text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvuru, gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucuların murisi R.A.K. ile -davalıların murisi- Ç. arasında başvuru konusu 1518 m²lik taşınmaza ilişkin olarak 18/6/1969 tarihinde noterde satış vaadi sözleşmesi imzalanmıştır. Söz konusu satış vaadi sözleşmesinde Ç. 000 eski TL bedel ile taşınmazı başvurucuların murisine sattığı ve satış bedelinin tamamı ödendiğinde bir ay içinde taşınmazın tapusunu devredeceği kararlaştırılmıştır. Buna mukabil satış vaadi alacaklısı başvurucuların murisi ise satış bedelinin 000 eski TL'sini peşin ödediğini, bakiye 000 eski TL'yi ise 1969 yılına ait farklı vade tarihli 500 eski TL bedelli 4 ayrı bono/senet ile ödemeyi kabul etmiştir. Başvurucuların murisi, 2013 ve 2014 yıllarında Ç. mirasçıları aleyhine ayrı ayrı açtığı -sonrasında birleştirilen- davalar ile başvuru konusu taşınmazın tapusunun iptali ile kendi adına tescilini talep etmiştir. Başvurucuların murisi, dava dilekçelerinde satış vaadi sözleşmesinden sonra senet bedellerinin ödendiğini ve davalının hiçbir alacağı kalmadığını belirterek taşınmazın kendisine teslim edildiğini beyan etmiştir. Başvurucuların murisi ayrıca 1969 yılından beri taşınmazı kesintisiz kullanmakta olduğunu, ticari faaliyetlerini yürüttüğünü, satış vaat edenin 1969 yılından sonra taşınmazla hukuki ve fiilî hiçbir irtibat kalmadığını, taşınmazın tüm emlak vergilerini/beyannamelerini yatırdığını dile getirmiştir. Mahkemece satış vaadi sözleşmesine konu 000 eski TL'nin 000 eski TL’sinin ödendiği, geri kalan kısmın ödendiğinin ispatlanamadığı kabul edilerek, ödenmeyen 000 eski TL’nin denkleştirici adalet ilkesi uyarınca dava tarihindeki güncellenmiş değeri olarak 190,79 TL'nin depo edilmesine karar verilmiştir. Bu bedelin depo edilmesi üzerine 6/9/2016 tarihinde davaların kabulüne karar verilerek davalılar adına olan tapunun iptali ile başvurucular murisi adına tesciline hükmedilmiştir. Mahkeme kararı taraflarca istinaf edilmiştir. Başvurucuların murisi istinaf dilekçesinde satış vaadi sözleşmesine konu bedelin 000 eski TL’sinin peşin, kalanın ise verilen bonolarla süresinde ödendiğini ileri sürmüştür. Bölge adliye mahkemesince, mahkeme kararı kaldırılarak 4/7/2018 tarihinde davaların reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, bononun götürülecek borçlardan olduğu ve bizzat senet lehtarına ödenmek ve senedin iadesiyle borçtan kurtulmanın mümkün olduğu, davalı tarafın senet bedelini almadığını ispat etmek zorunda bulunmadığı, davacının bedelin ödendiğini ispat etmek zorunda olduğu ancak taşınmazın 000 eski TL’lik bakiye bedelinin ödendiğinin ispat edilemediği belirtilmiştir. Buna göre dava tarihi itibarıyla taşınmazın rayiç bedeli belirlendikten sonra ödenen kısmın %28,57 oranında, ödenmeyen kısmın ise %71,42 oranında olduğu açıklanmıştır. Ardından eksik/kalan bedelin dava tarihi itibarıyla rayiç değerinin 912,67 TL olduğu vurgulanmıştır. Netice itibarıyla verilen kesin süre içerisinde 912,67 TL bakiye bedelin depo edilmemesi nedeniyle davaların reddedildiği izah edilmiştir. Başvurucuların murisi 28/9/2019 tarihinde vefat ettikten sonra taraflarca temyiz edilen bölge adliye mahkemesi kararı, 15/10/2019 tarihinde Yargıtay Hukuk Dairesince onanmıştır. Başvurucular nihai hükmü 7/2/2020 tarihinde öğrendikten sonra 20/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/6534 | Başvuru, gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 3/8/2004 tarihinde kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır. Afşin Sulh Hukuk Mahkemesince 5/5/2006 tarihli karar ile Mahkemenin görevsizliğine karar verilmiş, talep üzerine dava dosyası Afşin Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmiştir. Afşin Asliye Hukuk Mahkemesi 8/11/2007 tarihli kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/7/2010 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Afşin Asliye Hukuk Mahkemesinin kurulmasının ardından yargılamaya anılan Mahkemede devam edilmiş, Mahkemece 4/10/2012 tarihli karar ile davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/6/2013 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma üzerine yargılamaya Mahkemenin E.2013/593 sayılı dosyasında devam edilmiş, başvurucunun davayı takip etmemesi nedeniyle 24/9/2014 tarihinde dava dosyası işlemden kaldırılmıştır. Mahkemece 15/1/2015 tarihli karar ile dosyanın işlemden kaldırılması kararına karşı başvurucu tarafından herhangi bir başvuru yapılmadığı gerekçesiyle davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Anılan karar taraflara tebliğ edilmiş olup temyiz talebinde bulunulmamıştır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8696 | Başvuru, makul sürede yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/9782 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tıbbi hata sonucu gerçekleşen ölüm olayı üzerine ilgili doktorlar ve hastane yöneticileri hakkında açılan kamu davasının zamanaşımının dolduğu gerekçesiyle düşmesine karar verilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. İkinci Bölüm tarafından 7/2/2018 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edilen ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, geçirdiği bir ameliyat sonrasında 22/3/2004 tarihinde yaşamını yitiren 1995 doğumlu E.nin babasıdır.A. E.nin Hastaneye Götürülmesi ve Ölümü Başvurucunun kızı E. sık sık boğaz ağrısı problemi yaşaması nedeniyle 11/3/2004 tarihinde Özel A. Hastanesine götürülmüştür. Burada yapılan tetkikler sonucunda hastanın bademcik ameliyatı olmasına karar verilmiştir. Hasta aynı gün anılan Hastanede ameliyata alınmıştır. Hastaya anestezi uygulandıktan kısa bir süre sonra hastanın solunumunun normal olmadığı anlaşılmış, bunun üzerine ameliyata devam edilmesinin mümkün olmadığı değerlendirilerek ameliyata son verilmiştir. Ameliyata son verilmesi üzerine hasta, servisteki yatağına alınmış ancak bilinci yerine gelmediği için Samatya SSK Hastanesi Yoğun Bakım Servisine ambulansla sevk edilmiştir. Hasta E. 11/3/2004 tarihinde saat 40 sıralarında bilinci kapalı şekilde anılan Hastaneye ulaşmış ancak on bir gün boyunca burada yapılan müdahalelere rağmen kurtarılamayarak 22/3/2004 tarihinde yaşamını yitirmiştir.B. Ceza Soruşturması Süreci Başvurucu, Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığına başvurarak kızının ölümünde kusuru bulunan Özel A. Hastanesi doktorları ile yöneticilerinin cezalandırılması isteminde bulunmuştur. Başvurucunun suç duyurusu üzerine Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığı, ilgili doktorlar ile Hastane yöneticileri hakkında soruşturma başlatmış ve yaptığı araştırmalar neticesinde 7/4/2009 tarihinde şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığı, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda Hastanede yapılan işlemlerin usulüne uygun olduğu yönünde görüş bildiren Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulunun 31/12/2008 tarihli raporuna dayanmıştır. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 31/12/2009 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince verilen itirazın reddine ilişkin karara karşı kanun yararına bozma istemiyle Bakanlığa başvurmuş; başvurucunun talebinin kabul edilmesi üzerine dosya Yargıtay Ceza Dairesine gönderilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 8/10/2010 tarihli ilamıyla İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince verilen itirazın reddine ilişkin kararı bozmuş ve dosyayı Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığının 22/3/2011 tarihli iddianamesiyle Hastane Başhekimi K., Anestezi ve Reanimasyon Uzmanı E.O., Kulak Burun Boğaz Uzmanı K.N. ve Hastane yöneticilerinden Z. hakkında mesleklerinin gerekli kıldığı dikkat ve özeni göstermemeleri nedeniyle ölüme sebebiyet verdikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinde görülen kamu davası sonucunda Mahkeme 29/3/2012 tarihli kararla dava zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesine dayanarak sanıklar hakkında açılan kamu davasının düşürülmesine karar vermiştir. Başvurucunun anılan kararı temyiz etmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 11/12/2013 tarihli ilamla derece mahkemesi kararını onamıştır. Karar aynı tarihte kesinleşmiştir. Başvurucu, Yargıtay Ceza Dairesi kararının kendisine tebliğ edilmediğini, anılan kararı 11/6/2014 tarihinde haricen öğrendiğini beyan etmiştir. UYAP kayıtlarında, başvurucunun nihai kararı haricen öğrendiği şeklindeki beyanı dışında tebliğe ilişkin herhangi bir bilgi ya da belgeye ulaşılamamıştır. Başvurucu 10/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Tazminat Davası Süreci Başvurucu, kızının yanlış anestezi uygulanması sonucu yaşamını yitirdiği iddiasıyla ameliyatın gerçekleştirildiği Hastane tüzel kişiliği ile kızına müdahale eden doktorlar ve Hastane yöneticileri aleyhine 13/1/2005 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi, olay hakkında Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu ile Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu tarafından hazırlanmış raporları dikkate alarak 2/5/2012 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Hükme esas alınan Adli Tıp Kurumu raporlarında ameliyat ve tedavinin tıp kurallarına uygun olduğu, davalı doktorlar ile Hastanenin herhangi bir kusurunun bulunmadığı yönünde değerlendirmeler yapılmıştır. Anılan kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 28/5/2013 tarihli ilamla eksik inceleme ve araştırma sonucu hüküm kurulduğu gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararının bozulmasına karar vermiştir. Davalılarca yapılan karar düzeltme istemi aynı Dairenin 25/12/2013 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. Bozma kararı üzerine yargılamaya İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/22 Esas sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmiştir. Dava, ilk derece mahkemesi önünde derdesttir. Doktorlar Hakkındaki Disiplin Soruşturması Süreci İstanbul Tabip Odası Onur Kurulu, başvurucunun şikâyeti üzerine, ameliyatı yapan Kulak Burun Boğaz Uzmanı K.N. ile Anestezi ve Reanimasyon Uzmanı E.O.nun on beş gün süreyle meslekten alıkoyma cezası ile tecziye edilmesine karar vermiştir. Kararda; ameliyatın henüz başlangıcında hastanın oksijenizasyonunun yeterli olmadığının görülmesi üzerine ameliyata son verilmesinin doğru bir karar olduğu, ameliyattan sonra hastanın spontan solunum ile servise alınmasının ve hastaya nasal oksijen verilmesi ile yetinilmesinin ise tıbbi hata olduğu, hastanın beklenmeksizin daha ileri sağlık merkezine sevkinin tıbbi bir zorunluluk olduğu belirtilmiştir. Anılan karara yapılan itirazı inceleyen Türk Tabipler Birliği Yüksek Onur Kurulu ise 12/3/2009 tarihli kararlaAnestezi ve Reanimasyon Uzmanı E.O.nuncezasının onanmasına, somut olayda ortaya çıkan komplikasyonun yönetilmesinde sorumluluğu bulunmayan Kulak Burun Boğaz Uzmanı K.N. hakkındaki tesis edilen cezanın ise bozulmasına karar vermiştir. Başvurucu, anılan karara karşı idari yargıda iptal davası açılıp açılmadığı hususunda Anayasa Mahkemesine herhangi bir bilgi ve belge sunmamıştır. A. Ulusal Hukuk İlgili hukuk için bkz. Nafia Sevin Ergün Sefada ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14844, 1/12/2016, §§ 34-B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesişöyledir: "Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre yaşam hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülükler -ister özel hastane ister devlet hastanesi olsun- hastaların yaşamlarının korunmasını teminat altına alma zorunluluğu getiren düzenleyici bir çerçeve oluşturulmasını gerekli kılar (Asiye Genç/Türkiye, B. No: 24109/07, 27/1/2015, § 67). Yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülükler ayrıca -ister özel hastane ister devlet hastanesi olsun- sağlık çalışanlarının sorumluluğu altında yaşamını yitiren bir kişinin ölüm nedeninin belirlenmesine ve gerektiği takdirde sağlık çalışanlarının eylemlerinden dolayı sorumlu tutulmalarına imkân tanıyan etkin ve bağımsız bir yargı sistemi kurmayı gerektirir (Mehmet Şentürk ve Bekir Şentürk/Türkiye, B. No: 13423/09, 9/4/2013,§ 81). AİHM; Sözleşme’nin maddesi bağlamında, ölüm olayının kasıtlı bir eylem sonucu meydana geldiği durumlar ile ihmal sonucu meydana geldiği durumlar arasında bir ayrım yapılması gerektiğini belirtmektedir. AİHM, ölüm olayının kasıtlı bir eylem sonucu meydana geldiği durumlarda devletin sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân sağlayabilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütmekle yükümlü olduğunu, bu tür durumlarda mağdura/mağdurlara sadece tazminat ödenmesinin Sözleşme'nin maddesi bağlamındaki ihlali gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli olmadığını ifade etmektedir. Bununla birlikte AİHM'e göre, yaşam hakkı ihlalinin kasti olmaması hâlinde "etkili yargısal sistem kurma" yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez; bu gibi hâllerde mağdura/mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Eyüp Güvenç ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43036/08, 21/5/2013, §§ 33-35). AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesi kapsamındaki pozitif yükümlülüklerin yerine getirilme yöntemine ilişkin seçim, ilke olarak taraf devletin takdir yetkisi içinde yer almaktadır. Bu bağlamda AİHM, Sözleşme’de güvence altına alınan hakları sağlamanın farklı yollarının bulunduğunu ifade etmektedir. AİHM'e göre devlet, iç hukukta öngörülen belli bir önlemi almakta başarısız olsa bile yerine getirmekle yükümlü olduğu pozitif yükümlülükleri diğer yöntemlerle de gerçekleştirebilir (İlbeyi Kemaloğlu ve Meriye Kemaloğlu/Türkiye, B. No: 19986/06, 10/4/2012, § 37; Nurettin Demir ve Çiçek Demir/Türkiye, B. No: 34885/06, 13/11/2012, § 70). AİHM; tıbbi hata sonucu meydana gelen bir ölüm olayı sonrasında ilgili doktorlar hakkında başlatılan ceza soruşturmasının kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla neticelenmesi üzerine ölüm olayının hastalığın geç teşhis edilmesi nedeniyle meydana geldiği, olay hakkındaki ceza soruşturmasının etkili bir şekilde yürütülmediği ve çok uzun sürdüğü (6 yıl 8 ay 5 gün) iddialarıyla yapılan bir bireysel başvuruda, başvurucunun tazminat yoluna başvurmadığını dikkate alarak iç hukuk yollarının tüketilmediği sonucuna ulaşmıştır (Mübeyen Polat/Türkiye, B. No: 3143/12, 15/10/2013). AİHM; ihmal sonucu meydana gelen ölüm olayları hakkındaki ceza davalarının uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının ileri sürüldüğü bireysel başvurularda Sözleşme'nin üçüncü kişiler hakkında ceza kovuşturması yapılmasını isteme veya ceza davası açtırma hakkı bahşetmediğini ancak söz konusu olaylarda başvurucuların yalnızca sorumluların cezai anlamda mahkûm edilmelerini sağlamak amacıyla ceza davalarına müdahil olduklarını dikkate alarak konu bakımından yetkisizlik gerekçesiyle kabul edilemezlik kararları da vermiştir (Nuri Aksu/Türkiye, B. No: 25082/08, 20/5/2014, §§ 28-34; Eyüp Güvenç ve diğerleri/Türkiye, §§ 46-50; Muammer Öz/Türkiye, B. No: 31214/09, 4/9/2012). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11770 | Başvuru, tıbbi hata sonucu gerçekleşen ölüm olayı üzerine ilgili doktorlar ve hastane yöneticileri hakkında açılan kamu davasının zamanaşımının dolduğu gerekçesiyle düşmesine karar verilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari işlemden doğan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Şirket Manisa Salihli Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi Baştabipliği (idare) tarafından 22/3/2012 tarihinde açık ihale usulü ile gerçekleştirilen "2012 ile 2013 yılları 20 aylık 7 personelli veri hazırlama ve kontrol işletmenliği hizmeti alımı" ihalesine katılmıştır. İhale Komisyonunun 22/3/2012 tarihli kararı ile başvrucunun teklifi, teklif edilen bedelin hayatın olağan akışına uygun olmadığı gerekçesiyle değerlendirme dışı bırakılmış; ihale konusu iş, ekonomik açıdan en avantajlı teklif sahibi firmaya ihale edilmiştir. İhale Komisyonu kararı 23/3/2012 tarihinde ita amiri tarafından onaylanarak kesinleşmiştir. Başvurucu, aşırı düşük teklif açıklaması talep edilmeden teklifinin değerlendirme dışı bırakılmasının mevzuata aykırı olduğu iddiasıyla kesinleşen ihale kararına karşı 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun maddesi uyarınca idareye şikâyet başvurusunda bulunmuştur. İdare 2/4/2012 tarihli kararıyla başvurucunun şikâyet başvurusunu reddetmiştir. Başvurucu, şikâyet başvurusunda ileri sürdüğü aynı iddialarla 4734 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca 6/4/2012 tarihinde Kamu İhale Kurumuna (Kurum) itirazen şikâyet başvurusunda bulunmuştur. Kamu İhale Kurulu (Kurul) 30/4/2012 tarihli kararı ile başvurucunun itirazen şikâyet başvurusunu kabul etmiştir. Kararda; başvurucu Şirketin teklif bedelinin kârsız yaklaşık maliyetin altında kaldığının anlaşıldığı, idarece başvurucu Şirketten aşırı düşük teklif açıklaması istenilmeden ihalenin sonuçlandırılması işleminin mevzuata uygun olmadığı belirtilmiştir. Kararda ayrıca, mevzuata aykırılığı belirtilen bu işlemin düzeltici işlemle giderilebilecek nitelikte olduğu tespit edilmiş; başvurucu Şirketten aşırı düşük teklif açıklaması talep edilmesi ve bu aşamadan sonraki işlemlerin mevzuata uygun olarak yeniden gerçekleştirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. İhale Komisyonu söz konusu Kurul kararı doğrultusunda9/5/2012 tarihinde; düzeltici işlem tesis edilerek başvurucu Şirketten aşırı düşük teklif açıklaması talep edilmesine, kesin kararın teklif sorgulamasından sonra verilmesine karar vermiştir. İdare 9/5/2012 tarihli yazısı ile Kurulun 30/4/2012 tarihli kararından da bahsederek başvurucu Şirketten aşırı düşük teklif açıklaması istemiştir. Başvurucu Şirket aşırı düşük teklif açıklamalarını içeren 10/5/2012 tarihli dilekçesini aynı tarihte idareye sunmuştur. Başvurucu şirketin aşırı düşük teklif sorgulama sonuçlarını inceleyen ihale komisyonu açıklamaları yeterli görmeyerek 15/5/2012 tarihli kararıyla başvurucu şirketin teklifini yeniden değerlendirme dışı bırakmıştır. Başvurucu Şirket; aşırı düşük teklif sorgulaması yapılmaksızın teklifinin değerlendirme dışı bırakılması ve bu hususta idareye yaptığı şikâyet başvurusunun haksız şekilde reddedilmesi nedeniyle Kuruma itirazen şikâyet başvurusunda bulunmak ve başvuru bedeli olarak 305,00 TL yatırmak zorunda kaldığını, ayrıca gerek idareye gerekse Kuruma yapılan başvurular için yoğun bir emek sarf edildiğini belirterek bu sebeple uğranılan maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle 13/7/2012 tarihinde Manisa İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Başvurucu Şirket dava dilekçesinde, Kurul kararında şikâyet gerekçelerinin haklılığının tespit edildiğini; dolayısıyla idarenin aşırı düşük teklif sorgulamasına gitmeden teklifini değerlendirme dışı bırakması ve bu hususta yaptığı şikâyet başvurusunu reddetmesi yönündeki işlemlerinin hukuka aykırılığının da ortaya konulmuş olduğunu belirtmiştir. Mahkeme davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. 23/5/2013 tarihli kararın gerekçesinde; davanın idari işlemden doğan bir tam yargı davası niteliğinde olduğu, bu sebeple dava açma süresinin hesaplanmasında 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun ve maddelerinin esas alınması gerektiği tespit edilmiştir. Başvurucunun zararının idarenin hatalı işlemleri nedeniyle Kuruma başvurmasından doğduğu, ihale işleminin usulsüz olduğunun Kurulun 30/4/2012 tarihli kararıyla belirlendiği, dolayısıyla hukuka aykırılığı tespit eden bu kararın başvurucuya tebliğ edildiği ya da başvurucunun bu karardan haberdar olduğu tarihten itibaren altmış gün içinde tazmin istemli davanın açılması gerektiği belirtilmiştir. Kararda, dava dosyasında 30/4/2012 tarihli kararın başvurucuya tebliğine ilişkin bilgi belge bulunmamasına karşılık başvurucu Şirketin en geç Kurul kararına istinaden aşırı düşük teklif bileşenlerini açıklaması için yazılan 9/5/2012 tarihli yazıya cevap verdiği 10/5/2012 tarihinde söz konusu karardan haberdar olduğu kabulünden hareket edilmiştir. Dolayısıyla 10/5/2012 tarihini takip eden altmış gün içinde ve en geç 9/7/2012 tarihine kadar dava açılması gerekirken 13/7/2012 tarihinde açılan davanın süresinde olmadığı ifade edilmiştir. Karar, Manisa Bölge İdare Mahkemesinin (Bölge İdare Mahkemesi) 6/11/2013 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi Bölge İdare Mahkemesinin 22/1/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 3/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2577 sayılı Kanun'un "Dava açma süresi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış... gündür. Bu süreler;a) İdari uyuşmazlıklarda; yazılı bildirimin yapıldığı,(...)Tarihi izleyen günden başlar.(...)" 2577 sayılı Kanun'un "İptal ve tam yargı davaları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler.(...)" 4734 sayılı Kanun'un "İhalelere yönelik başvurular" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İhale sürecindeki hukuka aykırı işlem veya eylemler nedeniyle bir hak kaybına veya zarara uğradığını veya zarara uğramasının muhtemel olduğunu iddia eden aday veya istekli ile istekli olabilecekler, bu Kanunda belirtilen şekil ve usul kurallarına uygun olmak şartıyla şikâyet ve itirazen şikâyet başvurusunda bulunabilirler.Şikâyet ve itirazen şikâyet başvuruları, dava açılmadan önce tüketilmesi zorunlu idari başvuru yollarıdır.Şikâyet başvuruları idareye, itirazen şikâyet başvuruları Kuruma hitaben yazılmış imzalı dilekçelerle yapılır.(...)" 4734 sayılı Kanun'un "İdareye şikâyet başvurusu" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Şikâyet başvurusu, ihale sürecindeki işlem veya eylemlerin hukuka aykırılığı iddiasıyla bu işlem veya eylemlerin farkına varıldığı veya farkına varılmış olması gereken tarihi izleyen günden itibaren 21 inci maddenin (b) ve (c) bentlerine göre yapılan ihalelerde beş gün, diğer hallerde ise on gün içinde ve sözleşmenin imzalanmasından önce, ihaleyi yapan idareye yapılır.(...)" 4734 sayılı Kanun'un "Kuruma itirazen şikâyet başvurusu" kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkralarının ilgili kısımları şöyledir:"İdareye şikâyet başvurusunda bulunan veya idarece alınan kararı uygun bulmayan aday, istekli veya istekli olabilecekler tarafından 55 inci maddenin dördüncü fıkrasında belirtilen hallerde ve sürede, sözleşme imzalanmadan önce itirazen şikâyet başvurusunda bulunulabilir.(...)Kurum itirazen şikâyet başvurularını başvuru sahibinin iddiaları ile idarenin şikâyet üzerine aldığı kararda belirlenen hususlar ve itiraz edilen işlemler bakımından eşit muamele ilkesinin ihlal edilip edilmediği açılarından inceler.(...)" | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2664 | Başvuru, idari işlemden doğan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından bağlanan emekli maaşının iptali ile yersiz ödenen maaş, sağlık giderleri ve primlerin tahsili işlemine karşı açılan davanın kanun ve usule aykırı olarak reddedilmesi nedeniyle mülkiyet, adil yargılanma ve sosyal güvenlik haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 1/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 23/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 22/10/1984 tarihli BAĞ-KUR'a giriş bildirgesi esas alındığında 1/10/1984 tarihinden itibaren SGK (Kurum) kapsamında sigortalı olarak çalışmaya başlamıştır. Başvurucu 22/7/2008 tarihli dilekçesi ile yurt dışında 27/5/1983 ile 7/9/1984 tarihleri arasında geçen çalışma süreleri için borçlanma talebinde bulunmuş ve Kurumca 1/10/2008 tarihinden itibaren kendisine yaşlılık aylığı bağlanmıştır. SGK 8/5/1985 tarihli ve 3201 sayılı Yurt Dışında Bulunan Türk Vatandaşlarının Yurt Dışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında Kanun'a göre 1/10/2008 tarihinden sonra sosyal güvenlik destek primine tabi çalışmalarının olması nedeniyle başvurucuya bağlanan yaşlılık aylığını 3/2/2010 tarihi itibarıyla iptal etmiştir. SGK 1/10/2008 ile 3/2/2010 tarihleri arasında ödenen maaş, sağlık giderleri ve tahakkuk eden primlerin ödenmesini başvurucudan talep etmiştir. Başvurucu; ödenen maaş, sağlık giderleri ve primlerin tahsili işleminin iptali ile 1/10/2008 tarihi itibarıyla emekli olduğu ve Kuruma borçlu olmadığının tespiti istemiyle Amasya İş Mahkemesinde dava açmıştır. Yargılama sırasında, 3201 sayılı Kanun'un maddesinin (B) fıkrasının ilk paragrafı 16/6/2010 tarihli ve 5597 sayılı Kanun'un maddesiyle değiştirilmiş; yurt dışında çalışması nedeniyle emeklilik hakkı kazananların da sosyal güvenlik destek primi (SGDP) kapsamında çalışabilecekleri hüküm altına anılmıştır. Mahkeme 13/10/2010 tarihli ve E.2010/38, K.2010/178 sayılı kararıyla davayı kabul etmiştir. Kararın gerekçe kısmı şöyledir:"Davacının 01/10/1984 tarihinde esnaf bağ-kur sigortalısı olarak tescilinin yapılarak 0338498645 Bağ-kur numarası ile sigortalığının başladığı, 27/05/1983-07/09/1984 tarihleri arasında Almanya'da geçen çalışmaları nedeniyle 3201 Sayılı Kanun'a göre yapmış olduğu borçlanma talebi kabul edilerek 461 gün karşılığı prim borçlanması yaptığı yasada aranan yaşlılık aylığı bağlanma şartlarını oluştuğunun kurum tarfından davacıya bildirilmesi sonucu 12/9/2008tarihinde davacının tahsis talebinde bulunduğu davalı kurum tarafından tahsis talebinin kabul edilerek 1/10/2008 tarihi itibariyle 2/01466078 tahsis numarası ile davacıya yaşlılık aylığı bağlandığı, davacıya yaşlılık aylığı bağlandığı tarihteki mevzuat hükümlerine göre sigortalılığın tescili her türlü yasal şartları haiz olup tahsis talebi de davalı kurum tarafından incelenerek yasada aranan maaş bağlama şartları oluştuğu için yaşlılık maaşı bağlanıp 15 ay ödeme yapıldığı kurumun geçmişe yönelik prim tahsil etmesi ve uzun süre bu primleri kullanması ve daha sonra sigortalının emekliliğini hiçbir sebebe dayandırmadan iptal etmesi ve yatırılan primleri de irat kaydetmesi Medeni Kanun'un maddesindeki objektif iyi niyet kuraları ile bağdaşmayacağından davacının davasının kabulüne karar verilerek aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur." Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/6/2012 tarihli ve E.2010/14187, K.2012/12451 sayılı ilamıyla bozulmuştur. Bozma gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Taraflar arasındaki uyuşmazlık, 16/6/2010 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan 5997 sayılı Yasa ile 3201 sayılı Yasanın Maddesinin (B) fıkrasında yapılan değişikliğin geçmişe yönelik uygulanıp uygulanmadığı noktasında toplanmaktadır.3201 sayılı Yasanın 5754 sayılı Yasa ile değişik maddesinin (B) fıkrasında; “Yasa hükümlerinden yararlanmak suretiyle aylık bağlananlardan tekrar yurt dışında yabancı ülke mevzuatına tabii çalışanlar, ikamete dayalı bir Sosyal Sigorta ya da Sosyal Yardım ödeneği olanlar ile Türkiye'de sigortalı çalışmaya başlayanların tekrar çalışmaya başladıkları veya ikamete dayalı bir ödenek almaya başladıkları tarihten itibaren kesilir. 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun Sosyal Güvenlik Destek Primi hakkındaki hükümleri, bu kanun hükümlerinden yararlanmak suretiyle aylık bağlananlar için uygulanmaz. Yurt içinde veya yurt dışında çalışması sona erenlerin veya ikamete dayalı bir ödenek alanlardan ödenekleri sona erenlerin, aylıklarının tekrar ödenmesi için yazılı talepte bulunmaları halinde, talep tarihini izleyen ay başından itibaren aylıkları tekrar ödenmeye başlanır.” şeklinde yasal düzenleme mevcut iken, 19/06/2010 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren 5997 sayılı Yasa'nın maddesi ile 3201 sayılı Yasa'nın maddesinin (B) fıkrası değiştirilmiş ve “Yasa hükümlerinden yararlanmak suretiyle aylık bağlananlardan tekrar yurt dışında yabancı ülke mevzuatına tabii çalışanlar, ikamete dayalı bir Sosyal Sigorta ya da Sosyal Yardım Ödeneği alanların aylıkları, tekrar çalışmaya başladıkları veya ikamete dayalı bir ödenek almaya başladıkları tarihten itibaren kesilir. Türkiye'de sigortalı olarak çalışmaya başlayanlar hakkında 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası'nın Sosyal Güvenlik Destek primine tabii olarak çalışmasına ilişkin hükümler uygulanır.” hükmü getirilmiştir.Görüldüğü gibi, 19/6/2010 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren 5997 sayılı Yasa ile, yurtdışı hizmetlerini borçlanarak yaşlılık aylığı bağlananlara Türkiye'de destek primiile çalışabilme imkanı sağlanmıştır. Ne var ki, anılan bu yasa hükmünün geçmişe de yürütüleceğine ilişkin bir geçiş hükmü getirilmemiştir. Böyle olunca, 5/8/2008 tarihinden 19/6/2010 tarihine kadarTürkiye'de sigortalı çalışanların aylıklarının kesilmesi zorunludur. Yasada açık düzenleme bulunan hallerde yorum kurallarına gidilmesi ve geçmişe yönelik uygulanması mümkün değildir. Somut olayda, davacının 19/6/2010 tarihinden önce 5510 sayılı Yasaya göre sigortalı çalışması bulunduğu sabit olduğuna göre, bu tarihden önceki dönem itibariyle bağlanan yaşlılık aylığının kesilmesinde ve prim bedeli tahsil edilmesinde yasaya aykırılık bulunmadığından, mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir...." Bozma ilamına uyan Mahkeme 28/2/2013 tarihli ve E.2012/176, K.2013/25 sayılı kararıyla davayı reddetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "17/4/2008 tarihli 5754 sayılı Kanunla değişik 3201 sayılı Kanunun maddesinin (B) fıkrasına göre Kanun hükümlerinden yararlanmak suretiyle aylık bağlananlardan tekrar yurtdışında yabancı ülke mevzuatına tabi çalışanlar,ikamete dayalı bir sosyal sigorta yada sosyal yardım ödeneği alanlar ile Türkiye de sigortalı çalışmaya başlayanların aylıkları tekrar çalışmaya başladıkları veya ikamete dayalı bir ödenek almaya başladıkları tarihten itibaren kesilir. 31/5/2006 tarihli5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu nun sosyal güvenlik destek primi hakkındaki hükümleri, bu kanun hükümlerinden yararlanmak suretiyle aylık bağlananlar için uygulanmadığı, yurt içinde veya yurtdışında çalışması sona erenlerin veya ikamete dayalı bir ödenek alanlardan ödenekleri sona erenlerin aylıklarnın tekrar ödenmesi için yazılı talepte bulunmaları halinde talep tarihini izleyen ay başından itibaren aylıkları tekrar ödenmeye başlandığı, davacıya yeniden maaş bağlanabilmesi için çalışmasının sona ermesi ve aylıklarının tekrar ödenmesi için yazılı talepte bulunması gerektiği, davacının böyle bir talebinin bulunmadığı anlaşılmakla kurum tarafından yapılan işlemin yasa metnine uygun yapıldığı görülmüştür. Yargıtay bozma ilamında da belirtildiği üzere; 19/6/2010 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5997 sayılı Yasa ile, yurtdışı hizmetlerini borçlanarak yaşlılık aylığı bağlananlara Türkiye'de destek primiile çalışabilme imkanı sağlanmıştır. Ne var ki, anılan bu Yasa hükmünün geçmişe de yürütüleceğine ilişkin bir geçiş hükmü getirilmemiştir. Böyle olunca, 5/8/2008 tarihinden 19/6/2010 tarihine kadar Türkiye'de sigortalı çalışanların aylıklarının kesilmesi zorunludur. Somut olayda, davacının 19/6/2010 tarihinden önce 5510 sayılı Yasaya göre sigortalı çalışması bulunduğu sabit olduğuna göre, bu tarih itibariyle bağlanan yaşlılık aylığının kesilmesinde ve prim bedeli tahsil edilmesinde Yasaya aykırılık bulunmadığından, açılan davanın reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdakihüküm kurulmuştur." Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/9/2013 tarihli ve E.2013/7524, K.2013/15637 sayılı ilamıyla onanmıştır. Onama ilamı, 4/10/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş; 1/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılıSosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun maddesi şöyledir: "Kurumca işverenlere, sigortalılara, isteğe bağlı sigortalılara gelir veya aylık almakta olanlara ve bunların hak sahiplerine, genel sağlık sigortalılarına ve bunların bakmakla yükümlü olduğu kişilere, fazla veya yersiz olarak yapıldığı tespit edilen bu Kanun kapsamındaki her türlü ödemeler;a) Kasıtlı veya kusurlu davranışlarından doğmuşsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla on yıllık sürede yapılan ödemeler, bu ödemelerin yapıldığı tarihlerden,b) Kurumun hatalı işlemlerinden kaynaklanmışsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla beş yıllık sürede yapılan ödemeler toplamı, ilgiliye tebliğ edildiği tarihten itibaren yirmidört ay içinde yapılacak ödemelerde faizsiz, yirmidört aylık sürenin dolduğu tarihten sonra yapılacak ödemelerde ise bu süre sonundan, itibaren hesaplanacak olan kanunî faizi ile birlikte, ilgililerin Kurumdan alacağı varsa bu alacaklarından mahsup edilir, alacakları yoksa genel hükümlere göre geri alınır.Alacakların yersiz ödemelere mahsubu, en eski borçtan başlanarak borç aslına yapılır, kanunî faiz kalan borca uygulanır. Bu hüküm ilgili hak sahiplerinin muvafakat etmeleri kaydıyla, aynı dosyadan diğer bir hak sahibine yapılan yersiz ödemelere mahsubunda da uygulanır.Yersiz ödemenin gelir ve aylıklardan kesilmesinde, kesintinin başlayacağı ödeme dönemi başı itibarıyla kanunî faizi ile birlikte hesaplanan borç tutarı, gelir ve aylıktan % 25 oranında kesilmek suretiyle uygulanır.Yersiz ödemelerin tespiti ile geri alınmasına ve bu maddenin uygulanmasına ilişkin usûl ve esaslar, Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir." 3201 sayılı Kanun'un maddesinin (A) fıkrası şöyledir:"Bu Kanuna göre değerlendirilen sürelere istinaden aylık tahsisi yapılabilmesi için;a) Yurda kesin dönülmüş olması,b) Tahakkuk ettirilen borcunun tamamının ödenmiş olması,c) Borcunun tamamının ödenmesinden sonra yazılı istekte bulunulması,şarttır.Yukarıdaki şartları yerine getirenlerden tahsise hak kazananların aylıkları, yazılı istek tarihini takip eden ay başından itibaren başlatılmak üzere 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve 506 sayılı Kanunun geçici 20 nci maddesi hükümlerine göre bağlanır." Olay tarihinde yürürlükte bulunan 3201 sayılı Kanun'un 5797 sayılı Kanun ile değiştirilmeden önceki maddesinin (B) fıkrası şöyledir: "Kanun hükümlerinden yararlanmak suretiyle aylık bağlananlardan tekrar yurt dışında yabancı ülke mevzuatına tabi çalışanlar, ikamete dayalı bir sosyal sigorta ya da sosyal yardım ödeneği alanlar ile Türkiye'de sigortalı çalışmaya başlayanların aylıkları, tekrar çalışmaya başladıkları veya ikamete dayalı bir ödenek almaya başladıkları tarihten itibaren kesilir. 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun sosyal güvenlik destek primi hakkındaki hükümleri, bu Kanun hükümlerinden yararlanmak suretiyle aylık bağlananlar için uygulanmaz.Yurt içinde veya yurt dışında çalışması sona erenlerin veya ikamete dayalı bir ödenek alanlardan ödenekleri sona erenlerin, aylıklarının tekrar ödenmesi için yazılı talepte bulunmaları halinde, talep tarihini izleyen ay başından itibaren aylıkları tekrar ödenmeye başlanır." 3201 sayılı Kanun'un 5797 sayılı Kanun'un maddesi ile yapılan değişikliktensonraki maddesinin (B) fıkrası şöyledir: "Kanun hükümlerinden yararlanmak suretiyle aylık bağlananlardan tekrar yurt dışında yabancı ülke mevzuatına tabi çalışanlar, ikamete dayalı bir sosyal sigorta ya da sosyal yardım ödeneği alanların aylıkları, tekrar çalışmaya başladıkları veya ikamete dayalı bir ödenek almaya başladıkları tarihten itibaren kesilir. Türkiye'de sigortalı olarak çalışmaya başlayanlar hakkında 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun sosyal güvenlik destek primine tabi olarak çalışılmasına ilişkin hükümleri uygulanır.Yurt içinde veya yurt dışında çalışması sona erenlerin veya ikamete dayalı bir ödenek alanlardan ödenekleri sona erenlerin, aylıklarının tekrar ödenmesi için yazılı talepte bulunmaları halinde, talep tarihini izleyen ay başından itibaren aylıkları tekrar ödenmeye başlanır." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8065 | Başvuru, Sosyal Güvenlik Kurumu SGK) tarafından bağlanan emekli maaşının iptali ile yersiz ödenen maaş, sağlık giderleri ve primlerin tahsili işlemine karşı açılan davanın kanun ve usule aykırı olarak reddedilmesi nedeniyle mülkiyet, adil yargılanma ve sosyal güvenlik haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idarenin mali sorumluluğuna ilişkin olarak açılan davada yerleşik içtihada aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 7/8/2015 ve 12/10/2015 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuşlardır. 2015/13450 ve 2015/16174 numaralı bireysel başvuru dosyaları, aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2015/13454 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş olup inceleme 2015/13454 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular 2010 ve 2012 yılları arasında Astsubay Meslek Yüksek Okulu bünyesinde eğitime başlamışlardır. Başvurucuların güvenlik soruşturması ve sağlık koşulları gibi gerekçelerle Astsubay Meslek Yüksek Okulu ile ilişiği kesilmiştir. Başvurucular ilişik kesme işlemine karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde iptal davası açmıştır. AYİM verdiği kararlarla ilişik kesme işlemlerinin iptaline hükmetmiştir. İptal gerekçelerinde özetle başvurucuların ilişiğinin kesilmesine neden olan rahatsızlıkların Gülhane Askerî Tıp Akademisi Profesörler Kurulu tarafından düzenlenen rapor ile doğrulanmadığı ve ilişik kesilmesine yeter derecede somut bilgi, belge bulunmadığı ifade edilerek ilişik kesme işlemlerinin hukuka aykırı olduğu sonucuna varılmıştır. İptal kararı üzerine başvurucular Astsubay Meslek Yüksek Okulu bünyesinde eğitimlerine kaldıkları yerden devam etmiş ve mezun olarak astsubay çavuş rütbesiyle göreve başlamıştır. Başvurucular göreve başlamalarının ardından hukuka aykırılığı yargı kararıyla saptanmış işlem nedeniyle göreve geç başladıklarını belirterek bir yıl boyunca mahrum kaldıkları maaş ve özlük haklarına ilişkin zararın ödenmesi için Millî Savunma Bakanlığına başvuruda bulunmuştur. Başvurucuların bu talebi cevap verilmemek suretiyle zımnen reddedilmiştir. Başvurucular zımnen ret işlemi üzerine AYİM nezdinde iptal ve tazminat davası açmışlardır. AYİM açılan davaları reddetmiştir.Ret gerekçelerinde öncelikle hukuk devleti ilkesi gereği faaliyetlerini hukuka uygun bir biçimde yürütmek zorunda olan idarenin bir işleminden dolayı hizmet kusuruna dayalı olarak tazmin sorumluluğundan söz edilebilmesi için kural olarak hukuka aykırılığın varlığının şart olduğu ifade edilmiştir. İdari işlemin her hukuka aykırılık hâlinin hizmet kusuruna neden olmadığı; idari işlemin sebep, konu ve maksat unsurları bakımından hukuka aykırı olması hâllerinde hizmet kusurunun ve hizmet kusuruna dayalı tazmin sorumluluğun oluşacağı, öğretideki baskın görüşün de bu doğrultuda olduğu hatırlatılmıştır. Askerî öğrencilikten çıkarılmanın ders, sağlık, disiplinsizlik, güvenlik soruşturması gibi çeşitli sebeplere dayalı olarak gerçekleştiği ve bu hususlarda yapılan incelemeler sonucu çıkarılma sebebinin hukuka aykırı olduğunun anlaşıldığı durumlarda askerî öğrencilik statüsünün sona erdirilmesini sağlayan işleme karşı açılan davaların iptal kararları ile sonuçlandığı belirtilmiştir. Somut olayda iptal kararının hukuki etki ve sonucunun başvurucuların eğitimine döndürülmesi olgusu ile sınırlı olduğunun altı çizilmiştir. Başvurucuların talebi kabul edilerek bir yıllık astsubay çavuş rütbesine denk gelen maaşın ödenmesi kabul edilse bile nasıp düzeltilmesi yapılmaksızın bu talebin karşılanmasının müteakip rütbelerde geç terfiye dayanılarak yeni taleplerin ve davaların oluşmasını engellemeyeceği ifade edilmiştir. Nihayetinde başvurucuların geç atanmasına bağlı olarak talep ettiği tazminatın karşılanmasının mümkün olmadığı sonucuna varılarak ret gerekçesi oluşturulmuştur. Ret hükmüne yönelik karar düzeltme istemlerinin de reddedilmesinin ardından süresi içinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun "İdari davalar ve yargı yetkisinin sınırı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: " ... askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden dolayı; yetki, sebep, şekil, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından bahisle menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak iptal davaları, aynı idari işlem ve eylemlerin haklarını ihlal etmesi halinde açılacak tam yargı davaları, doğrudan doğruya ve kesin olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde çözümlenir ve karara bağlanır ." 1602 sayılı mülga Kanunu’nun "İptal ve tam yargı davaları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: " İlgililer, haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davaları ile birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı, icra tarihinden itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler. " AYİM Kararları Ankara Beytepe Jandarma Okullar Komutanlığında uzman jandarma öğrencisi iken ilişiği kesilen ve ilişik kesme işlemi yargı kararı ile iptal edilen davacının geç atanması sonucu statü dışında geçirdiği sürelere ilişkin maaş ve özlük haklarına dair maddi zararın ödenmemesi işlemine karşı açtığı davada Mahkeme 24/2/2009 tarihli ve E.2009/36, K.2009/226 sayılı kararıyla davanın kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir: "T.Anayasanın 125 nci maddesinin son fıkrasına göre, idare kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür. Anayasada idarenin sorumluluğunun hangi esaslara göre belirleneceği belirtilmemiş olup bu meselenin çözümü öğretiye ve yargı kararlarına bırakılmıştır. Bugün idarenin sorumluluğu hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkelerine dayandırılmaktadır. İster hizmet kusuru ister kusursuz sorumluluk ilkelerine dayandırılsın genel olarak idarenin tazmin borcunun doğabilmesi için bir zararın mevcudiyeti, zarara yol açan eylemin idareye yüklenebilir nitelikte olması ve zarar ile eylem arasında illiyet bağının bulunması zorunludur. Davacının, hukuka aykırılığı mahkeme kararıyla saptanan bir idari tasarrufla Uzman Jandarma Okulundan çıkarıldığı ve emsallerinden daha sonra göreve başladığı maddi bir vakıadır. İdare ajanlarının hukuka aykırı güvenlik soruşturması sonucunu esas olarak tesis ettikleri okuldan çıkarılma işlemi, idarenin hizmet kusurunu ortaya koymaktadır. Davacının hukuka aykırı olarak hakkında tesis edilen okuldan çıkarılma işlemi nedeniyle emsallerinden daha sonra uzman jandarma çavuş nasbedilmek ve göreve başlamak suretiyle statü dışında geçirdiği sürede uğradığı maddi zararının idarece, hizmet kusuru esaslara göre giderilmesi gerektiği, bu nedenle, hukuka aykırılığı Mahkememizce tespit edilen okuldan çıkarma işlemi nedeniyle emsallerinden geç mezun olan davacının, emsallerine göre mahrum kaldığı aylıkların kendisine ödenmemesi yönündeki işleminin iptaline karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır." Hava Astsubay Meslek Yüksek Okulu öğrencisi iken ilişiği kesilen ve ilişik kesme işlemi yargı kararı ile iptal edilen davacının geç atanması sonucu statü dışında geçirdiği sürelere ilişkin maaş ve özlük haklarına dair maddi zararın ödenmemesi işlemine karşı açtığı davada Mahkeme 15/5/2013 tarihli ve E.2013/454, K.2013/589 sayılı kararıyla davanın kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir: "İdari işlemden doğan tam yargı davalarında da eylemden doğan tam yargı davalarında olduğu gibi idarenin tazmin sorumluluğu, hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk kuram ve ilkelerine dayanmaktadır. Hukuk devleti ilkesi gereği faaliyetlerini hukuka uygun bir biçimde yürütmek zorunda olan idarenin, bir idari işlemden dolayı "hizmet kusuru"na dayalı olarak tazmin sorumluluğundan söz edilebilmesi için kural olarak hukuka aykırılığın varlığı şarttır. Ancak, bir idari işlemin herhangi bir yönden mevzuata ve hukuk kurallarına aykırı olması halinin, her durumda ve tek başına hizmet kusurunun varlığını kabule yeterli olup olmadığı, diğer bir ifadeyle idari işlemlerin iptalini gerektiren nedenlerle hizmet kusurunu doğuran nedenler arasında tam bir bağlılık ve ayniyet olup olmadığı hususunda öğretide bir fikir birliği bulunmadığı görülmektedir.Ancak öğretide bu konuda baskın görüş idari işlemlerdeki yetki, şekil unsurları ve usul bakımından hukuka aykırılıkların, sonradan giderilebilir hukuka aykırılıklar olması nedeniyle hizmet kusuru teşkil etmeyeceğinden, idarenin hizmet kusuruna dayalı sorumluluğunun bulunduğundan da söz edilemeyeceği; idari işlemlerdeki sebep, konu ve maksat unsurları bakımından hukuka aykırılıkların ise hizmet kusuruna sebebiyet verdiği ve idarenin hizmet kusuruna dayalı tazmin sorumluluğunun bulunduğu yönündedir.Davacının hukuka ve mevzuata aykırılığı AYiM Dairesinin 2011 tarih ve 2011/275 Esas, 2011/404 Karar sayılı kararıyla saptanan bir idari işlemle Astsubay Meslek Yüksek Okulundan çıkarıldığı ve bu nedenle emsallerinden geç göreve başladığı maddi bir vakıadır. Bu nedenle tesis edilen okuldan çıkarılma işlemi, idarenin hizmet kusurunu ortaya koymaktadır. Davacının hukuka aykırı olarak hakkında tesis edilen okuldan çıkarılma işlemi nedeniyle emsallerinden geç Astsubaylığa nasbedilmek ve göreve geç başlamak suretiyle statü dışında geçirdiği süreye ilişkin uğradığı zararların idarece hizmet kusuru esaslarına göre tazmini gerektiği, bu nedenle, hukuka aykırılığı Mahkememizce tespit edilen okuldan çıkarma işlemi nedeniyle emsallerinden geç mezun olan davacının, emsallerine göre mahrum kaldığı aylıkların kendisine ödenmemesi yönündeki işleminin iptaline karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır." Mahkemenin 8/5/2013 tarihli ve E.2013/355, K.2013/568 sayılı; 8/5/2013 tarihli ve E.2012/1200, K.2013/564 sayılı; 20/3/2013 tarihli ve E.2012/1099, K.2013/349 sayılı; 27/3/2013 tarihli ve E.2012/1100, K.2013/379 sayılı; 20/3/2013 tarihli ve E.2012/1101, K.2013/350 sayılı; 2/7/2014 tarihli ve E.2013/1833, K.2014/1040 sayılı kararları da yukarıda alıntısı yapılan karar (bkz. § 23) ile benzer uyuşmazlıklara ilişkin olup aynı gerekçeye sahiptir. Sözleşmeli subay adaylığına son verilmesine ilişkin işlemi yargı kararı ile iptal edilen davacının statü dışında geçirdiği sürelere ilişkin maaş ve özlük haklarına dair maddi zarar ile işlem nedeniyle uğradığı manevi zararın tazmini istemiyle açtığı davada AYİM Birinci Dairesi 18/6/2013 tarihli ve E.2013/217, K.2013/731 sayılı kararıyla davanın kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"Davacı hakkında tesis edilen ayırma işlemi Dairemizin 25 Ekim 2011 gün ve E:2010/1111, K:2011/1683 sayılı kararıyla hukuka aykırı bulunarak iptal edilmiştir. Hukuka aykırılığı mahkeme kararıyla tespit edilen bu işlem nedeniyle davalı idarenin hizmet kusuru içinde bulunduğu açıktır. Ayrıca iptal kararları, geriye yürür şekilde işlemi ortadan kaldıran ve yargılama konusu işlemin hukuk aleminde hiç doğmaması sonuçlarını doğuran kararlardır. İptal kararıyla, dava konusu ayırma işleminin tesis anından önceki hukuki duruma dönülür. Bu bağlamda, davacının statü dışında geçirdiği süreye ilişkin özlük haklarının ödenmesi, iptal kararının gereklerinden olup, davalı idareyi bu hakların ödenmesi yükümlülüğü altına sokmaktadır. ...İdarenin bir eylemi veya işlemi sonucu elem ve ızdırap duyulması, haysiyet ve şerefin rencide olması, manevi değerlerin ve yaşama zevkinin azalması manevi zarar teşkil etmektedir. Bu bağlamda günlük yaşamı etkileyecek ölçüde üzüntü ve sıkıntı duyulmasınm da tazmini gereken bir manevi zarara neden olacağının kabulü gerekmektedir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından,hakkaniyete uygun ve kamuya açık olarak makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre mahkeme içtihatlarındaki değişim yargı organlarının takdir yetkisi kapsamında kalmakta olup böyle bir değişiklik özü itibarıyla önceki çözümün tatminkâr bulunmaması anlamına gelir (S.S. Balıklıçeşme Beldesi Tarım Kalkınma Kooperatifi ve diğerleri/Türkiye, B. No: 3573/.., 30/11/2010, § 28). Ancak yerleşmiş yargısal pratiğin de içtihat değişikliğinin gerekçelendirildiği kararda dikkate alınması gerekir (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 36815/03, 14/1/2010, § 38). Bu bağlamda aynı hususta daha önce çıkan kararlardan farklı bir hüküm kurulması hâlinde mahkemelerce bu farklılaşmaya ilişkin makul bir açıklama getirilmesi gerekmektedir (Stoilkovska/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 29784/07, 18/7/2013, § 49). AİHM, hukuki belirlilik şartının ve meşru beklentilerin korunması gereğinin yerleşik içtihadın sürdürülmesini içermediğinin altını çizmekte ancak iyi temellere oturmuş yerleşik içtihadın varlığının yüksek mahkemeye içtihattan ayrılmayı haklılaştıran daha sağlam gerekçeler açıklama görevi yüklediğini ifade etmektedir. AİHM'e göre yüksek mahkemenin yerleşik içtihattan farklı karar verilmesinin sebebi hakkında başvurucuya detaylı açıklama yapma sorumluluğu bulunmaktadır (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, § 38). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/13454 | Başvuru, idarenin mali sorumluluğuna ilişkin olarak açılan davada yerleşik içtihada aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/9414 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, öğretmenliğe ilk atanmada kırk yaşından gün almamış olma şartının kaldırılması üzerine atanma talebiyle yapılan başvurunun reddi üzerine açılan davada hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Okul öncesi öğretmenliği lisans programı mezunu olan başvurucunun 2009 Şubat Dönemi öğretmen atamaları için internet üzerinden yaptığı başvuru, başvuru tarihi itibarıyla kırk yaşından gün almamış olma şartını sağlamaması nedeniyle kabul edilmemiştir. Başvurucu, atanma talebinin reddine yönelik işlem ile bu işlemin dayanağını oluşturan ve Millî Eğitim Bakanlığı (İdare) tarafından yayımlanan 2009 Şubat Dönemi Öğretmenlik İçin Başvuru ve Atama Kılavuzu'nun (Kılavuz) maddesinde yer alan "kırk yaşından gün almamış olmak" ibaresi ile 4/3/2006 tarihli ve 26098 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Millî Eğitim Bakanlığı Öğretmenlerinin Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği'nin (2006 tarihli Yönetmelik) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendinde yer alan "kırk yaşından gün almamış olmak" ibaresinin iptali talebiyle Danıştayda dava açmıştır. Danıştay Onikinci Dairesi (Daire) 22/5/2013 tarihinde;i. Kılavuz hakkındaki talep yönünden davanın reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmında, öğretmenlik mesleğinin niteliği ve ihtiyaç duyduğu dinamizm dikkate alınarak ilk defa öğretmenlik mesleğine atanacaklar için "40 yaşından gün almamış olmak" şartının aranmasının hukuka uygun olduğu belirtilmiştir. ii. Yönetmelik hakkındaki talep yönünden karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, dava konusu işlemin tesis edildiği tarihte yürürlükte olan 2006 tarihli Yönetmelik'in 6/5/2010 tarihli ve 27573 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Millî Eğitim Bakanlığı Öğretmenlerinin Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği'nin (2010 tarihli Yönetmelik) maddesi ile ilga edilmesi sebebiyle davanın konusunun kalmadığı belirtilmiştir. iii. Atanma talebinin reddine yönelik işlem yönünden ise işlemin iptaline karar vermiştir. Kararda, davacının ilk defa usta öğretici olarak istihdam edildiği tarih itibarıyla kırk yaşından gün almamış olma şartını taşıyıp taşımadığının araştırılması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu anılan karar gereğince İdarece yapılan değerlendirme üzerine Mersin ili Akdeniz ilçesinde bulunan Bağlarbaşı İlkokuluna okul öncesi öğretmeni olarak atanmıştır. Bununla birlikte Dairenin 22/5/2013 tarihli kararının iptale ilişkin kısmına karşı İdare tarafından yapılan temyiz başvurusu sonucunda Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (İDDK) 1/4/2015 tarihinde Daire kararını bozmuştur. Bozma kararının gerekçesinde, okul öncesi öğretim kurumlarında hizmetin kadrolu öğretmenler ile yürütülmesinin esas olduğu, usta öğreticilerin ancak öğretmenlere yardımcı olarak görevlendirilmesinin mümkün olduğu, İdarece hazırlanan Kılavuz'da öğretmenliğe alınmak için kırk yaşını doldurmamış olmak şartının getirildiği, Kılavuz'da getirilen bu düzenlemeye karşı açılan davanın reddedilmesi ve söz konusu kararın temyiz edilmeksizin kesinleşmesi karşısında usta öğretici olarak istihdam edilen davacının kırk yaş şartını taşımadığından atamasının yapılmamasına dair işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. İDDK'nın anılan kararı uyarınca başvurucunun okul öncesi öğretmenliği görevine 3/8/2015 tarihinde son verilmiştir. Daire 20/12/2016 tarihinde İDDK'nın bozma kararına uyarak atanma talebinin reddine yönelik işlem yönünden davayı reddetmiştir. Diğer taraftan bu süreçte, 2010 tarihli Yönetmelik'in öğretmenliğe ilk atamada aranan "40 yaşından gün almamış olmak" şartını düzenleyen maddesinin (1) numaralı fıkrasının (g) bendi 28/1/2015 tarihli ve 29250 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Millî Eğitim Bakanlığı Öğretmenlerinin Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (2015 tarihli Yönetmelik) hükmü ile yürürlükten kaldırılmıştır. Başvurucu, söz konusu Yönetmelik hükmünün yürürlükten kaldırılmasına bağlı olarak öğretmenliğe atamasının yapılması istemiyle 30/9/2017 tarihinde tekrar İdareye başvurmuştur. Söz konusu talep İdarenin 23/10/2017 tarihli işlemiyle reddedilmiştir. Başvurucu ret işleminin iptali talebiyle idare aleyhine iptal davası açmış; dava dilekçesinde, daha önce usta öğretici olarak çalışması sebebiyle yaş şartı bakımından kazanılmış hakkının bulunduğunu, kendisiyle aynı durumda olan kişilerin atandığını ve hâlen görevlerine devam ettiklerini belirtmiş, farklı muameleye tabi tutularak atanmamasının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 19/6/2018 tarihinde dava konusu işlemi iptal etmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Mahkememizin 2018 tarihli ara kararıyla, davacı ile aynı durumda (atamasının yapıldığı tarih itibariyle 40 yaşın üstünde) olup görevine devam eden öğretmen veya öğretmenlerin olup olmadığı hususunun sorulması üzerine davalı idare tarafından verilen cevapta, bahsedilen öğretmenlerin, Milli Eğitim Bakanlığı'nın 2017 tarih ve 12438698 sayılı onayı ile görevlerine devamı sağlanmış olup onay tarihi itibariyle görevlerine devam etmekte olan öğretmenler için uygulandığı, daha önce yargı kararı gereğince görevine son verilen davacının kadro durumu bulunmadığından bu onay kapsamında değerlendirilmesinin mümkün bulunmadığının bildirildiği görülmüştür.Bu durumda; davacı ile aynı konumda olan fakat yargısal süreci daha ağır işleyen ancak sonuç itibariyle haklarında aynı karar verilen öğretmenlerin yukarıda anılan onay ile görevlerine devam ettikleri ancak davacının yargı kararı gereği görevine son verildiği ve onay tarihinde görevde olmadığı gerekçesiyle görevine devam ettirilmediği, bu hususun Anayasa'nın maddesinde belirtilen eşitlik ilkesine ve hakkaniyete aykırı olduğu sonucuna varıldığından, dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmamıştır." Karara karşı İdare tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 19/12/2018 tarihinde istinaf başvurusunun kabulüne ve davanın reddine kesin olarak hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"..İncelenen olayda dava konusu işlemin yukarıda belirtilen mevzuat uyarınca Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca verilen bozma kararının uygulanmasını teminen tesis edilmiş olduğu, anılan karar uyarınca davacının mesleğe (öğretmenliğe) atanmada 40 yaş koşulunu sağlamadığının açıkça tespiti karşısında göreve iadesi isteminin kabulü mümkün olmadığından, bu yoldaki başvurunun redddine yönelik işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır." Nihai karar, başvurucuya 24/3/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/12413 | Başvuru, öğretmenliğe ilk atanmada kırk yaşından gün almamış olma şartının kaldırılması üzerine atanma talebiyle yapılan başvurunun reddi üzerine açılan davada hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; mimar olan başvurucu hakkında uygulanan mesleki disiplin cezasının yargı kararıyla kesin olarak iptal edilmesi sonrasında açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucu, Kocaeli'nde serbest mimar olarak çalışmaktadır. Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Mimarlar Odası Kocaeli Şubesi Yönetim Kurulu 3/3/2011 tarihinde almış olduğu kararla "İmzacılık Hakkında Soruşturma Çalışması" yapılmasına karar vermiş, bu kapsamda başvurucuyu Soruşturma ve Uzlaştırma Kurulu'na sevk etmiştir. Konuyla ilgili olarak Soruşturma ve Uzlaştırma Kurulu tarafından başvurucu hakkında rapor düzenlenmiştir. Raporda özetle; i. Başvurucunun 2008 yılında (Temmuz-Aralık döneminde) yirmi proje, 2009 yılında otuz beş proje, 2010 yılında elli dört proje, 2011 yılında (Ocak-Aralık başı döneminde) doksan iki projeyi mesleki denetime sunduğu, 2011 yılının ilk on bir ayında dikkat çekici proje artışı gözlendiği vurgulanmıştır.ii. Başvurucunun kendisi dışında bürosunda çalıştığını ifade ettiği dört kişinin (bir mimar, bir inşaat mühendisi, bir stajyer, bir teknik eleman) çalıştığına dair herhangi bir belge sunamadığı, İstanbul'da yaşadığı ve orada da başka bir işle uğraştığı, haftanın üç günü Kocaeli'nde çalışması sonucu anılan proje sayılarına ulaştığı, mimar tarafından işlerin inşaat mühendisleri ile paylaşarak alındığının ifade edildiği, mesleki denetime sunulan projelerin çizim ve sunum tekniklerinin farklı olduğu ayrıca mesleki denetime sunulan projeler ekinde verilen fatura fotokopilerinde yapı sahiplerinin adres, kimlik numarası gibi bilgilerinin yazılmadığı tespitlerine yer verilmiştir.iii. Sonuç olarak yapılan inceleme ve değerlendirmelere göre başvurucunun imzacılık yaptığı ve dosyanın Onur Kurulu'na sevk edilmesi gerektiği görüş ve kanaatine varıldığı ifade edilmiştir. Bu rapor, TMMOB Mimarlar Odası Kocaeli Şubesi Yönetim Kurulunun 15/12/2011 tarihli toplantısında değerlendirilerek uygun bulunmuş ve bir yazı ile birlikte TMMOB Mimarlar Odası Genel Merkezine gönderilmiştir. Rapor, TMMOB Mimarlar Odası Genel Merkez Yönetim Kurulunun 28/12/2011 tarihli toplantısında görüşülmüş ve başvurucunun Onur Kuruluna sevkine karar verilmiştir. TMMOB Mimarlar Odası Onur Kurulu 23-24 Mart 2012 tarihlerinde yaptığı toplantılarla başvurucuya "180 (yüzseksen) gün süre ile meslek uygulamasının yasaklanması" cezası verilmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, rapordaki bulgular esas alınarak başvurucunun imzacılık yaptığı ve mevzuata uygun olmayan belge ibraz ettiği belirtilmiştir. Başvurucuya uygulanan ceza 18/11/2012 tarihinde sona ermiştir.B. İptal Davası Süreci Başvurucu TMMOB Mimarlar Odası Onur Kurulunun 23-24 Mart 2012 tarihli kararının hukuka aykırı olduğunu öne sürerek işlemin iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme 28/2/2013 tarihinde dava konusu işlemin iptaline hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun hakkındaki iddiaların varsayımlara dayandığı, bir projenin ilk defa yapılması ya da uygulanması hâllerinde tahmini sürenin uzun olabileceği, emsali olan projelerde ise aynı sürenin harcanacağından bahsedilemeyeceği açıklanmıştır. Kararda ayrıca başvurucunun bürosunda çalışan personel olup olmadığı hususunun fiilen araştırılmadığı, imzacılık yapıldığı ileri sürülen projelere ilişkin ayrıntılı bir incelemenin de yapılmadığı ifade edilmiştir. Neticede meslek uygulamasının yasaklanmasına ilişin olarak tesis edilen işlemin eksik incelemeye dayalı olduğu kanaatine varılmıştır. Bu karara TMMOB tarafından itiraz edilmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurul tarafından 8/4/2014 tarihinde itiraz isteminin reddine anılan kararın onanmasına kesin olarak karar verilmiştir. İptal Kararından Sonra Yapılan İşlemler Başvurucuya ait soruşturma dosyası Ankara İdare Mahkemesinin 28/2/2013 tarihli kararıyla birlikte TMMOB Mimarlar Odası Onur Kurulunun 30-31/5/2013 tarihli toplantılarında değerlendirilmiştir. Anılan toplantılarda Onur Kurulu dosyanın usulüne ilişkin eksikliklerin tamamlanması için Kocaeli Şube Soruşturma ve Uzlaştırma Kuruluna iletilmesine ve düzenlenecek rapora göre dosyanın yeniden değerlendirilmesine karar vermiş ve bu karar Kocaeli Şubesine gereği için gönderilmiştir. TMMOB Mimarlar Odası Kocaeli Şubesi tarafından İdare Mahkemesince belirtilen eksiklikler çerçevesinde kurumlarla yazışmalar yapılarak belge talebinde bulunulmuş ve oda kayıtları yeniden tetkik edilmiştir. Soruşturma dosyasına kurumlarca verilen cevap yazılarında; Sosyal Güvenlik Kurumu Kocaeli Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü 25/2/2015 tarihli yazısıyla başvurucu adına tescilli işyeri kaydına rastlanmadığı, 1/1/2011-31/12/2011 tarihleri arasında başvurucuya ait işyerinde sigortalı teknik personele rastlanmadığı, Mimarlar Odası Kocaeli Şubesinin 10/3/2015 tarihli yazısında, Şubece yapılan inceleme sonucunda 2009 ila 2011 yılları arasında başvurucunun bürosunda resmî kayıtlara göre herhangi bir elemanın çalışmadığının görüldüğü ifadelerine yer verilmiştir. Bu kapsamda elde edilen bilgi ve belgeleri Onur Kurulu 2-3 Ekim 2015 tarihlerinde yaptığı toplantılarda değerlendirmiştir. Onur Kurulu bu toplantılarda başvurucunun yönetmeliklere aykırı davrandığı ve haklılığını gösterecek yeterli bilgi ve sunamadığı görüşüne vardığını belirtmesine karşın hakkında aynı dosyadan daha önce alınmış kararın uygulanmış olduğunu da dikkate alarak başvurucu hakkında ikinci defa açılan bu dosya için ayrıca bir disiplin cezası kararı alınmamasına karar vermiştir. Tazminat Davası Süreci Başvurucu, hakkında uygulanan mesleki disiplin cezasının yargı kararıyla kesin olarak iptal edilmesi sonrasında söz konusu işlem nedeniyle maddi ve manevi zarara uğradığını belirterek TMMOB aleyhine Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tazminat davası açmıştır. Başvurucunun tazminat talepleri; tek geçim kaynağı olan mesleğini ceza aldığı süre içerisinde icra edemediği, bir süre sonra iş yerini kapatmak zorunda kaldığı, psikolojisinin olumsuz etkilendiği iddialarına dayanmaktadır. Mahkeme 5/3/2015 tarihli kararında idarenin ağır hizmet kusuru bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Bu karara başvurucu tarafından itiraz edilmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurulu tarafından 25/4/2016 tarihinde itiraz isteminin reddine anılan kararın onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi ise Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi tarafından 10/1/2017 tarihinde reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, Mimarlar Odası Onur Kurulu tarafından 2015 yılında başvurucuya yeniden aynı cezanın verilmiş olduğu ve uygulanan cezadan dolayı yeniden ceza uygulaması yapılmadığı dikkate alınmıştır. Kararda başvurucunun işini yapamadığı sürenin disiplin cezasına dayanması nedeniyle tazminat talebinin kabulünün mümkün bulunmadığı ifade edilmiştir. Nihai karar 30/1/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 27/1/1954 tarihli ve 6235 sayılı Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Madde 26 – Odalara kayıtlı meslek mensuplarından bu kanuna aykırı hareketleri görülenlerle, meslekle alakalı işlerde gerek kasten ve gerekse ihmal göstermek suretiyle zarara sebebiyet veren veya akdettiği mukavalelere riayet etmeyen veyahut meslek şeref ve haysiyetini muhil durumları tesbit olunanlara kayıtlı bulundukları oda haysiyet divanınca aşağıda yazılı inzibati cezalar verilir:...ç) 15 günden 6 aya kadar serbest sanat icrasından men'i;...Bu cezaların verilmesinde sıra gözetilmez. Ancak sebep teşkil eden hadisenin mahiyet ve neticelerine göre bu cezalardan biri tatbik olunur." 10/7/2002 tarihli ve 24811 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Disiplin Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) "Disiplin cezaları ile ilgili genel ilkeler" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Madde 3 — Disiplin cezaları, meslek mensuplarının Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Kanununa, Tüzüğüne ya da Ana Yönetmeliğine, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Genel Kurul kararlarına, ilgili Odanın Tüzüğüne ya da Ana Yönetmeliğine, Genel Kurul kararlarına ya da Yönetmeliklerine aykırı hareketleri görülenlere, meslekle ilgili işlerde gerek kasten gerekse ihmal göstermek suretiyle maddi ya da (Değişik ibare:RG-6/7/2012-28345) manevi zarar oluşturabilecek davranışta bulunanlara, aktettiği sözleşmelere uymayan, meslek şeref ve haysiyetiyle bağdaşmayan hareketleri saptananlara verilir.Suçların ve cezaların açık olması esastır. (Değişik cümle:RG-6/7/2012-28345) Hiç kimseye aynı olaydan ötürü birden fazla disiplin cezası uygulanamaz.Hakkında kovuşturma açılmış kişi, yöneltilen suçtan dolayı karar kesinleşene kadar Onur Kuruluna sevkedilmiş olmaktan ötürü suçlanamaz ve mesleğini uygulama konusunda herhangi bir kısıtlamaya tabi tutulamaz." Yönetmelik'in "Disiplin işlerinde yetki" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Madde 4 — (Değişik:RG-6/7/2012-28345) Disiplin işlerinde yetkili kurullar Oda Onur Kurulları ile Yüksek Onur Kuruludur. Oda Onur Kurullarının yetki alanı Oda ile sınırlıdır. Şubeler, üyelerin şikayet dilekçelerini Oda Yönetim Kurullarına, Odalar başka Odaları ilgilendiren olayları ilgili Odanın Yönetim Kuruluna iletmekle yükümlüdürler. (Değişik:RG-9/12/2004-25665) Oda Onur Kurullarınca verilen ağır para, meslek uygulamasının yasaklanması ve Odadan ihraç cezaları Yüksek Onur Kurulunun kararıyla kesinleşir.Yüksek Onur Kurulunun yetkisinde bulunan işlemler bu Kurul tarafından onaylanmadan kesinleşmez ve Oda kurullarınca uygulamaya konamaz." Yönetmelik'in "Meslek uygulamasının yasaklanması cezası" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Madde 9 — Meslek uygulamasının yasaklanması cezası ilgilinin geçici bir süre için mühendislik ya da mimarlıkla ilgili bir işte çalışma yapmasının yasaklanması ve üyelik haklarının bu süre içinde kullandırılmamasıdır. Yasaklama süresi 15 (onbeş) günden az 6 (altı) aydan çok olamaz. Sürenin verilmesinde asgari süre gözönünde bulundurulur, ancak aynı olaydaki birden fazla etkenin bulunması durumunda ceza ağırlaştırılır. Aynı suçun tekrarı durumunda ceza bu kez iki katı olarak uygulanır. (Mülga ibare:RG-6/7/2012-28345) (…) meslek uygulamasından yasaklama cezaları aşağıdaki durumlarda verilir:...ç) (Ek:RG-28/6/2010-27625) (Değişik:RG-10/11/2016-29884) Mühendislik mimarlık ve şehir planlama disiplinini ilgilendiren plan, proje veya hizmetlerde, bir mühendis mimar ya da şehir plancısı tarafından ya da sorumluluğunda yapılması gereken, ancak yetkisiz kişilerce üretilen plan, proje ve hizmetlerden birine imza atmak ya da attırmak, imzacılık yapmak." Yönetmelik'in "Genel kural" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Madde 12 — (Değişik fıkra:RG-6/7/2012-28345) Disiplin işlemleri soruşturma ve kovuşturma olarak iki bölümdür. Disiplin kovuşturmasına yer olmadığına ya da Onur Kuruluna sevk edilmesine karar verilebilmesi için Oda Yönetim Kurulunca atanmış soruşturmacı tarafından soruşturmanın yapılmış olması gerekir.Disiplin soruşturma ve kovuşturmalarında ilgiliye, kendisine yöneltilen suçun açık ve yazılı olarak bildirilmesi, yazılı savunmasının istenmesi ve bu savunma için 15 (onbeş) günlük bir süre tanınması zorunludur." 18/12/2004 tarihli ve 25674 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Ana Yönetmeliği'nin "Şube soruşturma ve uzlaştırma kurulunun oluşumu, görev ve yetkileri, çalışma biçimi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Madde 66- Şube Soruşturma ve Uzlaştırma Kurulu, Şube Genel Kurullarında seçilecek üç ya da beş asil ve aynı sayıda yedek üyeden oluşur. Şube Soruşturma ve Uzlaştırma Kurulunun görev ve yetkileri ile çalışma biçimi aşağıdaki gibidir:a) Şube Soruşturma ve Uzlaştırma Kurulu, Şube Yönetim Kurulu tarafından kurula iletilen konular üzerinde gerekli inceleme ve hazırlık çalışmalarını yapar. Değerlendirme sonucunda gerekli hallerde taraflar arasında uzlaşma sağlamaya çalışır. Aksi durumda Onur Kurulu çalışma esaslarına uygun olarak dosya düzenler ve Şube Yönetim Kuruluna iletir. Şube Yönetim Kurulu da gerekirse dosyayı Onur Kuruluna sevk talebiyle Oda Yönetim Kuruluna iletir....d) Şube Soruşturma ve Uzlaştırma Kurulu Büyükkent Şube yapılanması içinde, Büyükkent Şube Soruşturma ve Uzlaştırma Kurulu adı ile anılır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, mülkiyet hakkının kapsamı konusunda, mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak özerk bir yorum esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010, § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129). AİHM, Van Marle ve diğerleri/Hollanda ([GK], B. No: 8543/79- 8674/79-8675/79-8685/79, 26/6/1986) kararından başlayarak çok sayıda kararında meslek unvanını, oluşturduğu mesleki itibarı ve müşteri çevresi (goodwill) nedeniyle birçok açıdan şahsi bir hak niteliği taşıdığı ve ekonomik bir malvarlığı değeri oluşturduğu gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi anlamında mülk olarak kabul etmektedir (Van Marle ve diğerleri/Hollanda, § 41; Wendenburg ve diğerleri/Almanya (k.k.), B. No: 71630/01, 6/2/2003; Olbertz/Almanya (k.k.), B. No: 37592/97, 25/5/1999). Muhasebeci olan başvurucunun vergi danışmanlığı icra etme izninin kaldırılmasına ilişkin Olbertz/Almanya kararında, başvuru yine mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrolüne ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmiştir. AİHM, Almanya'nın birleşme sürecinde yeni bir ekonomik düzen oluşturulduğuna ve vergi danışmanlarının da bu bağlamda yeterli bilgi, uygulama ve donanıma sahip olmalarının öngörüldüğüne dikkat çekmiştir. Mahkeme, başvurucuya yüklenen külfetin ağır olduğunu kabul etmekle birlikte kamunun yararı ile karşılaştırıldığında ve devletlerin bu konudaki geniş takdir yetkileri dikkate alındığında mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olduğuna karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/15045 | Başvuru, mimar olan başvurucu hakkında uygulanan mesleki disiplin cezasının yargı kararıyla kesin olarak iptal edilmesi sonrasında açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yakalanma esnasında hukuka aykırı kuvvet kullanımı neticesinde yaralanma meydana gelmesi ve buna ilişkin olarak yapılan ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: 1992 doğumlu olan başvurucu, beyanına göre olay tarihinde Diyarbakır Hukuk Fakültesi sınıf öğrencisi olup Mardin'in Kızıltepe ilçesinde yaşamaktadır. Bir siyasi partinin seçim çalışmasına katılmak amacıyla Hakkâri'de bulunduğunu belirten başvurucu, yapılan ihbar üzerine bir konutta kolluk görevlilerinin arama yapmak istediği esnada konutun mutfak penceresinden kaçtığı iddiasıyla sokakta yakalanarak 9/12/2015 tarihinde gözaltına alınmıştır. 9/12/2015 tarihli tutanakta; Hayri (K) kod adlı PKK/KCK terör örgütü üyesinin -başvurucu olduğuna dair teşhis tutanağı bulunmaktadır- eylem hazırlığı yaptığına ilişkin istihbarat çalışması neticesinde şüphelinin bulunduğu konutta arama yapılacağı esnada kırmızı kazak ve kot pantolonlu, 80-85 cm boylarında, esmer bir kişinin arama yapılacak binanın kat arka mutfak penceresinden atlayarak yere yuvarlandığı, akabinde dur ihtarı yapılıp havaya iki kez ateş edilmesine rağmen kaçmaya çalışırken yerlerin buzlu olması nedeniyle tekrar düştüğü ve üzerindeki silahı düşürdüğü, sonrasında havanın karanlık olmasından faydalanarak izini kaybettirdiği, şüpheli şahsın aranması çalışmalarına başlandığı belirtilmiştir. Başvurucu hakkında düzenlenen Yakalama Tutanağı'nda başvurucunun yakalanmasına ilişkin ayrıntılı bilgi olmadığı anlaşılmaktadır. Tutanağın altında bir kolluk görevlisinin sicili ve imzası bulunmaktadır. Terör örgütü üyesi olduğu şüphesiyle Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığında (Savcılık) müdafii ile birlikte alınan ifadesinde başvurucunun yakalanırken ve gözaltında tutulduğu süre boyunca darbedilerek işkenceye maruz kaldığını beyan etmesi üzerine Savcılıkça kolluk görevlileri hakkında soruşturma başlatılmıştır. Başvurucunun şüpheli olarak Savcılıkta verdiği ifadenin ilgili kısmı şöyledir:"...Ben göz altına alındığım ilk gün Hakkari İl Emniyet Müdürlüğü Tem Şube Müdürlüğünde o gün görevli olan yaklaşık 10 farklı personel tarafından darba maruz kaldım, maruz kaldığım eylemler neticesinde burnum kırıldı, gözlerim morardı, sağ şakağımda bere izleri oluştu, sağ kolumda halen şişlikler var, sağ diz kapağımın hafif üzerinde de şişlik meydana geldi, söz konusu yaralanmaların tekme, yumruk, tokat ve silah dipçiğinin kafama vurulması neticesinde meydana geldi ...Hakkari çarşı merkezinde biraz oyalandıktan sonra [Ş.nin] evinin önünden geçerken polis memurlarını [Ş.nin] evinin tam önünde görünce bir anlık refleks ve heyecan ile kaçmaya başladım, üzerimde başıma gelebilecek kötü olaylardan kendimi koruma amaçlı olarak ruhsatsız şekilde bulundurduğum ve ... [İ.] olarak bilinen şahıstan satın aldığım tabanca olması nedeniyle kaçmaya başladım, kaçtığım sırada tabancanın belimden düştüğünü farkettim, tabancanın benim üzerimden düştüğünü polislerin görüp görmediğini bilmiyorum, yolda kaçarken tarafıma ait herhangi bir cep telefonu olmadığı için yoldan bir gence bana bir taksi çağırmasını söyledim, bunu söylerken özellikle bir taksici ismi belirtmedim, uzaktan gelen bir ışık gördüm ve bu ışığın benim için çağrılan taksi olduğu düşüncesiyle araca doğru yöneldim, ancak yöneldiğim araç polis aracıymış, polis aracı yaklaşırken benim için çağrılan takside geldi, bana yaklaşarak benim 2-3 metre yakınıma kadar gelmişti, ancak bu sırada polis ekipleri araçlarından çıkarak beni yakaladılar..." Başvurucu12/12/2015 tarihinde sulh ceza mahkemesi kararıyla tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında, gözaltına alınırken ve gözaltı süresi boyunca adli muayene raporları alınmıştır. Alınan üç adli muayene raporundaki tespitler -okunabildiği ölçüde- şöyledir:-9/12/2015 tarihli rapor"Darp edildiğini ifade ediyor. Yüzüne ve dizine darbe aldığını ifade ediyor. Genel durumu iyi. Batın rahat. Nörolojik muayene doğal. Yüzünde sağ zigoma (elmacık kemiği) üstünde 2 cm hematom (kanama). Burunda hematom ve krepitasyon (çıtırdama). Septal hematom (burun kanaması) yok. Boyunda sağ yanında iki adet sajital (ok şeklinde önden arkaya doğru) yönde 3'er cmlik ekimoz (morluk). Sırtta sağ iliak (kalça kemiğinin üst kısmına yakın olan kemik) kanadın 10 cm üstünde 2 cmlik ekimoz. Sağ diz üstünde femur distalinde (uzağında) 1 cmlik şişlik. Eklem hareketi doğal. Sağ dirsek ve ön kolda minimal abrazyon (sıyrık). Sol omuz ön yüzde 1 cmlik sütur (dikiş) eski yara. Çekilen grafide nazal (burun) fraktür (kırık). Ağrı kesici ve buz uygulama. KBB (Kulak Burun Boğaz)Polikliniği kontrolü önerildi. Mevcut haliyle hayati tehlikesi yoktur. Durumu bildirir geçici hekim raporudur. "-10/12/2015 tarihli rapor"Genel durumu iyi. Aktif yeni şikayeti yok. Burunda septal hematom yok. Dünkü muayeneye ek olarak belirgin yeni ekimoz, iz yok. Dünkü çekilen grafide görüntü alanına girmediğinden PA AC (akciğer) grafisi tekrarlandı. Omuzda belirtttiğim eski sütur izi altına uyan gölgede 0,5 cmlil metalik cisim görüldü. AC ile ilgili acil patoloji yok. Mevcut haliyle hayati tehlikesi yoktur. KBB tarafından da görüldü. Burun içi krem, buz önerildi. Durumu bildirir geçici hekim raporudur."-11/12/2015 tarihli rapor"Hastada yeni oluşan darp cebir izi, yara izine rastlanmadı." Başvurucu hakkında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı tarafından düzenlenen 7/1/2016 tarihli adli tıp raporunun sonuç kısmı şöyledir: "Hastanın yaklaşık 1 ay önce güvenlik görevlileri tarafından darp edilmesi sonucu meydana geldiğini ifade ettiği ve nazal kemikte kırığa sebep olan yaralanmasının,-Kişinin vücuduna acı verecek ve sağlığını bozacak nitelikte olduğu,-BTM ile giderilebilecek nitelikte olmadığı,-Mevcut yalanmaların hayatı tehlikeye sokacak mahiyette olmadığı, -Duyulardan veya organlardan birinin işlevinin zayıflamasına veya yitirilmesine neden olmadığı,-Yüzde sabit iz niteliğinde olmadığı, -Konuşma yeteneğinde sürekli zorluğa veya kayba neden olacak nitelikte lezyon tanımlanmadığı, -Çocuk yapma yapma yeteneğinde kayba neden olacak nitelikte bir lezyon tanımlanmadığı, -Yaralanmanın sebep olduğu nazal kemik kırığının yaşam fonksiyonları üzerine etkisinin hafif derecede olduğu..." Savcılık, Van M Tipi Ceza İnfaz Kurumunda (Kurum) tutuklu bulunan başvurucunun şikâyetinin Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla alınması için Kuruma müzekkere yazmış ise de başvurucunun SEGBİS aracılığıyla ifade vermek istemediğine dair dilekçesi Savcılığa gönderilmiş, bu nedenle Savcılık başvurucunun ayrıca beyanına başvurmamıştır. Savcılıkça başvurucu hakkında terör örgütü üyesi olma suçu şüphesiyle yürütülen soruşturma dosyası celbedilerek incelenmiştir. Savcılık 10/3/2016 tarihinde Hakkâri İl Emniyet Müdürlüğü bir kısım görevlisi hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:" ... Tüm soruşturma kapsamı Hakkari Cumhuriyet Başsavcılığının ... soruşturma dosyası da göz önüne alınarak adli muayene raporu ile birlikte değerlendirildiğinde müştekinin bulunduğu evde arama yapılması öncesinde pencereden atlamak sureti ile yakalanmamak amacı ile firar ettiği, firar eden müştekinin atlama sırasında rapora konu yaralanmaları yaşamış olabileceği, müştekinin gerek silah taşıması gerekse pencereden atlayarak firar edecek kapasitesinin birlikte değerlendirilmesi karşısında söz konusu yaralanmaların daha önceden meydana gelen yaralanmalar olabileceği gibi kolluk görevlileri tarafından göz altına alınması sırasında güvenlik güçlerinin kasıtlı olmayan ve müdahalenin doğasında var olan zorlamanın ötesinde bir yaralanmanın meydana geldiğinin kabulünün mümkün olmadığı, işkence iddiasının ise müştekinin göz altında geçirdiği süre ve göz altında geçirilen birimlerde yer alan dijital kayıt imkanları karşısında iddianın dayanaksız olduğu, meydana gelen yaralanmaların ise müştekinin firarı sırasında kendi kendine yaralanması sonucu meydana gelmiş olabileceği gibi daha önce bilinmeyen nedenler ile de meydana gelmiş olabileceği anlaşıldığından,Açıklanan nedenlerle;kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına, ..." Başvurucu tarafından Savcılık kararına yapılan itiraz Hakkâri Sulh Ceza Hâkimliğince (Hâkimlik) 15/4/2016 tarihinde kabul edilerek soruşturmanın genişletilmesine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Tüm dosya kapsamının incelenmesinde, müşteki Şahin Öncü hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda şüpheli hakkında yürütülen (...) sayılı soruşturma dosyası ile birlikte değerlendirilerek müştekinin pencereden atladığının ve yaralanmaların bu şekilde gerçekleşmiş olabileceğinin belirtildiği ancak bu hususta dosyada bir belgenin bulunmadığı dolayısıyla Hakkari Başsavcılığınca yürütülen (...) sayılı soruşturma dosyasında yer alan müştekinin pencereden atladığına ilişkin var olan tüm bilgi ve belgelerin (olay tutanakları vs) dosyaya ibraz edilmesi gerektiği, ayrıca ifadesinin alındığı kollukta bulunan kamera kayıtlarının da istenerek dosya içerisine alınması gerektiği anlaşılmıştır5271 sayılı CMK'nın 173/3 maddesi uyarınca Hakimliğimizce karar verilebilmesi için soruşturmanın genişletilmesine gerek görüldüğünden aşağıda belirtilen eksik hususların tamamlanması ve sonucuna göre karar verilmesi gerektiği anlaşıldığından Hakkari Başsavcılığı'ndan talepte bulunulmasına karar vermek gerekmiş ve açıklanan gerekçelerle aşağıdaki şekilde karar verilmiştir | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/26001 | Başvuru, yakalanma esnasında hukuka aykırı kuvvet kullanımı neticesinde yaralanma meydana gelmesi ve buna ilişkin olarak yapılan ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1978 Gebze doğumlu olan başvurucu, olayların geçtiği tarihte İzmit/Kocaeli'de ikamet etmektedir. Olay tarihinde (7/5/2016) başvurucunun bir site içinde masa kurarak imza topladığı sırada kendisinin sitenin sakini olmadığı gerekçesiyle müştekiyle aralarında bir tartışma yaşanmış, olay yerine polis çağrılmıştır. İddiaya göre olay yerine gelen polis memurlarının başvurucuya hakkında şikâyet olduğunu söylemeleri üzerine başvurucu cep telefonu ile müşteki N.S.yi ve orada bulunan kişileri kayda almış ve polis memurlarına N.S.yi kastederek "alın bu kadını buradan, psikolojisi bozulmuş, manyak kadın" diyerek hakaret etmiştir. Başvurucu hakkında hakaret suçundan ceza davası açılmıştır. Yargılama sırasında, olay yerinde bulunan tanıklar A.A. ve A.E.nin anlatımlarına da başvurulmuştur. Başvurucu, Kocaeli Asliye Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 12/12/2017 tarihli kararıylamüşteki N.S.ye hakaret ettiği gerekçesiyle 740 TL adli para cezasına mahkûm edilmiştir. Sonuç olarak belirlenen adli para cezası kesin nitelikte olduğundan bu hükme karşı istinaf yoluna başvurulamamıştır. Mahkeme kararında, başvurucunun görüntüleri kaydettiği sırada meşru savunma şartları altında veya başka bir şekilde ispatlanması mümkün olmayan bir hâl içinde bulunmadığı ve kaydı ilgililerin rızası dışında oluşturduğu gerekçesiyle delil olarak sunulan bu görüntülerin hukuka uygun yöntemlerle elde edilmediği sonucuna varılmıştır. Anılan görüntüler mahkûmiyete esas alınmamıştır. Gerekçeli kararın başvurucuyla ilgili kısmı aşağıdaki şekildedir:"...E) Sanık Bülent Gayretli'nin katılan [N.S.ye] karşı hakaret suçunu işlediğinden bahisle açılan kamu davasına ilişkin değerlendirme; Olay sırasında sanık Bülent Gayretli'nin katılan N. S.'e yönelik olarak 'alın bu kadını buradan, psikolojisi bozulmuş, manyak kadın.' şeklinde beyanda bulunduğu, müşteki ve tanık beyanları ile sübut bulmuştur.Her ne kadar sanık Bülent üzerine atılı suçlamayı kabul etmediğini beyan etmiş ise de, olaydan sonra tutulan 07/05/2016 tarihli tutanak ile bunu doğrulayan tanıklar [A.A. ve A.E.nin] beyanı birlikte dikkate alındığında, sanığın bu yöndeki savunmasına itibar edilmemiştir.TCK'nın maddesinde düzenlenen hakaret fillerinin cezalandırılması ile korunmak istenen hukuksal yarar, kişilerin şeref, haysiyet ve namusu, toplum içerisindeki itibarı, diğer bireyler nezdindeki saygınlığıdır. Diğer bir deyişle bu suçta kişilerin manevi varlığı korunmaktadır.Yukarıda ki hususlar birlikte değerlendirildiğinde, sanığın katılana yönelik olarak 'psikolojisi bozulmuş, manyak kadın.' demek sureti ile hakaret suçunu işlediği kanaatine varıldığından TCK'nın 125/1 maddesi gereğince cezalandırılması cihetine gidilmiş olup, eylemin alenen işlenmesi nedeni ile, sanık hakkında TCK.nın 125/4 maddesi uygulanmıştır." Aynı kararda Mahkeme; müşteki N.S.nin tartışma sırasında başvurucuya "terbiyesiz" şeklinde söylediği sözün Yargıtay içtihatlarına göre kaba ifade ve ağır eleştiri niteliğinde olduğu ve sözün mağdurunun onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmadığı gerekçeleriyle N.S. hakkında hakaret suçundan beraat kararı vermiştir. Başvurucu 8/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/1932 | Başvuru, delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, Kara Harp Okulu ile ilişiğin kesilmesi nedeniyle açılan tazminat davasında kusur oranının takdiri noktasında hakkaniyete ve yerleşik içtihada aykırı karar verilmesi, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin yapısal sorunları nedeniyle hakkaniyete uygun, tarafsız yargılama yapılmaması ve mahkemeye erişim hakkını engelleyecek şekilde aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 30/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Askerî liseden mezun olan başvurucu, Bursa Asker Hastanesi tarafından tanzim edilen ve Kara Harp Okulu öğrencisi olabileceğini belirten 21/4/2009 tarihli sağlık raporu uyarınca Kara Harp Okuluna kaydolarak eğitime başlamıştır. Başvurucunun eğitimi devam ederken sağlık durumu kontrolü için sevk edildiği Ankara Mevki Hastanesi tarafından başvurucu hakkında 30/9/2011 tarihli sağlık raporu düzenlenmiştir. Raporda, başvurucunun askerî öğrenciliğe devam edebileceği ancak komando olamayacağı ve paraşütle atlayamayacağı belirtilmiştir. Başvurucunun rahatsızlığını beyan etmesi üzerine sevk edildiği Etimesgut Asker Hastanesi tarafından düzenlenen 13/2/2013 tarihli sağlık raporunda ise başvurucuya "mitral kalp yetmezliği, taşikardi" tanısı konularak hava değişimi istirahati verilmiştir. İstirahat sonrası Etimesgut Asker Hastanesi tarafından yapılan muayene sonucu düzenlenen 27/3/2013 tarihli sağlık raporunda "romatizmal mitral yetmezlik, taşikardi" tanısı nedeniyle başvurucunun askerî öğrenciliğe devam edemeyeceği belirtilmiştir. Bu rapor uyarınca 16/7/2013 tarihi itibarıyla başvurucunun Kara Harp Okulu ile ilişiği kesilmiştir. Başvurucu; Kara Harp Okuluna gerekli kontrollerden geçerek sağlıklı olduğu kabul edilerekkayıt olduğunu, sonradan tespit edilen rahatsızlığı sonucu ilişiğinin kesilmesi nedeniyle emsallerine göre eğitim hayatında ve mesleğe başlama noktasında geride kaldığını belirterek Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde tazminat davası açmıştır. AYİM İkinci Dairesi 4/6/2014 tarihli kararıyla davayı kabul etmiş ve başvurucu lehine 643 TL maddi, 000 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Karar gerekçesinde öncelikle Anayasa'nın maddesi uyarınca idarenin eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun altı çizilmiştir. Uyuşmazlığın, yeterli sağlık kontrolü yapılmaması sonucu askerî öğrenciliğe elverişli olmadığı hâlde Kara Harp Okuluna kabul edilen ancak eğitimi devam ederken sağlık koşulları nedeniyle ilişiği kesilen başvurucunun uğradığı maddi ve manevi zararın tazmini isteminden doğduğu ifade edilmiştir. Kararda, benzer davalarda görüşüne başvurulan Gazi Üniversitesi öğretim üyesi bilirkişinin raporlarından, başvurucunun rahatsızlığının öğrenciliğe kabul esnasında yapılacak bir tetkik (ekokardiyografi) ile ortaya çıkarılabileceğinin anlaşıldığını vurgulamıştır. Askerî öğrencilerin eğitim esnasında ağır spor faaliyetlerine tabi tutulduğu, başvurucu ve benzer rahatsızlığı bulunan kişilerin bu spor faaliyetleri sonucu yaşamının dahi tehlikeye girebileceği dikkate alındığında idarenin öğrenciliğe kabul esnasında gerekli tetkikleri yapmamış olmasının hizmet kusuru oluşturduğu belirlenmiştir. Hizmet kusuru saptandıktan sonra maddi zararın tespiti için yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu oluşan rapor uyarınca başvurucunun meslek hayatına geç başlamasından dolayı uğradığı zararın 643 TL olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca duyulan acı ve kederin karşılanması adına başvurucunun durumuna uygun miktarda bir manevi tazminatın ödenmesi gerektiği ifade edilerek kabul gerekçesi oluşturulmuştur. Davalı Millî Savunma Bakanlığının karar düzeltme istemi Mahkemenin 26/11/2014 tarihli kararı ile kabul edilmiş ve 4/6/2014 tarihli karar kaldırılarak işin esası yeniden incelenmiştir. Mahkeme 4/6/2014 tarihli kararındaki hizmet kusuru ve zararın tespitine ilişkin gerekçeleri tekrarlamakla birlikte, başvurucunun askerî öğrenciliğe kabul için gereken tetkikleri bilerek kayıt yaptırdığını, sağlık durumuna ilişkin daha sonra meydana gelecek gelişmeler nedeniyle ilişiğinin kesilebileceğinden haberdar olduğunu ifade etmiştir. Başvurucunun rahatsızlığının mahiyeti,hizmet kusurunun derecesi ve idarenin başvurucunun eğitimi esnasında yapmış olduğu masraflar dikkate alındığında tazminat miktarının takdiren yarı yarıya indirilmesi gerektiği sonucuna varan Mahkeme, başvurucu lehine 822 TL maddi, 500 TL manevi zarara; ayrıca karşılıklı olarak tarafların birbirlerine 000 TL vekâlet ücreti ödemesine hükmetmiştir. Başvurucu, nihai kararı 6/1/2015 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 30/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa'nın maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu belirtilmiştir. Bu hüküm Türk hukukunda idarenin mali sorumluluğunun anayasal temelini oluşturmaktadır. İdarenin kamu hukukundan kaynaklanan mali sorumluluğunun Anayasa'nın maddesinin son fıkrası haricinde bir yasal dayanağı bulunmamaktadır. Özel hukuktan farklı olarak -somut bazı konuları düzenleyen birkaç istisna dışında- idarenin idari nitelikteki işlem ve eylemlerinden doğan zararlara ilişkin mali sorumluluğunu düzenleyen genel bir kanun hükmü yoktur. İdarenin kamu hukuku alanından kaynaklanan mali sorumluluğunun çerçevesi ile hüküm ve esasları, Anayasa'nın anılan hükmünden yola çıkılmak suretiyle Danıştay içtihatlarıyla belirlenmiştir. Danıştay içtihatlarına göre idarenin mali sorumluluğu, kusur sorumluluğu ve kusursuz sorumluluk şeklinde ikiye ayrılmakta; kusursuz sorumluluk da dayandığı sebebe göre tehlikeli faaliyetler, mesleki risk, sosyal risk ve fedakârlığın denkleştirilmesi biçiminde tasnif edilmektedir. Kusur sorumluluğunda idarenin kusurlu bulunması (hizmet kusuru) sorumluluğun temel şartı iken kusursuz sorumluluk hâllerinde idarenin kusuru bulunmasa dahi idarenin mali sorumluluğu söz konusu olabilmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §§28, 29, 30). 26/9/2011 tarihli ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1858 | Başvuru, Kara Harp Okulu ile ilişiğin kesilmesi nedeniyle açılan tazminat davasında kusur oranının takdiri noktasında hakkaniyete ve yerleşik içtihada aykırı karar verilmesi, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin yapısal sorunları nedeniyle hakkaniyete uygun, tarafsız yargılama yapılmaması ve mahkemeye erişim hakkını engelleyecek şekilde aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutukluluk sürecinde müdafiyle görüşmenin teknik araçlarla kayda alınması ve infaz memuru tarafından izlemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından bu kararda incelenen şikâyet haricindeki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna karar verilmiş, bu şikâyet yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan aralarında kamu görevlilerinin de bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda öğretmen olarak görev yapan başvurucu hakkında 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından FETÖ/PDY'nin hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu, Başsavcılığın talimatıyla 23/9/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Eskişehir Sulh Ceza Hâkimliği 30/9/2016 tarihinde başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucu tutuklama kararına ve tutukluluğun devamı kararlarına yaptığı itirazların sulh ceza hâkimlikleri tarafından reddedildiğini bildirmiştir. Başsavcılık 12/10/2016 tarihli iddianameyle başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) iddianameyi kabul etmiş ve kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiş, başvurucunun anılan karara itirazını Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi 24/5/2017 tarihinde reddetmiştir. Başvurucu kararın 26/5/2017 tarihinde tebliğ edildiğini bildirmiştir. Başvurucu 13/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme 21/6/2017 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Mahkeme 28/11/2017 tarihinde başvurucunun terör örgütü üyesi olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan 2 yıl 1 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu tarafından mahkûmiyet kararına karşı yapılan istinaf başvurusu Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi tarafından 25/9/2019 tarihinde esastan reddedilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/27699 | Başvuru, tutukluluk sürecinde müdafiyle görüşmenin teknik araçlarla kayda alınması ve infaz memuru tarafından izlemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, işe iade istemiyle açılan davanın karar verilmesine yer olmadığına dair bir hükümle sonuçlanması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Gazi Üniversitesinde (Üniversite) alt işverene bağlı olarak hizmet sözleşmesiyle işçi olarak çalışmaktadır. Üniversite Rektörlüğünün 11/1/2017 tarihli yazısıyla 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) uyarıncakararnamede belirtilen yapı ve oluşumlarla olan ilişkisi nedeniyle alt işverenden başvurucunun iş akdini feshetmesi istenmiştir. Alt işveren aynı tarihli fesih bildirimi ile başvurucunun iş akdini feshetmiştir. Başvurucu 9/2/2017 tarihli dilekçesiyle iş akdinin geçerli bir nedene dayanmadan feshedildiğini belirterek asıl işveren ve alt işveren aleyhine işe iade istemiyle dava açmıştır. Ankara İş Mahkemesi 4/5/2017 tarihli karar ile kamu kurumu niteliğindeki bir işyerinde işçi statüsüyle çalışmakta olan başvurucunun iş sözleşmesinin 667 sayılı KHK hükümlerine dayalı olarak feshedildiği ve 23/1/2017 tarihli ve 29957 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 685 sayılı KHK hükümleri uyarınca davayı inceleme yetkisinin Olağanüstü Hal İşlemlerini İnceleme Komisyonuna (OHAL Komisyonu) ait olduğu gerekçesiyle karar verilmesine yer olmadığına ve dosyanın OHAL Komisyonu'na gönderilmesine kesin olarak karar vermiştir. Nihai karar 16/6/2017 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu karar tebliğ edilmeden 5/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri Karar tarihinde yürürlükte bulunan 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı mülga İş Mahkemeleri Kanunu'nun maddesi şöyledir:"İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur.'' 12/10/2017 tarihli ve 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) İş mahkemeleri;a) 5953 sayılı Kanuna tabi gazeteciler, 854 sayılı Kanuna tabi gemiadamları, 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanununa veya 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun İkinci Kısmının Altıncı Bölümünde düzenlenen hizmet sözleşmelerine tabi işçiler ile işveren veya işveren vekilleri arasında, iş ilişkisi nedeniyle sözleşmeden veya kanundan doğan her türlü hukuk uyuşmazlıklarına,...ilişkin dava ve işlere bakar." 22/5/2003 tarihli 4857 sayılı İş Kanunu'nun ''İşverenin haklı nedenle derhal fesih hakkı'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:a) İş sözleşmesi yapıldığı sırada bu sözleşmenin esaslı noktalarından biri için gerekli vasıflar veya şartlar kendisinde bulunmadığı halde bunların kendisinde bulunduğunu ileri sürerek, yahut gerçeğe uygun olmayan bilgiler veya sözler söyleyerek işçinin işvereni yanıltması.b) İşçinin, işveren yahut bunların aile üyelerinden birinin şeref ve namusuna dokunacak sözler sarfetmesi veya davranışlarda bulunması, yahut işveren hakkında şeref ve haysiyet kırıcı asılsız ihbar ve isnadlarda bulunması. c) İşçinin işverenin başka bir işçisine cinsel tacizde bulunması.d) İşçinin işverene yahut onun ailesi üyelerinden birine yahut işverenin başka işçisine sataşması, işyerine sarhoş yahut uyuşturucu madde almış olarak gelmesi ya da işyerinde bu maddeleri kullanması. e) İşçinin, işverenin güvenini kötüye kullanmak, hırsızlık yapmak, işverenin meslek sırlarını ortaya atmak gibi doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışlarda bulunması.f) İşçinin, işyerinde, yedi günden fazla hapisle cezalandırılan ve cezası ertelenmeyen birsuç işlemesi.g) İşçinin işverenden izin almaksızın veya haklı bir sebebe dayanmaksızın ardı ardına iki iş günü veya bir ay içinde iki defa herhangi bir tatil gününden sonraki iş günü, yahut bir ayda üç iş günü işine devam etmemesi.h) İşçinin yapmakla ödevli bulunduğu görevleri kendisine hatırlatıldığı halde yapmamakta ısrar etmesi.ı) İşçinin kendi isteği veya savsaması yüzünden işin güvenliğini tehlikeye düşürmesi, işyerinin malı olan veya malı olmayıp da eli altında bulunan makineleri, tesisatı veya başka eşya ve maddeleri otuz günlük ücretinin tutarıyla ödeyemeyecek derecede hasara ve kayba uğratması." 4857 sayılı Kanun'un ''Derhal fesih hakkını kullanma süresi'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"24 ve 25 inci maddelerde gösterilen ahlak ve iyiniyet kurallarına uymayan hallere dayanarak işçi veya işveren için tanınmış olan sözleşmeyi fesih yetkisi, iki taraftan birinin bu çeşit davranışlarda bulunduğunu diğer tarafın öğrendiği günden başlayarak altı iş günü geçtikten ve her halde fiilin gerçekleşmesinden itibaren bir yıl sonra kullanılamaz. Ancak işçinin olayda maddi çıkar sağlaması halinde bir yıllık süre uygulanmaz.'' 4857 sayılı Kanun'un ''Sözleşmenin feshinde usul'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İşveren fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde belirtmek zorundadır.'' 4857 sayılı Kanun'un ''Feshin geçerli sebebe dayandırılması'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır.'' 667 sayılı KHK'nın maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen;...f) 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile bu Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesinde belirtilenler hariç diğer mevzuata tabi her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dahil) istihdam edilen personel, ilgili kurum veya kuruluşun en üst yöneticisi başkanlığında bağlı, ilgili veya ilişkili bakan tarafından oluşturulan kurulun teklifi üzerine ilgisine göre ilgili bakan onayıyla kamu görevinden çıkarılır,g) Bir bakanlığa bağlı, ilgili veya ilişkili olmayan diğer kurumlarda her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dahil) istihdam edilen personel, birim amirinin teklifi üzerine atamaya yetkili amirin onayıyla kamu görevinden çıkarılır." 685 sayılı KHK'nın maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Anayasanın 120 nci maddesi kapsamında ilan edilen ve 21/7/2016 tarihli ve 1116 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararıyla onaylanan olağanüstü hal kapsamında, terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle başka bir idari işlem tesis edilmeksizin doğrudan kanun hükmünde kararname hükümleri ile tesis edilen işlemlere ilişkin başvuruları değerlendirmek ve karara bağlamak üzere Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu kurulmuştur.'' Yargısal Kararlar Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/3/2018 tarihli ve E.2017/24765, K.2018/6824 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacı, davalı işyerinde çalışırken FETÖ/PDY terör örgütü ile irtibat ve iltisakının bulunduğu şüphesiyle 667 sayılı KHK’nın maddesinin fıkrasının g bendi gereğince işten çıkartılmıştır. Aynı KHK’nın maddesinin fıkrasının ise ' fıkra uyarınca görevine son verilenler bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemez, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler' hükmüne yer verilmiş ise de fesih işlemine karşı yargı yolu açık olduğuna göre yargı makamları işten çıkartılmış olan işçinin FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisakına dair delil durumunu değerlendirerek sonucuna göre karar vermelidir.Somut olay bakımından davacının FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisakı bakımından dosyaya 667 sayılı KHK’nın maddesinin fıkrasının g bendindeki usule göre işten çıkarıldığı hususu dışında hiçbir delil sunulamamış, ayrıca davacı hakkında adli veya idari soruşturma da yapılmamıştır. Açıklanan delil durumuna göre davacının FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisaklı olduğuna dair somut hiçbir delil gösterilemediğinden davanın kabulü gerekirken işverenin feshinin geçerli olduğunu kabul eden Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozularak ortadan kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/10/2017 tarihli ve E.2017/43277, K.2017/25144 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacının iş sözleşmesinin feshi 667 sayılı KHK'nın maddesi doğrultusunda davalı işverence oluşturulan komisyon kararıyla davalı idare tarafından gerçekleştirilmiştir.Davacı işçi 4857 sayılı İş Kanunu hükümleri çerçevesinde çalışmış olmakla iş sözleşmesinin 2016 tarihindeki feshinde İş Kanunu'nun ve devamı maddeleri hükümleri uygulanmalıdır.Somut olayda davacının iş akdinin feshine neden olan bilgi ve belge işverence tam olarak ibraz edilememiştir. Davacının iş akdinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı Kurumdan araştırılmalı; ayrıca davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı'nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumundan varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asyaya açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek sonucuna göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile davanın reddi hatalı olup bozmayı gerektirir.''B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz etmese de -maddede kullanılan terimler bir bütün olarak bağlamıyla birlikte dikkate alındığında- mahkemeye erişim hakkını da garanti altına aldığı sonucuna ulaşıldığını belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında mündemiçtir. Bu çıkarsama, Sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen genişletici bir yorum olmayıp maddenin(1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin lafzının Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensiplerinin gözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarak Sözleme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/26326 | Başvuru, işe iade istemiyle açılan davanın karar verilmesine yer olmadığına dair bir hükümle sonuçlanması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Başvurucular tarafından yapılan 2014/7530 ve 2014/7540 numaralı başvurular, aralarında konu yönünden irtibat bulunduğu anlaşıldığından birleştirilmiş; incelemeye 2014/7530 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular aleyhine 5/4/1995 tarihinde tapu iptali ve tescil talebiyle dava açılmış, dava Eyüp Asliye Hukuk Mahkemesinin E.1995/226 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Bu davaya karşılık olarak başvurucular 26/6/1995 tarihinde tapu iptali ve tescil talebiyle dava açmışlardır. Mahkemece, anılan davalar Mahkemenin E.1995/226 sayılı dosyasında birleştirilmiş, 2/6/1998 tarihli karar ile asıl davanın kısmen kabulüne, karşı davanın reddine karar verilmiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/2/1999 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda Mahkemece 21/1/2010 tarihli karar ile asıl davanın kısmen kabulüne, karşı davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/1/2011 tarihli ilamı ile bozulmuş, karar düzeltme talebi aynı Dairenin 6/10/2011 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. Eyüp Adliyesinin kapanması üzerine yargılamaya İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinde devam edilmiş, Mahkemece 28/2/2012 tarihli karar ile asıl davanın kısmen kabulüne, karşı davanın reddine karar verilmiştir. Karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 4/6/2013 tarihli ilamı ile onanmış, karar düzeltme talebi aynı Dairenin 17/3/2014 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. Anılan karar başvurucuya 28/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7530 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, askerliğe elverişli olunmadığı hâlde zorunlu askerlik hizmetine alınmadan dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun Askerlik Şubesi Başkanlığı Askerlik Meclisince yapılan muayenesi sonucunda askerliğe elverişli olduğuna karar verilmiştir. Başvurucu 20/2/2006 tarihinde askere sevk edilmiştir. 23/2/2006 tarihinde eğitim birliğine katılan başvurucu, zorunlu askerlik hizmetini tamamlayarak 20/5/2007 tarihinde terhis edilmiştir. Terhisten sonra kendi isteğiyle uzman erbaş adaylığına müracaat eden başvurucu 2009 yılında sözleşme imzalayarak jandarma uzman erbaş olarak Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) emrinde göreve başlamıştır. Görevi esnasında yapılan sağlık kontrolü üzerine düzenlenen 28/2/2013 tarihli sağlık kurulu raporunda ''gilbert sendromu" tanısı nedeniyle başvurucu hakkında ''Askerliğe elverişli değildir. TSK'da görev yapamaz.'' tespiti yapılmıştır. Bu raporun 31/5/2013 tarihinde Millî Savunma Bakanlığınca (MSB) onaylanıp kesinleşmesinin ardından başvurucunun sözleşmesi sağlık nedeniyle 20/6/2013 tarihinde feshedilmiştir. Başvurucu, söz konusu hastalık nedeniyle doğuştan askerliğe elverişli olmadığı hâlde idarece yeterli muayene yapılmadığı için bu durumun tespit edilememesi sonucu kendisine askerlik yaptırıldığını belirterek bu sebeple uğradığı zararların tazmini istemiyle 17/4/2013 tarihinde idareye başvurmuştur. Başvurunun zımnen reddi üzerine 20/6/2013 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. AYİM İkinci Dairesi (Daire), oyçokluğuyla verdiği kararla davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. 15/1/2014 tarihli kararın gerekçesinde özetle şu hususlara yer verilmiştir: Öncelikle davanın idari işlemden (askerliğe elverişli olmadığı hâlde askere alma işlemi) doğan bir tam yargı davası niteliğinde olduğu tespit edilmiştir. Başvurucunun en geç terhis tarihinde bu işlemi öğrendiği kabul edilmiştir. Dolayısıyla 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun maddesi uyarınca davanın en geç terhis tarihinden (20/5/2007) itibaren altmış gün içinde doğrudan veya aynı Kanun'un maddesi uyarınca davalı idareye ihtiyari müracaatta bulunularak ve bu müracaat üzerine idarenin cevabının niteliğine göre yine aynı maddede öngörülen usul uyarınca hesaplanacak süre içinde dava açılması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun ise askere alınması işleminin tesis, öğrenme ve icra tarihlerinden çok sonra 17/4/2013 tarihinde idareye başvurduğundan bu başvurunun zımnen reddi üzerine 20/6/2013 tarihindeaçtığı davanın süresinde olmadığı ifade edilmiştir. Karşıoyda ise başvurucunun terhis edildiği tarihte söz konusu rahatsızlıktan ve dolayısıyla zararının varlığından haberdar olduğundan söz edilemeyeceği, bu sebeple dava açma süresinin başlangıcında terhis tarihinin esas alınmaması gerektiği vurgulanmıştır. Başvurucunun askerliğe elverişli olmadığının tespit edildiği sağlık raporunun kesinleşmesiyle birlikte zararı öğrendiğinin kabul edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Buna göre başvurucunun zaten raporun kesinleştiği tarihten önce idareye başvurduğu, dolayısıyla zımni ret işlemi üzerine açtığı davanın süresinde olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 21/5/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 23/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..."B. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin maddesinin medeni hukuk alanına giren konularda uygulanabilirliği ilk olarak bir uyuşmazlığın varlığına bağlıdır. İkinci olarak uyuşmazlık en azından savunulabilir bir şekilde iç hukukta tanınmış olduğu söylenebilecek hak ve yükümlülükler ile ilgili olmalıdır. Son olarak ise bu hak ve yükümlülükler -her ne kadar bizzat madde bu hak ve yükümlülüklere Sözleşmeci devletlerin hukuk sistemi içinde belirli bir anlam atfetmese de- Sözleşme anlamında "medeni" nitelikte olmalıdır (James ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 81). AİHM; "medeni hak" kavramının özel bir kişi olmaktan ziyade vatandaş olmanın bir gereği olarak bireyde var olan ve özü itibarıyla kamu hukukuna ilişkin bulunan hak ve yükümlülükleri içermediğini ifade etmektedir. Bu bağlamda AİHM, Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının askerlik hizmeti ve bu hizmete alternatif kamu hizmetlerine ilişkin yargısal süreçlere uygulanmayacağını kabul etmektedir (Nicolussi/Avusturya (k.k.), B. No: 11734/85, 8/5/1987). AİHM, uyuşmazlığın medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin olup olmadığını tespit ederken davanın konusundan ziyade davada tartışılacak meseleye odaklanmaktadır. AİHM'in Panjeheighalehei/Danimarka ([k.k.] B.No: 11230/07, 13/10/2009) kararına konu olayda İran vatandaşı olan başvurucunun annesi 1997 yılında yasal yollardan başvurucu ve diğer çocuğu (kızı) ile birlikte Danimarka’ya gelmiş ve Danimarka’da iken hem kendisi hem de o tarihte reşit bulunmayan çocukları için siyasi sığınma talebinde bulunmuştur. Başvurucunun annesi monarşi yanlısı İran Javid örgütünün aktif üyesi olması ve örgüt tarafından düzenlenen gösterilere katılması nedeniyle İran Hükûmeti tarafından gözaltına alındığını ve işkence gördüğünü ileri sürmüş, geri gitmesi hâlinde işkence görme riskinin bulunduğunu belirtmiştir. Ancak başvurucunun annesinin sığınma talebi, anlatımlarının itibar edilebilir bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. 1999 yılında reşit olan başvurucu dosyanın yeniden açılması için Danimarka makamlarına dilekçe vermiş ve İran Hükûmeti tarafından arandığına dair haber aldığını belirterek geri gönderilmesi hâlinde işkence göreceğini yinelemiştir. Fakat başvurucunun talebi, yeni bilgi ve belge eklenmediği gerekçesiyle reddedilmiş ve başvurucu bu tarihte sınır dışı edilmiştir. Başvurucunun avukatı 1999 ve 2002 yıllarında olmak üzere iki kere daha başvurucu adına sığınma talebinde bulunmuştur. Başvurucu 2003 yılında tekrar Danimarka’ya giriş yapmış ve yeniden sığınma talep etmiştir. Başvurucu, ülkesinde iken iki yıl boyunca gözaltında işkence gördüğünü ileri sürmüştür. İşkence Mağdurları Rehabilitasyon ve Araştırma Merkezi tarafından verilen sağlık raporunda başvurucunun vücudundaki izlerin anlattığı hikâye ile uyumlu olduğu tespit edilmiştir. Bu rapor üzerine 2004 yılında başvurucunun sığınma talebi kabul edilmiştir. Başvurucu 1999 tarihli karar nedeniyle ülkesine geri gönderilmesi üzerine gördüğü işkence ve çektiği acılar sebebiyle tazminat ödenmesi talebiyle Mülteci Kurumuna karşı dava açmıştır. Yargılama sonucunda başvurucunun tazminat talebi, Mülteci Kurumunun, sınır dışı işlemleri nedeniyle bir sorumluluğunun söz konusu olamayacağı gerekçesiyle reddedilmiştir (Panjeheighalehei/Danimarka [k.k.]). Başvurucu, AİHM’e bireysel başvuruda bulunurken diğer iddialarının yanında tazminat talebinin reddi nedeniyle Sözleşme’nin maddesinde güvenceye bağlanan mahkemeye erişim hakkının da ihlal edildiğini öne sürmüştür. AİHM yabancıların “ülkeye girişi, ülkede kalışı ve ülkeden sınır dışı edilmeleri”ne ilişkin işlemlerin medeni hak ve yükümlülük karakterinin bulunmadığına dair içtihadını yinelemiştir. AİHM, başvurucunun görülen davanın yabancıların “ülkeye girişi, ülkede kalışı ve ülkeden sınır dışı edilmeleri”ne ilişkin işlemlerle ilgisinin bulunmadığı yolundaki savını da yerinde bulmamıştır. AİHM başvurucunun açtığı tazminat davası haksız fiil sebebiyle açılan bir dava gibi kurgulanmış olsa da bu davadaki temel iddianın Mülteci Kurumunun 1999 tarihli kararının hukuka aykırılığı olduğunun altını çizmiştir. AİHM, başvurucunun tazminat talebinin -özünde ve öncelikle- Mülteci Kurumunun 1999 tarihli kararının esasının sorgulanmasını gerektirdiğini vurgulamıştır. AİHM, başvurucunun açtığı tazminat davasında incelenmesi gereken meselelerin Mülteci Kurumunun 1999 tarihli kararıyla yakından bağlantılı olduğu ve “yabancıların ülkeye girişi, ülkede kalışı ve ülkeden sınır dışı edilmelerine ilişkin karar”dan ayrıştırılmasının mümkün bulunmadığı kanaatini açıklamıştır. Sonuç olarak AİHM başvurucunun açtığı tazminat davasının Sözleşme’nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının kapsamına girmediğinden kabul edilemezlik kararı vermiştir (Panjeheighalehei/Danimarka [k.k.]). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12067 | Başvuru, askerliğe elverişli olunmadığı hâlde zorunlu askerlik hizmetine alınmadan dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2020/1180 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/1180 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/1180 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, özel bir şirket bünyesinde çalışan başvurucunun ahlaki durum gerekçe gösterilerek iş akdinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun çalıştığı özel şirketi 30/1/2015 tarihinde telefonla arayan bir kişi "Başvurucunun terör örgütü mensubu olduğu, bombalı eylemde bulunacağı ve işyeri sahibine yönelik işyerinde sabotajda bulunacağı" şeklinde ihbarda bulunmuştur. Bunun üzerine, işyerinde 27/9/2007 tarihinden beri çalışan başvurucunun iş akdi, işveren tarafından 5/2/2015 tarihinde feshedilmiştir. Fesih bildiriminde; başvurucunun B. isimli şirket çalışanı ile ilişkisinin olduğu, bu ilişkiyi öğrenen B.nin eşinin şirket çağrı merkezini arayarak başvurucunun canlı bomba olduğuna dair ihbarda bulunduğunun yapılan iç araştırma ve B.nin savunmasından anlaşıldığı belirtilmiştir. Yapılan ihbar nedeniyle İlçe Emniyet Müdürünün şirkette inceleme yaptığı, üretim kaybı, korku gibi huzursuzluk yaratan durumların meydana geldiği ifade edildikten sonra anılan olayın oluşumunda başvurucunun işyerinde başka bir çalışan ile yaşadığı ilişkinin etkili olduğu vurgulanarak 10/6/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinin (II) numaralı bendi uyarınca iş akdinin feshedildiği belirtilmiştir. Başvurucu 4/3/2015 tarihinde Manisa İş Mahkemesinde işe iade istemli dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; savunması alınmadan, kendisine bir bildirim yapılmadan ve gerekçe belirtilmeden işten çıkarıldığını, haricen öğrenilen sözlü bildirime göre iş akdinin 4857 sayılı Kanun'un maddesine göre feshedildiğini, ancak anılan düzenlemeye uyan bir eyleminin bulunmadığını, feshin son çare olması ilkesine de riayet edilmediğini vurgulayarak iş akdinin feshinin haksız olduğunu ifade etmiştir. İşveren davaya cevabında; iş akdinin başvurucunun bir başka çalışan ile yaşadığı ilişki sonrasında ortaya çıkan ciddi sorunlar nedeniyle feshedildiği, B. isimli çalışanın alınan savunmasında başvurucu ile arasında ilişki olduğunu ikrar ettiği, muhtemelen B.nin eşinin anılan ilişkiyi öğrenince başvurucunun canlı bomba olduğu ve şirketi havaya uçuracağı yönünde ihbarda bulunduğu, bu durumun üretimin aksamasına neden olduğu, ihbarla ilgili olarak şirketin suç duyurusunda bulunduğu belirtilmiştir. Bu arada şirket ve başvurucu tarafından telefon ihbarını yapan kişi hakkında suç duyurusunda bulunulmuştur. Manisa Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturmada şirketi telefonla arayarak ihbarda bulunan kişinin Ö. isimli bir kadın olduğu tespit edilmiştir. Ö. soruşturma kapsamında verdiği ifadesinde; olaydan üç veya dört sene kadar önce Çankaya semtinde bir tekstil işinde çalıştığı sırada çay ocağında üç tane erkek şahsın Şirkete ve bir kaç yere canlı bomba koyacaklarını söylediklerini duyduğunu, bu konuşmaların bilinç altına yerleştiğini, evlendikten sonra eşinin Şirkette çalışmaya başladığını, üç kişinin konuşmasının bilinç altında kalması ve eşine zarar verileceğini düşündüğünden böyle bir ihbarda bulunduğunu, ihbarda bulunmaktaki amacının vatandaşlık görevini yapmak olduğunu ifade etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının 24/3/2016 tarihli iddianamesi ile Ö.nin üzerine atılı iftira ve suç uydurma suçlarını işlediğine ilişkin yeterli delil elde edildiği gerekçesiyle kamu davası açılması talep edilmiştir. Manisa İş Mahkemesi, yargılama sürecinde başvurucunun bildirmiş olduğu tanıkları dinlemiş, ayrıca yukarıda belirtilen ceza soruşturması dosyasını celp ederek iddianameyi incelemiştir. Tanıklar beyanlarında; başvurucunun başarılı bir çalışan olması nedeniyle ekip liderliğine getirildiğini, başvurucu ile B.nin işyerinde yapılan iş nedeniyle bir araya geldiklerini, ancak aralarında iş ilişkisi boyutunu aşan bir ilişki olduğunu duymadıklarını, uygunsuz hâl ve hareketlerini görmediklerini ifade etmişlerdir. Mahkeme 3/5/2016 tarihinde feshin geçersizliği ile başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; işe iade davasında hizmet akdinin haklı ya da geçerli bir nedenle feshedildiğinin ispat külfetinin işverende olduğu, işverenin fesih kararında davacının (başvurucunun) işyerinde çalışan evli bir erkekle ilişkisinin bulunması, işyerine telefon açılarak canlı bomba ihbarı üzerine emniyet güçlerinin çağrılması, soruşturma açılması, üretimin aksamasına neden olunması sebeplerine dayanılmasına rağmen bomba ihbarının yapıldığı tarihte işyerinde üretimin aksadığı, durduğu ve bundan dolayı zarar oluştuğuna dair delil sunulmadığı belirtilmiştir. Bunun yanı sıra gerek dinlenen tanıkların ifadeleri gerekse işyerinden sunulan kayıtlardan başvurucunun diğer çalışan ile çalışma alanında ya da işyerinde iş ilişkisi dışında farklı bir ilişkilerinin olduğuna dair delilin ortaya konulamadığı, tanıkların beyanlarında normalin dışında bir davranışa tanık olmadıklarını belirttikleri ve başvurucunun savunmasının alınmadığı vurgulanan gerekçede başvurucuya atfedilen eylemlerle ilgili hususların şüpheye yer vermeyecek şekilde ispatlanamadığı, feshin son çare olması ilkesinin ihlal edildiği ve fesih kararının yerinde olmadığı ifade edilmiştir. Anılan karar işveren tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz dilekçesinde; işyerinde bomba ihbarının yapılması, kolluk ekiplerinin olay yerine gelmesi ve hatta İlçe Emniyet Müdürünün orada bulunmasının ortaya çıkarttığı kaos ve karışıklık sonucunda üretimde aksama meydana gelmemiş olmasının imkânsız olduğu, bu boyutlardaki bir işyerinde üretim aksamasının net olarak ortaya konulmasının mümkün olamadığı, ancak hayatın olağan akışı gereği böyle bir durumda üretimde aksama meydana geleceğinin açık olduğu vurgulanmıştır. Ayrıca başvurucu ile ilişkisi olan B.nin savunmasında "başvurucu ile 4-5 sene önce tanıştığı, orta vadede kopmaya çalıştığı ve sadece iş için konuştuğu" şeklinde beyanda bulunarak taraflar arasında iş ilişkisinden farklı bir ilişki daha olduğunu ikrar ettiği belirtilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 13/10/2016 tarihinde, ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olmak üzere karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; 4857 sayılı Kanun'un maddesinin (II) numaralı bendine göre yapılan fesihlerde işçinin savunmasının alınmasına gerek olmadığı, ayrıca dosya içeriği, davacı ile ilişki yaşadığı iddia edilen isimli işçinin alınan savunması dikkate alındığında, başvurucunun ile çalışma arkadaşlığı ilişkisini aşan bir ilişki yaşadığı, bu ilişkinin işyerinde olumsuzluklara yol açtığının anlaşıldığı belirtilmiştir. Gerekçede, bu durumun, haklı fesih sebebi ağırlığında olmasa da işin yürütümünü bozucu nitelikte olduğu, işyerinde olumsuzluğa yol açtığı ve iş ilişkisinin sürdürülmesinin, işveren açısından beklenemeyeceği vurgulanarak iş sözleşmesinin feshinin geçerli sebebe dayandığının kabulü gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Nihai karar 28/12/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/1/2017 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır. Öte yandan Ulusal Yargı Ağı Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede; Manisa Cumhuriyet Başsavcılığının yapılan ihbar nedeniyle Ö.nin cezalandırılması talebini içeren iddianamesinin Manisa Asliye Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildiği görülmüştür. Mahkeme 27/10/2016 tarihinde, anılan suçların maddi ve manevi unsurları oluşmadığı gerekçesiyle Ö. hakkında beraat kararı vermiştir. Ö. yargılama aşamasındaki savunmasında; başvurucuyu tanımadığını, tanımadığı bir kişiye iftira atmasının mümkün olmadığını, bazı duyumlarını vatandaşlık görevi gereği tedbir alınsın diye şirkete bildirdiğini belirtmiştir. A. Ulusal Hukuk 4857 sayılı Kanun'un "İşverenin haklı nedenlerle derhal fesih hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Süresi belirli olsun veya olmasın işveren, aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir:...II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:a) İş sözleşmesi yapıldığı sırada bu sözleşmenin esaslı noktalarından biri için gerekli vasıflar veya şartlar kendisinde bulunmadığı halde bunların kendisinde bulunduğunu ileri sürerek, yahut gerçeğe uygun olmayan bilgiler veya sözler söyleyerek işçinin işvereni yanıltması.b) İşçinin, işveren yahut bunların aile üyelerinden birinin şeref ve namusuna dokunacak sözler sarfetmesi veya davranışlarda bulunması, yahut işveren hakkında şeref ve haysiyet kırıcı asılsız ihbar ve isnadlarda bulunması.c) İşçinin işverenin başka bir işçisine cinsel tacizde bulunması.d) İşçinin işverene yahut onun ailesi üyelerinden birine yahut işverenin başka işçisine sataşması , işyerine sarhoş yahut uyuşturucu madde almış olarak gelmesi ya da işyerinde bu maddeleri kullanması.e) İşçinin, işverenin güvenini kötüye kullanmak, hırsızlık yapmak, işverenin meslek sırlarını ortaya atmak gibi doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışlarda bulunması.f) İşçinin, işyerinde, yedi günden fazla hapisle cezalandırılan ve cezası ertelenmeyen bir suç işlemesi.g) İşçinin işverenden izin almaksızın veya haklı bir sebebe dayanmaksızın ardı ardına iki işgünü veya bir ay içinde iki defa herhangi bir tatil gününden sonraki iş günü, yahut bir ayda üç işgünü işine devam etmemesi.h) İşçinin yapmakla ödevli bulunduğu görevleri kendisine hatırlatıldığı halde yapmamakta ısrar etmesi.ı) İşçinin kendi isteği veya savsaması yüzünden işin güvenliğini tehlikeye düşürmesi, işyerinin malı olan veya malı olmayıp da eli altında bulunan makineleri, tesisatı veya başka eşya ve maddeleri otuz günlük ücretinin tutarıyla ödeyemeyecek derecede hasara ve kayba uğratması." 4857 sayılı Kanun'un "Feshin geçerli sebeplere dayandırılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır. (Ek cümle: 10/9/2014-6552/2 md.) Yer altı işlerinde çalışan işçilerde kıdem şartı aranmaz..." 4857 sayılı Kanun'un "Sözleşmenin feshinde usul" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"İşveren fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde belirtmek zorundadır.Hakkındaki iddialara karşı savunmasını almadan bir işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, o işçinin davranışı veya verimi ile ilgili nedenlerle feshedilemez. Ancak, işverenin 25 inci maddenin (II) numaralı bendi şartlarına uygun fesih hakkı saklıdır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında özel hayatın eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir kavram olduğu belirtilmektedir. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen özel hayat kavramı AİHM tarafından oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapılmaktan özellikle kaçınılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51). Bununla birlikte Sözleşme'nin denetim organlarının içtihatlarında bireyin kişiliğini serbestçe geliştirmesi ve gerçekleştirmesi ve kişisel bağımsızlık kavramlarının özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır (Sidabras ve Džiautas/Litvanya, B. No: 55480/00 ve 59330/00, 27/7/2004, § 43; K.A. ve A./Belçika, B. No: 42758/98, 45558/99, 17/2/2005, § 83; Pretty/Birleşik Krallık, B. No: 2346/02, 29/4/2002 § 61;Christine Goodwin/Birleşik Krallık [BD], B. No: 28957/95, 11/7/2002, § 90). AİHM'e göre mesleki hayat özel hayat kavramı dışında tutulamaz. Özel hayat unsurları gerekçe gösterilerek mesleki hayata getirilen sınırlamalar, bireyin sosyal kimliğini etkilediği ölçüde Sözleşme’nin maddesi kapsamına girebilmektedir. Bu noktada belirtmek gerekir ki insanların büyük çoğunluğu, dış dünya ile olan ilişkilerini geliştirme olanaklarını en çok mesleki hayatları çerçevesinde yürüttükleri faaliyet kapsamında elde etmektedir (Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, § 45; Niemietz/Almanya, B. No: 13710/88, 16/12/1992, § 29). AİHM mesleki hayatla ilgili başvuru türlerinde özel hayat kavramını iki farklı yaklaşıma göre uygulamaktadır: a) özel hayata ilişkin bir unsurun anlaşmazlık nedeni olup olmadığı (sebebe dayalı yaklaşım) ve b) itiraz edilen tedbirin sonuçları bakımından özel hayata dokunan bir meselenin olup olmadığı (sonuca dayalı yaklaşım). AİHM'e göre özel hayata ilişkin unsurların mesleğin icrası bakımından aranılan nitelik ve yeterlilik koşulları bakımından gözetilmiş veya kişinin mesleği ile ilgili tasarruflara esas alınmış olduğu durumlardan kaynaklanan başvurular sebebe dayalı yaklaşım çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamı içinde değerlendirilir (Denisov/Ukrayna [BD], B. No: 2011/76639, 25/9/2018, §§ 100-103). AİHM kişinin meslek hayatını etkileyen bir tedbir için öne sürülen gerekçelerin kişilerin özel hayatına ilişkin olmadığı ancak söz konusu tedbirin kişinin özel hayatına yönelik ciddi olumsuz etkilerinin bulunduğu veya bulunma ihtimalinin olduğu durumların konu edildiği başvuruların sonuca dayalı yaklaşım kapsamında Sözleşme'nin maddesinin kapsamı içine girebileceğini ifade etmiştir. Bu bağlamda söz konusu olumsuz etkilere ilişkin değerlendirmede AİHM, kişinin yakın çevresi üzerindeki, özellikle de maddi bakımdan ortaya çıkan sonuçları, diğerleri ile ilişki kurma ve geliştirme olanakları ile itibarı üzerindeki olumsuzlukları dikkate almaktadır (Denisov/Ukrayna, § 107). AİHM sebebe dayalı yaklaşımın Sözleşme'nin maddesinin uygulanmasını gerekli kılmadığı durumlarda, söz konusu tedbirin sonuçlarının özel hayatın üzerindeki etkilerine ilişkin bir inceleme yapılması gerektiğini vurgulamıştır. Bununla beraber söz konusu bu ayrımın, ilgili tedbirin altında yatan sebepleri ve tedbirin sonuçlarını incelerken her iki yaklaşımı birlikte uygulamasına engel teşkil etmediğini de belirtmektedir (Denisov/Ukrayna, § 109). AİHM sonuca dayalı yaklaşım uyarınca inceleme yapılabilmesi için söz konusu meslekle ilgili tasarrufun özel hayat üzerinde doğurduğu etkilerin belirli önem ve ciddiyette olmasını aramakta, asgari ağırlık seviyesine ulaşmış olması gerektiğini vurgulamaktadır. AİHM, sadece bu sonuçların çok ağır olduğu ve kişinin özel hayatını önemli derecede etkilediği durumlarda Sözleşme'nin maddesinin uygulanabilir olduğunu kabul etmektedir (Denisov/Ukrayna, §§ 113, 116). AİHM, sonuca dayalı yaklaşımı uyguladığı başvurularda iddia edilen ihlallerin ağırlık ve ciddiyet derecesini değerlendirmeye yönelik kıstaslar oluşturmuştur. Bu kapsamda başvurucunun söz konusu tedbir öncesi ve sonrasındaki yaşamı kıyaslanarak maruz kaldığı olumsuz etki değerlendirilmektedir. Ayrıca sonuçların ciddiyetinin belirlenmesinde, başvurucunun iddia ettiği öznel algıların, somut başvuruda mevcut nesnel koşullarla birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Bunun yanı sıra yapılacak incelemenin, iddia edilen tedbirin hem maddi hem de manevi etkilerini kapsaması gerekmektedir. AİHM, başvurucuların şikâyet edilen tasarrufun özel hayatları üzerindeki olumsuz sonuçlarını somut verilere dayalı olarak uygun şekilde ispatlamakla yükümlü olduklarını ifade etmektedir. Ayrıca başvurucular söz konusu şikâyetlerini ulusal merciler önünde de uygun şekilde dile getirmiş olmalıdırlar (Denisov/Ukrayna, §§ 113-117). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/14907 | Başvuru, özel bir şirket bünyesinde çalışan başvurucunun ahlaki durum gerekçe gösterilerek iş akdinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlatır. Derece mahkemelerince davanın reddine karar verilmiştir. Kararda, başvurucunun uyuşmazlık konusu taşınmazı edindiği tarih itibarıyla taşınmaz için kısıtlılık durumunun mevcut olduğu vurgulanmıştır. Bu bağlamda mülkiyet hakkının geçmişte belirli bir süre engellenmiş olması durumunun eski malikler açısından gerçekleşmiş olmasına rağmen 21/2/2012 tarihli satış işlemi sonucu taşınmazı edinen başvurucu açısından kısıtlılık hâlinden kaynaklanan ve tazminatı gerektirir mağduriyetin gerçekleşmediği belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/37373 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca 2/9/2019 tarihinde tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyeti dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurunun tutuklamanın hukukiliğine ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Fetullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanmasına yönelik soruşturmalar kapsamında 26/9/2017 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu, Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan sorgusunun ardından 2/10/2016 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğinin 20/11/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu 18/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığının 11/10/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesi 2/11/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/621 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesi 28/12/2017 tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Yapılan yargılama sonucunda Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesi 18/1/2018 tarihinde başvurucunun beraatine karar vermiştir. Beraat kararı istinaf yoluna başvurulmadığından 26/1/2018 tarihinde kesinleşmiştir. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu 29/3/2018 tarihinde 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendine dayanılmak suretiyle haksız yere tutuklandığını iddia ederek maddi ve manevi zararlarının giderilmesi için dava açmıştır. Dava bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin E.2018/342 sayılı dosyasında derdesttir. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, ...e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/40336 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tapulu taşınmazın kadastro çalışması sonucu orman vasfıyla tespit edilmesi ve bu sebeple uğranılan zararın tazmin edilmesi istemiyle açılan davanın zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuşlardır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirilmesine gerek olmadığını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisleri İ.U. ve R.U., İstanbul'un Beykoz ilçesine bağlı Dereseki köyünde bulunan 15 Mayıs 322 tarihli 13/52 sayfa ve sıra numarasından gelen 32 cilt, sıra 1 yevmiye 36 no ile tapuya kayıtlı olan taşınmazda 1/2 oranında maliktir. Başvurucuların murisi R.U. 1957 yılında, İ.U. ise 1991 yılında vefat etmiştir. Başvurucular, kadastro çalışmaları sırasında kök tapu kaydının uygulanmaması nedeniyle taşınmazın tescil harici bırakıldığını belirterek hisseleri oranında adlarına tescil edilmesi istemiyle 31/12/2013 tarihinde Maliye Hazinesi aleyhinde dava açmıştır. Beykoz Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) devam eden yargılama sırasında yapılan keşif sonucunda düzenlenen 8/12/2014 tarihli harita ve kadastro mühendisi ile 28/1/2015 tarihli yüksek orman mühendisi tarafından düzenlenen bilirkişi raporları özetle şu şekildedir:i. Taşınmazın 465 m² yüz ölçümlü olduğu, Hamamderesi-Sırmakeş devlet ormanı sınırları içinde kaldığı belirtilmiştir.ii. Taşınmazın bulunduğu Dereseki köyünde devlet ormanlarının 8/2/1937 tarihli ve 3116 sayılı Orman Kanunu uyarınca orman tahdit uygulamasının 1939 yılında yapılarak kesinleştiğine vurgu yapılmıştır. Ayrıca aynı yerde 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 2/B maddesi uygulaması kapsamında yapılan tespit sonucunda taşınmazın devlet ormanı vasfının değişmediği ve tespitin 1992 yılında kesinleştiği ifade edilmiştir.iii. Taşınmazın sırt, tepe ve vadi ve dereleri kapsayan büyük bir havzayı kapsadığına, ortalama eğitiminin %30 olduğuna ve doğal yetişen tam kapalı geniş yapraklı ağaç ve ağaçcıklarla örtülü olarak orman niteliğinin devam ettiğine işaret edilmiştir. Başvurucular, bilirkişi raporlarında taşınmazın orman sınırları içerisinde kaldığının tespit edilmiş olması nedeniyle taleplerini ıslah etmiş ve tescil istemlerini tazminat olarak değiştirmiştir. Mahkeme 23/3/2015 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun ve maddelerine göre dava konusu taşınmazda herhangi satın alma işlemi olmadığı, taşınmazın kesinleşen orman tahdidine göre Hamamderesi-Sırmakeş devlet ormanı sınırları içinde kaldığı ve kesinleşme tarihi gözönüne alındığında başvurucuların tazminat taleplerinin zamanaşımına uğradığı belirtilmiştir. Temyiz edilen karar Yargıtay Hukuk Dairesince (Daire) 16/11/2017 tarihinde onanmıştır. Yapılan karar düzeltme istemi Daire tarafından 7/6/2018 tarihinde reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Nihai karar başvurucular vekiline 2/8/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 29/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk Konu hakkında bkz. Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, §§ 37- Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun (HGK) 18/11/2009 tarihli ve E.2009/4-383, K.2009/517 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...Bu aşamada, kadastro işlemlerinden doğan zararın, tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan zarar kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hususunun açıklanmasında yarar bulunmaktadır....Davaya konu somut olayda, yapılan kadastro işlemine süresi içinde Hazine adına itiraz etmekle yükümlü olan görevliler üzerlerine düşen görevlerini yapmamışlardır. Tapu işlemleri kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan T.K. 1007 anlamında Devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir.Burada Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi yada yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür. Bu itibarla, kadastro görevlilerinin dayanaksız yada gerçek hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemelerini ve taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmalarını da aynı kapsamda düşünmek gerekir. ...Sonuç itibariyle; davacının, Devletin kusursuz sorumluluğundan kaynaklanan bir zararının oluştuğu ve bu zararın tazminini Devletten isteyebileceği, Devletin kadastro işlemlerinden kaynaklanan sorumluluğunun da TMK’nun maddesi kapsamında olması gerektiği, bu nedenle görülmekte olan davanın adli yargıda bakılması gerektiği sonucuna varılmıştır...." Yargıtay HGK'nın 13/6/2018 tarihli ve E.2017/5-2025, K.2018/1189 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...somut olayda 818 sayılı BK’nın maddesinde (6098 sayılı TBK’nın maddesi) öngörülen ve haksız fiil sorumluluğunun tabi olduğu 1 ve 10 yıllık zamamaşımı sürelerinin mi yoksa aynı Kanunun maddesinde (6098 sayılı TBK’nın maddesi) yer alan 10 yıllık genel zamanaşımı süresinin mi uygulanmasının gerektiği, burada varılacak sonuca göre davanın zamanaşımına uğrayıp uğramadığı noktasında toplanmaktadır....Devletin sorumluluğundan söz edebilmek için, tapu sicilinin tutulmasında sicil görevlisinin hukuka aykırı bir işleminin ve bununla zararlı sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekmekle birlikte, eylemin kusura dayanıp dayanmamasının bir önemi yoktur. Eş söyleyişle, Devletin sorumluluğu, kusursuz bir sorumluluktur....Bununla birlikte Devletin TMK’nın maddesi kapsamında sorumluluğu sınırsız olmayıp, belli bir zamanaşımı süresine tabidir. İşte tam bu noktada kısaca zamanaşımı kavramına ve bu konudaki yasal düzenlemelere değinmekte fayda bulunmaktadır.Özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde Kanunun kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir. Çekişmelerin bir an önce sonuçlandırılmayıp uzun süre askıda bırakılmasının toplumun barış ve huzurunu bozacağı düşünülerek yargı yoluyla hak aramaya konulan zaman sınırı olarak öngörülen zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren, ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasında haksız fiilden zarar görenin zararının tazmini istemiyle açacağı davaların bağlı olduğu zamanaşımı süreleri ayrıca düzenlenmiştir.Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun “Müruru zaman” başlıklı maddesinde; “Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namıyla nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ittılaı tarihinden itibaren bir sene ve her hâlde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz…” hükmü yer almaktadır.BK’nın maddesinin birinci fıkrasına göre, tazminat davası açma hakkı zarar görenin, zararı ve haksız eylemi öğrenmesinden itibaren başlayacak ve bir yılda zamanaşımına uğrayacaktır. Burada önemli olan zararı ve tazminat sorumlusunu öğrenmektir.Diğer bir anlatımla, bir yıllık sürenin başlaması için zarar görenin, zarar ile birlikte tazmin borçlusunu da öğrenmiş olması gerekir. Kusur sorumluluğunda failin öğrenilmesi gerekir.Aynı Kanunun “On senelik müruru zaman” başlıklı maddesi ise; “Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı takdirde, her dava on senelik müruru zamana tabidir.” şeklinde bir düzenleme içermektedir. Anılan maddenin birinci fıkrasında süreler belirlendikten sonramaddenin ikinci fıkrasında ceza dava zamanaşımına yollamada bulunulmuştur.818 sayılı BK’nın 125- (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146-) maddeleri arasında düzenlenen genel zamanaşımı hükümlerine göre alacak hakkı alacaklı tarafından yasanın öngördüğü süre ve koşullar içinde talep edilmediğinde etkin bir hukuki himayeden, başka bir deyişle dava yoluyla elde edilebilme olanağından yoksun bırakılmaktadır. Zamanaşımına uğrayan alacağın tahsili hususunda Devlet kendi gücünü kullanmaktan vazgeçmekte, böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi keyfiyeti borçlunun iradesine bırakılmaktadır. Şu hâlde zamanaşımına uğrayan alacak ortadan kalkmamakla beraber, artık doğal bir borç (Obligatio naturalis) hâline gelmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, alacağın salt zamanaşımına uğramış olması onun eksik bir borca dönüşmesi için yeterli değildir; bunun için borçlunun, kendisine karşı açılmış olan alacak davasında alacaklıya yönelik bir defide bulunması gerekir (HGK’nın 2010 gün ve 2010/8-231 E., 255 K. sayılı kararı). Bu nedenle zamanaşımı hukuki niteliği itibariyle maddi hukuktan kaynaklanan bir defi olup usul hukuku anlamında ise bir savunma aracıdır (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt: 2, s.1761; Von Tuhr. A.: Borçlar Hukuku, I-II, Ankara 1983, Edege çev., s.688 vd.; Canbolat, F: Def’i ve İtiraz Arasındaki Farklar ve İleri Sürülmesinin Hukuki Sonuçları, EÜHF Dergisi, Cilt:III, Sayı:1, s.255 vd.; HGK’nun 2011 gün ve 2010/9-629 E., 2011/70 K. sayılı kararı).Yasada hangi hakların zamanaşımına uğrayacağı, hangilerin uğramayacağı belirli bir sistem hâlinde düzenlenmiş değildir. Mevcut hukuk düzeni ve mevzuata göre, borçlar, ticaret, eşya ve kamu hukukundan kaynaklanmış olsun bütün alacaklar zamanaşımına tabidir. BK’nın maddesine göre özel hukukta aksine bir hüküm bulunmadıkça alacaklar ilke olarak on yıllık zamanaşımına tabidir. 10 yıllık süre ise kusursuz sorumlulukta kanunen sorumlu görülen kişinin öğrenilmesi ile başlar.Yukarıda ifade edildiği gibi TMK’nın maddesi uyarınca Devletin sorumluluğunun objektif-kusursuz sorumluluk hâli olduğunun kabul edildiğine ve bu sorumluluk hâlinin 818 sayılı BK’nın ve devamı maddelerinde düzenlenen haksız fiil sorumluluğu ile ilgisi bulunmadığına göre, aynı Kanunun maddesinde (6098 sayılı BK’nın maddesi) yer alan zamanaşımı kurallarının uygulanma imkânı olmadığı gibi, TMK’nın maddesine dayanılarak açılan davalar için ayrıca zamanaşımı süresinin öngörülmediği dikkate alındığında, 818 sayılı BK’nın maddesindeki (6098 sayılı BK’nın maddesi) 10 yıllık genel zamanaşımı süresinin devletin sorumluluğu için uygulanması gerekir. ...'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/12/2015 tarihli ve E.2015/3740, K.2015/12886 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: :"...Mahkemece, kadastro tespitinin 1953 yılında yapıldığı, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/ maddesine göre 10 yıllık süre içinde tespite itiraz edilmemesi nedeniyle tutanakların kesinleştiği, esasen ortada devletin sorumluluğunu gerektirecek tapu sicilinin yanlış tutulmasından kaynaklanan bir yolsuz tescil durumunun da olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.Dava, 4721 sayılı TMK'nın maddesi gereğince açılan tazminat ile tapu iptali ve tescil davasıdır.İncelenen dosya kapsamına, kararın dayandığı gerekçeye göre; çekişmeli taşınmazın kadastro tespitinin 1953 yılında yapıldığı ve davacıların kadastro tespitine itiraz etmemeleri nedeniyle 1963 yılında kesinleşerek davalı gerçek kişiler adına tapu kaydı oluştuğu, bu tarihten itibaren davacıların mülkiyet hakkına dayanarak tazminat isteme haklarının kalmadığı, kaldı ki; TMK'nın maddesine dayanılarakaçılan tazminatdavalarıiçin ayrıca zamanaşımı öngörülmediğinden, 6098 sayılı Borçlar Kanununun (mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun ) maddesinde yazılı 10 yıllık genel zamanaşımı süresinin uygulanmasının söz konusu olduğu davada, tespitin kesinleştiği 1963 yılından itibaren 10 yıllık süre içinde dava açılmaması nedeniyle bu sürenin de geçtiği, davalı Hazinenin de zamanaşımı itirazında bulunduğu gözönüne alındığında davanın reddine karar verilmesinde isabetsizlik bulunmadığına göre, davacılar vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile usûl ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA ..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 23/11/2017 tarihli ve E.2016/2493, K.2017/9897 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Davacılar vekili, 24/10/2014 havale tarihli dilekçesinde özetle; İzmir ili, Merkez, Narlıdere 156 ada 1406 parsel sayılı taşınmazın müvekkillerin murisi tarafından 1976 yılında satın alındığını, ancak Orman Genel Müdürlüğü tarafından açılan dava sonucu tapu kaydının iptal edilerek, orman sınırları içine alındığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak suretiyle şimdilik 000,-TL tazminatındava tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte davalıdantahsiline karar verilmesini talep etmiştir.Davalı Hazine ise süresinde verdiği cevap dilekçesinde: tapu iptali ve tescil kararınınkesinleştiği tarihten itibarenzamanaşımı süresiningeçtiğiniileri sürmüştür.Mahkemece, davanın 10 yıllık zamanaşımı süresinde açılmamış olması sebebiyle reddine karar verilmiş, hüküm davacılarvekili tarafından temyiz edilmiştir. Dava,TMK'nın maddesi uyarınca açılan tazminat davasıdır. İncelenen dosya kapsamına ve kararın dayandığı gerekçeye göre, İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinin 1981/602 E. - 1983/403 K. sayılıkararının kesinleştiği 28/11/1983 tarihi ile davanın açıldığı 24/10/2014 tarihleri arasında 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu anlaşıldığından, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usûl ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA,..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/5/2018 tarihli ve E.2016/7929, K.2018/3624 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...Dava, tapu kaydının mahkeme kararı ile iptal edilmesi nedeniyle uğranılan zararın, 4721 sayılı TMK'nın maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkindir.İncelenen dosya kapsamına, kararın dayandığı gerekçeye, Orman Yönetimi tarafından açılan dava sonucu İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinin 1999/805 E. - 2001/752 K. sayılı ilamıyla davacıların miras bırakanının maliki olduğu 198 ada 75 parsel sayılı taşınmazın 519 m2 yüzölçümlü kesiminin kesinleşen orman tahdidi içinde kaldığı gerekçesiyle tapu kaydının iptaline ve orman niteliği ile Hazine adına tesciline karar verilerek temyiz edilmeksizin 2001 tarihinde kesinleştiğine, eldeki tazminat davasının ise 2015 tarihinde açıldığına, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun maddesindedüzenlenen 10 yıllık dava açma zamanaşımı süresinin dolduğuna, davalı Hazine süresi içinde zamanaşımı definde bulunduğuna göre yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabetsizlik bulunmadığından hükmünONANMASINA,...'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/5/2019 tarihli ve E.2019/1461, K.2019/3223 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, 4721 sayılı TMK'nın maddesi gereğince tapu sicilinin tutulmasından kaynaklı tazminat davasıdır.İncelenen mahkeme dosyasına, kararın dayandığı gerekçeye, dava konusu yeniköy 237 parsel sayılı taşınmazın 1969 yılında yapılan kadastro sırasında 14/08/1956 tarih 96 sıra numaralı tapu kaydına dayanarak T. T. adına tespit edildiği, Orman Yönetimi tarafından kadastro tespitine itiraz edilmesi sonucu tapulama mahkemesinin 1982/110 E. - 1985/298 K. sayılı ilamı ile taşınmazın tapuda orman olarak kayıtlı olan taşınmaz sınırları içinde kalması nedeni ile davanın kabulüne, taşınmazın Hazine adına tescil edilmiş ormana ait kaydın müseccel bulunduğu birliğin tapu kütüğüne aktarılmasına karar verildiği, anılan hükmün 23/09/1991 tarihinde kesinleştiği, eldeki davanın 10 yıllık zamanaşımı süresi dolduktan sonra 16/03/2015 tarihinde açıldığı, davalı Hazinenin süresi içinde zamanaşımı definde bulunduğu, davacının tescil talebi açısından ise Tapulama Mahkemesinin kararının orman yönetimi ve tespit malikinin mirasçıları için kesin hüküm oluşturduğu, belirlenerek hüküm kurulmasında bir isabetsizlik bulunmadığına göre, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usûl ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA,..." Bölge Adliye Mahkemesi Kararları İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin 2018 yılında açılan davaya ilişkin 18/1/2019 tarihli ve E. 2019/52, K.2019/90 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...Dava, tapu kaydının yanlış kişi adına tescilinden kaynaklı uğranılan zararın, 4721 sayılı TMK'nın maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkindir. Mahkemece davanın zamanaşımı nedeniyle reddinekarar verildiği, hükmün davacılar vekili tarafından istinaf kanun yoluna getirildiği görülmüştür. ...Dava konusu taşınmazın tapu kaydı ve kadastrol tutanaklarının incelenmesinde Mehmet Karakuyu adına 24/12/1979 tarihinde tapuya tescil edildiği görülmüştür. 3402 sayılı kadastro kanunun 12/3 maddesine göre tapulama tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıl geçtikten sonra kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak itiraz edilip dava açılamaz. ...10 yıllık zamanaşımı süresi içinde TMK 1007 maddesine göre kadastral işlemlere dayanılarak tazminat talep hakkı 18/11/2009 tarihli Yargıtay Hukuk Genel Kurulu içtihatı ile tanınmışsa da gerek kadastro tutanağının kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıllık sürenin gerekse Anayasa mahkemesinin 2014/6673 esas sayılı dosyasında belirtilen makul süre bu davada dava tarihi itibariyle geçmiş olduğundan mahkemenin vermiş olduğu karar doğrudur....'' Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin 25/2/2019 tarihli ve E.2018/606, K.2019/75 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...Dava, TMK maddesi uyarınca tapu sicilinin tutulmasından kaynaklı tazminat istemine ilişkindir. İstinaf edilmek suretiyle Dairemiz önüne gelen uyuşmazlık, orman niteliğinde olduğu gerekçesiyle tapusu iptal edilen taşınmaz nedeniyle TMK.nun maddesi uyarınca açılacak davalarda zamanaşımı süresinin bulunup bulunmadığı, varsa bu sürenin başlangıcının zararın oluştuğu tarihten mi yoksa 18/11/2009 tarihli Yargıtay HGK ile yargı yolu açılması sonucu HGK kararından itibaren mi zamanaşımının başlayacağına ilişkindir. Tazminat istemine konu 111 parsel sayılı taşınmaz, Mart 1951 tarih 139, S:64, N:136 sayılı tapu kaydı ve 176 tahrir nolu vergi kaydı dayanak alınarak 40900 m² yüzölçümü ve beyanlar hanesinde "4753 sayılı Kanunun 7nci bölümünün 61, 62, 63 maddelerine göre takyide tabidir" belirtmesi ile Durmuş Göç adına tesbit edilmiş ve itiraz edilmeksizin 04/07/1978 tarihinde kesinleşmekle tapu siciline tescil edilmiştir....Yukarıda belirtilen bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; hâlen tapu sicilinde muris adına tescilli bulunan 111 parsel sayılı taşınmaz, 4753 sayılı Kanun hükümleri uyarınca oluşan Mart 1951 tarih 136 sıra sayılı tapu kaydı dayanak alınarak 1978 yılında 766 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılıp kesinleşen kadastro çalışmaları sonucunda muris Durmuş Köç adına tescil edildiği, Antalya Asliye Hukuk Mahkemesinin 05/06/1985 tarihli 1984/262-350 E.K. sayılı kararı uyarınca Devlet Ormanı sayılan yerlerden olduğu gerekçesiyle tapu kaydının iptaline karar verildiği ve temyiz edilmeksizin hükmün 12/11/1986 tarihinde kesinleştiği, tapu sicilinde terkin işlemi yapılmasa daTMK 705/2 maddesi uyarınca mülkiyetin mahkeme işleminin kesinleştiği 12/11/1986 tarihi itibariyle Hazineye geçtiği, tescilin açıklayacı nitelikte bulunduğu, 10 yıllık zamanaşımının, mülkiyetin geri alınma imkanı olmaksızın yitirilmesi tarihinden itibaren 12/11/1996 tarihinde dolduğu, ancak bu tarih itibariyle bulunan yargısal içtihatların, Devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğunun tapu kütüğünün oluşumu sırasında yapılan hataları kapsamadığı yolunda olduğu, Yargıtay HGK'nın 18/11/2009 tarihli kararından sonra Yargıtay içtihadlarının değiştiği veTMK.nun maddesinde öngörülen sorumluluğun kadastro görevlilerinin dayanaksız ya da gerçek hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemelerini ve taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmalarını da kapsadığının belirtilmesi sonucu tazminat talep etme yolunun açıldığı, bu durumun AİHM de yeni bir iç hukuk yolu oluştuğunun kabul edildiği, 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolmuş bulunan eldeki dava yönünden 4721 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında dava açılabilmesi imkanı yönünden Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirtilen hak ihlali kararı nazara alınarak makul bir sürenin öngörülmesi gerektiği, davacıların eldeki davayı04/05/2015 tarihinde açtığı, ancak 02 Aralık 1991 tarihli Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Arazi ve İskan Dairesi Başkanlığının yazısından muris ve dava dışı başkaca kişilere ait taşınmazların mahkeme hükmü nedeniyle iptali nedeniyle Varsak Köyü 1612 parselden arazi tahsisinin 3202 sayılı Kanunun 9/k maddesi uyarınca istendiği, daha sonra mirasçılarca 09/12/2010 tarihli dilekçe ile talebin yenilendiği ve Antalya Valiliği Defterdarlık Milli Emlak Dairesi Başkanlığı Batı Antalya Emlak Müdürlüğü tarafından 03/02/2015 tarihli 2661 sayılı yazı ile Mülga 4753 sayılıKanun kapsamında ödenen bedellere karşılık hak sahiplerine taşınmaz verilmesinin mümkün olmadığı ve ödendiği belgelenecek bedellerin denkleştirici adalet ilkesi doğrultusunda hak sahiplerine iade edilmesinin bakanlık Makamının 01/07/2014 tarihli ve 828 sayılı 'Olur'ları ile uygun görüldüğü bildirildiği belirtilerek dava dışı kişilere bedel ödemesinde bulunulduğu, ancak davacılara bir ödeme yapıldığının bildirilmediği, 03/02/2015 tarihli bildirimden itibaren davanın yaklaşık 2 ay sonra açıldığı, davacıların ve murislerinin arazi tahsisine ilişkin başvuruları yönünden idare yazışmalarının 03/02/2015 tarihine kadar devam ettiği, nihayetinde 03/02/2015 tarihi itibariyle mahkeme kararı ile iptal edilen taşınmazları yerine idarece arazi verilmeyeceğinin anlaşıldığı nazara alınarak 08/11/2009 tarihinden itibarenoluşan iç hukuk yolu itibariyle eldeki davanın makul süre içinde açıldığı ve böylecekamu yararı ile bireylerin mülkiyet hakkının korunması arasında adil bir dengenin kurulabileceği kabul edilerek başvurucu davacılar vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile hükmün kaldırılması ve dava dosyasının ilk derece mahkemesine gönderilmesi yönünde aşağıdaki hüküm kurulmuştur." İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin 26/3/2019 tarihli ve E.2018/2019, K.2019/898 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...Dosya kapsamından dava konusu Şileİlçesi, Çayırbaşı köyü 191parsel sayılı taşınmazın davacı adına kayıtlı olduğu, taşınmazınkısmen orman tahdidi içinde olması nedeniyle Orman İdaresi tarafından açılan dava sonucu Şile Asliye HukukMahkemesinin 1995/106 Esas, 2002/8 Karar sayılı ilamı ile taşınmazın 840 m2 lik kısmının tapu kaydının iptali ileorman vasfı ile Hazine adına tesciline karar verildiği, kararın 05/04/2002 tarihinde kesinleştiği, tapunun bedelsiz olarak iptal edilmesi nedeniyledavacının 12/07/2017 tarihinde eldeki tazminat davasını açtığı anlaşılmaktadır. TMK'nın maddesine dayanılarak açılan davalar6098 sayılı Borçlar Kanununun maddesindeki (818 sayılı Kanunun maddesi) 10 yıllık genel zamanaşımı süresinine tabidir. Dosya kapsamına, kararın dayandığı gerekçeye, dava konusu parsele ilişkinŞile Asliye HukukMahkemesinin 1995/106 Esas, 2002/8 Karar sayılı ilamının kesinleştiği 05/04/2002 tarihtenitibaren 10 yıllık zamanaşımı süresinin geçmiş olmasına, yerleşik yargıtay uygulamalarına göre zamanaşamı süresinin iptal kararının kesinleştiği tarihten itibaren başlamasına göre verilen kararusul ve yasaya uygun olduğundan davacı vekilinin istinaf itirazlarının reddine karar vermek gerekmiş, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.''B. Uluslararası Hukuk Konu hakkında bkz. Yaşar Çoban, §§ 41- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/26593 | Başvuru, tapulu taşınmazın kadastro çalışması sonucu orman vasfıyla tespit edilmesi ve bu sebeple uğranılan zararın tazmin edilmesi istemiyle açılan davanın zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, birikmiş yetim aylıklarının ödenmesi istemiyle yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; ret işlemine karşı açılan davanın uzun sürede sonuçlanması nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1972 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir. K.Y. ve G.Y. çiftinin evlilik birliği içinde doğan çocuğu olan başvurucu İzmir Sulh Hukuk Mahkemesinin 16/7/1985 tarihli kararıyla 13 yaşında iken F.O.B. adlı kişi tarafından evlat edinilmiştir. Başvurucunun öz babası K.Y. 23/7/1996 tarihinde vefat etmiştir. Başvurucu 27/4/2005 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumuna (idare) başvurarak yetim aylığı bağlanması talebinde bulunmuştur. İdare tarafından başvurucuya 1/5/2005 tarihinden itibaren 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu'nun ve maddeleri uyarınca yetim aylığı bağlanmıştır. Başvurucu 8/1/2007 tarihli dilekçe ile idareye tekrar başvurmuş ve babasının ölüm tarihinden itibaren birikmiş alacağının hesaplanarak tarafına ödenmesini talep etmiştir. Söz konusu dilekçede başvurucunun evlatlık verilmesi sebebiyle babasının ölümünden geç haberdar olduğu belirtilmiştir. İdarenin herhangi bir tarih içermeyen işlemiyle başvurucunun talebi reddedilmiştir. İdare 5434 sayılı Kanun'un ve maddelerine dayanmıştır. İdare, babasının ölüm tarihinde evli olan başvurucunun daha sonra 3/1/1997 tarihinde eşinden boşandığını ancak boşanma tarihinden itibaren beş yıl içerisinde müracaatta bulunmaması sebebiyle geriye yönelik yetim aylığı ödenmesinin mümkün olmadığını açıklamıştır. Başvurucu anılan işlemin iptali istemiyle 9/3/2007 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucunun, babasıyla biyolojik annesinin evlilik dışı ilişkisinden doğduğu ancak babasının resmî nikahlı eşinin çocuğu olarak nüfusa kaydedildiği belirtilmiştir. Başvurucunun, biyolojik annesi tarafından 16/7/1985 tarihinde evlat edinildiği ifade edilen dava dilekçesinde, biyolojik annesiyle İzmir'de yaşadığı ve Ankara'da ikamet eden babası ve ailesiyle hiç görüşmediği ileri sürülmüştür. Başvurucu, ablasının miras işleri nedeniyle 2005 yılı Nisan ayında araması üzerine babasının ölümünden haberdar olduğunu ve 5434 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımı süresinin öğrenme tarihinden itibaren başlatılması gerektiğini savunmuştur. Mahkeme 20/9/2007 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde 5434 sayılı Kanun'un , ve maddelerine yer verildikten sonra başvurucunun, babasının ölümünden yaklaşık on yıl sonra idareye başvurduğu vurgulanmış ve beş yıllık zamanaşımı süresi içinde başvurulmamış olması nedeniyle geçmişe yönelik yetim aylıklarının ödenmesi talebinin reddi yolunda tesis edilen idari işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Mahkeme ayrıca başvurucunun, babasının ölümünü duymadığı iddiasını ispatlayamadığı, sırf babasıyla ayrı yerlerde yaşamasının, ölümü duymadığı iddiasının ispatlanması bakımından yeterli olmadığı görüşünü açıklayarak olayda mücbir sebebin bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır. Mahkeme kararı Danıştay Dairesinin (Daire) 21/9/2010 tarihli kararıyla oyçokluğuyla onanmıştır. Çoğunluk kararına muhalif olan üye, evlatlık verildiği ve başka şehirde yaşadığı sabit olan başvurucunun, babasının ölümünden haberdar olmadığının kabulü gerektiği fikrini beyan etmiştir. Muhalif Üyeye göre yetim aylığı alma hakkı olan birisinin bile bile idareye başvurmaması hayatın olağan akışına uygun düşmediğinden başvurucunun, babasının öldüğünden haber olmadığının kabulü gerekmektedir. Başvurucunun karar düzeltme talebi Dairenin 26/6/2014 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Bu karara da iki üye muhalif kalmıştır. Muhalif üyeler, temyiz kararındaki muhalefet gerekçesi gibi başvurucunun, babasının ölümünden haberdar olmadığını ispatladığı sonucuna ulaşmış ve bunun aksinin artık idare tarafından ispatlanması gerektiğini belirtilmişlerdir. Anılan karar, başvurucu vekiline 25/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5434 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte bulunan maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"... yetim aylıkları:...c) Emekli ... aylığı alanlardan ... ölenlerin,Ölüm tarihinde bu kanuna göre aylığa müstahak ... yetimlerine bağlanır." 5434 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte bulunan maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"66 ncı maddede sözü geçen ... yetimler şunlardır:...c) Çocuklar" 5434 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte bulunan maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"Aşağıda yazılı hallerde dul ve yetimlere aylık bağlanmaz:...c) Evli kız ... çocuklar ....." 5434 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte bulunan maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Bu kanunda ayrıca belirtilen haller dışında aylık bağlanmasına istihkak kesbedildiği tarihten itibaren beş yıl sonuna kadar yazı ile müracaat edilmezse bu aylıklar, müracaat tarihini takip eden ay başından itibaren bağlanır." 5434 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte bulunan maddesi şöyledir:"Bu kanun gereğince çeşitli adlarla ödenecek paralardan; istihkak kesbedildiği tarihlerden itibaren beş yıl sonuna kadar alınmıyan veya yazı ile müracaat edilerek aranmıyanlar Sandık lehine zamanaşımına uğrar." 5434 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte bulunan maddesinin ikinci şöyledir:"Sandığa müracaat etmemenin makbul veya mücbir bir sebebe dayandığını genel hükümlere göre ispat edenler hakkında yukarıdaki maddeler hükümleri uygulanmaz. Ölümü duymamış olmak, ispat edilmek şartıyla, mücbir sebep sayılır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin ek 1 No.lu Protokol’ün maddesi anlamında ancak “mülk” teşkil eden şeylere müdahale edilmesi koşuluyla anılan hükmün ihlali iddiasında bulunabileceğini vurgulamaktadır (Kopecky/Slovakya, B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek Cumhuriyeti [BD], (k.k.)B. No: 39794/98, 10/7/2002, § 69). 1 No.lu Protokol bağlamında “mülk” kavramı iç hukuktaki formel sınıflandırmadan bağımsız olarak özerk bir anlam taşımaktadır (Beyeler/İtalya, B. No:33202/96, 5/1/2000, § 100; Eski Yunanistan Kralı ve Diğerleri/Yunanistan, B. No: 25701/94, 23/11/2000, § 60). “Mülk” kavramının özerk yorumlanması, maddi varlığı bulunan şeylerle sınırlı olmaması anlamına da gelmektedir. Bu bağlamda, mal varlığını oluşturan hak ve menfaatler de bu hüküm çerçevesinde mülkiyet hakkı kapsamında, diğer bir deyişle “mülk” olarak değerlendirilebilir (Broniowski/Polonya, B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129). AİHM’e göre 1 No.lu Protokol’ün maddesi mevcut mülkleri veya varlıkları kapsamakta olup mülk edinmeyi garanti altına almaz (Kopecky/Slovakya, § 35; Gratzinger ve Gratzingerova, § 69). Bununla birlikte AİHM, “mevcut mülk” veya mal varlığının yanında, mülkiyet hakkından etkili yararlanmanın teminine yönelik en azından "meşru bir beklenti"nin bulunduğunun iddia edilebilmesine imkân tanıyan taleplerin de mülk kapsamına girdiğini kabul etmektedir. Buna karşılık AİHM, mülkiyet hakkının tanınacağı umudunun 1 No.lu Protokol’ün maddesi anlamında “mülk” olarak görülmesinin mümkün olmadığını ifade etmektedir (Kopecky/Slovakya, § 35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek Cumhuriyeti, § 69; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya, B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, § 32).28 AİHM, 1 No.lu Protokol'ün maddesi kapsamındaki davalara genel olarak uygulanan ilkelerin ve özellikle anılan maddenin mülk edinme hakkını korumadığı biçimindeki ilkenin, sosyal güvenlik ödemeleri ve sosyal yardımlar yönünden de geçerli olduğunu belirtmektedir. AİHM, bu hükmün Sözleşmeci devletlerin herhangi bir sosyal güvenlik planını uygulayıp uygulamayacağının ya da bu planlar çerçevesinde kişilere ne tür menfaatlerin sağlanacağının ve bunların miktarının ne kadar olacağının belirlenmesi hususundaki serbestisine sınırlama getirmediğini vurgulamaktadır. Ancak AİHM'e göre sözleşmeci devletlerin, ister önceden kişilerin katkı yapma şartına bağlı olsun ister olmasın, sosyal yardım ödemesi yapılmasını öngören yasal bir düzenlemenin bulunması durumunda bu düzenlemenin 1 No.lu Protokol'ün maddesi kapsamına giren mülkiyete ilişkin bir menfaat (proprietary interest) doğurduğu kabul edilmelidir (Moskal/Polonya, B. No: 10373/05, 15/9/2009, § 38). AİHM, modern demokratik devletlerde birçok bireyin, yaşamlarını sürdürebilmek için hayatlarının tamamı ya da bir bölümünde sosyal güvenlik ve sosyal yardım ödemelerine bağımlı olduklarını belirtmektedir. AİHM, birçok hukuk sisteminin, bu bireylerin belli bir derecede belirlilik ve güvenliğe ihtiyaç duyduklarını kabul ederek onlara birtakım imkânlar sağladığını ve bu çerçevede öngörülen bazı koşulların yerine getirilmesi şartıyla bu bireylere çeşitli ödemeler yapılması yolunda düzenlemelere yer verdiğini hatırlatmaktadır. AİHM'e göre bireylerin iç hukuka göre sosyal yardım alma hakkının bulunduğu durumlarda bu ekonomik menfaatler 1 No.lu Protokol'ün maddesi kapsamına girer (Moskal/Polonya, § 39). Öte yandan tartışma konusu ekonomik menfaate hak kazanmanın şarta bağlandığı durumlarda koşulun yerine getirilmemesi sonucu kaybedilen şarta bağlı hakkın, 1 No.lu Protokol'ün maddesi anlamında mülk olarak değerlendirilmesi mümkün değildir (Moskal/Polonya, § 40). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13223 | Başvuru, birikmiş yetim aylıklarının ödenmesi istemiyle yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; ret işlemine karşı açılan davanın uzun sürede sonuçlanması nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kişisel ilişki kurma hakkının aile içi şiddet gerekçesiyle kaldırılması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir Başvuru 9/2/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1/8/2011 tarihinde eşi ile aralarında şiddetli geçimsizlik olduğu, fikren ve ruhen anlaşamadıkları iddialarıyla boşanma talebiyle dava açmıştır. Kartal Aile Mahkemesi 13/10/2011 tarihinde başvurucu ve eşinin boşanma konusunda anlaştıklarını tespit ederek tarafların boşanmalarına karar vermiştir. Anılan karar ile 12/6/2008 doğumlu müşterek çocuğun velayeti anneye bırakılmış, başvurucu ile çocuk arasında da kişisel ilişki tesis edilmiştir. Başvurucunun eski eşi A.Ö.,başvurucunun kendisini darp ve tehdit ettiğini ileri sürerek 23/12/2015 tarihinde Kartal İlçe Emniyet Müdürlüğüne şikâyette bulunmuştur. A.Ö. ifadesinde; çocuğunu okula bırakırken başvurucu ile karşılaştığını, kızına "Al çantanı babanla devam et." dediğini ancak başvurucunun "Sen de benimle yürüyeceksin." diyerek kolundan tuttuğunu belirtmiştir. Çocuğun yanında tartışmak istemediğini söylemesine rağmen başvurucunun, kızına "Annene iyi sarıl 24 saat içinde ölecek annen" demesi üzerine kızına sarılarak "Korkma okula git." dediğini, kızı yanlarından ayrılınca başvurucunun "Tabancam belimde, seninle konuşmamız gerek yoksa seni öldüreceğim, ben hapse sen mezara, çocuk yuvaya gidecek", "Şarjörümde iki tane mermi var her ayağına birer tane sıkarım" şeklinde sözlerle tehdit etmeye ve kendisiyle yürümeye zorlamaya devam ettiğini vurgulamıştır. Onunla gitmek istemediğini söyleyince başvurucunun şiddet uygulamaya başladığını, sol yüzüne ve burnuna vurduğunu, burnunun kanadığını, kendisini yaralayan ve tehdit eden başvurucudan şikâyetçi olduğunu belirterek 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun'un maddesine göre tedbir ve uzaklaştırma kararı verilmesini talep etmiştir. Anılan şikâyete istinaden başvurucunun ve tanıkların ifadeleri de alınmıştır. Başvurucu ifadesinde eski eşi ve kızıyla kızının okulunun yakınında karşılaştığını, uzun süredir görmediği kızının kendisine doğru yöneldiğini görünce eski eşine "Mahkeme kararına neden uymuyorsun, kızımı neden bana göstermiyorsun" dediğini, bu sırada eski eşinin, "İmdat, çocuğumu kaçırıyorlar." diye bağırması üzerine orada bulunan diğer veliler tarafından darp edildiğini, arbede yaşandığını, eski eşinin bu arbede sırasında burnuna darbe almış olabileceğini, eski eşini darp ve tehdit etmediğini, eski eşinin amacının çocuğu göstermeyerek evliliğe zorlamak olduğunu belirtmiştir. Bir tanık ise başvurucunun, eski eşinin yüzüne vurduğu yönündeki iddiayı doğrulamıştır. İlgili Cumhuriyet savcısının talimatı gereği, Kartal İlçe Emniyet Müdürlüğü tedbir kararı için alınan ifadeleri aile mahkemesine göndermiştir. İstanbul Anadolu Aile Mahkemesi 25/12/2015 tarihli kararıyla dosyadaki belgelere göre talebin yerinde olduğunu belirterek 6284 sayılı Kanun'un maddesinin (a), (c), (d), (e), (f) ve (g) bentlerinde öngörülen tedbirlere altı ay süre ile uygulanmak üzere karar vermiştir. Mahkeme kararında, şahsi ilişki bulunması hâlinde tedbir süresince şahsi ilişkinin kaldırılmasına, başvurucunun eski eşinin ve konutunun yüz metre yakınına yaklaşmamasına, eski eşini ve aynı çatı altında yaşayan aile bireylerini iletişim vasıtalarıyla rahatsız etmemesine hükmetmiştir. Başvurucu anılan karara itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde; çocuğunun yaşadığı eve hatta odasına ses ve göz mesafesi kadar yakın olmak istediğini, eski bir asker olarak silahını da teslim etmeye hazır olduğunu, kararın çocuğunu da görmesini engellediğini, aslında eşinin çocuğuna şiddet uyguladığını ileri sürmüştür. İstanbul Aile Mahkemesi 20/1/2016 tarihli kararıyla derece mahkemesinin kararının usul ve yasaya uygun olduğunu vurgulayarak başvurucunun itirazını reddetmiştir. Nihai karar başvuruya 21/1/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.Başvurucu tarafından 9/2/2016 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. Ayrıca Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede; başvurucu hakkında, yukarıda belirtilen koruma kararını ihlal ettiği gerekçesiyle 26/5/2016 ve 8/6/2016 tarihli kararlar ile beşer gün zorlama hapsine hükmedildiği ve bu kararların itiraz incelemesinden geçerek kesinleştiği görülmüştür. Ayrıca başvurucunun müşterek çocuğun velayetinin kendisine verilmesi talebiyle dava açtığı, İstanbul Aile Mahkemesinin27/12/2016 tarihinde davanın reddine karar verdiği tespit edilmiştir. Başvurucunun itirazı üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi anılan kararın kaldırılmasına karar vermiştir. Kararda, başvurucunun Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde psikolojik tedavi gördüğü hususu, dosyada mevcut dilekçelerdeki beyanlarıyla birlikte değerlendirildiğinde; başvurucunun vesayet altına alınmasının gerekip gerekmediği yönünde araştırılma yapılmadan esas hakkında karar verilmesinin usul ve kanuna aykırı olduğu vurgulanmıştır. Bozma üzerine yargılamanın hâlen devam ettiği görülmüştür. A. Ulusal Hukuk 6284 sayılı Kanun’un “Amaç, kapsam, temel ilkeler” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Bu Kanunun amacı; şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemektir...." 6284 sayılı Kanun’un "Hâkim tarafından verilecek önleyici tedbir kararları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Şiddet uygulayanlarla ilgili olarak aşağıdaki önleyici tedbirlerden birine, birkaçına veya uygun görülecek benzer tedbirlere hâkim tarafından karar verilebilir:a) Şiddet mağduruna yönelik olarak şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmaması.... c) Korunan kişilere, bu kişilerin bulundukları konuta, okula ve işyerine yaklaşmaması.... d) Gerekli görülmesi hâlinde korunan kişinin, şiddete uğramamış olsa bile yakınlarına, tanıklarına ve kişisel ilişki kurulmasına ilişkin hâller saklı kalmak üzere çocuklarına yaklaşmaması.e) Korunan kişinin şahsi eşyalarına ve ev eşyalarına zarar vermemesi.f) Korunan kişiyi iletişim araçlarıyla veya sair surette rahatsız etmemesi.g) Bulundurulması veya taşınmasına kanunen izin verilen silahları kolluğa teslim etmesi...." 6284 sayılı Kanun’un “Tedbir kararının verilmesi, tebliği ve gizlilik” kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Tedbir kararı, ilgilinin talebi, Bakanlık veya kolluk görevlileri ya da Cumhuriyet savcısının başvurusu üzerine verilir. Tedbir kararları en çabuk ve en kolay ulaşılabilecek yer hâkiminden, mülkî amirden ya da kolluk biriminden talep edilebilir. (2) Tedbir kararı ilk defasında en çok altı ay için verilebilir. Ancak şiddet veya şiddet uygulanma tehlikesinin devam edeceğinin anlaşıldığı hâllerde, resen, korunan kişinin ya da Bakanlık veya kolluk görevlilerinin talebi üzerine tedbirlerin süresinin veya şeklinin değiştirilmesine, bu tedbirlerin kaldırılmasına veya aynen devam etmesine karar verilebilir. (3) Koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz. Önleyici tedbir kararı, geciktirilmeksizin verilir. Bu kararın verilmesi, bu Kanunun amacını gerçekleştirmeyi tehlikeye sokabilecek şekilde geciktirilemez. (4) Tedbir kararı, korunan kişiye ve şiddet uygulayana tefhim veya tebliğ edilir. Tedbir talebinin reddine ilişkin karar ise sadece korunan kişiye tebliğ edilir. Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde ilgili kolluk birimi tarafından verilen tedbir kararı şiddet uygulayana bir tutanakla derhâl tebliğ edilir. (5) Tedbir kararının tefhim ve tebliğ işlemlerinde, tedbir kararına aykırılık hâlinde şiddet uygulayan hakkında zorlama hapsinin uygulanacağı ihtarı yapılır...." 6284 sayılı Kanun’un “İtiraz” kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Bu Kanun hükümlerine göre verilen kararlara karşı tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde ilgililer tarafından aile mahkemesine itiraz edilebilir. (2) Hâkim tarafından verilen tedbir kararlarına itiraz üzerine dosya, o yerde aile mahkemesinin birden fazla dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daireye, son numaralı daire için birinci daireye, o yerde aile mahkemesinin tek dairesi bulunması hâlinde asliye hukuk mahkemesine, aile mahkemesi hâkimi ile asliye hukuk mahkemesi hâkiminin aynı hâkim olması hâlinde ise en yakın asliye hukuk mahkemesine gecikmeksizin gönderilir. (3) İtiraz mercii kararını bir hafta içinde verir. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), önüne gelen birçok davada aile yaşamına saygının kamu makamlarına ebeveynler ve çocuklarını bir araya getirmek şeklinde pozitif bir görev yüklediğini ve bunun, ayrılığa devletin değil bir ebeveynin yol açtığı durumlarda da geçerli olduğunu, bu alandaki pozitif yükümlülüğün bireyler arasındaki ilişkiler alanında dahi aile yaşamına saygıyı güvence altına almak için tasarlanmış, hem bireylerin haklarını koruyan düzenleyici yargısal bir çerçeve oluşturulmasını hem de fiilen hayata geçirilecek uygun tedbirlerin alınmasını gerektirdiğini ifade etmektedir (Hokkanen/Finlandiya, B. No: 19823/92, 23/9/1994, § 58; Glaser/Birleşik Krallık, B. No: 32346/96, 19/9/2000, § 63; Bajrami/Arnavutluk, B. No: 35853/04, 12/12/2006, § 52). AİHM, çocuğun ve ebeveynin menfaatlerine ilişkin değerlendirmenin ulusal yargı makamlarınca yapılması gerektiğini kabul etmekle birlikte uyuşmazlığa ilişkin yargılama prosedürünün adil olması ve ilgililere bütün haklarını kullanabilme olanağı sağlaması gerektiğini ifade etmekte; bu bağlamda ulusal mahkemelerin özellikle olgusal, duygusal, psikolojik, maddi ve tıbbi nitelikteki bütün faktörler ile ailenin durumunu derinlemesine inceleyip incelemediğini, çocuğun yüksek menfaatlerini tespit etmek suretiyle ilgili kişilerin de yararlarına ilişkin makul bir değerlendirme ve dengelemede bulunulup bulunulmadığını belirlemek durumunda olduğunu belirtmektedir (İlker Ensar Uyanık/Türkiye, B. No: 60328/09, 3/5/2012, § 52; Neulinger ve Shuruk/İsviçre [BD], B. No: 41615/07, 6/7/2010, § 139). Öte yandan derece mahkemelerinin çocuklarla ilgili koruma tedbirlerinin değerlendirilmesinde aile hayatı kapsamındaki ilişkilerin sürdürülebilir ve etkili olmasını temin edecek şekilde hareket etmesi zaruridir. Bu kapsamda -özellikle müdahalenin ölçülülüğü noktasında- derece mahkemelerinin takdir yetkilerini makul ve sağduyulu bir şekilde kullanıp kullanmadıkları hususunu değerlendirme durumunda olan AİHM, bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığını incelemek durumundadır (Bronda/İtalya, B. No: 22430/93, 9/6/1998, § 59; Hokkanen/Finlandiya, § 55). | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/3114 | Başvuru, kişisel ilişki kurma hakkının aile içi şiddet gerekçesiyle kaldırılması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir I | 0 |
Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, öğretmen olarak görev yapmakta iken 1/9/2016 tarihli ve 29818 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kamu görevinden çıkarılmıştır. Samsun Cumhuriyet Başsavcılığının 14/3/2017 tarihli iddianamesi ile aralarında başvurucunun da olduğu bir kısım şüpheli hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olma ve terörizmin önlenmesi hakkındaki kanuna muhalefet suçlarından kamu davası açılmıştır. Samsun Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülen yargılama on üç celsede tamamlanmıştır. Duruşmanın 19/6/2017 tarihli üçüncü celsesinde Banka Asyaya müzekkere yazılarak başvurucunun hesap hareketlerinin Mahkemeye bildirilmesine karar verilmiştir. Dosyaya gelen müzekkere cevabı üzerine Mahkeme, başvurucunun Bank Asyadaki hesap hareketlerinin incelenmesi için bilirkişiden rapor alınmasına karar vermiş, muhasebeci bilirkişi A.A.nın hazırladığı 17/10/2017 tarihli rapor celse arasında Mahkemeye sunulmuştur. Banka hesap hareketliliğine ilişkin bilirkişi raporunda özetle başvurucunun 18/2/2014 tarihinde katılım hesabı açtığı, bu hesabına başka bir bankada bulunan mevduatını havale ettiği ve 28/9/2016 tarihine kadar hesabını kullandığı belirtilmiştir. Başvurucu, bilirkişi raporuna karşı yaptığı savunmada özetle 2014 yılında Bank Asyada hesap açtırdığını, faizsiz finans kuruluşu olması sebebiyle bu Bankayı tercih ettiğini, örgüt liderinin talimatıyla para yatırmadığını ileri sürmüştür. Yargılama sonucunda başvurucunun FETÖ/PDY içindeki hiyerarşik yapıya dâhil olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçunu işlediği sonucuna varılarak mahkûmiyetine karar verilmiştir. Gerekçeli kararda mahkûmiyete temel olarak başvurucunun FETÖ/PDY'ye müzahir Aktif Eğitimciler Sendikasına (AKTİF EĞİTİM-SEN) üye olmasına, yine örgüte müzahir Kimse Yok Mu isimli dernekle iletişim kaydı tespitine ve Bank Asya verilerine dayanılmıştır. Mahkeme kararın gerekçesinde başvurucunun daha önceki tarihlerde Bank Asyada hesabı olmadığı hâlde örgütün talimatı sonrasında bu Bankada hesap açtırdığı hususuna yer vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde sanık Selim Cayvarlı’nın örgüte müzahir Aktif Sen isimli sendikaya üyeliğinin bulunduğu, yine örgüte müzahir Kimse Yok mu isimli dernekle iletişim kaydının bulunduğu, örgüt liderinin Asya Katılım bankasının kötü gidişini durdurabilmek için para yatırılması konusunda 21-25 Aralık 2013 tarihinde talimat verdiği ve 15/01/2014 tarihinden itibaren bu talimatın basında yer almaya başladığı, sanığın hesap hareketleri incelendiğinde örgüt elebaşının talimatı üzerine örgüt üyelerinin bu bankaya katılım hesabı açarak para yatırdığı dönemde daha önce hesabı bulunmadığı halde 18/02/2014 tarihinde hesap açtırdığı ve aynı tarihte Ziraat Bankası’nda bulunan hesabından Asya Katılım Bankası’nda açmış olduğu hesabına 000,00 TL EFT yaptığı vebu miktarda da katılım hesabı açtırdığı, sanığın bu şekilde gerçekleşen eylemininörgütüyesi olmadığı halde örgütün bağlılarına bu şekilde destek olup yardımda bulunduğu anlaşıldığından sanık Selim Cayvarlı’nın eylemlerinin 5237 sayılı TCK.nun 220/7 maddesi anlamında örgüt üyesi olmamakla birlikte örgütün amaç ve stratejisini gerçekleştirmeyeyardım etmek mahiyetinde olduğu düşünülmüştür." Başvurucu hakkındaki hüküm, istinaf ve temyiz kanun yollarından geçerek kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai karardan sonra süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2021/29653 numaralı bireysel başvuru dosyası kişi ve konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2018/27436 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş, 2021/29653 numaralı bireysel başvuru dosyası kapatılmış ve inceleme 2018/27436 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Komisyon; adli yardım talebinin kabulüne ve gerekçeli karar hakkı, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, suçta ve cezada kanunilik ilkesi ile örgütlenme özgürlüğü dışındaki iddiaların kabul edilemez olduğuna, anılan şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/27436 | Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, anayasal haklar kapsamında koruma altında bulunan bazı eylemlerinin terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyetlerinde delil olarak kullanılmasının başvurucuların ifade ve örgütlenme özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını; hukuka aykırı delillere dayanılarak karar verilmesinin ve ceza tayininde keyfî davranılmasının adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 25/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Yapılan incelemede 2014/10803 numaralı başvurunun aynı konuyla bağlantılı olarak yapıldığının anlaşılması nedeniyle 2014/10801 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Fatma Alan ve Talip Şeker sırasıyla 1961 ve 1984 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte İzmir'de ikamet etmektedirler. Başvurucular; terör örgütüne üye olmak suçunu işledikleri gerekçesiyle iki gün gözaltında tutulduktan sonra 28/1/2011 tarihinde tutuklanmışlardır. Cumhuriyet savcısı 13/5/2011 tarihli iddianamesi ile başvurucuların terör örgütüne üye olmak suçundan cezalandırılmalarını talep etmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi 19/9/2012 tarihinde, başvurucuların terör örgütüne üye olmak suçundan mahkûmiyetlerine hükmetmiş ve 9 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmalarına karar vermiştir. Terör örgütü üyeliğinden mahkûmiyete ilişkin kararı başvurucuların temyiz etmesi üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesi tarafından 10/2/2014 tarihinde onanmıştır. Başvurucular, kararı 25/6/2014 tarihinde öğrendiğini belirtmişlerdir. Başvurucular 25/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Metin Birdal ([GK] B. No: 2014/15440, 22/5/2019, §§ 28-39) başvurusu hakkında verilen karar. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10801 | Başvuru, anayasal haklar kapsamında koruma altında bulunan bazı eylemlerinin terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyetlerinde delil olarak kullanılmasının başvurucuların ifade ve örgütlenme özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını; hukuka aykırı delillere dayanılarak karar verilmesinin ve ceza tayininde keyfî davranılmasının adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; yakalama ve gözaltı sırasında darp edilme nedeniyle kötü muamele yasağının, haksız gözaltı nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:i. Başvurucu Hayrettin Ak'ın babası Y.A.nın da içinde bulunduğu bir grup 19/7/2018 tarihinde kavga etmiş, Y.A. olay sebebiyle yaralanmıştır. Başvurucu Hayrettin Ak, babasının yaralandığını Kozluk ilçesinde çarşıda oturduğu sırada öğrenmiş olup babasını görmek için hastaneye gittiğinde acil servisin girişinde H.Ş. ve S.Ş. isimli şahıslarla karşılaşmıştır. Kendisini korumak için üzerindeki bıçağı bu şahıslara doğru sallayan Hayrettin Ak, polis memurunu istemeden yaralamıştır. Olay üzerine yere yatırılmış, yüzünü görmediği kişiler tarafından darp edilmiştir, olayın yaşandığı yerin yanındaki odaya götürülerek kelepçelenmiş, yüzüne biber gazı sıkılmıştır. Polis olduğunu tahmin ettiği kişiler tarafından darp ve hakaret edilmiştir. İsmini bilmediği bir şahıs bu sırada ağzına tabanca sokmuş, kabza ile kafasına vurmuştur. Başka bir kişi dipçik ile darp etmiştir. Araba ile götürüldüğü emniyet binasında birden fazla kişi tarafından darp edilmiştir. Nezarethaneye konulduktan sonra fenalaşması üzerine götürüldüğü doktor tarafından hastaneye sevk edilmiştir.ii. Başvurucu Burhan Ak, 19/7/2018 tarihinde Kozluk ilçesi Üçyol mevkiinde oturduğu sırada arayan K. yaralandığını ve hastaneye kaldırıldığını söylemiş, A., K., ve Ş.K. ile birlikte hastaneye gitmiştir. H.Ş.nin burada K.ya “ben de sizi bekliyordum” demesi üzerine çıkan kargaşada Ç.B. tarafından sopa ile yaralanmış, cebindeki bıçağı S,Ş.ye doğru sallamış, sonrasında ise polise teslim olmuştur. Polis aracının içinde darp ve hakarete maruz kalmış, emniyet binasında da yanındakiler ile birlikte darp edilmiştir.iii. Başvurucu Hüseyin Ak, 19/7/2018 tarihinde Üçyol mevkiinden çarşıya gittiğinde amcası Y.A. ile akrabası A.nın Armutlu köyünde aralarında husumet bulunan H.Ş., S.Ş ve A.G. ile kavga ettiğini, yaralı olarak hastaneye götürüldüklerini öğrenmiştir. Akrabaları Hayrettin Ak, H.A., Burhan Ak ve Ş.K. ile hastaneye gittiğinde yaralı olan akrabalarını aramış ancak bulamamış, hastane girişinde husumetli bulunduğu H.Ş., S.Ş., A.G. ve Ç.B. ile ismini bilmediği bir kişi tarafından kendisine küfredilerek saldırılmıştır. Saldırı üzerine tekme ile karşılık vererek kendisini koruyan başvurucu, polisler tarafından ayrılarak tuvalete götürülmüş, burada sivil polis memuru tarafından dört beş defa tokatlanmıştır.iv. Başvurucu Burhan Karataş, 19/7/2018 tarihinde Armutlu köyünde bulunduğu sırada oğlu K. tarafından aranmıştır. Başvurucunun oğlu başvurucuya Y.A. ile çarşıda oturduğu sırada H.Ş ve S.Ş.nin saldırdığını, yaralı olduklarını ve hastaneye gittiklerini söylemiştir. Başvurucu hastaneye giderken yolda akrabası B.K.nın polislerle tartıştığını görmüş, oğlunu görmek için hastaneye girmek istediğinde polis müdahalesi ile ekip aracına bindirilmiştir. Başvurucular, olay günü 19/7/2018 tarihinde olaylara müdahale eden kolluk görevlilerince yakalanarak ifade alınması için Kozluk Polis Merkezi Amirliğine (Polis Merkezi Amirliği) getirilmiştir. Başvuruculardan Burhan Karataş ve Hüseyin Ak aynı gün kolluk tarafından ifadeleri alınarak serbest bırakılmıştır. Başvurucular Burhan Ak ve Hayrettin Ak ise ifadelerinin alınmasını takiben Kozluk Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından kasten yaralama eylemi sebebiyle başlatılan soruşturma kapsamında gözaltına alınmıştır. Başvuruculardan Hayrettin Ak hakkında uygulanan gözaltı, başvurucunun rahatsızlanması üzerine hastaneye sevkinin yapıldığı 20/7/2018 tarihinde sonlandırılmıştır. Başvurucu Burhan Ak ise Başsavcılık tarafından 20/7/2018 tarihinde ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılmıştır. Başvurucu Burhan Ak hakkında Kozluk Devlet Hastanesince (hastane) tanzim olunan 19/7/2018 tarihli genel adli muayene raporunda yapılan fizik muayenede sağ omuzda morluk mevcut olup basit tıbbi müdahale ile giderilebileceği, hayati tehlikesinin bulunmadığı kati olarak tespit edilmiştir. Yine başvurucu Burhan Ak hakkında hastanenin 20/7/2018 tarihli genel adli muayene raporunda yapılan fizik muayenesinde herhangi bir darp cebir izine rastlanmadığı kati olarak tespit edilmiştir. Başvurucu Burhan Karataş hakkında hastanece tanzim olunan 19/7/2018 tarihli genel adli muayene raporunda yapılan fizik muayenede sol elmacık kemikte ve burnun üst kısmında morluklar mevcut olduğu, basit tıbbi müdahale ile giderilebileceği, hayati tehlikesinin bulunmadığı kati olarak tespit edilmiştir. Başvurucu Hüseyin Ak hakkında hastanece tanzim olunan 19/7/2018 tarihli genel adli muayene raporunda yapılan fizik muayenede sağ göz altında morluklar mevcut olup basit tıbbi müdahale ile giderilebileceği, hayati tehlikesinin bulunmadığı kati olarak tespit edilmiştir. Başvurucu Hayrettin Ak hakkında hastanece tanzim olunan 19/7/2018 tarihli genel adli muayene raporunda yapılan fizik muayenede yüzde ve burnun üst kısmında morluklar mevcut olup basit tıbbi müdahale ile giderilebileceği, hayati tehlikesinin bulunmadığı kati olarak tespit edilmiştir. Başvurucu Hayrettin Ak hakkında hastanece aynı gün tanzim olunan ikinci genel adli muayene raporunda sonradan oluşan göğüs ağrısı şikâyetiyle tekrar getirildiği, yapılan tetkikler sonucunda kardiyak enzimlerin yüksek çıktığı, uzman ile yapılan görüşme sonucu üst merkeze sevkin uygun görüldüğü, baş ağrısı mevcut olduğu, basit tıbbi müdahale ile giderilemeyeceği, tedavi edecek uzman tarafından kati hekim raporunun verilmesinin uygun olduğu tespit edilmiştir. Başvurucu Hayrettin Ak hakkında Özel Zilan hastanesince tanzim olunan 20/7/2018 tarihli durum bildirir raporda emosyonel stres ve fiziksel travma sonrası göğüs ağrısı şikâyeti ile dış merkez acil servise başvuran hastanın akut sendrom tanısı ile 112 komuta tarafından kliniğe sevk edildiği, göğüste palpasyonla ağrı mevcut olduğu, baş bölgesinde sırtta, sağ kolda, sol bacakta ekimotik, palpasyonla ağrılı lezyonlar izlendiği, akut koroner sendrom tanısı ile monitörize takip planı ile yoğun bakıma kabul edildiği, koroner yoğun bakım tetkik ve takiplerin akut kardiyak patoloji saptanmayan ve invazif koroner girişim düşünülmeyen hastanın radyolojik tetkikleri ile ilgili diğer branşlara konsülte edildiği, ileri tetkik ve tedavi planı ile ilgili branşların bulunduğu merkeze sevkinin uygun olduğu kanaati bildirilmiştir. Başvurucu Hayrettin Ak hakkında Adli Tıp Kurumu Batman Adli Tıp Şube Müdürlüğünce tanzim olunan 31/7/2018 tarihli kati raporda kişinin darp sonucu 19/7/2018 ve 20/7/2018 tarihlerinde Kozluk Devlet Hastanesinde, Özel Batman Zilan Hastanesinde ve Batman Bölge Devlet Hastanesinde muayene ve tetkiklerinin yapıldığı, mevcut tıbbi belgelerde kafada kırık ya da kafa içi travmatik değişim ve kemik kırığı, büyük damar veya iç organ yaralanması tanımlanmadığı kalp krizi şüphesi ile Özel Batman Zilan Hastanesinde takibinin yapıldığı, çekilen elekrokardiyografide (EKG), alınan kan tahlillerinde ve yapılan ekokardiyografide (EKO) bulgular normal olarak tariflendiği, anjiyografik girişim düşünülmediği mevcut tıbbi evrakında başta, sırtta, sağ kol ve sol bacakta toplamda vücudun % 10'unu geçmeyen morluklar tarif edildiğinin anlaşıldığı, 26/7/2018 tarihli muayenesinde herhangi bir anatomik eksiklik veya fonksiyonel kayıp ile yüzde sabit iz niteliğinde lezyon veya deformasyon saptanmadığı, dolayısıyla kişide darp sonucu meydana geldiği bildirilen ve yumuşak doku lezyonlarına neden olan yaralanmasının yaşamını tehlikeye sokan bir duruma neden olmadığı, basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte hafif olduğu, duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına ya da yitirilmesine neden olmadığı, vücudunda kemik kırık veya çıkığı tanımlanmadığı, yüzünde sabit ize veya yüzün sürekli değişikliğine neden olmadığı, ek tıbbi belge temini halinde yeniden görüş bildirilebileceği kanaati bildirilmiştir. Başvurucu Burhan Ak hakkında Adli Tıp Kurumu Batman Adli Tıp Şube Müdürlüğünce tanzim olunan 31/7/2018 tarihli kati raporda kişinin darp sonucu 19/7/2018 ve 20/7/2018 tarihlerinde hastanece muayene ve tetkiklerinin yapıldığı, mevcut tıbbi belgelerde kafada kırık ya da kafa içi travmatik değişim ve kemik kırığı, büyük damar ve iç organ yaralanması tanımlanmadığı, sağ omuzda morluk tarif edildiğinin anlaşıldığı, 26/7/2018 tarihli muayenesinde herhangi bir anatomik eksiklik veya fonksiyonel kayıp ile yüzde sabit iz niteliğinde lezyon veya deformasyon saptanmadığı, dolayısıyla kişide darp sonucu meydana geldiği bildirilen ve yumuşak doku lezyonuna neden olan yaralanmasının yaşamını tehlikeye sokan bir duruma neden olmadığı, basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte hafif olduğu, duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına ya da yitirilmesine neden olmadığı, vücudunda kemik kırık veya çıkığına neden olmadığı, yüzünde sabit ize veya yüzün sürekli değişikliğine neden olmadığı kanaati bildirilmiştir. Başvurucu Hayrettin Ak, Polis Merkezi Amirliğinde 19/7/2018 tarihinde şikâyetçi şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde Kozluk ilçesi Armutlu köyünde ikamet ettiğini, geçimini çiftçilik ve gönüllü köy koruculuğu yaparak sağladığını, olay günü saat 30 sıralarında Kozluk ilçesi Üçyol mevkiinde iken babasının kavgada yaralandığını öğrenerek hastaneye gittiğini, burada husumetli bulunduğu kişilerden H.Ş.yi görünce maket bıçağını salladığını, araya giren kişiyi başından yaraladığını, yaraladığı kişinin polis memuru olduğunu sonradan öğrendiğini, H.Ş.ve S.Ş. tarafından darp edildiğini, polisler tarafından olay yerinden uzaklaştırıldığını belirtmiştir. Başvurucu Hüseyin Ak Polis Merkezi Amirliğinde 19/7/2018 tarihinde müdafii huzuruyla şikâyetçi şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde olay günü saat 00 sıralarında Üçyol mevkiinden çarşı merkezine gittiğinde amcası ve akrabasının husumetlileri ile kavga ettiklerini, yaralı olarak hastaneye götürüldüklerini öğrendiğini, akrabalarıyla hastaneye gittiğinde husumetli olduğu kişilerin küfrettiğini, tekme tokat vurmaya başlayan bu kişilere aynı şekilde karşılık verdiğini, polislerin ayırarak tuvalete götürdüğünü, hastane tuvaletinde sivil polis memurunun yüzüne dört beş defa tokat attığını, hastane ve emniyet binasında darp eden polis memurlarından şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. Başvurucu Burhan Karataş, Polis Merkezi Amirliğinde 19/7/2018 tarihinde şikâyetçi sıfatıyla alınan ifadesinde olay günü Armutlu köyünde saat 30 sıralarında oğlu K.nın aradığını ve H.Ş. ile S.Ş.nin saldırısı sonucu Y.A. ile yaralandıklarını söylediğini, oğlunu görmek için hastaneye girmek istediğinde polis memurlarının izin vermediğini, arkadaki kalabalığa “hastaneye gidelim” diye seslendiğinde polis memurlarının müdahale ettiğini, ekip aracına bindirerek uzaklaştırdıklarını belirtmiştir. Başvurucu Burhan Ak, Polis Merkezi Amirliğinde 19/7/2018 tarihinde müdafii huzuruyla şikâyetçi şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde susma hakkını kullanarak hastanede karışmış olduğu olay ile ilgili ifadesini Başsavcılıkta vermek istediğini belirtmiştir. Başvurucu Hayrettin Ak, Başsavcılıkta 20/7/2018 tarihinde müdafii huzuruyla şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde, olay günü babasının da aralarında bulunduğu grubun kavga ettiğini, babasının yaralandığını, hastanede üzerine gelen H.Ş. ve S.Ş.ye bıçak salladığını ancak yanlışlıkla polis memurunu yaraladığını, yere yatırıldığını, yüzünü görmediği kişiler tarafından darp edildiğini, alındığı odada kelepçelendiğini ve yüzüne biber gazı sıkıldığını, polis olduğunu tahmin ettiği şahıslarca darp edildiğini, yüzüne yumruk atıldığını, kollarına ve omuzlarına vurulduğunu, “şerefsiz ve kansız” sözleriyle hakaretlere maruz kaldığını, ağzına tabanca sokulduğunu, kabza ve dipçik ile dövüldüğünü, araç ile götürüldüğü emniyet binasında birden fazla kişi tarafından darp edildiğini, nezarethanede fenalaşması üzerine doktora götürüldüğünü, doktorun darptan dolayı kalp rahatsızlığı geçirdiğini söyleyerek Batman Zilan Hastanesine sevk ettiğini belirtmiştir. Başvurucu Burhan Ak, Başsavcılıkta 20/7/2018 tarihinde müdafii huzuruyla şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde olay günü Kozluk Üçyol mevkiinde arayan K.nın yaralandığını ve hastaneye kaldırıldığını söylediğini, A., K. ve Ş.K. ile hastaneye gittiklerini, acil servise girerken H.Ş. ve S.Ş.yi gördüğünü, çıkan kargaşada Ç.B. tarafından bir kaç sopa darbesi aldığını, cebindeki bıçağı S.Ş.nin bacağına doğru salladığını, on metre kadar ters yönde koştuktan sonra geri dönerek teslim olduğunu, polis aracında küfür ve darba maruz kaldığını, emniyet binasında da darp edildiğini belirtmiştir. Başvurucular vekili; Başsavcılığın 2018/571 soruşturma numaralı dosyasında 7/8/2018 havale tarihli dilekçesiyle başvurucuların gözaltı sırasında ve sonrasında kolluk görevlilerince kötü muameleye maruz kaldığını, alınan hekim raporunun gerçeği yansıtmadığını belirterek kolluk görevlileri ve adli raporları düzenleyen hekim hakkında şikâyetçi olmuştur. Başsavcılığının 2018/571 soruşturma numaralı dosyasında 22/11/2018 tarihinde ayırma kararı verilmiş olup karar gerekçesinde 2018/571 soruşturma sayılı dosyasında sadece Burhan Ak ve Hayrettin Ak'ın polis memurunu yaralamaları olayının kalacağı belirtilmiştir. Başsavcılık tarafından ayrılarak 2018/861 soruşturma sırasına kaydedilen dosyada 21/1/2019 tarihinde yeniden ayırma kararı verilerek başvurucular Hayrettin Ak ve Burhan Ak'ın emniyet personeli tarafından darp edildikleri iddiası yönünden evrakın soruşturma defterinin 2019/123 numarasına kayıt edilmesine karar verilmiştir. Yapılan soruşturma işlemleri neticesinde meçhul şüpheli hakkında 21/1/2019 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş, adli raporu düzenleyen hekim hakkında ise herhangi bir işlem ve değerlendirme yapılmamıştır. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Müştekiler Burhan AK ve Hayrettin AK'ın Batman Adli Tıp Kurumundan alınan raporunda yaralanmalarının Basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte hafif olduğu,Kozluk İlçe Jandarma Komutanlığınca yapılan görüntü inceleme ve çözümleme tutanağı düzenlendiği ilgili tutanağa göre; Kozluk İlçe Emniyet Müdürlüğünün ve Kozluk Devlet Hastanesinin 22 adet olmak üzere kamera kayıtlarının incelendiği,İlçe emniyet müdürlüğünün kamera kayıtlarının incelemesinde; Toplam 17 kamera görüntüsünün incelendiği yapılan incelemede müştekilere yönelik herhangi bir darp cebir görüntüsüne rastlanılmadığı,Devlet hastanesi kamera kayıtlarının incelenmesinde; Müştekilerin Cumhuriyet Başsavcılığımızca 2018/861 numarasıyla soruşturması devam eden olaya istinaden başka şahıslarla kavga ettikleri, görevli polis memurları tarafından olaya müdahale edildiği bu esnada müştekilerden Hayrettin AK'ın görevli polis memurlarından [A.T.yi] Bıçakla yaşamını tehlikeye sokacak şekilde yaraladığı bunun üzerine polis memurları tarafından müdahalede bulunulduğu müdahalenin PVSK madde 16 kapsamında zor kullanma yetkisi kapsamında kaldığı,Müştekilerin iddia ettiği darp olayı ile ilgili kamera kayıtlarındaki müdahalelerin zor kullanma sınırı kapsamında kaldığı, müştekilerin başkaca darp iddialarına yönelik dava açmaya yeterlilikte somut delil elde edilemediği, ayrıca müştekilerin 2018/861 numarasıyla soruşturması devam eden olaya istinaden başka şahıslarla kavga ettikleri müştekilerin BTM ile giderilebilir şeklinde yaralanmalarının bu kavga kapsamında gerçekleşmiş olma ihtimalinin bulunduğu dosya kapsamından anlaşılmakla;Şüpheli hakkında üzerine atılan suçtan delil yetersizliği gerekçesiyle KAMU ADINA KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA" Başvurucular tarafından kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yapılan itiraz Batman Sulh Ceza Hâkimliğince 18/3/2019 tarihinde reddedilmiş, karar başvurucular vekilince 17/4/2019 tarihinde elektronik tebligatın açılarak okunması suretiyle öğrenilmiştir. Başvurucular 17/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/17877 | Başvuru, yakalama ve gözaltı sırasında darp edilme nedeniyle kötü muamele yasağının, haksız gözaltı nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, askerliğe elverişli olunmadığı hâlde askerlik hizmeti yaptırılmasından dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun Askerlik Şubesi Başkanlığı askerlik meclisince yapılan muayenesi sonucunda askerliğe elverişli olduğuna karar verilmiştir. Başvurucu bireysel başvuru formunda, düztaban olması nedeniyle askerliğe elverişli olmadığını askere sevk işlemlerinin yürütüldüğü süreçte yetkililere söylediğini ancak bu iddiasının dikkate alınmadığını belirtmektedir. Başvurucu 16/10/2009 tarihinde askere sevk edilmiş, askerlik hizmetini tamamlayarak 17/1/2011 tarihinde terhis edilmiştir. Askerlik hizmeti sırasında başvurucu hakkında emre itaatsizlikte ısrar suçundan Diyarbakır Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesinde (Mahkeme) dava açılmıştır. Söz konusu dava başvurucunun terhisinden sonra da bir müddet devam etmiştir. Mahkeme yargılama sürecinde başvurucunun, askerliğe elverişlilik durumunun tespiti için İstanbul Gümüşsuyu Asker Hastanesine sevk edilmesine karar vermiştir. Anılan Hastane tarafından yapılan muayenesi sonucunda başvurucu hakkında düzenlenen 13/2/2013 tarihli sağlık kurulu raporunda, başvurucunun küçüklükten beri düztabanlık şikâyetinin mevcut olduğunu belirttiği ifade edilmiş, "düztaban (kazanılmış)" tanısıyla "Suç tarihinde ve hâlen barışta askerliğe elverişli değildir. Seferde görev yapar." tespiti yapılmıştır. Söz konusu rapor 26/4/2013 tarihinde Millî Savunma Bakanlığı (MSB) tarafından onaylanarak kesinleşmiştir. Mahkeme 3/7/2013 tarihinde başvurucunun yokluğunda yapılan duruşmada, 13/2/2013 tarihli sağlık raporuna istinaden askerliğe elverişli olmadığı tespit edilen başvurucunun suç tarihinde asker kişi sıfatını taşımadığından emre itaatsizlikte ısrar suçunun unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle beraat kararı vermiştir. 25/7/2013 tarihinde kesinleşen söz konusu karar 5/8/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, söz konusu hastalık nedeniyle doğuştan askerliğe elverişli olmadığı hâlde idarece yeterli muayene yapılmadığı için bu durumun tespit edilememesi sonucu kendisine askerlik yaptırıldığını belirterek bu sebeple uğradığı zararların tazmini istemiyle 4/10/2013 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. AYİM İkinci Dairesi (Daire) oybirliğiyle verdiği kararla davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. 2/4/2014 tarihli kararın gerekçesinde öncelikle davanın idari işlemden (askerliğe elverişli olmadığı hâlde askere alma işlemi) doğan bir tam yargı davası niteliğinde olduğu tespit edilmiştir. Başvurucunun en geç, askerliğe elverişli olmadığının tespit edildiği sağlık raporunun onaylanarak kesinleştiği 26/4/2013 tarihinde bu işlemi öğrendiği kabul edilmiştir. Dolayısıyla 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun maddesi uyarınca davanın en geç, raporun onay tarihinden itibaren altmış gün içinde doğrudan veya aynı Kanun'un maddesi uyarınca davalı idareye ihtiyari müracaatta bulunularak ve bu müracaat üzerine idarenin cevabının niteliğine göre yine aynı maddede öngörülen usul uyarınca hesaplanacak süre içinde açılması gerektiği belirtilmiştir. Bu itibarla başvurucunun 4/10/2013 tarihinde açtığı davanın süresinde olmadığı ifade edilmiştir. Kararda ayrıca, başvurucunun hakkındaki beraat kararıyla da söz konusu rapordan haberdar olduğu, dolayısıyla öğrenme tarihi olarak beraat kararının kesinleştiği 25/7/2013 tarihi esas alınsa bile altmış günlük dava açma süresinin geçirildiği belirtilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 10/9/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 8/10/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 1602 sayılı mülga Kanun’un maddesinin "İhtiyarı müracaat" kenar başlıklı (a) bendi şöyledir:"Kesin işlem yapmaya yetkili makamlarca tesis edilen idari işlemlerin geri alınması, kaldırılması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması; üst makamdan, yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açmak için belli olan süre içinde istenebilir. Bu müracaat işlemeye başlamış olan dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde cevap verilmez ise, istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddi üzerine dava açma süresi başlar ve müracaat tarihine kadar geçmiş olan süre de hesaba katılır." Aynı Kanun’un "Dava açma süresi" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açma süresi her çeşit işlemlerde yazılı bildirim tarihinden itibaren kanunlarda ayrı süre gösterilmeyen hallerde altmış gündür." Aynı Kanun’un "İptal ve tam yargı davaları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"İlgililer, haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davaları ile birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı, icra tarihinden itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 35 inci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır."B. Uluslararası Hukuk İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasının açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz etmese de maddede kullanılan terimler bir bütün olarak dikkate alındığında mahkemeye erişim hakkını da garanti altına aldığı sonucuna ulaşıldığını belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasında mündemiçtir. Bu çıkarsama, Sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen genişletici bir yorum olmayıp maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesinin lafzının Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensiplerinin gözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarak Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36). AİHM; adil yargılanmanın bir unsurunu teşkil eden mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak AİHM, bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve genişlikte kısıtlamaması ve zayıflatmaması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayan sınırlamalar Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34). AİHM, dava hakkını süre sınırına bağlayan iç hukuk hükümlerinin yorumlanmasının öncelikli olarak kamu otoritelerinin ve özellikle mahkemelerin görevi olduğunu belirtmekte; AİHM'in rolünün bu yorumun etkilerinin Sözleşme'yle uyumlu olup olmadığının tespitiyle sınırlı olduğunu ifade etmektedir. Süre sınırı getiren kuralların uygun adalet yönetiminin güvence altına alınması amacına dayandığına işaret eden AİHM, bu kuralların veya bunların uygulanmasının ilgililerin ulaşılabilir başvuru yollarına müracaatlarını engelleyecek mahiyette olmaması gerektiğini değerlendirmektedir. AİHM, bu bağlamda her bir olayın somut başvuru yolunun özellikleri ışığında ve Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasının amaç ve hedefleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizmektedir (Eşim/Türkiye, § 20). AİHM; bu ilkeler uyarınca mahkemelerin dava açılabilmesi için öngörülen yasal yükümlülükleri uygularken hem yargılama adaletinin zayıflamasına yol açacak düzeyde aşırı şekilcilikten hem de kanunlarda öngörülen usule ilişkin gereklilikleri abes hâle getirecek seviyede aşırı esneklikten kaçınması gerektiğini belirtmektedir. AİHM, kuralların belirlilik ve iyi adalet yönetimini sağlama amacına hizmet etme işlevlerini yitirmesi hâlinde ve davaların esasının yetkili mahkeme tarafından karara bağlanmasını önleyecek birtakım bariyerler oluşturma fonksiyonu görmesi durumunda mahkemeye erişim hakkının zedeleneceğini ifade etmektedir (Eşim/Türkiye, § 21). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17305 | Başvuru, askerliğe elverişli olunmadığı hâlde askerlik hizmeti yaptırılmasından dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda infaz koruma görevlileri tarafından darbedilme şikâyeti üzerine açılan ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: 1999 doğumlu olan başvurucu, terör örgütüne üye olma ve terör örgütü propagandası yapma suçlarını işlediği isnadıyla suça sürüklenen çocuk sıfatıyla 20/7/2017 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu tutuklandığı tarihte 18 yaşını doldurmamıştır. Başvurucu, tutuklanmasının ardından aynı gün Gaziantep E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) gönderilmiştir. Başvurucu, kendisiyle birlikte tutuklanan diğer çocuk N. ile mahkûm kabul bölümünde bulundukları süre içinde infaz koruma memurlarının terörist diyerek hakarete uğradığını ve kendisini darbettiklerini 24/7/2017 tarihinde avukatına iletmiştir. Başvurucu, infaz koruma memurları hakkında işkence suçunu işledikleri iddiasıyla avukatı vasıtasıyla 25/7/2017 tarihinde Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) şikâyette bulunmuştur. Başvurucu ayrıca 27/7/2017 tarihli dilekçesiyle kendisine işkence uyguladığını iddia ettiği infaz memurunun bir kısım fiziksel özelliklerini de belirterek bu kişiyi teşhis edebileceğini ifade etmiştir. Savcılıkça, İnfaz Kurumundan olayla ilgili araştırılma yapılması istenmiş; bu kapsamda çocuk mağdurlar hakkında sağlık raporlarının alınması, kamera görüntülerinin incelenmesi ve diğer delilerin toplanması talep edilmiştir. İnfaz Kurumu başvurucu hakkında 27/7/2017 tarihinde sağlık raporu aldırmıştır. Rapora göre başvurucuda darp ve cebir izine rastlanmamıştır. İnfaz Kurumunda görevli üç infaz koruma memuru tarafından kamera kayıtları incelenmiş ve görüntülerle ilgili tutanak düzenlenmiştir. 31/7/2017 tarihli tutanağa göre saat 56'da İnfaz Kurumuna geldiği belirlenen başvurucu saat 10'da mahkûm kabul odasına giriş yapmıştır. Saat 10'da mahkûm kabul odasından çıkan başvurucu diğer tutukluyla birlikte Kurum berberine götürülmüş, saat 25'te berberden alınan başvurucu B-7 koğuşuna yerleştirilmiştir. Başvurucunun 10 ile 10 saatleri arasında bulunduğu mahkûm kabul odasının içini gösteren kamera mevcut olmadığından bu süre içindeki görüntülere ulaşılamamıştır. İnfaz Kurumunca mahkûm kabul bölümde görevli olan infaz memurlarının ifadeleri alınmıştır. Görevli memurlar A.Y., Ö.A., A.Ş. ve H.Ü. suçlamaları kabul etmemiş; kendilerinin veya başka görevlilerin başvurucuyu ve diğer çocuğu darbetmediklerini beyan etmişlerdir. Başvurucunun İnfaz Kurumuna saat 30 civarında kendi nöbetleri esnasında geldiğini belirten görevlilerden A.Y. ve Ö.A., başvurucuyla birlikte ikisi çocuk olmak üzere toplam yedi veya sekiz hükümlü/tutuklunun giriş işlemleri için beklediğini, kendi görev saatlerinde başvurucunun giriş işlemlerinin tamamlanamaması nedeniyle sonraki nöbetçi arkadaşları A.Ş. ve H.Ü.ye başvurucunun işlemlerini devrettiklerini ifade etmişlerdir. Saat 00 ile ertesi gün saat 00 arasında görev yaptıklarını dile getiren görevliler A.Ş. ve H.Ü. ise üçü çocuk olmak üzere toplam yedi kişinin İnfaz Kurumuna giriş işlemlerini yaptıklarını, işleri biten kişileri koğuşlarına gönderdiklerini ifade etmişlerdir. İnfaz Kurumu tarafından yapılan araştırma kapsamında ayrıca başvurucunun Kuruma geldiği saatte kapıda görevli memurlar ile giriş işlemleri nedeniyle bekleyen H.Ç.nin olayla ilgili bilgisine başvurulmuştur. Görevli tanıklar K. ve Ö.Ş. benzer ifadelerinde başvurucu geldiğinde altı veya yedi kişinin daha giriş işlemleri için beklediğini, başvurucunun mahkûm kabul bölümde diğer görevliler tarafından darbedildiğini görmediklerini beyan etmişlerdir. Tanık H.Ç. giriş işlemi için Kurumda beklerken kolluk görevlilerinin Kuruma alınması amacıyla üç çocuk tutukluyu daha getirdiklerini, infaz memurlarının çocukları teslim alarak arama kabinin yanına aldıklarını, kendisinin kabul işlemleri yapılırken orada bulunduğu süre içinde görevli memurlar tarafından çocuk tutukluların darbedildiklerini görmediğini dile getirmiştir. Yapılan soruşturma sonucunda Savcılıkça 11/9/2017 tarihinde başvurucunun şikâyetiyle ilgili olarak infaz memurları hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:" ... müştekiler Cihan ALPYÜRÜK'ün [N] ile birlikte saat 56'da kuruma giriş yaptıkları, sonrada duyarlı kapıdan geçerek diğer tutuklurla beraber bayan arama kabinlerinin yan tarafına alındıkları, o sırada kuruma daha önce gelmiş olan 6-7 hükümlü/tutuklunun olduğu ve mahkum kabul görevlilerinin bu kişilerin kabul işlemlerini yaptıkları, sonra da saatin nöbet değişim saati olan 00 yaklaştığı ve nöbeti devralacak diğer mahkum kabul görevlilerinin geldiği ve nöbeti devraldıkları, arkasından bekleyen yetişkin hükümlü/tutuklular ile müştekilerin kuruma kabul işlemlerine devam ettikleri, sırayla tutuklu/hükümlülerin üst ve eşya araması, parmak izi alma ve BİSİS işlemlerinin yapıldığı ve ardından B-7 koğuşuna yerleştirildiklerinin anlaşıldığı,Bu itibarla söz konusu iddialarla ilgili olarak gerek alınan tüm ifadelerde gerekse kamera görüntülerinde, kamera çözüm tutanağında ve alınan darp-cebir raporunda Avukat Hasan Önder SULU ve [E.nin] iddia ettiği gibi müştekilere infaz koruma memurları tarafından darp edildiği veya kötü muamele uygulandığı konusunda somut bir delile rastlanılmadığı,Bu tür asılsız şikayetlerin gerçeği yansıtmadığı, Devlet kurumlarının ve personelinin yıpratılmasına ve karalanmasına yönelik olduğu kanaatine varıldığından, konu ilgili olduğu düşünülen infaz ve koruma memurları hakkında herhangi bir disiplin soruşturması açılmasına gerek görülmediği anlaşılmakla... " Başvurucunun Savcılık kararına itirazı, Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliğinin 31/10/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucunun beyanına göre anılan kararın tebliğinden önce başvurucu, vekili aracılığıyla kararı 7/11/2017 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu 9/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Hakkında yapılan yargılama sonunda başvurucu üzerine atılı suçlardan 22/1/2019 tarihinde beraat etmiş, karar 30/1/2019 tarihinde kesinleşmiştir. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur. (3) Kasten yaralama suçunun;...d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,...İşlenmesi hâlinde, şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir:"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamış; terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerin Sözleşme'yle yasaklandığını belirtmiştir. AİHM, kötü muamele yasağının Sözleşme'nin maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediğini içtihatlarında hatırlatmıştır (Selmouni/Fransa, B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu söylenebilmesi için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30). AİHM'e göre ceza infaz kurumundaki bir kişi üzerinde fiziksel güce başvurulması -bu kişinin kendi eylemi kesinlikle gerekli kılmadığı sürece- insan onuruna zarar verir ve prensip olarak Sözleşme'nin maddesini ihlal eder (Satık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 31866/96, 10/10/2000, § 54). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55). AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05, 45001/05, 5/7/2011, §§ 90, 91). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/37528 | Başvuru, ceza infaz kurumunda infaz koruma görevlileri tarafından darbedilme şikâyeti üzerine açılan ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle özel güvenlik belgesinin ve çalışma izninin iptaline karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili itirazların kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, özel güvenlik kimlik kartının ve çalışma izninin yenilenmesi talebiyle İstanbul Valiliği İl Özel Güvenlik Komisyonuna (Komisyon) başvurmuş ancak başvurucunun talebi reddedilerek 31/5/2018 tarihli işlem ile güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle kimlik kartı iptal edilmiştir. Komisyonun iptal kararına karşı İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açan başvurucu; kendisi hakkında bir soruşturma ve mahkûmiyet kararı bulunmadığını, kusurlu eyleminin olmadığını ileri sürmüştür. Mahkeme, yargılama sürecinde İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünden (Emniyet) dava konusu işleme gerekçe olarak gösterilen güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasına ilişkin belgeler ile istihbari bilgileri talep etmiştir. Buna göre güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanmasının nedeni, başvurucu hakkında PKK terör örgütü ile iltisakına ilişkin veri kaydının bulunduğu tespitidir. Mahkeme, bu tespit karşısında tesis edilen dava konusu işlemde hukuka ve mevzuat hükümlerine aykırı bir husus bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine hükmetmiştir. Davanın reddi kararı istinaf ve temyiz incelemesinden geçerek 30/12/2020 tarihinde kesinleşmiştir. Kanun yolu mercileri ayrı, açık bir gerekçe belirtmemiştir. 28/3/2021 tarihinde nihai kararı öğrenen başvurucu, 27/4/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/17596 | Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle özel güvenlik belgesinin ve çalışma izninin iptaline karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili itirazların kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, gönüllü köy korucusu olarak görev yapmakta iken başvurucunun 30/5/1999 tarihinde güvenlik güçleri ile terör örgütü mensupları arasında çıkan çatışmada yaralanarak malul kalması sonucu oluşan maddi zararının eksik tazmin edilmesi nedeniyle Anayasa'nın maddesi kapsamında devletin tazmin yükümlülüğünün, dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkının, sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması hakkının; anılan olay sebebiyle 3/11/1980 tarihli ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun kapsamında tazminata hükmedilmiş olmakla birlikte bakiye zararları için 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi, bu işleme karşı açılmış olan davada manevi tazminat isteminin genel hükümler kapsamında değerlendirilmeksizin reddedilmesi, yapılan başvurunun makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Hatay ili İskenderun ilçesi Azganlık beldesinde gönüllü köy korucusu olarak görev yaptığını ve 30/5/1999 tarihinde Köy Hizmetlerine ait dozeri bekleme görevine giderken Kurşundağ mevkiinde güvenlik güçleriyle terör örgütü mensupları arasında çıkan silahlı çatışmada yaralanarak %46 oranında malul kaldığı iddiasıyla 2330 sayılı Kanun kapsamında başvuruda bulunmuştur. İçişleri Bakanlığı Nakdi Tazminat Komisyonunun 6/12/2000 tarihli ve 2000/176 numaralı kararıyla 18/3/1924 tarihli ve 442 sayılı Köy Kanunu'nun maddesi, 2330 sayılı Kanun'un 2/e, 3/b maddeleri uyarınca başvurucuya 743 TL tutarında nakdi tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucu 30/5/1999 tarihinde gerçekleşen olay nedeniyle 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle 4/2/2005 tarihinde Hatay Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 12/4/2005 tarihli ve 51 kararında "... Köy korucusu Ali DİKBAŞ'ın yaralanması nedeniyle 45 gün hastanede yatarak iş gücü kaybına uğradığı ve yine yaralanmadan dolayı % 46 sakat kaldığı ve bu nedenle 2330 sayılı Kanunun 2-eve 3-b maddeleri gereğince toplam 000,000 TL nakdi tazminat aldığı tespit edilmiştir.213 sayılı Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre yeniden değerlendirildiğinde 000 TL aldığı anlaşılmıştır. Sakatlanma ve iş gücü kaybından dolayı alması gereken 2005 yılı itibariyle 000 X 0,0401 = 7 olmak üzere 7 X 20 = 614,00 YTL'dir. Yapılan ödeme tutarı, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkındaki Kanunun Geçici maddesi ve ilgili Yönetmeliğin maddesi uyarınca hesaplanan ödeme tutarından fazla olması..." gerekçesiyle talebin reddine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi nedeniyle bakiye zararları için Adana İdare Mahkemesinde açılan maddi ve manevi tazminat istemli tam yargı davası, yetkisizlik kararıyla Hatay İdare Mahkemesine gönderilmiştir. Hatay İdare Mahkemesinin 3/12/2008 tarihli ve E.2006/402, K.2008/1336 sayılı kararında süre aşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "...davacının malüliyetine sebebiyet veren terör eyleminin 1999 tarihinde gerçekleştiği ve davacının% 48 oranında malül kaldığının Antakya Devlet Hastanesi Sağlık Kurulunun 1999tarih ve 4911 sayılı kararıyla tespit edildiği ve davacının dava dilekçesinde tazmin sorumluluğuna ilişkin olarak "genel hükümler uyarınca Mahkemeye müracaat zorunluluğunun hasıl olduğu" yönündeki talebi dedikkate alındığında, yukarıda hükmüne yer verilen 2577 sayılı Kanunun maddesinde belirtildiği üzere eylemin öğrenilmesinden itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini, başka bir anlatımla, zararın tazminini anılan süreler içerisinde davalı idareden talep etmesi gerekmektedir. Bu Durumda; davacının cismani zararı en geç sağlık kurulu raporuyla öğrendiğinin kabulü ile1999 tarihinden itibaren bir yıl içinde uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle davalı idareye başvurulması gerekirken 2005 tarih ve 458 sayılı dilekçeyle tazminat istemiyle başvuruda bulunulduğu anlaşılmakla zararın tazmini için yapılan başvurunun süresi içinde yapılmadığı..." Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 17/10/2012 tarihli ve E.2011/10326, K.2012/6916 sayılı ilamı ile 5233 sayılı Kanun'un terör eylemleri ve terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddi zarara uğrayan kişilerin bu zararlarının karşılanması konusunda 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinden farklı bir usul öngördüğü ve başvurucu tarafından 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvuru üzerine tesis edilen Komisyon kararının iptali istenilmeden anılan Kanun kapsamındaki zararının tazmini istemiyle açılan davada işin esasına girilerek karar verilmesi gerektiğinden bahisle İdare Mahkemesi hükmünün bozulmasına karar verilmiştir. Danıştay bozma kararı doğrultusunda değerlendirme yapılarak dava dosyasının yeniden incelenmesi suretiyle Hatay İdare Mahkemesinin 27/9/2013 tarihli ve E.2013/1420, K.2013/1666 sayılı kararında dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulanmadığı belirtilerek davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Hatay İli, İskenderun İlçesi, Azganlık BeldesiSu Yolu Kurşundağ Sırtı Bölgesinde Köy Hizmetlerine ait dozeri bekleme görevine giderken güvenlik kuvvetleriyle PKK terör örgütüne mensup teröristler arasında çıkan silahlı çatışma sonucunda yaralanması olayının,5233 sayılı Yasa kapsamında bir terör eylemi olduğu ve dava konusu uyuşmazlığın, 5233 sayılı Yasa kapsamında irdelenerek karar verilmesi gerektiğinde duraksama bulunmamaktadır.Bu durumda, 5666 sayılı Yasa, gerekçesinde de anlaşıldığı üzere, 5233 sayılı Yasa kapsamında daha önceden hiç başvuru yapmamış, yani başvuru yapma süresini kaçırmış olan kişilerin terör olayları nedeniyle uğradıkları zararların karşılanması ve mağduriyetlerinin giderilmesi amaçlamış olup; daha önce 5233 sayılı Yasa ve bu Yasaya 5442 sayılı Yasanın Geçici maddesi ile eklenen hüküm uyarınca zararlarının karşılanması istemiyle Zarar Tespit Komisyonuna başvuranların, 5666 sayılı Yasa kapsamında ve aynı olay nedeniyle uğradıklarını ileri sürdükleri zararların tazmini istemiyle yeniden başvuruda bulunmalarına olanak bulunmamaktadır. Öte yandan,dava konusu uyuşmazlık 5233 sayılı Yasa çerçevesinde irdelendiğinde ise; 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunun maddesinde, hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar; yaralanma, sakatlanma ve ölüm hallerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderler; ... anılan Yasanın maddesinde ise, yaralanma, sakatlanma ve ölüm hallerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre; çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar; çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar; çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar; ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında nakdî ödeme yapılacağı; ... Ayrıca, Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmeliğin maddesinde de, 5233 sayılı Yasanın maddesinde yer alan düzenlemeye yer verilmiş; anılan Yönetmeliğin maddesinde ise, yaralanma ve sakatlık derecelerin tespitine ilişkin düzenleme yapılmıştır Bununla birlikte, davacı tarafından, meydana gelen olay anında yaralanması ve % 46 özürlü olduğuna yönelik raporu kabul ederek uğranılan zararı belirleyen 2005 tarih ve 51 sayılı Hatay Valiliği Zarar Tespit Komisyonu kararında yer verilen miktarın hakkaniyete uygun olmadığı ileri sürüldüğünden, Mahkememizin 2007 tarihli ara kararı ile 1999 tarihinde Azganlık Beldesisu yolu Kurşundağ Sırtı bölgesinde silahlı çatışma sonucu yaralanması nedeniyledavacının uğradığı maddi zararın hesaplanması hususunda bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verildiği, bilirkişi tarafından hazırlanan ve ayrıntılı gerekçesi içeriğinde yer alan bilirkişi raporunda özet ve sonuç olarak; “davacının, terör olayında yaralanarak % 46 oranında çalışma gücünü kaybetmesi nedeniyle maruz kaldığı kazanç kaybının talep tarihi olan 2005 tarihi itibari ile 5233 sayılı Yasa’ya göre alması gereken tazminat tutarının 957,47 TL olduğu, davacıya 2330 sayılı Yasa gereği ödenen ve mahsup edilmesi gereken 743,00 TL tutarındaki ödeme ile ilgili yönetmelik gereği 213 sayılı VUK göre yeniden değerleme oranları ile oranlanıp artırıldığında 028,17 TL (YTL) sine karşılık geldiği, dolayısıyla 2330 sayılı Yasa kapsamında mahsubu gereken ve davacıya ödenen 743,00 TL (YTL) tutarındaki ödeme 028,17 TL( YTL) sine karşılık gelmekle bu miktar davacının talep tarihi olan 2005 tarihi itibari ile hak ettiği alacak miktarı olan 957,47 TL (YTL) tutarının üzerinde olduğuve davacının 5233 sayılı Yasa kapsamında hak ettiği bir alacağın bulunmadığı görüş ve kanaatine yer verilmiş oluprapor Mahkememiz kararına esas alınabilir nitelikte görülmüştür Bakılan uyuşmazlıkta, davacı tarafından, 2006 tarih ve 26042 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan, 5442 sayılı Yasanın Geçici maddesi uyarınca, 2006 tarihinde yapılan başvuru üzerine Zarar Tespit Komisyonu'nun 2007 tarih ve 2007/1-49/2 sayılı kararı ile, % 46 özür oranına bağlı işgücü kaybı nedeniyle uğranılan zararın ödenmesine karar verilmesi karşısında; artık, 5666 sayılı Yasa uyarınca yapılan (söz konusu terör saldırısı nedeniyle %46 işgücü kaybı nedeniyle zarara uğradığından bahisle) başvuru üzerine, davacının uğradığını iddia ettiği zararın tazmini mümkün bulunmamaktadır. Öte yandan, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre, terör olayları nedeniyle kişilerin uğradığı maddi zararların karşılanması olanaklı olup manevi zararların karşılanmasına olanak bulunmadığından, davacıya manevi tazminat ödenmesi de mümkün değildir." Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 27/5/2014 tarihli ve E.2014/136, K.2014/4299 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir. Onama kararı 8/10/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2330 sayılı Kanun'un maddesinin (e) bendinde yer alan hüküm şöyledir:"Bu kanun; ...e) Güven ve asayişin korunmasında hizmetlerinden yararlanılması zorunlu olan ve yetkililerce kendilerine bu amaca yönelik görev verilen kamu görevlileri ve sivilleri;" 1/4/1998 tarihli ve 4356 sayılı Kanun'un maddesi ile 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun'un maddesiyle değişik hâliyle 2330 sayılı Kanun'un maddesinin (b) bendinde yer alan hüküm şöyledir:"Bu kanun kapsamına girenlerden;...b) Yaşamak için gerekli hareketleri yapmaktan aciz ve hayatını başkasının yardım ve desteği ile sürdürebilecek şekilde malül olanlara 200 katı, diğer engelli hâle gelenlere (a) bendinde belirtilen tutarın % 25'inden % 75'ine kadar, yaralananlara ise % 20'sini geçmemek üzere engellilik ve yaralanma derecesine göre, Nakdi tazminat ödenir." 5233 sayılı Kanun’un , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı eki kararın maddesi. 5233 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasında yer alan hüküm şöyledir:"Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır." 5233 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde yer alan hüküm şöyledir: "Komisyonun görevleri şunlardır: ...b) Kamu kurum ve kuruluşları veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarınca uygulanmış projelerin, zararın giderilmesine katkıları; zarar görenin değerlendirebileceği enkaz ve diğer yararlar; sigorta şirketlerince veya ilgili mevzuata göre kamu kurum ve kuruluşları ile sosyal güvenlik kuruluşlarınca ödenen tazminatlar, tedavi ve cenaze giderleri ile Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan yapılan yardımların zarar miktarından mahsup edilmesi suretiyle belirlenen ve 9 uncu veya 10 uncu maddelere göre yapılan nakdî veya aynî ödeme miktarını içeren sulhname tasarılarını hazırlamak." 5233 sayılı Kanun’un maddesinde yer alan hüküm şöyledir:"5 inci maddenin (b) bendine göre belirlenen miktarlar, mahsup tarihindeki değerleri üzerinden 8 inci ve 9 uncu maddelere göre hesaplanacak toplam gayrisafi ifa bedelinden düşülür. Mahsup edilecek değerlerin hesaplanması ile ilgili esas ve usuller yönetmelikle belirlenir." 4/10/2004 tarihli ve 2004/7955 No.lu Bakanlar Kurulu kararıyla kabul edilen Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesi şöyledir:"19/7/1987 tarihinden Kanunun yürürlüğe girdiği 27/7/2004 tarihine kadar, görevleri başında iken terörden veya terörle mücadele sırasında zarar gören kamu görevlilerinden veya mirasçılarından, ilgili mevzuat uyarınca tazminat almış olup, ancak aldıkları tazminatın hesaplanma kriteri bu Yönetmelikten farklı olanlardan, Kanunun yayımı tarihinden itibaren bir yıl içinde başvuranlara, yapılan hesaplamada aldıkları tazminat ile bu Yönetmeliğe göre almaları gereken tazminat arasında fark olması halinde, eksik olan tutar yasal faiziyle birlikte ödenir. Ödenen tazminat miktarı fazla ise iade talep edilmez." Aynı Yönetmelik'in maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Mahsup edilecek miktarların hesaplanmasında, mahsup edilecek değerlerin her yıl bir önceki yıla ilişkin olarak 213 sayılı Vergi Usul Kanunu hükümleri uyarınca belirlenen yeniden değerleme oranında artırılmak suretiyle uygulanır." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17737 | Başvuru, gönüllü köy korucusu olarak görev yapmakta iken başvurucunun 30/5/1999 tarihinde güvenlik güçleri ile terör örgütü mensupları arasında çıkan çatışmada yaralanarak malul kalması sonucu oluşan maddi zararının eksik tazmin edilmesi nedeniyle Anayasa nın 17. maddesi kapsamında devletin tazmin yükümlülüğünün, dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkının, sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması hakkının; anılan olay sebebiyle 3/11/1980 tarihli ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun kapsamında tazminata hükmedilmiş olmakla birlikte bakiye zararları için 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi, bu işleme karşı açılmış olan davada manevi tazminat isteminin genel hükümler kapsamında değerlendirilmeksizin reddedilmesi, yapılan başvurunun makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, eşinin geçirdiği kaza üzerine Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde tedavisi devam ederken ileri tetkik ve tanı için gerekli olan testlerin yapılması amacıyla Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine sevkine karar verildiğini ancak ambulans bulunamaması nedeniyle yaklaşık 6 saat sonra sevkin gerçekleştirildiğini, eşine burada yapılan tedavi devam ederken eşinin vefat ettiğini belirterek ölüm olayında idarenin kusuru bulunduğu iddiasıyla Sağlık Bakanlığına tazminat istemli başvuruda bulunduğunu; talebinin zımnen reddedildiğini beyan etmiştir. Başvurucu tarafından, belirtilen zımni ret işlemi üzerine Yüzüncü Yıl Üniversitesi ve Sağlık Bakanlığı aleyhine 18/11/2005 tarihinde maddi ve manevi tazminat istemli tam yargı davası açılmıştır. Van İdare Mahkemesinin 9/11/2012 tarihli kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 11/3/2015 tarihli ve E.2013/7735, K.2015/1394 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesi hükmünün manevi tazminatın reddine ilişkin kısmının ve reddedilen maddi tazminat üzerinden nispi olarak hesaplanan vekâlet ücretine ilişkin kısmının bozulmasına, maddi tazminatın reddine ilişkin kısmının ve diğer kısımlarının onanmasına karar verilmiştir. Davalı idarelerin karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 24/1/2017 tarihli ve E.2015/9548, K.2017/426 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Dosya, İlk Derece Mahkemesine gönderilmek üzere Danıştay Onbeşinci Dairesinde bekletilmektedir. Başvurucu 13/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15014 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesi feshedilen başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/11/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İSFALT A.Ş. (Şirket) bünyesinde uygulama şefi olarak çalışmakta iken 11/8/2016 tarihinde başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Başvurucu, haksız şekilde işten çıkarıldığı gerekçesiyle işe iade talepli tespit davası açılmıştır. İstanbul Anadolu İş Mahkemesi (Mahkeme) 13/11/2019 tarihli kararı ile davanın reddine hükmetmiştir. Başvurucu, karara karşı istinaf yoluna başvurmuş; İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 6/2/2020 tarihli kararıyla başvurucunun istinaf talebinin -temyiz kanun yolu açık olmak üzere- esastan reddine hükmetmiştir. Başvurucu, Bölge Adliye Mahkemesi kararına karşı temyiz kanun yoluna başvurmuş; Yargıtay Hukuk Dairesi 17/9/2020 tarihli ilamı ile istinaf kararının kesin nitelikli olduğundan bahisle temyiz talebinin reddine hükmetmiştir. Başvurucu, nihai kararın 3/11/2020 tarihinde tebliğ edildiğini belirtmiştir. Başvurucu 18/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/36302 | Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesi feshedilen başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kimlik kontrolü sırasında polis tarafından darbedilme iddiasıyla yapılan şikâyetin kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile sonuçlanması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden erişilen, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (Savcılık) soruşturma dosyasındaki bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Soruşturmanın Başlaması Öğretmen olan başvurucu 6/6/2016 tarihinde saat 00 sıralarında İstanbul Emniyet Müdürlüğü Devriye Ekipler Amirliğine bağlı bir polis ekibi tarafından durumundan şüphelenilmesi üzerine kimlik kontrolü amacıyla Beyoğlu ilçesindeki Tarlabaşı Bulvarı ile Kalyoncu Kulluğu Caddesi'nin kesiştiği yerde durdurulmuştur. Kimlik kontrolü sırasında görevli polisler ve başvurucu arasında tartışma yaşanmıştır. Başvurucu, Okmeydanı Araştırma Hastanesinden hakkında sağlık raporu alındıktan sonra ifadesi alınmak üzere polisler tarafından Kasımpaşa Polis Merkezi Amirliğine (Polis Merkezi) getirilmiştir. Burada başvurucu ve görevli polislerden biri birbirlerinden şikâyetçi olmuştur.B. Başvurucu Beyanları Soruşturma aşamasında başvurucunun ifadesi sadece olayın gerçekleştiği gün olan 6/6/2016'da Polis Merkezinde alınmıştır. Anılan ifadenin ilgili kısmı şöyledir:"...Ben bugün saat 00 sıralarında evime gitmek için Tarlabaşı bulvan Eski Beyoğlu Emniyet Müdürlüğünün olduğu sokaktan içeriye girdim. Sokağın başında kimlik sorgulaması yapan Polis Memurlarını gördüm. Benden kimlik istediklerinde kendilerine kimliğimi ibraz ettim. Tahminen 24-25 yaşlarında görünen Polis Memuru nereli olduğumu sordu. Ben kendisine kimliğimi zaten uzattığımıve nereli olduğumun kimlikte yazdığını söyledim. Aynı şekilde bir daha bana nereli olduğumu sorunca, ben de kimlikte yazılı olduğunu ve kimliğin elinde bulunduğunu söyledim. Bunun üzerine bana sen misin polise karşı böyle cevap veren deyip bana tokat attı. Yüzümün sağ tarafina gelen tokat darbesinden sonra bir daha elini bana doğru kaldırınca ben de elini tutup Polis memurunu kendimden uzaklaştırmak için ittirdim. Daha sonra orada bulunan üç polis benim kolumu bükerek yere yatırdılar ve kelepçe takmaya çalıştılar. Bu kelepçe takma esnasında kolumu büktüler daha sonra olay yerinde bulunan pastanenin içerisinde beni tahminen 10 (on) dakika kadar beklettiler ben pastanede beklediğim sürede Hüvviyet Bekir İlkokulunda öğretmenlik yapan arkadaşlarım [K. U.], [G. K.], [E. Y.'nin] olayın olduğu esnada olay yerinde olduğunu gördüm. Bu esnada memurlardan bir tanesi olan oldu sen bir öğretmensin biz de memuruz yakışık kalmaz olay burda kapansın dedi ben de şikayetçi olduğunu söylemem üzerine beni ekip arabasına aldılar. Araçta başka şahıs da vardı. O şahsı Çocuk Büroya bıraktılar oradan da Kasımpaşa Polis Merkezine getirdiler. Buradan da rapor almak için Okmeydanı Hast. ne götürdü1er. Hastaneye girdiğimizde beni kayıt alanma götürdüler ancak kayıt alanından sonra beni doktora göstermeden dışarıya çıkarttılar. Daha sonra polis memuru ben dışarıdayken benim raporumu getirdi. Ben muayene edilmeden doktor raporu alındığı için Adli Tıp Kurumuna sevk olmak istiyorum, Tutanakta yer alan iddiaları kabul etmiyorum. Ben gerçeğe aykırı tutanak düzenlediğini düşündüğüm polis memurlarından beni muayene etmeden rapor düzenleyen hastane doktorundan davacı ve şikayetçiyim. ... " Soruşturma İşlemleri Soruşturma kapsamında ilk olarak iki polis memuru tarafından saat 00'de bir tutanak düzenlenmiştir. Tutanağı düzenleyen polislerden biri, olaya karıştığı iddia edilen polis memurudur. Söz konusu tutanağın ilgili kısmı şöyledir:" (...) durumundan şüphelenerek durdurduğumuz ... Tahir BAYKUŞAK isimli sahıştan kimlik istenildiğinde biz görevlilere hitaben 'ne kimliği bıktım sizin bu kimlik sormalarınızdan illa dağa mı çıkalım' diye söylediği esnada yaptığının suç olduğu yüzüne karşı söylenmiş bu esnada şahıs Polis Memuru olan [S. K.'nın] boğazına sarılıp sıkarak 'siz kimsiniz benden kimlik istiyorsunuz lan' diyerek bağırmış olup bu esnada Polis Memuru [S.K.] Tahir BAYKUŞAK isimli şahsın ellerinden kurtulmak için yüzüne doğru şahsi iteklemiş ve bahse konu şahıs biz görevlilere etkin bir şekilde direnmeye davam etmiş şahsa kademeli olarak zor kullanılarak kelepçe takılmaya çalışıldığı esnada şahıs kendini yerden yere atmış bu esnada şahsa kelepçe takılarak şahıs geçici olarak muhafaza altına alınmış, şahsın yasal hakları yüzüne karşı okunup okutulmuş şahsın yapmış olduğumuz kaba üst aramasında herhangi bir suç unsuruna rastlanmamış ayrıca şahsın yapılan GBT sorgusunda şahsın aranan şahıslardan olmadığı görülmüş şahsa görevli memura mukavemet işlemi yapmak için Tahir BAYKUŞAK isimli şahsın ve Polis Memuru [S. K.ya] ait darp-cebir raporu alınarak gerekli yasal işlemlerin devamı için Kasımpaşa Polis Merkezine intikal edilmiş (...)" Başvurucunun ifadesi müdafi huzurunda şüpheli sıfatıyla, şikâyetçi olduğu polis memurunun ifadesi ise müşteki sıfatıyla olay günü Polis Merkezinde kolluk tarafından alınmıştır. Kolluk görevlileri tarafından olay yerini gören MOBESE kameraları görüntüleri incelenmiş ve kamera açısı nedeniyle görüntü elde edilemediği tarihsiz bir tutanakla tevsik edilmiştir. Kolluk 7/6/2016 tarihinde fezleke düzenleyerek dosyayı Savcılığa intikal ettirmiştir. Savcılık, fezlekede müşteki olarak belirtilen polis memurunu kasten yaralama suçu yönünden şüpheli olarak kaydını yapmak suretiyle soruşturmaya dâhil etmiştir. Taraflardan hiçbirinin ifadesi Savcılık tarafından alınmamıştır. Şüpheli Savunmaları Soruşturma kapsamında müşteki olarak ifade veren polis memuru S.K.nın 6/6/2016 tarihli ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"Ben Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğü Devriye Ekipler Amirliğinde ekip memuru olarak 00 ile 00 arasında görev yaparım. Bugün 00 sıralarında Tarlabaşı Bulvarı Kalyoncu Kulluğu Caddesi kesişiminde rutin GBT kontrolü yaptığımız esnada ismini sonradan olay nedeniyle öğrendiğim Tahir BAYKUŞAK isimli şahsa kimliğini sorduğumuzda bize 'ne kimliği bıktım sizin bu kimlik sormalannızdan illa dağa mı çıkalım' diye cevap verdi Bunun üzerine yaptığının suç olduğunu bu şahsa söyledim. Tam bu esnada bu şahıs benim boğazına sarılarak 'siz kimsiniz benden kimlik istiyorsunuz lan' dedi. Ben de bu şahıs benim boğazmıa sanıldığı için kendimi şahıstan kurtarmak için bu şahsi ileri doğru itekledim. Bu esnada da aynı ekipteki arkadaşım yardıma geldi şahıs hala bize karşı direnmeye devam ediyordu. Şahsa kademeli olarak kelepçe takılmış bu şahıs kelepçe takılması esnasında ve takılmasından sonra kendini yerlerde yuvarlamaya çalışmış. Akabinde doktor raporu aldırılarak Polis Merkezine teslim edilmiştir. Ben bu şahıstan görevimi engellemesinden bana hakaret etmesinden ve beni darp etmesinden dolayı davacı ve şikayetçiyim ..."E. Sağlık Raporları Başvurucu ilk olarak polis ekibi tarafından Okmeydanı Araştırma Hastanesine götürülmüştür. Burada saat 38'de başvurucu hakkında darp ve cebir izine rastlanmadığı şeklinde geçici rapor düzenlenmiştir. Başvurucu, alınan ilk rapor sonrası Kasımpaşa Polis Merkezi Amirliğinde verdiği ifadesinde muayene edilmeden hakkında rapor düzenlendiğini belirterek Adli Tıp Kurumuna sevk edilmesini istemiştir. Başvurucu, talebi üzerine sevk edildiği Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesinde muayene edilmiş ve hakkında yeniden bir rapor tanzim edilmiştir. Saat 31'de düzenlenen raporun ilgili kısmı şöyledir:"Sol omuz 3 cm çapında noktasal mor ekimoz, her iki el bileğinde kırmızı ekimoz, sağ alt kol orta kısmında 2 cm uzunluğunda kırmızı sıyrık, sağ meme ucu 5 cm üzerinde oblik uzanımlı 4 cm uzunluğunda sıyrık tespit edildi." Savcılık, Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesinden alınan raporu İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğüne (Adli Tıp) göndererek kesin rapor talep etmiştir. Adli Tıp tarafından düzenlenen 30/6/2016 tarihli raporda başvurucunun yumuşak doku lezyonlarına neden olan yaralanmasının yaşamını tehlikeye sokmadığı, basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde, hafif nitelikte olduğu bildirilmiştir. F. Başvurucu Hakkında Yürütülen Soruşturma Savcılıkça başvurucu hakkında 13/7/2016 tarihli iddianameyle hakaret ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarından kamu davası açılmıştır. Yapılan yargılama sonucunda İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) isnat edilen suçlar yönünden 7/3/2017 tarihinde beraat kararı vermiştir. Bu karar 30/3/2017 tarihinde kesinleşmiştir. Mahkeme, başvurucunun soruşturma aşamasında da dile getirdiği üç tanığı 7/3/2017 tarihinde yapılan duruşma sırasında dinlemiştir.Tanık K.U.nun ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:" Olay tarihinde okuldan çıkmıştım, çıktığımda Tahir beyle polis memurunu gördüm, Tahir beyin elinde kimlik vardı, polis memuruna uzatmıştı, polis memuru da kimliği alıp Tahir beye tokat attı, Tahir beyde polis memurunu ittirdi ve yaka yakaya geldiler, mesafem nedeniyle sesleri tam olarak duyamıyordum, görgüm ve bilgim bundan ibarettir."Tanık E.A.nın ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Olay tarihinde okuldan arkadaşlarımla birlikte çıkmış yürürken Tahir beyi ve polisleri gördük, Tahir beyin elinde kimlik vardı, polis de Tahir e o esnada vurdu, Tahir beyde kendisini korumak için Polisi engellemeye çalıştı, daha sonra 3-4 tane daha polis gelerek Tahir beyi kelepçeleyerek götürdüler, ilk gördüğümüzde sesleri duyamadım, yaklaştığımızda Tahir in ben öğretmenim ne yapıyorsun dediğini duydum, olaya ilişkin görgüm bundan ibarettir..."Tanık G.K.nın ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"Olay tarihinde yokuş yukarı yürürken mesafe nedeniyle tanıyamadığım bir şahsın elinde kimlik vardı, poliste şahsa vurdu, daha sonra tekrar yeltenince bu sefer bu şahıs engellemeye çalıştı, o anda orada bulunan iki polis daha gelerek şahsı yere yatırdılar ve kelepçelediler, benim görgüm bundan ibarettir ..." G. Başvuruya Konu Soruşturma Neticesinde Verilen Karar Savcılık 13/7/2016 tarihli kararıyla şüpheli polis memuru hakkında zor kullanma yetkisinde sınırı aşarak sahip bulunduğu nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle müştekiyi kasten yaralama suçundan kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Suç tarihi olan 2016 günü saat 15:00 sıralarında, aralarında şüphelinin de bulunduğu Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğü Devriye Ekipler Amirliği' ne bağlı 69210 kod no'lu ekip tarafından Beyoğlu ilçesi, Tarlabaşı Bulvarı ile Kalyoncu Kulluğu Caddesi kesişiminde yapılan kontroller sırasında, durumundan şüphelenilen Tahir BAYKUŞAK' dan kimlik ibraz etmesinin istenmesi üzerine müştekinin, 'Ne kimliği, bıktım sizin bu kimlik sormalarınızdan, illa dağa mı çıkalım' şeklinde cevap vermesi üzerine şüphelinin yeniden kimlik ibraz etmesini istemesi üzerine müştekinin, şüphelinin boğazına sarılarak 'Siz kimsiniz, benden kimlik istiyorsunuz lan?' dediği, şüphelinin müştekiyi iterek kendisinden uzaklaştırdığı, duruma aynı ekipte bulunan polis memuru [S.nin] de müdahale ettiği ancak müştekinin kolluk görevlilerine direnmeye devam ettiği, kendisini yerlere attığı, bunun üzerine kelepçe takılmak suretiyle yakalanarak muhafaza altına alındığı anlaşılmış olup, hakkında görevli memurlara görevlerini yaptırtmamak için direnme ve hakaret eylemleri nedeniyle iddianame düzenlenmiştir.İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğü raporuna göre, müştekinin olay nedeniyle basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek hafif şekilde yaralandığı tespit olunmuştur.Yapılan soruşturma sonucu toplanan deliller birlikte değerlendirildiğinde, kolluk görevlisi olan şüphelinin ifa ettiği görevin de niteliği olarak zor kullanma yetkisinin bulunması ve müşteki ile şüphelinin adli raporlarındaki bulguların niteliği ve yaralanmalarının derecesi dikkate alındığında, zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşıldığı iddiası ile ilgili olarak müştekinin soyut iddiası dışında olay tarihinde görevli olan şüphelinin zor kullanırken orantılı davranmadığına, zor kullanma yetkisinde sınırı aşarak sahip bulunduğu nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle müştekiyi kasten yaraladığına ilişkin olarak hakkında kamu davası açılması için yeterli ve elverişli deliller bulunmadığı anlaşıldığından, suç ve şüpheli ile ilgili olarak kamu adına KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA,..." Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin kararıyla 18/8/2016 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu 25/8/2016 tarihinde tebliğ edilen karara karşı 26/9/2016 tarihinde süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur. (3) Kasten yaralama suçunun;…d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,…işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar. (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "İşkence yasağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz." 18/6/2003 tarihli ve 25142 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 16/12/1966 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin maddesi şöyledir:"Hiç kimse işkenceye ya da zalimane, insanlık dışı ya da küçük düşürücü muamele ya da cezalandırmaya maruz bırakılamaz. Özellikle, hiç kimse kendi özgür rızası olmadan tıbbi ya da bilimsel deneylere tabi tutulamaz." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/31718 | Başvuru, kimlik kontrolü sırasında polis tarafından darbedilme iddiasıyla yapılan şikâyetin kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile sonuçlanması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esasının incelenmesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 8/6/2005 tarihinde İstanbul İş Mahkemesinde açılan işçi ve işveren ilişkisinden kaynaklanan tazminat istemli davada İlk Derece Mahkemesinin 13/8/2008 tarihli hükmü ile kısmen kabul kararı verilmiş, temyiz incelemesi sonucu karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/11/2010 tarihli ilamı ile bozulmuş, bozma üzerine yeniden yapılan değerlendirme sonucu İstanbul İş Mahkemesinin 18/12/2012 tarihli kararı ile kısmen kabule hükmedilmiş, temyiz incelemesi sonucu Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/5/2013 tarihli ilamı ile hüküm onanmış ve yargılama süreci sona ermiştir. Başvurucu vekili, İstanbul İş Mahkemesine sunduğu 16/7/2014 tarihli dilekçesi ile İlk Derece Mahkemesi kararının onandığını belirterek gerekçeli kararın kendilerine tebliğ edilmesini istemiştir. Başvurucu 15/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16636 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsili imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 5/5/2022 tarihinde öğrendikten sonra 18/5/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu 14/3/2024 tarihli dilekçeyle bireysel başvurusundan feragat ettiğini açıkça bildirmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/50649 | Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsili imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; soruşturma ve kovuşturma aşamasındaki bir kısım uygulama nedeniyle de masumiyet karinesi ve savunma hakkı bağlamındaki adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/11/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ile eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) 2017/136301 Soruşturma sayılı dosya ile başvurucu hakkında Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (DHKP-C) silahlı terör örgütüne üye olma suçundan soruşturma başlatılmış ve Başsavcılığın talimatıyla başvurucu 19/9/2017 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başsavcılık 28/9/2017 tarihinde başvurucuyu silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle sulh ceza hâkimliğine sevk etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği aynı tarihte başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Başsavcılık 8/5/2018 tarihli iddianameyle anılan suçtan cezalandırılması istemiyle başvurucu hakkında aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 4/6/2018 tarihinde iddianameyi kabul etmiş ve E.2018/116 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme aynı tarihte yaptığı tensip incelemesiyle birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 21/9/2018 tarihinde resen yaptığı inceleme sonucunda, başvurucu hakkındaki dosyanın tefriki ile başvurucunun çeşitli suçlardan (terör örgütü propagandası yapma, görevi yaptırmamak için direnme, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, toplantı ve gösteri yürüyüşünde görevlendirilenlerin görevlerini yapmalarına engel olma, toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama, toplantı ve yürüyüşlere silah ve benzeri aletler taşıyarak veya kendilerini tanınmayacak hale getirerek katılma, silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından) daha önce yargılamasına devam edilen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesindeki E.2016/90 sayılı dosyasıyla hukuki ve fiilî irtibat nedeniyle birleştirilmesine karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi ayrıca başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 8/10/2018 tarihinde davaların birlikte görülmesinin zorunlu olmadığı gerekçesiyle birleştirme kararının reddine karar vermiştir. Anılan karar üzerine İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 9/10/2018 tarihinde oluşan uyuşmazlığın çözümü için dosyayı ortak yüksek görevli İstanbul Bölge Adliye Mahkemesine göndermiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 14/11/2018 tarihinde yaptığı incelemede davanın İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2016/90 sayılı dosyası üzerinden yürütülmesine karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 29/11/2018 tarihinde dosya üzerinden resen yaptığı inceleme sonucunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 7/2/2019 tarihinde ilk duruşmada başvurucunun ve müdafilerinin esasa ilişkin savunmalarını almış, ayrıca tutukluğa dair söyleyeceklerini dinlemiş ve duruşma sonunda tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından başvurucunun Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) yoluyla katılmak istemediği ve müdafilerinin hazır bulunduğu 11/4/2019 tarihli duruşmada tanık beyanı alınmış ve duruşma sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 10/5/2019 tarihinde başvurucu yönünden dosya tefrik edilerek E.2019/106 sayılı dosya üzerinden 20/5/2019 tarihli kararla davanın İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2015/315 sayılı dosyasıyla birleştirilmesine ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince E.2015/315 sayılı dosya üzerinden devam eden yargılamada 14/6/2019 tarihinde yapılan inceleme sonucunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 16/10/2019 tarihli duruşmada başvurucu yönünden dosya tefrik edilmiş ve aynı Mahkemenin E.2019/506 sayılı dosyası üzerinden verilen 25/12/2019 tarihli kararla davanın Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/173 sayılı dosyasıyla birleştirilmesine ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 20/1/2020 tarihinde birleştirme kararı öncesinde kendilerinden muvafakat alınmadığını belirterek İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince verilen birleştirme kararının kaldırılması talebiyle, oluşan birleştirme uyuşmazlığının giderilmesi ve yargı yerinin belirlenmesi için dosyayı Yargıtay Ceza Dairesine göndermiştir. Yargıtay Ceza Dairesi tarafından 3/3/2020 tarihinde davaların birlikte yürütülmesinde yarar görülmediğinden davaların ayrı ayrı yürütülmesine ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2015/506 sayılı dosyası üzerinden verdiği birleştirme kararının kaldırılmasına karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince E.2015/315 sayılı dosya üzerinden devam eden yargılamada 12/6/2020 tarihli dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi başvurucunun SEGBİS yoluyla katıldığı 18/6/2020 tarihli duruşmada başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi başvurucunun SEGBİS yoluyla katıldığı ve müdafiinin de hazır olduğu 7/10/2020 tarihli duruşmada başvurucu yönünden dosyanın ayrı bir esasa kaydedilmek üzere tefrik edilmesine ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun anılan tutukluluk hâlinin devamına dair karara karşı yaptığı itiraz, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 20/10/2020 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu itirazın reddine dair kararın 26/10/2020 tarihinde tebliğ edildiğini beyan ederek 23/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2020/226 sayılı dosyası üzerinden devam eden yargılamada 5/11/2020 tarihli tensip incelemesi neticesinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince E.2020/226 sayılı dosyada, başvurucu ve müdafiinin hazır olduğu 3/12/2020 tarihli duruşmada başvurucunun konutu terk etmemek şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanmak suretiyle tahliyesine karar verilmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Yavuz Cengiz, B. No: 2019/37138, 15/6/2021, §§ 23- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/37742 | Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; soruşturma ve kovuşturma aşamasındaki bir kısım uygulama nedeniyle de masumiyet karinesi ve savunma hakkı bağlamındaki adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, başvurucunun infaz hâkimliğine yaptığı şikâyette, duruşmanın başvurucu hazır edilmeksizin Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) kullanılarak yapılması nedeniyle adil yargılanma ve kaldığı koğuşun içerisini görüntüleyecek şekilde ceza infaz kurumu bahçesine kamera yerleştirilmesi nedeniyle özel hayata saygı haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 28/3/2018 tarihinde öğrendikten sonra 24/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/13363 | Başvuru, başvurucunun infaz hâkimliğine yaptığı şikâyette, duruşmanın başvurucu hazır edilmeksizin Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) kullanılarak yapılması nedeniyle adil yargılanma ve kaldığı koğuşun içerisini görüntüleyecek şekilde ceza infaz kurumu bahçesine kamera yerleştirilmesi nedeniyle özel hayata saygı haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, düzenlenmek istenen gösteri yürüyüşüne izin verilmemesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Türkiye 2015 yılı Haziran ayından itibaren yoğun bir şekilde terör saldırılarına maruz kalmıştır (anılan dönemde yaşanan terör saldırılarına ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Kaos Gl Derneği (3) [GK], B. No: 2016/11193, 20/10/2022, §§ 9-13; İstanbul'da 2015-2016 yılları arasında gerçekleştirilen terör eylemleri konusunda detaylı bilgi için bkz. Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) [GK], B. No: 2017/36889, 29/9/2022, § 9). Başvurucu Kaos Gey ve Lezbiyen Kültürel Araştırma ve Dayanışma Derneği (Dernek) Uluslararası Homofobi ve Transfobi Karşıtı Günü kapsamında 22/5/2016 tarihinde Kurtuluş Kavşağı ile Kolej Kavşağı arasında homofobi karşıtı bir yürüyüş/açık hava toplantısı gerçekleştirmek ve basın açıklaması yapmak amacıyla Ankara Valiliğine bildirimde bulunmuştur. Ankara Valiliği, bazı kesimlerin yapılmak istenen toplantıya katılacak grup ve şahıslara birtakım toplumsal duyarlılıklar nedeniyle tepki gösterebileceği ve bunun provokasyonlara neden olabileceği yönünde yapılan değerlendirme ve kamu düzeninin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, genel ahlakın korunması amacıyla başvuruya konu etkinliğin yasaklanmasının uygun olacağına dair görüş doğrultusunda, planlanan gösteri yürüyüşünün düzenlenmesinin uygun olmadığına karar vermiştir. Anılan karara karşı açılan yürütmeyi durdurma talepli iptal davasında derece mahkemesi, yürütmenin durdurulmasına karar vermiştir. Bu karara itiraz üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi yürütmenin durdurulması kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Ankara İl Emniyet Müdürlüğü devam eden iptal davası kapsamında sunduğu görüş yazısında; Türkiye'de meydana gelen son gelişmeler doğrultusunda terör örgütü mensuplarının önümüzdeki süreçte gerçekleştirecek toplantı, miting, yürüyüş ve diğer faaliyetlere yönelik sansasyonel eylem girişiminde bulunabilecekleri yönünde terör örgütlerinin muhtemel eylemleriyle ilgili bilgilerin arttığını, ayrıca mayıs ayı içinde 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı kutlama programları ile çeşitli siyasi parti ve sivil toplum kuruluşlarının genel kurul toplantılarının gerçekleştirileceğini, son süreçte yaşanan menfur terör olayları da dikkate alındığında ilave emniyet tedbirlerinin artırılarak alınmasının kaçınılmaz olduğunu, tehdit içerikli istihbarı bilgiler de gözönünde bulundurulduğunda yapılmak istenen toplantının yasaklanmasının uygun olduğunu belirtmiştir. Derece mahkemesi gerçekleştirilecek toplantı, miting, yürüyüş ve diğer faaliyetlere yönelik terör örgütü mensuplarının sansasyonel eylem girişiminde bulunabileceği, terör örgütlerinin muhtemel eylemleriyle ilgili bilgilerin sıklaştığı, tehdit içerikli istihbari bilgiler dikkate alındığında yapılmak istenen toplantının kitlesel tepki ve provokatif eylemlere zemin oluşturabileceği kanaati ve kamu düzeninin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle iptal davasını reddetmiştir. Anılan karara karşı istinaf başvurusunu reddeden bölge idare mahkemesi, Derneğin gösteri yürüyüşü yapma hürriyeti olmakla birlikte gösteri yürüyüşünün planlandığı günde bir siyasi partinin olağanüstü kongresinin olması nedeniyle ortaya çıkabilecek olumsuzluklar ve Dernek üyelerine yönelik provokatif eylemler olabileceği gözönüne alındığında belirtilen günde gösteri yürüyüşü yapılmasının uygun olmadığı sonucuna varmıştır. Başvurucu, nihai hükmü 2/2/2018 tarihinde öğrendikten sonra 1/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/5700 | Başvuru, düzenlenmek istenen gösteri yürüyüşüne izin verilmemesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın değerlendirilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, terör örgütüne üye olma suçundan 7/9/2020 tarihinde tutuklanmıştır. Siirt Ağır Ceza Mahkemesinde yargılamaya başlanmıştır. Mahkeme 7/10/2020 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Edirne Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Edirne Ağır Ceza Mahkemesinin 24/11/2020 tarihinde yetkisizlik kararı vermesi üzerine dosya yetki uyuşmazlığının çözümü için Yargıtay Ceza Dairesine gönderilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 11/3/2021 tarihinde Siirt Ağır Ceza Mahkemesinin yetkili olduğuna karar vermiştir. Siirt Ağır Ceza Mahkemesince yargılamaya başlanmış ve 1/7/2021 tarihinde duruşma yapılmıştır. Başvurucu, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) bağlantısı kurulamadığından bu duruşmada dinlenememiştir. 28/9/2021 tarihli duruşmada ise başvurucunun duruşmaya SEGBİS aracılığı ile katılımı sağlanmış, müdafii eşliğinde başvurucunun savunması alınmıştır. Duruşma sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Yapılan yargılama sonucunda başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan 10 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Temyiz incelemesi devam etmektedir. Adli yardım talebinin kabulüne Komisyonca karar verilmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/2546 | Başvuru, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın değerlendirilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yakalandıktan sonra kolluk görevlilerinin darp, tehdit ve hakaretine maruz kalınması ile bu olay hakkında etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Adana'nın Seyhan ilçesinde 28/12/2016 günü saat 00'de terör örgütü lehine slogan atan, kolluk görevlilerine havai fişek ve el yapımı patlayıcı maddeler ile saldırıda bulunan yirmi kişilik bir gruba müdahale edildiği, ara sokaklara kaçarak dağılan gruptan üç kişinin kovalanarak yakalandığı, başvurucunun da gruptan kaçan kişilerden olduğu düşüncesiyle kovalanan ve yakalanan üç kişiden biri olduğu, başvurucunun bir arabanın altına saklandığı, kolluk görevlilerince ayaklarından çekilerek arabanın altından çıkarıldığı tutanak altına alınmıştır. Başvurucu 2000 doğumlu olup olay tarihinde 16 yaşındadır. Başvurucunun üst araması neticesinde üç adet el yapımı bomba, bir adet çakmak, bir adet siyah tişört ve ayakkabılarının üzerine giyilmiş çorapların ele geçirildiği tutanak altına alınmıştır. Başvurucu yakalandıktan sonra gözaltına alınmış, adli muayene raporu düzenlenmesi için hastaneye götürülmüştür. 28/12/2016 tarihli adli muayene raporunda, başvurucunun eylemde yakalandığının ve kendisine vurduklarını beyan ettiğinin kayıtlara geçirildiği anlaşılmaktadır. Sağlık raporunda; başvurucunun başının arkasında ve tepe kısmında şişlik ve hassasiyet bulunduğu, sağ omuzda geniş çaplı kırmızı renkte ekimoz ve yumuşak dokuda hassasiyet, sağ dizde yumuşak dokuda hassasiyet, sağ el işaret parmağında ve el sırtında yüzeysel sıyrıklar ile sol el parmağın tırnak dibinde şişlik, hassasiyet ve hareket kısıtlılığı mevcut olduğu tespit edilmiştir. Başvurucuya ortopedi ve beyin cerrahisi kontrolü önerilmiştir. Başvurucunun gözaltı süresi boyunca ve gözaltı çıkışında alınan diğer sağlık raporlarında ilave bulguya rastlanmadığı bildirilmiştir. Başvurucunun şüpheli sıfatıyla Cumhuriyet savcısı tarafından 2/1/2017 tarihinde alınan ifadesinde polis memurları tarafından yakalandıktan sonra copla vücudunun çeşitli bölgelerine vurulduğunu beyan ettiği anlaşılmaktadır. Aynı tarihte Sulh Ceza Hâkimliği tarafından alınan ifadede başvurucunun müdafii tarafından başvurucunun darbedildiği ifade edilmiştir. Başvurucu 2/1/2017 tarihinde tutuklanarak ceza infaz kurumuna sevk edilmiştir. Başvurucunun annesi 3/1/2017 tarihinde Adana Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyet dilekçesi vermiş; şikâyet dilekçesinde özetle başvurucunun gözaltına alındıktan sonra çocuk şubeye teslim edilene kadar işkence gördüğünü, başına, omzuna, bacağına copla vurulduğunu, elini kafasının üstüne koyması söylenerek eline vurulduğunu, tırnağının yerinden çıktığını, saçlarının çekilerek ayağına basıldığını, küfür ve hakaret edildiğini, cinsel saldırıda bulunmakla tehdit edildiğini, gözaltı süresi boyunca su ve yemek verilmediğini ileri sürmüştür. Adana Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturmada başvurucu hakkında düzenlenen adli muayene raporları Adli Tıp Kurumuna gönderilerek rapor tanzim edilmesi istenmiş, ayrıca olay yakalama tutanakları ilgili kurumdan istenmiştir. Adli Tıp Kurumu, Adana Devlet Hastanesi tarafından düzenlenen adli muayene raporları ile konsültasyon evrakını incelemiş; ayrıca başvurucunun muayenesini yaptırmıştır. Başvurucunun adli muayene raporunda yer alan bulgulara ek olarak burun sırtında şişlik, sol el tırnakta kısmi ayrılma tespit edildiği bildirilmiştir. Başvurucunun kafa kemiklerinde kırık, kava içi travmatik değişim, iç organ veya büyük damar lezyonu bulunmadığından yaralanmaların kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı, basit tıbbi müdahale ile giderilebilir nitelikte olduğu, kemik kırığı tanımlanmadığı ifade edilmiştir. Adana Cumhuriyet Başsavcılığı; Adli Tıp Kurumu tarafından başvurucunun yaralanmalarının basit tıbbi müdahale ile giderilebilir nitelikte olduğunun belirtildiği, Yakalama Tutanağı'nda başvurucunun kaçarak arabanın altına girdiği, uyarılara rağmen buradan çıkmaması üzerine bedensel kuvvet kullanılarak ayaklarından tutulmak suretiyle aracın altından çıkarıldığının kayıtlı olduğu, başvurucunun yaralanmalarının yakalanma şekli ile uyumlu olduğu ve kendi davranışı sonucunda meydana geldiği, darp, hakaret ve tehdit iddialarına ilişkin ise delil bulunmadığı gerekçesiyle 1/2/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Başvurucunun annesi kovuşturmaya yer olmadığına dair karara müşteki sıfatıyla itiraz etmiş, ayrıca başvurucunun el yazısıyla yazdığı kötü muamele teşkil eden eylemleri anlatan bir dilekçeyi mahkemeye sunmuş; itiraz dilekçesinde başvurucunun yaralanmalarının adli muayene raporunda yalnızca kısmen tespit edilmiş olmasına karşın yeniden sağlık raporu aldırılması yoluna gidilmediğini, olay tarihinde 16 yaşında olan başvurucunun maruz kaldığı fiziksel ve ruhsal saldırının kendi eylemi neticesinde meydana geldiği yönündeki tespitin hukuki ve vicdani olmadığını, kötü muamele yasağının mutlak nitelikte bir yasak olduğunu, soruşturmanın eksik yapıldığını ifade ederek kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kaldırılmasını istemiştir. Başvurucunun el yazısıyla yazdığı dilekçede ise özetle Terörle Mücadele (TEM) Şube Müdürlüğüne götürülürken arabanın içinde başına, sağ omzuna, sağ diz kapağına, ellerine, yüzüne ve vücudunun değişik yerlerine copla vurulduğunu, kafasını sürekli eğik tuttukları için kaç kişi olduklarını göremediğini, TEM Şube Müdürlüğüne götürüldüğünde ise yüzüne yumruk ve tokat attıklarını, saçlarını çekerek ayak parmaklarına bastıklarını, beline tekme attıklarını, kafasına vurduklarını, küfür ettiklerini, öldürmekle ve tecavüz etmekle korkuttuklarını ileri sürmüştür. Adana Sulh Ceza Hâkimliğinin 1/3/2017 tarihli kararıyla itirazın reddine karar verilmiştir. Başvurucu 5/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hakkında açılan kamu davasında 28/3/2018 tarihinde, başvurucunun tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme suçundan mahkûmiyetine, korku, kaygı veya panik yaratabilecek tarzda silahla ateş etme, silahlı terör örgütüne üye olma, terör örgütü propagandası yapmak, görevi yaptırmamak için direnme, kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama suçlarından ise beraatine karar verilmiştir. Hüküm kesinleşmiştir. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun maddesi şöyledir:"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir. İkinci fıkrada yer alan;a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,ifade eder.Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır.Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur...." 12/10/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur. (3) Kasten yaralama suçunun;…d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,…işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.” 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/20204 | Başvuru, yakalandıktan sonra kolluk görevlilerinin darp, tehdit ve hakaretine maruz kalınması ile bu olay hakkında etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kamulaştırmasız el atmaya dayalı tazminata ilişkin davada ıslah ile artırılan miktarın hak düşürücü süreden reddine karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun murisi adına kayıtlı 141 parsel sayılı taşınmazdaki pay bu kişinin ölümü ile başvurucuya intikal etmiştir. Başvurucu 4/2/2009 tarihli dilekçesiyle taşınmaza Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi (Üniversite) tarafından kamulaştırmasız olarak el atıldığını belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 000 TL tazminat talebiyle dava açmıştır. Davalı Üniversite 20/10/2009 tarihli cevabında uyuşmazlığa konu taşınmazın 19/4/1993 tarihinde kamulaştırıldığını, kamulaştırma bedelinin Ziraat Bankasında başvurucunun murisi adına açılan hesaba depo edildiğini ve başvurucunun murisi tarafından herhangi bir dava açılmadığından kamulaştırma işleminin kesinleştiğini ileri sürmüştür. Taşınmazın değerinin tespiti amacıyla iki taşınmaz başında iki ayrı tarihte keşif yapılmıştır. İlk keşif sonucunda düzenlenen 19/3/2010 tarihli bilirkişi raporunda başvurucuya ait hissenin değeri 225 TL olarak belirlenmekle başvurucu 14/9/2010 tarihinde talebini bu miktarı esas alarak ıslah etmiştir. Ne var ki davalı Üniversitenin itirazı üzerine taşınmaz başında yeni bir bilirkişi heyeti vasıtasıyla ikinci kez keşif icra edilmiş ve anılan keşif sonucunda düzenlenen 18/4/2011 tarihli bilirkişi raporunda taşınmazın değeri 350 TL olarak belirlenmiş, başvurucu bu miktarı da kabul ettiğini bildirmiştir. Kahramanmaraş Asliye Hukuk Mahkemesi 13/3/2013 tarihli karar iledavanın kısmen kabulüyle 350 TL bedel karşılığında taşınmazın tapusunun iptaline ve davalı Üniversite adına tesciline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde özetle, fiilen el konulan taşınmazın 7/120 hissesinin başvurucu adına kayıtlı olup diğer maliklere ait payların usulüne uygun olarak kamulaştırıldığı, belirlenen bedel başvurucunun annesi adına açılan hesaba depo edilmişse de kamulaştırma işlemi usulüne uygun olarak tebliğ edilmediğinden murisin bu durumdan haberdar olmadığı ve bu hususun başvurucuyu bağlamayacağı belirtilmiştir. Karar başvurucu ve davalı Üniversite tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 15/11/2012 tarihinde hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma kararının gerekçesinde, başvurucunun kamulaştırmasız el atma nedenine dayalı olarak davaya açtığı belirtilmiştir. Daireye göre başvurucu, idare tarafından 20/10/2009 tarihli oturumda kendisine tebliğ edilen cevap dilekçesiyle kamulaştırma işleminden haberdar olmuştur. Daire, ıslah dilekçesinin verildiği 4/9/2010 tarihine kadar kanunda öngörülen otuz günlük hak düşürücü sürenin geçtiğini kabul etmiştir. Daire sonuç olarak ıslah ile arttırılan kısmın reddine karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Kahramanmaraş Asliye Hukuk Mahkemesi bozma kararına uymuş ve 12/12/2013 tarihli kararı ileıslah ile artırılan 350 TL yönünden davanın reddine karar vermiştir. Karar temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 30/10/2014 tarihinde hükmü düzelterek onamış ve karar düzeltme isteğinin aynı daire tarafından 22/6/2015 tarihinde reddiyle karar kesinleşmiştir. Nihai karar 9/7/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 10/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun taşınmazın kamulaştırıldığı 19/1/1994tarihinde yürürlükte bulunan ''Dava hakkı'' kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kamulaştırılacak taşınmaz malın sahibi, zilyedi ve diğer ilgililer noter veya köy ihtiyar kurulu aracılığıyla yapılan tebligat gününden, kendilerine tebligat yapılamayanlara tebligat yerine geçmek üzere gazete ile yapılan ilan tarihinden veya köy odasına asılmak suretiyle yapılan ilan süresinin bitiminden itibaren otuz gün içinde, kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda ve takdir olunan bedel ile maddi hatalara karşı da adli yargıda dava açabilirler.İdari yargıda açılan davalar öncelikle görülür.İdari yargıya başvurulduğu takdirde, adli yargıya başvuru süresi, idari yargı kararının kesinleştiği tarihten, bu kararlara karşı temyiz veya karar düzeltilmesi isteminde bulunulmuş ise, buna ilişkin kararların tebliği tarihinden itibaren işlemeye başlar.İştirak veya müşterek mülkiyette paydaşların tek başına dava hakları vardır.İdare, kamulaştırma belgelerinin tebliği için notere verildiği günden veya köy yararına kamulaştırmalarda aleyhine dava açılacak kişi yönünden geçerli tebliğ tarihinden itibaren altmış gün içinde takdir olunan bedel ile maddi hatalara karşı taşınmaz malın bulunduğu yer mahkemesinde dava açabilir.İdare tarafından bu Kanun hükümlerine göre tespit olunan malik, zilyet ve diğer ilgililere karşı açılan davaların görülmesi sırasında, taşınmaz malın gerçek malikinin başka bir şahıs olduğu anlaşıldığı taktirde, davaya bu gerçek malik, tapu malikinin daha önce öldüğü sabit olursa mirasçıları da dahil edilmek suretiyle devam olunur.Açılan davaların sonuçları dava açmayanları etkilemez.'' 2942 sayılı Kanun'un dava tarihinde yürürlükte bulunan maddesi şöyledir: “Kamulaştırmaya konu taşınmaz malın maliki tarafından 10 uncu madde gereğince mahkemece yapılan tebligat gününden, kendilerine tebligat yapılamayanlara tebligat yerine geçmek üzere mahkemece gazete ile yapılan ilan tarihinden itibaren otuz gün içinde, kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda iptal ve maddi hatalara karşı da adli yargıda düzeltim davası açılabilir.İdari yargıda açılan davalar öncelikle görülür.İştirak halinde veya müşterek mülkiyette, paydaşların tek başına dava hakları vardır.İdare, kamulaştırma belgelerinin mahkemeye verildiği günden itibaren otuz gün içinde maddi hatalara karşı adli yargıda düzeltim davası açabilir.İdare tarafından, bu Kanun hükümlerine göre tespit olunan malike ve zilyede karşı açılan davaların görülmesi sırasında, taşınmaz malın gerçek malikinin başka bir şahıs olduğu anlaşıldığı takdirde, davaya bu gerçek malik, tapu malikinin daha önce öldüğü sabit olursa mirasçıları da dahil edilmek suretiyle devam olunur.Açılan davaların sonuçları dava açmayanları etkilemez.'' Yargısal Kararlar Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/5/2016 tarihli ve E.2016/7329, K.2016/9268 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:''Kamulaştırma Kanununun maddesi uyarınca hakların kullanılması ve borçların yerine getirilmesi bakımından kamulaştırma işlemi mal sahibi açısından usulüne uygun olarak yapılan tebligatla başlar.Bu itibarla; Davacı İ.T. yönünden; murisi N.G.ye kamulaştırma evrakları usulüne uygun tebliğ edilmiş ve 30 günlük hakdüşürücü süre geçmiş olduğundan davanın bu davacı yönünden reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir. Ancak; G. mirasçılarından N.G. dışında kalan diğer davacı mirasçılara kamulaştırma evrakları usulüne uygun tebliğ edilmediğinden geçerli ve kesinleşmiş bir kamulaştırmadan söz edilemeyeceğinden, davanın kamulaştırmasız el atma davası olarak kabulü ile işin esasına girilerek, hüküm kurulması gerektiği gözetilmeden, yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/5/2015 tarihli ve E.2015/7493, K.2015/8933 sayılıkararının ilgili kısmı şöyledir:''2942 sayılı Yasanın maddesi gereğince kamulaştırma evrakının malike noter eliyle tebliğ edilmesi gerekip yapılan araştırmalar sonucunda adresi bulunmayan ve adreslerinde noter aracılığı ile tebligat yapılamayanlara ilan yolu ile tebligat yapılır. Yukarıda açıklandığı üzere davacıya belirtilen şekilde bir tebligat yapılmadığı anlaşılmaktadır. Tapuda ifraz işlemi için çağrı yapılması ve terkin istemine ilişkin belgenin kendisine verilmesi usulüne uygun bir kamulaştırma tebligatı olarak kabul edilemeyeceği gibi davacıya usulsüz tebligat yapılması halinde dahi ancak parayı bankadan çekmesi halinde usulsüz tebligatı öğrenmiş kabuledilebileceğidikkatealındığında böyle bir durumun da söz konusu olmadığı buna göre davanın 30 günlük hak düşürücü süre içerisinde açılmış bedel artırım davası olarak kabul edilip tarafların tüm delilleri toplanarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın reddi doğru görülmemiştir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Halil Göçmen/Türkiye kararına konu olayda başvurucunun taşınmazı ile ilgili olarak üniversite kamulaştırma kararı alınmış, ancak kamulaştırma kararı tebliğ edilmeden taşınmaza idare tarafından elatılmıştır. Başvurucunun açtığı tazminat davası kabul edilmiştir. AİHM idarenin kamulaştırmayı düzenleyen kuralları dikkate almayarak başvurucunun taşınmazına el atması nedeniyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin hukuki dayanağının bulunmadığı kanaatine ulaşmış, ayrıca tazminata ilişkin yargılama sürecinde gerekli usule ilişkin güvencelerin de sağlanmadığını belirterek ihlal sonucuna varmıştır (Halil Göçmen/Türkiye, B. No: 24883/07, 12/11/2013, §§ 23-43). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/13764 | Başvuru, kamulaştırmasız el atmaya dayalı tazminata ilişkin davada ıslah ile artırılan miktarın hak düşürücü süreden reddine karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu bulunan başvurucuya avukatı tarafından gönderilen mektupların açılıp incelenmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının 24/1/2019 tarihli kararla ayrılmasına ve 2019/2577 bireysel başvuru numaralı dosya üzerinden sürdürülmesine karar verilmiştir. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliği'nin 20/7/2016 tarihli kararıyla tutuklanmıştır ve bireysel başvuruda bulunduğu sırada Kocaeli T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) tutuklu olarak bulunmaktadır. Başvurucuya avukatı tarafından 20/7/2017 ve 29/8/2017 tarihli iki mektup gönderilmiştir. Adi posta şeklinde gönderilen mektupların üzerinde göndericinin avukat olduğunu gösterir şekilde kaşe bulunmaktadır. Mektuplar içerisinde avukat tarafından kaleme alınmış üst yazılarda, mektubun başvurucu hakkındaki yargılama süreçlerine ilişkin kararları içerdiği (görevsizlik kararı, savcılık mütalaası vs.) ve mektup içeriğinin başvurucunun savunmasına ilişkin olduğu belirtilmiştir. Başvurucu, mektuplarının İnfaz Kurumu tarafından açılarak okunması ve görüldü kaşesi vurularak kendisine teslim edilmesi üzerine 12/9/2017 tarihinde Kocaeli İnfaz hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) şikâyette bulunmuştur. Başvurucu dilekçesinde, avukatı tarafından kendisine gönderildiği açıkça belli olan ve mektup içeriğindeki üst yazıda avukatı tarafından savunma amaçlı belgelerden ibaret bir içeriğe sahip olduğu açıkça belirtilmiş olduğunu ifade ettiği iki mektubunun İnfaz Kurumunca açılıp incelenmesi sebebiyle devam eden ceza soruşturması kapsamında hazırlamak istediği savunmasına ilişkin mahremiyetinin ve savunmasını etkili bir şekilde hazırlayabilme hakkının olumsuz şekilde etkilendiğini iddia etmiş, avukatından gelen mektuplarının açılıp incelenmesi uygulamasının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. İnfaz Hâkimliği, konuya ilişkin olarak İnfaz Kurumundan bilgi istemiştir. İnfaz Kurumu, başvurucunun şikâyet konusu ettiği mektupların gelen mektup olduğunu, dışarıdan gelen mektupların hükümlü ve tutukluların avukatlarının ismini taşıması hâlinde dahi göndericinin kesin olarak tespit edilememesi nedeni ile açılarak incelendiğini belirtmiştir. Söz konusu mektupların öncelikle fiziki olarak incelendiğini, savunmaya ilişkin olduklarının anlaşılması üzerine ise UYAP dosyasına kaydedilmeden ve içeriği incelenmeden başvurucuya teslim edildiğini bildirmiştir. İnfaz Hâkimliği, konuya ilişkin mevzuat çerçevesinde hükümlü ve tutukluya kurum dışından gönderilen belgelerin incelenmesinin yasal bir zorunluluk olduğunu, yalnızca ilgilinin avukatının kuruma görüşme yapmak için geldiğinde savunmaya ilişkin olduğunu belirttiği belge ve dosyaların incelenemeyeceğini, bunun dışında avukat tarafından gönderilse bile mektup, faks gibi posta yoluyla gelen belgelerin incelenmesi gerektiğini değerlendirmiştir, Mahkeme bu doğrultuda 4/11/2017 tarihli kararıyla İnfaz Kurumunun söz konusu uygulamasında hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle şikâyetin reddine karar vermiştir. Başvurucunun Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesine yaptığı itirazı, İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesi ile 12/12/2017 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 21/12/2017 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 27/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/1161 | Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu bulunan başvurucuya avukatı tarafından gönderilen mektupların açılıp incelenmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, hakkında yürütülen soruşturmada görev alan Cumhuriyet Savcısı aleyhindeki şikâyetinin işleme konulmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 19/11/2013 tarihinde İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 3/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1998 yılından başvuruya konu olayların meydana geldiği tarihe kadar, Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanlığı görevinde bulunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun mülga maddesi ile görevli) tarafından yürütülen ve kamuoyunda “şike soruşturması” adıyla bilinen soruşturma kapsamında 3/7/2011 tarihinde gözaltına alınmış ve 10/7/2011 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu, soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı hakkında, aynı soruşturma kapsamında aynı iddianame numarası ile iki farklı iddianame imzalayıp mühürlediği iddiasıyla Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna (HSYK) 20/2/2012 tarihli dilekçeyle şikayette bulunarak ilgili Cumhuriyet Savcısının cezalandırılmasını talep etmiştir. HSYK Genel Sekreterliğinin 26/6/2012 tarih ve 33561 sayılı yazısı ile başvurucunun şikayetini inceleyen HSYK Üçüncü Dairesinin 3/5/2012 tarih ve 2012/3099 sayılı kararıyla 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi gereğince şikayetin işleme konulmadığı bildirilmiştir. Genel Sekreterlik yazısının ilgili kısımları şöyledir:“… görüldüğü üzere asıl olan UYAP kayıtlarının esas alınması olduğu, nihai olarak da somut olayda karar verme ve takdir yetkisinin mahkeme hâkimine ait olduğu,Kaldı ki, yapıldığı iddia edilen yanlışlığın, kasten hareket edilerek delil bütünlüğünü bozmak ve davanın esasına etki etme amacıyla yapıldığı yönünde herhangi bir iddianın bulunmadığı gibi, bu yönde hareket edildiğine dair delil de bulunmadığı, kaldı ki, iddia edilen hususun esası etkileyen ve delil bütünlüğü ile yargılama sonucuna etki eden bir durum olmadığı,Bir kısım iddianın ise, maddi hatanın düzeltilmesine yönelik bir işlem olduğunun anlaşıldığı, ileri sürülen iddianın yargılamaya olumsuz herhangi bir etkisinin bulunmadığı, iddianamenin mahkemeye verildiği tarihin gerek UYAP ortamında, gerekse fiziki ortamda kayıtlı olduğu,…”Başvurucu HSYK Üçüncü Dairesine, 16/7/2012 tarihli dilekçe ile başvuruda bulunarak, şikayetin işleme konulmamasına dair karara ilişkin olarak yeniden inceleme talebinde bulunmuştur. Başvurucunun yeniden inceleme talebini inceleyen HSYK Üçüncü Dairesinin 14/11/2012 tarih ve 2012/920 sayılı kararıyla “kararın kaldırılmasını gerektiren herhangi bir delil ve durumun bulunmadığı” gerekçesiyle, başvurucunun talebinin reddine karar verilmiştir. Başvurucu bu karara karşı HSYK Genel Kuruluna itiraz yoluna başvurmuştur. Başvurucunun itirazını inceleyen HSYK Genel Kurulunun 19/6/2013 tarih ve 2013/524 sayılı kararıyla “yeniden inceleme talebinin reddine ilişkin kararın yerinde olduğu” gerekçesiyle, başvurucunun itirazının oy birliğiyle ve kesin olarak reddine karar verilmiştir. Bu karar başvurucuya 7/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. B. İlgili Hukuk 24/2/1983 tarih ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi şöyledir:“Hâkim ve savcılar hakkında; a) Belli bir konuyu içermeyen veya somut delile dayanmayan,…İhbar ve şikâyetler işleme konulmaz.” | Kapsam dışı haklar | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8404 | Başvurucu, hakkında yürütülen soruşturmada görev alan Cumhuriyet Savcısı aleyhindeki şikâyetinin işleme konulmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, emekli aylıklarına görev tazminatının dâhil edilmesi istemiyle yapılan başvurunun zamanaşımı gerekçesiyle idarece reddedilmesi üzerine açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1978 ile 1980 yılları arasında il millî eğitim müdürü olarak görev yaptıktan sonra 1992 yılında emekli olmuştur. Başvurucu 30/1/2012 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) başvurarak emekli olduğu tarihten itibaren tarafına ödenmeyen makam ve görev tazminatlarının faizi ile birlikte ödenmesini istemiştir. SGK 15/2/2012 tarihinde başvuru tarihinden itibaren geriye doğru beş yıllık makam ve görev tazminatlarını başvurucuya ödemiştir. Başvurucu, kendisine ödenen tazminatın eksik olduğu gerekçesiyle anılan idareye 19/10/2012 tarihli dilekçeyle ikinci kez başvurmuş ve emekliye ayrıldığı 16/10/1992 tarihinden 1/2/2007 tarihine kadar olan süre için de makam ve görev tazminatı ödenmesini talep etmiştir. SGK; başvurunun ikinci talep dilekçesine verdiği 16/11/2012 tarihli cevap yazısında makam ve görev tazminatının 1/2/2007 tarihinden itibaren ödenebileceğini, bu tarihten önceki alacakların ise 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nun maddesi gereğince beş yıllık zamanaşımına uğradığını, bu sebeple söz konusu talebin yerine getirilmesine imkân bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucunun anılan işlemin iptali istemiyle açtığı dava Ankara İdare Mahkemesinin 23/1/2013 tarihli kararı ile süre aşımı gerekçesiyle reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun 16/10/1992 tarihinde emekliye ayrıldıktan sonra en geç emeklilik tarihini izleyen ay başında ilk kez emekli maaşı almakla emekli maaşına makam ve görev tazminatının yansıtılmadığını öğrendiği belirtilmiştir. Öte yandan her aya ilişkin eksik ödemeyi de o aya ilişkin emekli maaşını almakla öğrendiğinin ve böylece yazılı bildirimle amaçlanan "öğrenme" hususunun gerçekleşmiş olduğunun kabulünün zorunlu olduğu ifade edilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun emekliye ayrıldığı 1992 yılından 2007 yılına kadar geçen dönemde ödemeyen makam ve görev tazminatlarının ödenmesi istemiyle açtığı davanın süresinde olmadığı tespit edilmiştir. Karar Danıştay Onbirinci Dairesinin 13/6/2013 tarihli ilamıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 21/2/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bu karar başvurucu vekiline 3/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Kanunlar 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür. Bu süreler;a) İdari uyuşmazlıklarda; yazılı bildirimin yapıldığı,… Tarihi izleyen günden başlar. ... İlanı gereken düzenleyici işlemlerde dava süresi, ilan tarihini izleyen günden itibaren başlar. Ancak bu işlemlerin uygulanması üzerine ilgililer, düzenleyici işlem veya uygulanan işlem yahut her ikisi aleyhine birden dava açabilirler. Düzenleyici işlemin iptal edilmemiş olması bu düzenlemeye dayalı işlemin iptaline engel olmaz." 5434 sayılı Kanun'un mülga maddesi şöyledir:"Bu kanun gereğince çeşitli adlarla ödenecek paralardan; istihkak kesbedildiği tarihlerden itibaren beş yıl sonuna kadar alınmıyan veya yazı ile müracaat edilerek aranmıyanlar Sandık lehine zamanaşımına uğrar. "B. Danıştay İçtihadı Danıştay Beşinci Dairesinin 26/5/2008 tarihli ve E.2007/7800, K.2008/3033 sayılı kararında şöyle denilmiştir:"... Anılan kural [2577 sayılı Kanun'un maddesi], yönetilenlere menfaatlerini ihlal eder nitelikteki işlemlerin idare tarafından açık ve anlaşılır bir biçimde duyurularak bir yandan onlara bu işlemlere karşı idari yollara veya dava yoluna başvurmaları konusunda inceleme ve düşünme olanağı sağlamak, öte yandan gereksiz, belirsiz ve yinelenen başvurulara meydan vermemek amacını taşımaktadır. Ancak bu kural idare mahkemesi hakiminin uygulamayı, uygulamanın sonuçlarını, dosyada mevcut bilgi ve dava konusu işlemin ve bununla ilgili diğer işlemlerin özelliğini değerlendirerek bunları yazılı bildirime karine olarak almasına ve belli bir tarihi yazılı bildirimin yapıldığı en son tarih olarak kabul etmesine engel değildir." Danıştay Üçüncü Dairesinin 20/11/2012 tarihli ve E.2010/6621, K.2012/3796 sayılı kararında şöyle denilmiştir:" Kural olarak idari işlemlere karşı açılacak davalarda süre, yazılı bildirim tarihinden başlatılmaktadır. Ancak, yazılı bildirim esas olmakla birlikte, bilgi edinilmesinin de (ıttıla) yazılı bildirim sonuçlarını doğuracağı, dolayısıyla dava açma süresine başlangıç olarak alınacağıDanıştay içtihatları ile kabul edilmiştir. Bu istisnai durumun kabulü, idari işlemin niteliği ve doğurduğu hukuki sonuç itibariyle davacılar tarafından öğrenildiğinin kanıtlanması koşuluna bağlıdır. Anayasa'nın 125 inci maddesinde idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin yazılı bildirim tarihinden başlayacağının belirtilmesi karşısında, usulüne uygun tebliğ olunan veya bütün unsurlarıyla ilgililer tarafından öğrenilen idari işlemler üzerine, 2577 sayılı Kanunda açıkça belirtilen ve ilgililerce de bilindiğinin kabulü gereken genel dava açma sürelerinin işletilmesi zorunludur. " Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 30/1/2013 tarihli ve E.2011/212, K.2013/221 sayılı kararında şöyle denilmiştir: "... Anayasa ve 2577 sayılı Kanun hükümleri karşısında; özel kanunlarında aksine bir hüküm bulunmadıkça, idariişlemlerde dava açma süresinin başlamasında yazılı bildirimin esas olduğu,dava açma süresi hesabında ilân tarihinin, ancak "ilanı gereken" düzenleyici niteliktekiişlemler açısından dikkate alınacağı, bireysel nitelikteki işlemlere karşı ilgililerin, bu işlemlerin kendilerine yazılı olarak bildirildiği tarihten itibaren dava açabilecekleri kuşkusuzdur. İdari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı kuralı, idari işlemlerin idare tarafından ilgililere açık ve anlaşılır bir biçimde duyurulması ve bu işlemlere karşı idari yollara veya dava yoluna başvurmalarına olanak sağlama amacını taşımaktadır. Bununla birlikte, idari işlemin niteliğinin ve hukuki sonuçlarının davacı tarafından bütünüyle öğrenildiği kimi davalarda, bilgi edinmenin (ıttılanın) yazılı bildirimin sonuçlarını doğuracağı ve dava açma süresine başlangıç alınacağı Danıştay içtihatlarıyla kabul edilmiştir. Ancak bu istisnai durumun kabulü, bilgi edinmenin dava açma süresine başlangıç alınması da, idari işlemin niteliği ve doğurduğu hukuki sonuç itibariyle davacılar tarafından öğrenildiğinin kanıtlanması koşuluna bağlı olup; bu koşulun gerçekleşip gerçekleşmediği açılan idari davada ancak idari yargı merciince karara bağlanabilir. Bir başka deyişle, her tür bilgi edinmenin (ıttılanın) idari dava açma süresine başlangıç alınacağı şeklindeki genel bir kabul, Anayasa'nın maddesi ve 2577 sayılıYasayla bağdaşmayacaktır." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10266 | Başvuru, emekli aylıklarına görev tazminatının dâhil edilmesi istemiyle yapılan başvurunun zamanaşımı gerekçesiyle idarece reddedilmesi üzerine açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyeti dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurunun tutuklamanın hukukiliğine ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu en son Muş Adliyesinde hâkim olarak görev yapmakta iken Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Genel Kurulunun 24/8/2016 tarihli kararı ile meslekten ihraç edilmiş ve bu karar 29/11/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Darbe teşebbüsü sonrasında Muş Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu 16/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 19/7/2016 tarihinde Muş Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle 1997-2002 yılları arasında Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okuduğunu, 2002 yılında Ankara Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesinde sağlık memurluğu yaptığını, akabinde sözleşmeli subaylık sınavları için müracaat ettiğini, sınavı kazanması üzerine 2004-2007 yılları arasında askeriyede görev aldığını, 2007 yılı itibarıyla ordudan ayrılıp avukatlık stajına başladığını, 2008 yılında da Adli Yargı Hâkimlik Sınavı'nı kazandığını belirtmiştir. Başvurucu; eğitim ve meslek hayatı boyunca FETÖ ile irtibatlı ve iltisaklı okullarda veya dershanelerde okumadığını, örgütün yurtlarında veya evlerinde kalmadığını, hâkim adaylığı döneminde ise Ankara'da ikamet eden ablasında kaldığını ifade etmiştir. Başvurucu; eşi ile hâkim adaylığı döneminde yabancı dil kursunda tanıştığını, 2011 yılında eşinin Çorum Ortaköy kaymakamı olarak, kedisinin de Hatay Yayladağ hâkimi olarak atandığını ancak eş durumundan Ortaköy'e geçici görevlendirme ile geldiğini, bir yıl burada görev yaptıktan sonra Çorum'un Alaca ilçesine atandığını, 2014 yılına kadar Çorum'da görev yaptıktan sonra yaz kararnamesi ile Muş Adliyesine atandığını belirtmiştir. Başvurucu, FETÖ/PDY denilen oluşumu basında yer alan haberlerden tanıdığını, bu oluşuma karşı herhangi bir sempati beslemediğini, FETÖ/PDY ile iltisaklı olan hiçbir kuruluşa herhangi bir para vermediğini, bağışta bulunmadığını veya başka türlü yardım yapmadığını, yine bu oluşum altında faaliyet yürüten dernekler vasıtasıyla herhangi bir kurban bağışı veya başka türlü yardımı olmadığını ifade etmiştir. Başvurucu; meslek hayatı boyunca yurt dışında eğitim, konferans ve seminer amaçlı görevlendirilmediğini, hâkim adaylığı döneminde Adalet Akademisinde sınıf temsilciliği görevi, Albüm Kurulu veya Yıllık Kurulunda görev almadığını, HSYK seçimi sürecinde herhangi bir şekilde müşahitlik yapmadığını veya kamera çekimi gerçekleştirmediğini, kimseden oy istemediğini, kendisinden de blok olarak oy isteyen kimsenin olmadığını belirtmiştir. Başvurucu, Başsavcılık tarafından anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan tutuklanması istemiyle 19/7/2016 tarihinde Muş Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu, müdafii huzurunda yaptığı savunmasında önceki anlatımlarına benzer beyanlarda bulunmuştur. Başvurucu, Muş Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan sorgusunun ardından 19/7/2016 tarihinde, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan tutuklanmıştır. Tutuklama kararının ilgili kısmı şöyledir:"Yargı teşkilatı içerisindeki Fethullahçı terör örgütü yapılanmasına mensup olduğu değerlendirilen 2740 Hakim ve Cumhuriyet Savcısı'nın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talebi doğrultusunda HSYK tarafından açığa alındıkları, şüphelinin açığa alınan hakimler arasında yer aldığı, dosya içerisindeki mevcut bilgi ve belgelere göre şüphelinin üzerine atılı suçu işlediği konusunda bu aşamada somut delillere dayalı kuvvetli suç şüphesinin var olduğu, soruşturmaya konu suçun CMK'nın 100/ Maddesinde düzenlenen katalog suçlar arasında yer alması ve darbe teşebbüsünün henüz tam manasıyla bastırılmamış olması sebebiyle delilleri karartma şüphesinin olması nedeniyle bir tutuklama nedeninin var olduğu, suçun kanunda yazılan ceza miktarının alt ve üst sınırı dikkate alındığında tutuklamanın ölçülü olacağı, suçun vehameti ve niteliği göz önüne alındığında adli kontrol tedbirlerinin bu aşamada yetersiz kalacağı, tüm bu nedenlerle bu aşamadaki mevcut delil durumu itibariyle tutuklama şart ve nedenlerinin tamamının var olduğu kanaatiyle şüphelinin tutuklanmasına dair ... hüküm kurulmuştur." Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; Bitlis Sulh Ceza Hâkimliği 29/7/2016 tarihinde itirazın reddine kesin olarak karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Şüphelilerin beyanları, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun açığa alma kararı, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Bürosunun 16/07/2016 tarihli yazısı, yine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma Bürosunun Emniyet Genel Müdürlüğüne hitaben yazmış olduğu yazı, Muş Sulh Ceza Hakimliğinin 2016/132-134- 135 sorgu sayılı kararları, 2016/1234 D:iş sayılı kararı ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; Muş Sulh Ceza Hakimliğinin 2016/132-134 ve 2016/135 sorgu sayılı kararlarının usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından itirazların reddine ilişkin ... şekilde hüküm kurulmuştur." Muş Cumhuriyet Başsavcılığı 8/8/2016 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde devam eden soruşturma sürecinde başvurucunun tutma hâli ile ilgili olarak Ankara Sulh Ceza Hâkimligi 19/8/2016, Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 10/10/2016, Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 11/9/2016, Ankara Sulh Ceza Hâkimliği ise 2/12/2016 tarihli kararları ile tutukluluğun devamına karar vermiştir. Başvurucu 2/12/2016 tarihli kararın 19/12/2016 tarihinde tebliğ edildiğini, 23/12/2016 tarihli dilekçe ile bu karara itiraz ettiğini ancak itirazının karşılanmadığını ileri sürmüş ve itiraz dilekçesinin bir örneğini bireysel başvuru dosyası kapsamında ibraz etmiştir. UYAP üzerinden yapılan inceleme neticesinde başvurucunun itirazının incelendiğine dair bir bilgi ya da belgeye ulaşılamamıştır. Başvurucu 12/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 11/1/2017 tarihinde yetkisizlik kararı ile dosyanın Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Başvurucu, Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle Erzurum Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu, müdafii huzurunda yaptığı savunmasında önceki anlatımlarına benzer beyanlarda bulunmuştur. Başvurucu, Erzurum Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan sorgunun ardından 6/6/2017 tarihinde, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Tutuklama kararının ilgili kısmı şöyledir:"...şüphelinin üzerine atılı suçun niteliği, dosyadaki mevcut deliller ve belgeler karşısında kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, atılı suçun 5271 Sayılı CMK'nun 100/3 maddesinde yer alan tutuklama nedeni varsayılan katalog suçlar arasında bulunması nedeniyle tutuklama nedeninin varsayılması, şüphelinin üzerine atılı suçun cezai yaptırımının alt ve üst sınırı ile CMK'nun maddesi göz önüne alındığında muhtemel ceza ile tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunun ve bu aşamada adli kontrol hükümlerinin şüphelinin kaçma ihtimalini bertaraf edecek nitelikte olmadığı anlaşılmakla ve soruşturmanın devamlılığı da dikkate alındığında, şüpheli HÜSAMETTİN UYAN'ın üzerine atılı Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçundan CMK maddesi gereğince TUTUKLANMASINA..." Başvurucu hakkında 8/6/2017 tarihinde Başsavcılık tarafından anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs suçundan kovuşturmaya yer olmadığına dair ek karar ile resen tahliye kararı verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Muş Hakimi olarak görev yapan Hüsamettin Uyan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından görevlerinden ihraç edilmesi üzerine hakkında soruşturma başlatıldığı, suçunun 'Anayasal Düzeni Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs Etme' olma ihtimaline binaen hakkında tutuklama kararının verildiği, sonradan eylemlerinin TCK 314/2 maddesindeki silahlı terör örgütüne üye olma suçu şeklinde nitelendiği ve bu suçtan hakkında kamu davası açılacağı, UYAP ortamında tutuklama kararı verilmiş olan 'Anayasal Düzeni Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs Etme' suçunun silenemiyor olması nedeni ile bu şekilde karar verilmesinin gerektiği anlaşıldığından...[karar verildi.]" Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığının 8/6/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede bu suçlamaya esas alınan olgular şöyle özetlenebilir:- Başvurucu, HSYK'nın 24/8/2016 tarihli kararı ile meslekten ihraç edilmiştir.- Malatya Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/20556 soruşturma dosyası kapsamında şüpheli sıfatıyla 16/10/2016 tarihinde ifadesi alınan Mehmet Özbey başvurucu ile ilgili olarak "...Ardından tayinim Osmancık'a çıktı. Osmancık'ta göreve başladıktan bir süre sonra Çorum ilinde Cumhuriyet Savcısı olarak görev yapan S.U. (bu şahıs en son Çarşamba Savcısı iken ihraç edildi) beni arayarak kahvaltıya davet etti. Kahvaltı için S.U.nun evine gittim. Burada S.U.nun cemaat mensubu olduğunu ve benimle irtibata geçmek üzere görevlendirildiğini anladım. Bu şekilde Osmancık'ta da cemaat benimle irtibata geçti. Sonrasında toplantılara...Ayrıca Çorum'un hatırlamadığım bir ilçesinde hakim olan Hüsamettin Uyan (en son ... sicil numarasıyla Muş hakimi iken ihraç edildi) isimli kişi de toplantılarımıza geliyordu..." şeklinde beyanda bulunmuştur.- Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/104109 soruşturma dosyası kapsamında şüpheli sıfatıyla 10/11/2016 tarihinde ifadesi alınan Mehmet Özdemir başvurucu ile ilgili olarak "...Hüsamettin Uyan ... isimli kişilerin bu yapıyla irtibatlı olduğunu biliyorum. Ancak bu şahıslardan bir kısmıyla üniversiteden mezun olduktan sonra bir kısmıyla staj bitiminden sonra pek görüşmedim..." şeklinde beyanda bulunmuştur. Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi 30/6/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/421 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Başvurucunun örgütle irtibatlı olduğunu iddia eden tanık Mehmet Özdemir'in kovuşturma aşamasında alınan beyanının ilgili kısmı şöyledir: "...Ben Hakimlik stajımı 2009-2011 yılları arasında Dönem olarak Ankara'da yaptım... Sanık Hüsamettin Uyan'ı ve bu dosyanın tanığı İ.Y.'yi staj döneminden tanırım. Ben tanık İ.Y.'nin o dönem cemaat olarak bilinen yapının içerisinde olduğunu biliyordum ancak somut olarak hangi evde kaldığını veya ne tür sohbetlere katıldığını bilmiyorum. Sanık Hüsamettin'i tanık İ.Y.'nin yanında çok görüyordum. İ.Y. ile yaptığımız konuşmalarda sanık Hüsamettin Uyan'ın kim olduğunu sormuştum, tanık İ.Y. bana hatırladığım kadarıyla bizden 5-6 yaş kadar büyük olduğunu, eşinin kaymakam adayı olduğunu, mesleğe askerlikten geçtiğini söylemişti. Bu konuşma sırasında yapıya yakın veya yapının içerisinde diye bir konuşma geçti ancak detayını tam olarak hatırlamıyorum. Sanıkla bir samimiyetim yoktu, sadece tanışıklığımız vardı. Bunun dışında sanığın FETÖ/PDY ile bağlantısına dair bilgim yoktur..." Başvurucu 30/11/2017 tarihli duruşmada adli kontrole tabi tutulmak kaydıyla tahliye edilmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39); Mustafa Özterzi [GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-48; ilgili Yargıtay kararları için bkz. A., B. No: 2016/63999, 9/1/2020, §§ 33- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/11369 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucu tarafından avukatına gönderilmek istenen mektubun sakıncalı bulunarak muhatabına gönderilmemesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Ödemiş T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu)hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu, Avukat R.ye beş sayfadan oluşan bir mektup göndermek istemiştir. Söz konusu mektubun ilk üç sayfasında 4/8/2016 tarihinde Ceza İnfaz Kurumunda yaşanıldığı iddia edilen olayların anlatıldığı, son iki sayfasında ise olaya karışan hükümlülerin vasileri ile avukatlarının isimlerinin yazıldığı görülmüştür. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının (Disiplin Kurulu) 26/5/2015 tarihli sakıncalı mektup değerlendirme kararıyla mektubun muhatabına gönderilmemesine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde; mektubun içeriğinde Ceza İnfaz Kurumunun güvenliği açısından sorun yaratacak, Kurum personelini hedef gösteren, onları küçük düşürücü yalan yanlış ifadeler olduğu belirtilmiştir. Ayrıca Ceza İnfaz Kurumu hakkında gerçeği yansıtmayan kurum ve kuruluşları paniğe sevk edecek beyanların mevcut olduğu ifade edildikten sonra 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrası ile 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 20/3/2006 tarihli ve 2006/10218 sayılı Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün maddesinin (3) numaralı fıkrasına dayanılarak mektubun muhatabına gönderilmemesine karar verilmiştir. Anılan karara itiraz eden başvurucu dilekçesinde; avukatına kapalı zarf içinde göndermek istediği mektup içeriğinin 4/8/2016 tarihinde Ceza İnfaz Kurumunda yaşanılan olaylarla ilgili dilekçe, bir kısım hukuki belgeler ile olaydan etkilenen hükümlülerin vasilerinin ve avukatlarının bilgilerinden oluştuğunu vurgulamıştır. Mektubun muhatabı avukatın anılan tarihte Ceza İnfaz Kurumunda meydana gelen olaylarla ilgili açılan davada kendilerini temsil edeceğini, mektup içeriğinin savunmaya yönelik olduğunu ifade eden başvurucu, yargıya yansıyan olayların gelişimini anlattığı mektuba gerçeği yansıtmayan gerekçelerle, savunma hakkını engellemek amacıyla el konulduğunu iddia etmiştir. Ödemiş İnfaz Hâkimliği (İnfaz Hâkimliği)başvurucunun itirazını 20/9/2017 tarihli kararla reddetmiştir. Kararda; mektubun Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren içeriğe sahip olduğu vurgulanarak mektubun gönderilmemesine ilişkin Disiplin Kurulu kararının usul ve yasaya uygun olduğu ifade edilmiştir. Başvurucu tarafından İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı Ödemiş Ağır Ceza Mahkemesine yapılan itiraz 11/10/2017 tarihli kararla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğuna ilişkin değerlendirmeye yer verilmiştir. Nihai karar 7/10/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede; başvurucunun mektubunda anlattığı Ceza İnfaz Kurumunda geçen olaylarla ilgili hükümlülerin şikâyeti üzerine Ödemiş Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturma yürüttüğü (2016/3507) görülmüştür. Anılan soruşturma sonucunda bazı görevliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş olup bazı infaz koruma memurları hakkında ise Basit Yaralama, Görevi Kötüye Kullanma ve Zor Kullanma Yetkisine İlişkin Sınırın Aşılması suçlarından iddianame düzenlemiştir. Ödemiş Asliye Ceza Mahkemesinin 9/10/2017 tarihinde anılan iddianameyi kabul ettiği ve 2017/689 Esas sayılı yargılamanın derdest olduğu görülmüştür. Öte yandan aynı olay nedeniyle başvurucunun da aralarında bulunduğu hükümlülerin ceza infaz koruma memurlarını yaraladıklarına ilişkin yapılan suç duyurusu ile ilgili Ödemiş Cumhuriyet Başsavcılığınca ayrı bir soruşturma yapılmış ve hükümlüler hakkında yürütülen 2016/3586 sayılı soruşturma neticesinde, 22/9/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. A. Ulusal Hukuk Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında hükümlü ve tutukluların gönderdiği veya kendilerine gönderilen mektupların denetlenmesine dayanak oluşturan mevzuata yer vermiştir (Ahmet Temiz, B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20). Somut olay bakımından uygulanan mevzuat ayrıca aşağıda belirtilmiştir. 5275 sayılı Kanun'un "Hükümlünün mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı " kenar başlıklı maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:"Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir." 5275 sayılı Kanun'un "Avukat ve Noterle görüşme hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(5) Türk Ceza Kanununun 220 nci maddesinde ve İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümlerinde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan mahkûm olanların avukatları ile görüşmelerinde, toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürüldüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirildiğine, bu örgütlere emir ve tâlimat verildiğine veya yorumları ile gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletildiğine ilişkin bilgi, bulgu veya belge elde edilmesi hâlinde, Cumhuriyet başsavcılığının istemi ve infaz hâkiminin kararıyla, üç ay süreyle; görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilebilir, hükümlü ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli görüşmede hazır bulundurulabilir, hükümlünün avukatına veya avukatın hükümlüye verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilir veya görüşmelerin gün ve saatleri sınırlandırılabilir." 12/10/2004 tarihli 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Suç İşlemek amacıyla örgüt kurma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması hâlinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir. (2) Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır..." 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 20/3/2006 tarihli ve 2006/10218 sayılı Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (İnfaz Tüzüğü/Tüzük) "Hükümlünün mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(4) Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir. Ancak, hükümlünün savunması için avukatına gönderilen mektup, faks veya telgraflar 84 üncü maddenin ikinci fıkrasının (c) bendinin (2) numaralı alt bendinde belirtilen hâllerin gerçekleşmesi hâlinde, bu gönderiler hakkında da 84 üncü maddenin ikinci fıkrasının (c) bendinin (2) numaralı alt bendinde belirtilen esas ve usuller uygulanır." İnfaz Tüzüğü'nün "Avukatla görüşme " kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrasının (c) bendinin (2) numaralı alt bendi şöyledir:"(2) 5237 sayılı Kanunun 220 nci maddesinde, İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü ve Beşinci Bölümlerinde yer alan suçlardan mahkûm olan hükümlülerin avukatları ile ilişkisinde avukatın savunmaya ilişkin olduğunu beyan ettiği belge ve dosyalar fiziki olarak aranabilir. Konusu suç teşkil eden fiilleri işlediğine, infaz kurumunun güvenliğini tehlikeye düşürdüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı haberleşmelerine aracılık ettiğine ilişkin bulgu veya belge elde edilmesi halinde, Cumhuriyet başsavcılığının istemi ve infaz hâkiminin kararıyla, bir görevli görüşmede hazır bulundurulabileceği gibi bu kişilerin avukatlarına verdiği veya avukatlarınca bu kişilere verilen belgeler infaz hâkimince incelenebilir. İnfaz hâkimi belgenin kısmen veya tamamen verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu karara karşı ilgililer, 4675 sayılı Kanuna göre itiraz edebilirler."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Herkes .... yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre hükümlü ve tutuklular Sözleşme kapsamında kalan temel hak ve hürriyetlerin tamamına kural olarak sahiptir (Hirst/Birleşik Krallık (No. 2), B. No: 74025/01, 6/10/2005, § 69). AİHM, ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi güvenliğin ve düzenin korunmasına yönelik kabul edilebilir gerekliliklerin olması durumunda, mahkûmların sahip olduğu haklara sınırlama getirilebileceğini kabul etmiştir. Ancak bu durumda dahi hükümlü ve tutukluların haklarına yönelik herhangi bir sınırlama makul ve ölçülü olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72 ..., 25/3/1983, §§ 99-105). AİHM kararlarına göre haberleşme özgürlüğüne yapılan müdahale öncelikle kanunla öngörülmelidir. Müdahalenin yasal dayanağını oluşturan mevzuatın ulaşılabilir, yeterince açık ve belirli bir eylemin gerektirdiği sonuçlar açısından öngörülebilir olması gerekir. İkinci olarak söz konusu sınırlandırma meşru bir amaca dayalı olmalıdır. Bunun yanı sıra müdahale demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, §§ 85-90; Klass ve Diğerleri/Almanya, B. No: 5029/71, 6/9/1978, §§ 42-55; Campbell/Birleşik Krallık, B. No: 13590/88, 25/3/1992, § 34). AİHM, mahpuslar ve avukatları arasındaki haberleşmenin, Sözleşme’nin maddesi altında imtiyazlı olduğunu ve avukat-müvekkil haberleşmesinin gizliliği ilkesinin gözetilmesini temel kural olarak kabul etmektedir. AİHM, ceza infaz kurumu makamlarının, bir avukattan mahpusa gelen mektubun olağan tespit yöntemlerinin açığa çıkaramadığı yasadışı bir içerik ihtiva ettiğine inanmak için makul sebepleri olduğunda, mektubu sadece açabileceklerini fakat mektubun okunamayacağını vurgulayarak üye devletlerin avukat ile mahpus arasındaki haberleşmeyi korumak için mektubun okunmasını engellemeye yönelik, mahpusun önünde açmak gibi uygun güvenceler sağlamasını gerektiği belirtilmektedir (Campbell/Birleşik Krallık, § 48). AİHM bir avukat ile irtibat kurmanın nihayetinde Sözleşme'nin maddesi gereğince özel bir haktan istifade etmek olduğunun altını çizmekle birlikte mahpusun avukatına gönderdiği ve avukatından gelen postalarının okunmasının yalnızca istisnai durumlarda mümkün olduğunu belirtmektedir. AİHM'e göre bir mahpustan avukatına giden veya ondan gelen bir mektubun okunmasına, bu ayrıcalıklı iletişimin kötüye kullanıldığına, mektubun içeriğinin ceza infaz kurumunun güvenliğine bir tehdit oluşturduğuna ya da başka bir açıdan suç oluşturduğuna ilişkin makul nedenlerin varlığı hâlinde izin verilebilir. AİHM makul gerekçeler kavramı koşullara bağlı olarak değişebileceğini kabul etmekle birlikte yansız bir gözlemciyi ayrıcalıklı iletişim kanalının kötüye kullanıldığına ikna edecek olguları ve bilgileri içermesi gerektiğini vurgulamaktadır (Campbell/Birleşik Krallık, § 48; Fazıl Ahmet Tamer/Türkiye, B. No: 6289/02, 5/12/2006, §§ 51-52). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/37794 | Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucu tarafından avukatına gönderilmek istenen mektubun sakıncalı bulunarak muhatabına gönderilmemesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ilgili mevzuat uyarınca hak sahibi olarak tespit edilen depremzedelere kalıcı konut tahsis edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular, nihai hükmü 26/2/2019 tarihinde öğrendikten sonra 27/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu Halise Yenitöz başvurunun devamı sırasında vefat etmiş, mirasçısı Saim Yenitöz başvuruya devam etmek istediğini bildirmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/9747 | Başvuru, ilgili mevzuat uyarınca hak sahibi olarak tespit edilen depremzedelere kalıcı konut tahsis edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, icra takibi ve haciz işlemi nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararın tazmini talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 11/10/2007 tarihinde dava açmıştır. Yargıtay Hukuk Dairesi 22/3/2018 tarihinde kararı onamış, hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu, açtığı davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 11/6/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/19758 | Başvuru, icra takibi ve haciz işlemi nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararın tazmini talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, askerliğe elverişli olunmadığı hâlde zorunlu askerlik hizmetine alınmadan dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1/1/2003 tarihinde askerlik çağına giren başvurucunun 25/9/2006 tarihinde son yoklaması yapılmış, Askerlik Şubesi Başkanlığı Askerlik Meclisince gerçekleştirilen muayenesi sonucunda askerliğe elverişli olduğuna karar verilmiştir. Başvurucu 19/11/2007 tarihinde askere sevk edilmiştir. Birliği tarafından sevk edildiği İzmir Asker Hastanesince 3/12/2007 tarihinde başvurucu hakkında "Askerliğe elverişlidir. Komando olur." yönünde sağlık kurulu raporu düzenlenmiştir. Başvurucu zorunlu askerlik hizmetini tamamlayarak 19/2/2009 tarihinde terhis edilmiştir. Terhisten sonra kendi isteğiyle uzman erbaş adaylığına müracaat eden başvurucu 25/3/2009 tarihinde sözleşme imzalayarak jandarma uzman çavuş olarak Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) emrinde göreve başlamıştır. Görevi esnasında yapılan sağlık kontrolü üzerine düzenlenen 22/1/2013 tarihli sağlık kurulu raporunda aortik kapak yetmezliği tanısıyla ''Askerliğe elverişli değildir. TSK'da görev yapamaz." tespiti yapılmıştır. Bu raporun 21/2/2013 tarihinde Millî Savunma Bakanlığınca (MSB) onaylanıp kesinleşmesinin ardından başvurucunun sözleşmesi sağlık nedeniyle 16/4/2013 tarihinde feshedilmiştir. Başvurucu, söz konusu hastalık nedeniyle doğuştan askerliğe elverişli olmadığı hâlde idarece yeterli muayene yapılmadığı için bu durumun tespit edilememesi sonucu kendisine askerlik yaptırıldığını belirterek bu sebeple uğradığı zararların tazmini istemiyle 18/3/2013 tarihinde idareye başvurmuştur. Başvurunun zımnen reddi üzerine 21/5/2013 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. AYİM İkinci Dairesi (Daire), oyçokluğuyla verdiği kararladavayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. 19/2/2014 tarihli kararın gerekçesinde özetle şu hususlara yer verilmiştir: Öncelikle davanın idari işlemden (askerliğe elverişli olmadığı hâlde askere alma işlemi) doğan bir tam yargı davası niteliğinde olduğu tespit edilmiştir. Başvurucunun en geç terhis tarihinde bu işlemi öğrendiği kabul edilmiştir. Dolayısıyla4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun maddesi uyarınca davanın en geç terhis tarihinden (19/2/2009) itibaren altmış gün içinde doğrudan veya aynı Kanun'un maddesi uyarınca davalı idareye ihtiyari müracaatta bulunularak ve bu müracaat üzerine idarenin cevabının niteliğine göre yine aynı maddede öngörülen usul uyarınca hesaplanacak süre içinde dava açılması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun ise askere alınması işleminin tesis, öğrenme ve icra tarihlerinden çok sonra 18/3/2013 tarihinde idareye başvurduğundan bu başvurunun zımnen reddi üzerine 21/5/2013 tarihindeaçtığı davanın süresinde olmadığı ifade edilmiştir. Karşıoyda ise başvurucunun terhis edildiği tarihte söz konusu rahatsızlıktan ve dolayısıyla zararının varlığından haberdar olduğundan söz edilemeyeceği, bu sebeple dava açma süresinin başlangıcında terhis tarihinin esas alınmaması gerektiği vurgulanmıştır. Askerliğe elverişli olmadığının tespit edildiği sağlık raporunun tebliğiyle birlikte başvurucunun zararı öğrendiğinin kabul edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Buna göre dosyadan tebliğ tarihi tespit edilememekle birlikte dosyada aksine belge olmadığından başvurucunun tazminat ödenmesi talebiyle idareye ihtiyari müracaatta bulunduğu 18/3/2013 tarihinde hak kaybına uğradığından haberdar olduğu, dolayısıyla bu başvurunun zımnen reddi üzerine altmış gün içinde açtığı davada süre aşımı bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 16/7/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 1/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..."B. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin maddesinin medeni hukuk alanına giren konularda uygulanabilirliği ilk olarak bir uyuşmazlığın varlığına bağlıdır. İkinci olarak uyuşmazlık en azından savunulabilir bir şekilde iç hukukta tanınmış olduğu söylenebilecek hak ve yükümlülükler ile ilgili olmalıdır. Son olarak ise bu hak ve yükümlülükler -her ne kadar bizzat madde bu hak ve yükümlülüklere Sözleşmeci devletlerin hukuk sistemi içinde belirli bir anlam atfetmese de- Sözleşme anlamında "medeni" nitelikte olmalıdır (James ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 81). AİHM, "medeni hak" kavramının özel bir kişi olmaktan ziyade vatandaş olmanın bir gereği olarak bireyde var olan ve özü itibarıyla kamu hukukuna ilişkin bulunan hak ve yükümlülükleri içermediğini ifade etmektedir. Bu bağlamda AİHM, Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının askerlik hizmeti ve bu hizmete alternatif kamu hizmetlerine ilişkin yargısal süreçlere uygulanmayacağını kabul etmektedir (Nicolussi/Avusturya (k.k.), B. No: 11734/85, 8/5/1987). AİHM, uyuşmazlığın medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin olup olmadığını tespit ederken davanın konusundan ziyade davada tartışılacak meseleye odaklanmaktadır. AİHM'in Panjeheighalehei/Danimarka ([k.k.] B.No: 11230/07, 13/10/2009) kararına konu olayda İran vatandaşı olan başvurucunun annesi 1997 yılında yasal yollardan başvurucu ve diğer çocuğu (kızı) ile birlikte Danimarka’ya gelmiş ve Danimarka’da iken hem kendisi hem de o tarihte reşit bulunmayan çocukları için siyasi sığınma talebinde bulunmuştur. Başvurucunun annesi monarşi yanlısı İran Javid örgütünün aktif üyesi olması ve örgüt tarafından düzenlenen gösterilere katılması nedeniyle İran Hükûmeti tarafından gözaltına alındığını ve işkence gördüğünü ileri sürmüş, geri gitmesi hâlinde işkence görme riskinin bulunduğunu belirtmiştir. Ancak başvurucunun annesinin sığınma talebi, anlatımlarının itibar edilebilir bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. 1999 yılında reşit olan başvurucu dosyanın yeniden açılması için Danimarka makamlarına dilekçe vermiş ve İran Hükûmeti tarafından arandığına dair haber aldığını belirterek geri gönderilmesi hâlinde işkence göreceğini yinelemiştir. Fakat başvurucunun talebi, yeni bilgi ve belge eklenmediği gerekçesiyle reddedilmiş ve başvurucu bu tarihte sınır dışı edilmiştir. Başvurucunun avukatı 1999 ve 2002 yıllarında olmak üzere iki kere daha başvurucu adına sığınma talebinde bulunmuştur. Başvurucu 2003 yılında tekrar Danimarka’ya giriş yapmış ve yeniden sığınma talep etmiştir. Başvurucu, ülkesinde iken iki yıl boyunca gözaltında işkence gördüğünü ileri sürmüştür. İşkence Mağdurları Rehabilitasyon ve Araştırma Merkezi tarafından verilen sağlık raporunda başvurucunun vücudundaki izlerin anlattığı hikâye ile uyumlu olduğu tespit edilmiştir. Bu rapor üzerine 2004 yılında başvurucunun sığınma talebi kabul edilmiştir. Başvurucu 1999 tarihli karar nedeniyle ülkesine geri gönderilmesi üzerine gördüğü işkence ve çektiği acılar sebebiyle tazminat ödenmesi talebiyle Mülteci Kurumuna karşı dava açmıştır. Yargılama sonucunda başvurucunun tazminat talebi, Mülteci Kurumunun, sınır dışı işlemleri nedeniyle bir sorumluluğunun söz konusu olamayacağı gerekçesiyle reddedilmiştir (Panjeheighalehei/Danimarka [k.k.]). Başvurucu, AİHM’e bireysel başvuruda bulunurken diğer iddialarının yanında tazminat talebinin reddi nedeniyle Sözleşme’nin maddesinde güvenceye bağlanan mahkemeye erişim hakkının da ihlal edildiğini öne sürmüştür. AİHM yabancıların “ülkeye girişi, ülkede kalışı ve ülkeden sınır dışı edilmeleri”ne ilişkin işlemlerin medeni hak ve yükümlülük karakterinin bulunmadığına dair içtihadını yinelemiştir. AİHM başvurucunun, görülen davanın yabancıların “ülkeye girişi, ülkede kalışı ve ülkeden sınır dışı edilmeleri”ne ilişkin işlemlerle ilgisinin bulunmadığı yolundaki savını da yerinde bulmamıştır. AİHM başvurucunun açtığı tazminat davası haksız fiil sebebiyle açılan bir dava gibi kurgulanmış olsa da bu davadaki temel iddianın Mülteci Kurumunun 1999 tarihli kararının hukuka aykırılığı olduğunun altını çizmiştir. AİHM başvurucunun tazminat talebinin özünde ve öncelikle Mülteci Kurumunun 1999 tarihli kararının esasının sorgulanmasını gerektirdiğini vurgulamıştır. AİHM, başvurucunun açtığı tazminat davasında incelenmesi gereken meselelerin Mülteci Kurumunun 1999 tarihli kararıyla yakından bağlantılı olduğu ve “yabancıların ülkeye girişi, ülkede kalışı ve ülkeden sınır dışı edilmelerine ilişkin karar”dan ayrıştırılmasının mümkün bulunmadığı kanaatini açıklamıştır. Sonuç olarak AİHM başvurucunun açtığı tazminat davasının Sözleşme’nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının kapsamına girmediğinden kabul edilemezlik kararı vermiştir (Panjeheighalehei/Danimarka [k.k.]). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13291 | Başvuru, askerliğe elverişli olunmadığı hâlde zorunlu askerlik hizmetine alınmadan dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada idarenin soruşturmanın son aşamasında savunma alması gerektiğinin göz ardı edilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 11/7/2011 tarihinde dava açmıştır. Danıştay Sekizinci Dairesi 29/4/2019 tarihinde karar düzeltme talebini reddetmiş, hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu, idare mahkemesinde açtığı davada idarenin soruşturmanın son aşamasında savunma alması gerektiğini göz ardı etmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 30/7/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/25718 | Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada idarenin soruşturmanın son aşamasında savunma alması gerektiğinin göz ardı edilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 14/3/2014 ve 7/4/2014tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/4756 sayılı bireysel başvuru dosyası konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/3545 sayılı dosya üzerinde birleştirilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1964 yılında Kızıltepe Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasına başvurucu Yusuf Özdemir'in babası olan murisi Tacettin Özdemir 7/2/1992 tarihinde, diğer başvuruculardan bir kısmının babası bir kısmının dedesi ve başvurucu Sultani Karadeniz'in mirasçısı olduğu eşinin babası olan murisleri Mehmet Karadeniz 9/10/1991 tarihinde müdahil olmuşlar ve söz konusu davada yerel Mahkemece verilen karar Yargıtayca 29/3/2016 tarihinde onanmakla dava hâlen Yargıtay ilamının taraflara tebliği aşamasındadır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3545 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; açlık grevindeki tutuklu ve hükümlülerin sağlık durumuna dikkat çekmek için toplanan gruba karşı aşırı güç kullanılması, yakalama sonrasında fiziksel ve sözlü şiddet uygulanması ve bu olaya yönelik şikâyetin etkili soruşturulmaması nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, İstanbul Barosuna kayıtlı bir avukattır. PKK/KCK silahlı terör örgütünün başı olan A.Ö.nün tutulduğu ceza infaz kurumundaki şartların iyileştirilmesi için açlık grevine başlayan Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkâri Milletvekili G. ve bazı hükümlülerin sağlık durumlarına dikkat çekmek amacıyla Bakırköy Kapalı Kadın Ceza İnfaz Kurumu (Ceza İnfaz Kurumu) önünde eylem yapılması planlanmıştır. Bu eyleme katılan grupta yer alan başvurucu 9/5/2019 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 11/5/2019 tarihinde adli kolluk biriminde şüpheli sıfatıyla verdiği ifadesinde savunmasını Cumhuriyet savcısı huzurunda yapacağını beyan etmiştir. Tutuklanması talebiyle sevk edildiği İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) 13/5/2019 tarihinde başvurucunun adli kontrol altına alınarak serbest bırakılmasına karar vermiştir. Başvurucu, Hâkimlikteki sorgusunda gözaltına alınırken ve gözaltındayken kolluk görevlilerinin fiziksel ve sözlü şiddetine uğradığını ifade etmiştir. Başvurucu 25/10/2019 tarihli dilekçeyle, 9/5/2019 tarihinde yaşanan olaylar kapsamında kendisine karşı fiziksel ve sözlü şiddet niteliğinde eylemlerde bulunan kamu görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucu; anılan dilekçede açlık grevindeki bazı müvekkillerinin ailelerinin ceza infaz kurumunun önünde yapacakları basın açıklamasına avukatları olarak eşlik ettiğini, bu sırada kadınlara karşı orantısız güç kullanan kolluk görevlilerini uyarması nedeniyle darbedilerek gözaltına alındığını, gözaltı aracına götürülürken ve gözaltı aracındayken kolluk görevlilerinin kendisini yoğun şekilde darbettiklerini ve hakaret ettiklerini ileri sürmüştür. Başvurucu, yürüttüğü avukatlık mesleğiyle ilgili olarak kötü muameleye uğradığına vurgu yapmıştır. Buna ek olarak suç duyurusunda; yaşandığını ileri sürdüğü olaylara tanık olan ve açık kimlik bilgilerini bildirdiği kişilerin dinlenmesini, olayla ilgili olarak basın yayın organlarında yer verilen görüntülerin yer aldığı CD'nin ve polis kamera kayıtlarının temin edilip incelenmesini, fiziksel ve sözlü şiddet niteliğinde eylemlerde bulunan kolluk görevlilerinin tespitini ve teşhisini talep etmiştir. Anılan şikâyet dilekçesindeki iddialarla ilgili olarak soruşturmaya başlayan Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) Bakırköy İlçe Emniyet Müdürlüğüne (Emniyet Müdürlüğü) hitaben yazdığı 14/11/2019 tarihli yazıyla, soruşturmaya konu olayla ilgili olarak bilgi verilmesini ve düzenlenen evrakın gönderilmesini istemiştir. Emniyet Müdürlüğünün yazı cevabında gönderdiği evrak içinde diğerlerine ek olarak 9/5/2019 tarihli Olay ve Yakalama Tutanağı, 12/5/2019 tarihli Görüntü İnceleme ve Tespit Tutanağı ile başvurucu hakkında düzenlenen genel adli muayene raporları da yer almıştır. Başvurucunun imzadan imtina ettiği 9/5/2019 tarihli Olay ve Yakalama Tutanağı'na göre kolluk birimleri, A.Ö.nün ceza infaz kurumundaki tutulma şartlarının iyileştirilmesi için açlık grevi yapan kişilere destek vermek ve hayatını kaybedenleri anmak amacıyla ceza infaz kurumu önünde oturma eylemi yapılabileceğini, bu eylemi HDP'nin organize edeceğini, eyleme PKK/KCK silahlı terör örgütüne müzahir kişilerin de katılabileceğini değerlendirmiştir. Anılan tutanakta, ceza infaz kurumu yakınında toplanan gruba Bakırköy Kaymakamlığının yazısı tebliğ edilerek teşebbüs ettikleri eylemin izinsiz ve kanuna aykırı olduğunun bildirildiği ve dağılmaları yönünde megafon aracılığıyla üç kez ikazda bulunulduğu ifade edilmiştir. Ayrıca dağılmamakta ısrar eden gruba kolluk görevlileri tarafından müdahale edildiği, başvurucunun gözaltına alındığı açıklanmış; polis aracına binmemek için direnç gösteren kişilere kademeli ve ölçülü şekilde zor kullanılarak gözaltına alma işleminin tamamlandığı belirtilmiştir. Adli kolluk görevlileri tarafından düzenlenen 12/5/2019 tarihli Görüntü İnceleme ve Tespit Tutanağı'nda başvurucunun eylem yapan grup içinde görüldüğü ve grupla hareket ettiği ifade edilmiştir. Bununla birlikte 9/5/2019 tarihli genel adli muayene raporunda, başvurucunun sağ el bileğinde 3x3 cm'lik kızarıklık, sol omuzda hafif kızarıklık tespit edildiği ve sağ omuzda ağrı tarif edildiği belirtilmiştir. 13/5/2019 tarihli genel adli muayene raporunda ise başvurucunun vücudunda darp ve cebir izine rastlanmadığı açıklanmıştır. Başsavcılık, başkaca herhangi bir işlem yapmadan 2/1/2020 tarihinde şüpheli kolluk görevlileri hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Karar gerekçesinde teşebbüs edilen eylemin izinsiz ve kanuna aykırı olduğunun üç kez bildirildiğine vurgu yapan Başsavcılık, kolluk görevlileri tarafından kullanılan gücün orantılı olduğunu kabul etmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... Yapılan inceleme neticesinde ise 2019 tarihli Olay ve Yakalama Tutanağı'nda belirtildiği üzere, kolluk görevlilerince, açlık grevinde olan HDP Hakkâri Milletvekili [G.ye] destek olmak amacıyla oturma eylemi yapılacağının öğrenilmesi üzerine, tedbir alındığı; söz konusu gruba destek olmak amacıyla kimi HDP'li milletvekillerinin de grupta yer aldığı; grubun yürüyüşe başlaması üzerine, kolluk görevlilerinin grubun önünü kesip, yapılan eylemin izinsiz ve kanunsuz olduğu, Kaymakamlık Makamınca eylem yapmanın yasaklanmış olduğunun bildirildiği ve megafon aracılığıyla üç defa dağılmalarının istendiği; grubun dağılmaması üzerine, gruba orantılı ölçüde müdahalede bulunularak eylemin sonlandırıldığı anlaşılmıştır.İfade edilmelidir ki müştekinin ve müvekkillerinin, izinsiz olarak toplanmaları nedeniyle, kolluk görevlilerince, grubun, ihtara rağmen dağılmamaları üzerine, orantılı ölçüde zor kullanılarak eylemin sonlandırıldığı anlaşılmış olup, bu kapsamda, zor kullanma yetkisinin dışında ya da bu yetkinin tanıdığı sınırı aşar biçimde fizikî müdahalede bulunulduğu yolunda delil bulunmamaktadır. Keza müştekiye, hakarette bulunulmuş olduğu yolunda da delil bulunmamaktadır." Kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yapılan itiraz, Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir. İtirazın reddi kararı 1/4/2020 tarihinde başvurucunun vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. COVID-19 salgını nedeniyle 25/3/2020 tarihli ve 7226 sayılı Kanun uyarınca 13/3/2020 tarihinden 15/6/2020 tarihine kadar bireysel başvuru süresinin durduğu dikkate alındığında başvurunun süresinde olduğu değerlendirilmiştir. Öte yandan başvurucunun silahlı terör örgütüne yardım etme, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet etme suçlarını işlediği iddiasıyla İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde (Ağır Ceza Mahkemesi) dava açılmıştır. Bu davanın 11/7/2023 tarihli celsesinde başvurucunun anılan suçlardan beraatine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde özetle başvurucunun slogan atmadığının, fiziksel müdahalede bulunmadığının ve gözaltı aracına binerken direnç göstermediğinin tespit edildiği kamera görüntülerine dayanılmıştır. Beraat kararı istinaf kanun yoluna başvurulmadan kesinleşmiştir. Beraat kararının başvurucu hakkındaki ilgili kısmı şöyledir: "... Eylem Arzu KAYAOĞLU'nun gösterici grupla birlikte güvenlik güçlerinin bulunduğu yere sessizce geldiği, herhangi bir slogan atmadığı, gözaltılar sırasında herhangi bir fiziki müdahalede bulunmadan 'napıyorsunuz' şeklinde tepki gösterdiği, direnç göstermeden gözaltı arabasına bindirildiği...Bilindiği üzere 2911 sayılı Kanun'un 32/ maddesinde tanımlanan suçun oluşması için, toplanan gruba dağılmaları yönünde ihtar yapılmalı, ihtara rağmen dağılmamaları halinde zor kullanmaya başvurulmalı, zor kullanmaya rağmen de failin dağılmamakta ısrar etmesi gerektiği, Yargıtay Ceza Dairesi'nin 2018/99E., 2018/1342K. sayılı emsal nitelikteki kararında 'Kanuna aykırı toplantı gösteri ve yürüyüşüne katıldıkları sabit olan sanıkların kolluk görevlilerince yapılan ihtar akabinde tazyikli su ile yapılan müdahale sonrasında ıslanmamak ve gözaltına alınmamak için kaçarken yakalanmaktan ibaret eylemlerinin 2911 sayılı Kanunun 32/ maddesinde 'ihtara ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar ederlerse' şeklinde tanımlanan direnme suçunu oluşturmayacağı' şeklinde ifadeye yer verildiği... [anlaşılmıştır.]... [U]nsurları itibariyle oluşmayan atılı 2911 s. Kanun'un 32/1 maddesine muhalefet suçundan tüm sanıkların ayrı ayrı CMK'nın 223/2-a maddesi uyarınca beraatlerine... [karar verildi.]" | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/17496 | Başvuru, açlık grevindeki tutuklu ve hükümlülerin sağlık durumuna dikkat çekmek için toplanan gruba karşı aşırı güç kullanılması, yakalama sonrasında fiziksel ve sözlü şiddet uygulanması ve bu olaya yönelik şikâyetin etkili soruşturulmaması nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1958 yılında açılan kadastro tespitine itiraz davasına 28/5/2008 tarihinde verdiği müdahale talepli dilekçesiyle asli müdahil sıfatıyla taraf olmuş ve söz konusu dava hâlen yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18330 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, manevi tazminat davasında verilen kararın bozulması sonrasında yapılan yargılamada delil durumunda değişiklik olmadığı hâlde hatalı değerlendirme sonucu adil karar verilmemesi, davalılardan biri hakkında bozma öncesinde verilen davanın reddi kararına yönelik temyiz taleplerinin incelenmemesi, temyiz mercii kararının gerekçesiz olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/12/2013 tarihinde Malatya Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 7/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 10/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 9/12/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında E. Bujiteri Hediyelik Eşya Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi’ne (Şirket) ait mağazadan hırsızlık yapmış olabileceği iddiasıyla Mağaza Müdürü Y.nin şikâyeti üzerine yapılan soruşturma sonunda Malatya Cumhuriyet Başsavcılığınca söz konusu suçun varlığına dair iddiadan başka delil bulunmaması nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Başvurucu, bu karar üzerine şikâyet hakkını kötüye kullanarak kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu gerekçesiyle Mağaza Müdürü Y. ve mağazanın ait olduğu Şirket aleyhine Malatya Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) manevi tazminat davası açmıştır. Mahkeme 23/5/2011 tarihli ve E.2010/665, K.2011/522 sayılı karar ile davalı Y.nin şikâyet hakkını hukuka aykırı şekilde kullandığı gerekçesiyle bu davalı yönünden davanın kısmen kabulüne, diğer davalının (Şirket) herhangi bir iddia ya da şikâyet içerir dilekçesi bulunmaması nedeniyle davalı Şirket yönünden davanın reddine karar vermiştir. Anılan karar, başvurucu ve davalı Y.nin temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/6/2012 tarihli ve E.2011/9131, K.2012/10975 sayılı ilamıyla davalı Y. yararına bozulmuş; bozma nedenine göre başvurucunun temyiz itirazları incelenmemiştir. Bozma ilamının ilgili kısmı söyledir:“1- Davalı Y.nin savunmasına dayanak yaptığı işyeri kamera kaydını içerir CD’nin çözümünün yapılmadığı anlaşılmaktadır. Bu durum savunma hakkını sınırlar mahiyette olup eksik inceleme ile karar verilmesi doğru bulunmadığından kararın bozulması gerekmiştir.2-Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı[nın] 2010/12768 sayılı soruşturma dosyasında kovuşturma yapılmasına yer olmadığı kararı verildiği ve bu karara karşı davalı tarafça itiraz edildiği ve soruşturma dosyasının itirazla birlikte değerlendirilmek üzere Elazığ Ağır Ceza [M]ahkemesine gönderildiği anlaşılmaktadır. Ancak bu itirazın sonucu beklenmediğinden kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair kararın kesinleşip kesinleşmediği belli değildir. Bu durum davalının şikâyet hakkını kullanırken suç emaresi olup olmadığının, dolayısıyla şikâyet hakının yasal sınırları içerisinde kullanılıp kullanılmadığının tespiti açısından önem ve gereklilik arzetmekte olup, eksik inceleme ile karar verilmesi doğru bulunmadığından kararın bozulması gerekmiştir.” Bozma üzerine Mahkemenin E.2012/401 sayılı sırasına kaydedilen dosyada hazırlanan 12/9/2012 tarihli tensip tutanağında davalı olarak sadece Y. gösterilmiştir. Diğer davalı Şirkete tutanakta yer verilmediği gibi bozma öncesindeki yargılamada kendini vekille temsil ettirmesine rağmen bozma sonrasındaki yargılama sürecinde bu davalıya herhangi bir tebligat da yapılmamıştır. Mahkeme, bozma ilamına uyarak yaptığı yargılama sonunda 31/1/2013 tarihli ve E.2012/401, K.2013/57 sayılı kararı ile davalı Y.nin şikâyet hakkını yasal sınırlar içinde kullandığını değerlendirerek davanın reddine karar vermiştir. Karar başlığında sadece davalı Y.nin ismine yer verilmiş, hüküm de bu davalı hakkında kurulmuştur. Anılan kararın gerekçesi şöyledir: “Somut olayda, davalı Y.ninihbar ve şikâyet hakkını kullanırken bile bile davacıyı zararlandırma amacı ile kin ve garezle hareket etmediği, ihbar ve şikâyetin temelindeki olayların davalı beyanı, davacı beyanı ve davalı tanığı beyanı ile şikâyet hakkının kullanılabilmesi için yeterli şüphe oluşturduğu anlaşılmakla, davacının davasının reddine dair aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir.” Başvurucu, davalı Y. yönünden verilen davanın reddi kararının hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle bu kararı temyiz etmiş;Yargıtay Hukuk Dairesi 1/10/2013 tarihli ve E.2013/10231, K.2013/15416 sayılı ilamıyla anılan kararı onamıştır. Onama ilamının ilgili kısmı şöyledir:“Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA ... karar verildi.” Nihai karar başvurucuya 13/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir. Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır. Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9084 | Başvuru, manevi tazminat davasında verilen kararın bozulması sonrasında yapılan yargılamada delil durumunda değişiklik olmadığı hâlde hatalı değerlendirme sonucu adil karar verilmemesi, davalılardan biri hakkında bozma öncesinde verilen davanın reddi kararına yönelik temyiz taleplerinin incelenmemesi, temyiz mercii kararının gerekçesiz olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, pasaport iptali/tahdit konulması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli listenin (B) sütununda gösterilen dosyalar, konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2020/38419 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş, diğer başvuru dosyaları kapatılmış ve inceleme 2020/38419 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Bir kısım başvuruculara ait pasaportlar 23/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) (5) numaralı maddesi kapsamında iptal edilmiştir. Diğer başvurucuların pasaportlarına yurtdışına çıkışlarının yasaklanmasına ilişkin tahdit kaydı konulmuştur. Anılan işlemin iptali talebiyle açılan davalarda başvurucular dava ve istinaf dilekçelerinde, yargı yerleri tarafından haklarında verilmiş yurt dışına çıkış yasağının bulunmadığını, 15/7/1950 tarihli ve 5682 sayılı Pasaport Kanunu'nun maddesinde yer alan pasaport veya seyahat vesikası verilmeyecek kişiler arasında yer almadıklarını, pasaportlarının iptal edilmesinin maddi ve hukuki dayanaktan yoksun olduğunu ileri sürmüştür. Gitmek istedikleri ülkelerle kişisel ve mesleki bağlarının olduğunu ve pasaportlarının iptal edilmesi nedeniyle seyahat hürriyetlerinin ihlal edildiğini vurgulayan başvurucular, yurt dışına çıkışlarının genel güvenlik bakımından mahzurlu bir durum olmadığını belirtmiştir. Derece mahkemelerince davaların reddine karar verilmiştir. Kararların gerekçelerinde; 667 sayılı KHK'da yer alan hüküm uyarınca, ilgili idareye başvurucular hakkındaki soruşturma veya kovuşturmaya konu eylemin niteliği hakkında değerlendirme yapma yetkisi tanınmadığı, bu konuda idarelerin bağlı yetkisinin olduğu vurgulanarak bu husustaki bildirim üzerine başvurucuların pasaportlarının iptal edilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/38419 | Başvuru, pasaport iptali/tahdit konulması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Seyfettin Er ve Hayriye Er, çocukları başvurucu Hayrettin Er’in elektrik çarpması sonucu kalıcı şekilde yaralanması nedeniyle 11/10/2005 tarihinde kendi adlarına asaleten, çocukları adına velayeten maddi ve manevi tazminat davası açmışlardır. Nusaybin Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2005/302 sayılı dosyasına kaydedilen davada Mahkemece 31/1/2006 tarihinde görevsizlik kararı verilmiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/7/2006 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma üzerine Mahkemece 22/1/2008 tarihli karar ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 23/6/2008 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozmaya uyularak yapılan yargılamada Mahkemece 4/10/2012 tarihli karar ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Anılan karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/12/2014 tarihli ilamı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebinde bulunulmamıştır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20011 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, farklı bölge idare mahkemeleri kararları arasındaki aykırılığın giderilmesi talebinin Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından kabul edilmesine karşın açılan davanın ret hükmü doğrultusunda kesinleşmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/11/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Denizli'nin Merkezefendi ilçesi Erbakır Fen Lisesinde fizik öğretmeni olarak görev yapmakta iken aynı görevle Merkezefendi İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü emrine atanmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle Denizli İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 3/7/2017 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararda öncelikle, 1/9/2016 tarihli ve 29818 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Millî Eğitim Bakanlığı Özel Program ve Proje Uygulayan Eğitim Kurumları Yönetmeliği (Yönetmelik) kapsamında belirlenen proje okullarına ataması yapılan öğretmenlerden dört veya sekiz yıllık görev süresini tamamlayanların görevlerinin sona ereceği ve görev sürelerini dolduran öğretmenlerin istekleri de dikkate alınarak ilgili mevzuatı uyarınca durumlarına uygun okullara öğretmen olarak atanacağı ifade edilmiştir. Davacının proje okulu olan Erbakır Fen Lisesinde sekiz yıldan uzun süredir görev yapmakta olduğu, bu nedenle kendisinden başka bir okula atanmak üzere tercih yapmasının istendiği, tercihte bulunmaması üzerine de ilgilimevzuat hükmü uyarınca atamanın gerçekleştirildiğinin anlaşıldığı belirtilerek dava konusu atamada hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Başvurucu, İzmir Bölge İdare Mahkemesine (Bölge İdare Mahkemesi) istinaf talebinde bulunmuştur. Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire) 24/10/2017 tarihli kararıyla başvurucunun istinaf talebinin reddine kesin olarak karar vermiş, nihai karar 22/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiş ve yargısal süreç tamamlanmıştır. Başvurucu, İzmir Bölge İdare Mahkemesi Başkanlar Kuruluna (Başkanlar Kurulu) hitaben verdiği 2/11/2018 tarihli dilekçe ile İzmir Bölge İdare Mahkemesi kararı ile Samsun ve Ankara Bölge İdare Mahkemesi kararları arasındaki içtihat farklılığının giderilmesini talep etmiş, başvurucunun bu talebi Başkanlar Kurulunun 26/11/2018 tarihli ve E.2018/49, K.2018/51 sayılı ilamı ile kabul edilmiştir. Kararda, kesin kararlar arasında aykırılık bulunduğuna, bu aykırılığın Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi doğrultusunda giderilmesi gerektiği görüşüyle dosyanın Danıştaya gönderilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (Kurul) 17/2/2020 tarihli ve E.2020/34, K.2020/5 sayılı kararı ile aykırılığın giderilmesi talebinin kabulüne kesin olarak karar vermiştir. Karar gerekçesinde, dava konusu Yönetmelik'in yürürlüğe girdiği tarihte valiliklerce ataması yapılmış olup dört veya sekiz yıllık görev süresini tamamlayan öğretmenlerin proje okullarındaki görevlerinin sona ereceğine vurgu yapılmıştır. Yine istekleri de dikkate alınarak ilgili mevzuat uyarınca valiliklerce belirtilen usulde diğer eğitim kurumlarına atamalarının yapılacağı yolunda düzenlemelere yer verildiğine işaret edilmiştir. Bu itibarla davacıların görev yaptıkları proje okullarına Millî Eğitim Bakanlığı işlemi ile atanmış olmaları karşısında anılan Yönetmelik'in "Geçiş hükmü" başlıklı geçici maddesinin uygulanması kapsamında bulunmadıklarının açık olduğu belirtilmiştir. Sonuç olarak, kararlar arasındaki aykırılığın, dava konusu işlemlerin iptali yolunda verilen Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi ile Samsun Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi kararları doğrultusunda birleştirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Söz konusu Kurul kararı, başvurucuya 9/10/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 6/1/1982 tarihli ve 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun'un "Bölge idare mahkemesi başkanlar kurulu" başlıklı 3/C maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Bölge idare mahkemesi başkanlar kurulu:Madde 3/C- (Ek: 18/06/2014-6545/6 md.) .... Bölge idare mahkemesi başkanlar kurulunun görevleri şunlardır:...c) Benzer olaylarda, bölge idare mahkemesi dairelerince verilen kesin nitelikteki kararlar arasında veya farklı bölge idare mahkemeleri dairelerince verilen kesin nitelikteki kararlar arasında aykırılık veya uyuşmazlık bulunması halinde; resen veya ilgili bölge idare mahkemesi dairelerinin ya da istinaf yolunu başvurma hakkı bulunanların bu aykırılığın veya uyuşmazlığın giderilmesini gerekçeli olarak istemeleri üzerine, istemin uygun görülmesi halinde kendi görüşlerini de ekleyerek Danıştay Başkanlığına iletmek.... Dördüncü fıkranın (c) bendine göre yapılacak talepler hakkında 06/01/1982 tarihli ve 2575 sayılı Danıştay Kanununun 39 uncu ve 40 ıncı maddeleri uygulanır." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/33856 | Başvuru, farklı bölge idare mahkemeleri kararları arasındaki aykırılığın giderilmesi talebinin Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından kabul edilmesine karşın açılan davanın ret hükmü doğrultusunda kesinleşmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, güvenlik güçleri tarafından kullanılan silahlı maddi güç sonucu ölüm olayının meydana gelmesi nedeniyle yaşam hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) ortamından ve ilgili Cumhuriyet başsavcılıklarından fiziksel olarak temin edilen dosyada ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Şerife Baş 26/8/1994 tarihinde ölen H.B.nin eşi, diğer başvurucular ise H.B.nin çocuklarıdır. 26/8/1994 günü saat 15 sıralarında Bingöl'ün Yayladere ilçesi Çalıkağıl-Mozan yaylası mevkiinde bulunan jandarma karakoluna terör örgütü mensuplarınca ateşli silah ve bombalar kullanılarak saldırı gerçekleştirilmiştir. Çatışmada yedi er şehit olmuş, dört er ve erbaş yaralanmıştır. Aynı gün içinde bu karakola yardım için gelen konvoya da saldırı düzenlenmiştir. Olayla ilgili olarak 26/8/1994 tarihinde düzenlenen terör olay raporunun ilgili kısımları şöyledir: ''[S]aat 30'da PKK terör örgüt mensuplarının geri çekilmesi ile çatışmanın sona erdiği, saat 00 sıralarında Kobra helikopterlerince teröristlerin kaçış istikametlerinin bombalandığı, saat 00 sıralarında teröristlerin muhtemel barınaklarının uçaklarla bombalandığı...'' Söz konusu raporda ayrıca olaya müdahale eden birlikler içinde iki kobra helikopter ve iki bombardıman uçağının olduğu da yazılıdır. Başvuruculardan Murat Baş ve Songül Baş 27/8/1994 tarihinde hastaneye getirilmiştir. Raporda başvurucu Songül Baş'ın sol kol dirsek altından itibaren kemiğe inen yumuşak doku tahribatı ve sağ sırt tarafından 1 cm çapında derine inen muhtemel şarapnel yarasının mevcut olduğu belirtilmiştir. Diğer başvurucu Murat Baş'ın raporunda da sol ayak bileği üstünde 1,5 cm çapında muhtemel şarapnel parçasının mevcut olduğu bilgisine yer verilmiştir. Dosya içinde bulunan ve ortopedi kliniği tarafından düzenlenen epikriz raporuna göre başvurucu Murat Baş 27/8/1994 tarihinden 6/9/1994 tarihine kadar hastanede yatarak tedavi görmüştür. Murat Baş'ın ateşli silahla yaralandığı raporda açıkça belirtilmiştir. Başvurucuların babası olan H.B. de aynı olayda bombardıman sonucu ölmüştür. H.B. ilgili Cumhuriyet Başsavcılığa haber verilmeden ve otopsi yapılmadan köy mezarlığına 27/8/1994 tarihinde defnedilmiştir. Nüfus Müdürlüğünden temin edilen Merkezî Nüfus İdare Sistemi (MERNİS) Ölüm Tutanağı'na göre H.B.nin ölüm nedeni ''aşırı kan kaybı''dır. Bombalama olayının gerçekleştiği tarihten üç gün sonra İlçe Jandarma Komutanlığı (Komutanlık) tarafından H.B.nin eşi olan başvurucu Şerife Baş'ın parmak izini içeren bir tutanak düzenlenmiştir. Tutanağın ilgili kısımları şöyledir: ''...29/8/1994 günü güvenilir bir kaynaktan elde edilen bilgiden 26/8/1994 günü Çalıkağıl J.Krk.K.lığını basan PKK örgüt mensuplarının Yavuztaş köyüne giderek muhtarı ve iki çocuğunu yanına aldıkları, daha sonra Yavuztaş köyü muhtarı [H.B.nin] cesedinin köy çıkışında bulunduğu[,] iki çocuğunun ise yaralı olduğunun köyden gelen vatandaşlardan ve görgü tanıklarından öğrenildiği, muhtar [H.B.nin] defnedildiği, çocukları [başvurucular] Murat Baş ile Songül Baş'ın tedavi için Elazığ ilinde olduklarının, [H.B.nin] evinin nedeni bilinmeyen bir sebepten yakıldığı, en son evin harabe bir şekilde olduğu, ...maddi hasarın [eski] TL olduğunun öğrenildiği....müştereken imza altına alınmıştır.'' İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından 8/9/1994 tarihinde Olay Yeri Tespit Tutanağı düzenlenmiştir. Tutanakta H.B.nin PKK örgütü mensuplarınca öldürülmesinden sonra köyün vatandaşlar tarafından boşaltıldığı, olayın incelenmesi için gidildiğinde ise köylülerin boşalttığı evlerin yanıcı maddeler kullanılmak suretiyle örgüt mensuplarınca iki saat önce yakıldığı, yangın söndürme faaliyetine başlandığı fakat köydeki tüm evlerin yandığı belirtilmiştir. Başvurucu Şerife Baş 16/9/1994 tarihinde Uşak Cumhuriyet Başsavcılığı aracılığı ile suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucu vermiş olduğu dilekçede, çatışma bölgesinden çok uzakta bulunan köylerinin uçaklar tarafından saat 30-00 gibi bombalandığını, eşi H.B.nin bu bombalama sonucu öldüğünü, başvurucular Songül Baş ve Murat Baş'ın yaralandığını, olayla ilgili olarak hiçbir yetkilinin gelmediğini belirterek şikâyetçi olmuştur. Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığının olay yerinin Kiğı ilçesinde kaldığı gerekçesiyle 17/10/1994 tarihinde verdiği yetkisizlik kararından sonra sırasıyla Kiğı Cumhuriyet Başsavcılığı, Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığı, Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığı yetkisizlik ve görevsizlik kararları vermiştir. 30/11/1994 tarihinde verilen görevsizlik kararı üzere dosya son olarak Taktik Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askerî Savcılığına (Askerî Savcılık) gönderilmiştir. Daha önceki süreçte verilen yetkisizlik ve görevsizlik kararlarında olay ''bombalama sonucu ölüm ve yaralanma'' olarak nitelendirilmişken son görevsizlik kararında ''PKK terör örgütü mensuplarınca sivil şahıslar [H.B.nin] öldürülmesi ve [başvurucular] Murat Baş ile Songül Baş'ın yaralanmaları'' olarak belirtilmiştir. Askerî Savcılık 13/2/1995 tarihinde başvuruculardan yaralı olanların ifadelerine başvurulması ile olaya savaş uçaklarınca veya terör örgütü mensuplarınca sebebiyet verilip verilmediğinin açıklığa kavuşturulması için Kiğı Cumhuriyet Başsavcılığına talimat yazmıştır. Yaralı başvurucuların göç etmesi nedeniyle talimatın yerine getirilemediği 16/5/1995 tarihli yazıdan anlaşılmıştır. Bundan başka başvuruculardan Şerife Baş'ın ifadesi için İstanbul'daki başka bir askerî savcılığa talimat yazılmıştır. Bu yazıda, yukarıda açıklanan tutanak içeriği ile Uşak Cumhuriyet Başsavcılığına verilen dilekçe içeriği arasındaki çelişkinin açıklanması talep edilmiştir. Olayla ilgili olarak ilk ifade başvurucu Şerife Baş'ın olup ifade 19/4/1995 tarihinde alınmıştır. Başvurucu ifadesinde; olay günü köyde harmanda bulundukları sırada önce bir helikopterin geldiğini, biraz sonrasında ise üç savaş uçağının harman yerine yakın yerlere bomba attığını, uçakların ardından yine bir helikopterden makineli tüfekle ateş edildiğini ve yine bombaların atıldığını, eşi H.B.nin ilk bombalama sırasında başından, diğer ateş açma eylemlerinden sonra ise göğsünden yaralanarak olay yerinde öldüğünü, başvurucular Songül Baş ile Murat Baş'ın atılan bombalar ve ateşli silahlar ile yaralandığını, kendisinin parmak izinin bulunduğu tutanağın içeriğinin kesinlikle doğru olmadığını, daha sonra köye gelen komutanın zararlarının ödenmesi için kendilerine 000 (eski) TL para ödeneceğini söylemesi üzerine kendisinin söylemediği beyanları içeren tutanağa parmak bastığını, kendisine herhangi bir ödemede bulunulmadığını beyan etmiştir. Askerî Savcılığın sorusu üzerine Diyarbakır Jandarma Asayiş Komutanlığı ve Taktik Hava Kuvvetleri Komutanlığı (Komutanlık) söz konusu bölgede belirtilen tarih ve zaman diliminde hava harekatı yapılmadığını bildirmişlerdir. 22/12/1995 tarihli yazısında ise Komutanlık, söz konusu tarihlerde eğitim uçuşları icra edildiğini, uçuşların silahsız olduğunu, söz konusu bölgede bu Komutanlığa bağlı üslerden yapılan bir uçuş faaliyeti olmadığını belirtmiştir. Askerî Savcılık 26/12/1995 tarihinde görevsizlik kararı vermiştir. Askerî Savcılık olayı ''PKK terör örgütü mensuplarınca sivil şahıslar [H.B.nin] öldürülmesi ve Murat Baş ile Songül Baş'ın yaralanmaları'' şeklinde nitelemiş ve dosyanın Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemeleri Cumhuriyet Başsavcılığına (DGM Cumhuriyet Başsavcılığı) gönderilmesine karar vermiştir. DGM Başsavcılığı yukarıda belirtilen tutanak içeriği ile dilekçe ve ifadelerin içeriklerinin birbirini teyit etmemesi üzerine olayın araştırılmasını Diyarbakır Valiliği, Jandarma Asayiş Komutanlığı ile Yayladere İlçe Jandarma Komutanlığından istenilmesine karar vermiştir. Ayrıca yaralıların ifadelerinin alınmasını talep etmiş ve dosyalarda ölü muayene ve otopsi tutanağının bulunup bulunmadığını araştırmıştır. Yapılan yazışmalar neticesinde H.B.nin ölümü ile ilgili olarak ilgili Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından derhâl bir soruşturma başlatılmadığı, ölü muayenesi ve otopsi işlemlerinin yapılmaksızın kişinin defnedildiği resmî olarak anlaşılmıştır. DGM Cumhuriyet Başsavcılığı 2/2/1996 tarihinde olayın faillerinin araştırılması ve sonrasında düzenli olarak bilgi verilmesini istemiştir. Bu tarihten itibaren kolluk tarafından olayın faillerinin yakalanamadığına dair matbu tutanaklar Başsavcılığa düzenli olarak gönderilmeye başlanmıştır. Dosya içinde bu hususta düzenlenmiş son tutanak ise 21/1/2010 tarihlidir. Başvurucu Murat Baş'ın ifadesine ilk kez 15/4/1996 tarihinde başvurulmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle olay tarihinde köyde harmanla uğraşırken saat 30 civarında helikopter ve jet sesleri duyduğunu, biraz ileride bombaların patladığını, kendisinin sol bacağından yaralandığını, babasının ilk bomba atılması sonucu başından yaralandığını, yanlarına gelen kardeşi diğer başvurucu Songül Baş'ın da ikinci bombanın atılmasının ardından yaralandığını, babalarının olay yerinde vefat ettiğini, Elazığ'da tedavi olduğunu, ayağında platin bulunduğunu belirtmiştir. Başvurucu Songül Baş da benzer şekilde aynı tarihte ifade vermiştir. İfadesinde özetle atılan bombalar sonucunda kolundan ve belinden yaralandığını ve ameliyat olduğunu, sol kolundaki yaralanma nedeniyle damarlarında çekilme olduğunu açıklamıştır. Başvurucular vekili 7/10/2008 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına (özel yetkili başsavcılık) (CMK madde ile görevli) dilekçe vererek olayın faillerinin tespit edilerek cezalandırılmasını, ayrıca dosya hakkında gelişme olup olmadığının bildirilmesini talep etmiş; sonrasında kendisine soruşturmanın derdest olduğu ve faillerin yakalanması çalışmalarının devam ettiği yazıyla bildirilmiştir. Başvurucular vekili 5/10/2011 tarihinde soruşturmanın genişletilmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucular vekili, olay tarihinde icra edilen operasyonların icra tarzının araştırılmasını, başvurucu Songül Baş'ın vücudunda hâlen şarapnel parçası bulunduğunu, bunun tıbbi bir operasyon ile alınmak suretiyle yaralanmanın bombalama sonucu oluşup oluşmadığının tespit edilmesini, olay tarihinde uçuş faaliyeti gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğinin araştırılmasını ve mahallinde keşif yapılmasını talep etmiştir. Özel yetkili Başsavcılık taleplerle ilgili olarak İlçe Jandarma Komutanlığı ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığıyla 10-11/10/2011 tarihlerinde yazışmalar yapmıştır. İlçe Jandarma Komutanlığı, olay tarihinde terör örgütünün yaptığı saldırıyı belirttikten sonra operasyonlara takviye amacıyla silahlı helikopter ve uçakların gönderildiği, terör örgütü mensuplarının muhtemel kaçış istikametlerinin ve barınakların bombalandığını 25/11/2011 tarihli yazısı ile bildirmiştir. Başsavcılık ayrıca başvurucu Songül Baş ve avukatı ile irtibata geçilerek ameliyatın gerçekleştirilmesi ve maddi delilin temini için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına 10/10/2011 tarihinde talimat yazmıştır. İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü ile anılan talimatın ifası için yapılan çalışmada talimat gereği yerine getirilememiş ve bu hususta bir tutanak düzenlenmiştir. Tutanağın ilgili kısımları şöyledir:''...[İ]simli şahsın avukatı olan Av. Selim OKÇUOĞLU'nun irtibatı olan .. Sayılı numara ile 31/12/2012 günü saat 20'de 2 kez aranmış ancak telefonu açan olmadığından avukat ile görüşmek mümkün olmamıştır. 02/04/2012 günü saat 00 sıralarında...şubemiz hizmetlerinde kullanılan...dahili hat aranmış ve yapılan görüşmede ..hususlar kendisine aktarılmış, Selim Okçuoğlu tarafından da kendilerine en uygun hastanenin Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi veya Kartal Yavuz Selim Devlet Hastanesinin uygun olacağını, bunu müvekkil, [başvurucu] Songül Baş ile görüşüp Beşiktaş adliyesinde Cumhuriyet Savcısı H.U.nun yanına yarın ve hafta içi bir gün uğrayıp bu hususta talimat talep edeceğini beyan etmiştir. 10/4/2012 günü....[Avukat] Selim Okçuoğlu'nun irtibatı olan ...sayılı numara saat 45 sıralarında aranmış, telefonuna çıkan sekretere konu izah edilmiş, sekreter tarafından Av. Selim Okçuoğlu'nun il dışında olduğunu, bu hususla ilgil not aldırılmış ve ...00 sıralarında Av. Selim Okçuoğlu'nun kullanmış olduğu ..cep telefonu arandığında cevap alınamadığı görülmesi üzerine ....sesli mesaj bırakılmıştır.11/4/2012 günü saat 30 sıralarında Av. Selim Okçuoğlu'nun kullanmış olduğu ...cep telefonu 3 kez aranmış ancak cep telefonu çalmasına rağmen açan olmamıştır.'' Başvurucular vekili, tarihi net olarak tespit edilemeyen fakat dilekçeye göre Aralık 2011'de kaleme aldığı düşünülen dilekçesinde ayrıca olayda kaynağını kanunlardan almayan örgütlenme ile saldırı olayının gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğinin de araştırılmasını talep etmiştir. Özel yetkili Başsavcılık bunlardan başka Genelkurmay Başkanlığı ile 13/1/2012 tarihinde, Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü ile 19/7/2012 tarihinde, söz konusu tarih ve zaman diliminde uçuş gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği hususlarında yazışmalar yapmıştır. Genelkurmay Başkanlığı, Kuvvet Komutanlıkları ile yaptığı yazışmalar neticesinde belirlenen tarihlerde herhangi bir kaydın bulunmadığını bildirmiştir. Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü kayıtların saklama süresinin dolduğu gerekçesiyle talep edilen bilgilere ulaşılamadığını 2/8/2012 tarihinde bildirmiştir. Başvurucu vekili 10/3/2013 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) (CMK madde ile görevli) müracaat ederek Sosyal Güvenlik Kurumuna ibraz edilmek üzere Olay Tutanağı'ndan bir suret talebinde bulunmuştur. Talimatın icrası kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (CMK madde ile görevli) Kartal Emniyet Müdürlüğüne yazı yazmış, başvurucu Songül Baş ile irtibata geçilerek Kartal'da bulunan iki hastaneden birinde ameliyatın gerçekleştirilmesini ve delilin muhafaza altına alınmasını istemiştir. Kartal Emniyet Müdürlüğü ameliyat işlemi için başvuruculardan Murat Baş ile irtibata geçmiştir. Başvurucu, Emniyet Müdürlüğüne ameliyatı İstanbul'da değil Diyarbakır'da yaptıracaklarını beyan etmiş ve evrakın Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesini 20/6/2012 tarihinde beyan etmiştir. Süreç içinde özel yetkili mahkemeler ile başsavcılıkların kaldırılması nedeniyle Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı dosyayı 7/3/2014 tarihinde Kiğı Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Kiğı Cumhuriyet Başsavcılığı 15/5/2014 tarihinde dosya hakkında yetkisizlik kararı vermiş ve dosyayı Karakoçan Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Karakoçan Cumhuriyet Başsavcılığı 9/2/2015 tarihinde meçhul sanık hakkında devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, adam öldürme, yaralama suçlarından yapılan soruşturmada 20 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Başvurucu vekili tarafından olayın maddi koşullarında belirsizlik olduğu, terör olayı raporu ile bazı tutanakların çeliştiği, eylemin askerî operasyonda kullanılan uçaklarla meydana geldiği, böylece zamanaşımına uğramayacak olan insanlığa karşı suçlar kapsamında kalan soruşturmada zamanaşımı müdddetinin dolduğu gerekçesiyle verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ve maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle itiraz edilmişse de itiraz 10/4/2015 tarihli karar ile reddedilmiştir. İtirazın reddine dair kararın 12/5/2015 tarihinde kendilerine tebliğ edilmesi üzerine başvurucular 11/6/2015 tarihinde bireysel başvuru yapmışlardır. İlgili hukuk için bkz. Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu, B. No: 2014/15732, 24/1/2018, §§ 32- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/10140 | Başvuru, güvenlik güçleri tarafından kullanılan silahlı maddi güç sonucu ölüm olayının meydana gelmesi nedeniyle yaşam hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, terörle mücadele kapsamında yaralanmasına rağmen maddi haklardan faydalanılabilmesi için maluliyet şartı aranması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Kamu emeklisi olan başvurucu avukatlık yapmaktadır. Başvurucu 1968 doğumlu olup Ankara'da ikamet etmektedir. Başvurucu 25/1/2017 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) ekli belgelerle birlikte dilekçe sunmuştur. Başvurucu dilekçesinde; 1988 yılında Jandarma Astsubay rütbesiyle Türk Silahlı Kuvvetlerine katıldığını ve Savur ilçesinde görev yaptığı 1991 ile 1994 yılları arasında PKK terör örgütüyle yapılan mücadelede yaralandığını açıklamıştır. Bu kapsamda başvurucu 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'na 23/1/2017 tarihli ve 29957 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 2/1/2017 tarihli ve 684 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (684 sayılı KHK) maddesi ile eklenen ek maddesi uyarınca vazife malullüğü aylığı bağlanmasını talep etmiştir. Başvurucu 9/3/2017 tarihinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına (Sosyal Politikalar Bakanlığı) müracaat etmiştir. Başvurucu müracaatında; 1991 ile 1994 yılları arasında Savur ilçesinde askerlik yaptığını, PKK terör örgütüyle mücadele kapsamında operasyonlara katıldığını ve bu operasyonlarda yaralandığını ifade etmiştir. Başvurucu 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 3/10/2016 tarihli ve 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (675 sayılı KHK) maddesi kapsamında kendisine gazilik unvanı verilmesini talep etmiştir. Sosyal Politikalar Bakanlığı 16/3/2017 tarihinde başvurucunun gazilik unvanı verilmesi talebini reddetmiştir. Sosyal Politikalar Bakanlığı, 684 sayılı KHK ile eklenen hüküm uyarınca 3713 sayılı Kanun kapsamında yaralanmalarına rağmen malul sayılmamaları nedeniyle maaş bağlanamayan kişilere maaş bağlanabileceğini açıklamıştır. Sosyal Politikalar Bakanlığı, 675 sayılı KHK'nın maddesindeki düzenlemenin yalnızca 15 Temmuz darbe girişimi sırasında yaralanan kişileri kapsadığını belirtmiştir. SGK 29/5/2017 tarihinde başvurucunun vazife malullüğü aylığı bağlanması talebini reddetmiştir. SGK, başvurucu adına Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesince düzenlenen 18/11/1993 tarihli raporun sağlık kurulunca incelendiğini belirtmiştir. SGK; rapordaki rahatsızlığın terör nedeniyle yaralanma olayından sonra oluşan rahatsızlığın devamı olduğunu, başvurucunun malul olmadığını ve 13/7/1953 tarihli ve 4/1053 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile yayımlanan Vazife Malullüklerinin Nevileri ile Dereceleri Hakkında Nizamname'ye göre tespit edilecek bir derece bulunmadığını açıklamıştır. Başvurucu 19/4/2017 tarihinde, 675 sayılı KHK'nın maddesi kapsamında gazilik unvanı verilmesi talebiyle Sosyal Politikalar Bakanlığına yaptığı müracaatın reddine ilişkin işlemin iptali için dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; 675 sayılı KHK'nın maddesi uyarınca 15 Temmuz darbe girişimine karşı mücadelede yaralananlara bazı hakların tanınmasında maluliyet derecesi aranmadığını, buna karşılık PKK terör örgütüyle mücadele edenler için maluliyet aranmasının ayrımcılığa neden olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu, terör örgütlerine karşı mücadele edenlerin farklı muameleye tabi tutulduğunu ve talebinin reddi nedeniyle maddi haklardan mahrum bırakıldığını iddia etmiştir. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 14/11/2017 tarihinde davayı reddetmiştir. Mahkeme kararın gerekçesinde; 675 sayılı KHK'nın maddesinin 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemi ile bu eylemin devamı niteliğindeki eylemler nedeniyle malul olan kamu görevlileri ve sivillere gazilik unvanı verilmesini düzenlediğini belirtmiştir. Mahkeme, başvurucunun ise darbe teşebbüsünde değil bunun öncesinde görev yaptığı sırada yaralandığını ifade ederek Sosyal Politikalar Bakanlığının ret işleminde hukuka aykırılık bulunmadığını açıklamıştır. Başvurucu 15/2/2018 tarihinde istinaf başvurusunda bulunmuştur. Başvurucu istinaf dilekçesinde; 675 sayılı KHK'nın maddesi ile herhangi bir maluliyet derecesine bakılmaksızın herkese gazilik unvanı verildiğini, kanunla öngörülmesi gereken bir hususta kapsamı daraltmak için KHK ile düzenleme yapıldığını ve yapılan düzenlemenin eşitlik ilkesine aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 17/5/2018 tarihinde Mahkeme kararının usul ve hukuka uygun olduğunu belirterek istinaf başvurusunu kesin olmak üzere reddetmiştir. Nihai karar 12/7/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 675 sayılı KHK'nın "Gazilik unvanı verilenler" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemi ile bu eylemin devamı niteliğindeki eylemler sebebiyle malul olan kamu görevlileri ve siviller ile bu eylemlerin devamı niteliğindeki eylemlerin ortaya çıkarılması, etkilerinin azaltılması veya bertaraf edilmesinin sağlanmasında yardımcı ve faydalı oldukları sırada yaralanan kamu görevlileri ve sivillere, yaralanma derecesine bakılmaksızın gazilik unvanı verilir. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından belirlenir." 3713 sayılı Kanun'un ek maddesi şöyledir:"21 inci maddenin birinci fıkrasının (a), (h), (i) ve (j) bentleri kapsamında terör eylemi nedeniyle yaralanmış olup ilgili mevzuatına göre malul sayılmamaları nedeniyle aylık bağlanamayanlardan, talepleri üzerine 13/7/1953 tarihli ve 4/1053 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla yürürlüğe konulan Vazife Malullüklerinin Nevileri ile Dereceleri Hakkında Nizamname hükümlerine göre derece tespiti yapılanlara, bu dereceleri esas alınarak aşağıda yazılı gösterge rakamlarının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak tutarda, nakdi tazminat karar tarihini takip eden aybaşından başlamak üzere aylık bağlanır.Dereceler Göstergeler 1 382 2 821 3 259 4 698 5 136 6 616Ancak, herhangi bir sigortalılık statüsüne tabi çalışmaları olanlara bağlanacak ilk aylığın tutarı, aylık bağlanmasına ilişkin şartlar aranmaksızın bu aylığa hak kazanıldığı tarihteki unsurlar ve mevcut hizmet süreleri esas alınarak hesaplanacak emekli veya yaşlılık aylığının % 25 artırımlı tutarından az olamaz. Bunlardan aylık başlangıç tarihinden önce ilgili mevzuatı uyarınca aylık bağlanmış olanlara, durumuna göre belirlenecek gösterge rakamı karşılığı bulunacak aylık miktarından az olmamak üzere, aylık başlangıç tarihinde ödenmekte olan veya aylıkları kesilmiş olanlar için ödenebilecek emekli, yaşlılık veya malullük aylıkları % 25 oranında artırılır. Bu madde uyarınca aylık bağlananlar hakkında 5510 sayılı Kanunun5 inci maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi hükümleri uygulanır. Bu aylıklar, vefatları halinde, anne ve baba için herhangi bir şart aranmaksızın, 5510 sayılı Kanunun 34 üncü maddesi esas alınarak hak sahiplerine ölüm aylığı olarak intikal ettirilir. Bu şekilde aylığa hak kazanılmasından önce geçen her türlü sigortalılık ve prim ödeme süreleri, iştirakçilik ve fiili hizmet süreleri ile bunların itibari ve fiili hizmet süresi zammı olarak değerlendirilen süreleri; aylığa hak kazanılmasından sonra geçen sigortalılık ve çalışma sürelerinin tabi olacağı sigortalılık haliyle birleştirilmez ve sonradan geçen sigortalılık veya çalışma süreleri yaşlılık/emekli, malullük ya da ölüm/dul veya yetim aylığı bağlanmasında veya toptan ödeme yapılmasında ilgili mevzuatına göre ayrı bir çalışma veya sigortalılık süresi olarak değerlendirilir. Bu şekilde aylık bağlananlardan, 5510 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında sigortalı olanlara, ikramiyeye esas hizmet süreleri için ayrıca emekli ikramiyesi ödenir. Ayrıca, aylık bağlandıktan sonraki çalışmaları için 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi hükümleri uygulanmaz. Bu madde uyarınca aylık bağlananlardan söz konusu yaralanmalarına bağlı olarak sonradan malul olduklarına karar verilenlere, karar tarihini takip eden aybaşından itibaren ilgisine göre bu Kanunun 21 inci maddesinin birinci fıkrası hükümleri uygulanır ve bu madde hükümlerine göre bağlanmış olan aylıkları vazife malullüğü aylığının başladığı tarihten itibaren kesilir. Bunlardan emekli ikramiyesine hak kazanacak olanların emekli ikramiyesinin hesabında daha önce ikramiye ödenen süreler dikkate alınmaz. Bu Kanunun 21 inci maddesi kapsamında vazife malullüğü aylığı bağlanmış olup, kontrol muayenesi sonucunda maluliyetlerinin sona erdiğine karar verilenlerden bu madde kapsamına girenlere, vazife malullüğü aylığına hak kazanıldığı tarihteki mevcut hizmet süreleri, unsurlar ve memur aylık katsayısı ile varsa almakta oldukları aylıklar esas alınarak birinci fıkra uyarınca hesaplanacak tutarın; aylık artışları ile artırılması sonucu bulunacak tutar üzerinden vazife malullüğünün kesildiği tarihten itibaren bu madde hükümleri uyarınca aylık bağlanır. Ancak, bu kapsamda aylık bağlanması sebebiyle ikramiye ödenmez. Bu maddedeki hükümler saklı kalmak kaydıyla bağlanan bu aylıklar hakkında vazife malullüğü aylığı hükümleri uygulanır ve Sosyal Güvenlik Kurumunca bağlanan aylıklar her yıl sonunda faturası karşılığında Maliye Bakanlığından tahsil edilir." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/22450 | Başvuru, terörle mücadele kapsamında yaralanmasına rağmen maddi haklardan faydalanılabilmesi için maluliyet şartı aranması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, işçilik alacağı nedeniyle açılan davanın aynı maddi olaya dayanılarak açılan başka davalarda verilen kararların aksi bir sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm tarafından 21/2/2018 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Elektrik Üretim A.Ş.nin (EÜAŞ) Seyitömer Termik Santrali'nde kül-kömür-cüruf çavuşu sıfatıyla çalışmakta olan başvurucu 11/7/2012 tarihinde hizmet kolunda faaliyette bulunan TES-İŞ'e (Sendika), çalıştığı Kuruma ait işyeri numarası ile üye olma talebinde bulunmuştur. Sendikanın üyelik talebini kabul edip üyelik başvuru formunu ilgili kuruma göndermesi üzerine EÜAŞ, başvurucunun kendi personeli olmadığını belirterek belgeleri iade etmiştir. Başvurucu 5/4/2013 tarihli dilekçesiyle, Sendikaya üye olduğundan şirket ile imzalanan ve hâlen yürürlükte bulunan toplu iş sözleşmesi hükümlerinden yararlanması gerektiğini belirterek toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan ücret ve işçilik haklarından fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 500 TL için alacak davası açmış, 22/4/2014 tarihli dilekçesiyle talebini 399,10 TL olarak ıslah etmiştir. Kütahya İş Mahkemesi 6/6/2014 tarihli kararla, Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşen aynı mahiyetteki çok sayıda dosyayı da emsal göstererek hizmet alım ihalesini alan alt işverenlerin değişmesine rağmen başvurucunun çalışmaya devam ettiği, hizmet alımına konu işin asıl iş niteliğinde olduğu ve bu itibarla asıl işveren ile alt işveren arasındaki hizmet alımının muvazaalı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar vermiştir. Kütahya İş Mahkemesinin anılan kararı Mahkemenin benzer nitelikteki çok sayıda kararı ile birlikte temyiz edilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden temin edilen belgelerden Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/11/2014 tarihinde başvurucu ile birlikte çok sayıda dosyada benzer şekilde ilk derece mahkemesi kararının bozulmasına karar verdiği saptanmıştır. Bozma kararında elektrik üretimi yapan davalı Şirketin 20/2/2001 tarihli ve 4628 sayılı Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'un maddesinde tanınan imtiyazlara sahip olması nedeniyle asıl işin tamamı veya bir kısmını alt işverene devredebileceği tespitinde bulunulmuştur. Bu saptamadan hareketle somut olayda muvazaalı alt işverenlik ilişkisinden bahsedilemeyeceğinden ilk derece mahkemesi kararı bozulmuştur. Yargıtay bozma kararındaalt işverenlik hususunun ilk defa bu madde kapsamında değerlendirildiğine de işaret etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesinin bozma kararları üzerine aralarında başvurucunun da bulunduğu bazı işçiler tarafından açılan davalar Kütahya İş Mahkemesine, bazı davalar da Kütahya İş Mahkemesine tevzi edilmiştir. Kütahya İş Mahkemesi bozma üzerine yapmış olduğu yargılama sonucunda 250'den fazla dosyada direnme kararı vermiş olup bu kararlar da temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (HGK) direnme üzerine yapmış olduğu 30/9/2015 tarihli inceleme sonucunda davalı kamu tüzel kişiliği ile yapılan hizmet alım sözleşmelerinin içeriği, alt işverenlerin değişmesine rağmen çalışan işçilerin değişmemesi, alınacak işçilerin unvanlarının şartnamede ayrı ayrı belirtilmesi, alt işverenin ücret bordrolarını tutan bir işçi dışında diğer işçileri sevk ve idare eden işçisinin bulunmaması, puantaj kayıtlarının EÜAŞ tarafından belirlenen kişilerce tutulması, işe alan ve işten çıkaranın EÜAŞ olması, davacı ve alt işveren şirket işçilerinin asıl işveren EÜAŞ işçileri ile aynı şekilde ve üretimin her bölümünde çalışması, emir ve talimatların EÜAŞ tarafından verilmesi, çalışma şartlarının ve yıllık izinlerin EÜAŞ tarafından belirlenmesi, alt işveren işçilerinin yapılan iş ve hizmette EÜAŞ tarafından temin edilen ve yine davalıya ait araçları kullanması gibi nedenleri gözönünde tutarak davalı şirket ile alt işveren arasındaki hizmet alım sözleşmesinin muvazaalı olduğu ve başvurucunun asıl işveren şirketin işçisi olduğu gerekçeleriyle direnme kararını yerinde bulmuştur. HGK, Özel Daire tarafından incelenmeyen diğer temyiz itirazlarının incelenmesi amacıyla dosyaları Özel Daireye göndermiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 24/2/2016 tarihinde kamu tüzel kişisi olan davalının imzaladığı alt işverenlik sözleşmesinin muvazaa sebebiyle geçersiz ve davacıların baştan itibaren kamu tüzel kişisinin işçisi olduğu HGK kararıyla kabul edildiğinden uygulama birliği ile hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkeleri uyarınca dosyaları onamıştır. Kütahya İş Mahkemesi ise aralarında başvurucunun da bulunduğu 232 dosyada Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/11/2014 tarihli bozma ilamına uyarak davanın reddine karar vermiştir. Anılan hüküm başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 16/3/2016 tarihinde bozma ilamına uyularak karar verilen diğer dosyalarla benzer şekilde, HGK'nın 30/9/2015 tarihli kararıyla muvazaanın varlığı kabul edilmiş olmakla bozma kararındaki görüşünü korumasına rağmen hukuki istikrar adına HGK'dan geçen dosyaları onadığını belirtmiş ancak kendisi tarafından bozulan ve ilk derece mahkemesince bozmaya uyulması nedeniyle HGK'nın önüne çıkmayan somut olayda davalı lehine usule ilişkin müktesep hak oluştuğundan hükmün onanmasına karar vermiştir. Bu arada aralarında başvurucunun vekillerinin de bulunduğu avukatlar tarafından 15/5/2015 tarihli dilekçeyle Yargıtay Hukuk Dairesi ve Yargıtay Hukuk Dairesi ile Yargıtay Hukuk Dairesi kararları arasında asıl işveren ile alt işveren arasındaki iş ilişkisinin muvazaalı olup olmadığı hususunda içtihat aykırılığı bulunduğu ileri sürülerek içtihadın birleştirilmesi talep edilmiştir. Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu 3/3/2016 tarihli ve 74 sayılı karar ile muvazaa iddiasının her somut olayın özelliğine göre çözümlenmesi gerektiğinden içtihadı birleştirme yoluna gidilmesine gerek olmadığına karar vermiştir. Nihai karar 20/6/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 11/17/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.” 4628 sayılı Kanun'un mülga maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "g) (Ek: 9/7/2008-5784/5 md.)Elektrik enerjisi üretim, iletim ve dağıtım faaliyeti gösteren kamu tüzel kişileri, gerekli hallerde üretim, iletim ve dağıtım tesislerinin işletilmesi ve bakım onarım işlerini tabi oldukları ihale mevzuatı çerçevesinde hizmet alınması yoluyla yaptırabilirler.'' 14/3/2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu'nun maddesi şöyledir: "(1)Lisans sahibi tüzel kişiler, lisansları kapsamındaki faaliyetlerle ilgili olarak hizmet alımı yapabilirler. Ancak, bu durum ilgili lisans sahibi tüzel kişinin lisanstan kaynaklanan yükümlülüklerinin devri anlamına gelmez. Hangi faaliyetlerin hizmet alımı yoluyla yaptırılabileceği Kurul tarafından belirlenir." 6446 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(5) 4628 sayılı Kanunun ...15 inci, ... maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır. Yargısal Kararlar Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/6/2008tarihli ve E.2007/39314, K.2008/14822 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Alt işveren, bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve görevlendirdiği işçileri sadece bu işyerinde çalıştıran diğer işveren olarak tanımlanabilir. Alt işverenin iş aldığı işveren ise, asıl işveren olarak adlandırılabilir. Bu tanımdan yola çıkıldığında asıl işveren alt işveren ilişkisinin unsurları, iki ayrı işverenin olması, mal veya hizmet üretimine dair bir işin varlığı, işçilerin sadece asıl işverenden alınan iş kapsamında çalıştırılması ve tarafların muvazaalı bir ilişki içine girmemeleri gerekir. Alt işverene yardımcı iş, ya da asıl işin bir bölümü, ancak teknolojik nedenlerle uzmanlık gereken işin varlığı halinde verilebilecektir. 4857 sayılı İş Kanununun maddesinde asıl işveren alt işveren ilişkisini sınırlandırılması yönünde yasa koyucunun amacından da yolaçıkılarak asıl işin bir bölümünün alt işveren verilmesinde “işletmenin ve işin gereği”ile “teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işler” ölçütünün bir arada olması gerektiği belirtilmelidir. 4857 sayılı İş Kanununun maddesinin ve fıkralarında tamamen aynı biçimde “işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işler” sözcüklerine yer verilmiş olması bu kararlılığı ortaya koymaktadır. Alt işverene verilebilecek işlerin uzmanlık gerektireceği baskın öğe olarak kabul edilmektedir. Dairemiz kararları da bu yönde istikrar kazanmıştır. İşverenler arasında muvazaalı biçimde asıl işveren alt işveren ilişkisi kurulmasının önüne geçilmek istenmiş ve 4857 sayılı İş Kanununun maddesinde bu konuda bazı muvazaa kriterlerine yer verilmiştir.Muvazaa Borçlar Kanununda düzenlenmiş olup, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla ve kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç meydana getirmesi arzu etmedikleri görünüşte bir anlaşma olarak tanımlanabilir. Üçüncü kişileri aldatmak kastı vardır ve sözleşmedeki gerçek amaç gizlenmektedir. Muvazaanın ispatı genel ispat kurallarına tabidir. Bundan başka 4857 sayılı İş Kanununun maddesinin fıkrasında sözü edilen hususların adi kanuni karine olduğu ve aksinin kanıtlanmasının mümkün olduğu kabul edilmelidir.Somut olayda davacı davalı şirketin alt işverenlik uygulamasının muvazaaya dayandığını ileri sürmesine rağmen, mahkemece sözü edilen iddia üzerinde yeterince inceleme yapılmadan davalı B. hakkında açılan davanın husumet yönünden reddine karar verilmiştir. Muvazaa re’sen araştırılmalı ve işçinin gerçek işvereni açıklığa kavuşturulduktan sonra davalıların sorumlulukları belirlenmelidir. Bu nedenle yapılması gereken iş, uzman bilirkişi aracılığı ile alt işverenlik uygulamasının yukarıda belirtilen esaslara aykırı olup olmadığını tespit etmek ve sonucuna göre bir karar vermekten ibarettir. Eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması hatalı bulunmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesinin 5/7/2012 tarihli ve E.2011/54688, K.2012/26502 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Taraflar arasında temel uyuşmazlık davalılar arasındaki asıl işveren altişveren ilişkisinin muvazaaya dayanıp dayanmadığı noktasında toplanmaktadır....Somut olayda davacı asıl işveren olan davalı U.E. A.Ş.'den elektrik arıza, bakım ve onarım işlerini ihale suretiyle alan davalı taşeron şirkette işçi olarak çalışmıştır.Davalı işyerinde elektrik arıza, bakım ve onarım işleri ihale sözleşmeleri neticesinde uzun yıllardır alt işveren şirketlereliyle yürütülmüş, davacıda bu şirketlerin işçisi olarak ihale ile iş alan şirketler değişmesine rağmen ara vermeden asıl işverenin işyerlerinde çalışmasını sürdürmüştür.4857 Sayılı İş Kanunun maddesinin 'ncı fırkası gereğince, asıl işin bir bölümünde işletme ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işler alt iş verene devredilebilecektir.Anılan düzenlemede baskın öğe, " teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren" işlerdir. Başka bir anlatımla işletmenin ve işin gereği ancak teknolojik nedenler var ise göz önünde tutulur. Dolayısla söz konusu hükümdeki şartlar gerçekleşmeden asıl işin bölünerek alt işverene verilmesi halinde, asıl işveren- alt işveren ilişkisi geçersiz olacaktır.Bu sebeple mahkemece üniversite öğretim üyelerinden seçilecek bir elektrik-elektronik mühendisi, bir makine mühendisi ve bir de hukukçu bilirkişiden oluşturulacak 3 kişilik bilirkişi heyeti marifetiyle mahallinde keşif yapılarak alınacak raporla, davalı asıl işverenin yaptığı işin ne olduğu, asıl işveren tarafından alt işverene ihale suretiyle verilen işin asıl işverenin asıl işi mi, yoksa yardımcı işi mi olduğu, alt iş verene verilen işin bu madde kapsamında verilip verilemiyeceği hususları tespit edilmeli, muvazaa iddiası her türlü şüpheden uzak bir şekilde dosyada mevcut tüm delillerle birlikte alt işveren uygulamasına yönelik sözleşme ve teknik şartnamelerde göz önünde bulundurulmak suretiyle değerlendirilerek açıklığa kavuşturulmalıdır. Yazılı şekilde eksik inceleme ile sonuca gidilmesi hatalıdır. Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/12/2015 tarihli ve E.2015/27935, K.2015/35432 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dosya içeriğine göre,mahkemecedavacının davalı B. bünyesinde işe başladığı tarihten itibaren, B. işçisi kabul edilmesi, asıl-alt işveren ilişkisinin işçilik teminine yönelik olması ve muvazaa tespiti nedeni ile isabetli olup, davacının sendika üyeliğinin işverene bildirilmesinden sonra Toplu İş sözleşmesi hükümlerine göre fark işçilik alacaklarının hesaplanıp hüküm altına alınması yerindedir. Keza davacı açısından ilave tediye alacağının işverenin özelleştirilmesinden sonrada, dönem Toplu İş Sözleşmelerindeki(Mad. 187- 188) düzenleme nedeni ile maddeleri gereğince hesaplanıp hüküm altına alınması da doğrudur.Mahkemece davacının sendika üyesi olmadığı dönem için fark alacaklar hüküm altına alınmamıştır. Ancak davacının sendika üyesi olmadığı dönemde işverene yazılan yazıda, emsal olarak çalışan işçiye ödenen ücret esas alınarak davacının alabileceği ücret sorulmuş, davalı işverenin bildirimi üzerine de bilirkişi bu dönem içinde fark ücret alacaklarını ve fark işçilik alacaklarını ek rapora göre hesaplamıştır. Mahkemece ek rapora göre alacakların hüküm altına alınması gerekirken, sadece sendika üyesi olduğu dönem için fark işçilik alacaklarının hüküm altına alınması hatalıdır.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/2/2013 tarihli ve E.2013/22275, K.2013/22359 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Asıl işin bir bölümü alt işverene verilemese de kanunda özel hüküm bulunması hallerinde yardımcı iş olduğuna bakılmaksızın asıl işin bir kısmı alt işverene bırakılabilir. 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu maddesine göre: “… g) (Ek: 9/7/2008-5784/5 md.) Elektrik enerjisi üretim, iletim ve dağıtım faaliyeti gösteren kamu tüzel kişileri, gerekli hallerde üretim, iletim ve dağıtım tesislerinin işletilmesi ve bakım onarım işlerini tabi oldukları ihale mevzuatı çerçevesinde hizmet alınması yoluyla yaptırabilirler.” Anılan madde doğrultusunda Kamu İhale Kanunu 4 ve maddeler doğrultusunda davalı da ihale ile kömür konveyörlerinin işletilmesi, bakım ve onarımının, temizliğinin, gözetlemesinin yapılması, çalışır vaziyette tutulması ve hizmet alım sözleşmesi ile performans kriterlerine uygun olarak C konveyörleri tesisinin işletilmesi, elektro-mekanik tamir bakım ve onarımının yapılması, temizliğinin yapılması ve gözetlenmesi işleri dava dışı şirketlere vermiştir. Davalı ile dava dışı işverenler arasında 4857 sayılı Kanunun 2/6 maddesi kapsamında kalan asıl işveren alt işveren ilişkisi bulunduğu dikkate alınmaksızın muvazaa bulunduğundan bahisle fark alacaklara hükmedilmesi hatalı olup bozma nedenidir'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/9/2016 tarihli ve E.2016/16224, K.2016/20126sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işverenin muvazaalı sözleşmeler ile davacıyı alt işverenin işçisi gibi çalıştırdığı, davacının görünüşte farklı bir işkolunda faaliyet gösteren alt işveren işçisi olması nedeniyle davalıya ait işyerinde geçerli toplu iş sözleşmesinden yararlanamadığı, buna göre davalının muvazaalı sözleşmelere dayalı olarak davacıda alt işverenin işçisi olduğu görünümü yaratarak davacının davalının faaliyet gösterdiği işkolunda örgütlü sendikaya üye olmasını ve buna bağlı olarak işyerinde geçerli toplu iş sözleşmesinden yararlanmasının engellenmesini amaçladığı anlaşılmaktadır.Yukarıdaki açıklamaların ışığında uyuşmazlığın değerlendirilmesinde, davalı işverenin kendi muvazaasına dayalı olarak, davacıyı toplu iş sözleşmesinden yararlandırmamak suretiyle maddi menfaat elde etmeyi amaçladığı, bu anlamda davalının savunmasının dürüstlük kuralına aykırı ve hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu, hiç kimse kendi muvazaasına dayanarak bir hak talep edemeyeceğinden davalının dürüstlük kuralına aykırı davranması nedeniyle muvazaalı eyleminin sonuçlarına katlanması ve bu nedenle de davacının başlangıçtan itibaren EÜAŞ işçisi olarak kabulü ile hak ve alacaklarının buna göre belirlenmesi zorunludur.” denilmiştir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun, 2015 tarih, 2015/1895 esas, 2015/1779 karar sayılı kararı).Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun bahsi geçen kararları sonrasında, Dairemiz önceki hukuki görüşünü korumakla beraber hukuki istikrar adına somut olay özelinde Hukuk Genel Kurulunca belirlenen prensipleri kabul etmiştir.Anılan sebeplerle, mahkemece, öncelikle, tarafların delilleri toplanılmalı, ardından uzman bilirkişilerle yerinde inceleme yapılarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında belirtilen ilkeler doğrultusunda, davalı ile dava dışı alt işverenler arasındaki ilişkinin kanuna uygun kurulup kurulmadığı ve muvazaaya dayalı olup olmadığı araştırılarak sonuca göre davacının talepleri değerlendirilmelidir.Şu husus da gözden kaçırılmamalıdır ki, muvazaanın tespiti ihtimalinde, davacının asıl işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden yararlanması için, taraf sendikaya üye olması ve üyeliğin işverene bildirilmesi veya dayanışma aidatı kesilmesini talep etmesi gereklidir. Muvazaanın tespiti halinde, davacının asıl işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden yararlanması için bu şartların gerçekleşip gerçekleşmediği de belirlenmelidir.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/2/2017 tarihli ve E.2017/261, K.2017/2972 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"4628 sayılı Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'un maddesinde “Elektrik enerjisi üretim, iletim ve dağıtım faaliyeti gösteren kamu tüzel kişileri, gerekli hallerde üretim, iletim ve dağıtım tesislerinin işletilmesi ve bakım onarım işlerini tabi oldukları ihale mevzuatı çerçevesinde hizmet alınması yoluyla yaptırabilirler” denilmiştir. Bu hükmü 2013 tarihi itibariyle yürürlükten kaldıran 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun maddesinde, “Lisans sahibi tüzel kişiler, lisansları kapsamındaki faaliyetlerle ilgili olarak hizmet alımı yapabilirler. Ancak, bu durum ilgili lisans sahibi tüzel kişinin lisanstan kaynaklanan yükümlülüklerinin devri anlamına gelmez. Hangi faaliyetlerin hizmet alımı yoluyla yaptırılabileceği Kurul tarafından belirlenir” kuralı öngörülmüştür.Davalı, 4628 sayılı Kanun’un maddesindeki imtiyazdan yararlanmaktadır. Bu hüküm ile asıl işin tamamı ya da bir kısmı herhangi bir sınırlamaya bağlı kalmaksızın alt işverene verilebilir. Ancak anılan hüküm asıl işveren-alt işveren ilişkisinin genel muvazaa hükümleri yönünden denetime tabi tutulmasına engel değildir. 4628 sayılı Kanun'un maddesinin yürürlükten kalktığı 2013 tarihinden sonraki dönem bakımından ise, 4628 sayılı Kanun'u yürürlükten kaldıran 6446 sayılı Kanun'un maddesi hükmü nazara alınarak, hüküm gereğince hizmet alımı konusunu oluşturabilecek faaliyetlerin belirlenmesine yönelik Kurul kararının olup olmadığının ayrıca araştırılması gerekir.Diğer yönden, genel muvazaa denetimine ilişkin olarak mahkemece, öncelikle uzman bilirkişiler eşliğinde keşifle yerinde inceleme yapılarak, davacının fiilen yaptığı iş ve bu işin hizmet alım sözleşmesi kapsamında belirlenen iş olup olmadığı, davalı asıl işveren Çates'in kendi işçileri ile davalı alt işveren işçilerinin aynı işi yapıp yapmadıkları, alt işveren işçilerinin doğrudan muhatap olabilecekleri alt işveren şirket yetkililerinin iş yerinde bulunup bulunmadığı tespit edilerek, ardından yukarıda belirtilen ilkeler doğrultusunda, davacının yaptığı işin hizmet alım sözleşmesi kapsamına girip girmediği,davalı ile dava dışı alt işverenler arasındaki ilişkinin kanuna uygun kurulup kurulmadığı ve muvazaaya dayalı olup olmadığı araştırılarak sonuca göre bir karar verilmelidir.'' B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:“Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir...” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), adil yargılanma hakkının hukukun üstünlüğünün sözleşmeci devletlerin ortak mirası olduğunu belirten Sözleşme’nin önsözüyle birlikte yorumlanması gerektiğini belirtmektedir. Hukukun üstünlüğünün temel unsurlarından biri, hukuki durumlarda belirli bir istikrarı garanti altına alan ve kamuoyunun mahkemelere olan güvenine katkıda bulunan hukuki güvenlik ilkesidir. Toplumun yargısal sisteme olan güveni hukuk devletinin esaslı unsurlarından biri olmasına rağmen birbirinden farklı yargı kararlarının devamlılık arz etmesi, bu güveni azaltacak nitelikte bir hukuki belirsizlik durumu yaratabilecektir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, § 57). AİHM; hukuki güvenlik ilkesinin hukuki durumlarda belli bir istikrarın sağlanmasını ve toplumun adalete olan güvenini desteklemeyi amaçladığını, aynı olaya ilişkin farklı yargı kararlarının devamlılık arz etmesinin toplumun yargısal sisteme olan güvenini azaltacak nitelikte bir hukuki belirsizliğe yol açabileceğini belirtmiştir (Çelebi ve diğerleri/Türkiye, B. No: 582/05, 9/2/2016, § 52). AİHM, içtihat farklılıklarını kendi bölgesinde yetki sahibi olan ve davanın esasına bakan yerel mahkemelerin bulunduğu yargı sistemlerinin doğal bir sonucu olduğunu kabul etmekle birlikte yüksek mahkemelerin görevinin bu çelişkileri düzeltmek olduğunu ve şayet çelişkili uygulama yüksek mahkemenin bünyesinde gelişiyorsa bu durumun toplumun adli sisteme olan güvenini azaltarak hukuki güvenlik ilkesini ihlal edeceğini belirtmiştir (Çelebi ve diğerleri/Türkiye, § 55). Diğer yandan bireylerin makul güvenlerinin korunması ve hukuki güvenlik ilkesi, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmemektedir (Unédic/Fransa, B. No: 20153/04, 18/12/2008, § 74; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 58). Mahkemelerin yorumlarında dinamik ve evrilen bir yaklaşımın sürdürülememesi reform ya da gelişimi engelleyeceğinden kararlardaki değişim, adaletin iyi idaresine aykırılık teşkil etmez (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 36815/03, 14/1/2010, § 38). Çelişkili yargı kararları nedeniyle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasıyla yapılan başvurularda AİHM, öncelikle ulusal mahkemelerin yerini almak gibi bir görevi olmadığını, ulusal mevzuatın yorumlanmasından doğan sorunların öncelikle mahkemelerin görevi olduğunu ve AİHM'in rolünün bu tür yorumlama sonuçlarının Sözleşme ile uyumlu olup olmadığını denetlemekten ibaret olduğunu belirterek içtihat farklılığından kaynaklanan tutarsızlığın giderilmesi için iç hukukta bir mekanizmanın bulunup bulunmadığının ve bu mekanizmanın uygulanıp uygulanmadığının önemli olduğunu vurgulamıştır (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, §§ 49-53,54). AİHM, iki ihtilafa farklı muamele yapılmasının incelenen gerçek olayların farklılığından kaynaklanmış olması hâlinde çelişkili içtihatlardan bahsedilmesinin mümkün olmadığını belirtmektedir (Erol Uçar/ Türkiye (k.k.), B. No: 12960/05, 29/9/2009). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/13021 | Başvuru, işçilik alacağı nedeniyle açılan davanın aynı maddi olaya dayanılarak açılan başka davalarda verilen kararların aksi bir sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, güvenilirliğini kaybettiği gerekçesiyle gerçekleştirilen naklen atama işlemi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2011 yılında Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) bünyesinde istihbarat uzman yardımcısı olarak göreve başlamıştır. MİT iç güvenlik birimi tarafından başvurucunun Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ)/Paralel Devlet Yapılanması (PDY) ile irtibatının ya da iltisakının bulunup bulunmadığına ilişkin inceleme yapılmıştır. İnceleme neticesinde başvurucunun güvenilirliği ve göreve uygunluğu konusunda ortaya çıkan şüphe nedeniyle MİT Müşteşarlık makamının 8/6/2016 tarihli emri uyarınca MİT Teftiş Kurulu Başkanlığınca başvurucu hakkında soruşturma yürütülmüştür. Soruşturma neticesinde tanzim edilen 11/8/2016 tarihli raporda, başvurucunun yakınlarının FETÖ/PDY irtibatı veya iltisakının olduğuna ilişkin birtakım tespit ve değerlendirmelerde bulunulmuştur. Anılan raporda yer alan hususlar genel itibarıyla şunlardır:i. Başvurucu tarafından kullanılan GSM hattı ile başvurucunun doktora öğrenimi gördüğü üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışan FETÖ/PDY ile irtibatlı bir şahıs ile yoğun şekilde görüşüldüğü,ii. Başvurucunun babasının anılan örgütün yanlısı olarak çevresinde tanındığı, hâkim olan kardeşinin 2014 yılındaki Hâkimler ve Savcılar (Yüksek) Kurulu seçimlerinde FETÖ/PDY destekli adayların düzenlediği toplantılara katıldığı ve 15 Temmuz darbe girişiminin akabinde görevden uzaklaştırıldığı,iii. Başvurucunun iki kardeşinin ve yakın arkadaşlarının FETÖ/PDY kontrolünde olan okullardan mezun olduğu, hakkında soruşturma yürütülen başka bir personel tarafından başvurucunun anılan örgütle bağlantısının olabileceğine ilişkin düşüncesini dile getirdiği, başvurucunun psikofizyolojik doğruluk testi uygulamasında ve kendisiyle yapılan mülakatta örgütle bağlantısına ilişkin sorulara belirgin tepkiler verdiği ifade edilmiştir. Raporun sonunda; başvurucunun mevzuatta yer alan Teşkilat şart ve vasıflarına uymadığı, güvenilirlik vasfını ve Teşkilata alınma koşullarını yitirdiği, Teşkilata intibak edemediği şeklinde değerlendirmelere yer verilmiş ve 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu'nun maddesi uyarınca başka bir kurum veya kuruluşa naklen atanması teklif edilmiştir. Söz konusu teklifin uygun görülmesi üzerine başvurucunun genel hükümlere göre başka bir kurum veya kuruluşa naklen atanmasına karar verilmiştir. Bu doğrultuda başvurucu 11/11/2016 tarihinde Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Destek Hizmetleri Dairesi Başkanlığı emrine memur olarak atanmıştır. Başvurucu, söz konusu atama işleminin hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek 20/1/2017 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) iptal davası açmıştır. Dava dilekçesinde yer verilen hususlar genel itibarıyla şunlardır:i. Başvurucu, yurt içinde ve yurt dışında tamamladığı eğitimlerin ardından özel yetenek, yazılı ve sözlü sınavlarını başarıyla tamamlayarak ve kapsamlı bir güvenlik soruşturmasından geçerek 2011 yılında istihbarat uzman yardımcısı olarak göreve başladığını, doktora derecesinin bulunduğunu, işini büyük bir özveri ve sadakatle yerine getirmeye her zaman özen gösterdiğini,ii. Hiçbir gerekçe ortaya konulmadan beşinci derecede bulunan bir memuriyet kadrosuna naklen atandığını, istihbarat uzman yardımcısı olarak dördüncü dereceli kadroda bulunmasına rağmen atamanın kazanılmış hak aylığına esas derece ve kademe dikkate alınmadan gerçekleştirildiğini, gelirinin yarı oranda azaldığını ve kamu kaynaklarının israf edilmesi anlamına gelecek şekilde kendisine pasif bir görev verildiğini,iii. İdarece takdir yetkisinin keyfî şekilde kullanıldığını, işlemin sebep ve amaç unsurlarının bulunmadığını ve subjektif tutuma dayalı olarak tesis edilen dava konusu işlemin iptal edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Davalı idareler tarafından sunulan savunma dilekçelerinde yer verilen ifadeler özetle şöyledir:i. Yürütülen istihbarat görevinin önemi ve hassasiyeti nedeniyle FETÖ/PDY ile ilişkili olabilecek kişilerin tespitine ve gerekli tedbirlerin ivedilikle alınmasına yönelik iç birimlerce çalışmalar yürütüldüğü, yapılan araştırma neticesinde başvurucunun güvenilirliği ve Teşkilata uygunluğu konusunda kuvvetli şüphe oluştuğu kanaatiyle başvurucu hakkında soruşturma başlatıldığı,ii. Soruşturma neticesinde başvurucunun söz konusu örgütle doğrudan irtibatlı ya da iltisaklı olduğu hususunda yeterli vicdani kanaate ulaşılmasa da yakınları ve arkadaşları dolayısıyla başvurucunun güvenilirlik vasfını yitirdiğinin ve kuruma intibak edemediğinin anlaşıldığı,iii. MİT'in genel idare yapısı içerisinde yer alan diğer kamu kurum ve kuruluşlarının işleyişinden farklılıklar içerdiği, görev yapan personelin güvenilirliğinin gizli servis faaliyetlerinin yürütülmesi açısından hayati derece öneminin olduğu, bu hususta ihmale gelmeyen ve tavizsiz şekilde yerine getirilmesi gereken bir sorumluluğun bulunduğu,iv. Başvurucunun kazanılmış hak aylık derecesi korunarak hizmet ihtiyacı olan bir kuruma atandığı, MİT memurluklarının 14/7/1965 sayılı ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesi uyarınca istisnai memuriyet kapsamında olması nedeniyle bulundukları kadro unvanı ve derecesinin kazanılmış hak olarak kabul edilemeyeceği belirtilmiş ve davanın reddine karar verilmesi talep edilmiştir. İdare Mahkemesi dava konusu işlemin hukuka uygun olduğu gerekçesiyle 29/6/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda, MİT Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından başvurucu ve yakın çevresi hakkında yapılan tespitlere değinilmiştir. Kararın gerekçesinde yer alan hususlar özetle şöyledir:i. Yapılan somut tespitlere göre başvurucunun MİT personelinin uymak zorunda olduğu şart ve vasıfları kaybettiği, güvenilirliğini ve Teşkilata alınma koşullarını yitirdiği ve Teşkilata intibak edemediği sonucuna varılarak tesis edilen atama işleminde kamu yararı ve hizmet gereklerine aykırılık bulunmadığı,ii. İşlemin 2937 sayılı Kanun'un maddesi gereğince tesis edilmesi nedeniyle muvafakat şartının bulunmadığı, MİT memurluklarının istisnai memurluklar kapsamında olması nedeniyle başvurucunun bulunduğu kadronun emeklilik aylığının hesabında ve diğer memurluklara naklen atanmada kazanılmış hak sayılamayacağı,iii. Başvurucunun üst derecelerde kadro dolu olduğu için beşinci derece memur kadrosuna atandığı ancak kazanılmış hak aylık derecesinin 4/2, emekli aylığına esas derecesinin ise 2/1 olarak belirlendiği, ayrıca idarenin 19/1/2017 tarihli işlemiyle başvurucunun intibakının tekrar değerlendirildiğinin anlaşıldığı,iv. Başvurucunun MİT bünyesindeki görevine atanırken KPSS (A) grubu sınav sonucunda aldığı puana göre (A) grubu kariyer mesleğe yerleştirilmediği, bu nedenle (A) grubu uzman kadrosuna atamasının yapılmasına imkân bulunmadığı, kazanılmış hak aylık derecesine ve öğrenim durumuna uygun şekilde memur kadrosuna atandığının görüldüğü ve benzer yönde Danıştay kararlarının bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucunun istinaf talebi, kararın usule ve hukuka uygun olduğu gerekçesiyle Ankara Bölge İdare Mahkemesi Dava Dairesinin 8/11/2018 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Nihai karar 4/12/2018 tarihinde başvuru tarafından öğrenilmiştir. A. Ulusal Hukuk 2937 sayılı Kanun'un "Milli İstihbarat Teşkilatının görevleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Milli İstihbarat Teşkilatının görevleri şunlardır;a) Türkiye Cumhuriyetinin ülkesi ve milleti ile bütünlüğüne, varlığına, bağımsızlığına, güvenliğine, Anayasal düzenine ve milli gücünü meydana getiren bütün unsurlarına karşı içten ve dıştan yöneltilen mevcut ve muhtemel faaliyetler hakkında milli güvenlik istihbaratını Devlet çapında oluşturmak ve bu istihbaratı Cumhurbaşkanı (…), Genelkurmay Başkanı, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri ile gerekli kuruluşlara ulaştırmak.b) Devletin milli güvenlik siyasetiyle ilgili planların hazırlanması ve yürütülmesinde; Cumhurbaşkanı (…), Genelkurmay Başkanı, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri ile ilgili bakanlıkların istihbarat istek ve ihtiyaçlarını karşılamak.c) Kamu kurum ve kuruluşlarının istihbarat faaliyetlerinin yönlendirilmesi için Cumhurbaşkanı (…) ve Milli Güvenlik Kuruluna tekliflerde bulunmak. d) Kamu kurum ve kuruluşlarının istihbarat ve istihbarata karşı koyma faaliyetlerine teknik konularda müşavirlik yapmak ve koordinasyonun sağlanmasında yardımcı olmak.e) Genelkurmay Başkanlığınca Silahlı Kuvvetler için lüzum görülecek haber ve istihbaratı, yapılacak protokole göre Genelkurmay Başkanlığına ulaştırmak.f) Milli Güvenlik Kurulunda belirlenecek diğer görevleri yapmak.g) İstihbarata karşı koymak.h) (Ek: 17/4/2014-6532/1 md.) Dış güvenlik, terörle mücadele ve millî güvenliğe ilişkin konularda Cumhurbaşkanınca (…) verilen görevleri yerine getirmek.i) (Ek: 17/4/2014-6532/1 md.) Dış istihbarat, millî savunma, terörle mücadele ve uluslararası suçlar ile siber güvenlik konularında her türlü teknik istihbarat ve insan istihbaratı usul, araç ve sistemlerini kullanmak suretiyle bilgi, belge, haber ve veri toplamak, kaydetmek, analiz etmek ve üretilen istihbaratı gerekli kuruluşlara ulaştırmak.j) (Ek: 17/4/2014-6532/1 md.) İstihbarat kapasitesini, niteliğini ve etkinliğini artırmak amacıyla çağdaş istihbarat usul ve yöntemlerini araştırmak, teknolojik gelişmeleri takip etmek ve uygun görülenleri temin etmek. (Değişik birinci cümle: 17/4/2014-6532/1 md.) Millî İstihbarat Teşkilatına bu görevler dışında görev verilemez. Milli İstihbarat Teşkilatı birimlerinin görev, yetki ve sorumlulukları Cumhurbaşkanınca onaylanacak bir yönetmelikte belirtilir." 2937 sayılı Kanun'un "Memur ve sözleşmeli personel" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"MİT kadrolarında istihdam edilen memurlar, bu Kanunda belirtilen özel hükümler dışında, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu hükümlerine tabidir." 2937 sayılı Kanun'un "Başka kuruma nakil" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"MİT fiili kadrosuna dahil personelden teşkilatın özelliği ve hizmetin gerekli kıldığı şart ve vasıflar gözönüne alınarak teşkilata intibak edemedikleri üstlerince tescil edilenler, Teşkilat Başkanının teklifi ve Cumhurbaşkanının uygun görmesi üzerine, genel hükümlere göre başka bir kurum veya kuruluşa naklen atanmak üzere Devlet Personel Başkanlığına bildirilir. Devlet Personel Başkanlığının yedi gün içinde atama teklifini yapmasını müteakip, ilgili kurum veya kuruluş tarafından on gün içinde atama işlemleri tamamlanarak ilgili personelin MİT ile ilişiği kesilir." 657 sayılı Kanun'un "İstisnai memurluklar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Milli İstihbarat Teşkilatı memurluklarına ... bu Kanunun atanma, sınavlar, kademe ilerlemesi ve dereceye yükselmesine ilişkin hüküm-leriyle bağlı olmaksızın tahsis edilmiş derece aylığı ile memur atanabilir. ..." 8/10/1998 tarihinde yürürlüğe konulan Millî İstihbarat Teşkilatı Personel Yönetmeliği'nin "Uyulması Zorunlu Teşkilat Şart ve Vasıfları" kenar başlıklı maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:"Makam, unvan ve görev süresi ne olursa olsun Teşkilat Şart ve Vasıflarına aykırılık, personel için Teşkilata intibaksızlık nedeni sayılır.Teşkilat Şart ve Vasıflarına uymayanlar hakkında 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125 nci ve/veya 2937 sayılı Kanun'un 19 uncu maddesi hükümleri uygulanır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre mesleki hayat, özel hayat kavramı dışında tutulamaz. Özel hayat unsurları gerekçe gösterilerek mesleki hayata getirilen sınırlamalar, bireyin sosyal kimliğini etkilediği ölçüde Sözleşme’nin maddesi kapsamına girebilmektedir. AİHM, bireylerin genellikle iş yaşamında dış dünyayla ilişkiler kurduğunu hatırlatarak bireyin kimliğini oluşturmasının ve sosyalleşmesinin önemli bir aracı olan dış dünyayla ilişki kurma hakkının bireyin iş çevresini de kapsadığını, bu durumun serbest meslek bağlamında özellikle geçerli olduğunu ifade etmiştir (Niemitz/Almanya, B. No: 13710/88, 16/12/1992, § 29; Campagnano/İtalya, B. No: 77955/01, 23/3/2006, § 53; Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, § 45). AİHM, kural olarak ilgili kişinin mesleki yaşantısına getirilen bir kısıtlamayı (örneğin naklen atama işlemi) Sözleşme'nin maddesinin kapsamı içinde kabul etmektedir. AİHM tarafından öncelikle mesleki hayatın kişiliğin geliştirilmesi üzerindeki etkisi tartışılarak mesleki hayata getirilen sınırlamaların bireyin yakın çevresiyle ilişkilerini geliştirmesi ve sosyal kimliğini şekillendirmesi üzerinde etki doğuracağı belirtilmiş ve bu bağlamdaki müdahalelerin madde kapsamına girebileceği değerlendirilmiştir (Sodan/Türkiye, B. No: 18650/05, 2/2/2016, § 37). AİHM, bu konudaki her somut olay değerlendirmesinde özel hayat kavramının kapsamına ilişkin açıklamalarda bulunmuş ve bu kavramın bireyin kişisel hayatını istediği gibi yaşayabileceği bir iç alan ile sınırlandırmayı ve dış dünyayı bu alandan tamamen uzak tutmayı hakkın koruma alanını aşırı şekilde sınırlayan bir yaklaşım tarzı olarak nitelendirmiştir (Fernández Martínez/İspanya [BD], B. No. 56030/07, 12/6/2014, § 109). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/208 | Başvuru, güvenilirliğini kaybettiği gerekçesiyle gerçekleştirilen naklen atama işlemi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, mahkeme kararına dayanan işçilik alacaklarının ilgili belediyeden tahsil edilememesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 18/7/2013 tarihinde Mardin Asliye Hukuk Mahkemesivasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 1/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 3/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 8/9/2015 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiş; başvurucuların vekili, Bakanlık cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde ibraz etmemiştir. A. Olaylar Başvurucular, işçi olarak çalıştıkları Mardin Belediyesi tarafından (Belediye) toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan işçilik alacaklarının eksik ödendiği iddialarıyla Mardin ve Asliye Hukuk Mahkemelerinde (iş mahkemesi sıfatıyla) tazminat davaları açmışlardır. Mahkemelerce 25/12/2012 ile 20/3/2014 tarihleri arasında verilen kararlarla davaların kabulüne ve başvuruculara tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Mardin Belediyesi, 12/11/2012 tarihli ve 6360 sayılı Kanun ile büyükşehir belediyesine dönüştürülmüştür. Başvurucular, Mahkemelerce hükmedilen tazminatların tahsili amacıyla Mardin Belediyesi aleyhine Diyarbakır ve İcra Müdürlüklerinde ilamlı icra takipleri başlatmışlar ancak kamu mallarının haczinin mümkün olmaması nedeniyle İcra Müdürlüğünce haciz işlemi gerçekleştirilememiştir. Başvurucular 18/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Belediye tarafından sunulan 25/2/2015 tarihli yazıyla Alaeddin Çokan dışındaki başvurucuların işçilik alacaklarının ödenmesi amacıyla Belediye ile başvurucular arasında uzlaşmaya varıldığı, asıl alacaklara ilişkin %70'lik oranın 3/11/2014 ile 15/11/2014 tarihleri arasında peşin olarak ödeneceği, asıl alacaklardan kalan %30'luk kısım ile asıl alacaklara işleyen faizlerin%25'inin ilk taksidinin 15/12/2014 tarihinden itibaren her ayın on beşi ve yirmi beşi arasında on iki eşit taksit hâlinde ödeneceği hususunda anlaşmanın sağlandığı, hükmedilen vekâlet ücretleri ile ilgili ise uzlaşmaya varılamadığı bildirilmiştir. Bununla birlikte Belediyenin 29/2/2015 tarihinde sunduğu yazıda ise icra takiplerinin Mardin Belediye Başkanlığı aleyhine yürütüldüğü, Mardin Büyükşehir Belediyesinden herhangi bir talepte bulunulmadığı ifade edilmiştir. Alaeddin Çokan haricindeki başvurucular;Belediye ile uzlaştıklarını, uzlaşmaya uygun olarak ödemelerinin yapıldığını ve davadan çekildiklerini Anayasa Mahkemesine sunulan 3/7/2015 tarihli yazıyla beyan etmişlerdir. Başvurucu Aleaddin Çokan ise Anayasa Mahkemesine sunulan 21/1/2016 tarihli yazısında Belediye ile uzlaştığını belirterek başvurudan feragat ettiğini bildirmiştir.B. İlgili Hukuk9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nun “Haczi caiz olmıyan mallar ve haklar” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (1) numaralı bendi şöyledir: “Aşağıdaki şeyler haczolunamaz: Devlet malları ile mahsus kanunlarında haczi caiz olmadığı gösterilen mallar,” 3/7/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun "Belediyenin yetkileri ve imtiyazları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Belediyenin proje karşılığı borçlanma yoluyla elde ettiği gelirleri, şartlı bağışlar ve kamu hizmetlerinde fiilen kullanılan malları ile belediye tarafından tahsil edilen vergi, resim ve harç gelirleri haczedilemez." 6360 sayılı Kanun’un "Büyükşehir belediyesi kurulması ve sınırlarının belirlenmesi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Aydın, Balıkesir, Denizli, Hatay, Malatya, Manisa, Kahramanmaraş, Mardin, Muğla, Ordu, Tekirdağ, Trabzon, Şanlıurfa ve Van illerinde, sınırları il mülki sınırları olmak üzere aynı adla büyükşehir belediyesi kurulmuş ve bu illerin il belediyeleri büyükşehir belediyesine dönüştürülmüştür." 6360 sayılı Kanun’un geçici maddesi şöyledir:"GEÇİCİ MADDE 1 – (1) Bu Kanundaki devir, tasfiye ve paylaştırma işlemlerini yürütmek üzere vali tarafından, bir vali yardımcısının başkanlığında, valinin uygun göreceği kurum ve kuruluş temsilcilerinin ve ilgili belediye başkanlarının katılımıyla devir, tasfiye ve paylaştırma komisyonu kurulur. Bu komisyona yardımcı olmak üzere valinin görevlendirmesi ile alt komisyonlar da kurulabilir. " | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5604 | Başvuru, mahkeme kararına dayanan işçilik alacaklarının ilgili belediyeden tahsil edilememesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2021/27785 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2021/27785 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/27785 | Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 5/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1962 doğumlu olan başvurucu, 1/1/2014 tarihinde Akdeniz İlçe Belediyesinde (Belediye) çeşitli alt işverenler nezdinde (en son Aktepe Grup İnşaat Nakliye Temizlik Gıda Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti./Şirket) temizlik işçisi olarak çalışmaya başlamıştır. Belediye, Şirkete gönderdiği 17/3/2017 tarihli yazıyla, Mersin İl Emniyet Müdürlüğünce (Emniyet) yapılan tahkikat sonucu PKK/KCK ve Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) aidiyet ya da bu örgütlerle irtibatı ve iltisakı tespit edilen başvurucu ve ilgili diğer personel hakkında 1/9/2016 tarihli ve 29818 (Mükerrer) sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname (672 sayılı KHK) kapsamında gerekenin yapılması hususunu belirtmiş; 31/3/2017 tarihinde de başvurucunun iş akdi sona erdirilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle Şirket ve Kurum aleyhine 21/4/2017 tarihinde dava açmıştır. Mersin İş Mahkemesine (Mahkeme) sunduğu dava dilekçesinde başvurucu, temizlik görevlisi olarak çalıştığı Şirkette işini aksatmadan yerine getirdiğini ve güven duygusunu sarsacak herhangi bir eylem ya da işlem yapmadığını belirterek davanın kabulü ile işe iadesini talep etmiştir. Davalı Şirket cevap dilekçesiyle usule ilişkin husumet itirazında bulunmuş; esasa ilişkin olarak ise Emniyetten gelen bilgilerde başvurucunun PKK/KCK veya FETÖ/PDY ile ilgisinin tespit edildiğini, bu kapsamda iş akdinin Belediyenin talebi üzerine feshedildiğini belirtmiştir. Davalı Belediye cevap dilekçesinde, başvurucunun adının 672 sayılı KHK kapsamında alınacak tebdirler listesinde yer alması sebebiyle Mersin Valiliği Olağanüstü Hâl (OHAL) Bürosunun talebi üzerine işten çıkarıldığını, bu kapsamda iş mahkemelerinin görevli olmadığını belirterek davanın reddini istemiştir. Mahkeme 23/10/2017 tarihli kararı ile dava konusu talep hakkında karar verilmesine yer olmadığına, inceleme yapmak ve karar vermek üzere dosyanın OHAL İnceleme Komisyonuna gönderilmesine hükmetmiş ancak başvurucunun istinaf talebi üzerine Adana Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 6/12/2017 tarihli kararı ile istinaf talebinin kabulüne, dosyanın yeniden ve esastan incelenmek üzere mahkemeye iadesine hükmetmiştir. Dosya kendisine gelen Mahkeme, Mersin ile başvurucunun nüfusa kayıtlı olduğu yer Cumhuriyet başsavcılıklarına ve Emniyete müzekkere yazarak başvurucu hakkında özellikle terör ve örgütlü suçlar ile ilgili herhangi bir soruşturma yürütülüp yürütülmediğinin bildirilmesini, bu kapsamda bir karar verilmişse ilgili kararın bir örneği ile ayrıca başvurucunun sabıka kaydının gönderilmesini talep etmiştir. Bu kapsamda Emniyetten gelen 29/8/2018 tarihli cevabi yazıda, başvurucu hakkında PKK/KCK terör örgütü üyesi olma, örgüt adına eylem ve faaliyetlerde bulunma suçlamaları ile 21/7/1980 ve 21/12/1983 tarihli tahkikat evraklarında yasal işlemler yapıldığı belirtilmiş; 21/7/1980 ve 21/12/1983 tarihli fezlekeler ile 18/7/1980 tarihli başvurucu ifade tutanağı Mahkemeye ibraz edilmiştir. Başvurucu, İfade Tutanağı'nda suçlamaların tamamını kabul etmemekle birlikte PKK adına birtakım faaliyetlere karıştığını itiraf ederek kişi, yer ve olayları tek tek anlatmış; cehaletinden istifade ederek kendisini kandırdıklarını ve pişman olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Mersin Asliye Ceza Mahkemesinden gönderilen yazıda başvurucu hakkında elektrik enerjisi hakkında hırsızlık suçundan 4/6/2007 tarihli karar ile 10 ay hapis cezası ile mahkûmiyetine ve kararın ertelenmesine hükmedildiği bilgisi iletilmiştir. Söz konusu yazı içeriğinde yer alan gerekçeli karara göre başvurucu, bu olay nedeniyle Kurumun uğradığı zararı ödeyerek etkin pişmanlık göstermiştir. Mahkeme 4/10/2018 tarihli kararı ile davanın reddine hükmetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Yapılan incelemede; davacı hakkında 'PKK terör örgütü adına silahla oto çalarak gasp etmek, banka soygunu yapmak suretiyle silahlı gasp, 6136 sayılı Kanuna muhalefet, suç delillerini saklamak ve suç işlemeye azmettirmek suçlarından 21/07/1980 tarihinde fezleke düzenlendiği, Mersin Asliye Ceza Mahkemesinin 04/06/2007 tarihli 2007 / 455 - 467 E.K. Sayılı kararıyla elektrik enerjisi hakkında hırsızlık suçundan verilen 10 ay hapis cezasının ertelenmesine karar verildiği anlaşılmıştır....Burada söz konusu olan şüphe, ceza yargılaması kapsamında, mahkumiyet kararı verilebilmesi için Kanun tarafından aranan yüklenen suçun işlendiğinin sabit olması (CMK m.223/6), tutuklama koruma tedbirine başvurulması için Kanunun bulunmasını şart koştuğu kuvvetli şüpheden (CMK m.100/1) veya kişi hakkında kamu davası açmayı haklı kılan suçun işlendiği hususunda Kanunun aradığı yeterli şüpheden (CMK m.170/2) kriterinden daha hafif bir şüphedir....Bu açıklamalar ışığında yapılan değerlendirmede, yukarıda ayrıntılı olarak yer verildiği üzere, bir kamu kurumu olan davalı işveren tarafından davacı hakkında PKK/KCK terör örgütüne iltisakı nedeniyle duyulan şüphenin somut olgularla desteklendiği, iş akdinin davacı hakkında duyulan şüphe nedeniyle feshedilmesini haklı gösterecek nedenlerin bulunduğu, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin sözleşmenin feshedildiği tarihte bulunduğu, nitekim davacının durumunun davalı Akdeniz Belediye Başkanlığınca öğrenilmesinin ardından çok kısa süre içerisinde iş akdinin feshedildiği, bu nedenlerle davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı sonucuna varılması gerektiği değerlendirilmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucu, istinaf talebinde bulunmuş; şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için buna dair kriterler getiren yerleşik içtihada göre şüpheyi doğuran olay yahut olgunun üzerine makul bir zaman sürede feshin yapılması gerektiğini, gerekçeli kararda bahsi geçen 1980 yılına ait olayların üzerinden ise yaklaşık kırk yıl geçtiğini belirtmiştir. Devletin eski hükümlü çalıştırma zorunluluğunun olduğu hatta teşvik sağlamakla yükümlü olduğu bir hukuki düzende yıllar öncesinde kalan ceza dosyaları ya da soruşturmaları kapsamında yalnızca ifadesinin alınmış, işlem yapılmış olması gibi sebeplerle işe iade davasının reddi yoluna gidilmesinin hukuki olmadığını ifade eden başvurucu; fesih işleminin iş hukuku anlamında haksız ve geçersiz olduğunu ileri sürmüştür. Adana Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 17/1/2019 tarihli kararı ile istinaf talebinin reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Somut uyuşmazlıkta ;davacı hakkında PKK terör örgütü adına silahla oto çalarak gasp etmek, banka soygunu yapmak suretiyle silahlı gasp, 6136 sayılı Kanuna muhalefet, suç delillerini saklamak ve suç işlemeye azmettirmek suçlarından 21/07/1980 tarihinde fezleke düzenlendiği, Mersin Asliye Ceza Mahkemesinin 04/06/2007 tarihli 2007 / 455 - 467 E.K. Sayılı kararıyla elektrik enerjisi hakkında hırsızlık suçundan verilen 10 ay hapis cezasının ertelenmesine karar verildiği......davacının 667 sayılı kanun 4/ Maddesinde belirtilen şekilde milli güvenliğe tehdit oluşturan oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirildiğinden, mahkemece davanın reddine karar verilmesi yerinde olup davacı tarafın tüm istinaf taleplerinin HMK nun 353/b-1 maddesi uyarınca esastan reddine karar vermek gerekmiştir." Nihai karar 8/2/2019 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:"...şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi' dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/7439 | Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutuklu kalınan dönemde maaştan yapılan kesintilerin değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1975 doğumlu olup İzmir'de ikamet etmektedir. Başvurucu, Türk Silahları Kuvvetleri (TSK) bünyesinde binbaşı olarak görev yapmakta iken askerî casusluk soruşturması kapsamında 13/5/2012 tarihinde tutuklanmış ve 27/1/2014 tarihinde tahliye edilmiştir. Yargılamayı yapan İzmir Ağır Ceza Mahkemesi 26/2/2016 tarihinde başvurucunun beraatine karar vermiş ve bu karar Yargıtay Ceza Dairesince 21/10/2016 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Başvurucunun tutuklu kaldığı dönem için maaşının 1/3'ü kesilmiştir. Beraat kararı sonrasında başvurucuya tutuklu kaldığı süreye ilişkin maaş farkları Kara Kuvvetleri Komutanlığının 7/11/2016 tarihli emri gereğince 16/11/2016 tarihinde ödenmiştir. Başvurucunun tutuklu kaldığı dönemde ödenmeyen maaş farklarının faizi ile birlikte ödenmesi talebiyle 13/3/2017 tarihinde yaptığı başvuru ise 17/3/2017 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu 27/3/2017 tarihinde, maaş kesintilerinin yapıldığı aylardan itibaren ödemenin yapıldığı tarihe kadar aylık yasal faiz uygulanması istemiyle Millî Savunma Bakanlığı (Savunma Bakanlığı) aleyhine Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde beraat kararı sonrası ödenen alacağına geç kavuştuğunu belirterek alım gücündeki azalmanın karşılanması gerektiğini ileri sürmüştür. Mahkeme 19/2/2018 tarihinde, TSK bünyesinde görev yapanların tutuklanmaları hâlinde 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesi uyarınca 2/3 oranında aylık alacaklarının düzenlendiği, 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesinin (f) bendinde beraat gibi nedenlerle tutukluluk hâllerinin sonlanması durumunda kısmi ödenen maaş tutarlarının ödeneceğinin belirtildiği ve ödenen tutara yasal faiz işletilmesini gerektiren bir düzenlemeye yer verilmediği gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Başvurucunun istinaf başvurusu Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) tarafından 21/11/2018 tarihinde başvurucunun görevden uzaklaştırıldığı sürede kesilen aylıklarının beraat kararı üzerine başvurucuya gecikmeksizin ödendiği, ödeme konusunda temerrüte düşmeyen idarece başvurucudan yapılan kesintilere yasal faiz ödenmesinin hukuken mümkün bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Nihai karar 21/1/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. A. Ulusal Hukuk 657 sayılı Kanun'un "Görevden uzaklaştırılan veya görevinden uzak kalan memurların hak ve yükümlülüğü" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Görevden uzaklaştırılan ve görevi ile ilgili olsun veya olmasın herhangi bir suçtan tutuklanan veya gözaltına alınan memurlara bu süre içinde aylıklarının üçte ikisi ödenir." 926 sayılı Kanun'un "Açığa çıkarılan, tutuklanan veya firar ve izin tecavüzünde bulunan, cezası infaz edilmekte olan subaylar hakkında yapılacak işlem" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinin ilgili kısmı şöyledir:"f) Açığa alınan ya da tutuklananlar;... (Değişik birinci cümle: 18/7/2011 – KHK-647/1 md.) Açığa alınanlara ve tutuklulara (hakim subaylar dahil), bu süreler içinde 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 141 inci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi hükmüne göre aylık ödenir. Ancak, bu gibilerden haklarında kovuşturmaya yer olmadığına, muhakemenin menine, beraate, her ne sebeple olursa olsun kamu davasının düşmesine veya ortadan kaldırılmasına karar verilenlerin ödenmeyen veya noksan ödenen her türlü özlük hakları ödenir. (Ek cümle: 18/7/2011 – KHK-647/1 md.) Türk Silâhlı Kuvvetlerinin yurtdışı kadrolarında görevliyken açığa alınan veya tutuklananlara da yurtiçinde bir kadroya atanıncaya kadar, bu alt bent uyarınca yurtdışı aylığı ödenir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Para alacaklarının değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiaları ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları için bkz. Ferda Yeşiltepe [GK], B. No: 2014/7621, 25/7/2017, §§ 25-31; ANO İnşaat ve Ticaret Ltd. Şti. [GK], B. No: 2014/2267, 21/12/2017, §§ 39-43; Vildan Utku Atalay, B. No: 2015/4812, 7/2/2019, §§ 25- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/4586 | Başvuru, tutuklu kalınan dönemde maaştan yapılan kesintilerin değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/9/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; N.Ç.ye ait taşınmazı, N.Ç.nin satış için S.E.ye verdiği vekaletnameye güvenerek zilyetlik devir senedi ile satın almıştır. Başvurucu, satın aldığı taşınmaz üzerine bina yapmıştır ve söz konusu taşınmazı yirmi yıldır kullanmaktadır. Başvurucu, taşınmazın tapuda Y.B.ye devredildiğini öğrenmesi üzerine N.Ç. ve Y.B. aleyhine 18/3/2013 tarihinde İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde; taşınmazın uzun yıllardır başvurucu tarafından kullanıldığı, vergilerinin başvurucu tarafından ödendiği ve aboneliklerinin başvurucu üzerinde olduğu belirtilmiştir. Başvurucu, taşınmazın tapusunun iptali ile kendisi adına tesciline, olmadığı takdirde taşınmazın bedeli ile üzerinde bulunan binanın keşfen belirlenecek değerine karşılık şimdilik 000 TL'nin davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme 25/12/2015 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Kararda, dava tarihinde N.Ç.nin tapuda malik olmadığı ve başvurucuya yapılan harici satışta N.Ç.nin taraf olarak bulunmadığı gerekçesiyle N.Ç.ye husumet yöneltilemeyeceği ve Y.B.nin tapu kaydına güvenerek taşınmazı iktisap ettiği belirtilmiştir. Gerekçede, başvurucunun taşınmazın satış senetleri ile satın almasının mevzuatta taşınmaz satışı için gereken şekil şartını taşımadığı vurgulanmıştır. Ayrıca başvurucunun başkasına ait taşınmaz üzerine bina yapmış olması sebebiyle bedelini istemesinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Başvurucunun temyiz istemi Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 21/11/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararda ek gerekçe olarak başvurucunun geçersiz sözleşme nedeniyle sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre sözleşmenin taraflarından talepte bulunabileceği belirtilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi Daire tarafından 3/7/2019 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucuya 28/8/2019 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu 27/9/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/33259 | Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, sağlık hizmetlerine geç ulaşılması ve sağlanan tıbbi tedavinin yetersiz olması sonucu meydana gelen ölüm nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/9/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşı olan ve Antalya’da yaşayan başvurucuların 2010 doğumlu çocukları A.İ.A. ateşinin yükselmesiyle rahatsızlanmış ve yaşadığı evde2/1/2017 tarihinde vefat etmiştir. A. Ölüm Olayı Hakkında Resen Yürütülen Ceza Soruşturmasıyla İlgili Süreç Konuyla ilgili olarak derhâl bir ceza soruşturması (Sor. No: 2017/241) başlatan Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) ölüm nedeninin tespiti için ölü muayenesi işlemi yapmıştır. İşlem sırasında başvurucu İzzettin Ahmed’in beyanı da alınmıştır. Başvurucunun verdiği ifadenin ilgili kısmı şöyledir: “... Türkiye’ye eşim, çocuklarım ile birlikte yaklaşık 1,5 yıl önce geldim. Türk Makamlarından geçici kimlik almadım. Bu nedenle geçici kimlik numaram yoktur, ölen oğlum sara hastası olduğundan günde 2 ilaç kullanır. Oğlum 3-4 gündür hasta olduğu için sara [epilepsi] ilacını veremedim. Dün ölen oğlumu gerek özel hastanelere gerek[s]e Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesine, Atatürk Hastanesine, Kır camideki Çocuk Hastanesine, Kepez’de yeni açılan hastaneye götürme[me] rağmen hasta olarak kabul edilme[di]. Eve gönderildiğinden bu gece saat 05:00 sularında evde uyurken öldüğünü fark etme[m] üzerine hemen ... polise haber ver[dim]. Çocuğumun ölümünden dolayı herhangi bir şikayetim yoktur...” Otopsi işlemi, aynı gün Cumhuriyet savcısı huzurunda Adli Tıp Kurumu (ATK) Antalya Grup Başkanlığı Morg İhtisas Dairesinde görevli iki adli tıp uzmanınca yapılmıştır.9/2/2017 tarihli otopsi raporunda ölüm nedeni konusunda ATK Adli Tıp İhtisas Kurulundan ( İhtisas Kurulu) görüş alınması gerektiği belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine ölüm nedeni hakkında rapor düzenleyen İhtisas Kurulu, ölümün epilepsi hastalığına bağlı gelişen komplikasyonlar sonucunda gerçekleştiği yönünde görüş bildirmiştir. Bu raporun ilgili kısmı şöyledir:“...SONUÇ... ...Çocuğun travmatik bir tesirle öldüğünün tıbbi delilleri bulunmadığı, Otopsisinde alınan doku örneklerinin Kimya İhtisas Dairesinde yapılan tetkikinde tespit edilen maddelerin epilepsi (sara) hastalığı tedavisinde kullanılan ilaç etken maddeleri olduğu, tedavi düzeyinde oldukları, toksik düzeyde olmadıkları, aranan toksik maddelerin bulunmadığı bildirildiğine göre; Çocuğun zehirlenerek öldüğünün tıbbi delillerinin bulunmadığı, Adli dosyada kayıtlı bilgilerde kişinin epilepsi(sara) hastası olduğu, bu nedenle tedavi gördüğünün bildirildiği, 02/01/2017 tarihinde evinde ölü olarak bulunduğu, ölü muayene ve otopsisinde ölümüne neden olabilecek travmatik değişim ve toksik madde bulunmadığı, otopsisinde iç organlarda tespit edilen makroskopik bulgular, iç organların histopatolojik tetkikinde elde edilen bulgular, otopside alınan doku örneklerinde epilepsi(sara) hastalığı tedavisinde kullanılan ilaç etken maddelerinin bulunması, cesedin bulunduğu ortam, bulunuş şekli, olay yeri inceleme bulguları birlikte değerlendirildiğinde;Çocuğun ölümünün epilepsi (sara) hastalığına bağlı gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğunun kabulü gerektiği oy birliği ile mütalaa olunur.” Müteveffanın evinde hayatını kaybetmesi nedeniyle Antalya İl Emniyet Müdürlüğü Olay Yeri İnceleme Birimi tarafından evde olay yeri incelemesi yapılmış, olay yerinin basit krokisi çizilmiştir. Başvurucu İzzeddin Ahmed tercüman huzurunda verdiği 2/1/2017 tarihli kolluk ifadesinde 1/1/2017 tarihinde saat 00 sıralarında oğlunu Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Araştırma Hastanesi), Kepez Devlet Hastanesine (Kepez Hastanesi), Atatürk Devlet Hastanesine (Devlet Hastanesi), Perge Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesine (Perge Hastanesi) yüksek ateş nedeniyle götürdüğünü ancak kimlikleri olmadığından hastanelerin oğluna sağlık hizmeti sunmadığını, eve dönüp gece 00 sıralarında çocuğunu uyuttuğunu, sabah 00 civarında uyandığında oğlunun hayatını kaybettiğini anladığını bildirerek tedavi sunmayı reddeden kurumlardan şikâyetçi olduğunu beyan etmiştir. Başvurucu İzzeddin Ahmed tercüman huzurunda verdiği 4/1/2017 tarihli kolluk ifadesinde ise rahatsızlanması üzerine oğlunu 1/1/2017 tarihinde dört ayrı hastaneye götürdüğünü, sorumlulardan şikâyetçi olduğunu, ilk gittiği Kepez Hastanesinin Acil Servisinin kapalı olduğunu, hizmet vermediğini, sonrasında gittiği Devlet Hastanesinin Acil Servisinde çocuk doktoru bulunmadığı için çocuğunu muayene ettiremediğini, bahsettiği son iki Hastaneden şikâyetçi olmadığını, Araştırma Hastanesi ile Perge Hastanesinin yetkililerinden şikâyetçi olduğunu söylemiştir. Muratpaşa İlçe Emniyet Müdürlüğü (İlçe Emniyet Müdürlüğü) 3/1/2017 tarihli yazılarıyla Araştırma Hastanesinden, Perge Hastanesinden, Devlet Hastanesinden ve Kepez Hastanesinden olay gününe ait kamera görüntülerinin tespit edilerek görüntü içeriklerinde müşteki tarafından tespit edilen ve muayene işlemi yaptırmayan personelin kimlik bilgilerinin bildirilmesini talep etmiştir. Devlet Hastanesi kamera kaydını, ilgili personel listesini ve acil servis hasta kabul formunu İlçe Emniyet Müdürlüğüne göndermiştir (Perge Hastanesi bu Hastaneye bağlı olduğundan hasta kabul formunun Devlet Hastanesi tarafından gönderildiği değerlendirilmiştir.). Sözü edilen forma göre;- Y.E. isimli hasta 1/1/2017 tarihinde muayene edilmiştir.- Hastanın şikâyeti forma “Hastanın ateşi varmış, öksürük yok, kusma yok, travma öyküsü yok, ilaç alımı yok.” şeklinde yazılmıştır. - Muayene bulguları ile tanı ve öneriler formda “Bilinç açık, pupiller doğal, nörolojik defisit yok, farenks hiperemik, tonsiller hiperemik, ense sertliği yok, solunum sesleri normal, batın doğal, defans reboun yok, ateş: 1”,“farenjit”, “Poliklinik kontrolü önerildi.” olarak ifade edilmiştir. Araştırma Hastanesi, Devlet Hastanesi ve Perge Hastanesine ait kamera kayıtları İlçe Emniyet Müdürlüğü tarafından incelenmiş ve yapılan incelemenin sonucu tutanağa bağlanmıştır. - Araştırma Hastanesinden temin edilen 1 No.lu CD’deki kayıtlı görüntülere göre başvurucu İzzeddin Ahmed, hastaneye olay günü saat 05 sıralarında kucağında bir çocukla ve iki yetişkinle gelmiştir. Acil Servisten giriş yapan başvurucu ve yanındakiler halkla ilişkiler-karşılama-yönlendirme bankosundaki kadın görevli ile görüşmüştür. Başvurucu, kucağında çocukla koridorda beklemiştir. Bu sırada çocuk, ayakta durmakta zorlanmaktadır ve başını başvurucunun omzuna yaslamıştır. Başvurucu saat 22’de çocuğuyla birlikte Acil Servise girmiştir. Başvurucu ve yanındakiler saat 28’de geri gelip kadın görevliye müracaat etmeleri sonrasında hasta değerlendirme (triaj) odasına girmiştir. Buradan saat 30’da bir görevli ile çıkan başvurucu ve yanındakiler, halkla ilişkiler bankosuna gelmiştir. Burada erkek görevli ile konuşmuşlardır. Sonrasında aynı yere gelen ikinci erkek görevliye verdikleri kimlik benzeri bir belgeye bakarak konuşmuşlar, saat 34’te de Acil Servisin içine girmişlerdir. Görüntüye tekrar girmemişlerdir. Araştırma Hastanesinden temin edilen 3 No.lu CD’de kayıtlı görüntülere göre başvurucu, çocuğu ve yanındaki iki kişiyle birlikte hastaneye 06’da giriş yapmıştır. 2 No.lu CD’de kayıtlı görüntüler, 1 No.lu CD’de kayıtlı görüntülerin başka bir açıdan çekilmiş hâlidir ancak kayıtlardaki saatler birbiriyle örtüşmemektedir. - Devlet Hastanesinden elde edilen görüntülere göre başvurucu, saat 40 sıralarında kucağındaki bir çocuk ve yanındaki iki kişiyle birlikte hastaneye gelmiştir. Kişiler görevlilerle görüşme yaptıktan sonra dışarı çıkmıştır. - Perge Hastanesinden temin edilen kamera görüntülerine göre başvurucu, saat 58 sıralarında kucağında bir çocuk ve yanında iki kişiyle hastaneye gelmiştir. Hasta giriş kaydı yapan görevlinin yanına gitmelerinin ardından çocuk ile birlikte bir odaya girmiş, bir dakika sonra odadan çıkıp saat 05 sıralarında bekleme salonuna geçmiş, çocuğu buradaki banka yatırmışlardır. Başvurucu ve yanındakiler saat 31 sıralarında çocukla beraber poliklinik tarafına gitmiş, saat 33’te bir odaya girip saat 35’te odadan çıkmış ve saat 36’da hastaneden ayrılmıştır. Araştırma Hastanesinde görevli koruma ve güvenlik müdürü, güvenlik amiri ve güvenlik görevlisi tarafından düzenlendiği anlaşılan 3/1/2017 tarihli tutanağa göre Araştırma Hastanesinin saat 00-00 vardiyasında kamera kayıtlarında bir yanlışlık olduğu fark edilmiştir. Geriye dönük olarak yapılan incelemede kamera görüntüsünü kaydeden cihazın 30/12/2016 günü saat 30 sıralarında kayıt yapmaya başladığı ancak dört saatlik görüntüyü kaydetmediği, böylece kamera kayıtlarında dört saatlik bir kaymanın oluştuğu tespit edilmiştir. Anılan tutanağa ve Araştırma Hastanesinden temin edilen 2 ve 3 No.lu CD’lerdeki görüntülere bakılırsa başvurucu ile yakındakiler Araştırma Hastanesine 1 no.lu CD’deki görüntülerde belirtilen saatten dört saat sonra gitmiştir. Perge Hastanesinde memur olarak görev yapan S.B.K. 5/1/2017 tarihinde kolluk görevlilerince alınan ifadesinde 1/1/2017 günü saat 58 sıralarında bir kişinin yedi yaşlarında hasta olduğunu beyan ettiği bir çocukla gelip Suriye uyruklu Y.E.ye ait geçici koruma belgesi verdiğini, kendisinin de giriş kayıt işlemlerini yaptığını, sonrasında hastayı nöbetçi doktora yönlendirdiğini beyan etmiştir. Perge Hastanesinde görev yapan ve çocuğu muayene eden Dr. O.Ç.nin 5/1/2017 tarihinde bilgi sahibi sıfatıyla verdiği kolluk ifadesi şöyledir: “...1/1/2017 tarihinde çocuk hastanesinde nöbetçi iken saat 30 sıralarında acil servis bölümüne Suriyeli bir çocuğu ... getirdiler... şahsa çocuğun ne şikayeti var diye sorduğumda beni anlamadı, yanındaki şahıs ben tercüme yapacağım tarzında bir yaklaşım sergileyince ben çocuğun muayenesine başlayarak çocuğun şikayetinin ne olduğunu sordum. Bana ateşi olduğunu ifade ettiler, bunun üzerine kusması, ishali, öksürüğü yada ek bir şikayetinin olup olmadığını sordum. Sadece ateş şikayetinin olduğunu söylediler, bunun üzerine ateşini ölçtüm, ateşi 1 derece çıktı ... bilinci açıktı, ense sertliği yoktu, gözlerine baktım ışık refleksi vardı, solunum sesleri doğaldı, batın ve karın muayenesi doğaldı, sadece hastanın boğazında tonsiller ve farekns bölgesi hiperemikti, bu bulgular doğrultusunda hastaya faranjit tanısı koyup ateş düşürücü bir ilaç önerdim ateş için de önerilerde bulundum ... yakınlarına da mutlaka pazartesi günü çocuk polikliniğine başvurmasını kendilerine söyledim...” Araştırma Hastanesinde Arapça tercüman olarak çalışan A.nın 6/1/2017 tarihinde kolluk görevlilerine şüpheli sıfatıyla verdiği ifadesi şöyledir: “... Ben [Araştırma Hastanesi] Uluslar Arası Hasta Biriminde Arapça Rehberi olarak çalışmaktayım. 2017 günü saat: 16:00 ile saat: 24:00 vardiyasında çalışmaya başladım. 2017 günü saat: 18:00 ile 18:30 arası ... Acil Servis Danışmanın önünde suriye uyruklu kucağında bir çocuk olan şahıs vardı danışmada bulunan arkadaşlar anlaşamadıkları için yardım istediler ve bana çocuğu hasta değerlendirmeye gösterdiklerini çocuk bölümü sarı alana yönlendirdiklerini söylediler ben olaydan dolayı adını öğrendiğim İzzettin Ahmed isimli şahsın yanına gittiğimde elinde bulunan kendisine verilen değerlendirme kağıdını gördüm ve kendisine vermiş olduğu kimlik (Yabancı Tanıtma Belgesinin) kucağındaki çocuğa ait olmadığını bu nedenle çocuğun kendi kimliğini vermesini istedim ve dürüst olmasını söyledim ancak şahıs çocuğun kimliğinin olmadığını söyledi bende bu kez sizin üzerinizden kayıt açalım diyerek kendi kimliğini istedim ama babasının da kimliği yoktu sonra annesinin kimliğini istedim onunda kimliğinin olmadığını söyledi bunun üzerine suriye kimliği veya pasaportunu istedim ancak bu belgelerinde olmadığını söylediler. Bana ısrarla ellerinde bulunan başkasına ait kimliği uzatarak bu kimlikle işlem yapın dediler ben de burada çalışıyorum gerekli olan prosedürün dışına çıkamam ve başkasına ait kimliği kullanarak size işlem yaptıramam sorumluluğu alamam çünkü çocuğunuza bir şey olsa sorumlusu ben olurum diyerek ... bana çocuğa babaya, anneye ait bir kimlik belgesi verin kayıt yaptıralım dedim ancak şahıs vermiş olduğu başkasına ait kimlik ile işlem yapılmayacağını anlayınca ... kimliği alarak hastaneden ayrıldı. Ben şahsa sana kayıt açmayız demedim sadece kendisinden kimlik istedim. Ben şahsa senin kimliğin yok tedavi olamazsın demedim... Benim görevim tercümanlık yaparak hastaları yönlendirmektir benim kayıt açtırma gibi yetkim yoktur...” İlçe Emniyet Müdürlüğü 5/1/2017 tarihli yazıyla Antalya Göç İdaresi Müdürlüğüne başvurucunun başkasına ait kimlik belgesiyle çocuğunun muayenesini yaptırdığının tespit edilmesi üzerine başvurucu hakkında başkasına ait kimlik bilgilerinin kullanılması suçundan tahkikata başlandığını, başvurucunun ifadesinde Türkiye’ye ailece kaçak girdikleri ve adına Türkiye’de herhangi bir resmî işlem yapılmadığı yönünde beyanda bulunduğunu bildirmiştir. Kepez Hastanesi Başhekimi, İlçe Emniyet Müdürlüğüne gönderdiği4/1/2017 tarihli yazıyla hastanenin henüz resmî açılışının yapılmadığını, olay tarihinde Acil Servisin hizmete açık olmadığını, dış kapıyı gören güvenlik kamerasının bulunmadığını bildirmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 14/6/2017 tarihinde şüpheli ölüm olayı hakkında “...[başvurucunun] oğlunun sara hastası olduğunu, olay nedeniyle şikayetinin bulunmadığını beyan ettiği, maktulün ölüm nedeninin tespit edilmesi için ... Adli Tıp İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen kararda, maktulün ölümünün kendisinde bulunan ’epilepsi’ hastalığına bağlı gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğunun tespit edildiği, maktulün ölüm olayında kimseye atfedilecek kast ve kusurun bulunmadığı” gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar (kovuşturmasızlık kararı) vermiştir. Kovuşturmasızlık kararının başvurucuya hangi tarihte tebliğ edildiği tespit edilememiş, başvurucunun karara itiraz ettiğine dair bir belgeye rastlanmamıştır.B. Bazı Baroların Ölüm Olayı Nedeniyle Yaptıkları Suç Duyuruları Üzerine Yürütülen Ceza Soruşturmasıyla İlgili Süreç Olayla ilgili olarak Şanlıurfa Barosu, yüksek ateş şikâyeti ile hastanelere başvuran başvurucunun çocuğuna acil tıbbi yardım hizmeti sunmayan dört hastanenin personeli hakkında olası kasıtla öldürme suçundan kamu davası açılması gerektiği iddiasıyla Cumhuriyet Başsavcılığına 5/1/2017 tarihinde suç duyurusunda bulunmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı konuyla ilgili yeni bir soruşturma (Sor. No: 2017/1318) başlatmıştır. Antalya ve Kırıkkale Barolarının aynı yöndeki suç duyuruları üzerine başlatılan soruşturmalar da 2017/1318 numaralı soruşturmayla birleştirilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı Antalya Valiliğinden (Valilik) Araştırma Hastanesi, Devlet Hastanesi, Perge Hastanesi ve Kepez Hastanesi görevlileri hakkında görevi kötüye kullanma suçu yönünden soruşturma izni talep etmiştir. Soruşturma izni talebinde “Oğlu [A.İ.Ayı] tedavi için akşam saatlerinde [Araştırma Hastanesine] götürdüğünü acil serviste çocuğun nüfus cüzdanı isteyen görevliye Suriyeli olduğunu, nüfus cüzdanı olmadığını söyleyince geri çevrildiğini, bunun üzerine çocuğun [Kepez Hastanesine] götürdüğünü, buradan da aynı gerekçeyle geri çevrildiği, ardından Güllük Caddesinde bulunan [Devlet Hastanesine] götürüldüğü ancak buradan da aynı sebeple geri çevrildiği, son olarak [Perge Hastanesine] götürüldüğü, çocuğun aynı gerekçeyle hastaneye alınmadığından eve götürmek zorunda kaldığı, eve gittikten sonra ... çocuğun öldüğünün tespit edildiği, bu şekilde yaşı küçük olan çocuğu durumunun acil olmasına rağmen kimliği olmaması gerekçe gösterilerek hastaneye almayan tüm görevlilerin görevlerini kötüye kullandıkları iddiası nedeniyle şikayetçi ol[duğu]...” hususlarına yer verilmiştir. Yukarıda belirtilen soruşturma işlemlerini (bkz. §§ 12-20) içeren evrakın kolluk fezlekesi ekinde Cumhuriyet Başsavcılığı Memur Suçları Bürosuna iletilmesi sonrasında konuyla ilgili yeni bir soruşturma başlatılmış ve bu soruşturma kapsamında Valilikten A. hakkında görevi kötüye kullanma suçundan soruşturma izni talep edilmiştir. Sonrasında bu soruşturma da Cumhuriyet Başsavcılığının 2017/1318 numaralı soruşturmasıyla birleştirilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı ayrıca 2017/241 numaralı soruşturma dosyasının bir örneğini soruşturma evrakı arasına almıştır. Antalya İl Sağlık Müdürlüğünce yürütülen ön incelemede Dr. O.Ç.nin beyanı alınmıştır. Bu beyanın ilgili kısmı şöyledir: “...[Y]etişkin erkeklerden diğeri babasını Türkçe bilmediğini ve kendisinin tercüme yapacağını söyledi. - Çocuğun şikayetinin ne olduğunu sordum. - Şahıs ateşinin olduğunu söyledi. - Başka bir şikayeti olup olmadığını sordum. - Şahıs olmadığını söyledi. - Bunun üzerine; kusma, öksürük, ishali olup olmadığını sordum. - Şahıs sadece ateşinin olduğunu tekrarladı.Görüntü itibariyle genel durumu iyi, bilinci açık görünen çocuğun ateşini 1 olarak ölçtüm.- Şahsa... düşme, çarpma olup olmadığını; herhangi bir ilaç alıp almadığını sordum.- Şahıs sadece atesi var. Başka bir şeyi yok deyince ikinci kez ateşini ölçtüm yine 1 derece çıktı. -Bunun üzerine çocuğun ağzını açmasını söyledim,... bende boğaz muayenesini yaptım; farenks ve tonsiller hiperemikti. Hastanın kafasını ileri geri hareket ettirerek ense sertliği olmadığını gördüm. Çocuğun... sırtını açtılar. Çocuğun derin derin nefes alıp vermesini söyledim. ... Bende bu arada solunum seslerini dinledim. Solunum sesleri doğaldı.Sonra ... karnını açmasını ifade ettim... kalbini dinledim. Ritmik ve düzenliydi. Batın rahat, defans, hassasiyet ve rebound yoktu. ...Üst Solunum Yolu Enfeksiyonu (Faranjit) tanısı koyarak ateş düşürücü bir ilaç yazarak reçetemi düzenledim. Sabah Polikliniğe gelmelerini ve önerilerde bulunarak muayeneyi tamamladım. Hasta koopere idi, çevirmen aracılığı ile söylenilen tüm uyarıları algılayabiliyordu...” A. ön inceleme kapsamında ifade vermiştir. A.nın verdiği bu ifade daha önceki ifadesiyle benzerdir. Valilik 20/4/2017 tarihinde, A. ile O.Ç. Hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: “... [Araştırma Hastanesi] kamera kayıtları ve konuyla ilgili alınan ifadelerden; hastanın babası ile birlikte saat 10 da hastanenin acil servisine geldiği, yaklaşık 17 dk. babanın kucağında, şuuru açık ancak bitkin bir vaziyette halkla ilişkiler bankosunun önünde hiçbir bilgi veya muayene talebi olmadan beklediği, daha sonra babanın kucağında acil servisin önüne doğru çıkıldığı, 2 dk kadar sonra iki erişkin erkek ile birlikte tekrar içeri geldikleri, halkla ilişkiler bankosuna yaklaştıkları ve muayene talebinde bulundukları, deskteki görevli ile birlikte triaj odasına saat 27’de geçildiği, çocuğun ‘sarı alan’ olarak değerlendirildiği ve yaklaşık 2 dk içerisinde triaj işlemi bitirilerek dışarıya çıktıkları, hasta ve yakınlarının kayıt işlemleri için deske yanaştıklarında çocuğa ait kimlik yerine yaşça daha büyük bir başka çocuğun kimliğinin ibraz edildiği, o sırada hastanenin arapça tercümanlık işlemlerini yapan Sağlık Turizmi Temsilcisi [A.] ile ailenin görüştürüldüğü, adı geçen tarafından aile ile yapılan görüşmede, ailenin önce ibraz edilen kimliğin hasta çocuğa ait olduğunu iddia ettiği ancak daha sonra başka bir çocuğa ait olduğunu kabul ettiği, hasta sarı alan olarak değerlendirildiği için kimlik tespiti konusuna önem verildiği, kırmızı alan olarak triajı yapılan hastalarda kimlik ile ilgilenilmeden direkt muayene ve tedaviye başlandığı, çocuğun kendisine veya anne ya da babaya ait bir kimlikle de işlem yapılabileceği söylenmesine rağmen, bir ibrazda bulunulmadan aile tarafından hastanenin terk edildiğinin tespit edildiği, [Devlet Hastanesi] kamera kayıtları, konuyla ilgili başhekimlikten alınan bilgiler ve ifadelerden; hasta... saat 41’de hastane acil servisine geldikleri, kayıt bankosu ile görüşerek yaklaşık 30 sn içerisinde hastaneden ayrıldıkları, hastane başhekimliğinden alınan bilgiye göre hastanın, kırmızı alan olmaması ve acil serviste çocuk hastalıkları uzmanı olmaması sebebi ile [Devlet Hastanesine] bağlı [Perge Hastanesine] yönlendirildiğinin anlaşıldığı, [Perge Hastanesine] ait kamera görüntüleri ve yine başhekimlikten alınan bilgi ve belgelerden; çocuğun babayla birlikte saat 58’de hasta kayıt bölümüne ulaştığı ve saat 01’de kayıt işlemi yapılarak, acil servis içerisine yönlendirildiği, babayla birlikte lobide bekledikleri, bu sırada çocuğun bitkin olduğu ve baba tarafından ikili koltuğa yatırıldığı, 31’de muayeneye alındıkları, 34’de de hastane acil servisini terk ettiklerinin görüldüğü, hastanenin hasta çocuğa ait kayıtları incelendiğinde, 10/10/2007 doğumlu [Y.E.] adlı erkek çocuğun kaydının çıktığı, hastayı Dr. [O.Ç.nin] muayene ettiği, ateşinin 37,1 derece, öksürük yok, ishal yok, kusma yok, travma öküsü yok ...fareks hiperemik, tonsiller hiperemik, ense sertliği yok, solunum sesleri normal, batın doğal, defans yok, rebound yok olarak kaydedildiği ve teşhis olarak Farenjit ve poliklinik kontrolü tavsiye edildiği..., hastanın [Araştırma Hastanesi] Acil Servisine başvurmasıyla, [Perge Hastanesine] muayene olması arasında yaklaşık 1,5 (bir buçuk) saat olduğu,... soyadı benzerliği olmakla birlikte kimlik bilgileri farklı olan çocuğun, hastanın akrabası olduğu ve onun kimliğiyle muayene edildiğinin düşünüldüğü,Konuyla ilgili bilgi almak üzere çocuğun babasına telefon açılarak Tercüman [A.] vasıtasıyla konuşulmak istendiği ancak kendisinin konuşmak istemediği, gazete haberlerinde adı geçen hastane olan [Kepez Hastanesi] Acil Servisinin halen faaliyette olmadığı ve hasta kabulü yapmadığı, dolayısıyla ailenin oraya gidip gitmediği bilgisinin alınamadığı,...Sonuç olarak, alınan ifadeler, görüntü kayıtları, otopsi raporu ve hastane evrakları birlikte değerlendirildiğinde; ilk olarak başvurdukları hastane olan [Araştırma Hastanesinde] saat 27’de triaj odasına girildiği ve çocuğun sarı alan olarak değerlendirildiği, iddia edildiği gibi hastanın kabul edilmemesinin söz konusu olmadığı, sarı alan hastası olarak değerlendirildiğinden kimlik tespiti konusuna önem verildiği,[Kepez Hastanesi] Acil Servisinin o tarihte hizmette olmadığı,[Devlet Hastanesi] Acil Servisinde çocuk hastalara hastaneye bağlı birim olan [Perge Hastanesi] Acil Servisinde bakıldığı bilgisinin hasta yakınlarına verildiği, hastanın tedavisinin reddedilmediği, [Perge Hastanesi] Acil Servisinde de başkasının kimliğiyle de olsa hastaların muayene edildiği, farenjit teşhisi konulduğu ve tavsiyelerde bulunulduğu anlaşıldığından; [Araştırma Hastanesi] Sağlık Turizmi Temsilcisi Arapça Tercüman [A.] ve [Perge Hastanesinde] görevli Dr. [O.Ç.] hakkında, 4483 sayılı Kanunun maddesi uyarınca soruşturma izni verilmemesine... [karar verildi.]” Şanlıurfa Barosu ve Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma izni verilmemesi kararına itiraz etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı itirazında olayın soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte olduğunu belirtmiştir. Konya Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 12/9/2017 tarihinde itirazın kabulüne karar vererek tercüman ve doktor hakkındaki soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararı kaldırmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı, A.İ.A.nın ölümü ile A.İ.A.ya sağlık hizmeti sunmayı reddettikleri iddia edilen kamu görevlilerinin eylemleri arasında illiyet bağı bulunup bulunmadığı, ölümün A. ve O.Ç.nin çocuğun tedavisini yapmamalarından ya da tedavinin gecikmesine sebebiyet vermelerinden dolayı epilepsi hastalığının tedavisine geç kalınmasından ileri gelip gelmediği konusunda ATK’dan rapor düzenlemesini talep etmiştir. ATK Adli Tıp İhtisas Kurulunca ( İhtisas Kurulu) düzenlenen 29/8/2018 tarihli raporda çocuğun ölümünün epilepsi hastalığına bağlı komplikasyonlar sonucu gerçekleştiği, çocuğun muayenesinin yapıldığı, şikâyet ve muayene bulgularına uygun teşhis konularak gerekli tedavinin sağlandığı ve tüm işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu belirtilmiştir. Raporun ilgili kısmı şöyledir:“...SONUÇ... Adli dosyada kayıtlı bilgilerde çocuğun epilepsi(sara) hastası olduğu, bu nedenle tedavi gördüğünün bildirildiği, 02/01/2017 tarihinde evinde ölü olarak bulunduğu, ölü muayene ve otopsisinde ölümüne neden olabilecek travmatik değişim ve toksik madde bulunmadığı, otopsisinde iç organlarda tespit edilen makroskopik bulgular, iç organların histopatolojik tetkikinde elde edilen bulgular, otopside alınan doku örneklerinde epilepsi (sara) hastalığı tedavisinde kullanılan ilaç etken maddelerinin bulunması, cesedin bulunduğu ortam, bulunuş şekli, olay yeri inceleme bulguları birlikte değerlendirildiğinde; Çocuğun ölümünün epilepsi (sara) hastalığına bağlı gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğunun kabulü gerektiği, Adli dosyada kayıtlı bilgilerde çocuğun 01/01/2017 tarihinde rahatsızlandığı, hastaneye götürüldüğü, kimliği olmadığı için kayıt yapılamadığı, [Perge Hastanesinde] [Y.E.] adında ... acil serviste muayene yapıldığı, ateşi şikayeti olduğu, öksürük, ishal ve kusma olmadığı, titreme öyküsü olmadığı, ilaç alımı olmadığı, bilinç açık, pupiller doğal, nörolojik defisit olmadığı, farenks hiperemik, tonsiller hiperemik, ense sertliği olmadığı, solunum sesleri normal, batın doğal, defans rebound olmadığı, ateş: 1 olarak tespit edildiği, farenjit teşhisiyle medikal tedavi uygulanıp poliklinik kontrolü önerildiği, savcılığınızca çocuğun [Perge Hastanesinde] [Y.E.] adında muayene edildiğinin kabulü halinde; çocuğun muayenesinin yapıldığı, şikayet ve muayene bulgularına göre uygun teşhis konularak gerekli tedavisinin yapıldığı, yapılan tüm işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu, Sağlık personeli olmayan kişilerin kusur durumunun değerlendirilmesinin Kurulumuzun görev alanına girmediği... [sonucuna varılmıştır.]” Cumhuriyet Başsavcılığı 25/4/2018 tarihli yazıyla, çocuğun tedavi için götürüldüğü tüm sağlık kuruluşlarının tespitini, çocukla ilgili tüm tıbbi belgelerin teminini, çocuğa tedavi sunmayı reddeden sağlık görevlilerinin ve başhekimin ifadelerinin alınmasını Antalya İl Emniyet Müdürlüğünden talep etmiştir. Antalya İl Emniyet Müdürlüğünce görevi kötüye kullanma suçundan hazırlanan tahkikat evrakı 26/6/2018 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına iletilmiştir. Tahkikat evrakına göre olay tarihinde Araştırma Hastanesinde başhekim olarak görev yapan H.Y.Y.nin, triaj bölümünde hemşire olarak görev yapan T.Ş.nin, hasta kabul bölümünde görev yapan Z.B.A.nın, halkla ilişkiler bölümünde görev yapan Ö.K.nın ve A.nın şüpheli sıfatıyla ifadeleri alınmıştır.i. H.Y.Y.nin ifadesinin ilgili kısmı şöyledir: “...[Olay] sonrası inceleme ve soruşturma talimatı verdim. Yapılan inceleme ve soruşturma sonucunda olay ile ilgili edindiğim bilgi şu şekildedir, hastanın Hastane Acil Servisine gelişi sonrası normal acil başvuru süreci seyrinde hastanın başvurusu alınmıştır. Triyaj işleminin yapılıp geri kalan işlemlerin yapılabilmesi için kimlik ibrazı gerekmektedir şahsın yakınlarının bu süreçte farklı bir kimlik verildiği tespit edilmiştir. Hastanın kendi kimliğinin yada anne ve babasının kimlik ibrazı durumunda tedavinin devam ettirilebileceği söylenilmiştir. Konuyu anlayan ve doğru kimlik getireceklerini söyleyen hasta ve yakınları daha sonra hastaneden ayrılarak bir daha başvuru yapmaya gelmemişlerdir ... mevzuat çerçevesinde ve yasal hükümlülükler gereğince acil başvuru iş ve işleyişine uygun şekilde görevlerini yerine getirdikleri görülmüştür[tür]...”ii. T.Ş.nin ifadesinin ilgili kısmı şöyledir: “...Tiraj bölümünde yaklaşık 4 yıldır çalışmaktayım ... gelen acil hastaları ön değerlendirme yaptıktan sonra gerekli görülen bölüme yönlendirme işi yaparım. Gelen hastaların ilk olarak ateş, tansiyon vs gibi işlemlerini yaptıktan sonra ilgili alana yönlendiririz. Benim çalışmış olduğum alan yoğun ve kalabalık bir bölüm olmasından dolayı her gelen hastayı tam olarak hatırlamamaktayım. Ancak bahse konu olayın haberlere yansımasından dolayı olaydan bir iki gün sonra hastane kameralarından izlediğim kadarıyla şahsa gerekli müdahaleyi yaptığımı gördüm. Bu olayda eski tarihli olmasından dolayı bahse konu Suriyeli şahsı şuan için hatırlamıyorum, çalışmış olduğum bölüm bazen günde 2000 - 3000 kişinin geldiği bir bölümdür. Bahse konu Suriyeli vatandaş bulunduğum hastaneye geldiğinde ilk olarak ateşini ölçtükten sonra gerekli bölüme yönlendirdim. Ben gelen hastaların hepsine bu yönlendirme işini yaparım. Benim şahısların eline şu alana git kayıt yaptır diye verdiğim kağıt ile birlikte şahıslar hasta kayıt bölümüne giderek önce kayıt yaptırır sonra ilgili bölüme giderler... Şahıs daha sonra neden gerekli bölümde incelenip tedavi görmediği hakkında bilgim yoktur...”iii. Z.B.A.nın ifadesinin ilgili kısmı şöyledir: “...[Araştırma Hastanesi] Acil Hasta Kabul bölümünde yaklaşık 30 yıldır memur olarak ve ayrıca hasta kabul sorumlusu olarak görev yapmaktayım. Hastanemizin acil bölümüne müracaat eden hastalar öncelikle tiriaj (değerlendirme) bölümünden geçer ve bu bölümde hastanın hangi alanda muayene olacağı belirlenir bu alanlar kırmızı sarı yeşil ve cerrahi olarak ayrılır, hasta eğer acil ise kayıt işine bakılmaksızın hemşire çocuğu alarak gerekli bölüme götürür ve tedavisini başlatır. Kayıt işlemi daha sonra yapılır. Aciliyet gerektirmiyor ise değerlendirme kağıdı eline verilerek halkla ilişkiler ve hasta kayıt bölümüne yönlendirilir, bizim hastanedeki işleyişimiz bu şekilde olmaktadır. Ben hastanede hafta içi mesai saatleri arasında bulunup hafta sonu çalışmamaktayım ... bahsetmiş olduğunuz suriyeli vatandaşı hiç görmedim, ancak hastanemize gelen vatandaşlara yukarıda anlattığım şekilde işlem yapılmaktadır...”iv. Ö.K.nın ifadesinin ilgili kısmı şöyledir: “...[B]en [Araştırma Hastanesinde] yaklaşık olarak 2 yıldır Halkla ilişkiler bölümünde çalışmaktayım. Ben hastanemize gelen vatandaşları gerekli olan bölümlere bana danışmaları üzerine yönlendirme işlemi yapmaktayım. Bahse konu olay zamanında da hastanede çalışmaktaydım. ... 2017 yılının başlarında akşam saatleri sırasında hastanemizin acil bölümüne gelen Suriyeli bir çocuk ve ailesi bulunuyordu. Ben içlerinden birine kimlik fotokopisi çekmesini söyledim, ve hasta ile birlikte triaj (değerlendirme) bölümüne götürdüm. Orada bulunan hemşire hanım değerlendirmesini yaparak hastayı sarı bölüme gitmesi yönünde uyardı ve durumu normal dedi. Ben hasta ve ailesi ile birlikte formu doldurmak amacıyla halkla ilişkiler masasının köşesine kadar geldim orada şahıs bana hastanın kimliğini uzattı ben kimlikteki resme baktığımda farklı bir şahsın kimliği olduğunu gördüm tam bu esnada acil kısmından arapça tercümanlık yapan [A.] geldi, bende [A.ya] bu kimlik başkasının sanırım bende arapça bilmiyorum sen bi söylermisin dedim, [A.] kimliğe bakarak bu kimlik başkasına ait dur sorayım demesi üzerine şahıslar ile yabancı dilde konuşmaya başladı ve şahıslar oradan ayrıldılar. Daha sonra [A.] bana dönerek bu kimlik başkasınınmış akrabasının oğlunun olduğunu söyledi, ben bu kimlikle işlem yaptırsam ve başına bir iş gelse sorumluluğu alamam diyerek şahısları yolladığını söyledi. Daha sonra şahıslara ne olduğunu bilmiyorum...”v. A.nın ifadesinin ilgili kısmı şöyledir: “... Ben [Araştırma Hastanesi] uluslararası hasta biriminde arapça rehberi olarak çalışmaktaydım. 2017 yılı aralık ayında bu işten ayrıldım. Bana bahsetmiş olduğunuz olayı hatırlıyorum... 2017 günü saat 00 ile 30 saatleri arası hastane önünde mola dönüşü acil kapısından hastanenin içerisine girdim ve vezne tarafına giderken acil servis danışmanı önünde suriye uyruklu kucağında bir çocuk bulunan şahıs vardı. Danışmada bulunan görevli arkadaş şahısla anlaşamadıklarından dolayı yabancı dilden destek istediklerini bana söylediler, bende arapça bilmemden dolayı şahıslar ile konuşup çevirme yaptım. Şahıslar bana çocuğun ben gelmeden önce hasta değerlendirme kısmına gittiklerini söylediler. Bende ellerinde bulunan değerlendirme kağıdını alarak onlara yardımcı olmak istediğim sırada çocuk şahsın kimliğini bana uzattılar ben bu kimliğe baktığımda hasta olan çocuğa benzemediğini ve başkasına ait kimlik olduğunu anladım. Bu kimliğin başkasına ait olduğunu danışman arkadaşa da söyledim. Yabancı şahıslar bana çocuğun kimliğinin olmadığını ısrarla söyleyerek o kimlikle giriş yapmamız gerektiğini söylemeleri üzerine ben şahıslara içerde yapılacak olan müdahalede ters bir şey olursa bunun hesabını kimse veremez ve prosedür dışına çıkamayız dedim, şahıslardan anne baba olmalarından dolayı kendi kimlik yada pasaportlarını istedim ancak onuda ibraz edemediler, bunun üzerine bende danışmanın bana söylediklerini çeviri yaptım ve bu şekilde giriş yapılamayacağını bana söylemeleri üzerine bende bunu şahıslara tercüme ettim, ben hastane içerisinde kayıt yapma veya yaptırmama gibi bir yetkim yoktur, ben sadece tercüme yapmaktayım. Ben bu konuyu yabancı şahıslara aktardıktan sonra şahıs çocuğu alarak ve kimliği alarak hastaneden gittiler. Ben şahsa kesinlikle kimliğin yok tedavi olamazsın demedim...” Antalya İl Emniyet Müdürlüğü görevlilerince düzenlenen Araştırma Tutanağı'nın ilgili kısmı şöyledir: “... [Kepez Hastanesi] ile yapılan yazışmalarda belirtilen tarihte [A.İ.A. yada A.İ.] ismi ile herhangi bir kayıt olmadığı, [Kepez Hastanesinin] belirtilen tarihte Acil bölümünün çalışmadığı saat 30 ile 30 saatleri arası mesainin olduğu, o tarihe ait kamera kayıtlarının bulunmadığı anlaşılmış, [Devlet Hastanesi ve Perge Hastanesi] ile yapılan yazışmalarda belirtilen tarihte [A.İ.A. yada A.İ.] isimde herhangi bir kaydın olmadığı ancak yine aynı tarihte [Y.E.] isimli Suriye vatandaşı bir çocuk şahsın Hastaneye gelerek başvurduğu ve muayene olduğu belirtilmiş, yapılan kamera incelemelerinde 3 erkek şahıs ile birlikte bir çocuk şahsın [Devlet Hastanesine] 2017 günü akşam saatlerinde geldikleri burada kayıt bölümüne geldiklerinde yanlarında bulunan güvenlik görevlisi ile konuştukları [Devlet Hastanesinde] o gün için çocuk bölümünün olmadığı, bu işlemlere Hastaneye bağlı olan [Perge Hastanesinin] baktığı, şahısların görevli ile konuştuktan sonra [Perge Hastanesine] gittikleri burada [Y.E.] ismi ile muayene olduğu kendisine Hasta Kabul ve Uygulama Formu hazırlandığı, Dr. [O.Ç.] tarafından... faranjit tespiti yapıldığı,... Bahse konu hastanede gelen yabancı uyruklu şahsa gerekli kaydın yapıldıktan sonra muayene işlemi yapıldığı, şahsın hastaneye kabul edilmeme durumunun olmadığının anlaşılması sebebi ile görevli kişiler ifade için çağırılmamış...[tır.]” Kepez Hastanesinin Antalya İl Emniyet Müdürlüğüne ilettiği 22/5/2018 tarihli yazıda olay günü Acil Servisin 00 ile 00 saatleri arasında hizmet verdiği, 5/1/2017 tarihinden itibaren de yirmi dört saat boyunca hizmet vermeye başladığı bildirilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 9/10/2018 tarihinde T.Ş., Z.B.A., A., Ö.K., O.Ç., H.O. ve H.Y.Y. hakkında soruşturmaya konu görevi kötüye kullanma ve taksirle ölüme neden olma suçlarından kovuşturmasızlık kararı vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “...Müteveffanın ölümü ile ilgili Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının 2017/241 sayılı soruşturma dosyasında... şahsın ölümünün epilepsi (sara) hastalığına bağlı gelişen komplikasyonlar sonucu meydana geldiğinin tespit edilmesi nedeniyle... kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği,Müşteki tarafından oğlunun ölümü ile ilgili hastane yetkilileri hakkında şikayetçi olunması nedeni ile özellikle hastanede idari birimde görev alan kişilerin ve acil hasta kabulde görevli personelin taksirle ölüme sebebiyet verme suçundan ifadeleri alınmış olup, olayda müteveffanın ölümü ile görevli doktor ve personelin eylemleri arasında uygun illiyet bağının olup olmadığı, görevlilerin ihmali veya kusuru sebebiyle ölümün meydana gelip gelmediği hususunda adli tıp kurumu başkanlığından rapor aldırılmış olup, ... Adli Tıp ihtisas Kurulunun 29/08/2018 tarih ve 1052 sayılı raporunda özetle ... şikayet ve muayene bulgularına göre uygun teşhis konularak gerekli tedavisinin yapıldığı, yapılan tüm işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğunun tesbit edildiğinin belirtildiği,... Adli Tıp İhtisas Kurulunun... raporundan da anlaşılacağı üzere müteveffa ... 01/01/2017 tarihinde rahatsızlandığı [Perge Hastanesinde]... acil serviste [muayenesinin] yapıldığı, muayene bulgularına göre uygun teşhis konularak gerekli tedavisinin yapıldığı, çocuğun ölümünün epilepsi hastalığına bağlı gelişen komplikasyonlar sonucu [meydana] gelmiş olduğunu tesbit edildiği, ayrıca yapılan tüm işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğunun belirlendiği, çocuğun kimliği olmadığı bahane edilerek tedavisinin yapılmadığı şeklindeki iddiaların soyut kaldığı, kimliği olmadığı için muayenesinin yapılmadığı şeklindeki iddiaların gerçeği yansıtmadığı, tedavisinin yapıldığının hastane kayıtlarından anlaşıldığı, hastane görevlilerinin herhangi bir kasıt veya kusurunun söz konusu olmadığı anlaşılmakla, Şüpheliler hakkında kamu adına KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA... karar verildi.” Başvurucular; çocuğun kimliğinin olmadığı için acil sağlık hizmeti sunulmadığının açık olduğu, ayrıca çocuğun muayenesinin üç dakika gibi kısa bir sürede yapıldığı, yüzeysel muayene nedeniyle çocuğa doğru tanı konulmadığı ve acil tedavi uygulanmadığı, bu yüzden çocuğun öldüğü, soruşturmada eksik araştırma ve inceleme yapıldığı iddiasıyla kovuşturmazlık kararına itiraz etmiştir. Başvurucuların itirazı, kovuşturmasızlık kararının usul ve kanuna uygun olduğu gerekçesiyle Antalya Sulh Ceza Hâkimliğince 29/5/2019 tarihinde reddedilmiştir. Bu karar başvuruculara 6/8/2019 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucular 5/9/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/31440 | Başvuru, sağlık hizmetlerine geç ulaşılması ve sağlanan tıbbi tedavinin yetersiz olması sonucu meydana gelen ölüm nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, terör olaylarından doğan maddi zararların eksik tazmin edilmesi, manevi zararların ise hiç tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, terör olayları neticesinde köyünün boşaltılması nedeniyle 1994 yılında yerleşim yerinden göç etmek zorunda kaldığını iddia etmiş ve 20/9/2005 tarihinde 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında zararlarının karşılanması talebiyle Tunceli Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 30/5/2008 tarihli kararıyla bilgi ve belge eksikliğinden talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu, Komisyon kararın iptali istemiyle dava açmıştır. Malatya İdare Mahkemesi 26/2/2010 tarihli kararıyla özetle, davalı idarenin kendisine sunulan bilgi ve belgeleri dikkate alarak yeniden keşif ve bilirkişi incelemesi ile elde edilecek bilgiye göre karar vermesi gerektiği gerekçesiyle işlemi iptal etmiştir. İptal kararı üzerine anılan Komisyon tarafından yeniden yapılan inceme ve değerlendirme sonucu başvurucuya 353,30 TL ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucu bu tutarı kabul etmeyerek uyuşmazlık tutanağı imzalamış ve yeniden iptal davası açmıştır. Elazığ İdare Mahkemesi 30/4/2013 tarihli kararı ile özetle başvurucunun ağaç zararlarının giderilmediği gerekçesiyle Komisyon kararını iptal etmiştir. Kararda diğer zarar unsurları yönünden hesaplamanın doğru olduğu, ayrıca 5233 sayılı Kanun'a göre manevi tazminata hükmedilemeyeceği de belirtilmiştir. Başvurucu, iptal kararını temyiz etmiştir. Temyiz dilekçesinde özellikle mahkemenin hayvan zararları, birim fiyatlara ilişkin değerlendirmeleri ve mülke uzak kalınan süre ile manevi tazminata ilişkin değerlendirmesinin hukuka aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Karar, Danıştay Onbeşinci Dairesi tarafından onanmıştır. Karar düzeltme istemi de aynı Daire tarafından reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddine ilişkin karar 10/2/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Diğer taraftan anılan iptal kararı üzerine Komisyon tarafından yeniden hesaplama yapılmıştır. 6/8/2013 tarihli ve kararla; başvurucuya ahşap taş duvarlı ev için 074 TL, ahır ahşap, taş duvarlı ahır için 658 TL, kıraç arazi için 647,63 TL, karışık meyve ağaçları için 773,50 TL ve ceviz ağaçları için 000 TL olmak üzere toplam olarak 153,13 TL ödenmesine karar verilmiştir. Komisyon kararının akabinde 5233 sayılı Kanun’un maddesi gereğince davet yazısı ile birlikte sulhname örneği başvurucunun vekiline gönderilmiştir. “Yukarıda nakti olarak belirtilen zararımın/zararlarımın karşılanması sonucunda Komisyonun tespitine esas olay ile ilgili olarak uğradığım zararımın tamamının karşılanmış olduğunu kabul ve taahhüt ederim” beyanını içeren sulhname 3/1/2014 tarihinde başvurucu vekili tarafından imzalanmıştır. Komisyon tarafından belirlenen ve sulhname imzalanarak kabul edilen tutar başvurucunun vekiline ait banka hesabına 28/4/2014 tarihinde yatırılmıştır. A. Ulusal Hukuk 5233 sayılı Kanun'un , , , , , , geçici , geçici maddeleri (bkz. Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-21, 23). 5233 sayılı Kanun’un "Zararın karşılanmasına ilişkin sulhname" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir. Davet yazısında hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir. Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır. Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir. Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.” 5233 sayılı Kanun’un "Zararın karşılanması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Sulhnamede belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.” 20/10/2004 tarihli ve 25619 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmelik’in (Yönetmelik) "Zararın karşılanmasına ilişkin sulhname" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 16 ncı maddeye göre belirlenen zararı, 21 inci maddeye göre hesaplanan yaralanma, sakatlanma ve ölüm hallerindeki nakdî ödeme tutarını, 20 nci maddeye göre ifa tarzı ile 23 üncü ve 24 üncü maddelere göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği (EK-E) davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir.Davet yazısında, hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir. Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır.Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde, bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir.Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır. " Aynı Yönetmeliğin "Zararın karşılanması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Sulhnamede belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.Bakanlık, ellibin Yeni Türk Lirasının üzerindeki aynî ifa veya nakdî ödemelerin Bakan onayı ile yapılmasını kararlaştırabilir. Bu miktar, her yıl bir önceki yıla ilişkin olarak 213 sayılı Vergi Usul Kanunu hükümleri uyarınca belirlenen yeniden değerleme oranında artırılmak suretiyle uygulanır.(Değişik üçüncü fıkra: 4/6/2018-2018/11862 K.) Devlet, ödeme nedeniyle genel hükümlere göre sorumlulara rücu eder ve rücu istemine ilişkin zamanaşımı süreleri bir kat artırılarak uygulanır. Aynı Yönetmeliğin"Nakdî ödemenin şekli ve tutarı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Sulhname tasarıları hak sahibi veya yetkili temsilcisi ile komisyon başkanı tarafından imzalandıktan sonra Vali veya Bakan tarafından onaylanır.Ödemeler sulhname tasarılarının onay tarih ve sıraları dikkate alınarak yapılır. Nakdi ödemeler hak sahibi veya sahiplerinin banka hesaplarına yapılır." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “ İdari dava türleri şunlardır: ...b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, ...” 2577 sayılı Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.” Anayasa Mahkemesinin 25/6/2009 tarihli ve E.2006/79, K.2009/97 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"5233 sayılı Yasa, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması amacıyla hazırlanmış bir yasadır. Yasa bu yönüyle zarara uğrayan vatandaş ile devlet arasındaki uyuşmazlıkta yargı yoluna gidilmeden alternatif bir çözüm yöntemi getirmiştir. Yasakoyucu bu amaca uygun olarak yargılama hukuku kurallarından farklı hükümler öngörerek buna ilişkin esasları Yasa'da ayrıntılı olarak kurala bağlamıştır....Terör ve terörle mücadeleden doğan ancak idari bir eylem veya işlemle nedensellik bağı bulunmayan maddi zararların karşılanmasına ilişkin 5233 sayılı Yasa'daki düzenlemeler, yasakoyucunun sosyal hukuk devletinin gereği olarak sorumluluk hukukunun genel ilkelerine yasayla getirdiği bir istisnadır. İdarenin kusurunun bulunmadığı ancak 'sosyal risk ilkesi' gereği sulh yoluyla karşılanması gereken zararların nelerden ibaret olduğunun tespiti, yasakoyucunun takdir yetkisi içindedir. İtiraz konusu kurallarda yer alan maddi zararların öncelikle sulh yoluyla karşılanmasına ilişkin hükümlerin bulunmasını bu kapsamda değerlendirmek gerekir.5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve işleminin sonucu olmayan ve herhangibir idari işlem veya eylemle doğrudan nedensellik bağı da bulunmayan, ancak terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararların da tazmini yolunu açan, bu anlamda idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişleten bir yasadır. Bu Yasa idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişletmekle birlikte, aynı zamanda terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararlardan sadece 'maddi' olan kısmının sulh yoluyla tazminine ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir. Yasa'da bu zararlardan 'manevi' olan kısmın idareden talep edilemeyeceğine ilişkin bir hükme yer verilmediği gibi, maddede 'sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır' denilerek Anayasa'nın maddesinin birinci fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu nedenle itiraz konusu ibare, idarenin sorumluluk alanını daraltan veya idari işlem veya eylemlere karşı yargı yolunu kapatan bir hüküm içermemektedir." Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 26/3/2014 tarihli ve E.2013/1489, K.2014/1219 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:“5233 sayılı Yasa, idarenin terör olaylarına dayalı kusursuz sorumluluk alanını genişleten, oluşan zararların yargı yoluna başvurmadan sulh yoluyla ödenmesine öngören, bu yönüyle uyuşmazlığın sadece maddi zararlara ilişkin kısmının yargı dışı alternatif bir yöntemle giderilmesini sağlayan, ancak manevi zararların karşılanmasını da engellemeyen nitelikte bir yasadır.Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 18888/02 nolu başvuruya konu 12/01/2006 günlü Aydın İçyer - Türkiye kararının paragrafında, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Kaynaklanan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunla ilgili olarak 'Tazminat Kanun’unda yalnız maddi zararlar için tazminat talep etme olanağının bulunduğu doğru olsa da Kanun’un maddesinin idari mahkemelerde manevi zarar için tazminat talep etme olanağı verdiği görülmektedir.' ifadesine yer verilmiştir.Bu durumda, terör olayları nedeniyle meydana gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında bulunup 5233 sayılı Yasa uyarınca karşılanmayan ilgililerin ileri sürdükleri manevi zarara bağlı tazminat taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve kuralları çerçevesinde 2577 sayılı Yasanın öngördüğü usullere tabi olarak manevi tazminat ödenip ödenmeyeceğine ilişkin yargısal incelemesinin yapılması gerekmektedir.” 5233 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde Kanun'un amaçlarından birinin özetle terör eylemleri ve terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan idarece en kısa sürede sulh yoluyla karşılanması olduğu ifade edilmiştir. Kanun'un maddesinin gerekçesinde ise sulhun davayı sona erdirici işlem olduğu, sulhname imzalanmasının dava açılmasını engellediği belirtilmiştir.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), başvuruya benzer şekilde terör olaylarından dolayı köyü terke mecbur kalınması nedeniyle uğranılan zararın tazminine ilişkin sulhname imzalanmasının ardından köyü terkten önce var olan hayvanlarına ilişkin zararla manevi zararının tazmin edilmediği iddialarıyla yapılan şikâyetleri kapsayan bir grup başvuruyu incelediği Akbayır ve diğerleri/Türkiye (B. No: 30415/08, 28/6/2011) kararında sulhname imzalanmasının taleplerden feragat edilmesini gerektirdiği, dolayısıyla yerel boyuttaki bu uzlaşmanın tartışmasız olarak ihtilaflı tazminat hakkında öne sürülen itiraza son verdiği gerekçesiylebaşvuruları kabul edilemez bulmuştur. AİHM, başvuranlar tarafından imzalanan dostane çözüm beyanlarının (sulhnamelerin) manevi tazminattan söz etmediğini gözlemlediğini belirterek dostane çözüme dair bu beyanların(sulhname) ilgili tarafların prosedürü sona erdirmeye ilişkin açık iradesinin tezahürü olduğunu ifade etmiştir. AİHM; tüm başvuru sahiplerinin iç hukukta ve AİHM huzurunda avukatlar tarafından temsil edildiğini, bu hâlde başvuranların hem 5233 sayılı Kanun ve kendi beyanlarının manevi zarara ilişkin hiçbir talep içermediği iddiasını hem de bu anlaşmaların sonuçlarından habersiz oldukları iddiasını ileri süremeyeceklerini belirtmiştir. AİHM, söz konusu düzenleme başvuranların prosedürle ilgili her türlü iddiadan feragat etmelerini gerektirdiğinden bu anlaşmanın, söz konusu ödemeyle ilgili anlaşmazlığı tartışmasız bir şekilde sonlandırması nedeniyle başvuranların şikâyette bulunamayacakları sonucuna ulaşmıştır (Akbayır ve diğerleri/Türkiye, § 77). AİHM, sürü hayvanlarının farklı türlerine göre besicilikten elde edilen gelirlerin tazminatının Komisyonlarca yanlış değerlendirilmesine ilişkin şikâyetle ilgili olarak da dostane çözümün kabul edilmesi konusunda yukarıda belirtilen sonuçların ayrıca bu şikâyete uygulanabilir olduğu kanaatinde olup AİHM'e göre sulhnamelerin imzalandığı ve ödemeler gerçekleştiği andan itibaren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bağlamında başvuranların mağdur sıfatı yok olmaktadır (Akbayır ve diğerleri /Türkiye, § 78). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3968 | Başvuru, terör olaylarından doğan maddi zararların eksik tazmin edilmesi, manevi zararların ise hiç tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının, hukuka aykırı olarak idari gözetim altında tutma nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Komisyonca tedbir talebinin ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 7/12/2017 tarihinde başvurucunun ülkesine sınır dışı edilmesine ilişkin işlemin geçici olarak (tedbiren) durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve ilgili kurumlardan temin edilen bilgilere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1983 doğumlu olup Somali Federal Cumhuriyeti (Somali) vatandaşıdır. Başvurucu 2012 yılında yasal olmayan yollardan Türkiye'ye giriş yapmıştır. Başvurucu 1/8/2012 tarihinde İzmir Yabancılar Şube Müdürlüğüne müracaat ederek sığınma talebinde bulunmuştur. Başvurucunun sığınma başvurusu işlemleri devam etmekteyken imza atma yükümlülüğünü yerine getirmediği gerekçesiyle İzmir Valiliği tarafından 15/9/2014 tarihinde uluslararası koruma talebinin geri çekilmiş sayılmasına karar verilmiştir. Başvurucu hakkında daha sonra İzmir Valiliğinin 18/10/2017 tarihli kararıyla 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (i) bendi uyarınca sınır dışı etme ve idari gözetim altına alma kararları tesis edilmiştir. Başvurucu beyanına göre bu karar sonrasında İzmir'de bulunan Harmandalı Geri Gönderme Merkezinde (GGM) tutulmaya başlanmıştır. Sınır dışı etme kararının iptali için 23/11/2017 tarihinde İzmir İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açılmıştır. Başvuru tarihi itibarıyla davanın derdest olduğu bildirilmiştir. Başvurucu ayrıca idari gözetim kararının kaldırılması için 1/12/2017 tarihinde İzmir Sulh Ceza Hâkimliğine yaptığı başvurunun da sonuçlandırılmadığını beyan etmiştir. Başvurucu 6/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İdare Mahkemesinin 16/3/2018 tarihli kararıyla başvurucunun açtığı dava kesin olarak reddedilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "Buna göre; uluslarası koruma başvurusu geri çekilmiş sayılan davacının, bu karara karşı dava açmadığı ve kararın da bu şekilde kesinleştiği dikkate alındığında, yukarıda anılan yasanın 54/1-i maddesi hüküm uyarınca sınır dışı edilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır.Öte yandan, davacının idari gözetim altındaki iken tekrar uluslararası koruma başvurusunda bulunmuş olması nedeniyle, sınır dışı etme kararının uygulanması sırasında 6458 sayılı Yasa'nın maddesinin, (1/e) bendinde yer alan; 'İtiraz veya yargılama süreci sonuçlanıncaya kadar kişinin ülkede kalışına izin verilir.' hükmünün dikkate alınacağı da tartışmasızdır.Açıklanan nedenlerle, davanın reddine..." Başvurucu 16/7/2020 tarihli beyanında idare tarafından GGM'den salıverildiğini beyan etmiştir. İlgili hukuk için bkz. A.A. ve A.A. [GK], B. No: 2015/3941, 1/3/2017, §§ 28-38; Abdolghafoor Rezaeı, B. No: 2015/17762, 6/12/2017, §§ 20- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/38591 | Başvuru, kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının, hukuka aykırı olarak idari gözetim altında tutma nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna yapılan başvurunun daha önce Anayasa Mahkemesine yapılan başvurunun süresinde olmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular aleyhine 3/12/2007 tarihinde Gemerek Sulh Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) ortaklığın giderilmesi davası açılmıştır. Mahkeme 23/7/2010 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Temyiz edilen karar Yargıtay Hukuk Dairesince 1/3/2012 tarihinde onanmış ve bu karar 27/6/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucuların talebi üzerine Mahkemece 16/7/2012 tarihinde satış işlemlerinin yapılması için dosya, satış memuruna gönderilmiştir. Başvurucular, ortaklığın giderilmesi davası sonucunda taşınmazın satışı suretiyle ortaklığın giderilmesine karar verildiği hâlde görevlendirilen satış memurluğu tarafından taşınmazın satışa çıkarılmayarak makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla 8/2/2018 tarihinde Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunmuştur. Başvuru, 2018/4591 bireysel başvuru numarasına kaydedilmiştir. Anayasa Mahkemesi, 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a eklenen geçici maddeyle Adalet Bakanlığı bünyesinde oluşturulan başvuru yoluna istinaden, ilk bakışta ulaşılabilir ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görünen İnsan Hakları Tazminat Komisyonunu (Tazminat Komisyonu) işaret ederek 19/11/2018 tarihli kararla başvuruyu kabul edilemez bulmuştur. Bunun üzerine başvurucular 27/11/2018 tarihinde Tazminat Komisyonuna başvurmuştur. Tazminat Komisyonun 15/2/2019 tarihli kararı ile başvuru yollarının tüketildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulmadığı gerekçesi ile müracaat reddedilmiştir. Başvurucular, karara karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesine (Bölge İdare Mahkemesi) itirazda bulunmuştur. Başvurucular itiraz dilekçesinde, Anayasa Mahkemesinin Mustafa Ozgan ve diğerleri (B. No: 2014/17682, 8/3/2017) kararına dikkat çekerek ortaklığın giderilmesi davalarında icra aşamasının da makul süreden sayıldığını, karar icra edilmediğinden makul süreye ilişkin bireysel başvuruda otuz günlük başvuru süresinin işlemediğini ileri sürmüştür. Bölge İdare Mahkemesi 29/5/2019 tarihli kararla başvurucunun iddiaları yönünden ayrı bir gerekçe belirtmeksizin itirazın reddine hükmetmiştir. Nihai karar 1/7/2019 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 26/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucuların iddiasına göre satış işlemi 9/2/2018 tarihinde gerçekleşmiş, satış bedeli ise başvuruculara 8/1/2019 tarihinde ödenmiştir. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Mustafa Ozgan ve diğerleri, §§ 19- 6384 sayılı Kanun'un "Müracaat hakkında karar ve karara itiraz" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Komisyon, müracaat hakkında dokuz ay içinde karar vermek zorundadır. (2) Komisyon, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin emsal kararlarını da gözetmek suretiyle müracaat konusunda gerekçeli olarak karar verir. (3) Komisyon kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde Komisyon aracılığıyla Ankara Bölge İdare Mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz dilekçesi müracaata ilişkin diğer tüm belgelerle birlikte derhal itiraz merciine gönderilir. Bu itiraz öncelikli işlerden sayılarak üç ay içinde karara bağlanır. Mahkeme tarafından Komisyon kararı yerinde görülmezse işin esası hakkında karar verilir. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir. (4) Ödenmesine karar verilen tazminat, kararın kesinleşmesinden itibaren üç ay içinde Bakanlık tarafından ödenir. Ödemeye ilişkin düzenlenecek kâğıtlar damga vergisinden, yapılacak işlemler harçlardan müstesnadır." 6384 sayılı Kanun'un "Anayasa Mahkemesinde bulunan bazı bireysel başvurular hakkında Komisyona müracaat" kenar başlıklı geçici maddesi şöyledir: "(l) Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentleri kapsamında olup, münhasıran bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesinde derdest olan bireysel başvurular, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Komisyon tarafından incelenir. (2) Komisyona müracaat, müracaat edenin kimlik bilgileri ile Anayasa Mahkemesine başvuru tarihi ve numarasını içeren imzalı bir dilekçeyle yapılır. Dilekçeye, Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuruya ilişkin form, kabul edilemezlik kararı ve bu kararın tebliğine dair belge ile ihlal iddiasına ilişkin diğer bilgi ve belgeler eklenir. (3) Müracaat evrakındaki eksikliğin giderilmesi için müracaat edene otuz günü geçmemek üzere süre verilir. Bu süre içinde, geçerli bir mazeret olmaksızın eksikliğin tamamlanmaması hâlinde müracaat reddedilir. (4) Bu madde uyarınca Komisyona gelen müracaatlar bakımından 7 nci maddenin birinci fıkrasındaki dokuz aylık süre, on altı ay olarak uygulanır." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/27223 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna yapılan başvurunun daha önce Anayasa Mahkemesine yapılan başvurunun süresinde olmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, pasaport verilmesi talebinin reddi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde doçent unvanıyla görev yapmaktayken 7/2/2017 tarihli ve 29972 (mükerrer) sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 686 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kamu görevinden çıkarılmıştır. Bununla birlikte 686 saylı KHK'nın maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurucunun pasaportu iptal edilmiştir. Başvurucu, R. Vakfı tarafından sağlanan bir araştırma bursu ile yurt dışında bulunan Gutenberg Mainz Üniversitesi Türkoloji Bölümünden davet almıştır. Bunun üzerine kendisine umuma mahsus pasaport verilmesi talebiyle 21/7/2017 tarihinde Eskişehir İl Emniyet Müdürlüğüne başvuruda bulunmuştur. Bu talebe cevap verilmemesi nedeniyle zımnen ret işleminin iptali istemiyle başvurucu tarafından iptal davası açılmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu 15/7/1950 tarihli ve 5682 sayılı Pasaport Kanunu'nun maddesinde yer alan pasaport veya seyahat vesikası verilmeyecek kişiler arasında yer almadığını ve kendisine pasaport verilmesi talebinin reddedilmesinin maddi ve hukuki dayanaktan yoksun olduğunu ileri sürmüştür. Pasaport verilmesi talebinin reddedilmesiyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğini vurgulayan başvurucu, hakkında yürütülen ceza soruşturması veya kovuşturması bulunmadığını ve yurt dışına çıkışının genel güvenlik bakımından mahzurlu bir durum olmadığını belirtmiştir. Eskişehir İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) 17/4/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun olağanüstü hâl kapsamında alınan tedbirler bağlamında kamu görevinden çıkartıldığı ve buna bağlı olarak pasaportunun iptal edildiği ve başvurucuya daha sonra pasaport verilmesine olanak bulunmadığı belirtilerek dava konusu edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Bununla birlikte iptal edilen pasaportların iadesine ilişkin bir düzenlemenin bulunmadığı vurgulanmıştır. Başvurucu bu karara karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucu, uyuşmazlık konusunun umuma mahsus pasaport verilmesi talebinin reddi olmasına rağmen İdare Mahkemesince iptal edilen pasaportun iadesi olarak yanlış şekilde değerlendirildiğini belirtmiştir. Pasaportu iptal edilen kişilere bir daha pasaport verilemeyeceğine ilişkin bir düzenleme bulunmadığını vurgulayan başvurucu, hakkında yürütülen bir soruşturma ya da kovuşturmanın var olup olmadığının dahi İdare Mahkemesince araştırılmadığını, pasaport verilmesi talebinin reddedilmesiyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğini ifade etmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 19/9/2018 tarihinde, usule ve hukuka uygun olan İdare Mahkemesi kararının kaldırılmasını gerektiren bir neden bulunmadığı gerekçesiyle istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. Nihai karar, başvurucuya 11/10/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Öte yandan başvurucu, kamu görevinden çıkarılmasına karşı OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonuna başvurmuş ve fakat bireysel başvuru tarihi itibarıyla anılan Komisyon tarafından buna ilişkin herhangi bir karar verilmemiştir. Bununla bireysel başvuru dosyasına sunulan 10/3/2020 tarihli ek beyan dilekçesinde başvurucu, kendisine 19/2/2020 tarihinde pasaport verildiğini beyan etmiştir. Ayrıca UYAP kayıtlarının incelenmesi neticesinde başvurucu hakkında yürütülen veya sonuçlanmış bir ceza soruşturması ya da kovuşturmasının bulunmadığı görülmüştür. 686 sayılı KHK'nın "Kamu personeline ilişkin tedbirler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: (1) Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan ve ekli (1) sayılı listede yer alan kişiler kamu görevinden başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın çıkarılmıştır. Bu kişilere ayrıca herhangi bir tebligat yapılmaz. Haklarında ayrıca özel kanun hükümlerine göre işlem tesis edilir. (2) ... Bu kişiler hakkında bakanlıkları ve kurumlarınca ilgili pasaport birimine derhal bildirimde bulunulur. Bu bildirim üzerine pasaport birimlerince pasaportlar iptal edilir. 686 sayılı KHK'da yer alan düzenlemeler 6/2/2018 tarihli ve 7086 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun ile kanunlaşmıştır. 686 sayılı KHK'nın maddesinin yukarıda aktarılan ilgili kısmı da 7086 sayılı Kanun'un maddesinde aynen kabul edilmiştir. 5682 sayılı Kanun'un "Pasaport veya vesika verilmesi yasak olan haller" kenar başlıklı maddesi şu şekildedir:"Yurt dışına çıkmaları; mahkemelerce yasaklananlara, memleketten ayrılmalarında genel güvenlik bakımından mahzur bulunduğu İçişleri Bakanlığınca tespit edilenlere ve terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen yurtdışındaki her türlü eğitim, öğretim ve sağlık kuruluşları ile vakıf, dernek veya şirketlerin kurucu ve yöneticisi olduğu veya bu yerlerde çalıştığı İçişleri Bakanlığınca tespit edilenlere pasaport veya seyahat vesikası verilmez." Ayrıca ilgili hukuk için bkz. Yağmur Erşan [GK], B. No: 2018/36451, 27/10/2021 §§ 24-32; Onur Can Taştan [GK], B. No: 2018/32475, 27/10/2021, §§ 22- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/32446 | Başvuru, pasaport verilmesi talebinin reddi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; terör örgütü yöneticiliği, terörizmin finansmanı, zimmet ve terör örgütü propagandası yapma suçlarından dolayı başlatılan ceza soruşturması sırasında verilen arama, el koyma ve kayyım atama kararları nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet hakları ile ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. FETÖ/PDY Yapılanmasına ve Darbe Girişimine İlişkin Genel Bilgiler Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanma bulunmaktadır (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 21-25). Yetkili makamlarca ve soruşturma mercilerince 15 Temmuz darbe teşebbüsünün faili olduğu belirtilen FETÖ/PDY'ye ilişkin olarak özellikle son yıllarda yürütülen soruşturma ve kovuşturmalarda bu yapılanmanın özelliklerine ve faaliyetleriyle ilgili birçok tespit ve değerlendirmeye yer verilmiştir. Buna göre devletin anayasal kurumlarını ele geçirmek, sonrasında devleti, toplumu ve fertleri kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden şekillendirmek ve oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomiyi, toplumsal ve siyasal gücü yönetmek amacıyla mevcut idari sisteme paralel şekilde örgütlenen, ulusal ve uluslararası düzeyde siyasi ve ekonomik ittifaklar kuran FETÖ/PDY devlet ve toplum üzerinde bir vesayet kurumu hâline gelmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26). Türk yargı organları, yakın dönemde verdikleri birçok kararda FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğunu kabul etmiştir. Bu kapsamda Yargıtay Ceza Genel Kurulu 26/9/2017 tarihinde (E.2017/MD-956, K.2017/370) ve -terör suçlarına ilişkin davaların temyiz mercii olan- Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 ve 14/7/2017 tarihlerinde verdiği kararlarda (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21) FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğu sonucuna varmıştır. FETÖ/PDY'nin ulusal güvenlik üzerinde oluşturduğu tehdit; idari organların karar, açıklama ve uygulamalarına da konu olmuştur. Bu bağlamda devlet yetkilileri sürekli olarak anılan yapılanmanın ülke güvenliği için bir tehdit olduğuna dair açıklamalarda bulunmuşlardır. Bu değerlendirmeler Millî Güvenlik Kurulu (MGK) kararlarında da ifade edilmiştir. MGK; söz konusu yapılanmayı 2014 yılı başından itibaren sırasıyla halkımızın huzurunu ve ulusal güvenliğimizi tehdit eden yapılanma, devlet içindeki illegal yapılanma, kamu düzenini bozan iç ve dış legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten paralel yapılanma, paralel devlet yapılanması, terör örgütleriyle iş birliği içinde hareket eden paralel devlet yapılanması ve bir terör örgütü olarak kabul etmiştir. Söz konusu MGK kararlarının her biri basın duyuruları aracılığıyla kamuoyuyla paylaşılmıştır. Yine FETÖ/PDY 2014 yılında, Millî Güvenlik Siyaset Belgesi'nde Legal Görünümlü İllegal Yapılar başlığı altında Paralel Devlet Yapılanması adıyla yer almış; Jandarma Genel Komutanlığı ise 8/1/2016 tarihinde FETÖ/PDY'yi mevcut terör örgütleri listesine dâhil etmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 33). Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl bugüne kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve soruşturma mercileri -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden FETÖ/PDY yapılanmasının olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 12-25). Darbe girişiminin engellenmesinden sonra başta yargı mensupları ve polis görevlileri olmak üzere çok sayıda kamu görevlisiyle ilgili disiplin soruşturmaları yürütülmüş, birçok kamu görevlisi hakkında kamu görevinden çıkarma da dâhil olmak üzere disiplin yaptırımları veya idari tedbirler uygulanmıştır. Ayrıca FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu değerlendirilen bazı ticari kuruluşlara, finans kuruluşlarına ve medya organlarına yönelik idari birtakım tedbirlere de başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 34, 35). B. FETÖ/PDY'nin Mali Yapılanmasına İlişkin Genel Bilgiler FETÖ/PDY'nin mali yapılanması ve finans kaynakları çok sayıda yargı kararı ile idari işlem ve raporlarda ortaya konulmuştur(Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26; Yargıtay Ceza Dairesinin 10/7/2017 tarihli ve E.2017/1517, K.2017/4830 sayılı, 28/12/2017 tarihli ve E.2017/2999, K.2017/5811 sayılı kararları; Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) tarafından düzenlenen 5/8/2016 ve 5/10/2016 tarihli raporlar). Bu kararlar ile raporlara göre örgütün mali yapılanmasına ilişkin tespitler şöyle özetlenebilir:i. FETÖ/PDY; bünyesinde bulunan ışık (talebe) evleri, okullar, yurtlar ve dershaneler aracılığıyla ulaştığı gençleri amaçları doğrultusunda yetiştirmiş ve bu kişiler yapılanmanın insan kaynağını oluşturmuştur. Yapılanmaya mensup kişilerin gelirlerinin belli bir oranı himmet adı altında alınmış, yapılanmadan ayrılmak isteyen kişilere baskı ve çeşitli yaptırımlar uygulanmıştır. Çeşitli yargı kararlarında, örgüt üyelerinin gelirlerinin bir miktarını himmet olarak örgüte verdikleri belirtilmiştir. Bu bağlamda örgüt üyesi devlet memurları ve diğer kamu görevlilerinin ilk maaşlarının tamamını, sonraki maaşlarının da %10-15 gibi bir bölümünü himmet olarak örgüte verdikleri ifade edilmiştir. İkinci olarak örgüte bağlı şirketlerin de gelirlerinin bir bölümünü himmet adı altında örgüte transfer ettiği vurgulanmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 25/1/2018 tarihli iddianamesinde himmet uygulaması ile ilgili şu bilgilere yer verilmiştir:"Örgütün himmet yolu ile sağladığı gelirler genel olarak mütevelli heyetleri vasıtası ile toplanmaktadır. Örgütün sohbet gruplarında yer alan kişilerden; sohbet toplantılarına düzenli olarak katılıp verilen görevleri yerine getiren, örgütün verdiği talimatları sorgulamaksızın itaat eden ve maddi gücü yerinde olan kimseler seçilerek mütevelli heyeti üyesi yapılmaktadır. Sohbet gruplarında zekât, burs, kurban ve himmet adı altında paralar toplanırken; mütevelli heyeti üyesi kişiler ayrıca bir ışık evinin maddi ihtiyaçlarından sorumlu tutulmaktadır. Mütevelliler topladıkları parayı sohbet hocasının yanında getirdiği muhasebecilere vermektedir. Örgütün mali kayıtlarını bu muhasebeciler tutmaktadır. İl imamının da bir muhasebecisi bulunmakta ve il genelinde mali kayıt tutmaktadır. Mütevellide yer alanlar arasından her üç mütevelli heyetinden bir mali heyet teşekkül edecek şekilde isimler seçilmektedir. Mali heyetler yurtdışında bulunan örgüte ait yurt ve okulların yapımı için ihtiyaç duyulan paranın, hangi mütevelli heyetinden ne kadar toplanacağına karar vermektedir. Mali heyet toplantıları dünyanın her yerinde Salı günleri sabah namazından sonra gerçekleştirilmekte ve bu toplantılara mütevelli heyet sohbet hocaları da katılmaktadır. İlçe imamlarının sorumluluğu altında bulunan mütevelli heyetlerinin üstünde, il imamlarının sorumluluğundaki il mütevelli heyeti yer almaktadır. İl genelinde ne kadar para toplanacağına ise ilin bağlı bulunduğu bölgenin toplantısında karar verilmektedir. Burada alınan karar mütevelli heyet toplantısı adı altında yılda bir kez düzenlenen gizli toplantıda mensuplara aktarılmaktadır. Kişilerden alınan himmet vaadi nakit, çek, senet karşılığı olarak tahsil edilmekte; çek ve senetlerin ödenememesi halinde icra yoluna başvurulmaktadır. İl imamının koordinesinde yılda en az bir kez mütevelli heyeti üyelerinin katılımı ile kamp düzenlenmektedir. Kamplar esnasında dini duygular istismar edilerek himmet, zekat, kurban ve öğrenci bursu adı altında toplanan paraların artırılması sağlanmakta, toplanan paraların karşılığının Cennet ile mükafatlandırılmak olacağı vurgulanmaktadır. Mütevelli heyeti mensupları, iş adamlarının kurduğu sivil toplum kuruluşlarına üye yapılmakta, kimin hangi STK’ya üye olacağı sohbet abisi tarafından belirlenmektedir. Örgüt bu kuruluşların başkan ve üye seçimlerinde söz sahibi olmayı böylelikle de hükümete baskı yapabilmeyi hedeflemektedir." ii. FETÖ/PDY, zamanla faaliyetlerini birçok alanda genişletmiş ve Türkiye'nin yanı sıra yüz elliyi aşkın ülkede yaygınlaştırmıştır. Nitekim söz konusu yapılanmanın yurt içinde ve yurt dışında eğitim, sağlık, medya, finans, ticaret, sivil toplum gibi farklı alanlarda faaliyet gösteren çok sayıda kuruluşu bulunmaktadır. Özellikle ülkemizdeki bazı dershane ve okullar ile çok sayıda ülkede örgütle ilişkili eğitim kurumlarından toplanan paralarla burs adı altında toplanan paralar örgütün önemli bir gelir kaynağını oluşturmaktadır.iii. FETÖ/PDY'nin sosyal, kültürel ve ekonomik alanda yürüttüğü yasal faaliyetleri; dershaneler, okullar, üniversiteler, dernekler, vakıflar, sendikalar, meslek odaları, iktisadi kuruluşlar, finans kuruluşları, gazeteler, dergiler, TV kanalları, radyolar, internet siteleri, hastaneler gibi sivil alanlara ilişkindir. Bunun yanında bazen bu yasal kuruluşların içinde gizlenmiş olan, bazen de yasal yapıdan tamamen farklı şekilde konumlanan ve hareket eden, özellikle de kamusal alana yönelik faaliyetlerde bulunan illegal bir yapılanma söz konusudur. Bu kapsamda kamu kaynaklarının örgüte bağlı şirket, dernek ve vakıflar yoluylaörgüt birimlerine aktarılması sağlanmıştır.iv. Ayrıca kişilerin dinî duygularını istismar etmek suretiyle kurban bedeli, sadaka, zekât gibi adlar altında para veya ayni yardım toplandığı tespit edilmiştir. Kimi durumlarda tehdit ve cebir yoluna gidilerek gazete ve dergilere abonelik ücreti alınması, örgüte yakın dernek ve vakıflara bağışlar toplanması da önemli finansal kaynaklardan biri olarak gösterilmektedir. Başvurucuya İlişkin Süreç Başvurucu, Koza İpek Holding A.Ş.nin (Holding) kurucu ortaklarındandır. Koza İpek Grubu temel olarak başvurucunun da içinde olduğu İpek ailesinin en az ferdinin ortak olduğu veya yönetimi kontrolü altında bulundurduğu ve 2015 yıl sonu itibarıyla yirmi sermaye şirketini, bir vakfı ve vakfa bağlı bir özel üniversiteyi ifade etmektedir. Koza İpek Grubu içinde yer alan şirketlerin ortaklık yapıları incelendiğinde Holding yapılanmasına uygun olarak hâkim şirketin bağlı şirketlere iştirak etmesi yoluyla bir yapının oluşturulduğu ve bu yapı içinde yer alan şirketlerin altın madenciliğinden enerji, gıda, medya, bilişim, sigorta, tedarik, turizm, seyahat sektörüne kadar pek çok farklı alanda faaliyet gösterdiği anlaşılmaktadır. Bu kapsamda Holding bünyesinde faaliyet gösteren şirketler şunlardır:Koza Altın İşletmeleri A.Ş., Koza Anadolu Metal Madencilik İşletmeleri A.Ş., Özdemir Antimuan Madenleri A.Ş., İpek Doğal Enerji Kaynakları Araştırma ve Üretim A.Ş., Doğu Anadolu Maden Arama ve Sondaj A.Ş., Konaklı Metal Madencilik ve Sanayi A.Ş., Bugün Televizyonu ve Radyo Prodüksiyon A.Ş., Yaşam Televizyon ve Yayın Hizmetleri A.Ş., Koza Prodüksiyon ve Ticaret A.Ş., Rek-Tur Reklam ve Pazarlama Ticaret A.Ş., İpek Online Bilişim Hizmetleri Ltd. Şti., Koza İpek Tedarik Danışmanlık Araç Kiralama Ticaret A.Ş., AZ İpek Danışmanlık Proje Reklam ve Organizasyon İşleri Ticaret A.Ş., BB İpek Danışmanlık Reklam ve Organizasyon Hizmetleri Ticaret A.Ş., ATP İnşaat ve Ticaret A.Ş., Koza İpek Basın ve Basın Sanayi Ticaret A.Ş., ATP Koza Gıda Tarım ve Hayvancılık A.Ş., ATP Koza Turizm ve Seyahat Ticaret A.Ş., ATP Havacılık ve Ticaret A.Ş. MASAK tarafından düzenlenen 4/8/2014 tarihli rapor ile Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığının 3/3/2015 tarihli değerlendirme raporları üzerine başvurucu ile Holdingin diğer yöneticileri hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından terör örgütü yöneticiliği, terörizmin finansmanı, zimmet ve terör örgütü propagandası yapma suçlarından ceza soruşturması başlatılmıştır. Bu raporlarda özetle Holding şirketlerinin mali tablolarında ve banka hareketlerinde şüpheli farklılıklar olduğu ve ticari hayatın gerekleriyle açıklanamayan kazançlar ile para hareketlerinin bulunduğu belirtilmiştir. Başsavcılık 31/8/2015 tarihinde, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinden başvurucunun üzerinde, kendisine ait cep telefonlarında ve bilgisayarlarında, ayrıca ortağı olduğu vakıf ve şirket merkezlerinde arama ve el koyma işlemleri yapılması talebinde bulunmuştur. Talep yazısında; Holding şirketlerinin FETÖ/PDY'nin finanse edilmesini sağlamak, bu terör örgütünün mali kaynaklarını gizlemek ve yurt dışına aktarmak, örgüt propagandası yapmak amacıyla bir kısım paravan ve şemsiye şirket kurarak gerçeğe aykırı işlemler yaptığı hususunda kuvvetli suç şüphesine ulaşıldığı belirtilmiştir. Sulh Ceza Hâkimliği, aynı tarihli kararı ile yürütülmekte olan soruşturmaya esas olmak üzere suç delillerinin elde edilebileceği yönünde somut delillere dayalı kuvvetli suç şüphesinin mevcut olduğu gerekçesiyle arama ve el koyma talebinin kabulüne karar vermiştir. Kararda, aramanın üç gün içinde, gündüz vakti bir defaya mahsus yapılması ve elde edilen suç delillerine el konulması hususları belirtilmiştir. Başvurucunun karara karşı yaptığı itiraz, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince kesin olarak reddedilmiştir. Holding bünyesindeki şirketlerde 1/9/2015 tarihinde arama ve el koyma işlemi yapılmıştır. Başsavcılık; yapılan aramada el konulan bütün faturalar, defterler, dijital kayıtlar ve deliller üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar vermiştir. Bilirkişi Kurulunca düzenlenen 16/10/2015 tarihli raporda şu tespitlere yer verilmiştir:i. İncelenen kurumların birbirleriyle ilişkili olup kurum ortaklık yapılarında yer alan kişilerin neredeyse tüm şirketlere hâkim derecede aynı kişilerden oluştuğu anlaşılmaktadır. Bu kurumların aynı adreste olduğu, farklı adreste olanların ise Ankara'nın Yenimahalle ilçesindeki Smurfs Village (Şirinler Köyü) adı verilen bir adreste toplandığı tespit edilmiştir.ii. Yapılan incelemelere göre kanuna aykırı olarak çeşitli muhasebe sahteciliklerinin ve hilelerinin yapıldığı, ayrıca kayıt dışı parasal girdilerin mevcut olduğu belirlenmiştir.iii. Özellikle altın üretiminde gerçekte yapılan üretim ile bildirilen üretimler arasında şüpheli farklılıkların olduğu, yurt dışından gelen finansal kaynakların içeriğinin tespit edilemediği ve mali iz takibini ortadan kaldıracak şekilde iç içe geçmiş kurumsal belge hareketliliğinin olduğu ifade edilmiştir.iv. Ayrıca şirketlerce yapılan bağış ve yardımların toplumsal ve ticari hayatın olağan akışına, ticari teknik ve icaplara uygun olmadığı belirtilmiştir.v. Rapora göre, alımı yapıldığı iddia edilen ancak alımına dair hiçbir somut belge bulunmayan danışmanlık hizmetleri için gider pusulası düzenlenmek suretiyle para çıkışları yapılmıştır. Bunun yanında peçeleme ve muvazaa marifetiyle birçok işlem tesis edilerek bu sayede örtülü kazanç sağlanmıştır.vi. Son olarak inceleme yapılan şirketler ile ilgili olarak çok sayıda kara para aklama eyleminin tespit edildiği ifade edilmiştir. Örgütsel amaçlara ulaşabilmek için kurumlarına ve kendilerine muhalif kişilerle ilgili bilgi ve doküman hazırlandığı, kişilerin ayrıma tabi tutularak tehdit unsuru olabilecek şahıs veya kurumların belirlendiği, önlemler alınması için yazışmalar yapıldığı da bildirilmiştir. Başsavcılık 20/10/2015 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinden başvurucunun yöneticisi ve ortağı olduğu şirketlere kayyım atanması talebinde bulunmuştur. Talep yazısında, FETÖ/PDY tarafından toplanan himmet paralarının başvurucunun ortağı ve yöneticisi olduğu şirketlerin yasal faaliyetlerinden elde edilmiş paralar gibi gösterilerek aklandığı tespitine yer verilmiştir. Başsavcılık ayrıca şirketlerin kazançlarından örgüte finansal kaynak sağlandığını, bazı kişi ve kurumlara bağış yapılarak veya eğitim ve burs verilerek FETÖ/PDY'ye eleman kazandırıldığını belirtmiştir. Başsavcılık sonuç olarak şirket yönetimlerinin mevcut hâli ile devam etmesi durumunda suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama ve silahlı örgüt yöneticiliği suçlarının şirketlerin faaliyetleri çerçevesinde işlenmeye devam edeceği hususunda kuvvetli şüphenin bulunduğunu ifade etmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 26/10/2015 tarihinde Başsavcılığın talebinin kabulü ile başvurucunun ortağı ve yöneticisi olduğu, kararda belirtilen şirketlere kayyım atanmasına karar vermiştir. Kararda, kayyım olarak atanan bu kişilerin yönetim organının tüm yetkilerine sahip olduğu belirtilerek bu şirketlerin yönetim organının yetkilerinin tümü ile bu kayyımlara devredildiğine ve yeni yönetim organının bu kayyımlarca oluşturulmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde;i. Anılan şirketlerin terör örgütünün faaliyetleri kapsamında ve faaliyetlerine destek olacak şekilde kullanıldığı yönünde tespitler içerdiği belirtilen MASAK raporu ile Bilirkişi Kurulu raporuna atıfta bulunulmuştur. Ayrıca şirketlerin ticari faaliyetten ziyade terör örgütüne yardım etme amacına yöneldiği ve bu faaliyetlerin suç işlendiği hususunda kuvvetli şüphe oluşturduğu belirtilmiştir. ii. Söz konusu raporlara göre şirketlerin yoğun olarak kullanıldığı belirtilen bu faaliyetlerin ise 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (4) numaralı fıkrasında belirtilen katalog suçlardan olan suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama, silahlı örgüt veya bu örgütlere silah sağlama suçları kapsamında kaldığı ifade edilmiştir. iii. Sonuç olarak soruşturma aşamasında ilgili delillerin toplanabilmesi ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için bu şirketlere kayyım atanmasının zaruri görüldüğü belirtilmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 4/11/2015 ve 5/11/2015 tarihli ek kararlarıyla Doğu Anadolu Maden Arama ve Sondaj A.Ş., BB İpek Danışmanlık Proje Reklam ve Organizasyon A.Ş., AZ İpek Danışmanlık Proje Reklam ve Organizasyon Hizmetleri Tic. A.Ş. ile Atlantik Eğitim Yayın Taş. Bilgisayar Tic. AŞ.ye atanan kayyımların görevlerinin sona erdirilmesine karar verilmiştir. Başvurucunun kayyım atanması kararına karşı yaptığı itiraz üzerine Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 12/11/2015 tarihinde; daha önce kayyım atanması kararı kaldırılan şirketler yönünden bir karar verilmesine yer olmadığına, diğer şirketler yönünden ise itirazın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, bilirkişi raporu ile MASAK raporuna atıfla başvurucu ve arkadaşları hakkında yürütülen soruşturma kapsamında isnat edilen suçların şirketin faaliyetleri çerçevesinde işlenmekte olduğu hususunda kuvvetli şüphenin bulunduğu belirtilmiştir. Bunun yanında somut olayda medya organlarını da içinde barındıran şirketler ile ilgili olarak verilen kararın Anayasa'nın maddesinde tarif edildiği şekilde zapt ya da müsadere kararı olmayıp tedbir nitelikli bir karar olduğu belirtilmiştir. Kararda, ticaret şirketleri ile ilgili mali ve sair işlemler yönünden ilgili kuruluşların denetim yetkisinin bulunduğu ancak suç olarak nitelendirilen eylemlerden ötürü soruşturma ve kovuşturma aşamasında bilirkişi görüşüne başvurulabileceği ifade edilmiştir. Ayrıca atanan kayyımların gerek hukuki gerekse de cezai sorumluluklarının bulunduğuna dikkat çekilmiştir. Son olarak itiraza ilişkin kararda mülkiyet hakkı yönünden de bir değerlendirme yapılmıştır. Buna göre kayyım atanmasına ilişkin koruma tedbiri uygulamasının kanunda sıkı koşullara bağlandığı ve itiraza konu kararda yapılan kayyım atamasının Anayasa ile getirilen sınırlamaya uygun nitelikte olduğu kabul edilmiştir. Bu bağlamda yapılan kayyım atamasının maddi bir gerçeğin ortaya çıkarılmasını sağlamaya yönelik bir araç olarak uygulandığı vekovuşturma yapılmasına yer olmadığı ya da beraat kararı verilmesi durumunda uğranılan zarar ile kayyımlara ödenen ücretin tazmin edilebileceği vurgulanmıştır. Bu karar, başvurucu vekiline 12/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler Olağanüstü hâl ilan edildikten sonra 27/7/2016 tarihli ve 29783 sayılı Mükerrer Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Bugün TV kapatılmıştır. 1/9/2016 tarihli ve 29818 sayılı Mükerrer Resmî Gazete'de yayımlanan 674 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında KHK'nın maddesi ile kayyımlık yetkisinin devri ve tasfiyesi düzenlenmiştir. Bu maddede daha önce kayyım atanmasına karar verilen şirketlerde görev yapan kayyımların yetkilerinin hâkim veya mahkeme tarafından Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) devredileceği ve devir ile birlikte kayyımların görevlerinin sona ereceği hükme bağlanmıştır. Anılan hüküm gereğince Holding bünyesinde yer alan ve kayyım idaresinde bulunan şirketler Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 6/9/2016 tarihli kararı ile TMSF'ye devredilmiştir. Bu şirketler hâlen TMSF tarafından görevlendirilen Yönetim Kurulunca idare edilmektedir. TMSF; devredilen şirketlerin büyük çoğunluğunun mali açıdan kârda olduğunu, daha önce zarar edenlerin ise bu durumlarının devam ettiğini bildirmiştir. Terör örgütü yöneticiliği suçundan cezalandırılması istemiyle başvurucu hakkında açılan kamu davası Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde devam etmektedir. Bunun yanında Başsavcılık tarafından düzenlenen 13/6/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun terörizmin finansmanı, güveni kötüye kullanma, Vergi Usul Kanunu'na muhalefet, Sermaye Piyasası Kanunu'na muhalefet suçlarından cezalandırılması talep edilmiştir. İddianamede ayrıca başvurucu ile diğer şüphelilerin terörizmin finansmanı ve güveni kötüye kullanma suçları yönünden mal varlıklarının suçtan elde edildiği gerekçesiyle müsadere edilmesi talep edilmiştir. İddianamede, başvurucunun da aralarında bulunduğu şüphelilerin para transferlerini örgüt üyeliklerinin bir gereği olarak yapmış olmaları nedeniyle eylemlerinin silahlı terör örgütü üyeliği suçu kapsamında kaldığı belirtilmiştir. İddianamede; Sermaye Piyasası Kurulu (SPK), Vergi Denetleme Kurulu (VDK) ve MASAK raporlarına dayalı olarak müsadere talebi yönünden şu tespitlere yer verilmiştir:i. Koza İpek Grubu şirketleri tarafından FETÖ/PDY’ye aidiyeti, iltisakı veya bu örgütle irtibatı olan medya kuruluşlarına yaklaşık 850 milyon TL’lik bir fon aktarımı yapılmıştır. Buna göre Holding tarafından 2013 yılında yaklaşık 4,4 milyon adet, 2014 yılında ise 5,6 milyon adet Bugün Gazetesi sahte belge düzenlenmek suretiyle satın alınmıştır. Bunun için iki yılda yaklaşık 10 milyon TL bedel ödendiği tespit edilmiştir.ii. Koza İpek Grubu şirketlerinin gerek yasal görünümlü bağış ve yardımlar yoluyla gerekse de yasal olmayan kâr aktarım mekanizmaları kurarak muvazaalı yollarla FETÖ/PDY’ye aidiyeti, iltisakı veya bu örgütle irtibatı olan eğitim kurumlarına yaklaşık 688 milyon TL’lik fon aktardığı belirtilmiştir.iii. Holding bünyesindeki şirketlerin 2010-2015 yılları arasındaki bağış ve yardımlarının toplam tutarının %93,25'lik kısmı, 23/7/2016 tarihli ve 29779 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin KHK ve 668 sayılı KHK'yla kapatılmasına karar verilen kurum ve kuruluşlara yapılmıştır. iv. Koza İpek Grubu şirketlerinin FETÖ/PDY’ye aidiyeti, iltisakı veya bu örgütle irtibatı olduğu değerlendirilen eğitim ve medya kurumlarına aktardığı fonların toplam değerinin 1,5 milyar TL’yi aştığı vurgulanmıştır. Grubun yegâne kârlı şirketi olan ve grubun tek nakit üreten birimi konumundaki Koza Altın İşletmeleri A.Ş.nin ise 2015 yıl sonu itibarıyla aktif toplamının 2,1 milyar TL, öz kaynak toplamının ise 1,9 milyar TL olduğu açıklanmıştır. Buna göre grup şirketlerinin mali ve hukuki organizasyonlarını FETÖ/PDY’nin medya ve eğitim unsurlarını finanse etmek üzere oluşturduğu belirtilmiştir.v. Ayrıca başvurucu ve diğer şüphelilerin SPK raporlarında detayları açıklandığı üzere sermayesinin bir bölümü halka açık olan şirketlerdeki yönetim yetkilerini kötüye kullanarak güveni kötüye kullanma suçunu işledikleri ifade edilmiştir. Şüphelilerin bu suçun işlenmesi suretiyle şirketlerdeki pay sahiplerinin zararına ve kendi yararlarına olmak üzere aşağıda belirtilen miktarlarda haksız kazanç elde ettikleri belirtilmiştir:- Şüpheli başvurucu yönünden toplam 856,13 TL- Şüpheli [T.İ.] yönünden toplam 112,07 TL- Şüpheli [İ.] yönünden toplam 045,85 TL- [P.Z.] yönünden toplam 087,70 TL- Şüpheli [A.S.H.] yönünden toplam 898,17 TL- Şüpheli [Ş.A.] yönünden toplam 898,17 TL İddianamenin 6/7/2017 tarihinde kabul edilmesiyle Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde görülmeye başlanan dava devam etmektedir. Yargılamanın 19/2/2018 tarihinde yapılan üçüncü oturumunda Mahkeme, bilirkişi raporu aldırılmasına karar vermiş olup duruşma 28/5/2018 tarihine talik edilmiştir. Söz konusu ara kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Dosyanın SPK, Vergi Usul ve Ticaret Hukuku alanında uzman mahkememizce re'sen seçilecek üç kişilik bilirkişi heyetine tevdii ile ;-Dosya kapsamındaki raporlar, belgeler incelenmek suretiyle ayrıca sanık müdafilerinin yazılı ve sözlü beyanları da incelenerek Sermaye Piyasası Kanunu'na muhalefet suçları yönünden her bir sanığın eyleminin ve sorumluluğunun ayrı ayrı tespiti,-İddianame kapsamında terörizmin finansmanı suçu ile sermaye piyasası kanuna muhalefet eylemleri yönünden ismi geçen 6 sanık tarafından haksız kazanç olarak elde edildiği bildirilen miktarın dayanak ve kaynakları ile birlikte tespiti ile bu miktarın yerinde olup olmadığının, var ise bu miktarı aşan bir bedel bulunup bulunmadığının tespiti,-Vergi Usul Kanunu'na muhalefet suçları yönünden her bir sanığın eyleminin ve sorumluluklarının ayrı ayrı tespiti, -Koza Holding bünyesinde bulunan şirketlere ortaklığı bulunan sanıklar yönünden, bu şirketlerin ve holdingin mal varlığı değerlerini fetö pdy silahlı terör örgütünün faaliyetleri kapsamında kazandıklarına ilişkin veya bu örgütün faaliyetlerine özgülemiş olduklarına ilişkin delil ve tespitlerin ayrı ayrı belirlenmesi, eğer bu yönde bir tespit bulunması halinde ne kadarlık miktarının bu kapsamda bulunduğunun belirlenmesi,-Adı geçen holding ve bağlı şirketler tarafından terörizmin finansmanı kapsamında yapılan bir harcama bulunup bulunmadığının, var ise ne kadar olduğunun tespitinin istenmesine... [karar verildi.]" A. Ulusal Hukuk Ceza Muhakemesi Kanunu Hükümleri 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda makul şüphe varsa; şüphelinin veya sanığın üstü, eşyası, konutu, işyeri veya ona ait diğer yerler aranabilir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri arama yapabilirler. Ancak, konutta, işyerinde ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda arama, hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının yazılı emri ile yapılabilir. Kolluk amirinin yazılı emri ile yapılan arama sonuçları Cumhuriyet Başsavcılığına derhal bildirilir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri, elkoyma işlemini gerçekleştirebilir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Soruşturma veya kovuşturma konusu suçun işlendiğine ve bu suçlardan elde edildiğine dair somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebebi bulunan hallerde, şüpheli veya sanığa ait;a) Taşınmazlara,b) Kara, deniz veya hava ulaşım araçlarına,c) Banka veya diğer malî kurumlardaki her türlü hesaba,d) Gerçek veya tüzel kişiler nezdindeki her türlü hak ve alacaklara,e) Kıymetli evraka,f) Ortağı bulunduğu şirketteki ortaklık paylarına,g) Kiralık kasa mevcutlarına,h) Diğer malvarlığı değerlerine,Elkonulabilir. Somut olarak belirlenen Bu taşınmaz, hak, alacak ve diğer malvarlığı değerlerinin şüpheli veya sanıktan başka bir kişinin zilyetliğinde bulunması halinde dahi, elkoyma işlemi yapılabilir. (Ek cümle: 21/2/2014 – 6526/10 md.) Bu madde kapsamında elkoyma kararı alınabilmesi için ilgisine göre Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Sermaye Piyasası Kurulu, Mali Suçları Araştırma Kurulu, Hazine Müsteşarlığı ve Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumundan, suçtan elde edilen değere ilişkin rapor alınır. Bu rapor en geç üç ay içinde hazırlanır. Özel sebepler zorunlu kıldığında bu süre talep üzerine iki ay daha uzatılabilir.(2) Birinci fıkra hükmü;a) Türk Ceza Kanununda tanımlanan;... Güveni kötüye kullanma (madde 155),... (Mülga: 21/2/2014 – 6526/10 md.; Yeniden düzenleme: 24/11/2016-6763/25 md.) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (madde 220, fıkra üç),... Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 305, 306, 307, 308), (Değişik: 2/12/2014-6572/41 md.) Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 311, 312, 313, 314, 315, 316),...Hakkında uygulanır....(6) Şirketteki ortaklık paylarına elkoyma kararı, ilgili şirket yönetimine ve şirketin kayıtlı bulunduğu ticaret sicili müdürlüğüne teknik iletişim araçlarıyla derhâl bildirilerek icra olunur. Söz konusu karar, ilgili şirkete ve ticaret sicili müdürlüğüne ayrıca tebliğ edilir....(9) (Değişik: 24/11/2016-6763/25 md.) Bu madde hükümlerine göre elkoymaya ve onuncu fıkra uyarınca kayyım atanmasına ancak hâkim karar verebilir.(10) (Ek: 15/8/2016-KHK-674/13 md.; Aynen kabul: 10/11/2016-6758/13 md.) Bu madde uyarınca elkonulan taşınmaz, hak ve alacakların idaresi gerektiğinde bu malvarlığı değerlerinin yönetimi amacıyla kayyım atanabilir. Bu durumda 133 üncü madde hükümleri kıyasen uygulanır.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “(1) Suçun bir şirketin faaliyeti çerçevesinde işlenmekte olduğu hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için gerekli olması halinde; soruşturma ve kovuşturma sürecinde, hâkim veya mahkeme, şirket işlerinin yürütülmesiyle ilgili olarak kayyım atayabilir. Atama kararında, yönetim organının karar ve işlemlerinin geçerliliğinin kayyımın onayına bağlı kılındığı veya yönetim organının yetkilerinin ya da yönetim organının yetkileri ile birlikte ortaklık payları veya menkul kıymetler idare yetkilerinin tümüyle kayyıma verildiği açıkça belirtilir.Kayyım tayinine ilişkin karar, ticaret sicili gazetesinde ve diğer uygun vasıtalarla ilan olunur. (2) Hâkim veya mahkemenin kayyım hakkında takdir etmiş bulunduğu ücret, şirket bütçesinden karşılanır. Ancak, soruşturma veya kovuşturma konusu suçtan dolayı kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararının verilmesi halinde; ücret olarak şirket bütçesinden ödenen paranın tamamı, kanunî faiziyle birlikte Devlet Hazinesinden karşılanır.(3) İlgililer, atanan kayyımın işlemlerine karşı, görevli mahkemeye 2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ve 1956 tarihli ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre başvurabilirler. 5271 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.(2) Birinci fıkranın (e) ve (f) bentlerinde belirtilen kararları veren merciler, ilgiliye tazminat hakları bulunduğunu bildirirler ve bu husus verilen karara geçirilir.(3) (Ek:18/6/2014-6545/70 md.) Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.(4) (Ek:18/6/2014-6545/70 md.) Devlet, ödediği tazminattan dolayı görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanan hâkimler ve Cumhuriyet savcılarına bir yıl içinde rücu eder. ” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: “(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.(2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır.” Türk Ceza Kanunu Hükümleri 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir:"(1) Suçun işlenmesi ile elde edilen veya suçun konusunu oluşturan ya da suçun işlenmesi için sağlanan maddi menfaatler ile bunların değerlendirilmesi veya dönüştürülmesi sonucu ortaya çıkan ekonomik kazançların müsaderesine karar verilir. Bu fıkra hükmüne göre müsadere kararı verilebilmesi için maddi menfaatin suçun mağduruna iade edilememesi gerekir.(2) Müsadere konusu eşya veya maddi menfaatlere elkonulamadığı veya bunların merciine teslim edilmediği hallerde, bunların karşılığını oluşturan değerlerin müsaderesine hükmedilir. (3) (Ek: 26/6/2009 – 5918/2 md.) Bu madde kapsamına giren eşyanın müsadere edilebilmesi için, eşyayı sonradan iktisap eden kişinin 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun iyiniyetin korunmasına ilişkin hükümlerinden yararlanamıyor olması gerekir." 5237 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: "(1) Başkasına ait olup da, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyedliği kendisine devredilmiş olan mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyedliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunan veya bu devir olgusunu inkar eden kişi, şikayet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis ve adlî para cezası ile cezalandırılır. (2) Suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi halinde, bir yıldan yedi yıla kadar hapis ve üçbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir. (3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır." Diğer Kanun Hükümleri 7/2/2014 tarihli ve 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) 3 üncü madde kapsamında suç olarak düzenlenen fiillerin gerçekleştirilmesinde tümüyle veya kısmen kullanılması amacıyla veya kullanılacağını bilerek ve isteyerek belli bir fiille ilişkilendirilmeden dahi bir teröriste veya terör örgütlerine fon sağlayan veya toplayan kişi, fiili daha ağır cezayı gerektiren başka bir suç oluşturmadığı takdirde, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır....(7) (Ek: 14/4/2016 - 6704/29 md.) Bu suç bakımından 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun;a) 133 üncü maddesinde yer alan şirket yönetimi için kayyım tayini,b) 135 inci maddesinde yer alan iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması,c) 139 uncu maddesinde yer alan gizli soruşturmacı görevlendirilmesi,ç) 140 ıncı maddesinde yer alan teknik araçlarla izleme,tedbirlerine ilişkin hükümler uygulanabilir." Kanun Hükmünde Kararname Hükümleri 674 sayılı KHK'nın maddesi şöyledir:"(1) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı nedeniyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 133 üncü maddesi uyarınca kayyım atanmasına karar verilen şirketlerde görev yapan kayyımların yetkileri, hakim veya mahkeme tarafından Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilir ve devirle birlikte kayyımların görevleri sona erer.(2) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra ve olağanüstü halin devamı süresince terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı nedeniyle Ceza Muhakemesi Kanununun 133 üncü maddesi uyarınca şirketlere ve bu Kanun Hükmünde Kararnamenin 13 üncü maddesi uyarınca varlıklara kayyım atanmasına karar verildiği takdirde, kayyım olarak Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu atanır.(3) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan ve Vakıflar Genel Müdürlüğüne veya Hazineye devredilen şirketler hariç olmak üzere; birinci ve ikinci fıkra kapsamındaki şirketlerin mali durumu, ortaklık yapısı, diğer sorunları veya piyasa koşulları nedeniyle mevcut halin sürdürülebilir olmadığının Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından tespit edilmesi durumunda, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu şirketin yahut varlıklarının veya bu Kanun Hükmünde Kararnamenin 13 üncü maddesinde belirtilen varlıkların satılmasına veya feshi ile tasfiyesine karar verebilir. Satış ve tasfiye işlemleri Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından yerine getirilir." 22/11/2016 tarihli ve 29896 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 677 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında KHK'nın maddesi şöyledir:"Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yürürlüğe girdiği tarihten önce terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı nedeniyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 133 üncü maddesi uyarınca kayyım atanmasına karar verilen şirketlerde görev yapan kayyımların yetkileri, hâkim veya mahkeme kararı ya da talep olmaksızın bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımı tarihinde sona erer ve şirketlerin yönetimi kayyımlar tarafından derhal Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilir."B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Sözleşmeler Suçtan gelir elde edilmesinin önlenmesi amacıyla suç gelirlerinin müsadere edilerek aklanmasının önlenmesine ve bu amaçla uluslararası iş birliğinin sağlanmasına yönelik olarak Avrupa Konseyi tarafından 8/11/1990 tarihinde Suçtan Kaynaklanan Gelirlerin Aklanması, Araştırılması, Ele Geçirilmesi ve El Konulmasına İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi kabul edilmiştir. Strazburg Konvansiyonu olarak bilinen bu sözleşme, Türkiye tarafından 27/9/2001 tarihinde imzalanmış ve sözleşmenin onaylanması 16/6/2004 tarihli ve 5191 sayılı Suçtan Kaynaklanan Gelirlerin Aklanması, Araştırılması, Ele Geçirilmesi ve El Konulmasına İlişkin Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun ile uygun bulunmuştur. Strazburg Konvansiyonu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Taraf olan her devlet, suç vasıtaları ile gelirlerini veya bu gelirlere eşdeğer malların zoralımını gerçekleştirmek için gerekli olan yasal ve diğer tedbirleri alacaktır." Strazburg Konvansiyonu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Bir cezaî kovuşturma veya bir zoralım işlemi başlatan diğer bir Tarafın talebi ile bir Taraf Devlet, daha sonra bir zoralım talebine konu oluşturabilecek veya böyle bir talebi karşılayabilecek herhangi bir malla ilgili olarak, bu mal üzerinde herhangi bir işlemi, devir veya elden çıkarılmasını engellemek amacıyla bloke etmek ve el koymak gibi gerekli geçici önlemleri alacaktır." Strazburg Konvansiyonu, uluslararası gelişmeler doğrultusunda yeniden gözden geçirilerek güncellenmiş ve bu kapsamda hazırlanan Terörizmin Finansmanı ve Suçtan Elde Edilen Gelirlerin Aklanması, Aranması, Elkonması ve Müsaderesi Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi 16/5/2005 tarihinde imzaya açılmıştır. Ayrıca Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme, 9/12/1999'da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilmiş ve 10/1/2000 tarihinde imzaya açılmıştır. Anılan sözleşme 17/1/2002 tarihli ve 24643 sayılı Resmî Gazete'de 10/1/2002 tarihli ve 4738 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun ile onaylanmıştır. Bu sözleşme; taraf devletlerde terörizmin finansmanının engellenmesini, terörizme mali destek sağlanmasının suç hâline getirilmesini, bu suçun ağır cezalara tabi tutulması için gerekli önlemlerin alınmasını ve taraf devletler arasında iş birliğinin sağlanmasını amaçlamaktadır. Sözleşmenin maddesi şöyledir:" Her Taraf Devlet, gerektiğinde müsadere edilebilmeleri amacıyla, maddede belirtilen suçların işlenmesi için kullanılan veya kullanılması için oluşturulan fonların veya bu suçlardan temin edilen kazançların tespiti, bulunması, dondurulması, el konulması için iç hukuku uyarınca gerekli tedbirleri alır, Her Taraf Devlet, maddede belirtilen suçların işlenmesinde kullanılan veya kullanılması için oluşturulan fonların veya bu suçlardan elde edilen kazançların müsadere edilebilmesi için iç hukuku uyarınca gerekli tedbirleri alır, İlgili her Taraf Devlet, işbu maddede öngörülen müsadere sonucunda elde edilen fonların düzenli ya da duruma göre başka Taraf Devletlerle paylaşımını düzenleyen anlaşmalar akdetme yoluna gidebilir, Her Taraf Devlet, işbu maddede öngörülen müsadere sonucunda elde edilen fonların, madde Paragraf (a) ve (b) bentlerinde zikredilen suçların mağdurları veya ailelerinin tazmini için kullanılması amacıyla düzenlemeler oluşturur, Bu maddenin hükümleri, iyi niyetli üçüncü tarafların haklarına halel getirmeksizin uygulanır" Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), suç isnadına bağlı olarak yapılan el koyma işlemlerini Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi kapsamında değerlendirmektedir. AİHM'e göre kamu makamlarınca kişilerin mülküne el konulması mülkiyet hakkına müdahale teşkil etmektedir. AİHM, bu suretle yapılan müdahalenin mülkiyetin kullanılmasının kontrolüne ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerektiği görüşündedir (Raimondo/İtalya, B. No: 12954/87, 22/2/1994, § 27; Andrews/Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 49584/99, 26/9/2002; Adamczyk/Polonya (k.k.), B. No: 28551/04, 7/11/2006; JGK Statyba Ltd ve Guselnikovas/Litvanya, B. No: 3330/12, 5/11/2013, § 117). Buna göre el koyma işlemiyle başvurucu, mülkünden tamamıyla yoksun bırakılmamakta; başvurucunun mülkünden yararlanması veya tasarrufta bulunması geçici olarak sınırlandırılmaktadır. AİHM ayrıca el koyma işleminin -kimi durumlarda- muhtemel bir müsadere kararının uygulanmasını güvence altına almaya yönelik olarak geçici bir tedbir şeklinde uygulandığına da dikkat çekmektedir (Rafig Aliyev/Azerbaycan, B. No: 45875/06, 6/12/2011, § 118). AİHM, el koyma yoluyla yapılan müdahalenin öncelikle iç hukukta yeterli bir temelinin olması ve kamu yararına dayalı meşru bir amacı içermesi gerektiğini kabul etmektedir (Ali Esen/Türkiye, B. No: 74522/01, 24/7/2007, § 32). Nitekim Viktor Konovalov/Rusya (B. No: 43626/02, 24/5/2007) kararında, iç hukukta bu konuda bir düzenleme bulunmadığı hâlde el konulan aracın nihai karar beklenmeden satılması suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi anlamında hukuka dayalı olma gerekliliğini karşılamadığı sonucuna varılmıştır (Viktor Konovalov/Rusya, §§ 38-47). Bununla birlikte AİHM, el koyma yönünden kamu makamlarının geniş bir takdir yetkisi olduğunu kabul etmektedir (Dzinic/Hırvatistan, B. No: 38359/13, 17/5/2016, § 68). AİHM ayrıca, muhtemel bir müsadere için el koyma tedbirinin uygulanmasının kamu yararına dayalı olup meşru bir amacı da içerdiğini sıklıkla içtihatlarında belirtmektedir (Borzhonov/Rusya, B. No: 18274/04, 22/1/2009, § 58; East West Alliance Limited/Ukrayna, B. No: 19336/04, 23/1/2014, § 187). AİHM'e göre mülkün kamu yararına kullanılmasının kontrolü kapsamında mülke el konulması hususunda devletlerin geniş bir takdir yetkisi bulunmakla birlikte bu yetkinin tanınması, kişilerin mülkünden geçici süreyle de olsa yoksun bırakılması gibi ağır bir sonuca da yol açmaktadır.Bu nedenle başvurucunun mülkiyet hakkına el koyma suretiyle yapılan müdahalenin keyfî veya öngörülemez olmaması için usule ilişkin bazı güvenceler öngörülmelidir. AİHM, özellikle el koyma ve müsadere yoluyla yapılan müdahaleler yönünden verdiği kararlarında keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden bu önlemlerin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının kişilere tanınması güvencesinin sağlanması gerektiğini belirtmektedir. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/10/1986, § 60; Saccoccia/Avusturya, B. No: 69917/01, 18/12/2008,§ 89; el koyma ile ilgili kararlar için bkz. Dzinic/Hırvatistan,§ 68; Borzhonov/Rusya, §§ 60, 61). Bunun yanında AİHM, müsadere gibi el koymanın da orantılı olması gerektiğini belirtmektedir. Nitekim Dzinic/Hırvatistan kararında, el koyma tedbirinin muhtemel bir müsadereyi güvence altına almak için uygulandığını gözeten AİHM, başvurucunun mülküne el konulması tedbirinin meşru olsa da el konulan mülkün değeri ile karşılaştırılmaksızın uygulanmasının adil dengenin gerekliliklerine uygun olmadığını kabul ederek sonuca varmıştır (Dzinic/Hırvatistan, §§ 67-82). AİHM, bu kapsamda başvurucunun davranışları ile kanuna aykırı eylem arasındaki illiyet bağının kamu makamlarınca makul bir şekilde değerlendirilmesini de başka bir güvence ölçütü olarak değerlendirmektedir. Bununla birlikte AİHM, kamu yararının gerektirdiği bazı durumlarda böyle bir ilişkinin mevcut olmasa dahi el koyma ve müsaderenin uygulanabileceği gerçeğini yadsımamaktadır. Ancak böyle bir durumda yani el koyma ve müsaderenin muhakkak uygulanması gerektiği kabul edildiği takdirde özellikle iyi niyetli üçüncü kişiler yönünden eşyanın belirli koşullar dâhilinde iadesi veya bu mümkün olamıyorsa eşya sahibinin zararının tazminine yönelik bir iç hukuk yolunun mevcut olması ölçülüğün unsurlarından biri olarak değerlendirilmektedir (AGOSI/Birleşik Krallık, §§ 57-61; Vasilevski/Makedonya, B. No: 22653/08, 28/4/2016, §§ 56-60; Sulejmani/Makedonya, B. No: 74681/11, 28/4/2016 , §§ 40-44). AİHM, bu ilkenin beraat eden mülk sahipleri yönünden de uygulanacağını belirtmektedir (Jucys/Litvanya, B. No: 5457/03, 8/1/2008, § 36). AİHM, el koyma ve müsadere yoluyla yapılan müdahalelerin sonuçlarını da kararlarında tartışmaktadır. Buna göre AİHM, her el koyma ve müsaderenin muhakkak bir zarara yol açtığını kabul etmektedir. Ancak AİHM, el koyma ve müsaderenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesine göre adil olabilmesi için mülkün sahibinin güncel zararının kaçınılmaz olandan daha fazla olmaması gerektiğini sıklıkla vurgulamaktadır (Raimondo/İtalya, § 33; Borzhonov/Rusya, § 61; Jucys/Litvanya, § 36). Bu bağlamda Borzhonov/Rusya kararında, el konulan otobüsün yapılan kanun değişikliğiyle sahibine iadesi gerektiği hâlde kamu makamlarının altı yıl boyunca hareketsiz kalması kaçınılmaz olandan daha ağır bir zarar olarak görülmüştür (Borzhonov/Rusya, §§ 61-63). East/West Alliance Limited/Ukraine kararında, başvurucunun mülkünden on yıl boyunca yoksun kalmasına yol açan el atma tedbirinin mülkiyet hakkına ölçüsüz bir müdahale olduğu sonucuna varılmıştır (East/West Alliance Limited/Ukraine, §§ 166-218). Jucys/Litvanya kararında ise el koyma tedbirinin yaklaşık sekiz buçuk yıl sürdüğüne vurgu yapılarak mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin başvurucuya aşırı ve orantısız bir külfet yüklediği belirtilmiştir(Jucys/Litvanya, §§ 34-39). Ali Esen/Türkiye kararı ceza soruşturmasında el koyma tedbirinin uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Bu başvuruya konu olayda başvurucu, daha önce sahte kimlik bilgileri kullanılarak ve sahte bir senetle satıldığı iddia edilen bir aracı satın almıştır. Ceza soruşturması sırasında 20/9/1999 tarihinde araca el konulmuş, aracı daha önce sahtecilik yoluyla satan bir kişi hakkında resmî evrakta sahtecilik suçundan iddianame düzenlenerek ceza davası açılmıştır. Yargılama devam ederken 19/9/2002 tarihinde aracın teminatsız olarak başvurucuya iadesine karar verilmiştir. AİHM, kovuşturma sürecinin tamamlanması beklenmeden aracın teminatsız olarak iade edildiğine vurgu yapmıştır. AİHM'e göre kanuna aykırı olarak kullanılmasını önlemeye yönelik olarak araca el konulmasında meşru amaç bulunmaktadır. AİHM, devletlerin bu alanda geniş takdir yetkilerinin bulunduğu ve somut olay bağlamında ayrıca aracın mülkiyeti konusunda mevcut bir ihtilafın olduğu dikkate alındığında başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olduğu sonucuna varmış; başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar vermiştir (Ali Esen/Türkiye, §§ 27-36). Ayrıca Islamic Republic of Iran Shipping Lines/Türkiye (B. No: 40998/98, 13/12/2007) kararında ise el konulan gemi ve bu gemideki yüklere, iade edildikleri tarihe kadar yaklaşık bir yıl boyunca keyfî olarak el konulduğunun ceza yargılamasında tespit edildiği gerekçesine dayalı olarak el koyma ile başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz ve adil dengeyi bozucu nitelikte olduğu sonucuna varılmıştır (Islamic Republic of Iran Shipping Lines/Türkiye, §§ 97-103). Vendittelli/İtalya (B. No: 14804/89, 18/7/1994) kararında da bir suç isnadı kapsamında başvurucunun taşınmazına konulan tedbirin hükümden sonra gerek de kalmadığı hâlde on bir ay daha uygulanmaya devam edilmesi ölçüsüz bir müdahale olarak görülmüştür (Vendittelli/İtalya, §§ 31-40). Diğer taraftan AİHM kural olarak bir kimsenin kendisi taraf sıfatını haiz olmadığı müddetçe ortağı olduğu tüzel kişiliğin taraf olduğu yargılamalar nedeniyle temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasında bulunamayacağını vurgulamıştır (F. Santos Lda. ve Fachadas/Portekiz (k.k.), B. No: 49020/99, 19/9/2000, § 1; Nosov/Rusya (k.k.), B. No: 30877/02, 20/10/2005). Bununla birlikte belirli durumlarda şirketin sahibi veya şirketi kontrol edebilecek hisseye sahip olan kimse de şirket aleyhine alınan tedbirler nedeniyle mağduriyetini ileri sürebilir (Ankarcrona/İsveç, B. No: 35178/97, 27/6/2000; G.J./Lüksemburg, B. No: 21156/93, 26/10/2000, § 24). Ayrıca AİHM içtihatlarında, şirket tüzel kişiliğinin başvurmasını imkânsız kılan hukuki sınırlamalar olduğunda da şirket ortaklarının bireysel başvuruda bulunabilecekleri kabul edilmiştir (Agrotexim ve diğerleri/Yunanistan, B. No: 14807/89, 24/10/1995, § 66; CDI Holding Aktiengesellschaft ve diğerleri/Slovakya (k.k.), B. No: 37398/97, 18/10/2001; Amat-G Ltd. ve Mebaghishvili/Gürcistan, B. No: 2507/03, 27/9/2005, § 33; Meltex Ltd. ve Mesrop Movsesyan/Ermenistan, B. No: 32283/04, 17/6/2008,§ 66). Kendisini doğrudan etkileyen tasarruflar bakımından şirket ortağının mağdur sıfatının bulunduğu ise tartışmasızdır (Olczak/Polonya (k.k.), B. No: 30417/96, 7/11/2002). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/17763 | Başvuru, terör örgütü yöneticiliği, terörizmin finansmanı, zimmet ve terör örgütü propagandası yapma suçlarından dolayı başlatılan ceza soruşturması sırasında verilen arama, el koyma ve kayyım atama kararları nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet hakları ile ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari işlemin iptali istemli davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 16/6/2010 tarihinde dava açmıştır. Danıştay Onikinci Dairesi 9/5/2019 tarihinde karar düzeltme talebini reddetmiş, hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu, idare mahkemelerinde açtığı davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla 16/7/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/24585 | Başvuru, idari işlemin iptali istemli davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza davasında sanığın (başvurucunun) hazır bulunma talebi reddedilerek duruşmaya ses ve görüntüyle uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle duruşmada hazır bulunma hakkının ve beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanıkların başvurucu tarafından sorgulanmasına imkân verilmemesi nedeniyle de tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, bireysel başvuru konusu olayların geçtiği tarihte üsteğmen olarak görev yapmaktadır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) "askerî mahrem yapılanması" içerisinde yer alan kişilerin tespitine yönelik soruşturma başlatmıştır. Bu kapsamda, örgütün anılan yapılanmasının bağlı oldukları sivil imam konumundaki örgüt mensuplarının örgütsel toplantıları organize etmek amacıyla İstanbul'un Üsküdar ilçesinde bulunan G. Büfe adlı iş yerine tahsis edilen sabit hattı kullandıkları tespit edilmiştir. Bunun üzerine hâkimlik kararı doğrultusunda bu hat ile yapılan iletişimlerin tespitine dair HTS kayıtları temin edilerek kolluk görevlileri tarafından incelenmiştir. HTS kayıtlarının incelenmesi sonucunda kolluk görevlileri tarafından düzenlenen 5/12/2017 tarihli HTS Tespit ve Değerlendirme Tutanağı'nda (Tutanak) G. Büfe'ye tanımlanan sabit hat üzerinden yapılan iletişimlerin bazılarının 15/7/2016 tarihinde gerçekleşen darbe teşebbüsünde örgüt adına aktif rol oynayan asker ve sivil kişilerle yapıldığı, bu nedenle söz konusu hattın örgütün sivil imamları tarafından örgütsel amaçla kullanıldığı sonucuna ulaşılmıştır. Tutanak'ta başvurucu yönünden yapılan tespitler ise şöyledir: i. Anılan sabit hat üzerinden başvurucunun kullandığı GSM hattının 18/8/2013 tarihinde iki kez arandığı belirtilmiştir. ii. Asker olup örgütle irtibatlı oldukları gerekçesiyle bir kısmı kamu görevinden çıkarıldıkları belirtilen U.T., İ.G., S.Y., O.S. ile S.A.G.nin de bu hat üzerinden aynı gün arandıkları tespit edilmiştir. Başvurucu 6/12/2017 tarihinde tutuklanma talebiyle sevk edildiği sorgusunda; Tutanak'ta belirtilen GSM hattını kendisinin kullandığını, kendisiyle G. Büfe'ye ait sabit hattan aranan kişilerden U.T. ve S.A.G. ile askerî okuldan sınıf arkadaşı olduklarını, bu sabit hattan aranan diğer kişileri tanımadığını, tespit edilen görüşmeleri hatırlamadığını, arkadaşlarıyla gezdiği sırada telefonunun şarjı biten bir arkadaşı tarafından da bu görüşmelerin yapılmış olabileceğini, FETÖ/PDY ile herhangi bir irtibatının olmadığını beyan etmiş ve suçlamayı kabul etmemiştir. Başvurucu, sorgusunun ardından silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Soruşturma sonucunda Başsavcılık, aralarında başvurucunun da bulunduğu asker kişiler hakkında düzenlediği 12/2/2018 tarihli iddianame ile bu kişilerin silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işledikleri iddiasıyla kamu davası açmıştır. Anılan iddianamede, başvurucunun kullandığı GSM hattının G. Büfeye tahsis edilen sabit hat üzerinden ardışık olarak arandıkları tespit edilen diğer asker kişilerin GSM hatlarından oluşan grup içerisinde yer aldığı, başvurucunun hattının ayrıca yine örgütsel iletişim için kullanıldıkları belirlenen 9 ayrı sabit hattan da farklı tarihlerde arandığı, böylece başvurucunun FETÖ/PDY'nin askerî mahrem yapılanması içerisindeki “ankesörlü/sabit hatlardan aranma” gizli iletişim sistemine dâhil olmak suretiyle atılı suçu işlediği kanaatine varılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülen yargılamanın 9/5/2018 tarihli ilk celsesinde başvurucu, tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumundan getirtilmiş ve müdafii ile hazır bulunmuştur. Başvurucu bu celsede alınan savunmasında da örgütle irtibatının olmadığını, iddianamede belirtilen sabit hatlardan kendisinin kimin hangi nedenle aradığını hatırlamadığını söyleyerek sorgudaki savunmasını yinelemiş; buna ek olarak görüşme içeriklerinin belli olmadığını, söz konusu görüşmelerin atılı suç açısından aleyhe delil olarak kabul edilemeyeceğini, bazı kişilerin dolandırıcılık amacıyla da sabit hatlardan arama yaptıklarını belirterek bu ihtimalin de dikkate alınmasını talep etmiştir. Başsavcılık, örgütün askerî mahrem yapılanmasına ilişkin devam eden farklı bir soruşturma kapsamında aralarında başvurucunun da bulunduğu bazı asker kişilerin tayine tabi olmaları nedeniyle, görev yaptıkları diğer yerlerde de sivil imamlarla sabit hatlarla iletişim kurup kurmadıklarına dair yapılan araştırma sonucunda, ülke genelinde kurulu sabit hatların HTS kayıtlarının incelenmesine dair iddianamede de yer verilen tespitleri içeren raporu dava dosyasına sunmuştur. Yargılamanın 20/9/2018 tarihli celsesinde bu rapor okunmuş; bu celsede de hazır bulunan başvurucu, telefonla arandığı tarihlerde İstanbul'da olmadığını ve herhangi bir örgütsel toplantıya da katılmadığını savunmuştur. Celse sonunda Mahkeme, GSM ve sabit hatlara dair HTS kayıtları üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar vermiştir. Ankara ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılıkları, anılan örgüte üye oldukları iddiasıyla haklarında ayrı soruşturma yürüttükleri E.U.Y. ve Ö.F.Ş.nin şüpheli sıfatıyla alınan ifadelerini, başvurucu hakkında da beyanda bulunduklarını gözeterek Mahkemenin değerlendirmesi için celse arasında dava dosyasına sunmuştur. i. Bu kişilerden E.U.Y. 7/11/2018 tarihinde kollukta müdafii huzurunda alınan savunmasında; 2008 yılında Ö.F.Ş. ile Deniz Harp Okulunda okumaya başladığını, bu süreçte örgütün Ö.F.Ş. aracılığıyla kendisine ulaştığını, Ö.F.Ş.nin kendisini hafta sonu izinlerinde Üsküdar'daki bir eve götürdüğünü, bu evde ismini Y. olarak bildiği bir kişinin olduğunu, 2-3 ay boyunca hafta sonları bu eve gittiklerinde Y.nin kendilerine Fetullah Gülen'in kitaplarını okuyup videolarını izlettiğini, eve gidip geldikleri dönemde başvurucuyu da bu evde 2-3 kez gördüğünü söylemiş ve kendisine gösterilen fotoğraflar içerisinden başvurucuyu teşhis etmiştir. ii. Sahil Güvenlik Komutanlığında üsteğmen olarak görev yapmaktayken kamu görevinden çıkarılan Ö.F.Ş. de benzer şekilde E.U.Y. ve başvurucu ile askerî öğrenci olarak okudukları dönemde Üsküdar'da bulunan bir eve gittiğini beyan etmiştir. Celse arasında E.U.Y. ile Ö.F.Ş.nin tanık sıfatıyla beyanlarının alınması hususunda Mahkemece istinabe talebinde bulunulması üzerine Ö.F.Ş.nin Bandırma Ağır Ceza Mahkemesinde 10/12/2018 tarihinde tanık sıfatıyla beyanı alınmıştır. Ö.F.Ş. ifadesinde; 2008 yılının Eylül ayında Deniz Harp Okuluna girdiğini, başvurucu ile 2008 yılının sonunda okulda tanıştığını, okula başladıktan sonra FETÖ/PDY'nin kendisiyle bu örgütte yer alan E.U.Y. vasıtasıyla irtibata geçtiğini, sonra Üsküdar'daki bir eve gidip gelmeye başladığını, başvurucuyu da bu evde gördüğünü, başvurucuyla bu eve birkaç kez gidip sohbet adı altındaki toplantılara katıldığını ancak bir süre sonra kendisinin görüşmelere katılmamaya başladığını, bu nedenle örgüt mensuplarının kendisini ankesörlü hattan arayıp neden toplantılara gelmediğini sorduklarını, başvurucunun sonradan toplantılara katılmaya devam edip etmediğini bilmediğini, bu toplantılarda yemek yenilip sohbet edildiğini beyan etmiştir. Yargılamanın 13/12/2018 tarihli celsesinde başvurucunun duruşmaya katılımı, tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumundan ses ve görüntü iletimi (SEGBİS) aracılığıyla sağlanmıştır. Başvurucu, bu celsede HTS kayıtlarına dair savunmasını tekrar etmiş; tanık E.U.Y.nin ifadesinin 2008 yılına ait olup suç unsuru taşıyan bir anlatım içermediğini dile getirmiştir. E.U.Y. celse arasında istinabe yoluyla ve tanık sıfatıyla alınan ifadesinde; başvurucuyla ilkokulda, Heybeliada Deniz Okul Komutanlığında ve Deniz harp Okulunda birlikte okuduğunu, bu nedenle başvurucuyu çocukluğundan beri tanıdığını, kendisi hakkında yürütülen soruşturma sırasında verdiği ifadede başvurucuyla ilgili anlatımlarının doğru olduğunu, başvurucunun örgütle ilişkisinin ne zaman başladığını ve ne zamana kadar devam ettiğini bilmediğini, Harp Okulunda okurken Ö.F.Ş. ile gittikleri Üsküdar'daki evde başvurucuyu 2-3 kez gördüğünü, bu eve gittiklerinde başvurucunun kendileriyle değil de evdeki farklı bir grup içerisinde bulunduğunu, başvurucuya evin içerisinde rastladığını, başvurucunun sabit hatlardan arandığına dair bilgi sahibi olmadığını beyan etmiştir. HTS kayıtlarının tevdi edildiği bilirkişi tarafından düzenlenen 24/12/2018 tarihli raporda; başvurucunun sabit hatlardan aranmasına dair tespitlerin HTS kayıtlarıyla birebir uyumlu olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Dosyaya sunulan bu rapor ile istinabe yoluyla alınan tanık beyanları başvurucunun hazır bulunduğu 7/3/2019 tarihli celsede başvurucu ve müdafiine okunmuştur. Başvurucu; önceki beyanlarına ek olarak tanıkların bahsettikleri Üsküdar'daki eve iki kez gittiğini, ancak bu evin örgüt evi olduğunu bilmediğini, tanıkların söylediklerinin aksine, tanıkların kendisini çağırması, derslerinin kötü olması ve üst sınıflardan bir kişinin ders anlatması nedeniyle eve gitmeyi kabul ettiğini, ancak ders notlarında olumlu bir değişiklik olmaması sonucunda eve gitmeyi bıraktığını, o dönemde örgüt mensuplarının kollanıp mezun olmalarının sağlandığını ancak tanıklar sınıfı geçtikleri hâlde kendisi kollanmadığı için sınıfta kaldığını beyan etmiştir. Başvurucu müdafii ise; bilirkişi raporunun hatalı olduğunu, ayrıca her iki tanığın istinabe mahkemelerince, kendilerinin hazır bulunmadıkları oturumlarda beyanlarının alınması nedeniyle tanıklara soru soramadıklarını dile getirmiştir. Başsavcılık, bu celsede esas hakkındaki mütalaasını sunmuş ve başvurucunun ankesörlü/sabit hatlarla aranmak suretiyle örgütün askerî mahrem yapılanmasına dahil olduğu kanaatiyle atılı suçtan cezalandırılmasını talep etmiştir. Celse sonunda Mahkeme, başvurucuya esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmasını sunması için süre verilmesine ve 10/5/2019 tarihinde yapılması kararlaştırılan celsede başvurucunun hazır edilmesi için tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumuna müzekkere yazılmasına karar vermiştir. Yargılamanın 10/5/2019 tarihli son oturumunda başvurucu duruşmada hazır edilmeyerek katılımı SEGBİS aracılığıyla sağlanmıştır. Bu celsede başvurucu müdafii, istinabe yoluyla beyanı alınan tanık E.U.Y.nin duruşma salonu dışında hazır bulunduğunu belirterek bu tanığın yeniden ifadesinin alınmasını talep etmiştir. Mahkeme ise; tanığın beyanının istinabe yoluyla usulüne uygun olarak alındığı ve dosyanın esas hakkındaki mütalaaya karşı beyan aşamasında olduğu gerekçesiyle talebin reddine dair ara karar vermiştir. Bu celsede söz alan başvurucu; esas hakkında savunmasını mahkeme huzuruna gelerek vermek istediğini ancak elinde olmayan sebeplerle duruşmaya SEGBİS aracılığıyla katılımının sağlandığından yakınmıştır. Başvurucu ayrıca sabit hatlarla arandığı tarihlerde İstanbul'da görevli olmadığını, aramaların örgütsel amaçla yapılmadığını, tanık beyanlarının da kendisini suçlayıcı nitelikte olmadığını savunmuştur. Yargılama sonucunda Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 13 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkûmiyet kararında; başvurucunun G. Büfe'ye tahsis edilen sabit hattan 18/8/2013 tarihinde O.S. adlı kişi ile bir kez ardışık olarak arandığı, G. Büfe dışındaki diğer sabit hatlardan da 2/3/2013 ila 29/10/2015 tarihleri arasında toplam 53 kez arandığı, bu arama kayıtlarının örgütsel iletişim yöntemleriyle uyumlu olduğu belirtilmiştir. Bunun yanında başvurucu hakkında beyanda bulunan tanıklar E.U.Y. ile Ö.F.Ş.nin ifadelerine de değinildikten sonra bu tanıkların başvurucu ile oldukları döneme ilişkin bilgi ve görgüye dayalı olarak beyanda bulundukları değerlendirilmiş ve tanık beyanları mahkûmiyet için delil olarak kabul edilmiştir. Diğer yandan, tanık beyanları doğrultusunda başvurucunun örgüt içerisindeki konumu, yaptığı görev itibarıyla örgüte sağladıkları fayda ve kastının yoğunluğu dikkate alınarak temel ceza alt sınırdan uzaklaşılarak belirlenmiştir. Başvurucu müdafii -diğerlerinin yanı sıra- beyanları hükme esas alınan tanıkları sorgulayamadıklarını ve hükmün kurulduğu son celsede taleplerine aykırı olarak başvurucunun duruşmaya katılımının SEGBİS aracılığıyla sağlandığına dair itirazlarını ileri sürerek Mahkeme kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Daire) 17/10/2019 tarihinde istinaf başvurusunu esastan reddetmiştir. Başvurucu müdafii Daire kararına karşı istinaf kanun yolu başvuru dilekçesinde ileri sürdüğü itirazlarını yineleyerek temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Yargıtay Ceza Dairesi, 25/10/2021 tarihinde Dairenin esastan ret kararını onamıştır. Anılan kararda başvurucu hakkında yer verilen açıklamalar şöyledir:"Her ne kadar mahkeme tarafından sanık Emre Sunar’ın ardışık aramaya dahil olduğu kabul edilmiş ise de; bu aramanın yukarıda anlatılan kriterlere uymaması, tekil aramalar ve tanık beyanları nazara alındığında sonuca etkili görülmemiştir....İl Merkezindeki kontörlü telefon ve ankesörlü telefon olarak kullanımda olduğu tespit edilen telefon hatlarına yönelik CMK'nın 135/ maddesi gereğince iletişimin tespiti kararları alındığı, bu kararlara dayanılarak (HTS) kayıtlarının incelenmesinde (soruşturma konusu suç ile ilgileri bulunmayan üçüncü kişilere ait veriler ayıklanarak);Ayrıntıları hükme esas alınan 2018 tarihli bilirkişi raporunda açıklandığı üzere; ...Sanık Emre Sunar’ın [...] nolu hatlardan 53 kez tekil olarak arandığı, ...Tespit edilmiştir.Sanıklar, aşamalarda alınan savunmalarında, söz konusu aramalara ilişkin makul bir açıklama getirememiştir.Tüm bu açıklamalar karşısında somut olay irdelendiğinde;Hukuka uygun olarak elde edilen (HTS) kayıtlarının incelenmesinde, '[...] sanıkEmre Sunar’ın [...] GSM nolu hattının İstanbul İl Merkezinde bulunan ücret karşılığı kullanıma sunulan farklı farklı kez sabit hatlı telefonlardan, (2012 – 2015) tarihleri arasında toplam 53 kez tekil [...] olarak arandığının' anlaşılması karşısında, arama sayısı, [ardışık ve periyodik olarak arandıkları tespit edilen diğer sanıklar açısından] aramaların ardışık ve periyodik olması, ardışık aranan kişilerin aynı rütbeden olması, aramaların gerçekleştirildiği zaman, konuşma süreleri, sanıkların farklı sabit hatlardan aranması, aranmaların makul görünmemesi nazara alındığında, sanığın örgütün iletişim metotlarından olan 'ankesörlü/sabit hatlardan aranma' gizli iletişim sistemine dahil oldukları dikkate alındığında, mahkemenin sanıkların örgüt üyesi olduklarına ilişkin kabulünde bir isabetsizlik olmadığı [anlaşılmıştır.]" Başvurucu, nihai hükmü 9/12/2021 tarihinde öğrendikten sonra 28/12/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon; adli yardım talebinin kabulüne ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki duruşmada hazır bulunma ile tanık sorgulama hakları dışındaki şikâyetlerinin kabul edilemez olduğuna, anılan haklara ilişkin şikâyetlerinin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/63876 | Başvuru, ceza davasında sanığın (başvurucunun) hazır bulunma talebi reddedilerek duruşmaya ses ve görüntüyle uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle duruşmada hazır bulunma hakkının ve beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanıkların başvurucu tarafından sorgulanmasına imkân verilmemesi nedeniyle de tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, hakkındaki hapis cezasının infazı sürecinde yasal dayanak olmaksızın koşullu salıverme kararının geri alınması ve mahsubu gereken tutukluluk süresinin dikkate alınmayarak ceza infaz kurumunda kalacağı sürenin uzamasına neden olunması nedeniyle eşitlik, kişi özgürlüğü ve güvenliği, adil yargılanma hakları ile suç ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, infazın durdurulması ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 9/9/2013 tarihinde Nevşehir Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. 2013/7890 başvuru numaralı bireysel başvurunun aralarındaki hukuki ve fiili irtibat nedeniyle 2013/7764 başvuru numaralı dosya kapsamında birleştirilmesine karar verilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 24/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 15/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 17/9/2014 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, görüşünü 14/10/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Mahkemeye sunulan görüş, başvurucuya 27/10/2014 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu, 9/12/2014 tarihinde Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde Nevşehir E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucunun 1979 ila 1991 yılları arasında işlediği muhtelif suçlardan aldığı hapis cezaları Dinar Ağır Ceza Mahkemesinin 13/4/1991 tarih ve 1991/60 Müteferrik sayılı kararıyla 36 yıl ağır hapis cezası olarak içtima edilmiştir. Daha sonra aynı Mahkemenin 13/4/1991 tarih ve 1991/61 Müteferrik sayılı kararıyla başvurucunun koşullu salıverilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, deneme süresi içinde 30/10/1991 tarihinde işlediği kasten öldürme suçundan Aksaray Ağır Ceza Mahkemesinin 22/4/1991 tarih ve E.1991/220, K.1993/83 sayılı kararı ile 20 yıl ağır hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Bunun üzerine Dinar Ağır Ceza Mahkemesi koşullu salıverme kararının geri alınmasına ve bakiye kalan 25 yıl 23 gün hapis cezasının aynen infazına karar vermiştir. Anılan her iki cezanın toplamları üzerinden başvurucunun cezaevinde kaldığı süre hesaplanarak 21/10/2000 tarih ve 4616 sayılı 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun gereğince Manisa Ağır Ceza Mahkemesinin 16/7/2002 tarih ve 2002/147 Müteferrik sayılı kararıyla başvurucunun tekrar koşullu salıverilmesine karar verilmiştir. İkinci koşullu salıvermeden sonra başvurucu deneme süresi içinde 10/10/2002 tarihinde tekrar işlediği kasten öldürme suçundan Aksaray Ağır Ceza Mahkemesinin 2/12/2008 tarih ve E.2007/241, K.2008/333 sayılı kararıyla 18 yıl hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Bunun üzerine Manisa Ağır Ceza Mahkemesi 24/3/2011 tarih ve E.2011/26 sayılı kararıyla koşullu salıverme kararının geri alınmasına ve başvurucunun 10/10/2002 ila 30/9/2039 tarihleri arasındaki sürenin bihakkın infazına karar vermiştir. Başvurucu yukarıda belirtilen bakiye cezanın infazının başladığı 22/12/2010 tarihinden itibaren cezaevinde tutulurken 2/5/2013 tarihli dilekçe ile İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine başvurarak koşullu salıverme kararının geri alınmasına dair kararın kaldırılmasını talep etmiştir. Diğer taraftan İstanbul Başsavcılığı da 9/5/2013 tarih ve 2012/1-2423 ilamat no.lu yazısıyla 11/4/2013 tarih ve 6459 sayılı İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un maddesiyle 13/12/2004 tarih ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'a eklenen geçici madde kapsamında 7/11/1982 tarihinden önce işlenen suçlardan içtimaen 36 yıl hapis cezasına hükümlü başvurucunun koşullu salıverilmesinden sonra deneme süresi içinde işlediği suçtan dolayı koşullu salıverme kararının geri alınmasına ilişkin olarak İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince verilen 24/3/2011 tarih ve eski E.1979/301, yeni E.2011/26 sayılı kararın kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme, 10/5/2013 tarih ve E.1979/301 sayılı müteferrik karar ile 24/3/2011 tarih ve E.1979/301, yeni E.2011/26 sayılı kararın kaldırılmasına, halen ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun başka suçtan hükümlü veya tutuklu değilse derhal serbest bırakılmasına karar vermiştir. Bunun üzerine başvurucu, 20/5/2013 tarihli dilekçesi ile Aksaray Ağır Ceza Mahkemesinden tutuklulukta ve hükümlülükte geçirdiği sürelerin Mahkemece hakkında verilmiş olan 18 yıllık hükme mahsup edilerek tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir. Daha sonra başvurucu, 21/5/2013 ve 12/6/2013 tarihli dilekçelerinde de Aksaray Ağır Ceza Mahkemesinden "6459 Sayılı Kanun'un maddesi ile 5275 Sayılı Kanun'a eklenen geçici madde ile 7 Kasım 1982 tarihinden önce işlemiş olduğu bir suç nedeniyle hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm olan kişi hakkında mahkûm olduğu cezanın infazı süresince koşullu salıverildikten sonra deneme süresi içinde işlediği yeni bir suç sebebiyle koşullu salıverilme kararı geri alınamaz düzenlemesi gereğince İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 10/5/2013 tarih ve E.1979/301 sayılı dosyasından 24/3/2011 tarihinde verdiği şartlı tahliyenin geri alınması kararının kaldırılmasına karar verilmiş olduğundan kararla birlikte başka suçtan tutuklu veya hükümlü değil ise derhal salıverilmesine karar verilmiş olduğunu ve hükümlünün 16/7/2002 tarihinde 21/12/2000 tarih ve 4616 sayılı Kanun gereğince tahliye edildikten sonra işlemiş olduğu yeni suçtan dolayı 2002 tarihinden önceki cezaların şartla tahliyesi geri alınamaz, 2002 yılında işlemiş olduğu suçun cezasının büyük bir kısmını tutuklu olarak geçirmiş ve 2008 yılında 5271 sayılı CMK'nun maddesi gereğince tahliye edilmiş olduğundan 2010 yılından bu yana hükümlülükte geçen süre ile Adana Ağır Ceza Mahkemesinin beraat ile sonuçlanan dosyasından yattığı süreler hesap edildiğinde hükümlünün hakkında fazladan ceza infaz edilmekte olduğu" gerekçesi ile tahliyesini talep etmiştir. Diğer taraftan, Nevşehir Cumhuriyet Başsavcılığı, 4/6/2013 tarih ve 2012/824 sayılı yazıları ile başvurucuya ait anılan Aksaray Ağır Ceza Mahkemesinin 11/12/1995 gün ve 1995/136 Müteferrik sayılı içtima kararıyla verilen toplam 23 yıl 10 ay 20 gün hapis cezasından dolayı hükümlü hakkında verilen koşullu salıverme kararının, deneme süresi içinde 10/10/2002 tarihinde işlediği kasten öldürmek suçundan, Mahkemenin E.2007/241, K.2008/333 sayılı kararıyla verilen 18 yıl ağır hapis cezasına mahkûm edilmiş olması sebebiyle başvurucu hakkında 1/3/1926 tarih ve mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesi ve 5275 sayılı Kanun'un maddesinin (12) ve (13) numaralı fıkraları gereğince geri alınmasına karar verilip verilmeyeceği hususunda değerlendirme yapılması talep etmiştir. Aksaray Ağır Ceza Mahkemesi, 17/6/2013 tarih ve 2013/670 Değişik İş sayılı kararı ile başvurucu hakkındaki aşağıda belirtilen hükümleri değerlendirerek başvurucunun ceza infaz kurumunda kalacağı süreyi belirlemiştir:a. 1982 tarihinden önce işlemiş olduğu cezalar Dinar Ağır Ceza Mahkemesinin 13/4/1991 tarih ve 1991/60 sayılı kararı ile 36 yıl ağır hapis cezası olarak içtima edilmiş, yine Dinar Ağır Ceza Mahkemesinin 1991 tarih 1991/61 sayılı kararı ile hükümlünün 12/4/1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun Geçici maddesinin (b) bendi uyarınca bu cezadan dolayı 13/4/1991 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere koşullu salıverilmiştir.b. Koşullu salıverilmeden sonra deneme süresi içerisinde 30/10/1991 tarihinde kasten adam öldürmek suçunu işlediği ve Aksaray Ağır Ceza Mahkemesinin 22/4/1993 tarih ve E.1991/220, K.1993/83 sayılı ilamı ile kasten öldürme suçundan 20 yıl ağır hapis ve müessir fiil suçundan 2 yıl 2 ay 20 gün hapis ile cezalandırılmış ve bunun üzerine İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 15/12/1994 tarih, 1979/301 sayılı ek kararı ile Dinar Ağır Ceza Mahkemesinin anılan kararı ile verilen koşullu salıverme kararının geri alınmasına karar verilerek ikinci suç işleme tarihi olan 30/10/1991 ile bihakkın tahliye tarihi olan 22/11/2016 arasındaki sürenin aynen infazına karar verilmiştir.c. Aksaray Ağır Ceza Mahkemesince hükümlünün yukarıda belirtilen 20 yıl ağır hapis ile 2 yıl 2 ay 20 gün hapis ve 15/10/1994 tarihinde işlemiş olduğu firar suçu nedeniyle Kayseri Ağır Ceza Mahkemesinin 18/5/1995 tarih ve E.1994/167, K.1995/40 karar sayılı ilamı ile verilen 1 yıl 8 ay hapis cezalarının 23 yıl 10 ay 20 gün hapis cezası olarak içtimasına karar verilmiştir.d. Kayseri Ağır Ceza Mahkemesinin 16/9/2005 tarih ve aynı sayılı ek kararı ile firar suçu nedeniyle aldığı 1 yıl 8 ay hapis cezasının 5 ay hapse indirilmesi üzerine Aksaray Ağır Ceza Mahkemesinin 31/3/2010 tarih ve 2010/245 sayılı içtima kararı ile cezaları 22 yıl 7 ay 20 gün hapis cezası olarak yeniden içtima edilmiştir.e. Başvurucunun koşullu salıverme kararı geri alınan 30/10/1991 - 22/11/2016 tarihleri arasındaki 25 yıl 23 günlük süre ile Aksaray Ağır Ceza Mahkemesince içtima edilen 22 yıl 7 ay 20 gün hapis cezalarının infazına Manisa Başsavcılığınca 4/1/1995 tarihinde başlanmıştır.f. Manisa Ağır Ceza Mahkemesinin 16/7/2002 tarih ve 2002/147 Müteferrik sayılı kararı ile başvurucunun 16/7/2002 tarihinden geçerli olmak üzere koşullu salıverilmesine karar verilmiştir.g. Başvurucu tahliye edildikten sonra deneme süresi içerisinde 10/10/2002 tarihinde kasten öldürme suçunu işleyerek Aksaray Ağır Ceza Mahkemesinin 2/12/2008 tarih ve E.2007/241, K.2008/333 sayılı ilamı ile 18 yıl hapis cezası ile cezalandırılmıştır.h. Başvurucunun, yeniden suç işlemiş olması nedeniyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 8/11/2010 tarih ve E.1979/301 sayılı kararı ile başvurucunun Manisa Ağır Ceza Mahkemesinin anılan kararı ile verilen koşullu salıverme kararının kaldırılmasına karar verilmiştir.ı. Daha sonra İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 24/3/2011 tarih ve eski E.1979/30, yeni E.2011/26 sayılı kararının kaldırılmasına karar vermiştir (§ 14).i. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin koşullu salıverme kararının kaldırılmasına karar verdiği 8/11/2010 tarihli karar, 7/11/1982 tarihinden önce verilmiş olan içtimalı 36 yıl hapis cezası ve 7/11/1982 tarihinden sonra işlenen Aksaray Ağır Ceza Mahkemesince ve Kayseri Ağır Ceza Mahkemelerince verilen içtimaen 22 yıl 7 ay 20 gün hapis cezası ilamlarının da bulunduğu belirtilmiştir. Diğer taraftan Aksaray Ağır Ceza Mahkemesi anılan kararında, başvurucunun 4616 sayılı Kanun uyarınca 2002 tarihinden önceki koşullu salıverilme kararının geri alınamayacağı iddiasını değerlendirerek "Yargıtay Ceza Dairesinin 12/4/2005 tarih ve E.2005/869, K.2005/795 sayılı kararında da belirtildiği üzere 4616 sayılı Yasa, 3713 sayılı yasanın geçici infaz hükümlerinin aksine koşullu salıverilmenin geri alınmasına ilişkin hükümleri askıya almamıştır, bir başka anlatımla 4616 sayılı yasa koşullu salıverilme kararının geri alınmasına engel bir hüküm içermemektedir" gerekçesi ile talebini reddetmiştir. Başvurucunun Adana Ağır Ceza Mahkemesinin beraat kararına ilişkin aynı dosyadan tutuklu kaldığı sürenin mahsup edilmesi talebi de "hükümlünün tutuklu kaldığı suçlardan dolayı beraat etmediği, hükümlünün Adana Ağır Ceza Mahkemesinin görev alanına giren bir kısım suçlar nedeniyle beraatina karar verilerek dosyanın tefrik edilerek görevsizlikle Aksaray Ağır Ceza Mahkemesine gönderildiği, hükümlünün Aksaray Ağır Ceza Mahkemesi'nin E.2011/9 sayılı dosyası üzerinden tutuklu olarak yargılamasının yapıldığı ve neticeten mahkûm edildiği, dolayısıyla tutuklu olarak kaldığını iddia ettiği suçlar nedeniyle beraat etmediğinden ve hükümlünün infaz edilmekte olan cezasının kesinleşmesi sonrasında Adana Ağır Ceza Mahkemesinin dosyasındaki suçların işlendiği" gerekçesi ile reddedilmiştir. Başvurucunun karara yaptığı itiraz, Niğde Ağır Ceza Mahkemesinin 10/9/2013 tarih ve 2013/725 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiş ve karar, başvurucuya 8/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 9/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Yukarıda belirtilen süreçler dışında başvurucunun 1/8/2012 tarihli kanun yararına bozma talebi Adalet Bakanlığının 31/12/2013 tarih ve 2011/16457/74531 sayılı yazıları ile reddedilmiştir. Başvurucunun, Aksaray Ağır Ceza Mahkemesi, Manisa Ağır Ceza Mahkemesi ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin başkan ve üyeleri hakkında Hâkim ve Savcılar Yüksek Kuruluna yaptığı şikayetlerin işleme konulmamasına yönelik kararlarına itirazları Kurulun 19/6/2013 tarih ve 2013/527 sayılı ile 18/9/2013 tarih ve 2013/667 sayılı kararları ile reddedilmiştir. Başvurucunun 2/12/2013 havale tarihli Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde yaptığı kanun yararına bozma başvurusu Adalet Bakanlığına yapılması gerektiği gerekçesi ile 24/2/2014 tarih ve KYB-2014/3102 sayılı kararı ile reddedilmiş ve dilekçe Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.B. İlgili Hukuk 6459 sayılı Kanun'un maddesiyle 5275 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddesi şöyledir:"7 Kasım 1982 tarihinden önce işlemiş olduğu bir suç dolayısıyla hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkum olan kişi hakkında, mahkum olduğu cezanın infazı sürecinde koşullu salıverildikten sonra deneme süresi içinde işlediği yeni bir suç sebebiyle koşullu salıverilme kararı geri alınmaz." Anayasa Mahkemesinin 18/7/2001 tarih ve E.2001/4, K.2001/332 sayılı kararı ile iptal edilen 4616 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: "Müebbet ağır hapis cezasına hükümlü olanların çekmeleri gereken toplam cezalarından; şahsî hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm edilenler ile aldıkları ceza herhangi bir nedenle şahsî hürriyeti bağlayıcı cezaya dönüştürülenlerin toplam hükümlülük süresinden on yıl indirilir. İndirim, verilen her bir ceza için ayrı ayrı değil, toplam ceza üzerinden bir defaya mahsus yapılır. Ancak bir kişinin muhtelif suçlarından dolayı cezaları ayrı ayrı tarihlerde verilmiş olsa bile, bu cezalarının toplamı üzerinden yapılacak indirim on yılı geçemez.Tâbi oldukları infaz hükümlerine göre çekmeleri gereken toplam cezalarından veya toplam hükümlülük sürelerinden on yıllık indirim yapıldıktan sonra ceza süresi veya hükümlülük süresi dolmuş olanlar, iyi hâlli olup olmadıklarına bakılmaksızın ve istemleri olmaksızın derhal; toplam cezaları on yıldan fazla olanlar ise tâbi oldukları infaz hükümlerine göre fazla olan cezalarını çektikten sonra şartla salıverilirler." Anayasa Mahkemesinin 28/5/2002 tarih ve E. 2002/99, K. 2002/51 kararı ile iptal edilen 21/5/2002 tarih ve 4758 sayılı Kanun ile değişik 4616 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: "Müebbet ağır hapis cezasına hükümlü olanların veya şahsî hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm edilenlerin ya da aldıkları ceza herhangi bir nedenle şahsî hürriyeti bağlayıcı cezaya dönüştürülenlerin tâbi oldukları infaz hükümlerine göre çekmeleri gereken toplam cezalarından on yıl indirilir. İndirim, verilen her bir ceza için ayrı ayrı değil, toplam ceza üzerinden bir defaya mahsus yapılır. Ancak bir kişinin muhtelif suçlarından dolayı cezaları ayrı ayrı tarihlerde verilmiş olsa bile, bu cezaların toplamı üzerinden yapılacak indirim on yılı geçemez.Birinci paragraf hükümlerine göre çekmeleri gereken toplam cezalarından on yıllık indirim yapıldıktan sonra ceza süresi dolmuş olanlar, iyi halli olup olmadıklarına bakılmaksızın ve istemleri olmaksızın derhal; toplam cezaları on yıldan fazla olanlar kalan cezalarını çektikten sonra şartla salıverilirler." 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) İşlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz ve hakkında güvenlik tedbiri uygulanamaz. Böyle bir ceza veya güvenlik tedbiri hükmolunmuşsa infazı ve kanunî neticeleri kendiliğinden kalkar. (2) Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.(3) (Değişik fıkra: 29/06/2005-5377 S.K./mad) Hapis cezasının ertelenmesi, koşullu salıverilme ve tekerrürle ilgili olanlar hariç; infaz rejimine ilişkin hükümler, derhal uygulanır.(4) Geçici veya süreli kanunların, yürürlükte bulundukları süre içinde işlenmiş olan suçlar hakkında uygulanmasına devam edilir.” 5275 sayılı Kanun’un maddesi, 765 sayılı mülga Kanunu'nun maddesi. | Adil yargılanma hakkı (Ceza)-Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7764 | Başvurucu, hakkındaki hapis cezasının infazı sürecinde yasal dayanak olmaksızın koşullu salıverme kararının geri alınması ve mahsubu gereken tutukluluk süresinin dikkate alınmayarak ceza infaz kurumunda kalacağı sürenin uzamasına neden olunması nedeniyle eşitlik, kişi özgürlüğü ve güvenliği, adil yargılanma hakları ile suç ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, infazın durdurulması ve tazminat talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ile tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Birinci Bölüm tarafından niteliği itibarıyla başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Açıklamalar Fetullaçı Terör Örgütü ve Paralel Devlet Yapılanmasının Faaliyetleri ve Özellikleri Türkiye'de Fetullah Gülen tarafından kurulan, 1960'lı yıllardan itibaren faaliyette bulunan ve uzun yıllar boyunca dinî bir grup olarak nitelenen bir yapılanma mevcuttur. Bu yapılanma süreç içinde "Cemaat", "Gülen Cemaati", "Fetullah Gülen Cemaati", "Hizmet Hareketi", "Gönüllüler Hareketi" ve "Camia" gibi isimlerle anılmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 22). Anılan yapılanma zamanla özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında örgütlenmiş; bunun yanı sıra başta eğitim ve din olmak üzere farklı sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda yasal faaliyetlerde bulunmuş; bu faaliyetler dolayısıyla sahip olduğu dershaneler, okullar, üniversiteler, dernekler, vakıflar, sendikalar, meslek odaları, iktisadi kuruluşlar, finans kuruluşları, gazeteler, dergiler, televizyon ve radyo kanalları, internet siteleri, hastaneler aracılığıyla sivil alanda önemli bir etkinliğe ulaşmıştır. Bu faaliyetlerin yanında bazen bu yasal kuruluşların içinde gizlenmiş olan, bazen de yasal yapıdan tamamen farklı şekilde konumlanan ve hareket eden, özellikle de kamusal alana yönelik faaliyetlerde bulunan illegal bir yapılanma söz konusudur (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26; Mustafa Baldır,B. No: 2016/29354, 4/4/2018, § 75). Buna karşılık hareket tarzı ve icraatları öteden beri toplumda tartışma konusu olan bu yapılanmanın örgütlenmesi ve faaliyetlerine ilişkin olarak özellikle 2013 yılı sonrasında pek çok soruşturma ve kovuşturma yürütülmüştür. Bu kapsamda bu yapılanmaya mensup kişilerin -yapılanmanın amaçları doğrultusunda- suç delillerini yok etme, devlet kurumlarının ve üst düzey devlet görevlilerinin telefonlarını dinleme, devletin istihbarat faaliyetlerini deşifre etme, kamu görevine giriş veya görevde yükselme sınavlarına ilişkin soruları önceden elde edip mensuplarına verme gibi eylemlerde bulundukları belirlenmiştir. Soruşturma ve kovuşturma belgelerinde, yapılanma "Fetullahçı Terör Örgütü" (FETÖ) ve/veya "Paralel Devlet Yapılanması" (PDY) olarak isimlendirilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 22, 27). Çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin uygulandığı bu soruşturma ve kovuşturmaların genelinde FETÖ/PDY'nin bir terör yapılanması olduğuna değinilmiş ve haklarında dava açılan kişilerin bir kısmının -diğer suçların yanı sıra- silahlı terör örgütü kurma, yönetme veya üyesi olma ve Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarından cezalandırılması talep edilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 28). Bu çerçevede Şemdinli, Ergenekon, Balyoz, Askerî Casusluk, Devrimci Karargâh, Oda TV ve Şike davaları gibi kamuoyunda yoğun tartışmalara neden olan birçok davanın -FETÖ/PDY'nin amaçları doğrultusunda- başta Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) olmak üzere farklı kamu kurum ve kuruluşlarındaki örgüt mensubu olmayan kamu görevlilerini tasfiye etmek ve farklı sivil çevrelerde örgütün çıkarlarına aykırı davrandığını düşündüğü kişileri etkisizleştirmek amacıyla kullanıldığı ileri sürülmüştür (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 29). Bu davaların bir kısmındaki usulsüzlük iddiaları Anayasa Mahkemesinin ihlal kararlarına da konu olmuştur (ilgili kararların bir kısmı için bkz. Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014; Yavuz Pehlivan ve diğerleri [GK], B. No: 2013/2312, 4/6/2015; Yankı Bağcıoğlu ve diğerleri [GK], B. No: 2014/253, 9/1/2015). Yine FETÖ/PDY ile bağlantılı oldukları belirtilen savcı ve hâkimler ile kolluk görevlileri tarafından bazı siyasiler ve bunların yakınları ile kamuoyunun tanıdığı bir kısım iş adamı hakkında yolsuzluk yaptıkları iddiasıyla soruşturma başlatılmış ve 2013 yılının sonunda gerçekleştirilen operasyonlarda bu kişilerle ilgili bazı koruma tedbirlerinin uygulanmasına çalışılmıştır. Kamuoyunda 17-25 Aralık soruşturmaları olarak bilinen bu operasyonlar, kamu makamları ile soruşturma mercileri ve yargı organları tarafından FETÖ/PDY'nin Hükûmeti devirmeye yönelik örgütsel bir faaliyeti olarak değerlendirilmiş; sonrasında bu operasyonlarda görev alan yargı mensupları ve kolluk görevlileri hakkında idari/adli tedbir ve yaptırımlara başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 30; Hüseyin Korkmaz, B. No: 2014/16835, 18/7/2018, § 76). Anayasa Mahkemesi de bu soruşturma süreçlerinde görev alan bazı emniyet görevlileri ve onların tahliyesine karar veren yargı mensupları hakkında uygulanan tutuklama tedbirlerinin hukuki olduğuna dair çok sayıda karar vermiştir (ilgili kararların bir kısmı için bkz. Hikmet Kopar ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, §§ 74-87; Mehmet Fatih Yiğit ve diğerleri, B. No: 2014/16838, 9/9/2015, §§ 62-75; Abdulkerim Anaçoğlu ve diğerleri, B. No: 2014/15469, 17/7/2018, 46-66; Mustafa Başer ve Metin Özçelik, B. No: 2015/7908, 20/1/2016, §§ 134-161). Ayrıca 1/1/2014 tarihinde Hatay'ın Kırıkhan ilçesinde, 19/1/2014 tarihinde ise Adana'nın Ceyhan ilçesi Sirkeli otoyol gişelerinde Millî İstihbarat Teşkilatına (MİT) ait yüklerin bulunduğu tırlar FETÖ/PDY ile bağlantılı oldukları belirtilen savcılar tarafından verilen talimatlar doğrultusunda bu yapılanmaya mensup oldukları ifade edilen kolluk görevlileri tarafından durdurulmuş ve tırların bir kısmında arama faaliyeti gerçekleştirilmiştir (anılan olaylar hakkında ayrıntılı bilgiler için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, B. No: 2015/9756, 16/11/2016, §§ 12-50). MİT tırlarının durdurulması ve aranması eylemleri de kamu makamları, soruşturma mercileri ve yargı organları tarafından FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu belirtilen yargı mensupları ve kolluk görevlilerinin Türkiye Cumhuriyeti devletinin terör örgütlerine yardım ettiği şeklinde bir kamuoyu oluşturarak Hükûmet üyelerinin yargılanmasını sağlamak amacıyla örgütsel bir faaliyet olarak değerlendirilmiş, sonrasında bu operasyonlarda görev alan yargı mensupları ve kolluk görevlileri hakkında idari/adli tedbir ve yaptırımlara başvurulmuştur. Anayasa Mahkemesi de bu soruşturma süreçlerinde görev alan bazı yargı mensupları ile kolluk görevlileri hakkında uygulanan tutuklama tedbirlerinin hukuki olduğuna dair kararlar vermiştir (ilgili kararların bir kısmı için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, §§ 198-244; Gökhan Bakışkan ve diğerleri, B. No: 2015/7782, 9/1/2019, §§ 43-60). FETÖ/PDY'nin üst düzey yöneticileri hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma sonucunda düzenlenen 6/6/2016 tarihli iddianameyle Fetullah Gülen'in de aralarında olduğu yetmiş üç örgüt yöneticisi hakkında silahlı terör örgütü kurdukları ve Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs ettikleri iddiasıyla birçok suçtan cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede örgütün millî güvenlik üzerinde oluşturduğu tehdide ilişkin olarak kapsamlı tespit ve değerlendirmelerde bulunulmuş, bu bağlamda FETÖ/PDY ile mücadelenin devlet için artık varlık yokluk meselesi hâline geldiğine değinilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 31). Öte yandan FETÖ/PDY'nin millî güvenlik üzerinde oluşturduğu tehdit; devletin güvenlik birimlerinin karar, açıklama ve uygulamalarına da konu olmuştur. Bu bağlamda anılan yapılanmanın ülke güvenliği için tehdit olduğuna dair değerlendirmeler Millî Güvenlik Kurulu (MGK) kararlarında da ifade edilmiştir. MGK, söz konusu yapılanmayı 2014 yılı başından itibaren sırasıyla "halkımızın huzurunu ve ulusal güvenliğimizi tehdit eden yapılanma", "devlet içindeki illegal yapılanma", "kamu düzenini bozan iç ve dış legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten paralel yapılanma", "paralel devlet yapılanması", "terör örgütleriyle iş birliği içinde hareket eden paralel devlet yapılanması" ve "bir terör örgütü" olarak kabul etmiştir. MGK kararları, basın duyuruları aracılığıyla kamuoyuyla paylaşılmıştır. Ayrıca FETÖ/PDY 2014 yılında, Millî Güvenlik Siyaset Belgesi'nde "Legal Görünümlü İllegal Yapılar" başlığı altında "Paralel Devlet Yapılanması" adıyla yer almış; Jandarma Genel Komutanlığı ise 8/1/2016 tarihinde FETÖ/PDY'yi mevcut terör örgütleri listesine dâhil etmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 33). Diğer yandan başta yargı mensupları ve polisler olmak üzere çok sayıda kamu görevlisiyle ilgili olarak FETÖ/PDY ile bağlantıları dolayısıyla disiplin soruşturmaları yürütülmüş, birçok kamu görevlisi hakkında kamu görevinden çıkarma da dâhil olmak üzere disiplin yaptırımları veya idari tedbirler uygulanmıştır. Ayrıca FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu değerlendirilen bazı ticari kuruluşlara, finans kuruluşlarına ve medya organlarına yönelik birtakım idari tedbirlere başvurulmuştur (ayrıntılı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 34, 35). Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde -yeniden uzatılmayarak- son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında FETÖ/PDY'nin olduğunu değerlendirmiştir (darbe teşebbüsü ve arkasındaki yapılanmaya ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Yargı organları birçok kararda FETÖ/PDY'nin devletin anayasal kurumlarını ele geçirmeyi, sonrasında devleti, toplumu ve fertleri kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden şekillendirmeyi, oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomiyi, toplumsal ve siyasal gücü yönetmeyi amaçlayan, bu doğrultuda mevcut idari sisteme paralel şekilde örgütlenen bir terör örgütü olduğunu kabul etmiştir. Yargı organları kararlarında ayrıca FETÖ/PDY'nin gizlilik, hücre tipi yapılanma, her kurumda örgütlenmiş olma, kendisine kutsallık atfetme, itaat ve teslimiyet temelinde hareket etme gibi birçok özelliğinin bulunduğunu ve bu örgütün diğerlerine nazaran çok daha zor ve karmaşık bir yapı olduğunu ortaya koymuştur (FETÖ/PDY'nin genel özellikleri için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26; yargı organlarındaki örgütlenme biçimi için bkz. Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 22; Alparslan Altan [GK], B. No: 2016/15586, 11/1/2018, § 11). Örgütlenme şekli olarak gizliliği esas alan FETÖ/PDY'nin üyelerine telkin ettiği yöntemler, istihbarata karşı koyma olarak nitelendirilebilecek düzeyde güvenlik önlemleridir. Bu bağlamda FETÖ/PDY'nin kurucusu ve lideri olan Fetullah Gülen'in örgüt mensuplarına "Hizmet bir namaz ise tedbir onun abdestidir. Tedbirsiz hizmet abdestsiz namaz gibidir." şeklinde talimat verdiği ifade edilmiştir. Gizliliği sağlamak üzere örgüt tarafından başvurulan yöntemler arasında -diğer pek çok terör örgütünde olduğu üzere- kod adı kullanmak da yer almaktadır. Soruşturma ve kovuşturma makamlarının tespitlerine göre FETÖ/PDY'nin deşifre olmamak için bir tedbir olarak iletişimde başvurduğu temel yöntem yüz yüze görüşmedir; bunun mümkün olmadığı durumlarda ise kripto programlar üzerinden iletişimdir. Örgüt liderinin "Telefonla görüşme yapanlar hizmete ihanet etmiş olur." şeklindeki talimatı nedeniyle telefonla olağan usulde örgütsel görüşme yapılması yasaktır. Bu nedenle örgütsel iletişimde kullanılmak üzere güçlü kriptolu programlar geliştirilmiştir (Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020, § 22). ByLock Programının Tespiti, Adli Makamlara Ulaştırılması ve Adli Süreç FETÖ/PDY'nin millî güvenlik üzerinde tehdit oluşturduğu ve bu nedenle söz konusu yapılanmanın örgütlenmesinin ve ulusal ya da uluslararası alandaki faaliyetlerinin istihbarat mercileri, kolluk birimleri ve adli makamlar tarafından takip, inceleme ve soruşturmaya tabi tutulduğu dönemde MİT tarafından yürütülen çalışmalar kapsamında ana sunucusu yurt dışında bulunan ByLock (ByLock: Chat and Talk) adlı bir mobil uygulama ve bu uygulamanın iletişim kurduğu sunucular olduğu tespit edilmiş; bunlara ilişkin ayrıntılı teknik çalışmalarda bulunulmuştur. MİT'e özgü teknik istihbarat usul, araç ve yöntemleri kullanılmak suretiyle yapılan bu çalışmalar sonucunda FETÖ/PDY'nin kullandığı değerlendirilen bu programla ilgili olarak birtakım verilere ulaşılmıştır. Bu çerçevede MİT, ByLock programıyla ilgili temin ettiği dijital verileri içeren harddisk ile uygulamaya bağlantı sağladığı belirlenenlere ilişkin ByLock abone listesinin bulunduğu flash belleği -düzenlediği ByLock Uygulaması Teknik Raporu ile birlikte- Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına teslim etmiştir. Bunun akabinde Başsavcılık, söz konusu materyal üzerinde 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca inceleme, kopyalama, çözümleme işlemi yapılmasına karar verilmesi için Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinden talepte bulunmuş; Hâkimlik, talebi kabul ederek dijital materyaller üzerinde inceleme yapılması, kopya çıkarılması ve kopya üzerinde bilirkişi incelemesi yapılarak metin hâline getirilmesi için bir kopyasının Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca, Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (EGM-KOM) Daire Başkanlığına Hâkimliğin inceleme, kopyalama ve çözümleme kararına istinaden gerekli araştırma ve soruşturma işlemlerinin yapılması, ulaşılan tespitleri içerir bir rapor düzenlenmesi yönünde yazılı talimat verilmiştir. EGM-KOM Daire Başkanlığı tarafından teslim alınan verilerin (ByLock verilerini içeren hard disk ve abone listesinin bulunduğu flash bellek) incelenerek adli soruşturma ve kovuşturmalarda kullanılabilmesi için rapor hazırlanması amacıyla KOM, Terörle Mücadele (TEM), İstihbarat ve Siber Suçlarla Mücadele Daire Başkanlıklarınca görevlendirilen personelden oluşan çalışma grubu oluşturulmuştur. Bu kapsamda ByLock verilerinin dışarı aktarılması için arayüz programı kullanılmış, bu sayede ByLock verileri adli kolluk birimlerince incelenmeye başlanmıştır. Öte yandan Yargıtay Ceza Dairesi -ilk derece mahkemesi sıfatıyla- yürüttüğü bir yargılamaya esas olmak üzere EGM-KOM Daire Başkanlığından ByLock'un teknik özelliklerine dair bilgi istemiştir. Bunun üzerine EGM-KOM Daire Başkanlığı tarafından anılan Daireye bir rapor gönderilmiştir. Bu raporda, ByLock iletişim sisteminin mahiyeti ve diğer özellikleri hakkında ayrıntılı bilgilere yer verilmiş; ayrıca programa ilişkin bazı sayısal veriler ifade edilmiştir (ayrıntılı bilgiler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 106; Ferhat Kara, § 31). Sonraki süreçte Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ByLock IP adreslerine bağlandığı belirtilenlere ilişkin listede yer alan abonelerin ByLock IP adreslerine kaç defa bağlandığına dair raporlar (CGNAT verileri) Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumundan (BTK) talep edilmiştir (karar metni içinde yer alan IMEI numarası, genel ve özel IP numarası, user-ID gibi terimlerin anlam ve mahiyeti hakkında ayrıntılı açıklamalar için bkz. Ferhat Kara, § 23). Bu arada MİT tarafından detaylı çalışma yapılarak güncellenen abone listesinin yeni hâli tekrar Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince bu dijital materyal üzerinde de 5271 sayılı Kanun'un maddesi gereğince inceleme yapılmasına, kopya çıkarılmasına (imaj alma) ve bu kayıtların çözümlenerek metin hâline getirilmesine karar verilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından abone listesi BTK'ya bildirilmiş ve ByLock sunucusuna bağlanan güncellenmiş numaraların abonelerine ait kişi kimlik bilgilerinin tespiti için BTK'dan bilgi istenmiştir. Bunun üzerine bağlantı yapan GSM ve ADSL numaralarına ait abone bilgileri Başsavcılığa iletilmiştir. Ayrıca süreç içinde "Morbeyin" isimli adres ve uygulamaları kullananların arka plandaki kodlar vasıtasıyla doğrudan ByLock IP'sine bağlandıkları yönündeki iddiaların araştırılması için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatılmış; bu çerçevede Siber Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) ve BTK görevlilerinden oluşan bir inceleme grubu oluşturulmuştur. Yapılan çalışmalar sonucunda FETÖ/PDY'nin örgüt üyesi gerçek ByLock kullanıcılarının açığa çıkmasını önlemek ve ilgisiz kişileri bu programa yönlendirmek amacıyla -programın ileride delil olması ihtimaline karşın güvenirlik derecesini düşürmek gayesiyle- 2014 yılında "Morbeyin" isimli bir yazılım yaptırdığı, kullanıcının kıble pusulası, namaz vakti, dua dinleme, Kur'an okuma ve çeşitli sözlük uygulamaları gibi programlara girdiğinde bilgisi ve iradesi dışında cihazının birkaç saniye kadar ByLock'a bağlanmış göründüğü tespit edilmiştir. Bu şekilde anılan programa bağlanmış göründüğü tespit edilen çok sayıda GSM numarası kullanıcılarının iradeleri dışında ByLock IP'lerine yönlendirilmiş olduğu belirlenmiş ve bunlar ByLock kullanıcılarına ilişkin listeden ayıklanmıştır (Ferhat Kara, § 37). Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca EGM-KOM'a verilen talimat üzerine BTK tarafından gönderilen 111 adet GSM numarasına ait CGNAT verilerinin -il Cumhuriyet Başsavcılıklarına gönderilmek üzere- il KOM birimlerine dağıtılmasına başlanmıştır. ByLock Programının Yüklenmesi ve Kullanımı Soruşturma birimleri/mercileri, adli makamlara hitaben ByLock programının gizliliğini sağlamaya dönük teknik özelliklerine, kullanım şekline, şifrelenme biçimine, cihaza yüklenme yöntemine, kullanım alanlarına ve amacına yönelik olarak ayrıntılı bilgiler içeren teknik ve kronolojik raporlar düzenlemiştir. Bu bağlamda ByLock programıyla ilgili bazı hususların açıklığa kavuşturulması amacıyla Emniyet Genel Müdürlüğünce hazırlanan raporlar Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına sunulmuştur. Bunların yanı sıra MİT de elde edilen/rastlanan verilerle ilgili olarak teknik rapor düzenlemiştir. Diğer taraftan Yargıtay kararlarında da özellikle soruşturma birimlerince düzenlenen raporlardan hareketle ve soruşturma/kovuşturma süreçlerinde ulaşılan olgu ve deliller dikkate alınarak -FETÖ/PDY'nin örgütlenme şekli ve diğer özellikleri de gözönünde bulundurulmak suretiyle- ByLock iletişim programıyla ilgili bazı tespit ve değerlendirmelere yer vermiştir. Yargıtay kararları ve ByLock'a ilişkin soruşturma mercilerince düzenlenen raporlarda ByLock uygulamasının kurulması ve kullanılmasına ilişkin olarak yapılan tespit ve değerlendirmeler (ayrıntılı bilgiler ve bu konuya ilişkin şüpheli/sanık ifadeleri için bkz. Ferhat Kara, §§ 40, 41) aşağıdaki şekilde özetlenebilir: i. ByLock uygulaması, mobil telefonlar ya da bazı elektronik cihazlar aracılığıyla internet üzerinden anlık haberleşme imkânı tanıyan bir programdır. Bu uygulamaya erişim sağlayabilmek için online bağlantı gereklidir, uygulama çevrim dışı kullanımı desteklememektedir. Diğer bir ifadeyle kullanıcıların internet bağlantısının olmadığı zamanlarda mesaj, mail ve veri aktarımı gerçekleştirmesi mümkün değildir.ii. ByLock yazılımı 2014 yılının başlarında genel uygulama mağazalarından indirilebilecek şekilde yayımlanmış ve 2016 yılının ilk aylarına kadar çeşitli versiyonlarla kullanımda bulunmuştur.iii. ByLock uygulamasına kaydolmak için öncelikle programın cihaza yüklenmesi gerekmektedir. Bununla birlikte uygulamanın kullanılması için cihaza yüklenmesi yeterli olmayıp özel bir kurulum gerekmektedir. ByLock uygulaması ilk kez çalıştırıldığında kullanıcının karşısına kayıt olma veya oturum açma seçeneklerinin bulunduğu bir ekran çıkmakta, kullanıcıdan kullanıcı adı ve parola üretmesi istenmektedir. iv. Kaynak kod incelemelerinden uygulamanın rastgele çizimle giriş şifresi oluşturma özelliğinin de bulunduğu belirlenmiştir. Bundan dolayı kullanıcı adı ve parola oluşturulmasının akabinde kullanıcının ekranda rastgele parmak hareketleri yapmak gibi yöntemlerle bir kriptografik anahtar üretmesi ve bu bilgilerin uygulama sunucusuna kriptolu olarak iletilmesi de gerekmektedir. Bu şekilde ByLock iletişim sistemine dâhil olan kullanıcıya sistem tarafından otomatik olarak özel bir kayıt numarası (user-ID numarası) atanmaktadır. v.ByLock'a ilişkin kullanıcı hesabı oluşturulması sırasında kişiden özel bir bilgi (telefon numarası, kimlik numarası, e-posta adresi gibi) talep edilmemekte, global ve ticari benzer uygulamalarda olduğu şekilde kullanıcı hesabını doğrulamaya yönelik bir işleyiş de (SMS şifre doğrulaması, e-posta doğrulaması gibi) bulunmamaktadır.vi. ByLock uygulamasının parola kurtarma kısmı bulunmamakta, parolanın unutulması hâlinde programı kullanmak isteyen kişinin yeniden sisteme kaydolup yeni bir user-ID numarası alması gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle her yeni kayıtta kullanıcıya yeni bir user-ID verilmektedir. Dolayısıyla parolanın unutulması gibi sebeplerle hesabına erişemeyen kişinin sisteme yeniden kaydolması gerektiğinden tek kişinin birden fazla user-ID'ye sahip olması mümkündür. Ayrıca uygulamanın indirilip kullanıcı oluşturulamamasından veya örgüt içinde başka bir göreve getirilmesinden dolayı sisteme yeniden kayıt olma gibi nedenlerle de aynı kişinin birden fazla user-ID'ye sahip olması da imkân dâhilindedir.vii. Uygulamaya kayıt işlemi, sistemde kayıtlı kullanıcılarla iletişim kurmak için yeterli değildir. Diğer bir ifadeyle ByLock iletişim sistemi üzerinde telefon numarası veya ad-soyadı bilgileri ile arama yapılarak kullanıcı eklenmesine olanak yoktur. Bir başka ifadeyle uygulama, telefondaki kişi listesiyle senkronize olmamaktadır. Dolayısıyla ByLock iletişim sisteminde -benzer uygulamalarda yer alan- telefon rehberindeki kişilerin uygulamaya otomatik olarak eklenmesi özelliği bulunmamaktadır. viii. Kullanıcıların haberleşmesi için her iki tarafın çoğunlukla yüz yüze veya bir aracı (kurye, başka bir mesajlaşma programı, mevcut ByLock kullanıcısı gibi) vasıtasıyla karşılıklı olarak birbirlerinin kullanıcı adlarını/kodlarını öğrenmeleri ve her iki tarafın diğerini arkadaş olarak eklemesi gerekmektedir. Dolayısıyla ByLock uygulaması üzerinden iletişime geçebilmeleri için ön şart olarak kullanıcıların birbirlerinin kullanıcı adı/kodu bilgilerini öğrenmesi ve her iki tarafın diğerini arkadaş olarak eklemesi gerekmektedir.ix. Haberleşme/mesajlaşma için her iki tarafın diğerini arkadaş olarak eklemesi de yeterli değildir. Kullanıcılar -yukarıda belirtilen yöntemle- başka bir örgüt mensubunu kişi listesine ekledikten sonra uygulama karşı taraftan onay istemekte, onay verildiğinde bağlantı ve mesajlaşma mümkün hâle gelmektedir. Dolayısıyla diğer ticari uygulamaların aksine kullanıcı adı/kodu bilinmeyen bir kişinin diğerinin kişiler listesine eklenmesi ve onayı alınmadan onunla iletişime geçilmesi mümkün değildir. ByLock Programının Özellikleri a. Mesajlaşma Özelliği Kişiler arasında anlık haberleşmeyi ve birtakım verilerin iletilmesini sağlamak üzere geliştirilen ByLock uygulamasının temel fonksiyonlarından biri, birbirini ekleyen kişilerin aynı zaman diliminde ve karşılıklı mesajlaşabilmeleridir. Yaygın internet tabanlı haberleşme uygulamalarında SMS olarak veya e-mail adresine gönderilen onay kodunun girilmesi programın kullanılması ve mesajlaşma için yeterli iken -yukarıda da açıklandığı üzere- ByLock uygulamasında kullanıcıların birbirleriyle program üzerinden mesajlaşabilmesi için tarafların birbirlerini arkadaş olarak eklemesi gerekmektedir. Böylelikle ByLock uygulaması içinde oluşturulan arkadaş listelerinde dışarıdan kimselerin yer alması mutlak bir şekilde önlenmiş olmaktadır. Ayrıca diğer mesajlaşma programlarında uygulama arka planda çalışmaya devam etmekte ve mesaj geldiğinde bildirim alınmakta olmasına karşın ByLock uygulamasında kullanıcının internet bağlantısı mevcut olsa dahi mesajın alınabilmesi için kullanıcının cihazında programın açık (çalışır hâlde) olması gerekmektedir (ayrıntılı bilgiler için bkz. Ferhat Kara, §§ 43-45).b. Elektronik Posta ile Haberleşme Özelliği ByLock üzerinden e-posta yoluyla haberleşme yapılması da mümkündür. Böylelikle-anlık mesajlaşmanın aksine- gönderen ve alıcının aynı zaman diliminde konuşma içinde olması zorunlu olmadan haberleşmenin yapılması ve özellikle kısa mesajlaşmaya nazaran daha uzun metinlerin paylaşılması sağlanmıştır. Uygulamanın bu fonksiyonu kapalı devre olarak nitelenebilir zira uygulama, hazırlanan e-postaların sadece program kullanıcıları arasında tek veya toplu olarak gönderilmesine veya yönlendirip iletilmesine (forward) izin vermektedir. Soruşturma organlarının elde ettikleri verilerde ByLock uzantılı bir hesaptan -yaygın olarak kullanılan- Yahoo, Hotmail, Gmail, Outlook gibi uzantılı hesaplara mail gönderildiği veya bu hesaplardan mail alındığına dair bir tespit bulunmamaktadır (ayrıntılı bilgiler için bkz. Ferhat Kara, §§ 48, 49).c. Grup Oluşturma Özelliği ByLock kullanıcıları program içinde grup oluşturma imkânına sahiptirler. Uygulamadaki grupların isimleri (Bölge Bayan, Etütcüler, Ev abileri, İmamlarım, Okulcular, 8 abiler, 8 birimciler, 8 büyük bölge, Bölgeciler, II Mezuncular, Talebeciler, Üniversiteciler, Zaman Gönüllüler, Mesul, Mesuller, İzdivaç gibi) örgütün sıkça kullandığı, kendisine has literatürüyle ve yapılanma modeliyle uyumludur. Bu bağlamda FETÖ/PDY, örgüt içi evliliğe (izdivaç) özel bir önem verdiğinden buna bağlı olarak ByLock uygulaması içinde izdivaç, zdv veya zdiv geçen çok sayıda grup kurulduğu ve arkadaş listelerinde bu şekilde adlandırılan çok sayıda kullanıcının bulunduğu tespit edilmiştir. Diğer taraftan örgüt üyelerinin Bylock'ta kurduğu grup isimleri ile başka yöntemlerle elde edilen verilerde geçen sınıflandırmaların da benzer olduğu anlaşılmıştır. Örgütün eğitim sistemini baz alarak belirlediği genel müdür-müdür-öğretmen-rehber-zb (zümre başkanı) gibi görev unvanı olarak kullanılan ifadelerin/kodlamaların ByLock programında kurulan grup isimlerinde de yer aldığı belirlenmiştir (Ferhat Kara, § 50).d. Sesli Görüşme ve Görüntü/Belge Gönderebilme Özelliği ByLock programıyla ilgili elde edilen verilerden -programın internet tabanlı sesli görüşme özelliği ile ilgili ses dosyası bulunmamakla birlikte- sesli görüşmelere ait loglara dair kayıtlar tespit edilmiştir. Uygulamanın kaynak kodları içinde Türkçe "sesli arama" şeklinde ifade de bulunmuştur. Bunlardan hareketle uygulamanın kullanıcılar arasında sesli konuşma yapabilme imkânı tanıdığı, birçok kullanıcının uygulama üzerinden birbirleriyle bu yöntemle görüşmeler yaptığı değerlendirilmiştir (FerhatKara, §51). Öte yandan uygulamaya ait verileri inceleyen teknik birimlerce boyut bildirme işleminin sistem tarafından kendiliğinden yapıldığı görülmüş, bu tespitten ve diğer verilerden hareketle programın görüntü ve/veya belge gönderebilme özelliğinin de bulunduğu sonucuna varılmıştır. Ayrıca örgüt üyelerinin ByLock uygulamasının kendi ikonuyla değil genel programlara (özellikle WhatsApp, Google gibi) ait ikonlarla görülebilmesini sağlamaya yarayan .apk uzantılı dosyalar paylaştıkları tespit edilmiştir (FerhatKara, §§ 52, 53). ByLock Programının Yaygın Diğer Uygulamalardan Ayrılan Yönleri Yargıtay kararlarında ByLock programı diğer genel mesajlaşma programlarıyla karşılaştırılmış, programa ilişkin bütün unsurlar bir bütün olarak değerlendirilmiştir. Yargı organları, ByLock uygulamasının yapısını ve genel özelliklerini -verilen ifade ve toplanan diğer delillerle birlikte- değerlendirdikten sonra programın benzer ticari uygulamalardan farklılıklarını ve örgütsel özelliklerini dikkate alarak ByLock'un global bir uygulama görüntüsü altında münhasıran FETÖ/PDY mensuplarının kullanımına sunulduğu sonucuna ulaşmıştır. Bu bağlamda yargı organlarınca ulaşılan tespit ve değerlendirmeler özetle (ayrıntılı bilgiler için bkz. Ferhat Kara, § 54) şöyledir:a. Uygulamanın Kurumsal ve Ticari Mahiyeti i. ByLock programı ticari bir amaç güdülerek hazırlanmamıştır. Bu çerçevede programın tanıtılmasına yönelik bir girişimin olduğu tespit edilemediği gibi kullanıcı sayısının artırılması için bir çaba gösterildiği yönünde bir veri de mevcut değildir. Uygulamanın kurumsal ve ticari mahiyeti de bulunmamaktadır. İnternet tabanlı, yaygın anlık mesajlaşma uygulamalarının birçoğu, olabildiğince çok kullanıcı tarafından kullanılmasını sağlamak suretiyle uygulamanın marka değerini ve -özellikle reklamlar yoluyla- kazancını artırmayı hedeflerken ByLock uygulamasında bu şekilde ticari bir amaç yerine anonimlik temelinde, belli sayıda bir kullanıcı hedeflenmiştir.ii. Başka bir ülkede sunucu kiralamak suretiyle kullanıma sunulan uygulamaya ilişkin olarak gerçekleştirilen iş ve işlemlere ait ödemeler anonim yöntemlerle yapılmıştır. Ayrıca uygulamayı geliştiren ve kullanıma sunan kişinin daha önce yaptığı işlere ilişkin referansları ve erişilebilir iletişim bilgileri bulunmamaktadır.b. Kullanıcı Bilgilerinin ve İletişimin Güvenliğinin Korunması i. İletişim kurmak için cihaza yüklenmesi yeterli olmayan ve bunun için ayrıca kullanıcıların programa özel bir kurulum yapmasını gerektiren ByLock iletişim sistemi, güçlü bir kriptolama yoluyla internet bağlantısı üzerinden iletişim sağlamak için gönderilen her bir mesajın farklı bir kripto anahtarı ile şifrelenmesi üzerine oluşturulmuş bir programdır. Uygulama üzerinden gönderilen her bir mesajın farklı bir kripto anahtarıyla şifrelenerek iletilmesi tasarlanmıştır. Bu şifreleme, kullanıcıların kendi aralarında bilgi aktarırken üçüncü kişilerin bu bilgiye izinsiz şekilde (hack) ulaşmasını engellemeye yönelik bir güvenlik sistemine sahiptir. ii. ByLock iletişim sistemi başka bir ülkede (Litvanya) bulunan 137 IP adresine sahip sunucu üzerinden hizmet vermektedir. Bununla birlikte aynı ülkede sunucu kiralama hizmeti veren bir firmaya tahsisli sekiz IP adresinin daha ByLock uygulamasının çeşitli sürümlerinde kullanıldığı tespit edilmiştir. Adli makamlara göre birden fazla IP adresinin kiralanması, kullanıcıların tespitini zorlaştırmak amacına yöneliktir.iii. Programı indiren bir kişi, başkalarıyla doğrudan iletişime geçememektedir. ByLock arkadaş listesinde yer alabilmek için karşı kullanıcı adını/kodunu bilmenin yanında sistem tarafından atanan ya da atanmasını kullanıcıdan istediği bir şifrenin de bilinmesi zorunlu kılınmıştır. Dolayısıyla diğer ticari uygulamaların aksine kullanıcı adı/kodu bilinmeyen bir kişinin diğerini kişiler listesine eklemesi ve onayı alınmadan onunla iletişime geçmesi mümkün değildir.iv. Kullanıcının iradesi dışında başkalarının uygulamadan haberdar olmasını veya gelen mesajları okumasını engellemek amacıyla mesajların anlık olarak alınabilmesi uygulamanın açılması ile mümkün kılınmıştır. Yukarıda da açıklandığı üzere ByLock uygulamasında e-posta özelliği de kapalı devre çalışmakta ve bu yöntemle iletişim yalnızca ByLock kullanıcıları arasında gerçekleştirilebilmektedir. v. ByLock, yaygın mesajlaşma uygulamalarının aksine kullanıcılarına hızlı iletişim imkânı sunan bir uygulama değildir. İletişime geçmek için programın yüklenmesi yetmemekte, ayrıca belli bir şekilde ve gizlilik içinde yürütülen kurulum ve onay süreçlerinin de tamamlanması gerekmektedir. Uygulamaya kayıt esnasında gerçek isimlerin kullanıcı adı olarak belirlenmemesine özen gösterilmiştir. Kayıt olacak yeni kullanıcı için doğrulama kriterlerinin kullanılmaması kullanıcının kimliğinin tespitini zorlaştırmaktadır. Diğer bir ifadeyle kayıt sırasında kişiye ait özel bir bilginin talep edilmemesi anonimliğin sağlanması ve kullanıcı tespitini zorlaştırılması amacının güdüldüğüne işaret etmektedir. vi. ByLock üzerinden gerçekleştirilen haberleşme, belirli sürelerde manuel işleme gerek duyulmaksızın cihaz üzerinden otomatik olarak silinmektedir. Kullanıcılar, haberleşme güvenliği bakımından silmeleri gereken verileri silmeyi unutsa dahi ByLock sistemi gerekli tedbirleri alacak şekilde tasarlanmıştır. Böylece olası bir adli işlem neticesinde cihaza el konulması durumunda bile uygulamada yer alan kullanıcı listesindeki diğer kullanıcılara ve uygulamadaki haberleşmelere ilişkin geçmiş verilere erişim engellenmiştir.vii. Uygulamaya ait sunucu ve iletişim verileri, uygulama veri tabanında kriptolu olarak saklanmaktadır. Bu durum, kullanıcı tespitinin önlenmesi ve haberleşme güvenliği için alınan ilave bir güvenlik tedbiridir.viii. Türkiye'den erişim sağlayan kullanıcıların kimlik bilgilerinin ve iletişimlerinin gizlenmesini sağlamak amacıyla kullanıcılar, uygulamaya VPN vasıtasıyla erişmeye zorlanmıştır. c. Programın Global Bir Uygulama Olup Olmadığıi. ByLock uygulamasının kullanıcılarının çok büyük bir kısmının Türkiye menşeli olduğu tespit edilmiştir. ii. Uygulamaya ait kaynak kodlar içinde birtakım Türkçe ifadeler yer almaktadır. Bu kapsamda sisteme ait kaynak kodları içinde "yetkiniz yok", "dosya", "posta" ve "sesli arama" gibi Türkçe ifadeler bulunmaktadır. Yine program içindeki kullanıcı adları, grup isimleri ve çözümlenen şifrelerin büyük çoğunluğu da Türkçe ifadelerden oluşmaktadır. Dahası ByLock üzerinden gerçekleştirilen iletişimin çözümlenen içeriklerinin neredeyse tamamı Türkçedir.iii. ByLock programına ilişkin arama motorları üzerinden yapılan sorgulamaların neredeyse tamamı Türkiye'deki kullanıcılar tarafından gerçekleştirilmiştir. Uygulamaya Türkiye IP adreslerinden erişimin engellendiği tarih itibarıyla arama motorları üzerinden yapılan sorgulamalarda büyük bir artış olmuştur.iv. ByLock ile ilişkili internet kaynaklı yayınlar, çoğunlukla sahte hesaplar üzerinden yapılmış ve burada FETÖ/PDY lehine paylaşımlarda bulunulmuştur. Öte yandan büyük bir kullanıcı kitlesi olan uygulama, 15 Temmuz darbe teşebbüsü öncesinde ne Türk kamuoyu ne de yabancılar tarafından bilinmektedir. v. Yaygın ticari mesajlaşma uygulamalarının aksine ByLock'ta kullanım kılavuzu, sık sorulan sorular, geribildirim alanı gibi bölümlere rastlanmamıştır.vi. Program -özel kurulum gerektirmesine ve bu konuda bir kullanım kılavuzu bulunmamasına karşın- global bir uygulama görüntüsü altında genel uygulama marketlerine de konulmuştur. FETÖ/PDY'nin 2014 yılı başlarında genel uygulama mağazalarından indirilmesine izin verdiği ByLock'u, kullanıcıların adli makamlarca tespit edilebileceği endişesiyle bu mağazalardan indirme yerine programın telefon veya elektronik/mobil cihazlara haricî bellek, hafıza kartları ve bluetooth gibi vasıtalarla yüklenmesini zorunlu kılmıştır (bu konuda ByLock üzerinden gönderilen mesaj ve e-posta içerikleri için bkz. FerhatKara, §§ 54-c-vi, 55-i). ByLock Programının Örgütsel Özellikleri ByLock programına ilişkin yapılan çalışmalar sonucunda soruşturma birimlerince hazırlanan raporlarda ve Yargıtay kararlarında uygulamanın FETÖ/PDY ile bağlantısına ve örgütsel yönlerine ilişkin bazı tespitler yapılmıştır. Bunlar özetle (ayrıntılı bilgiler için bkz. Ferhat Kara, § 55) şöyle ifade edilebilir:i. 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrasında beyanları alınan şüpheli veya sanıklar 2014 yılının başlangıcından beri ByLock'un münhasıran FETÖ/PDY üyeleri tarafından örgütsel haberleşme aracı olarak kullanıldığını ifade etmişlerdir (bu yöndeki beyanların bir kısmı için bkz. Ferhat Kara, §§ 41, 55-ii, 56).ii. ByLock'un elektronik posta ile haberleşme özelliğinin -tespit edilen e-mail içeriklerinden anlaşıldığına göre- başta FETÖ/PDY liderinin talimatlarının, görüşlerinin, gördüğü iddia edilen rüyalarının paylaşılması ve örgüt üyelerinin motive edilmesi olmak üzere örgütsel haberleşmenin sağlanması için kullanıldığı değerlendirilmiştir (bu konuda örnek e-postalar için Ferhat Kara, §§ 49-iii, 55-i).iii. Mesajlaşma için oluşturulan arkadaş listelerinde örgütle ilişkili kişilerin yer aldığı, buna göre programın genel olarak gündelik faaliyetler için değil daha çok örgütsel amaç ve iletişim için kullanıldığı tespit edilmiştir (bu konudaki bir örnek için bkz. Ferhat Kara, § 46). iv. Mesaj içeriklerinde ve arkadaş listelerinde, kişilerden genellikle örgüt içindeki kod adlarıyla bahsedildiği görülmüştür. Anayasa Mahkemesi kararlarında da bu yapılanma ile bağlantılı olan kişilerin kod adı kullandıklarına, ByLock üzerinden yaptıkları yazışmalarda gerçek isimleri yerine kod adlarını kullandıkları hususundaki tespitlere ve ilgili mesaj içeriklerine yer verilmiştir (Alparslan Altan, §§ 11, 25, 134, 137; Erdal Tercan [GK], B. No: 2016/15637, 12/4/2018, §§ 16, 34, 151-153; Recep Uygun, B. No: 2016/76351, 12/6/2018, § 15; Mustafa Mendeş, B. No: 2018/1349, 30/10/2018, § 17). v. Programda terör örgütlerinin bir unsuru olan hiyerarşik yapıyı ve hücre tipi örgütlenmeyi gösterir gruplar oluşturulmuştur. Söz konusu grupların isimleri genellikle örgütün sıkça kullandığı, kendisine has literatürüyle ve yapılanma modeliyle uyumludur (bu konudaki örnekler için bkz. § 33). vi. Mesajlaşma ve e-postalarda, örgüt mensuplarının ifadelerinde beyan etmiş oldukları örgütsel bazı kısaltmalara ve örgüte ait literatüre yer verilmiştir (örnekler için bkz. Ferhat Kara, § 49).vii. İletişim kurabilmek için her iki kullanıcının birbirlerinin kullanıcı adlarını/kodlarını öğrenmelerinin, karşılıklı şekilde arkadaş olarak eklemelerinin ve onay vermelerinin gerekmesi, programın örgütsel hücre tipine uygun şekilde kurgulandığına işaret etmektedir.viii. Uygulamanın başlangıçtan itibaren örgüt mensuplarınca oluşturulup geliştirildiğine, yönetildiğine ve örgütsel amaçlarla kullanıldığına dair özellikle ByLock sunucularındaki veri tabanında bulunan ilk 100 (yüz) user-ID numarasına ait verilerin incelenmesi sonucunda bunların önemli bir kısmının FETÖ/PDY ile bağlantısının bulunduğu tespit edilmiştir(ayrıntılı bilgiler için bkz. Ferhat Kara, § 55-iii).ix. Örgütün üst düzey yöneticisi olduğu tespit edilen 175 kişinin, kamuoyunda Ergenekon, Balyoz ve Askerî Casusluk gibi adlarla bilinen bazı soruşturma ve kovuşturmalarda görev alan hâkim ve savcılardan 23'ünün, örgütün emniyet teşkilatındaki mahrem yapılanmasına yönelik olarak haklarında soruşturma ve/veya kovuşturma yürütülen 723 kişiden 922'sinin ByLock kullanıcısı olduğu belirlenmiştir.x. Çözümlenen mesaj içeriklerinin neredeyse tamamının günlük konulara değil FETÖ/PDY'ye ait örgütsel temas ve faaliyetlere ilişkin olduğu tespit edilmiştir. Bu kapsamdaki faaliyetlerin bir kısmı (ayrıntılı bilgiler için bkz. Ferhat Kara, § 47) şöyledir:- Hükûmetin illegal şekilde nasıl devrileceğine, bunun için örgütle bağlantılı yargı mensuplarının ve güvenlik birimlerinin nasıl kullanılacağına, üst düzey kamu görevlilerinin nasıl istifaya zorlanacağına, medya organlarının ve sivil toplumun nasıl kontrol altına alınacağına dair planlamalar yapılması (bu konuya ilişkin bazı üst düzey örgüt mensuplarının kendi aralarındaki mesajlaşmalarının içeriği için bkz. Ferhat Kara, § 47-xi)- FETÖ/PDY mensuplarının savunmalarında kullanabilmeleri amacıyla hukuki metinler hazırlanması ve bu kişilere müdafi temin edilmesi (buna ilişkin mesaj içerikleri için bkz. Ferhat Kara, § 47-x)- FETÖ/PDY'ye yönelik olarak yürütülen soruşturma ve kovuşturmalarda şüpheli veya sanıkların hâkim ve Cumhuriyet savcılarınca serbest bırakılmasının sağlanması (bu konuda FETÖ/PDY ile bağlantılı bir yargı mensubu tarafından sivil bir kişiye gönderilen mesajların içeriği için bkz. FerhatKara, § 47-v)- FETÖ/PDY üyelerinden kimlere operasyon yapıldığına ve kimlerin deşifre olduğuna ilişkin bilgilerin paylaşılması, ayrıca yapılacak operasyonların da önceden bildirilmesi (mesaj içerikleri için bkz. FerhatKara, § 47-ii)- Operasyon yapılması ihtimali olan yerlerde bulunulmaması ve bu yerlerde olup örgüt için önemli dijital verilerin arama-tarama mesulü (ATM) olarak adlandırılan kişilerce önceden temizlenmesi (örnek bir mesaj için bkz. Ferhat Kara, § 47-iii) - Kamu kurumlarında FETÖ/PDY aleyhine görüş bildiren veya yapılanmayla mücadele edenlerin fişlenmesi bu yöndeki bir mesajın içeriği için bkz. Ferhat Kara, § 47-vi).B. Başvurucuya İlişkin Süreç Darbe teşebbüsünden sonra -teşebbüsün arkasındaki yapılanma/terör örgütü olduğu değerlendirilen FETÖ/PDY'nin örgütlenmesine ve faaliyetlerine ilişkin olarak ülke genelinde başlatılan soruşturmalar kapsamında- İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu değerlendirilen Boğaziçi Atlantik Kültürel Dostluk ve İş Birliği Derneğine (BAKİAD) yönelik olarak başvurucunun da aralarında bulunduğu bazı kişiler hakkında soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma mercilerince BAKİAD Yönetim Kurulunda sayman olarak görev yaptığı tespit edilen başvurucu 26/5/2017 tarihinde gözaltına alınmıştır. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı 29/5/2017 tarihinde başvurucuyu silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk etmiştir. Sevk yazısında başvurucunun da aralarında olduğu şüpheliler yönünden atılı suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve tutuklama nedeninin bulunduğu belirtilmiştir. Hâkimlik önünde yapılan sorguda başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu, sorgu sırasında kendisine yöneltilen suçlamaya ilişkin olarak şöyle ifade vermiştir:"... BAKİAD isimli derneğin kurucularındanım. Bir sivil toplum örgütü olarak ve faaliyetlerinde bir sakınca görmediğim için kuruluşunda yer aldım ve2012 yılına kadar aktif yönetiminde yer aldım. Sonrasında ise beni yönetime yazıdıkları için adım yer aldı. Fakat aktif görev almadım. İcratta yer almadım. Sadece getirilen kararları imzaladım. Bylock kullanıcısı değilim. Telefonuma yüklemedim. Uzun süredir kullandığım hattımla alakalı bu tespiti kabul etmiyorum. Suçlamaları kabul etmiyorum." Başvurucu, Hâkimlikçe yapılan sorgusunun ardından 29/5/2017 tarihinde FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan tutuklanmıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Tüm soruşturma evrakı kapsamındaki BAKİAD derneğinin faaliyet ve para transferlerine ilişkin belgeler, MASAK raporu, bu dernek yönetimindeki pozisyonları, dernekte görev aldıkları ve bu görevi sürdürdükleri tarihler, başkaca FETÖ şüphelileri ile dosya şüphelileri arasında yapılmış telefon görüşmelerine ilişkin iletişim tespit kayıtları, FETÖ Terör örgütünün haberleşme ağı Bylock kaydına ilişkin sorgulama sonuçları, Bankasya hesap hareketleri, hesaptaki mevduatın miktarı ve mevduatın bankaya konularak bekletildiği tarihler ve dosyadaki diğer bütün tutanak ve belgeler bir bütün olarak değerlendirildiğinde;Şüpheliler ..., [T.] ve ...'in üzerlerine atılı suçu işlediklerine ilişkin somut delile dayalı kuvvetli suç şüphesi mevcuttur, atılı suç CMK 100/3-a bendinde sınırlı şekilde sayılmış olan suçlardan olup bu haliyle bir tutuklama nedeni de vardır, şüphelilerin atılı suç ile ilgili olarak delillerin henüz tam olarak toplanmamış olması,dosyada başkaca firari şüpheliler bulunması sebebi ile somut kaçma şüpheleri, atılı suç için ön görülen cezanın alt ve üst hadleri de dikkate alınarak şüphelilerin CMK nun 100 ve maddeleri uyarınca ayrı ayrı tutuklanmalarına ... [karar verildi.]" Başvurucunun müdafii karara itiraz etmiş, İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliğince 9/6/2017 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir: "... üzerine atılı suça ilişkin tutuklama kararını veren İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hakimliğinin dayanak yaptığı mevcut delil durumuna göre şüpheli lehine tahliyeyi gerektirecek ölçüde henüz bir değişikliğin olmaması ve İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliği'nin 2017/356 sorgu sayılı tutuklama kararındaki gerekçelerin halen mevcudiyetini koruyor olması, delillerin henüz toplanmamış olması, şüphelinin tutuklandığı tarihten bu zamana kadar toplanan delillerden ve yapılan soruşturma işlemlerinden şüphelilerin tutukluluk hallerinin sonlandırılmasını gerektirir nitelikte, şüpheliler lehine yeni bir gelişme olmadığı, tutuklamayı gerektirir nedenlerin ortadan kalkmadığı, şüphelilerin üzerine atılı suçun niteliği, kaçma ve delilleri karartma şüphesinin olması, bu nedenlerle ve CMK'nın maddesinde düzenlenen adli kontrol tedbirinin uygulanmasının ve bu suretle serbest kalmasının, suçun tüm unsurlarıyla ortaya konulması suretiyle aydınlatılması, böylece soruşturmanın selametle sonuçlandırılması bakımından sakıncalı olacağı ve yetersiz kalacağı, maddede sayılı adli kontrol tedbirlerinin hiçbirinin bu sakıncaları giderme ve ortaya konabilecek olumsuz sonuçları bertaraf edebilme niteliğine haiz olmadığı, atılı suçun kanunda öngörülen ceza miktarının üst sınırı ve ölçülülük ilkesi, 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesi aracılığıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin maddesinde belirlenen özgürlüğün kısıtlanmasını gerektirir kriterlerin mevcut olması nedeniyle ... itirazın reddine... [karar verildi.]" İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturmayı tamamladıktan sonra dosyayı 6/6/2017 tarihli fezleke ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) göndermiştir. Fezlekede; başvurucunun BAKİAD isimli derneğin 2009-2011 ve 2015 yıllarında Yönetim Kurulunda sayman olarak görev yaptığı, diğer şüphelilerle para transferlerinin bulunduğunun Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) raporunda tespit edildiği, başvurucu adına kayıtlı olan ve başvurucunun fiilen kullandığı telefon hattında ByLock programının yüklenmiş olduğu olgularına değinilmiştir. Başsavcılık 14/6/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun FETÖ/PDY (terör örgütüne) üye olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. Başvurucu ile birlikte toplam otuz dört kişi hakkında düzenlenen iddianamede öncelikle FETÖ/PDY hakkında genel bilgilere yer verilmiş, sonrasında ise her bir kişi yönünden suçlamaya esas alınan olgu ve değerlendirmeler ifade edilmiştir. Bu bağlamda başvurucu yönünden dayanılan temel delil ve olgular özetle şöyledir:i. Başvurucunun adına kayıtlı olan ve fiilen kullandığı telefon hattına FETÖ/PDY'nin kendi üyeleri arasında iletişim amacıyla kullandığı ByLock isimli şifreli haberleşme programını yükleyerek kullandığı belirtilmiştir.ii. Başvurucunun FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu değerlendirilen BAKİAD isimli derneğin 2009-2011 ve 2015 yıllarında Yönetim Kurulunda sayman olarak görev yaptığı ifade edilmiştir.iii. Aynı soruşturma dosyasının diğer şüphelileri ile başvurucu arasında para transferlerinin bulunduğunun MASAK Başkanlığının raporunda tespit edildiği ve bu para transfer işlemlerinin dikkat çekici bir şekilde, ortak hedef ve amaç doğrultusunda yapıldığının değerlendirildiği dile getirilmiştir. İddianamede başvurucunun kullandığı ileri sürülen ByLock programına ilişkin olarak ise "örgütün haberleşme ağı olarak tespit edilen Bylock programının FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün geliştirip kullandığı, örgüt lideri Fetullah GÜLEN'in talimatıyla kullanılmaya başlanıldığı, piyasadan temin edilememesi, sadece örgüt mensuplarının birbirlerine aktarmak suretiyle temininin mümkün olması, tamamen örgüt içi haberleşme ve örgüt lider ve yöneticilerinin talimatını aktarmak amacıyla kullanılması, kullanımının birkaç kademe şifrelemeyle sağlanıp gizlenmesi, gönderilen mesajların belirli bir süre sonra kendiliğinden silinmesi, örgüt mensupları dışında hiçkimsenin temin edip kullanamaması nedeniyle bu proğramı kullananların, örgütle iltisakı ve örgüte mensubiyetlerinin değerlendirilebileceği" şeklinde açıklamalara yer verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 28/6/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar verilerek E.2017/167 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Başvurucu 29/11/2017 tarihinde yapılan duruşmada savunmasını yapmıştır. Başvurucu, savunmasında üzerine atılı suçlamayı kabul etmemiş ve BAKİAD isimli derneğin Yönetim kurulunda görev aldığını ancak Derneğin mali işlemleri konusunda veya Dernekte bağış ya da aidat adı altında kesilen makbuzların ne şekilde oluşturulduğuna dair bilgi sahibi olmadığını ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca ByLock isimli programı indirmediğini ve kullanmadığını ileri sürmüştür. Mahkemenin 8/2/2018 tarihli kararıyla başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu, bu karara itiraz etmiş; İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 15/3/2018 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Anılan karar başvurucuya 28/3/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Tutuklu olarak sürdürülen yargılama sonucunda Mahkeme 15/8/2018 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkemece hükümle birlikte ayrıca "sübut bulan suç vasfına uyan ceza takdiri ile tutuklu kaldığı süre gözetilerek" başvurucunun tahliyesine ve yurt dışı çıkış yasağı ile belirli günlerde kolluk birimlerine başvurarak imza atması şeklinde adli kontrol yükümlülüklerinin uygulanmasına karar verilmiştir. Başvurucu aynı gün serbest bırakılmıştır. Mahkûmiyet kararında ilk olarak FETÖ/PDY'ye ilişkin genel açıklamalarda bulunulmuş, devamında ise ByLock yönünden bazı tespit ve değerlendirmelere yer verilmiştir. Bu bağlamda anılan programın "global bir uygulama görüntüsü altında münhasıran FETÖ/PDY mensuplarının kullanımına sunulduğu" sonucuna ulaşılmıştır. Mahkeme ayrıca ByLock programının delil niteliğine ve bunun hukukiliğine ilişkin bazı açıklamalarda bulunduktan sonra "ByLock iletişim sistemi ... FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu suç örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olması nedeniyle; örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaata ulaştıracak teknik verilerle tespiti halinde, kişinin örgütle bağlantısını gösteren delil olacaktır." şeklinde değerlendirmede bulunmuştur. Mahkemece başvurucu yönünden yapılan değerlendirmede ise başvurucunun kullandığı "...nolu telefon numarasıyla ... IMEI namaralı telefona ilişkin Bylock tespit belgesinin mevcut olduğu" belirtilmiş, BTK'dan gelen belgelere göre başvurucunun ByLock'a (bu program için ... adlı firmadan kiralandığı anlaşılan sunuculara) 1/9/2014 tarihinden 30/12/2014 tarihine kadar toplamda 714 internet bağlantı iletişim sorgu kaydı oluşturacak şekilde bağlantı kurduğu bilgisine değinilmiştir. Mahkeme ayrıca BTK'dan alınan bilgiler çerçevesinde ByLock sunucularına irtibata kaynak olan telefonun IMEI numaraları ile BTK'nın cevap yazısında belirtilen -başvurucunun aralarında olduğu bazı sanıkların ayrı ayrı kullandıkları bilinen- telefon numaralarının takılı olduğu telefon IMEI bilgilerinin uyumlu olduğu ve BTK cevap yazısındaki ByLock sunucularına bağlantıya ilişkin baz istasyon bilgilerinin sanıkların o tarih itibarıyla ikamet adresleri ve ana hatları ile uyuştuğu tespitine vurgu yapmıştır. Mahkûmiyet kararında başvurucuyla ilgili olarak diğer deliller yönünden yapılan değerlendirmede ise başvurucunun BAKİAD isimli derneğin Yönetim Kurulunda görev almasının FETÖ/PDY üyeliğiyle bire bir ilişkilendirilmesinin mümkün olmadığı ancak bunun diğer delillerle birlikte değerlendirileceği ifade edilmiştir. Mahkeme, suça konu edilen para transferlerinin de FETÖ/PDY'nin menfaati ile bu amaç ve irade doğrultusunda yapıldığının kabulünü gerektiren bir delilin dosyada bulunmadığını dile getirmiştir. Sonuç olarak Mahkemenin başvurucunun FETÖ/PDY üyesi olduğu sonucuna varırken temelde ByLock isimli programı kullanmasına dayandığı ve BAKİAD isimli derneğin Yönetim Kurulunda görev almasını da bu tespiti destekleyen bir olgu olarak değerlendirdiği görülmektedir. Başvurucu, mahkûmiyet hükmüne karşı istinaf kanun yoluna başvurmuş olup bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla dava istinaf aşamasında derdesttir. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315)..." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun'un "Bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve elkoyma" kenar başlıklı maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan hâli şöyledir:"(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada, somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka surette delil elde etme imkânının bulunmaması halinde, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına, bu kayıtların çözülerek metin hâline getirilmesine hâkim tarafından karar verilir. (2) Bilgisayar, bilgisayar programları ve bilgisayar kütüklerine şifrenin çözülememesinden dolayı girilememesi veya gizlenmiş bilgilere ulaşılamaması halinde çözümün yapılabilmesi ve gerekli kopyaların alınabilmesi için, bu araç ve gereçlere elkonulabilir. Şifrenin çözümünün yapılması ve gerekli kopyaların alınması halinde, elkonulan cihazlar gecikme olmaksızın iade edilir. (3) Bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine elkoyma işlemi sırasında, sistemdeki bütün verilerin yedeklemesi yapılır. (4) Üçüncü fıkraya göre alınan yedekten bir kopya çıkarılarak şüpheliye veya vekiline verilir ve bu husus tutanağa geçirilerek imza altına alınır. (5) Bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine elkoymaksızın da, sistemdeki verilerin tamamının veya bir kısmının kopyası alınabilir. Kopyası alınan veriler kâğıda yazdırılarak, bu husus tutanağa kaydedilir ve ilgililer tarafından imza altına alınır." 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir." 1/1/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu'nun maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan hâlinin ilgili kısımları şöyledir: "Milli İstihbarat Teşkilatının görevleri şunlardır;a) Türkiye Cumhuriyetinin ülkesi ve milleti ile bütünlüğüne, varlığına, bağımsızlığına, güvenligine, Anayasal düzenine ve milli gücünü meydana getiren bütün unsurlarına karşı içten ve dıştan yöneltilen mevcut ve muhtemel faaliyetler hakkında milli güvenlik istihbaratını Devlet çapında oluşturmak ve bu istihbaratı Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri ile gerekli kuruluşlara ulaştırmak....i)Dış istihbarat, millî savunma, terörle mücadele ve uluslararası suçlar ile siber güvenlik konularında her türlü teknik istihbarat ve insan istihbaratı usul, araç ve sistemlerini kullanmak suretiyle bilgi, belge, haber ve veri toplamak, kaydetmek, analiz etmek ve üretilen istihbaratı gerekli kuruluşlara ulaştırmak." 2937 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "Millî İstihbarat Teşkilatı bu Kanun kapsamındaki görevlerini yerine getirirken aşağıdaki yetkileri kullanır:a) Yerli ve yabancı her türlü kurum ve kuruluş, tüm örgüt veya oluşumlar ve kişilerle doğrudan ilişki kurabilir, uygun koordinasyon yöntemlerini uygulayabilir.b) Kamu kurum ve kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu kapsamındaki kurum ve kuruluşlar ile diğer tüzel kişiler ve tüzel kişiliği bulunmayan kuruluşlardan bilgi, belge, veri ve kayıtları alabilir, bunlara ait arşivlerden, elektronik bilgi işlem merkezlerinden ve iletişim alt yapısından yararlanabilir ve bunlarla irtibat kurabilir. Bu kapsamda talepte bulunulanlar, kendi mevzuatlarındaki hükümleri gerekçe göstermek suretiyle talebin yerine getirilmesinden kaçınamazlar....d) Görevlerini yerine getirirken gizli çalışma usul, prensip ve tekniklerini kullanabilir....g) Telekomünikasyon kanallarından geçen dış istihbarat, millî savunma, terörizm ve uluslararası suçlar ile siber güvenlikle ilgili verileri toplayabilir." Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi Kararları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun, terör suçlarına ilişkin davaların temyiz mercii olan Yargıtay Ceza Dairesinin ve Bölge Adliye Mahkemeleri Ceza Dairelerinin ByLock uygulamasına dair etraflıca tespit ve değerlendirmelerinin yer aldığı kararları için bkz. Ferhat Kara, §§ 91- B. Uluslararası Hukuk Sözleşme Metinleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özgürlük ve güvenlik hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:" Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:...c) Kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek için inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine ya da suçu işledikten sonra kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin varlığı halinde, yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulması;..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi uyarınca yalnızca bir ceza soruşturması veya kovuşturması çerçevesinde kişinin suç işlediğine dair şüphenin bulunması hâlinde yetkili adli makamın huzuruna çıkarılması amacıyla tutuklanabileceği yönündeki içtihadını (Jecius/Litvanya, B. No: 34578/97, 31/7/2000, § 50; Wloch/Polonya, B. No: 27785/95,19/10/2000, § 108) yakın dönemde verdiği Buzadji/Moldova ([BD], B. No: 23755/07, 5/7/2016, §§ 92-102) kararında geliştirmiştir. Buna göre ilk tutuklama kararından itibaren suçun işlendiğine ilişkin makul şüphenin varlığı yanında tutuklamaya ilişkin nedenlerin bulunduğunun ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konulması gerekir. AİHM'e göre ilk tutuklama için yeterli görülen makul şüphenin varlığı, elde edilen deliller ve somut olayın kendine özgü koşulları da dikkate alındığında olaylara dışarıdan bakan, tamamen objektif bir gözlemciyi ikna edecek yeterlilikte olmalıdır. Toplanan deliller, objektif bir gözlemciye sunulduğunda şüpheli ya da sanığın atılı suçu işlemiş olabileceği yönünde gözlemcide kanaat oluşturmaya yeterli ise somut olayda makul şüphe vardır. Diğer bir ifadeyle inandırıcı neden ya da makul şüphe; suçlanan kişinin üzerine atılı suçu işlemiş olabileceğine dair objektif bir gözlemciyi ikna etmeye yeterli olay, olgu veya bilginin varlığını gerektirmektedir (Fox, Campbell ve Hartley/Birleşik Krallık, B. No: 12244/86-12245/86-12383/86, 30/8/1990, § 32; O'Hara/Birleşik Krallık, B. No: 37555/97, 16/10/2001, § 34). Diğer yandan AİHM, Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinin soruşturmayı yapan görevlilerin kişiyi yakalandığı anda suçla itham etmek için yeterli delilleri toplamış olması gerekliliğini öngörmediğini hatırlatmaktadır. Bu bağlamda Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendine göre soruşturmanın konusu, tutukluluk süresince kişinin yakalanmasına dayanak oluşturan somut şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya bu şüpheleri ortadan kaldırarak soruşturmayı tamamlamaktır. Dolayısıyla şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak veya suç isnadına temel teşkil edecek olan olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekmektedir (Murray/Birleşik Krallık [BD], B. No: 14310/88, 28/10/1994, § 55; Metin/Türkiye (k.k.), B. No: 77479/11, 3/3/2015, § 57). AİHM, tutukluluğu meşru kılan makul dört temel neden belirlemiştir. Bunlar sanığın duruşmaya çıkmama (kaçma) tehlikesi (Stögmüller/Avusturya,B. No: 1602/62, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü § 15), sanığın serbest bırakıldıktan sonra adaletin iyi idaresine zarar verecek tarzda önlemler alabilecek olma tehlikesi (delilleri yok etme) (Wemhoff/Almanya, B. No: 2122/64, 27/6/1968, hukuki gerekçe bölümü § 14), tekrar suç işleme tehlikesi (Matznetter/Avusturya, B. No: 2178/64, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü § 7) ve kamu düzenini bozma tehlikesidir (Letellier/Fransa, B. No: 12369/86, 26/6/1991, § 51). | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/10424 | Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ile tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 3/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Olağanüstü Hâl İlanı ve Bu Süreçte Uygulanan Tedbirler Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve darbe teşebbüsünün bastırılmasının akabinde Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Üç aylık sürelerle uzatılan OHAL süreci 18/7/2018 tarihinde sona ermiştir. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır. OHAL sürecinde kamu görevinden çıkarma tedbirlerinin uygulanmasına karar verilmiş ve bu konuda genel ve soyut normlar ihdas edilerek alınan tedbirlerin yanı sıra kişiler hakkında doğrudan etki doğurucu nitelikte işlemler de tesis edilmiştir. Örneğin 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı OHAL KHK'sı) maddesinde yargı mensupları dışındaki tüm kamu personelinden (işçiler dâhil) terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca (MGK) karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilenlerin meslekten veya kamu görevinden çıkarılmalarına karar verileceği düzenlenmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 56-61). Türkiye Cumhuriyeti 21/7/2016 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS/Sözleşme); Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine ise Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'ye (MSHUS) ilişkin derogasyon (askıya alma/yükümlülük azaltma) beyanında bulunmuştur. OHAL'in uzatılmasına ilişkin kararlar da Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine bildirilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 50).B. Somut Başvuruya İlişkin Olay ve Olgular Başvurucu, Borsa İstanbul Anonim Şirketi (Borsa İstanbul) isimli işverene bağlı şekilde hizmet sözleşmesiyle uzman yardımcısı olarak çalışmaktadır. Borsa İstanbul icra kurulu 27/2/2017 tarihinde aldığı karar ile başvurucunun Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) ile irtibat içerisinde olduğunu belirterek 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu kapsamında sözleşmesinin feshine karar vermiş; ayrıca İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) suç duyurusunda bulunmuştur. Fesih bildirimi, başvurucuya 27/2/2017 tarihinde e-posta ile bildirilmiştir. Başvurucu 21/3/2017 tarihinde işverene gönderdiği e-posta ile feshin hukuka aykırı olduğunu beyan ederek kararın yeniden değerlendirilmesini talep etmiştir. İşveren tarafından başvurucunun talebi hakkında bir karar verilmemesi üzerine başvurucu, 14/4/2017 tarihinde iş akdinin geçerli bir nedene dayanmadan feshedildiğini belirterek Borsa İstanbul aleyhine İstanbul İş Mahkemesinde (Mahkeme) 4857 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca işe iade davası açmıştır. Başvurucu, somut olayda 4857 sayılı Kanun’da belirtilen geçerli fesih sebeplerinin bulunmadığını ileri sürmüş ve aynı Kanun'un maddesi uyarınca bu durumun tespiti ile işe iadesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur. İşveren vekilinin cevap dilekçesinde; kendilerine gönderilen istihbari bilgilere göre başvurucunun ihraç edilenin kardeşi olduğu ve kurum içi iltisak kaydı bulunduğunun belirtilmiş olması nedeniyle iş akdinin 1/9/2016 tarihli ve 29818 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 673 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (673 sayılı KHK) maddesine göre feshedildiği beyan edilmiştir. Cevap dilekçesinde ayrıca istihbari bilgi kapsamında Savcılığa suç duyurusunda bulunulduğu ve soruşturmanın derdest olduğu belirtilmiştir. Mahkeme 12/9/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, davalı Borsa İstanbul tarafından başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatı bulunduğu yönünde tespit yapılması sonucunda bu kişinin iş akdinin 673 sayılı KHK'nın maddesi uyarınca feshedildiği belirtilmiştir. Bu sebeple başvurucunun iş akdinin sonlandırılmış olmasında hukuka aykırılık bulunmadığı vurgulanmıştır. Başvurucu, karara karşı istinaf talebinde bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde, davalı işverenin beyan ettiği istihbari bilginin hiçbir somut delile dayanmadığı, Mahkemenin bu hususta hiçbir araştırma yapmadan davayı reddetmesinin hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir. Öte yandan başvurucu, kendisi hakkında böyle bir istihbari bilgi gelmiş olmasının mümkün olmadığını, zira ihraç edilen veya hakkında soruşturma yapılan kardeşi olmadığını beyan etmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Daire) 29/12/2017 tarihli kararında; cevap dilekçesinde belirtilen ceza soruşturmasına atıfla (bkz. § 12), başvurucunun FETÖ/PDY iltisakı bulunduğu yönünde şüphe olması nedeniyle işverenden iş akdini sürdürmesinin beklenemeyeceğini belirtmiştir. Daire, anılan sebeple ilk derece mahkemesince verilen kararı hukuka uygun bulmuş ve istinaf talebini reddetmiştir. Başvurucunun temyiz talebi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından yapılan inceleme sonucunda 1/3/2018 tarihinde temyiz talebinin reddi ile kararın onanmasına hükmedilmiştir. Nihai karar 11/4/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu hakkındaki soruşturma dosyası inceleme tarihi itibarıyla hâlen derdesttir. İlgili hukuk için bakınız Ayla Demir İşat ([GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, §§ 43-84). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/15122 | Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı ve kanun yolu süresinin gerekçeli kararın tebliğinden başlayacağı açıkça belirtildiği hâlde tefhimden başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 11/2/2020 tarihinde öğrendikten sonra 9/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun açtığı davada kanun yolu incelemesi, kanun yolu süresinin ilk derece mahkemesinin kararının tefhim tarihinden başlatılarak hesap edilmesi nedeniyle süresinde olmadığından kesin olarak reddedilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/11041 | Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı ve kanun yolu süresinin gerekçeli kararın tebliğinden başlayacağı açıkça belirtildiği hâlde tefhimden başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, başvurucunun eşinin 1992 yılında öldürülmesi olayı ile ilgili soruşturmanın etkili olarak yürütülmemesi ve davanın zaman aşımına uğraması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/7/2013 tarihinde Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 13/11/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 11/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 13/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 3/9/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ve Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) bilişim sistemi aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun eşi Şıho Gökot (Ş.G.) Kahramanmaraş ili Pazarcık ilçesinde çiftçilik yapmaktadır. 7/1/1992 tarihinde Afşin ilçesine gitmek üzere evinden ayrılmış ancak kendisinden daha sonra haber alınamamıştır. Ş.G.nin oğlu Hasan Gökot (H.G.) 21/1/1992 tarihinde babasının hayatından endişe ettiğini Pazarcık İlçe Jandarma Komutanlığına (Jandarma Komutanlığı) bildirmiştir. H.G. babasının üzerinde yüklü miktarda para bulunduğunu, kendi yaptığı araştırmalara göre son olarak Elbistan’a gitmek üzere olduğunu ifade etmiştir. Aynı tarihte gerekli araştırmanın yapılması için Elbistan İlçe Jandarma Komutanlığına yazı yazılmıştır. 24/3/1992 tarihinde Elbistan ilçesi Kösekahya köyünde bir erkek cesedi bulunmuştur. Bir ceset bulunduğunun nöbetçi savcıya bildirilmesi üzerine aynı tarihte savcı olay yerine giderek kolluk görevlileri ile birlikte olay yeri inceleme ile ölü muayene ve otopsi işlemlerini yapmıştır. Otopsi tutanağında cesedin hayvanlar tarafından parçalanmış olduğu veiskelet hâline geldiği, kafanın muhtelif yerlerine alınan darbeler sonucu ölümün meydana geldiği belirtilmiştir. Yapılan teşhis işlemleri sonrası cesedin Ş.G.ye ait olduğu tespit edilmiştir. Maktulün cesedi bulunduktan sonra 25/3/1992 tarihinde H.G.nin tekrar ifadesine başvurulmuştur. H.G. ifadesinde Elbistan’da yaşayan H.A.dan şüphelendiğini, maktulün ağabeyi ile arasında husumet bulunan bu şahsın babasını öldürmüş olabileceğini, bu konunun araştırılması gerektiğini söylemiştir. Olay tarihi sonrasında kolluk görevlileri tarafından olaya ilişkin bilgileri olduğu değerlendirilen şahısların ifadeleri alınmıştır. Elbistan Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafından 1992/231 hazırlık numaralı dosyada 3/5/1993 tarihinde daimî arama kararı verilmiştir. Olayın şüphelilerinin tespit edilememesi nedeniyle rutin olarak Cumhuriyet Başsavcılığı ile Jandarma Komutanlığı arasında üçer aylık yazışmalar başlamış, Jandarma Komutanlığı tarafından düzenlenen tutanaklarda olayın şüphelilerinin tespit edilemediği bildirilmiştir. 18/3/1999 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından H.G.nin ifadesi tekrar alınmıştır. H.G. ifadesinde Ş.G.yi öldüren şahısların kim olduğunu bilmediğini beyan etmiştir. 13/12/2004 tarihinde dosya tekrar ele alınarak bazı tanıkların ve ölenin yakınlarının ifadelerinin alınması için istinabe evrakları düzenlenmiştir. Bu şahısların ifadeleri alındıktan sonra tekrar olayın faillerinin tespiti için Jandarma Komutanlığı ile yazışmalar başlamıştır. Maktulün oğlunun 1993 yılında verdiği ifadesinde şüphelendiğini belirttiği H.A.nın ifadesi 2005 yılında alınmıştır. Bakanlığa göre 1992 ile 2010 yılları arasında ölenin yakınlarının yetkili makamlara herhangi bir başvurusu olmamıştır. Ölenin yakınları bu süre içinde tamamen hareketsiz kalmışlardır. 9/6/2010 tarihinde ölenin oğlu ve başvurucu vekili olan H.G. tarafından Cumhuriyet Başsavcılığına olayın faillerinin tespiti amacıyla ayrıntılı bir dilekçe verilmiştir. Başvurucu vekili vermiş olduğu dilekçesinde şüphelendiği şahısların isimlerini ve delilleri belirtmiş, soruşturmanın bu yönde ilerletilmesini talep etmiştir. Başvurucu vekilinin talebi üzerine soruşturma bu yönde genişletilmiş, bir kısım tanığın ifadesinin alınması için talimatlar yazılmış; ayrıca şüpheli olduğu iddia edilen H.A., A.A. ve H.nin tebligata yarar açık adreslerinin tespiti için Jandarma Komutanlığına müzekkere yazılmıştır. Ayrıca tüm bankalara müzekkere yazılarak şüphelilerin hesap hareketleri istenmiştir. Elbistan Sulh Ceza Mahkemesinin 15/6/2010 tarihli ve 2010/361 Değişik İş sayılı kararı ile A.A., H.A. ve H. hakkında 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) maddesi gereği iletişimin dinlenmesine ve kayda alınmasına karar verilmiştir. Elbistan Sulh Ceza Mahkemesinin 17/9/2010 tarihli ve 2010/564 Değişik İş sayılı kararı ile A.A., H.A. ve H. hakkında üç ay daha iletişimin dinlenmesine ve kayda alınmasına karar verilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından tanık ifadeleri, müşteki ifadeleri alındıktan, iletişim tespiti ve kayda alma işlemi tamamlandıktan sonra 4/1/2011 tarihli ve 1992/231 Sr., E.2011/19 numaralı iddianame ile A.A., H.A. ve H. hakkında kasten öldürme suçundan kamu davası açılmıştır. Anılan iddianamede olay tarihi öncesinde ölenin kardeşi ile şüpheliler arasında hayvan alım satımı nedeniyle borç ilişkisi olduğu, şüphelilerin farklı tarihlerde verdikleri ifadeler arasındaki çelişkiler, tanık beyanları ve iletişim tespit kayıtları dikkate alınarak şüpheliler hakkında kamu davası açılmasına karar verildiği ifade edilmiştir. Elbistan Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 19/1/2011 tarihli ve 2011/1 sayılı kararı ile iddianamenin kabulüne karar verilmiştir. Mahkemenin E.2011/19 sayılı dosyası üzerinden 2/3/2011 tarihinde yapılan ilk celsede sanıklar A.A., H.A. ve H.D müştekiler H.G., Ş.G. tanıklar B.A., Ş.K., A.R.Y., B.E., Y. ve A.nın ifadeleri alınmıştır. Davada sanıklar suçlamaları kabul etmemişlerdir. Mahkeme yargılama sonucunda 17/1/2012 tarihli, E.2011/19 K.2012/5 sayılı ilamı ile sanıkların üzerlerine atılı kasten öldürme suçunun sabit olmaması nedeniyle beraatlarına karar vermiştir. Yargıtay Ceza Dairesi temyiz üzerine yaptığı incelemede 17/12/2012 tarihli, E.2012/5137, K.2012/9537 sayılı kararıyla “(sanıkların) eylemine uyan yasa maddesindeki cezanın tür ve üst sınırına göre suç tarihi olan 24/3/1992 tarihinden itibaren işlemeye başlayan ve sanıklar lehine olan 765 sayılı TCK.nun 102/2 maddesinde öngörülen 15 yıllık zamanaşımı süresinin Elbistan Cumhuriyet Başsavcılığınca iddianamenin düzenlendiği 04/01/2011 tarihinden önce 24/03/2007 tarihi itibariyle dolduğu anlaşılmakla, sanıklar hakkında verilen beraat hükmünün (BOZULMASINA) ancak bozma nedeni yeniden yargılamayı gerektirmediğinden … kamu davasının gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle (DÜŞMESİNE)” karar verilmiştir. Mahkeme 14/1/2013 tarihinde E.2011/19 sayılı dosyada yargılanan sanıklar hakkında verilen beraat kararının Yargıtayın anılan ilamı ile “zamanaşımından ortadan kaldırılarak kesinleşmiş” olduğundan bahisle maktulün gerçek faillerinin ya da failin araştırılması için Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmasına karar vermiştir. Mahkemenin suç duyurusu üzerine Elbistan Cumhuriyet Başsavcılığı 2013/178 Soruşturma sayılı dosya üzerinden tekrar soruşturma başlatmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı 7/3/2013 tarihinde, anılan Yargıtay ilamına atıf yaparak zamanaşımı süresinin 24/3/2007 tarihinde dolmuş olması nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına on beş gün içinde Malatya Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığına itirazı kabil olmak üzere karar vermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının kararı 21/6/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu itiraz yoluna başvurduğuna dair bir bilgi sunmamıştır. UYAP üzerinden Cumhuriyet Başsavcılığının anılan dosyasında yapılan incelemede de itiraz yoluna başvurulduğuna dair bir bilgi bulunmamaktadır. Başvurucu, Cumhuriyet Başsavcılığının kararının tebliğ edildiği tarih itibarıyla Yargıtayın kararından haberdar olduğunu belirterek 19/7/2013 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır.B. İlgili Hukuk 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin ilgili bölümü şöyledir:“Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:1 - Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis ve müebbed ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerde yirmi sene, 2 - Yirmi seneden aşağı olmamak üzere muvakkat ağır hapis cezasını müstelzim cürümlerde on beş sene,… geçmesiyle ortadan kalkar.Bu kanunun ikinci kitabının birinci babında yazılı ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis veya müebbedyahud muvakkat ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerin yurd dışında işlenmesi halinde dava müruru zamanı yoktur.” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Dava zamanaşımı süresinin durması veya kesilmesi” kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümleri şöyledir: “(2) Bir suçla ilgili olarak; a) Şüpheli veya sanıklardan birinin savcı huzurunda ifadesinin alınması veya sorguya çekilmesi, b) Şüpheli veya sanıklardan biri hakkında tutuklama kararının verilmesi, c) Suçla ilgili olarak iddianame düzenlenmesi, d) Sanıklardan bir kısmı hakkında da olsa, mahkûmiyet kararı verilmesi, Halinde, dava zamanaşımı kesilir. (3) Dava zamanaşımı kesildiğinde, zamanaşımı süresi yeniden işlemeye başlar. Dava zamanaşımını kesen birden fazla nedenin bulunması halinde, zamanaşımı süresi son kesme nedeninin gerçekleştiği tarihten itibaren yeniden işlemeye başlar. (4) Kesilme halinde, zamanaşımı süresi ilgili suça ilişkin olarak Kanunda belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzar.” 5271 sayılı Kanun’un “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda, itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Cumhuriyet savcısının kararına itiraz” kenar başlıklı maddesinin 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun’un maddesi ile değişiklik yapılmadan önceki (1) numaralı fıkrası şöyledir: “(1) Suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren on beş gün içinde, bu kararı veren Cumhuriyet savcısının yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesine itiraz edebilir.” 5271 sayılı Kanun’un “İtirazın Cumhuriyet savcısına ve karşı tarafa tebliği ile inceleme ve araştırma yapılması” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) İtirazı inceleyen merci, yazı ile cevap verebilmesi için itirazı, Cumhuriyet savcısı ve karşı tarafa bildirebilir. Merci, inceleme ve araştırma yapabileceği gibi gerekli gördüğünde bunların yapılmasını da emredebilir. (2) 101 ve 105 inci maddeler uyarınca yapılan itiraz üzerine Cumhuriyet savcısından görüş alınması durumunda, bu görüş şüpheli, sanık veya müdafiine bildirilir. Şüpheli, sanık veya müdafii üç gün içinde görüşünü bildirebilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Karar” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Kanunda yazılı haller saklı kalmak üzere, itiraz hakkında duruşma yapmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekil dinlenir.(2) İtiraz yerinde görülürse merci, aynı zamanda itiraz konusu hakkında da karar verir.(3) Karar mümkün olan en kısa sürede verilir.(4) Merciin, itiraz üzerine verdiği kararları kesindir; ancak ilk defa merci tarafından verilen tutuklama kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir.” | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5697 | Başvuru, başvurucunun eşinin 1992 yılında öldürülmesi olayı ile ilgili soruşturmanın etkili olarak yürütülmemesi ve davanın zaman aşımına uğraması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; atama işleminin iptali talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Birinci başvurucu, Mersin ilinde bulunan Silifke M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda infaz ve koruma memuru olarak görev yapmakta iken aynı yerde görevli infaz ve koruma başmemuru S. ile görev mahallinde genel ahlak ve edep dışı davranışlarda bulunduğundan bahisle 4/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (B) bendinin (ı) alt bendi uyarınca 18/3/2013 tarihinde kınama cezasıyla cezalandırılmıştır. Anılan işlemin iptali talebiyle açılan davada Adana İdare Mahkemesi 14/10/2014 tarihli kararıyla dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde disiplin soruşturmasını yapmakla görevlendirilen soruşturmacının daha sonra disiplin amiri sıfatıyla ceza verdiği ve bu durumun objektiflik ve tarafsızlık ilkesine uygun olmadığı belirtilmiştir. Tarafların bu karara yönelik itirazı Adana Bölge İdare Mahkemesinin 4/6/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karardan sonra iptal kararının gerekçesine uygun olarak tekrar disiplin soruşturması başlatılmış ve başvurucunun bu kez 25/12/2014 tarihli işlemle kınama cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. İşlemin iptali talebiyle açılan davada Adana İdare Mahkemesi 17/5/2016 tarihli kararıyla dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, disiplin soruşturma raporu içeriğindeki bazı personelin disiplin soruşturmasına konu olayla ilgili duyumları olduğu yolundaki ifadelerinin dışında raporda başkaca herhangi bir somut bilgi ve belge bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu hakkındaki iddiaların sübuta ermediği vurgulanarak kimliği belirlenemeyen bir ihbar dilekçesi üzerine başlatılıp yeterli kanıt bulunmayan iddia nedeniyle başvurucuya kınama cezası verilmesine ilişkin işlemin hukuka uygun olmadığı sonucuna varılmıştır. Bu karara karşı yapılan itiraz Konya Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesince 24/5/2017 tarihinde reddedilmiştir. Öte yandan söz konusu disiplin cezasının tesis edilmesine müteakip başvurucu Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü (İdare) tarafından 25/6/2013 tarihinde bulunduğu kurumda görevine devamının uygun görülmediğinden bahisle Adana ilinde bulunan Karataş Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna naklen atanmıştır. Başvurucu bu işlemin iptali talebiyle Mersin İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, atama işlemine dayanak olarak gösterilen kınama cezasının bir iftira sonucunda verildiğini vurgulayarak atama işleminin hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. İdare Mahkemesi 5/6/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun disiplin soruşturmasına konu olan fiillerinin niteliği, görev yerinin disiplin kurallarının sıkı sıkıya uygulanmasını gerektirecek konumu, iddianın niteliği açısından başvurucunun görev yapmasının kendisi açısından da kamu hizmetlerini olumsuz yönde etkileyeceği hususu vurgulanarak atama işleminin kamu yararı ve hizmet gerekleri çerçevesinde gerçekleştirildiği sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucu bu karara karşı temyiz başvurusunda bulunmuştur. Temyiz dilekçesinde başvurucu dava dilekçesindeki beyanlarını tekrar etmekle beraber atama işlemine dayanak olan disiplin cezasına ilişkin devam eden davanın sonucu beklenmeden karar verildiğini ifade ederek İdare Mahkemesi kararının yürütmesinin durdurulmasını ve bozulmasını talep etmiştir. Danıştay Beşinci Dairesi (Daire) 24/12/2014 tarihinde dava konusu işlemin ve İdare Mahkemesi kararının yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Kararda başvurucunun atama işlemine dayanak olan disiplin cezasına ilişkin soruşturma raporunda, başvurucunun fiilinin sabit olduğuna yönelik somut bilgi ve belgenin bulunmadığı, kimliği belirlenemeyen bir ihbar dilekçesi üzerine başlatılıp yeterli kanıt bulunmayan iddia nedeniyle başvurucunun görevinden alınıp başka bir komisyon emrine atanmasının hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir. Akabinde Daire temyiz başvurusuna konu işin esasını incelemiş ve 11/2/2019 tarihinde İdare Mahkemesi kararının usule ve hukuka uygun olduğu, temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenlerin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği gerekçesiyle temyiz başvurusunun reddine ve İdare Mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir. Başvurucu bu kararın düzeltilmesi talebinde bulunmuştur. Dilekçede başvurucu, disiplin cezasına ilişkin işlemin Adana İdare Mahkemesi tarafından iptal edildiğini ve bu kararın kesinleştiğini, ayrıca Dairenin 24/12/2014 tarihli atama işleminin yürütmesinin durdurulmasına ilişkin kararında anılan işlemin hukuka aykırı olduğu hususu tespit edilmiş olmasına rağmen 11/2/2019 tarihli kararında bu tespitle çelişecek şekilde İdare Mahkemesi kararının onanmasına karar verildiğini vurgulamıştır. Daire 13/11/2019 tarihinde karar düzeltme talebinin reddine karar vermiştir. Başvurucu, nihai kararı 25/12/2019 tarihinde öğrendikten sonra 21/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Birinci Bölüm Birinci Komisyon tarafından 6/11/2023 tarihinde başvurucunun şikâyetleri adil yargılanma hakkı ve özel hayata saygı hakkı kapsamında değerlendirilmiştir. Başvuru adil yargılanma hakkı kapsamında makul sürede yargılanma hakkı yönünden başvuru yollarının tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemez bulunmuştur. Özel hayata saygı hakkı yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Öte yandan başvurucu vekili tarafından 31/8/2021 tarihinde bireysel başvuru dosyasına sunulan dilekçede başvurucunun vefat ettiği bildirilmiştir. Bireysel başvuruda manevi tazminat talebinin de bulunduğu vurgulanarak başvurucunun mirasçılarının başvuruyu devam ettirmek istedikleri belirtilmiştir. Başvurucu Ahu Doğan 27/6/2021 tarihinde vefat ettiğinden diğer başvurucular bireysel başvurunun tarafı hâline gelmişse de anlatım kolaylığı açısından Ahu Doğan başvurucu olarak nitelendirilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/3455 | Başvuru, atama işleminin iptali talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/15370 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ve kanun iptali talebi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular, muhtelif tarihlerde yapılmıştır. 2022/50890 ve 2022/50903 sayılı dosyalar konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2022/43902 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve inceleme 2022/43902 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/43902 | Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ve kanun iptali talebi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; ceza soruşturması kapsamında mal varlığı üzerine ihtiyati tedbir uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/10/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2017/35581 numaralı bireysel başvuru ile aynı tarihte yapılan 2017/35583 ve 2017/34484 numaralı bireysel başvuruların konu yönünden hukuki irtibatlarının bulunması nedeniyle 2017/35581 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin bu dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Tarihinden Önce Yaşanan Gelişmeler Nevşehir Cumhuriyet Başsavcılığınca (Cumhuriyet Başsavcılığı) başvurucuların da dâhil olduğu bir kısım şüpheli hakkında suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, petrol kaçakçılığı, özel kanunları gereğince gümrük vergilerinden kısmen veya tamamen muaf olarak ithal edilen eşyayı ithal amacı dışında başka bir kullanıma tahsis etme, 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'na muhalefet, kamu görevlisinin resmî belgede sahteciliği, örgüte bilerek isteyerek yardım etme, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerini aklama ve kamu görevlisinin resmî belgede sahteciliği suçlarını işledikleri şüphesiyle ceza soruşturması başlatılmıştır. Soruşturma sırasında Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 7/5/2012 tarihinde 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde yer alan suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama suçunu işledikleri iddiasıyla başvurucuların bankalarda bulunan hak ve alacaklarına, ortağı bulundukları şirketlerdeki ortaklık paylarına, nakliye ve taşıt araçlarına, gayrimenkulleri üzerine devir ve temliki önleme amacına yönelik olarak 5237 sayılı Kanun'un , ve maddeleri kapsamında müsadere edilebilmeleri için ihtiyati tedbir konulması talep edilmiştir. Nevşehir Sulh Ceza Mahkemesi de Cumhuriyet Başsavcılığının talebine uygun olarak 7/5/2012 tarihli kararı ile başvurucuların mezkûr mal varlığına, araçlarına, şirket hisselerine ve banka hesapları üzerine 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi gereğince elkoyma şeklinde ihtiyati tedbir kararı vermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının 16/7/2012 tarihli iddianamesi ile başvurucuların da dâhil olduğu bir kısım şüpheli hakkında suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, petrol kaçakçılığı, özel kanunları gereğince gümrük vergilerinden kısmen veya tamamen muaf olarak ithal edilen eşyayı ithal amacı dışında başka bir kullanıma tahsis etmek, Vergi Usul Kanunu'na muhalefet, kamu görevlisinin resmî belgede sahteciliği, örgüte bilerek isteyerek yardım etme, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerini aklama ve kamu görevlisinin resmî belgede sahteciliği suçlarından cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmıştır. Nevşehir Asliye Ceza Mahkemesince 19/9/2012 tarihinde görevsizlik kararı verilmiştir. Görevsizlik kararına itiraz edilmesi üzerine Nevşehir Ağır Ceza Mahkemesince de 3/10/2012 tarihinde görevsizlik kararı kaldırılmıştır. Yargıtay Ceza Dairesinin 27/11/2012 tarihli tarihli ilamı ile görevli mahkemenin Nevşehir Asliye Ceza Mahkemesi olduğuna karar verilmiştir. Nevşehir Cumhuriyet Başsavcığı tarafından Nevşehir Ağır Ceza Mahkemesinde bir kısım şüpheli hakkında resmî evrakta sahtecilik suçundan cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmıştır. Nevşehir Ağır Ceza Mahkemesi, dosya kapsamından tespit edilemeyen bir tarihte tarafları ve konusu aynı olup fiilî ve hukuki bağlantı bulunduğunu belirterek E.2012/749 sayılı dosya ile E.2018/197 sayılı dosyanın birleştirilmesine ve yargılamanın E.2013/235 sayılı üzerinden yürütülmesine karar vermiştir. Başvuruculardan Hamit Alihansoy ile bir kısım şüphelilerin müdafii tarafından 9/5/2017 tarihli duruşmada şirketlerin, mal varlıklarının ve diğer araçların üzerlerindeki tedbirlerin tamamen kaldırılması talebinde bulunulmuştur. Mahkeme ise anılan duruşmada dosyanın kapsamlı oluşu ve heyet değişikliği gözönünde bulundurularak talebin bir sonraki celse değerlendirilmesine, bu aşamada karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Buna mukabil Mahkeme 19/9/2017 tarihli bir sonraki duruşmada bu hususta bir karar vermemiştir. Başvurucular 13/10/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler Mahkeme tarafından yapılan yargılama sonucunda 21/2/2019 tarihinde başvurucuların petrol kaçakçılığı, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, özel kanunları gereğince gümrük vergilerinden kısmen veya tamamen muaf olarak ithal edilen eşyayı ithal amacı dışında başka bir kullanıma tahsis etmek, kamu görevlisinin resmî belgede sahteciliği, örgüte bilerek isteyerek yardım etme, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerini aklama ve kamu görevlisinin resmî belgede sahteciliği suçlarından hapis ve adli para cezası ile cezalandırılmalarına karar vermiştir. Mahkeme ayrıca başvurucuların tedbir kararına konu taşıt ve nakil araçları, paraları ve şirket hisselerinin 5237 sayılı Kanun'un maddesi gereğince ayrı ayrı müsaderelerine karar vermiştir. Karar gerekçesinde, mahkûmiyet hükmü tesis edilirken 97 No.lu klasörde bulunan 14/12/2018 tarihli ve 67 No.lu klasörde bulunan 17/8/2015 tarihli Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığı raporlarının, iletişimin tespiti tutanaklarının, arama elkoyma tutanaklarının, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu, Gelir İdaresi Başkanlığı, Konya Küçük ve Orta Ölçekli Mükellefler Grup Başkanlığı, TUBİTAK Marmara Araştırma Merkezi tarafından hazırlanan bilirkişi raporlarına dayanıldığı belirtilmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf aşamasında derdesttir. A. Ulusal Hukuk 5271 sayılı Kanun’un "Taşınmazlara, hak ve alacaklara elkoyma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Soruşturma veya kovuşturma konusu suçun işlendiğine ve bu suçlardan elde edildiğine dair somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebebi bulunan hallerde, şüpheli veya sanığa ait; a) Taşınmazlara,b) Kara, deniz veya hava ulaşım araçlarına, c) Banka veya diğer malî kurumlardaki her türlü hesaba,d) Gerçek veya tüzel kişiler nezdindeki her türlü hak ve alacaklara, e) Kıymetli evraka, f) Ortağı bulunduğu şirketteki ortaklık paylarına, g) Kiralık kasa mevcutlarına,h) Diğer malvarlığı değerlerine,Elkonulabilir. Somut olarak belirlenen Bu taşınmaz, hak, alacak ve diğer malvarlığı değerlerinin şüpheli veya sanıktan başka bir kişinin zilyetliğinde bulunması halinde dahi, elkoyma işlemi yapılabilir. (Ek cümle: 21/2/2014 – 6526/10 md.) Bu madde kapsamında elkoyma kararı alınabilmesi için ilgisine göre Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Sermaye Piyasası Kurulu, Mali Suçları Araştırma Kurulu, Hazine Müsteşarlığı ve Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumundan, suçtan elde edilen değere ilişkin rapor alınır. Bu rapor en geç üç ay içinde hazırlanır. Özel sebepler zorunlu kıldığında bu süre talep üzerine iki ay daha uzatılabilir. (2) Birinci fıkra hükmü; a) Türk Ceza Kanununda tanımlanan;... Dolandırıcılık (madde 157, 158), ...Hakkında uygulanır. (3) Taşınmaza elkonulması kararı, tapu kütüğüne şerh verilmek suretiyle icra edilir. ... (5) Banka veya diğer malî kurumlardaki her türlü hesaba elkonulması kararı, teknik iletişim araçlarıyla ilgili banka veya malî kuruma derhâl bildirilerek icra olunur. Söz konusu karar, ilgili banka veya malî kuruma ayrıca tebliğ edilir. Elkoyma kararı alındıktan sonra, hesaplar üzerinde yapılan bu kararı etkisiz kılmaya yönelik işlemler geçersizdir. ..." 5271 sayılı Kanun’un "Elkonulan eşyanın iadesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: ''(1) Şüpheliye, sanığa veya üçüncü kişilere ait elkonulmuş eşyanın, soruşturma ve kovuşturma bakımından muhafazasına gerek kalmaması veya müsadereye tabi tutulmayacağının anlaşılması halinde, re'sen veya istem üzerine geri verilmesine Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme tarafından karar verilir. İstemin reddi kararlarına itiraz edilebilir. (2) 128 inci madde hükümlerine göre elkonulan eşya veya diğer malvarlığı değerleri, suçtan zarar gören mağdura ait olması ve bunlara delil olarak artık ihtiyaç bulunmaması halinde, sahibine iade edilir.'' 5237 sayılı Kanun’un "Kazanç müsaderesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Suçun işlenmesi ile elde edilen veya suçun konusunu oluşturan ya da suçun işlenmesi için sağlanan maddi menfaatler ile bunların değerlendirilmesi veya dönüştürülmesi sonucu ortaya çıkan ekonomik kazançların müsaderesine karar verilir. Bu fıkra hükmüne göre müsadere kararı verilebilmesi için maddi menfaatin suçun mağduruna iade edilememesi gerekir.(2) Müsadere konusu eşya veya maddi menfaatlere elkonulamadığı veya bunların merciine teslim edilmediği hallerde, bunların karşılığını oluşturan değerlerin müsaderesine hükmedilir. (3) (Ek: 26/6/2009 – 5918/2 md.) Bu madde kapsamına giren eşyanın müsadere edilebilmesi için, eşyayı sonradan iktisap eden kişinin 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun iyiniyetin korunmasına ilişkin hükümlerinden yararlanamıyor olması gerekir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrolüne veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelediği elkoyma ve müsadere tedbirleri, suçla mücadele için etkili ve gerekli bir araçtır (Raimondo/İtalya, B. No: 12954/87, 22/2/1994, §§ 27, 30). AİHM suçtan elde edilen gelirlerin veya mal varlığının müsadere edilmesinin suçla mücadelede caydırıcılığın sağlanması ve suçtan gelir elde edilmemesinin güvence altına alınması yönleriyle kamunun yararına olduğunu kabul etmiştir (Phillips/Birleşik Krallık, B. No: 41087/98, 5/7/2001, § 52). AİHM, gerek Avrupa ortak hukukuna gerekse de evrensel hukuk standartlarına göre yolsuzluk, kara para aklama veya uyuşturucu suçları gibi ciddi suçlar yönünden müsadere için mahkûmiyet kararının gerekli olmadığını vurgulamıştır. İkincisi haksız yere elde edilmiş olduğu varsayılan mülkün meşru kökenini kanıtlama yükümlülüğü kanunla hukuk davaları da dâhil olmak üzere cezai olmayan müsadereye ilişkin yargılama süreçlerinde muhataplar üzerine de bırakılabilir. Üçüncü olarak müsadere tedbirinin sadece suçtan elde edilen gelirlerle ilgili değil suç gelirlerini dönüştürerek veya bu gelirlerin devri veya karıştırılması yoluyla elde edilen herhangi bir gelir ya da dolaylı menfaatleri içeren mülkler yönünden de uygulanabileceği belirtilmiştir. Son olarak ise AİHM'e göre müsadere tedbiri, sadece suç isnadında bulunulan şüpheli veya sanıklar yönünden değil söz konusu varlıkların elde edilmesindeki rolünü gizleyen, iyi niyetli olmayan mülk sahibi üçüncü kişiler bakımından da uygulanabilir (Telbis ve Viziteu/Romanya, B. No: 47911/15, 26/6/2018, § 76). AİHM'e göre mülkün kamu yararına kullanılmasının kontrolü kapsamında mülke el konulması hususunda devletlerin geniş bir takdir yetkisi bulunmakla birlikte bu yetkinin devlete tanınması kişilerin mülkünden yoksun bırakılması gibi ağır bir sonuca da yol açmaktadır. Bu nedenle başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin keyfî veya öngörülemez olmaması için bazı usule ilişkin güvenceler öngörülmelidir. AİHM, kişilere keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirlerin kanun dışı, keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesinin sağlanması gerektiğini belirtmektedir. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/10/1986, § 60; Saccocia/Avusturya, B. No: 69917/01, 18/12/2008, § 89; Džinić/Hırvatistan, B. No: 38359/13, 17/5/2016, § 68). Bu bağlamda suçtan elde edilen gelirlerin müsadere edilmesinin şikâyet edildiği Denisova ve Moiseyeva/Rusya (B. No: 16903/03, 1/4/2010) kararında, başvurucuların müsadereye ilişkin yargılama sürecine dâhil edilmeyerek müsadere tedbirine yönelik olarak etkili bir şekilde karşı koyabilme imkânının kendilerine tanınmaması sebebiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır (Denisova ve Moiseyeva/Rusya, §§ 60-64). Bunun yanında AİHM, müsadere ve elkoyma gibi tedbirlerin ayrıca suça konu menfaat ile orantılı olması gerektiğini belirtmektedir. Nitekim Dzinic/Hırvatistan kararında, elkoyma tedbirinin muhtemel bir müsadereyi güvence altına almak için uygulandığını gözeten AİHM, başvurucunun mülküne elkonulması tedbirinin meşru olsa da el konulan mülkün değeri ile karşılaştırılmaksızın uygulanmasının adil dengenin gerekliliklerine uygun olmadığını kabul ederek sonuca varmıştır (Džinić/Hırvatistan, §§ 67-82). AİHM ayrıca mülk sahibinin davranışları ile kanuna aykırı eylem arasındaki illiyet bağının kamu makamlarınca makul bir şekilde değerlendirilmesini de başka bir güvence ölçütü olarak değerlendirmektedir. Bununla birlikte AİHM, kamu yararının gerektirdiği bazı durumlarda böyle bir ilişki mevcut olmasa dahi elkoyma ve müsaderenin uygulanabileceği gerçeğini yadsımamaktadır. Ancak böyle bir durumda yani elkoyma ve müsaderenin muhakkak uygulanması gerektiği kabul edildiği takdirde özellikle iyi niyetli üçüncü kişiler yönünden eşyanın belirli koşullar dâhilinde iadesi veya bu mümkün olamıyorsa eşya sahibinin zararının tazminine yönelik bir iç hukuk yolunun mevcut olması, ölçülülüğün unsurlarından biri olarak değerlendirilmektedir (AGOSI/Birleşik Krallık, §§ 57-61; Vasilevski/Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 22653/08, 28/4/2016, §§ 56-60; Sulejmani/Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 74681/11, 28/4/2016, §§ 40-44). AİHM bu ilkenin beraat eden mülk sahipleri yönünden de uygulanacağını belirtmektedir (Jucys/Litvanya, B. No: 5457/03, 8/1/2008, § 36). Riela ve diğerleri/İtalya ((k.k.), B. No: 52439/99, 4/9/2001) kararına konu olayda, organize suç örgütlerinin faaliyetleri çerçevesinde elde edildiği gerekçesiyle başvurucuların taşınmazları, araçları ve şirket hisselerinin müsadere edilmesi söz konusudur. AİHM derece mahkemelerinin başvurucuların mali durumlarının özenli bir şekilde analiz edilerek müsadere edilen malların yalnızca başvurucuların kanun dışı kazançlarıyla elde edilebileceği yönündeki değerlendirmelerini dikkate alarak mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin takip edilen meşru amaç ile karşılaştırıldığında orantısız olmadığı sonucuna varmıştır. Phillips/Birleşik Krallık kararına konu olayda, başvurucunun uyuşturucu madde ticareti suçundan hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiş; müsadereye ilişkin olarak ayrıca yürütülen davada da gümrük makamlarınca görevlendirilen uzman kişi tarafından düzenlenen rapora istinaden suçtan elde edildiği gerekçesiyle başvurucunun üç yıl içinde 400 İngiliz sterlini ödemesine karar verilmiştir. AİHM başvurucunun altı yıllık bir dönemde uyuşturucu kaçakçılığından gelir elde ettiğini ve bu parayı mal varlığı içinde akladığı yönündeki derece mahkemelerinin değerlendirmelerinin makul olduğunu, başvurucuya yeterli itiraz imkânlarının tanındığını, müsadere usulü çerçevesinde varılan kanaatin ise adil ve savunma hakkına saygılı bulduğunu belirtmiştir. AİHM sonuç olarak müdahalenin bu alanda kamu makamlarına tanınan geniş takdir yetkisi de dikkate alındığında ölçülü olduğu gerekçesiyle mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir (Phillips/Birleşik Krallık, §§ 50-53). Telbis ve Viziteu kararında da AİHM, başvurucuların sanığın yakınlarının mal varlığının suçtan elde edildiği gerekçesiyle müsadere edilmesi hususunda, yolsuzlukla mücadele alanında kamu makamlarının geniş bir takdir yetkisinin bulunduğu ve somut olayda müsadere tedbirinin uygulanmasına karşı başvuruculara etkili bir savunma ve itiraz hakkının tanındığı, derece mahkemelerinin kararlarının da keyfî olmadığı gerekçesiyle ölçülü bir müdahale olduğu sonucuna varmıştır (Telbis ve Viziteu/Romanya, § 81). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/35581 | Başvuru, ceza soruşturması kapsamında mal varlığı üzerine ihtiyati tedbir uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, bürokratik aksaklıklara bağlı olarak okula geç başlamadan kaynaklanan manevi zararların tazmini için açılan davanın reddi nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun çocuğu, 2012 yılı sınıf seviye belirleme sınavı sonuçlarına göre Gümüşhane Türk Telekom Fen Lisesi (okul) için yedek sırasında yer almıştır. Başvurucunun internetten indirdiği 12/9/2012 tarihli ilk belgede; okulun kontenjan sayısı 78, kayıtlı öğrenci sayısı 76, boş kontenjan sayısı 2, yedek kayıt öğrenci sırası ise yedek olarak görülmektedir. Başvurucunun aynı gün saat 35'te indirdiği ikinci belgede ise okulun kontenjan sayısı 78, kayıtlı öğrenci sayısı 78, boş kontenjan sayısı 0, yedek kayıt öğrenci sırası ise yine yedek olarak görünmektedir. Başvurucu, boş bulunan 2 kontenjana yedek kayıt sırasındaki öğrencinin kaydı yapılmışsa sıradaki kızının kaydı yapılmadan kayıtlı öğrenci sayısının 78, boş kontenjan sayısının ise 0 olamayacağı gerekçesiyle idareye müracaatta bulunmuştur. İdare; cevabında 13/9/2012 tarihi itibarıyla 78 olan öğrenci kontenjanının tamamının kaydının yapıldığını, kayıt süresinin bitimine (12/9/2012 saat 00) 5 dakika kala başka bir öğrencinin Sinop Fen Lisesine kaydını aldığını ve okulda bir boş kontenjan olduğunu belirtmiştir. Başvurucunun konuyu teyit etmek için Sinop Fen Lisesinden aldığı belgede, diğer öğrencinin 13/9/2012 tarihinde saat 30 civarında Sinop Fen Lisesine kaydının yapıldığı belirtilmektedir. Başvurucunun yedek sıranın kendi çocuğuna gelmesine rağmen kaydının yapılmamasına ilişkin işlemin iptali istemiyle 27/9/2012 tarihinde açtığı davada, dava konusu işlemin hukuka aykırılığının açık olduğu ve uygulanması hâlinde telafisi güç zararlar doğabileceği gerekçesiyle 3/1/2013 tarihinde yürütmenin durdurulması kararı verilmiştir. Bu kararın ardından başvurucunun kızının okula kaydı yapılmış ve yargılama sonunda kaydın yapılmamasına ilişkin işlemin iptaline karar verilmiştir. Başvurucu ayrıca, kayıt sırasında kızının okula zamanında yerleştirilmediğinden bahisle uğradığını ileri sürdüğü manevi zararların tazmin edilmesi talebiyle de dava açmıştır. Bu dava Trabzon İdare Mahkemesince; kaydın yapılmamasına ilişkin işlem nedeniyle kontenjanın boş kalmasının ağır hizmet kusuru ile sakat veya kasten davacıya zarar verme amacıyla tesis edilmiş bir işlem olmadığı ve bu işlem nedeniyle uğranıldığı ileri sürülebilecek meşru, gerçek ve somut, tazmini gereken acı ve üzüntüden bahsetme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Bu karara yapılan itiraz 15/10/2015 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 30/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/11/2015 tarihinde tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Eğitim hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/18525 | Başvuru, bürokratik aksaklıklara bağlı olarak okula geç başlamadan kaynaklanan manevi zararların tazmini için açılan davanın reddi nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, gözaltı ve tutukluluk sürecinde kanuni sürelerin aşıldığını ve tutukluluk süresinin makul olmadığını belirterek Anayasa’nın maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 5/9/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonu 16/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar vermiştir. Bölüm tarafından 7/1/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 8/1/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 7/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 17/3/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu görüşe karşı beyanlarını onbeş günlük süreden sonra 3/4/2013 tarihinde sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Adalet Bakanlığının görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2007/2250 sayılı soruşturma kapsamında 30/8/2007 tarihinde gözaltına alınmış ve Küçükçekmece Sulh Ceza Mahkemesinin 3/9/2007 tarih ve Sorgu No:2007/437 sayılı kararıyla silahlı suç örgütüne üye olma ve nitelikli yağma suçlarından tutuklanmıştır. Başvurucu ve diğer 10 sanık hakkında silahlı suç örgütü kapsamında birden fazla nitelikli yağma, hırsızlık, ruhsatsız ateşli silah bulundurma, resmi belgede sahtecilik suçlarının işlendiği iddiasıyla İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2008/9 sayılı dosyasında kamu davası açılmıştır. Yargılamada 12 kişi müşteki veya katılan sıfatıyla yer almaktadır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 23/7/2013 tarihli duruşmada tutukluluk halinin devamına karar vermiş, bu karara yapılan itiraz İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 1/8/2013 tarih ve 2013/385 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 4/9/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 19/11/2013 tarih ve E.2008/9, K.2013/179 sayılı kararıyla suç örgütüne üye olma ve nitelikli yağma suçlarından başvurucuyu toplam 31 yıl 15 gün hapis cezasına mahkum etmiş ve hükümle birlikte tutukluluğun devamına karar vermiştir. Dava temyiz aşamasındadır. Öte yandan, başvurucu hakkında Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin E.2006/104 ve K.2007/79 sayılı kararıyla verilen 2 yıl 1 ay hapis cezası 21/1/2009-17/5/2009 tarihleri arasında, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin E.1999/311 ve K.2001/57 sayılı kararıyla verilen (657 gün) hapis cezası 17/5/2009 ve 5/3/2011 tarihleri arasında infaz edilmiştir. B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ve maddeleri. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7040 | Başvurucu, gözaltı ve tutukluluk sürecinde kanuni sürelerin aşıldığını ve tutukluluk süresinin makul olmadığını belirterek Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 1 |
Başvuru, infaz kurumunda işlenen yaralama suçuna ilişkin soruşturmanın makulsürat ve özenle yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: 1985 doğumlu olan başvurucu, başvuru konusu olayın gerçekleştiği 12/6/2012 tarihinde Silivri 7 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunmaktadır. Yukarıda zikredilen tarihte saat 47 sıralarında İnfaz Kurumunda hükümlüler arasında çıkan kavgada başvurucunun kesici-delici alet ile yaralanması nedeniyle Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu, önce adli muayene için Silivri Prof. Dr. Necmi Ayanoğlu Devlet Hastanesine götürülmüş ve muayene edilmiştir. Muayene sonucu saat 30'da düzenlenen 12/6/2012 tarihli raporun ilgili kısmı şöyledir:"Sağ böbrek hizasına .... 3 ayrı kesici-delici alet yaralanması, sol skopule.... hizasında 0,5 cm .... 1 adet kesici-delici alet yaralanması, sol el parmakta 2 cm'lik cilt, cilt altı, kesisi, tendon kesisi, alın sağ tarafında 2 cm'lik kesi, başında 3 cm'lik 2 adet, 4 cm'lik1 adet, 5 cm'lik 2 adet kesiler mevcut. ... şeklinde 10 cm'lik 1 adet kesi mevcut. Durum bildirir geçici hekim raporudur. Kati rapor beyin cerrahı, plastik cerrahı, genel cerrahi, göğüs cerrahi tarafından verilecektir." Başvurucu, müşteki-şüpheli sıfatıyla Başsavcılık tarafından alınan 22/6/2012 tarihliifadesinde; kaldığı koğuşun yakınındaki lavaboya gidip elini yüzünü yıkadığı esnada ve arkası dönük hâldeyken şiş tabir edilen aletle dört defa yaralandığını, olay sırasında arka tarafında B.K., N.G. ve S.nin olduğunu ancak arkası dönük olduğu için bu üç şahıstan hangisinin kendisini yaraladığını göremediğini, bu sırada Ç.nin kamera önünde görüntüyü engellediğini, söz konusu tutanakta belirtilen şişlerin kendisine ait olmayıp olay esnasında herhangi bir kimseye vurmadığını belirterek kimseden şikâyetçi olmadığını bildirmiştir. Bu arada UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelerden başvurucunun 13/7/2012 tarihinde Tekirdağ Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna sevk edildiği anlaşılmaktadır. Başsavcılıkça 26/6/2013 tarihli yazı ile İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığından başvurucu hakkındaki tüm tedavi evrakları esas alınarak kesin rapor düzenlenmesi talep edilmiştir. İstanbul Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulunun Başsavcılığa hitaben yazdığı 19/8/2013 tarihli yazısında, başvurucuya ait muayene ve tedavi bulgularını içeren tıbbi müşahade ve rapor ile tomografi tetkiklerine ait grafilerin asıllarının temin edilmesi, ayrıca başvurucunun muayenesi yapılmak üzere gönderilmesi istenmiştir. Başsavcılık bu defa 11/6/2014 ve 24/7/2014 tarihli yazılar ile Silivri Adli Tıp Şube Müdürlüğünden özellikle başvurucunun yaralanmasının sırt (arka) bölgesinden olup olmadığı belirlenerek rapor düzenlenmesini talep etmiştir. Silivri Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 30/6/2014 ve 25/7/2014 tarihli ön raporlarında; başvurucu hakkında düzenlenmiş mevcut raporların fotokopilerinin net okunamadığı, asıllarının gönderilmesinin gerektiği ve yara yerlerinin görülebilmesi için başvurucunun muayeneye gönderilmesinin yararlı olacağı bildirilmiştir. Başsavcılık 15/4/2015 tarihinde Silivri Adli Tıp Şube Müdürlüğüne hitaben yazdığı yazı ile yine başvurucunun yaralanmasına ilişkin rapor düzenlenmesini talep etmiştir. Silivri Adli Tıp Şube Müdürlüğü 27/4/2015 tarihli ön raporunda, tekraren başvurucunun muayeneye gönderilmesi gerektiğini bildirmiştir. Sonrasında Kocaeli 2 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne sevk edildiği anlaşılan başvurucunun Kocaeli Devlet Hastanesinde 17/5/2016 tarihinde beyin cerrahi, plastik cerrahi, genel cerrahi ve göğüs cerrahi uzmanları tarafından muayenesinin yapıldığı anlaşılmaktadır. Başvurucu hakkında düzenlenen raporlar şu şekildedir: i. [Genel cerrahi uzmanı raporunda] fizik muayenede sağ lomber bölgede üç adet kesici-delici alet yaralanmasına bağlı oluşan 1 cm'lik skar ve yine sol suprascapuler bölgede 1 cm'lik skar dokusu mevcut. ... Genel cerrahi açısından hayati tehlikesi yoktur. Katiraporudur.ii. [Göğüs cerrahiuzmanı raporunda] normal fenni muayene bulguları.iii. [Beyin cerrahi uzmanı raporunda] darp sonucu genel vücut travması geçiren hastanın yapılan nörolojik muayenesi normal. Geçici rapor ve BT bulgularına göre basit tıbbi müdahale ile iyileşmiştir. Kati kanaat raporudur.iv. [Plastik cerrahi uzmanı raporunda] yüzde sağ kaş medial bölgede 3 cm sabit iz, sol el parmak pip eklem dorsalinde 2 cm skar. Saçlı deride multiple parçalı alopesi oluşturan sabit skar mevcut. Başvurucunun ayrıca Kocaeli Devlet Hastanesinde 27/9/2016 tarihinde ortopedi uzmanı tarafından yapılan muayenesi sonucunda, sol omuz çıkığı geçirdiği epikrizinden görülen yaralanmanın hayati fonksiyonlarını (2-Orta) düzeyde etkilediğine ilişkin kati hekim raporu düzenlendiği anlaşılmaktadır. Başsavcılığın 9/12/2016 tarihli iddianamesiyle başvurucu ve Ç. mağdur-şüpheli; B.K., N.G. ve S.G. ise şüpheli olarak belirtilerek haklarında kasten yaralama suçundan kamu davası açılmıştır. İddianamede gösterilen deliller kapsamında yapılan değerlendirmede; başvurucunun şiş şeklindeki ve silah sayılan alet ile mağdur-şüpheli Ç.yi yaralamaya teşebbüs ettiği ancak mağdur-şüpheli Ç. ve diğer şüphelilerin başvurucunun elinden aldıkları şişleri başvurucuya batırdıkları ve doktor raporuna göre basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ve sabit iz bırakacak şekilde yaralanmasına sebep oldukları açıklanmıştır. Başvurucu 16/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Diğer yandan Silivri Asliye Ceza Mahkemesinde açılan davada tensip zaptının 30/1/2017 tarihinde onaylanması ile başlayan yargılama sürecinde 18/4/2017 tarihli duruşmada başvurucunun savunma ve şikâyetlerinin alındığı anlaşılmaktadır. Başvurucu beyanında, sanıklardan şikâyetçi olmadığını ve şiş tabir edilen suç aletiyle kendisini yaralayanları net olarak göremediğini bildirmiştir. Başvurunun inceleme tarihi itibarıyla yargılamanın derdest olduğu ve duruşmanın 20/3/2020 tarihine bırakıldığı anlaşılmıştır. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) (Ek fıkra: 31/3/2005 – 5328/4 md.) Kasten yaralama fiilinin kişiüzerindekietkisinin basitbirtıbbîmüdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur. (3) Kasten yaralama suçunun;…e) Silahla,İşlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şu şekildedir:"(1) Kasten yaralama fiili, mağdurun; (...) (c) Yüzünde sabit ize, (...)Neden olmuşsa yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. Ancak, verilecek ceza birinci fıkraya giren hallerde üç yıldan, üçüncü fıkraya giren hallerde beş yıldan az olamaz."B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Mevzuat Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygı yükümlülüğü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar." Sözleşme'nin maddesi şöyledir:"Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu söyleyebilmek için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007, §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), devletin pozitif yükümlülüklerinin özel kişilerin eylemlerini de içerdiğini belirtmiştir. Devlet, kamu görevlilerinde olduğu gibi özel kişiler tarafından gerçekleşebilecek kötü muamelelere karşı da yeterli korumayı ve yasal çerçeveyi sağlamakla yükümlüdür (Denis Vasilyev/Rusya, B. No: 32704/04, 17/12/2009, § 98; Yehovanın Şahitleri Gldani Cemaatinin 97 Üyesi ve diğer 4 kişi/Gürcistan, B. No: 71156/01, 3/5/2007, § 96; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, §§ 26-28; A/Birleşik Krallık, B. No: 100/1997/884/1096, 23/9/1998, §§ 22-24; X ve Y/Hollanda, B. No: 8978/80, 26/3/1985, § 27). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 131). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını ve yetkili makamların titizlikle ve çabuklukla çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55). AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05 ve 45001/05, 5/7/2011, §§ 90, 91). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/16252 | Başvuru, infaz kurumunda işlenen yaralama suçuna ilişkin soruşturmanın makul sürat ve özenle yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; yargılandığı davada delil olarak kullanmak üzere ceza infaz kurumuna avukat olarak giriş çıkış kayıtlarını isteyen başvurucunun bilgi edinme talebinin reddedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. İkinci Bölüm başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1978 doğumlu olan başvurucu, İstanbul Barosuna kayıtlı olarak avukatlık görevini sürdürürken İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 5/4/2017 tarihli kararıyla terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 23/11/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında anılan suçtan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış ve yargılama İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) E.2017/230 sayılı dosyası üzerinden yürütülmüştür. Olayların meydana geldiği tarihte yargılaması devam eden başvurucu, Silivri 4 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunmaktadır. Başvurucu, hakkındaki ceza yargılaması devam ederken savunmasına esas olmak üzere 9/2/2018 tarihli dilekçesi ile "1/5/2015-20/1/2016 tarihleri arasında İstanbul Barosuna kayıtlı bir avukat olarak Silivri 9 Nolu Ceza İnfaz Kurumuna hangi tarihlerde, hangi saatler arasında avukat olarak görüşmek üzere giriş çıkış yaptığı" hususunda Silivri 9 No.lu Ceza İnfaz Kurumundan bilgi talebinde bulunmuştur. Başvurucunun söz konusu talebi Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 12/2/2018 tarihli yazısıyla ve "avukat olarak Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna giriş çıkış tarih ve saatlerini bizzat biliyor olması nedeniyle talebin Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamına girmediği" gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu, söz konusu karara karşı 19/2/2018 tarihinde Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliğine itiraz etmiş; Sulh Ceza Hâkimliği, kararın idari nitelikte bir işlem olduğundan bahisle herhangi bir değerlendirme yapılamayacağına karar vermiştir. Akabinde başvurucu anılan karara yönelik iptal davası açmıştır. Davanın görüldüğü İstanbul İdare Mahkemesi 12/9/2018 tarihinde "davacının talep ettiği kayıtların özel bir çalışma, araştırma, inceleme gerektirecek nitelikte olması nedeniyle Bilgi Edinme Hakkı Kanunu'nun maddesinin fıkrası gereği idarenin bu hususta bilgi verme zorunluluğu bulunmadığı" gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Başvurucunun istinaf talebinde bulunması üzerine dosyanın gönderildiği İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 26/12/2018 tarihinde kararın usul ve kanuna uygun olduğu gerekçesiyle istinaf talebinin esastan reddine karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü 26/2/2019 tarihinde öğrendikten sonra 27/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 9/10/2003 tarihli ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu'nun "Amaç" kenar başlıklı birinci maddesi şöyledir: "Bu Kanunun amacı; demokratik ve şeffaf yönetimin gereği olan eşitlik, tarafsızlık ve açıklık ilkelerine uygun olarak kişilerin bilgi edinme hakkını kullanmalarına ilişkin esas ve usulleri düzenlemektir." 4982 sayılı Kanun'un "Bilgi verme yükümlülüğü" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Kurum ve kuruluşlar, bu Kanunda yer alan istisnalar dışındaki her türlü bilgi veya belgeyi başvuranların yararlanmasına sunmak ve bilgi edinme başvurularını etkin, süratli ve doğru sonuçlandırmak üzere, gerekli idarî ve teknik tedbirleri almakla yükümlüdürler." 4982 sayılı Kanun'un "İstenecek bilgi veya belgenin niteliği" kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: "Bilgi edinme başvurusu, başvurulan kurum ve kuruluşların ellerinde bulunan veya görevleri gereği bulunması gereken bilgi veya belgelere ilişkin olmalıdır.Kurum ve kuruluşlar, ayrı veya özel bir çalışma, araştırma, inceleme ya da analiz neticesinde oluşturulabilecek türden bir bilgi veya belge için yapılacak başvurulara olumsuz cevap verebilirler."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 2016 yılında verdiği Magyar Helsinki Bizottság/Macaristan ([BD], B. No: 18030/11,8/11/2016, § 156) kararı ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin bireye bir kamu otoritesi tarafından tutulan bilgilere erişim hakkı vermediği veya devlete bu bilgileri bireye verme yükümlülüğü getirmediği şeklindeki kanaatini önceki kararları (diğerleri arasından bkz. Leander/İsveç [BD], B. No: 9248/81, 26/3/1987, § 74; Társaság A Szabadságjogokért/Macaristan, B. No: 37374/05, 14/4/2009, § 35) ile uyumlu olarak devam ettirmişse de kesin hüküm niteliği kazanmış bir yargı kararına bağlı olarak bilginin açıklanması gereken hâller veya bilgiye erişimin sağlanmasının kişinin düşüncesini açıklaması hakkını kullanmasının bir aracı olması hâli söz konusu olduğunda Sözleşme'nin maddesi kapsamında böyle bir yükümlülüğün doğabileceğini belirterek yeni bir yaklaşım benimsemiştir (aynı kararda bkz. § 156). Bilgiye erişimin reddedilmesinin başvurucunun ifade özgürlüğü hakkına bir müdahale teşkil edip etmediğinin ya da hangi ölçüde bir müdahale olduğunun her olayın kendine özgü koşullarında değerlendirilmesi gerektiğini vurgulayan AİHM (aynı kararda bkz. § 157), önceki içtihadına da atıfla bazı kriterler belirlemiş ve böyle bir hakkın madde kapsamında değerlendirilebilmesi için somut davada bu kriterler temelinde belirli bir eşiğe ulaşma şartı aramıştır (AİHM'in belirlediği kriterler hakkında detaylı bilgi için bkz. Yaman Akdeniz (2) [GK], B. No: 2016/6815, 15/2/2023, § 23). AİHM Bubon/Rusya (B. No: 63898/09, 7/5/2017) kararında ise bilgi edinme talebinin fazla iş yüküne yol açacağını dikkate alarak başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasıyla yaptığı bireysel başvuruyu kabul edilemez bulmuştur. Başvuru konusu olayda avukat olan başvurucu, yazacağı bilimsel bir makalede kullanmak üzere 2000 ile 2009 yılları arasında fuhuş suçuna karışanların milliyeti, yaşı, eğitim durumu ve ikameti gibi kişisel bilgilerden arındırılmış bir dizi istatistiki bilgi talep etmiş ancak talebi reddedilmiştir. AİHM, dava konusu uyuşmazlığın bir kısmının (başvurucunun talep ettiği dört bilgiden ilk üçünün) bilgilerin hazır ve kullanılabilir olup olmadığı konusunda düğümlendiğini, bu nedenle öncelikle bilgilerin idarenin elinde olup olmadığının tespit edilmesi gerektiğini belirtmiştir (aynı kararda bkz. §§ 40, 41). AİHM, idarenin elindeki suç istatistiklerinde başvurucunun talep ettiği parametrelerin de olduğunu ancak yayımlanan ve kamuya açık olan suç istatistiklerinde başvurucunun talep ettiği parametrelerin değil idare tarafından seçilen parametrelerin tercih edildiğini, bu raporların ise başvurucunun istediği raporlar olmadığını not etmiştir (aynı kararda bkz. § 42). Başvurucunun bu nedenle idareden, anılan raporlardan ayrı olarak belirttiği parametreleri kullanarak bilgileri işlemesini ve özetlemesini istediğini (aynı kararda bkz. § 43) tespit eden AİHM, idarenin başvurucunun istediği kadar spesifik bilgilere sahip olmadığı gerekçesiyle bilginin başvurucunun istediği şekliyle hazır ve kullanılabilir olmadığı sonucuna varmıştır(aynı kararda bkz. § 44). AİHM, Magyar Helsinki Bizottság/Macaristan kararında belirlediği kriterleri 2019 yılında verdiği Cangı/Türkiye (B. No: 29/4/2019, 24973/15) kararında da uygulamıştır. Anılan karara konu olayda baraj yapımı projesiyle tehdit altında olan bir antik kentin yıkımına karşı mücadele eden sivil toplum kuruluşlarından ve bazı kişilerden oluşan bir grubun üyesi ve aynı zamanda da avukat olan başvurucu, söz konusu baraj çalışmalarının planlanmasına ilişkin olarak devlet yetkililerinin yaptığı bir toplantının tutanağının nüshasının kendisine iletilmesini 4982 sayılı Kanun gereğince talep etmiştir. Başvurucunun bu talebi, kurumlar arası hizmete özel bir toplantının söz konusu olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. AİHM, başvurucunun bu talebini aynı zamanda halkı bilgilendirme isteğiyle yaptığını, önemli bir sosyal konuyla ilgili olan ve güçlü bir tartışma yaratacak nitelikte bir sorun teşkil etmesi nedeniyle söz konusu toplantının itiraz edilemez bir şekilde kamu yararına yönelik olduğunu, başvurucunun rolü itibarıyla sivil toplum kuruluşundaki görevine ilişkin kesin ve güvenilir bilgileri sunması amacıyla bu bilgilere ihtiyaç duyduğunu, halkın bekçi köpeği rolünü üstlendiğini, son olarak söz konusu tutanağın mevcut olduğunu, bu belgenin başvurucuya iletilmesinin makamlara özellikle ağır bir yük yüklediğinin de ileri sürülmediğini tespit etmiştir (Cangı/Türkiye, §§ 32-36). AİHM bu şekilde Sözleşme'nin maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulduğunu kabul etmiştir. Daha sonra müdahalenin kanunla öngörülüp öngörülmediği konusunda yaptığı incelemede AİHM, somut olayda 4982 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının metniyle pek bağdaşmayan yorumun keyfî bir nitelik taşıdığı gerekçesiyle ihtilaf konusu müdahalenin Sözleşme’nin maddesinin ikinci fıkrası anlamında kanunla öngörülmediği kanısına varmıştır (Cangı/Türkiye, §§ 38-45). | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/10171 | Başvuru, yargılandığı davada delil olarak kullanmak üzere ceza infaz kurumuna avukat olarak giriş çıkış kayıtlarını isteyen başvurucunun bilgi edinme talebinin reddedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, mektubun sakıncalı bulunan kısmının çizilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Silivri 6 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'nda (Kurum) tutuklu olarak bulunmaktadır. Başvurucunun eşine ve çocuklarına yazdığı mektubun bir kısmı Kurum tarafından sakıncalı olarak değerlendirilmiş ve çizilerek gönderilmesine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrası hükmü gereğince mektubun kısmen sakıncalı olduğu değerlendirmesine yer verilmiştir. Kurum tarafından mektuptaki yargı ile asker ve polise ilişkin eleştirilerin olduğu kısım sakıncalı bulunarak çizilmiştir. Başvurucu, eşine ve çocuklarına yazdığı mektubun tarafına iadesini, bunun mümkün olmaması halinde dilekçenin ilgili karara itiraz dilekçesi olarak değerlendirilip Silivri İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) gönderilmesini talep etmiştir. Hakimlik karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Kararda başvurucunun öncelikle göndermek istediği mektubun gönderilmeyerek tarafına iadesini talep ettiği, kurum idaresince öncelikle bu hususun değerlendirilmesi, bu mümkün olmadığı takdirde dilekçenin itiraz dilekçesi olarak gönderilmesi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun itirazı üzerine Silivri Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) itirazın kabulüne ve Hakimlik kararının kaldırılmasına, işin esasına girerek başvurucunun muhatabına gönderilmeyen mektubunun kendisine iade edilmemesine ilişkin kurum uygulaması hususunda karar vermek üzere dosyanın İnfaz Hakimliğine iadesine karar vermiştir. Bunun üzerine Hâkimlik, kararın usule ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle şikâyetin reddine karar vermiştir. Söz konusu karara yapılan itiraz Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından, şikayet başvurusunun esasına ilişkin karar verilmediği gözetilerek bu hususta değerlendirme yapılarak karar verilmek üzere dosya İnfaz Hakimliğine bir kez daha gönderilmiştir. İnfaz Hakimliği bu kez şikayetin kabulüne karar vermiştir. Kararda başvurucunun mektubunun çizilerek gönderilmesi yerine tarafına iadesi talebinin mektuptaki anlam bütünlüğünün bozulma ihtimaline binaen kabul edilebilir olduğu belirtilmiştir. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı karara itiraz etmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi bu kez itirazın kabulü ile İnfaz Hakimliği kararının yeniden kaldırılmasına karar vermiştir. Kararda 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan kısmen veya tamamen sakıncalı görülen mektupların, iç hukuk veya uluslararası hukuk yollarına başvuru yapılması durumunda kullanılmak üzere idarece saklanacağına ilişkin hükmü gereğince mektubun başvurucuya iadesinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu nihai hükmü 13/12/2018 tarihinde tebliğ ettikten sonra 31/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/1332 | Başvuru, mektubun sakıncalı bulunan kısmının çizilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, malikin ifraz talebi üzerine bedelsiz olarak yola terk edilen taşınmazın terk amacına aykırı olarak kullanılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucu, İzmir'in Aliağa ilçesi Kültür Mahallesi'nde bulunan 389 m² yüz ölçümündeki 4346 parsel sayılı taşınmazın malikidir. Başvurucunun ifraz talebi üzerine 26/6/1981 tarihli Aliağa Belediyesi (Belediye) Encümen kararıyla anılan parselin ifrazının yapılmasında sakınca olmadığına karar verilmiştir. 24/7/1981 tarihli Encümen kararıyla da anılan parselin 654 m²lik alanının bedelsiz olarak yola terkinine karar verilmiştir. Bu Encümen kararları doğrultusunda ihdas, tevhit ve yola terk işlemleri yapılmış ve anılan parsel 78 kısma ifraz edilerek 14/8/1981 tarihinde tapuya tescil edilmiştir. Yola terk edilen 654 m²lik alanın bir kısmı yol ve park alanı olarak kullanılmıştır. 20/1/1987 tarihinde onaylanan 1/000 ölçekli uygulama imar planında yola terk edilen alan sosyal kültürel tesis alanı olarak planlanmıştır. Sonrasında 13/10/1998 tarihli Encümen kararıyla bu alanda ihdas işlemi yapılarak 908 ada 1 parsel oluşturulmuştur. Daha sonra 22/1/2008 tarihli Encümen kararıyla yola terk, ihdas ve tevhid işlemi yapılarak 908 ada 3 parsel oluşturulmuştur. Yoldan ihdas ile oluşturulan 379 m² yüz ölçümündeki taşınmaz, Belediye adına avlulu kârgir düğün salonu olarak tapuya tescil edilmiştir.B. Tazminat Davası Süreci Başvurucu, bedelsiz olarak yola terk ettiği taşınmazın terk amacına uygun kullanılmadığını belirterek 19/2/2014 tarihinde Aliağa Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tazminat davası açmıştır. Mahkemece 25/3/2015 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, bedelsiz olarak yola terk edilen taşınmazın şarta bağlı olarak terk edildiğinin kanıtlanamadığı ve bedelsiz olarak terk edilen yerler hakkında mülkiyet iddiasında bulunulamayacağı belirtilmiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesince (Daire) 21/2/2017 tarihinde onanmıştır. Kararın gerekçesinde 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun maddesi uyarınca özel parselasyon sonucunda malikin muvafakatiyle kamu hizmet ve tesislerine ayrılmış yerler için eski malikleri tarafından mülkiyet iddiasında bulunulamayacağı belirtilmiştir. Onama kararı başvurucu vekiline 3/4/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru tarihinden önce başvurucu, karar düzeltme talebinde bulunmuştur. 27/6/2018 tarihinde Daire karar düzeltme talebinin reddine karar vermiştir. A. Ulusal Hukuk Konu hakkında ilgili ulusal hukuk için bkz. Süleyman Oktay Uras ve Sevtap Uras, B. No: 2014/11994, 9/3/2017, §§ 26-B. Uluslararası Hukuk Konu hakkında ilgili uluslararası hukuk için bkz. Özel İstanbul Arel Eğitim Kurumları A.Ş., B. No: 2016/3592, 29/5/2019, §§ 19- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/22268 | Başvuru, malikin ifraz talebi üzerine bedelsiz olarak yola terk edilen taşınmazın terk amacına aykırı olarak kullanılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen tebliğnamenin kendisine tebliğ edilmemesi nedeniyle Anayasa’nın maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yeniden yargılanma ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru 25/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde, başvuruda Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 9/3/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 20/4/2009 tarihli ve E.2009/4256 sayılı iddianamesi ile hileli iflas suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2/11/2010 tarihli ve E.2009/163, K.2010/307 sayılı kararı ile başvurucunun atılı suçtan 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin 4/3/2014 tarihli ve E.2012/10417, K.2014/3895 sayılı ilamı ile karar onanmıştır. Tebliğnamenin onama istekli olduğu görülmektedir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi uyarınca onama kararına 1/12/2014 tarihinde itiraz etmiştir. İtiraz üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin 19/2/2015 tarihli ve E.2014/23339, K.2015/21090 sayılı ilamı ile Dairenin 4/3/2014 tarihli ve E.2012/10417, K.2014/3895 sayılı kararının kaldırılmasına ve hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Başvurucu, çağrı kağıdının tebliğ edildiği 28/5/2014 tarihinde tebliğnameden haberdar olduğunu bildirmiştir. Bireysel başvuru 25/6/2014 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(1) Malvarlığını eksiltmeye yönelik hileli tasarruflarda bulunan kişi, bu hileli tasarruflardan önce veya sonra iflasa karar verilmiş olması hâlinde, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Hileli iflasın varlığı için; …b) Malvarlığını kaçırmaya yönelik tasarruflarının ortaya çıkmasını önlemek için ticari defter, kayıt veya belgelerin gizlenmesi veya yok edilmesi,… Gerekir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Yargıtay ceza dairelerinden birinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, re'sen veya istem üzerine, ilâmın kendisine verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kuruluna itiraz edebilir. Sanığın lehine itirazda süre aranmaz.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10662 | Başvurucu, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen tebliğnamenin kendisine tebliğ edilmemesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yeniden yargılanma ve tazminat talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru, ortaklığın satış yoluyla giderilmesi sırasında satıştan fazla katma değer vergisi tahsil edildiği iddiasıyla yapılan şikâyetin süre aşımı gerekçesiyle reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Pazar (Rize) Sulh Hukuk Mahkemesi 30/3/2012 tarihli ve E.2011/482, K.2012/151 sayılı kararıyla çok sayıdaki taşınmazda ortaklığın satış yolu ile giderilmesine karar vermiştir. Pazar Sulh Hukuk Mahkemesi Satış Memurluğunun (Satış Memurluğu) 2013/7 numaralı dosyasında satış işlemleri yürütülmüştür. Bu bağlamda başvuruya dayanak satış 4/8/2014 tarihinde ilan edilmiş ve başvurucuya 15/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/9/2014 havale tarihli dilekçesiyle, hissedarı ve müşterek ihale alıcısı olduğu bu taşınmazlardan 189 ada 10 parsel ile 190 ada 3 numaralı parsellerde bulunan taşınmazların konut niteliğinde olması nedeniyle katma değer vergisinin (KDV) %18 yerine %1 oranında hesaplanmasını talep etmiştir. Satış Memurluğu, aynı günlü işlemle talebi reddetmiştir. Ret gerekçesinde, bahçe ve tarla vasıflı taşınmazların KDV oranının %18 olduğunu satış ilanında ve şartnamesinde %18 olarak gösterildiğini belirtmiştir. Satış Memurluğunun bu işlemine karşı başvurucunun herhangi bir başvurusuna dosyada rastlanmamıştır. Satışın kesinleşmesiyle başvurucunun KDV'yi 10/10/2014 tarihinde %18 oranında ihtirazi kayıtla ödediği anlaşılmıştır. Bu arada Y. Güven isimli bir başka müşterek alıcı, 7/11/2014 tarihinde Pazar Vergi Dairesi Müdürlüğüne başvurarak söz konusu satış sırasında fazla KDV tahsil edildiğini belirterek bunun iadesini istemiştir. Vergi Dairesi Müdürlüğü 3/12/2014 tarihli işlemle söz konusu satışlarda mükellefin satışı düzenleyen kişi olduğunu belirterek istemi reddetmiştir. Vergi dairesine bir başvurusunun olmadığı anlaşılan başvurucu, 190 ada 3 numaralı parseldeki taşınmaz için 10/10/2014 tarihinde ödediği KDV'nin iadesine karar verilmesi istemiyle 7/11/2014 tarihinde Ankara Vergi Mahkemesinde dava açmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde KDV'nin yansıtılabilir özelliği nedeniyle alıcı olarak mükellef durumunda olduğunu, taşınmazda iki bağımsız bölüm bulunduğunu ve bunların ayrı girişleri olması nedeniyle metrekarelerinin ayrı ayrı hesaplanması gerektiğini, buna göre yüz ölçümü 150 m²den az olacağından %1 KDV hesaplanması gerektiğini ileri sürmüştür. Dava dilekçesinde davalı olarak "Maliye Bakanlığına izafeten Rize Pazar Vergi Dairesi" gösterilmiştir. Dava konusu olarak "hatalı hesaplanan katma değer vergisinin düzeltilmesi ve iadesi" belirtilmiştir. Ankara Vergi Mahkemesi 11/11/2014 tarihli kararıyla, dava konusu tahakkuk ve tahsil işlemini yapan idarenin Pazar Vergi Dairesi olması nedeniyle yetkili mahkemenin Trabzon Vergi Mahkemesi olduğu gerekçesiyle yetkisizlik kararı vermiştir. Yetkisizlik kararı üzerine dosyayı inceleyen Trabzon Vergi Mahkemesi ise 15/12/2014 tarihinde görevsizlik kararı vermiştir. Gerekçede, davacının icra yoluyla satın aldığı taşınmazın niteliğinde hataya düşülerek yanlış hesaplandığı ileri sürülen ve ihtirazi kayıtla ödenen vergilerin iadesi istemiyle dava açıldığını ancak vergi hatası kapsamında bir düzeltme ve şikâyet başvurusu bulunmadığını, davanın doğrudan İcra Müdürlüğü tarafından yapılan satış işlemine ilişkin olduğunun anlaşıldığını belirtmiştir. Ayrıca Uyuşmazlık Mahkemesinin 27/1/2014 tarihli ve E.2014/47, K.2014/56 sayılı kararına (bkz. aşağıda § 25) atıf yaparak davada adli yargının -icra mahkemelerinin- görevli olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu, Trabzon Vergi Mahkemesinin 15/12/2014 tarihli görevsizlik kararı sonrası 28/1/2015 tarihinde Pazar İcra Hukuk Mahkemesine başvurmuştur. Pazar İcra Hukuk Mahkemesi 26/5/2015 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde; 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra İflas Kanunu'nun maddesine yer vererek davanın icra memurunun muamelesini şikâyet davası olup davanın Pazar Sulh Hukuk Mahkemesince verilen karar gereğince yapılan satış işleminden kaynaklandığını, dolayısıyla Pazar Sulh Hukuk Mahkemesinin görevli olduğunu belirtmiştir. Bunun üzerine başvurucunun davası Pazar Sulh Hukuk Mahkemesinin E.2015/574 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Pazar Sulh Hukuk Mahkemesi 14/2/2018 tarihli kararıyla şikâyeti reddetmiştir. Gerekçede, 2004 sayılı Kanun'un maddesine dikkat çekerek anılan maddeye göre şikâyetin yedi gün içinde yapılması gerektiğini, olayda ise şikâyete konu gayrimenkulleri içeren satış ilanının 4/8/2014 tarihinde yapıldığını ve ilanın başvurucuya 15/8/2014 tarihinde usulüne uygun olarak tebliğ edildiğini, şikâyetin ise Pazar İcra Hukuk Mahkemesine 28/1/2015 tarihinde yapıldığını, dolayısıyla şikâyette süre aşımı bulunduğunu ifade etmiştir. Başvurucu, istinaf başvurusunda bulunmuştur. Dilekçesinde diğer iddialarının yanı sıra 2004 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasındaki “Bir hakkın yerine getirilmemesinden veya sebepsiz sürüncemede bırakılmasından dolayı her zaman şikâyet olunabilir." kuralına ve Yargıtay Hukuk Dairesinin benzer bir uyuşmazlıkta verdiği 17/12/2015 tarihli ve E.2015/17111, K.2015/32048 sayılı kararına (bkz. § 23) dikkat çekerek başvurusunun süresinde olduğunu ileri sürmüştür. İstinaf talebini inceleyen Samsun Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 19/12/2018 tarihli ve E.2018/2401, K.2018/3116 sayılı kararıyla istinaf isteminin esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Gerekçede, ihale ilanının 15/8/2014 tarihinde usulüne uygun tebliğ edildiğini, satış ilanının usulsüz tebliğ edildiğine yönelik itirazı olmayan davacının bu tarih itibarıyla satılması düşünülen taşınmazlar için KDV oranının %18 olarak belirlendiğini öğrendiğini ancak eldeki davayı 2004 sayılı Kanun'un maddesinde yer alan yedi günlük şikâyet süresini geçirdikten sonra 28/1/2015 tarihinde Pazar İcra Hukuk Mahkemesinde açtığını, dolayısıyla şikâyetin süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığını belirtmiştir Karar 15/2/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 14/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Kanun Hükümleri 2004 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: "Kanunun hallini mahkemeye bıraktığı hususlar müstesna olmak üzere İcra ve İflas dairelerinin yaptığı muameleler hakkında kanuna muhalif olmasından veya hadiseye uygun bulunmamasından dolayı icra mahkemesine şikayet olunabilir. Şikayet bu muamelelerin öğrenildiği tarihten yedi gün içinde yapılır.Bir hakkın yerine getirilmemesinden veya sebepsiz sürüncemede bırakılmasından dolayı her zaman şikayet olunabilir." 6/1/1982 tarihli ve 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun 'un "Vergi Mahkemelerinin görevleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Vergi mahkemeleri:a) Genel bütçeye, il özel idareleri, belediye ve köylere ait vergi, resim ve harçlar ilebenzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları ile tarifelere ilişkin davaları,b) (a) bendindeki konularda 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü HakkındaKanunun uygulanmasına ilişkin davaları,c) Diğer kanunlarla verilen işleri,Çözümler. "B. İçtihat Başvurucunun istinaf aşamasında dayandığı Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/12/2015 tarihli ve E.2015/17111, K.2015/32048 sayılı kararı şöyledir:"İhale alıcısı olan şikayetçi vekili icra mahkemesine başvurusunda, satışı yapılan gemi için hesap edilen %18 KDV'yi (400,00TL) ödediklerini, geminin satın aldığı tarihte hurda vasfında olduğunu, müvekkilinin söküm işlemlerini tamamlayarak hurdaya ayırmış olduğu bu geminin 3065 sayılı Kanun'un 17/4-g maddesi kapsamında katma değer vergisi istisnasına tabi olduğunu ileri sürerek bu yöndeki taleplerinin icra müdürlüğünce reddedildiğini beyanla sözkonusu ret kararının iptalini talep ettiği, mahkemece yasal 7 günlük sürede yapılmadığı gerekçesiyle şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.İcra memurunun işleminin yasaya veya olaya uygun bulunmaması nedeniyle icra mahkemesine başvurularak şikayet yolu ile kaldırılmasının istenmesi, İİK'nun 16/ maddesi gereğince şikayete konu işlemin öğrenildiği günden itibaren kural olarak 7 günlük süreye tâbidir. Bu kuralın iki önemli istisnası vardır:1-İİK'nun 16/ maddesi gereğince bir hakkın yerine getirilmemesinden veya sebepsiz sürüncemede bırakılmasından dolayı her zaman şikayet yoluna başvurulabilir. Bu hükmün amacı, ilgilileri icra memurunun bir hakkı yerine getirmekten kaçınmasına karşı korumaktır.2-Kamu düzenine aykırı olan işlemlere karşı da süresiz şikayet yoluna gidilebilir. Anılan ilke doktrinde benimsenmiş ve Yargıtay uygulamalarında da kabul edilmiştir.Somut olayda, şikayet konusu uyuşmazlık, icraen ihalesi yapılan geminin satışının KDV'den istisna olup olmadığı ve bu satış nedeni ile icra dairesince alıcıdan KDV alınmasının yasaya uygun olup olmadığı ile ilgili olup bir hakkın yerine getirilmemesine ilişkin olduğundan İİK'nun 16/ maddesi uyarınca şikayet süreye tâbi değildir.O halde mahkemece, gerektiğinde bilirkişi incelemesi de yaptırılmak suretiyle şikayetin esasının incelenerek, oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, istemin süre aşımı nedeniyle reddi isabetsizdir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/5/2016 tarihli ve E.2016/6731, K.2016/14916 sayılı kararı şöyledir:"Taşınırı ihalede satın alan üçüncü kişi ihale alıcısının icra mahkemesine başvurusunda, KDV'nin %1 oranında tahakkuk ettirilmesi gerekirken %18 olarak uygulanmasının doğru olmadığını ileri sürerek icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece istemin süre aşımından reddine karar verildiği anlaşılmıştır. İcra memurunun işleminin yasaya veya olaya uygun bulunmaması nedeniyle icra mahkemesine başvurularak şikayet yolu ile kaldırılmasının istenmesi, kural olarak (7) günlük süreye tabidir. Şikayet süresi, şikayet konusu işlemin öğrenildiği günden başlar (İİK.nun 16/1). Bu kuralın iki önemli istisnası vardır: 1-Bir hakkın yerine getirilmemesinden veya sebepsiz sürüncemede bırakılmasından dolayı her zaman şikayet olunabilir (m.16/2). Bu hükmün amacı, ilgilileri icra memurunun bir hakkı yerine getirmekten kaçınmasına karşı korumaktır. 2-Kamu düzenine aykırı olan işlemlere karşı da süresiz şikayet yoluna gidilebilir. Anılan ilke doktrinde benimsenmiş ve Yargıtay uygulamalarında da kabul edilmiştir. Somut olayda olduğu gibi yasanın emredici kuralından kaynaklanan vergi, resim, harç ile ilgili uygulamalar bir hakkın yerine getirilmemesi ile ilgili bulunduğundan, bu husus hakkında İİK'nun 16/ maddesi gereğince süresiz şikayet hakkı vardır. Şikayetçinin yukarıda açıklanan başvurusu bir hakkın yerine getirilmemesine ilişkin olup İİK'nun 16/ maddesi gereğince süresizdir. O halde, mahkemece şikayetin esasının incelenerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken istemin süre aşımı nedeni ile reddi isabetsizdir." Vergi Mahkemesinin gerekçesinde dayandığı Uyuşmazlık Mahkemesinin 27/1/2014 tarihli ve E.2014/47, K.2014/56 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Dava, Sakarya İli, Serdivan İlçesi ... parselde kayıtlı ... taşınmazda 500/1455 arsa paylı, zemin + 1 Kat ve Çatı Katı 1 bağımsız bölüm numaralı tripleks dükkan vasıflı taşınmazın, Sakarya İcra Müdürlüğü’nün 2010/1068 talimat sayılı dosyasında yapılan 2012 tarihli ihalesi neticesinde davacıya satışı sonrasında, taşınmazın satış bedeli üzerinden KDV ve Damga Vergisi alınmamasına yönelik başvurusunun reddine dair Sakarya İcra Müdürlüğü’nün işleminin iptali ile ödenen vergilerin iadesi istemiyle açılmıştır.Dosya kapsamında yapılan incelemede; Sakarya İcra Müdürlüğü’nün 2010/1068 talimat sayılı dosyasında, ihale alıcısı Yapı ve Kredi Bankası AŞ vekilinin 2012 tarihinde 000,00 TL bedelle ihaleden almış oldukları taşınmazın KDV ve İhale Damgadan istisna olduğundan bahisle İhale Damga ve KDV alınmamasını talep ettiği, icra müdürlüğünün ise, talebin reddi ile davacı vekiline KDV, İhale Damga ve Tellaliye harcını yatırmak üzere ihalenin kesinleşmesinden itibaren 7 gün süre verilmesine karar verildiği anlaşılmıştır. ...Bu durumda; 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 'Kanunun Şümulü' başlıklı maddesinde, bu kanun hükümlerinin ikinci maddede yazılı olanlar dışında, genel bütçeye giren vergi, resim ve harçlar ile il özel idarelerine ve belediyelere ait vergi, resim ve harçlar hakkında uygulanacağı belirtilmiş, 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanunun 'Vergi Mahkemelerinin Görevleri' başlıklı maddesinde, Vergi Mahkemelerinin genel bütçeye, il özel idareleri, belediye ve köylere ait vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları ile tarifelere ilişkin davalarla, bu konularla ilgili olarak 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulanmasına ilişkin davaları ve diğer kanunlarla verilen işleri çözümleyeceği hükmüne yer verilmiş ise de; İcra Müdürlüğü tarafından yürütülen takip sonucu vergi alınması işleminin, kanuna aykırılığı iddiasının şikayet yolu ile İcra Mahkemesinde çözümleneceği; Mahkemenin incelemeyi, söz konusu icra dosyası üzerinden yaparak, anılan işlemin Kanuna uygun olup olmadığı hususunda karar vereceği kuşkusuzdur. Adli yargılamanın bir parçasını oluşturan bu uyuşmazlığın, İcra Müdürlüğünün tesis ettiği bir işlemden kaynaklandığı gözetildiğinde, bu işlemin yasaya uygun olup olmadığının adli yargı yerince çözümlenmesinin gerektiği sonucuna varılmıştır." Uyuşmazlık Mahkemesinin 24/2/2020 tarihli ve E.2020/46, K.2020/114 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Mevzuat hükümleri ile somut olay birlikte irdelendiğinde, İcra Müdürlüğü tarafından yürütülen takip kapsamında yapılan ihale sonucunda satılan taşınmaza ilişkin, icra müdürlüğünce hesaplanan % 18 oranında KDV ödenmesine dair kararın kanuna aykırılığı iddiasının şikayet yolu ile İcra Mahkemesinde çözümleneceği, mahkemenin incelemeyi, söz konusu icra dosyası üzerinde yaparak, anılan işlemin kanuna uygun olup olmadığı hususunda karar vereceği kuşkusuzdur. Adli yargılamanın bir parçasını oluşturan bu uyuşmazlığın, İcra Müdürlüğünün tesis ettiği bir işlemden kaynaklandığı gözetildiğinde, bu işlemin yasaya uygun olup olmadığının adli yargı yerince çözümlenmesinin gerektiği sonucuna varılmıştır." Uyuşmazlık Mahkemesinin 28/2/2022 tarihli ve E.2021/524, K.2022/120 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:" Dava, davacı tarafından Urla Sulh Hukuk Mahkemesi Satış Memurluğunun 2020/2 sayılı dosyasında yapılan açık artırma usulü ihale sonucu satılan taşınmaza ilişkin olarak %1 yerine %18 alındığı ileri sürülen KDV'nin fazlaya ilişkin kısmının iadesine karar verilmesi istemiyle tahsil işlemini gerçekleştiren vergi dairesine karşı açılmıştır. Somut olayda ihale yoluyla satışı yapılan taşınmaza ilişkin olarak tahakkuk ettirilen %18 oranlı KDV’nin vergi dairesince tahsil edildiği noktasında tartışma bulunmamaktadır. Bu durumda, satış memurluğunun vergi sorumlusu sıfatı sona ermiş, verginin iadesinin muhatabı vergi dairesi olmuştur. Bu kapsamda açılan davada da, 3065 sayılı Kanun hükümleri gereğince katma değer vergisine ilişkin uyuşmazlığın görüm ve çözümü görevi, 2576 sayılı Kanun uyarınca idari yargı içerisinde yer alan vergi mahkemelerine ait bulunmaktadır. Bununla birlikte, somut olayda da uygulanması mümkün görünen (§ 8-9), icra mahkemelerinin ‘istihkak davaları’ ile ‘ihalenin feshi davalarına’ ilişkin kararları dışındaki takip hukukuna ilişkin (memur işlemini şikayet, haciz, satış vb.) kararları maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmemektedir (§ 7). Dolayısıyla, somut olaydaki gibi KDV’nin tahsilini gerçekleştiren vergi idaresinin olası şikayet davasının tarafı olmaması ve mahkemece şikayet konusu hakkında verilecek kararın maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmemesi nedeniyle, KDV’nin oranı yönünden Sulh Hukuk Mahkemesince verilecek kararın icrailiği de tartışmalı hale geleceğinden ‘memur işlemini şikayet davası’ sürecinin uyuşmazlık konusu olaya uygulanması mümkün görünmemektedir. Bu durumda, söz konusu katma değer vergisinin %1 orandan fazlasının iadesi istemine ilişkin davada vergi mahkemesinin görevli olduğu anlaşılmıştır." Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/3/2023 tarihli ve E.2022/9025, K.2023/1747 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Uyuşmazlık, kesinleşen ihalede fazla ödendiği ileri sürülen KDV'nin iadesi istemine ilişkindir. ...Somut olayda; Katma Değer Vergisi’nin tahsil edildiği noktasında tartışma bulunmamaktadır. Bu bağlamda verginin iadesinin muhatabı vergi dairesi olmuştur. Bu kapsamda açılan davada da; 3065 sayılı Kanun hükümleri gereğince katma değer vergisine ilişkin uyuşmazlığın görüm ve çözümü görevi, idari yargı içerisinde yer alan Vergi Mahkemelerine ait bulunmaktadır. Nitekim Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 2021/524 Esas, 2022/120 Karar no ve 2022 tarihli kararı da aynı doğrultudadır.O halde mahkemece yargı yolunun caiz olmaması nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken işin esasının incelenerek yazılı şekilde hüküm kurulması, istinaf başvurusu üzerine de Bölge Adliye Mahkemesince, başvurunun esastan reddine karar verilmesi isabetsiz olup İlk Derece Mahkemesi kararının bozulması gerekmiştir." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21/1/2020 tarihli ve 2019/12-518, 2020/37 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:" Şikâyet İİK'nın 16, 17 ve maddelerinde düzenlenmiştir. Şikâyet icra ve iflas dairelerinin, kanuna aykırı olan veya hadiseye uygun bulunmayan işlemlerinin iptali veya düzeltilmesi veya yerine getirilmeyen veya sebepsiz sürüncemede bırakılan bir hakkın yerine getirilmesi için icra takibinin taraflarına veya hukuki yararı bulunan diğer kişilere tanınmış kendine özgü bir kanun yoludur (Kuru, B.: İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, Ankara 2013, s. 103). Şikâyeti medeni usul hukukunda yer alan hiçbir dava çeşidi içine sokmak mümkün değildir (Pekcanıtez, H./ Simil, : İcra ve İflas Hukukunda Şikâyet B., İstanbul 2017, s. 49). Şikâyet konusunu idari işlemler oluşturduğundan, şikâyet medeni usul hukuku anlamında bir dava değildir. Şikâyette kişiler arasında uyuşmazlık yoktur. Şikâyet ile icra ve iflas memurlarının işlemlerinin kanuna veya olaya aykırılığı ileri sürülür. Takibin esasını oluşturan uyuşmazlığın maddi hukuk açısından incelenmesi ve bunun hakkında karar verilmesi şikâyette mümkün değildir. Şikâyete konu işlemin iptalini talep eden kişinin takibin diğer taraflarına karşı ileri sürebileceği bir sübjektif hakkı yoktur. Medeni usul hukukundaki davada davacı ve davalı olmak üzere iki taraf yer alır. Davanın konusunu tarafların sübjektif hakları oluşturur. Örneğin eda davası söz konusu ise dava kabul edildiğinde davalı bir şeye mahkûm edilir. Şikâyet hakkında verilen kararlar maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmez. Dava sonunda verilen kararlar ise kesin hüküm teşkil eder ve aynı konuda ve aynı taraflar arasında yeniden dava açılamaz. İİK'nın maddesine göre icra ve iflas dairesi işlemlerine karşı şikâyet yoluna ancak kanunun çözümünü mahkemeye bırakmadığı konularda (örneğin İİK'nın maddesi uyarınca sıra cetveline itiraz davası) gidilebilir. Kanun koyucunun bazı hâllerde şikâyet yolunu kapalı tutmasının nedeni, takibe bağlı maddi hukuka ilişkin sorunların mahkemelere bırakılması düşüncesidir (Pekcanıtez, s. 31)." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/7966 | Başvuru, ortaklığın satış yoluyla giderilmesi sırasında satıştan fazla katma değer vergisi tahsil edildiği iddiasıyla yapılan şikâyetin süre aşımı gerekçesiyle reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkindir. Başvuru 1/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Komisyonca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 3/8/2018 tarihinde başvurucunun ülkesine sınır dışı edilmesine dair işlemin durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Afganistan İslam Cumhuriyeti vatandaşıdır. Nevşehir Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğü tarafından başvurucunun sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, idare mahkemesinde sınır dışı kararının iptali için açılan davanın sınır dışı etme kararının uygulanmasını kendiliğinden durdurmadığını belirterek bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 4/1/2019 tarihli dilekçesiyle bireysel başvurusundan feragat ettiğini belirtmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/22937 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, avlanması yasak av hayvanlarına ilişkin unsurları bulundurduğu gerekçesiyle aleyhine açılan tazminat davasının kabulüne karar verildiğini ve hukuka aykırı delillerin hükme esas alındığını belirterek, adil yargılanma ve özel yaşama saygı hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve yeniden yargılanma talep etmiştir. Başvuru, 5/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 22/5/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 19/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 22/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında, koruma altında bulunan hayvan ve tahnit (boynuz, deri vb.) bulundurduğu iddiası üzerine evleri, müştemilatları ve arazilerinde arama yapılabilmesi amacıyla Tuzla Sulh Ceza Mahkemesince 22/1/2003 tarihinde arama kararı verilmiştir. Başvurucuya ait olduğu iddia edilen taşınmazda yapılan aramada, bir kısmı Türkiye'de yaşamayan yaban hayvanlarına ait post vd. unsurlar bulunmuş, bu durumu tespit etmek üzere tutanak düzenlenmiş ve bu tutanak sadece jandarma görevlileri ve Milli Parklar orman mühendisince imzalanmıştır. Arama esnasında mahal ihtiyar heyetinden veya komşulardan kimse bulunmamıştır. Söz konusu tutanağa dayanılarak Çevre ve Orman Bakanlığınca kesilen idari para cezalarına karşı açılan davalar, İstanbul İdare Mahkemesinin 13/9/2004 tarihli kararlarında, suç tarihinden sonra çıkarılan kanuna göre ceza kesildiği gerekçesiyle cezalar iptal edilmiştir. Başvurucunun mera vasfındaki araziyi tel çitlerle çevirerek işgal ettiği iddiasıyla Tuzla Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturmada ise 14/3/2003 tarihinde, söz konusu yerin belediye sınırları içinde olduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucu aleyhine Orman Bakanlığı Marmara Bölge Müdürlüğü Av - Yaban Hayatı Başmüdürlüğü adına İstanbul Muhakemat Müdürlüğünce, 1/3/2004 tarihinde, 23/1/2003 tarihli tutanaktaki tespitler dolayısıyla 5/5/1937 tarih ve 3167 sayılı mülga Kara Avcılığı Kanunu'na uymayarak verdiği zarar nedeniyle tazminat davası açılmıştır. Davaya bakan Tuzla Asliye Hukuk Mahkemesinin, 21/9/2004 tarihli kararıyla, davaya konu tazminat alacağının idari yargının görev alanında olduğu gerekçesiyle dilekçenin görev yönünden reddine karar verilmiş, bu karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin, 14/4/2005 tarih ve E.2005/3851, K.2005/3979 sayılı ilamıyla bozulmuş, bozmaya uyarak davayı inceleyen Mahkemenin, 26/9/2007 tarih ve E.2005/603, K.2007/811 sayılı kararıyla, "21/3/2003 tarihinde tutulan tutanaktaki çeşitli cins ve adetteki post, trofe, boynuzların davalıya ait olduğu ve davalı tarafından işlem yapıldığına dair dosyaya herhangi bir belge ve delil konulamadığı gibi davalının olayda davalı sıfatının olmadığı " gerekçe gösterilerek dava husumet nedeniyle reddedilmiştir. Davacı idare tarafından temyiz edilen bu karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/3/2008 tarih ve E.2008/161, K.2008/2932 sayılı ilamıyla, "Dosyadaki belgelerden 23/1/2003 tarihinde jandarmaca tutulan tutanakta dava konusu post, trofe ve boynuzların davalı Yaşar Yılmaz'a ait köy merası üzerindeki evlerde bulunduğu belirtilmiştir. Anılan belge resmi evrak niteliğinde olup aksi geçerli delillerle kanıtlanmış bulunmamaktadır. Şu durumda davanın husumetten reddi doğru değildir. Mahkemece işin esasına girilmek ve yapılacak incelemeye göre karar verilmek üzere usul ve yasaya aykırı kararın bozulması gerekmiştir" denilmek suretiyle bozulmuştur. Bozmaya uyan Mahkemenin, 24/5/2011 tarih ve E.2009/137, K.2011/341 sayılı kararıyla, "toplanan delillere, bilirkişi raporları ile tüm dosya kapsamına göre 23/1/2003 tarihinde jandarma tarafından tutulan tutanakta post, trofe ve boynuzların davalıya ait köy merası üzerindeki evlerde bulunduğunun tespit edildiği, buna göre tutanak tutulduğu, bu belgenin resmi evrak niteliğinde olduğu, aksinin geçerli delillerle kanıtlanamadığı, hazine tarafından talep edilen tazminatın merkez av komisyonu kararlarına uygun olduğu" gerekçesiyle dava kabul edilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen bu karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/2/2012 tarih ve E.2012/93, K.2012/3040 sayılı ilamıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin, 16/4/2013 tarih ve E.2012/10148, K.2013/7103 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Bu karar, 5/7/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4/4/1929 tarih ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Bir suç işlemek veya buna iştirak veyahut yataklık etmek şüphesi altında bulunan kimsenin evi ile ona ait sair mahallerde aranma yapılabileceği gibi gerek üzeri ve gerek eşyası dahi aranabilir. Bu arama şüphe altında bulunan kimsenin yakalanması maksadiyle yapılabileceği gibi sübut delillerinin meydana çıkarılması umulan hallerde dahi yapılabilir.” Aynı Kanun’un maddesinin ikinci fıkrası şöyledir: “Hakim veya Cumhuriyet Müddeiumumisi hazır olmaksızın süknada veya iş görmeğe mahsus mahaller ile kapalı yerlerde aramada bulunabilmek için o mahal ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulur.” Aynı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Arama muamelesine tabi yerlerin sahibi veya eşyanın zilyedi aramada hazır bulunabilir. Kendisi bulunmazsa mümessili veya mümeyyiz hısımlarından biri yahut kendisiyle birlikte sakin olan bir kimse veya komşusu bulundurulur.” 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “İspat hakkı” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan deliller, mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamaz.” 6100 sayılı Kanun’un geçici maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete'de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.” 18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihaî kararlar ile hakem kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde temyiz yoluna başvurulabilir; bu süre, 1943 tarihli ve 4353 sayılı Kanuna tâbi kamu kurumları hakkında otuz gündür.” Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 15/2/2012 tarih ve E.2011/2-703, K.2012/70 sayılı kararı şöyledir: “…Bir delilin mahkemece kabul edilebilmesi için, gerek öğretide yer alan ağırlıklı görüş, gerekse de Hukuk Genel Kurulu Kararlarında ortaya konulan ölçüt; o delilin usulsüz olarak yaratılmamış olması ve hukuka aykırı biçimde elde edilmemesidir. Vurgulanmalıdır ki, bir delilin usulsüz olarak elde edilmesi ayrı, usulsüz olarak yaratılması ayrı bir olaydır. Usulsüz olarak elde edilen bir delil somut olayın özelliğine göre değerlendirilebilirse de; usulsüz olarak yaratılan bir delilin hiçbir şekilde delil olarak kabulü olanaklı değildir. Somut olaya gelince; Mahkemece, hükme esas alınan CD, davalı kadının rızası dışında kaydedildiği gibi sırf boşanma davasında delil olarak kullanılmak amacıyla bir kurgu sonucu oluşturulmuştur. O halde bu şekilde oluşturulmakla usulsüz olarak yaratılmış bu delilin hükme esas alınması mümkün değildir. Kaldı ki, bir an için delil olarak kabul edilse dahi ne CD içeriği, ne savcılık evrakı ve icra dosyaları ne de tanık beyanları davalının kusurlu olduğunu ispata yeterli bulunmamıştır. O halde, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır…” Yüce Divan’ın 2012 tarih ve E.2011/1, K.2012/1 sayılı kararında konuya ilişkin şu ifadelere yer verilmiştir: “…Çağdaş hukuk sistemlerinde, hukuka aykırı delillerin ceza yargılamasında hükme esas alınıp alınamayacağı hususunda iki ayrı görüş bulunmaktadır. Bunlardan birincisine göre, maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasındaki kamu yararı ile kişinin hukuka aykırı olarak delil toplanması sırasında ihlal edilen hakkının dengelenmesi, kamu yararının ağır basması hâlinde hukuka aykırı olarak toplanmış olan delillerin hükme esas alınması, aksi hâlde bunların hükme esas alınmaması gerekir. İkinci görüşe göre ise delillerin hukuka aykırı olarak toplanması sırasında kişilerin temel hak ve hürriyetlerinin ihlal edilip edilmediği, maddi gerçeğin araştırılmasındaki kamu yararının ağırlığı dikkate alınmaksızın elde edilen hukuka aykırı deliller hükme esas alınmamalıdır. Anayasa’nın maddesinin altıncı fıkrasında, “Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular delil olarak değerlendirilemez.”; 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrasında, “Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir” denilmiştir. Aynı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ortaya konulması istenilen bir delilin kanuna aykırı olarak elde edilmiş olması hâlinde reddolunacağı; maddesinde (1) numaralı fıkrasında ise mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtileceği, bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterileceği kurala bağlanmıştır. Söz konusu kurallar dikkate alındığında, hukukumuzda toplanmaları sırasında kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edilip edilmediğine bakılmaksızın hukuka aykırı delillerin ceza yargılamasında kullanılması yasaklanarak ikinci görüşün benimsendiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte doktrinde ve kimi Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında belirtildiği üzere, delillerin toplanması için yapılan işlemlerin geçerliliğini etkilemeyen şekle ilişkin basit usul hatalarının bu kapsamda değerlendirilmemesi gerekir…” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6183 | Başvurucu, avlanması yasak av hayvanlarına ilişkin unsurları bulundurduğu gerekçesiyle aleyhine açılan tazminat davasının kabulüne karar verildiğini ve hukuka aykırı delillerin hükme esas alındığını belirterek, adil yargılanma ve özel yaşama saygı hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve yeniden yargılanma talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannameleri üzerinden tarh edilen vergi ve cezalara karşı açılan davanın esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1990 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir. Başvurucu gerçek usulde katma değer vergisi mükellefidir. Beyoğlu Vergi Dairesi Müdürlüğünün 19/10/2017 tarihli yazısıyla, hakkında olumsuz tespitler bulunan R. Limited Şirketinden 2017 yılında yapılan alışların yansıtıldığı beyannamelerin on beş gün içinde düzeltilmesi hâlinde kendisiyle ilgili olarak özel esasların uygulanmayacağı başvurucuya ihtar edilmiştir. Bunun üzerine başvurucu 2017/Nisan, Mayıs, Haziran, Temmuz ve Ağustos dönemlerine ait katma değer vergisine ilişkin olarak 7/11/2017 tarihinde ihtirazi kayıtla düzeltme beyannameleri vermiştir. Düzeltme beyannamelerine dayanılmak suretiyle anılan dönemlere ilişkin olarak başvurucu adına katma değer vergisi tarh edilmiş ve kayba uğratılan verginin yarısı oranında vergi ziyaı cezası uygulanmıştır. Başvurucu 24/11/2017 tarihinde söz konusu tahakkuk işlemlerine karşı İstanbul Vergi Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, vergi idaresinin hiçbir inceleme yapmadan tehditle düzeltme beyannamesi verdirmesinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Mahkeme 30/4/2018 tarihli kararıyla davayı kabul etmiş ve tarhiyatı iptal etmiştir. Kararın gerekçesinde özetle şunlar ifade edilmiştir:i. Mükellefiyet kaydı bulunan bir tacirin düzenlediği faturaların gerçeği yansıtmadığı, dolayısıyla söz konusu faturalarda yer alan katma değer vergisinin indirim konusu yapılamayacağı sonucuna ulaşılabilmesi için fatura muhteviyatı teslimin veya hizmetin gerçekte yerine getirilmediğinin somut olarak saptanması gerekir. Bu saptamanın ise vergi incelemesi marifetiyle her türlü araştırma ve inceleme yapılıp somut verilere dayalı olarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir. ii. Mükellefin idarenin yazısıyla müeyyide uygulanma baskısı altında düzeltme beyannamesi verme mecburiyetinde bırakılması vergi idaresinin vergilerin doğruluğunu araştırma görev ve yetkisini kullanmak yerine bunu idari işlemlerin hukuka uygunluğunu denetlemekle görevli Mahkemelere bırakma eğilimini ortaya çıkarmaktadır. Oysa Mahkemelerin yetkisi, kanunların idareye bıraktığı yetkilerin kullanılması değil bu yetkilerin kullanılması suretiyle tesis edilen işlemin hukuka uygun olup olmadığının denetiminden ibarettir. iii. Diğer taraftan düzeltme beyannamesi vermeye zorlanan yükümlülerin vergi incelemesi dışında bırakılması ve vergi idaresince yapılması gereken incelemenin vergi mahkemelerince yapılması Anayasa'ya ve kanunlara aykırıdır. iv. Kayıtlarına sahte belge intikal ettirdiklerine yönelik olarak yükümlüler hakkında şüphe veya bilginin bulunması durumunda vergi idaresine düşen görev, bu durumun tüm yönleriyle incelenmesi ve gerektiğinde cezalı tarhiyat yapılmasıdır. Dava konusu olayda olduğu gibi mükellefleri birtakım müeyyidelerden bahsederek (inceleme yapma, ceza kesme, kod listesine alma vb.) beyanname vermeye zorlama ise hukuk devleti ilkesi çerçevesinde kabul edilebilecek bir durum değildir.v. İdarenin düzeltme beyannamesi verilmesini istediği tarih itibarıyla aksi yönde bir tespit yapılmayan başvurucuya, hakkında olumsuz tespitler bulunan mükelleften yaptığı alışlara ait katma değer vergisini indirim konusu yapma imkânı tanınmaması, kanunla tanınan indirim hakkının idari baskı ve yaptırımlarla sınırlandırılması sonucunu doğurmaktadır. Hukuken geçerli, somut tespitler yapılmadan ve kanuni koşullar oluşmadan vergi incelemesinden varılmak istenen maksat gözardı edilmek suretiyle başvurucu adına tahakkuk yapılması ve vergi ziyaı cezası kesilmesi açıkça hukuka aykırıdır. Davalı idare bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Vergi Dava Dairesi 29/11/2018 tarihli kararıyla mahkeme kararını kaldırmış ve davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde;i. 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrasında konusunu tarh edilen vergilerin oluşturduğu vergi davalarının esasının incelenmesine mükelleflerin kendi beyan ettikleri matrahtan kaynaklanan kısım yönünden sınırlama getirildiği belirtilmiştir. Beyan üzerinden alınan vergilerde beyannamenin kabulü üzerine derhâl tahakkuk fişi düzenlenerek verginin aynı tarihte tahakkuk ettirildiği ifade edilmiş ve bu şekilde tarh edilen ve tahakkuk ettirilen vergiye karşı dava açılamayacağı vurgulanmıştır. Mükelleflerin düzenleyerek imzalarıyla onayladıkları beyannameler üzerinden tarh edilen vergilere karşı vergi davası açılmasına hukuken olanak bulunmadığı açıklanmıştır. Bunun tek istisnasının vergi hatalarına ilişkin düzenlemeler olduğu değerlendirilmiştir. ii. Mükelleflerin beyannamelerinde bildirdikleri matrahlara veya bildirilen matrahlar üzerinden tarh ve tahakkuk ettirilen vergilerin ihtirazi kayıt konulan kısmına karşı vergi davası açabilmelerinin ancak yasal süresi içinde verilen beyannameler üzerine tahakkuk ettirilen vergiler için geçerli olduğu belirtilmiştir. iii. Başvurucu tarafından beyanname verme süresi geçirildikten sonra ilgili dönemlere ait katma değer vergisi düzeltme beyannamelerine konulan ihtirazi kaydın, süresinden sonra verilen beyanname üzerine tahakkuk ettirilen vergiye dava açılmasına olanak sağlayan bir çekince olarak kabulüne olanak bulunmadığı ifade edilmiştir. Bu durumda süresi geçtikten sonra ihtirazi kayıtla düzeltme beyannamesi verilmesi üzerine tesis edilen ve incelenebilir nitelikte olmayan tarh işlemleri ile geç tahakkuk ettirilen vergiler nedeniyle gerçekleştirilen ceza kesme işlemlerine karşı açılan davanın kabulü yönündeki kararın kaldırılarak davanın reddine karar verilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Nihai karar 21/3/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi [GK], B. No: 2015/15100, 27/2/2019, §§ 19- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/9757 | Başvuru, ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannameleri üzerinden tarh edilen vergi ve cezalara karşı açılan davanın esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, uçak kazasında meydana gelen ölüm sonucu açılan maddi ve manevi tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Irak'a gitmek üzere Adana Şakirpaşa Havalimanı'ndan 9/1/2007 tarihinde kalkan ve başvurucunun kardeşi O.G.'nin de yolcuları arasında olduğu uçak, Irak sınırları içinde inişe geçtiği sırada düşmüştür. Başvurucunun kardeşi uçağın düşmesi sonucu vefat etmiştir. Uçağın, ilk kalkış ülkesinin Türkiye olmadığı ve Moldova'da kurulmuş olan bir şirkete ait olduğu görülmektedir. Murisin annesi, babası ve başvurucu; Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı ile Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü aleyhine 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi talebiyle Ankara İdare Mahkemesinde 17/12/2007 tarihinde tazminat davası açmıştır. Davacılar, sorumluluk sigortası yaptırılmadan ve bu husus denetlenmeden, güvenli uçuş izni verilmesi için tedbirlerin alındığına dair inceleme yapılmadan uçağa kalkış izni verilmesi nedeniyle ağır hizmet kusuru bulunduğunu iddia etmişlerdir. Ankara İdare Mahkemesi 31/12/2007 tarihinde yetkisizlik kararı ile dosyanın yetkili idare mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Adana İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) başlayan yargılamada 12/1/2012 tarihinde oyçokluğu ile davanın reddine karar verilmiştir. Gerekçede özetle uçağın düşmesine bağlı olarak meydana gelen ölüm olayına dayalı destekten yoksun kalma zararının söz konusu kamu hizmetinin doğrudan bir sonucu olmadığı, dolayısıyla idarenin gerek hizmet kusuru gerekse kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince tazminat ödemekle yükümlü tutulamayacağı belirtilmiştir. Gerekçede ayrıca uçağa kalkış izni verilmemesi hâlinde uçağın düşmeyeceği ve buna bağlı olarak ölüm olayının meydana gelmeyeceği biçiminde ortaya konulan eylem ve zarar ilişkisinin uygun bir illiyet bağını ifade etmediği, ayrıca mali mesuliyet sigortasını yaptırmakla yükümlü bulunan hava aracı işleteninin kalkış izni için ibraz ettiği mali sorumluluk sigortası poliçesi üzerindeki suç niteliğindeki davranışının tazmini talep edilen maddi zararla, sigorta poliçesi okunaklı olmadığı hâlde uçağın kalkışına izin verilmesi şeklinde gerçekleşen idarenin eylemi arasındaki neden-sonuç ilişkisini ortadan kaldırdığı ifade edilmiştir. Başvurucu tarafından bireysel başvuru dosyasına eklenmemekle birlikte İdare Mahkemesinin 11/9/2015 tarihli hükmünden, davanın reddine dair kararın Danıştay Onuncu Dairesinin 24/1/2013 tarihli ve E.2012/3109, K.2013/439 sayılı ilamı ile bozulduğu anlaşılmaktadır. Bozma kararı üzerine başlayan yargılama süreci sonucunda İdare Mahkemesi davacıların maddi tazminat istemlerinin kabulü ile 000 TL tazminatın davacılara ödenmesine, manevi tazminat taleplerinin ise reddine 11/9/2015 tarihinde karar vermiştir. Bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu sonucunda Danıştay Onuncu Dairesinin 11/4/2016 tarihli ilamı ile hükmün maddi tazminat yönünden bozulmasına, manevi tazminat yönünden ise onanmasına karar verilmiştir. Danıştay Onuncu Dairesinin ilamının ilgili kısmı şöyledir: ''Dava dosyasının incelenmesinden; 2007 tarihinde Adana Şakirpaşa Havaalanı'ndan kalkan ve Irak/Beled yakınlarında düşen ve tescil ülkesi Moldova olan uçakta bulunan davacılar yakınının hayatını kaybetmesinde, mali mesuliyet sigorta tutarının, ulusal ve uluslararası mevzuatta belirlenen bedelin çok altında olmasına rağmen uçuş izni veren idarelerin hizmet kusuru bulunduğu belirtilerek uğranıldığı ileri sürülen maddi ve manevi zararın yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle bakılan davanın açıldığı; davacılar yakınının Irak'ta faaliyet gösteren bir inşaat firmasında işçi olarak çalıştığı ve Adana'dan Irak'a uçmakta olan Moldova tescilli uçağın 2007 tarihinde düşmesi üzerine vefat ettiği, ancak uçağın usulüne uygun olarak düzenlenen mali mesuliyet sigortasının olmadığı halde Türk hava sahasını kullanmasına izin verilerek düşen uçak nedeniyle ölüme neden olunduğu belirtilerek sorumluluğu bulunanlar hakkında suç duyurusunda bulunulması üzerine yapılan ön inceleme sonucunda Ulaştırma Bakanının 2007 tarihli ve 06/664 sayılı kararıyla ölüm olayının meydana gelmesinde kusurlu bulunduğu ileri sürülen bazı kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesi üzerine bu karara itiraz edildiği, Danıştay Dairesinin2008 tarih ve E:2008/1069, K:2008/954 sayılı kararıyla, ilgililerce, okunması olanağı bulunmadığı halde gerçekliği teyit ettirilmeyen sahte sigorta poliçesine istinaden uçuş izni verildiği gerekçesiyle, itirazın kabulüyle yetkili merciin 2008 tarihli ve433 sayılı soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararının kaldırılmasına, dosyanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verildiği, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma sonucunda ölüm olayında kusurlu görülen kamu görevlileri hakkında Ankara Asliye Ceza Mahkemesinde ceza davası açıldığı, Ankara Asliye Ceza Mahkemesinde 'görevi kötüye kullanma' suçu nedeniyle yürütülen yargılamada, belge üzerinden yapılan bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen bilirkişi raporu hükme esas alınarak, Türk Sivil Havacılık birimlerine sunulan sigorta poliçesinin yanıltıcı niteliği bulunup bulunmadığı hususunun, Moldova Sivil Havacılık otoritesinde bulunan sigorta poliçelerinin asıllarının incelenmesiyle ortaya konulacağı, uçağın uçuşa elverişli sertifikasının Moldova Sivil Havacılık teşkilatınca düzenlendiği, Adana Şakirpaşa Havaalanında iniş-kalkışı sırasında Türk Sivil Havacılık birimlerine sigorta poliçesi sunulduğu anlaşıldığından delil yetersizliğinden sübut bulmayan suçtan dolayı sanıkların beraatine karar verildiği görülmektedir. Bu haliyle, sivil havacılık alanında özellikle güvenli uçuşların sağlanmasına yönelik gerekli tüm tedbirlerin alınması, bu hususlara ilişkin denetimlerin yapılması, taşıyıcıların sorumluluklarını yerine getirip getirmediğinin ulusal ve uluslararası mevzuatın öngördüğü çerçevede sigorta poliçelerinde uyulması gereken asgari teminat tutarlarına riayet edilip edilmediğinin kontrol edilmesi, bu yükümlülüklere aykırı davranılması hallerinde başta uçuş izni vermeme gibi bir takım yaptırımlar uygulanması davalı idarelerin sorumluluğunda olmakla birlikte, Türkiye'nin taraf olduğu Şikago Milletlerarası Sivil Havacılık Anlaşması gereğince akit devletlerden her birinin, akit devletler arasında hava nakil vasıtalarıyla yapılan seyrüseferleri kolaylaştırmak, yolcuların ve yükün lüzumsuz yere gecikmesine mani olmak amacıyla gereken tedbirleri almak ile yükümlü tutulduğu, kaza yapan uçağa Uluslararası Sivil Havacılık Teşkilatına (İCAD) üye olan Moldova Devleti tarafından uçuşa elverişli olduğuna ilişkin sertifika düzenlendiği, Adana Şakirpaşa Havalanında iniş-kalkışı sırasında Türk Sivil Havacılık birimlerine sigorta poliçesinin sunulduğu, Adana Şakirpaşa Havalimanının söz konusu uçağın ilk kalkış noktası olmadığı Moldova'dan aldığı yolcularla birlikte yolcu almak üzere Adana'ya uğradığı, dolayısıyla ilk kalkış noktasında gerekli kontrollerin yapılmış olması gerektiği de dikkate alındığında, yukarıda anılan Şikago Milletlerarası Sivil Havacılık Anlaşması uyarınca 'akit devletler arasında hava nakil vasıtalarıyla yapılan seyrüseferleri kolaylaştırmak, yolcuların ve yükün lüzumsuz yere gecikmesine engel olmak' yükümlülüğü altında bulunan davalı idare görevlilerinin uçuş izni vermek için sigorta poliçesinin varlığını tespit etmelerinin yeterli olduğu, ceza yargılamasında dahi ancak bilirkişi incelemesiyle yapılabilen sahtelik tespitinin uçağa kalkış izni veren kamu görevlilerince tespit edilmesinin beklenemeyeceğinin kabulü gerekmektedir.Buna göre kamu görevlilerinin ceza yargılamasında beraat ettikleri hususu da dikkate alındığında, olayda davalı idarelerin hizmet kusuru bulunmadığından, davanın reddine karar verilmesi gerekirken; 000,00 TL tutarındaki maddi zararın davalı idarelerce tazmini yolunda verilen temyize konu İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir." Bozma ilamı üzerine İdare Mahkemesi, ilama uyarak Danıştayın yukarıda (bkz. § 14) verilen tespitlerine yer verdikten sonra davanın reddine 16/1/2018 tarihinde karar vermiştir. Davanın reddine dair bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu sonucunda Danıştay Onuncu Dairesi 23/1/2019 tarihinde hükmün onanmasına karar vermiştir. Anılan karara yapılan karar düzeltme başvurusu da aynı Dairenin 27/6/2019 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Bu kararın başvurucuya 5/10/2019 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine başvurucu 4/11/2019 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır. Başvurucunun ve murisin babası ve annesi tarafından başvurucu ile aynı tarihte ve başvurucunun başvuru formuyla aynı içerikteki başvuru formlarıyla yapılan 2019/36473 ve 2019/37191 sayılı bireysel başvurular Komisyon tarafından iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle 19/12/2019 ve 23/12/2019 tarihlerinde kabul edilemez bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:" İdari dava türleri şunlardır: ...b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, ... " 14/10/1983 tarihli ve 2920 sayılı Türk Sivil Havacılık Kanunu'nun ''Denetleme'' kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Türk sivil hava araçları ile faaliyette bulunan tüm kamu kurum ve kuruluşları ve gerçek ve özel hukuk tüzelkişileri Sivil Havacılık Genel Müdürlüğünün hava seyrüsefer güvenliğini sağlamak amacıyla yapacağı veya yaptıracağı teknik denetime tabidirler.Yapılacak denetimin esasları, denetleme elemanlarının seçimi ile yetki ve sorumlulukları Sivil Havacılık Genel Müdürlüğünce hazırlanacak yönetmelikle belirlenir." 2920 sayılı Kanun'un ''Hava araçlarının muayene ve kontrolü'' kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Sivil hava araçları; Türk uçak siciline tescil edilmeden önce ve tescilden sonra da belirlenmiş bulunan hallerde, uçuşa elverişlilik yönünden muayene ve kontrol edilir. Bu husus Ulaştırma Bakanlığınca hazırlanacak yönetmelikle düzenlenir." 2920 sayılı Kanun'un ''Uçuşa elverişlilik belgesi'' kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Türk sivil hava araçlarına uçuşa elverişlilik belgesinin verilmesi, belgenin geri alınması veya iptaline ilişkin şartlar ile bu işlemlere ait yetki ve sorumluluklar Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası anlaşmaların hükümleri saklı kalmak şartı ile, Ulaştırma Bakanlığı tarafından hazırlanacak yönetmelikler ile belirlenir." 2920 sayılı Kanun'un ''Hava aracı belgeleri'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Türk hava sahasında uçuş yapacak bütün hava araçlarının, uçuş sırasında bağlı bulundukları devletin geçerli kuralları uyarınca: a) Bir merkezi sicile kayıtlı olmaları ve tescil belgesini taşımaları, b) Milliyet ve tescil işaretlerini taşımaları, c) Uçuşa elverişlilik belgesini taşımaları, d) Mürettebata ait belgeleri bulundurmaları, e) Telsiz tesisatı ruhsatnamesini taşımaları, f) Sigorta poliçesini bulundurmaları, g) Kanun ve tüzükler gereğince tayin olunan sair belgelerin bulundurulması, ve yetkili makamlar tarafından yapılacak kontrollerde gösterilmesi zorunludur. Türkiye'nin taraf olduğu anlaşmaların hükümleri saklıdır." 2920 sayılı Kanun'un ''Sigorta yükümlülüğü'' kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Yurt içi veya yurt dışı yolcu, yük ve posta taşımaları yapmaya yetkili kılınan taşıyıcılar, taşıma sözleşmelerinden doğabilecek zararlardan dolayı tazminat taleplerinin teminatı olmak üzere, asgari 124 üncü madde esaslarına göre saptanan sorumluluk sınırları içerisinde mali mesuliyet sigortaları yapmakla yükümlüdürler.Sigorta, taşıyıcının adamlarının bu Kanunda öngörülen sorumluluğunu da kapsar.Yurt içi veya yurt dışı taşıma yapan taşıyıcıların yaptıracakları sigorta ve teminat şartları; uluslararası standartları gözönünde bulundurularak ve Ulaştırma Bakanlığının görüşü de alınarak Ticaret Bakanlığınca onaylanır. Bu maddede belirtilen sigorta yükümlülüğü yerine getirilmeyen hava araçları Ulaştırma Bakanlığınca uçuştan men edilir. " 15/11/2006 tarihli ve 26347 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Türkiye Cumhuriyeti Sınırları İçinde İniş veya Kalkış Yapan Türk ve Yabancı Sivil Hava Araçları Malî Mesuliyet Sigortası Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) ''Sorumluluk'' kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1)Hava aracı işleteni, yolcunun ölümü veya herhangi bir bedensel zarara uğramasına neden olan ve hava aracında veya iniş veya biniş esnasında meydana gelen kaza ile bagaj, yük veya postanın taşıma esnasında, hava aracında, havaalanında veya havaalanı dışına inilmesi halinde, muhafaza ve nezareti altında bulunduğu süre içinde kaybı veya zarara uğramasından sorumludur. (2)Bir hava aracının havada veya yerde, hareket halinde veya hareketsiz olması farketmeksizin, bir uçuşun doğrudan amaçlarına yönelik olarak faaliyete geçirilmesi, hava aracının uçuşta olması şeklinde kabul edilir." Yönetmelik'in ''Sigorta yaptırma yükümlülüğü'' kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Hava aracı işletenleri; Kanunun 132 nci maddesi gereğince, hava aracında bulunduğu süre içinde veya iniş veya biniş esnasında meydana gelen bir kaza sonucunda yolcuya; hava aracında, havaalanında veya havaalanı dışına inilmesi halinde inilen yerde taşıyıcının muhafaza ve nezareti altında bulunduğu sırada bagaj, yük ve postaya gelebilecek zararlara karşı; savaş, terör, uçak kaçırma, sabotaj, kanun dışı müsadere ve halk hareketleri risklerini de teminat altına alacak şekilde malî mesuliyet sigortası yaptırmak zorundadır. Ancak, kâr kaybı, işgücü kaybı ve diğer dolaylı zararlar, bu sigortanın kapsamı dışındadır. (2) Hava aracı işletenleri, gerçekleştirdikleri her bir uçuşta sigortanın geçerliliğini sağlamakla yükümlüdür." Yönetmelik'in ''Sigortanın ispatı'' kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Hava aracı işletenleri, sigorta yükümlülüğüne uyulduğunu ispat etmek amacıyla sigorta poliçesinin bir örneğini ya da sigorta sözleşmesinin mevcudiyetini gösteren bir belgeyi Bakanlığa ibraz etmek zorundadır. (2) Bakanlık, gerekli gördüğü takdirde, hava aracı işleteni ya da ilgili sigorta şirketinden, sigorta poliçesinin geçerliliğine dair ilave belge isteyebilir. (3) Sigorta sektörünün teminat sağlayamadığı olağan dışı durumlarda, Bakanlık bu maddenin birinci fıkrasının uygulanmasına ilişkin tedbirleri, Müsteşarlığın uygun görüşünü alarak belirler."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesinin bir mahkeme önünde medeni hak ve yükümlülüğe ilişkin bir iddiada bulunma hakkını güvence altına aldığını, mahkemenin teşkilatının ve yargılamanın yürütülmesinin bu güvencenin kapsamında olduğunu (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36), davalarda adil yargılanma koşullarını yerine getirme yükümlülüğünün ulusal makamlara ait olduğunu ifade etmiştir (Dombo Beheer B./ Hollanda, B. No: 14448/88, 27/10/1993, § 33). AİHM; Sözleşme'nin maddesi adil yargılanma hakkını güvence altına alırken delillerin kabul edilme yöntemi konusunda herhangi bir kural koyma yetkisinin kendisinde olmadığını, ulusal kanunlar tarafından bu hususların belirleneceğini, Sözleşme'deki hak ve yükümlülükleri ihmal etmediği sürece mahkemeler tarafından yapılan hataların giderilmesi görevinin de kendisinde olmadığını belirtmiştir (Schenk/İsviçre [GK], B. No: 10862/84, 12/7/1988, §§ 45, 46). Bu açıdan AİHM yaklaşımına göre yargılama süreci bütün olarak ve bu süreçte delillerin nasıl sunulduğu da dâhil olmak üzere tüm deliller yönünden hakkaniyetsiz bir değerlendirme yapılıp yapılmadığı dikkate alınacaktır (Schuler-Zgraggen/İsviçre, B. No: 14518/89, 24/6/1993, § 66). Buna paralel olarak AİHM, Sözleşme’deki hakların etkili bir biçimde korunması için davaya bakan mahkemelerin Sözleşme’nin maddesine göre tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi olduğunu belirtmiştir (Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33; Kraska/İsveç, B. No: 13942/88, 19/4/1993, § 30). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/36326 | Başvuru, uçak kazasında meydana gelen ölüm sonucu açılan maddi ve manevi tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gazeteci olan başvurucunun bir internet haber sitesinde yayımlanan haberinde kullandığı ifadelerin hakaret kabul edilerek mahkûmiyetine hükmedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün, savunma hakkının kısıtlanması nedeniyle ise adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Yerel yayın yapan "Gerger Fırat" gazetesinin sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü olan başvurucu hakkında, dönemin Adıyaman valisinin şikâyeti üzerine 28/10/2013 tarihinde "www.gergerfirat.com" adlı internet haber sitesinde yayımlanan bir yazısında kullandığı ifadelerin kamu görevlisine görevi nedeniyle alenen hakaret suçunu oluşturduğu gerekçesiyle kamu davası açılmıştır. Söz konusu metin şu şekildedir: " KAYMAKAM NE ÇALDI? Bodin Okulu WC'siz Kaldı NERDE OLDU BU OLAY? Gerger'in Bodin Köyünde Olmaz böyle şey Koskoca WC'yi, koskoca kaymakam nasıl çalar. O zaman dinleyin Budinli Haso ile Aloyu Önce, ALO (A.B.) konuşuyor " Tarla çalışmasından sonra akşamüstü eve dönüyorduk. Okulun önünden geçerken koca bir çukura gözüm ilişti. Gittim ve yakından baktım. Okulun prefabrik iki gözlü WC kabini yerinden sökülüp çalınmış. Günlerce çevrede sorup soruşturduk. Bodin okuluna ait prefabrik WC'sinin Nıran köyündeki Kaymakam ilçe parkına kurduğunu gördük." dedi. Şimdi de dinleyinHaso (H.A.) "Köylü tarlada iken kaymakam Türk petrollerinin araçlarını Budin'e göndermiş. Kaşla göz arasında WC'yi söküp götürmüş. Nıran'daki parka kurmuş. Hemen kaymakama çıktım. 'Toplantıda' dediler. Merdivenin önünde bekledim. Kaymakam Ö.B. dışarı çıktığında 'okulumuzun WC'sini siz mi aldınız' dedim. Ö.B. Dedi ki; "Çok acele lazımdı gelip aldım" dedi. Ben de buna hakkınız var mı dedim. 'Ben kaymakamım, acele lazımdı aldım cevabını verip gitti' diyor. ***** İsterse adını çaldı ya da zorla aldı deyin. Ne ad koyarsanız koyun bir kaymakam köy okulundaki WC'yi söküp almaz. Hatta almaması gerekir. Gerger kaymakamı Bodin köy okulunun WC'sini alelacele niye almış? Nırandaki gezi parkının açılışına gelen Vali WC'yi görsün ihtiyacı halinde sıçsın diye mi? Valinin sıçması bu kadar önemli onu anladık. Peki Bodin köyü okulunun çocukları ya da öğretmeni nereye sıçacak? Kaymakam Ö.B. Valisinin sıçma ihtiyacını düşünerek köy okulunun prefabrik WC'sini söküp götürüyor. Ya Bodin okulunun öğrencilerini kim düşünecek? O miniklerin kakası, çişi geldiğinde nereye edecek? ... Valiye gerekli de Bodin öğrencilerinin kıçına WC gerekmez mi? Valinin kıçı sahipli de öğrenci kıçı sahipsiz mi? Kaymakamın Yaptığına hırsızlık mı diyelim Yoksa arsızlık mı? Veya Zorbalık mı? Ya Bu WC ayıbına ne diyelim? Bir kaymakam WC çalıyorsa, onu köyden söküp alıyorsa ve köy çocuklarını WC'siz bırakıyorsa O kaymakama ne demeli? Yuh be, Yazıklar olsun mu? Yoksa daha ağırını mı söyleyelim. Bunu okurlar takdir etsin. 2013 yılının sonunda Gerger ilçesinde halk kaymakamın WC hırsızlığını konuşuyor bu da insanı utandırıyor Bir ilçede Hak hukuk bir kaymakamın insafıysa O kaymakam İlçede hukuk benim kanun benim kral benim diyorsa O kaymakam WC'de çalar, fakirin hakkını da çalar... Karışmak kimin haddine Yeter ki valinin WC'si olsun Çocuklar kimin umrunda" Söz konusu yazıya karşı dönemin Adıyaman valisi tarafından 27/11/2013 tarihinde, anılan haberde kendisine yönelik küfür ve hakaret içeren ifadelerin yer aldığı, ayrıca kendisinin açılışına katıldığı parkta bulunan prefabrik tuvalet kabinlerinin köy okulundan sökülerek getirildiği konusunda bir bilgiye sahip olmadığı ve bu durumun kendisinin görev ve sorumluluk alanına da girmediği gerekçesiyle şikâyette bulunulmuştur. Başvurucu hakkında anılan şikâyet üzerine Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan 13/1/2014 tarihli iddianamenin ilgili bölümü şu şekildedir: "Yukarıda açık kimliği ve suçu belirtilen, şüpheli Haci Boğatekin, 2013 tarihinde http://gergerfirat.com adlı internet sitesinde yayınladığı "Kaymakam Ne Çaldı" başlıklı yazının bazı bölümlerinde "... Bodin Köy okulunun WC'sini alelacele niye almış? Nırandaki gezi parkının açılışına gelen Vali WC'yi görsün ihtiyacı halinde sıçsın diye mi?...Valinin sıçması bu kadar önemli onu anladık...Kaymakam Ö.B. Valinin sıçma ihtiyacını düşünerek köy okulunun prefabrik WC'sini söküp götürüyor....Valiye WC gerekli de Bodin öğrencilerinin kıçına WC gerekmez mi? Valinin kıçı sahipli de öğrencinin kıçı sahipsiz mi?..." şeklinde ifadeler kullandığı, Müşteki vekilinin olay nedeniyle şikayetçi olduğu, şüpheli ifadesinde suçlamayı kabul etmediği, ancak şüphelinin yayınladığı yazı içeriğindeki özellikle "kıç" ifadesi geçen kısımlar incelediğinde, müşteki hakkındaki ifadelerin küçük düşürücü ve aşağılayıcı nitelikte olduğu, şüphelinin Adıyaman Valisi olarak görev ifa etmekte olan müşteki 'ye alenen sövmek suretiyle müştekinin onur, şeref ve saygınlığına saldırdığı, böylelikle şüphelinin kamu görevlisine görevi nedeniyle alenen hakaret suçunu işlediği tüm dosya kapsamından anlaşıldığından, (...)" Başvurucu hakkında Adıyaman Asliye Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 18/9/2014 tarihli kararıyla hakaret suçundan 740 TL adli para cezasına hükmedilmiştir. Anılan kararda, daha önce hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildiği, ayrıca kişiliği, duruşmadaki tutum ve davranışları ile yeniden suç işlemeyeceği hususunda Mahkemece olumlu kanaate varılamadığından hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına, yine daha önce başka bir yargılama sonucu hakkında kovuşturmanın ertelenmesine karar verilen başvurucunun üç yıllık denetim süresi içerisinde yeni suç işlediği anlaşıldığından karar kesinleştiğinde Mahkemesine bildirilmesine de hükmedilmiştir. Söz konusu kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:"Sanığın 2013 tarihinde http://gergerfirat.com adlı internet sitesinde yayınladığı yazısında " Bodin Köy okulunun WC'sini alelacele niye almış? Nırandaki gezi parkının açılışına gelen Vali WC'yi görsün ihtiyacı halinde sıçsın diye mi?...Valinin sıçması bu kadar önemli onu anladık... Peki. Bodin Köyü okulunun çocukları yada öğretmeni nereye sıçacak ? Kaymakam Ö.B. Valinin sıçma ihtiyacını düşünerek köy okulunun prefabrik WC'sini söküp götürüyor....Valiye WC gerekli de Bodin öğrencilerinin kıçına WC gerekmez mi? Valinin kıçı sahipli de öğrencinin kıçı sahipsiz mi?..." şeklinde ifadeler kullandığı, söz konusu yazı bir bütün olarak değerlendirildiğinde ve okunduğunda Adıyaman Valisi olan katılanın onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte bulunduğu, bu cümleler vali değil her kim hakkında yazılsa onur ve saygınlığının zarar göreceği, zaten yazı bütünlüğünde katılanı küçük düşürücü ve eyleme değil şahsına yönelik saygınlığı zedeleyici mahiyette bulunduğu, bu eylemi aleni sayılan internet ortamında köşe yazısı formatında herkesin ulaşabileceği ve görebileceği bir şekilde alenen işlediği, işlediği fiili kamu görevlisine karşı ancak görevinden dolayı işlemediği, bu haliyle 5237 sayılı TCK 125/3a maddesinde belirtilen arttırım maddesinin uygulanmadığı, bu şekilde sanığın, alenen hakaret suçunu işlediği, sanık savunması, mezkur yazıya ilişkin internet çıktısı ve tüm dosya kapsamından anlaşıldığından; sanık Haci Boğatekin'in üzerine atılı katılana karşı hakaret suçu sabit görülerek eylemine uyan 5237 sayılı TCK'nun 125/ maddesi gereğince suçun işleniş biçimi, suçun işlendiği zaman ve yer ve fiilin diğer özellikleri dikkate alınarak takdiren ve tercihen TCK'nun 125/ maddesi uyarınca 3 ay karşılığı 90 tam gün adli para cezası ile cezalandırılmasına, sanığın üzerine atılı hakaret eylemini aleni sayılan internet ortamında işlemiş olması nedeniyle sanığın 5237 sayılı TCK'nun 125/ maddesi uyarınca 1/6 oranında arttırılarak 105 tam gün adli para cezası ile cezalandırılmasına, sanığın cezasının geleceği üzerindeki olası etkileri dikkate alınarak cezasının TCK'nun maddesi gereğince takdiren 1/6 oranında indirilerek 87 tamgün adli para cezası ile cezalandırılmasına, sanığa hükmolunan gün para cezasının TCK'nun 52/ maddesi gereğince sanığın ekonomik ve diğer şahsi halleri de göz önünde bulundurularak bir gün karşılığı TL'den hesap edilmek suretiyle NETİCETEN TL adli para cezası ile cezalandırılmasına,(...)" Anılan karar, hükmolunan sonuç adli para cezasının miktar itibarıyla kesin olması nedeniyle karar tarihinde kesinleşmiş ve başvurucuya 20/10/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 18/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Hakaret" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ... veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek işlenmesi gerekir. (2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur. (3) Hakaret suçunun; a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı, b) Dinî, siyasî, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı, c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle, İşlenmesi hâlinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz. (4) (Değişik fıkra: 29/06/2005-5377 S.K./mad) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır. (5) (Değişik fıkra: 29/06/2005-5377 S.K./mad) Kurul hâlinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi hâlinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. Ancak, bu durumda zincirleme suça ilişkin Madde hükümleri uygulanır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“ Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar... Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, (...) için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ifade özgürlüğü, demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardandır. AİHM ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında, ifade özgürlüğünün toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini teşkil ettiğini yinelemektedir. AİHM'e göre maddenin paragrafı saklı tutulmak üzere ifade özgürlüğü sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen "bilgi" ve "fikirler" için değil incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Bu, yokluğu hâlinde "demokratik bir toplum"dan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir. AİHM, maddede güvence altına alınan bu hakkın bazı istisnalara tabi olduğunu ancak bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici olması gerektiğini vurgulamıştır (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49; Von Hannover/Almanya (No. 2), B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 101). AİHM, demokratik bir toplumda basının oynadığı temel rolün altını birçok kez çizmiştir. AİHM'e göre -her ne kadar başkalarının şöhret ve haklarının korunmasıyla ilgili olarak bazı sınırları aşmaması gerekse de- basının görev ve sorumluluklarının bilincinde olarak kamu yararını ilgilendiren her konuyu iletme görevi vardır. AİHM, basının böyle konularda bilgi ve fikir yaymadan ibaret olan görevine kamunun bu fikir ve bilgileri alma hakkı eklendiğini hatırlatmıştır. AİHM’e göre bu görevi olmasa basın, vazgeçilmez kamusal “gözetleyici” (watchdog) rolünü oynayamaz (Bladet Tromsø ve Stensaas/Norveç [BD], B. No: 21980/93, 20/5/1999, §§ 59, 62;Pedersen ve Baadsgaard/Danimarka [BD], B. No: 49017/99, 17/12/2004, § 71; Von Hannover/Almanya (No. 2), § 102). AİHM, Radio France/Fransa (B. No: 53984/00, 30/3/2004, § 37) kararında basın özgürlüğünün kapsamının demokrasi ile yakın ilişkisinin doğal sonucu olarak bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini belirtmiştir:"Mahkeme "görev ve sorumluluklar"ın, ifade özgürlüğünün doğasından kaynaklandığını yineler. madde tarafından kamusal yararlara ilişkin meselelerin aktarılması için gazetecilere sağlanan güvencenin şartı, gazetecilik etiğine uygun olarakonların kesin ve güvenilir bilgi sağlamak konusunda iyi niyet sahibi olmalarıdır (örneğin bkz.Bladet Tromsø and Stensaas/Norveç, § 65;Colombani ve diğerleri/FransaB. No: 51279/99,25/06/2002, §65). Ne var ki basın özgürlüğü belli dereceye kadar abartmaya hatta kışkırtmaya (provocation) izin verir (bkz. özellikle, Bladet Tromsø and Stensaas/Norveç, § 59)..." AİHM, bir gazete makalesinde hakaret içerdiği iddia edilen beyanlara karşı bir kimsenin itibarının korunması hakkını özel yaşam kapsamında görmektedir (White/İsveç, B. No: 42435/02, 19/12/2006, §§ 19, 30). AİHM'e göre kamusal bir tartışma bağlamında ve yayımlanan yazılar nedeniyle eleştirilmiş olsa bile bir kişinin itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur (Pfeifer/Avusturya, B. No: 12556/03, 15/11/2007, § 35; Axel Springer AG/Almanya, B. No: 39954/08, 7/2/2012, § 83). | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18101 | Başvuru, gazeteci olan başvurucunun bir internet haber sitesinde yayımlanan haberinde kullandığı ifadelerin hakaret kabul edilerek mahkûmiyetine hükmedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün, savunma hakkının kısıtlanması nedeniyle ise adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna, esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 22/2/2008 tarihinde tutuklanmış, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK mülga madde ile görevli) 07/04/2008 tarihli iddianamesi ile silahlı terör örgütüne üye olma, örgütün ve örgüt amacının propagandasını yapma, patlayıcı madde bulundurma ve atma, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet ve kamu malına zarar verme suçlarını işlediği iddiasıyla hakkında kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 27/10/2010 tarihli kararıyla suç tarihinde başvurucunun on sekiz yaşından küçük olduğu ve yargılama aşamasında 27/7/2010 tarihli ve 6008 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği gerekçesiyle görevsizlik kararı verilerek dava dosyasının İstanbul Çocuk Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesinekarar verilmiştir. İstanbul Çocuk Ağır Ceza Mahkemesince 28/1/2011 tarihinde yetkisizlik kararı verilmiş; dava dosyası, Bakırköy Çocuk Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Mahkemece 6/5/2014 tarihinde görevsizlik kararı verilmiş, dava dosyası Bakırköy Nöbetçi Çocuk Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Yargılamahalen Bakırköy Çocuk Ağır Ceza mahkemesinde devam etmektedir. . | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/736 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kapatılmasına karar verilmeden önce vakıf üniversitesi aleyhine açılan işçilik alacaklarının tahsili istemli davanın dava şartı yokluğundan kesin olarak reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 15 Temmuz 2016 gecesi Türk Silahlı Kuvvetleri içinde örgütlenmiş bir grup tarafından darbe girişiminde bulunulmuştur. Devletin yetkili organları tarafından tehdit değerlendirmesi yapılarak başta Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) olmak üzere demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine, millî güvenliğe yönelik tehdit oluşturan tüm terör örgütlerine ve illegal yapılanmalara karşı tedbirler alınması kararlaştırılmıştır. Anılan tedbirler kapsamında olağanüstü hal ilan edilmiş ve birçok olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamesi (KHK) çıkarılmıştır. Bu kapsamda Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunca 22/7/2016 tarihinde kararlaştırılan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Anılan KHK ile millî güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen FETÖ/PDY aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen özel sağlık kurum ve kuruluşları ile vakıf yükseköğretim kurumları da kapatılmıştır. Başvurucunun çalışmış olduğu İzmir Şifa Üniversitesi Bornova Sağlık Uygulama Araştırma Merkezi ile bu merkezin bağlı olduğu Şifa Üniversitesi de 667 sayılı KHK ile kapatılmıştır. Başvurucu, 22/5/2006-5/1/2016 tarihleri arasında "Çocuk YB Ünitesi hemşiresi" olarak çalıştığını ancak zorlayıcı sebeplerin varlığı ileri sürülerek bir kısım alacakları ödenmeden iş akdine son verildiğini belirterek davalı Şifa Üniversitesi (işveren) aleyhine kapatılma tarihinden önce 19/7/2016 tarihinde İzmir İş Mahkemesinde (Mahkeme) işçilik alacakları istemiyle dava açmıştır. Dava tarihi sonrasında Cumhurbaşkanı'nın başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunca; 15/8/2016 tarihinde kararlaştırılan 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname 17/8/2016 tarihli ve 29804 sayılı Resmî Gazete'de, 3/10/2016 tarihinde kararlaştırılan 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname de 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Diğer yandan başvurucu 670 sayılı KHK'nın maddesi kapsamında İzmir Defterdarlık Olağanüstü Hal Bürosuna işçilik alacaklarının tahsili amacıyla daha önceden birbaşvuruda bulunmuşsa da tarafına herhangi bir ödemede bulunulmadığını iddia etmektedir. Anılan 675 sayılı KHK'nın maddesi kapsamında "...kapatılan kurum, kuruluş, ... ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce açılan davalar ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen davalarda mahkemelerce, 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı KHK'nın maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle ret kararı..." verileceği belirtilmiştir. Bu kararlarda davacının 670 sayılı KHK'da belirtilen usule uygun olarak ilgili idari makama tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde başvurabileceği, idari başvuru üzerine idari merci tarafından verilecek karar aleyhine idari yargıda dava açılabileceği, idari yargının verdiği kararın kesin olduğu ve uyuşmazlığın adli yargıda hiçbir şekilde dava konusu yapılamayacağı ifade edilmiştir. Mahkeme 1/11/2016 tarihli kararı ile söz konusu KHK'lar doğrultusunda Hazineye yönlendirilen davada dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu davanın dava şartı yokluğu nedeniyle kesin olmak üzere reddine karar vermiştir. Kararda 675 sayılı KHK'nın maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince davacının 670 sayılı KHK'nın maddesinde belirtilen usule uygun olarak idari makama tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içerisinde başvuruda bulunabileceği açıklanmıştır. Nihai karardan 28/11/2016 tarihinde haberdar olduğunu bildiren başvurucu, aynı tarihte süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucu kanunlaşan 667 sayılı KHK'nın "Kapatılan kurum ve kuruluşlara ilişkin tedbirler" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "(1) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen;a) Ekli (I) sayılı listede yer alan özel sağlık kurum ve kuruluşları,...ç) Ekli (IV) sayılı listede yer alan vakıf yükseköğretim kurumları,...kapatılmıştır." 8/2/2018 tarihli ve 7091 sayılı Kanun'un 8/3/2018 tarihli ve 30354 (Mükerrer) sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucu kanunlaşan 670 sayılı KHK'nın "Devir işlemlerine ilişkin tedbirler" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir: "(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan Kanun Hükmünde Kararnameler gereğince kapatılan ve Vakıflar Genel Müdürlüğüne veya Hazineye devredilen kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının her türlü taşınır, taşınmaz, malvarlığı, alacak ve hakları ile belge ve evraklarının (devralınan varlık);her türlü tespit işlemini yapmaya, kapsamını belirlemeye, idare etmeye, avans dahil her türlü alacak, senet, çek ve diğer kıymetli evraka ilişkin olarak dava ve icra takibi ile diğer her türlü işlemi yapmaya, devralınan varlıklarla ilgili olup kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle tevsik edilen borç ve yükümlülükleri tespite ve hiçbir şekilde devralınan varlıkların değerini geçmemesi, ek mali külfet getirmemesi, kefaletten doğmaması ve Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY)’ne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmayan kişilerle gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması şartıyla bu varlıkların değerlendirilmesi suretiyle bunları uygun bir takvim dahilinde ödemeye, kapatılan kurum ve kuruluşların taahhüt ve garanti ettiği ancak vermediği mal ve hizmet bedellerinin ödemesini durdurmaya veya ödemeye, tahsili mümkün olmadığı anlaşılan veya tahsilinde ve takibinde yarar bulunmayan hak ve alacaklar ile taahhüt ve garantilerin tahsilinden vazgeçmeye, her türlü sulh işlemini yapmaya, devralınan varlıklarla ilişkili kredi veya gerçek bir mal veya hizmet ilişkisine dayanan borçlar nedeniyle konulmuş ve daha önce kaldırılmış takyidatları kredinin veya borcun ödenebilmesini sağlamak amacıyla kaldırıldığı andaki koşullarla tekrar koydurmaya ve ihyaya, menkul rehinleri dikkate almaya, devralınan varlıklara konulan takyidatların sınırlarını belirlemeye ve kaldırmaya, finansal kiralama dahil sözleşmelerin feshine veya devamına karar vermeye, devralınan varlıkların idaresi, değerlendirilmesi, elden çıkarılması için gerekli her türlü tedbiri almaya,gerektiğinde devralınan varlıkların tasfiyesi veya satışı amacıyla uygun görülen kamu kurum ve kuruluşlarına devretmeye, devir kapsamında olmadığı belirlenen varlıkları iadeye, kapatılanların gerçek kişiye ait olması halinde devralınacak varlıkların kapsamını belirlemeye, tereddütleri gidermeye, uygulamaları yönlendirmeye, bütün bu işlemleri yapmak amacıyla usul ve esasları belirlemeye, vakıflar yönünden Vakıflar Genel Müdürlüğü, diğerleri yönünden Maliye Bakanlığı yetkilidir....(4) Birinci fıkra kapsamında tespite konu edilebilecek borç ve yükümlülüklere ilişkin olarak hak iddiasında bulunanlarca bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altmış günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idaresine kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle müracaat edilir. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra yapılacak kapatma işlemlerinde ise altmış günlük süre kapatma tarihinden itibaren başlar..." 6/2/2018 tarihli ve 7082 sayılı Kanun'un 8/3/2018 tarihli ve 30354 (Mükerrer) sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucu kanunlaşan 675 sayılı KHK'nın "Dava ve takip usulü" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir: "(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce açılan davalar ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen davalarda mahkemelerce, 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle red kararı verilir. Bu kararlar duruşma günü beklenmeksizin dosya üzerinden kesin olarak verilir ve davacılara resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı yargılama giderleri kendi üzerlerinde bırakılır....(4) Birinci ve ikinci fıkralar uyarınca verilen kararlarda davacı veya alacaklının 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinde belirtilen usule uygun olarak ilgili idari makama, tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde başvurabileceği belirtilir. İdari başvuru üzerine idari merci tarafından verilecek karar aleyhine idari yargıda dava açılabilir. İdari yargının verdiği karar kesin olup, uyuşmazlık adli yargıda hiçbir şekilde dava konusu yapılamaz." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/65273 | Başvuru, kapatılmasına karar verilmeden önce vakıf üniversitesi aleyhine açılan işçilik alacaklarının tahsili istemli davanın dava şartı yokluğundan kesin olarak reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, işe iade talebiyle açılan davada kanunda belirtilen sürede yargılamanın sonuçlanmaması sebebiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Koza İpek Basın San. A.Ş.ye ait Bugün gazetesinde çalışmakta iken 3/11/2015 tarihinde başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Başvurucunun işe iade talebiyle 24/11/2015 tarihinde açmış olduğu davada, Ankara İş Mahkemesinin (Mahkeme) 9/3/2017 tarihli kararıyla 3/10/2016 tarihli ve 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (675 sayılı KHK) maddesi ve 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (670 sayılı KHK) maddesi uyarınca davanın 17/8/2016 tarihinden önce açıldığı gerekçesiyle dava şartı yokluğu nedeniyle reddine kesin olarak karar verilmiştir. Başvurucu nihai kararı 9/3/2017 tarihinde öğrenmesinin ardından 7/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/19575 | Başvuru, işe iade talebiyle açılan davada kanunda belirtilen sürede yargılamanın sonuçlanmaması sebebiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.