme yapılan davalarda aile kavramının çekirdek aile olarak yani çiftler arasındaki ilişkilerle ebeveyn ve küçük çocuklar arasındaki ilişkileri kapsayacak şekilde ele alındığı, yetişkin çocukların ise aileye bağımlı ve muhtaç olduklarının ispat edilebildiği ölçüde aile kavramına dâhil edildiği, bu suretle aile kavramının bu alanda oldukça dar yorumlanmasının tercih edildiği anlaşılmaktadır (Slivenko/Letonya, § 94; A.A/Birleşik Krallık, B. No: 8000/08, 20/9/2011, § 49; Bousarra/Fransa, B. No: 25672/07, 23/9/2010, §§ 38,39). Sınır dışı kararı alınması ile ülkeden fiilen çıkarılma işlemleri arasında belirli bir zaman aralığı söz konusu olabilir. Bu zaman aralığı içinde kişilerin özel ve aile hayatlarında birtakım değişikliklerin olması mümkün olup bir aile yaşamının mevcut olup olmadığının hangi tarihe göre belirleneceği sorunu ortaya çıkmaktadır. AİHM, sınır dışı gibi tedbirlerin söz konusu olduğu başvurularda Sözleşme'nin maddesi kapsamında bir aile hayatının mevcut olup olmadığını hangi tarihe göre belirleyeceğini kararlarında göstermiştir. Buna göre AİHM, aile hayatına müdahale oluşturan tedbirin kesinleştiği ve nihai hâle geldiği tarihte mevcut bir aile hayatı olup olmadığını dikkate almaktadır (Maslov/Avusturya [B.D], B. No: 1638/03, 23/06/2008, § 61; Ezzouhdi/Fransa, B. No: 47160/99, 13/2/2001, § 25; Yıldız/Avusturya, B. No:37295/97, 31/10/2002, § 34 ; Mokrani/Fransa, B. No: 52206/99, 15/7/2003, § 34). AİHM birçok içtihadında belirli suçları işlemiş olmaları nedeniyle kamu düzeni açısından tehlike oluşturduğu kanaatiyle sınır dışı edilmesine karar verilen başvurucular tarafından aile hayatına saygı hakkı bağlamında ileri sürülen ihlal iddialarını değerlendirmiş ve sınır dışı etme, zorla çıkartma, ülke topraklarına girmeyi yasaklama gibi kamu makamlarının işlemlerinin kişilerin aile hayatına müdahale oluşturduğunu belirtmiştir (Nasri/Fransa, B. No: 19465/92, 13/07/1995, § 34; Berrehab/Hollanda, B. No: 10730/84, 21/06/1988; § 23; Boultif/İsviçre, § 40; Maslov/Avusturya [BD], B. No: 1638/03, 23/06/2008, § 61). AİHM, kamu makamlarının oturma izni vermeme gibi hareketsiz kaldığı durumlarda ise aile hayatına saygı hakkı bakımından pozitif yükümlülüklerinin gündeme geleceğini ifade etmiştir (Jeunesse/Hollanda, B. No: 12738/10, 3/10/2014, § 105; Butt/Norveç, B. No: 47017/09, 4/12/2012, § 78). AİHM; bulaşıcı hastalık ve kamu sağlığı nedenleriyle sınır dışı edilme veya ikamet izni verilmemesi konusunda kategorik olarak yasaklama getirilmesi, kişilere özgü durumların dikkate alınmasını veya insani mülahazalarla istisnalar tanınmasını tümüyle engelleyen düzenlemeler çıkarılmasını Sözleşme'nin ve maddelerinin ihlali kabul etmiştir (Kiyutin/Rusya, B. No: 2700/10, 10/3/2011, §§ 68-74). AİHM yabancıların ülkeye girişleri, ülkeden sınır dışı edilmeleri veya ikamet izni verilmemesi gibi kısıtlamaların kolera, sarı ateş ya da ağır nefes darlığı sendromu (SRAS) ve bazı grip türlerinde olduğu gibi kısa bir kuluçka dönemi olan ve ciddi anlamda bulaşıcı olan hastalıklara karşı etkili olabileceğini kabul etmektedir. AİHM'e göre bu tip hastalıklara yakalanmış kişilerin bir ülkeye girişlerine getirilen kısıtlamalar, bu hastalıkların yayılmasını, söz konusu yolcuların ülkede bulunmaları, basit temasları ya da hava parçacıklarının dışa atılması nedeniyle yayabilecekleri hastalığın bu kişilerin ülkeye alınmayarak engellenmesine katkıda bulunabilir. Ancak bu şekilde bulaşıcı olduğu kanıtlanmayan hastalıklara sahip yabancılara getirilen kısıtlamalar bakımından kişilerin kamu sağlığına oluşturduğu risklerin somut ve bireysel durumlar gözetilerek gerekçelendirilmesi gereklidir (Kiyutin/Rusya, § 68).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/11905
Başvuru, sınır dışı edilme kararı nedeniyle özel ve aile hayatına saygı hakkının, eşitlik ilkesinin, kötü muamele ve işkence yasağının; idari gözetim altında tutulma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, işçilik alacağı nedeniyle açılan davaların aynı maddi olaya dayanılmak suretiyle açılan başka davalarda verilen kararlardan aksi bir sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 29/6/2020 ve 30/6/2020 tarihlerinde yapılmıştır. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2020/17721 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucuların Açtığı Davalar Başvurucular iktisadi devlet teşekkülü olan Kemerköy Elektrik Üretim ve Ticaret Anonim Şirketine ait Kemerköy Termik Santralinde alt işverenin işçileri olarak 2011 yılında çalışmaya başlamıştır. Başvurucular, 2011 yılı içinde hizmet kolunda faaliyette bulunan Türkiye Enerji Su ve Gaz İş Sendikasına (TES-İŞ/Sendika) üye olup Elektrik Üretim A.Ş.nin (EÜAŞ) Yeniköy ve Kemerköy Termik Santrallerinde alt işveren şirketlerin personeli olarak zincirleme iş sözleşmesiyle çalışmaktadır. Yeniköy ve Kemerköy Santralleri, öncesinde Yeniköy Yatağan Elektrik Üretim ve Tic. A.Ş. ve Kemerköy Elektrik Üretim ve Tic. A.Ş. (KEAŞ) tarafından işletilmekte olup Özelleştirme Yüksek Kurulunun 7/8/2014 tarihli ve 2014/78 sayılı özelleştirme kararına istinaden tüm hak ve borçlarıyla 23/12/2014 tarihinde dava dışı Yeniköy Kemerköy Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş.ye devredilmiştir. Başvurucular; 2013 yılı içinde dava dışı taşeron firmalar ile işveren arasında akdedilen sözleşmelerin muvazaalı olarak akdedildiğini, kendilerinin işveren işçisi sayılarak işveren ile Sendika arasında akdedilen işletme toplu iş sözleşmesindeki (İTİS) haklardan yararlanmaları gerektiğini, gerçekte asıl işverenin işçisi olduklarını belirterek buna ilişkin muvazaanın tespiti ile asıl işverenin işçisi sayılarak toplu iş sözleşmesinden (TİS) yararlandırılmak amacıyla 12/2/2014 tarihinde Milas Asliye Hukuk (İş) Mahkemesinde dava açmıştır. Yargılama sırasında başvurucuların çalıştığı KEAŞ ile diğer bazı kamu şirketleri 30/7/2015 tarihli Yüksek Planlama Kurulu kararıyla 18/6/1984 tarihli ve 18435 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesi gereğince tasfiye edilmiş, tüm hak ve borçlarıyla birlikte EÜAŞ'a devredilmiştir. Mahkeme başvurucuların 30/6/2013 tarihinden sonraki dönem bakımından EÜAŞ Genel Müdürlüğünün işçileri olduğunun tespitine ve bu dönem için TİS'ten yararlanmaları gerektiğinin kabulüne karar vermiş, işçilik alacaklarına hükmetmiştir. Karara karşı başvurucular temyiz kanun yoluna başvurmamış, EÜAŞ'ın temyizi üzerine ilk derece mahkemesi kararları Yargıtay Hukuk Dairesince onanarak kesinleşmiştir. Başvurucular; bu defa EÜAŞ'a ait işyerinde çalışan ve Sendika üyesi olan işçilerin asıl işverenin işçisi olduğu hâlde muvazaalı olarak alt işveren işçisi gibi gösterildiğini, işverenin daha az maliyetle işçi çalıştırmak için bu yola başvurduğunu, bu açıdan bireysel ve kolektif haklarının kısıtlandığını, hâlen yürürlükte bulunan TİS hükümlerinden sendika üyeliği nedeniyle yararlanmaları gerektiğini ileri sürerek baştan beri davalının işçisi sayılmaları ve bu suretle 30/6/2013 ile 23/12/2014 tarihleri arasındaki dönem bakımından EÜAŞ işçisi oldukları, sendika üyeliklerinin işyerine bildirildiği tarihinden itibaren TİS'ten yararlandırılmaları gerektiğinin tespiti ile sözleşmeden kaynaklanan işçilik alacaklarının (ücret farkı, iş güçlüğü tazminatı, ikramiye, sosyal yardım, ilave tediye ve vardiya tazminatı) tahsili istemiyle Milas Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) ayrı ayrı dava açmışlardır. Mahkeme kararlarında, davaların kısmen kabulüyle başvurucuların 30/6/2013 ile 23/12/2014 tarihleri arasındaki dönem bakımından EÜAŞ işçisi oldukları ve sendika üyeliklerinin işyerine bildirildiği tarihinden itibaren TİS'ten yararlandırılmaları gerektiğinin tespitine, işçilik alacaklarına ilişkin taleplerin reddine karar verilmiştir. Mahkeme; karar gerekçelerinde, Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşen aynı mahiyetteki çok sayıda davayı da emsal göstermek suretiyle başvurucuların farklı hazırlanan tek tip sözleşmeler ile -ihaleyi alan firmalar değişse dahi- EÜAŞ bünyesinde çalışmalarını kesintisiz devam ettirdiklerini, bu firmalar ile yapılan alt işverenlik sözleşmelerinin 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesine aykırı ve muvazaalı olduğunu, alt işverenlerin yaptıkları asıl işin işçi temini olduğunu belirtmiştir. Mahkeme ayrıca muvazaaya ilişkin tespitin 30/6/2013 tarihinden itibaren yapıldığını ve davalılar lehine usule ilişkin kazanılmış hak teşkil etmesi nedeniyle 30/6/2013 ile 23/12/2014 tarihleri arasındaki dönem bakımından asıl işveren-alt işveren ilişkisinin muvazaalı olduğunu kabul ederek bu tarihler arasındaki dönem için davacı işçilerin sendika üyeliklerinin işyerine bildirildiği tarihten itibaren TİS'ten yararlanmaları gerektiğini ifade etmiştir. Buna göre Mahkeme; başvurucuların devir tarihi olan 23/12/2014 tarihine kadar olan ücretleri talep ettiğini, iş sözleşmesinin devir tarihinden sonra da devam ettiğini, işbu davanın iki yıllık süre geçtikten sonra açıldığını ve Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/11/2018 tarihli ve E.2017/17244, K.2018/23666 sayılı kararında kanunda bahsedilen iki yıllık sürenin hukuki niteliğinin hak düşürücü süre olarak kabul edildiğini vurgulayarak alacak kalemleri yönünden taleplerin reddine karar vermiştir. İstinaf dilekçelerinde başvurucular vekili; davalı EÜAŞ'ın devralan değil devreden şirket olarak kabul edilmesinin hatalı olduğunu, başvurucuların 30/6/2013 ile 23/12/2014 tarihleri arasındaki dönem bakımından EÜAŞ işçisi olduğunun tespitine dair kararlardaki hükmün kaldırılarak başvurucuların baştan itibaren davalı EÜAŞ Genel Müdürlüğünün işçisi sayılması gerektiğinin tespiti şeklinde hüküm kurulması gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucular; yargılama esnasında Yatağan Asliye Hukuk (İş) Mahkemesinde aynı mahiyette açılan davaların kabul edildiğini, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından onandığı dile getirilmiş olmasına rağmen aksi yönde karar verildiğini iddia ederek kararın kendilerinin davalı EÜAŞ işyerlerinde meri olan 1/3/2013-28/2/2015 yürürlük süreli, 1/11/2013 imza tarihli, dönem İTİS'ten yararlandırılmaları gerektiğinin tespiti şeklinde değiştirilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Başvurucular yine sendika üyeliğinin işverene bildirildiği tarihten itibaren TİS'ten yararlandırılmaları gerektiğinin tespiti yerine EÜAŞ'ın TİS'inden yararlandırılmaları gerektiğinin tespiti şeklinde bir ifadenin yazılmasının yerinde olacağını belirtmiştir. Ayrıca EÜAŞ'ın devreden şirket olduğu, bu nedenle de iki yıllık zamanaşımının geçirildiği şeklinde bir savunmada ve iddiada bulunulmadığı, bir işletmeyi aktif ve pasifiyle devralanın alacaklılara karşı sorumluluğunun devrin ticari işletmeler için Ticaret Sicil Gazetesi'nde yayımlanmasından itibaren başlayacağı vurgulanarak kararın bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması talep edilmiştir. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi kararlarda; başvurucuların 30/6/2013 ile 23/12/2014 tarihleri arasındaki dönem bakımından EÜAŞ işçisi olduğunun tespiti hükmünün kaldırılarak özellikle davacının 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 4-C maddesi gereğince başvuruda bulunabileceğini ve bu başvuruların sağlıklı şekilde sonuçlandırılabilmesi için başvurucuların baştan itibaren davalı EÜAŞ Genel Müdürlüğünün işçisi sayılması gerektiğinin tespiti şeklinde hüküm kurulması gerektiğini, Yargıtay denetiminden onanarak geçen aynı mahiyette seri dosyalardaki muvazaa tespitinin bu davada uyuşmazlık konusu olan 12/2/2014 ile 23/12/2014 tarihleri arasındaki dönem için de geçerli ve kesin hüküm niteliğinde olduğunu ifade etmiştir. Kararda, başvurucuların 12/2/2014 ile 23/12/2014 tarihleri arasında alt işveren-asıl işveren ilişkisinde muvazaa tespitini talep etmesinde hukuki yararı bulunduğu, bu nedenle muvazaa tespitinin başlangıç tarihinin daha önce verilen kararda belirtilen 30/6/2013 tarihi değil önceki davanın açıldığı 12/2/2014 tarihi olması gerektiği belirtilerek Mahkemenin kararı kaldırılmış; başvurucuların 12/2/2014 ile 23/12/2014 tarihleri arasındaki dönem bakımından EÜAŞ işçisi olduğunun ve sendika üyeliğinin işyerine bildirildiği tarihten itibaren TİS'ten yararlandırılması gerektiğinin tespitine karar verilmesi gerektiği şeklinde yeniden hüküm kurulmuştur. İstinaf kararlarında devir tarihinden sonraki çalışmalar nedeniyle doğan işçilik alacaklarından devreden işverenin sorumluluğunun bulunmadığının açık olduğu, başvurucuların devir-özelleştirme tarihi olan 23/12/2014 tarihine kadar olan ücretleri talep ettiği, iş sözleşmesinin devir tarihinden sonra da devam ettiği, davanın iki yıllık süre geçtikten sonra açıldığının sabit olduğu ve Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/11/2018 tarihli ve E.2017/17244, K.2018/23666 sayılı kararında kanunda geçen iki yıllık sürenin hukuki niteliğinin hak düşürücü süre olarak kabul edildiği ve resen dikkate alınarak alacak kalemleri yönünden taleplerin reddine karar verilmesinin isabetli olduğu belirtilmiştir. Gerekçede; başvurucuların ilk davanın açıldığı 12/2/2014 tarihinden özelleştirmenin gerçekleştiği 23/12/2014 tarihine kadar alacaklarının hesap edilmesi gerektiğini dava dilekçesinde ifade ettiği, dolayısıyla bu hususun başvurucuların kabulünde ve bağlayıcı olduğu vurgulanmıştır. Hak düşürücü sürenin Mahkemece resen inceleme konusu yapılması gerektiği dikkate alındığında sürenin zamanaşımı niteliğinde olduğu ve davalının devreden değil devralan olduğu yönündeki istinaf sebeplerinin yersiz olduğu belirtilmiştir. Neticede İstinaf Dairesi başvurucuların bireysel başvuru konusu yazılı hususlarla ilgili istinaf taleplerini esastan reddetmiştir. Başvurucular kararları aynı iddialarla temyiz etmiş; Yargıtay Hukuk Dairesi, somut davalarda verilen hükmün temyiz kesinlik sınırını aşacak mahiyette ileriye yönelik etkisinin bulunmadığını vurgulayarak reddedilen ve temyize konu edilen toplam miktarların ayrı ayrı Bölge Adliye Mahkemesinin karar tarihi itibarıyla temyiz kesinlik sınırı altında kaldığını belirtmiş, temyiz istemlerinin reddine karar vermiştir. Nihai kararlar 18/3/2020 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 29/6/2020 ve 30/6/2020 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Başvuru Konusu Davayla Benzer Olup Milas Asliye Hukuk Mahkemesinde AçılanDavaların Süreçleri Başvurucularla aynı durumda olan başka işçiler tarafından aynı hukuksal nedenlerle açılan davalarda Milas Asliye Hukuk Mahkemesi başvuru konusu davalardaki benzer gerekçelerle işçilerin alacak taleplerinin reddine karar vermiştir. Mahkemenin söz konusu davalara ilişkin gerekçesinde, devir tarihinden sonra iki yıllık sürenin geçmesi nedeniyle davalı işverenin alacak kalemlerinden sorumlu olmayacağına vurgu yapılmıştır. Davacıların istinaf talepleri, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi ve Hukuk Dairelerinin muhtelif tarihlerdeki kararları ile esastan kesin olarak reddedilmiştir. Milas Asliye Hukuk Mahkemesince verilen bir kısım dava istinaf incelemesi için İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesine gönderilmiş, anılan Daire bu davalarla ilgili olarak muvazaa tespit tarihi açısından hükümleri düzeltmiş, işçilik alacaklarıyla ilgili olarak diğer Daireler yönünde değerlendirmeler yapmak suretiyle bu yöndeki talepleri reddetmiştir (İzmir Hukuk Dairesinin 2/3/2022 tarihli ve E.2019/2382, K.2022/331 sayılı kararı). Esastan ret kararı veren İstinaf Dairelerinin gerekçelerinde, Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/11/2018 tarihli ve E.2017/17244, K.2018/23666; 16/10/2018 tarihli ve E.2018/4285, K.2018/22218 sayılı kararları ile Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/10/2018 tarihli ve E.2015/21724, K.2018/17274 sayılı karalarına atıf yapılmıştır. Davacıların devir-özelleştirme tarihi olan 23/12/2014 tarihine kadar olan ücretleri talep ettikleri, iş sözleşmelerinin devir tarihinden sonra da devam ettiği, davaların iki yıllık süre geçtikten sonra açıldığının sabit olduğu belirtilmiştir. Mahkemece 4857 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrasında da devredenin sorumluluğunu sınırlayan iki yıllık sürenin hukuki niteliği hak düşürücü süre olarak kabul edilerek ve bu sebeple resen dikkate alınarak alacak kalemleri yönünden taleplerin reddine karar verilmesinin isabetli olduğu vurgulanmıştır. Neticede İstinaf Daireleri davacı işçilerin istinaf taleplerini esastan reddetmiştir. Başvurucuların Sunduğu Başvuru Konusu Davayla Benzer Olup Yatağan Asliye Hukuk Mahkemesinde Açılan Davaların Süreçleri Davacılar, EÜAŞ'ın Yeniköy Termik Santrallerinde TES-İŞ üyesi ve alt işveren şirketlerin personeli olarak zincirleme iş sözleşmesiyle çalışmıştır. Davacıların başvurucular ile aynı hukuksal nedenlerle açtıkları davalarda Yatağan Asliye Hukuk Mahkemesi işverenin muvazaalı işçi çalıştırdığını, sendika üyesi olan davacıların TİS'teki işçilik alacaklarına hak kazandıklarını belirtilerek alacak taleplerinin kısmen kabulüne karar vermiştir. Davalıların istinaf talepleri, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin muhtelif tarihlerdeki kararlarıyla esastan kesin olarak reddedilmiştir. Kararlarda işyerinin devriyle ilgili olarak kanunda öngörülen hak düşürücü süre yönünden herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır. Temyiz edilen kararlar yönünden Yargıtay Hukuk Dairesi temyize konu edilen miktarların karar tarihi itibarıyla temyiz kesinlik sınırının altında kaldığını belirterek temyiz istemlerinin reddine karar vermiştir. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükmü 4857 sayılı Kanun'un "İşyerinin veya bir bölümünün devri" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “- İşyeri veya işyerinin bir bölümü hukukî bir işleme dayalı olarak başka birinedevredildiğinde, devir tarihinde işyerinde veya bir bölümünde mevcut olan iş sözleşmeleri bütün hak ve borçları ile birlikte devralana geçer.Devralan işveren, işçinin hizmet süresinin esas alındığı haklarda, işçinin devreden işveren yanında işe başladığı tarihe göre işlem yapmakla yükümlüdür.Yukarıdaki hükümlere göre devir halinde, devirden önce doğmuş olan ve devir tarihinde ödenmesi gereken borçlardan devreden ve devralan işveren birlikte sorumludurlar. Ancak bu yükümlülüklerden devreden işverenin sorumluluğu devir tarihinden itibaren iki yıl ile sınırlıdır.'' Yargı Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/10/2018 tarihli ve E.2015/21724, K.2018/17274 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Davacı vekili, davacının 01/03/2007-24/06/2011 tarihleri arasında taşeron işveren Seven İnşaat A.Ş bünyesinde temizlik görevlisi olarak davalı asıl işveren İstanbul Üniversitesine bağlı Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde çalıştığını, hakları ödenmeden istifa dilekçesi imzalatılarak iş akdinin feshedildiğini ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık izin ve ulusal bayram ve genel tatil ücret alacaklarını istemiştir.2- İşyeri devrinin iş ilişkisine etkileri ile işçilik alacaklarından sorumluluk bakımından taraflar arasında uyuşmazlık söz konusudur. İşyeri devrinin esasları ve sonuçları 4857 sayılı İş Kanununun 6 ncı maddesinde düzenlenmiştir. Sözü edilen hükümde, işyerinin veya bir bölümünün devrinde devir tarihinde mevcut olan iş sözleşmelerinin bütün hak ve borçlarıyla devralan işverene geçeceği öngörülmüştür. Devir tarihinden önce doğmuş ve devir tarihinde ödenmesi gereken borçlar açısından, devreden işverenle devralan işverenin birlikte sorumlu oldukları aynı yasanın üçüncü fıkrasında belirtilmiş, devreden işverenin sorumluluğunun devir tarihinden itibaren iki yıl süreyle sınırlı olduğu hükme bağlanmıştır....İşyerinin devredildiği tarihe kadar doğmuş bulunan ücret, fazla çalışma, hafta tatili çalışması, bayram ve genel tatil ücretlerinden 4857 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca devreden işveren ile devralan işveren müştereken müteselsilen sorumlu olup, devreden açısından bu süre devir tarihinden itibaren iki yıl süreyle sınırlıdır. Devir tarihinden sonraki çalışmalar sebebiyle doğan sözü edilen işçilik alacakları sebebiyle devreden işverenin sorumluluğunun olmadığı açıktır. Bu bakımdan devirden sonraya ait ücret, fazla çalışma, hafta tatili çalışması, bayram ve genel tatil ücreti gibi işçilik alacaklarından devralan işveren tek başına sorumlu olacaktır....Davacının davalı [S.İ.T.T.] A.Ş. nezdinde 2007-2008 ve 2010-2011 tarihleri arasında olmak üzere iki çalışma dönemi olduğu ve davacının 2008-2009 arasında başka bir alt işveren nezdinde çalıştığı anlaşılmıştır.Yukarıdaki ilke kararlarımızda da açıkça belirtildiği üzere, 4857 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca devreden alt işveren açısından devir tarihinden itibaren iki yıl süreyle, kendi nezdindeki çalışma süresi ve ücreti ile sınırlı sorumluluk olmakla davacının davalı [S.İ.T.T.] A.Ş. nezdinde çalıştığı ilk dönem olan 2007-2008 tarihi arası çalışmaları dava tarihi itibariyle iki yıllık hak düşürücü süreye uğramış olup bu dönem çalışmaları için davalı şirketin ulusal bayram ve genel tatil ücret alacağından sorumlu tutulması hatalıdır.Ayrıca, davalı [S.İ.T.T.] A.Ş. nezdinde davacının çalıştığı ve hak düşürücü süreye uğramayan 2010-2011 tarihleri arasındaki süreler olmakla davaya konu ulusal bayram ve genel tatil alacaklarından çalışılan süreyle sınırlı olarak hesaplama yapılması gerekirken davalı alt işveren Seven İnşaat Temizlik Turizm A.Ş. son alt işveren olmadığı halde dava dışı diğer alt işverenler nezdinde geçen sürelerden de sorumlu tutulması hatalıdır.Şu halde, davacıya çalışma şekline göre Toplu İş Sözleşmelerinde belirlenen fazla çalışma ödemesinin yapıldığı, davacının ödemesi yapılan süreden daha fazla çalıştığını yazılı bir delil ile ispatlayamadığı, daha fazla çalışmanın salt tanık beyanlarına göre ispatının mümkün olmadığı anlaşıldığından davacının fazla çalışma talebinin reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile kabul edilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir...." Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/10/2018 tarihli ve E.2018/4285, K.2018/22218 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Davacı vekili, müvekkilinin davalıya ait işyerinde elektrik açma kesme işçisi olarak çalıştığını, askerlik nedeniyle işten ayrıldığını beyanla kıdem tazminatı, yıllık izin ve bir kısım işçilik alacaklarının davalılardan tahsilini talep etmiştir....4-İşyeri devrinin iş ilişkisine etkileri ile işçilik alacaklarından sorumluluk bakımından taraflar arasında uyuşmazlık söz konusudur.İşyeri devrinin esasları ve sonuçları 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinde düzenlenmiştir. Sözü edilen hükümde, işyerinin veya bir bölümünün devrinde devir tarihinde mevcut olan iş sözleşmelerinin bütün hak ve borçlarıyla devralan işverene geçeceği öngörülmüştür. Devir tarihinden önce doğmuş ve devir tarihinde ödenmesi gereken borçlarda ise, devreden işverenle devralan işverenin birlikte sorumlu olduğu aynı Kanun'un fıkrasında açıklanmış ve devreden işverenin sorumluluğunun devir tarihinden itibaren iki yıl süreyle sınırlı olduğu hükme bağlanmıştır.İşyeri devri halinde kıdem tazminatı bakımından devreden işveren kendi dönemi ve devir tarihindeki son ücreti ile sınırlı olmak üzere sorumludur. Mülga 1475 sayılı İş Kanunu'nun 14/ maddesinde devreden işverenin sorumluluğu bakımından bir süre öngörülmediğinden, 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinde sözü edilen devreden işveren için iki yıllık süre sınırlaması, kıdem tazminatı bakımından söz konusu olmaz. O halde kıdem tazminatı işyeri devri öncesi ve sonrasında geçen sürenin tamamı için hesaplanmalı, ancak devreden işveren veya işverenler bakımından kendi dönemleri ve devir tarihindeki ücret ile sınırlı sorumluluk belirlenmelidir.Feshe bağlı diğer haklar olan ihbar tazminatı ve kullanılmayan izin ücretlerinden sorumluluk ise son işverene ait olmakla devreden işverenin bu işçilik alacaklarından sorumluluğu bulunmamaktadır. Devralan işveren ihbar tazminatı ile kullandırılmayan izin ücretlerinden tek başına sorumludur.İşyerinin devredildiği tarihe kadar doğmuş bulunan ücret, fazla çalışma, hafta tatili çalışması, bayram ve genel tatil ücretlerinden 4857 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca devreden işveren ile devralan işveren müştereken müteselsilen sorumlu olup, devreden açısından bu süre devir tarihinden itibaren iki yıl süreyle sınırlıdır. Devir tarihinden sonraki çalışmalar sebebiyle doğan sözü edilen işçilik alacakları sebebiyle devreden işverenin sorumluluğunun olmadığı açıktır. Bu bakımdan devirden sonraya ait ücret, fazla çalışma, hafta tatili çalışması, bayram ve genel tatil ücreti gibi işçilik alacaklarından devralan işveren tek başına sorumlu olacaktır.Somut olayda, İşletme Hakkı Devir Sözleşmesinin 2011 tarihli olduğu [G.E]nin bu tarihten itibaren iki yıl sorumluluğunun devam ettiği, dava açma tarihi itibariyle feshe bağlı haklardan kıdem tazminatından kendi dönemi ve ücretiyle sorumlu tutulması gerektiği, diğer alacaklar için iki yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği anlaşılmaktadır. Devralan son işveren tüm dönemden sorumludur. Hüküm kurulurken alacağın tamamı belirlenip davalıların sorumlu tutulabileceği miktarlar ayrı, ayrı belirlenerek hüküm kurulmalıdır...." Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/11/2018 tarihli ve E.2017/17244, K.2018/23666 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Davacı vekili, davacının operatör olarak davalı şirket nezdinde 2008-2010 tarihleri arasında çalıştığını, işten çıktıktan sonra asıl işveren [K.A.İ.] A.Ş.'de çalışmaya başladığını asıl işverende çalışması karşılığının ödendiğini ancak davalı şirket nezdindeki çalışma karşılığının ödenmediğini ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık izin, hafta tatili, ulusal bayram genel tatil ücreti alacağının davalıdan tahsilini talep etmiştir....2- İşyeri devrinin iş ilişkisine etkileri ile işçilik alacaklarından sorumluluk bakımından taraflar arasında uyuşmazlık söz konusudur. İşyeri devrinin esasları ve sonuçları 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinde düzenlenmiştir. Sözü edilen hükümde, işyerinin veya bir bölümünün devrinde devir tarihinde mevcut olan iş sözleşmelerinin bütün hak ve borçlarıyla devralan işverene geçeceği öngörülmüştür. Devir tarihinden önce doğmuş ve devir tarihinde ödenmesi gereken borçlarda ise, devreden işverenle devralan işverenin birlikte sorumlu olduğu aynı Kanun'un fıkrasında açıklanmış ve devreden işverenin sorumluluğunun devir tarihinden itibaren iki yıl süreyle sınırlı olduğu hükme bağlanmıştır. İşyeri devri halinde kıdem tazminatı bakımından devreden işveren kendi dönemi ve devir tarihindeki son ücreti ile sınırlı olmak üzere sorumludur. Mülga 1475 sayılı İş Kanunu'nun 14/ maddesinde devreden işverenin sorumluluğu bakımından bir süre öngörülmediğinden, 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinde sözü edilen devreden işveren için iki yıllık süre sınırlaması, kıdem tazminatı bakımından söz konusu olmaz. O halde kıdem tazminatı işyeri devri öncesi ve sonrasında geçen sürenin tamamı için hesaplanmalı, ancak devreden işveren veya işverenler bakımından kendi dönemleri ve devir tarihindeki ücret ile sınırlı sorumluluk belirlenmelidir. Feshe bağlı diğer haklar olan ihbar tazminatı ve kullanılmayan izin ücretlerinden sorumluluk ise son işverene ait olmakla devreden işverenin bu işçilik alacaklarından sorumluluğu bulunmamaktadır. Devralan işveren ihbar tazminatı ile kullandırılmayan izin ücretlerinden tek başına sorumludur. İşyerinin devredildiği tarihe kadar doğmuş bulunan ücret, fazla çalışma, hafta tatili çalışması, bayram ve genel tatil ücretlerinden 4857 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca devreden işveren ile devralan işveren müştereken müteselsilen sorumlu olup, devreden açısından bu süre devir tarihinden itibaren iki yıl süreyle sınırlıdır. Devir tarihinden sonraki çalışmalar sebebiyle doğan sözü edilen işçilik alacakları sebebiyle devreden işverenin sorumluluğunun olmadığı açıktır. Bu bakımdan devirden sonraya ait ücret, fazla çalışma, hafta tatili çalışması, bayram ve genel tatil ücreti gibi işçilik alacaklarından devralan işveren tek başına sorumlu olacaktır. Somut olayda, davacının 2012 tarihinde ara vermeksizin asıl işveren Koza Altın İşletmeleri A.Ş. de çalışmaya başladığı eldeki davanın 2014 tarihinde açıldığı, devreden işveren için devirden itibaren 2 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği bu nedenle davanın tümden reddi gerekirken ulusal bayram genel tatil alacağının kabulü hatalıdır. ..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); Sözleşme'nin maddesinin bir mahkeme önünde medeni hak ve yükümlülüğe ilişkin bir iddiada bulunma hakkını güvence altına aldığını, mahkemenin teşkilatı ve yargılamanın yürütülmesinin bu güvencenin kapsamında olduğunu (Golder/İngiltere, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36), davalarda adil yargılanma koşullarını yerine getirme yükümlülüğünün ulusal makamlara ait olduğunu ifade etmiştir (Dombo Beheer B./Hollanda, B. No: 14448/88, 27/10/1993, § 33). AİHM; Sözleşme'nin maddesi adil yargılanma hakkını güvence altına alırken delillerin kabul edilme yöntemi konusunda herhangi bir kural koyma yetkisinin AİHM'de olmadığını, ulusal kanunlar tarafından bu hususların belirleneceğini, Sözleşme'deki hak ve yükümlülükleri ihlal etmediği sürece mahkemeler tarafından yapılan hataların giderilmesi görevinin de AİHM'de olmadığını belirtmiştir (Schenk/İsviçre, B. No: 10862/84, 12/7/1988, §§ 45, 46). Bu açıdan AİHM yaklaşımına göre yargılama süreci bütün olarak gözönünde bulundurulacak, bu süreçte delillerin nasıl sunulduğu da dâhil olmak üzere tüm deliller yönünden hakkaniyetsiz bir değerlendirme yapılıp yapılmadığı dikkate alınacaktır (Schuler-Zgraggen/İsviçre, B. No: 14518/89, 24/6/1993, § 66). AİHM'e göre tarafların ileri sürdükleri delillerin kabul edilebilirliği hususunda yerel mahkemeler belirli bir takdir yetkisine sahip olmakla birlikte mahkemelerin kararlarında yeterli bir gerekçe göstermeleri gerekir (Suominen/Finlandiya, B. No: 37801/97, 01/7/2003, § 36). Kararlarda gerekçe belirtilme zorunluluğu, mahkemelerin tarafları adil bir şekilde dinleme yükümlülüğüyle de doğrudan ilgilidir (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, § 85). Yargılama sırasında sunulan bir kısım delilin mahkemece dikkate alınmaması şikâyetiyle ilgili olarak AİHM; mahkemenin başvurucunun bu yöndeki talebini gerekçesiz reddettiğini, kararda gerekçe olmamasının karara karşı etkili bir şekilde itiraz etme fırsatını da ortadan kaldırdığını belirterek başvuruda Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Suominen/Finlandiya, § 38).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/17721
Başvuru, işçilik alacağı nedeniyle açılan davaların aynı maddi olaya dayanılmak suretiyle açılan başka davalarda verilen kararlardan aksi bir sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Mehmet Latif Aslan'ın babası olan murisin 1964 yılında Nusaybin Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tapu iptali davası görevsizlik nedeniyle önce Nusaybin Kadastro Mahkemesine gönderilmiş, anılan Mahkemenin de kapatılmasıyla Mardin Kadastro Mahkemesine gönderilen dava hâlen yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13161
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, istinaf süresinin gerekçesi açıklanmayan kararın tefhim edildiği tarihten başlatılarak istinaf talebinin süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun açtığı davada verilen karara ilişkin istinafbaşvurusunu Mahkeme, kanun yolu süresinin ilk derece mahkemesinin kararının tefhim tarihinden başlatılarak hesaplanması nedeniyle süresinde olmadığı gerekçesiyle reddetmiştir. Bu ek kararın istinaf edilmesi üzerine istinaf mahkemesi istinaf talebini reddetmiş, istinaf mahkemesinin bu kararını da Yargıtay onamıştır. Başvurucu, istinaf mahkemesinin 20/5/2021 tarihli kararından sonra Yargıtayın 20/9/2021 tarihli nihai hükmünden önce 15/6/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuş; başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/42912
Başvuru, istinaf süresinin gerekçesi açıklanmayan kararın tefhim edildiği tarihten başlatılarak istinaf talebinin süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, gözaltı ve tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, silahlı terör örgütüne (PKK/KCK) üye olma suçlamasıyla 6/10/2020 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu, sorgusunun ardından 9/10/2020 tarihinde terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Başvurucu tutuklama kararına itirazının 20/10/2020 tarihinde reddedilmesinin ardından 19/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 11/2/2021 tarihli iddianame ile başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Başvurucu 2/4/2021 tarihinde tahliye edilmiştir. Yapılan yargılama sonucunda 6/1/2022 tarihinde başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Beraat kararı istinaf edilmeden 14/1/2022 tarihinde kesinleşmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/35619
Başvuru, gözaltı ve tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/2/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/6530
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, bir kişinin kaybolması hakkında başlatılan ceza soruşturmasının etkisiz yürütülmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. OLAYLAR VE OLGULAR Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun annesi H.Ö. ile başvurucunun kardeşi A.Ö. 31/1/1995 tarihinde, Nevşehir Merkez İlçe Jandarma Komutanlığına (Komutanlık) müracaat ederek H.Ö.nün eşi, başvurucu ve A.Ö.nün ise babası olan İ.Ö.nün 24/1/1995 tarihinden itibaren kayıp olduğunu bildirmişlerdir. Başvuruları üzerine aynı gün ifadeleri alınan H.Ö. ve A.Ö., İ.Ö.nün ev satın almak amacıyla T. isimli kişi ile birlikte Ankara'ya gittiğini, o günden sonra İ.Ö.den haber alamadıklarını ve T.ninİ.Ö.yü Kayseri'de bir yerde araçtan indirdiğini söylediğini ifade etmişlerdir. H.Ö. ifadesinde ayrıca, İ.Ö.nün yanına 000 TL (bugünkü değeri 500 TL) değerinde Alman markı aldığını, gitmeden önce Ankara'da yaşayan kızlarına da uğrayacağını söylediğini, kızıyla birkaç kez yaptığı telefon görüşmelerinden eşinin kızına uğramadığını öğrendiğini ve T.nin söylediğine göre İ.Ö.nün T.ye şaka yollu Uçhisar'a bir kadın getireceğini söylediğini beyan etmiştir. H.Ö. ve A.Ö.nün başvuruları üzerine Komutanlıkça herhangi bir işlem yapılıp yapılmadığı tespit edilememiştir. Başvurucu, Nevşehir Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) verdiği 2/2/1995 tarihli bir dilekçe ile İ.Ö.nün kayıp olduğunu bildirmiş ve annesi H.Ö.den öğrendiği hususları aktarmıştır. H.Ö.nün ifadesinde geçen hususlardan farklı olarak başvurucu, T.nin annesinden bir süre bekleyip kimseye haber vermemesini istediğini iddia etmiştir. Ayrıca dilekçesinde başvurucu, T.nin İ.Ö. hakkındaki sorulara kaçamak cevaplar verdiğini öne sürerek T.nin aracının aranmasını ve telefonlarının dinlenmesini talep etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, olay hakkında derhâl soruşturma başlatmış ve aynı gün Komutanlığa bir müzekkere yazarak olayın araştırılmasını istemiştir. Başvurucu ve A.Ö. 4/2/1995 tarihinde, toprak bir yolda buldukları, üzerindeki izin kan lekesi olarak değerlendirildiği bir eşarbı Komutanlık görevlilerine teslim etmişlerdir. Başvurucunun annesi H.Ö., söz konusu eşarbın kendilerine ait olmadığını beyan etmiştir. Bununla birlikte bahse konu eşarp daha sonra adli emanete alınmıştır. T. isimli kişinin aracı 7/2/1995 tarihinde aranmış, ancak kayıp olayının açıklığa kavuşmasını sağlayacak herhangi bir delil veya emare bulunamamıştır. Kollukça 6/2/1995 tarihinde ifadesine başvurulan S.T., T.nin 24/1/1995 tarihinde Kayseri'ye gideceğinden söz ettiğini ancak T.nin kiminle Kayseri'ye gittiğini bilmediğini söylemiştir. T. kollukça alınan 7/2/1995 tarihli ifadesinde, daha önce kendisinden borç para aldığı ve 24/1/1995 tarihinde birlikte Kayseri'ye gittiği İ.Ö.nün Kayseri'de bir yerde arabadan indiğini söylemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 7/2/1995 tarihinde şüpheli sıfatıyla T.nin ifadesini almıştır. T. ifadesinde, Kayseri Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunan kardeşi T.yi ziyaret etmek için 24/1/1995 tarihinde yola çıktığını, yolda İ.Ö. ile karşılaştığını, bir alacağını istemesi için İ.Ö.yü Kavak beldesine götürüp oradan Uçhisar'a getirdiğini, evinden bir çanta ile gelen İ.Ö.nün Kayseri'ye gideceğini söylediğini, yaptığı sohbet sırasında İ.Ö.nün Kayseri'deki bir kadınla evleneceğini beyan ettiğini, İ.Ö.nün Kayseri şehir merkezinde bir yerde arabadan indiğini, Kayseri'yi bilmediği için İ.Ö.nün nerede indiğini bilemediğini, aynı gün saat 00 sıralarında kardeşi T.yi ziyaret ettiğini, daha sonra Uçhisar'a döndüğünü ve İ.Ö.nün üzerinde para taşıyıp taşımadığını bilmediğini beyan ederek İ.Ö.nün kaybolmasıyla bir ilgisi olduğu yönündeki iddiaları kabul etmemiştir. Kollukça ifadesine başvurulan başvurucunun annesi H.Ö., kaybolmadan üç dört gün önce T. ile telefonda konuşan eşinin Ankara'dan ev almaktan söz ettiğini, buna komşusu E.A.nın şahit olduğunu, Ankara'da yaşayan kızına götürülmesi için hazırladığı bazı gıda malzemelerini bir çantaya yerleştirdiğini, 23/1/1995 tarihinde gece T. ile telefonda görüşen eşinin Ankara'ya ev almaya gideceklerini ancak önce T.nin ceza infaz kurumundaki kardeşini ziyaret etmesi için Kayseri'ye uğrayacaklarını söylediğini, 24/1/1995 tarihinde eşinin hasta bir komşularını ziyarete gittiği sırada telefon eden T.nin eşini sorduğunu, saat 00 sıralarında eve gelen eşinin evde sakladığı parayı bir tülbent yardımıyla beline sardığını, bir gün öncesinde hazırladığı çantayı eşine verdiğini, eşinin T. ile birlikteyola çıktığını, akşam saatlerinde telefonla aradığı Ankara'da yaşayan kızının İ.Ö.nün gelmediğini söylediğini ve ertesi sabah konuştuğu T.nin İ.Ö.yü Kayseri'ye bıraktığından söz ettiğinibeyan etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 7/2/1995 tarihinde Komutanlığa bir müzekkere yazarak T. dışındaki bir kişinin de olaya karışmış olabileceği değerlendirilerek tahkikatın genişletilerek sürdürülmesini istemiştir. İ.Ö. tarafından 24/1/1995 tarihinde ziyaret edildiği tespit edilen N.B. kollukça alınan 9/2/1995 tarihli ifadesinde İ.Ö.nün kendisini ziyaret ettiğini beyan etmiştir. İ.Ö.nün komşusu E.A. 9/2/1995 tarihinde kollukça alınan ifadesinde, 24/1/1995 tarihinden beş gün önce İ.Ö.nün evine gittiğini, sohbet esnasında çalan telefon üzerine İ.Ö.nün telefonda biriyle konuştuğunu, eşinin sorması üzerine İ.Ö.nün T. ile konuştuğundan ve T.nin gezme teklifinde bulunduğundan bahsettiğini ifade etmiştir. Başvurucunun kardeşi S.Ö. 10/2/1995 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına bir dilekçe verip annesinden duyduklarını aktarmış ve bazı hususlara dikkat çekmiştir. Buna göre S.Ö.nün annesi 25/1/1995 tarihinde T.nin evine gitmiş ve T ile eşini geceyi uykusuz geçirmiş bir vaziyette görmüştür. Dilekçede T.nin kardeşinin, babasının kaybolmasından sonra evlerini dinlerken yakalandığı, kanlı eşarp üzerinde herhangi bir inceleme yapılmadığı, T.nin kardeşlerince S.Ö.nün ailesinin Uçhisar ve Nevşehir'deki her hareketinin izlendiği, T.nin kardeşinin İ.Ö.nün kaybolmasından üç gün sonra tahliye olduğu ve son olarak T.nin S.Ö.nün annesine İ.Ö.nün indiği yeri göstermeyi teklif ettiği, ancak bu esnada annesinin yalnız olmasını istediği ileri sürülmüştür. Cumhuriyet Başsavcılığı 10/2/1995 tarihinde S.Ö.nün, 13/2/1995 tarihinde ise başvurucunun ifadesini almıştır. Gerek başvurucu gerekse S.Ö. verdikleri dilekçelerin kendilerine ait olduğunu belirtmişlerdir. Cumhuriyet Başsavcılığı 13/2/1995 tarihinde, ekinde SÖ.nün dilekçesi bulunan bir müzekkereyi Nevşehir İl Emniyet Müdürlüğüne (Emniyet Müdürlüğü) gönderip Komutanlık ile irtibata geçilerek T. ve kardeşlerinin gizlice takip edilmesini ve önemli bir delil ele geçtiğinde haber verilmesini istemiştir. Komutanlık 14/2/1995 tarihinde, üzerinde fazla miktarda para ile kaybolması ve hâlen ortaya çıkmaması nedeniyle İ.Ö.nün öldürülmüş olma ihtimalinin arttığını, T.nin olayla doğrudan ilişkili olduğunu, T.nin eşi Se.T. ile T.nin kardeşleri T. ve F.T.nin olayla ilgilerinin olabileceğini belirterek 15/2/1995 tarihinden itibaren T., Se.T., F.T. ve T.nin üç gün süreyle gözaltına alınmasını talep etmiştir. Bu talep Cumhuriyet Başsavcılığınca kabul edilmiştir. Kendisine İ.Ö.nün fotoğrafı gösterilen bir kişinin resimdeki kişinin Kayseri'deki bir turizm şirketinden Ürgüp'e gitmek için otobüs bileti aldığını T.ye söylediğini öğrenen kolluk görevlileri 16/2/1995 tarihinde, Kayseri'de bulunan turizm şirketine gidip burada bulunan A.O. ile görüşmüşlerdir. A.O., İ.Ö.ye ait küçük bir fotoğrafın daha önce kendisine iki kişi tarafından gösterildiğini, bu kişilere fotoğraftaki kişiyi uzun zamandır görmediğini söylediğini ve bu kişilerden birinin İ.Ö.den babası olarak söz ettiğini beyan etmiştir. T.nin eşi Se.T. 17/2/1995 tarihinde Komutanlık görevlilerince alınan ifadesinde, eşinin 24/1/1995 tarihinde S.T. ile Kayseri'ye gideceğini söylediğini ancak sonradan öğrendiğine göre eşinin İ.Ö. ile birlikte Kayseri'ye gittiğini, İ.Ö.nün bir kadından söz ederek Kayseri'de kaldığını ve eşinin 25/1/1995 tarihinde evlerine gelen İ.Ö.nün eşine de olan biteni anlattığını söylemiştir. Komutanlık 17/2/1995 tarihinde T.nin kardeşleri F.T. ile T.nin de ifadelerini almıştır.i. T. ifadesinde; T.nin 30/1/1995 tarihinde tahliye olan kardeşleri T.yi ceza infaz kurumunda ziyaret etmek için Kayseri'ye gittiğini, aynı gün saat 00 sıralarında T. ile ev telefonundan konuştuğunu, olayla bir ilgisinin bulunmadığını beyan etmiştir. ii. F.T. ise T.nin zaman zaman İ.Ö.den borç para aldığından, İ.Ö. ile T.yi aynı araç içinde gördüğünden, T.nin işçisinden duyduğuna göre T.nin İ.Ö. ile Kayseri'ye gittiğinden söz etmiştir. Komutanlık, Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği 17/2/1995 tarihli yazıda başka hususlar yanında başvurucu ve kardeşi tarafından teslim edilen eşarbın olayla herhangi bir ilgisinin tespit edilemediğini de bildirmiştir. İ.Ö.yü tanıyan S.E. 15/2/1995 tarihinde Komutanlık görevlilerince alınan ifadesinde, 1994 yılında aldığı borcu İ.Ö.ye 1/1/1995 tarihinde ödediğini, İ.Ö.nün kızı ve damadının Ankara'dan bir ev aldıklarını ve yardım etmek amacıyla parayı onlara vereceğini söylediğini ifade etmiştir. Komutanlıkça 27/3/1995 tarihinde ifadesine başvurulan , T.nin kardeşi T.nin deli olduğundan, kızının evliliğinin bozulmasına neden olan T. ile aralarındaki sorunlar ve davadan söz ederek iki ay kadar önce telefon eden T.nin yanlış adamı ortadan kaldırdığından söz ederek kendisini tehdit ettiğini beyan etmiştir. , bu iddiasını Cumhuriyet Başsavcılığında tanık sıfatıyla verdiği 25/4/1995 tarihli ifadesinde de sürdürmüş ve telefon konuşması sırasında yanında üç kişi bulunduğunu iddia etmiştir.Cumhuriyet Başsavcılığı, nin yanında olduğunu iddia ettiği üç kişiyi dinlemiş ancak bu kişiler telefon görüşmesine şahit olmadıklarını ifade etmişlerdir. Komutanlık tarafından 7/4/1995 tarihinde yeniden dinlenen T., nin ev telefonunu bilmediğini beyan ederek yi tehdit ettiğine ilişkin iddiayı kabul etmemiştir. İ.Ö.nün en son Kayseri'nin Melikgazi ilçesi Belsin, Tınaztepe ve 30 Ağustos Mahallelerinde görüldüğüne dair duyum alan Komutanlık görevlileri Kayseri'ye gidip konuyu araştırmışlardır. Yapılan araştırmalar kapsamında çevrede bulunan camilerin imam ve cemaatine, Belsin Parkı'ndaki vatandaşlar ile çevredeki esnaflara İ.Ö.nün fotoğrafları gösterilmiştir. Tınaztepe Mahallesi Muhtarı H.B. ile T.K. isimli bir kişinin İ.Ö.yü gördüğü tespit edilse de İ.Ö.yü tanıyan ve bilen başka şahıs saptanamamıştır.i. H.B., bir buçuk ay kadar önce muhtarlık binasının bulunduğu otobüs durağındaki görevlilerin yanına bir kişi getirdiklerini, bu kişinin ayağında sadece mest bulunduğunu, bu şahsa çay ve sigara ikram ettiğini, sorduğunda Bünyan Garajı'na gideceğini söylediğini, yanlış yere geldiği için Bünyan Garajı'na gidecek bir otobüse bu kişiyi bindirdiğini ve otobüsün şoförüne bahse konu kişinin ineceği yeri söylediğini, söz ettiği kişinin 15-20 dakika kadar muhtarlıkta oturduğunu, konuşmalarının ve tavırlarının garip olması nedeniyle sözünü ettiği kişinin şuurunun yerinde olmadığını düşündüğü ve bahsettiği kişinin kendisine fotoğrafı gösterilen İ.Ö. olduğunu söylemiştir.ii. İ.Ö.yü gördüğünü beyan eden T.K., bir sitedeki fırında beş yıldır çalıştığını, çevreyi iyi bildiğini ve sitedeki yabancıları çabuk fark ettiğini belirterek fotoğrafı gösterilen İ.Ö.yü iki üç ay kadar önce iki üç gün arayla fırının önünden geçerken bir iki kere gördüğünüifade etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, İ.Ö.nün emekli maaşını aldığı banka şubesindeki hesabına ilişkin mevduat kartının bir örneğini soruşturma evrakı arasına almıştır. Söz konusu belgeye göre İ.Ö. en son 1994 yılı Aralık ayında hesabından para çekmiştir. Cumhurbaşkanlığı makamına yazdığı bir dilekçeye istinaden Manisa Adli Yargı Adalet Komisyonu Başkanınca ifadesi alınan S.Ö. 13/10/1995 tarihli ifadesinde, önceki iddialarını tekrar edip İ.Ö.nün bulunması için kardeşi tarafından bulunan medyum Ö.A. ile T.nin uzun görüşmeler yaptığını, T.nin Ö.A.ya İ.Ö.yü bulacağını söylediğini, kendilerinden takip edilmeyeceği yönünde söz aldığını, buna rağmen İ.Ö.nün bulunamadığını belirtmiştir. S.Ö. 18/10/1995 tarihinde Nevşehir Adli Yargı Adalet Komisyonu Başkanlığına bir dilekçe vermiştir. Bu dilekçesinde S.Ö., babasının sigara kullanmadığını, H.B.nin ifadesinin mantıkla bağdaşmadığını, annesinin hayatta olduğunu ve babasının 1991 yılında prostat nedeniyle ameliyat olduğunu, bu nedenle babasının evlenmesinin mümkün olmadığını beyan ederek medyum Ö.A.nın yardımıyla babasını bulma çabalarından ve bu bağlamda T.nin şüpheli bulduğu davranışlarından söz etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 30/10/1995 tarihinde, Emniyet Müdürlüğüne bir müzekkere yazarak İ.Ö.nün öldürülme ihtimaliyle ilgili araştırmalara devam edilmesini ve araştırma sonuçlarının üç ayda bir bildirilmesini istemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının istinabe yazısı üzerine Çorlu İlçe Emniyet Müdürlüğü görevlileri 13/12/1995 tarihinde, medyum olduğu ileri sürülen Ö.A.nın ifadesini almıştır.Ö.A. ifadesinde, T.ninİ.Ö.nün Kayseri'de indiği yeri gösterdiğini, İ.Ö.nün resimlerini otogardaki bazı kişilere gösterdiklerini ve T.nin daha önce Kayseri'de döviz bozdurup ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan ağabeyinin kefaletini ödediğinden söz ettiğini beyan etmiştir. Başvurucunun kardeşi A.Ö. istinabe suretiyle verdiği 15/1/1996 tarihli ifadesinde, başvurucunun 2/2/1995 tarihli dilekçesinde yazılı hususları ifade edip T.nin babasına olan borcundan ve İ.Ö.nün kayboluşu ile ilgili sorulara çelişkili cevaplar veren T.nin bir kadın için İ.Ö.nün Kayseri'ye gittiğini söylediğinden bahsetmiştir. S.Ö., Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 13/3/1996 tarihli dilekçede, T.nin 2015 yılı Ağustos veya Eylül ayında bir ev satın aldığını ve T.nin hediyelik eşya satarak o kadar para kazanmasının mümkün olmadığını ileri sürerek İ.Ö.nün üzerinde taşıdığı para ile T.nin ev için ödediği para arasında bağlantı kurmuş ve T.nin son iki yıllık vergi kayıtlarının incelenmesini talep etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 14/3/1996 tarihinde ifadesine başvurulan S., İ.Ö.nün çocukları ile arkadaş olduğunu, İ.Ö.nün T. tarafından öldürüldüğü yönünde herhangi bir bilgiye sahip olmadığını söylemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının isteği üzerine Nevşehir Tapu Müdürlüğünce yapılan araştırmada T.nin 1995 yılında herhangi bir taşınmaz alım satımı yapmadığı tespit edilmiştir. Nevşehir Vergi Dairesi de 1995 yılı için T. adına tahakkuk eden vergi miktarı ile vergi matrahını Cumhuriyet Başsavcılığına bildirmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 3/10/1996 tarihinde, Mu.T.nin tanık sıfatıyla ifadesini almıştır. Bu kişi ifadesinde; 1995 yılının Ağustos ayında T.ye sözleşmeyle bir ev sattığını, 1995 yılı Eylül ayında T.den 000 TL aldığını, daha sonra farklı tarihlerde toplam 000 TL aldığını, hâlen 000 TL alacağı olduğunu ve kalan alacağını tahsil ettiği zaman tapuda devir işlemi yapacaklarını ifade etmiştir. Soruşturma evrakı arasında yer alan satış sözleşmesinden T.nin eşi Se.T.nin 25/8/1995 tarihinde A.T.den haricî satış sözleşmesi ile bir taşınmaz satın aldığı, satış bedelinin bir kısmının nakit olarak ödendiği, geriye kalan miktarın ise bonoya bağlandığı anlaşılmıştır. 11/10/1996 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığınca yeniden ifadesine başvurulan T., Mu.T.den bir ev satın aldığını, halen bir miktar borcu kaldığını, hediyelik eşya sattığını,aylık gelirinin zaman zaman yüksek meblağlara ulaşabildiğini, yaptığı iş ve kazancı dikkate alındığında bir ev satın alabilmesinin olağan olduğunu ve İ.Ö. hakkında bilgisinin olmadığını beyan etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 16/10/1996 tarihinde, hem Emniyet Müdürlüğüne hem de yirmi iki Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere yazarak İ.Ö.nün herhangi bir adli olaya karışıp karışmadığı, ceza infaz kurumuna girip girmediği, hakkında dava açılıp açılmadığı, dava açıp açmadığı, noterde ve bankalarda işlem yapıp yapmadığı, döviz bozdurup bozdurmadığı, sağlık kuruluşlarına müracaat edip etmediği hususlarının araştırılarak bilgi verilmesini talep etmiştir. Bu müzekkerelere cevap olarak İ.Ö.nün bulunmasına imkân sağlayacak herhangi bir bilgi verilmemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, İ.Ö.nün fotoğraflarını ekleyerek Adana, Ankara, Diyarbakır, İstanbul ve Konya Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet Başsavcılıklarına yazdığı 31/1/2000 tarihli müzekkereler ile son dönemlerde terör örgütlerine yönelik operasyonlarda bulunan ancak kimliği tespit edilemeyen cesetler arasında İ.Ö.nün cesedinin bulunup bulunmadığını ve yakalanan sanıkların İ.Ö. hakkında bilgi sahibi olup olmadığını sormuştur. Cumhuriyet Başsavcılığının isteği üzerine İ.Ö.nün kaçırılıp kaçırılmadığını ve bu kişinin terör örgütleri ile bağlantısının olup olmadığını araştıran Emniyet Müdürlüğü, 10/4/2000 tarihli yazıyla İ.Ö.nün herhangi bir terör örgütü ile bağlantısının olmadığını, adı geçenin kaçırılıp kaçırılmadığının veya yaşayıp yaşamadığının tespit edilemediğini, konu ile ilgili araştırmanın devam ettiğini bildirmiştir. İstanbul ve Adana DGM Cumhuriyet Başsavcılıkları, bulunan cesetlerle İ.Ö.nün fotoğrafları arasında benzerlik bulunmadığını bildirmiştir. Diyarbakır DGM Cumhuriyet Başsavcılığı; Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği cevap yazısında, gömülü vaziyette bulunan cesetlerin fotoğrafla teşhisinin mümkün olmadığını, bu nedenle cesetlerin DNA testi için Adli Tıp Kurumuna (ATK) gönderildiğini, bu cesetlerden herhangi birinin İ.Ö.ye ait olup olmadığının tespiti için İ.Ö.nün üst veya alt soyundan birinin DNA'sı ile cesetlerin DNA'sının karşılaştırılması gerektiğini ifade etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, Emekli Sandığı Genel Müdürlüğüne 31/1/2000 tarihinde bir müzekkere yazarak İ.Ö.nün emekli maaşı alıp almadığının ve maaş almakta ise hangi banka şubesinden aldığının bildirilmesini istemiştir. Bu müzekkereye verilen cevaptan İ.Ö.nün emekli aylığının 1/12/1995 tarihinden itibaren kesildiği öğrenilmiştir. İ.Ö.nün daha önce emekli aylığını aldığı banka şubesinin 10/4/2000 tarihli yazısından İ.Ö.ye en son 1/12/1994 tarihinde aylık ödendiği ve 1995 yılının Mart, Haziran, Eylül ve Aralık ayı maaşlarının Emekli Sandığı Genel Müdürlüğünün banka hesabına aktarıldığı anlaşılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı 21/4/2000 tarihinde, Komutanlığa müzekkere yazarak İ.Ö.nün çocuklarından, anne ya da babasından birinin DNA testi için ATK'ya sevk edilmek üzere hazır edilmesini istemiştir. Komutanlık, İ.Ö.nün Uçhisar beldesinde herhangi bir akrabasının bulunmadığını, oğlu A.Ö.nün Ürgüp ilçesi Aksalur beldesinde ikamet ettiğini Cumhuriyet Başsavcılığına bildirmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 31/5/2000 tarihinde Ürgüp Cumhuriyet Başsavcılığından A.Ö.nün DNA testi için ATK'ya gönderilmesini istemiştir. Bu istinabe talebinin yerine getirilip getirilmediği tespit edilememiştir. T.nin kardeşi T.nin eşi olup Adana Ruh Ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde(Hastane) tedavi gören Z.T.nin ifadesi Cumhuriyet Başsavcılığınca 11/3/2003 tarihinde istinabe suretiyle alınmıştır. Z.T. ifadesinde, kendisini kötü yola düşürüp büyük sıkıntılara düşmesine neden olduğu için T.den ayrılmak üzere olduğunu, T.nin konuşmalarından anladığına göre Kayseri'ye giderken T. ile T.nin İ.Ö.nün ellerini bağlayıp ambar olarak kullanılan bir mağaraya bıraktıklarını, burada aç ve susuz tuttukları için İ.Ö.nün öldüğünü, İ.Ö.nün cesedini görmediğini ve T.nin İ.Ö.nün paraları ile işlerini geliştirip ev satın aldığını söylemiştir. S.Ö. 25/6/2004 tarihli bir dilekçe ile Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat edip başvurucu ile diğer kardeşleri A.Ö. ve E.Ö.ye İ.Ö.nün akıbeti ile ilgili ihbar mektupları gönderildiğini ifade etmiştir. Bahse konu ihbar mektuplarında İ.Ö.nün Ankara'ya gitme bahanesiyle evinden T. tarafından alındığı, Nevşehirli bir galerici ile Kayseri'deki bir arkadaşının tehditle İ.Ö.den para veya senet alma konularında anlaştıkları, anılan kişilerin başka kişilerin de katılmasıyla Kayseri'nin Melikgazi ilçesi Ağırnas Mahallesi'ndeki bir tarlada İ.Ö.yü dövdükleri ve öldüğünü fark edince cesedini Uçhisar'daki bir dere yatağının yakınına gömdükleri iddia edilmiştir. İhbar mektubunun altında yer alan "Olaya Karışanlar" başlığı altında galerici S. yerine galerici İ.ye yer verildiği, İ.G.nin ön isminin de farklı bir isim olarak yazıldığı anlaşılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı S.Ö. tarafından verilen dilekçeyi, ekindeki iki ihbar mektubu ile birlikte aynı gün Komutanlığa havale etmiştir. Ayrıca Cumhuriyet Başsavcılığı, 24/9/2004 tarihinde bir müzekkere yazarak ihbar mektubunda söz edilen hususların Emniyet Müdürlüğü ile iş birliği içinde araştırılmasını istemiştir. Komutanlık görevlilerince düzenlenen 13/10/2004 tarihli tutanakta; Uçhisar beldesi yakınlarında çok sayıdaki dere yatağında o güne kadar herhangi bir cesede rastlanmadığı, İ.Ö.nün kaybolmasında sonra T.nin mal varlığında gözle görülür bir artış meydana geldiği, daha önce seyyar tezgâhta hediyelik eşya satıp kirada oturan T.nin daha sonra iki katlı müstakil bir ev ile bir araba satın aldığı, ayrıca belediyeden kiraladığı bir kampı işlettiği, oğlunu bir süre özel okulda okuttuğu, daha sonra işlerinin kötüye gittiği, İ.Ö.nün kadınlara zaafının olduğu, bir başkasının yanında İ.Ö.nünT.nin eşi için hayranlık içeren sözler sarf ettiği, bundan yararlanarak T.nin İ.Ö.nün dostluğunu kazanıp parası için İ.Ö.yü öldürdüğüne dair halk arasında yaygın bir inanış bulunduğu ancak bu iddiaları doğrulayıcı maddi bir delil bulunmadığı belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, 25/5/2005 tarihinde Komutanlığına bir müzekkere yazarak ihbar mektubunda zikredilen kişilerin gerçekte var olup olmadıklarının tespit edilmesini, olaya karıştıklarına dair ipucu bulunmakta ise bu kişilerin ifadelerinin alınmasını istemiştir. Komutanlık görevlilerince yapılan araştırma sonunda düzenlenen tutanakta Uçhisar beldesindeki kişilerce ihbar mektubunda ismi geçen T. dışındaki kişilerin bilinmediği,Nevşehir'de galericilik yaptığı iddia edilen İ.G. ve S.nin tespit edilemediği ve A.G. olduğu saptanan Mardinli A.nın Ürgüp'te ikamet ettiği bildirilmiştir. Komutanlıkça 8/6/2005 tarihinde T.nin babası Me.T.nin, İ.Ö. ile aynı mahallede oturan S.B.nin ve mahalle muhtarı B.Ş.nin ifadeleri alınmıştır.i. Me.T. ifadesinde, T.nin tahliye olan kardeşini almak için Kayseri'ye gittiğini, eskiden T.nin maddi durumunun iyi olduğunu, bir yıl kadar önce hastaneden çıkanC.T.nin eşi Z.T.nin sağlık durumunun iyi olduğunu beyan etmiştir.ii. S.B., İ.Ö.nün kaybolması hakkında bilgi sahibi olmadığını ifade etmiştir.iii. B.Ş., ev almak amacıyla T. ile Kayseri'ye giden İ.Ö.nün Kayseri'den dönmediğini söylemiştir. 16/9/2012 tarihinde Ürgüp Cumhuriyet Başsavcılığına İ.Ö.nün kaybolması ile ilgili bir ihbar mektubu gönderilmiştir. Söz konusu mektupta; İ.Ö.nün oğlu S.Ö.nün daha önce Y.yi vurduğu, bu nedenle Y.nin Avustralya'da yaşayan akrabaları A.Y. ile Mu.Y.nin İ.Ö.nün ölümünü ayarladığı, kararın Me.Y.nin evinde alındığı, Kayseri'ye getirilen İ.Ö.nün yükün arasında Me.Y.nin kamyonuyla Irak'a kaçırıldığı ve A.Y. ile Mu.Y.nin Me.Y.ye posta yoluyla para gönderdikleri iddia edilmiştir. Ürgüp Cumhuriyet Başsavcılığı ihbar mektubu nedeniyle başlattığı soruşturmada 27/9/2012 tarihinde yetkisizlik kararı verip soruşturma evrakını Nevşehir Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı da yetkisizlik kararı ile gelen soruşturma evrakını, İ.Ö.nün kaybolması nedeniyle 1995 yılından beri yürütülmekte olan soruşturmanın evrakıyla birleştirmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının 19/11/2012 tarihli yazısı üzerine Komutanlık; S.Ö., H.A., A.Y., Me.Y., Mi.Y., Mi.Y.nin kızı S.Y., Z. (Z.T.), , T. ve S.A. (Se.T.) adına kayıtlı telefon bulunup bulunmadığını araştırarak sonucunu bildirmiştir. Ayrıca Komutanlık, Mu.Y.nin 29/5/2006 tarihinde, Y.nin ise 16/3/1970 tarihinde öldüğünü belirtmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Nevşehir Sulh Ceza Mahkemesi 26/2/2013 tarihinde, iki telefon hattı yönünden T.nin, bir telefon hatı yönünden ise Me.Y.nin iletişiminin üç ay süreyle tespitine, dinlenmesine ve kayda alınasına karar vermiştir. Bu karar uyarınca T.ye ilişkin dinlemelerde olayı aydınlatabilecek herhangi bir hususa rastlanmamıştır. Me.Y.nin telefon yoluyla kurduğu iletişimin dinlenip dinlenmediği, bu hususta bir tutanağa rastlanmadığından anlaşılamamıştır. 16/9/2012 tarihli ihbar mektubu nedeniyle Komutanlık 9/4/2013 tarihinde Me.Y. Meh.Y. ve Y.nin iadelerini almıştır.i. Me.Y. ifadesinde, dayısının oğlu Y.nin 1970 yılında İ.Ö.nün oğlu tarafından öldürüldüğünü, bu nedenle eniştesinin babası ile aralarının bozulduğunu, dayısının oğlu Mu.Y.nin 2006 yılında vefat ettiğini, Mu.Y. ve A.Y.nin kız kardeşleri H.A.nın Kayseri'de ikamet ettiğini ve İ.Ö.nün kaybolması hakkında bilgisinin olmadığını beyan etmiştir.ii. Mi.Y. ve Meh.Y. de olay hakkında bilgi sahibi olmadıklarını söylemişlerdir. Cumhuriyet Başsavcılığının talimatı üzerine Komutanlık; T.nin, T.nin oğlu E.T.nin, T.nin babası Me.T.nin, T.nin annesi A.T.nin, T.nin kardeşleri T., Ş.T., Y.T., F.T. ve T.nin mal varlığını araştırıp 16/4/2013 tarihinde tutanağa bağlamıştır. Söz konusu tutanakta; T.nin 1987 yılında başladığı toptan hediyelik eşya işini 31/12/2000 tarihinde bıraktığı, 1997-2003 yılları arasında belediyeye ait bir yeri piknik alanı ve lokanta içeren bir kamp olarak işlettiği, tutanak tarihinde Uçhisar beldesinde bir otel işlettiği, resmî kayıtlara göre bahse konu otelin bir şirkete ait olduğu, bu şirketin ortaklarının E.T. ile Azerbaycan vatandaşı A.A. olduğu, E.T.nin 27/11/2007 tarihinde ortak olduğu bir şirketin 31/12/2010 tarihinde faaliyetine son verdiği, E.T.nin ayrıca İstanbul'da faaliyet gösteren bir şirketin ortağı olduğu, E.T. adına İstanbul'un Şişli ilçesinde bir taşınmaz bulunduğu ve E.T.nin Se.Ö. adına kayıtlı P... marka bir arazi taşıtını kullandığı belirtilmiştir. Başvurucu 6/6/2013 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçede; kendileriyle yıllardır konuşmadıkları Me.Y. ve ailesinin birden kendilerine yakın davranmaya başladıklarını, Me.Y.nin kardeşi F.Y. ile onun çocuklarının ve özellikle H.T.nin konu hakkında bilgi sahibi olduklarını düşündüğünü,kardeşi E.Ö.ye söylediğine göre H.T.nin baskı altında tutulduğunu, dövüldüğünü, iğne ile uyuşturulduğunu, ahıra bağlandığını ve tehdit edildiğini, ayrıca daha önce evlerine gelip giden iki kadının H.A. ve Mi.Y. olduğunu tahmin ettiğini ileri sürmüştür. Cumhuriyet Başsavcılığı, İ.Ö. adına kayıtlı telefon hattının 15/1/1995 ile 25/1/1995 tarihleri arasında hangi telefon hatlarından arandığına dair kayıtların gönderilmesi için 5/9/2013 tarihinde Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu, Nevşehir İl Telekom Müdürlüğü ve Ankara İl Telekom Müdürlüğüne müzekkereler yazmıştır. Söz konusu müzekkerelere verilen cevaptan, arama kayıtları tutulsa da aranma kayıtlarının tutulmadığı ve tutulan detay kayıtlarının bir yıl muhafaza edildiği öğrenilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 9/9/2013 tarihinde ifadesi alınan Me.Y.; İ.Ö.nün amcasının oğlu olduğunu, Y.nin ise dayısının oğlu olduğunu, 1986 yılında yurt dışı taşımacılığını bıraktığını, 1996 yılında da kamyonunu sattığını, Y.nin öldürülmesi nedeniyle İ.Ö.ye husumet beslemediğini ve T.yi tanımadığını beyan etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, Me.Y.nin eşiH.Y.yi 9/9/2013 tarihinde tanık sıfatıyla dinlemiştir. H.Y. ifadesinde, Y.nin öldürülmesi nedeniyle kan davası meydana gelmediğini, Y.nin ölümünden sonra onun ailesinden intikam almak istediğini, buna eşinin engel olduğunu, evlerinde İ.Ö. hakkında herhangi bir karar alınmadığını ve T.yi tanımadığını söylemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 10/9/2013 tarihinde yeniden dinlenen A.Ö.,olaydan sonra yaptığı araştırmalardan, T.nin babasıyla sık sık görüştüğünü, T.nin babasından birkaç kez borç aldığını, T.nin babasına kadın ayarladığını, babasının başka kişilere de faizle borç para verdiğini ve olay günü babasının tüm parasını toplayıp ev almak amacıyla T. ile birlikte gittiğini öğrendiğini, 2004 ve 2012 yıllarında ihbar mektubu gönderen kişilerin kim olduğunu bilmediğini, ilk ihbar mektubunun doğru olduğunu düşündüğünü, sonraki ihbar mektubunun ise olayı saptırmak amacıyla gönderildiğini değerlendirdiğini ve olaydan sonra buldukları eşarbın hâlen incelenmediğini söylemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 10/9/2013 tarihinde ifadesi alınan E.Ö., babasının kaybolduğu tarihte 71 yaşında olduğunu, 1991 yılında prostat ameliyatı geçirdiğini, bu nedenle babasının başka kadınlarla ilişkisi olduğuna dair iddiaların doğru olmadığını, babasının başkalarına faizle ödünç para da vermediğini, 2004 yılında gönderilen ihbar mektubunda bahsi geçen kişilerden sadece T.yi tanıdığını, babasının öldürülmesi olayında H.A., Me.Y. ve H.A.nın kardeşlerinin rolü olduğunu düşündüğünü, H.A. olduğunu tahmin ettiği bir kadının İ.Ö.nün dua okuması için 1992 yılında evlerine geldiğini, bu kadının yanında bir de çocuk olduğunu, babası dua okurken kadının çocuğuna bakarak eliyle boğma işareti yaptığını, evlerinden çıkarken yaptığı işaretin sebebini sorduğu kadının kendisini dövmekle itham ettiğini, babasına kadının kim olduğunu sorduğunu ancak babasının kadını tanımadığını söylediğini, babası kaybolduktan dört beş gün sonra babasına ait evin telefonunu arayan bir kadının "Ekmek göndereyim mi, un göndereyim mi, aç mısın?" gibi sorular sorduğunu, o esnada telefon eden kişinin bulunduğu yerden müzik sesi geldiğini ve bu olayın babasının öldürülmesi ile bir ilgisinin olabileceğini beyan etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Nevşehir Sulh Ceza Mahkemesi 10/9/2013 tarihinde, A.Ö.den alınan kan örneği ile adli emanete kayıtlı eşarp üzerindeki leke üzerinde ATK Ankara Grup Başkanlığınca moleküler genetik inceleme yapılmasına karar vermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, T.nin 24/1/1995 tarihinde T.yi ziyaret edip etmediği, T.nin hangi tarihte tahliye edildiği, T.nin kefaletle tahliye olup olmadığı ve kefalet söz konusu ise bunun miktarının ne olduğu hususlarında Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığına bir müzekkere yazmıştır. Bu müzekkereye verilen 23/9/2013 tarihli cevaptan, T.nin 30/1/1995 tarihinde tahliye olduğu ancak 1995 yılına ait tutuklu kayıt defteri ile ziyaret defterinin bulunamaması nedeniyle sorulan diğer hususların bilinmediği anlaşılmıştır. ATK Ankara Grup Başkanlığı 8/10/2013 tarihli raporunda, eşarp üzerindeki lekeden kadın cinsiyetli DNA profili elde edildiği ve bu profilin A.Ö.nün DNA profili ile uyumlu olmadığı belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, istinabe suretiyle H.A.nın ifadesini aldırmış ve 1992 yılında İ.Ö.nün evine gelen kadının H.A. olup olmadığı hususunda E.Ö.ye teşhis işlemi yaptırmıştır.i. H.A. ifadesinde; T.yi tanımadığını, ihbar mektuplarını kimin yazdığını bilmediğini, ağabeyi Y.nin 1970 yılında İ.Ö.nün oğlu S.Ö. tarafından öldürüldüğünü ve bu nedenle İ.Ö.yü kesinlikle ziyaret etmediğini söylemiştir.ii. E.Ö., 1992 yılında evlerine gelen kadının H.A. olduğunu teşhis edememiştir. Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği 27/12/2013 havale tarihli dilekçesinde S.Ö., soruşturmayla ilgili başka hususlar yanında A.Ö.nün torunu Ah.Ö.nün kendisini telefonla aradığını ve Ah.Ö.den duyduğuna göre A.Ö.nün Ah.Ö.ye İ.Ö.nün mezarının Yozgat'ın Sarıkaya ilçesine bağlı bir köyde bulunduğunu söylediğini iddia etmiştir. E.Ö. 13/1/2014 tarihli bir dilekçeyle İ.Ö.nün 1994 yılı Aralık-1995 yılı Mart ayları arasına ait ayrıntılı telefon çağrı bilgileri dökümünü Cumhuriyet Başsavcılığına vermiştir. Yalnızca İ.Ö.nün aramalarına ilişkin kayıtların yer aldığı anlaşılan söz konusu dökümlerde 20/1/1995 ile 29/1/1995 tarihleri arasına ait herhangi bir kayıt yer almamaktadır. Cumhuriyet Başsavcılığı 5/3/2014 tarihinde, T.nin ifadesini almıştır. T., İ.Ö. ile Ankara'ya gitme konusunda yüz yüze veya telefonla konuşmadığını, İ.Ö.nün ne zaman Kayseri'den döneceğini söylemediğini, "Kimseye haber vermeyin, birkaç güne gelir" şeklinde bir söz söylemediğini, İ.Ö.nün üzerinde, dilekçelerde belirtilen kadar para olduğunu bilmediğini, yerde kar olması ve arabanın bulunduğu yerden çıkarılamaması nedeniyle kardeşinin İ.Ö.nün evinin önünden geçtiğini yoksa kardeşinin İ.Ö.nün penceresini dinlerken yakalandığı iddiasının doğru olmadığını, T.nin beraat etmesi nedeniyle tahliye olduğunu, kefalet ödemediklerini, İ.Ö.ye veya İ.Ö.nün eşine Ankara'ya gideceğini söylemediğini, Kayseri'ye Avanos ilçesi Kalaba beldesi üzerinden gittiğini, İ.Ö.yle telefon görüşmesi yapıp yapmadığını hatırlamadığını, İ.Ö.nün ev alacağını bilse de nereden ev alacağını bilmediğini, yi tehdit etmediğini ve yanlış adamı ortadan kaldırdığına dair bir söz söylemediğini, Z.T.nin iddialarını kabul etmediğini, 1995 yılında hediyelik eşya dükkânı ile bir kafesinin olduğunu, ayrıca arabasının olduğunu, 2004 yılında gönderilen ihbar mektubundaki bahsi geçen kişileri tanımadığını ve İ.Ö.nün öldürülmesiyle bir ilgisinin olmadığını söylemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının talimatı üzerine Komutanlık görevlilerince yapılan araştırma sonunda düzenlenen 14/7/2014 tarihli tutanakta, 2004 yılında gönderilen ihbar mektubunda isimleri geçen kişiler hakkında veya bu kişiler ile T. arasında herhangi bir irtibat bulunup bulunmadığı konularında bilgi edinilemediği belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı ihbar mektuplarında yer alan iddialar hakkında somut bilgi ve belgeye rastlanmadığı, T.nin iletişimi dinlenip kayda alınsa da herhangi bir delil elde edilemediği, olay tarihine ilişkin telefon kayıtlarının teknik nedenlerle getirtilemediği, emanete alınan eşarptaki kan lekesinin ait olduğu kişiyle İ.Ö. arasında soy bağı ilişkisi kurulamadığı, T.nin T.yi ziyaret edip etmediği konusunda bilgi edinilemediği ve müştekilerin şüphelilerin şüpheli davranışlarına ilişkin soyut iddiaları ile kim tarafından gönderildiği belli olmayan imzasız ihbar mektupları haricinde kasten öldürme suçu nedeniyle kamu davası açmaya yeterli şüphe oluşturacak delil edilemediği gerekçesiyle 30/10/2014 tarihinde şüpheliler Me.Y., T., F.T., S.A. (S.T.), T. ve Mi.Y. hakkında ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Başvurucu; T.nin babası kaybolmadan önceki ve sonraki mal varlığına, T.nin yüklü bir kefalet ödenerek tahliye olduğuna, , Ö.A., Me.Y., Mi.Y. ve Z.T.nin beyanlarına, annesinin ifadelerine ve T.nin ifadeleri arasındaki çelişkilere dikkat çekipzamanaşımı süresinin dolmasına az bir süre kala kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesinin düşündürücü olduğunu ileri sürerek ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazı, Nevşehir Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 26/12/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karara E.Ö ve S.Ö. tarafından yapılan itirazlar da Hâkimliğin 3/12/2014 ve 26/12/2014 tarihli kararlarıyla reddedilmiştir. Başvurucunun itirazının reddine dair Hâkimlik kararı 30/1/2015 tarihinde başvurucunun vekiline tebliğ edilmiş ve2/3/2015 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturmaya konu fiilin kasten öldürme suçunu oluşturduğu kanaatine varıp suç tarihinde yürürlükte olan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda kasten öldürme suçu için öngörülen dava zamanaşımı süresinin yirmi yıl olduğu ve bu sürenin dolduğu gerekçesiyle 3/12/2015 tarihinde, kimlik bilgileri tespit edilemeyen şüpheli/şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Bahsedilen karar başvurucu vekiline 25/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının talimatı üzerine, Komutanlık ve Emniyet Müdürlüğü, soruşturmanın başından sonuna kadar geçen süre zarfında belli aralıklarla tuttukları İ.Ö.nün aramalara rağmen bulunamadığına ve/veya faillerin tespit edilemeyip araştırmaların devam ettiğine dair tutanakları Cumhuriyet Başsavcılığına göndermişlerdir. A. Ulusal Hukuk Olay tarihinde yürürlükte bulunan 1/6/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun kasten öldürme suçunu düzenleyen maddesi şöyledir:"Her kim bir kimseyi kasden öldürürse on sekiz seneden yirmi bir seneye kadar ağır hapis cezasına mahkum olur." 765 sayılı mülga Kanun'unkasten öldürme suçunun nitelikli hâllerini düzenleyen maddesi şöyledir:"Öldürmek fiili:1 - Karı, koca, kardeş, babalık, analık ve evladlık, kayınbaba ve kaynana ve damad ve gelinler haklarında eşlenirse,2- Vazifesini yaptığı sırada veya vazifesini yapmasından dolayı Devlet memurlarından biri aleyhine icra olunursa,3 - Zehirlemek suretile yapılırsa,Fail yirmi iki seneden yirmi dört seneye kadar ağır hapis cezasına mahkum olur." 765 sayılı mülga Kanun'un kasten öldürme suçunun nitelikli hâllerini düzenleyen maddesi şöyledir:"Öldürmek fiili,1 - Usul veya füruudan biri aleyhine işlenirse,2 - Büyük Millet Meclisi azasından biri aleyhine ika edilirse,3 - Canavarca bir his sevkiyle veya işkence ve tazip ile ika edilirse,4 - Taammüden icra olunursa,5 - Birden ziyade kimseler aleyhine işlenirse,6 - Yangın, su baskını ve gark gibi yedinci babın birinci faslından beyan olunan vasıtalarla yapılırsa,7 - Velevki husule gelmiş olmasın diğer bir cürmü hazırlamak veya kolaylaştırmak veya işlemek için ika olunursa,8 - Başka bir cürmün işlenmesi akabinde o cürümden hasıl olacak faideyi elde etmek veya bu gayeye vusul maksadiyle yapılan ihzaratı sağlamak için işlenmiş olursa,9 - Bir cürmü gizlemek veya delil ve emarelerini ortadan kaldırmak veya kendisinin veyahut başkasının cezadan kurtulmasını temin etmek maksadiyle vukua getirilirse, fail ölüm cezasına mahküm edilir. " 765 sayılı mülga Kanun'un taksirle öldürme suçunu düzenleyen maddesi şöyledir:"Tedbirsizlik veya dikkatsizlik veya meslek ve sanatta acemilik veya nizamat ve evamir ve talimata riayetsizlik ile bir kimsenin ölümüne sebebiyet veren şahıs bir seneden dört seneye kadar hapse ve otuz liradan iki yüz elli liraya kadar ağır cezayı nakdiye mahküm olur.Eğer fiil bir kaç kişinin ölümünü mucib olmuş veya bir kişinin ölümiyle beraber bir veya bir kaç kişinindemecruhyetine sebebiyet vermiş ve bu yaralanma 456 ncı maddenin ikinci fıkrasında beyan olunan derecede bulunmuş ise iki seneden sekiz seneye kadar hapis ve iki yüz liradan aşağı olmamak üzere ağır cezayı nakdiye mahküm olur." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten öldürme" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Nitelikli haller" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kasten öldürme suçunun;a) Tasarlayarak,b) Canavarca hisle veya eziyet çektirerek,c) Yangın, su baskını, tahrip, batırma veya bombalama ya da nükleer, biyolojik veya kimyasal silah kullanmak suretiyle,d) Üstsoy veya altsoydan birine ya da eş veya kardeşe karşı,e) Çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,f) Gebe olduğu bilinen kadına karşı,g) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,h) Bir suçu gizlemek, delillerini ortadan kaldırmak veya işlenmesini kolaylaştırmak ya da yakalanmamak amacıyla,i) (Ek:29/6/2005 - 5377/9 md.)Bir suçu işleyememekten dolayı duyduğu infialle,j) Kan gütme saikiyle,k) Töre saikiyle,İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Taksirle öldürme" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygı yükümlülüğü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar." Sözleşme'nin "Yaşam hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), yakınlarının kaybolduğunu ileri süren pek çok kişinin Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine ilişkin başvurularını incelemiştir. Bu başvuruların tamamına yakınında kaybolmanın gözaltı sırasında gerçekleştiği ve/veya devletin koruma yükümlülüğünü yerine getirmediği iddia edilmiştir. Gözaltı sırasında kaybolmaya ilişkin iddiaları incelerken AİHM, öncelikle delillerin değerlendirmesini ve olayların tespitini yapmakta ve bunu yaparken her türlü makul şüphenin ötesindeki kanıt kriterini uygulamaktadır. AİHM'e göre bu tür bir delil yeteri kadar ciddi, açık ve birbiriyle uyumlu bir dizi emareden ya da çürütülemeyecek karinelerden oluşabilir; ayrıca delillerin toplanması sırasında tarafların tutumu da dikkate alınabilir (Cülaz ve diğerleri/Türkiye, B. No: 7524/06, 39046/10, 15/4/2014, §§ 167-171; Tekçi ve diğerleri/Türkiye, B. No: 13660/05, 10/12/2013, §§ 89-93). Başvurucuların yakınlarının gözaltına alındığına dair makul şüphenin ötesinde kanıt unsuru bulunmuyorsa AİHM, Sözleşme'nin maddesinin maddi boyutunun ihlal edilmediğine karar vermektedir (Şeker/Türkiye, B. No: 52390/99, 21/2/2006, §§ 63-66; Aydın Eren ve diğerleri/Türkiye, B. No: 57778/00, 21/2/2006, §§ 35-46). AİHM, başvurucuların yakınlarının gözaltına alındığına dair makul şüphenin ötesinde delil bulunması hâlinde ise devletlerden -görevlilerinin ölümcül güce başvurmalarını haklı gösterecek nitelikte gerekçeler dâhil- yeterli ve ikna edici açıklamalar sunmasını beklemekte ve bu tür bir açıklama yapılmaması hâlinde davalı devlet aleyhine olumsuz sonuçlar çıkarma hakkına sahip olduğunu vurgulamaktadır (Cülaz ve diğerleri/Türkiye, §§ 170, 173; Tekçi ve diğerleri/Türkiye, §§ 92, 95). AİHM, başvurucuların yakınlarının gözaltına alındığına dair makul şüphenin ötesinde delil bulunsa bile, kayıp kişinin ölmüş olduğu kanaatine ancak davanın kendi koşulları içinde yapılacak bir değerlendirmeden sonra varılabileceğini ve bu bağlamda kişinin son kez görüldüğü tarihin önemli bir unsur olduğunu hatırlatmaktadır (Varnava ve diğerleri/Türkiye [BD], B. No: 16064/.. § 143;Vagapova ve Zoubirayev/Rusya, B. No: 21080/05, 26/2/2009, §§ 85-86). Diğer taraftan AİHM'e göre kayıp kişiden en son haber alındığı tarihten itibaren geçen süre, kayıp kişinin ölü kabul edilmesine karar verilebilmesi için tek başına yeterli değildir. Ölümün kabul edilebilmesi için kaybolma olayının hangi şartlarda gerçekleştiğinin ve mağdurun silahlı çatışmanın hangi tarafında yer aldığının da dikkate alınması gerekir (Timurtaş/Türkiye, B. No: 23531/94, 13/6/2000, §§ 82, 83; Osmanoğlu/Türkiye, B. No: 48804/99, 24/1/2008, §§ 55-58). AİHM; Vagapova ve Zoubirayev/Rusya başvurusunda, hayatını tehlikeye atan koşullarda dört yılı aşkın bir süreden beri kayıp olan genç bir kişinin öldüğünü varsaymıştır. AİHM, Tanış ve diğerleri/Türkiye (B. No: 65899/01, 2/8/2005, § 210) başvurusunda da hayatlarını tehlikeye atan koşullarda jandarma karakolunda gözaltına alınmalarının ardından dört yıldan fazla bir süreden beri kayıp olan iki kişinin ölmüş olabileceği yönündeki varsayımı kabul etmiştir. AİHM, başvurucuların, yakınlarının korunmadığına yönelik şikâyetlerini incelerken öncelikle Sözleşme'nin maddesinin fıkrasının devlete kendi yargı yetkisi altında bulunan kişilerin yaşamını korumaya yönelik gerekli tedbirleri alma yükümlülüğüyüklediğine işaret etmektedir. AİHM, kolluğun görevini yerine getirirken karşılaştığı zorluklar, insan davranışlarının öngörülmezliği ve öncelikler ile kaynaklar açısından yapılması gereken fiili seçenekler gözönüne alındığında yaşamı korumaya yönelik bu pozitif yükümlülüğün kapsamının ilgili makamlara katlanılamaz ve aşırı bir yük getirmeyecek şekilde yorumlanması gerektiğini vurgulamaktadır. AİHM, alınan tehditler nedeniyle duyulan kaçırılma endişesi yetkili makamlar önünde dile getirilmemişse -böyle bir durumun varlığı hâlinde- başvurucuların yakınlarının yaşamı için doğrudan ve gerçek bir tehlike bulunmadığına da ilave olarak değinip yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddiayı açıkça dayanaktan yoksun bulmaktadır (Kadriye Ceylan/Türkiye (k.k.), B. No: 22261/10, 6/1/2015, §§ 153-157; Nebahat Tüzer ve Muhammed Sait Tüzer/Türkiye (k.k.), B. No: 22519/06, 17/12/2013, §§ 55-59). AİHM, başvurucuların yakınlarının gözaltına alındığına dair makul şüphenin ötesinde kanıt bulunan başvurular yanında bu nitelikte delillerin bulunmadığı başvurularda da başvurucuların yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutunun ihlal edildiğine yönelik şikâyetlerini incelemiştir. Hatta başvurucuların yakınlarının gözaltına alındığına dair bir iddialarının bulunmadığı ve başvurucuların yakınlarının yaşamı için doğrudan ve gerçek bir tehlikenin mevcut olmadığı bir başvuruda, yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin şikâyeti incelemiştir (başvurucuların yakınlarının gözaltına alındığına dair makul şüphenin ötesinde kanıt bulunmayan durumlarda yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine yönelik iddiaların incelendiği başvurular için bkz. Bozkır ve diğerleri/Türkiye, B. No: 24589/04, 26/2/2013; Toğcu/Türkiye, B. No: 27601/95, 31/5/2005, § 109; gözaltı iddiasının bulunmadığı ve başvurucuların yakınlarının yaşamı için doğrudan ve gerçek bir tehlike bulunmayan bir durumda yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın incelendiği başvuru için bkz. Nebahat Tüzer ve Muhammed Sait Tüzer/Türkiye başvurusu). 110 AİHM, sözü edilen incelemeleri yaparken, ilk önce Sözleşme'nin maddesini, Sözleşme'nin maddesiyle birlikte yorumlayarak devletin yaşama hakkı kapsamındaki bir olayı etkili soruşturma yükümlülüğünün bulunduğunu hatırlatmakta ve bu yükümlülüğün öldürme eyleminin bir devlet görevlisi tarafından gerçekleştirildiğinin açık olduğu davalarla sınırlı olmadığına dikkat çekmektedir (Bozkır ve diğerleri/Türkiye, § 56; Şeker/Türkiye, § 67; Toğcu/Türkiye, § 109). AİHM, soruşturmanın sorumlu kişilerin tespiti ve cezalandırılmasını sağlama bakımından da etkili olması gerektiğini ancak bu yükümlülüğün bir sonuç yükümlülüğü olmadığını, yetkili makamların olaya ilişkin tüm kanıtları toplamak için mümkün olan makul önlemlerin tamamını almaları gerektiğini ve soruşturmadaki ölüm nedenini ya da sorumlu kişinin tespitini engelleyen herhangi bir kusurun bu standarda uymama tehlikesi yaratacağını belirtmektedir (Bozkır ve diğerleri/Türkiye, § 57; Toğcu/Türkiye, § 110). Ayrıca soruşturmanın makul bir süratle yürütülmesi gerektiğine işaret eden (Şeker ve diğeleri/Türkiye, § 68; Toğcu/Türkiye, § 111); yaşamı tehdit eden koşullarda ortadan kaybolan kişiden haber alınmadan geçen süre uzadıkça söz konusu kişinin ölmüş olma ihtimalinin yükseldiğini kabul etmektedir (Tahsin Acar/Türkiye [BD], B No: 26307/95, 8/4/2004, § 226). Son olarak AİHM, anılan ilkelerin hayati tehlike arz eden koşullar altında kaybolan kişilere yönelik başvurular için de geçerli olduğunu belirterek başvuruya konu edilen ve etkisiz olduğu ileri sürülen soruşturmayı incelemektedir (Bozkır ve diğerleri/Türkiye, § 58; Şeker/Türkiye, § 69; Toğcu/Türkiye, § 112).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3752
Başvuru, bir kişinin kaybolması hakkında başlatılan ceza soruşturmasının etkisiz yürütülmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, indirimli özel tüketim vergisi uygulandığı dönemde yapılan araç satışlarının muvazaalı olduğu gerekçesine dayanılarak resen üç kat vergi ziyaı cezalı özel tüketim vergisi tarh edilmesi nedeniyle ayrımcılık yasağı bağlamında mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun A sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2015/5293 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucu, otomobil ve oto yedek parça ticaretiyle iştigal eden bir şirkettir. Motor silindir hacmi 1600 cm3ü geçmeyen binek otomobilleri için uygulanan %37 olan özel tüketim vergisi (ÖTV) oranı, 16/3/2009 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 2009/14802 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla 17/3/2009 ile 16/6/2009 tarihleri arasında geçerli olmak üzere %18'e düşürülmüştür. 16/6/2009 tarihli Mükerrer Resmî Gazete'de yayımlanan 2009/15081 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla da indirimli vergi oranı uygulamasının 16/6/2009 ile 30/9/2009 tarihleri arasında %27 vergi oranı üzerinden devamına karar verilmiştir. Başvurucu Şirket 16/6/2009 ile 30/9/2009 tarihleri arasında sattığı araçların ilk iktisabı için %27 oranı üzerinden ÖTV beyannameleri düzenleyerek ödemeleri yapmıştır.B. Vergi İncelemesi Süreci 2009 yılında yapılan ÖTV indirimi teşvikinin amacına uygun olarak kullanılıp kullanılmadığına ve bu işlemlerde ÖTV açısından herhangi bir vergi kayıp ve kaçağının bulunup bulunmadığına yönelik olarak Vergi Denetim Kurulu Başkanlığınca sektörel bazda bir vergi incelemesi yürütülmüştür. Bu çalışmalar kapsamında üç yüz üç mükellef incelemeye sevk edilmiştir. Başvurucu Şirket ile ilgili olarak yapılan inceleme neticesinde düzenlenen 12/7/2013 tarihli raporda;i. Şirketin indirimli ÖTV'nin uygulandığı 16/6/2009 ile 30/9/2009 tarihleri arasında kurum çalışanları ve kendi adına düzenlediği faturaların muhteviyatı itibarıyla gerçek araç satışına dayanmadığı saptanmıştır. Rapora göre faturalarda yer alan alıcı ve araç satış tutarı bilgileri gerçek dışı olup başvurucu Şirket ÖTV indiriminden yararlanmak için bu faturaları düzenlemiştir. ii. ÖTV indiriminin sona erdiği 30/9/2009 tarihinden sonra söz konusu araçların noter vasıtasıyla üçüncü kişilere devredildiği tespit edilmiştir. Başvurucu Şirketin gerçek olduğu belirlenen bu satışlar üzerinden ÖTV beyannamesi düzenlemediği belirtilmiştir. iii. Üçüncü kişilere yapılan satış tutarlarından, daha önce kurum çalışanları adına düzenlenen faturalardaki tutarlar arasındaki fark beyan edilmeyen matrah olarak tespit edilmiştir. Bu şekilde belirlenen fark matraha %37 oranı uygulanmak suretiyle beyan edilmemiş ÖTV tutarı saptanmış ve araç satışlarında sahte belge düzenlendiği kabulüyle bu tutara üç kat vergi ziyaı cezası uygulanması önerilmiştir. Vergi İdaresi tarafından vergi inceleme raporundaki öneri doğrultusunda başvurucu Şirket adına indirimli özel tüketim oranından faydalanmak amacıyla gerçeğe aykırı satışlar yapılarak ÖTV kaybına neden olunduğu gerekçesiyle 2009 yılı Ekim, Kasım ve Aralık ayı dönemleri için resen üç kat vergi ziyaı cezalı ÖTV tarhiyatı yapılmıştır. Bunun yanında tekerrür hükümleri de uygulanarak ceza artırılmıştır. Ceza SoruşturmasıSüreci Vergi Denetim Kurulu 18/12/2013 tarihinde başvurucu Şirketin Yönetim Kurulu üyeleri hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde suç duyurusunda bulunmuştur. Soruşturma sırasında düzenlettirilen bilirkişi raporunda şu hususlara yer verilmiştir:i. Mükellef Şirketin kendi çalışanlarına 2009 yılında satmış olduğu motorlu araçların ÖTV indirimli olarak satıldığı ve bu satıştan kaynaklanan katma değer vergisi (KDV) ve ÖTV'nin tahakkuk ettirilerek ödendiği belirtilmiştir.ii. Bilirkişiye göre bu sebeple vergiyi doğuran olay gerçekleşmediğinden dolayı herhangi bir vergi ziyaı söz konusu değildir. Bilirkişi ayrıca, Şirketin çalışanları ile yapılan alım satım işlemi nedeniyle düzenlenen belgelerin sahte olarak kabul edilemeyeceğini ifade etmiştir.iii. Bilirkişi sonuç olarak Şirket yönünden yapılan ilgili dönemdeki motorlu araç satışlarında uygulanan ÖTV indirimlerinin Bakanlar Kurulu kararına uygun olduğu görüşünü bildirmiştir. Soruşturma sonunda Başsavcılık, söz konusu bilirkişi raporuna dayalı olarak26/2/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Vergi Yargılaması Süreci Başvurucu Şirket, vergi ziyaı cezalı ÖTV tarhiyatı işlemlerinin iptali istemiyleSamsun Vergi Mahkemesi ile Ankara ve Vergi Mahkemelerinde (Mahkemeler) farklı tarihlerde dava açmıştır. Dava dilekçelerinde; başvurucu Şirketin söz konusu araçları aktifine almasının personeline veya üçüncü kişilere satışının muvazaalı olmadığı, dolayısıyla bu satışlar nedeniyle düzenlenen faturaların da sahte ve muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge olmadığı, vergiyi doğuran olay gerçekleştiğinde ÖTV oranının %27 olduğu, ikinci el araç tesliminin vergiyi doğuran olay olarak kabulünün hukuken doğru olmadığı, yasal koşullar oluşmadığı hâlde resen tarh yoluna gidildiği, inceleme raporunda ifadelerin teşmili yasağının ihlal edildiği, üç kat vergi ziyaı cezalı ÖTV tarhiyatlarının hukuka aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Mahkemeler 29/5/2014, 30/5/2014, 18/6/2014, 26/6/2014 ve 24/6/2014tarihlerinde davaların kısmen ya da tamamen reddine karar vermiştir. Mahkemeler kararlarının gerekçelerinde, motorlu araç satışı faaliyetinde bulunan davacı Şirket tarafından indirimli oranda ÖTV'den faydalanmak için araçların Şirket adına veya Şirket çalışanları adına satışının yapıldığı ancak söz konusu satışlar için herhangi bir bedel ödenmediği gibi araçların kullanılmaya başlanmadığı ve alıcılar tarafından adlarına kayıt ve tescil ettirilmediği tespitlerine yer verilmiştir. Mahkemelere göre bu sebeple kanunda aranılan anlamda ilk iktisabın gerçekleşmediği ancak daha sonraki tarihlerde yapılan satışlar sonucu araçların trafik sicilinde tescil edilerek ilk iktisabın araçların gerçek alıcılarına satışının yapıldığı tarihlerde gerçekleştiği gözönüne alınmalıdır. Mahkemeler, vergiyi doğuran olayın salt indirimli oranda ÖTV'den faydalanmak amacıyla araçların satışlarının yapıldığı tarihte değil araçlara ilişkin bedelin ödenerek trafik sicilinde alıcılar adına kayıt ve tescil ettirildiği tarihte meydana geldiğini kabul etmiştir. Mahkemeler, bu gerekçelerle başvurucu Şirket adına resen tarh edilen vergi ziyaı cezalı ÖTV tarhiyatlarında hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varmıştır. Buna mukabil Samsun Vergi Mahkemesi ile Ankara Vergi Mahkemesi, başvurucu Şirket adına kesilen vergi ziyaı cezalarının vergi aslının üç katı tutarında olması hususunda bir sorun görmemişken Ankara Vergi Mahkemesi, Şirket adına kesilen vergi ziyaı cezalarının vergi asıllarının bir katı olanlarında hukuka aykırılık bulunmamakla birlikte bu tutarları aşan kısımlar için hukuka uyarlılık bulmamıştır. Ankara Vergi Mahkemesine göre; vergiyi doğuran olay olan araçların ilk iktisabının araçların adlarına trafik sicilinde tescil yapılan nihai tüketicilere teslim edildiği tarihte gerçekleştiği, bu yüzden vergi ziyaının da araçların ilk iktisabında vergi hesaplanıp beyan edilmemesinden doğduğu belirtilmiştir. Yine Mahkemeye göre araçların Şirket çalışanlarına tesliminde vergiyi doğuran olay ve vergi ziyaı gerçekleşmediğinden davacı Şirket adına üç kat vergi ziyaı cezası uygulanmasına yasal olanak bulunmamaktadır. Bu itibarla Samsun Vergi Mahkemesi ile Ankara Vergi Mahkemesi; anılan davaların tamamen reddine karar vermiş iken Ankara İdare Mahkemesi ise davaların kısmen kabulüne kısmen reddine ve dava konusu ÖTV'ler ile bir katı tutarındaki vergi ziyaı cezalarının tasdikine, vergi ziyaı cezalarının vergi aslının bir katını aşan kısımlarının kaldırılmasına karar vermiştir. Başvurucunun Samsun Vergi Mahkemesi ile Ankara Vergi Mahkemesinin kararlarına yönelik itirazları Samsun Bölge İdare Mahkemesi ile Ankara Bölge İdare Mahkemelerinin sırasıyla 28/10/2014, 30/10/2014, 23/12/2014 ve 26/2/2015 tarihli kararlarıyla reddedilerek hükümler onanmıştır. Başvurucunun Ankara Vergi Mahkemesinin kararlarına yönelik itirazları ise Ankara Bölge İdare Mahkemesinin 3/2/2015 tarihli kararıyla reddedilmiş, davalı idare istemlerinin kabulüne karar verilmiş, Ankara Vergi Mahkemesinin itiraza konu kararlarının iptale ilişkin hüküm fıkralarının bozulmasına ve üç kat vergi ziyaı cezası yönünden davaların reddine karar verilmiştir. Bölge İdare Mahkemesi; ilgili kararlarında başvurucu adına kesilen üç kat vergi ziyaı cezasında hukuka aykırılık görülmediğini, itiraza konu kararların üç kat vergi ziyaı cezasının vergi tutarının bir katını aşan kısmının kaldırılmasına ilişkin hüküm fıkrasında hukuki isabet bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucu Şirketin karar düzeltme talepleri de söz konusu Bölge İdare Mahkemelerince yine sırasıyla 3/2/2015, 2/3/2015, 5/5/2015, 5/6/2015, 2/10/2015, 21/10/2015 ve 27/10/2015 tarihlerinde reddedilmiştir. Nihai kararlar, başvurucu vekiline sırasıyla 24/2/2015, 25/2/2015, 27/2/2015, 16/3/2015, 26/3/2015, 1/4/2015, 20/5/2015, 6/7/2015, 27/10/2015, 18/11/2015 ve 19/11/2015 tarihlerinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu; sırasıyla 24/3/2015, 22/4/2015, 2/6/2015, 31/7/2015, 11/11/2015 ve 7/12/2015 tarihlerinde bireysel başvurularda bulunmuştur.E. Yeniden Vergi İncelemesine İlişkin İdari Süreç Başvurucu 16/1/2014 tarihinde Vergi İdaresine müracaat ederek sektörde kaç adet vergi incelemesi yapıldığı, bu vergi incelemelerinin sektörün tümünü kapsayıp kapsamadığı ve bu vergi incelemeleri sonucunda ne gibi işlemler yapıldığı hususlarında bilgi verilmesini talep etmiştir. Başvurucunun bu talebi 31/12/2014 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu ayrıca 3/12/2014 tarihinde Vergi Denetim Kurulu Başkanlığına müracaat ederek yeniden inceleme yapılmasını, vergi ziyaı cezasının düzeltilerek maddi ve manevi mağduriyetinin giderilmesini talep etmiştir. Ankara Büyük Ölçekli Mükellefler Grup Başkanlığının 31/12/2014 tarihli yazısı ile yeniden vergi incelemesine başlandığı başvurucuya bildirilmiştir. Bu yazıda ayrıca ilgili dönem vergi beyanlarının takdire sevkine ilişkin olarak vergi dairelerine yazı gönderildiği belirtilmiştir. İndirimli ÖTV uygulandığı döneme ilişkin farklı uygulamalara yol açıldığı şikâyetleri üzerine Vergi Denetim Kurulu Başkanlığınca 9/1/2015 tarihinde konu hakkında bir inceleme yapılmıştır. Bu inceleme sonucu düzenlenen 17/3/2015 tarihli Görüş ve Öneri Raporu'nda (araştırma ve inceleme raporu) öncelikle şu hususa yer verilmiştir:"Vergi müfettişleri tarafından incelemesi tamamlanan 292 mükellef hakkında düzenlenen vergi inceleme raporları üzerinde yapılan inceleme sonucunda tespit edilebilen ... aynı konu ve riskli görülen işlemler benzer olmasına rağmen farklı uygulamalar ve mükellefler açısından farklı sonuçlar doğuran değerlendirmelerin yapıldığı anlaşılmıştır." Ayrıca bu raporda şu tespitlere yer verilmiştir:i. Vergi incelemesi tamamlanan iki yüz doksan iki mükelleften on ikisi hakkında düzenlenen vergi inceleme raporlarında üç kat vergi ziyaı cezalı tarhiyat yapılması, geriye kalan iki yüz seksen mükelleften tenkit konusu yapılanlar hakkında ise tek kat vergi ziyaı cezalı tarhiyat yapılması istenmiştir. Rapora göre;"ÖTV indiriminin uygulandığı dönemlerde şirketin kendi çalışanlarına ya da şirketle ilişkili kişilere yapılan satış işlemlerini muvazaa ve sahte belge olarak değerlendirmek suretiyle üç kat vergi ziyaı cezalı tarhiyat istenilen ve hakkında vergi suçu raporu düzenlenen mükellefler olduğu gibi tek kat vergi ziyaı cezalı tarhiyat istenilen ve hakkında vergi suçu raporu düzenlenmeyen mükellefler ile tenkit konusu yapılmayan mükellefler de bulunmaktadır."ii. Raporda farklı sonuçlara varılmasının gerekçesi olarak incelemeyi yapan vergi müfettişlerinin farklı olması ve ayrıca rapor değerlendirme komisyonlarının çalışma biçimi ve farklı değerlendirmeler yapabilmesi gösterilmiştir. Rapora göre;"... Esas olan, yapılan inceleme sonucunda ortaya çıkan vergisel sonuçtan ziyade, aynı konuda farklı mükellefler üzerinde yapılan inceleme sonucunun aynı olmasının sağlanmasıdır. Diğer bir ifadeyle, inceleme konusu itibarıyla aynı durumda olan mükelleflere vergisel anlamda farklı işlem yapılmamasına ve aynı (eşit) işleme tabi tutulmasına yönelik uygulamaların geliştirilmesi esas olmalıdır. İnceleme konusu aynı olsa bile farklı özellikler gösteren mükelleflerin bu durumlarının dikkate alınacağı tabiidir..."iii. Raporda, başvurucu Şirketin mağduriyetinin giderilmesi talebi yönünden ise devam eden yargı sürecine dikkat çekilerek yeniden vergi incelemesi yapılmasının vergi mevzuatı bakımından mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Söz konusu raporda, belirtilen olumsuzluklara yol açılmaması için çeşitli önerilerde de bulunulmuştur. Bu önerilerden bazıları şunlardır:i. Ülke genelinde sektörel bazda ve geniş kapsamlı incelemelere başlanmadan önce örnek olarak seçilecek birkaç mükellef nezdinde inceleme yapılarak çıkacak sonuçlar değerlendirildikten sonra yapılacak incelemelere yön verilmesi gerektiği ifade edilmiştir.ii. Aynı konudaki incelemenin aynı gruptaki vergi müfettişlerince yapılması ve aynı rapor değerlendirme komisyonunca değerlendirilmesi önerilmiştir.iii. Aynı konuda farklı değerlendirmelerin yapılması durumunda uygulamanın nasıl yapılacağının vergi müfettişlerine duyurulmasının yararlı olacağı belirtilmiştir.iv. Ayrıca vergi müfettişlerinin hizmet içi eğitimlerine ağırlık verilmesi gerektiği vurgulanmıştır.v. Uygulama birliğinin sağlanması için Merkezî Rapor Değerlendirme Komisyonu kararlarının vergi müfettişlerinin bilgisine sunulması önerilmiştir. Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı 1/4/2015 tarihinde yeniden başlatılan vergi incelemesini iptal etmiştir. Bu yazıda, yeniden vergi incelemesi yapılmasının vergi mevzuatı açısından uygun görülmediği belirtilmiştir. Başvurucu 15/4/2015 tarihinde yeniden başlatılan incelemeye devam edilmesi talebinde bulunmuştur. Ancak Vergi Denetim Kurulu Başkanlığının 27/5/2015 tarihli yazısı ile araştırma ve inceleme raporuna dayalı olarak talebinin reddedildiği başvurucuya bildirilmiştir.F. Emsal Olarak İleri Sürülen Vergi İncelemeleri ve Davalar Yine başvurucu ile aynı grupta yer alan başka bir şirkete yönelik olarak 2009 yılı Ekim, Kasım ve Aralık aylarını konu alan 17/4/2013 tarihli vergi inceleme raporu düzenlenmiştir. Bu raporda, mükellef şirketin kendi adına yaptığı araç satışlarının kullanma amaçlı olmadığı için ÖTV'ye tabi olmadığı ancak daha sonra üçüncü kişilere yapılan satışlar yönünden ÖTV uygulanması gerektiği tespit edilmiştir. Raporda sonuç olarak mükellef kurum adına resen ÖTV tarh edilmesi ve tarh edilecek bu tutarlar üzerinden bir kat vergi ziyaı cezası kesilmesi önerilmiştir. Başvurucunun sunduğu İstanbul Vergi Mahkemesinin 31/10/2013 tarihli kararında; motorlu araç ticareti yapan davacı tarafından yapılan işlemlerin muvazaa olarak nitelendirilemeyeceği, davacının vergiden kaçındığı belirtilerek dava konusu cezalı tarhiyatların iptaline karar verilmiştir. Bu davada verilen kararın temyiz edildiği ancak Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan sorgulama sonucuna göre temyiz incelemesinin devam etmekte olduğu anlaşılmaktadır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Reis Otomotiv Ticaret ve Sanayi A.Ş. [GK], B. No: 2015/6728, 1/2/2018, §§ 33-55).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/5293
Başvuru, indirimli özel tüketim vergisi uygulandığı dönemde yapılan araç satışlarının muvazaalı olduğu gerekçesine dayanılarak resen üç kat vergi ziyaı cezalı özel tüketim vergisi tarh edilmesi nedeniyle ayrımcılık yasağı bağlamında mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, nakdi tazminat isteminin reddi işleminin iptali istemiyle açılan davada karşıt argümanlara önem verilmemesi ve iddialara yönelik gerekli araştırma yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyleolaylar özetle şöyledir: Başvurucunun eşi R.Y. 1987 yılından itibaren Hakkâri'nin Şemdinli İlçe Jandarma Komutanlığı (Komutanlık) emrinde geçici köy korucusu olarak görev yapmaktayken 1/6/2005 ile 3/6/2005 tarihleri arasında Şemdinli ilçesi Koryürek mezrası Büyüktepe Üs Bölgesi mevzilerinde nöbetçi olarak görevlendirilmiştir. R.Y. 2/6/2005 tarihinde Hacıbey Çayı'na düşmesi sonucu boğularak hayatını kaybetmiştir. Şemdinli Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturma neticesinde 24/10/2005 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararda; R.Y.nin Hacıbey Çayı üzerinde bulunan sulama setindeki arızayı onarmak için çaya normal yaklaşma mesafesinden fazla yaklaştığı, akıntının fazla olmasından dolayı dengesini kaybederek suya düştüğü ve düştüğü yerden 100 metre kadar sürüklendikten sonra boğularak hayatını kaybettiğinin tespit edildiği belirtilmiştir. Başvurucu, eşinin görevi başındayken kendisi ve arkadaşlarına su temin etmek isterken ırmağa düşerek hayatını kaybettiğinden ve ölüm olayının görevinin sebep ve tesiriyle meydana geldiğinden bahisle 3/11/1980 tarihli ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun uyarınca nakdi tazminat ödenmesi istemiyle İçişleri Bakanlığına başvuruda bulunmuştur. Söz konusu başvurunun değerlendirilmesi aşamasında İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğünce 3/11/2010 tarihli yazı ile Hakkâri Valiliğinden bahsi geçen konu hakkında bilgi ve belge istenmiştir. Anılan yazıda; Komutanlığın 14/6/2005 tarihli yazısında R.Y.nin olay tarihinde tarlasını sulamak maksadıyla çalışırken dengesini kaybedip Hacıbey Çayı'na düşmesi sonucu öldüğü belirtilirken Jandarma tarafından düzenlenen 2/6/2005 tarihli tutanak ile tanık ifadelerinden olayın oluşumunun farklı olduğunun anlaşıldığı ifade edilmiştir. Bu nedenle R.Y.nin olay tarihinde tarlasını sularken mi yoksa görevli iken mi çaya düştüğü hususuyla ilgili olarak tereddüte düşüldüğü belirtilerek bilgi ve belge temini isteminde bulunulmuştur. İdarenin iç yazışmaları sonrasında nakdi tazminat istemli başvuru, İçişleri Bakanlığı Nakdi Tazminat Komisyonunun (Komisyon) 16/8/2011 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Kararda; Komutanlığın 14/6/2005 tarihli yazısında geçici köy korucusu olan R.Y.nin 2/6/2005 tarihinde tarlasını sulamak maksadıyla çalışırken dengesini kaybedip Hacıbey Çayı'na düşerek vefat ettiğinin belirtildiği, olayın emniyet ve asayişin korunması ile ilgili bir görevinin sebep ve tesiriyle meydana gelmediği ve konunun 2330 sayılı Kanun kapsamına girmediği belirtilmiştir. Başvurucu, anılan işlemin iptali istemiyle İçişleri Bakanlığı aleyhine Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde dava açmıştır. Mahkeme 26/3/2013 tarihli kararı ile davanın reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde özetle başvurucunun murisinin 2/6/2005 tarihinde Hacıbey Çayı'na düşmesi sonucu ölmesi üzerine idarece yapılan tahkikatta adı geçenin Büyüktepe Üs Bölgesinde görevli olduğu belirtilmekle birlikteOlay Yeri Tespit Tutanağı ve diğer belgelere göre ölüm olayının görev bölgesinde değil kendi tarlasını sulamak maksadıyla çalışırken dengesini kaybedip Hacıbey Çayı'na düşmesi sonucu meydana geldiği, iç güvenlik ve asayişin korunması ile ilgili bir görevin sebep ve tesirinden kaynaklanmadığı, başvurucuya 2330 sayılı Kanun hükümleri uyarınca nakdi tazminat ödenmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Danıştay Onbirinci Dairesinin (Daire) 15/2/2018 tarihli ilamıyla temyiz isteminin reddine ve mahkeme kararının onanmasına hükmedilmiştir. Karar, başvurucu vekiline 10/4/2018 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu 9/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2330 sayılı Kanun 'un maddesi şöyledir: "Bu kanunun amacı; barışta güven ve asayişi korumak, kaçakçılığı men, takip ve tahkikle, trafik ve yol güvenliğini veya tutuklu ve hükümlülerin sevk ve nakillerini sağlamakla görevli olanların; Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Emniyet Teşkilatında bulunan patlayıcı maddelerin incelenmesi, muhafazası, nakli, imha edilmesi ve zararsız hâle getirilmesi işlemlerinde görevlendirilenlerin bu görevlerinden dolayı ya da görevleri sona ermiş olsa bile yaptıkları hizmet nedeniyle derhal veya bu yüzden maruz kaldıkları yaralanma veya hastalık sonucu ölmeleri veya engelli hâle gelmeleri halinde ödenecek nakdi tazminat ile birlikte bağlanacak aylığın ve bu yüzden yaralanmaları halinde ödenecek nakdi tazminatın esas ve yöntemlerinin düzenlenmesidir." 2330 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu kanun;...e) Güven ve asayişin korunmasında hizmetlerinden yararlanılması zorunlu olan ve yetkililerce kendilerine bu amaca yönelik görev verilen kamu görevlileri ve sivilleri;f) İç güvenlik ve asayişin korunmasında veya kaçakçılığın men, takip ve tahkiki ile ilgili olarak güvenlik kuvvetlerine kendiliklerinden yardımcı olmuş ve faydalı oldukları yetkililerce tevsik edilmiş şahısları;...kapsar." 2330 sayılı Kanun'un "Nakdi tazminat" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu kanun kapsamına girenlerden;a) Ölenlerin kanuni mirasçılarına, en yüksek Devlet Memuru brüt aylığının (Ek gösterge dahil) 100 katı tutarında,...nakdi tazminat ödenir."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/13753
Başvuru, nakdi tazminat isteminin reddi işleminin iptali istemiyle açılan davada karşıt argümanlara önem verilmemesi ve iddialara yönelik gerekli araştırma yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, müşterek çocuğun velayetinin değiştirilmesi davasının reddi ve kişisel ilişkinin yeniden düzenlenmesi davasının kabulü nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun U.S.A. ile yaptığı evlilikten 2011 yılında müşterek bir kız çocuğu dünyaya gelmiştir. U.S.A. tarafından açılan anlaşmalı boşanma davasında tarafların boşanmalarına, müşterek çocuğun velayetinin babaya verilmesine ve çocukla başvurucu arasında kişisel ilişki kurulmasına dair verilen karar 22/12/2014 tarihinde kesinleşmiştir. Bu kararda çocuk ile başvurucu arasında her perşembe günü saat 00'dan pazar günü saat 00'a kadar, Ramazan Bayramı'nın arefe günü saat 00'dan günü saat 00'a kadar, Kurban Bayramı'nın günü saat 00'dan son günü saat 00'ye kadar, sömestr tatilinin ilk haftası cuma günü saat 00'den bir sonraki hafta cumartesi günü saat 00'ye kadar, her yıl 1 Temmuz günü saat 00'dan 15 Temmuz günü saat 00'ye kadar kişisel ilişki kurulmuştur. Başvurucu 18/9/2019 tarihinde Ankara Aile Mahkemesinde (Mahkeme) velayetin değiştirilmesi ve velayet değiştirildiği takdirde müşterek çocuk yararına iştirak nafakasına hükmedilmesi, davanın devamı süresince velayetin tedbiren başvurucuya verilmesi talepli dava açmıştır. Dava dilekçesinde; müşterek çocuğun başvurucunun bilgisi ve rızası olmaksızın velayet sahibi baba tarafından kaçırılarak Kıbrıs'a götürüldüğü, orada okula kaydedildiği belirtilmiştir. Ayrıca boşanma kararında başvurucu ile müşterek çocuk arasında kurulan kişisel ilişkiye göre haftanın dört günü çocuğun başvurucunun yanında kaldığı, çocuğun başka bir ülkeye götürülmesiyle kişisel ilişkinin fiilen kaldırılması sonucunun doğduğu ileri sürülmüştür. Bunun yanında velayet sahibi babanın hiçbir haklı sebebi yokken salt başvurucu ve müşterek çocuk arasındaki kişisel ilişkinin engellenmesi amacıyla yer değişikliği yaptığı iddia edilmiştir. Davalı baba cevap ve birleşen dava dilekçesinde; çocuğun zorla kaçırılmasının söz konusu olmadığını, başvurucunun çocuğa yönelik bakım ve gözetim yükümlülüklerini yerine getirmediğini, anlaşmalı boşanma davasında kurulan kişisel ilişkinin çocuğun okul hayatına engel olduğunu belirtmiştir. Sonuç olarak birleşen davada müşterek çocukla başvurucu arasındaki kişisel ilişkinin yeniden düzenlenmesi talep edilmiştir. Ankara Aile Mahkemesi tarafından 18/11/2019 tarihinde kişisel ilişkinin yeniden düzenlenmesi davası ile velayetin değiştirilmesi davasının birleştirilmesine karar verilmiştir. Yargılama sürecinde uzman raporları alınmıştır. 9/12/2019 tarihli uzman raporunda çocuk, anne ve baba ile ayrı ayrı görüşme yapıldığı belirtilerek babanın sorun çözmede daha yapıcı bir davranış sergilediği bu nedenle çocuğun bakım ve gözetim sorumluluğunu üstlenebilecek yeterlilikte bir ebeveyn olduğu, çocuğun gelişimine olumlu katkı sağladığı ve sağlayacağı ifade edilmiştir. Ayrıca her iki ebeveynin aralarındaki çatışma konusunda bir uzman desteği almalarının müşterek çocuğun yüksek yararına uygun olacağı vurgulanmıştır. Tek kişilik bu uzman raporundan sonra Mahkemece 3 kişilik uzman heyetinden rapor düzenlenmesi talep edilmiştir. Psikolog, pedagog ve sosyal çalışmacı tarafından hazırlanan 14/2/2020 tarihli raporda müşterek çocuğun gelecekte babası ile kalmak istediği, annesi ile de bağını koparmadan ilişkisini sürdürmek istediği, Kıbrıs'ta babası ile mutlu olduğu, okulunu, öğretmenlerini ve arkadaşlarını sevdiği, annesi ile şahsi ilişkisinin düzenli olarak devam ettiği tespit edilmiştir. Sonuç olarak çocuğun velayetinin değiştirilmesini gerektirecek bir durum olmadığı kanaati bildirilmiştir. Bunun yanında Mahkeme tarafından 9/10/2020 tarihinde küçüğün beyanı pedagog eşliğinde alınmıştır. Çocuk beyanında babasıyla birlikte yaşamaya devam etmek istediğini, Kıbrıs'ta yaşadığı süreçte daha mutlu olduğunu, orada yaşamaktan dolayı herhangi bir problemi ya da çekincesi olmadığını ifade etmiştir. Ayrıca çocuk; Türkiye'den gitmesi hâlinde annesinin kedilerini başkalarına sahiplendireceğini söylediğini, ancak kedilerinin başkasına verilmesini istemediğini beyan etmiştir. Anılan beyanda çocuk, babasıyla birlikte Kıbrıs'ta yaşamak ve Kıbrıs'taki okuluna devam etmek istediğini vurgulamıştır. Bu çerçevede yargılama devam ederken Mahkeme 14/7/2020 ve 16/10/2020 tarihli ara kararlarıyla dosya kapsamı ve sosyal inceleme raporlarını dikkate alarak 3/7/2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu'nun 5/1-a ve 5/1-d maddeleri uyarınca çocuk hakkında danışmanlık ve sağlık tedbiri uygulanmasına karar vermiştir. Anılan kararlar doğrultusunda Sosyal Hizmet Merkezi Müdürlüğünde görevli sosyal hizmet uzmanı tarafından aşamalarda çocuk hakkında raporlar düzenlenmiştir. Ankara Çocuk Mahkemesinin talebi üzerine düzenlenen 30/10/2020 tarihli sosyal inceleme raporunda da çocuk hakkındaki danışmanlık tedbir kararının devam etmesi ve sağlık tedbir kararı uygulanmasının uygun olacağı kanaati belirtildiğinden Ankara Çocuk Mahkemesince de 2/11/2020 tarihli tedbir kararıyla aynı tedbirlerin uygulanmasına karar verilmiştir. Son olarak Mahkemece görevlendirilen pedagog, psikolog ve sosyal hizmet uzmanından oluşan üç kişilik heyet tarafından hazırlanan 26/4/2021 tarihli sosyal inceleme raporunda; müşterek çocuğun velayet hakkının değiştirilmesini gerektirir bir hususun görülmediği, ebeveynlerin danışmanlık hizmeti almalarının çözüm yolları geliştirmeleri konusunda yararlı olacağı kanaati belirtilmiştir. Karar öncesi alınan bu raporda taraflar arasındaki sorunların okul değişimi konusunda çıkan anlaşmazlıklar sonrasında velayet hakkı sahibi babanın kızıyla beraber Kıbrıs'a gitmesiyle yaşandığı, 1 yıla yakın Kıbrıs'ta kaldıktan sonra başvurucunun talebiyle Türkiye'ye döndükleri, böylelikle ilk derece yargılamasının son aşamasında babanın Kıbrıs'a ya da başka ülkeye gitme hususunda herhangi bir planının bulunmadığı tespiti yapılmıştır. Bunun yanında tarafların müşterek çocuğun bakımını sağlayıp ihtiyaçlarını karşılayabildikleri, taraflar arasındaki anlaşmazlıklar nedeniyle çocuğun örselendiği, çocuğun anne ve babasıyla arasındaki bağın son derece kuvvetli olduğu, annesi ile babasının üzülmesini istemediği vurgulanmıştır. Sonuç olarak her iki tarafın da müşterek çocuğun bakım ve sorumluluğunu üstlenebilecek yeterlilikte olduğu, anne veya babanın müşterek çocuğu ihmal ettiğine dair bir izlenim edinilmediği belirtilerek velayetin değiştirilmesini gerektiren bir husus görülmediği kanaatine ulaşılmıştır. Bununla beraber kişisel ilişkinin değiştirilmesi talebinin değerlendirilmesi için aynı uzmanlar tarafından 24/6/2021 tarihinde düzenlenen ek sosyal inceleme raporunda velayet gibi kişisel ilişki konusunda da mevcut durumun devamının uygun görüldüğü yönünde görüş bildirilmiştir. Mahkeme anılan delilleri değerlendirerek 25/11/2021 tarihinde velayetin değiştirilmesi davasının reddine, birleşen davanın kabulü ile müşterek çocuk ve başvurucu arasındaki kişisel ilişkinin değiştirilmesine karar vermiştir. Böylelikle çocuk ile başvurucu arasında her ayın ve haftasının Cumartesi günü saat 00'dan Pazar günü saat 00'e kadar, dinî bayramların ikinci günü saat 00'dan üçüncü günü saat 00'ye kadar, her yıl 1 Temmuz saat 00'dan 30 Temmuz saat 00'ye kadar, eğitim dönemi sömestr tatilinin ilk haftası Cumartesi günü saat 00'dan takip eden Cuma günü 00'ye kadar, ara tatili (Kasım dönemi) Cumartesi günü saat 00'dan takip eden Cuma günü 00'a kadar, her yıl anneler günü saat 00'dan akşam saat 00'ye kadar, tekli yıllardaki yılbaşılarda 31 Aralık saat 00'den ertesi gün saat 00'e kadar, tekli yıllarda müşterek çocuğun doğum gününde saat 00'dan ertesi gün saat 00'ye kadar, tekli yıllarda 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nda saat 00'dan aynı gün akşam 00'ye kadar kişisel ilişki kurulmuştur. Kararın gerekçesinde velayetin değiştirilmesini gerektirecek bir durum olmadığı yönündeki uzman raporu ile çocuğun beyanı değerlendirilerek çocuğun babasıyla mutlu olduğu, yaşadığı yer ve çevreyi sevdiği, bu durumun çocuğun psikolojik gelişimi açısından çocuğun yararına uygun olduğu vurgulanmıştır. Kişisel ilişki bakımından ise yerleşik Yargıtay kararları gereğince anne ile müşterek çocuk arasında belirli gün ile saatlerde geniş ve yatılı bir şekilde kişisel ilişki tesis edildiğine işaret edilmiştir. Kararın başvurucu tarafından istinaf edilmesi üzerine Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 27/4/2022 tarihinde başvurucunun istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; velayet hakkı kendisinde bulunan babanın müşterek çocukla gerek yurt dışı gerekse yurt içinde seyahat etmesinin ve yerleşim yerini belirlemesinin annenin muvafakatına bağlı olmadığı, babanın işi ve çocuğunun eğitimi nedeniyle Kıbrıs'a yerleştiği bunun velayet hakkının kötüye kullanılması olarak kabul edilemeyeceği belirtilmiştir. İdrak çağındaki çocuğun velayet hakkındaki görüşü ve tercihi, ebeveynleri ile olan ilişkileri hakkındaki anlatımları, uzman raporları birlikte değerlendirilerek babanın velayet görev ve sorumluluklarını yerine getirdiği, çocuğun velayet konusundaki tercih ve görüşüne öncelik verilmesi gerektiği vurgulanarak velayetin değiştirilmesi şartlarının gerçekleşmediği sonucuna ulaşılmıştır. Anılan kararda birleşen dava bakımından ise müşterek çocuğun 2011 doğumlu ve öğrenci olduğu belirtilerek özellikle her hafta Perşembe gününden başlayan ve Pazar günü sabah sona eren kişisel ilişkinin babanın velayet hakkını gereği gibi kullanmasını ve çocuğun eğitimini engeller nitelikte olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Kararda ayrıca tarafların ayrı ülkelerde oturdukları gözetildiğinde; mevcut kişisel ilişkinin çocuğun menfaatine aykırı olduğu ve kişisel ilişkinin değiştirilmesi davasının kabulüne karar verilmesinin sonucu itibarıyla usule ve kanuna uygun olduğu ifade edilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi velayetin değiştirilmesi davasının reddi kararı yönünden 27/4/2022 tarihinde kesin olarak istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. Böylelikle başvurucunun açtığı velayetin değiştirilmesi davasının reddi kararı 27/4/2022 tarihinde kesinleşmiştir. Kişisel ilişkinin değiştirilmesinin kabulüne ilişkin birleşen davada verilen karar yönünden ise istinaf talebinin reddi kararı temyiz yolu açık olarak verilmiştir. Anılan davada başvurucu temyiz yoluna başvurduğundan başvuru tarihinde birleşen davaya ilişkin verilen karar kesinleşmemiştir. Ancak başvurudan sonraki süreçte başvurucunun kişisel ilişkinin değiştirilmesi davasında verilen kabul kararını temyiz etmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından 15/9/2022 tarihinde kararın onanmasına kesin olarak karar verilmiştir. Başvurucu, velayetin değiştirilmesi davası bakımından nihai hükmü 9/5/2022 tarihinde öğrendikten sonra 7/6/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/60016
Başvuru, müşterek çocuğun velayetinin değiştirilmesi davasının reddi ve kişisel ilişkinin yeniden düzenlenmesi davasının kabulü nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı ve kanun yolu süresinin gerekçeli kararın tebliğinden başlayacağı açıkça belirtildiği hâlde tefhimden başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun açtığı davada kanun yolu başvurusu, kanun yolu süresinin ilk derece mahkemesinin kararının tefhim tarihinden başlatılarak hesaplanması nedeniyle süresinde olmadığı gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 26/6/2021 tarihinde öğrendikten sonra 6/7/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/43517
Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı ve kanun yolu süresinin gerekçeli kararın tebliğinden başlayacağı açıkça belirtildiği hâlde tefhimden başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; yerel bir gazetede yayımladığı köşe yazısı nedeniyle başvurucuya verilen hapis cezasının ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1950 doğumlu olan başvurucu; kırk beş yıla yakın süredir gazetecilik yaptığını, yirmi yılı aşkın süredir de Adıyaman'ın Gerger ilçesinde süreli olarak yayımlanan Gerger Fırat gazetesinin (gazete) sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü olduğunu ifade etmektedir. Adı geçen gazetede ağırlıklı olarak Adıyaman'daki güncel, siyasi ve ekonomik meselelere ilişkin haberler ve köşe yazıları yayımlanmaktadır. Başvurucu, gazetenin 4/1/2008 tarihli sayısında kendi köşesinde “Feto ile Apo" başlıklı bir yazı kaleme almıştır. Söz konusu metin şu şekildedir:"Fetullah’ın TarikatçılarıAbdullah’ın Yurtseverleri…Ve Cumhuriyetin Laik Bekçileri…Fetullah Gülen’in tarikat ve cemaat güçleriyle, Abdullah Öcalan’ın Yurtsever güçleri bu günlerde Yurt ve dünya genelinde karşı karşıya gelmiş çatışıyor. Son günlerde Türkiye’nin Güneydoğusu ve Kuzey ırak’a uzanan Kürt coğrafyasında yoğunlaşan Feto-Apo mücadelesi meydan muharebesine dönüşerek kıran kırana sürüyor.Feto’nun Tarikatçıları ne ister?Demokratik, Laik Cumhuriyet Devletini alaşağı edip yerine Tarikat-Cemaat ve Şeriat düzenini getirmek.Ya Apo’nun Yurtseverleri ne istiyor?Onlarda Cumhuriyetin demokratikleştirilmesini, Anayasal eşit vatandaşlık hakkının Kürtlere tanınmasını istiyor. Feto ile Apo, Türkiye ve Dünya genelinde karşı karşıya mücadele ederken acaba TC’nin laik bekçileri ne yapıyor?Onlar da, dün tüm enerjisini Solcuları bitirmeye, 27 yıldan beride Solcuları bırakıp Hedefine Kürtleri almış. Şehirleri tarikat ve cemaat güçlerine bırakıp yüce dağların doruklarına çıkmış. Apo’nun Yurtseverleri ya da PKK’sını kovalıyor. Çatışıyor. Bazen vuruyor bazen vuruluyor.Laik Cumhuriyet güçleri tarafından Solcu Komünist, Din düşmanlarını saf dışı etmek, ülkeyi bölücü belasından kurtarmak için yanlarına alınarak, Şehirlerin teslim edildiği Tarikat güçleri, işe eğitim ve öğretimden başlamış. Kısa süre içinde Türkiye’de binlerce okul, dershane, yurt, pansiyon, cemaat evi kurarak, Anadolu da gelen yoksul öğrencilerle doldurmuş. Her yıl on binlerce öğrenciyi mezun ederek önce kurdukları ve dershanelerde görevlendirilmiş ardında Milli Eğitim’e yerleştirilmeye başlanmış.Günümüz Türkiye’sinde, Yurt içinde ve dışında kaç tarikat, cemaat okulu, Dershanesi, Yurdu, Pansiyonu, dergâhı ve cemaat evi olduğunu, buralarda okuyan öğrenci mevcudunu bu mevcutta mezun olanlar içinde kaç bin tanesinin Devlete sızdığını tam olarak bilen açıklayan bir devlet yetkilisi var mı?Laik Cumhuriyetin şehirleri teslim ettiği tarikat ve cemaatler içinde en ileri atağı tabi ki Feto yapmıştır. Milli Eğitim bütünüyle, Emniyet, Belediyeler ve birçok devlet kurumları da büyük oranda ele geçirilmiştir. Yüz binlerce Feto’cu Devletin tepesinde oturmuş. Türkiye yi yönetmekte ve yönlendirmektedir. Feto kısa sürede Türkiye Cumhuriyetini yemlik gibi kullanarak büyük başarılar elde etti. Şu anda Türkiye’nin siyasetine, ticaretine Yazılı medya ve görsel basınına, Eğitimine, hatta giyim kuşamının düzenlenmesine, Emniyet istihbaratına yön veren Fetocular…AKP’nin 22 Temmuz seçimlerinde aldığı başarının ardındaki güçte yine Feto tarikatının gücüdür. Bakın Türkiye’nin yüksek tepelerine, orada görev yapan atanmış ve seçilmişlerin çoğuna… Fetullah çarkından geçenlerle dolup taşıyor.Bir bakın Devletin yüksek tepelerine…Türkiye bayrağının yanında türbanda ülke semalarında dalgalanmaya başladı. Dün bayrağı selam duran resmi zevat bu gün Türbana da duracak.İlk 20 yılını solcuları, komünistleri ezmeye, Son 27 yılında Kürtleri ve Apo’nun yurtseverlerini ezmeye veren Laik güçler, yarın veya öbür gün dağdaki işleri bitip ya da bir sulh ile dağdan kışlalarına, şehirlerine döndüğünden gözlerine inanamayacaklar. Bölünmemesi için uğrunda can verdikleri Laik Cumhuriyetin sessiz sedasız ve kansız bir şekilde, Feto’nun tarikatçıları tarafında ele geçirilerek yer yer şeriat. Tarikat cemaat, ümmet kurallarının uygulanmaya başlandığını, Laik cumhuriyetin kutsalları olan Laiklik, Demokrasi yerine Tarikat ve cemaat, Türban ve Çarşaf kutsallarının aldığını görecek ve büyük pişmanlık duyacaktır. Ama ne yazık ki o zaman iş işten geçmiş olacak. Yapacakları bir şey bulunmayacak. Dönüp Türban ve Tarikat önünde selam duracak. Benim bu laik bekçilere tavsiyem. Eşyalar tez elden tükenmeden, hemen yakınlarındaki tesettür mağazasına koşun. Baylar için birer cüppe ve tekke. Bayanlar için birer çarşaf ve Türban satın alın. Yarın, Devlet kurumlarına bu giysileri giymeden giremeyeceğinizi bilin ve ona göre hareket edin. Sevgili okurlar, Bu saatten sonra, 47 yıllık boyunca Devlet yemliklerinde otlatılan Tarikat ve cemaat güçlerine artık Laik Cumhuriyet güçlerinin nüfus edebilmesi mümkün değildir. 10 milyonu aşmış Tarikat gençliği, ABD’ye sırtını dayamış Feto cemaati ile baş edebilmesi mümkün değildir.Feto Tarikatı için bu günlerde en büyük tehlike Dünyanın dört bir yanında ve Türkiye’de karşılarına dikilen Apo’nun yurtsever gücüdür. Bakın Çin’den, Rusya’ya, Avrupa’dan ABD’ye, Afrika’dan Avustralya’ya, oradan Ortadoğu’ya. Nerede Feto orda Apo güçleri var. Fetoyu Sovyet Cumhuriyetleri, Balkan Ülkeleri ve Avrupa, sınır dışı etmeye okul ve yurtlarını bir biri ardına kapatmaya başladı. Feto’ya dünya daralınca, Feto 27 yıldır burnunun dibinde görmediği Doğu ve Güneydoğudan Irak, İran, Suriye’ye uzanan Kürt coğrafyasına gözünü dikti. Burada fakirlik ve cahillik var diyerek bölgeye AKP’ninde oluruyla girmeye karar verdi. İşte bunu gören Kürt özgürlük hareketi karşıt duruş göstererek bastırılmak istenen Demokratik Kürt özgürlük hareketinin tarikatlaştırılmasını istiyor.Son günlerde AKP’nin başı Erdoğan ve Yardımcılarının… Yerel seçimlerde Diyarbakır’ı alma hedefleri boşuna değil. AKP tabelası altında başlatılan bu kapışmanın ardındaki güç, aslında Feto’nun tarikat gücünden başkası değildir. Erdoğan’ın dağdakilerini evlerine gönderme niyeti samimi bir niyetten çok Kürt coğrafyasındaki demokratik Kürt hareketini Tarikat ve ümmet ikilemine kaydırmaktır. Diyarbakır’da, önümüzdeki seçimler kıran kırana geçecektir. Erdoğan bu seçimleri almak için seçim tarihine kadar Laik düzenin bekçisi orduyu dağlarda tutmak. Şehirler de cemaatlerin at oynatmasını rant yapabilmelerini istiyor.Feto’nun tarikat gücü artık Laik Cumhuriyeti fazla engel tanımıyor. Onun bu günlerde gördüğü engel Apo’nun yurtseverleridir. Onları ordu ile etkisiz veya zayıf düşürürsem Güneydoğuyu yerel seçimlerde almak, Diyarbakır kalesini düşürmek kolay olacaktır.Eğer Laik Cumhuriyetin Bekçileri, Demokrasi ve Laikliğin gerçekten korunması, yaşatılması için mücadele ediyor ise, bu ideallerinde kararlı ve samimiyse,Eğer, Apo’nun Yurtseverleri Cumhuriyetin içini Demokratik değerlerle doldurulup çağdaşlaşması idealinde samimi ve kararlıysa,Yarın çok geç olmadan,Derhal Silahlar susmalı, Uzlaşıya giden yol seçmeli, Laik güçler dağlara verdiği enerjisini Şehirlere çekerek. Tarikat ve cemaat tehlikesini görmeli. Aksi takdirde yarın ne laik cumhuriyet kalır nede Demokratik cumhuriyet ideali gerçekleşir. Tüm bu değerler, ABD’den Türkiye’ye Hümeynivari şekilde gelmek üzere olan Tarikat hocası Feto’nun gelişiyle Tepe takla oluverir. Bir çok Laik Cumhuriyetçi ile birlikte bir çok Kürt Demokrat kendisini ya zindanlarda yada toplu dar ağaçlarında bulur. Böyle bir şeyi düşünmek dahi istemiyorum. Ama kaygılarım çok büyük.Yarın çok geç olmadan, Demokrasiye, Çağdaşlığa, Evrensel Hukuka saygısı olanlar, Artık yol ayrımındayız. Ya Demokratik Cumhuriyet yada Tarikat ve cemaat iktidarı diyeceksiniz. Gerisi ıvır zıvırdır. Laik Cumhuriyetin bu gün ülkeyi bölücüler diye dağda kovaladıkları Yurtsever gençliğin yarınlarda Demokratik cumhuriyet idealiyle layık ve cumhuriyete sahip çıkmayacağını kim söyleyebilir. Çünkü iki seçenek vardır. Ya demokratik laik cumhuriyet yada cemaat Tarikat ve Şeriat hangisini seçersiniz? Takdir sizindir." Kaleme aldığı başvuruya konu yazısının genelinde PKK terör örgütü üyelerini meşru gösterdiği, güvenlik kuvvetlerinin terör örgütüne karşı yapmış olduğu operasyonları eleştirdiği ve terör örgütü üyelerini yurtsever gençlik olarak nitelendirerek terör örgütünün propagandasını yaptığı iddiasıyla başvurucu hakkında 4/2/2008 tarihinde kamu davası açılmıştır. İddianamenin ilgili bölümü şu şekildedir:"Şüpheli Haci Boğatekin’in sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü olduğu Adıyaman ili Gerger ilçesinde yayımlanan Gerger Fırat Gazetesinin 2008 tarihli sayısında Başyazı Köşesinde yazdığı 'Feto ile Apo' başlıklı yazı içeriğinde 'Fetullah’ın ......Fetullah Gülen’in tarikat ve cemaat güçleriyle, Abdullah Öcalan’ın yurtsever güçleri ile bu günlerde Türkiye’nin Güneydoğusu ve Kuzey Irak’a uzanan kürt coğrafyasında yoğunlaşan Feto-Apo mücadelesi meydan muharebesine dönüşerek kıran kırana sürüyor......ya Aponu Yurtseverleri ne istiyor? Onlarda dün tüm enerjisini solcuları bitirmeye, 27 yıldan beride solcuları bırakıp yüce dağların doruklarına çıkmış. Aponun yurtseverleri yada Pkk sını kovalıyor. Çatışıyor. Bazen vuruyor bazen vuruluyor' '..... ilk 20 yılını solcuları, koministleri ezmeye, son 27 yılında Kürtleri ve Aponun yurtseverlerini ezmeye veren laik güçler, yarın veya öbür gün dağdaki işleri bitip yada bir suh ile dağdan kışlalarına, şehitlerine döndüğünden gözlerine inanamayacaklar....' '....işte bunu gören kürt özgürlük hareketi karşıt duruş göstererek bastırılmak istenen demokratik kürt özgürlük hareketinin tarikatlaştırılmasını istiyor' '.......Eğer, Aponun Yurtseverleri Cumhuriyetin içini demokratik değerlerle doldurup çağdaşlaşması idealinde samimi ve kararlıysa, yarın çok geç olmadan derhal silahlar susmalı uzlaşıya geden yol seçmeli laik güçler dağlara verdiği enerjisini şehirlere çekerek' '......laik cumhuriyetin bu gün ülkeyi bölücüler diye dağda kovaladıkları yurtsever gençliğin yarınlarda demokratik cumhuriyet layık ve cumhuriyete sahip çıkmayacağını kim söyleyebilir.....' şeklinde cümlelere yer verdiği, yazının genelinde şüphelinin Pkk/Kongra-Gel terör örgütü üyelerini meşru gösteren ,güvenlik kuvvetlerinin terör örgütüne karşı yapmış olduğu operasyonları eleştirerek Pkk/Kongra-Gel terör örgütü üyelerini yurtsever gençlik olarak tanımlayıp terör örgütünün propagandasını basın ve yayın yolu ile yapmak suçunu işlediği ve hakkında kamu davası açılmasına yeterli şüphe oluşturacak delil ve emare bulunduğu tekmil dosya kapsamından anlaşılmakla;Delillerin takdiri mahkemenize ait olmak üzere şüphelinin yargılamasının yapılarak eylemine uyan 3713 sayılı yasanın 7/2 TCK’nun 53 maddeleri gereğince cezalandırılmasına karar verilmesi kamu adına talep ve iddia olunur." Yargılamayı yapan Malatya Ağır Ceza Mahkemesi (CMK madde ile görevli) 25/6/2008 tarihinde başvurucu hakkında terör örgütünün propagandasını yapma suçundan 1 yıl 6 ay hapis cezasına hükmetmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 1/12/2012 tarihinde suçun nitelendirilmesinde yanılgıya düşüldüğü, başvurucunun eyleminin suçu ve suçluyu övme suçunu oluşturduğu gerekçesiyle bozma kararı vermiştir. Bozma sonrası yapılan yargılamada Malatya Ağır Ceza Mahkemesi (CMK. madde ile görevli) 27/6/2012 tarihinde başvurucu hakkında suçu ve suçluyu övme suçundan 1 yıl hapis cezasına hükmetmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesi, ilk derece mahkemesi kararından sonra yürürlüğe giren 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun'un geçici maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde yer alan "Kovuşturma evresinde, kovuşturmanın ertelenmesine karar verilir." şeklindeki düzenlemeyi gerekçe göstererek bozma kararı vermiştir. Bozma sonrası yargılamayı yapan Adıyaman Ağır Ceza Mahkemesi 30/9/2014 tarihinde bozma kararı doğrultusunda kovuşturmanın ertelenmesine karar vermiştir. Başvurucunun bu karara itirazı Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesince 2/12/2014 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu; kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek 9/4/2015 tarihinde somut olaya ilişkin ilk kez bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, başka bir olay kapsamında 4/6/2015 tarihinde işlediği kabul edilen hakaret suçu ile ilgili açılan kamu davasında adli para cezası ile cezalandırılmış; aynı davada ayrıca başvurucu hakkında verilen kovuşturmanın ertelenmesi kararı nedeniyle Adıyaman Ağır Ceza Mahkemesine bildirimde bulunulmasına karar verilmiştir. Anılan bildirim neticesinde başvurucu ile ilgili somut başvuruya konu yargılama tekrar başlatılmıştır. Adıyaman Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonunda 6/2/2018 tarihinde başvurucu hakkında beraat kararı verilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda, sanık tarafından kaleme alınan Feto ile Apo başlıklı yazı içeriği bir bütün olarak değerlendirildiğinde, şiddeti, silahlı direnmeyi veya ayaklanmayı teşvik eden ifadelerin kullanılmadığı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'sının 90/ maddesi uyarınca uygulanması gereken Avrupa İnsan Hakları sözleşmesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Skaka /Polonya – 27 Mayıs 2003, Korku / Türkiye–23 Eylül 2003 tarihli kararları da gözetildiğinde yüklenen suçun yasal unsurları oluşmadığı sonuç ve vicdani kanısına varılmıştır. Kaldı ki sanık hakkında değerlendirilen suçu ve suçluyu övme suçu TCK.nun Maddesinde düzenlenmiş olup bu madde , 'işlenmiş olan bir suçu veya işlemiş olduğu suçtan dolayı bir kişiyi öven kimse, bu nedenle kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır' hükmünü içermektedir. Madde metninden anlaşıldığı şekilde bu suçun oluşabilmesi için ilk olarak işlenmiş olan bir suçun veya suçu işleyen kişinin övülmesi gerekmekte olup, ikinci olarak 2013 tarihli ve 6459 sayılı Kanunun maddesiyle 5237 sayılı Kanunun maddesinde yapılan değişiklik ile birlikte aynı zamanda kamu düzeni açısından açık ve yakın tehlikenin ortaya çıkması kriteri getirilmiş olduğundan, bu hususunda suça konu olayda gerçekleşip gerçekleşmediğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.(aynı yönde Yargıtay Ceza Dairesinin 2017/873 Esas, 2017/4221 Karar sayılı ilamı, Yargıtay Ceza Dairesinin 2016/10135 Esas, 2017/4449 Karar sayılı ilamı) Ancak sanığın kaleme aldığı yazı içeriği bir bütün olarak ele alınıp değerlendirildiğinde, TCK.nun Maddesinin yasal unsurlarından olan 'kamu düzeni açısından açık ve yakın tehlikenin ortaya çıkması' kriteri gerçekleşmediğinden sanık hakkında TCK.nun Maddesinde yer alan suçu ve suçluyu övme suçunun da yasal unsurları oluşmamıştır." Cumhuriyet savcısı 7/2/2018 tarihinde başvurucu hakkında mahkûmiyet kararı verilmesi gerektiğinden bahisle kanun yoluna müracaat etmiştir. Anayasa Mahkemesi 23/5/2018 tarihinde başvurucunun 2015/6321 numaralı ilk bireysel başvurusundaki ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddiasının dosyanın Yargıtay incelemesinde olduğu gözetilerek başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın ise kabul edilebilir olduğuna ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Hükmü temyizen inceleyen Yargıtay Ceza Dairesi 18/10/2018 tarihinde başvurucu hakkında mahkûmiyet kararı verilmesi gerektiğinden bahisle ve oyçokluğuyla bozma kararı vermiştir. Dairenin bahse konu kararının ilgili kısmı şöyledir:"Adıyaman’ın Gerger İlçesi’nde yayımlanan yerel Gerger Fırat Gazetesi’nin sahibi, sorumlu yazı işleri müdürü ve köşe yazarı olan sanık Haci Boğatekin'in kendi köşesinde kaleme aldığı, 2008 tarihli Sayısında 'FETO ile APO' başlıklı yazısında, 'Apo'nun Yurtseverleri', 'Kürt Özgürlük Hareketi' gibi terimler kullanarak, PKK terör örgütünün sözde lider ve üyelerini yüceltip eylemlerinden övgüyle bahsetmesi, güvenlik güçlerinin terör örgütüne karşı mücadelesini eleştirmesi karşısında; ülkemizin yıllardır süre gelen ve halen mevcudiyetini sürdüren terör tehdidi altında bulunduğu da göz önüne alındığında, sanık tarafından kullanılan bu ifadelerin kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlike doğurabilecek nitelikte olduğu nazara alınarak; eyleminin, TCK.nun maddesi kapsamında kaldığının anlaşılması karşısında, mahkumiyeti yerine yazılı şekilde BERAAT kararı verilmesi,Yasaya aykırı, Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/ maddesi uyarınca uygulanması gereken CMUK.nun maddesi gereğince BOZULMASINA..." Bozma sonrası yargılamayı yapan Adıyaman Ağır Ceza Mahkemesi 5/3/2019 tarihinde bozma kararı doğrultusunda başvurucunun suçu ve suçluyu övme suçundan 1 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Yargıtay bozma ilamı ve dosya kapsamında toplanılan tüm deliller bir bütün olarak değerlendirildiğinde; Yerel Gerger Fırat Gazetesi’nin sahibi, sorumlu yazı işleri müdürü ve köşe yazarı olan sanık Haci Boğatekin'in kendi köşesinde kaleme aldığı, 2008 tarihli Sayısında 'FETO ile APO' başlıklı yazısında, 'Apo'nun Yurtseverleri', 'Kürt Özgürlük Hareketi' gibi terimler kullanarak, PKK terör örgütünün sözde lider ve üyelerini yüceltip eylemlerinden övgüyle bahsetmesi, güvenlik güçlerinin terör örgütüne karşı mücadelesini eleştirmesi karşısında; ülkemizin yıllardır süre gelen ve halen mevcudiyetini sürdüren terör tehdidi altında bulunduğu da göz önüne alındığında, sanık tarafından kullanılan bu ifadelerin kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlike doğurabilecek nitelikte olduğu anlaşılmakla: Her ne kadar sanık Haci Boğatekin hakkında terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan 3713 sayılı yasanın 7/2 ve TCK'nın 53 maddeleri gereğince cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış ise de, tüm dosya kapsamından değişen suç vasfına göre sanığın eyleminin 5237 Sayılı TCK'nın maddesinde düzenlenen suçu ve suçluyu övme suçunu oluşturduğu anlaşılmakla; suçun işleniş biçimi, suçun işlendiği yer ve zaman, suç konusunun önemi, sanığın kastı, güttüğü amaç ve TCK’nın 49/1 maddesi de gözetilerek sanığın cezalandırılmasına karar verilmiş olup aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Bu hüküm Yargıtay Ceza Dairesi tarafından 24/10/2019 tarihinde oyçokluğuyla onanmıştır. Başvurucu hakkında beraat kararı verilmesi gerektiği yönünde oy kullanan Daire başkanı ve bir Daire üyesinin muhalefet gerekçelerinin ilgili kısmı şöyledir:"...Her ne kadar sanık tarafından kaleme alınan yazıda yer alan ve terör örgütünün sözde lideri ile üyelerine duyulan sempatiyi dile getiren 'Abdullah Öcalan'ın yurtsever güçleri', 'Kürt Özgürlük Hareketi' şeklindeki ifadeler, kamu vicdanını rahatsız edici ve kabul edilemez olsa dahi; yazı içeriği bir bütün olarak değerlendirildiğinde; Feto yapılanmasının PKK terör örgütüne nazaran daha ciddi bir tehlike arz ettiğine yönelik kişisel görüşünü açıklayan ve bu doğrultuda hükümet politikasını eleştiren sanığın bu açıklamasının kamu düzenini bozmaya elverişli boyutta olmaması, toplumun dirlik ve düzeni açısından açık, yakın ve somut bir tehlike hali yaratacak koşullarda bulunmaması nedeniyle sanığın unsurları itibariyle oluşmayan yüklenen suçtan beraatine karar verilmesi kanaatine varıldığından; yerel mahkeme kararının bozulması gerektiği düşüncesiyle onama yönündeki sayın çoğunluğun görüşüne iştirak edilmemiştir." A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Suçu ve suçluyu övme" kenar başlıklı maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâli şöyledir: “İşlenmiş olan bir suçu veya işlemiş olduğu suçtan dolayı bir kişiyi alenen öven kimse iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun'un maddesinin 11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı Kanun'un maddesi ile değiştirilen ve somut olayda başvurucu hakkında uygulanan hâli şöyledir:"İşlenmiş olan bir suçu veya işlemiş olduğu suçtan dolayı bir kişiyi alenen öven kimse, bu nedenle kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması hâlinde, iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Ortak hüküm" kenar başlıklı maddesi aşağıdaki şekildedir: “Yukarıdaki maddelerde tanımlanan suçların basın ve yayın yoluyla işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. Haber verme sınırlarını aşmayan veya eleştirme amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.” Yargıtay Kararları Yargıtay Ceza Dairesinin 8/4/2021 tarihli ve E.2019/3094, K.2021/2586 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Sanığın 2014 tarihinde, Antalya BDP ve HDP İl Teşkilatı organizesinde Karakol İnşaatlarını Protesto eylemleri kapsamında gerçekleşen yol kapama ve kesme olayları sırasında yaşananlara tepki göstermek amacıyla toplanan yaklaşık 230 kişilik grubun içinde bulunduğu, grupla birlikte katıldığı etkinlik esnasında zafer işareti yaparak 'Biji Serok Apo' ve 'Serok Öcalan' şeklinde sloganlar attığının anlaşıldığı somut olayda;Ayrıntıları Dairemizin 2016 tarih, 2015/7466 E. 2016/1025 K. sayılı kararında açıklandığı üzere, olay tarihi ve yeri, sanığın muhatap kitle üzerindeki etkisi, toplantının olaysız dağılmış olması da gözetildiğinde, atılan sloganın terör örgütünün cebir, şiddet ve tehdit içeren yöntemlerini öven, meşru gösteren ya da bu yöntemlere başvurulmasını teşvik eden bir muhteva da içermediğinin anlaşılması karşısında; terör örgütünün propagandasını yapmak suçunun unsurlarının oluşmadığı ancak; atılan sloganın, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2007/9-69-99 sayılı ve Yargıtay Ceza Dairesinin 2002 tarih 5079-6668 sayılı kararlarında da işaret olunduğu üzere TCK'nın maddesinde düzenlenen 'kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde suçu ve suçluyu övme' suçunun oluşacağı, bu husustaki takdir ve değerlendirmenin mahkemeye ait olduğu da gözetilerek, 5237 sayılı TCK’nın maddesinde tanımlanan suçu ve suçluyu övme suçunun unsurları ve cezalandırılma şartlarının gerçekleşip gerçekleşmediği tartışılarak sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini yerine yerinde olmayan gerekçe ile yazılı şekilde karar verilmesi,Bozmayı gerektirmiş, o yer Cumhuriyet savcısının temyiz itirazı bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenle BOZULMASINA" Yargıtay Ceza Dairesinin 26/1/2021 tarihli ve E.2020/6923, K.2021/308 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Suç tarihinde saat 40'da Kars'ın Kağızman ilçesindeki BDP İlçe Başkanlığı binası önünde Kobani olayları nedeniyle toplanan kalabalığın İstiklal alanına yürüdüğü, burada saygı duruşunda bulundukları ve gerilla marşının okunduğu, basın açıklamasından sonra bir müddet oturma eylemi yapıldığı, akabinde kalabalığın yürüyüşe geçtiği ve 00 sıralarında olaysız şekilde sona erdiği anlaşılan olaydan 'Kobane kürtlerin kırmızı çizgisidir YDG-H, Her yer Kobane her yer direniş YDG-H, Baskılar bizi yıldıramaz YDG-H, Yaşasın onurlu mücadeleye YDGH' ibarelerinin yazılı olduğu dövizlerin açıldığı ve ayrıca 'biji serok apo, yaşasın YGP direnişi, YPG halktır halk burada, dağlarda arama apocular her yerde, başkansız yaşam olmaz' şeklinde sloganlar atıldığı, görüntü çözüm ve tespit tutanağına göre suça sürüklenen çocuğun 'Biji Serok Apo' şeklinde slogan attığının tespit edildiğinin anlaşılmasına göre;...Ayrıntıları Dairemizin 2016 tarih ve 2015/7466 Esas 2016/1025 Karar sayılı kararında açıklandığı üzere; olay tarihi ve yeri, suça sürüklenen çocuğun muhatap kitle üzerindeki etkisi, toplantının olaysız dağılmış olması da gözetildiğinde, atılan sloganın terör örgütünün cebir, şiddet ve tehdit içeren yöntemlerini öven, meşru gösteren ya da bu yöntemlere başvurulmasını teşvik eden bir muhteva içermediğinin anlaşılması karşısında; atılı suçun unsurlarının oluşmadığı ancak atılan slogan dolayısıyla açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde TCK'nın maddesinde yazılı 'suçu ve suçluyu övme' suçunun oluşacağı nazara alınıp atılan slogan dolayısıyla açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkıp çıkmadığı değerlendirilerek sonucuna göre suça sürüklenen çocuğun hukuki durumunun takdir ve tayin edilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması, ...Kanuna aykırı, suça sürüklenen çocuk ve müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan bu sebeplerden dolayı hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/ maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK'nın maddesi uyarınca BOZULMASINA"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Yalçınkaya ve diğerleri/Türkiye (B. No: 25764/09, 1/10/2013) kararında, Abdullah Öcalan için "Sayın" ifadesini kullanan başvurucuların suçu ve suçluyu övme suçundan adli para cezasıyla cezalandırılmalarının ifade özgürlüklerini ihlal edip etmediğini incelemiştir. AİHM anılan kararda derece mahkemesinin yalnızca "Sayın" ifadesinin kullanılmış olmasını başvurucuların terör örgütü kurucusu olan şahsın yürüttüğü terör faaliyetlerini övdüğü sonucuna ulaşılması yönünden yeterli gördüğünü oysa uyuşmazlık konusu dilekçelerin içeriğine bakıldığında Abdullah Öcalan ve PKK tarafından gerçekleştirilen terör eylemlerinin desteklendiği ya da tasvip edildiğine dair hiçbir ibarenin bulunmadığını belirtmiştir. Gerek derece mahkemesinin gerekçesinden gerekse hükûmet görüşlerinden başvuru konusu müdahaleyi haklı gösterecek nitelikte açık ve yakın bir tehlikenin mevcut olduğunun anlaşılamadığını da belirten AİHM, derece mahkemesinin gerekçesinde belirttiği hususların somut olayda başvurucuların ifade özgürlüğüne müdahale edilmesini haklı göstermek için tek başına yeterli olamayacağı ve başvurucuların ifade özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır. AİHM, Aktan/Türkiye (B. No: 41839/09, 9/10/2018) kararında başvurucunun yazı işleri müdürlüğünü yaptığı günlük gazetede yayımlanan iki makalede kullanılan “Kürt halkının lideri, Abdullah Öcalan” ifadesi nedeniyle başvurucunun suçu ve suçluyu övme suçundan adli para cezasıyla cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini incelemiştir. AİHM anılan kararda “Kürt halkının lideri” ifadesinin tek başına şiddeti teşvik etmediğini belirtmiştir. AİHM ayrıca ihtilaf konusu makalelerin -bir bütün olarak değerlendirildiğinde- şiddet kullanımına, silahlı direnişe veya ayaklanmaya çağrı içerdiğinin ya da dikkate alınması gereken en önemli unsur olan nefret söylemi teşkil ettiğinin ulusal makamlar tarafından iddia edilmediğini de vurgulayarak başvurucu hakkında uygulanan tedbirin zorunlu bir sosyal ihtiyaca karşılık gelmediğine, her hâlükârda hedeflenen meşru amaçlarla orantılı olmadığına ve demokratik bir toplumda gerekli olmaması nedeniyle başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/3630
Başvuru, yerel bir gazetede yayımladığı köşe yazısı nedeniyle başvurucuya verilen hapis cezasının ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvurucu, şartla salıverildikten sonra işlediği hafif bir suç gerekçe gösterilerek şartla tahliye kararının geri alınmasının adil olmadığını ileri sürmüş ve infazın durdurulmasını talep etmiştir. Başvuru, 15/1/2013 tarihinde Yozgat Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 25/4/2014 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlığın yazılı görüşü 20/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulmuştur. Bakanlık görüşünün tebliği aşamasında, başvurucunun 6/6/2014 tarihinde öldüğü anlaşılmıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında, Boğazlıyan Ağır Ceza Mahkemesinin 13/12/2000 tarih ve E.1997/45, K.2000/80 sayılı kararıyla “kasten kendi çocuğunu öldürmek” suçunu işlediği gerekçesiyle 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası ve maddesi uyarınca müebbet ağır hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Boğazlıyan Ağır Ceza Mahkemesinin 30/1/2003 tarih ve 2003/23 Müteferrik İş sayılı kararı ile yukarıda sözü edilen müebbet hapis cezasının 2148 sayılı Kanun’a göre şartla tahliye tarihinin 31/1/2013 olduğu, 4616 sayılı Kanun’un maddesinin ikinci fıkrası gereğince 10 yıl indirim yapıldıktan sonra şartla tahliye tarihinin 31/1/2003 olduğu anlaşıldığından, anılan tarihten itibaren başvurucunun şartla tahliyesine karar verilmiştir. Boğazlıyan Ağır Ceza Mahkemesinin 21/7/2005 tarih ve E.1997/45, K.2000/80 sayılı ek kararı ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 1/6/2005 tarihinde yürürlüğe girmesi nedeniyle 5252 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca kesinleşmiş hükmün uyarlanmasına ilişkin yargılama yapıldığı, bu kapsamda başvurucu hakkındaki, şartla tahliyesine esas teşkil eden hüküm uyarlanarak öz kızını öldürmek eylemi nedeniyle 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi ve maddesi gereğince müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Çayıralan Cumhuriyet Başsavcılığının 28/3/2005 tarih ve E.2005/63 sayılı iddianamesi ile “resmi nikah kıydırmadan dini nikah akdi kıydırmak” suçunu işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Çayıralan Asliye Ceza Mahkemesinin 21/4/2008 tarih ve E.2005/56, K.2008/13 sayılı kararı ile başvurucunun iki ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve karar kesinleştikten sonra koşullu salıvermenin geri alınması hususunda mahkemesine bildirimde bulunulmasına karar verilmiştir. Boğazlıyan Ağır Ceza Mahkemesinin 23/12/2012 tarih ve 2012/1098 İş sayılı kararı ile başvurucu hakkında “yeni suç tarihi olan 1/12/2004’ten itibaren, bihakkın tahliye tarihi olan 29/1/2033’e kadar sürenin aynen infazına ve şartlı tahliyesinin geri alınmasına” karar verilmiştir. Başvurucu bu karara karşı itiraz yoluna başvurmuş olup, Kayseri Ağır Ceza Mahkemesinin 25/1/2013 tarih ve 2013/177 İş sayılı kararı ile başvurucunun itirazının kısmen kabulü ile şartlı tahliye kararının yeniden suç işlemiş olması nedeniyle kaldırılarak hükümlü hakkında hükmedilen hapis cezasından ikinci suç tarihi olan 31/12/2004 tarihi ile bihakkın tahliye tarihi olan 29/1/2033 tarihi arasında kalan sürenin aynen infazına karar verilmiştir. Başvurucu, 15/1/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, 6/6/2014 tarihinde hayatını kaybetmiştir.B. İlgili Hukuk 21/12/2000 tarihli ve 4616 sayılı 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun’un maddesi şöyledir:“23 Nisan 1999 tarihine kadar işlenen suçlar nedeniyle; Verilen ölüm cezaları yerine getirilmez. Bu durumda olanlar hakkında tâbi oldukları kanunlardaki infaz hükümleri aynen uygulanır. (Yeniden düzenleme: 21/5/2002-4758/1 md.) Müebbet ağır hapis cezasına hükümlü olanların veya şahsî hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm edilenlerin ya da aldıkları ceza herhangi bir nedenle şahsî hürriyeti bağlayıcı cezaya dönüştürülenlerin tâbi oldukları infaz hükümlerine göre çekmeleri gereken toplam cezalarından on yıl indirilir. İndirim, verilen her bir ceza için ayrı ayrı değil, toplam ceza üzerinden bir defaya mahsus yapılır. Ancak bir kişinin muhtelif suçlarından dolayı cezaları ayrı ayrı tarihlerde verilmiş olsa bile, bu cezaların toplamı üzerinden yapılacak indirim on yılı geçemez.Birinci paragraf hükümlerine göre çekmeleri gereken toplam cezalarından on yıllık indirim yapıldıktan sonra ceza süresi dolmuş olanlar, iyi halli olup olmadıklarına bakılmaksızın ve istemleri olmaksızın derhal; toplam cezaları on yıldan fazla olanlar kalan cezalarını çektikten sonra şartla salıverilirler.…”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/805
Başvurucu, şartla salıverildikten sonra işlediği hafif bir suç gerekçe gösterilerek şartla tahliye kararının geri alınmasının adil olmadığını ileri sürmüş ve infazın durdurulmasını talep etmiştir.
0
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Salihli T Tipi Kapalı Ceza İnfaz kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) tutuklu iken silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılanmıştır. Manisa Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülen yargılamanın duruşması iki celsede tamamlanmıştır. Başvurucu, iki celsede tamamlanan duruşmaya tutuklu bulunduğu Ceza İnfaz Kurumundan Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile katılmıştır. Duruşma Tutanağı'nda başvurucunun SEGBİS aracılığıyla celselere katılmak istemediği yönünde Mahkemeye itirazda bulunduğuna dair herhangi bir beyanı yer almamaktadır. Başvurucu, müdafiinin hazır bulunmasıyla duruşmada savunma yapmıştır. Başvurucunun bizzat duruşmada hazır bulunmak istediğine dair Mahkemeye herhangi bir bildirimde bulunduğunu ortaya koyan somut bir veriye de rastlanmamıştır. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucunun istinaf talebi, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince 18/7/2018 tarihinde esastan reddedilmiştir. Başvurucu, gerekçeli temyiz dilekçesinde -diğerlerinin yanı sıra- celselere SEGBİS aracılığı ile katılmak zorunda bırakılması nedeniyle yüz yüze yargılanma ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Yargıtay Ceza Dairesi 14/3/2019 tarihinde kararı onamıştır. Başvurucu, nihai kararı 22/5/2019 tarihinde öğrendikten sonra 20/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22192
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca itiraz üzerine verilen tedbir kararında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 17/5/2021 tarihinde öğrendikten sonra 10/6/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/25211
Başvuru; 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca itiraz üzerine verilen tedbir kararında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, zorunlu askerlik görevi sırasında meydana gelen ölüm nedeniyle açılan tazminat davasının süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvurucuların yakınları Nevzat Bitik, jandarma karakolunda jandarma er olarak askerlik görevini ifa ederken 22/5/2012 tarihinde vefat etmiştir. Ölüm nedeniyle kusuru veya ihmali bulunduğu düşünülen askerî personel hakkında Jandarma Komutanlığınca yapılan idari tahkikatın ardından 30/5/2012 tarihli rapor düzenlenmiştir. Raporda olay ile ilgili kusuru veya ihmali bulunan personelin bulunmadığı belirtilmiştir. Müteveffanın babası Nazmi Bitik tarafından 19/6/2012 tarihinde Başbakanlık İletişim Merkezine (BİMER) ve 4/7/2012 tarihinde İçişleri Bakanlığına Jandarma Astsubay Çavuş A. tarafından müteveffaya baskı ve şiddet uygulandığı, müteveffanın ölümüne bunun sebep olabileceği yönünde iddialarda bulunularak başvurular yapılmıştır. Olayla ilgili olarak 12/6/2012 tarihli soruşturma emri verilmiştir. Bunun üzerine tüm soruşturma evrakları 2'nci Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askerî Savcılığına (Savcılık) gönderilmiş ve 2013/222 evrak numarasında soruşturmaya başlandığı anlaşılmıştır. Müteveffanın kesin ölüm sebebinin tespiti için düzenlenen Adli Tıp Kurumu 1'inci İhtisas Kurulunun 29/5/2013 tarihli raporunda ölüm olayının "çakmak gazı inhalasyonu ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana geldiğinin" oybirliği ile mütaala edildiği görülmüştür. Savcılık 14/2/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Karar gerekçesinde, müteveffanın ölümüne neden olabilecek herhangi bir şahsın doğrudan veya dolaylı eyleminin tespit edilemediği, olayın müteveffanın kendi eylemi ile çakmak gazı inhalasyonundan (solunumundan) kaynaklandığı vurgulanmıştır. Savcılık ayrıca müteveffaya yapılan tıbbi müdahalelerin tıp bilimine uygun ve eksiksiz olarak yapıldığını belirtmiştir. Bireysel başvuru formu ve ekinde karara karşı herhangi bir itiraz yoluna gidildiğine ilişkin bir bilgi veya belge bulunmamıştır. Müteveffa ile aynı dönemde askerlik yapan Jandarma Er E.K.nın (tanık) başvurucuların avukatı Alperen Parmak'ın hukuk bürosuna gelerek müteveffanın ölümünde idarenin hizmet kusurunun olabileceği yönünde 3/5/2017 tarihinde beyanda bulunduğu, söz konusu beyanın tutanak altına alındığı görülmüştür. Belirtilen beyanda özetle müteveffayı çakmak gazına kendisini yaralı olarak bulan üç askerin alıştırdığı, bu şahıslarla kavga yaşanmış olabileceği ve bir satıcının düzenli olarak arabayla birliğe gelerek buraya sokulması yasak maddeleri askerlere ulaştırdığı vurgulanmıştır. Bu süreci takiben başvurucular, ölüm olayında idarenin kusur ve sorumluluğunun bulunduğunu beyan ederek uğradıkları maddi ve manevi zararların karşılanması için 22/5/2017 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına (İdare) başvuruda bulunmuştur. İdareye yapılan başvuru cevap verilmemek suretiyle zımnen reddedilmiştir. Bunun üzerine müteveffanın anne, baba ve kardeşleri tarafından ölüm olayının meydana gelmesinde İdarenin kusursuz sorumluluğunun bulunduğu ileri sürülerek 000 TL manevi ve 000 TL maddi tazminatın ödenmesine karar verilmesi istemiyle Mardin İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açılmıştır. Başvurucular dava dilekçesinde, İdarenin müteveffanın ölümünün üzerine yeterince gitmeden soruşturmayı eksik ve hatalı tamamladığını, tanığın beyanında belirttiği haftada bir gün birliğe gelen satıcının denetim ve kontrolünün yapılmadığını iddia etmiştir. Mahkeme 10/10/2017 tarihli kararlarıyla davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir. Gerekçede; idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların dava açmadan önce bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her hâlde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemelerinin şart olduğu, bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi hâlinde ret işleminin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açmaları gerektiği hatırlatılmıştır. Başvurucuların yakınlarının 22/5/2012 tarihinde vefat ettiği ve başvurucuların olay günü itibarıyla eylem ve zarardan haberdar oldukları vurgulanmıştır. Diğer taraftan olayla ilgili olarak müteveffa ile aynı dönemde askerlik yapan şahsın ölüm olayında idarenin hizmet kusurunun olabileceği yönündeki beyanını verdiği 3/5/2017 tarihini başvurucuların dava konusu olayı öğrendiği tarih olarak kabul etmenin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Buna göre başvurucuların 22/5/2012 tarihinden itibaren bir yıl içinde en geç 22/5/2013 tarihinde idari başvuru yaparak zararının tazmin edilmesini istemesi gerekirken bu tarih geçtikten sonra yaptıkları başvuru üzerine açtıkları davanın süre aşımına uğradığı belirtilerek ret gerekçesi oluşturulmuştur. Ret kararına yönelik istinaf başvurusu, Gaziantep Bölge İdare Mahkemesinin 9/5/2019 tarihli hükmüyle reddedilmiştir. Başvurucular, nihai kararı 4/7/2019 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 17/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir." Danıştay İçtihadı Danıştay Onuncu Dairesinin 4/11/2011 tarihli ve E.2008/7182, K.2011/4711 sayılı kararı şöyledir:"Bir eylemin idariliği ve doğurduğu zarar bazı durumlarda eylemin gerçekleşmesiyle, kimi zaman da değişik araştırma ve incelemelerden, hatta ceza davalarından sonra ortaya çıkabilmektedir.Özelikle, kamu görevlilerinin idari tasarrufta bulunurken uyulması zorunlu görülen kurallara uymamaları nedeniyle kendilerine izafe edilebilecek nitelikte olmakla birlikte, resmi yetkilerin kullanımı sırasında gerçekleştiği için idaresinden de ayrılamayan görev kusurlarından doğan zararın tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, zararın, kamu görevlisinin kişisel kusurundan mı, görev kusurundan mı kaynaklandığının ceza muhakemesi sonucunda belirlenmesiyle ortaya çıkabilmektedir.Bu nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin ve doğurduğu zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, dava açma yolunun kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini olumsuz etkileyeceğini belirtmek gerekir. Anılan Yasa hükmünde öngörülen tam yargı davalarının, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik olması sebebiyle davanın açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur." Aynı Dairenin 20/4/2015 tarihli ve E.2013/1051, K.2015/1927 sayılı kararı şöyledir:"2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun maddesinde, idari eylemlerden hakları ihlal edilen ilgililerin, idari eylemleri öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde idari eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği hükme bağlanmıştır. Anılan Yasa hükmünde idareye başvuru için öngörülen en geç beş yıllık sürenin hangi tarihten itibaren başlatılacağı zaman zaman duraksamalara yol açtığından, bu hususun irdelenmesi gerekmektedir.Tam yargı davaları, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle, tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur. İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir davranışı, bir tutumu veya hareketsizliği; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları ifade etmektedir. Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir. Özellikle kamu görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural, usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve biçimde, ancak yine de resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu yoksa görev kusuru sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir. Bu itibarla, 2577 sayılı Kanunun maddesinde öngörülen bir ve beş yıllık sürelerin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır." Danıştay Onuncu Dairesinin 17/1/2017 tarihli ve E.2016/2637, K.2017/180 sayılı kararı şöyledir:"Tam yargı davaları idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur. (...)Söz konusu eylemin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılaması sonucu ortaya çıkabilmektedir.Bu itibarla, 2577 sayılı Kanunun maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır.Uyuşmazlıkta tazmini istenilen zarar, idarenin hizmet kusuru nedeniyle uğranılan zarar olduğuna göre, davacıların kardeşinin Şanlıurfa Kapalı Cezaevi'nde meydana gelen olaylar sonucunda 16/6/2012 tarihinde çıkan yangında hayatını kaybetmesinde davalı idareye yüklenebilecek hizmet kusurunun varlığı, idarenin bir kusurunun bulunup bulunmadığının belirlenmesine bağlıdır. (…)Dolayısıyla davacıların yakınının hayatını kaybetmesinde eylemin idariliğinin bulunup bulunmadığı, Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair karar ile kesinlik kazanmıştır.Bu durumda, olayda eylemin idariliğinin kesin olarak ortaya çıktığı tarihin, …Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar'ın verildiği tarih olması nedeniyle bir yıllık sürenin de bu tarihten itibaren başlayacağı açıktır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir...” Dava açma hakkını kullanmak yasal birtakım şartlara bağlansa da mahkemelerin usul kurallarını uygularken hem yargılamanın adil olmasına halel getirecek aşırı şekilcilikten hem de yasalar tarafından konulan usul kurallarını ortadan kaldırma sonucunu doğuracak aşırı esneklikten kaçınmaları gerekir (Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29). Yapılan düzenlemelerin hukuk güvenliği ilkesi ve adaletin iyi bir şekilde tecelli etmesi amaçlarına hizmet etmediği, dava açmak isteyen kişinin önünde davasının esasını yetkili ve görevli mahkeme önünde inceletmek bakımından bir engel oluşturduğu durumlarda mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olur (Efstathiou ve diğerleri/Yunanistan, B. No: 36998/02, 27/7/2006, § 24). Tazminat davasının ileri sürülen bir kusur veya ihmale dayandığı durumlarda başvurucunun yalnızca bu kusur ya da ihmalin sonuçlarından haberdar olduğu veya haberdar olması gerektiği andan itibaren yani haklarının ihlal edildiğiyle ilgili belge ya da karardan haberdar olduğu tarihten itibaren dava açma süresi işleyebilecektir (Yeşilkaya/Türkiye (k.k.), B. No: 47157/10, 26/5/2015, § 39). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye (B. No: 611/12, 17/11/2015) başvurusunda, askerde ölüm olayıyla ilgili yürütülen ceza soruşturmasının takipsizlikle sonuçlanmasının ardından Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) açılan tam yargı davasının süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin başvuruda başvurucuların mahkemeye erişim hakkının ihlal edilip edilmediği hususunu değerlendirmiştir. Söz konusu olayda başvurucuların oğlu Y. 9/9/2008 tarihinde nöbet kulübesinde el bombasının patlaması sonucu vefat etmiştir. Yapılan soruşturmanın ardından 15/12/2009 tarihinde askerî savcılık; ölüm olayının meydana gelmesinde kimsenin kusur ya da kastının bulunmadığı, Y.nin el bombasıyla intihar ettiği sonucuna varmıştır. Askerî savcılığın bu sonuca varmasında olay yeri inceleme raporu, olay yeri krokisi, otopsi raporları ile tanıkların Y.nin ailevi ve çeşitli maddi sıkıntılara bağlı olarak psikolojik sorunlarının olduğuna dair ifadeleri etkili olmuştur. Söz konusu kararın ardından başvurucular 27/8/2010 tarihinde tazminat istemiyle İçişleri Bakanlığına başvuruda bulunmuş, istemin zımnen reddi üzerine 2/11/2010 tarihinde AYİM'de tam yargı davası açmışlardır. AYİM 1602 sayılı mülga Kanun'un maddesinde öngörülen bir yıllık süreyi ölüm tarihinden başlatarak davayı süre aşımı gerekçesiyle reddetmiştir. AYİM kararında, yürütülen soruşturma sonucunda ölüm olayının davacılar yakınının intihar kastıyla el bombasını patlatması şeklinde gerçekleştiği ve bu durumun davacılar tarafından da önceden bilinen ölüm sebebinde herhangi bir değişiklik yapmadığı kanaatine varıldığı da ayrıca belirtilmiştir. AİHM ise davanın temelinde yer alan konunun bir yıllık süre sınırının Y.nin ölüm tarihinden itibaren başlatılması olduğunu belirtmiş; başvuranların oğullarının 9/9/2008 tarihinde hayatını kaybettiğini öğrendiklerini ancak kesin ölüm nedenini bilmediklerini, bu bağlamda takipsizlik kararı tebliğ edilinceye kadar söz konusu olayın kaza, cinayet veya intihar olduğunu kesin olarak bilemediklerini ve bu durumun AYİM'e başvuru yapılması için belirleyici bir etkiye sahip olduğunu vurgulamıştır. AİHM; olay tarihinde başvurucuların elinde idarenin kusur veya ihmaliyle ilgili kıstaslar bulunmadığını, kovuşturmaya yer olmadığına dair karardan haberleri olduğu tarihten itibaren tam olarak soruşturma unsurlarına erişebildiklerini ve idarenin olası bir hatası veya ihmalinden haberleri olduğunu, anılan kararın tebliğinin üzerinden bir yıl geçmeden idareye başvuru yapıldığı ve bu koşullarda başvurucuların ihmalkâr davrandıkları ya da hatalı oldukları yönünde suçlanamayacaklarını belirterek AYİM kararının başvuranları mahkemeye erişim haklarından mahrum bıraktığı sonucuna varmıştır (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, §§ 65-73).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/24350
Başvuru, zorunlu askerlik görevi sırasında meydana gelen ölüm nedeniyle açılan tazminat davasının süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1