text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/35830 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; haksız yakalama ve gözaltına alma tedbirleri nedeniyle açılan davada hükmedilen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, mülki amirin yasaklama kararı bulunduğu gerekçesiyle barışçıl bir toplantıya müdahale edilerek başvurucu hakkında yakalama ve gözaltına alma işlemi yapılması nedeniyle de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen darbe teşebbüsünden sonraki süreçte kamu görevinden çıkarılan başvurucu, iddiasına göre başvuruya konu olayın gerçekleştiği tarihte Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonuna (KESK) bağlı bir sendikanın yönetim kurulu üyesi ve şube sekreteridir. Bakırköy İlçe Emniyet Müdürlüğünün talebi üzerine Bakırköy Kaymakamı 1/6/2018 tarihinde, kamu güvenliği ile esenliğinin korunması ve 24/6/2018 tarihinde yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimine ilişkin propaganda çalışmalarının sorunsuz bir şekilde sürmesi için KESK üyelerinin Bakırköy Cumhuriyet Meydanı ve çevresinde basın açıklaması yapmasını, oturma eylemi gibi eylemlerde bulunmasını yasaklamıştır. Sözü edilen yasaklama kararı 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun maddesinin (Ç) fıkrasına dayandırılmıştır. KESK üyeleri/eski üyelerinden oluşan yaklaşık yirmi beş kişilik bir grup, basın açıklaması ve oturma eylemi yapmak üzere 2/6/2018 tarihinde Bakırköy Cumhuriyet Meydanı’nda toplanmıştır. Grubun içinde başvurucu da bulunmaktadır. Başvurucu eylem sırasında ilk grupta yakalanan arkadaşlarına destek olmak amacıyla kırk kişilik grupla eyleme devam ettiği sırada 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet suçundan kolluk amirinin emriyle 2/6/2018 tarihinde yakalanmış ve gözaltına alınmıştır. Cumhuriyet Savcısıyla Görüşme Tutanağı'na göre Cumhuriyet savcısı yakalananların 2911 sayılı Kanun’a muhalefet suçundan ifadelerinin alınması ve soruşturma evrakının ikmal edilerek gönderilmesi talimatı vermiştir. Başvurucu, başvuru formunda 3/6/2018 tarihinde salıverildiğini bildirmiştir. Aralarında başvurucunun da yer aldığı şüphelilerin kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmadıkları iddiasıyla haklarında kamu davası açılmıştır. İddianamede şüphelilerin yasaklama kararına rağmen meydanda toplanıp slogan attıkları, kolluk görevlilerinin yaptığı ihtarlara rağmen yere oturdukları, kol kola girmek suretiyle kenetlenerek slogan atmaya devam ettikleri ve kendilerine karşı güç kullanılmasına rağmen dağılmamakta ısrar ettikleri ileri sürülmüştür. Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesi, sanıklara isnat edilen suçun unsurları itibarıyla oluşmadığı gerekçesiyle başvurucu ve diğer sanıkların beraatine karar vermiştir. Kararda iddianamede suç teşkil eden bir eyleme yer verilmemiş, toplantının kamu düzenini bozduğu da iddia edilmemiştir. Yasaklama kararı ilgili sendikaya bildirilmemiş ve polisin asayişi bozucu nitelikteki müdahalesine kadar herhangi bir sorun yaşanmamıştır. Toplantı ve gösteri yürüyüşleri için ilgili kanunda öngörülen bildirimin yapılmaması toplantıyı kanuna aykırı hâle getirse bile bu aykırılık toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına müdahale için gerekçe oluşturamaz. Ayrıca 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun emre aykırı davranışı düzenleyen maddesinin şartları mevcut değildir. Başvurucu hakkındaki karar kanun yoluna başvurulmadan kesinleşmiştir. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu, hukuka aykırı yakalama ve gözaltı tedbirleri dolayısıyla tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; ifade ve örgütlenme özgürlükleri ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını kullandığı sırada yakalanarak gözaltına alındığını, yargılanması sonucu beraat ettiğini belirterek 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi uyarınca 000 TL manevi tazminat ödenmesini talep etmiştir. İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) 2/7/2020 tarihinde başvurucu hakkında uygulanan 1 günlük gözaltı tedbiri nedeniyle başvurucuya 200 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Tarafların istinaf talepleri Bölge Adliye Mahkemesi tarafından kesin olarak esastan reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 8/4/2021 tarihinde öğrenmiş ve 29/4/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına Komisyonca karar verilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/19454 | Başvuru, haksız yakalama ve gözaltına alma tedbirleri nedeniyle açılan davada hükmedilen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, mülki amirin yasaklama kararı bulunduğu gerekçesiyle barışçıl bir toplantıya müdahale edilerek başvurucu hakkında yakalama ve gözaltına alma işlemi yapılması nedeniyle de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiası dışındaki iddiaları Komisyon tarafından kabul edilemez bulunmuş, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/22100 | Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı, gerekçesiz karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun idari işlemin iptali istemiyle 3/1/2011 tarihinde açtığı dava esastan reddedilmiştir. Danıştay Sekizinci Dairesi tarafından karar düzeltme isteminin 11/3/2019 tarihinde reddedilmesiyle karar kesinleşmiştir. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan geçersiz bir karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/17527 | Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı, gerekçesiz karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza davasında sanığın hazır bulunma talebinin reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. İzmir ve Ödemiş Cumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yürütülen soruşturmalar sonucunda düzenlenen iddianamelerle aralarında başvurucunun da bulunduğu kişiler hakkında başta suç işlemek amacıyla örgüt kurma, bu örgüte üye olma, kasten öldürme olmak üzere birçok suçtan kamu davaları açılmış ve birleştirilen bu davalara ilişkin İzmir Ağır Ceza Mahkemesinde başlayıp Ödemiş Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) devam eden yargılama 54 celsede tamamlanmıştır. Soruşturma evresinde kaçak olması nedeniyle üzerine atılı suçlardan hakkında yakalama kararı verilen başvurucu 26/3/2011 tarihinde yakalandıktan sonra 27/3/2011 tarihinde tutuklanarak İzmir 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlik Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) alınmıştır. Başvurucu, kaçak olması nedeniyle yargılamanın ilk 8 celsesinde hazır bulunmamıştır. Tutuklanması üzerine celseden itibaren başvurucu; vekâletnameye istinaden yetkilendirdiği müdafiileri ile kalan celselerin bir kısmında hazır bulunmuş; 1/7/2015 tarihinde yapılan celseden sonuncusuna kadar ise celselere Ses ve Görüntü Bilişim Sistemiyle (SEGBİS) katılmıştır. Yargılamanın celsesinde Ödemiş Cumhuriyet Başsavcılığı esas hakkındaki mütalaasını sunmuş; Mahkeme celse sonunda verdiği ara kararla duruşmalara bizzat katılma talebinde bulunan bazı sanıkların bu talebini Anayasa ile diğer mevzuat hükümlerine atıfta bulunarak reddetmiştir. Başvurucu celseden sonra Mahkemeye sunduğu 14/3/2016 tarihli dilekçesinde, anılan celsede SEGBİS aracılığıyla alınan beyanlarının duruşma tutanağına eksik aktarıldığını, bu nedenle duruşmalara SEGBİS aracılığıyla katılmak yerine hazır bulunarak katılmak istediğini beyan etmiştir. Başvurucu bu talebini celsede ve celse öncesinde sunduğu 18/4/2016 tarihli dilekçesinde de dile getirmiş; Mahkeme celse sonunda verdiği ara kararlarla bu talepleri yargılamanın celsesinde ileri sürülen benzer taleplere ilişkin verdiği ara karara atfen reddetmiştir. Yargılamanın celsesine dair duruşma tutanağına göre, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sisteminden (UYAP) kaynaklanan bağlantı sorunu nedeniyle başvurucunun anılan celseye katılımı SEGBİS aracılığıyla da sağlanamamıştır. Mahkeme 1/6/2016 tarihli son celseden önce başvurucunun tutuklu bulunduğu İnfaz Kurumuna gönderdiği müzekkere ile başvurucunun bu oturumda da SEGBİS aracılığıyla hazır bulundurulmasını istemiştir. Başvurucu müdafii aynı tarihte Mahkemeye sunduğu dilekçe ile, kararlaştırılan celse tarihinde İzmir'de katılması gereken başka bir duruşma daha olduğuna, bu nedenle anılan celseye de katılamayacağına dair mazeretini bildirmiştir. Ayrıca başvurucu da aynı tarihte Mahkemeye sunduğu dilekçesinde SEGBİS aracılığıyla katıldığı duruşmalardan bir şey anlamadığını, bu nedenle savunmasını müdafii ile duruşmada bizzat hazır bulunarak yapmak istediğini beyan etmiştir. Son celsenin yapıldığı tarihte İnfaz Kurumu tarafından düzenlenen tutanakta; başvurucunun infaz koruma görevlilerine duruşmada hazır bulunma talebine ilişkin dilekçesini Mahkemeye gönderdiğini ve duruşmaya SEGBİS aracılığıyla katılmayacağını beyan ettiği belirtilmiştir. Mahkeme, anılan celsede hazır bulunmayan başvurucu ve müdafiinin yokluklarında yargılamaya devam edilmesine dair ara karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; aralarında başvurucunun da olduğu tutuklu sanıkların SEGBİS ile hazır edilmelerine dair ilgili ceza infaz kurumlarına müzekkere yazılmasına rağmen bu kişilerin duruşmaya çıkmak istemediklerini beyan ettikleri, başvurucu müdafine Mahkeme kalemi aracılığıyla duruşmadan bir gün önce duruşma tarihi hakkında bilgi verildiği hâlde müdafinin duruşmaya gelmediği gibi bu konuda mazeret de sunmadığı, ayrıca başvurucu müdafine 21/3/2016 tarihli celsede esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmasını hazırlamak için süre verilmesine karşın beyanda da bulunmadığı, başvurucunun benzer davranışları önceki celselerde de sergilediği, bu nedenlerle başvurucu ve müdafinin söz konusu eylemleri savunma için yeterli zaman ve kolaylıklardan yararlanma hakkını kötüye kullanarak yargılamayı uzatma amacıyla gerçekleştirdikleri değerlendirmelerine yer verilmiştir. Yargılama sonucunda Mahkemenin başvurucu hakkında kurduğu mahkûmiyet hükümleri şöyledir:i. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve yönetme suçundan 5 yıl 4 ay hapis, A.Y.ye yönelik kasten yaralama suçundan 3 yıl hapis, iş ve çalışma hürriyetinin ihlali suçundan 2 yıl hapis, nüfuz ticareti suçuna azmettirmeden 2 yıl hapis ve 3000 TL adli para, iftira suçundan 1 yıl 6 ay hapis, resmî belgede sahtecilik suçundan 6 yıl hapis ve 3 farklı tarihte işlendiği kabul edilen 6136 sayılı Kanun'a aykırılık suçundan dolayı sırasıyla 1 yıl hapis 450 TL adli para, 1 yıl hapis ve 600 TL adli para ile 2 yıl hapis ve 1200 TL adli para cezası.ii. İki ayrı nitelikli kasten öldürme suçundan iki kez ağırlaştırılmış müebbet hapis, üç ayrı nitelikli kasten öldürme suçuna teşebbüsten sırasıyla 14 yıl ve iki kez ayrı ayrı 13 yıl hapis, dört ayrı kasten öldürme suçundan sırasıyla 25 yıl, 22 yıl ve iki kez müebbet hapis, kasten öldürme suçuna teşebbüsten 5 yıl hapis ve nitelikli yağma suçundan 12 yıl ve bu suça teşebbüsten de 6 yıl hapis cezası.iii. Ş.K.ya yönelik kasten yaralama suçundan 2400 TL adli para cezası. Başvurucu müdafii, anılan hükümlere karşı -diğerlerinin yanı sıra- duruşmada hazır edilme taleplerine rağmen bazı celselerde başvurucunun SEGBİS aracılığıyla duruşmaya katılımının sağlandığına, son celsede hem başvurucunun, hem de mazeret dilekçesi sundukları hâlde müdafiinin yokluğunda yargılamaya devam edilerek karar verildiğine dair itirazlarını dile getirerek temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Yargıtay Ceza Dairesince (Daire) temyiz incelemesi 18/2/2021 tarihinde duruşmalı olarak yapılmış ve başvurucu müdafii duruşmada hazır bulunarak temyiz dilekçesinde ileri sürdüğü itirazlarını yinelemiştir. Dairenin temyiz incelemesi sonucu 12/3/2021 tarihinde başvurucu yönünden verdiği kararlar şöyledir:i. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve yönetme, A.Y.ye yönelik kasten yaralama, iş ve çalışma hürriyetinin ihlali, iftira, resmî belgede sahtecilik, 2 yıl hapis ve 1200 TL adli para cezasına konu olan 6136 sayılı Kanun'a aykırılık suçu ile nüfuz ticareti suçuna azmettirmeden verilen mahkûmiyet kararları onanmıştır. ii. Ş.K.ya yönelik kasten yaralama suçundan verilen adli para cezasına karşı temyiz kanun yolunun açık olmadığı gerekçesiyle bu karara yönelik temyiz talebi reddedilmiştir.iii. 6136 sayılı Kanun'a aykırılık suçları yönünden;- 1 yıl hapis ve 450 TL adli para cezasına dair karar, bu eyleme dair dava açılmadığı hâlde mahkûmiyet kararı verildiği gerekçesiyle bozulmuştur. - 1 yıl hapis ve 600 TL adli para cezasına konu dava, bu suç için öngörülen zamanaşımının dolduğu gerekçesiyle düşürülmüştür. Diğer yandan Daire; iki ayrı nitelikli kasten öldürme suçundan, üç ayrı nitelikli kasten öldürme suçuna teşebbüsten, dört ayrı kasten öldürme suçundan, kasten öldürme suçuna teşebbüsten ve nitelikli yağma suçu ile bu suça teşebbüsten verilen hükümlerin ise bozulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; cezasının alt sınırı olarak beş yıldan fazla hapis cezası öngörülen suçlar yönünden yapılan yargılamalar sırasında 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca sanık müdafinin hazır bulundurulmasının zorunlu olduğu ve sanıkların SEGBİS ile duruşmaya katılmak istememeleri hâlinde duruşmalarda bizzat hazır edilmeleri gerektiği belirtildikten sonra hükmün kurulduğu celsede başvurucu ile müdafii hazır bulunmaksızın yargılamaya devam edilerek karar verilmesinin kanuna aykırı olduğu belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 7/5/2021 tarihinde öğrendikten sonra onanarak kesinleşen mahkûmiyet kararları yönünden 25/5/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilemez olduğuna, diğer ihlal iddialarına ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/28535 | Başvuru, ceza davasında sanığın hazır bulunma talebinin reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, açılan tam yargı davasında davanın esasına ilişkin iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun Ankara'nın Çankaya ilçesi Yukarı Öveçler Mahallesi'nde bulunan gecekondusu Çankaya Belediyesi (Belediye) tarafından, başvurucunun ve ailesinin evde bulunmadığı sırada yıkılmıştır. Başvurucuya ait gecekondu içinde bulunan eşyalar Belediye çalışanları tarafından yıkım öncesi dışarı çıkarılmış fakat eşyaların korunması için bir önlem alınmamıştır. Başvurucu, Belediye çalışanları tarafından dışarı konulan eşyaların korunmasına yönelik tedbirlerin alınmaması sebebiyle eşyaların yağmalandığı iddiasıyla meydana gelen zararın tazmini için Belediyeye başvurmuştur. Başvurunun Belediye tarafından reddedilmesi üzerine 29/4/2015 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde tam yargı davası açılmıştır. Başvurucu, yıkılmadan önce evde olduğunu iddia ettiği 34 kalem eşyayı dava dilekçesinde belirtmiş; bunların yanında ziynet eşyalarının da bulunduğunu vurgulamıştır. Başvurucu, bilirkişi incelemesi sonucunda zararın daha fazla çıkması durumunda ıslah hakkının saklı kaldığını belirterek 000 TL enkaz ve ağaç bedeli, 000 TL eşya bedeli olmak üzere toplam 000 TL tazminat talebinde bulunmuştur. Mahkeme, Belediye tarafından önlem alınmadan yıkımın gerçekleştirilmesi sebebiyle başvurucunun taşınır ve taşınmazlarının zarar gördüğünün sabit olduğu gerekçesiyle 9/12/2015 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Başvurucu, Mahkeme kararına karşı 24/5/2016 tarihinde Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesine (Bölge İdare Mahkemesi) itiraz başvurusunda bulunmuş; itiraz başvurusunda, dava dilekçesinde fazlaya ilişkin haklarını saklı tuttuğunu ve zararın bilirkişi incelemesi sonucunda ortaya çıkacağını belirttiğini, bilirkişi incelemesi sonucunda ıslah hakkının kullandırılması gerekirken davanın kabulüne ilişkin olarak Mahkemenin verdiği karar sonucunda zararının ve taleplerinin karşılanmadığını ifade etmiştir. Dosya kapsamında Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede başvurucunun 31/10/2016 tarihinde Bölge İdare Mahkemesine sunduğu dilekçe ile davasını 000 TL artırmak suretiyle ıslah ettiği, itiraz dilekçesindeki iddialarla mahkeme kararının bozulmasını talep ettiği tespit edilmiştir. Bölge İdare Mahkemesi 30/11/2016 tarihinde başvurucunun itiraz başvurusunun reddine karar vermiştir. Başvurucunun itiraz başvurusunun reddine ilişkin karara yapmış olduğu karar düzeltme istemi de Bölge İdare Mahkemesi tarafından 4/5/2017 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 24/5/2017 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 12/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (4) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir."Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir." 2577 sayılı Kanun'un geçici maddesi şöyledir:"Bu maddeyi ihdas eden Kanunla, bu Kanunun 16 ncı maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen hüküm, kanun yolu aşaması dâhil, yürürlük tarihinde derdest olan davalarda da uygulanır." 20/7/1966 tarihli ve 775 sayılı Gecekondu Kanunu’nun maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra, belediye sınırları içinde veya dışında, belediyelere, Hazineye, özel idarelere, katma bütçeli dairelere ait arazi ve arsalarda veya Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerde yapılacak, daimi veya geçici bütün izinsiz yapılar, inşa sırasında olsun veya iskan edilmiş bulunsun, hiçbir karar alınmasına lüzum kalmaksızın, belediye veya Devlet zabıtası tarafından derhal yıktırılır.Yıkım sırasında lüzum hasıl olduğunda, belediyeler ilgili mülkiye amirlerine başvurarak yardım istiyebilirler. Mülkiye amirleri, Devlet zabıtası ve imkanlarından faydalanmak suretiyle, izinsiz yapıların yıkım konusunda yükümlüdürler...."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesinin bir mahkeme önünde medeni hak ve yükümlülüğe ilişkin bir iddiada bulunma hakkını güvence altına aldığını, mahkemenin teşkilatının ve yargılamanın yürütülmesinin bu güvencenin kapsamında olduğunu (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36), davalarda adil yargılanma koşullarını yerine getirme yükümlülüğünün ulusal makamlara ait olduğunu ifade etmiştir (Dombo Beheer B./ Hollanda, B. No: 14448/88, 27/10/1993, § 33). AİHM; Sözleşme'nin maddesi adil yargılanma hakkını güvence altına alırken delillerin kabul edilme yöntemi konusunda herhangi bir kural koyma yetkisinin kendisinde olmadığını, ulusal kanunlar tarafından bu hususların belirleneceğini, Sözleşme'deki hak ve yükümlülükleri ihmal etmediği sürece mahkemeler tarafından yapılan hataların giderilmesi görevinin de kendisinde olmadığını belirtmiştir (Schenk/İsviçre [GK], B. No: 10862/84, 12/7/1988, §§ 45, 46). Bu açıdan AİHM yaklaşımına göre yargılama süreci bütün olarak ve bu süreçte delillerin nasıl sunulduğu da dâhil olmak üzere tüm deliller yönünden hakkaniyetsiz bir değerlendirme yapılıp yapılmadığı dikkate alınacaktır (Schuler-Zgraggen/İsviçre, B. No: 14518/89, 24/6/1993, § 66). Buna paralel olarak AİHM, Sözleşme’deki hakların etkili bir biçimde korunması için davaya bakan mahkemelerin Sözleşme’nin maddesine göre tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi olduğunu belirtmiştir (Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33; Kraska/İsveç, B. No: 13942/88, 19/4/1993, § 30). AİHM'e göre -tarafların ileri sürdükleri delillerin kabul edilebilirliği hususunda yerel mahkemeler belirli bir takdir yetkisine sahip olmakla birlikte- mahkemeler vardıkları sonuçları haklılaştırmak için kararlarına gerekçeler gösterme yükümlülüğü altındadırlar (Suominen/Finlandiya, B. No: 37801/97, 1/7/2003, § 36). Kararlarda gerekçe belirtilme zorunluluğu, mahkemelerin tarafları adil bir şekilde dinleme yükümlülüğüyle de doğrudan ilgilidir (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/1/2007, § 83). Yargılama sırasında başvurucu tarafından sunulan bir kısım delilin mahkemece dikkate alınmaması şikâyeti ile ilgili olarak AİHM; mahkemenin başvurucunun bu yöndeki talebini gerekçesiz reddettiğini, kararda gerekçe olmamasının karara karşı etkili bir şekilde itiraz etme fırsatını da ortadan kaldırdığını belirterek başvuruda Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Suominen/Finlandiya, § 38). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/26301 | Başvuru, açılan tam yargı davasında davanın esasına ilişkin iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının; gazetecilik faaliyeti ve ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle de ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/6/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından, darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen (Soruşturma No: 2014/116320) bir soruşturma kapsamında Başsavcılığın talebi üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 27/2/2015 tarihli kararı ile “[başvurucu tarafından] teslim edilen 19 kopya CD ve 4 adet DVD içerisinde devletin güvenliği ve askeri yararları açısından Egemen Harekat Planı ile ilgili ‘çok gizli’ gizlilik derecesine haiz olduğu tespit edilen belgeleri Ordu Komutanlığından izinsiz dışarıya çıkaran kişilerin şüpheli Mehmet Baransu ile eylem birliği içinde suç örgütü faaliyeti kapsamında hareket ettikleri, şüphelinin devletin güvenliğine ilişkin belgeleri temin ettiği, çok gizli belgeler olduğunu bilmesine rağmen bu belgeleri yetkili makamlara iade etmeyerek kendisine suret aldığı ve orijinallerini beyanına göre imha ettiği, devletin güvenliği ve siyasal yararlarına ilişkin bilgileri açıkladığı …” gerekçelerine dayanılarak başvurucunun konutunda ve eklentilerinde, kullandığı araçlarında ve üzerinde arama yapılmasına karar verilmiştir. Yapılan arama sonucunda çok sayıda CD, DVD, resmî yazışma, askerî yazışmalar ile olayla ilgili olabilecek nitelikte (olduğu değerlendirilen) “Plan Çalışması 27-28 Ocak 2003, Bilgi Destek Planı, İrtica Eylem Planı, Kolordu Komutanlığının No’lu Harekât Planı, Ordu Plan Semineri, Ordu Plan Semineri 2003” (isimli) askerî belgelerin bulunduğu anlaşılmıştır. Başvurucu, anılan soruşturma kapsamında 1/3/2015 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde 2/3/2015 tarihinde müdafiinin hazır bulunmasıyla ifade vermiştir. İfade alma işlemi sırasında başvurucuya suçlandığı olayların açıklandığı, Genelkurmay Başkanlığı ile yapılan yazışmaların içeriği hakkında bilgi verildiği görülmektedir. İfade alma işlemi kapsamında başvurucuya yirmi sekiz soru yöneltilmiştir. Başvurucuya genel olarak Taraf gazetesinde yayımlanan habere konu bir kısım belgenin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (CMK madde ile görevli) teslimine ilişkin tutanaklarda yer alan imza ve beyanların kendisine ait olup olmadığı, haberlere ilişkin belge ve dijital verileri nasıl ve/veya kimden temin ettiği soruları yöneltilmiştir. Başvurucu; anılan sorulara, söz konusu tutanaklardaki imza ve beyanların kendisine ait olduğu, haberlere ilişkin belge ve dijital verilerin kendisine emekli asker olduğunu söyleyen bir kişi tarafından iki ayrı tarihte teslim edildiği, kendisinin bu belgeleri İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına teslim ettiği şeklinde cevaplar vermiştir. Bunların yanı sıra başvurucuya, devletin güvenliği ya da iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken ve ifşası hâlinde devletin savaş hazırlıklarını, savaş etkinliğini veya askerî hareketlerini tehlikeye sokabilecek nitelikteki çok gizli belgeleri gazetede kimlerle birlikte incelediği, bu nitelikteki hangi belgelerin çıktısını kimlerle birlikte aldığı, tarama işlemini kimlerle birlikte yaptığı, anılan belgeleri neden imha ettiği, neden belgeleri temin edince doğrudan yetkili makamlara teslim etmediği sorularının da yöneltildiği görülmektedir. Başvurucu; bu belgeleri aynı gazetede birlikte çalıştığı gazeteciler A.A., Y.Ç., Y.O., K.T. ve ismini hatırlamadığı bir gazeteci ile birlikte incelediğini, belgelerin çıktısını almadıklarını ve tarama işlemi yapmadıklarını, darbe planı haricindeki hiçbir belgeyi yayımlamadıklarını, kendisine teslim edilen belgeler arasında savaş planlarının da bulunduğunu, tüm belgeleri Savcılığa teslim ettiğini, yayımlanan haber sonrasında yapılan yargılama sırasında veya sonradan yapılan haberlerde bu nitelikteki bir belgenin ortaya çıkmadığını, inceledikleri orijinal belgeleri imha etmediklerini ve devlet yetkililerine teslim ettiklerini, haber amaçlı aldıkları CD’lerin kopyalarını sonradan imha ettiklerini, yayımlanan haberlere konu kopya belgeleri gazete yönetimiyle birlikte incelediğini, sonradan kendisine verilen orijinal belgeleri ise kimseyle paylaşmadan devlet kurumlarına teslim ettiğini, yargılama dosyasındaki bazı belgelerin örneğinin kendisinde de bulunduğunu, kendisine verilen tüm ses kasetlerini de devlet kurumlarına teslim ettiğini, yayımladığı“Karargâh” isimli kitabında bu kayıtların bazı kopyalarındaki belgelere yer verdiğini, yine bu kopyaların bazı gazetelere de verildiğini, bu ses kayıtlarının çok daha fazlasının başka kişilerce televizyonlarda ve internette yayımlandığını beyan etmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 2/3/2015 tarihinde; başvurucunun suç örgütü faaliyeti çerçevesinde eylem birliği içinde hareket ettiğini, kimlik bilgileri bu aşamada tespit edilemeyen şüphelilerden devletin güvenliğine ilişkin belgeleri temin ettiğini, devletin güvenliği ve askerî yararları bakımından çok gizli suça konu belgeleri -belgelerin önemini ve çok gizli niteliğini bilmesine rağmen- yetkili makamlara iade etmeyip bu belgelerden kendisine suret aldığını, ifadesine göre orijinallerini imha ettiğini, devletin güvenliği ve siyasal yararlarına ilişkin bilgileri açıkladığını belirterek suç işlemek amacıyla örgüt kurma, devletin güvenliğine ilişkin belgeleri tahrip etme, amacı dışında kullanma, hile ile alma, çalma, devletin güvenliğine ilişkin gizli belgeleri temin etme, devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin gizli kalması gereken bilgileri açıklama suçlarından tutuklanmasını talep etmiştir. Başsavcılığın tutuklama talep yazısında ayrıca aşağıdaki tespit ve değerlendirmeye yer verilmiştir: “… Şüpheli Mehmet Baransu tarafından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına bavul içerisinde 10 adet seminer ses kaydının da bulunduğu ses kasetleri teslim edilmiş olup ses kasetleri üzerlerinde 1/10’dan 10/10’a kadar numaralandırılmıştır, ancak ses kasetinin üzerinde sıralama gereğince 1/6 rakamının yazılı olması gerekirken, 6 rakamının yazılı olduğu, bu ses kaydında ise… deprem konusunda bir sunumun olduğu tespit edilmiş, ses kasetlerinde… E.S. tarafından Egemen Harekât Planına ilişkin sunum bulunamamıştır…” İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 2/3/2015 tarihinde başvurucunun sorgusu yapılmıştır. Başvurucu, sorgusunda genel olarak İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde verdiği ve yukarıda özetlenen ifadesi doğrultusunda beyanda bulunmuştur. Başvurucunun sorgudaki ifadesinin ilgili kısmı şöyledir: “… ben gazeteye giderken haber kaynağı bir kişi geldi ve … ‘size önemli bir haber vereceğim’ dedi, ben… o kişinin anlattıklarını dinledim ve elim[n]deki gösterdiği belgelere baktım … bana bir darbe planından bahsetti … yanında getirdiği orijinal belgeleri gösterdi, ben bu belgeleri taradım, elektronik belgeler de vardı, çay bahçesi gibi bir yerde görüşme oldu, ben o belgelere bakmaya başladım ve bana 3 DVD [ile] 1 CD’yi kopya olarak verdi, ilk buluşmada bazı belgeler orijinaldi, el yazısı ile yazılmış notlar vardı, point belgeler de vardı, bunun üzerine ben DVD ve CD’leri aldım, inceleyeceğimi söyledim… o dönemde Başsavcı Vekili olan T.Ç. elimizde ne varsa kendilerine teslim etmemizi istedi, ben de elimdeki 3 adet DVD ve 1 adet CD’yi kendilerine bendekinin kopyasını kopyalamak suretiyle… tutanak ile verdim… o arada askeri savcılık da bizden belge istedi… gazeteden onlara CD’ler kopya olarak gitti… haberler devam ederken yaklaşık 9 gün aradan sonra gazeteye gelirken aynı kişi yine benim önümü kesti, elinde bavul vardı ve orijinal belgelerin tamamını bana vermek istediğini söyledi… orijinal belgeleri aldım ve gazeteye geldim… [aynı gün] valizi ve belgeleri Cumhuriyet Savcısı B.B.’ye teslim [ettim]… herhangi bir şekilde bana teslim edilen belgelerin veya CD’lerin orijinallerini imha etmedim aksine yetkili merci olan Cumhuriyet savcısına teslim ettim… aldığım DVD’lerin içerisinde söz konusu Balyoz darbe planı haricinde başkaca askeri harekat planları vardı ancak bunlar bizim tespitimize göre suç unsuru içermeyen EGEMEN HAREKAT PLANI bulunmaktaydı, bu gerçekten bir harp oyunudur… valizin içerisinden çıkan EGEMEN HAREKAT PLANINA ilişkin belgeler haber konusu yapılabilecek belgeler olmadığından ve gizlilik içerdiğinden bu belge ile ilgili herhangi bir haber yapmadık bunları da Cumhuriyet savcısına teslim ettik, bu valizin içindeki belgelerin tümünü inceleme imkanımız zaten olmazdı… bu belgelerden daha önce aldığım kopyaları da gazetede kendimiz bize lazım olan çıktılarını da aldıktan sonra kırmak suretiyle imha ettik, valizden herhangi bir belgeyi almadık, daha önceden bize teslim edilen kopya DVD ve CD üzerinden çıktılarını aldık, ancak yine çıktısını aldığımız bu DVD ve CD’deki belgelerden EGEMEN HAREKAT PLANINA ilişkin herhangi bir çıktı almadık haber de yapmadık, bizim açımızdan haber yaptıktan sonra geri kalan kısmı bizi ilgilendiren bir husus olmayıp Cumhuriyet savcılığını ilgilendiren hususlar olduğundan bizdeki kopyayı doğal olarak imha etme ihtiyacı duyduk… ben belgeleri savcılığa teslim ettim varsa bunları çalan kişileri bulmak benim görevim değil[dir] …” Hâkimliğin 2/3/2015 tarihli ve 2015/109 Sorgu sayılı kararı ile başvurucunun devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin gizli kalması gereken bilgileri açıklama ve suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçlarından tutuklanması talebi reddedilmiş; devletin güvenliğine ilişkin belgeleri tahrip etme, amacı dışında kullanma, hile ile alma, çalma ve devletin güvenliğine ilişkin gizli belgeleri temin etme suçları yönünden ise tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir: “1-) … Devletin Güvenliğine ve Siyasal Yararlarına İlişkin Gizli Kalması Gereken Bilgileri Açıklama suçundan; her ne kadar tutuklanması talep olunmuş ise de; suç tarihinin 2010 olduğu, 5187 sayılı Basın Kanununun maddesinde öngörülen sürenin geçtiği, bu sürenin hak düşürücü süre olduğu, bu aşamada tutuklama tedbirinin ölçülü olmayacağı, anlaşılmakla TUTUKLAMA TALEBİNİN REDDİNE,2-) … Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurma suçundan; her ne kadar tutuklanması talep olunmuş ise de; örgüt kurma suçunun oluşabilmesi için yeterli ve gerekli olan kişi sayısının henüz tespit edilemediği bir örgütün kurulduğundan ve varlığından bahsedilebilmesi için bu aşamada gerekli ve yeterli tutuklama tedbirini gerektirir ölçüde delilin bulunmadığı anlaşıldığından bu aşamada tutuklama tedbirinin ölçülü olmayacağı, anlaşılmakla TUTUKLAMA TALEBİNİN REDDİNE,3-) Devletin Güvenliğine İlişkin Belgeleri Tahrip Etme Amacı Dışında Kullanma Hile İle Alma Çalma ve Devletin Güvenliğine İlişkin Gizli Belgeleri Temin Etme suçlarından tutuklanmasının talep edildiği, dosya kapsamında mevcut delillere göre; şüphelinin eylemine konu olayın balyoz darbe planı olarak bilinen plan ve bu plana ilişkin DVD, CD ve belgeler olduğu, bu belgeler ile birlikte Egemen Harekât Planının da şüphelinin temin ettiğinin anlaşıldığı, Egemen Harekât Planının ’ÇOK GİZLİ’ gizlilik derecesine ait olduğu, bu plandaki bilgilerin devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararlar bakımından gizli kalması gereken nitelikte olduğunun anlaşıldığı, yine bu CD’lerdeki 118 adet gizli belgenin de çalındığının anlaşıldığı, şüphelinin bir şekilde ele geçirdiği belgelerin kopyası olsa dahi ilgili mercilere teslim etmek yerine kendisi tarafından imha edildiğinin ifade edildiği, ancak imha edilip edilmediğinin henüz bilinmediği, bulunamayan gizli belgelerin halen nerede olduğu, kimin elinde bulunduğu ve ne amaç ile kullanılacağının bilinmediği, şüphelinin belgeleri aldığını söylediği emekli asker olduğunu bildirdiği kişinin kim olduğu hususunda henüz bir tespitin yapılamadığı, bu kişi ile birlikte hareket eden başka kişiler bulunup bulunmadığının da henüz tespit edilemediği, şüphelinin eylemleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde isnat edilen Devletin Güvenliğine İlişkin Belgeleri Tahrip Etme Amacı Dışında Kullanma Hile İle Alma Çalma, Devletin Güvenliğine İlişkin Gizli Belgeleri Temin Etme suçlarını işlediği hususunda kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller bulunduğu, bu suçların yasada öngörülen cezalarının alt ve üst sınırı nazara alınarak; CMK’ nun ve devamı maddelerinde belirtilen tutuklama yasağı veya yargılama engeli gibi halin bulunmadığı, atılı suç yönünden şüphelinin alabileceği ceza miktarı göz önüne bulundurulduğunda kaçabileceği yönünde şüphe bulunduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmadığı, çok kapsamlı bir şekilde ve çok yönlü olarak soruşturmanın devam ettiği, atılı suçlar yönünden beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde ‘ölçülük’ ilkesi uyarınca daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada yetersiz kalacağı, kanaatine varıl[mıştır].” İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 13/5/2016 tarihinde başvurucu hakkında tutukluluğun devamı kararı vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: “...suçlarından kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir delillerin bulunması, atılı suç, öngörülen ceza miktarı ve soruşturmanın devam etmekte olup delillerin toplanmamış bulunması dikkate alınarak tutuklanmasına karar verildiği, balyoz davası olarak bilinen davada İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesince verilen beraat kararı ve gerekçesi dikkate alındığında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir delillerin bulunduğu ve tutuklama koşullarında şüpheli lehine değişiklik bulunmadığı ..." Başvurucunun bu karara karşı yaptığı itiraz, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 7/6/2016 tarihli kararı ile “kararın usul ve yasaya uygun olduğu” gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı; yürütülen soruşturma sonucunda 7/6/2016 tarihli iddianamesiyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma, devletin güvenliğine ilişkin belgeleri tahrip etme, amacı dışında kullanma, hile ile çalma, devletin güvenliğine ilişkin gizli belgeleri temin etme, devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin gizli kalması gereken bilgileri açıklama suçlarından cezalandırılması istemiyle dava açmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2016/218 sayılı dosyası üzerinden görülen davada, başvurucu yönünden 16/6/2016 tarihinde tensiben "atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, teknik takip raporları, iletişim tespit tutanakları, baz istasyonu sinyal kayıtları, arama tutanakları ve ekleri, ekspertiz raporları, müşteki ifadeleri vs. deliller kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren müşahhas deliller bulunması, sanığa atılı suçların tutuklama sebeplerinin kanuni karine olarak varsayıldığı, CMK 103/3-a. 11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini doğurması, sanığın eylemlerinin subüta ermesi halinde sanığa verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü olması gibi sebeplerle sanık üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu" gerekçesiyle tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu 20/6/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 2/9/2016, 23/11/2016, 15/2/2017, 10/5/2014, 20/11/2017, 13/9/2017, 4/12/2017, 31/1/2018, 4/5/2018 ve 7/8/2018 tarihli duruşmalarda da benzer gerekçelerle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu; daha önce 2/3/2015 tarihinde tutuklandıktan sonra gazetecilik faaliyeti kapsamında yayımlanan bir habere konu belgelerin temin edildiğinden bahisle suç işlenmediği ve tutuklama nedeni bulunmadığı hâlde tutuklama kararı verildiği, tutukluluğa ilişkin karar veren sulh ceza hâkimliklerinin kanuni hâkim ilkesine aykırı olup tarafsız ve bağımsız mahkeme güvencesini sağlamadıkları, kısıtlılık kararı verildiğinden soruşturma dosyasının incelenememesi ve ayrıca kapalı devre itiraz sistemi bulunması nedeniyle tutukluluğa itiraz hakkının etkili bir şekilde kullanılamadığı gerekçeleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarıyla Anayasa Mahkemesine 20/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda (B. No: 2015/7231) bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi; bu başvuru üzerine 17/5/2016 tarihinde İkinci Bölümce yapılan inceleme sonucunda kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında sulh ceza hâkimliklerinin doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olduğuna ve itiraz hakkının etkin olarak kullanılamadığına ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında tutuklamanın hukuki olmadığı ile ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddiaların kabul edilebilir olduğuna ancak Anayasa’nın maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile Anayasa’nın ve maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edilmediğine dair karar vermiştir (Mehmet Baransu (2), B. No: 2015/7231, 17/5/2016). Anayasa Mahkemesince bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucu hakkındaki yargılama derdest olup başvurucunun tutukluluk hâli devam etmektedir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),..."5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir. (2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir. (3) Dosya bölge adliye mahkemesine veya Yargıtaya geldiğinde salıverilme istemi hakkındaki karar, bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay ilgili dairesi veya Yargıtay Ceza Genel Kurulunca dosya üzerinde yapılacak incelemeden sonra verilir; bu karar re'sen de verilebilir." 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir." 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör suçları" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır." 3713 sayılı Kanun'un "Cezaların artırılması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir: "3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur." 5237 sayılı Kanun'un "Devletin güvenliğine ilişkin belgeler" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Devletin güvenliğine veya iç veya dış siyasal yararlarına ilişkin belge veya vesikaları kısmen veya tamamen yok eden, tahrip eden veya bunlar üzerinde sahtecilik yapan veya geçici de olsa, bunları tahsis olundukları yerden başka bir yerde kullanan, hileyle alan veya çalan kimseye sekiz yıldan oniki yıla kadar hapis cezası verilir." 5237 sayılı Kanun'un "Devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri temin eden kimseye üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası verilir." 5237 sayılı Kanun'un "Devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin bilgileri açıklama" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri açıklayan kimseye beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/11380 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının; gazetecilik faaliyeti ve ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle de ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari merci tarafından tesis edilmiş bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 14/2/2018 ve 2/4/2018 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2018/9896 numaralı başvuru, aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2018/6375 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Şifa Üniversitesinde (Üniversite) farklı kadrolarda personel olup iş sözleşmelerinin sona ermesinden sonra işveren Üniversitenin kıdem ve ihbar tazminatı ile ücret alacağını ödememesi üzerine alacaklarının tahsili talebiyle iş mahkemesinde dava açmıştır. Başvurucuların açmış olduğu davalar, iş mahkemesi tarafından 31/10/2016 ve 4/11/2016 tarihli kararlar ile reddedilmiştir. 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) maddesiyle Üniversite kapatılmıştır. Başvurucular 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 675 sayılı sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (675 sayılı KHK) ile getirilen düzenleme uyarınca İzmir Defterdarlığına (İdare) Üniversiteden kıdem ve ihbar tazminatı ile ücret alacağının ödenmesi taleplerinde bulunmuştur. Başvurucular, İdare tarafından altmış gün içinde cevap verilmemesi üzerine başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali ile başvuru konusu olan alacağın yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle dava açmıştır. İzmir ve İdare Mahkemeleri (İdare Mahkemesi) davanın 675 sayılı KHK'nın maddesinin (4) numaralı fıkrası ile 17/8/2016 tarihli ve 29804 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (670 sayılı KHK) maddesi gereğince "yetkili idari mercii tarafından verilen bir karar bulunmadan açıldığı" gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar vermiştir. Başvurucular istinaf kanun yoluna başvurmuş, Bölge İdare Mahkemesi ilk derece mahkemesi kararlarını usul ve yasaya uygun bularak istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. İstinaf kararını başvurucu Müjde Erdoğan 15/1/2018 tarihinde, Rıfat Biçer 1/3/2018 tarihindetebliğ almıştır. Başvurucular 14/2/2018 ve 2/4/2018 tarihlerinde ve süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk bkz. Cem Taylan Erden ve diğerleri, B. No: 2017/32445, 19/11/2020, §§ 23- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/6375 | Başvuru, idari merci tarafından tesis edilmiş bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kararın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki bir iddiaya ayrı ve açık yanıt verilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin şikayetle ilgili görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 6/1/2014 tarihli dilekçe ile Piraziz, Bolu, Çorum ve Şişli Asliye Ceza Mahkemelerinden almış olduğu cezalara ilişkin kararların kesinleşip yerine getirildiğini, infaz tarihlerinin üzerinden 16 yıla yakın bir sürenin geçtiğini ileri sürerek memnu hakların iadesi talebinde bulunmuştur. Bulancak Asliye Ceza Mahkemesi 21/4/2014 tarihli kararı ile talebi reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Hükümlünün Uyap kayıtlarının incelenmesinden hakkında Bulancak Asliye Ceza Mahkemesinde 25/06/2013 tarihli, 2013/68 Esas, 2013/252 Karar sayılı ilamıyla petrol kaçakçılığı suçundan yapılan yargılamada atılı suçu işlediğinin sabit olmaması nedeniyle beraatına karar verildiği, dosyanın temyiz edilerek Yargıtaya gönderildiği ve henüz dönmediği anlaşılmıştır.Yasaklanmış hakların geri verilmesini düzenleyen 5352 sayılı Adli Sicil Kanununun 13/A maddesi ile;5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki kanunların belli bir suçtan dolayı veya belli bir cezaya mahkumiyete bağladığı hak yoksunluklarının giderilebilmesi için, yasaklanmış hakların geri verilmesi yoluna gidilebilir. Bunun için; Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinin beşinci ve altıncı fıkraları saklı kalmak kaydıyla,a) Mahkum olunan cezanın infazının tamamlandığı tarihten itibaren 3 yıllık bir sürenin geçmiş olması,b) Kişinin bu süre zarfında yeni bir suç işlememiş olması ve hayatını iyi halli olarak sürdürdüğü hususunda mahkemede bir kanaat oluşması gerektiği hükmü getirilmiştir.Yukarıda açıklandığı üzere talep eden hükümlünün yukarıda tarih ve sayıları belirtilen cezaların infaz tarihlerinden sonra 3 yıllık süre içerisinde suç işlenmemiş ise de; sonraki yıllarda hakkında soruşturma ve kovuşturma yapıldığı bu kapsamda hayatını iyi halli olarak sürdürdüğü hususunda mahkememizde yeterli kanaat oluşmadığından talep yerinde görülmeyerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucunun anılan karara itirazı, Giresun Ağır Ceza Mahkemesinin 19/8/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"Dosya ve eklerinin incelenmesinden; ilgilinin adli sicil kaydının bulunmaması, sabıka kaydında geçen kayıtların arşiv kaydı olması, 5352 sayılı kanunun 12/1-b maddesine göre Anayasanın maddesinde belirtilen suçlar için arşiv kaydının silinmesinin mümkün olmama, talep sahibinin sabıka kaydında geçen suçların Anayasa maddede sayılan suçlardan olması karşısında netice olarak vardığı sonuca göre usul ve yasaya uygun olan Bulancak Asliye Ceza Mahkemesinin 21/04/2014 tarih ve 2014/119 iş sayılı kararına yapılan itirazın reddine karar verilmiştir." Ret kararı 23/9/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 25/5/2005 tarihli ve 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu'nun 13/A maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki kanunların belli bir suçtan dolayı veya belli bir cezaya mahkûmiyete bağladığı hak yoksunluklarının giderilebilmesi için, yasaklanmış hakların geri verilmesi yoluna gidilebilir. Bunun için; Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinin beşinci ve altıncı fıkraları saklı kalmak kaydıyla, a) Mahkûm olunan cezanın infazının tamamlandığı tarihten itibaren üç yıllık bir sürenin geçmiş olması,b) Kişinin bu süre zarfında yeni bir suç işlememiş olması ve hayatını iyi halli olarak sürdürdüğü hususunda mahkemede bir kanaat oluşması gerekir...." | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16269 | Başvuru, kararın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki bir iddiaya ayrı ve açık yanıt verilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince, uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/13401 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, kendisine yanlış tedavi uygulanması sonucu uğradığı zararların tazmini istemiyle 2007 yılında açmış olduğu tam yargı davasının halen karara bağlanmamış olduğunu ve davanın iyi incelenmediğini belirterek Anayasa’nın maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitiyle maddi ve manevi zararlarının tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 11/9/2013 tarihinde Menderes Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 29/11/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 14/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş ve Adalet Bakanlığının 12/3/2014 tarih ve 30143 sayılı görüş yazısı 20/3/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş olup, başvurucu tarafından Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyanda bulunulmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 24/3/2007 tarihinde gebeliği dolayısıyla artan sancıları nedeniyle Buca Seyfi Demirsoy Devlet Hastanesi Acil Servisine başvurmuştur. Hastanenin kadın hastalıkları ve doğum servisinde müşahade altına alınan başvurucu, tedavisinin ardından tam düşük tanısıyla 26/3/2007 tarihinde taburcu edilmiştir. Aynı gün durumunun kötüye gitmesi üzerine başka bir hastane acil servisine müracaat eden başvurucu, burada dış gebelik teşhisiyle ameliyata alınmıştır. Başvurucu, Buca Seyfi Demirsoy Devlet Hastanesinde kendisine dış gebelik teşhisinin konulmamış olması nedeniyle hayati tehlikeye maruz kaldığını, yapılan ameliyat sırasında da tüplerinden birinin alınması sonucu gebelik şansının azaldığını, olayda idarenin hizmet kusuru bulunduğunu ileri sürerek oluşan maddi ve manevi zararlarının tazmini amacıyla ilgili idareye 6/6/2007 tarihinde yaptığı başvurunun reddi üzerine İzmir İdare Mahkemesinde 10/8/2007 tarihinde idare aleyhine tam yargı davası açmıştır. İzmir İdare Mahkemesinin 30/9/2010 tarih ve E.2007/1457, K.2010/1225 sayılı kararıyla, “Adli Tıp Kurumu Adli İhtisas Kurulunca düzenlenen bilimsel rapor ve dosyadaki diğer bilgi ve belgelerin birlikte değerlendirilmesine göre bünyesinde risk taşıyan sağlık hizmetini yürüten davalı idarenin hizmetten yararlanan davacıya karşı ağır hizmet kusurunda bulunmadığı” gerekçesiyle dava reddedilmiştir. Başvurucu, tarafına 16/12/2012 tarihinde tebliğ edilen kararı temyiz etmiş olup, başvuru tarihi itibarıyla dava Danıştay Dairesi önünde derdesttir.B. İlgili Hukuk 2577 sayılı Kanun’un “Kapsam ve nitelik” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinde yazılı yargılama usulü uygulanır ve inceleme evrak üzerinde yapılır.” 2577 sayılı Kanun’un “Dilekçeler üzerine ilk inceleme” kenar başlıklı maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:“(3) Dilekçeler, Danıştayda daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından: a) Görev ve yetki, b) İdari merci tecavüzü, c) Ehliyet, d) İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı, e) Süre aşımı, f) Husumet, g) 3 ve 5 inci maddelere uygun olup olmadıkları, Yönlerinden sırasıyla incelenir. (4) Dilekçeler bu yönlerden kanuna aykırı görülürse durum; görevli daire veya mahkemeye bir rapor ile bildirilir. Tek hakimle çözümlenecek dava dilekçeleri için rapor düzenlenmez ve 15 inci madde hükümleri ilgili hakim tarafından uygulanır. 3 üncü fıkraya göre yapılacak inceleme ve bu fıkra ile 5 inci fıkraya göre yapılacak işlemler dilekçenin alındığı tarihten itibaren en geç onbeş gün içinde sonuçlandırılır.” 2577 sayılı Kanun’un “Dosyaların incelenmesi” kenar başlıklı maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir: “Danıştay, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde dosyalar, bu Kanun ve diğer kanunlarda belirtilen öncelik veya ivedilik durumları ile Danıştay için Başkanlar Kurulunca; diğer mahkemeler için Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca konu itibariyle tespit edilip Resmi Gazete'de ilan edilecek öncelikli işler gözönünde bulundurulmak suretiyle geliş tarihlerine göre incelenir ve tekemmül ettikleri sıra dahilinde bir karara bağlanır. Bunların dışında kalan dosyalar ise tekemmül ettikleri sıraya göre ve tekemmül tarihinden itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırılır.” 2577 sayılı Kanun’un “Tebliğ işleri ve ücretler” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Danıştay ile bölge idare, idare ve vergi mahkemelerine ait her türlü tebliğ işleri, Tebligat Kanunu hükümlerine göre yapılır. Bu suretle yapılacak tebliğlere ait ücretler ilgililer tarafından peşin olarak ödenir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7017 | Başvurucu, kendisine yanlış tedavi uygulanması sonucu uğradığı zararların tazmini istemiyle 2007 yılında açmış olduğu tam yargı davasının halen karara bağlanmamış olduğunu ve davanın iyi incelenmediğini belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitiyle maddi ve manevi zararlarının tazminine karar verilmesini talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, yükseköğretim kurumundan çıkarma disiplin cezasına ilişkin işlem ile bu işleme karşı yapılan itirazın reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/7/2013 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/7/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 9/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 8/12/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 15/12/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 24/12/2015 tarihinde ibraz etmiştir A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Disiplin Soruşturması Süreci Başvurucu, olay tarihinde Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümünde sınıfta öğrenim görmekteydi. Sivas İl Emniyet Müdürlüğü tarafından başvurucunun öğrenim gördüğü Cumhuriyet Üniversitesi Rektörlüğüne (Rektörlük) 24/4/2006 tarihli ve 480 sayılı bir yazı gönderilmiştir. Söz konusu yazıda 19/3/2006 tarihinde Sivas ilinde tertiplenen nevruz gösterilerinde başvurucunun da aralarında bulunduğu Sivas Cumhuriyet Üniversitesinde öğrenim gören bir kısım öğrencinin PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün gençlik yapılanması olan Yurtsever Özgür Gençlik Hareketi (YÖGEH) içinde faaliyet gösterdiğinin tespit edildiği ve tutuklandıkları bildirilmiştir. Bu bildirim üzerine Rektörlüğün 15/5/2006 tarihli ve 641 sayılı onayı ile Üniversite yönetimince isimleri bildirilen öğrenciler hakkında disiplin soruşturması başlatılmış; 25/9/2006 tarihli soruşturma raporunda, Sivas ilindeki nevruz gösterilerinde çekilen kamera ve fotoğraf görüntülerinde başvurucunun örgütün marşı olarak bilinen “Her Nepeş” adlı marşı söylediğinin tespit edilmesi nedeniyle yasa dışı örgüte üye olma ve örgüt adına faaliyette bulunma fiilinin sübuta erdiğinden bahisle hakkında 13/1/1985 tarihli ve 18634 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan mülga Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) maddesinin (e) bendinde “Kanun dışı kuruluşlar adına faaliyet yapmak veya yardımda bulunmak” şeklinde tanımlanan eylemin gerçekleşmiş olması ve daha önce benzer eylemden dolayı üç kez disiplin cezası aldığı hususu da gözönünde bulundurularak başvurucu hakkında yükseköğretim kurumundan çıkarma cezası ile tecziyesi yönünde teklif getirilmiş, teklif doğrultusunda Üniversite Disiplin Kurulunun 1/11/2006 tarihli ve 2006/1–1 sayılı kararı ile yükseköğretim kurumundan çıkarma cezası ile cezalandırılmıştır. Başvurucu 6/11/2006 tarihinde disiplin kurulu kararının iptali ve tazminat talebi ile Sivas İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme, yargılama sürecinde görülmekte olan davanın sonucunun başvurucu hakkında Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinde görülen E.2005/129 sayılı dosyanın sonucuna bağlı bulunduğu gerekçesiyle 23/1/2009 tarihinde, bu davanın sonuçlanıncaya kadar önündeki davanın bekletilmesine karar vermiştir. Başvurucu hakkında Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davada 24/3/2009 tarihinde karar verilmesi üzerine Sivas İdare Mahkemesi 26/5/2009 tarihli ve E.2007/91, K.2009/524 sayılı kararı ile başvurucunun iptal ve tazminat taleplerini reddetmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"…Dava dosyasının incelenmesinden; Sivas İl Emniyet Müdürlüğü tarafından Cumhuriyet Üniversitesi Rektörlüğü'ne yazılan 2006 tarihli ve 480 sayılı yazıda 2006 tarihinde Sivas İlinde tertiplenen nevruz gösterisinde aralarında davacı öğrencinin de bulunduğu, Cumhuriyet Üniversitesinde öğrenim gören bir kısım öğrenciden, PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün gençlik yapılanması olan YÖGEH içerisinde faaliyet gösteren öğrencilerin ortaya çıkartılması amacıyla yapılan operasyon sonucunda tutuklandıklarının bildirilmesi üzerine, Üniversite Yönetimince bahsi geçen öğrenciler hakkında soruşturma başlatıldığı, 2006 günlü soruşturma raporunda davacı ile ilgili olarak, yasa dışı örgüte üye olmak, örgüt adına faaliyette bulunmak fiilinin sübuta erdiğinden bahisle ve daha önce üç kez isiplin cezası (iki kez birer hafta uzaklaştırma, bir kez bir yıl uzaklaştırma) aldığı da göz önünde bulundurulmak suretiyle Disiplin Yönetmeliği'nin 10/e maddesi kapsamında yükseköğretim kurumundan çıkarma cezası ile tecziyesi yönünde teklif getirildiği, teklif doğrultusunda Üniversite Diplin Kurulu'nun 2006 tarih ve 2006/1-1 sayılı kararı ile davacı öğrencinin "Yükseköğretim Kurumundan Çıkarma Cezası" ile cezalandırılmasına karar verildiği, bu işleme karşı yapılan itirazın reddine üzerine de bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Olayda; davacı hakkında yükseköğretim kurumundan çıkarma cezası ile cezalandırılmasına dayanak fiilleri ile ilgili olarak terör örgütünün yöneticisi olmak suçlarından dolayı Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi'nin, PKK (KONGRA-GEL) terör örgütünün Sivas İlinde faaliyet gösteren gençlik yapılanması içerisinde hareket eden diğer sanıklar ile birlikte E:2005/129 esas sayılı dosyada yargılandığı, bu yargılama sonucunda Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2009 tarih ve Dosya No:2005/129, Karar No:2009/113 sayılı kararı ile davacının 5237 sayılı Yasanın 314/ maddesi ile aynı Kanunun maddesinde sayılan suçları işlediğinden mahkumiyetine karar verildiği, 5237 sayılı Yasanın maddesi uyarınca verilen cezalar hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.Bu durumda, davacının 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 314/ maddesinde yer verilen terör örgütü üyesi olmak suçundan mahkum olduğu açık olduğundan, durumuna uygun olarak Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin, maddesinin, (e) bendi hükmü uyarınca davacının yükseköğretim kurumundan çıkarılmasına ilişkin olarak tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştr." Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Sekizinci Dairesinin 18/9/2012 tarihli ve E.2009/9540, K.2012/6389 kararı ile temyiz isteminin reddine karar verilmiş, bu karara karşı yapılan karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 7/6/2013 tarihli ve E.2013/457, K.2013/4559 sayılı kararı ile reddedilerek başvurucu hakkındaki disiplin cezasına ilişkin işlem kesinleşmiştir. Karar, başvurucuya 15/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ceza Yargılaması Süreci Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK madde ile görevli)13/6/2006 tarihli ve E.2006/40 sayılı iddianamesiyle başvurucunun da aralarında bulunduğu şüpheliler hakkında 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen “örgüte üye olma” ve Kanun’un maddesinde belirtilen “suç ve suçluyu övme” suçlarından cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinin E.2006/102 sırasına kaydedilen dava, Mahkemenin 3/10/2006 tarihli ve E.2006/102, K.2006/132 sayılı kararıyla aynı Mahkemenin E.2005/129 sayılı dava dosyasında birleştirilmiştir. Mahkemenin E.2005/129 sayılı dava dosyasında birleştirilen dosyalar kapsamında birden çok iddianame bulunmaktadır. Başvurucu hakkında disiplin cezasının uygulanmasına neden olan suçlamalar ise “ İddianame” başlığı altında anlatılmaktadır. İddianame'nin ilgili kısımları şöyledir:“…19/03/2006 Pazar günü Nevruz Bayramı kutlamalarının Sivas’ta Alibaba Mahallesi Çayboyu CaddesiKızılırmak Siteleri arka kısmında bulunan boş arazide yapıldığı,kutlamalara Cumhuriyet Üniversitesinde öğrenim gören ve yasadışıPKK/KONGRA-GEL terör örgütünün gençlik yapılanması olan YÖGEH (Yurtsever Özgür Gençlik Hareketi) içerisinde faaliyet gösteren öğrenciler, ESP (Ezilenlerin Sosyalist Platformu) içerisinde faaliyet gösteren öğrenciler ve Tokat ilinden gelen Tokat İli Gaziosmanpaşa Üniversitesi öğrencileri oldukları belirlenen ve Tokat YÖGEH içerisinde faaliyet gösteren öğrencilerin katıldığı, Nevruz Bayramı Kutlaması 19/03/2006 günü saat:00 sırasında lastikler yakılarak başlamış, topluluk tarafından yakılan lastiklerin etrafında zılgıtlar ve şarkılar eşliğinde halaylar çekilmiş, kutlamalara katılan topluluk tarafından ellerinde yasadışı PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün sözde bayrağını temsil eden sarı, kırmızı ve yeşil renkteki bez parçası gezdirilmiş, topluluk tarafından; “BİJİ NEVROZ, DİSA DİSA SERHİLDAN SEROKEME ÖCALAN, BİJİ AŞİTİ, BİJİ AZADİ, BİJİ SEROK APO, YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ, BASKILAR BİZİ YILDIRAMAZ, NEVROZ İSYANDIR GÜNEŞE SELAMDIR, TECRİTE SON VER BARIŞA YOL VER”ibareli sloganlar atılmış, yine aynı topluluk tarafından PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün EY DIJMIN ve HERNEPEŞ isimli sözde marşlarını okumuş, kutlama saat:00 sıralarında sona ermiş, Tokat İlinden gelen öğrenciler aynı gün Sivas'tan ayrılmışlar ve yapılan etkinlik baştan sona kadar emniyet görevlileri tarafından teknik cihazlar ile kayıt edilmiştir. Nevruz kutlamaları sırasında atılan tüm yasadışı sloganların diğer illerde yapılan Nevruz eylemlerinde de kullanıldığı illerden gelen resmi yazılardan anlaşılmıştır.Nevruz Bayramı kutlamalarına Sivas ve Tokat illerinde yükseköğrenim gören kişilerin yoğun olarak katılmaları nedeniyle Cumhuriyet Üniversitesinde öğrenim gören ve yasadışıPKK/KONGRA-GEL terör örgütünün gençlik yapılanması olan YÖGEH (Yurtsever Özgür Gençlik Hareketi) içerisinde faaliyet gösteren öğrencilerin eylemleri ile terör örgütünün içerisindeki faaliyetlerinin açığa çıkartılması, şüphelilerin yakalanması ve suç delillerinin elde edilmesi amacıyla 15/04/2006 günü Sivas Sulh Ceza Mahkemesinin 14/04/2006 tarih ve 2006/358 Değ. İş sayılarına kayden alınan arama izni kararı ile şüphelilerin ikametgahlarında ve … adresinde faaliyet gösteren KIZILIRMAK DERGİ TEMSİLCİLİĞİ’NDE arama yapılmış, Tokat İlinden gelerek Sivas'ta yapılan Nevruz kutlamalarına katılan gurup içerisinde aktif rol alarak grubu yönlendirdikleri tespit edilen şahısların eylem ve örgüt içerisindeki faaliyetlerinin tespiti amacıyla Tokat Sulh Ceza Mahkemesinin 2006 tarihli ve İş. No:2006/345 sayılı arama izni kararı ile aşağıda ayrıntıları yazılı arama işlemleri yapılmıştır.…Nevruz Bayramı ile ilgili olarak 19/03/2006 günü Sivas ili Alibaba Mahallesi Çayboyu Caddesi Kızılırmak Siteleri arka kısmında bulunan boş alanda yapılan Nevruz kutlamasında görevliler tarafından çekilen kamera ve fotoğraf görüntülerinin yapılan CD çözümünde; No'lu CD'de bulunan görüntünün 05 saniyesinde üzerinde mavi kot pantolon ve lacivert mont olan başında kahverengi şapka bulunan ve elinde sarı kırmızı yeşil renkte sözde PKK bayrağını temsil eden bez parçası ile halay başı çeken şüpheli Ş. B.,Görüntünün 09 saniyesinde üzerinde kahverengi mont ve pantolon olan ve alkış eşliğinde 'NEVRUZ İSYANDIR GÜNEŞE SELAMDIR' şeklinde slogan atan ve attıran şüpheli İdris İSEN,Görüntünün 39 saniyesinde şüpheli İdris İSEN tarafından grubun toplandığı, grup içerisinde şüpheli S. T.'nin de yer aldığı;Görüntünün 53 saniyesinde İdris İSEN tarafından 'ARKADAŞLAR DEVRİM VE DEMOKRASİ ŞEHİTLERİ ANISINA BİR DAKİKALIK SAYGI DURUŞU' diyerek sol elini zafer işareti yaparak havaya kaldırdığı,Görüntünün 19 saniyesinde grubu yönlendiren şüpheli İdris İSEN ve grup tarafından PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün sözde marşı olarak bilinen "EY REQÎB, HER MAWE QEWMÎ KURDZİMAN, NAYSİKÊNÊ DANAYÎ TOPÎ ZEMAN KES NELÊ KURD MİRDUWE" (DİNLE DÜŞMAN, KÜRT HALKI HALA YAŞIYOR. TOP ATEŞİNDEN VE FELAKETLERDEN HİÇ YILMAYACAK. KÜRT GENÇLİĞİ ASLAN GİBİ ŞAHLANIYOR,) ile başlayan "LAWÎ KURD HELSAYE SER PÊ WEK DİLÊR, TA BE XWÊN NEQSÎ EKA TACÎ JÎYAN" ( KÜRT GENÇLİĞİ DAİMA KURBAN VERMEĞE HAZIR, ÖLÜME HAZIR, ÖLÜME HAZIR, ÖLÜME HAZIR.) ibareleri son bulan sözde marşı söyledikleri sözde marştan sonra hep birlikte alkışlar eşliğinde'BİJİ NEVRUZ, BİJİ NEVRUZ' şeklinde slogan atmışlardır.Görüntünün 28 saniyesinde yukarıda açık kimliği yazılı İdris İSEN. tarafından 'TECRİTE SON VER BARIŞA YOL VER' şeklinde gruba slogan attığı ve attırdığı,Görüntünün 58 saniyesinde yukarıda açık kimliği yazılı İdris İSEN tarafından ve yine yukarıda açık kimlikleri yazılı grupta bulunan şahıslarla birlikte 'BİJİ NEVRUZ, BİJİ NEVRUZ' şeklinde slogan attıkları,Görüntünün 06 saniyesinde grubu yönlendiren ve yukarıda açık kimliği yazılı İdris İSEN tarafından şüpheliler S.T. ve F. B. ile birlikte 'NEVRUZ İSYANDIR, GÜNEŞ'E SELAMDIR' şeklinde slogan atıkları,Görüntünün 35 saniyesinde Tokat ilinden gelen grupla birlikte grubu yönlendiren, üzerinde mavi kot pantolon siyah renkli deri mont bulunan içerisinde gri kazak olan şüpheli E. E.ile birlikte'DİSA DİSA SERHİLDAN SEROKAME ÖCALAN' şeklinde slogan atarak Nevruz alanına gelmiştir. Nevruz alanında bulunan yukarıda açık kimliği yazılı şahıslar gelen gruba hitaben 'BİJİ NEVRUZ BİJİ NEVRUZ' şeklinde karşılık verdikleri, Görüntünün 04 saniyesinde gelen Tokat grubu ile birlikte şüpheliler … ve İdris İSEN tarafından PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün sözde marşı olarak bilinen "BIRAYÊN DELAL HUN WERİN KURDINO BIHIŞTA WELAT EM HERIN MERDINO" (GÜZEL KÜRT KARDEŞLERİM GELİN ÜLKEMİZİN ARDINA GİDELİM) ibaresi ile başlayan, "DILÊ MEJPOLA GURÇIK BÛNE HESIN BO ALA RENGÎN HUN WERIN EM BESIN" (YÜREKLERİMİZ ÇELİKLEŞTİ ARTIK HAYDİ KIZIL BAYRAK İÇİN HEP BERABER GİDELİM.) ibaresi ile son bulan HER NEPEŞ (İLERİ)isimli sözde marşın söylendiği, ...Görüntünün 59 saniyesinde grubu yönlendiren yukarıda açık kimliği yazılı İdris. İSEN tarafından alkışlar eşliğinde 'BİJİ NEVRUZ BİJİ NEVRUZ' şeklinde slogan attırarak son bulduğu tespit edilmiş ve çözüm Tutanağı dosyaya eklenmiştir.…” İddianamede başvurucunun 19/3/2006 tarihli nevruz gösterisine katılmasından ayrı olarak başka olaylardan da bahsedilmektedir. Bu olaylardan bazıları şunlardır:“…Örgütün gençlik yapılanması olan YÖGEH'in Sivas İl sorumlusu olduğu, evinde yapılan aramada 4 sayfalık Sosyalist Parti başlıklı örgütsel doküman elde edildiği, YÖGEH içerisindeki faaliyetlerini aktif olarak yürüttüğü, örgüt tarafından tertip edilen etkinliklere katılmak amacıyla Ankara, İstanbul ve Diyarbakır İllerine gittiği, Nevruz kutlamalarında topluluğu yönlendirdiği, Sivas'da örgütün yapılanması içinde üst düzey yönetici konumunda olduğu, …Şüpheliler … ve İdris İsen'’in2005 tarihinde Sivas ilinde ki Nevruzkutlamalarında yine şüpheliler … ve İdris İsen'in 4 Kasım 2014 tarihinde Cumhuriyet Üniversitesinde yapılan protesto eylemine katıldığı, yine şüpheliler … ve İdris İsen'in, 2005 tarihindeDiyarbakır ilinde yapılan Nevruz kutlamalarınakatıldıkları,terör örgütünün propagandası niteliğinde slogan attıkları şüphelilerin eylemlerinin suç tarihi itibariyle suç ve suçluyu övme niteliğinde bulunduğu,…Şüphelilerin Sivas’ta yaptıkları eylemlerin terör örgütünün yönlendirmesiyle ülke genelinde yapılan eylemlerle eş zamanlı ve aynı olduğu, yakalanan şüphelilerin yapılan ev aramalarında elde edilen bazı CD'lerin aynı içerikli ve birden fazla olduğu, üzerlerinde bulunan yazıların benzerlik taşıdığı, bahse konu CD'lerin Sivas ve Tokat İlleri YÖGEH (Yurtsever Özgür Gençlik Hareketi) İl sorumluları olmaları terör örgütü ile bağlantılarının bulunduğunu göstermektedir. Yukarıda anlatılan nedenler ve tüm dosya kapsamına göre şüphelilerin yasa dışı PKK/ KONGRA-GEL terör örgütünün gençlik yapılanması olan YÖGEH (Yurtsever Özgürlük Gençlik Hareketi)adına faaliyette bulundukları, Şüpheliler E. E., İ. E., K. ve K. ‘nin örgüt yöneticisi konumunda oldukları, diğer şüphelilerden İdris İsen'in ve diğerlerininise örgüt üyesioldukları arama ve el koyma kararları, cd, disket, kamera, cep telefonu,sim kart, fotoğraf çözüm tutanakları, inceleme tutanakları, bilgisayar internet site çıktıları, yakalama tutanakları, telefon dinleme kayıtları, el yazıları, CMK 250 Md ile görevli Başsavcılığımız adli emanetinin 2006/39-37 sayılı emanet makbuzu, şüphelilerin beyanları, nüfus ve sabıka kayıtları, sorgu tutanaklarıve tüm dosya kapsamından anlaşılmakla,” 13/6/2006 tarihli ve E.2006/40 ve 2006/29 No.lu İddianame ile örgüt üyeliği suçundan cezalandırılmaları istenilen şüpheliler "İdris İSEN, E. E., K. , K. ve S. T.'nin Sivas ilindeterör örgütünün gençlik yapılanması içerisinde yer aldıkları, terör örgütü adına faaliyet göstererek bu amaçla Nevruz ve benzeri gösterilerde örgüt adına yönlendirmelerde bulundukları, evlerinde çoksayıda yasak yayın ve Öcalanposterleri bulundurdukları, söz konusu gençlik yapılanması içerisinde organize birşekilde hareket ettikleri tüm dosya kapsamından anlaşılmaklabaşvurucunun da 2006 tarihinde Sivas ilinde yapılan Nevruz kutlamalarına katılarak “Nevruz İsyandır, Güneşe selamdır, Disa Disa Serhildan SerokÖcalan” vebenzeri terör örgütünün propagandası içerikli sloganlar attıkları, suç tarihi itibariyle şüphelilerin eylemlerinin 5237 Sayılı Kanun’un maddesi kapsamında suç ve suçluyu övme niteliğinde bulunduğu anlaşıldığından, bu suçtan ayrı ayrı cezalandırılmaları” da talep edilmiştir. İddianamede YÖGEH’nin PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün Türkiye gençlik yapılanması olduğuna ilişkin şu değerlendirmeler yapılmıştır:"PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün Türkiye gençlik yapılanması olan BAGEH'in (Bağımsız Gençlik Hareketi) yeniden yapılandırılması maksadıyla "BAGEH Türkiye Konferansı" ismi altında İstanbul ilinde 10-13 ARALIK 2005 tarihinde yapılan sözde konferans sonrası, gençliğin hareket alanını genişletecek, kendi içinde demokratik sürece yanıt olabilecek bir yapılanma üzerinde karar kılındığı ve tüm gençleri kendi bünyesinde örgütlemek amacıyla BAGEH'İN fesh edilerek yerine yurtsever özgür gençlik hareketi (YÖGEH) kurulduğu ilan edilmiştir.Terör örgütü, YÖGEH(Yurtsever Özgür Gençlik Hareketi) nin; - Temel hedeflerinin; "Abdullah Öcalan'la İradeleşmek, Konfederalizmi Pratikleştirmek" olduğunu, - Amaçlarının; Türkiye'de öğrenci gençliğinin ve ihtiyaç olarak belirlenen işçi, işsiz ve köylü gençlik kesimlerinin biraraya getirilmesi ve cumhuriyetin demokratikleştirilmesi olduğu, Konfederalizmin toplum nezdinde yaşama geçirilmesi ihtiyaç olduğunu, - Sözde oligarşik cumhuriyeti demokratik cumhuriyete dönüştürmek için sözde Demokratik Konfederalizmmisyonunu önemli bulduklarını, - Abdullah Öcalan'a yönelik sözde kapsamlı ve sistemli bir saldırının olduğu, Abdullah Öcalan'ın sözde geliştirdiği demokratik cumhuriyet ve üst kimlik gibi tartışmaların yürütüldüğü bir sırada sözde tecritin uygulanmasını kabul etmediklerini, - Sözde Kürt sorununun bir halk sorunu olduğunu ve muhatabının Abdullah Öcalan'ın olacağı, Abdullah Öcalan'sız çözümün belirlemesinin çözümsüzlüğün formülü olduğunu ve buna girecek/yanaşacak kesimlere karşı tavır alacaklarını, - Gençliğin irade olarak pasifize edildiğini, YÖGEH'in meşru, caydırıcı eylem tarzıyla topluma ve değerlerine yapılan bütün saldırılara cevap vereceğini, işçi, işsiz, köylü ve öğrenci gençlikten oluşacak YÖGEH yapısının, bundan sonra yapılacak olan çalışmalarda sistemin yürüttüğü planlı çalışma tarzını boşa çıkarıcı bir pratik içerisinde olacağını, - Tüm gençlik kesimlerini YÖGEH'e davet ettiklerini, Abdullah Öcalan'a yapılan sözde saldırıların gençliğin sorununun öznesi olarak hareket etmeyi gerektirdiğini, bu sebeple gençleri YÖGEH'te örgütlenmeye çağırdıklarını, YÖGEH'in gençliğin ve halkın sorunlarını kendi öz gücüyle çözeceği iddiasında olduğunu, - YÖGEH tarafından yapılan eylemlerin YÖGEH adıyla sahiplenmesi, DEM-GENÇ'in Türkiye Gençliğini kapsadığı, her YÖGEH'linin DEM-GENÇ'li olduğu, ancak her DEM-GENÇ'linin YÖGEH'li olmadığı,- Sol ve devrimci gençlik örgütleriyle çeşitli ittifaklara gidilebileceği, bu konudaki temel ilkenin terörist başı ve YÖGEH tarafından savunulan değerlere saygı olduğu, Abdullah Öcalan'a yönelik hakaret ve karalamanın işbirliği ve ittifakları engelleyeceğini bildirmiş, 15/04/2006 günü gözaltına alınan şüphelilerin yapılan ev aramalarında elde edilen dokümanların incelemesinde YÖGEH'in varlığının kabul edildiği tespit edilmiştir." Başvurucu; soruşturma evresinde kolluktaki ifadesinde atılı suçlamaları kabul etmediğini, Cumhuriyet Savcılığındaki ifadesinde YÖGEH ve BAGEH ile bağlantısının olmadığını, Mahkemedeki ifadesinde ise 2006 yılı nevruz kutlamasına katıldığını, slogan atmadığını, herhangi bir örgüt ile organik bağının olmadığını, örgütsel faaliyet düzenlemediğini, aidat toplamadığını ve örgüte eleman kazandırmadığını, 2006 yılında Sivas ilinde düzenlenen nevruz kutlamalarına katıldığını, “tecrite hayır yaşasın halkların kardeşliği" şeklinde slogan attığını ifade etmiştir. Başvurucu hakkında Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinin 24/3/2009 tarihli ve E.2005/129, K.2009/113 sayılı kararı ile örgüt üyeliği suçundan 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca 6 yıl 3 ay hapis ve suç ve suçluyu övme suçundan Sivas ve Diyarbakır illerindeki nevruz kutlamalarındaki eylemleri ile Sivas ili Mevlana caddesindeki eylemlerinden dolayı her bir eylem için aynı Kanun’un maddesi gereğince 25 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Mahkeme, başvurucunun İddianame çerçevesinde örgüt üyeliği suçunu işlediğine gerekçe olarak; “Sanıklar İdris İSEN., E. E., K. ve K. ’nin örgüt yöneticiliğinden cezalandırılması istenmiş ise de sanıkların örgüt yönetici olduğuna dair yeterli ve inandırıcı delil elde edilememiştir. Fakat bu sanıkların eylemleri değerlendirildiğinde örgüt üyesi oldukları kanaatine varılmıştır. Bu sanıklarla beraber İdrisİSEN'in eylemleri değerlendirildiğinde süreklilik, çeşitlilik zayıfta olsa aralarında hiyerarşik bir bağ bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu iddianame ile sanıkların bağlı suçları hakkında dava açılmamıştır. İddianame anlatımından sanıkların suç tarihi itibariyle suç ve suçluyu övme ile propaganda suçlarını işledikleri anlaşılmaktadır. Sanıklara bağlı suçları iddianamede anlatıldığından ek savunma hakkı tanınmıştır. Sanıkların eylemlerini PKK terör örgütünün uzantısı konumundaki gençlik yapılanması YÖGEH adına yürüttüğünün anlaşıldığı…”belirtmiştir. Mahkeme, İddianame'de anlatılan 19/3/2006 tarihindeki aynı olay nedeniyle başvurucu hakkında 5237 sayılı Kanun’un maddesinde belirtilen suç ve suçluyu övme suçundan da mahkûmiyet hükmü kurmuştur. Başvurucunun temyizi üzerine Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinin kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 2/5/2011 tarihli ve E.2010/14857, K.2011/2662 sayılı kararı ile onanarak kesinleşmiştir.B. İlgili Hukuk 5237 sayılı Kanun’un “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (7) numaralı fıkraları şöyledir:“Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.…(Değişik: 2/7/2012 – 6352/85 md.) Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişi, örgüt üyesi olarak cezalandırılır. Örgüt üyeliğinden dolayı verilecek ceza, yapılan yardımın niteliğine göre üçte birine kadar indirilebilir.”” 5237 sayılı Kanun’un “Silahlı örgüt” kenar başlıklı maddesinin(1)ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.” 5237 sayılı Kanun’un “Suçu ve suçluyu övme” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“İşlenmiş olan bir suçu veya işlemiş olduğu suçtan dolayı bir kişiyi alenen öven kimse, (11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı Kanunun 10 uncu maddesiyle değişik, bu nedenle kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması hâlinde) iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun “Yükseköğretime giriş ve yerleştirme” başlıklı maddesi şöyledir:"Yükseköğretime giriş ve yerleştirme aşağıdaki şekilde yapılır:a. Yükseköğretim kurumlarına giriş ve yerleştirme işlemleri imkân ve fırsat eşitliğini sağlayacak tedbirleri almak kaydıyla, Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenen usul ve esaslara göre yapılır.b. Yükseköğretim kurumlarına esasları Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenen merkezî sınavlarla girilir. Yerleştirme puanlarının hesaplanmasında adayların ortaöğretim başarıları dikkate alınır. Ortaöğretim bitirme başarı notları en küçüğü iki yüz elli, en büyüğü beş yüz olmak üzere ortaöğretim başarı puanına dönüştürülür. Ortaöğretim başarı puanının yüzde on ikisi yerleştirme puanı hesaplanırken merkezî sınavdan alınan puana eklenir.c. Ortaöğretim kurumlarını birincilik ile bitiren adaylar için mevcut kontenjanların yanı sıra Yükseköğretim Kurulu kararı ile ayrı kontenjanlar belirlenebilir.d. Mesleki ve teknik ortaöğretim kurumlarından mezun olan öğrenciler, istedikleri takdirde bitirdikleri programın devamı niteliğinde veya bunlara en yakın olan mesleki ve teknik önlisans yükseköğretim programlarına sınavsız olarak yerleştirilebilir. Bu öğrencilerin yerleştirilmesine ilişkin usul ve esaslar Milli Eğitim Bakanlığının görüşü üzerine Yükseköğretim Kurulu tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.e. Önlisans mezunları için, ilişkili lisans programlarında belirlenmiş kontenjanın yüzde onunu geçmeyecek şekilde Yükseköğretim Kurulu kararı ile her yıl dikey geçiş kontenjanı ayrılabilir.f. Yabancı uyruklu öğrenciler ile ortaöğretimin tamamını yurt dışında tamamlayan öğrencilerin yükseköğretim kurumlarına kabul usul ve esasları Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenir. Uluslararası andlaşmalar gereği Türkiye’deki yükseköğretim kurumlarında burslu olarak öğrenim görecek yabancı uyruklu öğrencilerin yerleştirme işlemleri Yükseköğretim Kurulu tarafından yapılır.g. Yükseköğretim Kurulunca belirlenecek usul ve esaslara göre, belli sanat ve spor dallarında üstün kabiliyetli olduğu tespit edilen öğrenciler ile Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumunca tespit edilen uluslararası bilimsel yarışmalarda ödül kazanan öğrenciler, ilgili dallarda eğitim yapmak kaydıyla yükseköğretim kurumlarına yerleştirilebilir. (Ek cümle: 16/2/2016-6676/4 md.) Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumunca tespit edilen ve Yükseköğretim Kurulu tarafından kabul edilen ulusal ve uluslararası düzeyde düzenlenen bilimsel yarışmalarda ilk üçe giren öğrencilerin ilgili dallardaki lisans programlarına yerleştirilmelerinde, merkezi sınavlardan almış oldukları puanlara, bu maddenin (b) bendine göre hesaplanan ortaöğretim başarı puanı ve bu puanın Yükseköğretim Kurulu tarafından tespit edilecek katsayı ile çarpımı sonucu bulunacak puan eklenir." 2547 sayılı Kanun’un “Öğrencilerin disiplin işlemleri” başlıklı maddesi şöyledir:“Soruşturma, yetkiler ve cezalar: a. Yükseköğretim kurumları içinde veya dışında yükseköğretim öğrenciliği sıfatına, onur ve şerefine aykırı harekette bulunan, öğrenme ve öğretme hürriyetini, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak kısıtlayan, kurumların sükun, huzur ve çalışma düzenini bozan, boykot, işgal ve engelleme gibi eylemlere katılan, bunları teşvik ve tahrik eden, yükseköğretim mensuplarının şeref ve haysiyetine veya şahıslarına tecavüz eden veya saygı dışı davranışlarda bulunan ve anarşik veya ideolojik olaylara katılan veya bu olayları tahrik ve teşvik eden öğrencilere; eylem başka bir suçu oluştursa bile ayrıca uyarma, kınama, bir haftadan bir aya kadar veya bir veya iki yarıyıl için kurumdan uzaklaştırma veya yükseköğretim kurumundan çıkarma cezaları verilir. b. Bir fakülte, enstitü veya yüksekokulun içinde veya dışında öğrencilerin işlemiş oldukları disiplin suçlarından dolayı soruşturma yapmaya ve doğrudan gerekli cezayı vermeye veya disiplin kuruluna sevk etmeye ilgili fakülte dekanı, enstitü veya yüksekokul müdürü yetkilidir. c. Disiplin soruşturmasına, olay öğrenilince derhal başlanılır ve soruşturma en geç on beş gün içinde sonuçlandırılır. d. Hakkında kovuşturma yapılan öğrenciye sözlü veya yazılı savunma hakkı verilir. Tanınan süre içinde savunma yapmayan öğrenci bu hakkından vazgeçmiş sayılır. e. Disiplin cezaları, ilgili öğrenciye yazı ile bildirilir. Durum, öğrenciye burs veya kredi veren kuruluşa ve Yükseköğretim Kuruluna duyurulur. Yükseköğretim kurumundan çıkarma kararlarına karşı on beş gün içinde üniversite yönetim kuruluna itiraz edilebilir. Cezalar öğrencinin dosyasına ve siciline işlenir. f. Bu maddeye göre yapılacak işlemler sırasında gerekirse öğrenciye, bağlı bulunduğu öğretim kuruluşunda, ilan yoluyla tebligat yapılabilir.g. Yükseköğretim kurumundan çıkarma kararı bütün yükseköğretim kurumlarına, Yükseköğretim Kurulu, emniyet makamları ve ilgili askerlik şubelerine bildirilir. (İptal ikinci cümle: Anayasa Mahkemesi’nin 28/4/2011 tarihli ve E.: 2009/59, K.: 2011/69 sayılı Kararı ile.)” 2547 sayılı Kanunu’nun maddesinin iptal edilen (g) fıkrasının ikinci cümlesi şöyledir:“Yükseköğretim kurumundan çıkarma cezası verilen öğrenciler, bir daha herhangi başka bir yükseköğretim kurumuna alınamazlar.” 2547 sayılı Kanunu’nun maddesinin (a) fıkrasının dokuzuncu bendi şöyledir:“a. Aşağıdaki hususlar Yükseköğretim Kurulu tarafından çıkarılacak yönetmeliklerle düzenlenir:…(9) Öğretim elemanları, memur ve diğer personel ile öğrencilerin disiplin işlemleri, disiplin amirlerinin yetkileri ve disiplin kurullarının teşkili ve çalışması ile ilgili hususlar,” Mülga Yönetmelik’in “Yükseköğretim Kurumundan Çıkarma Cezasını Gerektiren Disiplin Suçları” başlıklı maddesinin (e ) bendi şöyledir:“Yükseköğretim kurumundan çıkarma cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:...2) Kanun dışı kuruluşlara üye olmak, bu kuruluşlar adına faaliyet yapmak veya yardımda bulunmak,” Mülga Yönetmelik’in “Disiplin Cezaları” başlıklı maddesinin (e ) fıkrası şöyledir:“Yükseköğretim Kurumundan Çıkarma: Öğrenciye, bir daha yükseköğretim kurumlarından herhangi birine alınmamak üzere öğrencilikten çıkarıldığının yazı ile bildirilmesidir.” 18/8/2012 tarihli ve 28388 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği’nin “Yükseköğretim Kurumundan Çıkarma Cezasını Gerektiren Disiplin Suçları” başlıklı maddesi ise şöyledir:“(1) Yükseköğretim kurumundan çıkarma cezasını gerektiren eylemler şunlardır;a) Mahkeme kararıyla kesinleşmiş olmak kaydıyla, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, böyle bir örgütü yönetmek veya bu amaçla kurulan örgüte üye olmak, üye olmamakla birlikte örgüt adına faaliyette bulunmak veya yardım etmek,b) Yükseköğretim kurumlarında uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri satmak, satın almak, başkalarına vermek ve ticaretini yapmak,c) 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanuna aykırı olarak ateşli silahlarla, mermilerini ve bıçaklarla saldırı ve savunmada kullanılmak üzere özel olarak yapılmış bulunan diğer aletleri, patlayıcı maddeleri kullanmak,ç) Kişilerin vücudu üzerinde cinsel davranışlarda bulunmak suretiyle cinsel dokunulmazlıklarını ihlal etmek.” | Eğitim hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7171 | Başvuru, yükseköğretim kurumundan çıkarma disiplin cezasına ilişkin işlem ile bu işleme karşı yapılan itirazın reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, "hırsızlık, mala zarar verme, konut dokunulmazlığını ihlal" suçlarını işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 21/10/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 25/11/2014 tarihinde, başvurunun, makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiası yönünden kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 1/12/2014 tarihinde, esas incelemesinin yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 10/3/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında Bakırköy Sulh Ceza Mahkemesinin 25/11/2009 tarih ve 2009/176 Sorgu sayılı kararı ile tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 2/12/2009 tarih ve E.2009/54186 sayılı iddianamesi ile "hırsızlık, mala zarar verme, konut dokunulmazlığını ihlal" suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Bakırköy Çocuk Mahkemesi, 28/1/2010 tarih ve E.2009/560, K.2010/45 sayılı kararı ile başvurucunun, "hırsızlık" suçundan 300,00 TL adli para cezası, "mala zarar verme" suçundan 200,00 TL adli para cezası, "konut dokunulmazlığını ihlal" suçundan 600,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve tahliyesine karar vermiştir. Karar temyiz edilmiş olup, temyiz incelemesi Yargıtayda devam etmektedir. Başvurucu, 21/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (1) numaralı fıkrası, maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi ile maddesinin (1) numaralı fıkrası. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16620 | Başvurucu, "hırsızlık, mala zarar verme, konut dokunulmazlığını ihlal" suçlarını işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, kamu yararı ve kamulaştırma kararlarının iptal edilmemesi ile acele kamulaştırma usulünün uygulanmasına ilişkin Bakanlar Kurulu kararı iptal edildiği hâlde taşınmazların idare adına tescil edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvurunun makul sürede yargılanma hakkı dışında kalan şikâyetler yönünden 2017/31418 sayılı başvuru dosyasından ayrılmasına ve ayrılan dosyanın 2019/2890 başvuru numarasına kaydedilmesine karar verilmiştir. Başvurucu Mehmet Çetin 12/11/2019 tarihinde vefat etmiştir. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun (EPDK) 21/7/2011 tarihli kararı ile İzmir'in Kiraz ve Beydağı ilçelerinde rüzgâr enerjisine dayalı K. Rüzgâr Enerjisi Santrali (RES) Projesi yapılması kararlaştırılmıştır. Bu kapsamda K. Elektrik Yatırım Üretim ve Ticaret Anonim Şirketi (Şirket) lehine karar tarihinden geçerli olmak üzere 49 yıl süreyle üretim faaliyeti göstermek üzere üretim lisansı verilmiştir. EPDK tarafından lisans kapsamında yer alan tesislerin kurulabilmesi için gerekli olan ve aralarında başvuruculara ait taşınmazların da olduğu taşınmazların kamulaştırılmasında kamu yararı bulunduğu gerekçesiyle 14/3/2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu'nun maddesine göre 23/1/2014 tarihinde kamu yararı kararı alınmıştır. Bu karar 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun maddesi uyarınca Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı tarafından 14/4/2014 tarihinde onaylanmıştır. EPDK'nın kamulaştırma işlemlerini yapmakla görevli Maliye Bakanlığına yazdığı 16/4/2014 tarihli yazıda, kurulacak RES kapsamında kalan tarım arazileri hakkında 3/7/2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu gereğince İzmir Valiliği İl Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğünün 8/10/2013 tarihli yazısı ile tarım dışı kullanım izni verildiği belirtilmiştir. Projeye ait kamulaştırma planları ile eklerinin İzmir Kadastro Müdürlüğü tarafından onaylandığı ve "Çevresel etki değerlendirmesi [ÇED] gerekli değildir." kararının da Aydın Valiliği İl Çevre ve Orman Müdürlüğünün (Çevre ve Orman Müdürlüğü) 23/6/2011 tarihli kararıyla alındığı ifade edilmiştir. Ayrıca yıllık 000 kWh elektrik üretimi gerçekleştirilecek K. RES üretim tesisinin bir an önce işletmeye alınmasında kamu yararı bulunduğu belirtilmiş ve kamulaştırma işlemlerinin acele kamulaştırma usulüne göre yapılmasının uygun olduğu değerlendirmesine yer verilmiştir. Bu yazı üzerine Maliye Bakanlığı, taşınmazların 2942 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca kamulaştırılması için 25/4/2014 tarihinde bakan oluru almıştır. Ayrıca Bakanlar Kurulu 16/5/2014 tarihinde RES yapımı amacıyla ihtiyaç duyulan ve aralarında başvurucuların taşınmazlarının da olduğu taşınmazların 2942 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca acele usulle kamulaştırılmasına karar vermiştir. Bu karar 20/6/2014 tarihli ve 29036 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanmıştır.A. Acele Elkoyma ve Kamulaştırma Bedelinin Tespiti ve Tescili Davalarına İlişkin Süreç Maliye Hazinesi (Hazine) tarafından K. RES Projesi kapsamında başvurucuların taşınmazları hakkında acele elkoyma kararları verilmesi talebiyle 18/11/2014 tarihinde Kiraz Asliye Hukuk Mahkemesinde, 19/11/2014 tarihinde de Nazilli ve Asliye Hukuk Mahkemelerinde davalar açılmıştır. Anılan Mahkemeler 2014 yılı Aralık ve 2015 yılı Ocak ayı içinde taşınmazlara acele el konulmasına karar vermiştir. Başvuru formuna ekli belgelerde ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nden (UYAP) yapılan incelemede başvurucular İsmail Taşdöner ve Metin Sargın hakkında açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davası bulunup bulunmadığına yönelik bir belirleme yapmak mümkün olmamıştır. Bunlar dışında kalan başvurucular hakkında Hazine tarafından 26/6/2015 tarihinde kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil talebiyle davalar açılmıştır. Anılan davalarda 17/6/2016 tarihinde taşınmazların Hazine adına tesciline ve belirlenen kamulaştırma bedellerinin ödenmesine karar verildiği, başvurucu Ekrem Topal yönünden verilen kararın 2018 yılı içinde temyizin reddi ile kesinleştiği, diğer başvurucular yönünden ise bedelin belirlenmesi yöntemi açısından kararların bozulması üzerine yeniden yapılan yargılama üzerine davanın kabulüne karar verildiği ve bu kararların da 2020 yılı içinde onanarak kesinleştiği anlaşılmıştır. Bu yargılamalar sırasında başvurucular vekili Danıştayda açılan iptal davasının bekletici mesele yapılması talebinde bulunmuş ancak bu talep yürütmeyi durdurma kararı ibraz edilemediği gerekçesiyle reddedilmiştir. Ayrıca başvurucular vekili ilk kararların temyizine ilişkin sunduğu dilekçesinde Danıştayda açılan iptal davasının bekletici mesele yapılması taleplerinin gerekçesiz şekilde reddedildiğini ifade etmiştir.B. Kamu Yararı, Kamulaştırma ve Acele Usulde Kamulaştırma Kararlarının İptali Talebiyle Açılan Davaya İlişkin Süreç Başvurucular 30/1/2015 tarihinde, maliki oldukları taşınmazı da kapsayan, İzmir'in Kiraz ilçesi Ahmetler ve Umurlu köyleri ile Aydın'ın Nazilli ilçesi Bağcıllı köyünde bulunan taşınmazların K. RES yapımı amacıyla Hazine adına tescil edilmek üzere Maliye Bakanlığı tarafından 2942 sayılı Kanun'un maddesine göre acele kamulaştırılmasına ilişkin Bakanlar Kurulu kararının, Maliye Bakanlığının kamulaştırma kararının ve EPDK'nın kamu yararı kararının iptali talebiyle EPDK, Maliye Bakanlığı ve Bakanlar Kuruluna izafeten Başbakanlık aleyhine dava açmıştır. K. Enerji Yatırım Üretim ve Ticaret A.Ş.nin davalılar yanında davaya katılma talebi, davayı inceleyen Danıştay Altıncı Dairesince (Daire) 31/5/2016 tarihinde kabul edilmiştir. Başvurucuların yürütmenin durdurulması talebi Daire tarafından 17/11/2015 ve 29/3/2016 tarihli kararlar ile reddedilmiştir. Daire 22/2/2016 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Daire kararının gerekçesinde özetle;i. 2942 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası uyarınca Bakanlar Kurulunca kabul edilen büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla yapılacak kamulaştırmalar için yöntem konusunda özel bir düzenleme getirildiği ve bunun aciliyet kapsamında görüldüğü belirtilmiştir.ii. Taşınmazların RES amacıyla kamulaştırılması konusunun acele kamulaştırma ve olağan kamulaştırma ayrımı yapılmadan bir bütün hâlinde değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bakanlar Kurulu kararına yönelik olarak ayrı değerlendirme yapılmasının taşınmazın mülkiyet hakkının devri noktasında bir farklılık teşkil etmeyecek olması ve idarece 2942 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında olağan kamulaştırma usulü uygulanarak başvurucuların uzlaşmaya davet edilmesi karşısında işlemlerin bir bütün hâlinde taşınmazın mülkiyetinin kamulaştırılması olarak düşünülmek suretiyle hukuka uygunluğunun değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmıştır.iii. Şirket lehine EPDK'nın 21/7/2011 tarihli kararı ile karar tarihinden geçerli olmak üzere İzmir'in Kiraz ve Beydağı ilçelerinde rüzgâr enerjisine dayalı K. RES Projesi kapsamında 49 yıl süreyle üretim faaliyeti göstermek üzere üretim lisansı verildiği belirtilmiştir. Bu lisans kapsamında yer alan tesislerin kurulabilmesi için gerekli olan ve aralarında başvuruculara ait taşınmazların da olduğu taşınmazların kamulaştırılmasında kamu yararı bulunduğu gerekçesiyle kamulaştırma ve kamu yararı kararları ile acele kamulaştırma kararlarının alındığı, ayrıca Çevre ve Orman Müdürlüğünün 23/6/2011 tarihinde "ÇED gerekli değildir." kararı verdiği ve bu kararın iptali talebiyle açılan davanın Danıştay Ondördüncü Dairesinin 31/3/2016 tarihli kararıyla süre aşımı nedeniyle reddedildiği ifade edilmiştir.iv. İlgili mevzuat hükümlerine göre üretim lisansı kapsamında iklim ve çevre şartları, arazinin topoğrafik yapısı, rüzgârın yön ve şiddeti vb. hususlar dikkate alınarak uyuşmazlığa konu RES Projesi'nin imar planlarına işlendiğine ve bu planların yürürlükte olduğuna işaret edilmiştir. RES Projesi ve projeye ilişkin incelemeyle ilgili değerlendirmeler sonucunda -çevresel etkilere karşı alınması gerekli önlemlerin yeterli olduğu dikkate alındığında- mülkiyet hakkına kamu yararı amacı doğrultusunda müdahalede bulunularak kamulaştırma yapıldığından enerji yatırımının bir an önce gerçekleştirilebilmesi amacıyla taşınmaza el konulmasına imkân veren ve 2942 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca tesis edilen Bakanlar Kurulu kararında hukuka aykırılık görülmediği ifade edilmiştir. Kararın temyizi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (İDDK) 9/3/2017 tarihinde temyiz taleplerinin kısmen kabulü ile Daire kararının acele kamulaştırmaya ilişkin Bakanlar Kurulu kararı yönünden bozulmasına ve söz konusu Bakanlar Kurulu kararının iptaline, Maliye Bakanlığının kamulaştırma kararı ve EPDK'nın kamu yararı kararı yönünden ise Daire kararının onanmasına kesin olarak karar vermiştir. İDDK'nın kamulaştırma kararı ve kamu yararı kararı yönünden ayrı bir gerekçeye yer vermediği ve Daire kararını uygun bulduğu anlaşılmış olup acele kamulaştırma kararının iptaline ilişkin gerekçede özetle;i. 2942 sayılı Kanun'un maddesi incelendiğinde kamulaştırma işlemlerinde öngörülen yöntemlerin bir kısmının uygulanmayarak taşınmaza acele el konulabilmesi yolunun istisnai olarak başvurulabilecek bir yöntem olarak düzenlendiği ifade edilmiştir.ii. Kamulaştırma işlemlerinde aciliyet hâlinin uygulanabilmesi için Bakanlar Kurulu kararında aciliyet hâli ve bu hâli gerekli kılan durumlar ile gerek acele kamulaştırmanın konusu gerekse acele kamulaştırılacak taşınmazlar açıkça gösterilmek suretiyle acele kamulaştırmanın kapsamı ve çerçevesinin belirlenmesi gerektiğine işaret edilmiştir. Ayrıca acelelik hâli dışındaki durumlar için Bakanlar Kurulu kararının uygulanmasını sağlayacak ayrıntıya kararda yer verilmesi gerektiği, yasa koyucunun acelelik hâlini belirleme konusunda Bakanlar Kuruluna tanıdığı yetkinin başka bir makam ya da merci tarafından kullanılması sonucunu doğuracak, yetki devrini içerecek unsurlar taşımaması gerektiği belirtilmiştir.iii. İdareler tarafından proje kapsamında ihtiyaç duyulan taşınmazlara yönelik kamulaştırma işlemlerinin acele kamulaştırma usulü ile yürütülmesine ihtiyaç duyulduğu belirtilmekte ise de hangi gerekçelerle acele kamulaştırma usulünün uygulanmasının istendiği konusunda açıklamaya yeterince yer verilmediğine vurgu yapılmıştır. Alanda RES kurulacak olmasının tek başına acele kamulaştırma yapılması için yeterli olmadığı, öte yandan Bakanlar Kurulu kararında acele kamulaştırma prosedürünün uygulanması için gerekli olan olağanüstü durumların ve bu yönteme başvurulması ile amaçlanan kamu yararının somut olarak ortaya konulmadığı ifade edilmiş ve acele kamulaştırmaya yönelik Bakanlar Kurulu kararında hukuka uyarlık bulunmadığına işaret edilmiştir. Nihai karar 4/7/2017 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. UYAP'tan yapılan inceleme neticesinde Çevre ve Orman Müdürlüğünce 23/6/2011 tarihinde alınan "ÇED gerekli değildir." kararının iptali talebiyle açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin karar sonrasında başvurucuların Anayasa Mahkemesine 2016/13032 başvuru numarası ile bireysel başvuruda bulundukları anlaşılmıştır. Başvurucuların şikâyetleri mahkemeye erişim ile maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakları kapsamında incelenmiş ve 9/1/2019 tarihinde kabul edilemez bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 2942 sayılı Kanun’un uyuşmazlık tarihinde yürürlükte bulunan maddesinin ikinci fıkrası şöyledir: “Bakanlar Kurulunca kabul olunan, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskan projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla yapılacak kamulaştırmalarda, bir gerçek veya özel hukuk tüzelkişisine ödenecek kamulaştırma bedelinin o yıl Genel Bütçe Kanununda gösterilen miktarı, nakden ve peşin olarak ödenir. Bu miktar, kamulaştırma bedelinin altıda birinden az olamaz. Bu miktarın üstünde olan kamulaştırma bedelleri, peşin ödeme miktarından az olmamak ve en fazla beş yıl içinde faiziyle birlikte ödenmek üzere eşit taksitlere bağlanır. Taksitlere, peşin ödeme gününü takip eden günden itibaren, Devlet borçları için öngörülen en yüksek faiz haddi uygulanır.” 2942 sayılı Kanun’un uyuşmazlık tarihinde yürürlükte bulunan maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, 7 nci maddeye göre topladığı bilgi ve belgelerle 8 inci madde uyarınca yaptırmış olduğu bedel tespiti ve bu husustaki diğer bilgi ve belgeleri bir dilekçeye ekleyerek taşınmaz malın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, bu bedelin, peşin veya kamulaştırma 3 üncü maddenin ikinci fıkrasına göre yapılmış ise taksitle ödenmesi karşılığında, idare adına tesciline karar verilmesini ister.…Mahkemece malike doğrudan çıkarılacak meşruhatlı davetiyede veya ilan yolu ile yapılacak tebligatta;…f) 14 üncü maddede öngörülen süre içerisinde, kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda iptal davası açanların, dava açtıklarını ve yürütmenin durdurulması kararı aldıklarını belgelendirmedikleri takdirde, kamulaştırma işleminin kesinleşeceği ve mahkemece tespit edilen kamulaştırma bedeli üzerinden taşınmaz malın kamulaştırma yapan idare adına tescil edileceği,…… İdarece, kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına yatırıldığına veya hak sahibinin tespit edilemediği durumlarda, ileride ortaya çıkacak hak sahibine verilmek üzere bloke edildiğine dair makbuzun ibrazı halinde mahkemece, taşınmaz malın idare adına tesciline ve kamulaştırma bedelinin hak sahibine ödenmesine karar verilir ve bu karar, tapu dairesine ve paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil hükmü kesin olup tarafların bedele ilişkin temyiz hakları saklıdır.…14 üncü maddede belirtilen süre içinde, kamulaştırma işlemine karşı hak sahipleri tarafından idari yargıda iptal davası açılması ve idari yargı mahkemelerince de yürütmenin durdurulması kararı verilmesi halinde mahkemece, idari yargıda açılan dava bekletici mesele kabul edilerek bunun sonucuna göre işlem yapılır.” 2942 sayılı Kanun’un uyuşmazlık tarihinde yürürlükte bulunan maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi şöyledir: “Mülkiyetin idareye geçmesi, mahkemece verilen tescil kararı ile olur.” 2942 sayılı Kanun’un uyuşmazlık tarihinde yürürlükte bulunan maddesi şöyledir: “3634 sayılı Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanununun uygulanmasında yurt savunması ihtiyacına veya aceleliğine Bakanlar Kurulunca karar alınacak hallerde veya özel kanunlarla öngörülen olağanüstü durumlarda gerekli olan taşınmaz malların kamulaştırılmasında kıymet takdiri dışındaki işlemler sonradan tamamlanmak üzere ilgili idarenin istemi ile mahkemece yedi gün içinde o taşınmaz malın (Değişik ibare: 24/4/2001 – 4650/15 md.) 10 uncu madde esasları dairesinde ve 15 inci madde uyarınca seçilecek bilirkişilerce tespit edilecek değeri, idare tarafından mal sahibi adına (Değişik ibare: 24/4/2001 – 4650/15 md.) 10 uncu maddeye göre yapılacak davetiye ve ilanda belirtilen bankaya yatırılarak o taşınmaz mala el konulabilir.Bu Kanunun 3 üncü maddesinin 2 nci fıkrasında belirtilen hallerde yapılacak kamulaştırmalarda yatırılacak miktar, ödenecek ilk taksit bedelidir.” 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu'nun "Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:''Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur. Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır.'' Kamulaştırma Usulü Kamulaştırma yapılabilmesi için öncelikle 2942 sayılı Kanun’un maddesine göre idarenin ödenek temin etmesi gerekir. İdare, yeterli ödeneği temin ettikten sonra kamu yararı kararı alır. Kamu yararı kararından sonra kamulaştırılacak taşınmaz belirlenir. Kamulaştırılacak taşınmazın belirlenmesinin akabinde kamulaştırma kararı alınır. Bununla birlikte onaylı imar planına veya ilgili bakanlıklarca onaylı özel plan ve projeye göre yapılacak hizmetler için ayrıca kamu yararı kararı alınmasına ve bu kararın onaylanmasına gerek yoktur. 2942 sayılı Kanun’un maddesine göre idare, kamulaştırma kararı aldıktan sonra öncelikle satın alma usulünü uygulamalıdır. Satın alma usulünde idarenin teklif edeceği bedel, idare içinde oluşturulan bir kıymet takdir komisyonunca belirlenir. Tarafların satın alma usulüyle bir sonuca ulaşamamaları durumunda 24/4/2001 tarihli ve 4650 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikten önceki dönemden farklı olarak bedel tespiti ve tescil için malikin değil idarenin yetkili asliye hukuk mahkemesinde dava açması gerekir. Asliye hukuk mahkemesince 2942 sayılı Kanun’da belirtilen usul uyarınca tespit edilen bedelin tamamı veya taksitle ödeme şartlarının bulunması durumunda ilk taksidin nakden veya hesabına yatırılarak malike ödenmesinden sonra tescil kararı verilir. Kararın tescile ilişkin hüküm fıkrası kesin olup bedele ilişkin hüküm fıkrasına karşı temyiz yoluna başvurulabilir. Mülkiyetin idareye geçmesi mahkemece tescil kararı verilmesi ile olur (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 29). Öte yandan 2942 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca malikin kamulaştırma kararının iptali talebiyle idari yargıda dava açması da mümkündür. Kural olarak bu davanın açılması, idare tarafından açılan bedel tespiti ve tescil davasını etkilemez. Diğer bir ifadeyle asliye hukuk mahkemesi, idari yargıda kamulaştırma işlemine karşı açılan iptal davasını bekletici mesele yapmak zorunda değildir. Bununla birlikte 2942 sayılı Kanun’un maddesinin on dördüncü fıkrası uyarınca kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda açılan davada yürütmenin durdurulması kararı verilmesi durumunda asliye hukuk mahkemesince idari yargıdaki davanın bekletici mesele olarak kabul edilmesi zorunludur (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri, § 30). Acele Kamulaştırma Usulü Olağan kamulaştırma usulünde idarenin taşınmaza el koyması ancak taşınmazın idare adına tescilinden sonra mümkün olabilmektedir. Taşınmazın tescili ise tarafların anlaşamaması durumunda yukarıda ifade edildiği üzere ancak asliye hukuk mahkemesince verilecek tescil kararı üzerine gerçekleşir. Bununla birlikte idare bazı durumlarda taşınmaza hemen ihtiyaç duyabilir. Bu durumda kamulaştırma sürecinin neticelenmesinin beklenmesi kamu hizmetlerinin yürütülmesinde ciddi aksamalara yol açabilir. Kanun koyucu bu gibi sakıncaların belli ölçüde bertaraf edilmesi amacına yönelik olarak 2942 sayılı Kanun’un maddesinde düzenlenen acele kamulaştırma usulünü öngörmüştür. Anılan maddede düzenlenen acele kamulaştırma usulü idareye kamulaştırma işlemlerinin neticelenmesini beklemeden kamulaştırılan taşınmaza el koyma imkânı tanıyan olağanüstü bir kamulaştırma usulüdür (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri, § 31). Buna göre (1) 7/6/1939 tarihli ve 3634 sayılı Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanunu’nun uygulanmasında yurt savunması ihtiyacının doğması durumunda, (2) aciliyetine Bakanlar Kurulunca karar alınacak hâllerde, (3) özel kanunlarla öngörülen olağanüstü durumlarda gerekli olan taşınmaz malların kamulaştırılmasında kıymet takdiri dışındaki işlemler sonradan tamamlanmak üzere ilgili idarenin talebi ile mahkemece yedi gün içinde o taşınmaz malın kanunda belirtilen usule göre bilirkişilerce tespit edilecek değeri idare tarafından mal sahibi adına bankaya yatırılarak o taşınmaz mala el konulabilir (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri, § 32). Acele kamulaştırma uygulanabilecek hâllerden biri olan “aciliyetine Bakanlar Kurulunca karar verilmesinin” söz konusu olduğu durumlarda idarenin acele kamulaştırma kararı alabilmesi için öncelikle kamulaştırma ihtiyacı duyulan proje veya yatırımın aciliyet niteliği taşıdığına Bakanlar Kurulunca karar verilmesi gerekmektedir (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri, § 34). Konu ile İlgili İçtihata. Danıştay Kararları Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 16/5/2016 tarihli ve E.2014/4656, K.2016/2087 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Dava konusu 31/03/2010 günlü, 8-89 sayılı TEİAŞ Genel Müdürlüğü Yönetim Kurulu kararının, 2942 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca kamu yararı kararı alınmasına yönelik bir işlem olduğu ve 10/12/2001 günlü, 2001/3490 sayılı Bakanlar Kurulu kararı uyarınca yürütülen acele kamulaştırma prosedürünü neticelendirmeye yönelik olarak tesis edildiği görülmektedir.Bu itibarla, olağan kamulaştırmaya ilişkin kararın acele kamulaştırma kararından bağımsız olarak değerlendirilemeyeceği açık olup yargısal denetimin dava konusu acele kamulaştırma kararı ile olağan kamulaştırma kararının bir bütün halinde düşünülmesi suretiyle yapılması gerekmektedir.Öte yandan, 10/12/2001 günlü, 2001/3490 sayılı Bakanlar Kurulu kararının iptali istemiyle açılan diğer bir davada, Danıştay Altıncı Dairesi'nin 18/06/2014 günlü, E:2011/1976, K:2014/4791 sayılı ve 18/06/2014 günlü, E:2011/6728; K:2014/4788 sayılı kararlarıyla davanın reddine karar verilmiş, anılan kararlar İdari Dava Daireleri Kurulu'nun 16/05/2016 günlü, E:2014/4979, K:2016/2085 sayılı ve 16/05/2016 günlü, E:2014/4046, K:2016/2086 sayılı kararları ile bozularak, söz konusu Bakanlar Kurulu kararının iptaline karar verilmiştir.Bu durumda, acele kamulaştırmaya yönelik Bakanlar Kurulu kararının hukuka aykırı bulunarak yargı kararıyla iptal edilmesi karşısında, söz konusu kararın devamı niteliğinde ve bu kararı neticelendirmeye yönelik olarak tesis edilen 2942 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca tesis edilen kamulaştırmaya ilişkin 31/03/2010 günlü, 8-89 sayılı TEİAŞ Genel Müdürlüğü Yönetim Kurulunun kamu yararı kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır....'' Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 18/11/2019 tarihli ve E.2019/2470, K.2019/5654 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:'' ...Daire kararının, TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü Yönetim Kurulunun 18/03/2014 tarih ve 3/42 sayılı kamu yararı kararının ve bu kararının onanmasına ilişkin (mülga) Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığının 15/04/2014 tarih ve 19049 sayılı kararı yönünden davanın reddine ilişkin kısmının incelenmesinden;...Temyizen incelenen dosyada, dava konusu işlemin bu kısmı hakkında verilen davanın reddine ilişkin karar, usul ve hukuka uygun olup, temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar kararın bu kısmının bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir....Daire kararının, taşınmazın acele kamulaştırılmasına ilişkin 01/06/2015 tarih ve 2015/7733 sayılı Bakanlar Kurulu kararı yönünden davanın reddine ilişkin kısmının incelenmesinden;Anayasa'nın ve maddeleri hükmü uyarınca, mülkiyet hakkının kamu yararı amacıyla Anayasa'ya uygun olarak yasayla sınırlandırılması mümkündür.Bu hükümlerden hareketle bir taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkının kamulaştırma yolu ile kaldırılması (mülkiyetin el değiştirmesi) ancak kamu yararının karşılanması zorunluluğunun özel mülkiyet hakkının korunmasından üstün tutulması şartına bağlıdır.2942 sayılı Kanun'un maddesi incelendiğinde, kamulaştırma işlemlerinde öngörülen yöntemlerin bir kısmının uygulanmayarak taşınmaza acele el konulabilmesi yolu istisnai olarak başvurulabilecek bir yöntem olarak düzenlendiğinden, madde hükmü ile acele kamulaştırmada olağan kamulaştırmaya oranla özel koşulların varlığı aranmış ve üç durumda acele kamulaştırma yolu ile taşınmaza el konulmasına olanak tanınmıştır. Bu koşullardan ilk ikisinde, Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanunu'nun uygulanmasında yurt savunması ihtiyacı ve özel kanunlarda öngörülen olağanüstü durumların gerekli olması hallerinde, üstün kamu yararının ve kamu düzeninin korunmasının gerçekleştirilmesi amacıyla acele kamulaştırma yoluna gidilebileceği belirtilmiştir.Bu kapsamda, üçüncü koşul olan aceleliğine Bakanlar Kurulunca karar verilebilmesi için de kamu yararı ve kamu düzenine ilişkin olma halinin maddede yer alan diğer iki koşula paralel nitelik taşıması gerektiği açıktır. Nitekim, anılan maddenin gerekçesinde de, acele ve istisnai hallerde, Kanun'un önceki hükümlerine uyulmasının çeşitli sakıncalar yaratabileceği gibi, kamunun büyük zararlara uğramasının da muhtemel olabileceği belirtilerek maddede belirtilen şartların varlığına bağlı olarak kıymet takdiri dışındaki bazı kanuni işlemlerin sonraya bırakılarak, maddede öngörülen süre ve şekilde taşınmaza el konulması düzenlenmiştir.Kamulaştırma işlemlerinde acelelik halinin uygulanabilmesi için, Bakanlar Kurulu kararında, acelelik hali ve bu hali gerekli kılan durumlar ile gerek acele kamulaştırmanın konusu, gerekse acele kamulaştırılacak taşınmazlar açıkça gösterilmek suretiyle acele kamulaştırmanın kapsamı ve çerçevesinin belirlenmesi, acelelik hali dışındaki durumlar için Bakanlar Kurulu kararının uygulanmasını sağlayacak ayrıntıya kararda yer verilmesi, yasa koyucu tarafından acelelik halini belirleme konusunda Bakanlar Kuruluna tanınan yetkinin başka bir makam ya da mercii tarafından kullanılması sonucunu doğuracak, yetki devrini içerecek unsurlar taşımaması gerekmektedir....Bu durumda, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından (mülga) Başbakanlığa gönderilen 15/05/2015 tarih ve 33869 sayılı yazıda, proje kapsamında ihtiyaç duyulan taşınmazlara yönelik kamulaştırma işlemlerinin 2942 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca acele kamulaştırma usulü ile yürütülmesine ihtiyaç duyulduğu belirtilmekte ise de, hangi gerekçelerle acele kamulaştırma usulünün uygulanmasının istenildiği konusunda yeterince açıklamaya yer verilmediği, lojistik merkezi kurulacak olmasının tek başına acele kamulaştırma yapılması için yeterli olmadığı, öte yandan; Bakanlar Kurulu kararında 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun maddesinde öngörülen acele kamulaştırma prosedürünün uygulanması için gerekli olan olağanüstü durumların ve bu yönteme başvurulması ile amaçlanan kamu yararının somut olarak ortaya konulmadığı görülmekte olup acele kamulaştırmaya yönelik dava konusu Bakanlar Kurulu kararında hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır....''b. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 23/1/2007 tarihli ve E.2006/6003, K.2007/140 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Dosyada toplanan bilgi ve belgeler incelendiğinde; dava konusu edilen Bucak İlçesi Atilla Mahallesi 52 pafta 200 ada 20 parsel sayılı taşınmazın Bucak Organize Sanayi Bölgesi Tüzel Kişiliğince kamulaştırılması nedeniyle Bucak Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002 gün ve 2001/432-2002/87 sayılı kararıyla tespit edilen 232 TL kamulaştırma bedelinin hak sahibine ( K.'ya) ödenmesine ve taşınmazın kamulaştırmayı yapan idare (Bucak Organize Sanayi Bölgesi Tüzel Kişiliği) adına tesciline hükmedildiği ve bu kararın 2002 tarihinde kesinleştiği; davacı K.'nun kamulaştırma işleminin iptali istemiyle süresinde Antalya İdare Mahkemesine açmış bulunduğu davada ise 2002 tarihinde yürütmenin durdurulmasına, 2002 gün ve 2001/1250-2002/1105 sayılı kararla da kamulaştırma işleminin iptaline hükmedildiği ve bu kararın Danıştay Dairesi'nin 2005 gün 2003/8251-2005/2181 sayılı kararıyla onandığı; böylece dava konusu taşınmazın kamulaştırılması nedeniyle davalı idare adına yapılan tescilin, bu kamulaştırma işleminin iptal edilmiş olması karşısında dayanaktan yoksun kaldığı anlaşılmaktadır.Saptanan bu duruma göre mahkemece, tescil istemine ilişkin davanın kabulü ile davacının 232 TL kamulaştırma bedelini aldığı günden itibaren yasal faiziyle birlikte davalı Bucak Organize Sanayi Bölgesi Tüzel Kişiliğine ödemesine ve dava konusu taşınmaz malın davalı idare adına olan tapu kaydının iptali ile davacı adına tesciline karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle davanın reddi doğru görülmemiştir....'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/6/2021 tarihli ve E.2020/11531, K.2021/9168 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Dava, yolsuz tescile dayanan tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir. ...Dosyada bulunan kanıt ve belgelerden; dava konusu Eskişehir ili, Odunpazarı ilçesi, Aşağıılıca mahallesi, 145 parsel sayılı taşınmazın, davalı idarece kamulaştırıldıktan sonra kesinleşen idare mahkemesi kararı ile kamulaştırma işleminin iptal edildiği, bu nedenle, kamulaştırma nedeniyle tapuya tescil işleminin yasal dayanağı ortadan kalktığı ve yolsuz tescil halini aldığı anlaşıldığından ve davacı tarafın kamulaştırma kararı ile almış olduğu kamulaştırma bedelini yasal faizi ile birlikte depo ettiği anlaşıldığından, davanın kabulü ile dava konusu taşınmazın davalı adına olan tapu kaydının iptali ile davacı adına tesciline karar verilmesine ilişkin ilk derece mahkemesince verilen karara karşı davalı idare vekilince yapılan istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK'nun 353/1-b-1 maddesi uyarınca esastan reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir....'' Anayasa Mahkemesi Kararlarıa. Anayasa Mahkemesinin Ali Ekber Akyol ve Diğerleri Kararı Bireysel başvuruya konu olayda, Bakanlar Kurulu, 2012 yılında Elâzığ ilinde inşa edilecek olan Pembelik Barajı havzasında bulunan ve başvurucuların taşınmazlarını da kapsayan alandaki taşınmazların kamulaştırılmasının acil olduğuna karar vermiş ve taşınmazlar hakkında acele kamulaştırma kararı vermiştir. Başvurucuların işlemin iptali talebiyle idari yargıda açtığı davada yürütmenin durdurulması kararı verilmiş ve daha sonra da acele kamulaştırma yapılmasını gerektiren hâllerin ortaya konulmadığı gerekçesiyle işlemler iptal edilmiştir. Ayrıca başka malikler tarafından Bakanlar Kurulunun taşınmazların acele kamulaştırılmasına ilişkin EPDK’ya yetki tanıyan kararnameler ile birlikte bunlara dayanılarak EPDK tarafından taşınmazların acele kamulaştırılması yönünde tesis edilen işlemlerin de iptali talebiyle açılan davalar benzer gerekçelerle kabul edilmiş ve Bakanlar Kurulu tarafından alınan aciliyet kararının EPDK’nın acele kamulaştırma kararının dayanağını oluşturduğu ve ilkinin hukuka aykırı olmasının ikincisini de kendiliğinden hukuka aykırı kılacağı ifade edilerek işlemlerin iptaline karar verilmiştir (Ali Ekber Akyol ve diğerleri, B. No: 2015/17451, 16/2/2017, §§ 56-59). EPDK tarafından başvurucular aleyhine açılan bedel tespiti ve tescil davasında başvurucular, idari yargıda verilen yürütmenin durdurulması kararı nedeniyle 2942 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca bekletme kararı verilmesi gerektiği itirazında bulunmuştur. Ancak Asliye Hukuk Mahkemesi, başvurucuların kamulaştırma işlemine karşı dava açmadıkları gerekçesiyle bu talebi reddetmiştir. Ayrıca başvurucuların taşınmazlarına el konulmak suretiyle acele kamulaştırmanın tamamlandığını ve İDDK kararının uygulanma kabiliyetinin bulunmadığını ifade etmiştir. Dolayısıyla Asliye Hukuk Mahkemesi, yürütmesi durdurulan işlemin kamulaştırma değil Bakanlar Kurulunun aciliyet kararı olduğu gerekçesiyle bekletme kararı vermemiş ve yargılamaya devam etmiştir (Ali Ekber Akyol ve diğerleri, §§ 60, 61). Başvurucular bedel tespiti ve tescil davasının karara bağlanması üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesine göre taşınmaza el konulmasından sonra başlayan sürecin acele kamulaştırmanın devamı niteliğinde mi yoksa ondan bağımsız ayrı bir kamulaştırma süreci mi olduğu hususunda iki farklı yargı organı arasında görüş farklılığı bulunmaktadır. Ancak bu durum Bakanlar Kurulunun aciliyet kararlarının ve bunlara dayanılarak EPDK tarafından taşınmazların acele kamulaştırılması yolunda tesis edilen işlemlerin idari yargı kararlarıyla iptal edildiği gerçeğini değiştirmemektedir. Kamulaştırmada mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden olgu (mülkiyetin devrini sağlayan) tescil kararı değil kamulaştırma kararıdır. Müdahale teşkil eden olgunun hukuka aykırı olduğu kesinleşmiş yargı kararıyla sabittir. Asliye Hukuk Mahkemesince kurulan tescil hükmünün acele kamulaştırma sürecinin bir parçası olup olmadığı, dolayısıyla hukuki temelinin bulunup bulunmadığı hususundaki tartışma, kamulaştırma kararının hukuka aykırılığını etkilememektedir. EPDK’ya acele kamulaştırma yetkisi tanıyan Bakanlar Kurulu kararı ile buna dayanılarak EPDK tarafından tesis edilen acele kamulaştırma kararının iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanunilik unsurunu taşımadığı anlaşılmıştır (Ali Ekber Akyol ve diğerleri, §§ 62-64).b. Anayasa Mahkemesinin Ali Hıdır Akyol ve Diğerleri Kararı Ali Ekber Akyol ve diğerleri kararına konu edilen Pembelik Barajı havzasında bulunan ve acele kamulaştırma işlemine konu olan başka taşınmazların maliklerinin benzer yargılama süreçleri sonunda bedel tespiti ve tescil davasında verilen karar üzerine bireysel başvuruda bulunduğu görülmüştür. Anayasa Mahkemesi, tescil kararının verildiği tarihte kamulaştırma işleminin yürütmesinin durdurulmasına ilişkin herhangi bir idari yargı kararı bulunmadığını ve yürütmesi durdurulan işlemin Bakanlar Kurulunun aciliyet hâlinin varlığını tespit eden kararı olduğunu ifade etmiştir. Bakanlar Kurulunun aciliyet kararının yürütmesinin durdurulmuş olmasının EPDK’nın kamulaştırma işlemi üzerindeki etkisinin ne olacağının ve Bakanlar Kurulu kararıyla ilgili verilen yürütmeyi durdurma kararının kamulaştırma bedelinin tespiti davasında bekletici mesele olarak kabul edilmesi gerekip gerekmediğinin takdirinin hukuk kurallarının yorumlanmasıyla görevli olan derece mahkemelerine ait olduğunu vurgulamıştır. Derece mahkemelerinin bu konudaki takdirine müdahale edilmesinin mümkün olmadığını ifade etmiş, Bakanlar Kurulunun aciliyet kararının yürütmesinin durdurulmuş olmasının bedel tespiti ve tescil davasında bekletici mesele olarak kabul edilemeyeceği sonucuna ulaşmış olmasında bariz bir takdir hatası ve herhangi bir keyfîlik tespit edilemediğini belirtmiştir (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri, § 71). Anayasa Mahkemesine göre İDDK Bakanlar Kurulunun acele kamulaştırma kararlarına dayanılarak EPDK tarafından verilen acele kamulaştırma işlemlerini iptal etmiş ise de bu karar, Asliye Hukuk Mahkemesinin tescil hükmünü kurduğu tarihten sonra verilmiştir. Diğer bir ifadeyle mahkemece taşınmazın idare adına tesciline karar verildiği tarihte kamulaştırma kararı hukuk âleminde varlığını henüz sürdürmektedir. Öte yandan İDDK’nın kararı incelendiğinde şeklî bir gerekçeyle kamulaştırma işlemi iptal edilmiştir. İDDK, kamulaştırma işleminin dayanağını oluşturan Bakanlar Kurulunun aciliyet kararının iptal edilmesinin kamulaştırma kararını kendiliğinden hukuka aykırı kılacağı görüşüne dayanmıştır. İDDK’nın kamulaştırma işleminin esasına yani taşınmazın kamulaştırılmasının gerekli olup olmadığına veya kamu yararı amacı taşıyıp taşımadığına yönelik herhangi bir hukuka aykırılık tespiti bulunmamaktadır. İDDK’nın hukuka aykırılık tespiti kamulaştırmanın acele usulle yapılmış olmasına yöneliktir (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri, §§ 72-75). Anayasa Mahkemesi, iki yargı kolu arasında acele kamulaştırmada idarenin taşınmaza el koymasından sonraki sürecin mahiyetine ilişkin tartışma bulunduğunu ancak acele kamulaştırmanın amacının kamulaştırma sürecinin bitmesi beklenmeden idarenin kamulaştırılan taşınmaza el koyabilmesine imkân tanımak olduğunu ve taşınmaza el konulmasından sonraki sürecin her iki kamulaştırma usulünde de aynı olduğunu ifade etmiştir. Acele kamulaştırma usulünün doğurduğu tek sonucun kamulaştırma süreci tamamlanmadan idarenin taşınmaza el koyabilmesi olduğuna işaret etmiştir. Dolayısıyla İDDK’nın hukuka aykırılık tespitinin olsa olsa EPDK’nın taşınmaza el koymuş olmasını kusurlandırdığını belirtmiştir. El koyma sürecinin kusurlandırılmasıyla sınırlı etki doğuran bu hukuka aykırılık tespitinin tescil kararını da hukuka aykırı hâle getireceğini söylemenin hukuk kurallarının yorumuyla ilgili bir mesele olduğunu ve Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında bulunmadığını ifade etmiştir (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri, § 76). Anayasa Mahkemesine göre kamulaştırma kararının esasının hukuka aykırı olduğunu tespit eden bir yargı kararının olmadığı ve tescil kararının kanuni dayanağının bulunduğu gözetildiğinde başvurucuların taşınmazının idare adına tesciline hükmedilmesi suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahale kanunilik kriterini taşımaktadır (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri, § 77).c. Anayasa Mahkemesinin Tarık Yüksel Kararı Bireysel başvuruya konu olayda başvurucular kamu yararı kararı alınmadan kamulaştırma yapılması ve kamulaştırmada kamu yararının bulunup bulunmadığının yargısal denetime tabi tutulmaması nedeniyle mülkiyet hakkı ve mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür (Tarık Yüksel [GK], B. No: 2019/1255, 10/11/2022, § 1). Anayasa Mahkemesi, kamulaştırma işleminin hukukiliği ile kamulaştırma bedelinin tespitinin farklı mahkemelerde ve farklı yargı kollarında dava konusu edilmesinin bazı durumlarda idari yargıdaki davanın etkililiğini zayıflattığına işaret etmiştir. Kamulaştırma işleminin iptali talebiyle idari yargıda açılan davanın büyük çoğunlukla adli yargıda açılan davadan sonra kesinleştiğine ve idari yargı tarafından kamulaştırma işlemine yönelik olarak verilecek muhtemel bir iptal kararının sonuçsuz kalması riskinin oldukça yüksek olduğuna vurgu yapmıştır (Tarık Yüksel, § 69). Anayasa Mahkemesine göre 2942 sayılı Kanun'un maddesinin on dördüncü fıkrasında kamulaştırma işlemine karşı hak sahipleri tarafından idari yargıda iptal davası açılması ve idari yargı mahkemelerince de yürütmenin durdurulması kararı verilmesi hâlinde mahkeme idari yargıda açılan davayı bekletici mesele kabul ederek bunun sonucuna göre işlem yapılacağını hükme bağlamış ise de adli yargının idari yargıdaki davayı bekletici mesele yapmasının idari yargıda yürütmenin durdurulması kararı verilmesine münhasır kılınması nedeniyle anılan hükmün idari yargıdaki denetimin etkililiği yönünden yeterli bir güvence teşkil ettiği söylenemeyecektir. Anılan hüküm, yürütmenin durdurulmasına ilişkin taleplerin hızlı bir biçimde karara bağlanamadığı veya yürütmenin durdurulması talebi reddedildiği hâlde esastan iptal kararı verildiği durumlarda kamulaştırma bedelinin tespiti davasının kamulaştırma işleminin iptalinden önce kesinleşmesi riskini tamamen bertaraf etmemektedir (Tarık Yüksel, § 70). Anayasa Mahkemesi, idari yargı mercilerinin kamulaştırma işleminin iptali talebiyle açılan davada hızlı bir biçimde hareket etmesi ve adli yargı merciinin de idari yargıdaki davayı bekletici mesele yapması sözü edilen riski azaltabilse de bu konuda kanuni düzenleme eksikliğinin adli ve idari yargı mercilerinin belirtilen şekilde hareket etmelerini bir temenniden ibaret kılacağını ifade etmiştir. İdari yargıdaki davanın daha hızlı bir biçimde karara bağlanmasını, adli yargı merciinin de idari yargıdan önce karar vermemesini zorunlu kılacak kanuni düzenlemelerin yapılmasının kamulaştırma işlemine karşı açılan davada verilecek muhtemel bir iptal kararının uygulanabilmesini garanti edebileceğini ve Anayasa'nın maddesinin ihlalini önleyebileceğini belirtmiştir (Tarık Yüksel, § 71).B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) iç hukukta yasal bir temelin varlığının bu hâliyle yasallık ilkesini karşılamak için yeterli olmadığını hatırlatmaktadır. Bu yasal temelin ayrıca hukukun üstünlüğüne uygun olan ve keyfîliğe karşı güvenceler sunan belirli bir nitelik teşkil etmesi gerekir (Vistins ve Perepjolkins/Letonya [BD], B. No: 71243/01, 25/10/2012, § 96). AİHM tarafından karara bağlanan Yel ve diğerleri/Türkiye (B. No: 28241/18, 13/7/2021) kararına konu olayın Ali Ekber Akyol ve diğerleri kararı ile Ali Hıdır Akyol ve diğerleri kararına konu olaylarla benzer nitelikte ve aynı baraj projesi kapsamında yapılan başvuru olduğu görülmüştür. AİHM, başvuru konusu olayda başvurucuların Anayasa Mahkemesine yaptıkları bireysel başvurunun Ali Hıdır Akyol ve diğerleri kararına atıfta bulunularak reddedildiğini belirtmiştir. AİHM, Anayasa Mahkemesinin başvurucuların davalarına benzer ve aynı baraj projesi çerçevesinde gerçekleştirilen kamulaştırmalar hakkındaki davalar üzerine iki kez karar verdiğini, bunlardan Ali Ekber Akyol ve diğerleri kararında müdahalenin yasal bir temeli olmadığını ve başvurucunun mülkiyetine saygı hakkının ihlal edildiği sonucuna vardığını ancak Ali Hıdır Akyol ve diğerleri kararında Anayasa Mahkemesinin yaklaşımını değiştirdiğini ifade etmiştir (Yel ve diğerleri/Türkiye, §§ 45-50). AİHM, başvurucuların taşınmazlarının kamu hukukunda bu istisnai usule başvurulmasına yetki tanıyan iki Bakanlar Kurulu kararnamesi ve iki EPDK kararı temelinde acele kamulaştırıldığını gözlemlemiştir. Kamulaştırmayı, kamu yararı amacıyla mülkiyetten yoksun bırakmaya yetki tanıyan idari kararlara dayandırma zorunluluğu ve ilgililerin idari mahkemeler önünde bu kararların yasaya uygunluğuna itiraz etme imkânının kesinlikle keyfîliğe karşı bir güvence teşkil ettiğine işaret etmiştir (Yel ve diğerleri/Türkiye, §§ 91, 92) . AİHM, somut olayda taşınmaza el konulmasına yetki tanıyan kararın verildiği tarihte, kamulaştırma kararnameleri ve kararlarının henüz yürütmenin durdurulması kararından etkilenmediğini ancak asliye hukuk mahkemesi tarafından verilen kamulaştırma kararının tarihinde, söz konusu karar ve kararnamelerin Danıştay tarafından verilen yürütmenin durdurulması kararından etkilendiğini ifade etmiştir. Bununla birlikte yürütmenin durdurulması kararının kamulaştırmayı değil yalnızca acele usulde kamulaştırılmaya başvurulmasını ilgilendirdiği için asliye hukuk mahkemesi tarafından gözardı edildiğini belirtmiştir. Danıştayın bu yorumun tersine tüm idari kamulaştırma kararlarını iptal ettiğini ancak bu kararın kesinleşen kamulaştırma kararından sonra verildiğini ifade etmiştir (Yel ve diğerleri/Türkiye, § 94). AİHM'e göre Danıştayın acele kamulaştırma usulü kapsamında verdiği kamulaştırma kararlarına ilişkin karar ve hükümlerin anlamı ve kapsamı ile özellikle bu kararların asliye hukuk mahkemesi önündeki yargılamalara etkileri sebebiyle iç hukukun bu karar ve hükümlere verdiği önem, mevcut şikâyetin incelenmesi açısından belirleyici bir önem teşkil etmemektedir. Nitekim bu sorulara verilen cevap ne olursa olsun iç hukukta mülkiyetten yoksun bırakmanın yasal bir temelini oluşturan, acele usulde kamulaştırma başvurusuna ilişkin Bakanlar Kurulu kararnamelerini ve EPDK kamulaştırma kararlarını iptal eden mahkeme kararlarının kesinlikle somut bir etki yaratmadığı görülmektedir. Bu durum, başvurucuların mülkiyet haklarını ihlal eden işlemlerin yasaya uygunluğuna itiraz etmek için sahip olmaları gereken hukuk yoluna başvurma haklarının anlamsız, teoride kalan, asılsız ve dolayısıyla etkisiz hâle gelmesi ile sonuçlanmıştır (Yel ve diğerleri/Türkiye, §§ 95, 96). AİHM sonuç olarak başvurucuların Danıştaya yaptıkları başvurularda elde ettikleri ve kamulaştırmanın yasal temelini iptal eden mahkeme kararlarının somut etkilerinin bulunmadığını dikkate alarak başvurucuların maruz kaldığı mülkiyetten yoksun bırakmanın yasallık gerekliliğini karşılamadığı kanaatine varmıştır (Yel ve diğerleri/Türkiye, § 99). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2890 | Başvuru, kamu yararı ve kamulaştırma kararlarının iptal edilmemesi ile acele kamulaştırma usulünün uygulanmasına ilişkin Bakanlar Kurulu kararı iptal edildiği hâlde taşınmazların idare adına tescil edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari para cezasının iptali için yapılan başvuruda, İlk Derece Mahkemesince idarenin cevap yazısının tebliğ edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. Başvuru, 27/12/2012 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 27/4/2015 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu şirket adına kayıtlı 21 KA 543 plakalı araçla 1/8/2012 tarihinde taşıma için belirlenen istiap haddinin üstünde yük taşındığının tespit edildiğinden bahisle 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (b) ve (e) bentlerinin ihlal edildiği gerekçesiyle 124,00 TL idari para cezası kesilmiştir. Başvurucu, söz konusu cezaya karşı Diyarbakır Sulh Ceza Mahkemesine Emniyet Müdürlüğünün ceza kesme yetkisinin bulunmadığı ve düzenlenen ceza tutanağının usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle başvuruda bulunmuştur. Mahkeme, 1/11/2012 tarihli ve 2012/866 İş sayılı kararı ile idari yaptırım işleminin usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle başvurucunun talebini reddetmiştir. Başvurucu, anılan karara karşı Diyarbakır Asliye Ceza Mahkemesine itiraz etmiştir. Diyarbakır Asliye Ceza Mahkemesinin 16/11/2012 tarih ve 2012/375 İş sayılı kararıyla başvurucunun itiraz talebi, düzenlenen tutanağın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Ret kararı, başvuruya 27/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bireysel başvuru, 27/12/2012 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 2918 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Araçların yüklenmesinde, yönetmeliklerle belirlenen ölçü ve esaslara aykırı olarak; … b) Azami yüklü ağırlığın veya izin verilen azami yüklü ağırlığın aşılması, … e) Tehlikeli ve zararlı maddelerin gerekli izin ve tedbirler alınmadan taşınması, … yasaktır. Birinci fıkranın (b) bendine uymayarak; … e) % 25'in üzerinde fazla yüklemelerde 000 Türk Lirası, …İşleten ve gönderenlere ayrı ayrı idarî para cezası verilir.” 13/03/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Başvurunun incelenmesi” kenar başlıklı maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:“Mahkeme, başvuruda bulunan kişilere cevap dilekçesinin bir örneğini tebliğ eder; talep üzerine veya re'sen tarafları çağırarak belli bir gün ve saatte dinleyebilir. Dinleme için belirlenen günle tebligatın yapılacağı gün arasında en az bir haftalık zaman olmasına dikkat edilir. Dinleme sırasında taraflar veya avukatları hazır bulunur. Mazeretsiz olarak hazır bulunmama, yokluklarında karar verilmesine engel değildir. Bu husus, tebligat yazısında açıkça belirtilir. 18/7/1997 tarihli ve 23053 Resmi Gazete sayılı Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Karayolları Trafik Kanununda yazılı trafik suçlarını işleyenler hakkında;a) Emniyet Genel Müdürlüğünün;1) Trafik zabıtası personeli, …, tarafından suç veya ceza tutanağı düzenlenir…” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/251 | Başvuru, idari para cezasının iptali için yapılan başvuruda, İlk Derece Mahkemesince idarenin cevap yazısının tebliğ edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. | 0 |
Başvuru, işyeri açma ve çalışma ruhsatının iptal edilmesi ve bu ruhsatın talep edilmesine rağmen yeniden düzenlenmemesi nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Konusu Uyuşmazlığın Arka Planı İstanbul ili Bağcılar ilçesi Kirazlı mahallesi Mahmutbey caddesi 3236 ada 1 parsel (eski 926 ada 1645 parsel) sayılı taşınmaz üzerinde akaryakıt istasyonu yapımı için S.K., E.Y, ve E.Y. isimli kişiler tarafından 21/2/1995 tarihinde Bağcılar Belediye Başkanlığı (Belediye) İmar Planlama Müdürlüğünden plan tadilatı talebinde bulunulmuştur. Bu talebe istinaden aynı şahıslar 22/2/1995 tarihli dilekçeyle birtakım taşınmazlarını bedelsiz olarak Belediyeye devredeceklerini taahhüt etmişlerdir. Verilen taahhüt gereğince taşınmazlar 15/6/1995 tarihinde bedelsiz olarak Belediyeye devredilmiştir. Belediye Meclisinin 19/7/1995 tarihli ve İstanbul Büyükşehir Belediye (Büyükşehir Belediyesi) Meclisinin 16/2/1996 tarihli kararları sonucunda plan değişikliği yapılarak söz konusu taşınmaz akaryakıt alanına alınmıştır. Büyükşehir Belediyesi Gayrı Sıhhi Müesseseler İnceleme Kurulunun (Kurul) 9/2/1999 tarihli kararıyla başvurucu şirkete akaryakıt satış ve servis tesisi izni verilmiştir. Belediye tarafından 9/11/2004 tarihinde düzenlenen imar durum belgesinde de taşınmazın niteliği akaryakıt istasyonu alanı olarak gösterilmiştir. Başvurucu şirket 10/12/2004 tarihinde ikinci ve üçüncü sınıf gayrisıhhi işyerlerine ait tesis iznini almıştır. 15/12/2004 tarihinde de başvurucu şirkete Belediye tarafından akaryakıt+sıvılaştırılmış petrol gazları (LPG) otogaz tesisi olmak kaydıyla yer seçim ve tesis izni verilmiştir. Belediye İmar Müdürlüğünce 29/12/2004 tarihinde proje onaylanmıştır. 17/6/2004 tarihli ve 25495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Petrol Piyasası Lisans Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesinde şehir içi yollarda iki akaryakıt ve/veya LPG istasyonu arasındaki mesafenin bir kilometreden az olamayacağı yönünde düzenleme yapılmıştır. 14/1/2005 tarihinde de inşaat ruhsatı verilmiştir. Kurulun 22/9/2005 tarihli kararıyla tesisin akaryakıt kısmına üç ay süreyle deneme izni verilmiştir. Aynı kararda 12/2/2002 tarihli LPG Otogaz Yönetmeliği'nin maddesine istinaden şirketin LPG (otogaz) kısmının faaliyetten men edilmesi uygun görülmüştür. Başvurucu şirket 16/1/2006 tarihinde tesise akaryakıt+LPG (otogaz) ruhsatı verilmesi için yeniden Kurula başvurmuştur. Kurulun 24/2/2006 tarihli kararıyla inşaat ruhsatının 1/1/2005 tarihinden sonra alındığı ve bir kilometre yakında ruhsatlı akaryakıt istasyonu bulunduğu gerekçesiyle talebin reddine karar verilmiştir. Ret işlemine karşı açılan davada İstanbul İdare Mahkemesi 26/5/2006 tarihli kararıyla Kurul işleminin yürütmesinin durdurulmasına karar verilmiştir. Yürütmenin durdurulması kararında, taşınmazın imar planında akaryakıt istasyonu olarak ayrıldığı, başvurucunun 1/1/2005 tarihinden önce ruhsat müracaatında bulunduğu ve bu tarihten önce inşaat projesinin onaylandığı, gerekli harçların yatırılmaması ve bürokratik işlemler nedeniyle ruhsatın 14/1/2005 tarihinde verildiği bu bağlamda istemin reddedilmesinde hukuka uyarlık bulunmadığı vurgulanmıştır. Yürütmenin durdurulması kararına istinaden Kurul tarafından 4/7/2006 tarihinde başvurucu şirkete akaryakıt+LPG (otogaz) ruhsatı verilmesi uygun görülmüş ve aynı tarihte başvurucu şirket adına ikinci sınıf gayrisıhhi müessese çalışma ruhsatı düzenlenmiştir. Kurul 3/5/2007 tarihli kararıyla İçişleri Bakanlığının 3/4/2006 tarihli görüşü gereğince 1/1/2005 tarihinden önce -15/12/2004 tarihinde- tesis izni alan başvurucu şirketin mesafe kuralından muaf tutulması gerekirken anılan nedenle başvurusunun reddedildiğini vurgulamıştır. Diğer taraftan Kurul kararında imar planının iptalinden önce inşaat ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesi alan başvurucu şirketin kazanılmış hakkının korunması gerektiği belirtilerek çalışma ruhsatının devamı yönünde karar verilmiştir. İstanbul İdare Mahkemesinde görülen davaya, bağlantı nedeniyle İstanbul İdare Mahkemesinde devam edilmiştir. Mahkeme, bir kilometre mesafeden yakın akaryakıt istasyonu bulunmaması şartının Yönetmelik'ten önce 4/12/2003 tarihli ve 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu'nda düzenlendiğini, olayda bu şartın mevcut olmadığını vurgulamıştır. Kararda, söz konusu yerin akaryakıt istasyonu olarak ayrılmasına ilişkin 1/1000 ve 1/5000'lik imar planlarına karşı açılan bir davanın bulunduğu, bu davada İstanbul İdare Mahkemesince 18/4/2006 tarihinde yürütmenin durdurulmasına karar verildiği ifade edilmiştir. Belirtilen gerekçelerle 27/2/2007 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Yukarıda bahsedilen imar planlarının iptali istemiyle açılan davada İstanbul İdare Mahkemesince (Mahkeme) 28/9/2006 tarihinde imar planlarının ilgili kısımlarının iptaline karar verilmiştir. İmar planının iptali üzerine Büyükşehir Belediye Meclisince kabul edilen 18/4/2008 tarihli 1/5000 ölçekli Bağcılar Revizyon İmar Planı'nda taşınmazın imar durumu tali iş merkezi olarak değiştirilmiştir. Başvurucu şirket bu işlemin iptali istemiyle dava açmıştır. Yargılama sonucunda 23/2/2011 tarihinde revizyon nazım imar planının şehircilik ilkeleri ve planlama teknikleri ile kamu yararına uygun olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. 26/5/2006 tarihli yürütmenin durdurulması kararı üzerine (§ 10), başvurucu şirketin ticari rakip olarak ifade ettiği O.U. ve H.P. Ltd. Şti. tarafından başvurucu şirketin çalışma izninin ve yapılan işlemlerin geri alınması talebiyle Büyükşehir Belediyesine başvurulmuştur. Talebin reddi üzerine anılan kişi ve şirket tarafından ret işleminin iptali istemiyle dava açılmıştır. Bu davada 31/7/2008 tarihinde, yürütmenin durdurulması kararı üzerine verilen ruhsatın, yargılamanın sonucunda verilen davanın reddi kararı üzerine iptal edilmesi gerekirken ruhsatın devamına karar verilmesinin hukuka aykırı olduğu belirtilerek dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Bu karar üzerine Kurul tarafından, başvurucu şirkete verilen 4/7/2006 tarihli ruhsat 6/11/2008 tarihinde iptal edilmiştir. 24/8/2009 tarihinde de akaryakıt tesisi mühürlenmiştir. Başvurucu şirket 25/3/2009 tarihinde yeniden ruhsat verilmesi talebinde bulunmuştur. Talebin reddi üzerine ret işleminin iptali istemiyle açılan davada İstanbul İdare Mahkemesi 30/11/2010 tarihinde, meri imar planında akaryakıt alanında olmayan, ayrıca geçerli yapı kullanma izni bulunmayan ve geçerli mesafe şartını taşımadığı açık olan akaryakıt istasyonuna ilişkin olarak yapılan işyeri açma ve çalışma ruhsatı talebinin reddedilmesinin hukuka aykırı olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.B. Ruhsatın İptali ve Yeniden Ruhsat Verilmesi Talebinin Reddedilmesi Nedeniyle Açılan Tam Yargı Davası Başvurucu şirket, faaliyetteki akaryakıt istasyonunun ruhsatının iptal edilmiş olması ve yeniden ruhsat verilmesi talebinin reddi nedeniyle uğramış olduğu maddi ve manevi zararların tazmini amacıyla tam yargı davası açmıştır. İstanbul İdare Mahkemesi 9/7/2014 tarihinde, başvurucu şirketin yeniden ruhsat verilmesi yönündeki talebinin reddi işlemine karşı açmış olduğu davanın aleyhine sonuçlanarak kesinleştiği, ruhsat için gerekli şartları taşımadığı açık olan tesise yeniden ruhsat verilmemesinin hukuka aykırı olmadığı, idarelere atfedilebilecek kusur bulunmadığı, dolayısıyla tazminata ilişkin şartların oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Dördüncü Kurulu 16/1/2015 tarihinde kararın onanmasına hükmetmiştir. İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin 21/5/2015 tarihli kararıyla karar düzeltme isteminin reddi üzerine hüküm kesinleşmiştir. Nihai karar başvurucu şirket vekiline 19/6/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu şirket 20/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun "İptal ve tam yargı davaları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemele-rine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır.” 13/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Nazım İmar Planı; varsa bölge veya çevre düzeni planlarına uygun olarak halihazır haritalar üzerine, yine varsa kadastral durumu işlenmiş olarak çizilen ve arazi parçalarının; genel kullanış biçimlerini, başlıca bölge tiplerini, bölgelerin gelecekteki nüfus yoğunluklarını, gerektiğinde yapı yoğunluğu-nu, çeşitli yerleşme alanlarının gelişme yön ve büyüklükleri ile ilkelerini, ulaşım sistemlerini ve problemlerinin çözümü gibi hususları göstermek ve uygulama imar planlarının hazırlanmasına esas olmak üzere düzenlenen, detaylı bir raporla açıklanan ve raporuyla beraber bütün olan plandır.Uygulama İmar Planı; tasdikli halihazır haritalar üzerine varsa kadastral durumu işlenmiş olarak nazım imar planı esaslarına göre çizilen ve çeşitli bölgelerin yapı adalarını, bunların yoğunluk ve düzenini, yolları ve uygulama için gerekli imar uygulama programlarına esas olacak uygulama etaplarını ve diğer bilgileri ayrıntıları ile gösteren plandır.” 3194 sayılı Kanun’un "Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Beledi-ye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Yeniden düzenleme dördüncü cümle: 12/7/2013-6495/73 md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerle-rinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir.Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar. Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Yeniden düzenleme üçüncü cümle: 12/7/2013-6495/73 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar. Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.” 5015 sayılı Kanun'un "Bayiler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Akaryakıt ve LPG istasyonları arasındaki mesafeler, aynı yönde olmak üzere, şehirler arası yollarda on kilometreden, şehir içi yollarda bir kilometreden az olmamak üzere Kurul tarafından çıkarılacak ve 2005 tarihinde yürürlüğe girecek yönetmelikle düzenlenir." Yönetmelik'in maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İki akaryakıt ve/veya LPG istasyonu arasındaki mesafe, aynı yönde olmak üzere;a) Şehirlerarası yollarda on, b) Şehir içi yollarda bir, kilometreden az olamaz."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, mülkiyet hakkının kapsamı konusunda mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak özerk bir yorum esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010, § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129). Bir işin yürütülmesi için verilen çalışma ruhsatları, Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkının konusunu oluşturur. AİHM'e göre, verilen ruhsat ve izinlerin sona erdirilmesi, ilgili şirketin veya işyerlerinin ticari itibarına ve değerine olumsuz etkide bulunduğundan olup mülkiyet hakkına müdahale niteliğindedir. Bununla birlikte AİHM; ruhsat veya izinlerin sona erdirilmesini, Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin birinci paragrafının ikinci cümlesi anlamında mülkiyetten yoksun bırakma kapsamında değil anılan maddenin ikinci paragrafı anlamında mülkiyetin kontrolü kapsamında bir müdahale olarak incelemektedir (Tre TraktörerAktiebolag/İsveç, B. No: 10873/84, 7/7/1989, §§ 53, 55; RosenzweigAnd Bonded Warehouses Ltd./Polonya, B. No: 51728/99, 28/7/2005, § 49; Capital Bank AD/Bulgaristan, B. No: 49429/99, 24/11/2005, §§ 130, 131; Bimer S.A./Moldova, B. No: 15084/03, 10/7/2007, §§ 49-51; Megadat.com SRL/Moldova, B. No: 21151/04, 8/4/2008, §§ 62, 63, 65). Sud Fondi SRL ve diğerleri/İtalya (B. No: 75909/01, 20/1/2009) kararına konu olayda başvurucular, bir ormanın yakınında binalar inşa ettirmek üzere belediyeye başvurmuşlardır. Belediye bu imar ıslah planını onaylamış ve binaların yapılması için gerekli izinleri vermiştir. Ancak bakanlık kararıyla bu orman sonradan koruma altına alınmış ve bu bölgede yapılaşma bakanlık iznine bağlanmıştır. Bunun üzerine başvurucu tarafından yaptırılan yapıların izinsiz olduğu gerekçesiyle açılan ceza davasında derece mahkemeleri, kanuna aykırı oldukları gerekçesiyle bu alanda yapılan binaların belediye yararına müsadere edilmesine karar vermiştir. AİHM mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin hukuka dayalı olmadığını ve keyfî olduğunu kabul etmiştir. Ancak şikâyet edilen müdahalenin ağırlığını dikkate alan AİHM, ölçülülük yönünden de değerlendirme yaparak mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (SudFondi SRL ve diğerleri/İtalya, §§ 130-142). Daha sonraki bir tarihte verilen Varvara/İtalya kararında da aynı sonuca varılmış ancak kararda ayrıca bir ölçülülük incelemesi yapılmayacağı belirtilmiştir (Varvara/İtalya, B. No: 17475/09, 29/10/2013, §§ 83-85). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/12306 | Başvuru, işyeri açma ve çalışma ruhsatının iptal edilmesi ve bu ruhsatın talep edilmesine rağmen yeniden düzenlenmemesi nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, hatalı ameliyat sonucunda kalıcı hastalık meydana geldiği iddiası ile açılan tazminat davasının makul özen ve süratle yürütülmeyerek reddedilmesinin maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı ile adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1948 doğumlu olan başvurucu, olay tarihinde İskenderun'da ikamet etmekte olup bir süredir sol dizinden rahatsızdır. A. Başvurucunun Tedavi Süreci Başvurucu; sol dizindeki ağrı, hareket kısıtlılığı ve yürüme güçlüğü nedeniyle önce İskenderun Devlet Hastanesine (Devlet Hastanesi), burada gerekli tetkikler yapıldıktan sonra 22/6/2006 tarihinde ise İskenderun'da faaliyet gösteren bir özel hastaneye başvurmuştur. Başvurucu, bu hastanede menisküs yırtığı tanısıyla 23/6/2006 tarihinde genel anestezi altında artroskopi yöntemiyle ameliyat edilmiş ve 24/6/2006 tarihinde ilaç reçete edildikten sonra taburcu olmuştur. Başvurucu, ağrılarının ve hareket kısıtlığının devam etmesinin yanında bazı şikâyetlerinin de ortaya çıkması üzerine 7/8/2006 tarihinde aynı özel hastaneye yeniden başvurmuştur. Bu tarihte yapılan muayenesinde kendisine, sol alt eksktremitede (vücudun sol tarafının kalçadan ayağa kadar olan kısmı) tromboflebit (bacaktaki bir damarda oluşan pıhtının kan dolaşımını yavaşlatması) tanısı konulmuş ve 10/8/2006 tarihinde kalp damar cerrahisi (KVC) konsültasyonu önerilerek tromboflebit tedavisi için ilaç reçete edilmiştir. Başvurucu 29/8/2006 tarihinde bu kez aynı hastanenin KVC servisine başvurmuş ve buradaki bir uzman doktor tarafından muayene edilerek kendisine yeniden ilaç reçete edilmiştir. Başvurucu 19/9/2006 tarihinde bu kez Adana'daki bir uygulama ve araştırma hastanesine gitmiş, burada da damarındaki tıkanıklık tespit edilmiştir. 26/10/2006 tarihinde Eskişehir'deki bir üniversitenin eğitim, uygulama ve araştırma hastanesine başvurmuş; buradaki tedavisi 6/11/2006 gününe değin ve yatılı olarak sürmüştür. Başvurucu, hastalığının devam etmesi nedeniyle 14/12/2006 tarihinde Ankara'daki bir eğitim ve araştırma hastanesine başvurmuş; burada da 25/12/2006 gününe değin yatarak tedavi görmüştür. Bu hastanedeki tedavisi sonucunda da KVC önerisi yenilenmiştir. Başvurucu tarafından 8/2/2007 tarihinde bir manyetik rezonans görüntüleme (MR) merkezinden alınan tıbbi belgede, menisküste yırtık ile sol diz arkasında baker kistinin bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucunun tedavisini bir süre gerçekleştiren Eskişehir'deki üniversite hastanesi (bkz. § 14) tarafından 28/12/2010 tarihinde düzenlenen raporda, başvurucunun menisküsünde yırtık kaldığı, ayrıca dizinin arkasında milimetrik boyutlu bir kistin bulunduğu belirtilmiştir.B. Ceza Soruşturması Süreci İskenderun Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olay hakkında soruşturma açılmıştır. Bu soruşturmanın ne şekilde ve hangi tarihte başlatıldığı konusunda başvuru dosyasında bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak söz konusu dosyadan, soruşturmada başvurucu ve başvurucuyu ameliyat eden Doktor O.A.nın ifadeleri ile Adli Tıp Kurumu Adli Tıp İhtisas Kurulundan (Adli Tıp Kurumu) bu doktorun kusur durumu ile ilgili raporun alındığı anlaşılabilmektedir. Başvurucunun ifadesinin ilgili bölümü şöyledir." Menisküs yırtığı nedeniyle İskenderun (eski) SSK Hastanesine başvurdum. ... Özel ... Hastanesinde ameliyat olmam önerildi. ... ve ameliyat oldum (2006'da) Ameliyat 1 saat 50 dakika sürdü. Oysayarım saat demişlerdi. Eve geldim. 10 gün ayağıma basamadım ve (sol) ayağım, ... şişip, morarmaya başladı ... Hastanesine yeniden gittim. ...yırtık büyüktü. Ameliyat problemli ve sol popliteal vendetrombüs-tromboflebit tanısını rapor verdiler. Ameliyattan 15 gün önce de osteonekroz [hastalık veya yaralanma gibi bir faktörün kanın serbestçe akmasını engellemesi sonucu kemik dokusunun tümüyle canlılığını yitirmesini ifade etmektedir.] tespit edilmişti. Ve raporu elimde, hepsini hastane biliyordu. .... Bu kez baker kisti oluşmuş dediler (Emar raporuyla) ve dizde halen devam eden iltihap ve kemik dejenerasyonunun hat safhada olduğu, ayak diz bölgesinin şişliği, 4 aydır yürüyememenin nedeninin bu olduğu söylendi. ... şimdi bu baker kistinin alınması gerektiği söyleniyor. Oysa kan tedavisi görüyorum. Ayağımda ... kanamalar başladı. Artık ne yapacağımı bilemez hale geldim. 4 ayrı problem ve dayanılmaz acılar çekiyorum... Ben fakir bir emekliyim. Emekli maaşımdan başka gelirim yoktur. Eşim de hastadır ve tedavi görmektedir. Talebim, Ankara'da uygun göreceğiniz bir tam teşekküllü hastanede tedavi olmamı sağlamanızdır." Doktor O.A.nınifadesinin ilgili bölümü şöyledir:"22/6/2006 tarihinde ... Hastanesinin Ortopedi Kliniğine müracaat eden şikâyetçi [başvurucu] sol dizinde ağrı, hareket kısıtlılığı ve yürüme zorluğu ile geldi. Tarafımdan yapılan muayenede, sol diz iç eklem aralığında hassasiyet, hareketlerinde minimal kısıtlılık, Mc Murray testi [menisküs muayene testi] pozitif olarak bulunmuştur. Şikâyetçinin yanında getirdiği daha önce çekilmiş diz emar raporunda iç menisküste yırtık olduğu belirtilmiştir. Bu muayene ve tetkik bulgular ile şikâyetçinin ameliyat olması gerektiği şikâyetçiye tüm ayrıntıları ile anlatılmıştır. Ameliyatın olmaması halinde ne gibi zorluklar çekeceği ve devam edecek rahatsızlıklar anlatılmıştır. Bunun üzerine şikâyetçi ameliyat olma kararı vermiştir. ...2006 tarihinde ... Hastanesinde ameliyat ve ameliyat sonrası ile ilgili tüm ayrıntılar davacıya [başvurucu] anlatılmıştır. Hastanın rızası ile gerekli ameliyat şikâyetçiye uygulanmıştır. Şikâyetçinin sol diz iç menisküsündeki yırtık ve diz içi kalınlaşmış olan bant artroskopi olarak temizlenmiştir. Ameliyat genel anestezi altında 1 saat 15 dakika, bu sürenin içerisinde de ortepedik müdahale turnike altında yaklaşık 55 dakika sürmüştür. ... Bu egzersizler, şikâyetçinin bacağındaki damar dolaşımının düzenli olması ve ameliyat sonrası oluşma ihtimali olabilecek komplikasyonların önüne geçebilmek amacı ile öğretilmiştir. Şikâyetçiye koltuk değneği ile ayağa kalkabileceği ve ameliyat olan bacağına kısmi yükle basabileceği, 1 haftaya kadar da tam yük verebileceği belirtilmiştir. Bu hastanın aktif olmasını, yatağa bağımlılıktan kurtulmasını sağlamak ve bacak damarlarının dolaşımının düzenli olmasına yönelik bir uygulamadır. Şikâyetçiyi, ertesi gün vizitede gördüm. Şikâyetçinin durumunu genel olarak iyi olarak değerlendirdim. Sol dizindeki yara yerin temiz ve problemi olmayan davacı, bacak egzersizleri kendisine yeniden gösterilerek koltuk değnekleri ile bacağının kısmi yük vererek ayağa kalkması yeniden belirtilerek taburcu edilmiştir. Bu egzersizler yapılsa dahi bu komplikasyonun oluştuğu vakıalarda mevcuttur. Ancak bu komplikasyonunun oluşmaması için Tıp literatüründe öncelikle önerilen erken mobilizasyon ve egzersizlerdir. Şikâyetçiye, taburcu edilirken ... ilaçları olanyazdım. Taburcu edilirken bir şikâyeti olmasa da mutlaka 2 gün sonra kontrole gelmesini istedim. Şikâyetçi, ameliyat sonrasında bana kontrollere gelmemiştir. ... şikâyetçideki daha sonra oluşan derin ven trombozu yapılmış olan ameliyatın bir komplikasyonu olabileceği gibi hiçbir sebep olmaksızın da (yani ameliyat olmadan da) gelişebilir. Bu komplikasyonun ortaya çıkmaması için hastanın ameliyatı minimal invaziv (hasta dokularını en az zedeleyen) yöntem (artroskopi) egzersizleri ve mobilizasyon (hareketlendirme) sağlanmış olup tıpça kabul edilen tedbirler alınmıştır. Şikâyetçi taburcu edildikten sonra kanı sulandırıcı ilaçlar ...verilmemesine bağlı derin ven trombozu gelişmiş olduğunu iddia etmektedir. Oysa bu komplikasyonun oluşmasında tıpça kabul edilen en etkili yöntem olarak hastanın mobilizasyonu yani hastanın hareketlenmesi ve egzersizleri çok daha önemlidir. Hastanın ise taburcu olmasından sonra bu mobilizasyon ve egzersizleri düzenli olarak yapıp yapmadığı bilinmemektedir. ... oysa şikâyetçinin geçirmiş olduğu ameliyat olan antrroskopik menisektomi (Menisküs Yırtık Temizleme Ameliyatı) tıpça komplikasyonların oluşması bakımından orta risk grubunda yer almaktadır. Ayrıca şikâyetçinin vücut yapısına ait şişmanlık, şeker hastalığı, kalp-damar sistemi hastalığı gibi derin ven trombozu oluşmasına sebep olacak risk faktörlerini de bulunmamaktadır. Bununla ilgili İskenderun Devlet Hastanesi Dahiliye doktorlarından Dr. ... tarafından verilen raporda sağlık durumunun iyi olduğu, bu risk faktörlerini taşımadığı belirtilmiştir. ..) Oysa şikâyetçi bana hiçbir kontrole gelmemiş, ... Hastanesine yaklaşık 2 ay sonrasında komplikasyon oluştuktan sonra gelip muayene olmuştur. ... Şikâyetçi eğer bana taburcu olduktan sonra düzenli olarak kontrole gelmiş olsa idi olması muhtemel komplikasyonlar ve bunların davacıya verdiği zararlar engellenebilirdi. ... ostoenekroz da artroskopik ameliyatlardan sonra oraya çıkabilecek nadir komplikasyonlardan biridir. ... Şikâyetçinin sol dizinde osteonekroz olduğunu ispatlayan bir bulgu yoktur. ... Şikâyetçinin aynı emar merkezinde (iki rapor arasında 4 ay zaman farkı bulunmaktadır.) aldığı raporlar olup ilkinde iç menisküs yırtığından bahsetmektedir. Bu da menisküsteki yırtığın yeni olduğunu göstermektedir veameliyat sonrası yırtık bırakılmadığının delilidir. Şikâyetçinin dava dilekçesinde belirttiği sol dizindeki baker kisti denilen şişlik, kireçlenmiş dizlerde kendiliğinden zaman içinde ortaya çıkabilmekte olup ameliyat ile bir ilgisi bulunmamaktadır. ... Yaptığım ameliyat kusurlu değildir. Komplikasyonlar şikâyetçinin kontrollere gelmemesinden kaynaklanmıştır." Soruşturmada başvurucu, muayenesi için Adli Tıp Kurumuna gönderilmiştir. Bu Kurum tarafından 1/12/2008 tarihinde gerçekleştirilen muayene sonucunda düzenlenen raporda, sol dizinin gerilmesinin -5 derece, bükülmesinin ise 85 derece olduğu, bağlarda hafif gevşeklik bulunduğu ve diz hareketlerinin ağrılı olduğu belirtilmiştir. Aynı Kurum tarafından gerçekleştirilen 19/1/2011 tarihli muayeneden sonra düzenlenen raporda ise sol diz gerilmesi ile ayak bileği ve parmak hareketlerinin tam, bükülmesinin ise 85 derece olduğu belirtilmiştir. Adli Tıp Kurumu tarafından ayrıca soruşturma dosyasına ekli grafilerin incelenmesinden 6/6/2006 tarihli MR'da medail menisküste yırtık olduğunun görüldüğü, takip grafisinde -ameliyatın gerçekleştirildiği tarihten sonraki bir tarihte alınan- menisküste bir miktar toparlanma olmasına karşın bir bölümünde yırtığın bulunduğunun tespit edildiği belirtilmiştir. Soruşturmada, dosyada mevcut tüm adli ve tıbbi belgeler Adli Tıp Kurumuna gönderilerek olayda doktor O.A.nın kusurunun bulunup bulunmadığı sorulmuştur. Adli Tıp Kurumu 25/5/2011 tarihinde Adli Tıp, Ortopedi ve Travmatoloji, Nöroloji, İç Hastalıkları ile Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları uzmanlarının katılımıyla bu konuda bir rapor -başvurucunun ve şüpheli doktorun ifadeleri ile ilgili tıbbi belgelerin yer aldığı- hazırlamış ve soruşturma dosyasına sunmuştur. Söz konusu raporun görüş bildirilen bölümü şöyledir:"2006 tarihli MR görüntülerine bakıldığında yapılan menisküs ameliyatının endikasyonunun [Tıp literatüründe herhangi bir hastalığa ilişkin izlenmesi gereken tedavi yöntemlerini ve tedavi içerisindeki sürecin gidişinin nasıl olacağının belirlenmesini ifade etmek için kullanılmaktadır] doğru olduğu, parsiyel menisektomi operasyonu yapıldığının belirtildiği, her ne kadar bu tip artroskopik operasyonlarda yeterli onarım yapılmaya çalışılsa bile kapalı operasyon olduğundan onarılmayan kısımların kalabileceği, aynı bölgede yeniden yırtık olabileceği bilinse bile operasyondan 4 ay sonra çekilen grafide hala belirgin yırtığın görülmesinin ilk operasyondan kaynaklanan bir eksiklikten kaynaklanabileceği, operasyondan sonra proflaktik olarak kullanılan ..'ın [bir ilaç] yeterli ve doğru olduğu, buna rağmen gelişen derin ven trombozunun bir komplikasyon olduğu oy birliğiyle mütalaa olunur." Tazminat Davası Süreci Başvurucu, ameliyatında gerekli özenin gösterilmemesi ve sonrasında gerekli ilacın reçete edilmemesi nedeniyle bacağında kalıcı bir hastalık meydana geldiğini ileri sürerek ameliyatının gerçekleştirildiği özel hastane ve bu ameliyatı gerçekleştiren doktor aleyhine 10/5/2007 tarihinde İskenderun Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) maddi ve manevi tazminat talepli dava açmıştır. Yargılamada,Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü ceza soruşturmasında talep edilen Adli Tıp Kurumu raporunun (bkz. § 24) düzenlenmesi beklenmiş ve bu hususta bilgi verilmesi için Cumhuriyet Başsavcılığına yazılar yazılarak duruşmalar ertelenmiştir. Mahkemece, yargılamanın devam ettiği ve düzenlenmesi beklenen Adli Tıp Kurumu raporunun akıbeti konusunda Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazıldığı 26/5/2011 tarihli oturumda, başvurucunun vekilinin talebi doğrultusunda Ankara mahkemelerine talimat yazılmış; Hacettepe Üniversitesi (Üniversite) Tıp Fakültesinde görev yapan, Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim Dalında uzmanlıkları bulunan üç kişilik bilirkişi heyetinin seçilerek olayda davalıların kusurunun bulunup bulunmadığı konusunda rapor düzenlettirilmesi istenmiştir. Talimat Mahkemesi, söz konusu Üniversite Hastanelerinde görev yapan ve Ortopedi ve Travmatoloji dalında uzmanlıkları bulunan öğretim üyelerinden üç kişilik bilirkişi kurulu oluşturmuştur. Bu Bilirkişi Kurulunun 18/9/2012 tarihli raporu şöyledir: "Hastanın dosyası incelenmiştir. Dosyadan anlaşıldığı kadarı ile hasta 2006 tarihinde sol medialmenisküs yırtığına yönelik olarak artroskopik yöntemle [eklem içini artroskop denilen cihazla görme yöntemi] parsiyelmenisektomi ve pilika [dizin üst bölümü ile alt kısmını ikiye bölen yumuşak yapı] eksizyonu ameliyatı olmuştur. Hasta bu ameliyattan sonra taburcu edilmiş ve 1,5 ay boyunca hastanın ameliyat sonrası durumu ile ilgili bir kayda dosyada rastlanılmamıştır. 2006 tarihinde hastanın yeniden aynı merkeze başvurduğu ve bu muayenesinde sol alt ekstremetide tromboflebit tanısı aldığı ve Kalp Damar Cerrahisi konsültasyonu önerildiği anlaşılmıştır. Sol alt ekstremite venöz renkli dopler ultrasonografi görüntülemesinde sol popliteal ven de venöz tromboz saptanmıştır. Hastanın tanısı sonrasında uygun konsültasyonların istendiği ve gerekli tedavinin başladığı ve sürdürüldüğü görülmüştür. Tıbbi literatüre bakıldığında, artroskopi sonrasında bulgu veren derin ventrombozu ve buna bağlı ikincil hastalıkların gelişme olasılığı % 0 ile % 25 arasında değişmektedir. Yine artroskopi sonrasında bulgu vermeyen derin ven trombozu gelişme olasılığı % 9 olarak rapor edilmiştir. Tedavinin gerçekleştirildiği zaman dilimi içinde artroskopi sonrasında derin ven trombozu önleyici tedavi gerekliliği ile ilgili bilgi yoktur. Günümüzde tüm artroskopi hastalarına derin ven trombozu önleyici tedavi uygulanması tıbbi kaynaklarda önerilmemektedir. Bununla birlikte hastanın risk değerlendirmesi yapılması ve mevcut risk faktörüne göre önleyici tedavi grubuna alınması mümkündür.Sonuç olarak; dosyanın incelemesi neticesinde hastada ameliyat sonrası gelişen derin ven trombozu ve buna ilişkin hastalıkların ameliyatın komplikasyonu olduğu ve hastanın tedavisini sürdüren hekimlerin bu konuda bir kusuru olmadığı ve yanlış tedavi uygulanmadığı kanısına varılmıştır."Başvurucu; bu rapora vekili aracılığıyla itiraz etmiştir. İtirazında, davalı doktor tarafından ameliyatı öncesinde risk analizinin yapılabilmesi amacıyla herhangi bir tahlil ve tetkikin gerçekleştirilmediğini, bu nedenle davalı doktorun kusurunun sadece ameliyat sırasında ve/veya sonrasında gerçekleştirdiği ihmalkârlıklar değil bunlarla birlikte öncesinde de ameliyata ilişkin risk faktörlerini değerlendirmemesinin olduğunu ancak bu hususun ve Eskişehir'deki üniversite hastanesi tarafından 28/12/2010 tarihinde düzenlenen raporun (bkz. § 16) bilirkişi raporunda dikkate alınmadığını belirterek aynı konuda yeniden oluşturulacak bir bilirkişi kurulundan rapor alınmasını talep etmiştir. Mahkeme, Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gönderilen Adli Tıp Kurumu raporunu dosyaya eklemiş ve 26/2/2013 tarihli oturumda olay aydınlatıldığından yeniden bilirkişi raporu alınmasına gerek olmadığını belirterek davanın reddine karar vermiştir. Söz konusu karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:"Taraflara dava ile ilgili tüm delilleri ibraz ettirilmiş davacının tedavi gördüğü hastanelerden tedaviye ilişkin belgeler celb edilmiş, Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu'na gönderilerek 25/05/2011 tarihli rapor alınmış, davacı vekilinin itirazları doğrultusunda dosya Ankara Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilerek H... Üniversitesi Hastanesinde görevli bilirkişiler Prof. Dr. ... Y. Doç. Dr. ... ve Y. Doç. Dr. ...'dan 01/10/2012 havale tarihli raporlar alınarak değerlendirilmiştir. Dava dilekçesi, cevap dilekçesi, bilirkişi raporları, adli tıp raporu ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; Davacı, Özel ... Hastanesinde ortapedi uzmanı ...'a23/06/2006 tarihinde sol medial menisküs yırtığına yönelik olarak artroskopik yöntemle parsiyel menisektomi ve pilika eksizyonu ameliyatı olduğunu ve bu ameliyatın sonunda doktorun tedbirsiz, dikkatsiz ve kusurlu davranışları nedeniyle tromboflebit olduğunu beyan etmiş olup, hastane ve doktor hakkında maddi ve manevi tazminat isteminde bulunmuştur. Yapılan yargılama sırasında temin edilen Adli Tıp Kurumu raporu ve Hacettepe Üniversitesi hastanesi bilirkişi raporuna göre davacı hastada ameliyat sonrası gelişen derin ven trambozu ve buna ilişkin hastalıkların ameliyatın komplikasyonları olduğu ve hastanın tedavisini sürdüren hekimlerin bu konuda bir kusurunun olmadığı, hastaya yanlış tedavi uygulanmadığı, operasyondan sonra proflaktik olarak kullanılan ..'in [bir ilaç] yeterli ve doğru olduğu yönünde düzenlenen bilirkişi raporlarına göre kusursuz olduğu kanaatine varılan davalılar hakkında açılan davanın reddine karar vermek gerekmiş[tir]" Başvurucunun temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 18/11/2013 tarihli ilamıyla onanmıştır. İlamda kararın, dayandığı deliller ile yasaya uygun gerektirici nedenler ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle onandığı belirtilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi de Dairenin 22/4/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 27/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiş olup otuz günlük süresi içinde 10/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. 1/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” 6098 sayılı Kanun’un haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinin ceza hukuku ile ilişkisini düzenleyen maddesi ise şöyledir:“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.” | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9690 | Başvuru, hatalı ameliyat sonucunda kalıcı hastalık meydana geldiği iddiası ile açılan tazminat davasının makul özen ve süratle yürütülmeyerek reddedilmesinin maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı ile adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; tutukluluğun devamına ilişkin kararlar ile tahliye taleplerine ilişkin kararların gerekçesiz olduğu, tutukluluğa itiraz incelemesinde duruşma yapılmadığı ve Cumhuriyet savcısı görüşünün tebliğ edilmediği, bu nedenlerle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/1/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 12/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 13/8/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 13/8/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 17/9/2014 tarihinde ibraz etmiştir. Birinci Bölüm tarafından 18/5/2016 tarihinde yapılan toplantıda, Anayasa'nın maddesinde düzenlenmiş olan kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının usule ilişkin güvencelerinin hükümden sonra devam edip etmeyeceğinin belirlenmesi amacıyla başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu cinsel saldırı suçlamasıyla 22/12/2011 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevlilerinceyakalanıp gözaltına alınmış, kolluk ve savcılıktaki işlemlerden sonra nitelikli cinsel saldırı suçunu işlediği şüphesi ve tutuklama talebiyle sevk edildiği Üsküdar Sulh Ceza Mahkemesince 23/12/2011 tarihinde "üzerine atılı nitelikli cinsel saldırısuçundan, aleyhine kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, kaçması saklanması kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların bulunması, suçun CMK 100/3 maddesinde yazılı suçlardan olması" gerekçesiyletutuklanmıştır. Üsküdar Cumhuriyet Başsavcılığının 3/2/2012 tarihli ve E.2012/84 sayılı iddianamesi ile başvurucu hakkında nitelikli cinsel saldırı, şantaj, cebir, tehdit veya hile kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, özel hayatın gizliliğini ihlal etme suçlarından cezalandırılması istemiyle Üsküdar Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Söz konusu iddianame şöyledir: "...İddia, şüpheli savunması,23/12/2011 tarihinde mahkeme kararıylaevinde yapılan aramada ele geçen dizüstü bilgisayar üzerinde geri getirilen silinmiş görüntülerin incelemesi sonucu düzenlenenayrıntılıteknik analiz ve inceleme raporu ile tespit edilen görüntülerin kaydedildiğiemanetin 2012/480 sırasında kayıtlı hard diskin incelenmesinde, şüpheli tarafından şikayetçinin karşı çıkmasına rağmençekilen çıplak görüntülerinin bulunması, yine şüpheli tarafından ilişki sonrası çıplak görüntüleri çekilirken tehdit ve hakareteuğrayan açık kimliği tespit edilemeyen genç bir kadına ait görüntüler ile pek çok kızve kadınla görüntülerinikaydettiğisohbetlerinde, şüpheliningenelde Serdar adını kullanması, kendisini bazen jinekolog, bazen anestezi uzmanı olarak tanıtıp görüştüğü kadınların güvenlerini sağladıktan sonra lafı döndürüp dolaştırıp cinselliğe getirdiğinin açıkça anlaşılması, iş yerinde soyunma odasına koyduğu gizli kamera ile kaydettiği görüntüler birlikte değerlendirildiğinde,Şüphelinin (...) cezalandırılmasına, .... karar verilmesi kamu adına talep edilmiş[tir]." Üsküdar Ağır Ceza Mahkemesi 6/2/2012 tarihinde tensiben yaptığı incelemede "yükletilen suçun niteliğine, delil durumuna ve tutuklama gününe" göre başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına, tutukluluğun 5/3/2012 tarihinde gözden geçirilmesine ve duruşmanın 4/4/2012 tarihine bırakılmasına karar vermiştir. Duruşmanın 4/4/2012 tarihli birinci celsesinde "...müsnet suçun niteliği, delil durumu, kuvvetli suç şüphesini gösteren somut olguların varlığı ve CMK.nun 100/3-a, maddesinde tutuklamayı gerektiren katalog suçlardan olması" gerekçesiyle başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Aynı celsede Cumhuriyet Savcılığının mütalaası üzerine başvurucu tarafından süre talep edilmiş, Mahkemece bu doğrultuda başvurucuya savunma yapmak üzere süre verilmiştir. Üsküdar Ağır Ceza Mahkemesinceyapılan duruşmanın 26/4/2012 tarihli ikinci celsesinde "...müsnet suçun niteliği, delil durumu, kuvvetli suç şüphesini gösteren somut olguların varlığı ve CMK.nun 100/3-a, maddesinde tutuklamayı gerektiren katalog suçlardan olması" gerekçesiyle başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Mahkeme aynı celsede, mağdurenin cinsel istismar nedeniyle 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası kapsamında kişinin beden ve ruh sağlığının bozulup bozulmadığının tespiti için İstanbul Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasına karar vermiştir. İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinceyapılan duruşmasının 21/2/2013 tarihli yedinci celsesinde başvurucunun tahliye talebi "... üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyetine, mevcut delil durumuna, atılı suç için kanunda öngörülen ceza süresine, kaçma şüphesinin bulunmasına binaen ve adli kontrol kararı da yetersiz kalacağı" gerekçesiyle reddedilmiş ve tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Bu celseye kadar Mahkemece savunma tanığı dinlenmiş, savunma tarafından istenen deliller toplanmış ve mağdurenin raporunun sonucu beklenmiştir. İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesince yapılan duruşmanın 10/7/2013 tarihli on birinci celsesinde başvurucununtahliye talebi "... üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyetine, mevcut delil durumuna, atılı suç için kanunda öngörülen ceza süresine, kaçma şüphesinin bulunmasına binaen ve adli kontrol kararı da yetersiz kalacağı" gerekçesiyle reddedilmiş, aynı celsede başvurucunun müdafiinin mazeretinin kabulüne ve mağdurenin raporunun beklenmesine karar verilmiştir. 4/9/2013 tarihli on ikinci celsede başvurucununtahliye talebi "... üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyetine, mevcut delil durumuna, atılı suç için kanunda öngörülen ceza süresine, kaçma şüphesinin bulunmasına binaen ve adli kontrol kararı da yetersiz kalacağı" gerekçesiyle reddedilmiş ve aynı celsede mağdurenin raporunun akıbetinin sorulması içinAdli Tıp Kurumuna müzekkere yazılmıştır. Mağdurenin raporunun gelmesi üzerine İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesince19/12/2013 tarihinde yapılan on dördüncü celsede başvurucu ile müdafiinin hazır bulunduğu duruşmada cinsel saldırı, hürriyeti tahdit, şantaj suçlarını işlediği ve özel hayatın gizliliğini ihlal ettiği gerekçesiyle başvurucunun toplam 14 yıl 6 ay hapis ve 100 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına; hükmolunan ceza miktarı, tutuklulukta geçen süre ve kaçma şüphesi gerekçe gösterilerek tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu, tutukluluk hâlinin devamına dair karara karşı İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesine itiraz yoluna başvurmuş; Mahkemece Cumhuriyet savcısının yazılı mütalaası da alındıktan sonra duruşma yapılmaksızın dosya üzerinden yapılan inceleme ile Cumhuriyet savcısının yazılı mütalaasına uygun olarak itirazın reddine karar verilmiştir. Bu karar başvurucu vekiline 9/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkûmiyet kararına karşı başvurucu tarafından 19/12/2013 tarihinde temyiz yoluna başvurulmuştur. Temyiz incelemesi sonunda Yargıtay Ceza Dairesi 10/3/2015 tarihli kararıyla İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesince nitelikli cinsel saldırı, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve şantaj suçlarından kurulan hükümleri onamış; kişisel verilerin kaydedilmesi suçundan kurulan hüküm yönünden ise bozma kararı vermiştir.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarındakuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; …(Ek: 6/12/2006 – 5560/17 md.) Silahla işlenmiş kasten yaralama (madde 86, fıkra 3, bent e) ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış kasten yaralama (madde 87),... (Ek: 6/12/2006 – 5560/17 md.) Hırsızlık (madde 141, 142) ve yağma (madde 148, 149),...(4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir.(3) Dosya bölge adliye mahkemesine veya Yargıtaya geldiğinde salıverilme istemi hakkındaki karar, bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay ilgili dairesi veya Yargıtay Ceza Genel Kurulunca dosya üzerinde yapılacak incelemeden sonra verilir; bu karar re'sen de verilebilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1155 | Başvuru, tutukluluğun devamına ilişkin kararlar ile tahliye taleplerine ilişkin kararların gerekçesiz olduğu, tutukluluğa itiraz incelemesinde duruşma yapılmadığı ve Cumhuriyet savcısı görüşünün tebliğ edilmediği, bu nedenlerle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2/9/2009 tarihinde karın ağrısı şikâyetiyle Denizli Devlet Hastanesi (Hastane) Acil Servisine başvurmuştur. Başvurucuya miyalji (kas ağrısı) tanısı konulmuş ve görevli doktorun talimatıyla hemşire tarafından kendisine Dikloran adlı ilaç enjekte edilmiştir. Enjeksiyondan kısa bir süre sonra başvurucu sol ayağında rahatsızlık hissettiğini hemşireye söylemiştir. Başvurucu 3/9/2009 tarihinde, önceki gün uygulanan enjeksiyon ile bağlantılı olarak ayağındaki devamlılık arz eden hissizlik ve morarma şikâyetiyle Hastanenin nöroloji servisine başvurmuş ve kendisine nöropati teşhisi konularak on gün istirahat verilmiştir. Bu tarihten sonra başvurucu birçok kez benzer şikâyetlerle nöroloji ile beyin ve sinir cerrahisi bölümlerine başvurmuş; kendisine nöropati, polinöropati, siyatik sinir lezyonu teşhisleri konulmuş ve istirahat verilmiştir. Bu durum neticesinde başvurucunun tarvmatik siyatik sinir lezyonu sebebiyle %20 oranında engelli olduğu Hastane tarafından tespit edilmiştir. Başvurucu, 15/3/2010 tarihinde hatalı enjeksiyon işlemi sonrasında yapılan tetkikler neticesinde kendisine ömür boyu düşük ayak sendromu yaşayacağının söylendiğini ve uzun bir süre çalışamayacağına ve istirahatine ilişkin rapor verildiğini ifade ederek uğramış olduğu maddi ve manevi zararların tazmin edilmesi talebiyle Hastaneye başvurmuştur. Söz konusu başvuruya altmış günlük süresi içinde cevap verilmemiştir. Başvurucu 17/2/2011 tarihinde Denizli İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Başvurucu dilekçesinde özetle, nefes almakta zorlanma şikâyetiyle Hastanenin Acil Servisine başvurduğunu, görevli doktorun talimatıyla hemşire tarafından kendisine enjeksiyon işlemi yapıldığını, bunun üzerine on dakika sonra ayağını hissetmemeye başladığını ifade etmiş; yapılan tetkikler üzerine kendisine ömür boyu düşük ayak sendromu yaşayacağının bildirildiğini ve istirahat raporu verildiğini ifade etmiştir. Başvurucu hatalı enjeksiyon neticesinde meydana gelen ve ömür boyu yaşamak zorunda kalacağı düşük ayak sendromu sebebiyle sakat kaldığını ifade ederek maddi ve manevi olarak zarara uğradığını ileri sürmüştür. Mahkeme söz konusu olaya ilişkin olarak davalılar Denizli Valiliği (Valilik) ve Sağlık Bakanlığından (Bakanlık) savunma istemiş; idarenin kusurunun bulunup bulunmadığının tespiti, varsa kusur oranının belirlenerek rapor hazırlanması için de dosyanın İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığına (ATK) gönderilmesine karar vermiştir. ATK İhtisas Kurulu başvurucunun üniversite hastanesi veya eğitim ve araştırma hastanesi nöroloji ana bilim dalına sevkinin sağlanarak düşük ayak sendromu açısından bazı tetkiklerin yapılmasını ve düzenlenecek raporun gönderilmesini istemiştir. Başvurucu, istenen tetkikleri Pamukkale Üniversitesi Nöroloji Polikliniğinde yaptırarak hazırlanan raporu dosyaya sunmuştur. Poliklinik epikriz raporlarındaki kayıtlara göre başvurucuya siyatik sinir lezyonu ve peroneal sinir hasarına ikincil düşük ayak tanısı konulmuştur. Başvurucu söz konusu şikâyetleri ile ilgili olarak aynı Hastaneye daha önce birçok kez başvurduğunu, kendisine benzer teşhislerin konulduğunu ve tedavilerin uygulandığını gösterir nitelikteki kayıtları da dosyaya sunmuştur. Başvurucunun iddialarına ilişkin olarak Valiliğinin esasa ilişkin cevap dilekçesinde başvurucunun ileri derecede bel fıtığı rahatsızlığının olduğu, ameliyat olmayı kabul etmediği, bu yönde verilen sağlık raporu bulunduğu iddia edilmiş; düşük ayak rahatsızlığının sebebinin bel fıtığı rahatsızlığı olduğu, hizmet kusurunun bulunmadığı ve tazminat koşullarının oluşmadığı belirtilerek davanın reddine karar verilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Bakanlık ise başvurucunun sakat kalmasına sebep olduğu ileri sürülen enjeksiyonla ilgili hiçbir tıbbi bulgu ve tespitin bulunmadığını, tazminat koşullarının oluşmadığını ve hizmet kusurunun bulunmadığını ileri sürerek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur. 15/10/2012 tarihli ATK raporunda, başvurucuya uygulanan enjeksiyon sonucu gelişen bulguların enjeksiyon nöropatisi ile uyumlu olduğu ancak tıbbi belgelerde enjeksiyonun yanlış yere uygulandığına dair kayıt bulunmadığı, enjeksiyonun doğru bölgeye uygulanması durumlarında da çeşitli nedenlerle nöropatinin gelişebileceği, nöropatinin enjeksiyon uygulamalarının beklenebilir komplikasyonu olarak değerlendirildiği ifade edilmiştir. Başvurucu, ATK raporuna itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde özetle enjeksiyonun hatalı yapılıp yapılmadığı konusu aydınlatılmadan komplikasyon yönünde değerlendirme yapıldığını ifade etmiş, yeni bir bilirkişi raporu alınması talebinde bulunmuştur. Ayrıca Hastanede hasta öyküsünün alınmadığını, bu kadar ağır sonuçları olabilecek enjeksiyon işlemi ile ilgili olarak bilgilendirilmediğini ve rızasının alınmadığını, işlemin hemen sonrasında şikâyetlerini dile getirmesine ve devamında defalarca Hastaneye benzer şikâyetlerle başvurmasına rağmen gerekli dikkat ve özenin gösterilmediğini ve tedavi edilmediğini ifade etmiştir. Mahkeme, davalı idarelere atfedilebilecek bir hizmet kusuru bulunmadığını değerlendirerek 28/12/2012 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu 20/5/2013 tarihinde kararı temyiz etmiştir. Başvurucu temyiz dilekçesinde ATK raporuna ilişkin itirazlarının dikkate alınmayarak eksik bir inceleme yapıldığını, enjeksiyon sebebiyle ortaya çıkan sakatlık olgusunun varlığının açık olmasına rağmen tazminat taleplerinin reddedildiğini ifade etmiştir. Başvurucu ek beyan dilekçesiyle, aynı Hastanede bu sefer sağ tarafından 4/2/2013 tarihinde yapılan enjeksiyon sebebiyle benzer şikâyetlerin ortaya çıkması üzerine, şikâyetlerine ilişkin olarak Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı Başkanlığından aldığı bir raporu dosyaya sunmuştur. 8/2/2016 tarihli bu raporda hem söz konusu enjeksiyona ilişkin sürece hem de mevcut başvuruya konu sürece ilişkin değerlendirmelere yer verilmiştir. Bu kapsamda raporda mevcut başvuruya konu enjeksiyon süreci ve ATK raporu da değerlendirilmiştir. Raporda, hatalı enjeksiyon sonrası gelişen nöropatinin enjeksiyonun hatalı yapılmamış olsa da ortaya çıkabileceğine ilişkin ATK raporunda yapılan değerlendirme eleştirilmiş, nöropatinin hatalı enjeksiyon sonucu ortaya çıkmasının daha yaygın görülen bir durum olduğu ifade edilmiştir. Bu durumda enjeksiyonun yanlış yere yapılıp yapılmadığının ve şikâyetlerin ortaya çıkması ile birlikte gerekli tedbirlerin alınıp uygun tedavilerin yapılıp yapılmadığının aydınlatılması gereken asıl mesele olduğu, ancak ATK raporunda bu konuda neredeyse hiçbir değerlendirme yapılmamış olduğu ifade edilmiştir. Başvurucunun temyiz talebi bozma nedenlerinden birinin bulunmadığı gerekçesiyle Danıştay On beşinci Dairesinin 12/4/2017 tarihli kararıyla oy çokluğu ile reddedilmiştir. Muhalif üye görüşünde, başvurucunun şikâyetlerinin uygulanan enjeksiyon sonucu geliştiğinin açık olduğunu, sunulan sağlık hizmetine kusur atfedilememesi nedeniyle tazmin edilemeyen davacının zararlarının kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca tazmin edilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi ise aynı Dairenin 17/10/2017 tarihinde kararın hukuk ve usule uygun olduğu gerekçesiyle oy çokluğuyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 27/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. bkz. Fındık Kılıçaslan, B. No: 2015/97, 11/10/2018, §§ 19-27; Cihan Beyribey, B. No: 2014/19450, 26/12/2018, §§ 23-28, Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24- | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/40333 | Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular murisi 18/11/2011 tarihinde dava açmıştır. Danıştay Onaltıncı Dairesi 26/2/2019 tarihinde karar düzeltme talebini reddetmiş, hüküm kesinleşmiştir. Başvurucular murislerinin idare mahkemesinde açtığı davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla 18/6/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/21043 | Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kadastro tespitine itiraz davasının sonuçlanmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların 20/10/2011 tarihinde müdahil talebinde bulunarak davalı konumunda dâhil olduğu ve 2002 yılında açılmış bulunan kadastro tespitine itiraz davası Karakoçan Kadastro Mahkemesi nezdinde derdest durumdadır. Başvurucular makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/34444 | Başvuru, kadastro tespitine itiraz davasının sonuçlanmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yağma suçu isnadıyla yürütülen soruşturmada usule ilişkin eksiklikler meydana gelmesi ve eksik araştırma yapılarak kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi ile sürekli olarak eş tarafından uygulanan şiddete maruz kalınması nedenleriyle maddi ve manevi bütünlük ile eşitlik ilkesinin; özgürlük ve güvenlik, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/12/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 15/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 18/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 16/10/2015tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 30/10/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Beraat Kararıyla Sonuçlanan Kovuşturma Sürecine İlişkin Olaylar Özel bir bankada müdür yardımcısı olarak görev yaptığını beyan eden başvurucu, 2011 yılında eşi E.K.nin kendisini darbettiği iddiasıyla eşinden şikâyetçi olmuş ve E.K. hakkında Küçükçekmece Sulh Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Kovuşturma aşamasında başvurucunun; darp fiilinin gerçekleşmediğini, olay tarihinde doktor raporunda tespit edilen yaralanmanın evi yerleştirirken üzerine gardırobun düşmesinden kaynaklandığını, karakola kendisini eşiyle barıştırırlar düşüncesiyle gittiğini ancak dava açıldığını ve eşinden şikâyetçi olmadığını beyan ettiği anlaşılmaktadır. Mahkeme 13/12/2011 tarihli ve E.2011/422, K.2011/1985 sayılı kararı ile sanığın olay tarihinde müştekiyi darbetmediğinin anlaşıldığı gerekçesiyle atılı suçtan beraatine hükmetmiş ve anılan karar temyiz edilmeden kesinleşmiştir. Yetkili Makamlar Nezdinde Dile Getirilmeyen Olaylar Başvurucu 9/5/2011 tarihinde yine eşi tarafından darbedildiğini bu nedenle sol el parmağından ameliyat olduğunu ve parmağında kalıcı sakatlık meydana geldiğini belirtmiş; bu yaralanmaya ilişkin 26/6/2011 ve 25/9/2013 tarihli sağlık raporlarını sunmuştur. 26/6/2011 tarihinde başvurucu tarafından yaralanma sebebinin parmağın burkulması olarak beyan edildiği 25/9/2013 tarihli raporun ise sakatlığın devamına ilişkin bir rapor olduğu ve yaralanma sebebini içermediği anlaşılmaktadır. Başvurucu, eşi tarafından 9/11/2011 tarihinde darbedildiğini ve bu nedenle çenesinde kalıcı sekel oluştuğunu belirtmiş ve bu yaralanmaya ilişkin 5/10/2013 tarihli sağlık raporu sunmuştur. Raporda yaralanma sebebi olarak daha önce anılan bölgeye darbe aldığı iddiası gösterilmiştir. Başvurucu 13/5/2012 tarihinde eşi tarafından darbedildiğini ve kalçasında kalıcı sakatlık meydana geldiğini ileri sürmüş; anılan yaralanmaya ilişkin 27/6/2012 ve 25/9/2013 tarihli EMG tetkiklerini dosyaya sunmuştur. Anılan EMG tetkikleri doğrultusunda düzenlenen 9/10/2013 tarihli raporda başvurucunun anılan yaralanmanın darp sonucu oluştuğunu beyan ettiği anlaşılmaktadır. Başvurucu , ve paragraflarda açıklanan darp iddialarının adli makamlar önünde incelendiğine ilişkin bir veri sunmamıştır. Kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararıyla Sonuçlanan Sürece İlişkin Olaylar Başvurucu, eşiM.E.K.nin 14/7/2013 tarihinde kendisini bıçakla tehdit edip parmağındaki yüzükleri aldığını belirterek Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette bulunmuştur. Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı, olayın mahiyetini değerlendirerek 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun'un maddesinde belirtilen önleyici tedbirlerden uygun görülenlere karar verilmesi talebiyle 19/7/2013 tarihindeKüçükçekmece Aile Mahkemesine ihbar yazısı yazmıştır. Mahkeme 22/7/2013 tarihli ve 2013/566 Değişik İş sayılı kararıyla koruma ihbarının kabulüne ve sanık kocanın dört ay süreyle şiddet mağduruna yönelik olarak şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmamasına, korunan kişinin şahsi eşyalarına ve ev eşyalarına zarar vermemesine, korunan kişiyi iletişim araçlarıyla veya sair surette rahatsız etmemesine, bulundurulması veya taşınmasına kanunen izin verilen silahları kolluğa teslim etmesine, korunan kişinin bulunduğu yerlerde alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmaması ya da bu maddelerin etkisinde iken korunan kişilere ve bunların bulundukları yerlere yaklaşmamasına, bağımlılığının olması hâlinde -hastaneye yatmak dâhil- muayene ve tedavisinin sağlanmasına ve yukarıdaki tedbirlere uyulmaması hâlinde zorlama hapsi uygulanacağının ihtarına karar vermiştir. Ayrıca başvurucunun talebi üzerine Küçükçekmece Aile Mahkemesi tarafından 19/8/2013 tarihli ve 2013/691 Değişik İş sayılı kararla beş ay süreyle 6284 sayılı Kanun'un maddesinin dördüncü fıkrası gereğince tedbir nafakasına hükmedilmiştir. Savcılık ayrıca koca hakkında "saklanacağına ve kaçacağı kuşkusunu uyandıracağına dair somut olgular bulunduğundan; şüphelinin davranışlarının kanıtları yok edeceği, gizleyeceği, veya değiştireceği, tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunacağı kuşkusunu uyandırdığı..." gerekçesiyle tutuklama talebinde bulunmuş, Küçükçekmece Sulh Ceza Mahkemesi tarafından tutuklama talebi reddedilmiştir. Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı, 5/9/2013 tarihli ve 2013/11497 sayılı kararı ile "her ne kadar şüpheli hakkında müştekiye karşı silahla tehdit ve yağma suçlarınıişlediğinden bahisle soruşturma icra edilmiş ise de, şüphelinin suçlamaları kabul etmediği, müştekinin soyut beyanı dışında delilin de mevcut olmadığı hususları tüm soruşturma evrakı kapsamında anlaşılmış olduğu..." gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu; söz konusu olay üzerine çıkan kavga seslerini duyduğunu söyleyen karşı dairedeki komşusunun tanıklığına başvurulması gerektiğini, kocasının daha önceden de kendisini yaraladığını ve bu nedenle kocası hakkında açılmış bir davanın bulunduğunu, can güvenliğinin bulunmadığını belirterek anılan karara itiraz etmiştir. Söz konusu itiraz, İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinin 9/10/2013 tarihli ve 2013/1126 Değişik İşsayılı kararı ile reddedilmiştir. Anılan karar, başvurucuya 4/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 4/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Boşanma Davası ve Bireysel Başvuru Tarihinden Sonraki Sürece İlişkin Olaylar 6/8/2013 tarihinde başvurucunun eşi E.K. tarafından boşanma davası açılmış olup yargılama Küçükçekmece Aile Mahkemesinin E.2013/709 sayılı dosyasında devam etmektedir. Bireysel başvuru tarihinden sonra başvurucu 1/4/2014 tarihindeKüçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçede eşinden sürekli baskı ve şiddet gördüğüne dair şikâyette bulunmuştur. Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığınca 1/4/2014 tarihinde ve öncesinde eşi tarafından başvurucuya karşı hakaret ve kötü muamele suçlarının işlendiğine ilişkin 3/9/2014 tarihli iddianame düzenlenmesi üzerine açılan dava, Küçükçekmece Asliye Ceza Mahkemesinin E.2014/463 sayılı dosyasında devam etmektedir. 17/4/2015 tarihinde ise 9/11/2014 tarihinde başvurucu ve eşi tarafından karşılıklı yaralama suçunun işlendiği isnadıyla Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından iddianame düzenlenmiştir. Yargılama, Küçükçekmece Asliye Ceza Mahkemesinin E.2015/541 sayılı dosyasında devam etmektedir. B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden ya da malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından bahisle tehdit ederek veya cebir kullanarak, bir malı teslime veya malın alınmasına karşı koymamaya mecbur kılan kişi, altı yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. .." 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren onbeş gün içinde, bu kararı veren Cumhuriyet savcısının yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesi başkanına itiraz edebilir." 6284 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"(1) Şiddet uygulayanlarla ilgili olarak aşağıdaki önleyici tedbirlerden birine, birkaçına veya uygun görülecek benzer tedbirlere hâkim tarafından karar verilebilir:a) Şiddet mağduruna yönelik olarak şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmaması....e) Korunan kişinin şahsi eşyalarına ve ev eşyalarına zarar vermemesi.f) Korunan kişiyi iletişim araçlarıyla veya sair surette rahatsız etmemesi.g) Bulundurulması veya taşınmasına kanunen izin verilen silahları kolluğa teslim etmesi....h) Korunan kişilerin bulundukları yerlerde alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmaması ya da bu maddelerin etkisinde iken korunan kişilere ve bunların bulundukları yerlere yaklaşmaması, bağımlılığının olması hâlinde, hastaneye yatmak dâhil, muayene ve tedavisinin sağlanması....(4) Şiddet uygulayan, aynı zamanda ailenin geçimini sağlayan yahut katkıda bulunan kişi ise 4721 sayılı Kanun hükümlerine göre nafakaya hükmedilmemiş olması kaydıyla hâkim, şiddet mağdurunun yaşam düzeyini göz önünde bulundurarak talep edilmese dahi tedbir nafakasına hükmedebilir." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8868 | Başvuru, yağma suçu isnadıyla yürütülen soruşturmada usule ilişkin eksiklikler meydana gelmesi ve eksik araştırma yapılarak kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi ile sürekli olarak eş tarafından uygulanan şiddete maruz kalınması nedenleriyle maddi ve manevi bütünlük ile eşitlik ilkesinin; özgürlük ve güvenlik, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, işçilik alacağı nedeniyle açılan davanın aynı maddi olaya dayanılmak suretiyle açılan başka davalarda verilen kararların aksi bir sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/9/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisi B.K. 18/3/2016 tarihinde vefat etmiştir. B.K., Elektrik Üretim A.Ş.nin (EÜAŞ/işveren) Seyitömer Termik Santrali'nde işçi olarak çalışmaktayken dayanışma aidatı ödeyerek toplu iş sözleşmesi hükümlerinden faydalanmak istemiş ancak işveren, aralarında iş akdi bulunmadığı gerekçesiyle talebi reddetmiştir. Başvurucuların murisi B.K., bu defa hizmet kolunda faaliyette bulunan Türkiye Enerji, Su ve Gaz İşçileri Sendikasına (Sendika) üye olma talebinde bulunmuş; Sendikanın üyelik talebini kabul edip üyelik başvuru formunu göndermesi üzerine EÜAŞ, başvurucuların murisinin kendi personeli olmadığını belirterek belgeleri iade etmiştir. Başvurucuların murisi B.K.; kendisi ile birlikte EÜAŞ'a ait işyerinde çalışan Sendikaya üye işçilerin asıl işverenin işçisi olduğu hâlde muvazaalı olarak alt işveren işçisi gibi gösterildiğini, işverenin daha az maliyetle işçi çalıştırmak için bu yola başvurduğunu, bu açıdan bireysel ve kolektif haklarının kısıtlandığını, hâlen yürürlükte bulunan toplu iş sözleşmesi hükümlerinden Sendika üyeliği nedeniyle yararlanması gerektiğini ileri sürerek sözleşmeden kaynaklanan işçilik alacaklarının tahsili istemiyle dava açmıştır. Kütahya İş Mahkemesi 30/5/2014 tarihli kararında, Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşen aynı mahiyetteki çok sayıda davayı da emsal göstermek suretiyle, başvurucular murisi B.K.'nın farklı hazırlanan tek tip sözleşmeler ile -ihaleyi alan firmalar değişse dahi- EÜAŞ bünyesinde çalışmalarını kesintisiz devam ettirdiğini, bu firmalar ile alt işverenlik sözleşmelerinin 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesine aykırı ve muvazaalı olduğunu, alt işverenlerin yaptıkları asıl işin işçi temini olduğunu belirterek davayı kabul etmiştir. Mahkemenin benzer nitelikteki çok sayıda kararı ile birlikte anılan hüküm temyiz edilmiş; Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 12/11/2014 tarihinde 20/2/2001 tarihli ve 4628 sayılı Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'un maddesini ilk defa somut olay çerçevesinde değerlendirdiğini belirterek elektrik üretimi yapan davalı Şirketin bu madde kapsamında tanınan imtiyazlara sahip olması gerektiğini, bu nedenle asıl işin tamamını veya bir kısmını alt işverene devredebileceğini, bu açıdan muvazaalı alt işverenlik ilişkisinden bahsedilemeyeceğini belirterek benzer nitelikteki birçok karar ile birlikte hükmü bozmuştur. Kütahya İş Mahkemesi yeniden yaptığı yargılamada direnme kararı vermiştir. Bu kararın temyizi üzerine dosya Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna (HGK) gönderilmiş; HGK 29/4/2015 tarihli kararında, geçerli bir asıl işveren-alt işveren ilişkisinde alt işverenin işçisi asıl işverenin tarafı olduğu toplu iş sözleşmesinden yararlanamayacağından alt işverenin işçisi olan başvurucular murisinin davalı asıl işverenin tarafı olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan alacak isteminin reddi yerine kabulüne karar verilmesinin isabetsiz olduğunu belirterek direnme kararının bozulmasına karar vermiştir. Yargıtay HGK bozma kararları üzerine aralarında başvurucular murisinin de bulunduğu bazı işçiler tarafından açılan davalar Kütahya İş Mahkemesine, bazı davalar da Kütahya İş Mahkemesine tevzi edilmiştir. Aralarında başvurucular murisinin davasının da olduğu davalara bakan Kütahya İş Mahkemesi ise birçok dosyada Yargıtay HGK'nın 29/4/2015 tarihli bozma ilamı ile Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/11/2014 tarihli bozma ilamına uyarak 2/11/2015 tarihinde davaların reddine karar vermiştir. Daire 17/2/2016 tarihli kararıyla kararı onamıştır. Başvurucular tarafından dosyaya sunulan yargı kararlarına göre Kütahya İş Mahkemesi yeniden yaptığı yargılamada iki yüz elliden fazla dosya ile ilgili direnme kararı vermiştir. Bu kararların temyizi üzerine dosya Yargıtay HGK'ya gönderilmiş; HGK 30/9/2015 tarihli kararında, davalı kamu tüzel kişiliği ile yapılan hizmet alım sözleşmelerinin içeriği, alt işverenlerin değişmesine rağmen çalışan işçilerin değişmemesi, alınacak işçilerin unvanlarının şartnamede ayrı ayrı belirtilmesi, alt işverenin ücret bordrolarını tutan bir işçi dışında diğer işçileri sevk ve idare eden işçisinin bulunmaması, puantaj kayıtlarının EÜAŞ tarafından belirlenen kişilerce tutulması, işe alan ve işten çıkaranın EÜAŞ olması, davacı ve alt işveren şirket işçilerinin asıl işveren olan EÜAŞ'ın işçileri ile aynı şekilde ve üretimin her bölümünde çalışması, emir ve talimatların EÜAŞ tarafından verilmesi, çalışma şartlarının ve yıllık izinlerin EÜAŞ tarafından belirlenmesi, alt işveren işçilerinin yapılan iş ve hizmette EÜAŞ tarafından temin edilen ve yine davalıya ait araçları kullanması gibi nedenleri gözönünde tutarak EÜAŞ ile alt işveren arasındaki hizmet alım sözleşmesinin muvazaalı olduğunu ve başvurucuların murisinin asıl işverenin işçisi olduğunu belirterek ilk derece mahkemesinin direnme kararını yerinde bulmuş, Daire tarafından incelenmeyen diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyaları Daireye göndermiştir. Daire, bozma ilamına uymuş; benzer dosyalarda aynı şekilde açılan işçilerin davalarının kabulüne yönelik kararları onamıştır. Başvurucular, onama kararını 11/9/2019 tarihinde öğrenmiş ve 18/9/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Hakan Altıncan [GK], B. No: 2016/13021, 17/5/2018, §§ 20- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/32518 | Başvuru, işçilik alacağı nedeniyle açılan davanın aynı maddi olaya dayanılmak suretiyle açılan başka davalarda verilen kararların aksi bir sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, çeşitli basın açıklamalarına katılan başvurucular hakkında genel yasak olduğu gerekçesiyle emre aykırı davranıştan idari para cezası uygulanmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurular sırasıyla 23/12/2019, 3/2/2020, 6/2/2020 ve 21/2/2020 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2020/166, 2020/5071, 2020/5121, 2020/6547 ve 2020/8731 numaralı bireysel başvuru dosyalarının 2020/101 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucuların vekilleri, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi İçişleri Bakanlığı tarafından 19/8/2019 tarihinde Diyarbakır, Mardin ve Van Büyükşehir Belediye Başkanları, haklarında PKK/KCK terör örgütü ile ilgili yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar nedeniyle görevlerinden alınmış ve yerlerine Diyarbakır, Mardin ve Van Valileri belediye başkan vekilleri olarak görevlendirilmiştir. Adana Valiliği (Valilik) 19/8/2019 tarihli ve 2019/719 sayılı kararla Adana sınırları içinde on beş gün süre ile toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yasaklamıştır. Yasaklama kararı ilgili yerlere tebliğ edilmiştir. Valiliğin ilgili kararı şöyledir: "İçişleri Bakanlığı tarafından, 19/08/2019 tarihinde, Diyarbakır, Mardin ve Van Büyükşehir Belediye Başkanları haklarında PKK/KCK terör örgütü ile ilgili yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar nedeniyle görevden alınmış, yerlerine Diyarbakır, Mardin ve Van Valileri Belediye Başkan Vekilleri olarak görevlendirildiği duyurulmuştur.Bu çerçevede; İlimiz sınırları içerisinde, farklı kesimler arasında çatışma çıkmasının önlenmesi, milli birlik ve beraberliğimizi zedeleyici provokatif eylemlerin önüne geçilmesi, milli güvenliğin sağlanması, kamu düzeni ve güvenliği korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, temel hak ve özgürlükler ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin ve genel asayişin korunması, genel trafik ve yolcu güvenliğinin sağlanması, şiddet olaylarının meydana gelmemesi, yaygınlaşmasının önlenmesi ve yaşanabilecek her türlü olumsuz bir durumun önüne geçilebilmesi amacıyla; 18/10/2019 tarihinden başlayarak (15) gün süreyle, 'Diyarbakır, Mardin ve Van Büyükşehir Belediye Başkanlarının görevden alınması sebebiyle' ilimizde gerçekleşmesi muhtemel eylem/etkinlikler ile belirtilen konuların devamı niteliğindeki (yürüyüş, basın açıklaması, açlık grevi, oturma eylemi, stant/çadır kurma, bildiri dağıtma, afiş asma, yazılama, trikleme vb.) her türlü eylem ve etkinliklerin ilimiz genelinde (İl Merkezi, İlçeler ve Jandarma Sorumluluk bölgeleri dâhil) 5442 sayılı İl İdaresi Kanunun (11/A) ve (11/C) maddeleri ile 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 7 ve maddeleri hükümleri doğrultusunda Adana Valiliğinin 17/10/2019 tarih 2019/803 sayılı oluru ve ile yasaklanmıştır."B. Başvurulara Konu Olaylara İlişkin Bilgiler İçişleri Bakanlığı tarafından 19/8/2019 tarihinde Diyarbakır, Mardin ve Van Büyükşehir Belediye Başkanlarının görevlerinden alınmaları nedeniyle Halkların Demokratik Partisi (HDP) Adana İl Teşkilatı tarafından Adana'nın Cemal Gürsel Caddesi sonunda bulunan 5 Ocak Meydanı'nda yapılacak basın açıklamasına yönelik çağrıda bulunulmuştur. Başvurucu Gülcan Kurnaz 24/8/2019 ve 25/8/2019 tarihlerinde, Veli Uzun 24/8/2019 tarihinde, İskender Ören 24/8/2019 tarihinde, Mehmet Yaşık 25/8/2019 tarihinde, Mustafa Yıldız 24/8/2019, 25/8/2019 ve 30/8/2019 tarihlerinde ve S.K. 24/8/2019 ve 25/8/2019 tarihlerinde HDP tarafından yapılan çağrı üzerine basın açıklaması yapılacak alana gitmiştir. Söz konusu tarihlerde kolluk kuvvetleri tarafından Valiliğin yasaklama kararı gereğince 5 Ocak Meydanı'nda yapılacak basın açıklamasına izin verilmemiş; başvurucuların da aralarında bulunduğu grup, meydandan ayrılarak sessiz bir şekilde ve herhangi bir etkinlik yapmadan HDP il binasına giriş yapmıştır. Adana İl Emniyet Müdürlüğü (İdare) tarafından başvurucular hakkında 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca 320 TL idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucular tarafından idari para cezalarına farklı tarihlerde ayrı ayrı itiraz edilmiştir. İtirazları inceleyen ilgili Adana Sulh Ceza Hâkimlikleri (Hâkimlikler), başvurucular hakkında uygulanan idari para cezalarının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle farklı tarihlerde itirazları kesin olarak reddetmiştir. Hâkimliklerin bir kısmı kararlarında Anayasa'nın maddesi, 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun ve maddeleri, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun maddesi ile 5326 sayılı Kanun'un maddesine yer verdikten sonra bir değerlendirme yapmıştır. Hâkimliğin değerlendirmesinde; Valiliğin yasaklama kararına ilişkin koşulların oluştuğu, başvurucuların tutanağın aksini ispat külfeti altında olduğu ancak aksini ispat edemediği ve delillerin değerlendirilmesi sonucunda uygulanan idari para cezasının hukuka uygun olduğu belirtilmiştir. Bir kısım Hâkimlikler ise kararlarında yalnızca başvuruların tutanağın aksini ispat külfeti altında olduğunu ancak aksini ispat edemediğini, delillerin değerlendirilmesi sonucunda uygulanan idari para cezasının hukuka uygun olduğunu belirtmiştir. Bir kısım Hâkimlikler ise yalnızca başvurucuların Valilik kararına aykırı hareket ettiğinden bahisle verilen idari para cezasının usul ve yasaya uygun olduğunu belirtmiştir. Kararlar farklı tarihlerde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular sırasıyla 23/12/2019, 3/2/2020, 6/2/2020 ve 21/2/2020 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5326 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: "(1) Yetkili makamlar tarafından adli işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye... idari para cezası verilir..." 5442 sayılı Kanun'un 11/A maddesi şöyledir:"Vali, il sınırları içinde bulunan genel ve özel bütün kolluk kuvvet ve teşkilatının amiridir. Suç işlenmesini önlemek, kamu düzen ve güvenini korumak için gereken tedbirleri alır. Bu maksatla Devletin genel ve özel kolluk kuvvetlerini istihdam eder, bu teşkilat amir ve memurları vali tarafından verilen emirleri derhal yerine getirmekle yükümlüdür." 5442 sayılı Kanun'un 11/C maddesi şöyledir:"İl sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteaallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi valinin ödev ve görevlerindendir. (Ek cümle: 25/7/2018-7145/1 md.) Bunları sağlamak için vali gereken karar ve tedbirleri alır. (Ek paragraf: 25/7/2018-7145/1 md.) Vali, kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu ya da bozulacağına ilişkin ciddi belirtilerin bulunduğu hâllerde on beş günü geçmemek üzere ildeki belirli yerlere girişi ve çıkışı kamu düzeni ya da kamu güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler için sınırlayabilir; belli yerlerde veya saatlerde kişilerin dolaşmalarını, toplanmalarını, araçların seyirlerini düzenleyebilir veya kısıtlayabilir ve ruhsatlı da olsa her çeşit silah ve merminin taşınması ve naklini yasaklayabilir. (Mülga birinci cümle: 25/7/2018-7145/1 md.) (…) Bu fıkra kapsamında alınan ve ilan olunan karar ve tedbirlere uymıyanlar hakkında 66 ncı madde hükmü uygulanır." 5442 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"(Değişik: 23/1/2008-5728/125 md.) İl genel kurulu veya idare kurulları yahut en büyük mülkiye amirleri tarafından kanunların verdiği yetkiye istinaden ittihaz ve usulen tebliğ veya ilan olunan karar ve tedbirlerin tatbik ve icrasına muhalefet eden veya müşkülat gösterenler veya riayet etmeyenler, mahallî mülkî amir tarafından Kabahatler Kanununun 32 nci maddesi hükmü uyarınca cezalandırılır. (Ek cümle: 27/3/2015 - 6638/16 md.) Ancak, kamu düzenini ve güvenliğini veya kişilerin can ve mal emniyetini tehlikeye düşürecek toplumsal olayların baş göstermesi hâlinde vali tarafından kamu düzenini sağlamak amacıyla alınan ve usulüne göre ilan olunan karar ve tedbirlere aykırı davrananlar, üç aydan bir yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır." B. Uluslararası Hukuk Mevcut başvurulara ilişkin ulusal ve uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği kararlar için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, §§ 22-31; Rıza Gökçen Erus ve diğerleri, B. No: 2014/17391, 19/4/2018, §§ 24- | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/101 | Başvuru, çeşitli basın açıklamalarına katılan başvurucular hakkında genel yasak olduğu gerekçesiyle emre aykırı davranıştan idari para cezası uygulanmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, toplantı ve gösteri yürüyüşünün hukuka aykırı olarak engellenmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ve müdahale sırasında meydana gelen yaralanmalara ilişkin olarak soruşturmanın etkili şekilde yürütülmemesinin de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/5/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. A. Genel Açıklamalar Ayn el-Arap (Kobani), Suriye Arap Cumhuriyeti'nin (Suriye) Rakka iline bağlı bir ilçedir. Nüfusu Arap, Kürt, Türkmen ve Ermenilerden oluşan bu ilçeyi, Türkçe adı Halk Savunma Birlikleri olan ve Türkiye tarafından terör örgütü olarak ilan edilen YPG terör örgütü, 2012 yılının Temmuz ayında ele geçirmiştir. Ayn el-Arap bu tarihten 2014 yılının Eylül ayına kadar, Türkiye tarafından terör örgütü olarak ilan edilen ve Türkçe adı Demokratik Birlik Partisi olan PYD tarafından yönetilmiştir. 2014 yılının Eylül ayı ortalarında DEAŞ terör örgütü bölgeye saldırmış ve üç haftalık bir süre içinde gayriresmî rakamlara göre en az 400 kişi ölmüş, 200 bine yakın kişi de sınırı geçerek Türkiye'ye sığınmıştır (Ahmet Parmaksız [GK], B. No: 2017/29263, 22/5/2019, § 9; Selahattin Demirtaş (5), B. No: 2016/4154, 10/6/2020, § 8). Suriye'deki çatışmalar dolayısıyla tepkilerini dile getirdiğini ileri süren gruplar 6/10/2014 tarihinden itibaren Türkiye'nin birçok yerinde günlerce devam eden ve kamuoyunda 6-7 Ekim olayları olarak adlandırılan şiddet eylemleri gerçekleştirmiştir (6-7 Ekim olayları olarak adlandırılan şiddet eylemlerine dair ayrıntılı arka plan bilgisi için bkz. Figen Yüksekdağ Şenoğlu, B. No: 2016/25187, 4/4/2018, §§ 9-17). Bu eylemler sırasında ülkenin pek çok yerinde kamu binalarına, banka şubelerine, işyerlerine, araçlara, güvenlik güçlerine ve sivillere taş, sopa, molotofkokteyli ve silahlarla saldırıda bulunulmuştur (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 26, 27). Türkiye 2015 yılı Haziran ayından itibaren yeniden yoğun bir şekilde terör saldırılarına maruz kalmıştır. 20/7/2015 tarihinde Suruç'ta (Şanlıurfa), Suriye'deki çatışmalara ilişkin yapılan basın açıklaması sırasında DEAŞ tarafından gerçekleştirildiği ileri sürülen bombalı intihar saldırısında 34 kişi hayatını kaybederken 73 kişi de yaralanmıştır (Gülser Yıldırım (2), § 28; Selahattin Demirtaş (5), § 11). Bu olaylardan sonra PKK tarafından Şırnak, Hakkâri, Diyarbakır, Mardin ve Muş'ta cadde ve sokaklara hendekler kazılıp barikatlar kurularak, bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirilerek teröristler tarafından bu yerleşim yerlerinin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Güvenlik güçleri, hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması suretiyle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmış ve teröristlerle çatışmaya girmiştir. Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında yaklaşık 200 güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş, tonlarca bomba ve patlayıcı imha edilmiştir (Gülser Yıldırım (2), § 29; Selahattin Demirtaş (5), § 12). Terör örgütünün gerçekleştirdiği bu saldırılarda -aralarında üç çocuk ve Diyarbakır Baro Başkanı'nın da bulunduğu- 51 sivil hayatını kaybetmiş, 308 güvenlik görevlisi ve 289 sivil yaralanmıştır (Sebahat Tuncel (3), B. No: 2017/23601, 10/10/2018, § 9; Tuncer Bakırhan, B. No: 2017/28478, 11/10/2018, § 9; Ahmet Ertaş, B. No: 2017/1695, 10/6/2020, § 9; olaylara ilişkin ayrıntılı anlatım için bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019; Ayşe Çelik, B. No: 2017/36722, 9/5/2019 kararlarına bakılabilir.). Ayrıca Hakkâri'nin Yüksekova ilçesi Gürkavak köyü yakınlarında bulunan Varagöz mevkii 4/10/2015 tarihinde Hakkâri Valiliği tarafından PKK silahlı terör örgütü üyelerine yönelik operasyon yapılması amacıyla özel güvenlik bölgesi ilan edilmiştir (Abdullah Zeydan, B. No: 2016/29875, 14/11/2018, §§ 12,73).B. Bireysel Başvuruya Konu Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Abdullah Zeydan ve Selma Irmak 7/6/2015 ve 1/11/2015 tarihlerinde Halkın Demokrasi Partisinden (HDP) Hakkâri milletvekili seçilmiştir. Başvurucular başvuru formunda 11/11/2015 tarihinde katıldıkları toplantı ve gösteri yürüyüşünde Hakkâri Emniyet Müdürlüğüne (Emniyet Müdürlüğü) ait aracın içinden doğrudan Abdullah Zeydan'a ateş edilmesi sebebiyle başvurucunun yaralandığını, aynı sıralarda güvenlik güçlerinin havaya ateş etmeyerek orantısız güç kullanımı neticesinde başvurucu Selma Irmak'ın plastik mermi ile yaralandığını, başvurucu Abdullah Zeydan'a hedef gözetilerek ateş edildiğini, bu hususun yerel ve ulusal basında yer alan görüntülerle de tespit edildiğini ifade etmiştir. Başvurucu Abdullah Zeydan'ın Hakkâri Devlet Hastanesince (Hastane) 11/11/2015 tarihinde düzenlenen adli muayene raporunda “Gaz bombasına maruz kalma ile getirildi. Sol elde ağrı kesi şikayeti mevcut. GD iyi BAKO GKS = Sol sesleri doğal eşit. Sol scapula üzerinde sagital yönde kızarıklık mevcut. Cilt altı amfizem. Batında sol alt kadranda dairesele şekilde 5 cm kızarıklık mevcut. Defans. Rebond. Ek FM bulgusu. Direk grafide metakarpta kırık. 1 cm vertikal yönde cilt ciltaltı kesi. Sol elde. Sütür atılıp atel yapıldı. PA AC grafisi normal. Mevcut haliyle hayati tehlikesi yoktur. BTM ile giderilemez. Ort. konu. Redakte edildi. Atel yapıldı. Durum bildirir geçici hekim raporudur.” tespiti yapılmıştır. Başvurucu Selma Irmak'ın Hastane tarafından 11/11/2015 tarihinde düzenlenen adli muayene raporunda “Gaz bombasına maruz kalma ile geldi. Sol kulakta ağrı şikâyeti mevcut. GD iyi. BAKO GD = Sol sesleri doğal. Sol kulak memesinde ödem. Hafif çizik şeklinde yaralanma. Ek FM bulgusu. Pansuman yapıldı. Buz önerisi ile taburcu. Mevcut hali ile hayati tehlikesi yoktur. BTM ile giderilebilir. Durum bildirir kati hekim raporudur.” tespiti yapılmıştır. Başvuru Abdullah Zeydan, Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığında (Başsavcılık) müşteki sıfatıyla 13/11/2015 tarihinde alınan ifadesinde; 11/11/2015 tarihinde Cölemerg Öğrenci Derneği (CÖDER) isimli öğrenci derneğinin Silvan ilçesinde uygulanan sokağa çıkma yasağını protesto etmek amacıyla yapacağı basın açıklamasına davet edildiğini, Hakkâri il merkezinde Atatürk Anıtı yakınlarına geldiklerinde polis araçlarından yolun boşaltılarak kaldırıma çıkılması yönünde çağrı yapılıp aynı anda müdahaleye başlandığını, 3-4 dakika müsaade etmeleri hâlinde kalabalığı kaldırıma yönlendirebileceğini söylerken gelen başka bir araçtaki görevliler tarafından hedef alınarak ateşli olduğunu düşündüğü silahtan atılan gaz fişeği ile sol eli kemer hizasındayken karın boşluğuna isabet edebilecek şekilde gelen fişeğin çarpmasıyla elinden yaralandığını belirtmiştir. Başvurucu, aynı zamanda sol karın boşluğu bölgesinde fişeğin şiddeti ile 10-15 cm çapında morarma meydana geldiğini, Hastanede yapılan müdahale sonucunda sol elinde kırık olduğunun tespit edildiğini ifade etmiştir. Başvurucu, adli muayene raporu ile olay yerinde çekilmiş olan video görüntülerini ibraz ettiğini belirterek şüpheliler hakkında soruşturma yürütülmesini talep ettiğini, müdahalenin Vali, Emniyet Müdürü ve Güvenlik Şube Müdürü bilgisi dâhilinde yapıldığını düşündüğünden bu kişiler hakkında da şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. Başvuru Selma Irmak, Başsavcılık tarafından müşteki sıfatıyla 13/11/2015 tarihinde alınan ifadesinde; Hakkâri HDP milletvekili olduğunu, Silvan ilçesinde yaşanan olayları protesto etmek isteyen CÖDER isimli öğrenci derneği üyelerinin 11/11/2015 tarihinde yapacakların toplantı ve gösteri yürüyüşü ile basın açıklamasına davet edildiğini, hiçbir şiddet unsuru taşımayacağını bildiği için daveti kabul ettiğini, Atatürk Anıtı'nın yakınlarında polis araçlarından yapılan anonsların ardından gaz ve plastik mermi atılmaya başlandığını, sol kulağından yaralandığını, kulağına plastik merminin isabet ettiğini düşündüğünü belirtmiştir. Başvurucu, yürüyüş yapan grubun en önünde Hakkâri HDP Milletvekili Abdullah Zeydan ve Nihat Akdoğan ile birlikte bulunduğunu, polis araçları ile mesafesinin 2 metre kadar olduğunu, araç içindeki polislere müdahale etmeyin şeklinde seslendiğini, milletvekili arkadaşlarının polislerle görüşmek için araçların yanına gittiğini, taşkınlık çıkmaması için öğrencilerin yanında kaldığını, müdahaleyi gerçekleştiren polis araçlarındaki kameralardan olayların açıkça görüleceğini ifade etmiştir. Başvurucu, müdahaleyi yapan polis memurlarının tespit edilmesini, sol kulağındaki yaralanmaya sebebiyet veren polis memurunun teşhisini talep etmiş ve müdahale talimatı veren İl Emniyet Müdürü, Güvenlik Şube Müdürü ve Hakkâri Valisi'nden şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. Her iki başvurucunun ayrı ayrı tarafı olduğu soruşturma dosyaları Başsavcılık tarafından 18/11/2015 tarihinde birleştirilmiştir. Kolluk görevlilerince tanzim olunan olay tutanağı şöyledir: “Hakkâri İl Emniyet Müdürlüğünün 65105496-53578-(62415)/1406 sayılı yazısında belirtilen '2015 tarihinde CÖDER (Cölemerg Öğrenci Derneği) organizesinde bölücü terör örgütü elebaşı Abdullah ÖCALAN üzerinde uygulanan sözde tecrit koşullarını ve Diyarbakır ili Silvan İlçesinde bölücü terör örgütü mensuplarına yönelik operasyonlar kapsamında ilçede uygulanan sokağa çıkma yasağını protesto etmek amacıyla saat:00'da ilimiz Merkez Kayacan Caddesi üzerinde bulunan Eğitim Fakültesi Binasi önünde toplanılacağı ve akabinde basın açıklaması yapılacağı' yazısına istinaden Güvenlik Şube Müdürlüğüne bağlı 25-30 kod nolu ekip olarak saat:00'da İl Merkezinde gerekli emniyet tedbirleri alınmıştır. CÖDER (Cölemerg Öğrenci Derneği) organizesinde yapılacağı basın yoluyla da duyurulan ancak yasal başvuru yapılmadığı bilinen yürüyüş ile ilgili olarak; saat:45 sıralarında Kayacan Caddesi üzerinde bulunan Hakkari Üniversitesi Eğitim Fakültesi Binası bahçesinde toplanan yaklaşık 30 (Otuz) kişilik grup beraberinde getirdikleri 3x1 metre ebatlarında 'DEM-GENÇ CÖDER' imzasıyla kırmızı yeşil zemin üzerinde sarı yazıyla SEROKATİYE XWE, ŞEHİDEXWE, HEMDE XWE ZİMANE XWE, NASNAME XWE XWEDİ DERKEVE' (Önderine, şehidine, kendine, diline, kimliğine sahip çık) yazılmış pankartı da açarak Kayacan Caddesinden Öğretmenevi istikametine dogru 'Şehit Namırın - İşgalci TC Kürdistandan Defol' sloganlan ile yürüyüşe geçmiş, yürüyüşün devamında DBP (Demokratik Bölgeler Partisi) Hakkari İl Binası önüne gelmiş, çevredekilerin katılımları ile sayıları 100 (Yüz)'e ulaşan grup saat:05 sıralarında DBP (Demokratik Bölgeler Partisi) Hakkari İl Binası önünden tekrar yürüyüşe geçmiştir. Aynı saatte adı geçen İl Binası önünden Cumhuriyet Caddesine çıkan grup yukarıda belirtilen sloganlar eşliğinde yolu araç trafiğine kapamak suretiyle Anıt Kavşağından İstiklal Caddesini takiben Vakıf Kavşağına doğru yürümüşler, Vakıf Kavşağından yine yolu tek taraflı araç trafiğine kapamak suretiyle dönüş almalarının akabinde gruba saat:10 sıralarında Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüne bağlı unsurlar tarafından grubun duyabileceği şekilde yürüyüşün yasal olmadığı ve yolu araç trafiğine açmaları, aksi takdirde grubu dağıtmak amacıyla müdahale edileceği anonsu yapılmış; tekrar eden anonslara uymayarak yürüyüşüne devam eden gruba Çevik Kuvvet unsurlarınca kademeli olarak orantılı şekilde müdahale edilmiştir. Yapılan orantılı müdahale sonucu dağılan grup arasında bulunan şahıslar tarafından polis araçlarına yönelik taşlı saldırılarda bulunulmuş, bunun üzerine grup içinde bulunan kimlik bilgilerini sonradan öğrendiğimiz Şırnak-Silopi-Ballıkaya Köyü nüfusuna kayıtlı [S.-F.] oğlu 1997-Silopi doğumlu [Y.E.] isimli şahıs Çevik Kuvvet unsurlarınca muhafaza altına alınmış ve gerekli yasal işlemlerin yapılabilmesi amacıyla Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'ne intikal ettirilmiştir.” Olay görüntülerinin Başsavcılık tarafından kolluk birimlerinden istenilmesinin ardından görüntü çözümlemesi yapılması için Hakkâri İl Jandarma Komutanlığı Kriminal Kısım Amirliğinden bilirkişi raporu alınmıştır. Uzman bilirkişilerce düzenlenen 11/12/2015 tarihli raporda özet olarak;- Beyaz renkli zırhlı polis aracı olduğu değerlendirilen araçtan 1,5 metre ilerideki yüzü ve eşkâli tespit edilemeyen 6-7 kişilik gruba nevi tespit edilemeyen bir cisim atıldığı, cismin kime isabet ettiğinin belli olmadığı, aynı cismin yere çarparak aracın sol tarafında doğru fırladığı,- Belediye önündeki kaldırımda nereden geldiği belli olmayan bir duman yükseldiği, yüzü ve eşkâli net olmayan iki şahsın ayakları ile cisme vurduğu, cismin yola doğru gittiği,- Atatürk Anıtı önüne gelerek duran kalabalık grubun önüne nereden geldiği tespit edilemeyen bir cisim atıldıktan sonra dumanların yükseldiği, grubun geriye doğru kaçtığı, tekrar bir araya gelen grubun Atatürk Anıtı önünde durduğu, iki adet beyaz renkli zırhlı polis aracından birinin önündeki 4-5 kişilik grupta birkaç kişinin elini havaya kaldırdığı, önlerindeki araçtan nevi tespit edilemeyen cismin bu gruba doğru atıldığı, kime veya kimlere isabet ettiğinin tespit edilemediği, devamında cadde üzerinde bulunan dubanın eşkâli tespit edilemeyen bir şahıs tarafından araca doğru fırlatıldığı,- Kalabalık olan bir grubun Atatürk Anıtı istikametinden Vakıfbank istikametine doğru araç geçişini engelleyecek şekilde pankartla yürüdüğü, - “Basında yer alan/Müdahale” isimli 1 dakika 32 saniyelik video görüntüsü incelendiğinde görüntü üzerinde “Hakkarihabertv.com” ibaresi olduğu, görüntünün saniyesinde beyaz renkli zırhlı polis aracı olduğu değerlendirilen araçtan bir cisim atıldığı, ve saniyede duba olduğu değerlendirilen bir cismin sivil bir şahıs tarafından polis aracına doğru iki defa fırlatıldığı, kalabalığın koşarak uzaklaştığı, - “Basında yer alan/Yürüyüş” isimli 1 dakika 5 saniyelik video görüntüsü incelendiğinde görüntü üzerinde “Hakkari Objektif Haber” ibaresi olduğu, grubun Atatürk Anıtı önünde olduğu, grup içinden 5-6 kişinin el kol hareketleri yaparak olay yerinde beklemekte olan araca doğru yöneldiği, zırhlı polis aracı olduğu değerlendirilen beyaz renkli ikinci aracın geldiği, 5-6 kişinin gelen bu araca yönelmesi ve aralarında 1-2 metre kalması üzerine araçtan bir cisim atıldığı, cismin isabet edip etmediğinin tespit edilemediği, aynı cismin yere çarparak sıçradığı,- Belediye önündeki kaldırımda nereden geldiği belli olmayan bir duman yükseldiği, yüzü ve eşkâli görüntü kalitesi sebebiyle net olmayan iki kişinin cisme ayakları ile kara yoluna doğru vurduğu,- Teknik eleman ve malzemelerin yeterli olmaması sebebiyle video görüntülerindeki ses kaydının açılamadığı, video görüntülerinin net olmaması sebebiyle kişi, obje ve cisim ayrımı yapılamadığı, uygun görüldüğü takdirde laboratuvar ortamında görüntü ve ses iyileştirmesinin, plaka ve yüz tanımlamasının yapılabileceği tespit edilmiştir. Başsavcılık tarafından 25/1/2016 tarihinde Hakkâri Valisi hakkında görevi kötüye kullanma isnadıyla yürütülen soruşturmanın ayrılmasına karar verilmiştir. Ayrılan soruşturmada aynı tarihte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı veya Başsavcı Vekili tarafından soruşturma yürütülmesi gerektiği gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiştir. Başsavcılık tarafından 9/2/2016 tarihinde Hakkâri İl Emniyet Müdürü hakkında görevi kötüye kullanma, taksirle birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma isnadıyla yürütülen soruşturmanın ayrılmasına karar verilmiştir. Soruşturma işlemleri neticesinde Başsavcılık tarafından 1/3/2016 tarihinde “Hakkâri İl Emniyet Müdürlüğü Çalışanları” hakkında taksirle birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma isnadıyla yürütülen soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Karar gerekçesinde özet olarak kanunsuz gösteri yürüyüşü esnasında PKK terör örgütü lehine sloganlar atılarak örgüt propagandası yapıldığı, polise tabure ile saldırıldığı ve taş atıldığı, bu saldırı akabinde polis tarafından müdahalede bulunulduğu, görüntü kayıtlarının incelenmesinde polislerin müştekilere yönelik eyleminin bulunmadığı, tam aksine grup tarafından polislere bazı cisimler fırlatıldığı belirtilmiştir. Kararda ayrıca kanunsuz biçimde toplanan grup içinde bölücü terör örgütü propagandası niteliğinde slogan atıldığı, güvenlik güçlerine taşlı saldırıda bulunulduğu, kamu malına zarar verildiği ifade edilmiştir. Yine, müdahalenin zorunlu hâle geldiği, bu sırada müştekilerin yaralandığı kabul edilse bile meydana gelen yaralanmadan güvenlik güçlerinin sorumlu tutulmasının kanun hükmünü yerine getiren kamu görevlilerinin kasıtlı olmayan ve müdahalenin doğasında var olan zorlamanın sınırlarını aşmayan uygulamaları dikkate alınarak mümkün olamayacağı belirtilmiştir. Ayrıca, müştekilerin ne tür bir cisimle nasıl yaralandığının tespit edilemediği, kolluk görevlilerinin kast ya da taksirle müştekileri yaralamaya yönelik hareket ettiğine ilişkin delile ulaşılamadığı ifade edilmiştir. Başvurucular tarafından karara kollukça uyarı yapılmaksızın hedef alınarak ateş edilmesi sebebiyle başvurucu Abdullah Zeydan'ın yaralandığı, görüntülerden de bu hususun anlaşıldığı, yine havaya ateş edilmeyerek orantısız güç kullanılması sebebiyle başvurucu Selma Irmak'ın yaralandığı, soruşturmada şüphelilerin tespit edilmediği gerekçesiyle itiraz edilmiştir. İtirazı inceleyen Hakkâri Sulh Ceza Hâkimliğince kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda isabetsizlik bulunmadığı gerekçesi açıklanarak itirazın reddine kesin olarak karar verilmiştir. Başvuruculara karar 4/5/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 20/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Hüseyin Caruş, B. No: 2013/7812, 6/10/2015, §§ 28-30; Özlem Kır, B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 22-30; Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §§ 22-38; Ali Ulvi Altunelli, B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 23-27, 29- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/10379 | Başvuru, toplantı ve gösteri yürüyüşünün hukuka aykırı olarak engellenmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ve müdahale sırasında meydana gelen yaralanmalara ilişkin olarak soruşturmanın etkili şekilde yürütülmemesinin de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gözaltına alınırken hukuka aykırı kuvvet kullanımı neticesinde yaralama meydana gelmesine rağmen bu olaya ilişkin yapılan soruşturmanın etkili yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 16/8/2018 ve11/12/2019 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2019/40241 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2018/24477 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/24477 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: 1953 doğumlu olan ve Konya'da yaşayan başvurucu, olay tarihinde ziyaret amacıyla Ankara'da bulunmaktadır. Başvurucu 25/8/2011 tarihinde torunuyla birlikte parkta olduğu esnada kendisi hakkında cinsel taciz ihbarı alan kolluk görevlilerince yakalanarak kolluk merkezine götürülmüştür. Kolluk merkezinde yapılan ihbarın asılsız olduğunun anlaşıldığı fakat bu süreçte başvurucunun yakalanırken kolluk görevlilerine direndiği gerekçesiyle başvurucu gözaltına alınmıştır. Başvurucunun gözaltına alınırken hakkında düzenlenen sağlık raporunda (ilk rapor) bir kısım fiziki yaralanma bulgusu tespit edilmesine rağmen bir gün sonra gözaltından çıkarılırken alınan raporda (ikinci rapor) darp ve cebir izinin bulunmadığı bilgisine yer verilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından başvurucu hakkında görevi yaptırmamak için direnme suçu isnadıyla soruşturma yapılmıştır. Anılan soruşturma sırasında başvurucunun yakalanırken kolluk görevlilerince darbedildiğini iddia etmesi nedeniyle iki kolluk görevlisi hakkında da resen zor kullanma yetkisinin aşılması suçu yönünden soruşturma yapılmıştır. Başsavcılıkça yapılan soruşturma sonunda başvurucu hakkında ceza davası açılmasına, kolluk görevlileri hakkında kovuşturma yapılmamasına karar verilmiştir. Başvurucunun darbedildiği için daha sonra kolluk görevlilerinden şikâyetçi olması üzerine Başsavcılıkça daha önce hakkında soruşturma yapılan bir kolluk görevlisi de dâhil olmak üzere dört kolluk görevlisi ve parkın güvenlik görevlisi hakkında kötü muamele, görevi kötüye kullanma ve resmî belgede sahtecilik suçları yönünden soruşturma yapılarak şüpheliler hakkında kovuşturmama kararı verilmiştir. Başsavcılık kararının kesinleşmesinden sonra başvurucu 25/7/2013 tarihinde 2013/5605 başvuru numaralı bireysel başvuruda bulunmuştur ( bu sürece kadar gerçekleşen olayın detaylarına ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Tahir Gökatalay (3), B. No: 2013/5605, 30/3/2016) . Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan inceleme sonucunda 30/3/2016 tarihinde, başvurucu hakkında alınan sağlık raporları arasında çelişki bulunması, Başsavcılık kararında darp ve cebir izi olmadığı belirtilmiş ise de sağlık raporunun Cumhuriyet savcısına bildirilmediği dikkate alınarak başvurucunun yakalanması sırasında yaralanmasının mevcut olup olmadığının dahi açıklığa kavuşturulmaması nedeniyle kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmiştir. Karar 26/5/2016 tarihinde Başsavcılığa bildirilmiştir.Bu aşamadan sonraki gelişmeler tarihsel sırayla anlatılmıştır. Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı doğrultusunda Başsavcılıkça 27/5/2016 tarihinde soruşturma yeniden açılmıştır. Başvurucunun 31/8/2016 tarihli dilekçeyi sunmasından başka şikâyet ve delillerinin tespiti amacıyla 27/9/2016 tarihinde ayrıntılı ifadesi alınmıştır. Başvurucu ifadesinde özetle parkta yanına gelen kolluk görevlileri A.Ş. ile A.Ü.nün yüzüne ve vücudunun farklı bölgelerine vurmak suretiyle kendisini darbettiğini, kolluk merkezinde de darp eyleminin devam ettiğini, Kolluk Amiri N.O.nun kendisine hakaret ettiğini, yanında bulunan torununu eve bırakmak amacıyla kolluk görevlileriyle eve gittiğinde yaşanan olayı çocuklarına anlattığını ve darp izlerini gösterdiğini, daha sonra sağlık raporu alınması amacıyla hastaneye gittiklerinde doktor K.T.nin yaralanmalarını raporladığını ancak her bulgunun yazılmadığını sonradan fark ettiğini beyan etmiştir. Başvurucu ayrıca kolluk görevlileri hakkındaki şikâyetinden vazgeçmesi için kolluk merkezinde kendisine baskı yapıldığını, atanan avukat N.H.nin tanık olarak dinlenilmesini istediğini, gözaltından çıkarılırken doktor nin kendisini muayene etmeden rapor düzenlediğini, daha sonra Başsavcılığa ifade vermeden serbest bırakıldığını, olay nedeniyle psikolojik olarak rahatsızlandığını ve tedavi gördüğünü, hastaneden taburcu olduktan sonra kolluk görevlilerinden şikâyetçi olduğunu, bu sırada da hakkında ceza davası açıldığını öğrendiğini ifade etmiştir. Başvurucunun ifadesi sırasında yanında bulunan avukatı 31/8/2016 tarihli dilekçelerdeki hususları yinelemiş; sağlık raporları arasındaki çelişkinin giderilmesi için adli tıp kurumundan rapor alınmasını, olaya ilişkin kamera kayıtlarının toplanmasını ve şüpheli kolluk görevlilerinin sorguları sırasında kendilerinin de hazır bulunmasını talep etmiştir. Başsavcılıkça 13/10/2016 tarihinde kolluk merkezinden olayla ilgili olarak başvurucu hakkında düzenlenen fezleke evrakları ile kamera görüntülerinin temin edilerek gönderilmesi talep edilmiştir. Bu arada başvurucu hakkında görevi yaptırmamak için direnme suçunu işlediği isnadıyla açılan ceza davası, Ankara Asliye Ceza Mahkemesinin 9/5/2017 tarihli kararıyla beraat ile sonuçlanmıştır. Başvurucuyla ilgili sağlık raporunu düzenleyen doktorlar K.T. ile hakkında görevi kötüye kullanma ve gerçeğe aykırı rapor düzenleme suçları kapsamında Ankara Valiliğinden 6/9/2017 tarihinde, Keçiören Kaymakamlığından 18/9/2017 tarihinde soruşturma izni talep edilmiştir. Keçiören Kaymakamınca 1/11/2017 tarihinde doktorlar hakkında soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, başvurucunun her iki muayenesinde de uygun tıbbi hizmet aldığı ve raporların usulüne uygun hazırlandığı açıklanmıştır. Soruşturma makamınca 2017 yılının farklı aylarında şüpheli kolluk görevlileri A.Ş., N.O., S.A., A.Ü. ve A.nın savunmaları alınmıştır. Şüpheliler üzerilerine atılı suçlamaları kabul etmemiştir. Bir kısım farklılıklar bulunmakla birlikte kolluk görevlileri genel olarak ifadelerinde; başvurucu hakkında yapılan ihbar nedeniyle başvurucuyu kolluk merkezine götürmek istediklerini, bu sırada etrafta bulunan kalabalığın linç girişimini engellediklerini, başvurucunun direnmesi üzerine zor kullandıklarını, bu arada başvurucunun karşı koyarak tekme attığını, kolluk merkezinde kendisini yere atarak olaya aşırı tepki verdiğini, darp veya hakaret olayının yaşanmadığını açıklamıştır. 11/12/2017 tarihinde başvurucu yeniden dilekçe ibraz ederek delillerin toplanmasını istemiş; bu bağlamda görüntülere ulaşılmasını, adli tıp kurumundan rapor alınmasını, hastaneye götürülürken refakat eden kolluk görevlilerinin kimliklerinin tespit edilmesini ve haklarında soruşturma yapılmasını talep etmiştir. Savunması alınamayan şüpheli Kolluk Amiri Ç.A.nın ifadesinin alınması amacıyla 24/1/2018 tarihi ile 8/5/2018 tarihi arasında Başsavcılıkla bir başka savcılık arasında yazışmalar yapıldığı, en son 8/5/2018 tarihinde Başsavcılıkça şüpheli amirin ifadesinin bizzat alındığı anlaşılmıştır. Ç.A. ifadesinde, başvurucunun getirildiği kolluk merkezinin amiri olarak görev yaptığını, başvurucuya kötü muamelede bulunulmadığını, hakkında alınan ilk raporda darp ve cebir izi tespit edilmesine rağmen Başsavcılığa gönderilen fezlekede maddi hata yapılarak darp ve cebir izinin olmadığının yazıldığını ancak dosyası içinde zaten tüm evrakların bulunduğunu dile getirerek gerçeğe aykırı belge düzenlenmesinin söz konusu olmadığını belirtmiş ve suçlamayı kabul etmemiştir. Başvurucunun talebi doğrultusunda olay günü müdafi olarak atanan N.H.nin 25/5/2018 tarihinde tanık olarak beyanı alınmıştır. N.H. olayı ve başvurucuyu hatırlamadığını belirtmiştir. Başsavcılıkça 1/8/2018 tarihinde şüpheli güvenlik görevlisi H.T.nin savunması alınmıştır. Suçlamayı kabul etmeyen H.T., başvurucunun parkta daha önce tanımadığı çocuklarla şüpheli davranışları olduğunu gözlemlemesi nedeniyle kolluk görevlilerine haber verdiğini, kendisinin başvurucuya fiziki müdahalesinin olmadığını, kolluk görevlilerinin parkta veya kolluk merkezinde başvurucuyu darbettiğini veya başvurucuya hakaret ettiğini görmediğini ifade etmiştir. Başvurucunun şikâyet ettiği doktorlar hakkında soruşturma izni verilmemesi kararına itirazı, Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi tarafından 24/5/2018 tarihinde reddedilmiştir. Anılan kararın başvurucuya tebliği üzerine başvurucu 16/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunarak doktorlar hakkında gerekmediği hâlde soruşturma izni prosedürünün işletilmesinden şikâyet etmiş, soruşturmanın hızlı yürütülmediğini vurgulayarak etkisiz olduğunu dile getirmiştir. Diğer yandan başvurucu 13/9/2018 tarihinde Başsavcılığa verdiği ayrıntılı dilekçesinde daha önce dile getirdiği hususları tekrarlayarak alınan savunmalara karşı beyanda bulunmuş vebir kısım delilin toplanmasını yeniden talep etmiştir. Başsavcılık 15/2/2019 tarihinde başvurucunun gözaltı giriş raporunda bir kısım yaralanma bulguları tespit edilmesine rağmen gözaltı çıkış raporunda bunun tespit edilmediği vurgulanarak bir gün içinde tespit edilen söz konusu bulguların iyileşme ihtimalinin olup olmadığı ile başvurucunun gözaltına alınmasının hemen ardından geçirdiği psikolojik rahatsızlığı ile soruşturulan olay arasında illiyet bağı olup olmadığının tespit edilmesi amacıyla İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığından (Adli Tıp Kurumu) görüş sormuştur. Başvurucu 15/3/2019 tarihinde dosyanın İstanbul yerine -soruşturmanın hızlanması amacıyla- Ankara Adli Tıp Kurumuna gönderilmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucunun talebi yerine getirilmemiştir. Adli Tıp Kurumunun 28/3/2019 tarihli eksiklik yazısıyla başvurucunun gördüğü psikiyatrik tedavilerin tüm evraklarının ve başvurucunun gözaltına alındığı tarihteki tüm tıbbi bilgilerin gönderilmesi, ayrıca başvurucunun muayene edilmek üzere usulüne uygun şekilde sevk edilmesi gerektiği bildirilmiştir. Başsavcılıkça nezarethane kamera görüntülerinin temini amacıyla 16/7/2019 tarihinde yeniden kolluk merkezine müzekkere yazılmıştır. Müzekkerede, kamera görüntülerinin bir ay süreyle tutulduktan sonra silindiği hususunda daha önce (2012 tarihinde) bilgi verilmişse de kayıtların silinmeden önce herhangi bir bilgisayarda depolanıp depolanmadığı, güvenlik kamerası hard disklerinin bulunup bulunmadığı hususlarında araştırma yapılması istenmiştir. Başsavcılık tarafından 17/7/2019 tarihinde Adli Tıp Kurumunca istenen tıbbi evraklar gönderilmiş, ayrıca başvurucunun 21/8/2019 tarihinde muayene olmak üzere sevk edileceğinin başvurucuya bildirildiği hususunda Adli Tıp Kurumuna bilgi verilmiştir. 26/10/2019 tarihinde başvurucu hakkında düzenlenen raporun hâlihazırda gönderilmediği belirtilerek soruşturma makamı tarafından Adli Tıp Kurumundan akıbet sorulmuştur. Adli Tıp Kurumunca 4/11/2019 tarihinde akıbet sorulan raporla ilgili çalışmaların devam ettiği hususunda bilgi verilmiş, 11/11/2019 tarihinde başvurucu hakkında görüş bildirilebilmesi için başvurucunun psikiyatrik tedavisine ilişkin tıbbi kayıtların gönderilmesi ve muayene edilmesi amacıyla hazır olması gerektiği ikinci kez eksiklik olarak bildirilmiştir. Adli Tıp Kurumunun eksiklik yazısına istinaden 27/11/2019 ve 4/12/2019 tarihlerinde Sağlık Bakanlığından başvurucunun psikiyatrik tıbbi muayene evrakları istenmiştir. Sağlık Bakanlığının cevap yazısında 2012 yılı Ağustos ayından önceki tıbbi kayıtların elektronik ortamda kayıtlı olmaması nedeniyle başvurucunun tedavi evraklarına ulaşılamadığı hususunda bilgi verilmesi üzerine 13/12/2019 tarihinde Ankara ve Konya il sağlık müdürlüklerinden söz konusu kayıtlar talep edilmiştir. Bu arada Sağlık Bakanlığının başka bir biriminden bir kısım kayıt temin edilmiştir. Konya İl Sağlık Müdürlüğünce 25/12/2019 tarihinde başvurucunun psikiyatrik tedavi gördüğüne ilişkin kayıtların bulunmadığı bildirilmiştir. Başvurucu bu aşamada -11/12/2019 tarihinde- 2019/40241 başvuru numarasıyla bireysel başvuruda bulunarak soruşturmanın etkililiğini kaybettiğini yeniden dile getirmiştir. Bireysel başvuruda bulunduktan sonra başvurucu 13/1/2020 tarihinde Başsavcılığa dilekçe ibraz ederek 21/8/2019 tarihinde Adli Tıp Kurumu tarafından muayene edildiğini, psikiyatri bölümünde yatılı tedavi görmediğini, bu nedenle tedavi evraklarının olmadığını ancak yaşanan olay nedeniyle doktora başvurduğuna ilişkin evrakları sunmasına rağmen Adli Tıp Kurumunca bu evrakların teslim alınmayıp Başsavcılık kanalıyla kendilerine ulaştırılması gerektiğinin belirtildiğini, bu nedenle Başsavcılığa ilettiği ekteki belgelerin Adli Tıp Kurumuna gönderilmesini talep ettiğini beyan etmiştir. Ayrıca zamanaşımı nedeniyle işkence (kötü muamele) dışında yürütülen tehdit, görevi kötüye kullanma, resmî belgede sahtecilik, hürriyeti tahdit etme suçlarından bir an önce dava açılmasını talep eden başvurucu, Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Bölümü (Eğitim ve Araştırma Hastanesi) muayene evraklarını dilekçesine eklemiştir. Başsavcılık tarafından başvurucunun dilekçesindeki bilgiler doğrultusunda 23/1/2020 tarihinde Eğitim ve Araştırma Hastanesinden başvurucunun muayene evrakları resmî yazıyla istenmiştir. Diğer taraftan başvurucunun hastanede kendisine eşlik eden kolluk görevlilerinden de şikâyetçi olması nedeniyle bu kişilerin kimliklerinin tespiti amacıyla İl Emniyet Müdürlüğünden 10/2/2020 tarihinde bilgi istenmiştir. Aynı tarihte Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla şüpheli doktor K.T.nin savunmasının alınması talep edilmiştir. İstinabe evrakında, her ne kadar şüpheli doktor hakkında soruşturma izni verilmemişse de şüphelinin eyleminin soruşturmasının izne tabi olmadığı anlaşıldığından soruşturmanın resen yürütüldüğü hususunda özellikle bilgi verilmiştir. Başsavcılıkça bildirilen eksiklikler giderildikten sonra dosya 12/2/2020 tarihinde Adli Tıp Kurumuna gönderilmiş, ayrıca başvurucuya muayenede hazır olması hususunda haber verilmiştir. Şüpheli doktor K.T.nin 12/2/2020 tarihinde savunması alınmıştır. K.T. suçlamaları kabul etmemiş, başvurucuyu hatırlamadığını beyan etmiştir. Başvurucu 17/2/2020 tarihinde dilekçe ibraz ederek deliler toplanmadan karar verilemeyeceğini, bu bağlamda Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasının zorunlu olduğunu belirterek şüpheli kolluk görevlilerinden kimliği belirsiz olanların kimliğinin belirlenmesini talep etmiştir. Diğer şüpheli doktor nin savunması Başsavcılık tarafından 19/2/2020 tarihinde alınmıştır. savunmasında; herhangi bir kolluk görevlisi tarafından yönlendirilmediğini beyan etmiş, suçlamaları kabul etmemiş, başvurucuyu hatırladığını ancak muayenenin ayrıntılarını hatırlamadığını ifade etmiştir. 2020 yılı Mart ayı içinde başvurucunun temin edilmesini talep ettiği çeşitli kurumların kamera arşiv kayıtlarına ulaşılması için yazışmalar yapılmış, diğer yandan başvurucunun gözaltında hastaneye sevki sırasında başvurucuya refakat eden kolluk görevlilerinin teşhisi amacıyla temin edilen fotoğraflar 10/4/2020 tarihinde Konya Başsavcılığına gönderilerek başvurucuya teşhis işleminin yaptırılması talep edilmiştir. Adli Tıp Kurumunun başvurucu hakkındaki 20/3/2020 tarihli raporu 28/4/2020 tarihinde Başsavcılığa gönderilmiştir. Raporda, başvurucunun gözaltına giriş raporunda tespit edilen bulguların yakalanırken direndiği için zor kullanma veya araca zorla bindirme nedeniyle oluşabileceği gibi künt nitelikli, doğrudan travmaya bağlı olarak da oluşabileceği, buna karşın başvurucunun kendisini yere atmasıyla söz konusu yaralanmanın oluşamayacağı, yaralanma izlerinin bir gün sonra kaybolmasının tıbben beklenmediği belirtilmiş; ayrıca başvurucuda tespit edilen travma sonrası stres bozukluğunun iddia edilen darp olayından mı yoksa gözaltı sürecinden mi kaynaklandığının ayırt edilemeyeceği ve bu hâliyle başvurucunun yaralanmasının basit tıbbi müdahaleyle giderilebileceği açıklanmıştır. Başvurucu 27/4/2020 tarihinde Başsavcılığa ibraz ettiği beyan dilekçesiyle, teşhis ettiği kolluk görevlileri K.S. ile U.nun savunmasının alınmasını talep etmiş; ayrıca bu iki polis memurunun ilk raporun alındığı sırada da bulunduğunu dile getirerek ikinci rapor sırasında yanında bulunan diğer kolluk görevlileri için de teşhis işlemi yaptırılmasını istemiştir. Başvurucunun dilekçesi doğrultusunda 2020 yılı Mayıs ayında Başsavcılık ile kolluk merkezi arasındaki yazışmalar sonucu ikinci raporun alındığı sırada başvurucunun yanında bulunan iki memurun tespiti amacıyla görev listeleri, memurların kimlik bilgileri ve fotoğraflarının gönderilmesi üzerine Konya Başsavcılığından 19/6/2020 tarihinde yeniden teşhis işlemi yaptırılması talep edilmiştir. Başvurucu 3/7/2020 tarihinde Başsavcılığa sunduğu dilekçeyle, ikinci teşhis işleminde kafasının karışması nedeniyle sehven yanlış beyanda bulunduğunu, aslında A.B. ve K.Ö.yü kesin olarak belirlemesine rağmen başkaca dört kolluk görevlisini teşhis ettiğini ancak bu kişilerin de olaya ilişkin beyanlarının alınması gerektiğini ifade etmiş; Adli Tıp Kurumu raporu doğrultusunda şüpheli kolluk ve sağlık görevlileri hakkında ceza davası açılmasını talep etmiştir. Başvurucunun beyanlarının alınmasını talep ettiği dört kolluk görevlisinden ikisi 2020 yılı Eylül ayı içinde Başsavcılıkça dinlenmiştir. Şüpheli sıfatıyla dinlenen kolluk görevlileri U. ile K.S. suçlamayı genel olarak kabul etmemiş; sağlık raporuna müdahalede bulunmalarının söz konusu olmadığını, olayı tam olarak hatırlayamadıkları için başvurucu ile rapor almaya gidip gitmediklerini dahi bilmediklerini ifade etmiştir. Başvurucunun kesin olarak teşhis ettiğini dilekçesinde belirttiği şüpheli polis memuru K.Ö.nün İstanbul'da yaşaması nedeniyle Başsavcılık tarafından ifadesinin alınması amacıyla 10/11/2020 tarihinde Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığına talimat yazılmıştır. Öte yandan başvurucu, kolluk görevlilerinin hakaret ve kötü muamelesine maruz kaldığı iddiasıyla maddi ve manevi zarara uğradığını ileri sürerek Ankara İdare Mahkemesinde İçişleri Bakanlığı aleyhine 7/4/2015 tarihinde tam yargı davası açmış olup inceleme tarihi itibarıyla yargılamanın devam ettiği anlaşılmıştır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24477 | Başvuru, gözaltına alınırken hukuka aykırı kuvvet kullanımı neticesinde yaralama meydana gelmesine rağmen bu olaya ilişkin yapılan soruşturmanın etkili yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, taşınmazının kamulaştırılmasına ilişkin İstanbul Büyükşehir Belediyesi Encümen kararı ile bu kararın dayanağı 1/5000 ölçekli nazım imar planının iptali istemiyle açılan davada verilen karar nedeniyle Anayasa’nın , , , , , , , ve maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 23/9/2013 tarihinde Büyükçekmece Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 10/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 17/8/2004 tarihinde İstanbul ili Eyüp ilçesi Alibeyköy mevkiinde aşırı yağış nedeniyle Alibey Deresinin kolu olan Küçükköy deresinin taşması ve gelecekte bölgede kuvvetli afet riski bulunması nedeniyle, Küçükköy deresinin her iki yanında yer alan kollektörler ile bunların bakım, temizlik ve işletilmesi için gerekli olan 30’ar metrelik bantlar içinde bulunan taşınmazların 29/8/2003 tarih ve 1/5000 ölçekli Eyüp Merter Nazım İmar Planında Küçükköy deresi yatağında kalması nedeniyle 24/8/2004 tarih ve 1072 sayılı İstanbul Büyükşehir Belediye Encümeni kararı ile kamu yararı kararı alınarak kamulaştırılmasına karar verilmiş, bu kararın Bakanlar Kuruluna bildirilmesi üzerine Bakanlar Kurulunun 23/9/2004 tarih ve 2004/7897 sayılı kararı ile bölgeye yönelik acele kamulaştırma kararı alınmıştır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, başvurucuya karşı kamulaştırma bedelinin tespiti ve acele el koyma için Eyüp Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmış, anılan Mahkeme 15/6/2005 tarih ve E.2005/95, K.2005/342 sayılı kararı ile el koyma talebinin kabulüne ve tespit edilen kamulaştırma bedelinin başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Bu karar sonrası başvurucu uzlaşmaya davet edilmiş, başvurucunun uzlaşma davetine gelmemesi üzerine İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Eyüp Asliye Hukuk Mahkemesinde taşınmazın kamulaştırma bedelinin tespiti ile kendi adına tesciline karar verilmesi talebiyle dava açmış, anılan Mahkeme yaptırdığı keşif ve bilirkişi incelemeleri sonrasında taşınmazın kamulaştırma bedelinin 839,51 TL olduğunu tespit etmiş ve 27/12/2007 tarih ve E.2006/256, K.2007439 sayılı kararı ile depo edilen kamulaştırma bedeli farkı olan 968,51 TL’nin başvurucuya ödenmesine, kamulaştırılan yerin yol ve kaldırım olarak kullanılması nedeniyle taşınmazın tapudan yol olarak terkinine karar vermiştir. Başvurucu tarafından Bakanlar Kurulu kararının iptali istemiyle açılan dava ise Danıştay Altıncı Dairesinin 27/2/2008 tarih ve E.2006/1162, K.2008/1264 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu bunun yanında taşınmazının 30 metrelik kamulaştırma bandının dışında kaldığından kamulaştırmanın neden unsurunun bulunmadığını ve idarenin maddi hata yaptığını ileri sürerek Encümen kararının ve bu kararın dayanağı olan 1/5000 ölçekli nazım imar planının iptali istemiyle İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 23/5/2008 tarihli ara kararı ile Danıştay Altıncı Dairesinden, başvurucunun açtığı dava hakkında karar verilip verilmediğini, verildi ise kararın bir örneğinin gönderilmesini istemiş; Danıştay Altıncı Daire Başkanlığı 16/9/2008 tarihli yazısı ile davanın reddedildiğini bildirmiş ve yazı ekinde kararın bir örneğini göndermiştir. Mahkemenin 9/10/2008 tarihli ara kararı uyarınca uyuşmazlığın çözümü için 23/1/2009 tarihinde mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmış ve hazırlanan 18/2/2009 tarihli bilirkişi raporu Mahkemeye sunulmuştur. Mahkeme 26/5/2009 tarih ve E.2006/974, K.2009/913 sayılı kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesi şöyledir:“ … bilirkişi kurulu tarafından hazırlanan bilirkişi raporunda özetle; “Dava konusu taşınmazın, Eyüp İlçesi sınırları içinde, Leylak Sokak ile Yasemin Sokak’ın kesişme noktasında 235 ada, 5 parsel olarak konuşlandığı, idari işlemin gerçekleştirildiği ve derenin güzergâhının değiştirildiğinin görüldüğü, dere güzergâhının üstüne, yeni yapılan bulvar getirildiği, Yasemin Sokak üzerindeki davacı taşınmazının yeni yol aynı zamanda derenin yeni güzergâhındaki kamulaştırma sahasında kaldığının görüldüğü, taşınmazın 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planı’nda ‘K‘ Konut alanında kaldığı, bölgede mevcut bulunan derelerin taşkın yapma riskine karşılık olarak 1/5000 plan notlarında söz konusu alanda İSKİ görüşü ve projelendiresi sonucunda planın değişebileceğine ilişkin hüküm bulunduğu, özel mühendislik projesi hazırlanan ve yatırıma konu olan alanlarda, projelerin yapımı sürecinde değişik alternatifler ele alınabileceği, bu nedenle 1/5000 ölçekli plan bu bölgedeki derenin konumunun değişeceği ve uygulama imar planlarının bu kapsamda yenilenebileceği belirten hükümle donatıldığı,Dere yaklaşma sahası olarak ayrılan ve önce İSKİ hizmet Alanı olarak planlarda tanımlanan alanda, önce derenin daha evvelki deneyimlerden görüldüğü şekilde teressübat ile dolması sonunda taşkın olduğu kanaati ile önce derenin kapatılmaması cihetine gidilerek projelendirme yapıldığı, bu projelendirme sırasında derenin 30 metre olarak iki yanında kamulaştırma alanı belirlendiği, ancak daha sonra, projelerin değiştirildiği ve 1/1000 ölçekli uygulama imar planında görüldüğü üzere dere güzergahının üstü kapalı hale getirildiği ve buna karşılık yeni açılan bir bulvar ile bu güzergahın yol ile desteklendiğinin anlaşıldığı, böylece uygulama esnasında teknik verilerde ve projelerde değişiklik yapıldığı,Teknik içerikli projelerin, farklı ilkeler ile alternatifli olarak hazırlandığı, imar planı yapımı sürecinde teknik proje yapılacak alanlara özellikle plan hükmü ile ayrıntılı bilginin planlara aktarıldığı, örneğin, ilgili teknik dairenin görüşü doğrultusunda imar planının değiştirilebileceğine ilişkin hüküm getirildiği, bu bir anlamda söz konusu alanda taşınmazı olan kişilerin, imar planındaki değişikleri izleyebilmesi ve yorumlamasına imkan sağlandığı, 1/5000 ölçekli nazım imar planından hareket ile projelerin ve ilk kamulaştırma sahalarının belirlendiği, projelerin ileri safhalarda değişik alternatifler sonucunda yeni bir yol güzergahı ve bu yol güzergahının altına derenin getirilmesi ile değiştiğinin görüldüğü, söz konusu değişikliğin olabileceğine ilişkin plan hükmünün 1/5000 nazım imar planında belirtildiği,İmar planları ile teknik içerikli projelerin süreçleri ve çalışma alanları detayları ve yatırımcı kuruluşlar farklı olduğundan plan notundaki değişiklik ve örneğin dere yatağının değişmesi, yol güzergahının değişmesi gibi hususların ilk önce hazırlanan 1/5000 ölçekli planda görülmesinin mümkün olmadığı, zaten bu nedenle nazım imar planında derenin konumunun değişeceği ve uygulama imar planlarının bu kapsamda yenilenebileceğini belirten hükümle donatıldığı, kamulaştırma işleminin ve dayanağı imar planının şehircilik ilke ve planlama tekniklerine uygun olduğu yapılan idari işlemde kamu yararı bulunduğu” sonuç ve kanaatine varıldığı belirtilmiştir. Taraflara tebliğ edilen bilirkişi raporuna davalı idarece itiraz edilmekte ise de, itiraz konuları raporu kusurlandıracak nitelikte görülmemiş olup rapor karara esas alınabilecek nitelikte bulunmuştur. Bu durumda, bölgede mevcut bulunan derelerin taşkın yapma riskine karşılık olarak 1/5000 plan notlarında söz konusu alanda İSKİ görüşü ve projelendirmesi sonucunda planın değişebileceğine ilişkin hüküm bulunduğu, özel mühendislik projesi hazırlanan ve yatırıma konu olan alanlarda, projelerin yapımı sürecinde değişik alternatifler ele alınabileceği, projelerin ileri safhalarda değişik alternatifler sonucunda yeni bir yol güzergahı ve bu yol güzergahının altına derenin getirilmesi ile değiştiğinin görüldüğü, söz konusu değişikliğin olabileceğine ilişkin plan hükmünün 1/5000 ölçekli nazım imar planında belirtildiği, bu kapsamda tesis edilen dava konusu kamulaştırma işleminde ve dayanağı 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planında hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” Başvurucu bu kararı temyiz etmiş, Danıştay Altıncı Dairesi 14/6/2012 tarih ve E.2009/12686, K.2012/3532 sayılı kararı ile Mahkeme kararının onanmasına karar vermiştir. Bu karara karşı yapılan karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 12/6/2013 tarih ve E.2012/6826, K.2013/4178 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 22/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 3/5/1985 tarih ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Tanımlar” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Bu Kanunda geçen terimlerden bazıları aşağıda tanımlanmıştır. Nazım İmar Planı; varsa bölge veya çevre düzeni planlarına uygun olarak halihazır haritalar üzerine, yine varsa kadastral durumu işlenmiş olarak çizilen ve arazi parçalarının; genel kullanış biçimlerini, başlıca bölge tiplerini, bölgelerin gelecekteki nüfus yoğunluklarını, gerektiğinde yapı yoğunluğunu, çeşitli yerleşme alanlarının gelişme yön ve büyüklükleri ile ilkelerini, ulaşım sistemlerini ve problemlerinin çözümü gibi hususları göstermek ve uygulama imar planlarının hazırlanmasına esas olmak üzere düzenlenen, detaylı bir raporla açıklanan ve raporuyla beraber bütün olan plandır.…” 3194 sayılı Kanun’un “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi şöyledir:“İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.” 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun “Kamulaştırma şartları” kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:“Bakanlar Kurulunca kabul olunan, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskan projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla yapılacak kamulaştırmalarda, bir gerçek veya özel hukuk tüzelkişisine ödenecek kamulaştırma bedelinin o yıl Genel Bütçe Kanununda gösterilen miktarı, nakden ve peşin olarak ödenir. Bu miktar, kamulaştırma bedelinin altıda birinden az olamaz. Bu miktarın üstünde olan kamulaştırma bedelleri, peşin ödeme miktarından az olmamak ve en fazla beş yıl içinde faiziyle birlikte ödenmek üzere eşit taksitlere bağlanır. Taksitlere, peşin ödeme gününü takip eden günden itibaren, Devlet borçları için öngörülen en yüksek faiz haddi uygulanır.” 2942 sayılı Kanun’un “Acele kamulaştırma” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“3634 sayılı Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanununun uygulanmasında yurt savunması ihtiyacına veya aceleliğine Bakanlar Kurulunca karar alınacak hallerde veya özel kanunlarla öngörülen olağanüstü durumlarda gerekli olan taşınmaz malların kamulaştırılmasında kıymet takdiri dışındaki işlemler sonradan tamamlanmak üzere ilgili idarenin istemi ile mahkemece yedi gün içinde o taşınmaz malın 10 uncu madde esasları dairesinde ve 15 inci madde uyarınca seçilecek bilirkişilerce tespit edilecek değeri, idare tarafından mal sahibi adına 10 uncu maddeye göre yapılacak davetiye ve ilanda belirtilen bankaya yatırılarak o taşınmaz mala el konulabilir.” | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7658 | Başvurucu, taşınmazının kamulaştırılmasına ilişkin İstanbul Büyükşehir Belediyesi Encümen kararı ile bu kararın dayanağı 1/5000 ölçekli nazım imar planının iptali istemiyle açılan davada verilen karar nedeniyle Anayasa’nın 2. , 5. , 10. , 1 , 12. , 13. , 35. , 90. ve 138. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/3/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş bildirilmeyeceğini belirtmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların çocuğu E.K. 18/8/2001 tarihinde Manisa Doğum ve Çocuk Bakımevinde dünyaya gelmiştir. Solunum sıkıntısı yaşayan bebek sevk edildiği İzmir Dr. Behçet Uz Çocuk Hastanesi Yenidoğan ve Prematüre Servisinde bir hafta süreyle tedavi görmüştür. Başvurucular bebeğin sağ omuz ve sol dizinde hareketsizlik şikâyeti ile 29/8/2001 tarihinde Manisa Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine (Üniversite Hastanesi) başvurmuşlar, burada Ortopedi Uzmanı Doktor U.Ö. tarafından muayene edilen bebekte sağ omuz abduksiyonu yapılamadığı, distal hareketlerin normal olduğu, klavikula (köprücük kemiği) kırık bulgusunun bulunmadığı, ateş ve huzursuzluk tesbit edilmediği, sağ omuzda effüzyon olmadığı, sol kalça ekstansiyonunda 5 derece kısıtlılık olduğu tespitleri yapılarak on beş gün izlem önerilmiştir. Başvurucular ise doktorun muayene sonucunda bebeğin omzunda sinir zedelenmesi, dizinde ise çatlak olduğunu belirterek bir hafta sonrasına randevu verdiğini beyan etmişlerdir. Taburcu edilen bebeğin omuz ve dizinde şişlik oluşması üzerine randevu günü beklenmeden 4/9/2001 tarihinde yapılan başvuru üzerine bu kez çocuk hastalıkları uzmanı tarafından muayene edilen bebeğe septik artrit -bakteri ve mantarların yol açtığı eklem enfeksiyonu- tanısı konularak oluşan ödemin drene edilmesi amacıyla 7/9/2001 tarihinde Doktor U.Ö. tarafından cerrahi müdahale uygulanmış, sonrasında taburcu edilen bebeğin sekiz ay süreyle takibine ve tedavisine devam edilmiştir. Başvurucular; çocuklarının normal şekilde yürüyemediğini, kolunu da sağlıklı şekilde hareket ettiremediğini, bu nedenle birçok operasyon geçirdiğini, kullandığı yürüme cihazının gelişimini tamamlayacağı yirmi üç yaşına kadar dört ayda bir değiştirilmesi gerektiğini, ayrıca tedavi sürecinin devam etmesi nedeniyle hakkında kesin rapor düzenlenmediğini belirtmişlerdir. Başvurucular 21/2/2006 tarihinde Manisa Cumhuriyet Başsavcılığına sundukları dilekçe ile çocuklarının tedavi sürecinde görevli doktorlardan şikâyetçi olmuşlar, Başsavcılığın 27/2/2006 tarihinde görevsizlik kararı vermesi üzerine Celal Bayar Üniversitesi Rektörlüğü (Üniversite) tarafından şikâyet konuları hakkında soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi H.P. bilirkişi olarak tayin edilmiş, hazırlanan 24/4/2006 tarihli bilirkişi raporunda yeni doğan septik artritigibi tanısı geç ve zor olan bir hastalığın, hasta yakınının da ifadesinden anlaşıldığına göre Doktor U.Ö.nün uyarısı sayesinde nispeten daha erken tanındığı ve doktorun görevini ihmalinin söz konusu olmadığı belirtildiğinden olayla ilgili olarak men-i muhakeme kararı alınmıştır. Olayla ilgili olarak yürütülen bir diğer soruşturmada bilirkişi olarak görüşüne başvurulan İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Klinik Şefi Ş. tarafından düzenlenen raporda; yenidoğan septik artritinin diğer yaş grubundaki septik artritlerin klinik ve laboratuvar bulgularından çok farklı olabildiği, tanının şüphelenilen eklemin muayenesi ve ponksiyonunun (vücuttan iğne ile sıvı alınması) mikroskobik incelemesi ile konulabileceği, hastanın izlem kayıtlarında omuz ve diz eklemi patolojisini düşündürecek bir kaydın bulunmadığı, bu nedenle hastanın İzmir Dr. Behçet Uz Çocuk Hastanesinde yattığı dönemde ya da izlemlerinde septik artriti düşündürecek bir bulgunun dosyada mevcut olmadığı belirtilmiştir. Yine olayla ilgili soruşturma kapsamında tıbbi görüşüne başvurulan Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi H.Ö. tarafından hazırlanan 10/4/2006 tarihli raporda; septik artritin çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanlığını da yakından ilgilendiren ve tedavisi aciliyet arz eden bir durum olduğu, olgunun epikrizinde hastaneye yatış ve invazif (cerrahi işlem gerektiren uygulama) girişim öyküsü belirtilmiş olduğundan septik artrit şüphesinin duyulması ve eklem ultrasonografısi ile tanısal yaklaşımın başlatılmış olması gerektiği, bunun yapılması hâlinde erken tanıya ulaşılabilmiş olunacağı, ancak ortopedi hekimince muayenesi yapılan ve grafısi çekilen hastada o an için bulguların tanıya gitmek için yeterli olmadığı, önerilen izlemin muhtemelen sağlıklı yapılamamasına bağlı tanıda gecikme yaşandığı ve daha sonra doğru şekilde tedavinin tamamlandığı ifade edilmiştir. Başvurucular, çocuklarının hastanede mikrop kaptığı, hastalığın teşhis ve tedavisinin gecikmeli ve hatalı olarak yapıldığı iddialarıyla Sağlık Bakanlığı ile Üniversite ve Ortopedi Uzmanı Doktor U.Ö. aleyhine 17/8/2006 tarihinde Manisa Asliye Hukuk Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat davası açmışlardır. Mahkeme tefrik kararı vererek Bakanlık ve Üniversite aleyhine açılan davada idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle 2/3/2007 tarihinde davanın görev yönünden reddine karar vermiş, karar Yargıtayca onanarak kesinleşmiştir. Mahkeme Doktor U.Ö. hakkındaki davada ise yargılamaya devam etmiştir. Başvurucular davanın görev yönünden reddi üzerine, Sağlık Bakanlığı ve Üniversite aleyhine 25/6/2008 tarihinde Manisa İdare Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat davası açmışlardır. Dava dilekçesinde; çocuğun omuz ve ayağında büyüme plaklarının bulunduğu mahalde mikrop oluştuğunun -gereği gibi inceleme yapılmadığı için- zamanında fark edilmediğini, vakayla çocuk ortopedistinin ilgilenmesi gerekirken yetişkinler bakımından uzman olan ortopedistin ilgilendiğini, teşhis konulduktan sonra ameliyat için üç gün beklenildiğini ve ameliyat sırasında büyüme plaklarının alınmasının çocuğun sakat kalmasına neden olduğunu belirtmişlerdir. İdare Mahkemesi, bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar vererek olayda idarelerin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığı hususunda Adli Tıp Kurumu (ATK) Başkanlığından rapor istemiştir. ATK İhtisas Kurulu (Kurul) tarafından hazırlanan 12/10/2012 tarihli bilirkişi raporunda tedavi süreci özetlendikten sonra yenidoğan, solunum distresi ve diğer vital sıkıntısı olan bebeklerin, her an için enfeksiyona açık olduğu ve enfeksiyona bağlı olarak kalça, diz, omuz ve diğer eklemlerde septik artrit veya osteomyelitin gelişebileceği belirtilmiştir. Raporda ayrıca, vital fonksiyon bozukluğu olan yenidoğan bebeklerde bu durumun beklenebilir bir komplikasyon olduğu, bu komplikasyonun en iyi şartlarda tedavisinin yapılması durumunda dahi enfeksiyon neticesinde kemik ve eklemlerde kısalık, eğrilik gibi deformitelerin meydana gelebileceği cihetle çocuğun doğduğu ve devamında tedavi için sevk edildiği hastanelerin teşhis ve tedavi işlemlerinin tıp kurallarına uygun olduğu ifade edilmiştir. Başvurucular bilirkişi raporuna itiraz ederek ATK Genel Kurulu veya üniversite hastanelerinden görüş alınması talebinde bulunmuşlardır. İtiraz dilekçesinde; raporda çocuğun el ve kolunu gerektiği gibi hareket ettirememe nedeninin izah edilemediği, septik artrit teşhisi konulan bir hastanın acilen ameliyat edilmesi gerekirken olayda ameliyatın hastaneye girişten dokuz gün sonra yapıldığı, teşhis ve müdahalede geç kalındığı ileri sürülmüştür. Mahkemenin 7/6/2013 tarihli kararıyla dava reddedilmiştir. Karar gerekçesinde Kurulca hazırlanan bilirkişi raporu hükme esas alınarak olayda idarenin tazmin sorumluluğunu gerektirecek bir hizmet kusurunun bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucular tarafından temyiz edilen karar, Danıştay Onbeşinci Dairesince 19/6/2014 tarihinde onanmış, karar düzeltme istemi de Dairenin 7/12/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 15/2/2016 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. 8/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Öte yandan Manisa Asliye Hukuk Mahkemesi Doktor U.Ö. aleyhine devam eden tazminat davasında Kurulun görüşüne başvurmuştur. Kurul 25/5/2011 tarihli raporunda; doğum kararı endikasyonu ve doğuma kadar yapılan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğunu, sezaryen ile doğan bebeğin doğumdan sonraki ilk muayene bulgularının doğumla ilgili bir komplikasyonu düşündürmediği cihetle kadın hastalıkları ve doğum uzmanı Doktor A.ye kusur atfedilemeyeceğini, Manisa Doğumevi Hastanesinde yapılan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğunu belirtmiştir. Raporda ayrıca, bebekte gelişen yenidoğanın geçici takipnesinin sezaryen ile doğan bebeklerde çok sık görülen bir durum olduğu, bu hastalığa bağlı olarak İzmir Dr. Behçet Uz Çocuk Hastanesinde yapılan tedavinin tıp kurallarına uygun olduğu, hastanın kol ve bacaklarında gelişen hareket kısıtlılığı nedeniyle götürüldüğü Ortopedi Polikliniğinde yapılan muayenesinin normal sınırlar içinde olduğundan hastanın takibine karar verilmesinin tıp kurallarına uygun olduğu ifade edilmiştir. Raporun devamında ise hastada daha sonra gelişen septik artrit hastalığının mikrobik bir hastalık olduğu, yeni doğanlarda bu hastalığın kan yolu ile yayıldığı ve sinsi bir seyir gösterdiği, hastada septik artrite yönelik olarak yapılan tanı, antibiyoterapi ve operasyonlarının tıp kurallarına uygun olduğu, uygun tedaviye rağmen septik artrit hastalığında büyüme plaklarının enfeksiyona bağlı olarak zarar görebileceğinin bilindiği, büyüme plaklarının alınması gibi bir operasyon yönteminin olmadığı, hastada mevcut sekellerin septik artritin komplikasyonu olarak değerlendirilmesi gerektiği ve bu nedenle hastanın takip edildiği Üniversite Hastanesinde yapılan tüm tedavilere ve Ortopedi Uzmanı Doktor U.Ö.ye kusur atfedilemeyeceği yönünde görüş bildirilmiştir. Başvurucular hastaneye ilk başvuruda sadece takip önerilmesi ve ameliyatın dokuz gün sonra yapılmış olması nedenleriyle teşhis ve ameliyatın geciktiğini iddia ederek ATK raporuna itirazda bulunmuşlardır. Bunun üzerine Mahkeme bu kez ATK Genel Kurulundan özellikle küçüğe teşhis konulması ve ameliyatın yapılmasında gecikme olup olmadığı hususu dikkate alınarak dosya hakkında görüş talep etmiştir. Genel Kurul konuyla ilgili olarak alınmış olan tüm tıbbi görüşleri de nazara alarak dosya üzerinde yaptığı inceleme sonucu düzenlediği 19/6/2014 tarihli raporda, 25/5/2011 tarihli Kurul raporuyla aynı doğrultuda görüş beyan etmiştir. Mahkeme 24/2/2015 tarihli kararıyla hizmet kusuruna dayanan davaların ancak idare aleyhine açılabileceği gerekçesiyle doktora karşı açılan davayı, sıfat yokluğu nedeniyle reddetmiştir. İlgili hukuk için bkz. Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24- | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/4790 | Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, bir siyasi parti liderinin Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) parti grup toplantısında yaptığı konuşmada sarf ettiği sözler nedeniyle şeref ve itibar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2011 yılından beri Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) milletvekili olup öncesinde de Denizli belediye başkanı olarak görev yapmış -sonrasında ekonomi bakanı olarak görev yapacak olan- aktif bir siyasetçidir. Davalı ise olayların meydana geldiği dönemde ana muhalefet partisi olan ve hâlen en fazla sandalye sayısına sahip ikinci parti konumunda bulunan Cumhuriyet Halk Partisinin (CHP) genel başkanıdır. TBMM Genel Kurulunda 1/11/2012 tarihinde başlayıp 2/11/2012 tarihinde biten oturumda yapılan yoklamalarda usulsüzlük yapıldığına ilişkin tartışmalar yaşanmıştır. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu 6/11/2012 tarihli grup toplantısında bu usulsüzlük iddialarını gündeme taşımış ve bu kapsamda başvurucu ile ilgili birtakım sözler sarf etmiştir. Anayasa'nın maddesinde toplantı ve karar yeter sayıları düzenlenmiştir. 13/4/1973 tarihli ve 14506 sayılı TBMM İçtüzüğü'ne göre ise TBMM başkanı oturumu açarken tereddüte düşerse yoklama yapmaktadır. Bu yoklama elektronik oylama düğmelerine basmak veya imzalı pusula vermek suretiyle iki şekilde yapılmaktadır. Yoklama sırasında özürsüz veya izinsiz bulunmayan milletvekili o birleşimde yok sayılmaktadır. Anılan yoklama sisteminde usulsüzlükler yapıldığı iddiası birçok kez Meclis gündemine getirilmiş ve bu konuda çeşitli tartışmalar yaşanmıştır. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bu tartışmalar ekseninde 6/11/2012 tarihli parti grup toplantısında yaptığı konuşmada TBMM oturumunda yapılan yoklama sırasında usulsüzlükler yapıldığı iddiasını gündeme getirmiş, konuşmanın devamında başvurucunun da isminin geçtiği ifadeler kullanmıştır. Bu ifadeler özetle şöyledir: "...Kendisi Meclis'te olmadığı halde oradaymış gibi oy pusulası gönderen milletvekilleri var... 1-2 kişi yapsa neyse diyelim. 50 kişinin sahtekarlık yaptığı toplantılar var...Bunları artık ifşa ediyorum. Seçim bölgesindeki vatandaşlar da 'hangi sahtekarlara oy verdiklerini görsünler' diye söylüyorum......A. A. (Kemal Kılıçdaroğlu isimleri tam olarak söylüyor), İzmirlilere söylüyorum, sizin bir milletvekiliniz var sahtekarlık yapıyor. K., Konya. Konyalılara da söylüyorum, hem Meclis'e gelmeyecek hem sahtekarlık yapacak. S.B, Elazığ milletvekili. Bizim Elazığ'dan sorumlu milletvekilimiz var ama Elazığ milletvekilimiz yok, sahtekar olacağına hiç olmasın daha iyi. Ö., Hatay milletvekili. Uygarlığın, güzelliğin beşiği olan bir kent, sahtekar bir milletvekili yakışır mı?...Nihat Zeybekçi, Denizli, kesinlikle zeybek oyunu oynamasın, çünkü sahtekarlara zeybek oyunu oynamak düşmez. Ç., Bursa. Bursalı kardeşlerime de söylüyorum, seçtiniz, Parlemento'ya gönderdiniz, sahtekarlık yapıyor. Parlemento'da sahtekarlık yapan bir milletvekili yarın neleri satar çıkarları için artık onu da milletim takdir etsin. Buna sessiz kalan, bugüne kadar ses çıkarmayan kim olursa olsun AKP Genel Başkanı da eğer hala sessizliğini koruyorsa bu sahtekarlara ortaktır." CHP liderinin yaptığı bu konuşma sonrasında içlerinde başvurucunun da bulunduğu, adı geçen altı milletvekili ortak bir basın açıklaması yayımlamıştır. Basın açıklamasının ilgili kısımları özetle şu şekildedir:" Geçtiğimiz hafta Perşembe başlayıp Cuma sabaha karşı biten Türkiye Büyük Millet Meclisi oturumunda bir partinin yoklama istemesi sonucunda elektronik cihaz ile yoklama yapılmış, bu yoklama sırasında birçok milletvekili elektronik cihazla yoklama verirken bir çoğu da pusula ile yoklamaya katılmıştır. ...Bu yoklama elektronik cihazla yapılan yoklama ile aynı geçerliliğe sahiptir ve hiç bir şüpheye yer yoktur. Her partiden milletvekili yoklamasını verdikten sonra farklı sebeplerle genel kurul salonundan ayrılabilirler, verdikleri oy veya yoklama içtüzüğe ve yasalara uygundur asla sahte değildir ve yapılan işlem de sahtekarlık değildir. Bu hakkını kullanan milletvekilini hangi yöntemi kullanırsa kullansın asılsız ve mesnetsiz iddialarla itham etmek, bunu da kamuya ilan etmek özellikle TBMM çatısı altında kimsenin haddine değildir, bu iddiada bulunan bizzat kendisi milleti kandıran iftiracıdır. Dolayısıyla genel kurul salonundan çıkan milletvekilini sahtekarlıkla itham etmek ya çok büyük bir cehalet göstergesi yada yıllarca grup başkanvekilliği yapmış içtüzüğü çok iyi bilmesi gereken birisi için kötü niyetli siyasi rant girişimidir....Biz CHP Sayın Genel Başkanı tarafından insafsız, kasıtlı, siyasi ahlak ve özenden yoksun olarak yapılan iftiranın muhatabı olan milletvekilleri olarak insan vicdanına aykırı bu davranışın karşılığında hakkımızı hukuk yollarıyla arayacağımızı, milletin iradesinin yegane tecelli mekanı olan Türkiye büyük Millet Meclisine olan inancımızı ve bağlılığımızı bir kez daha sarsılmaz bir inanç ile teyit ederek ilan ediyor yüce milletimizi saygıyla selamlıyoruz." Başvurucu, başvuruya konu konuşmada hakkında yer alan asılsız iddialar ve hakaret içeren ifadeler nedeniyle kişilik haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek Kemal Kılıçdaroğlu aleyhine tazminat davası açmıştır. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 21/5/2013 tarihinde davanın reddine hükmetmiştir. Mahkemenin gerekçeli kararının ilgili kısmı şu şekildedir:"...Davacının genel kurul toplantısında bulunduğuna dair başkanlık kürsüsüne oy pusulası gönderdiği halde, yapılan yoklamada bulunmadığı tartışmasızdır. Bu durumda var olduğunu gösteren pusulanın sahte olduğu söylenebilecektir. Mazereti nedeniyle pusula verdiği düşünülürse, toplantıdan ayrılırken neden pusulasını iptal ettirmediği akla gelmektedir. Pusula sahiplerinin ismen okunup toplantıda olmadıklarında pusulaların iptal edildiği ve bu hususta teamül oluştuğu ileri sürülmüştür. Bu uygulamanın ne ölçüde sağlıklı işlediği bilinmekte midir? Bu durumda, dava konusu söylemin, Davacının davranışından kaynaklandığı açıktır. Bütün bunların siyaset yapılan grup toplantısında iktidar partisi eleştirilirken söylendiği de alınır, siyasi kişilerin daha tahammüllü olmaları gerektiği düşünülürse, davanın sabit olmadığı kanaatine varılmaktadır." Temyiz üzerine karar Yargıtay Hukuk Dairesince 21/1/2015 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Nihai karar başvurucuya 2/3/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun "Sorumluluk" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür."B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk kurallarının yer aldığı kararlar için İlhan Cihaner (2) (B. No: 2013/5574, 30/6/2014), Bekir Coşkun ([GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015) ve Kemal Kılıçdaroğlu (B. No: 2014/1577, 25/10/2017) kararlarına bakılabilir. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/5633 | Başvuru, bir siyasi parti liderinin Türkiye Büyük Millet Meclisi TBMM) parti grup toplantısında yaptığı konuşmada sarf ettiği sözler nedeniyle şeref ve itibar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan davada hükmedilen alacağın tahsili için başlatılan icra takibine karşı yapılan şikâyette mahkemenin hukuka aykırı değerlendirme yaparak karar vermesi ve takibe esas davada tazminata karar verilmesine rağmen mevzuat hükümleri gerekçe gösterilerek yargı kararının icra edilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının; idareden herhangi bir alacağı olan kişilerin haciz imkânına sahip olmalarına karşın kamulaştırmasız el atmadan doğan alacak için bu yola gidilememesi nedeniyle deeşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 17/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, murislerinden intikal eden hisse sahibi olduğu taşınmaza davalı Belediyelerin kamulaştırmasız el attığını belirterek diğer hissedarlarla birlikte Antalya Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme 23/2/2011 tarihlive E.2010/12, K.2011/46 sayılı ilamı ile başvurucu lehine davalı Antalya Büyükşehir Belediyesi açısından 385,14 TL, davalı Muratpaşa Belediyesi açısından 674,55 TL alacağa hükmetmiştir. Başvurucu, Mahkeme kararı kesinleşmeden Antalya Büyükşehir Belediyesi aleyhine hükmedilen alacağın tahsili için Antalya İcra Müdürlüğünün E.2011/3975 sayılı dosyasında 9/4/201 tarihinde ilamlı takip başlatmıştır. Takip sırasında borçlu Belediyenin mal varlığı üzerinde haciz uygulanması üzerine borçlu Belediye, hacizlerin kaldırılması için Antalya İcra Hukuk Mahkemesinde şikâyette bulunmuştur. Mahkeme 29/6/2012 tarihli ve E.2012/602, K.2012/611 sayılı kararı ile şikâyeti kabul etmiş ve Belediyenin mal varlığı üzerindeki hacizleri kaldırmıştır. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...İcra dosyasının incelenmesinde davalı alacaklı tarafından Antalya Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2010/12, K.2011/46 sayılı ilamına dayalı olarak ilamlı icra takibi başlatıldığı, Örnek 4-5 Ödeme emrinin 18/4/2011 tarihinde tebliğ edildiği, davalı borçlunun 22/6/2012 tarihinde icra dosyasına dilekçe vererek haczedilmezlik itirazında bulunduğu ve itirazın reddine karar verildiği tespit edilmiştir.29/2/2011 tarihinde yürürlüğe giren 6111 sayılı kanunun geçici maddesinde "bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 15 yıl süre ile geçerli olmak üzere 04/11/1983 tarihli 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun geçici maddesi hükmü, 04/11/1983 tarihinden sonraki kamulaştırmasız elatma işlemlerine de uygulanır."hükmü düzenlenmiştir.Takibe dayanak Antalya Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2010/12, K.2011/46 sayılı kararı kamulaştırmasızel koymadan kaynaklanan tazminata ilişkin olduğu, bu durumda anılan yasal düzenleme karşısında idareye ait mal hak ve alacakların haczedilemeyeceği anlaşılmakla şikayetin kabulüne karar verilmiştir." Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarihli ve E.2012/28055, K.2013/3897 sayılı ilamıyla onanmıştır. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 30/5/2013 tarihli ve E.2013/12454, K.2013/20112 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Ret kararı 17/6/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 8/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Bu arada takibe dayanak Antalya Asliye Hukuk Mahkemesinin 23/2/2011 tarihli kararı davalı Belediyeler tarafından temyiz edilmiş, karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/10/2012 tarihli ve E.2012/17135, K.2012/19728 sayılı ilamı ile bozulmuştur. Bozma ilamının ilgili kısmı şöyledir:"...Tüm bu nedenlerle kamulaştırmasız el atmadan söz edilemeyeceğinden aynı nedenle diğer hissedarlar tarafından açılan ve kesinleşen dava dosyaları da gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçelerle davanın kabulüne karar verilmesi, Doğru görülmemiştir. Davalı idareler vekillerinin temyiz itirazları yerinde olduğundan hükmün açıklanan nedenlerleBOZULMASINA, ..." Başvurucu ve diğer davacıların karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 11/4/2013 tarihli ve E.2013/2859, K.2013/7000 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Bozma üzerine dosya, Mahkemenin E.2013/299 sırasına kaydedilmiş; Mahkemece bozma ilamına uyularak yargılamaya devam edilmiştir. Mahkeme 8/11/2013 tarihli ve E.2013/299, K.2013/631 sayılı kararı ile davayı reddetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Tüm bu nedenlerle kamulaştırmasız el atmadan söz edilemeyeceğinden aynı nedenle diğer hissedarlar tarafından açılan ve kesinleşen dava dosyaları da gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçelerle davanın kabulüne karar verilmesinin doğru görülmediğinden...." hükmün bozulmasına karar verilerek dosya mahkememize iade edilmiştir. Mahkememizce usul ve yasaya uygun bulunan Yüksek Yargıtay bozma ilamına uyulmuş bu doğrultuda yargılamaya devam olunmuştur. Sonuç itibarı ile mahkememizde oluşan kanaate ve Yüksek Yargıtay Hukuk Dairesi bozma ilamında bildirilen gerekçeye göre; dava konusu parselin daha önce kamulaştırılmış ve kamulaştırma bedelinin ödenmiş olduğu anlaşıldığından hükmen tescil kararının tapuya işlenmemiş olması mülkiyet hakkını ortadan kaldırmayacağından davanın reddine karar vermek gerekmiştir." Başvurucu ve diğer davacıların temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/11/2015 tarihli ve E.2014/20691, K.2015/16485 sayılı ilamı ile bozulmuştur. Bozma ilamının ilgili kısmı şöyledir:"...Her nekadar mahkemece davanın kabulüne dairverilen ilkkararın yapılan temyiz incelemesi sonucundaYargıtay Hukuk Dairesi tarafından davanın reddine karar verilmesi gerekçesi ile bozulmuş ise de, bozma ilamında davaya konu taşınmazın idare adına tesçiline dayanak mahkeme ilamınınhangisi olduğu gibi hususlarında herhangi biraçıklanma yapılmadığı için ve bu anlamda maddi hataya dayalı bozma ilamına mahkemece uyulmuş olmasının davalılar lehine usulükazanılmış hak teşkil etmeyeceği tesbit edilmiştir...... eksik inceleme ve yerinde olmayan gerekçe ile yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru görülmemiştir.Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun maddesi gereğince BOZULMASINA,..." Dosya, davalı Belediyelerin talebi üzerine karar düzeltme için Yargıtay Hukuk Dairesine gönderilmiş; karar düzeltme incelemesi henüz sonuçlanmamıştır.B. İlgili Hukuk Başvuru konusu dava tarihinde yürürlükte olan 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun, Anayasa Mahkemesinin 1/11/2012 tarihli ve E. 2010/83, K.2012/169 sayılı kararı ile iptal edilmeden önceki geçici maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle, malik tarafından ilgili idareden tazminat talebinde bulunulması halinde, öncelikle uzlaşma yoluna gidilmesi esastır. ...Kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden bu madde uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması halinde, idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerden yüzde iki pay ayrılır. Kesinleşen alacakların toplam tutarının ayrılan ödeneğin toplam tutarını aşması halinde, ödemeler, sonraki yıllara sari olacak şekilde, garameten ve taksitlerle gerçekleştirilir. Taksitlendirmede, bütçe imkanları ile alacakların tutarları dikkate alınır. Taksitli ödeme süresince, 3095 sayılı Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödenir. İdare tarafından, mahkeme kararı gereğince nakdi ödeme yerine, üçüncü fıkrada belirtilen diğer uzlaşma yolları da teklif edilebilir ve bu maddenin uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre işlem yapılabilir.Bu maddenin tazminata ilişkin hükümleri, vuku bulduğu tarih itibarı ile bu maddenin kapsamında olan kamulaştırmasız el koymadan dolayı açtıkları tazminat davası süre bakımından dava hakkının düştüğü gerekçesiyle reddedilmiş olanlar hakkında da uygulanır. Evvelce açtıkları davalar sonunda tazminat almaya hak kazanmış veya süre dışındaki sebeplerden dolayı davaları reddedilmiş olanlar hakkında bu madde hükümleri uygulanmaz. Ancak, gerek iç hukuka ve gerekse milletlerarası hukuka göre evvelce açtıkları davalar sonunda hak kazanmış oldukları tazminat henüz ödenmemiş olanlara, idare tarafından nakdi ödeme yerine, üçüncü fıkrada belirtilen diğer uzlaşma yolları teklif edilebilir ve bu maddenin uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre işlem yapılabilir. ...Bu madde uyarınca ödenecek olan tazminatın tahsili sebebiyle idarelerin mal, hak ve alacakları haczedilemez.” Başvuru konusu dava tarihinde yürürlükte olan 13/2/2011 tarihli ve 6111 sayılı Kanun’un Anayasa Mahkemesinin 1/11/2012 tarihli ve E.2010/83, K.2012/169 sayılı kararı ile iptal edilmeden önceki geçici maddesi şöyledir:"Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş yıl süreyle geçerli olmak üzere; 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun geçici 6 ncı maddesi hükmü, 4/11/1983 tarihinden sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemlerine de uygulanır. Ancak, bu tarihten sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemleri sebebiyle açılan tazminat davalarında verilen ve kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden 2942 sayılı Kanunun geçici 6 ncımaddesinin yedincifıkrasıuyarıncaödemelerdekullanılmaküzere, ihtiyaç olması halinde, idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerden ayrıca yüzde beş pay ayrılır." 2942 sayılı Kanun'un, Anayasa Mahkemesinin 13/11/2014 tarihli ve E.2013/95, K.2014/176 sayılı kararı ile iptal edilmeden önceki 24/05/2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik geçici maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle, mülkiyet hakkından doğan talepler, bedel talep edilmesi hâlinde bedel tespiti ve diğer işlemler bu madde hükümlerine göre yapılır. Bu maddeye göre yapılacak işlemlerde öncelikle uzlaşma usulünün uygulanması dava şartıdır....Kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden bu madde uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması hâlinde, merkezi yönetim bütçesine dâhil idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerinin (Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı bütçelerinin güvenlik ve savunmaya yönelik mal ve hizmet alımları ile yapım giderleri için ayrılan ödeneklerin) yüzde ikisi, belediye ve il özel idareleri ile bağlı idareleri için en son kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının, diğer idareler için en son kesinleşmiş bütçe giderleri toplamının en az yüzde ikisi oranında yılı bütçelerinde pay ayrılır. Kesinleşen alacakların toplam tutarının ayrılan ödeneğin toplam tutarını aşması hâlinde, ödemeler, sonraki yıllara sâri olacak şekilde, garameten ve taksitlerle gerçekleştirilir. Taksitlendirmede, bütçe imkanları ile alacakların tutarları dikkate alınır. Taksitli ödeme süresince, 3095 sayılı Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödenir. İdare tarafından, mahkeme kararı gereğince nakdi ödeme yerine, üçüncü fıkrada belirtilen diğer uzlaşma yolları da teklif edilebilir ve bu maddenin uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre işlem yapılabilir.Bu maddenin bedele ilişkin hükümleri, vuku bulduğu tarih itibarı ile bu maddenin kapsamında olan kamulaştırmasız el koymadan dolayı açtıkları tazminat davası süre bakımından dava hakkının düştüğü gerekçesiyle reddedilmiş olanlar hakkında da uygulanır. Evvelce açtıkları davalar sonunda tazminat almaya hak kazanmış veya süre dışındaki sebeplerden dolayı davaları reddedilmiş olanlar hakkında bu madde hükümleri uygulanmaz. Ancak, gerek iç hukuka ve gerekse milletlerarası hukuka göre evvelce açtıkları davalar sonunda hak kazanmış oldukları tazminat henüz ödenmemiş olanlara, idare tarafından nakdi ödeme yerine, üçüncü fıkrada belirtilen diğer uzlaşma yolları teklif edilebilir ve bu maddenin uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre işlem yapılabilir. ...... Bu madde hükümleri karara bağlanmamış veya kararı kesinleşmemiş tüm davalara uygulanır. Kararı kesinleşen davalara ise, bu maddenin yalnızca sekizinci fıkra hükümleri uygulanır.Bu madde uyarınca ödenecek olan bedelin tahsili sebebiyle idarelerin mal, hak ve alacakları haczedilemez....4/11/1983 tarihinden bu fıkranın yürürlüğe girdiği tarihe kadar kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazların idare tarafından kamulaştırılması hâlinde kamulaştırma bedeli ve mahkemelerce malikleri lehine hükmedilen tazminat ile bu davalara ilişkin mahkeme ve icra vekalet ücretleri de, idarelerce bu maddenin sekizinci fıkrasına göre bütçelerden ayrılacak paydan ve aynı fıkrada belirtilen usule göre ödenir ve işlem yapılır. Bu alacaklar için de bu maddenin on birinci fıkrası, bu fıkra kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılan her türlü davalarda ise yedinci fıkra hükümleri uygulanır. Bu fıkra hükmü, bu fıkra kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılan ve kesinleşmeyen davalarda da uygulanır." 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Aşağıdaki şeyler haczolunamaz: Devlet malları ile mahsus kanunlarında haczi caiz olmadığı gösterilen mallar,…” 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) yürürlükte olan maddesinin dördüncü fıkrasışekildedir:"Gayrimenkule ve buna mütaallik aynı haklara ve aile ve şahsın hukukuna mütedair hükümler katiyet kesbetmedikçe icra olunamaz." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur." Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/3/2011 tarihli ve E.2010/23405, K.2011/4222 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:"...HUMK. nun 443/maddesi gereğince taşınmaza ve buna ilişkin ayni haklara ilişkin hükümler kesinleşmedikçe icra edilemez. Somut olayda takibe dayanak yapılan ilam, kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat alacağına bağlı bir ilamdır. Her ne kadar mahkemenin hüküm fıkrasında "tapu iptaline...el konulan taşınmazın mülkiyetinin tapudan yol olarak terkinine..." karar verilmişse de, ilamdaki bu hüküm kamulaştırmasız el atma tazminatının yasadan doğan sonucu olup, taşınmazın aynının ihtilaflı olduğunu göstermez. Bu nedenle dayanak ilam, tazminat alacağına ilişkin olup, HUMK.nun 443/maddesi gereğince ilamın infazı için kesinleşmesine gerek bulunmamaktadır. ..." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5015 | Başvuru, kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan davada hükmedilen alacağın tahsili için başlatılan icra takibine karşı yapılan şikâyette mahkemenin hukuka aykırı değerlendirme yaparak karar vermesi ve takibe esas davada tazminata karar verilmesine rağmen mevzuat hükümleri gerekçe gösterilerek yargı kararının icra edilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının; idareden herhangi bir alacağı olan kişilerin haciz imkânına sahip olmalarına karşın kamulaştırmasız el atmadan doğan alacak için bu yola gidilememesi nedeniyle de eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluk hâlinin makul süreyi aşması, tutukluluğun devamı ve itirazın reddine dair kararların doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş, bağımsız ve tarafsız olmayan hâkimlikler tarafından verilmesi, tutukluluğun devamı kararlarına yönelik itirazların değerlendirilmemesi, tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen bir kısım kararın tebliğ edilmemesi, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; soruşturma aşamasında arama ve elkoyma işlemlerinin yöntemince yapılmaması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının; mal varlığına yönelik uygulanan tedbir nedeniyle mülkiyet hakkının; soruşturma sürecindeki birtakım uygulamalar nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Komisyon ayrıca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl süresi 19/7/2018 tarihinde yeniden uzatılmayarak son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Hâkim olarak görev yapmakta olan başvurucu, Düzce Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan yürütülen bir soruşturma kapsamında 20/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu aynı tarihte Düzce Cumhuriyet Başsavcılığında müdafi huzurunda ifade vermiştir. Başvurucu ifadesinde özetle; üniversiteye hazırlık döneminde FETÖ/PDY bağlantılı dersaneye gittiğini, üniversite eğitim sırasında da arkadaşlarının daveti üzerine anılan örgüt ile irtibatlı evlere gittiğini ancak bu evlerde kesinlikle kalmadığını, avukatlık yaptığı dönemde ise birkaç kez bu örgütsel yapılanmanın sohbetlerine ve yemek organizasyonlarına katıldığını, FETÖ/PDY ve gerçekleşen darbe teşebbüsü ile bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur. Başvurucu müdafii, isnat edilen suçları işlediğine dair dosyada delil bulunmaması nedeniyle müvekkilinin serbest bırakılmasını talep etmiştir. Düzce Cumhuriyet Başsavcılığı 20/7/2016 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarından tutuklanması istemiyle başvurucuyu Düzce Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu Düzce Sulh Ceza Hâkimliğinde aynı tarihte yapılmıştır. Sorgu tutanağına göre başvurucuya yüklenen suç anlatılmış, Düzce Barosunca görevlendirilen başvurucunun müdafii de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini belirtmiştir. Sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarından tutuklanmasına karar verilmiştir. Bu kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, atılısuçun CMK 100/3 maddesinde sayılan katolog suçlardan olduğu, tutuklamanın bir tedbirden ibaret olması, işin önemi, verilmesibeklenen ceza ile tutuklama tedbirinin ölçülü olacağı anlaşılmakla şüphelilerin atılı suçdan CMK 100 vd. maddeleri uyarınca ayrı ayrıtutuklanmasına ... [karar verildi.] " Başvurucu 25/7/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Bolu Sulh Ceza Hâkimliğince 29/7/2016 tarihinde "...atılı suçun FETÖ/PDY örgütüne üye olmak, bu örgütle birlikte 15-16 Temmuz 2016 tarihindeki olaylar sırasında kurulu Anayasal Düzeni ve Anayasal Kurumları ortadan kaldırılması konusunda örgütle fikri iştirak halinde oldukları, bu suç için verilecek cezanın alt ve üst sınırı ile yukarıda anlatılan gerekli nedenler ile tutuklamanın verilen ceza ile ölçülü ve orantılı olacağı, adli kontrol uygulanmasının adaletin yerine gelmesi ve toplumdaki huzursuzlukların önlenmesi açısından yetersiz kalacağı, şüphelinin serbest bırakılması halinde toplumsal barışın sürdürülmesinin olanaksızlaşacağı..." gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Düzce Cumhuriyet Başsavcılığı 6/1/2017 tarihli ve 29940 Mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 680 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (680 sayılı KHK) maddesi ile 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nun 93/ maddesinde, hâkim ve savcıların kişisel suçları hakkında soruşturma yapma yetkisinin ilgilinin görev yaptığı yerin bağlı olduğu bölge adliye mahkemesinin bulunduğu yerdeki il Cumhuriyet başsavcılığına ait olduğu şeklinde değişiklik yapılmış olması gerekçesiyle yetkisizlik kararı vererek dosyayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 8/12/2016 tarihinde, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine yaptığı inceleme sonunda başvurucunun da aralarında bulunduğu bir kısım şüphelinin tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"...isnad edilen Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçu nedeniyle şüpheliler hakkındaki HSYK Genel Kurulu'nun tutuklu şüphelilerin Fetö PDY terör örgütü ile üyeliklerine dair görevden uzaklaştırılmaları kararı nedeniyle somut delillere dayanan kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedeninden dolayı tutuklandıkları, devam eden süreçte tutuklu şüphelilerin HSYK'nın ... kararları ile hakim savcılık mesleğinden aynı gerekçe ile ihraç edildikleri, tutuklu şüphelilerin tahliyesini gerektirecek nitelikte şüpheliler lehine yeni delil bulunmadığı, şüpheliler yönünden ayrı ayrı tutuklanmalarına esas kararlarında belirtilen somut delillere dayalı kuvvetli suç şüphesinin ve tutuklama nedeninin varlığını sürdürdüğü, soruşturmanın sürmekte olduğu ve şüphelilerin salıverilmesini gerektirecek nitelikte hukuki durumlarında ve delil durumunda bir değişiklik bulunmadığı, 5271 sayılı CMK katalog suç düzenlemesine göre tutuklama nedeni bulunduğu, şüphelilere isnad edilen suçun niteliği, 15/7/2016 gecesinde Türk tarihinde görülmemiş şekilde halkın üzerine, halkın temsilcilerinin üzerine, devlet başkanına dönük saldırılar silahlı saldırılar düzenlendiği, tutuklu şüphelilerin belirlenen eylemler ile irtibatına dair HSYK kararı çerçevesinde tutuklama kararının ölçülü olduğu, adli kontrol tedbirlerinin beklenen yararı sağlamayacağı nazara alınarak ... şüphelilerin AYRI AYRI TUTUKLULUK HALLERİNİN DEVAMINA... [karar verildi.]" Başvurucu söz konusu bu karara itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 24/1/2017 tarihinde itirazı kesin olarak reddetmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 5/5/2017 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine başvurucunun tutukluluk durumunu incelemiş; başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan tahliyesine, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan ise tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Anılan karar başvurucuya 9/5/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu tutukluluğun devamına ilişkin bu karara 15/5/2017 tarihinde itiraz etmiştir. Başvurucu, bahse konu itirazın değerlendirildiği hususunda kendisine uzun bir süre bilgi verilmemesi ve başvuru tarihinde tutukluluğunun devam etmesi nedenleriyle itirazının reddedildiğinin açıkça anlaşıldığını belirterek 7/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 5/12/2017 tarihinde başvurucu hakkında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermesinin yanı sıra anılan suçtan başvurucunun resen tahliyesine de karar vermiştir. Başsavcılık aynı tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açmıştır. FETÖ/PDY'ye ve ByLock programına ilişkin genel açıklamaların yer aldığı iddianamede ilk olarak FETÖ/PDY'nin hangi amaç ve saikle kurulduğuna, hangi alanlarda faaliyet gösterdiğine, hiyerarşik yapısına ve hukuka aykırı hangi tür eylemlerde bulunduğuna değinilmiştir. İddianamede, başvurucunun gerek organik olarak gerekse örgütsel nitelikli eylemleri bakımından FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. Suçlamaya esas alınan olgular şöyle özetlenebilir:i. FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) 24/8/2016 tarihli ve 426 sayılı kararı ile kamu görevinden çıkarıldığı, bu kararının 29/11/2016 tarihinde kesinleştiği belirtilmiştir.ii. Başvurucunun, FETÖ/PDY'nin sadece kendi üyeleri arasında iletişim amaçlı kullandıkları ByLock isimli şifreli haberleşme programını adına kayıtlı telefon hattına yükleyerek kullandığı, kullanıcı adının rashun olduğu iddia edilmiştir.iii. Telefon hattına ilişkin HTS analizine göre haklarında FETÖ/PDY üyeliği suçundan soruşturma yürütülen bir kısım yargı mensubu kişilerle telefon irtibatının bulunduğuna yönelik tespitler yapıldığı, görüşülen bu kişilerin örgütün üst düzey yöneticisi olduklarına dair bir bulgunun elde edilemediği ifade edilmiştir.iv. Tanık olarak dinlenilen bir kısım eski hâkim/savcı ile gizli tanık Güneş-2 isimli kişinin, başvurucunun örgüt üyesi olduğuna yönelik beyanlarının bulunduğu ileri sürülmüştür. İddianamede ayrıca başvurucu hakkında beyanda bulunan bazı tanıkların anlatımlarına yer verilmiştir. Bu beyanların ilgili kısımları şöyledir: - A.B. ifadesinde, "2008 yılında hakimlik sınavına hazırlanmak için yapının evine gittiğini, burada şüphelinin de bulunduğunu, bu eve gelen bir stajyer tarafından girilecek hakimlik yazılı sınavına ilişkin genel kültür/yetenek sorularının verildiğini ancak şüphelinin anılan sınavı kazanamadığını" beyan etmiştir.- K.Ç. ifadesinde, "kendisinin 2004 yılında üniversiteyi kazandığını ve okulu bitirdikten sonra hakimlik sınav hazırlık evine gittiğini, şüphelinin kendisiyle birlikte hakimlik sınavı çalışma evinde kaldığını" beyan etmiştir.- O.Ö. ifadesinde, "şüphelinin Dönem adayı olarak mesleğe girdiğini ve sınav çalışma evinde kaldığını" beyan etmiştir.- Y. ifadesinde " 2013 yılı mayıs ya da haziran ayında kura ile Batman' a atandığını, orada yapıyla irtibatlı olarak içinde şüphelinin de bulunduğu grupla görüştüğünü " beyan etmiştir.- Gizli tanık Güneş-2 ifadesinde, "2013 yılında Y-4 Adliyesinde göreve başladığını, taşrada bir meslektaş vasıtası ile kendisiyle irtibata geçileceğini ve kendisinin T5 grubu olduğunun söylendiğini, taşraya gittikten sonra kendisini akademiden sınıf arkadaşı olan şüphelinin aradığını ve kendisinin cemaatten olup ev oturmasına gelmek istediğini söylediğini, şüpheli ve sivil olan Esat isimli kişinin evine geldiklerini,bu kişilerin kendisine sohbet grubu olduklarını ve ayda bir kez görüşüleceğini söylediklerini,bylock programı üzerinden zaman zaman şüpheli ile de görüştüğünü, şüphelinin yapı içinde olduğunu bildiğini, Y-4 adliyesindeyken evine sohbet toplantısına gelen kişi olduğunu, şüphelinin T5 olarak adlandırılan kendisinin de içinde olduğu kısmın grupçusu olduğunu" şeklinde beyanda bulunmuş ve fotoğraf üzerinden yaptırılan teşhis işleminde başvurucuyu teşhis ettiği belirtilmiştir. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:"...Akçakoca hakimi olarak görev yaparken örgüt üyesi olduğu gerekçesiyle meslekten çıkarılmasına karar verilen şüphelinin, Fetullahçı silahlı terör örgütünün ideolojisini, amaçlarını, faaliyetlerini benimsediği, örgüt hiyerarşisi içinde hareket ettiği, örgüt üyeleri arasında kullanılan gizli ve şifreli haberleşme programı ByLocku kullanarak örgütle organik bağ kurduğu, örgütün sınav çalışma evlerinde kaldığı, eve getirilen soruları aldığı ve kullandığı, T5 olarak adlandırılan grubun içinde bulunduğu, sohbet toplantılarına katıldığı, örgütün yargı yapılanması içinde yer aldığı, şüphelinin savunmasında suçlamaları kabul etmediği ancak bylock ile ilgili yapılan tespit, tanığın bylock üzerinden şüpheliyle zaman zaman görüştüklerine dair beyanı, ele geçen telefonun bylock yüklenen telefon olması ve diğer itirafçı beyanlarının savunmayı doğrulamadığı ve bu şekilde anılan silahlı terör örgütünün üyesi olduğuna dair kamu davasını açmaya yetecek derecede yeterli şüphenin bulunduğu anlaşılmıştır." Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 19/12/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/170 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkemece 2/8/2018 tarihli duruşmada; tutuklu kalınan sürenin iki yılı aşması, delil karartılmasının söz konusu olmaması ve kanıtların büyük oranda toplanmış olmasıgerekçeleriyle başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Yapılan yargılama sonunda Mahkemenin 11/2/2019 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 9 ay 22 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuş olup bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla davanın istinaf incelemesi devam etmektedir. İlgili hukuk için bkz. Salih Sönmez, B. No: 2016/25431, 28/11/2018, §§ 33- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/26943 | Başvuru, yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluk hâlinin makul süreyi aşması, tutukluluğun devamı ve itirazın reddine dair kararların doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş, bağımsız ve tarafsız olmayan hâkimlikler tarafından verilmesi, tutukluluğun devamı kararlarına yönelik itirazların değerlendirilmemesi, tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen bir kısım kararın tebliğ edilmemesi, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; soruşturma aşamasında arama ve elkoyma işlemlerinin yöntemince yapılmaması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının; mal varlığına yönelik uygulanan tedbir nedeniyle mülkiyet hakkının; soruşturma sürecindeki birtakım uygulamalar nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; kamu görevlisi başvurucunun üyesi olduğu sendikanın çağrısı üzerine, mesleki çalışmalar kapsamında düzenlenen seminerin bir kısmına katılmaması nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, başvuruya konu olayların yaşandığı tarihte Adıyaman'da bir lisede matematik öğretmeni olarak görev yapmaktadır. Başvurucu Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM-SEN) üyesidir. Başvuru konusu olaylar, Millî Eğitim Bakanlığının 2016 yılı yaz dönemi seminer programına Nurettin Topçu'nun Türkiye'nin Maarif Davası isimli kitabı dâhil etmesi nedeniyle yaşanmıştır. Sendika, üyelerinin yaz dönemi seminerlerinde bahse konu yazar ile ilgili olarak verilen hiçbir sunum görevini yerine getirmemelerine, hiçbir çalışma ve etkinliğe katılmamalarına yönelik protesto kararı almıştır (Sendika kararı ve arka plan bilgisi için bkz. Ayfer Altuntaş ve İkbal Ünzile Gürsoy, B. No: 2018/24874, 31/3/2022, §§ 6, 47). Başvurucu, sendika kararı doğrultusunda bahse konu seminerin bir bölümüne katılmamıştır. Anılan eylem nedeniyle başvurucu hakkında disiplin soruşturması yapılmış ve başvurucunun kınama cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, hakkında tesis edilen disiplin cezasının iptali istemiyle idare mahkemesine (Mahkeme) başvurmuştur. Mahkeme, başvurucunun olağanüstü hâl (OHAL) kapsamında kamu personeline ilişkin alınan tedbirler çerçevesinde çıkarılan kanun hükmünde kararname (KHK) uyarınca devlet memurluğundan çıkarılması nedeniyle dava konusu işlemin ve mevcut davanın konusuz kaldığını belirterek dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Söz konusu karar istinaf kanun yolunda kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 31/7/2018 tarihinde öğrendikten sonra 14/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24209 | Başvuru; kamu görevlisi başvurucunun üyesi olduğu sendikanın çağrısı üzerine, mesleki çalışmalar kapsamında düzenlenen seminerin bir kısmına katılmaması nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, mektubun sakıncalı bulunarak alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçundan hükümlü olan başvurucu tarafından Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği adlı derneğe gönderilmek istenen mektup, Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulunca sakıncalı olduğu gerekçesiyle alıkonulmuştur. Kararda, mektubun kişi ve kuruluşları paniğe yöneltecek nitelikte yanlış bilgiler içerdiği ve görevlileri hedef gösterdiği ifade edilmiştir. Başvurucu, kendisinin ve diğer hükümlülerin radyolarının hukuka aykırı bir şekilde toplandığını, mektupta sadece bu durumu anlattığını, ceza infaz kurumu görevlilerini hedef göstermediğini ve mektup içeriğinde herhangi bir suç unsuru bulunmadığını belirterek Karşıyaka İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) şikâyette bulunmuştur. Hâkimlik, kararın usule ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle şikâyetin reddine karar vermiştir. Söz konusu karara yapılan itiraz, Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiş ve hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai kararı 18/10/2019 tarihinde öğrendikten sonra 12/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/38157 | Başvuru, mektubun sakıncalı bulunarak alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, Suriye’de yakalanarak Türkiye’ye iade edilmesi sonrasında hakkında Türkiye’de verilen cezadan Suriye’de gözaltında kaldığı sürenin mahsup edilmediğini ileri sürerek Anayasa’nın ve maddelerinde belirtilen kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvuru, 20/12/2012 tarihinde Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi vasıtası ile yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 29/3/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 20/5/2013 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 22/5/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 19/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 26/7/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 30/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1974 doğumlu olup Adana/Ceyhan Yarı Açık Cezaevinde hükümlüdür. PKK-KONGRAGEL terör örgütü üyesi olma şüphesiyle aranan başvurucu Suriye’de yakalanarak 31/7/2008 tarihinde Türkiye’ye teslim edilmiş ve Hatay Sulh Ceza Mahkemesinin 1/8/2008 tarihli kararı ile cezaevine konulmuştur. Başvurucu hakkında, Adana Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma sonrasında, 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası ve 12/4/1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesi gereğince cezalandırılması istemiyle iddianame düzenlenmiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 26/1/2009 tarih ve E.2008/230, K.2009/11 sayılı kararıyla başvurucunun 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, Suriye güvenlik güçleri tarafından Türkiye’ye iade edilmeden önce 11/2/2008-31/7/2008 tarihleri arasında Suriye’de cezaevinde tutulduğunu belirterek bu sürenin kendisine verilen cezadan mahsup edilmesini, Mahkemeden talep etmiştir. Mahkeme, bu hususun infaz safhasında Cumhuriyet Savcılığınca dikkate alınması gerektiği şeklinde karar vermiştir. Başvurucu, 9/8/2012 tarihli dilekçe ile Suriye’de cezaevinde tutulduğu sürenin kendisine verilen cezadan mahsup edilmesini Adana Cumhuriyet Başsavcılığından talep etmiş ve talep dilekçesi Savcılıkça Adana Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Başvurucunun talebi, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 13/8/2012 tarih ve 2012/740 Değişik İş sayılı kararında; “Adana İlamat ve infaz bürosunun 9/8/2012 tarih ve 2009/1-4241 sayılı yazısı ekleri ve dilekçenin tetkikinden sanığın yurt dışında kaldığına dair herhangi bir bilgi ve belgenin bulunmadığı” gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu karara 16/11/1012 tarihinde itiraz etmiş, itiraz “hükümlünün Suriye’de gözaltında ve tutuklu bulunduğuna dair herhangi bir belgeye rastlanmadığı” gerekçesiyle Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 21/11/2012 tarih ve 2012/1005 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Mahkemenin ret kararı başvurucuya 5/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 20/12/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun, Ceyhan İnfaz Hâkimliği’nin 31/1/2013 tarihli kararıyla tahliyesine karar verilmiştir.B. İlgili Hukuk 5237 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:“Hüküm kesinleşmeden önce gerçekleşen ve şahsî hürriyeti sınırlama sonucunu doğuran bütün hâller nedeniyle geçirilmiş süreler, hükmolunan hapis cezasından indirilir.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/73 | Başvurucu, Suriye’de yakalanarak Türkiye’ye iade edilmesi sonrasında hakkında Türkiye’de verilen cezadan Suriye’de gözaltında kaldığı sürenin mahsup edilmediğini ileri sürerek Anayasa’nın 2. ve 19. maddelerinde belirtilen kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. | 0 |
Başvuru, orman muhafaza memurluğuna atanmamasına dair işlem ve bu işlemin dayanağı tercih kılavuzuna karşı açılan davada hakkaniyete uygun karar verilmemesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/6/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Ölçme Seçme ve Yerleştirme Merkezince (ÖSYM) yapılan Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) 2012/1 dönemi yerleştirme sonuçlarına göre Bursa'ya orman muhafaza memuru olarak yerleştirilmiştir. Fakat tercihlerinin internet üzerinden gönderildiği son gün itibarıyla mezuniyet şartını taşımadığı gerekçesiyle Orman ve Su İşleri Bakanlığı (Bakanlık) tarafından 6/9/2012 tarihli işlemle ataması yapılmamıştır. Başvurucunun 26/9/2012 tarihinde söz konusu Bakanlık işlemi ile bu işlemin dayanağı olan KPSS 2012/1 tercih kılavuzunun Tercihlerin Yapılması İçin Genel Bilgiler başlıklı maddesinin iptali talebiyle ilk derece olarak Danıştay Onikinci Dairesinde (Daire) açtığı dava 1/10/2014 tarihinde kısmen iptal kısmen ret kararıyla sonuçlanmıştır. Karar gerekçesinde, Tercih Kılavuzunda yer alan "tercihlerinin internet üzerinden gönderildiği son gün itibariyle mezun olma" zorunluluğu ile yerleştirmenin ve atamanın hizmet gereğine ve kamu yararına uygun olarak gerçekleştirilmesinin hedeflendiği bu sebeple Kılavuz hükmünde hukuka ve dayanağı olan üst norm kurallarına aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Kararın başvurucunun atamasının yapılmamasına ilişkin kısmında ise final sınav sonuçlarının 20/6/2012 tarihi itibarıyla açıklandığına vurgu yapılarak bu tarih itibarıyla tüm derslerinden başarılı olduğu belirtilen başvurucunun mezun olmaya hak kazandığı ve atamasının yapılacağı tarih itibarıyla da diplomasını alarak idareye teslim ettiği gerekçesiyle atamasının yapılmamasına ilişkin işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı belirtilmiştir. ÖSYM ve Bakanlığın yaptığı temyiz başvurusu üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun (Kurul) 15/4/2015 tarihli kararıyla Daire kararının atamaya ilişkin kısmının bozulmasına karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, başvurucu gibi atama tarihinde mezun olabilecek olan, ancak Kılavuzun ve maddelerinde yer alan düzenleme nedeniyle tercihte bulunmayan adaylar yönünden eşitsizliğin ortaya çıkacağına dikkat çekilmiştir. Sonuç olarak Daire kararının başvurucunun atamasının yapılmamasına ilişkin işlemin iptaline ve bu işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal haklarının faiziyle birlikte ödenmesine ilişkin kısmında hukuki isabet görülmediği belirtilmiştir. Başvurucunun yaptığı karar düzeltme başvurusu üzerine Kurul 26/12/2016 tarihli kararıyla istemin reddine karar vermiştir. Daire, Kurulun bozma kararı üzerine 12/4/2018 tarihli kararıyla Kurulun belirttiği gerekçeyle davanın reddine hükmetmiştir. Başvurucunun yaptığı temyiz talebi Kurulun 14/3/2019 tarihli kararıyla reddedilerek Daire kararı onanmıştır. Yine başvurucu tarafından yapılan karar düzletme başvurusu da Kurulun 27/12/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucuya 20/5/2020 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 5/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/15736 | Başvuru, orman muhafaza memurluğuna atanmamasına dair işlem ve bu işlemin dayanağı tercih kılavuzuna karşı açılan davada hakkaniyete uygun karar verilmemesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle sürekli işçi kadrosuna geçme talebinin reddine dair işleme karşı açılan iptal davasında adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/2/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Ege Üniversitesi bünyesinde taşeron işçi olarak çalışmaktayken, 20/11/2017 tarihli ve 696 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (696 sayılı KHK) maddesiyle 27/6/1989 tarihli ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye (375 sayılı KHK) eklenen geçici maddesi kapsamında sürekli işçi kadrosuna atanmak için başvurmuştur. Başvurucu hakkında 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (676 sayılı KHK) maddesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen (8) numaralı alt bent uyarınca güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle başvurusu reddedilmiştir. Başvurucu söz konusu işlemin iptali istemiyle 23/5/2018 tarihinde dava açmıştır. İzmir İdare Mahkemesi (Mahkeme) 27/12/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Başvurucu karara karşı 4/4/2019 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. Mahkeme 10/4/2019 tarihinde ara karar ile istinaf başvurusunun süre aşımı nedeniyle reddine karar vermiştir. Kararda 27/12/2018 tarihli kararın, başvurucuya 4/3/2019 tarihinde tebliğ edildiği belirtildikten sonra başvurucunun 3/4/2019 tarihine kadar istinaf yoluna başvurması gerekirken 4/4/2019 tarihinde başvuruda bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucu söz konusu karara karşı 26/4/2019 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 25/6/2019 tarihinde istinaf talebini reddetmiştir. Başvurucu, karara karşı 29/7/2019 tarihinde temyiz yoluna başvurmuştur. Danıştay On İkinci Dairesi 5/12/2019 tarihinde, 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin fıkrası uyarınca temyiz istemini reddetmiştir. Kararda, temyiz başvurusuna konu kararın istinaf incelemesi üzerine kesinleşmesi nedeniyle istinaf incelemesinden geçtikten sonra temyiz incelemesine tabi tutulamayacağı ifade edilmiştir. Nihai karar başvurucuya 27/1/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/8700 | Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle sürekli işçi kadrosuna geçme talebinin reddine dair işleme karşı açılan iptal davasında adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; tutuklamanın hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması ve tutukluluğa yönelik itirazın sürüncemede bırakılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; mal varlığına elkoyma tedbiri uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının; ceza infaz kurumunda tutuklu bulunduğu sürede müdafisiyle görüşmelerine zaman sınırı koyulması nedeniyle savunma hakkının; ceza infaz kurumunda koğuş kapasitesini aşacak şekilde çok sayıda kişiyle birlikte tutulması nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının; koğuş içerisi ile ortak yaşam alanının kamera ile izlenmesi ve mektuplarının okunması nedenleriyle de özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl süresi 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). FETÖ/PDY'nin (genel özelliklerine ilişkin olarak bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26) yargı kurumlarındaki örgütlenmesine ve faaliyetlerine ilişkin olarak soruşturma ve kovuşturma belgeleri ile tedbir/disiplin kararlarında yer alan, başta haklarında soruşturma yürütülen yargı mensuplarının beyanları olmak üzere maddi olgulara dayalı bulunan iddia ve tespitlere Selçuk Özdemir ([GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017) kararında ayrıntılı şekilde yer verilmiştir (Selçuk Özdemir, § 22).B. Başvurucuyla İlgili Süreç Olay tarihinde Konya'nın Beyşehir ilçesinde hâkim olarak görev yapmakta olan başvurucu hakkında 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ağır cezalık suçüstü hâli bulunduğu değerlendirilerek FETÖ/PDY'nin hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Genel Kurulunun 24/8/2016 tarihli kararı ile başvurucunun meslekten ihraç edilmesine karar verilmiş ve anılan karar 29/11/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla meslekten ihraç edilenler hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine Seydişehir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 16/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Seydişehir Cumhuriyet Başsavcılığı 20/7/2016 tarihinde anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanması istemiyle başvurucuyu Seydişehir Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgudaki ifadesinin ilgili kısımları şöyledir:"Ben üzerime atılı suçlamayı biliyorum ancak hangi fiiller nedeniyle suçlandığımı bilmiyorum. Olmayan şeyler nedeniyle suçlanılmayız. Darbe olayına nasıl bizimle ilgili bir bağlantı kuruldu. Ben darbe teşebbüsü sırasında halı sahada maç yapıyordum ve olayı duyar duymaz olayı lanetledik hep beraber. Bizi nasıl bu olayın içinde gördüler anlayamıyorum. Bize dosya kapsamında şu veya bu eylemimizden dolayı bu fiiller bağlantınız var diye bir olgu ortada yoktur. Daha çok hangi okulda okudunuz ne yaptınız şeklinde sorular vardır. Sorulan soruların da hiçbirisi darbe ile alakalı değildir. Benim ne darbe ile ne de FETÖ terör örgütü ile herhangi bir bağlantım yoktur. Ben darbeyi öğrenir öğrenmez gece 12 gibi facebook üzerinden kınama mesajlarımı gönderdim. Buna ilişkin face book çıktılarımı savcılık temin edememiş ancak avukatım çıkartmıştır. Şimdi mahkemenize de sunacağız. Zaten meslekten el çektirilmisiz ve devam eden soruşturmaları etkileme gibi bir durum söz konusu değildir. Pasaportum da yoktur. Kaçma şüphem mevcut değildir. Tutuklu yargılanmak suçlu olduğumuzu göstermeyeceği gibi tutuksuz yargılanmamız da suçsuz olduğumuzu göstermeyecektır. Şu anda ülke olağan üstü bir durumdan geçmektedir. Suçsuz olduğum için kaçmam mümkün değildir. Tutuksuzyargılanmak istiyorum. Mahkeme aksi kanaatte ise adli kontrol hükümleri ile serbest bırakılmayı talep ediyorum." Seydişehir Sulh Ceza Hâkimliği 20/7/2016 tarihinde başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun atılı suçu işlediğine dair yoğun ve kuvvetli suç şüphesinin mevcut olduğu belirtilmiştir. Hâkimlik ayrıca, atılı suçun tutuklamayı gerektiren katalog suçlardan olduğunu ve atılı suçun kanunda öngörülen yaptırımının alt ve üst sınırları ile başvurucunun sosyal durumuna göre kaçma şüphesinin bulunduğunu belirtmiştir. Kararda bunun yanında mağdur ve tanıklar üzerinde baskı yapma ihtimalinin mevcut olduğuna dikkat çekilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"1- Şüpheli İsmail Çıtak'ın üzerine atılı Anayasal Düzeni Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs Etme ve Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçlarını işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığı, söz konusu suçun mahiyeti, bu suç yönünden verilmesi beklenen ceza miktarı, madde metninde öngörülen cezaların alt ve üst sınırları, şüphelinin kaçma ve saklanma şüphesi,mağdur ve tanıklar üzerinde baskı yapma ihtimali, üzerine atılı suçun CMK'nin 100/3 maddesindeki katalog suçlardan olması göz önünde bulundurularak şüphelinin TUTUKLANMASINA,... [karar verildi.]" Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, Konya Sulh Ceza Hâkimliği 1/8/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"İtiraz dilekçelerinde ileri sürülen hususlar dikkate alınarak yapılan değerlendirmede, Konya Seydişehir Sulh Ceza Hakimliği'nin itiraza konu kararının CMK 100 ve Maddelerine uygun olarak verildiği, kuvvetli suç şüphesini, tutuklama nedenlerinin varlığını ve tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren delillerin somut olgularla gerekçelendirilerek açıklandığı, usul ve yasaya aykırı herhangi bir husus bulunmadığı görülmekle aşağıdaki karar verilmiştir.Tutuklu şüpheli İsmail ÇITAK'ın tutuklama kararına karşı yapmış oldukları itirazlarının reddine ... [karar verildi.]" Seydişehir Cumhuriyet Başsavcılığı 2/8/2016 tarihinde, soruşturmanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmesinin gerektiğini belirterek yetkisizlik kararı vermiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 10/11/2016 tarihinde, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine başvurucunun da aralarında bulunduğu çok sayıda şüphelinin tutukluluk durumunu incelemiş ve diğer şüphelilerle birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Tüm şüphelilerin dosya içeriğine göresilahlı terör örgütü olan FETÖ/PDY üyesi olduklarına dair deliller bulunduğu, suçların niteliği, mevcut delil durumu, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olguların bulunması, şüphelilerin kaçma şüphesi altında olduğunu gösteren somut olguların bulunması, şüphelilerin işlediği iddia edilen suçun henüz tamamlanmadığı ve tamamlama yönünde ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini yıkmak için faaliyetlerin devam ettiği şüphesi bulunduğu, bu terör örgütünün Türkiye Cumhuriyet tarihinde görülen en tehlikeli terör örgütü olup, diğer terör örgütlerini de yönlendirdiğinin değerlendirildiği, AİHM'nin WEMHOFF/ALMANYA kararında da belirtildiği üzere 'şüphelinin salıverilmesi halinde adaletin işleyişine zarar verecek faaliyette bulunma tehlikesinin varlığı tutuklama nedenidir' kararı da dikkate alınarak, delilleri yok etme gizleme değiştirme ihtimalini gösteren olguların bulunması ve şüphelilere isnat edilen suçun niteliği, atılı suçun CMK'nın 100/3 maddesinde öngörülen suçlardan oluşu ve atılı suç ile tutuklama tedbirinin orantılı bir tedbir niteliğini taşıması dikkate alınarak yukarıda isimleri yazılı şüphelilerin CMK'nın maddesi uyarınca tutukluluk hallerinin devamına" Başvurucu; Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince verilen kararın kendisine 28/11/2016 tarihinde tebliğ edildiğini, 29/11/2016 tarihinde ise karara itiraz ettiğini ifade etmiştir. Başvurucu nihai kararın kendisine tebliğ edilmediğini, itiraz mercii tarafından inceleme süresinin yedi gün olduğunu, 8/12/2016 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince verilen tutukluluğun devamına ilişkin kararın tebliğ edilmesiyle 29/11/2016 tarihli itirazının kesin olarak reddedildiğini düşündüğünü belirterek bireysel başvuruda bulunduğunu bildirmiştir. Başvurucu 20/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 10/7/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede, başvurucunun FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer almak suretiyle terör örgütüne üye olma suçunu işlediği iddia edilmiştir. İddianamede bu suçlamaya esas alınan olgular özetle şöyledir:i. Başvurucunun HSYK Genel Kurulunun 24/8/2016 tarihli kararı ile hâkimlik mesleğinden ihraç edildiği belirtilmiştir.ii. Başvurucunun örgüt mensubu hâkim/savcı adaylarının diğer adaylar arasında tanınması ve ön plana çıkartılması amacıyla oluşturulan Dönem Adli Yargı Yıllık Kurulu üyeliği yaptığı belirtilmiştir.iii. HTS kayıtlarıyla ilgili olarak düzenlendiği belirtilen bilirkişi raporuna göre başvurucunun, haklarında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan soruşturma başlatılan kişiler veya FETÖ/PDY ile bağlantısı nedeniyle haklarında işlem yapılan kurumlarla telefon görüşmesi yaptığı belirtilmiştir.iv. Hakkında aynı suçtan yürütülen soruşturma kapsamında şüpheli sıfatıyla ifadesi alınan Y.B. ve S.Ö.nün beyanlarında özetle başvurucunun yapılanma içerisinde derecede olduğunu, 2014 yılı ve sonrası dönem hâkim ve savcılarının grup sorumluğu görevini yürüttüğünü, kendisinin (Y.B.) T4 grubu olarak başvurucunun da aralarında bulunduğu on bir hâkim ve savcı ile irtibat kurduğunu ifade ettikleri belirtilmiştir. Dosya kapsamındaki tanık beyanları şöyledir:i. S.Ö.nün ifadesinin ilgili kısımları şöyledir:"... Ben adaylık dönemimde yapılanma içerisinde derecem 4'tü. Ben ve Cumhuriyet savcısı O.U.'nun 2012 yılının başında derecemizin 5'e çıktığını K. bize söyledi. K, benimle aynı dönemde olan ve Dönemin devre abiliğini yapan kişidir. Bu nedenle ben de bizim dönemin tüm FETÖ/PDY terör örgütü mensubu hâkim ve savcılarının kim olduklarını hem K. ile aynı evde kalmam ve hem de grup sorumluluğu görevi verilmesi nedeniyle bilmekteyim. İsimlerini tek tek vereceğim ... İsmail Çıtak (hâkim-örgüt içerisinde Derecededir) ... ...2014 yılı ve sonrası Dönem hâkim ve savcılarının grup sorumluları ise ... İsmail Çıtak ... 'dır...... kaldığım ev haricinde başka tüm evlere gittiğim için yukarıda belirttiğim hakim savcı isimlerinin kesinlikle bu yapılanmaya bağlı olduğunu biliyorum, teşhis edebilirim ..."ii. Y.B.nin ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"... 2015 yılı 4 Temmuz'da Konya ilinde görevlendirilmem nedeniyle taşındım ...(K)'den T5 grubunu devir aldıktan sonra (A) Bylock'tan (E) ile bizi eşleştirdi ve tanıştık, haberleştik. Bir gün Konya'ya geldi... K.'nin İsmail Çıtak ve ... İle irtibat kuracağını kararlaştırdık... İsmail Çıtak, Çumra'dan Fatih, Karapınar'dan K. ile bağlantı kuruyordu... Ben T4 grubu olarak ... İsmail Çıtak olmak üzere toplam 11 hâkim ve savcı ile irtibat kurdum. T4 grubu yanlış hatırlamıyor isem 108000 ile 135000 arasındadır. Toplamda T4 ve T5 grubu olarak sorumluluğumda olan hâkim ve savcılar ... Beyşehir'den İsmail Çıtak... "iii. Y.B.nin 10/6/2017 tarihinde başka bir soruşturma kapsamında verdiği ifadesinin ilgili kısmı ise şöyledir:"... 2015 yılının Ağustos ayında (A) Konya iline geldi ve R.Ö'nün evinde toplantı düzenledi. Bu toplantıya ben, R.Ö., (A), (K) ve (E) isimli şahıslar katıldık. Bu toplantıda (A) bize Hukuk Fakültesi öğrencisi imiş gibi temel hukuki terimlerden (tanık, sanık, müşteki, adli ve idari yargı) bahsetti. (A), toplantı yaptığı bizlerin hâkim ve savcılar ile ilgileneceğimiz, yani örgüte bağlı hâkim ve savcılar ile ilgileneceğimizi söyledi... Hâkim ve savcılardan T4 ve T5 diye tabir edilen ve sınıflandırılan (hâkimlik ve savcılık mesleğine yeni başlayan genç, yeni evlenen veya bekar olan ) hâkim ve savcıları devrettiler. (E) bana devrettiği T4 diye örgüt tarafından sınıflandırılan hâkim ve savcılar ise şunlardır ... Konya Beyşehir ilçesinde bulunan adli hâkim veya savcı olan İ.Ç. ......Yukarıda isimlerini söylediğim hâkim ve savcıların gruplandırılması şu şekildedir ... Z.E.F Grubu (Grupçu) ; İsmail Çıtak ..." Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 31/7/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve Mahkemenin E.2017/192 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 7/11/2017 tarihinde yaptığı birinci duruşmada başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucu; savunmasında okunan belgelerden, dosya kapsamından, tanık beyanından ve tutanaklardan aleyhine olan hususları kabul etmemiş ve etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanarak tahliyesini istediğini beyan etmiştir. Duruşma sonunda Mahkemece başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Mahkeme 13/3/2018 tarihinde yapılan ikinci duruşmada başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Tahliye kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sanık İsmail Çıtak'ın mevcut delil durumu, sabit ikametgah sahibi oluşu, sanığın delillere etki etme imkan ve ihtimalinin bulunmayışı ve tutuklu kaldığı süre nazara alınarak müsnet suçtan tahliyesine ...[karar verildi]. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde derdesttir. Tedbir Kararına İlişkin Süreç Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 27/7/2016 tarihinde başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin gerçek ve tüzel kişiler ile kamu kurum ve kuruluşlarının uğradığı zararın tazmini amacıyla devir ve temliki ile bunlarla ilgili hak tesisini önlemek veya tasarruf yetkisini kısıtlamak için şüphelilere ait taşınmazların tapu kütüğü ile kara, deniz ve hava ulaşım araçlarının kayıtlı bulunduğu sicillere şerh konulması talep edilmiştir. Talebi kabul eden Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 29/7/2016 tarihinde, başvurucu ile diğer şüphelilerin taşınmazları, hak ve alacakları ile vadeli ve vadesiz mevduat hesapları, maaşlı çalışanların ise maaş hesaplarına son aldıkları maaşları kadar paranın aylık harcamalar için kullanılmak üzere o ay içerisinde çekilmesine izin verildikten sonra arta kalan tutar üzerine elkoyma tedbiri uygulanmasına karar verilmiştir. Kararda 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi ile 27/7/2016 tarihli ve 29783 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ı) bendi dayanak olarak gösterilmiştir. Kararın gerekçesinde, atılı suçun işlendiğine ve suçtan elde edilmiş olduklarına dair kuvvetli suç şüphesinin mevcut olduğunu gösterir bazı somut delillere rastlanılmış olduğu belirtilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Memur Suçları Soruşturma Bürosunun 17/11/2016 tarihli yazısı ile Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/7/2016 tarihli ve 2016/3971 Değişik İş sayılı kararı ile konulan tedbirin kaldırılmasına karar verilmesi talep edilmiş, talep Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 21/11/2016 tarihli kararıyla kabul edilerek tedbir kaldırılmıştır. Başvurucu 30/4/2018 tarihinde e-devlet üzerinden yaptığı tapu kayıt bilgisi sorgulamasında Mahkemece konulan tedbirin devam ettiğini belirtmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davanın 24/10/2018 tarihinde yapılan oturumunda verilen ilgili ara kararı şöyledir:"Sanık müdafininin vaki talebinin kabulüne, Ankara Sulh Ceza Hakimliğinin 21/11/2016 tarih ve 2016/6195 İş sayılı kararı ile sanık İsmail Çıtak'ın mal varlığı üzerine konulan tedbirin kaldırılmasına, bu amaçla Gülağaç/Aksaray Tapu Müdürlüğüne müzekkere yazılmasına ... [karar verildi]." UYAP sistemi üzerinden yapılan 11/6/2019 tarihli sorgulamada başvurucunun mal varlığı üzerindeki tedbirin kaldırıldığı anlaşılmıştır. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel (B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39) kararı. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/78629 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması ve tutukluluğa yönelik itirazın sürüncemede bırakılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; mal varlığına elkoyma tedbiri uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının; ceza infaz kurumunda tutuklu bulunduğu sürede müdafisiyle görüşmelerine zaman sınırı koyulması nedeniyle savunma hakkının; ceza infaz kurumunda koğuş kapasitesini aşacak şekilde çok sayıda kişiyle birlikte tutulması nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının; koğuş içerisi ile ortak yaşam alanının kamera ile izlenmesi ve mektuplarının okunması nedenleriyle de özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tam yargı davasının süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Muğla Noterliği, başvurucunun alacağına karşılık ... plakalı araç üzerine rehin kaydı konulması için 31/8/2012 tarihinde düzenleme şeklinde rehin sözleşmesi düzenlemiştir. Rehin sözleşmesinin trafik tescil kaydına işlenmesi gerekirken o tarihte Marmaris İlçe Emniyet Müdürlüğünde görevli polis memurunun kayıt yapmaması nedeniyle araç sahibi aracını satmıştır. Başvurucu, araç sahibinin borcunu ödememesi üzerine rehinin paraya çevrilmesi için girişimde bulunduğu 28/5/2013 tarihinde rehinin araç siciline işlenmediğini öğrenmiştir. Aynı tarihte konuyla ilgili Marmaris Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) suç duyurusunda bulunmuştur. Marmaris Asliye Ceza Mahkemesinin (Ceza Mahkemesi) 16/12/2014 tarihli kararıyla görevli polis memurunun görevi ihmal suretiyle görevini kötüye kullanma suçunu işlediği gerekçesiyle cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu; idareye yaptığı 11/3/2014 tarihli başvurusuyla, alacağını tahsil edemediğini ve zararın idarenin kusurlu eylemi neticesinde meydana geldiğini belirterek rehin bedeli olan 000 TL maddi tazminatın idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle tazminine karar verilmesini istemiştir. İdareye yaptığı talebin 9/5/2014 tarihli işlemle reddedilmesi üzerine başvurucu, 26/5/2014 tarihinde Muğla İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açılmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; rehinin trafik tescil kaydına işlenmemiş olması nedeniyle araç sahibinin aracını sattığını ve rehin hakkı kapsamında alacağını tahsil edemediğini, idare personelinin kusurlu eylemi nedeniyle rehin bedeli kadar zarara uğradığını, idarenin haksız fiili neticesinde uğradığı zararın tazmin edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Mahkeme 27/12/2016 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; salt idare ajanının kayıtlarda yanlışlık yapmasının hizmet kusuru sayılamayacağı, bu sebeple davalı idarenin doğduğu ileri sürülen zararı tazmin sorumluluğunun bulunmadığı ancak tazminat isteminin adli yargıda açılacak bir davaya konu olabileceği belirtilmiştir. Başvurucu, istinaf başvurusunda bulunmuş; İzmir Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin (Daire) 8/2/2018 tarihli kararıyla mahkeme kararının kaldırılmasına, davanın süre aşımı yönünden reddine kesin olarak karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun üçüncü kişiden alacağına karşılık ilgilinin aracı üzerine 31/8/2012 tarihli rehin sözleşmesi ile rehin koydurduğu, bu rehin sözleşmesinin Marmaris İlçe Emniyet Müdürlüğüne gönderilmesi üzerine görevli polis memurunca 11/9/2012 tarihinde tescil kaydıyla ilgili işlem tesis edildiği fakat görevli polis memurunca anılan noter sözleşmesinin sehven rehin kaldırma şeklinde algılanması nedeniyle rehin kaydının işlenmediği ve üçüncü kişinin aracı satması üzerine başvurucunun rehin sözleşmesinin tescil kaydına işlenmemesinden dolayı zarar gördüğü iddiasıyla davayı açtığı belirtilmiştir. Bu kapsamda başvurucu tarafından ileri sürülen zararın idari işlemden doğduğunun kabulü gerektiği ifade edilerek yerleşik Danıştay kararlarında idari işlemin ilgililere tebliğ edilmediği veya tebliği gerekmediği hâllerde, ilgilisi tarafından idari işlemin içeriği itibarıyla öğrenilmiş olması durumunda bu öğrenme tarihinin dava açma süresinin başlangıcına esas alınması gerektiği vurgulanmıştır. Başvurucunun dava konusu işlemi, Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette bulunduğu 28/5/2013 tarihinde öğrendiği, bu durumda söz konusu tarihten itibaren 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesi uyarınca altmış gün içinde dava açması veya aynı süre içinde tazminat istemiyle idareye başvurarak dava açması gerektiği hususuna yer verilmiştir. Bu süre geçirildikten sonra 4/3/2014 tarihinde idareye yapılan başvuru üzerine açılan davada süre aşımı bulunduğu, bu nedenle davanın esastan karara bağlanmasına ilişkin mahkeme kararında yasal isabet görülmediği ifade edilmiştir. Nihai karar 28/3/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2577 sayılı Kanun'un "Dava açma süresi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür." 2577 sayılı Kanun'un "İptal ve tam yargı davaları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 inci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır." 2577 sayılı Kanun'un "Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/13343 | Başvuru, tam yargı davasının süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Mardin ili Kızıltepe ilçesi İpek Mahallesi'nde bulunan 89 ada, 31 parsel numaralı taşınmazlarına ilişkin olarak yapılan 1/1000 ölçekli uygulama imar planının onayına ilişkin 8/8/2006 tarihli ve 6/49 sayılı Kızıltepe Belediye Meclisi kararının iptali istemiyle 23/3/2007 tarihinde iptal davası açmışlardır. Mardin İdare Mahkemesinin 22/5/2009 tarihli ve E.2007/1312, K.2009/750 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucuların temyizi üzerine Danıştay Altıncı Dairesinin 13/11/2012 tarihli ve E.2009/12184, K.2012/6047 sayılı ilamı ile bozma kararı verilmiştir. Davalı Kızıltepe Belediye Başkanlığının karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 4/6/2014 tarihli ve E.2013/2444, K.2014/4401 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Bozma kararına uyularak yapılan incelemede Mardin İdare Mahkemesinin 23/9/2014 tarihli ve E.2014/2262, K.2014/1742 sayılı kararı ile dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Davalı idarenin temyizi üzerine Danıştay Altıncı Dairesinin 25/1/2016 tarihli ve E.2015/497, K.2016/126 sayılı kararıyla ilk derece mahkemesi hükmünün onanmasına karar verilmiştir. Davalı idarenin karar düzeltme istemi, aynı Dairede E.2016/6498 sayısı ile derdesttir. Başvurucular 23/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9901 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, gözaltı süresinin makul olmaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/11/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. 6-7 Ekim Olaylarına İlişkin Genel Bilgiler PKK'nın terör örgütü olduğu ulusal ve uluslararası makamlar tarafından kabul edilmiş tartışmasız bir olgudur. Anılan örgütün gerçekleştirdiği terörist şiddet, bölücü amaçları dolayısıyla anayasal düzene, millî güvenliğe, kamu düzenine, kişilerin can ve mal emniyetine yönelik ağır tehdit oluşturmaktadır. Bu yönüyle ülkenin toprak bütünlüğünü hedef alan PKK kaynaklı terör, onlarca yıldır Türkiye'nin en hayati sorunu hâline gelmiştir (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 7-18). Bununla birlikte kamuoyunda "demokratik açılım süreci", "çözüm süreci" ve "Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi" gibi farklı isimlerle ifade edilen süreç içinde 2012 yılının son döneminden itibaren PKK tarafından gerçekleştirilen terör saldırıları önemli ölçüde azalmıştır. Ancak Suriye'de son yıllarda yaşanan iç savaşın Türkiye'nin güvenliği üzerinde etkileri olmuş, PKK ve DAEŞ kaynaklı terör olayları yeniden artmaya başlamıştır. Bu bağlamda Suriye'nin Türkiye sınırında bulunan Ayn el-Arap (Kobani) kentinde -PKK'nın Suriye kolu olduğu kabul edilen- PYD ile DAEŞ arasındaki çatışmalar, 2014 yılının Eylül ayı sonunda ve Ekim ayı başında yoğunlaşmıştır. Bu sırada PKK'nın üst düzey yöneticilerinden Murat Karayılan'ın sosyal medya hesabından 5/10/2014 tarihinde saat 07'de "Gençleri kadınları 7 den 70 e herkesi Kobane'ye sahip çıkmaya onurumuzu namusumuzu korumaya metropolleri işgal etmeye çağırıyoruz." şeklinde bir açıklamada bulunulmuştur. PKK güdümünde yayın yaptığı belirtilen bir internet haber sitesinde 6/10/2014 tarihinde "Komalen Ciwan Koordinasyonu" (PKK'nın gençlik yapılanması) adına bir açıklama yayımlanmıştır. Açıklamada "Bilindiği üzere 23 gündür Kobani merkezli DAİŞ (DAEŞ) faşizmi son barbarlığıyla devam etmektedir. ... tüm kürt gençliği şehit Jiyan, şehit Gerilla ve şehit Militan yoldaşların ruhuyla zafere kadar Arin Mirkan (Kobani'deki çatışmalar sırasında düzenlediği intihar saldırısında ölen YPG mensubu) çizgisinde yürümeye çağırıyoruz. Kobani ile başlayan devrim dalgası tüm Kürdistan'a yayılmalı ve bu temelde Kürdistan gençliğini ayaklanması çağrısında bulunuyoruz." ifadelerine yer verilmiştir. Aynı sitede yer alan ve "Kürdistan Kurumlar" adına yapıldığı belirtilen bir açıklamada ise "Kobani'ye yönelik saldırılar bir katliam eşiğine gelmiş bulunmaktadır. Bütün dünya ve insanlık bu katliama kulaklarını kapamış gözlerini yummuştur. Kürdistan halkı olarak bu durumu kabul etmemiz mümkün değil. Bu nedenle bütün halkımız Suruç'a gidebilecekler hemen bir saniye zaman kaybetmeden gitmeli ve Kürdistan'ın her karış toprağı Kobani için ayağa kalkmalıdır. Kobani tüm dünyanın gözleri önünde bir katliam tehlikesi altında iken bizim yerimizde oturmamız, uyumamız, günlük yaşantımızı sürdürmemiz mümkün değildir. Tüm halkımızı yediden yetmişebulunduğu her yerde yaşamı IŞİD ve işbirlikçisi AKP'ye dar etmeye ve serhildanı en üst düzeyde genişleterek bu katliamcı çetelere karşı durmaya çağırıyoruz." denilmiştir. 6/10/2014 tarihinde Halkların Demokratik Partisi (HDP) Merkez Yürütme Kurulu (MYK) da aynı olaylara ilişkin bir toplantı yapmıştır. Toplantı sırasında HDP'nin sosyal medya hesabından "HALKLARIMIZA ACİL ÇAĞRI! ŞUANDA TOPLANTI HALİNDE OLAN HDP MYK’DAN HALKLARIMIZA ACİL ÇAĞRI! Kobané’de durum son derece kritiktir. IŞİD (DAEŞ) saldırılarını ve AKP iktidarının Kobané’ye ambargo tutumunu protesto etmek üzere halklarımızı sokağa çıkmaya ve sokağa çıkmış olanlara destek vermeye çağırıyoruz", "Kobané’de yaşanan katliam girişimine karşı 7 den 70 e bütün halklarımızı sokağa, alan tutmaya ve harekete geçmeye çağırıyoruz" ve "Bundan böyle her yer Kobane'dir. Kobane'deki kuşatma ve vahşi saldırganlık son bulana kadar SÜRESİZ DİRENİŞE çağırıyoruz." şeklinde açıklama ve çağrılar yapılmıştır. Yukarıda belirtilen internet haber sitesinin 7/10/2014 tarihindeki yayınında "KCK (PKK'nın üst yapılanması) Yürütme Konseyi Eş Başkanlığı: DAİŞ vahşetine karşı milyonları sokağa çağırarak, 'Kuzey halkımız IŞİD çetelerine, uzantılarına hiçbir yerde yaşam şansı tanımamalıdır.' dedi. KCK, tüm sokakları Kobani sokaklarına dönüştürmeye çağırdı. KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanlığı yaptığı yazılı açıklamada; 'Çirkin ve sinsi katliam' karşısında kürt halkından mücadeleyi her yere, her zamana taşıyarak süreklileştirmesini isterken çetelere ve uzantılarına hiçbir yerde yaşam şansı tanınma[ma]sı gerektiğini kaydetti. KCK, özellikle 'bu saatten itibaren milyonlar sokaklara akmalı, sınır insan seline dönüşmelidir. Türk Devletinin ve kanlı çete IŞİD'in ortaklığı sonucu sınır hattı boşaltılarak Kobani direnişi desteksiz bırakılmak istenmektedir. Halkımız bu çirkin ve sinsi katliam karşısında başlattığı mücadeleyi her yere, her zamana taşıyarak süreklileştirmelidir. Kuzey halkımız IŞİD çetelerine, uzantılarına ve destekçilerine hiçbir yerde yaşam şansı tanımamalıdır. Tüm sokaklar Kobani sokaklarına dönüştürülmeli, tarihin bu eşsiz direnişine denk bir direniş gücü ve örgütlüğü geliştirilmelidir. Bu saatten itibaren milyonlar sokaklara akmalı, sınır insan seline dönüşmelidir. Her Kürt ve onurlu her insan, dostlar, duyarlı kesimler bu andan itibaren eyleme geçmelidir. An direniş eylemini geliştirme ve büyütme anıdır. Bu temelde tüm halkımızı, duyarlı kesimleri, dostlarımızı Kobani direnişini sahiplenerek yürütmeye, başta kürt gençleri olmak üzere tüm gençlerin Kobani'de özgürlük saflarına katılarak, direnişi yükseltmeye çağırıyoruz'.[dedi.]" şeklinde açıklamalar yer almıştır. Aynı sitenin 8/10/2014 tarihli yayınında ise "KCK: Milyonlar sokaklardan ve mücadele alanlarından çekilmemeli" başlıklı açıklamaya yer verilmiştir. Yazıda "Halkımız bulunduğu her yerde direniş mücadelesini büyüterek süreklileştirmelidir. Halkımız haklı ve meşru mücadelesini zafere kadar yüksek bir kararlılıkla sürdürmelidir. Milyonlar sokaklardan ve mücadele alanından çekilmemelidir. Halkımız; mücadeleden atılacak her geri adımın önümüzdeki günler, aylar ve zamanlarda daha büyük bedellere mal olacağı bilinciyle hareket ederek, mücadelesini kesintisiz yükseltmelidir. Ve kendi öz savunmasını güçlendirerek 'her yer Kobani, her yer direniş-serhildan' anlayışı ile direnişini zafere taşımalıdır." şeklinde ifadeler bulunmaktadır. Ayrıca sitede yer alan "Komalen Ciwan: Kürdistan'da devlet namına bir şey kalmamalı" başlıklı yazıda "Kürt gençlik hareketi Komalen Ciwan devrim halk savaşını her alanda güçlü yürütme çağrısında bulunarak, Devletin Kürdistan'da hiçbir meşruiyeti kalmamıştır, kalmamalıdır da, yasaklarla Kürdistan'ı zindana çevirmeye çalışan kararlarına karşı Kürdistan'ı onlar için zindana çevirmeli, mezar etmeli. Kürdistan'da devlet namına bir şey kalmamalıdır."; "Kürdistan Halk İnsiyatifi; sokağa çıkma yasağına uymayın" başlıklı yazıda ise "Kürdistan Halk İnsiyatifi yayınladığı bir açıklamayla Kürt halkı ve dostlarına Türkiye'nin Kuzey Kürdistan'da ilan ettiği sokağa çıkma yasağına uymamaları ve Kobani'deki saldırılara karşı Rojava ile dayanışma eylemlerini ve serhildanlarını sürdürmesini istedi." şeklinde açıklamalar yer almaktadır. Bu çağrılar üzerine Suriye'deki çatışmalar dolayısıyla tepkilerini dile getirdiğini ileri süren gruplar 6/10/2014 tarihinden itibaren Türkiye'nin birçok yerinde günlerce devam eden ve kamuoyunda "6-7 Ekim olayları" olarak adlandırılan şiddet eylemlerini gerçekleştirmiştir. Bu eylemler sırasında ülkenin pek çok yerinde kamu binalarına, banka şubelerine, işyerlerine, araçlara, güvenlik güçlerine ve sivillere taş, sopa, molotof kokteyli ve silahlarla saldırıda bulunulmuştur. Bu sırada kamu makamlarınca güvenliğin sağlanması için birçok şehirde eğitime ara verilmiş ve sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Kamu makamlarının ve soruşturma mercilerinin tespitlerine göre -aralarında İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin, Şanlıurfa, Van, Erzurum, Diyarbakır ve Gaziantep gibi büyük kentlerin de olduğu- otuz altı ayrı ilde gerçekleştirilen şiddet eylemleri sonucunda (2'si güvenlik görevlisi) 45 kişi hayatını kaybederken (331'i güvenlik görevlisi) 769 kişi yaralanmıştır. Ayrıca çatışmalar sırasında 5 örgüt mensubunun hayatını kaybettiği, 3 örgüt mensubunun ise yaralandığı belirtilmiştir. Öte yandan ülke genelinde gerçekleştirilen 389 şiddet eylemine 899 kişinin katıldığı, olaylarda (737'si güvenlik güçlerine ait olmak üzere) 881 aracın zarar gördüğü, (27'si kaymakamlık, 52'si emniyet, 283'ü okul, 73'ü siyasi parti, 12'si belediye binası olmak üzere) 558 binaya saldırıda bulunulduğu ve zarar verildiği tespit edilmiştir. Olaylara ilişkin olarak 291 şüpheli gözaltına alınmış, bunlardan 105'i hakkında tutuklama tedbiri uygulanmıştır.B. Başvurucunun Tutuklanmasına İlişkin Süreç Başvurucu 2014 yılında HDP MYK üyeliği yapmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından 6/10/2014-7/10/2014 tarihlerinde başlayıp sonraki günlerde birçok şehre yayılan ve çok sayıda kişinin hayatını kaybettiği veya yaralandığı şiddet olayları(bkz. §§ 12, 13) dolayısıyla 9/10/2014 tarihinde bir (2014/146757 sayılı) soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturma kapsamında başvurucu 26/11/2015 tarihinde Başsavcılıkta şüpheli sıfatıyla ifade vermiştir. Başvurucu ifadesinde özetle 6/10/2014 tarihinde HDP MYK üyesi olarak MYK toplantısına katıldığını ve toplantı sonucunda Kobani kentinde PYD ile DAEŞ arasındaki çatışmalara ilişkin bir çağrı yapılmasına karar verildiğini belirterek bu çağrının şiddete teşvik amacı taşımadığını ileri sürmüştür. Başvurucunun ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:" Ben HDP Merkez Yürütme Kurulu Üyesiyim ve halen görevime devam etmekteyim. 6 Ekim günü daha önceden planlanmış bir toplantımız vardı. Toplantı halinde iken olayları sürekli takip eden Suruç'ta bulunan yönetici ve milletvekilleri, Kobani Mürşit sınır kapısının İŞİD tarafından ele geçirileceğine dair haberleri ulaştırmaları üzerine, IŞID kapıyı ele geçirme aşamasından önce Kobani'de bir çok yeri işgal etmiş ve ele geçirmişti. Bu durum karşısında Merkez Yürütme Kurulundaki arkadaşlar ile neler yapabiliriz diye tartıştık ve durum değerlendirmesi yaptık. İlk etapta hükumetle temas kuruldu, İçişleri Bakanlığı ve diğer kurumlarla temas kurulmaya başlandı. Eşgenel Başkanımız Selahattin DEMiRTAŞ, Başbakan Ahmet DAVUTOĞLU ile görüştü telefonda. Kobani'nin IŞID tarafından ele geçirilmesi konularını konuştu. Kobani’ye yardımların gitmesi, oradaki yaralıların geçirilmesi engellenmiştir. Kobani'ye geçilmesi için kapının açılmasını talep ettik. Herhangi bir adım atılmadı, bunun üzerine hem dünya hem de Türkiye kamuoyuna çağrı yapma gereği duyduk. Buradaki amacımız Kobani halkına hem Türkiye hükümetinin hem de diğer ülkelerin dayanışma içerisinde Kobani'nin kurtarılmasıydı. Biz çağrı yapmadan önce de basından takip edilen durum itibariyle halk sokağa çıkmıştı. Biz de kendi çabamızın ve halkın demokratik tepkilerini dile getirmeleri amacıyla çağrı yaptık. Bundan sonra olaylar kontrolden çıktı ancak bu durumun nedeni bizim demokratik tepkilerin dile getirmeleri anlamında halkın sokağa çıkması çağrımız değil, hükümetin ve güvenlik görevlilerinin gerekli önlemleri almamaları nedeniyle birçok vatandaş hayatını kaybetti. Bunda güvenlik kuvvetlerinin orantısız güç ve silah kullanmaları etkili olmuştur. Ayrıca başka grupların sokakta demokratik tepkilerinin dile getirmek için sokağa çıkan insanların can kaybının olduğunu, bizim çağrımızın nedeni yukarıda ifade ettiğimiz gerekçedir. Halkı suç işlemeye veya isyana teşvik etme gibi bir niyetimiz yoktur. Biz yaşananlar üzerinde ısrarla durmak istedik. Konuyu meclise getirmek istedik, meclise önerge verdiler. Ancak bu kabul edilmedi, bu kadar insan hayatını kaybetti. Diyarbakır dışında başka yerlerde hayatını kaybeden vatandaşlarımız için herhangi bir adli soruşturma yapılmadı, hayatını kaybedenlerin büyük bir çoğunluğu bizim parti mensuplarıdır. Türkiye çok sayıda Kürt vatandaş yaşamaktadır ve Kobani'de de akrabaları vardır. Türkiye'nin oradaki Kürt vatandaşlara da sahip çıkması ve partimizin de sahip çıkması doğaldır. Çağrımız da sadece oradaki insanlara yardım edilmesi amacıyla yapılmıştır. Bu çağrımız sonrasında uluslararası toplum da bu konuya dikkat çekmiştir. Yaşanan ölümler üzücüdür, Ancak Kobani de bu demokratik çağrılar sonucu kurtarılmıştır." Soruşturma sürecine ilişkin aşamalar -soruşturma evrakı üzerinden tespit edildiği ölçüde- temel olarak şöyle gerçekleşmiştir: -Başsavcılık 15/4/2015 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığından 10/10/2014 tarihi itibarıyla HDP MYK üyesi olan kişilerin açık kimlik ve adres bilgilerini talep etmiştir.- 6-7 Ekim olayları ile ilgili olarak bazı HDP'li milletvekillerinin beyanlarını ve HDP’nin resmî sosyal medya hesabından yapılan açıklamaları içeren 20/9/2014 tarihli tutanak soruşturma dosyasına 1/10/2015 tarihinde eklenmiştir. - Başsavcılık dosya kapsamında şüpheli olarak bulunan kişilerin ifadelerinin temin edilmesi amacıyla 2015-2017 yılları arasındaki süreçte ilgili kurumlarla çeşitli yazışmalar yapmıştır.- 6-7 Ekim olayları sırasında meydana gelen ölüm ve yaralanma vakalarına ilişkin otopsi raporları, adli muayene raporları, mala zarar verme eylemlerine ilişkin olay yeri krokileri ve görgü tespit tutanakları ile tüm bu olaylara yönelik yapılan soruşturmalar kapsamında elde edilen delillerin listeleri, adli kolluk fezlekeleri, iddianameler ve karar örnekleri Başsavcılığın talebi üzerine olayların gerçekleştiği illerdeki Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından gönderilmiş ve soruşturma dosyasına girmiştir. - PKK/KCK terör örgütü ve bağlı yapılanmaları ile HDP'nin 6/10/2014-7/10/2014 tarihinde gerçekleşen olaylardaki sorumluluğuna yönelik Araştırma Tutanağı ve başvurucunun da aralarında bulunduğu kişilerin PKK/KCK terör örgütüyle bağlantılarına dair İnceleme Tutanağı, ayrıca bu kişilerin olay tarihinde kullandıkları mobil telefonların HTS kayıtları Başsavcılığın talebi üzerine Ankara Emniyet Müdürlüğü tarafından gönderilmiş ve soruşturma dosyasına girmiştir.-Başsavcılık 19/7/2018 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinden (TBMM) başvurucunun da aralarında bulunduğu 25 şüphelinin milletvekili olup olmadığı, milletvekili olanların hangi tarihte milletvekili seçildikleri ve haklarında yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ilişkin düzenlenmiş fezleke bulunup bulunmadığı hususlarına yönelik bilgi talebinde bulunmuştur.- Başsavcılık 13/12/2018 tarihinde bazı Cumhuriyet başsavcılıklarından 6-7 Ekim olayları sırasında meydana gelen ölüm, yaralama, mala zarar verme, yağma ve diğer suçlara ilişkin müşteki ve mağdur ifadelerinin, bilirkişi raporlarının, görgü tespit tutanaklarının, olay yeri krokilerinin, adli muayene raporlarının, otopsi raporlarının ve tanık ifadeleri başta olmak üzere diğer tüm delillerin fezleke şeklinde hazırlanarak gönderilmesini talep etmiştir. Başsavcılığın bu talebi doğrultusunda farklı tarihlerde istenen bilgi ve belgeler ilgili Cumhuriyet başsavcılıklarınca gönderilerek soruşturma dosyasına dâhil edilmiştir.- 6-7 Ekim olayları öncesinde ve olaylar sırasında HDP'li milletvekili ve Parti yöneticileri tarafından yapılan çağrı ve açıklamalara ilişkin tutanakla şüphelilerin konut ve işyerlerinde yapılan aramalarda elde edilen deliller ile Muş, Antalya ve Diyarbakır'da gerçekleşen olaylara dair Tespit Tutanağı 13/12/2018 tarihinde soruşturma dosyasına girmiştir.- Başka soruşturma kapsamında alınan ifadelerinde HDP’nin resmî sosyal medya hesabından yapılan çağrı ve aralarında başvurucunun da bulunduğu HDP'li milletvekili ve Parti yöneticilerinin açıklamaları üzerine 6-7 Ekim olaylarına katıldıklarını beyan eden şüpheliler Ş.K., B.A., B., N.K., N.T., N.B., S., S.A., A.K., A.B.nin ifadesi7/1/2019 tarihinde, H.Y.nin ifadesi ise 27/2/2019 tarihinde soruşturma dosyasına eklenmiştir. - 6-7 Ekim olaylarına PKK/KCK terör örgütünün baskısıyla katıldıklarını beyan eden şüpheliler Ab.K., E.P., Z.Ö., , G., E.A. Y.E., R., N.Y.nin başka soruşturma kapsamında daha önceden alınan ifadeleri ise 27/2/2019 tarihinde soruşturma dosyasına dâhil edilmiştir. Başsavcılık, soruşturma dosyasına ilişkin olarak "soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği" gerekçesiyle dosya içeriğini incelemesinin ve belgelerden örnek almasının kısıtlanmasına karar verilmesi için Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine başvuruda bulunmuş; bu talep yerinde görülerek 3/1/2019 tarihinde kısıtlılık kararı verilmiştir. Soruşturmanın devamında 25/9/2020 tarihinde gözaltına alınan başvurucu, Başsavcılıkta verdiği 1/10/2020 tarihli ikinci ifadesinde ise 6/10/2014 tarihinde yapılan HDP MYK toplantısına katılmadığını ve Partinin sosyal medya hesabından HDP MYK adına yapılan çağrıdan haberdar olmadığını ileri sürmüştür. Başvurucunun ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"...2014 yılında Haziran ayında yapılan kongre sonucu MYK üyesi olarak seçildim ve genel sayman olarak görev yaptım. Ben daha çok organize işleri ile ilgileniyordum. Toplantı yeri bulma vb. işler ile ilgili görevlerdeydim. 6 Ekimde yapılan MYK toplantısında oradaydım ancak oturuma katılmadım. Oturumda ne karar alındığını bilmiyordum... Parti meclisinde görülen toplantılar vardı. Bu toplantıların yapılması ile ilgili ayrıntılı bilgiye sahip değilim. Ben herhangi bir kimseden şiddet sonucu doğuracak bir talimat almadım. Böyle bir çağrıyı da kimseye yapmadım..." Başsavcılık 1/10/2020 tarihinde başvurucuyu devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, bir suçu gizlemek veya başka bir suçun delillerini gizlemek ya da yakalanmamak amacıyla öldürmeye azmettirme, bir suçu gizlemek veya başka bir suçun delillerini gizlemek ya da yakalanmamak amacıyla öldürmeye teşebbüse azmettirme, var olanveya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak yol kesmek suretiyle suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla gece vakti silahla birden fazla kişi ile yağmaya azmettirme ve cebir, tehdit veya hile kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılmaya azmettirme suçlarından tutuklanması istemiyle Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında başvurucunun atılı suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu, müsnet suçların katalog suçlardan olduğu, dolayısıyla başvurucu yönünden tutuklama nedenlerinin bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucunun sorgusu 2/10/2020 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafileri de sorgunun yapıldığı Hâkimlik salonunda hazır bulunmuştur. Başvurucu sorgusunda Başsavcılıkta verdiği 1/10/2020 tarihli ifadenin geçerli olduğunu ve HDP MYK üyesi olmakla birlikte 6/10/2014 tarihinde yapılan MYK toplantısına katılmadığını belirtmiştir. Hâkimlik, sorgu sonucunda başvurucunun atılı suçlardan tutuklanmasına karar vermiştir.2/10/2020 tarihli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Şüpheliler... Zeki Çelik'in üzerine atılı bulunan Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, bir suçu gizlemek veya başka bir suçun delillerini gizlemek ya da yakalanmamak amacıyla öldürme, bir suçu gizlemek veya başka bir suçun delillerini gizlemek ya da yakalanmamak amacıyla öldürmeye teşebbüs, var olanveya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak yol kesmek suretiyle suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla gece vakti silahla birden fazla kişi ile yağma, cebir tehdit veya hile kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılma eylemlerine azmettirme suçlarına ilişkin olarak; çağrı üzerine ülkenin 32 ilinde yollara barikatlar kurmak suretiyle yolların kesildiği, uzun namlulu silah, molotof kokteyli, havai fişek, taş ve sopa kullanılmak suretiyle kamu binalarına, kamu araçlarına, vatandaşların ikametlerine, işyerlerine ve araçlarına zarar verildiği, çok sayıda vatandaşın kolluk kuvvetinin yaralandığı, bazı illerde vatandaşların ve yabancı uyruklu vatandaşların hayatlarını kaybettiğinin tespit edildiği iddia olunan olaylara ilişkin olarak şüphelilerin savunmaları, taraf beyanları, teşhis tutanakları, sosyal medya paylaşımına ilişkin inceleme tutanakları, video görüntüleri, müşteki beyanları, olay görüntülerinin içeren tutanaklar, dijital inceleme tutanakları, bir kısım şüphelilerin çağrıda bulunan oluşum içerisinde yer aldıklarına ilişkin belirleme ve bu yöndeki bir kısım kabul beyanları, arama ve el koyma tutanakları, örgütsel irtibata ilişkin e-mail içerikleri ve tüm dosya kapsamına göre atılı suçların işlendiğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu dışındaki suçların katalog suçlardan olduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmadığı, şüphelilerin salıverilmeleri halinde dosya kapsamında ifadelerine başvurulan tarafların beyanlarına etki edilmesi ihtimalinin varlığı, atılı suçlar için kanunda öngörülen alt ve üst sınırı dikkate alındığında hayatın olağan akışına göre kaçma şüphesinin oluştuğu gibi yazılı suçlar yönünden haklarında soruşturma yürütülen şahısların yasa dışı yollardan kolaylıkla yurt dışına kaçtıkları da dikkate alındığında adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı, tutuklama tedbirinin ise ölçülülük ilkesine uygun olduğu kanaatiyle CMK'nın maddesi ile ilgili düzenlemeler ile AİHS maddesindeki tutuklama şartları kapsamında isnat olunan suçlar ile orantılı olarak tedbir kapsamında şüphelilerin CMK'nın maddeleri uyarınca ayrı ayrı TUTUKLANMALARINA... [karar verildi.]" Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 16/10/2020 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Dosyada mevcut bilgi, belge ve araştırma tutanakları, taraf beyanları, dijital materyaller, sosyal medya paylaşım tutanakları, e-mail içerikleri ve dosyadaki diğer somut deliller uyarınca, şüpheliler yönünden kuvvetli suç şüphesinin var olduğu, soruşturmanın sürdürüldüğü, örgütsel irtibat olduğu değerlendirilen bir kısım şüphelilerin ifadelerinin henüz tamamlanmadığı ve delillerin henüz tam olarak toplanmadığı, atılı suçların CMK'nın 100/3 maddesindeöngörülen suçlardan oluşu vebu suçlar ile tutuklama tedbirinin orantılı bir tedbir niteliğini taşıması dikkate alınarak şüphelilerin itirazı yönündenaşağıdaki şekilde karar verilmiştir... Dayanılan nedenlere, gösterilen gerekçeye ve evrak içeriğine nazaran, Ankara Sulh Ceza Hakimliği'nin 02/10/2020 gün ve 2020/1032 sorgu sayılı kararı usul ve yasaya uygun bulunduğundan, itirazların AYRI AYRI REDDİNE ... [karar verildi.]" Bu karar başvurucuya 16/10/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucunun soruşturma dosyası hakkında verilen kısıtlama kararına da 29/9/2020 tarihinde itiraz ettiği görülmüştür. Başsavcılığın -başvurucuyla birlikte 108 şüpheli ve 676 müşteki/mağdurun yer aldığı- 30/12/2020 tarihli iddianamesi ile başvurucunun devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, bir suçu gizlemek veya başka bir suçun delillerini gizlemek ya da yakalanmamak amacıyla öldürme ve öldürmeye teşebbüs etme, kasten yaralama, kamu malına zarar verme, hırsızlık, birden fazla kişi ile birlikte gece vaktinde suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla yağma, devletin egemenlik alametlerini aşağılama, çalışma hürriyetini ihlal etme ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İlk olarak PKK/KCK'ya ilişkin genel açıklamaların yapıldığı iddianamede 6-7 Ekim olaylarına giden süreç ve belirtilen tarihlerde gerçekleşen olaylar kronolojik olarak anlatılmış, örgüt liderlerinin bu süreçteki talimat ve çağrılarına değinilmiş ve son olarak şüphelilerin eylemlerine yer verilmiştir. Buna göre iddianamede, başvurucuya yöneltilen suçlamalara ilişkin dayanılan temel olgular şöyle özetlenebilir: i. Örgütle iltisakı bulunduğu belirtilen bir yayın organında örgütün kurucusu Abdullah Öcalan ve diğer yöneticilerin 6-7 Ekim olaylarına giden süreçteki talimat ve çağrılarına ilişkin olarak 18/9/2014-1/10/2014 tarihleri arasında çıkan haber metinleri şöyledir:- [18/9/2014 tarihli haber metni]"KARAYILAN KOBANE İÇİN 'PROFESYONEL KATILIMA' ÇAĞIRDI""...'ikinci bir Şengal faciasıyla [DAEŞ terör örgütü 3/8/2014 tarihinde Irak'ın Ninova vilayeti sınırları içinde bulunan ve Şengal olarak da bilinen yerleşim yeri Sincar'a saldırarak çok sayıda kişiyi öldürmüş veya kaçırmıştır. Örgüt yöneticilerinden Murat Karayılan bu olaylara atıf yapmaktadır.] karşılaşmak istenilmiyorsa derhal harekete geçilmelidir. Kim, neyi, ne kadar yapabiliyorsa yapmalıdır' dedi ... DeğerIi Kobani halkı ve gençliği şunu bilmeli: İŞİD'e karşı başarılı olabilmeleri için YPG'ye katılmaları ve eğitim temelinde profesyonel asker olmaları halinde başarılı olabilirler. Kuzey gençliğine çağrımdır; gidin bizzat savaşa savaşçı olarak katılın(...) Kobane'deki direnişin başarısı için daha nitelikli katılıma ihtiyaç vardır ..." - [18/9/2014 tarihli haber metni]"KOMALEN CİWAN GENÇLİĞİ ROJÂVÂ SAVUNMASINA ÇAĞIRDI""...Kuzey Kürdistan gençliğinin Kuzey devriminin kazanımlarını korumak kadar Rojava devriminin savunmasına da aktif katılması gerektiğini kaydeden Komalen Ciwan, '(...) Önderliğimizin başlatmış olduğu seferberliğin Kürdistan'ı kalıcı bir savunmaya kavuşturuncaya kadar devam ettiğini unutmamak gerekir. Bu nedenle Kürdistan'ın savunmasından her Kürt genci kendini sorumlu görmelidir' dedi. Komalen Ciwan gençlere, 'dönem öz savunmayı geliştirmek, bir bütün Kürdistan'da dilini, kültürünü, toprağını, halkını ve devrim değerlerini savunma dönemidir. Bu nedenle Kürdistan gençliği her zamankinden daha fazla fedai ruhla Kürdistan savunmasına yürümelidir. Bu onurlu direnişte ön cephedeki yerini almalıdır' çağrısında bulundu ..." - [20/9/2014 tarihli haber metni]"KCK; SINIRLAR KALKMALI, URFA İLE KOBANE BİRLEŞMELİ" "Kobane halkının sadece Rojava için değil, tüm Kürdistan'ın özgürlüğü için ve Ortadoğu halkları için direndiğini de ifade eden KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı açıklamasında şunlara yer verdi: 'Bu kahramanca direnişe destek vermek sadece Kürtlerin değil, tüm Ortadoğu halklarının onur borcudur. Sadece destek vermek de yetmez, bu direnişe katılmak esas alınmalıdır. Kobane devrimi Urfa'ya taşırılmalı, Rojava Devrimiyle Kuzey Kürdistan Devrimi ortaklaştırılıp birleştirilerek İŞİD faşizmi döktüğü kanda boğulmalıdır. Urfa, Kobane ile bir bütün haline gelip İŞİD faşizmini yenilgiye uğratmalıdır. İŞİD faşizmi başta Urfa halkı olmak üzere tüm Kuzey Kürdistan halkını karşısında direnirken görmelidir' ..."- [22/9/2014 tarihli haber metni] "ÖCALAN SEFERBERLİK ÇAĞRISINI YİNELEDİ”"Diğer yandan İŞİD saldırıları konusunda da tüm halkımız özellikle devam eden yüksek yoğunluklu savaşa karşı yaşamını şekillendirmesi gerekiyor. Şu an Kürdistan'da devam eden yüksek yoğunluklu savaş var. Sadece Rojava halkı değil Kuzey ve tüm parçalardaki Kürt halkı buna göre yaşamını şekillendirmesi gerekiyor. Bütün Kürt halkını topyekun bu yüksek yoğunluklu savaşa karşı direnişe geçmeye çağırıyorum ..."- [27/9/2014 tarihli haber metni]"YDG-H: HER YERİ KOBANE'YE DÖNÜŞTÜRELİM""YDG-H ile YDGK, Kobane'de gününe giren DAİŞ çetelerinin saldırılarına dikkat çekerek gençleri direnişe çağıran ortak bildiri yayınladı. Bildiride, 'Tüm Kürdistan ve Türkiye gençliği savaşa katılmalı ve serhildanlara öncülük etmelidir (...) Kaybedeceğimiz tek bir anın dahi olmadığını biliyoruz. Kuzey Kürdistan Kobane olacak. Bütün gençliği bu andan itibaren SERHİLDAN yaratmaya ve devrim cephesinde gerillalaşmaya çağırıyoruz. Gün tarih yazma, sömürgeciliği Kürdistan 'dan def etme günüdür'..."- [1/10/2014 tarihli haber metni]"HALK İNİSİYATİFİ: PERŞEMBE GÜNÜ AMED'DE YAŞAM DURACAK!""Amed'de 2 Ekim 2014 Perşembe günü yaşam durmalı. Hiçbir yurtsever esnafımız kepenk, kontak açmamalı, hiçbir aile çocuğunu okula göndermemelidir. Direneceksek bugün direneceğiz, Amed halkı gençliğin ve kadınların öncülüğünde alanlara inmelidir. Halkımızı her sokakta her meydanda ateşler yakarak, barikatlar kurarak omuz omuza direnmeye çağırıyoruz."ii. Şüphelilerin PKK/KCK'nın üst yönetimi tarafından yapılan plan dâhilinde 6-7 Ekim olaylarına giden süreçte ve olaylar sırasında açıklamalar yaptığına ve bu olayların ayaklanma amacı taşıdığına ilişkin tanık beyanları bulunmaktadır. - 4/12/2019 tarihinde ifadesi alınan gizli tanık Mahir, olayların başlangıcından önce HDP tarafından yapılan çağrının kararlaştırıldığı HDP MYK toplantısına terör örgütü üyelerinin katıldığını belirtmiştir. Gizli tanık Mahir'in iddianamede yer alan beyanının ilgili kısmı şöyledir:"...2014 yılı Ekim ayı öncesinde Kobani'de İŞİD ve YPG arasındaki çatışmalar şiddetlenmişti. Kobani’nin İŞİD’in eline geçmesi, PKK'nin YPG üzerinden Rojava'daki tüm kazanımlarını kaybetmesi anlamına geliyordu … Bunun bilincinde olan Kandil yönetimi Rojava'yı savunmak ve destek vermek amacıyla Türkiye'de yaşayan başta Kürt kitlesini ve Türkiye'de yer alan sol-sosyalist çevreleri Rojava'daki İŞİD ile YPG/YPJ arasında yaşanan mücadeleye destek vermeleri için harekete geçirmek istiyordu. Bu kapsamda Türkiye'deki tüm örgütsel yapılarına sık sık talimatlar gönderdi. Bu talimatların birinci dereceden muhatabı Türkiye KCK genel sözcülüğü, kadın ve gençlik sözcülüğüdür. 6-7-8 Ekim 2014 Kobani serhildanları sürecinde Türkiye KCK sözcülüğünde bulunan ve şuan isimlerini hatırlayabildiklerim; Ö. (KANDİL ALANINDA BULUNMAKTADIR) Y.F. (KANDİL ALANINDA BULUNMAKTADIR) E.G., (KANDİL ALANINDA BULUNMAKTADIR)E., (KANDİL ALANINDA BULUNMAKTADIR) R.K., (KANDİL ALANINDA BULUNMAKTADIR) F.A., (AVRUPA’DA BULUNMAKTADIR) Eylül 2014 sonlarına doğru örgütün talimatları doğrultusunda KCK Türkiye sözcülüğü HDP Eş Genel Başkanı S. ile görüşerek halkın Kobani'ye güçlü şekilde sahip çıkması yönünde çağrı yapmasını istedi....KCK Türkiye örgütü sokak eylemlerini (serhildan) zayıf yetersiz gördüğünden daha büyük çıkış-hamle yapma ihtiyacı duyuyordu. Mevcut sokak eylemlerini bir üst seviyeye taşımak amacıyla KCK Türkiye sözcülüğü o dönem yapılan HDP MYK toplantısına katıldı. Bu toplantıda MYK'ya karar aldırıldı. 6 Ekim 2014’de daha MYK toplantısı devam ederken acil yazılı bir çağrıda bulundu. Bu çağrı "HALKLARIMIZI SOKAGA ÇIKMAYA VE ÇIKMIŞ OLANLARA DESTEK VERMEYE ÇAĞIRIYORUZ şeklinde idi. Bu çağrıların akabinde HDP, DBP, HDK, DTK, KADIN, GENÇLİK, SERHİLDAN KOMİTESİ gibi yapılanmalar tarafından da serhildan (başkaldırı) çağrıları yapıldı.Bu kadrolar ayrıca bir talimata gerek duymaksızın kitlesel eyleme molotoflu, taşlı, havai fişekli ve el yapımı patlayıcılı katılır, aktif olarak yer alır. Bu çağrılar sonucunda kimse normal bir basın açıklaması, yürüyüş, miting gibi eylemde bulunulmayacağını bilir. PKK'ya yeni katılmış bir aylık kadro adayı dahi örgütsel çağrıların ne anlama geldiğini bilir. PARTİ (PKK) kültürünü alan sempatizan, taraftar, çalışan, kadrolar, siyasi alanda faaliyet yürüten parti meclisi üyeleri örgüt adına yapılan çağrıların tam olarak ne anlama geldiğini bilir ve ona göre hareket ederek uygulanmasını sağlar.KCK Türkiye sözcülüğü Kobani olayları dönemindeki tüm faaliyetlerini o dönem Diyarbakır ve Şanlıurfa ili Suruç ilçesinden yürütmekte idi....Kobani Olaylarında son derece tahrik edilmiş öfkeli kalabalıkların şiddete yönelmesine öncülük eden esas güç gençlik yapılanmasıdır. Bu gençlik yapılanmasını 2014'te ilan edilmesi planlanan öz yönetim-özerklik hamlesi kapsamında hazırlayan eğiten PKK-YK üyesi ABBAS KOD DURAN KALKAN’dır…"- 7/1/2020 tarihinde ifadesi alınan tanık K.G. 6-7 Ekim olaylarının başta Duran Kalkan adlı örgüt yöneticisi olmak üzere örgütün üst yönetimince planlandığını, HDP MYK'nın ve HDP'li yetkililerin çağrı/açıklamalarının ardından serhildan olarak kabul edilmesi gereken yoğun şiddet eylemlerinin başladığını ifade etmiştir. Tanık K.G.nin iddianamede yer alan beyanının ilgili kısmı şöyledir:"...Serhildan olarak adlandırılan sokak çatışmaları, örgüt tarafından dünyadaki diğer örneklerinin (Filistin ya da İrlanda gibi ülkelerde olan) Türkiye'de kendi kitlesi içinde gerçekleştirmesini hedeflemekteydi. KCK yapılanmasında gerçekleştirilen her Serhildan Kandil yönetimi tarafından örgütün yönlendirilmesi ve talimatlarıyla gerçekleştirilen eylemler olmaktadır, Bu eylem içerisinde çatışmalar; Molotof, Taş, Havai Fişek, El Yapımı Patlayıcıların kullanılmasıyla, gençlik ve kadın çalışma alanlarındaki örgüt mensuplarının öncülüğünde geliştirilir. Serhildan eylemlerinin temel amacı, örgüt tabanını harekete geçirmek, kitlesel bir destek arayışını geliştirmek ve tüm kamuoyuna demokratik hir hakkın engellendiği bunun karşısında da bir direniş olduğu izlenimini vermektir.Serhildan eylemleri Kandil yönetiminin çağrısıyla geliştiği gibi özellikle KCK yapılanmasında siyasi faaliyet gösteren partilerin yetkilileri tarafından gerçekleştirilen çağrılarla da gerçekleşebilmektedir. Çoğu zaman bu iki mekanizma birbiriyle ortak hareket ederler, hedef kitlenin ve amacın ortak olmasından dolayı bu ikili hareket vazgeçilmez olmaktadır örgüt için. Serhildan eylemleri için örgüt aynı zamanda çoklu bir konsepti de esas alır. Bu çoklu konseptin içine; Siyasi Parti, Gençlik ve Silahlı örgüt mensuplarının katılımı gerçekleşir. Bu üç alan bir nevi de sokak eylemlerinin çatışmalarının oluşumu için koordinasyon şeklinde hareket ederler. Her ne kadar halk inisiyatifi ya da siyasi parti temsilcileri olarak açıklamalar yapılsa da Serhildan süreçlerinin başlangıcı Kandil yönetiminin talimatı ve Serhildan komitelerinin koordinasyonluğunda gerçekleşen örgütsel bir faaliyet olmakladır. Burada temel mantık ifade ettiğim gibi örgüt tabanını oluşturan kitlenin, örgüt militanıymış gibi çatışma ve eylem içine çekilmesi olmaktadır.…Bu anlamda; 6-8 Ekim olaylarının alt yapısı Örgüt üst yönetimi tarafından hazırlandı. 2011 yılı Temmuz ayında Suriye ülkesinde yaşanan gelişmeler PKK YPG unsurlarının o bölgede etkin bir güç pozisyonuna geçmeleri hem bölge gelişmelerinde, hem de Türkiye genelinde önemli bir kırılmayı da beraberinde getirdi. Suriye'de YPG unsurlarının belli bölgelerde yönetim mekanizmalarını ele geçirmeleri sonrasında Rojova devrimi denilen sürecin bir benzerinin de örgütün üst yönetiminin talimatları doğrultusunda Türkiye'de Doğu ve Güneydoğu'daki bölge illerinde de gerçekleştirilebileceği düşüncesi hakim oldu.…Kandil üst yönetimi özellikle Irak sınırından Afrin kentine kadar var olan koridorun savunulması ve parçalanmaması için yoğun faaliyet gösterdi. Bunun nedeni Afrin' den Kobani’ye kadar özerklik öncesi var olan kantonların korunması ve bu bölge arasında oluşturulan bağlantının kopmasını engellemekti. Benim tanık olduğum Kandil alanından 10 taburluk (yaklaşık 300 örgüt mensubu) Kobani'deki savaşa gönderildi.Buradaki çatışmaları Kandil'den takip edebildiğimiz kadarıyla örgüt üst düzey yöneticileri tarafından kitlesel destekten mahrum kalmamak adına alt kadrolara, siyasi ve legal yapılara yönelik yoğun bir perspektif ve talimat trafiği yaşanmaktaydı. Gerek Türkiye'de gerekse Avrupa ülkelerinde, Suriye ülkesinde yaşanan çatışma ve savaşa yoğun bir destek verilmesi için örgüte bağlı tüm kurum ve kuruluşları harekete geçirmiş ve örgüt üst yönetimi tarafından özellikle Türkiye sınırları içerisinde gündem oluşturmak ve eylem yapmak amacıyla sürekli olarak örgüt güdümünde faaliyet gösteren basın yayın organları aracılığıyla talimatlar verdi.Özellikle bu dönemde … HDP'li S., P.B. ve S.S.Ö. Kandil’e sürekli gidip gelmekteydiler. Örgüt üst yönetimi tarafından böylesi bir konjonktür içerisinde Kobani’de yaşanan ve örgütün var olma gerekçesi olarak gördüğü savaşa verilecek kitlesel desteğin daha çok siyasi ve legal oluşumlarla birlikte yerel örgüt kadroları tarafından organize edilerek eylemselliğin harekete geçirilmesi misyonu yüklenmişti.…Başta Kobani olmak üzere yaşanan gelişmelerden dolayı Kandil üst yönetimi siyasi alan çalışmalarının ve siyasi alandaki etkin aktörlerin kamuoyunda yıpratılmamalarına özen gösteriyorlardı. Kobani'deki çatışmaların bir benzerini Kandil üst yönetimi, İmralı heyeti ile birlikte gerçek anlamda Suriye-Türkiye arasındaki tüm sınırları ortadan kaldırarak Ortadoğu'da yaşanan çatışma süreçlerinin Türkiye'de de yaygın bir şekilde hayata geçirilmesini istemekteydi.Buna mukabil olarak Suruç'tan Kobani'ye heyetlerin gönderilmesi, bu heyetlerin orada gerçekleştirdiği temaslar ve sonrasındaki açıklamalarında Kobani’de yaşanan çatışmaları gerekçe göstererek HDP tabanının ve kitlesinin bulundukları her yerde alanlara çıkarak yoğun bir SERHİLDAN (Başkaldırı) yapılması yönünde örgüt üst yönetiminin çağrıları ve talimatları oldu. Genel anlamıyla 6-8 Ekim olayları olarak bilinen süreci ortaya çıkaran temel faktör Kobani 'deki savaş ve çatışmalar gösterilse de özü itibari ile Türkiye genelinde Rojova devrimi kazanımlarının yani örgütün Suriye topraklarında oluşturmuş olduğu özerkliğin Türkiye'de de olabileceği öngörülmesiyle 6-8 Ekim olaylarının … özerklik adına ön hazırlığına başlanıldı.…Her ne kadar örgüt tabanının ve kitlenin Türkiye'de gerçekleştirilecek olan ÖZERKLİK ilanı amacıyla Kobani eylemlerine katılımları sağlanmış ise de örgütün hedeflediği kitlesel eylemsellikler gerçekleştirilemedi. Halkı sokağa dökmek ve eylemlere destek vermek adına özellikle ANF haber kanalı üzerinden örgüt üst yönetimi tarafından defaten SERHİLDAN çağrıları yapsalar da halkın tam anlamıyla sokaklarda eylemlere katılım yapmadığı gözlemlenmişti....S., siyasi yapılanmaların MYK ve PM üyeleri ve STK’ların yapmış olduğu açıklamalar sonrasında SERHİLDAN olayları şiddet sokak eylemleri şeklinde yoğun bir biçimde yaşanmıştır. HDP, DBP MYK ve PM’si, DTK ve S. bu şekilde açıklama yapmamış olsaydı 6-8 Ekim olaylarındaki SERHİLDAN eylemlerinin şiddeti bu denli olmaz ve ölümler yaşanmayabilirdi.Bunun ile birlikte bu çağrılar üzerine örgütün kırsal alan kadro katılımlar da örgüt tarihinde ki en üst seviyelere ulaşmıştır. Bunu bizzat bu dönemde ABBAS KOD Duran KALKAN tarafından ‘TARİHİMİZDEKİ REKOR SEVİYEDE YENİ ŞERVAN (SAVAŞÇI) KATILIMINI BU SÜREÇTE GERÇEKLEŞTİRDİK’HDP MYK'sı ve Eş başkanları SERHİLDAN çağrıları yaptıklarında her ne kadar demokratik bir tepki gibi bu çağları göstermiş olsalar da bu kitlesel eylemlilikte daha öncesinden de belirttiğim gibi Kandil üst yönetimi tarafından SERHİLDAN KOMİTESİ hazırlıkları ile gerçekleştirilecek çatışma ortamına yönelik çağrılar olmaktaydı. Bu şekilde yapılan çağrılar sonucunda örgütün Gençlik yapılanması, kadın yapılanması ve Öz savunma birimlerinin planlanan gerçekleştirilecek olaylara bizzat katılacaklarını her örgüt mensubu gibi HDP MYK ve PM üyeleri ve Eş başkanları da bilir ve bu şekilde gerçekleştirilen olayların yakma, yıkma, öldürme, yaralama, kamu malına zarar verme gibi şiddet olaylarının başlayacağını başından beri her örgüt mensubu ve HDP, MYK, PM ve Eş başkanları bilirler. Olaylarda ayrıca silah, bıçak, molotof, el yapımı patlayıcılar kullanılacağını da bilirler."- Tanık İ.B. ise 3/11/2020 tarihli beyanında o dönem HDP milletvekili olduğunu ve 6-7 Ekim olaylarının PKK/KCK tarafından planlandığını ifade etmiştir. Tanık İ.B.nin iddianamede yer alan beyanının ilgili kısmı şöyledir: "… İfademin önceki bölümünde de belirttiğim gibi dönem milletvekili olmamla birlikte söz konusu heyetler içerisine HDP ve MYK'nın çağrısı üzerine katıldım.... Kobani olayları olarak bilinen ve ölüm olaylarının yaşandığı eylemlerin demokratik bir hak olmadığını tam aksine şiddet eylemleri olduğunu söyleyebilirim. Ben şiddetin her türlüsüne karşı duran bir kişiliğe sahibim. Yapılan Kobani olayları esnasında gerçekleştiren eylemlerin ve ölümlerin PKK örgütü tarafından organize edildiği ve Türkiye topraklarında özerklik ilan edilmesi adına gerçekleştirildiğini söyleyebilirim. Yapılan açıklamalar talimatlar ve çağrılar da bunu göstermektedir..."iii. İddianamede DAEŞ ve PYD/YPG arasındaki çatışmaların yoğunlaşması üzerine PKK tarafından halkın sokağa çıkması yönünde çağrılar yapılırken HDP'nin sosyal medya hesabından da 6/10/2014 tarihinde eş zamanlı olarak benzer çağrıda bulunulduğu (bkz. § 9), bu çağrının HDP MYK adına yapıldığı ve başvurucunun da çağrının kararlaştırıldığı toplantıya katıldığı ifade edilmiştir. iv. 6-7 Ekim olaylarına katılan ve haklarında soruşturma/kovuşturma yürütülen kişilerin ifadelerine yer verilmiştir. Bu ifadelerde genel olarak HDP yetkililerinin açıklamaları ve Parti yetkililerinden gelen telefon ve yazılı mesajlar üzerine olaylara dâhil olunduğu vurgulanmıştır. İfadesi alınan kişilerden bazıları ise olaylara PKK/KCK terör örgütünün baskıları ve tehditleri nedeniyle katıldıklarını belirtmiştir.- 6-7 Ekim olayları sırasında gerçekleştirdiği eylemler nedeniyle terör örgütü üyesi olmamakla beraber terör örgütü adına suç işleme, örgüt faaliyeti çerçevesinde kamu malına zarar verme ve terör örgütü propagandası yapma suçlarından hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü bulunduğu belirtilen H.Y. “…8/10/2014 günü Muş il merkezinde HDP tarafından düzenlenen yürüyüş ve basın açıklamasına katıldım. Bunu HDP'nin resmi ...isimli sosyal paylaşım sitesinden öğrendim ve katılmaya karar verdim.” şeklinde beyanda bulunmuştur. - S. “HDP'nin almış olduğu ve yapmış olduğu eylem çağrısı üzerine parti yöneticisi olarak katıldım” şeklinde beyanda bulunmuştur.- N.T. “HDP Kepez ilçe teşkilatı üyesiyim. Kobane eylemleri olarak bilinen protesto etkinliğine partimizin almış olduğu karar doğrultusunda katıldım.” şeklinde beyanda bulunmuştur.- N.B. “HDP Antalya il eş başkanıyım. Kobane eylemleri olarak bilinen protesto etkinliğine partimizin almış olduğu karar doğrultusunda katıldım.” şeklinde beyanda bulunmuştur.- Ş.K. “…HDP Antalya il başkanıyım. Kamuoyunda Kobane eylemleri olarak bilinen protesto etkinliğine partimizin almış olduğu karar doğrultusunda katıldım.” şeklinde beyanda bulunmuştur.- S.A. “…ben zaman zaman HDP partisine gidiyordum, orada İŞİD örgütünün Kobane'ye yaptığı saldırıları protesto için eylem yapılacağı söylenmişti, ben de bu eyleme katıldım.” şeklinde beyanda bulunmuştur.- B.A. “…ben HDP il yönetim kurulu üyesiyim. Parti genel merkezimiz ve eş başkanımız tarafından Suriye'nin Kobane bölgesine İŞİD terör örgütü tarafından yapılan saldırıların protesto edilmesi için çağrıda bulunuldu ve biz genel merkezimin çağrısına uyarak protesto eylemine katıldım.” şeklinde beyanda bulunmuştur.- A.K. “…HDP eş başkanın çağrısı üzerine değişik parti ve sivil toplum kuruluşlarının katılımı ile Suriye'de bulunan ve kamuoyunda Kobani eylemleri olarak bilinen eyleme toplumsal duyarlılığım neden ile katıldım.” şeklinde beyanda bulunmuştur.- B. “…Ben HDP Muratpaşa ilçe teşkilatının üyesiyim. Kobane eylemleri olarak bilinen protesto etkinliğine partimizin almış olduğu karar doğrultusunda katıldım…” şeklinde beyanda bulunmuştur.- N.K. “...HDP Antalya il örgütünün üyesiyim, yöneticiliğim yoktur. Kamuoyunda Kobane eylemleri olarak bilinen protesto eylemine Antalya'da katıldım. Partimiz eylem yapılacağını telefon mesajı ile bize bildirdi.” şeklinde beyanda bulunmuştur. - A.B. “...HDP genel merkezi ve eş başkanı tarafından Suriye'nin Kobani bölgesine İŞİD terör örgütü tarafından yapılan saldırıların protesto edilmesi için bir çağrıda bulunuldu…” şeklinde beyanda bulunmuştur. - E.A. “…yaya olarak eve giderken aniden arkamda her iki kolumu iki kişinin tuttuğunu hissettim, ardından belimin sol tarafında bir metal hissettim silah olduğunu anladım... 'Sen niye mahalle komisyonuna katılmıyorsun, mitinglere katılmıyorsun, bunun devamı halinde seni getirdiğimiz gibi aileni de getirip burada öldürebiliriz' dedi…” şeklinde beyanda bulunmuştur. - E.P. “...köyümde iken Brüks isimli terör örgütü mensubu gelerek köyden evden bir kişi Malazgirt'e giderek eylem yapacak şeklinde konuşmalar yapıyordu.... Adı geçenin daha sonra ikametim olan eve geldiğinde gördüm. Burda benim evde oturduğumu görünce bana neden gitmediğim eğer gitmezsem diğer kız kardeşimi de kaçıracağını söyledi ve ben de korktuğum için Malazgirt merkeze geldim…” şeklinde beyanda bulunmuştur.- N.Y. “…7/10/2014 günü köye Brüsk olarak bilinen leşker kıyafeti ile gelen eli silahlı bir PKK/KCK terör örgütü üyesinin köyde bulunan herkesi tehdit ettiğini, 8/10/2014 günü Malazgirt merkezde yapılacak etkinliğe katılmaları yönünde tehditler savurduğunu ve gitmeyenlere ceza yazacağını duydum...” şeklinde beyanda bulunmuştur. - Z.Ö. “…Etkinliklerden bir gün önce yani 06/10/2014 günü akşam saatlerinde Murat mahallesindeki ikametimizde oturduğumuz esnada kapımıza biz örgüt mensubuyuz diyen iki şahıs geldi. 'Yarın Malazgirt'te eylem var siz de katılacaksınız. Katılmazsanız size ailenize, iş yerlerinize zarar veririz' dediler...” şeklinde beyanda bulunmuştur. - Y.E. “....07/10/2014 günü akşam saatlerinde köy camisinden PKK/KCK terör örgütü mensupları anons ederek bize 'köyde gözükmeyin Malazgirt Merkeze gidin, etkinliğe katılan toplum ne yapıyorsa o şekilde davranın' dediler…” şeklinde beyanda bulunmuştur. - R. “…7/10/2014 günü köye PKK/KCK Terör örgütü olduğunu söyleyen Brüsk olarak anılan bir şahsın geldiğini ve herkesin Malazgirt'e gidip yapılacak eyleme katılmasını istediğini ve gitmeyenlere kötü şeyler yapacağını yine köylülerden duyduğum için Malazgirt'e gitmek zorunda kaldım…” şeklinde beyanda bulunmuştur. - Ab.K. “…ben 7/10/2014 tarihinde ilçede meydana gelen etkinlik hakkında bilgi sahibi değildim. 8/10/2014 günü yapılan etkinliğe ise zorla getirildim. 7/10/2014 tarihinde ikamet ettiğim Aşağıkıcık isimli köye PKK/KCK terör örgüt mensupları geldi. Köylüyü köy meydanında topladı. Benim ikametim de köy meydanına yakındı. Zaten bizim köy 14 haneden ibarettir. PKK/KCK terör örgütü mensubunun köy meydanındaki sesleri ikametime geliyordu. Örgüt mensubu köylüye hitaben 'Yarın Malazgirt'te yürüyüş var herkes katılmak zorundadır. Katılmayan olursa biz katılmayanların kim olduğu yönünde bilgi sahibi oluruz ve bunlara katılmadıklarından dolayı ağır para cezası keseceğiz, cezaya itiraz edenler ölüm cezasıyla cezalandırılacak' dedi...” şeklinde beyanda bulunmuştur. - “…Aynı günün akşamında ikametimde istirahat ettiğim esnada örgüt elemanı Brüsk diye tanınan şahıs kapıma geldi. 'Yarın Malazgirt'te eylem var hepiniz bu eyleme katılacaksınız. Katılmazsanız çocuklarının hepsini dağa götüreceğim' dedi. Ben korktuğumdan dolayı 8/10/2014 günü sabah saatlerinde köyden çocuklarım olan Rıdvan ve Gürkan ile birlikte Malazgirt'e geldim...” şeklinde beyanda bulunmuştur. - G. “...7/10/2014 tarihinde ikamet ettiğim Laledağ isimli köyde PKK/KCK terör örgütü mensupları evimize baskın yaparak bize Malazgirt merkezde yapılacak etkinliğe gitmemizi söylediler. Gitmezsek para cezası keseceklerini söylediler...” şeklinde beyanda bulunmuştur.v. İddianamenin değerlendirme kısmında ise 6-7 Ekim olaylarının örgütün üst yönetimince planlanan ve serhildan olarak adlandırılan ayaklanma eylemi niteliğinde olduğu belirtilerek örgütün bu plana dayalı olarak Suriye'deki kazanımlarının benzerini Türkiye'de de elde etmeyi amaçladığı ifade edilmiştir. İddianameye göre başvurucu ve diğer şüphelilerin örgütten aldıkları talimatlarla olayların başlamasında rol üstlenmeleri nedeniyle olaylar sırasında işlenen suçlar ile devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçundan cezalandırılmaları gerekmektedir. İddianamede yer alan değerlendirme şöyledir: "...06 EKİM 2014 tarihinde başlayarak ülke geneline sirayet eden ve KOBANİ olayları olarak bilinen olayların yaşanması ve terör örgütüne müzahir kitlelerin meydanlara sokaklara çıkarak terör nitelikli eylemlerin (SERHİLDAN/BAŞKALDIRI) yapılması için PKK/KCK silahlı terör örgütü, örgütün ele başı Abdullah ÖCALAN, sözde örgüt yöneticileri, örgütün gençlik yapılanması ve kadın yapılanması tarafından sistematik olarak 17/09/2014 tarihinden itibaren çağrıların ve talimatların verildiği, terör örgütüne müzahir kitlenin terör eylemlerine katılımı istenen seviyede olmaması üzerine PKK/KCK silahlı terör örgütü tarafından verilen talimatlar sonrasında PKK/KCK silahlı terör örgütü güdümünde sözde siyaset yapan kurum, kuruluş parti (HDP, HDK, DTK, DBP) ve sözde siyasetçilerin devreye sokulduğu, soruşturma kapsamında bulunan şüphelilerin özellikle 06/10/2014 ve 07/10/2014 tarihlerinde şâhsi olarak ve bağlı bulundukları kuruluşlar aracılığı ile yaptıkları çağrı ve talimatlar sonucunda PKK/KCK silahlı terör örgütüne müzahir kitlelerin meydanlara, caddelere ve sokaklara çıkarak şiddet içerikli terör eylemlerinin en üst seviyeye çıkartıldığı, meydana gelen olaylar neticesinde öldürme, öldürmeye teşebbüs, yağma, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma, yaralama, çocuk düşürtme, hırsızlık, işyeri ve konut dokunulmazlığını ihlal, mala zarar verme, 5816 Sayılı Yasaya muhalefet; bayrak yakma şeklinde yoğun şekilde terör olaylarının yaşandığı, olayların meydana gelmesinden HDP MYK'sı (Halkların Demokratik Partisi Merkez Yürütme Kurulu) tarafından sokağa çıkma, sokağa çıkanlara destek verme ve direnişte bulunma çağrılarının yapılmasının etkili olduğu, ...MYK toplantısına terör örgütünün KCK Türkiye sözcülerinin de katıldığı, terör örgütünün talimatları doğrultusunda hareket edildiği,...dolayısıyla örgüt elebaşısı ve sözde Kandil yönetimi ile KCK Yürütme Konseyinin talimat bütünlüğü kapsamında tüm şüphelilerin baştan beri aynı kast ve irade ile fikir ve eylem birliği içerisinde Devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü hedef alarak terör amaçlı öldürücü, yıkıcı, yakıcı vb. nitelikteki şiddet içerikli yoğun sokak eylemlerinin tüm ülke genelinde gerçekleştirilmesi için KCK, KİK, Gençlik Yapılanması, HDP, DTK, HDK, DBP adına örgüt güdümünde basın açıklaması ve sosyal medya hesaplarından yapmış oldukları aynı içerikte SERHİLDAN/BAŞKALDIRI talimat, çağrı/açıklamaları ile şahsi sosyal medya hesaplarından yaptıkları/yaptırdıkları tüm açıklama, çağrı ve talimatlara ilişkin tespitlerin yapıldığı ve buna ilişkin tüm tutanakların yukarıda ayrıntıları ile mevcut olduğu ve iddianameye derç edildiği,6-8 EKİM 2014 Kobani Olayları olarak bilinen ve ülke geneline sirayet eden olayların amacının her ne kadar terör örgütü ve örgüte müzahir yapılanmalar tarafından demokratik bir hak arayışı olarak lanse edilse de, gerçek amacının PKK/KCK silahlı terör örgütünün kuruluşundan itibaren sözde BAĞIMSIZ BİRLEŞİK KÜRDİSTAN devleti kurmak adına basamak oluşturan ÖZERKLİK ve ÖZ YÖNETİM ilanı için yapılan SERHİLDAN/BAŞKALDIRI eylemleri olduğu, ...ülke genelinde meydana gelen tüm olaylarda toplamda ise; Adam Öldürme (37), Adam Öldürmeye teşebbüs (31), Yağma (24), Alıkoyma (38), Alıkoymaya Teşebbüs (2), Mala Zarar Verme (1750), Yakarak Mala Zarar Verme (397), Kamu Malına Zarar Verme (1060), Yakarak Kamu Malına Zarar Verme (503), İşyeri Dokunulmazlığını İhlal (53), Geceleyin İşyeri Dokunulmazlığım İhlal (294), Geceleyin Açıktan Hırsızlık (26), Açıktan Hırsızlık (20), Hırsızlık (114), Geceleyin Hırsızlık (272), Basit Yaralama (5), Silahla Basit Yaralama (43), Kamu Görevlisini Silahla Basit Yaralama (264), Kamu Görevlisini Kasten Basit Yaralama (7), Kemik Kırığı Oluşacak Şekilde Kasten Silahla Yaralama, Kamu Görevlisini Kemik Kırığı Oluşacak Şekilde Kasten Silahla Yaralama (1), Silahla Kasten Yaralama (78), Kamu Görevlisini Silahla Yaralama (51), İş ve Çalışma Hürriyetinin İhlali (3), İbadethanelere Zarar verme (4), Düşük Yapmaya Neden Olma (1), Bayrak Yakma (24), 5816 Sayılı Yasaya Muhalefet (25), Suç İşlemeye Tahrik, Devletin Birliğini Ülkenin Bütünlüğünü Bozma suçlarının işlendiği...Bu kapsamda, şüphelilere atılı suçların gerek işleniş şekilleri ve kullanılan araçlar itibarıyla, gerekse gerçekleşen neticeler itibarıyla vahim nitelik taşıdıkları, dolayısıyla tüm şüphelilerin suçlara konu eylemlerinin devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü hedef alarak vahim sonuçlar doğuracak şekilde işlenmiş olmaları nedeniyle Türk Ceza Kanunun Maddesinde düzenlenen Devletin Birliğini ve Ülkenin Bütünlüğünü Bozmak suçunun her bir şüpheli açısından ayrı ayrı oluştuğu,Yine şüphelilerin eylemlerinin yukarıda her bir müştekiye yönelik tespitleri yapılan tüm suçlardan, Türk Ceza Kanunun 214/3, 38/ maddesi delaletiyle sorumlu olsalar da, şüphelilerin yukarıda tüm müştekilere yönelik tespiti yapılan suçların işlenmesi yönünde eylemleri itibarıyla önemli etkide bulunmaları nedeniyle her bir şüphelinin TCK'nın 37/maddesi gereğince tüm suçlardan ayrı ayrı sorumlu oldukları [anlaşılmıştır.] " Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 7/1/2021 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2021/6 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme aynı tarihte yaptığı tensip incelemesinde başvurucu ve diğer 26 sanığın tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "...HDP (Halkların Demokratik Partisi) MYK (Merkez Yürütme Kurulu) üyeleri; A.K., B.Y., H.A., Y.Ö. Z.K. ve Ç. isimli sanıkların kaçak konumunda oldukları, dosyada çok fazla sayıda müşteki ve tanığın bulunduğu, tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma ihtimalinin bulunması, dolayısıyla soruşturmalardan kaçmış olduklarının bilinmesi, bu kapsamda tutukluluk tedbiri dışındaki CMK'nun maddesinde düzenlenen yurt dışına çıkış yasağı dahil sair adli kontrol tedbirlerinin soruşturmanın mahiyetine ve delil durumuna nazaran yetersiz kalacağı, Anayasanın maddesi uyarınca iç hukuk bakımından bağlayıcı olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin tutukluluk tedbiri konusundaki yerleşik birçok karar ve gerekçesinde 'Kişilerin kaçma riskinin bulunması, kamu düzeninin sağlanması ve yeni bir suç işlenmesinin önlenmesi' amacının tutukluluk tedbirinin uygulanabileceği haller arasında sayılmış olması, somut dava dosyasında da yukarıda açıklandığı üzere bu kaygı ve kriterlerin mevcut olması nedeniyle tutukluluk tedbirinin gerekli olduğu anlaşılmakla .... sanıklar ... veZeki Çelik'in üzerlerine atılı suçlardan ayrı ayrı TUTUKLULUK HALLERİNİN DEVAMINA... [karar verildi.]" Başvurucu 2/4/2021 tarihli duruşmada yaptığı savunmasında özetle 6-7 Ekim olaylarında bir sorumluluğu bulunmadığını ve 6/10/2014 tarihinde yapılan HDP MYK toplantısına katılmadığını belirtmiştir. Mahkeme duruşma sonunda -bir önceki duruşmada açıkladığı gerekçeleri tekrarlayarak- başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Mahkeme 25/6/2021 tarihli tutukluluk incelemesi sonucunda yurt dışına çıkış yasağı şeklindeki adli kontrol tedbiri uygulanmak suretiyle başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Başvurucu hakkında yürütülen kovuşturma derdesttir. A. Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Kasten öldürme (madde 81, 82, 83),(Ek: 6/12/2006 – 5560/17 md.) Silahla işlenmiş kasten yaralama (madde 86, fıkra 3,bent e) ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış kasten yaralama (madde 87),...(Ek: 6/12/2006 – 5560/17 md.) Hırsızlık (madde 141, 142) ve yağma (madde 148, 149), Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308),..." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun'un "Müdafiin dosyayı inceleme yetkisi" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ile (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:"(2) Müdafiin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim kararıyla kısıtlanabilir. Bu karar ancak aşağıda sayılan suçlara ilişkin yürütülen soruşturmalarda verilebilir: a) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; ... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315, 316),... (3) Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz." (4) Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Azmettirme" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Başkasını suç işlemeye azmettiren kişi, işlenen suçun cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun’un "Kasten öldürme" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun’un "Nitelikli haller" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: (1) Kasten öldürme suçunun;...h) Bir suçu gizlemek, delillerini ortadan kaldırmak veya işlenmesini kolaylaştırmak ya da yakalanmamak amacıyla,...İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun’un "Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"1) Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.(2) Kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur." 5237 sayılı Kanun’un "Yağma" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"1) Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden ya da malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından bahisle tehdit ederek veya cebir kullanarak, bir malı teslime veya malın alınmasına karşı koymamaya mecbur kılan kişi, altı yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun’un "Nitelikli yağma" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (g) ile (h) bendi şöyledir:" (1) Yağma suçunun;... g) Suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla,h) Gece vaktinde,İşlenmesi halinde, fail hakkında on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur." 5237 sayılı Kanun’un "Suç işlemeye tahrik" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"1) Suç işlemek için alenen tahrikte bulunan kişi, altı aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Halkın bir kısmını diğer bir kısmına karşı silahlandırarak, birbirini öldürmeye tahrik eden kişi, onbeş yıldan yirmidört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(3) Tahrik konusu suçların işlenmesi halinde, tahrik eden kişi, bu suçlara azmettiren sıfatıyla cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun’un "Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) (Değişik: 29/6/2005 – 5377/36 md.) Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin egemenliği altına koymaya veya Devletin bağımsızlığını zayıflatmaya veya birliğini bozmaya veya Devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaya yönelik bir fiil işleyen kimse, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Bu suçun işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ilgili hükümlere göre cezaya hükmolunur.(3) Bu maddede tanımlanan suçların işlenmesi dolayısıyla tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur." Yargıtay Ceza Dairesi, 3/2/2020 tarihli ve E.2019/5464 sayılı kararında Diyarbakır'da 6-7 Ekim olayları sırasında gerçekleştirilen şiddet eylemlerinde Y.B., A., H.G., R.G.nin öldürülmesi ve birçok kişinin yaralanmasına ilişkin yaptığı değerlendirmede HDP MYK adına yapılan çağrının devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, kasten öldürme ve sair suçlardan haklarında mahkûmiyet hükmü verilen sanıklar üzerinde isnat edilen suçları işlemeleri açısından etkili olduğunu belirterek devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçunun maddi şartlarının gerçekleştiği sonucuna varmıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "...PKK/KCK örgütü güdümünde yayın yapan internet sitelerinde, 01 Ekim 2014 tarihinde yapılan haberde; 'Amed Halk İnisiyatifi adına yapılan açıklamada; Perşembe günü Âmed de yaşam duracak, DTK (Demokratik Toplum Kongresi) bileşenleri DBP'nin 2 ekim günü aldığı hayatı durdurma çağrısının, yerinde olduğu ve güçlü bir katılım istendiği' bu yayın sonrasında 2 Ekim tarihinde Diyarbakır'da işyeri kepenk ve kontak kapatma yapılarak hayatın durdurulması eylemlerine başlandığı, aynı sitenin 6 Ekim tarih ve saat 17:45'deki haberinde, terörist başı Abdullah Öcalan ile görüşen Mehmet Öcalan'ın basın açıklamasına yer verilerek 'IŞİD olan her yerde direniş olacağını, Kürtlerin oyalandığını, örgüt liderinin avukatları ile görüştürülmesi gerektiğini, Çözüm süreci için 15 ekime kadar süre verildiğini, bu sürecin yapay bir yapı olduğu, sürecin bitirileceği' belirtilmiştir.19:25'de verilen haberde; Halkın Demokrasi Partisinin MYK açıklamasına yer verilerek; 'Halklarımıza açil çağrı: Kobanide durum son derece kritiktir, İŞİD saldırılarını ve AKP iktidarının Kobane ye ambargo tutumunu protesto etmek üzere halkımızı sokağa çıkmaya ve sokakta olanlara destek vermeye çağırıyoruz.' şeklindeki çağrıya yer verilmiştir.Saat 40 da; Komalen Ciwan Kordinasyonu; 'Kobani ile başlayan devrim dalgasının tüm Kürdistana yayılmak ve bu temelde kürt gençliğinin ayaklanması çağrısında bulunuyoruz',2014 tarihli yayında; KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanlığı; 'Kuzey halkımız, İŞİD çetelerine, uzantılarına ve destekçilerine yaşam hakkı tanınmamalıdır.' içeriğindeki gerek PKK/KCK üst yönetimi gerekse HDP tarafından yapılan çağrılar sonucunda IŞİD terör örgütü mensuplarınca masum insanlara yönelik gerçekleştirilen bütün dünya kamuoyu tarafından nefretle karşılanan terör eylemlerinin yarattığı kaos ortamından istifade edilerek, bu örgüte yönelik tepkileri Türkiye Cumhuriyeti Devletine yöneltmek amacıyla kendisine müzahir yayın organlarında Türkiye Cumhuriyeti Devletinin IŞİD terör örgütüne destek veriyor şeklinde yaygın propaganda yaparak o bölgedeki Devlet Görevlilerini hedef almak suretiyle şiddeti meşrulaştırmaya çalıştığı, Kürdistan olarak tanımladığı bölgede yaşayan Kürt kökenli vatandaşlarda saldırgan duygular oluşturacak biçimde anlamsız bir nefret yaratarak, şiddetin doğmasına uygun bir ortamı kendi amaçları için kullanıp, bu bölgede vatandaşlar silahlı bir direniş ve isyana davet edilmiştir. Nitekim bu çağrılar sonrasında, 2014 tarihinde Diyarbakır'da şiddet olayları başlamış, PKK'nın gençlik yapılanması olan ve terör örgütü olduğuna dair hakkında karar bulunan ÖS/YDG-H mensupları tarafından, şehrin değişik bölgelerinde güvenlik güçlerine, kamu kurum ve kuruluşlarına silah ve patlayıcılar ile saldırıların başladığı, saldırıların şiddeti ve yoğunluğunun 07 Ekim'de artarak devam ettiği, bu süreçten bir kesit olarak davaya konu eylemin gerçekleştirildiği, şiddete yönelik terör olaylarının kontrol altına alınabilmesi için Diyarbakır Valiliğince saat 00 itibariyle sokağa çıkma yasağı ilan edildiği, olayların devam etmesini isteyen terör örgütü üst yönetimi;2014 tarihli yayının da KCK açıklaması olarak verilen haberde; 'Halkımız bulunduğu her yerde direniş mücadelesini büyüterek süreklileştirmelidir. Halkımız kendi öz savunmasını güçlendirerek direnişini zafere taşımalıdır. Sokağa çıkmama yasağına uyulmaması, Devrimci halk savaşının her alanda güçlü şekilde sürdürülmesi, Kürdistan da meşruiyeti kalmayan devletin, yasaklarla Kürdistanı zindana çeviren kararlarına karşı, Kürdistanı onlar için zindana çevrilmeli ve mezar edilmeli, Devlet namına birşey kalmamalıdır.' şeklinde isyanın sürdürülmesine yönelik çağrıyı tekrarladığı, güvenlik güçlerinin yoğun çabası sonucu olayların kısmen bastırıldığı ve il genelinde asayişe yönelik kontrolün sağlandığı anlaşılmıştır....Diyarbakır ilinde genele yönelik gerçekleşen şiddet eylemlerinin asıl amacı, IŞİD terör örgütüne yönelik yöresel halkta ve genel kamuoyunda oluşan tepki ve nefretin, kendi hedefleri kapsamında fırsata çevirerek kitleleri etkilemek suretiyle, halkı IŞİD'e karşı savaşma görüntüsü altında Devlete yönelik direniş ve isyana teşvik etmektir.Nitekim somut olayda, kurban ibadeti kapsamında et dağıtmakta olan mağdur ve maktullerden birisinin dış görüntüsünü IŞİD mensubuna benzeten örgüte müzahir grupta daha önceden körüklenen nefret duygusu ve kanlı bir intikam hissinin oluşturduğu körlük nedeniyle, sağlıklı karar verme yeterliliğinden yoksun bulunan, olay yerindeki bir kısım vatandaşların sağduyulu davranmaları yönündeki telkinlerini dikkate almayan, şiddeti meşru gören kitle psikolojisi ile canavarlaşan hislerle eziyet çektirmek suretiyle birisi çocuk yaşta bulunan olan dört maktule karşı öldürme, mağdura karşı ise öldürmeye teşebbüs suçlarının işlendiğine dair yerel mahkemenin kabulünde isabetsizlik görülmemiştir.Sanıklar [S.Ç., A., U. , A. P., Ş. Y., A. G., Y., Ü. , R. B., A. T., H. U., B. , A. K., T., E. B., Ç., R. S., R. Ö., Y. O., , A. K., İ., F. G., A. S.] haklarında Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, Canavarca hisle ve eziyet çektirerek öldürme ve öldürmeye teşebbüs suçları ile sanık [R.Ö.] hakkında hırsızlık suçundan kurulan mahkumiyet hükümlerinin incelenmesinde;Yargılama sürecindeki usuli işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, hükme esas alınan tüm delillerin hukuka uygun olarak elde edildiğinin belirlendiği aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde eksiksiz olarak sergilendiği, özleri değiştirmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı, eylemlerin doğru olarak nitelendirildiği ve kanunda öngörülen suç tipine uyduğu, yaptırımların kanuni bağlamda şahsileştirilmek suretiyle uygulandığı, hakkında beraat hükmü kurulan sanıklar yönünden; yapılan yargılamaya, mahkemenin kovuşturma sonucu toplanan delillerin mahkumiyete yeterli olmadığına ilişkin inanç ve takdirine, dosya kapsamına uygun yeterli gerekçeye göre takdirde isabetsizlik görülmemekle; sanıklar müdafilerinin ve katılan vekillerinin temyiz dilekçesinde ileri sürdüğü nedenler yerinde görülmediğinden CMK’nın 302/ maddesi gereğince temyiz davasının esastan reddiyle mahkumiyet ve beraate ilişkin hükümlerin ONANMASINA... [karar verildi.]" B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Mehmet Osman Kavala [GK], B. No: 2018/1073, 22/5/2019, §§ 36-39; Selahattin Demirtaş [GK], B. No: 2016/25189, 21/12/2017, §§ 82- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/35084 | Başvuru, yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, gözaltı süresinin makul olmaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, terör örgütü lehine yapılan bir gösteriye iştirak edildiği gerekçe gösterilerek terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılma nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 15/2/2015 tarihinde, PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın yakalanmasının yıl dönümü nedeniyle yapılan basın açıklamasına ve gösteri yürüyüşüne katılmıştır. Kolluk görevlilerince düzenlenen tutanağa göre basın açıklaması ve gösteri yürüyüşü için bir siyasi partinin il binası önünde 500 kişilik grup toplanmış, terör örgütü lideri lehine ifadelerin yer aldığı pankartlar ile terör örgütünü simgeleyen "bez parçaları" açılmıştır. Topluluğun bildirimde bulunmadan gösteri yürüyüşü yapması nedeniyle kolluk görevlileri topluluğu durdurmuş, kapalı ceza infaz kurumuna gitmeme ve yürüyüşe son verme hususunda uyarmıştır. Parti yöneticileri ile yapılan müzakereler sonrasında farklı bir istikamete doğru yürüyüşe geçen grup, yukarıda sözü edilen pankartları açmış, terör örgütü ve örgüt lideri lehine sloganlar atmıştır. Bir parkta basın açıklaması yaptıktan sonra grup kendiliğinden dağılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu hakkında terör örgütünün propagandasını yapma suçu ile katıldığı kanuna aykırı bir toplantında ve gösteri yürüyüşünde ihtara rağmen dağılmama suçundan iddianame düzenlemiş ve anılan toplantıya katılan birçok kişi hakkında da terör örgütü propagandası yapma suçundan kamu davası açıldığı bilgisini vermiştir. İlk derece mahkemesi başvurucuyu terör örgütü propagandasına dönüşen eyleme katıldığı gerekçesiyle bir yıl hapis cezasıyla cezalandırmıştır. Kararda "eylem yapan grubun genelinde terör örgütü PKK'yı simgeleyen flama ve bez parçalarının olması ve sürekli terör örgütü lehine slogan atılması dikkate alındığında eyleme katılanların tamamının PKK/KCK terör örgütünün propagandası yapılması suçuna iştirak ettiği" sonucuna vardığını belirtmiştir. Bununla birlikte Mahkeme, anılan eyleme ilişkin "tespit, görüntü ya da tanık anlatımı bulunmadığı"nı belirterek suçun unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle başvurucunun üzerine atılı kanuna aykırı toplantıda veya gösteri yürüyüşünde ihtara rağmen dağılmamakta ısrar etme suçu yönünden beraat kararı vermiştir. Yargıtay Ceza Dairesi13/12/2021 tarihli kararı ile başvurucu hakkında terör örgütü propagandası yapma suçundan verilen mahkûmiyet kararını onamıştır. Başvuru dosyasına sunulan belgelere göre aynı toplantıya katılan üçüncü şahıslar hakkında verilen mahkûmiyet kararlarını inceleyen Yargıtay, anılan toplantıda terör örgütü lehine söylenen sloganlara veya taşınan pankartlara iştirak ettiklerine dair şüpheden uzak delil bulunmaması nedeniyle biri yönünden beraat kararı verilmesi, bir diğeri yönünden eksik araştırmanın tamamlanması için hükümlerin bozulmasına karar vermiştir (Yargıtay Ceza Dairesi, E.2021/4804, K.2021/10410, 8/12/2021; Yargıtay Ceza Dairesi E.2021/4795, K.2021/11028, 22/12/2021). Başvurucu, nihai hükmü 7/2/2022 tarihinde öğrendikten sonra 22/2/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/24391 | Başvuru, terör örgütü lehine yapılan bir gösteriye iştirak edildiği gerekçe gösterilerek terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılma nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; icra mahkemesine yapılan şikâyette cevap dilekçesi ve duruşma gününün tebliğ edilmemesi, icra ve mahkeme dosyasının onaylı suretlerinin verilmemesi suretiyle dosyadaki bilgi ve belgelere ulaşılamaması nedeniyle çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin, mahkemece delillerin eksik, hatalı değerlendirilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, derece mahkemesi ve Yargıtaykararlarında esasa etkili itirazların cevaplanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, karar düzeltme talebinin reddedilmesiyle birlikte para cezasına hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, başvurucu şirketin unvanı ve temsilcisinin mensubu olduğu dinin ve ırkın sembol isimlerinden olmasından dolayı yargı makamlarının ön yargılı hareket etmeleri nedeniyle tarafsız mahkemede yargılanma hakkının, mahkemenin duruşma gününü kanunun belirlediği süreden sonraya bırakması, Yargıtay kararlarının kanunda belirlenen süreden sonra verilmesi ve yargılama sürecinin uzun sürmesi nedenleriyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 17/12/2015 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 21/1/2016 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 30/7/2012 tarihli sözleşme ile Ankara İvedik Organize Sanayi Bölgesi’nde yer alan taşınmazını İ.Y. isimli şahsa kiralamıştır. Kiracı İ.Y. 19/9/2012 tarihli ihtarname ile kira sözleşmesini feshetmiş ve kiralananı 19/10/2012 tarihinde başvurucuya teslim etmiştir. Kiracı İ.Y., Ankara İcra Müdürlüğünün E.2012/15035 sayılı dosyasında ödediği kira bedelinin on aylık tutarı, depozito bedeli ve elektrik güvence bedelinden oluşan toplam 911,68 TL alacak üzerinden 8/11/2012 tarihinde genel haciz yoluyla ilamsız icra takibi başlatmıştır. Ödeme emri 9/11/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu, ödeme emrinde gösterilen alacak kalemlerinin mevzuata ve kira şartlarına aykırı olduğunu belirterek 13/11/2012 tarihli dilekçesini icra dosyasına sunmuş; İcra Müdürlüğünce kanuni şartları taşıyan usulüne uygun bir itirazyapılmadığı gerekçesiyle takibe devam edilmiştir. Başvurucu 26/11/2012, 3/12/2012, 7/12/2012, 10/12/2012, 14/12/2012, 24/12/2012, 24/1/2013 tarihli yazılı ve sözlü başvurularının İcra Müdürlüğü tarafından tutanakla tespit edilmediğini; bu taleplerine cevap verilmediğini, dosyadaki borç miktarının tespit edilerek kendisine bildirilmediğini, takas taleplerinin kabul edilmediğini, dosyadaki belgelerin onaylı suretleri verilmediği gibi fotoğraf ve görüntülerinin çekilmesine de izin verilmediğini, bu şekilde dosyaya erişimi engellenerek itirazlarını sunma imkânının elinden alındığını belirterek yapılan uygulamalara engel olunması için gerekli tedbirlerin alınmasına, mevzuat gereği uygun isteklerin İcra Müdürlüğünce yerine getirilmesinin emredilmesine, ayrıca bu başvurunun suç duyurusu olarak kabul edilip mevzuat gereği görevi ihmal fiilini işleyen memurlar hakkında gerekli yasal takibin yapılmasına karar verilmesi talebiyle Ankara İcra Hukuk Mahkemesinin E.2013/73 sayılı dosyasında şikâyet yoluna başvurmuştur. Mahkeme 30/1/2013 tarihli tensiple 7/3/2013 tarihinde duruşma yapılmasına karar vermiş ve başvurucunun şikâyet dilekçesinde bildirdiği adresine duruşma gün ve saatini bildirir davetiye çıkarmıştır. Başvurucuya çıkarılan tebligat, aynı adreste oturduğunu belirten K. isimli şahsın beyanı ve mahalle muhtarının imzalı beyanı ile muhatabın adresten taşındığı belirtilerek tebliğ edilmeden Mahkemeye iade edilmiştir. Mahkeme 7/3/2013 tarihli duruşmada davetiye gönderilen adresin şikâyet dilekçesinde bildirilen adres olduğunu belirterek yeniden tebligat çıkarılmasına yer olmadığına karar vermiş, dosyayı esas yönden değerlendirmiştir. Mahkeme 7/3/2013 tarihli ve E.2013/73, K.2013/223 sayılı kararla davayı reddetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...İcra dosyasında; 8/11/2012 tarihinde icra takibi yapıldığı, 7 örnek ödeme emrinin 9/11/2012 tarihinde tebliğ edildiği, bu dosyada borçlu olan davacı tarafın 13/11/2012 , 3/12/2012, 10/12/2012, 7/12/2012, 24/12/2012, 24/1/2013 Tarihli dilekçeler verdiği, icra dosyasının fotokopisinin istendiği, icra müdürlüğünün masrafın karşılanması durumunda fotokopi verileceğini belirlediği, herhangi bir masraf verilmediği bu sebeple talebin gerçekleştirilmediği, davacı tarafın takas talebinin kabule şayan olmadığı, takas edilebilecek duruma gelmiş alacak gözükmediği tüm dosya kapsamından anlaşıldığından aşağıdaki şekilde karar vermek yönünde vicdani kanaat hasıl olmuştur." Mahkemenin gerekçeli kararı, başvurucunun şikâyet dilekçesinde belirttiği adrese gönderilmiş; ancak, evrak 25/3/2013 tarihinde tebliğ edilemeden Mahkemeye iade edilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/7/2013 tarihli ve E.2013/16853, K.2013/24948 sayılı ilamıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 24/10/2013 tarihli ve E.2013/26556, K.2013/33312 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Ret kararı, 18/11/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu tarafından 17/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun maddesi şöyledir: "Kanunun hallini mahkemeye bıraktığı hususlar müstesna olmak üzere İcra ve İflas dairelerinin yaptığı muameleler hakkında kanuna muhalif olmasından veya hadiseye uygun bulunmamasından dolayı icra mahkemesine şikayet olunabilir. Şikayet bu muamelelerin öğrenildiği tarihten yedi gün içinde yapılır. Bir hakkın yerine getirilmemesinden veya sebepsiz sürüncemede bırakılmasından dolayı her zaman şikayet olunabilir." 2004 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"İcra mahkemesine arzedilen hususlar ivedi işlerden sayılır ve bu işlerde basit yargılama usulü uygulanır. Şu kadar ki, talep ve cevaplar dilekçe ile olabileceği gibi tetkik merciine ifade zaptettirmek suretiyle de olur.Aksine hüküm bulunmayan hallerde icra mahkemesi, şikayet konusu işlemi yapan icra dairesinin açıklama yapmasına ve duruşma yapılmasına gerek olup olmadığını takdir eder; duruşma yapılmasını uygun gördüğü takdirde ilgilileri en kısa zamanda duruşmaya çağırır ve gelmeseler bile gereken kararı verir. Duruşma yapılmayan işlerde icra mahkemesi, işin kendisine geldiği tarihten itibaren en geç on gün içinde kararını verir. Duruşmalar, ancak zorunluluk Halinde ve otuz günü geçmemek üzere ertelenebilir." 2/3/2005 tarihli ve 5311 sayılı Kanun'un maddesiyle 2004 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yürürlükte bulunan 2004 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Tetkikat, temyiz edilen karara hasredilir ve on beş gün içinde karara bağlanır" 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir: "Dava açılması ve davaya cevap verilmesi dilekçe ile olur.Taraflar cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi veremezler." 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:"Mahkeme, mümkün olan hâllerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verir.Mahkeme, tarafların dinlenmesi, delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemlerinin yapılmasını yukarıdaki fıkrada belirtilen duruşma hariç, iki duruşmada tamamlar. Duruşmalar arasındaki süre bir aydan daha uzun olamaz. İşin niteliği gereği bilirkişi incelemesinin uzaması, istinabe yoluyla tahkikat işlemlerinin yürütülmesi gibi zorunlu hâllerde, hâkim gerekçesini belirterek bir aydan sonrası için de duruşma günü belirleyebilir ve ikiden fazla duruşma yapabilir." 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:"Duruşma günü kararı verilemeyen işlerin en geç bir ay içinde karara bağlanması zorunludur." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9085 | Başvuru, icra mahkemesine yapılan şikâyette cevap dilekçesi ve duruşma gününün tebliğ edilmemesi, icra ve mahkeme dosyasının onaylı suretlerinin verilmemesi suretiyle dosyadaki bilgi ve belgelere ulaşılamaması nedeniyle çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin, mahkemece delillerin eksik, hatalı değerlendirilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, derece mahkemesi ve Yargıtay kararlarında esasa etkili itirazların cevaplanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, karar düzeltme talebinin reddedilmesiyle birlikte para cezasına hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, başvurucu şirketin unvanı ve temsilcisinin mensubu olduğu dinin ve ırkın sembol isimlerinden olmasından dolayı yargı makamlarının ön yargılı hareket etmeleri nedeniyle tarafsız mahkemede yargılanma hakkının, mahkemenin duruşma gününü kanunun belirlediği süreden sonraya bırakması, Yargıtay kararlarının kanunda belirlenen süreden sonra verilmesi ve yargılama sürecinin uzun sürmesi nedenleriyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik hususu karara bağlanmadan dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular tarafından 24/2/2006 tarihinde İstanbul Anadolu İş Mahkemesinde açılan iş kazası neticesinde ölüm nedeniyle uğranılan zararların tazmini istemli dava İlk Derece Mahkemesinin 22/10/2013 tarihli hükmü ile kısmen kabul edilmiş, temyiz incelemesi sonucu hüküm Yargıtay Hukuk Dairesinin 31/3/2014 tarihli ilamı ile onanmış ve yargılama süreci sona ermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6152 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucular 1977 yılında murisleri tarafından açılan hukuk davasının henüz karara bağlanmamış olması ve yargılama süresince taşınmazdan yararlanamamaları nedeniyle adil yargılama ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradıkları maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmişlerdir. Başvuru, 28/6/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 17/9/2013 tarihinde yapılan toplantıda, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 9/10/2013 tarihli görüş yazısı 23/10/2013 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiş, başvurucular vekili tarafından Adalet Bakanlığı görüşüne karşı 7/11/2013 tarihli beyan dilekçesi ibraz edilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Mardin ili Derik ilçesi Akçay Köyü 22, 23, 24, 40, 41, 45, 46 ve 55 parsel sayılı taşınmazların tapulama tespitine karşı, başvurucular murisi Arif Özekinci ve müşterekleri tarafından tapulama komisyonuna yapılan itirazlar, komisyonun 24/10/1977 tarihli kararları ile reddedilmiştir. Komisyonun belirtilen ret kararlarına karşı başvurucular murisi ve müşterekleri tarafından 15/11/1977 tarihinde Derik Tapulama Mahkemesinde, Hazine adına yapılan tespitlerin iptali ve tescil talebiyle dava açılmıştır. Derik Tapulama Mahkemesinin E.1977/560 sırasına kaydı yapılan dava, hâlihazırda ilk derece Mahkemesi önünde derdesttir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Genel olarak görev” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kadastro mahkemesi; taşınmaz mal mülkiyetine ve sınırlı ayni haklara, tapuya tescil veya şerh edilecek veyahut beyanlar hanesinde gösterilecek sair haklara, sınır ve ölçü uyuşmazlıklarına, kadastroya ve tapu sicilini ilgilendiren benzeri davalara ve özel kanunlarca kendisine verilen işlere bakar; Kadastroya veya kadastro ile ilgili verasete ait uyuşmazlıkları çözümleyebileceği gibi, istek üzerine veraset belgesi de verebilir.” 3402 sayılı Kanun’un “Kadastro davalarında usul” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kadastro hakimi, askı süresi içinde açılacak davalar ve kadastro müdürü tarafından mahkemeye tevdi olunacak taşınmaz mallara ait kadastro tutanakları ve mahalli hukuk mahkemelerinden devredilen işler hakkında dava dosyası açar. İlgililerin başvurusunu beklemeksizin kadastro tutanakları ile uyuşmazlığın çözümlenmesine etkili olabilecek kayıt ve diğer bilgileri ilgili dairelerden getirtir. Hakim, duruşma gününü taraflara Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen tebliğ eder.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama usulü” kenar başlıklı maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir: “Kadastro mahkemesinde gelmeyen tarafın yokluğunda duruşma yapılır. Taraflardan hiç biri gelmez ise dosya işlemden kaldırılmaz. Hakim, toplanması mümkün olan delilleri inceler ve 30 uncu madde hükmünce işi karara bağlar.…Bu Kanunun tatbikinde ayrıca açıklık bulunmıyan hallerde basit yargılama usulü uygulanır.Kadastro mahkemeleri adli tatile tabi değildir.” 3402 sayılı Kanun’un “Deliller ve hakimin takdiri” kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: “Kadastro tutanaklarında beyanlarına başvurulan kişiler, bu beyanlarına gerekçe gösterilerek itiraz edilmedikçe, yeniden dinlenmezler. Ancak hakim, kadastro tutanağındaki beyanla, duruşma sırasında topladığı deliller arasında çelişki görürse, bunu gidermek için tutanakta beyanlarına başvurulan kimseleri tanık sıfatıyla yeniden dinleyebilir. Kadastro komisyonlarından gönderilen tutanaklar ile mahalli mahkemelerden devredilen dosyaların muhtevasından malik tespiti yapılamadığı veya dava açan mirasçının dışında başka mirasçıların da bulunduğu anlaşıldığı takdirde, hakim resen lüzum gördüğü diğer delilleri toplayarak taşınmaz malın kimin adına tescil edileceğine karar vermekle yükümlüdür. Taşınmaz malın ölü bir şahsa ait olduğu anlaşılır ve mirasçıları da tespit edilemezse, ölü olduğu yazılmak suretiyle o şahsın adına tescil kararı verilir.” 3402 sayılı Kanun’un “Kararların tebliği, kanun yollarına başvurma ve ilamların infazı” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kadastro mahkemesi kararları Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen taraflara tebliğ olunur.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama giderleri, kadastro harcı ve tahakkuku” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi şöyledir: “Bu Kanun gereğince resen yapılması gereken soruşturma ve tebligat işlemleri için zaruri giderler, ileride haksız çıkacak taraftan alınmak üzere bütçeye konulan ödenekten karşılanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4507 | Başvurucular 1977 yılında murisleri tarafından açılan hukuk davasının henüz karara bağlanmamış olması ve yargılama süresince taşınmazdan yararlanamamaları nedeniyle adil yargılama ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradıkları maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmişlerdir. | 1 |
Başvuru, taşınmaz satışına ilişkin ihalenin asayiş sorunlarının engellenmesi gerekçesiyle ita amiri tarafından iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ve mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönünden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1966 doğumlu olup İstanbul'da ikâmet etmektedir.A. Başvuruya Konu Taşınmazın İhalesi Süreci Artvin'in Sarıbudak köyü 123 ada 1 parselde kayıtlı bulunan kârgir ev ve bahçe niteliğindeki 535,44 m² yüz ölçümüne sahip taşınmaz, sağlıkevi olarak kullanılmak üzere köy halkı tarafından Hazineye bağışlanmıştır. Taşınmaz, 1968 yılından Sağlık Bakanlığınca tahsisin kaldırıldığı 9/6/2010 tarihine kadar sağlıkevi olarak kullanılmıştır. Tahsisin kaldırılması sonrasında Sarıbudak Köy Muhtarlığı 27/6/2011 tarihinde taşınmazın cenaze yıkama ve saklama yeri olarak tahsis edilmesini talep etmiştir. Artvin Valiliği (Valilik), cenaze yıkama ve saklama işinin 18/3/1924 tarihli ve 442 sayılı Köy Kanunu'nun maddesinde gösterilen mecburi işlerden sayılmadığından söz konusu talebi reddetmiştir. Köy nüfusuna kayıtlı kişilerce satın alma talebinde bulunulması üzerine taşınmaz, 8/9/1983 tarihli ve 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu'nun maddesi uyarınca Valilik tarafından açık ihale usulü ile 420 TL muhammen bedel üzerinden satışa çıkarılmıştır. Başvurucu ile birlikte köy tüzel kişiliği adına bir kişi 24/4/2014 tarihinde düzenlenen ihaleye iştirak etmiştir. Taşınmazın geçici ihalesi 050 TL pey süren başvurucuya yapılmış ve kati ihalesi için ita amirinin onayına sunulmuştur. Köy halkı 29/4/2014 tarihinde idareye sunduğu dilekçe ile ihalenin iptal edilmesini talep etmiştir. İta amiri 15/5/2014 tarihinde taşınmazın satışına ilişkin ihaleyi 2886 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca iptal etmiştir. İptal kararında; taşınmazın sağlıkevi yapılmak üzere köylüler tarafından Hazineye bağışlandığı, köy ihtiyaçlarında kullanılması için köylülerce yapılan tahsis taleplerinin reddedildiği ve satışın da köy nüfusuna kayıtlı kişilerce istenildiği belirtilmiştir. Buna karşılık taşınmazın geçici ihalesi yapılan başvurucunun köy halkından olmadığını belirten ita amiri, geçici ihalenin kanuna uygun olmakla birlikte yöre örf ve hukukuna uygun gözükmediğini ifade etmiştir. İta amiri, köy halkının ihalenin iptali için üç yüz kişilik imzalı dilekçe verdiğini açıklamış ve ilin mülki idare amiri ile istişare yapılarak asayişe ilişkin doğması muhtemel olumsuz sonuçların engellenmesi için ihalenin iptalinin uygun olacağı sonucuna varmıştır. Valilik 21/5/2014 tarihinde, ihalenin ita amiri tarafından iptal edildiği ve ihaleye katılmak üzere ödenen 926 TL geçici teminat bedelinin başvurucunun bildireceği banka hesabına iade edileceği hususunda başvurucuyu bilgilendirmiştir.B. İhalenin İptali İşlemine Karşı Açılan Dava Süreci Başvurucu 18/6/2014 tarihinde, ihalenin iptaline ilişkin ita amirinin işleminin iptali için dava açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde; ihalenin gerekçe gösterilmeksizin, keyfî olarak ve süre koşuluna uyulmaksızın hukuka aykırı bir şekilde iptal edildiğini iddia etmiştir. Rize İdare Mahkemesi (Mahkeme) 22/8/2014 tarihinde dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde; ihalenin iptaline ilişkin takdir yetkisinin kamu yararı ve hizmet gerekleri doğrultusunda kullanılması gerektiğini ifade etmiştir. Mahkeme, taşınmazın ihale edilen bedelden daha yüksek bir bedelle satılabileceğine dair idarenin elinde somut bulguların olması şartıyla takdir yetkisinin ihalenin iptali için kullanılmasının hukuka uygun olacağını belirtmiştir. Buna karşılık güvenliğe ilişkin doğması muhtemel olumsuzlukları önlemek amacıyla ihalenin iptal edilmiş olmasının hukuki güvenlik ve idari istikrar gibi ilkelere aykırı olduğunu belirten Mahkeme, dava konusu işlemi hukuka aykırı bulmuştur. Valilik 23/9/2014 tarihinde Mahkeme kararını temyiz etmiştir. İdarenin temyiz dilekçesinde; köy halkının taşınmazı satın alma ve kiralama talebinde bulunduğu, ihaleyi alan başvurucunun ise köy halkından olmadığı ve doğması muhtemel olumsuzlukları önlemek amacıyla 2886 sayılı Kanun'un ilgili hükümleri uyarınca ihalenin iptal edildiği belirtilmiştir. İhaleye konu taşınmaz 24/12/2014 tarihinde başvurucu adına tapuda tescil edilmiştir. Tapu senedinde taşınmazın edinme sebebi Hazine mallarının satışı işlemi olarak gösterilmiştir. Danıştay Onüçüncü Dairesi (Daire) 7/3/2018 tarihinde temyiz isteminin kabulü ile Mahkeme kararının bozulmasına ve davanın reddine kesin olmak üzere karar vermiştir. Daire, ita amirinin 2886 sayılı Kanun'un maddesindeki yetkisini ihaleyi onaylamama yönünde kullanırken kamu yararının tespitinde hukuken kesin delil niteliğinde olan belgelere dayanmasının zorunlu olmadığını açıklamıştır. Daire, ihaleyi yapan idarenin kamu yararı ve kamu kaynaklarının etkin ve verimli kullanılmasına dair ilkelere uygun sonuçlanmayan ihalelerde idareye tanınan iptal yetkisinin kullanılabileceğini belirtmiştir. Bu çerçevede dava konusunu oluşturan idarenin iptal gerekçesinde kamu yararının gözetildiğini belirten Daire, ihalenin iptali işleminde hukuka aykırılık bulunmadığını ifade etmiştir. Nihai karar 14/5/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat Hükümleri 2886 sayılı Kanun'un "İhale yetkilisi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Kanunda yazılı işleri yaptırmaya ve ve ihaleye, idarelerin ita amirleri yetkilidir." 2886 sayılı Kanun'un "İhale kararlarının onayı veya iptal edilmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"İhale komisyonları tarafından alınan ihale kararları, ita amirlerince karar tarihinden itibaren en geç 15 işgünü içinde onaylanır veya iptal edilir.İta amirince karar iptal edilirse ihale hükümsüz sayılır." Danıştay İçtihadı Danıştay Onüçüncü Dairesinin 21/9/2017 tarihli ve E.2011/750, K.2017/2412 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:"...hem hukuka uygunluk hem de yerindelik denetimi yapan itâ âmiri tarafından bu konuda alınan idari kararın yargısal denetiminin de özellik arz edeceği açıktır. Başka bir anlatımla, 2886 sayılı Kanun'un maddesi ile itâ âmirine ihale komisyonu kararlarını onaylama zorunluluğu getirilmemesi nedeniyle anılan madde ile itâ âmirine tanınan yetkinin ihaleyi onaylamama yönünde kullanılması hâlinde, bu yetkinin kamu yararına kullanıldığının ispatı bakımından, itâ âmirince hukuken kesin delil niteliği taşıyan belgelere dayanılması gibi bir zorunluluk bulunmamaktadır. Bu nedenle, ihaleyi onaylamama işleminin idari davaya konu edilmesi hâlinde gerek davalı idarenin mahkemeye yapacağı açıklamalar ve sunduğu belgeler ve gerekse mahkemece re'sen yapılacak araştırma sonucunda elde edilen bulgular, işlemde kamu yararına aykırılık bulunmadığını ortaya koyar nitelikte ise, idarece somut belge sunulmadığından bahisle ihaleyi onaylamama işleminin yargı yerince iptal edilmemesi gerekir." Danıştay Onüçüncü Dairesinin 9/2/2018 tarihli ve E.2012/3823, K.2018/396 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:"2886 sayılı Devlet İhale Kanunu'nun maddesinde, 'İhale komisyonları tarafından alınan ihale kararları, ita amirlerince karar tarihinden itibaren en geç 15 iş günü içinde onaylanır veya iptal edilir. İta amirince karar iptal edilirse ihale hükümsüz sayılır.'; maddesinde, 'İta amirince onaylanan ihale kararları, onaylandığı günden itibaren en geç 5 iş günü içinde, üzerine ihale yapılana veya vekiline, imzası alınmak suretiyle bildirilir veya iadeli taahhütlü mektupla tebligat adresine postalanır. İhale kararlarının ita amirince iptal edilmesi hâlinde de, durum istekliye aynı şekilde bildirilir.' kuralına yer verilmiştir. Bu kuralla ve itâ âmirlerine 15 gün içinde ihaleyi onaylama ya da onaylamayarak iptal etme konusunda tanınan yetki ile ihale işlemlerinin mevzuata uygunluğunu denetlemek ve kamu menfaatinin koruması amaçlanmıştır.Bu bağlamda, ihaleyi onaylamama işleminin yargısal denetiminde, temel ihale ilkelerinin gözetilmesinin yanında, aynı zamanda kolluk amiri olan Kaymakam tarafından kamu düzeninin bir unsuru olan kamu güvenliğinin de dikkate alınması gerektiği kuşkusuzdur.Dosyanın incelenmesinden, Konya ili, Yunak ilçesi, H. Köyü, A. Mevki, 152 ada, 16 parsel sayılı Hazine adına kayıtlı taşınmazın 2011 tarihli Kaymakamlık oluruyla açık teklif usulü ile ihaleye çıkarılmasına karar verildiği, yapılan ihalenin davacının uhdesinde kaldığı ve satış şartnamesinin imzalandığı, H. Köyü Muhtarı ve bazı yöre halkı tarafından satışa çıkan taşınmaz dolayısıyla cinayetler işlendiği belirtilerek taşınmazın davacıya satışı hâlinde benzer üzücü olayların yaşanabileceği yönünde Kaymakamlığa başvurularda bulunulduğu ve yapılan araştırmalarda taşınmazın satışı hâlinde aynı olayların yaşanabileceği gerekçesiyle itâ amiri tarafından 2011 tarihli dava konusu işlem ile ihalenin iptal edildiği, anılan işlemin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, itâ âmirince, kamu güvenliği ve suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla ihaleyi onaylamama yönünde takdir yetkisinin kullanıldığı dikkate alındığında, dava konusu işlemde hukuka aykırılık, işlemin iptali yolundaki İdare Mahkemesi kararında ise hukukî isabet bulunmamaktadır." Danıştay Onüçüncü Dairesinin 18/4/2018 tarihli ve E.2018/760, K.2018/1474 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:"... ihalenin iptal edilmesine dair işlemin iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesi'nce; davalı idare tarafından sunulan; 2017 tarihli tutanak ile 2017 tarihli kaymakamlık makamına yazılmış köy muhtarı ve 22 köy sakini tarafından imzalanmış dilekçeye göre ihaleye konu edilen taşınmazın köyün ortak kullanım yeri olduğu, köylülerin su kenarında bulunan bu taşınmazı hayvanları otlatmak ve sulamak amacı ile kullandığı, 2886 sayılı Kanun'un maddesi ile, itâ amirlerine ihaleyi onaylama ya da onaylamayarak iptal etme konusunda tanınan yetki, ihale işlemlerinin sadece mevzuata uygunluğunu denetlemeye yönelik olmayıp, aynı zamanda ihale konusu işin özelliklerini ve satışın yöre halkı açısından doğuracağı sonuçlarını en iyi bilebilecek durumda bulunması nedeniyle itâ amirinin yerindelik denetimi yaparak idare menfaatini koruması amacıyla düzenlendiği, hem hukuka uygunluk hem de yerindelik denetimi yapan itâ amiri tarafından bu konuda alınan idari kararın yargısal denetiminin de özellik arz edeceği, 2886 sayılı Kanun'un maddesi ile itâ amirine ihale komisyonu kararlarını onaylama zorunluluğu getirilmemesi nedeniyle, anılan madde ile itâ amirine tanınan yetkinin ihaleyi onaylamama veya iptal etme yönünde kullanılması hâlinde, bu yetkinin kamu yararına kullanıldığının ispatı bakımından, itâ amirince hukuken kesin delil niteliği taşıyan belgelere dayanılması gibi bir zorunluluk bulunmadığı, ihaleyi onaylamama veya iptal etme işleminin idari davaya konu edilmesi hâlinde davalı idarenin mahkemeye yapacağı açıklamalar ve sunduğu belgeler sonucunda elde edilen bulgular, işlemde kamu yararına aykırılık bulunmadığını ortaya koyar nitelikte ise, idarece somut belge sunulmadığından bahisle ihaleyi onaylamama veya iptal etme işleminin yargı yerince iptal edilmemesi gerektiği, ihale konusu taşınmazın bulunduğu köyün ortak kullanım alanı olması ve taşınmazın Hazine'nin mülkiyetinde kalmasının kamunun yararına olacağının değerlendirilmesi nedeniyle, 2886 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca itâ amirine tanınan takdir yetkisi çerçevesinde satış ihalesinin iptal edildiği, itâ amiri tarafından takdir yetkisinin keyfi şekilde ve hukuka aykırı olarak kullanıldığına ve kamu yararı dışında subjektif nedenlerle hareket edildiğine ilişkin dava dosyasında herhangi bir bilgi ve belge bulunmadığı gibi davacı tarafından da somut bir bilgi ve belge sunulmadığı, objektif kriterler esas alınarak ve kamu yararı gözetilerek tesis edilen ihalenin iptaline ilişkin dava konusu 2017 tarihli işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, bu karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.Davanın yukarıda özetlenen gerekçeyle reddi yolundaki temyize konu Kayseri İdare Mahkemesi'nin 2018 tarih ve E:2017/1543, K:2018/60 sayılı kararında, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinde sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, temyiz istemi yerinde görülmeyerek anılan Mahkeme kararının ONANMASINA;..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Kurban/Türkiye (B. No: 75414/10, 24/11/2020) kararına konu olayda hakkında ceza soruşturması bulunan başvurucu, ortağıyla birlikte kamu ihalesine katılmıştır. İhale, başvurucu ve ortağı üzerinde kalmış, taraflar arasında sözleşme akdedilmiş ve teminat bedeli yatırılarak işe başlanmıştır. Ceza mahkemesinin başvurucu aleyhine başlatılan ceza yargılaması sürecini idareye bildirmesi üzerine idare, sözleşmeyi feshetmiş ve teminatı da irat kaydedilmiştir. Başvurucunun sözleşmenin feshi ve irat işlemine karşı ticaret mahkemesinde açtığı dava reddedilmiştir (Kurban/Türkiye. §§ 5-28). AİHM, sözleşmenin iptal edildiği tarihe göre değil kurulduğu tarihe göre değerlendirme yapacağını belirterek kamu ihalesi sözleşmesinin iptal edilinceye kadar uygulanabilir olmasının ve teminat bedelinin iadesinin mülk teşkil ettiğini açıklamıştır (Kurban/Türkiye. §§ 62-65). AİHM, uyuşmazlığın kamu ihale sözleşme hükümlerinden değil kanun hükümlerinden kaynaklandığını vurgulayarak incelemenin kapsamını keyfîlikle sınırlı tutmayacağını ifade etmiştir (Kurban/Türkiye. §§ 66-69). AİHM, müdahalenin kanuni dayanağının ve meşru amacının bulunduğunu belirtmiştir. Ölçülülük incelemesi yönünden AİHM öncelikle kanunun idareye sözleşmeyi feshetmek ve teminata el koymak dışında bir seçenek bırakmadığının altını çizmiştir. AİHM’e göre bu durum somut olayın koşulları çerçevesinde başvuruya yüklenen külfetin hafifletilmesini engellemiştir. Ayrıca aleyhine açılan ceza soruşturmasından başvurucunun haberdar olmadığını ve ceza soruşturmasının makul bir süre içerisinde ihaleyi yapan idareye bildirilmediğini ifade eden AİHM, buna rağmen idarenin en ağır araç olan ihalenin feshini seçtiğini ve idarenin daha hafif bir aracı tartışma imkânına kanun nedeniyle sahip olamadığını belirtmiştir. AİHM, idarenin teminatı da irat kaydettiğini ve böylece idarenin kendi içindeki koordinasyon eksikliğinin sonuçlarının tamamen başvurucuya yüklendiği açıklamıştır. Teminatın irat kaydedilmesi müdahaleyi daha da ağırlaştırdığını vurgulayan AİHM, başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahale orantılı olmadığına karar vermiştir (Kurban/Türkiye. §§ 73-87). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/18936 | Başvuru, taşınmaz satışına ilişkin ihalenin asayiş sorunlarının engellenmesi gerekçesiyle ita amiri tarafından iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ve mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma ve çalışma haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğünde şef yardımcısı olarak görev yaptığını, uzman pozisyonu için düzenlenen, görevde yükselme eğitimine alınmamasına ilişkinişlem ile Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Esaslarına Dair Genel Yönetmeliğin eki Personel Değerlendirme Formunun 28/2/2006 günlü, 26094 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü Personeli Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliğinin eki Değerlendirme Formunun maddesinde yer alan "atamaya yetkili amir" ibaresine ve maddesindeki hizmet içi eğitimölçütüne yer verilmemesi yönünden eksik düzenleme nedeniyle iptali istemiyle dava açmıştır. Başvurucu, sınava alınmamasına ilişkin talebinin incelenmediğini, görevde yükselmesinin engellendiğini belirterek adil yargılanma ve çalışma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu 28/4/2011 tarihinde dava açmıştır. Danıştay Beşinci Dairesi 24/12/2014 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Temyiz üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 21/3/2019 tarihinde karar düzeltme talebi reddedilerek hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu, idare mahkemesinde açtığı davada iddiaları incelenmeden, adil olmayan karar verilmesi, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma ve çalışma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla 17/7/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/23962 | Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma ve çalışma haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Komisyon 6/12/2022 tarihinde mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/12774 | Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, haksız gözaltı ve tutuklama dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; haksız elkoyma tedbirinden kaynaklı tazminat talebinin reddedilmesi nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu bir soruşturma kapsamında 7/6/2004 tarihinde gözaltına alınmış, 9/6/2004 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında çıkar amaçlı suç örgütü kurmak ve bu örgüte üye olmak suçundan kamu davası açılmıştır. Dava kapsamında 6/8/2004 tarihinde başvurucunun mal varlığına el konulmasına da karar verilmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılamada 5/10/2004 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Mahkeme 21/12/2006 tarihinde başvurucunun üzerine atılı suçlardan beraatine karar vermiş ve bu karar kesinleşmiştir. Başvurucu hakkındaki elkoyma kararı kaldırılmıştır. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu; tutuklu kaldığı süre içinde maddi ve manevi zarara uğraması, çalışamamaktan kaynaklanan gelir kaybı, tutuklu kalması sebebiyle şirketine ait otelin satılması, balık çiftliğinin zarar görmesi, ceza davası nedeniyle vekil tayin ederek avukatlara ödemek zorunda kaldığı ücretler ve mal varlığına el konulması sebebiyle uğradığı maddi zararlar toplamı olarak 550 TL maddi ve 000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep ederek tazminat davası açmıştır. Mahkeme haksız tutuklamaya ilişkin tazminat talebi yönünden davanın kabulüne ve başvurucuya759 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme elkoyma kararının 6/8/2004 tarihinde verildiğini, haksız elkoyma nedeniyle tazminat talebine ilişkin düzenlemenin 1/6/2005 tarihinde yürürlüğe giren 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile getirildiğini, bu tarihten önce haksız elkoyma nedeni ile tazminat talebine ilişkin düzenleme bulunmadığını belirterek davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu bu kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 16/10/2017 tarihinde ilk derece mahkemesi kararını maddi tazminat miktarını 219,86 TL şeklinde düzelterek onamıştır. Yargıtay Ceza Dairesi 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun'un maddesi ile 7/5/1964 tarihli ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki Kanun'un yürürlükten kaldırıldığını, 5271 sayılı Kanun'un ila maddelerinde tazminat isteme koşulları ve sonuçlarının yeniden kapsamlı bir şekilde düzenlendiğini ve 5320 sayılı Kanun'un maddesinde, 5271 sayılı Kanun'un ila madde hükümlerinin 1/6/2005 tarihinden itibaren yapılan işlemler hakkında uygulanacağının, bu tarihten önceki işlemler hakkında ise 466 sayılı mülga Kanun hükümlerinin uygulanmasına devam olunacağının belirtildiğini, elkoymaya dayalı tazminat istemi 466 sayılı mülga Kanun'da düzenlenmediğinden mal varlığına el konulması nedeniyle açılan tazminat davasının genel hükümlere göre hukuk mahkemelerinde görülmesi gerektiği gözetilerek davanın reddine karar verilmesinde herhangi bir isabetsizlik bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucu 5/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 466 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: " Anayasa ve diğer kanunlarda gösterilen hal ve şartlar dışında yakalanan veya tutuklanan veyahut tutukluluklarının devamına karar verilen; Yakalama veya tutuklama sebepleri ve haklarındaki iddialar kendilerine yazılı olarak hemen bildirilmiyen; Yakalanıp veya tutuklanıp da kanuni süresi içinde hâkim önüne çıkarılmıyan; Hâkim önüne çıkarılmaları için kanunda belirtilen süre geçtikten sonra hâkim kararı olmaksızın hürriyetlerinden yoksun kılınan; Yakalanıp veya tutuklanıp da bu durumları yakınlarına hemen bildirilmiyen; Kanun dairesinde yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturma yapılmasına veya son soruşturmanın açılmasına yer olmadığına veyahut beraetlerine veya ceza verilmesine mahal olmadığına karar verilen; Mahkûm olup da tutuklu kaldığı süre hükümlülük süresinden fazla olan veya tutuklandıktan sonra sadece para cezasına mahkûm edilen kimselerin uğrıyacakları her türlü zararlar, bu kanun hükümleri dairesinde Devletçe ödenir." 5320 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "(1) Ceza Muhakemesi Kanununun 141 ilâ 144 üncü maddeleri hükümleri, 1 Haziran 2005 tarihinden itibaren yapılan işlemler hakkında uygulanır. (2) Bu tarihten önceki işlemler hakkında ise, 1964 tarihli ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun hükümlerinin uygulanmasına devam olunur." 5320 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: " (1) 1 Haziran 2005 tarihi itibarıyla;...c) 1964 tarihli ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun,...Bütün ek ve değişiklikleriyle birlikte yürürlüktenkaldırılmıştır.(2) Bu Kanunun 6, 8 ve 12 nci maddelerinde öngörülen yürürlük ve uygulamaya ilişkin hükümler saklıdır." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümünün 28/12/2015 tarihli ve E.2015/833, K.2015/869 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Açıklanan yasal düzenlemelere bakıldığında; eşyaya haksız el konulması durumunda 466 sayılı Kanun’da açık bir düzenleme yer almadığı gibi eski Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda da açık bir yasal düzenlemeye yer verilmediğinden söz konusu davalar dava değerine göre genel mahkemelerde ve tazminat hukuku ilkelerine göre görülmesi gerekir. 5271 ve 5320 sayılı Kanunlar ile 1/6/2005 tarihinden sonra ise; suç soruşturması ve kovuşturması sırasında eşya veya malvarlığı değerlerine koşulları oluşmadığı halde haksız olarak el konulan kişilerin maddi ve manevi her türlü zararlarını Devletten isteyebileceği ve bu davalara ağır ceza mahkemesinde bakılacağı açık bir şekilde düzenlenmiştir.Olayda, 22/9/2004 tarihinde, 1/6/2005 tarihinden önce davacıya ait araca haksız olarak el konulduğu gerekçesiyle davanın açıldığı, açılan bu davanın 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 'Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat' başlıklı maddesindeki açık hüküm karşısında ağır ceza mahkemesinin görev alanına girmemekle birlikte 1/6/2005 tarihinden önceki işlemlere uygulanacağı belirtilen 466 sayılı Kanun’da da düzenlenmediği için yine adli yargı içinde genel hükümlere ve dava değerine göre genel hukuk mahkemelerince bakılacağı açıktır.Ayrıca her ne kadar Yargıtay Ceza Dairesi bozma ilamında; haksız el koyma işleminin gerçekleştiği tarihte 466 sayılı Kanun kapsamında bu konuya ilişkin bir düzenleme olmadığından idari yargıda dava açılması gerektiği yönünde gerekçe belirtmiş ise de; yukarıda açıklanan nedenlerle bozma ilamındaki gerekçeye itibar edilmemiştir.Açıklanan nedenlerle, Mardin İdare Mahkemesinin başvurusunun kabulü ile Mardin Ağır Ceza Mahkemesinin ... kararının kaldırılması gerekmiştir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/4994 | Başvuru, haksız gözaltı ve tutuklama dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; haksız elkoyma tedbirinden kaynaklı tazminat talebinin reddedilmesi nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ulusal bir gazetede yayımlanan bir köşe yazısı nedeniyle başvurucu aleyhine adli para cezası verilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 28/3/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir: 4/8/2014 tarihinde çeşitli basın ve yayın organında içeriğinde bir ses kaydı olan bir haber yayımlanmıştır. Söz konusu ses kaydı, o tarihte başbakanlık görevinde bulunan Recep Tayyip Erdoğan'ın oğlu N.B.E. (müşteki) ile birlikte bazı bürokrat ve eğitim alanında faaliyet gösteren beş sivil toplum kuruluşunun (STK) temsilcisinin bulunduğu ve kamuoyuna açık bir toplantıdaki konuşmaların bir bölümüne aittir. Müşteki, olayların yaşandığı tarihte, ülke çapında faaliyet gösteren bir vakfın yönetim kurulu üyesidir ve hâlen görevine devam etmektedir. Ses kayıtlarından anlaşıldığı kadarıyla katılımcılar Türk millî eğitim politikaları hakkında görüşlerini açıklamaktadır. Konuşmaların odak noktasını ise imam hatip okullarının yaygınlaştırılması, sivil toplumun bu okulların açılmasında ve yaygınlaştırılmasındaki rolü, yeni okul binaları için ihtiyaç duyulan imar değişiklikleri, imam hatip okullarının yöneticileri ile STK'ların iş birliği, kız ve erkek okullarının ayrı ayrı açılması başlıkları oluşturmaktadır. Söz konusu ses kaydı yazılı ve görsel medya ile internet medyası tarafından haberleştirilmiştir. Gerek muhalif siyasi parti yetkilileri açıklamalarında, gerekse bir kısım medya, haber ve köşe yazılarında söz konusu ses kaydını 17-25 Aralık süreci ile bağlantılandırarak vermiştir. Başvuruya konu olan ve ulusal ölçekte yayın yapan Birgün gazetesinin (gazete) 7/8/2014 tarihli nüshasının ikinci sayfasında yayımlanan, başvurucuya ait "Buraları eskiden hep düz liseydi" başlıklı köşe yazısı da bu köşe yazılarından biridir. Başvurucu, köşe yazısında Millî Eğitim Bakanlığı bürokratları ile Türkiye'nin önde gelen bazı sivil toplum örgütlerinin yöneticilerinin yer aldığı toplantıda müştekinin yeni imam hatip liseleri açılması konusundaki görüşlerini eleştirmiştir. Başvurucu özellikle müştekinin imam hatip liselerinin kız ve erkek olarak ayrılması önerisini ağır bir şekilde eleştirmiş, bundan başka liselere giriş sınavında herhangi bir okula yerleştirilemeyenlerin devletçe imam hatip liselerine yerleştirilmesini de doğru bulmadığını ifade etmiştir. Müşteki, anılan köşe yazısında geçen ifadeler nedeniyle başvurucu hakkında hakaret, iftira ve soruşturmanın gizliliğini ihlal suçlarından cezalandırılması istemiyle şikâyette bulunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 26/11/2014 tarihli iddianame ile başvurucunun hakaret suçundan cezalandırılmasını talep etmiştir. Yargılamayı yapan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 25/2/2016 tarihinde başvurucunun hakaret suçundan 610 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına kesin olarak karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Yazının genel yapısı ve mantığı yukarıda açıklanmakla ve B.E.nin eğitim sistemine yönelik eleştirileri de yazar tarafından eleştiriye tabi tutulmakla oluşan genel yazı mantığı içinde şu bölüm ile yazının genel çerçevesinden ayrılınmaktadır: 'Nicedir tape çıkmıyordu. Son tapede üstün zekasına daha önceki tapelerden şahit olduğumuz B.E. eğitim sistemini kendi kafasına göre planlıyor. Sanıyorum ki bu ailede fikirlerde kalıtsal. Babasının bu yıl sıkça gündeme gelen kızlı erkekli beyanlarından da inciler var konuşmalarında. Bu kez babası ile konuşurken olduğu gibi teklemiyor da. Sümeyye'nin gelmesine ihtiyaç yok yani. Gayet seri şekilde imam hatiplerin doluluk oranı ve mezun sayıları üzerinden hesaplamalar yapıyor. Bu kez maksat sıfırlamak değil artırmak...'. Bu bölümde yer alan ibareler ile yazının genel yapısından ayrık seçkici bir tavır ile daha önce gündeme gelen 17-25 Aralık soruşturmaları kapsamında müdahil asile atfen olduğu bildirilen konuşma ve yorumları müştekinin zekasını ya da kişiliğini küçümser şekilde bir başka akrabasının yardımı olmadan zaten iş yapamadığından dem vurarak yada sıfırlamak deyimi ile yolsuzluk iddiasını anımsatarak üçüncü kişilerin gözünde müdahil asilin tahkir edilmesi sonucunu doğuracak ibarelere yer verilmesi suçun oluşması sonucunu doğuracaktır. Bu ibare yada anlatımlar olmasa da yazının genel çerçevesi bozulmadığı gibi bu ibare ya da anlatımların bu şekilde olması da yazıya bir katkı sunmamaktadır. Sonuçta yazı genelinde bütünlük oluşturmaksızın bazı atıflarda bulunmak suretiyle müdahil asilin aklı ve yeteneklerinin küçümsendiği bölümlerin eleştiri sınırının dışında kaldığı, bu bölümler ile sınırın aşıldığı kabul edilmiş sanığın sıfatı, bireysel özellikleri dikkate alınarak asgari sınırdan adli para cezası seçilmek suretiyle takdiren aşağıdaki karar verilmiştir..." Nihai karar başvurucu ve vekiline 25/2/2016 tarihinde tefhim edilmiştir. Başvurucu 28/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Hakaret" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ... veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır...(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur."B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Ltd. Şti. (2) [GK], B. No: 2016/12313, 26/12/2019, §§ 18-28; Koray Çalışkan, B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17-23; Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 29- | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/6439 | Başvuru, ulusal bir gazetede yayımlanan bir köşe yazısı nedeniyle başvurucu aleyhine adli para cezası verilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvuruların bu başvuru ile birleştirilmesine karar verilmesi gerekir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/61336 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuruya konu olayların meydana geldiği süreçteki olağanüstü hâl (OHAL) koşullarına, OHAL ilanına ve uygulanan tedbirlere ilişkin genel bilgiler için bkz. A. (3) [GK], B. No: 2018/10286, 2/7/2020, §§ 10-18; Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, §§ 10- Başvurucu, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi (Belediye) bünyesinde hizmet alım sözleşmesi kapsamında iş gören özel bir şirkette (işveren) taşeron işçi olarak çalışmaktadır. Belediye tarafından başvurucunun terör örgütü ile irtibat veya iltisak içinde olduğu yönünde işverene bildirimde bulunulmuştur. İşveren, güven ilişkisinin zedelendiği gerekçesiyle 17/10/2017 tarihinde başvurucunun iş sözleşmesini feshetmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iadesi talebiyle 25/10/2017 tarihinde Diyarbakır İş Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde; fesih işleminin usule ve kanuna uygun şekilde yapılmadığını ve fesih nedenlerinin bildirilmediğini ileri sürmüştür. Mahkeme, terör örgütü ile irtibatlı ya da iltisaklı olabileceği hususunda şüphe bulunabileceğini belirterek 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) maddesi kapsamında gerçekleştirilen fesih işleminin hukuka uygun olduğu gerekçesiyle 4/3/2019 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 9/12/2020 tarihinde başvurucunun istinaf başvurusunun kabulüne, mahkeme kararının kaldırılmasına karar vermiş; karar gerekçesinde Mahkemece iş akdinin feshine dayanak olan objektif değerlendirmelerin neler olduğunun araştırılmasını, ilgili birimlerden başvurucu hakkındaki somut bilgi ve belgelerin getirtilmesini, bunun sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bölge Adliye Mahkemesinin bahse konu kararı üzerine Mahkeme 24/3/2021 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; istinaf ilamında belirtilen eksikliklerin giderildiğini, ilgili birimlerden başvurucu ile ilgili bilgi ve belgelerin istendiğini ve başvurucu hakkında terör örgütü propagandası yapma suçundan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verildiğinin tespit edildiğini belirtmiştir. Kararda başvurucu hakkında verilen ceza mahkemesi kararının fesih gerekçesiyle uyumlu olduğunu, terör örgütü ile irtibatı veya iltisakı bulunabilecek başvurucuyu çalıştırmasının işverenden beklenemeyeceğini vurgulamıştır. Bölge Adliye Mahkemesi 15/9/2021 tarihli kararıyla başvurucunun istinaf talebinin kesin olarak reddine karar vermiş; karar gerekçesinde başvurucu hakkında terör örgütü propagandası yapma suçundan HAGB'ye karar verildiğini, bu nedenle işveren açısından güven ilişkisinin zedelendiğini ve iş akdinin devamının beklenemeyeceğini ifade etmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 30/9/2021 tarihinde öğrendikten sonra 26/10/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Öte yandan başvurucu hakkındaki işe iade davasında verilen ret kararlarının gerekçesinde yer alan ve Bingöl Ağır Ceza Mahkemesince yürütülen ceza yargılamasında başvurucunun PKK terör örgütü elebaşısı A.Ö. lehine slogan atma eylemi anılan Mahkemece sabit görülmüş ve başvurucu hakkında 23/9/2014 tarihinde HAGB'ye karar verilmiştir. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/50842 | Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, somut gerekçelere dayandırılmadan uzun süre tutuklu olarak yargılanma nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edilmesi iddialarına ilişkindir. Başvuru, 11/9/2013 tarihinde Adana Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 18/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 12/6/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgesinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 12/6/2014 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, 9/7/2014 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunmayacağını bildirmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işlediği iddiasıyla Mersin Sulh Ceza Mahkemesinin 6/9/2011 tarihli ve 2011/226 sayılı kararıyla tutuklanmıştır. Mahkemenin tutuklama gerekçesi şu şekildedir: “…Üzerine atılı Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçundan şüphelinin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, CMK.100/1 maddesi uyarınca, kuvvetli suç şüphesinin varlığının bulunması, sanığın kaçması ve saklanması ve delillerin yok edilmesi ihtimalinin ayrıca şüphelinin üzerine atılı suçun CMK.100/3-7 maddesinde yer alan suçlardan da olması dikkate alınarak şüphelinin CMK 100/1-2-a-b/1, 100/3-7, 100/11 ve maddeleri gereğince tutuklanmasına karar verilmiştir. ” Başvurucu hakkında Adana Cumhuriyet Başsavcılığı ( madde ile görevli) tarafından “PKK terör örgütü adına suç işlemek, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurmak ve genel güvenliği kasten tehlikeye sokmak” suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Diğer şüphelilerle birlikte başvurucu hakkında kamu davasının açılma nedenleri iddianamede şu şekilde yer almıştır:“… terör örgütünün amaç, eylem ve talimatları doğrultusunda Mersin ilinde örgütsel faaliyet yürütmek, örgüte katılımları organize etmek, gençleri provoke ederek yönlendirmek amacıyla APOCU GENÇLİK İNSİYATİFİ isimli eylem gurubu oluşturdukları ve oluşum içerisinde sorumlu düzeyde görev aldıkları, PKK/KONGRA- GEL terör örgütü liderinin avukatları aracılığıyla 27 Temmuz 2011 tarihinde yaptığı eylem çağrıları doğrultusunda 4/9/2011 günü saat 01:00 sıralarında Güneş Mahallesindeki ….. sayılı adrese yönelik kiralık araçlar kullanılarak bombalı saldırı eylemini gerçekleştirdiklerinin anlaşıldığı… ” Adana Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/183 sayılı dosyasında 10/11/2011 tarihinde tensiben yapılan incelemesinde başvurucunun “mevcut delil durumu, atılı suçun vasıf ve mahiyeti, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, tutuklu kalınan süre” dikkate alınarak tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Derece Mahkemesince “yapılacak işlemler, mevcut duruşma günleri ve işin kapsamı dikkate alınarak tutuklu sanığın tutukluluk durumunun” 9/12/2011 ve 6/1/2012 tarihlerinde dosya üzerinden incelenmesine karar verilmiştir. Mahkemenin 25/1/2012 tarihli celsesinde “üzerine atılı suçların niteliği, mevcut kanıt durumu, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması ve tutuklu kalınan süre” gerekçeleriyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucunun tahliye talepleri sırasıyla 9/4/2012, 16/7/2012 ve 14/11/2012 tarihli celselerde reddedilmiş ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Mahkemenin 7/9/2012 tarihli tutukluluk incelemesinde “müşteki ifadeleri, 5/9/2011 tarihli şüpheli Ö.E.’ye ait Tina Roje adlı facebook sayfasının inceleme ve çözüm tutunağı, fotoğraf inceleme tutanağı ve tespit tutanağı, olay yeri inceleme raporu ve tüm dosya kapsamında bulunan deliller, sanığın üzerine atılı suçları işlediği hususunda kuvvetli suç şüphesi oluşturduğu, adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı, sanığın tutuklulukta geçirdiği süre dikkate alındığında uygulanan tedbirin orantılı olduğu” gerekçeleriyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu, 17/7/2013 tarihli celsede “üzerine atılı suçların niteliği, mevcut kanıt durumu, hakkında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, tanık beyanında sanık aleyhinde verilen bilgiler, bu kapsamda bir kısım delilin henüz toplanmamış olması ve tutuklu kalınan süre” gerekçeleriyle verilen tutukluluk hâlinin devamına ilişkin karara karşı Adana Ağır Ceza Mahkemesinde itiraz etmiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesi, 31/7/2013 tarihli ve 2013/453 Değişik İş sayılı kararında “üzerine atılı suçun CMK 100 ve devamı maddesi kapsamında olması, dosya kapsamı, kanıt durumu, atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunması, ifade tutanakları, delillerin henüz tam olarak toplanmamış olması ve tutuklu kaldığı süre dikkate alındığında Adli Kontrol Hükümlerinin yetersiz kaldığı, tutuklama tedbirinin suç ve cezaya göre ölçülü olduğu” gerekçesiyle itirazın reddine karar vermiştir. Bu karar başvurucuya 12/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. UYAP üzerinden edinilen bilgiye göre Adana Ağır Ceza Mahkemesinin, 6/3/2014 tarihinde yürürlüğe giren 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un maddesiyle kapatılması neticesinde dosya Mersin Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir. Mersin Ağır Ceza Mahkemesi, 29/5/2014 tarihinde savunmanın alınmış olmasını ve tutuklulukta geçen süreyi dikkate alarak başvurucunun tahliyesine karar vermiştir.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.” 5237 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:(1) Kişilerin hayatı, sağlığı veya malvarlığı bakımından tehlikeli olacak biçimde ya da kişilerde korku, kaygı veya panik yaratabilecek tarzda;a) Yangın çıkaran,b) Bina çökmesine, toprak kaymasına, çığ düşmesine, sel veya taşkına neden olan,c) Silahla ateş eden veya patlayıcı madde kullanan,Kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Yangın, bina çökmesi, toprak kayması, çığ düşmesi, sel veya taşkın tehlikesine neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. 5237 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:(1) Yetkili makamlardan gerekli izni almaksızın, patlayıcı, yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı, boğucu, zehirleyici, sürekli hastalığa yol açıcı nükleer, radyoaktif, kimyasal, biyolojik maddeyi imal, ithal veya ihraç eden, ülke içinde bir yerden diğer bir yere nakleden, muhafaza eden, satan, satın alan veya işleyen kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Yetkili makamların izni olmaksızın, bu fıkra kapsamına giren maddelerin imalinde, işlenmesinde veya kullanılmasında gerekli olan malzeme ve teçhizatı ihraç eden kişi de aynı ceza ile cezalandırılır.(2) Bu fiillerin suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesi şöyledir:“3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),...” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re’sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.(2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.(3) Tutuklama istenildiğinde, şüpheli veya sanık, kendisinin seçeceği veya baro tarafından görevlendirilecek bir müdafiin yardımından yararlanır. (4) Tutuklama kararı verilmezse, şüpheli veya sanık derhâl serbest bırakılır.(5) Bu madde ile 100 üncü madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7134 | Başvuru, somut gerekçelere dayandırılmadan uzun süre tutuklu olarak yargılanma nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edilmesi iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun posta yolu ile göndermek istediği bir dokümanın idarece sakıncalı bulunarak gönderilmemesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; başvuru tarihinde, anayasayı ihlal suçundan Kocaeli 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu, bir yayın kuruluşuna otuz sayfadan oluşan bir doküman göndermek istemiştir. Ceza İnfaz Kurumu Mektup Okuma Komisyonu (Komisyon) 18/11/2015 tarihinde söz konusu el yazısı metni incelemiş ve metnin içeriğini dikkate alarak Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kuruluna (Disiplin Kurulu) sunulmasına karar vermiştir. Disiplin Kurulu, incelemesinin sonucunda el yazısı metni sakıncalı görerek metnin kurum dışına gönderilmemesine karar vermiştir. Disiplin Kurulu kararının ilgili kısmı şöyledir: "Mektubun içeriğinde 'AKP hükümeti islam dininin ruhunu esir alan faşist dik... anlayışına yediren kendisini müslüman-dindar gösteren siyasi manüplasyona iyi bir örnektir.', 'İslamiyet ve ulusun koruyuculuğuyla kendisini özdeşleştiren AKP'nin faş... zihniyetle toplumdan mutlak itaat beklemesini müslümanlıktan yola çıkarak değil iktisadi yapıya uygun şekil alan devlet yapısı ve müslümanlığın devlet dinine dönüştürülerek kullanılmasıyla açıklamak gereklidir.', '7 Haziran'daki başarısızlğını fş... terörü arttırarak yanıtladı.', 'Sermayedarların bir kesiminin ihtiyaçlarını karşılamada hukuk dışına taşan çizgide ki AKP'nin Türk-müslüman içerikli hegomanik politik tarzı izah ettiğimiz sınıfsal, iktisadi realitenin uçlaşmış faşist örneğini teşkil etmektedir.', ' yüzyılın ilk jenosidi olan Ermeni kırımında katledilen 000 Ermeninin malına, birikmiş emeğine, üretim araçlarına özcesi sermaye ve maddi değerlerine elkonuldu. Bir milyondan fazla Rum topraklarından göçertilirken maddi birikimleri gasp edildi. Kilisenin, vakıfların mallarına bile elkonuldu. Türk ulusçuluğunu her şeyin üstünde gören fşt... kemalist diktatörlük sanıldığı gibi islamiyeti dışlamadı onu doğal din olmaktan kopararak denetime aldı ve milliyetçiliğin manevi ilahi güçü yaptı.', 'Fş... Türk devlet sisteminin ulusal inşaa sürecini toplumun Türk olmayan katmanlarını asimile ederek Türkleştirmek iken, Alevi, Hristiyan, Ezidi, Süryani, Keldani, Yahudi, Caferi vd. inanç topluluklarınıda müslümanlaştırmak şeklindedir.', '2003 ile 2013 yılları arasında AKP'nin Kamu İhale Yasası'nı 29 kez değiştirmesi özel ve yolsuzluğa dayalı iktisadi yapıyı korumaya yöneliktir. Türk devlet yapısı buna uygundur, Özal'ın hayali ihracat, yolsuzluk, rant sisteminin başka bir versiyonudur. 'mümin-dindar' ama gerçekte ise hırsız ve sahtekar, siyasi karakter bakımından faşist hükümetin mevcut düzeni sürdürmek için kitle katliamlarını yapmasına (10 Ekim Ankara, 20 Temmuz Suruç) bakıldığında şiddet ve döneminin artarak devam edeceği anlaşılmaktadır. AKP devlet ihalelerini en uygun teklifi verene değil, rant ortaklığı oluşturduğu şirketlere vermeyi benimsemiştir. Dini amaçsallaştıran 'müslüman-mümin kimlikli' sermayedar kesiminin AKP ile ortaklığı bu iktisadi temel üzerinden gelişmiş ve raydan çıkmıştır.', 'AKP yasa dışına taşarak kendisini korumak için faşist yöntemlere başvurmaktan çekinmedi.', 'Fş. Türk Devleti medyayı tamamen denetimi altına almak istemektedir.' gibi cümlelerin bulunduğu ve mektubun tamamında sakıncalı cümlelerin olduğu, hükümlünün ideolojik görüşlerini ifade etmekten daha öteye giderek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve mevcut hükümet politikaları hakkında hakarete varan ifadeler kullandığı.........incelenen, mektupta yukarıda geçen ifadeler ile 'hakaret ve aşağılama' içerdiği ve mektubun tamamının sakıncalı görüldüğü ve 'örgütsel amaçlı iletişim' kurmaya çalıştığı bu nedenler ile ilgiliye gönderilmemesine ... karar verilmiştir." Başvurucu, Disiplin Kurulu kararına karşı Kocaeli İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) şikâyette bulunmuştur. Hâkimlik 10/12/2015 tarihli kararıyla başvurucunun şikâyetini kabul etmiş ve Disiplin Kurulu kararını iptal etmiştir. Hâkimlik, kararında öncelikle bir suç örgütünün eylemlerinin devamına, yeni eylemler planlanmasına, daha önce gerçekleştirilen eylemlerden bahsedilerek bilgi verilmesine ilişkin her türlü haberleşmenin suç örgütlerinin haberleşmesi olarak kabulünün mümkün olduğunu belirtmiştir. Bu açıklama sonrasında Hâkimlik, başvurucunun göndermek istediği metinde ekonomide ve siyasette yaşanan son gelişmelerin eleştirel bir şekilde ele alındığını, örgütsel haberleşmeye elverişli herhangi bir anlatımın bulunmadığını ifade etmiştir. Bundan başka Hâkimlik, gönderilmek istenen dokümanda hakaret ve aşağılama içeren ibarelerin bulunmadığını, kişi ve kurumların onur ve saygınlığını zedeleme amacıyla yapılan eylemlerin hakaret sayılabileceğini, başvurucunun yazdığı dokümanda ise siyasi gelişmelerin eleştirel bir şekilde aktarıldığını kabul etmiştir. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) Hâkimlik kararına karşı 17/12/2015 tarihinde itiraz yoluna başvurmuştur. Başsavcılık itirazında, mektupta geçen ve Disiplin Kurulu kararında belirtilen ifadelere yer verdikten sonra itirazın esasına dair bazı açıklamalar yapmıştır. Başsavcılık; başvurucunun bulunduğu Ceza İnfaz Kurumunun yüksek güvenlikli bir kurum olduğunu, mektupta yer alan ifadelerin hakaret ve tehdit içerdiğini ve örgütsel iletişim kurma çabasını içinde barındırdığını belirterek Hâkimlik kararının kaldırılmasını talep etmiştir. İtirazı inceleyen Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 10/1/2016 tarihinde Başsavcılığın itirazında ileri sürülen sebepleri yerinde görerek itirazın kabulüne ve Hâkimlik kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Nihai olan bu karar başvurucuya 15/1/2016 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 25/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un "Hükümlünün mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmının olay tarihindeki hâli şöyledir:"(1) Hükümlü, bu maddede belirlenen kısıtlamalar dışında, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir. (2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir. (3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez." | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/2374 | Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun posta yolu ile göndermek istediği bir dokümanın idarece sakıncalı bulunarak gönderilmemesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Başvurucular tarafından yapılan 2014/15853 ve 2014/17241 numaralı başvurular, aralarında konu yönünden irtibat bulunduğu anlaşıldığından birleştirilmiş; incelemeye 2014/15853 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Resmiye Atuğ'un murisi ile diğer başvurucular aleyhine 23/8/1999 tarihinde el atmanın önlenmesi davası açılmıştır. Nusaybin Asliye Hukuk Mahkemesi 5/10/1999 tarihli kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/1/2000 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma üzerine Mahkemenin E.2000/31 sayılı dosyasına kaydedilen davada yargılama hâlen devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15853 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 1/12/2016 tarihinde tedbir talebinin kabulüne ve sınır dışı işleminin durdurulmasına karar verilmiştir. Başvurucu tarafından 4/1/2017 tarihinde başvurudan feragat edilmiştir. Bölüm tarafından 10/1/2017 tarihinde başvurudan feragat nedeniyle tedbirin sonlandırılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1980 doğumlu olup Suriye vatandaşıdır. Başvurucu, belirlenemeyen bir tarihte Türkiye'ye giriş yapmış ve sonrasında Suriye vatandaşı olması nedeniyle geçici koruma altına alınmıştır. Gaziantep Valiliği Göç İdaresi Müdürlüğünün 16/11/2016 tarihli kararıyla başvurucunun idari gözetim altına alınmasına ve sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından anılan sınır dışı kararının iptali istemiyle Gaziantep İdare Mahkemesinde açılan dava devam etmektedir. Başvurucu; İdare Mahkemesinde sınır dışı kararının iptali için açılan davanın, kararın uygulanmasını otomatik olarak durdurmadığını belirterek 29/11/2016 tarihindebireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvurucu, 4/1/2017 tarihli dilekçesiyle bireysel başvurusundan feragat ettiğini belirterek başvurunun düşürülmesine karar verilmesini talep etmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/29879 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kolluk görevlisinin takip ettiği şüphelinin aracının çarpması sonucu başvurucunun yakınının hayatını kaybetmesine ilişkin yapılan soruşturmada kolluk görevlisi hakkında soruşturma izni verilmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/6/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre olay özetle şöyledir: Başvurucunun oğlu İ. 3/9/2019 tarihinde motosikleti ile Muğla-Fethiye kara yolunda seyir hâlinde iken ters şeritten gelen, farları yanmayan, plakasız motosiklet sürücüsü H.K. ve onu başka bir motosikletle takip eden kolluk görevlisi A. ile çarpışarak hayatını kaybetmiştir. Ortaca İlçe Emniyet Müdürlüğü (İlçe Emniyet Müdürlüğü) Trafik Denetleme Büro Amirliği motorize trafik ekibinin olay günü saat 35 sıralarında farları yanmayan, plakası olmayan, motosikleti ile Muğla'dan Fethiye ilçesine doğru kasksız şekilde seyreden sürücünün trafik güvenliğini tehlikeye düşürdüğünü tespit ederek bunu bildirilmesi üzerine polis memuru A. İlçe Emniyet Müdürlüğüne ait motosikletle şüpheli H.K.yı takibe almıştır. A.nin takibi sırasında ters yöne giren H.K. kendi şeridinde seyir hâlindeki İ. ile çarpışmış, ardından polis memuru A. her iki motosiklet sürücüsüne çarpmıştır. Yaşanan trafik kazasında şüpheli H.K. ve başvurucunun oğlu İ. hayatını kaybetmiştir. Ortaca Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) derhâl soruşturma başlatmıştır. Başsavcılıkça olay yeri incelemesi yapılmış; yapılan inceleme sonucu düzenlenen olay yeri inceleme raporunda olay yerinde kazalı üç motosiklet olduğu, motosikletlerden birinin dik vaziyette bulunduğu, bu motosikletin [K] marka ve plakasız olduğu, ikinci motosikletin sağ tarafına yatar vaziyette, mavi renkli, .. plakalı [M] marka motosiklet olduğu, üçüncü motosikletin İlçe Emniyet Müdürlüğüne ait .. plakalı [B] marka motosiklet olduğu, [M] marka motosiklet ile [B] marka plakalı motosikletlerin ön tekerleklerinin birbirine yapışık olduğu, kaza yerine yaklaşık 20 metre mesafede bulunan, yolun sağında park hâlinde olan minübüsün sağ aynasının kırık olduğu, sağ ön kapısında orta yolcu kısmında ve arka teker üst kısmında hasar olduğu, olay yerinde doku ve kemik parçalarının bulunduğu belirtilmiştir. Olay yeri ve çevresinde fotoğraf çekimi yapılmıştır. Başsavcılık tarafından olay yeri incelemesinin gerçekleştirilmesinin ardından doktor bilirkişisi refakatinde ölü muayenesi yapılmıştır. Ölü Muayene Tutanağı'nda kesin ölüm sebebinin belirlenmesi için otopsi yapılması gerektiği belirtilmiştir. Kolluk görevlileri, görgü tanığı A.P.nin beyanını almıştır. A.P. 5/9/2019 tarihli beyanında olay günü kültür merkezindeki bir düğünden arkadaşları O.K., E.G. ve İ. ile ayrıldıklarını, O.K.nın kendi motosikletinde yolcu olarak bulunduğunu, İ.nin motosikletinin farlarının akünün temassızlık yapması nedeniyle yanıp söndüğünü, bu nedenle kendisinin İ.nin önünde, diğer motosiklet sürücüsü arkadaşı E.G.nin ise İ.nin arkasında seyrettiğini, bir kavşakta durarak yolcusunu indirdiğini, İ.nin ve E.G.nin de durduğunu, daha sonra hareket ederek Ortaca istikametine dönüş yaptıklarını, önünde belediye otobüsü olduğunu, onu sollayarak sağ şeride geçtiğini, bu sırada farları yanmayan bir motosiklet ile beş metre arkasında onu takip eden polis motosikletinin karşı yönden geldiğini, dönüp baktığında tüm motosikletlerin birbirine girdiğini gördüğünü beyan etmiştir. Başsavcılık, motosiklet kazası ile ilgili bilirkişi raporu almıştır. 15/9/2019 tarihli bilirkişi raporunda çarpışan motosikletlerin her ikisinin de farlarının yanmadığı, kazanın meydana gelmesinde ters yönde seyreden ehliyetsiz motosiklet sürücüsü H.K.nın asli kusurlu olduğu, farları yanmayan motosikletle trafiğe çıkan İ.nin ise tali kusurlu olduğu belirtilmiştir. Muğla Adli Tıp Kurumu Şube Müdürlüğü tarafından yapılan otopsi sonrası düzenlenen 19/11/2019 tarihli otopsi raporunda kişinin otopsisinde alınan doku örneklerinin Kimya İhtisas Dairesince yapılan incelenmesinde aranan maddelere rastlanmadığı, kişinin ölümünün trafik kazası ile oluşması mümkün etraf kemik kırıkları, sternum kırığı ve seri parçalı kot kırıkları ile birleşik iç organ harabiyeti ve damar yaralanmasına bağlı iç kanama sonucu meydana geldiği ifade edilmiştir. Kolluk görevlileri kaza yeri krokisi çizerek Trafik Kazası Tespit Tutanağı düzenlemiştir. Tutanakta, tescilsiz motosiklet sürücüsü H.K.nın Ortaca istikametinden Dalaman istikametine doğru ters şeritte seyir hâlinde iken A.nin sevk ve idaresindeki otobüsün sağ dikiz aynası ve sağ orta kısımlarına çarpıp, çarpmanın etkisiyle hâkimiyetini kaybederek Dalaman istikametinden Ortaca istikametine doğru emniyet şeridi üzerinde seyir hâlinde olan .. plakalı motosikletin sürücüsü İ.ye çarptığı, H.K.yi takipte olan sürücü polis memuru A.nin ise sevk ve idaresinde olan çakarları açık motosiklet ile kaza yapan diğer iki motosiklete çarptığı belirtilmiştir. Tutanakta ayrıca kazanın meydana gelmesinde tescilsiz motosiklet sürücüsü H.K.nın asli kusurlu olduğu, .. plakalı aracın sürücüsü İ.nin, otobüs şoförü A.nin, motosiklet sürücüsü polis memuru A.nin kusurlu olmadığı değerlendirilmiştir. Başsavcılık, polis memuru A. hakkında soruşturma izni talep etmiştir. Ortaca Kaymakamlığı, A. hakkında ön inceleme raporu alınmak üzere ön incelemeci görevlendirmiştir. Ön incelemeci tarafından hazırlanan raporda; A.nin denetim görevini ifa ettiği sırada H.K.nın sevk ve idaresindeki plakasız motosikletin trafik güvenliğini tehlikeye düşürecek şekilde seyrettiğini fark ederek görevi gereği motosikleti durdurmak için resmî plakalı motosikletiyle -siren ve tepe lambası açık olarak- sürücüyü takibe aldığı ancak sürücü H.K.nın dur ihtarlarına uymayarak kırmızı ışık ihlalleri de yaparak kaçmaya devam ettiği, ters yöne girerek karşı yönden gelen İ. ile çarpıştığını, her iki sürücünün de öldüğü olayda A.nin görevi gereği şüpheli motosikleti yetkisi dâhilinde takibe aldığı, meydana gelen kazada kasıt, ihmal ve kusurunun olmadığı kanaatine varıldığı belirtilmiştir. Ortaca Kaymakamlığınca 10/1/2020 tarihinde ön inceleme raporu doğrultusunda polis memuru A.nin kastının veya ihmalinin olmadığı gerekçesiyle soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir. Başvurucu, soruşturma izni verilmemesine dair karara itiraz etmiş, 20/2/2020 tarihinde İzmir Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte yeterli ve makul şüphe bulunmadığından itirazın reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu 15/3/2020 tarihinde nihai kararı öğrendiğini, pandemi nedeniyle 18/6/2020 tarihinde başvuruda bulunabildiğini belirtmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/20532 | Başvuru, kolluk görevlisinin takip ettiği şüphelinin aracının çarpması sonucu başvurucunun yakınının hayatını kaybetmesine ilişkin yapılan soruşturmada kolluk görevlisi hakkında soruşturma izni verilmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvurucular, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 19/11/2015 tarihinde tedbir talebinin kabulüne ve sınır dışı işleminin durdurulmasına karar verilmiştir. Başvurucular tarafından 9/11/2016 tarihinde başvurudan feragat edilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Mohammad Esmailzadeh ve Katoyoun Bahrami Pouran evlidir. Sorena Esmailzadeh ise başvurucuların 2010 doğumlu müşterek çocuklarıdır. Başvurucular İran İslam Cumhuriyeti vatandaşıdır. Birinci başvurucu, ülkesinde üniversite öğrencisi olup aynı zamanda on yılı aşkın bir süredir gazetecilik yapmaktadır. Birinci başvurucu; ülkesinde rejim karşıtı gazetelerin yasak olduğunu, bu nedenle İnternet üzerinden insan hakları ihlallerine ilişkin yazılar yazdığını belirtmiştir. Anılan yazıları nedeniyle 16 gün hücrede, 1 ay cezaevinde tutulduğunu; hakkında 10 ay 91 gün hapis ve 5 yıl eğitim yasağı cezalarına hükmedildiğini ifade etmiş ve İran mahkemesinin kararını başvuru formuna eklemiştir. Birinci başvurucu, cezaevinden çıktıktan sonra yazılarına devam ettiği için evlerine yapılan operasyonda eşi olan ikinci başvurucuya şiddet uygulandığını belirtmiştir. Başvurucular, evlerine bir kez daha operasyon düzenlenmesi üzerine ülkelerini terk ederek Türkiye'ye sığınmış ve Adana Valiliği Göç İdaresi Müdürlüğüne başvurarak 19/2/2014 tarihinde uluslararası koruma talebinde bulunmuşlardır. Başvurucuların talepleri değerlendirmeye alınmış; ikamet ili Adana olarak belirlenmiştir. Öte yandan başvurucular, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğine de (BMMYK) başvurmuşlardır. Başvurucuların talepleri BMMYK tarafından 22/1/2014 tarihinde kabul edilmiş ve Amerika Birleşik Devletleri'ne (ABD) yerleştirilmelerine karar verilmiştir. Başvurucular, Göç İdaresine bildirmeden ikamet illerini terk etmiş ve bu nedenle 2/6/2015 tarihinde başvurucuların sınır dışı edilmelerine karar verilmiştir. Başvurucular sağlık sorunları nedeniyle Mersin iline gitmek zorunda kaldıklarını belirterek anılan karara karşı Adana İdare Mahkemesinde iptal davası açmışlardır. Mahkeme 22/10/2015 tarihli ve E.2015/1463, K.2015/2036 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Bu karar 26/10/2015 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş olup süresi içinde 17/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvurucular 9/11/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunarak ABD'ye gitmek üzere Türkiye'den ayrılacaklarını belirtmiş ve başvurularından feragat etmişlerdir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/17658 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, bir gösteriye yapılan polis müdahalesi neticesinde yaralanma meydana gelmesi ve bu olaya ilişkin açılan ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Bir tekstil firması bünyesinde çalışan işçiler 4/5/2013 tarihinde işten çıkarılmalarını protesto etmek amacıyla Taksim Meydanı'ndan Galatasaray Lisesinin önüne kadar yürümek ve sonrasında basın açıklaması yapmak istemiştir. Kolluk görevlilerine göre bu yürüyüşe yaklaşık seksen kişi katılmıştır. Yapılmak istenen yürüyüşe polis izin vermemiş ve müdahalede bulunmuştur. Olayla ilgili olarak dördü emniyet müdürü on yedi kolluk görevlisi tarafından aynı gün düzenlenen tutanak içeriğinin ilgili kısmı şu şekildedir:"...Alınan emniyet tedbirlerine rağmen grup kortej oluşturarak 'Direne direne kazanacağız. Zafer direnen emekçinin olacak.' şeklinde slogan atarak yürüyüşe geçip çevik kuvvet barikatı önünde geldiğinde uyarı ve ikaza zaman bırakmadan alınan tedbiri aşmak için barikata yüklenmeleri üzerine çevik kuvvet görevlilerince direnci kırmak için artan oranda zor kullanılmıştır. Bu esnada kolluk görevlileri tarafından gruba dağılması için 'Bekleme yapmayın, devam edin.' şeklinde uyarılar yapılmıştır. Grup biraz geri çekildikten sonra tekrar toparlanarak 'Katil emniyet, katil devlet hesap verecek.' şeklinde sloganlar atarak çevik kuvvet barikatına tekrar yüklenerek grup içerisinden bazı şahısların emniyet görevlilerine tekme ve elle saldırısı üzerine gruba tekrar grubun direncini kıracak ölçüde artan oranda güç kullanılarak süpürme yöntemi ile Gümüşsuyu istikametine dağılmaları sağlanmıştır. Olayda herhangi bir zarar ziyanın olmadığı ve göstericilerden herhangi bir şahsın gözaltına alınmadığı tespit edilmiş olup..." Başvurucu 10/5/2013 tarihinde avukatı aracılığıyla kendisini yaralayan polis memurları, İl Emniyet Müdürü, Vali, İçişleri Bakanı ve Başbakan hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında (Başsavcılık) şikâyetçi olmuştur. Başvurucu, şikâyet dilekçesinde özetle işçilerin basın açıklamasına destek olmak ve işçilerden birinin kızının yaralanmasını protesto etmek amacıyla Taksim Meydanı'ndaki gösteriye katıldığını, basın açıklaması başlamadan önce kolluk tarafından üzerine boyalı su sıkıldığını, akabinde polisin cop ve çeşitli aletlerle kendisini darbettiğini, bu nedenle vücudunun değişik yerlerinden yaralandığını belirtmiştir. Aynı olayla ilgili iki kişi, 1/5/2013 ve 6/5/2013 tarihinde yaşanan farklı olaylarla ilgili olarak yine iki kişi olmak üzere toplamda başvurucu dâhil beş kişinin 10/5/2013 tarihinde yaptığı şikâyetler Başsavcılıkça aynı soruşturma kapsamında ele alınmıştır. Başvurucunun sevk edildiği Adli Tıp Kurumu tarafından başvurucu hakkında düzenlenen 10/5/2013 tarihli raporda "Yapılan muayenesinde; sağ cruris üst arkada 10x8 cm, dışta 6x4 cm koyu kırmızı ekimoz, sağ uyluk orta dışta 10x8 ve 4x3 cm koyu sarı açık yeşil ekimozlar, sol skapular bölgede 2 ve 4 cm çaplı, sol kol üst arkada 10x6 cm koyu sarı açık yeşil ekimoz olduğu görüldü." tespitlerine yer verilmiştir. Rapora göre yaralanmanın başvurucu üzerindeki etkisi basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde, hafif nitelikte değildir. Başvurucu 15/5/2013 tarihinde müşteki sıfatıyla Başsavcılıkta ifade vermiştir. Başvurucu ifadesinde; mühendis olarak çalıştığını, tekstil işçilerinin basın açıklamasına katılmak için gösteriye gittiğini, polisin Taksim Meydanı'na barikat kurarak yürüyüşü engellediğini, sonrasında hiçbir uyarı yapmaksızın önce tazyikli su sıktığını, arkasından da copla saldırdığını iddia etmiştir. Başvurucu olay nedeniyle aldığı yaraların Adli Tıp raporuna yansıdığını, isimlerini bilmediği polislerden şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. Başsavcılığın 21/5/2013 tarihli yazısına İl Emniyet ve Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlükleri tarafından verilen cevaplarda başvurucu hakkında 4/5/2013 tarihli olayla ilgili olarak herhangi bir işlem yapılmadığı bildirilmiş ve olay yerini gösteren MOBESE kameralarının görüntüleri yazıya eklenmiştir. Ayrıca yine Başsavcılığa verilen 21/12/2013 tarihli başka bir cevap yazısında olay günü Taksim ve Galatasaray Meydanlarında yüz seksen polisin görev yaptığı belirtilerek bu kişilerin isim listesi gönderilmiştir. Başbakan ve İçişleri Bakanı hakkındaki şikâyet yönünden soruşturma dosyası ayrılmış ve bu dosyayla ilgili olarak 4/6/2013 tarihinde işlem yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Yürütülen soruşturma kapsamında dört kadın polis memurunun şüpheli sıfatıyla ifadeleri alınmıştır. Dinlenen polis memurları genel olarak ifadelerinde aynı ekipte görev yaptıklarını, müştekileri tanımadıklarını, olaylar sırasında erkeklere kadın polislerin müdahale etmediğini belirtmiştir. Olay yerine ilişkin olarak emniyetin gönderdiği MOBESE kayıtları bilirkişiye tevdi edilmek suretiyle bilirkişiden rapor hazırlaması istenmiştir. Bilirkişinin inceleme yaptığı yedi DVD'nin soruşturma kapsamındaki üç olayla ilgili görüntüler içerdiği anlaşılmaktadır. Hazırlanan dört sayfalık raporda olaylara ilişkin beş fotoğraf karesine yer verilmiş ve incelenen yedi DVD'yle ilgili olarak;- İncelenen görüntülerde kalabalık grupların slogan attığı, basın açıklaması yaptığı görülmekle birlikte bazı videolarda polis amirleri olduğu düşünülen şahıslar tarafından grupların uyarıldığı, polisin toplumsal olaylara müdahale aracı (TOMA), gaz tabancası ve kalkanları ile gruplara müdahale ettiğinin görüldüğü,- Dosya muhteviyatındaki ifadelerde bahsi geçen gaz fişeği ile yaralama, gözaltına alınırken işkence ve darbetme olaylarına rastlanmadığı,- MOBESE kameralarının uzak oluşu, hareketli kameraların çektiği görüntülerde ise meydanda bulunan şahısların büyük çoğunluğunda maske bulunması nedeniyle dosya muhteviyatında nüfus cüzdan, fotokopileri bulunan şahısların bu fotoğraflar üzerinden teşhis edilmesinin mümkün olmadığı tespitlerinde bulunulmuştur. Başsavcılıkça 24/10/2017 tarihinde dört kadın polis memuru hakkında kovuşturma yapılmamasına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...01/05/2013, 04/05/2013 ve 06/05/2013 tarihli olaylara müdahale eden polis memurlarının görev listelerinin incelenmesinde, görevli polis sayısının yüzlerce sayıda olduğu ve kamera görüntülerinden müştekilerin yaralanmasına ait bir görüntü elde edilemediği gibi müştekileri yaralayan polis memurlarının teşhisine yönelik başkaca bir delil elde edilemediği, müştekilerin ifadelerinin içeriğinde şikayet edilen polislerin teşhis edilmesi imkanını verecek bilgilerin bulunmadığını, müştekilerin yaralanmasının yukarıda isimleri yazılı şüpheli polis memurları tarafından gerçekleştirildiğine dair haklarında kamu davasını açmayı haklı kılacak yeterli delil olmadığından şüpheliler kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına..." Başsavcılık tarafından aynı tarihte daimî arama kararı verilmiştir. Kararda kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karardan bahsedilerek tüm araştırmalara rağmen şüphelilerin tespit edilemediği dile getirilmiştir. Başsavcılık; kimliği tespit edilemeyen şüphelilerin çok sıkı bir şekilde araştırılarak kimliklerinin belirlenmesini, yakalandıkları takdirde Başsavcılıkta hazır edilmelerini, aksi hâlde zamanaşımı tarihine kadar sürekli olarak araştırmaya devam edilmesini ve tekide mahal verilmeksizin her üç ayda bir bilgi verilmesini İstanbul Emniyet Müdürlüğünden talep etmiştir. Kararda olayın failleri olarak İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevlileri yazılıdır. Başvurucunun kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yaptığı itiraz reddedilmiş, itirazın reddi kararı başvurucuya 8/12/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğünce 8/11/2017 tarihinde üçer aylık araştırma kapsamında ilgili faillerin tespitinin henüz mümkün olmadığı ve araştırmaların devam ettiği bildirilmiştir. UYAP'ta yapılan sorgulamada söz konusu evrak dışında soruşturma makamları tarafından başkaca bir araştırma yapıldığını gösterir belge bulunmamaktadır. İlgili hukuk için bkz. Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §§ 22-38; Ali Ulvi Altunelli, B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 23-27, 29- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/1562 | Başvuru, bir gösteriye yapılan polis müdahalesi neticesinde yaralanma meydana gelmesi ve bu olaya ilişkin açılan ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, zorunlu askerlik hizmetinin ifası sırasında meydana gelen ölüm olayı ile ilgili olarak etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun oğlu olan İ.K., askerlik görevini ifa etmekte olduğu Birecik İlçe Jandarma Komutanlığı Bilekli Hudut Bölük Komutanlığına bağlı İncirli Hudut Karakolunda 13/11/2017 tarihinde, kendisine zimmetli G-3 piyade tüfeği ile intihar ederek vefat etmiştir. Birecik Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) olay tarihinde derhâl soruşturma başlatmış; İlçe Jandarma Komutanlığına Olay Yeri İnceleme ekibince olay yerinin incelenmesi, olayla ilgili olarak bilgi sahiplerinin ayrıntılı ifadelerinin alınması, müteveffanın askerî dosyasının tahkikat evrakına eklenmesi, olayda kullanılan silahın incelenmesi, müteveffanın sosyal medya hesabının incelenmesi talimatlarını vermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca ölü muayene işlemi yapılmasının ardından Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığınca 13/11/2017 tarihinde yapılan otopsi sonucunda çene altında yıldızvari yaranın olduğu, baş bölgesinde saçlı deri orta biparietal bölgeden oksipital bölgeye uzanan alanda beyin parankiminin dışarı çıkmış olduğu, ölümün ateşli silah yaralanması ile uyumlu kafa kubbe ve kaide kemikleri kırıklarıyla birlikte yaygın beyin doku harabiyeti sonucu meydana geldiği, cilt ve cilt altı özelliklerine göre atışın bitişik ya da yakın mesafeden yapıldığı tespit edilmiştir. Birecik İlçe Jandarma Komutanlığına bağlı Olay Yeri İnceleme Tim Komutanlığınca olay yerinde olay tarihinde yapılan inceleme sonucunda müteveffaya ait cesedin fıstık tarlasının içinde sırtüstü yatar vaziyette olduğu, baş kısmının sağ yanında yoğun kan birikintisi bulunduğu, cesedin sağ eline 15 cm mesafede namlu kısmında yoğun kan lekeleri bulunan G3 piyade tüfeğinin olduğu, içinde on sekiz fişek olduğu anlaşılan şarjörün takılı olduğu tüfeğin emniyet mandalının T konumunda olduğu, tetik tertibatının üzerinde intihar olaylarını engellemek maksadıyla takılmış tetik emniyet aparatının takılı olduğu, tüfeğin tetik mandalına sarılmış vaziyetteki mavi renkli bez parçasının bir ucunun cesedin sağ el işaret ve orta parmaklarına bağlandığı, tüfek mekanizmasının açık vaziyette olduğu, mekanizma geriye çekildiğinde fişek yatağında bir kovan bulunduğu tespit edilerek müteveffanın el ve yüz bölgeleri ile kıyafetlerinden atış artığı svapları alınmıştır. Jandarma Genel Komutanlığı Van Jandarma Kriminal Laboratuvar Amirliğince düzenlenen 25/1/2018 ve 29/12/2017 tarihli raporlarla, olay yerindeki G3 marka tüfeğin fişek yatağından çıkarılan bir adet kovanın bu tüfekten atıldığı, tüfeğin tetik korkuluğunda takılı bulunan aparatın silahın kullanıcısı tarafından normal tutuş pozisyonunda tutulduğunda sadece tetik parmağının tetiğe ulaşmasını sağlamak, diğer parmakların tetiğe ulaşmasını engellemek veya silah normal tutuş pozisyonu haricinde tutulduğunda bilerek ya da kazara tetiğe basılmasını engellemek maksadıyla takılmış olduğu, silah kurulu duruma getirilerek, çene altına dayanıp tetik üzerinden geçen (olayda kullanılan) ince ve uzun şekildeki mavi bez parçasının her iki ucundan çekildiğinde silahın ateşlenmesinin mümkün olduğu, müteveffanın sağ el, sol el, yüz bölgesi, kıyafetinin sağ ve sol bölgeleri ile eldiveninden alınan altı svapın tamamında atış artığının bulunduğu tespit edilmiştir. Başvurucu 24/11/2017 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği ifadede oğlu ile askerliğini yapmaktayken görüştüğünü, kendisine bir sorunu olduğundan veya bir şikâyetinden bahsetmediğini, kendisinin de oğlunun herhangi bir sorunu olmadığı izlenimini edindiğini, intihar edebilecek biri olmadığını, neden intihar ettiğini anlayamadığını, herhangi bir şeyden şüphelenmediğini beyan etmiştir. Müteveffa ile aynı karakolda er olarak görev yapan Ü. 14/11/2017 tarihinde jandarma görevlilerine verdiği ifadede 13/11/2017 tarihinde saat 00'de nöbet yerine gittiğini, yaklaşık on dakika sonra yanına gelen müteveffanın arka tarafına geçtiğini, aralarında yaklaşık on metre mesafe olduğunu, mütevaffayı birkaç kez yanına çağırdığını ancak onun gelmeyip telefonuyla oynadığını, saat 00 sıralarında sözleşmeli erin kendisini aradığını ve "Eğer üşüyorsanız, sizi değiştirelim." dediğini, müteveffaya üşüyorsa nöbetçilerin değiştirilebileceğini söylediğini ancak onun üşümediğini ve iyi olduğunu ifade ettiğini, gece görüş dürbünüyle gözetleme yaparken uyuyakaldığını, silah sesiyle uyandığını, arkasına dönüp müteveffaya seslendiğini, cevap gelmeyince telefonunun ışığını açarak yanına gittiğini, yüzüstü yerde yatmakta olan müteveffayı sırtüstü çevirince yüzünün parçalandığını gördüğünü, ne yaptığını bilemeden sağa sola koştuğunu, müteveffanın intihar edebileceğine ilişkin herhangi bir gözleminin olmadığını, tüfeğinin tetik tertibatına ip bağladığını görmediğini beyan etmiş; 18/12/2017 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği ifadede de benzer açıklamalar yapmıştır. Müteveffa ile aynı karakolda er olarak görev yapan 15/11/2017 tarihinde jandarma görevlilerine verdiği ifadede, yedek can dostu olan müteveffanın güler yüzlü, göreve seve seve giden bir asker olduğunu, bildiği kadarıyla kız arkadaşı olmadığını, nöbete gitmeyi sevdiğini ancak zaman zaman çıkan pusu görevlerini sevmediğini, tartıştığı veya sevmediği bir komutanı ya da asker arkadaşı olmadığını, neden intihar ettiğini anlamadığını beyan etmiştir. Müteveffanın cenazesini memleketine götürmekle görevlendirilen Piyade Astsubay E.K. 17/11/2017 tarihli ifadesinde; İ.K.yı tanımadığını, cenazesini köyüne götürdüğünde müteveffanın akrabası olduğunu söyleyen elli yaşlarındaki bir şahsın kendisine İ.K.nın askere gitmeden önce bir kızı sevdiğini ve onunla evlenmek istediğini ancak ailesinin önce ağabeylerinin evlenmesi gerektiğini söyleyerek buna karşı çıktığını, İ.K.nın bunun üzerine İstanbul'a çalışmaya gittiğini ve bir daha köye dönmediğini, sevdiği kızın da başka biriyle evlendirildiğini söylediğini beyan etmiştir. Sözleşmeli PiyadeEr A.K. 14/11/2017 tarihli ifadesinde 13/11/2017 tarihinde saat 00 sıralarında yanındaki arkadaşı A.E.den müteveffa ile birlikte nöbet tutan Ü.yi arayarak eğer üşümüşlerse nöbeti değiştirebileceklerini söylemesini istediğini, A.E.nin Ü.yi telefonla arayıp "Üşüyorsanız sizi değiştirelim." dediğini, Ü.nin iyi olduğunu söyleyip müteveffaya üşüyüp üşemediğini sorduğunu, onun da üşümediğini söylediğini, saat 00 sıralarında yönetimindeki Kobra adlı zırhlı araçla müteveffa ile Ü.nin nöbet tuttuğu bölgeye gelerek durduğunu, korna ve siren çaldığı hâlde gelen olmayınca yanındaki A.E.den Ü.yi cep telefonundan aramasını istediğini, bu sırada gelen Ü.ye arkadaşının nerede olduğunu birkaç kez sorduğu hâlde cevap almadığını, Ü.den arkadaşını bulmasını istediğini, kısa bir müddet geçtikten sonra müteveffayı arayan askerlerin bağrıştığını ve İ.K.nın intihar ettiğini söylediklerini, yanına gittiğinde çene altının parçalanmış olduğunu gördüğünü ve olayı üstlerine bildirdiğini beyan etmiştir. 13/11/2017 tarihinde A.K.nın yönetimindeki Kobra adlı zırhlı araçta bulunansözleşmeli Piyade Er T. 14/11/2017 tarihli ifadesinde A.K.nın beyanına benzer açıklamalarda bulunmuş; daha önce müteveffa ile defalarca nöbet tuttuğunu, müteveffanın herhangi bir olumsuz hâlini görmediğini, tartıştığı bir asker veya komutanı olmadığını, güler yüzlü olan müteveffanın intihara meyilli olduğunu fark etmediğini, neden intihar ettiğini bilmediğini söylemiştir. Olay tarihinde A.K.nın yönetimindeki Kobra adlı zırhlı araçta bulunan sözleşmeli Piyade Er A.E. 14/11/2017 tarihli ifadesinde A.K.nın anlatımını doğrulayarak T. ile benzer beyanlarda bulunmuştur. Bilekli Hudut Bölük Komutanı olan S.K. 14/11/2017 tarihli ifadesinde; olaydan haberdar olunca hemen olay yerine gittiğini, jandarmayı arayarak durumu bildirdiğini, İ.K.nın neden intihar ettiğini bilmediğini, kendisine herhangi bir sorunu olduğundan bahsedilmediğini, bulunduğu bölükteki tüm personelin silahlarının tetik tertibatına takılmasını emrettiği emniyet aparatının müteveffanın silahına da takılmış olduğunu gördüğünü ancak İ.K.nın ip bağlamak suretiyle planlı şekilde intihar ettiğini anladığını, tüm personele sıkıntılarını karakol komutanlarına anlatmalarını emrettiğini hatta askerlerin komutanlarına anlatamadıkları sorunlarını arkadaşlarına anlatmalarını sağlamak maksadıyla can dostu planlaması yapıldığını, bölük merkezinde bulunan rehabilitasyon danışma merkezi görevlisi Y.G.den tüm askerlerle görüşmesini istediğini, görüşmeler sonucunda kendisine sorunu olan bir askerin bildirilmediğini beyan etmiştir. Sözleşmeli Piyade Er Y. 14/11/2017 tarihli ifadesinde müteveffanın 12/11/2017 tarihinde saat 45 sıralarında bulunduğu nöbet yerine geldiğini, 13/11/2017 tarihinde saat 45 sıralarında ayrıldığını, birlikte nöbet tuttukları süre içinde herhangi bir olumsuzluğa şahit olmadığını, neden intihar ettiğini anlayamadığını beyan etmiştir. Müteveffanın can dostu olan S.Ö. 14/11/2017 tarihli ifadesinde bildiği kadarıyla İ.K.nın herhangi bir psikolojik sorunu olmadığını, kendisiyle ailevi sorunlarınıpaylaşmadığını beyan etmiştir. Bilekli Hudut Bölük Komutanlığında rehabilitasyon danışma merkezi subayı olarak görevli olan Y.G. 15/11/2017 tarihli ifadesinde, bölük komutanının emriyle karakolda görevli erlere ve erbaşlara görevi hakkında bilgi verdiğini, onlara her konuda yardımcı olabileceğini söylediğini, kendisi veya karakol personeli tarafından talep edilmediği için ayrıca müteveffa ile görüşmediğini, İ.K. ya da diğer erlere uygulanan kayıt kabul muayenesi ilk değerlendirme anketi uygulandığını, sorulan sorulara verdiği cevaplarda herhangi bir sorundan bahsetmediğini beyan etmiştir. Müteveffanın görev yaptığı karakolun komutanı olan Y.T. ile onunla aynı karakolda er olarak görev yapanO.A. ve H.S. 14/11/2017 tarihli ifadelerinde müteveffanın davranışlarının normal olduğunu, genelde güler yüzlü olduğunu, herhangi bir olumsuz hâlini gözlemlemediklerini beyan etmişlerdir. Müteveffaya 20/6/2017 tarihinde silahların nasıl kullanılacağına ilişkin uyarılar da içeren 248 maddeden ibaret emniyet ve kaza önleme talimatı ile can dostu olarak belirlenecek arkadaşının ruh sağlığıyla ilgilenme, intihara teşebbüs, kendini yaralama gibi durumlarda üstlerine haber verilmesi gerektiği yönünde uyarılar içeren can dostu talimatının tebliğ edildiği anlaşılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı 5/7/2018 tarihinde, müteveffanın intihar etmesine ilişkin görevi kötüye kullanma ve taksirle ölüme neden olma suçlarının unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu bu karara 16/8/2018 tarihli dilekçeyle itiraz ederek eksik inceleme yapıldığını, oğlunun olaydan önce intihar edebileceğini gösteren herhangi bir hâli olmadığını, intihar sebebinin araştırılmadığını, en hassas olan nöbet bölgelerinde âdeta cezalandırılmış gibi dinlenmesine dahi izin verilmeden komutanları tarafından görevlendirildiği yönünde bilgi edindiğini, bu nedenle intihar edip etmediğinin incelenmediğini ileri sürmüştür. Başvurucu, itirazlarının Şanlıurfa Sulh Ceza Hâkimliğinin 18/9/2018 tarihli kararıyla reddedilmesinin ve anılan kararın kendisine 17/10/2019 tarihinde tebliğ edilmesinin ardından, 11/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/38480 | Başvuru, zorunlu askerlik hizmetinin ifası sırasında meydana gelen ölüm olayı ile ilgili olarak etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli (1) numaralı tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Konularının aynı olması sebebiyle ekli (1) numaralı tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2020/5701 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/5701 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı haklarında yürütülen hukuk yargılamalarının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/5701 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Basın İlan Kurumu genel kurul üyeliğinin kamu görevi kabul edilerek bu görevden ayrılmama nedeniyle milletvekili adaylığının Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından iptal edilmesinin seçilme hakkını ihlal ettiği iddiası hakkındadır. Başvuru, 21/4/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruda, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/4/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 8/6/2015 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, yazılı görüşünü 23/6/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 29/6/2015 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 7/7/2015 tarihinde sunmuştur. Birinci Bölümün 7/7/2015 tarihinde yaptığı toplantıda başvurunun, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, gazeteci olarak çeşitli basın yayın organlarında çalıştıktan sonra bir süre yönetim kurulu üyeliği ve başkan yardımcılığı görevini de yürüttüğü İzmir Gazeteciler Cemiyetine 26/5/2009 tarihinde başkan olarak seçildiğini ve bu kapsamda Basın İlan Kurumu genel kurul üyesi olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, 7 Haziran 2015 tarihindeki Dönem Milletvekili Genel Seçimi için Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) tarafından İzmir ilinde aday belirleme amacıyla 29/3/2015 tarihinde yapılan ön seçime katılmış ve ön seçim sonuçlarına göre anılan partinin İzmir 2 No.lu Seçim Çevresinde sıra milletvekili adayı olmaya hak kazanmıştır. CHP’nin aday belirleme için yaptığı ön seçim sonuçları kapsamında aday gösterilen başvurucunun adaylığına O.Ç. ve Ü. isimli kişilerce İzmir İl Seçim Kuruluna 31/3/2015 tarihinde itirazda bulunulmuştur. O.Ç. ve Ü., milletvekili olacak kamu görevlilerinin 10/2/2015 saat 00’ye kadar kamu görevinden istifa etmeleri gerekirken başvurucunun kamu görevi niteliğinde olan İzmir Gazeteciler Cemiyeti başkanlığından, Türkiye Gazeteciler Federasyonu başkanlığından ve Basın İlan Kurumu üyeliğinden istifa etmediğini, bu nedenle adaylık sıfatını haiz olmadığını iddia ederek başvurucunun adaylığının ve aday olduğuna dair mazbatanın iptalini talep etmişlerdir. Anılan şikâyet başvurusu, İzmir İl Seçim Kurulunun 31/3/2015 tarihli ve 2015/21 sayılı kararıyla şikâyetçilerin itiraz etme yetkilerinin bulunmaması, aday adaylarının belirlenmesine dair denetimde yetki ve görevin YSK’ya ait olması ve milletvekili geçici aday listesinin henüz ilan edilmemesi gerekçeleriyle reddedilmiştir. İzmir İl Seçim Kurulu, CHP’nin milletvekili adayı belirleme için İzmir 2 No.lu Seçim Çevresinde yaptığı ön seçimi, başvurucunun sırada kazandığına ilişkin tutanağı 2/4/2015 tarihinde başvurucuya vermiştir. CHP, milletvekili adaylarına ilişkin olarak hazırladığı listeyi YSK’ya vermiştir. Milletvekili geçici aday listeleri, YSK tarafından 15/4/2015 tarihinde ilan edilmiş ve başvurucu, anılan listede CHP’nin İzmir 2 No.lu Seçim Çevresinde sıra adayı olarak yer almıştır. Milletvekili geçici aday listesinde başvurucunun aday gösterilmesine Ü. tarafından 15/4/2015 tarihinde YSK’ya itirazda bulunulmuştur. Ü., başvurucunun Basın İlan Kurumu genel kurul üyeliğinden, İzmir Gazeteciler Cemiyeti ve Türkiye Gazeteciler Federasyonu başkanlıklarından süresi içinde istifa etmediğini, 2/1/1961 tarihli ve 195 sayılı Basın İlan Kurumu Teşkiline Dair Kanun'un maddesine göre Basın İlan Kurumunun kamu tüzel kişiliğini haiz olduğunu, 10/6/1983 tarihli ve 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu’nun maddesinin amacının, kamu görevlilerinin seçimlerde diğer adaylara karşı kamu gücünü kullanmalarına engel olarak adil ve eşit koşullarda yarışmalarını sağlamak olduğunu belirtmiş ve kamu görevinden istifa etmeyen başvurucunun milletvekili adaylığının iptal edilmesini talep etmiştir. Anılan şikâyet başvurusunu inceleyen YSK, 18/4/2015 tarihli ve 2015/691 sayılı kararı ile başvurucunun adaylığının iptaline karar vermiştir. Başvurucu; anılan kararın, bireysel başvuruda bulunduğu tarih itibarıyla gerekçe yazımının bitirilmemesi nedeniyle kendisine tebliğ edilmediğini ve anılan durumdan haricen haberdar olduğunu belirterek 21/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru dosyası inceleme aşamasındayken YSK anılan kararın gerekçesini açıklamıştır. Gerekçenin ilgili kısımları şöyledir:“Başkanlığımızın 17/4/2015 tarih ve 2015/3192 sayılı yazısı ile Cumhuriyet Halk Partisinden İzmir İli (2) nolu seçim çevresinden sıra adayı gösterilen Atila SERTEL'in Basın İlân Kurumu Genel Kurul Üyeliği, İzmir Gazeteciler Cemiyeti ve Türkiye Gazeteciler Federasyonu Başkanlığı görevlerine devam edip etmediğinin, adı geçenin milletvekili adayı olmak için Basın İlân Kurumu Genel Kurul Üyeliğinden, İzmir Gazeteciler Cemiyeti ve Türkiye Gazeteciler Federasyonu Başkanlığı görevlerinden 10 Şubat 2015 Salı günü saat 00 itibariyle istifa edip etmediğinin araştırılarak, istifa etmiş ise istifasına ilişkin dilekçe örneklerinin temin edilerek 17/4/2015 Cuma günü saat 00'ye kadar Başkanlığımıza gönderilmesinin istenilmesi üzerine, İzmir İl Seçim Kurulu Başkanlığının 17/04/2015 tarihli, 131 sayılı yazısı ve eki belgelerin incelenmesinden, Atilla SERTEL'in 10 Şubat 2015 Salı günü saat 00 itibari ile Basın İlan Kurumu Genel Kurul Üyeliğinden istifa etmediği ve 24-26 Şubat 2015 ve 16 Mart 2015 tarihli Genel Kurul toplantılarına katıldığı anlaşılmıştır. Basın İlan Genel Kurulunun oluşumuna ilişkin maddesindeki kurum ve kuruluşların katkısı, Basın İlan Kurumunun ve Genel Kurulun görevleri, Basın İlan Kurumunun Genel Kurul ve Yönetim Kurulu üyeleri ile bilimum memur ve müstahdemlerinin bu Kanun'un uygulanması sebebiyle işleyecekleri suçlardan dolayı Türk Ceza Kanunu'nun Devlet memurlarına ait hükümleri ile cezalandırılacak olmaları ile Genel Kurulun borç ve kredi verilmesindeki rolü dikkate alındığında, Basın İlan Kurumunun kamu tüzel kişiliğine haiz bir kuruluş olmasının yanında kamu gücünü de etkin bir şekilde kullandığından kuşku bulunmamaktadır. Kurulumuzca yapılan değerlendirme neticesinde; 195 sayılı Basın İlan Kurumunun Teşkiline Dair Kanun'un 1, 2, 5, 8, 23 ve maddeleri uyarınca, Basın İlan Kurumu üyesi adayın yaptığı görev, 2839 sayılı Kanun'un maddesinde ve Kurulumuzun 5/1/2015 tarih ve 2015/6 sayılı kararında belirtilen "…Kamu kurumu ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri ile yaptıkları hizmet bakımından işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri…" hükmündeki diğer kamu görevlileri kapsamında kabul edilmesinin gerekmesi nedeniyle 10 Şubat 2015 Salı günü saat 00'ye kadar görevinden ayrılması gerektiği halde, söz konusu tarihte görevinden ayrılmadığının anlaşılması nedeniyle Atilla SERTEL'in adaylığının iptaline, Cumhuriyet Halk Partisi İzmir İli (2) numaralı seçim çevresinde 29 Mart 2015 tarihinde yapılan önseçim sonuçları dikkate alınmak suretiyle yeni liste düzenlenerek, ilgili adayın evrakı ile birlikte Kurulumuzun 13/2/2015 tarihli, 2015/168 sayılı kararında belirtilen ilkeler çerçevesinde 20/4/2015 saat 17:00’ye kadar Kurulumuza teslimine,karar verilmesi gerekmiştir.” Başvurucunun anılan karara karşı 22/4/2015 tarihli itirazı, YSK’nın 22/4/2015 tarihli ve 2015/746 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Kararda, Anayasa’nın maddesi ile 26/4/1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’un maddesinin ikinci fıkrası ve maddesinin dördüncü fıkrasına göre YSK kararlarının kesin olması, bu bağlamda mevzuatın YSK kararlarının yeniden inceleme yoluyla ele alınmasına olanak tanımaması ve kararda eksik hüküm kurulmadığı gibi hukuka aykırı bir yön de bulunmadığı gerekçesiyle itirazın reddedildiği belirtilmiştir. Ayrıca kararda 18/4/2015 tarihli ve 2015/691 sayılı kararının kesin olduğu ve değiştirilmesini gerektirir mahiyette bir maddi hata bulunmadığı da ifade edilmiştir.B. İlgili Hukuk 298 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Yüksek Seçim Kurulu yedi asıl ve dört yedek üyeden oluşur. Üyelerin altısı Yargıtay, beşi Danıştay Genel Kurullarınca kendi üyeleri arasından üye tamsayılarının salt çoğunluğunun gizli oyu ile seçilir. Bu üyeler salt çoğunluk ve gizli oyla aralarından bir başkan ve bir başkanvekili seçerler.Yüksek Seçim Kurulu üyelerinin görev süresi altı yıldır. Süresi biten üyeler yeniden seçilebilir.Yeni üyelerin tamamının seçilmelerine kadar eski üyeler görevlerine devam ederler.Başkanvekili, başkanlık görevlerinin yapılmasında başkana yardım ve bulunmadığı zaman ona vekillik eder. Başkanvekilinin de engeli halinde, asıl üyelerin en yaşlısı başkanlık görevini yerine getirir.Her yenileme seçiminden sonra, Yüksek Seçim Kuruluna Yargıtay ve Danıştay'dan seçilmiş üyeler arasından ad çekme ile ikişer yedek üye ayrılır. Başkan ve başkanvekili ad çekmeye girmezler.…” 298 sayılı Kanun’un maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:“Yüksek Seçim Kurulunun re'sen veya itiraz üzerine vereceği kararlar kesindir.” 298 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Yüksek Seçim Kurulu evrak üzerinde, incelemeler yapar. Ayrıca lüzum gördüğü bilcümle tahkik ve her türlü tetkik işlemlerini de yapar. Gerekli mercilerden her türlü bilgi ve belgeleri ister. Bu mercilerin, en kısa bir zamanda ve en geç yedi gün içinde istenilen bilgi ve belgeyi vermeleri mecburidir. Kurul başkanı, lüzum ve ihtiyaca göre, bu işlerde çalışmak üzere, Yargıtay ve Danıştay memurlarını da vazifelendirebilir. İtiraz dilekçesinin bir sureti, tutanağına itiraz edilene tebliğ olunur. Tutanağına itiraz olunan kimse, isterse yazı ile savunabileceği gibi, isteği üzerine, Yüksek Seçim Kurulunun tayin edeceği günde bizzat veya bir vekil marifetiyle kendini kurul huzurunda savunabilir. Kurul, yapılan itiraz ve ihbarları kendisine verildiği tarihten itibaren en geç üç ay içinde bir karara bağlar. Kurulun kararı kesindir. Aleyhine hiçbir mercie ve kanun yoluna başvurulamaz. Seçimin özelliğine göre seçim sonuçları hakkında kesin karar vermeye yetkili mercie yapılacak itirazlarda da yukarıki 1 inci ve 3 üncü fıkralar hükümleri uygulanır. Ancak, bu kurul itirazları onbeş gün içinde kesin karara bağlar. Yukarıki fıkralarda yazılı kararlar aleyhine hiçbir mercie ve kanun yoluna başvurulamaz. Tutanakların iptali halinde özel kanunlarındaki hükümler uygulanır.” 2839 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Hâkimler ve savcılar, yüksek yargı organları mensupları, yüksek öğretim kurumlarındaki öğretim elemanları, Yükseköğretim Kurulu, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeleri, kamu kurumu ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri ile yaptıkları hizmet bakımından işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri, aday olmak isteyen belediye başkanları ve subaylar ile astsubaylar, aday olmak isteyen siyasi partilerin il ve ilçe yönetim kurulu başkan ve üyeleri ile belediye meclisi üyeleri, il genel meclisi üyeleri, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile sendikalar, kamu bankaları ile üst birliklerin ve bunların üst kuruluşlarının ve katıldıkları teşebbüs veya ortaklıkların yönetim ve denetim kurullarında görev alanlar genel ve ara seçimlerin başlangıcından bir ay önce seçimin yenilenmesine karar verilmesi halinde yenileme kararının ilanından başlayarak yedi gün içinde görevlerinden ayrılma isteğinde bulunmadıkça adaylıklarını koyamazlar ve aday gösterilemezler.” 195 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Genel Kurul:a) Kurumun idaresine katılmayı kabul eden gazete ve dergi sahiplerinin kendi aralarında seçecekleri; satışı 100 binin üzerinde olanlardan 1, satışı 99 999-50 bin arasında olanlardan 1, satışı 49 999 – 10 bin arasında olanlardan 1, satışı 10 binin altında olanlardan 1, İstanbul, Ankara, İzmir dışında kalan Anadolu gazete sahiplerinden 3, en çok üyeye sahip gazeteciler sendikasından 2, İstanbul, Ankara ve İzmir’deki en fazla sarı basın kartlı üyeye sahip gazeteci derneklerinden 1’er olmak üzere toplam olarak 12 temsilci,b) Cumhurbaşkanınca görevlendirilecek 1, (1) Hükümetçe görevlendirilecek: Başbakanlık 3, Adalet Bakanlığı 1, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 1, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı 1, İçişleri Bakanlığı 1, Kültür ve Turizm Bakanlığı 1, Maliye Bakanlığı 1, Millî Savunma Bakanlığı 1, Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünden 1 temsilci olmak üzere toplam olarak 12 temsilci, c) İstanbul, Ankara ve Ege Üniversiteleri Hukuk Fakülteleri ile Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden 1’er, İstanbul, Ankara ve Ege Üniversitelerinden Basın Yayınla ilgili eğitim yapan yüksekokul ya da enstitülerden 1’er öğretim üyesi, ticaret siciline kayıtlı ilan prodüktörlerinden 1, Türkiye Ticaret Odaları, Sanayi Odaları ve Ticaret Borsaları Birliğinden 1, Türkiye Barolar Birliğinden 1, Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu Genel Müdürlüğünden (TRT) 1, Anadolu Ajansı T.A.O.’dan 1, olmak üzere toplam olarak 12 temsilci.Böylece 36 üyeden oluşur.Genel Kurul üyeleri iki yıllık süre ile seçilirler. Süresi dolan üye yeniden seçilebilir. Boşalma halinde yerine, boşalan üyenin süresini doldurmak kaydıyla yeni atama ve seçim yapılabilir. Gazete ve dergi sahipleri temsilcileri arasında, satışları kendi kategorilerinin altına düşenlerin durumu altı ay sürdüğü takdirde üyelik haklarını yitirirler ve yerlerine yeniden seçim yapılır.Genel Kurul üyeleri ilgili teşekküllerin, fakültelerin, yüksekokul ve enstitülerin yönetim kurullarınca, Cumhurbaşkanlığı temsilcisi Cumhurbaşkanınca, (1) Bakanlık Temsilcisi ise, Hükümetçe iki yıllık süre ile seçilirler.Anadolu gazete sahiplerinin Genel Kurula katılacak temsilcileri Basın-Yayın Genel Müdürlüğünde kayıtlı tüm Anadolu gazete sahiplerinin ya da bu gazetelerin ayrı ayrı gösterecekleri temsilcilerinin Basın-Yayın Genel Müdürlüğünün çağrısı üzerine katılacakları toplantıda farklı coğrafi bölgelerden olmak üzere seçilir.” 195 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Genel Kurulun görevleri şunlardır: Yönetim Kurulunun faaliyet raporu ile denetçilerin raporunu tetkik ve kabul etmek ve faaliyetini tasvip etmediği takdirde Yönetim Kurulunu yeniden seçmek, Kurumun hesaplarını tetkik ve tahsis bilançolarını müzakere ve tasdik etmek, Basının, Ankara, İstanbul ve İzmir'dekiler gibi miktar ve kalite bakımlarından önem kazanan diğer şehirlerde şubeler açılmasına karar vermek, Kurumun yıllık safi kazancının % 5 inden az olmamak şartıyla, basında fikren veya bedenen çalışanların sendikalarına ve derneklerine yardımda bulunmak, Kurumun görevlerine dâhil diğer işleri, gündeme müsteniden veya üyelerin teklifi üzerine görüşüp karara bağlamak, Bu kanunla kendisine verilen diğer işleri görmek.” | Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/6723 | Başvuru, Basın İlan Kurumu genel kurul üyeliğinin kamu görevi kabul edilerek bu görevden ayrılmama nedeniyle milletvekili adaylığının Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından iptal edilmesinin seçilme hakkını ihlal ettiği iddiası hakkındadır. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumuna ait nakil aracı içinde uzun süre, tek başına ve havalandırma olmadan bekletilme nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Silahlı terör örgütüne üye olma başta olmak üzere çeşitli suçlardan hapis cezasına çarptırılan başvurucu, Tarsus 3 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümözlü olarak tutulmaktadır. Başvurucu 18/3/2019 tarihinde kuruma ait nakil aracıyla Tarsus Devlet Hastanesine getirilmiş ve araç içinde bekletilmiştir. Başvurucu 20/3/2019 tarihli dilekçeyle tarih/mekân bilgisi de vererek, hastanede nezarethane bulunmasına rağmen kilitli araç içinde elleri kelepçeli olarak, uzun süre bekletilmek suretiyle insanlık dışı muameleye tabi tutulduğunu, kamera kayıtlarının incelenmesi gerektiğini belirtmiş; ilgili kamu görevlilerinden şikâyetçi olmuştur. Tarsus Cumhuriyet Başsavcılığı -Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kayıtlarından anlaşıldığı kadarıyla- herhangi bir araştırmada bulunmadan, inceleme yapmadan 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin(6) numaralı fıkrası uyarınca iddianın soyut ve genel nitelikte olduğu, herhangi bir suç unsuru bulunmadığı gerekçesiyle 28/3/2019 tarihinde soruşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucunun yaptığı itiraz Tarsus Sulh Ceza Hâkimliği tarafından itiraza konu karardaki gerekçenin yeterli olduğu ifade edilerek 31/5/2019 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu 18/6/2019 tarihinde kesin hükmü öğrenmesinin ardından 24/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22532 | Başvuru, ceza infaz kurumuna ait nakil aracı içinde uzun süre, tek başına ve havalandırma olmadan bekletilme nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında kolluk görevlilerinin orantısız güç kullanımına maruz kalındığından bahisle suç duyurusunda bulunulması üzerine soruşturma izni verilmemesine ilişkin işleme karşı yapılan itirazın süre yönünden reddedilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Diyarbakır Valiliği (Valilik) daha önce kalabalık gruplara yönelik gerçekleştirilen terör saldırılarını gerekçe gösterdiği 30/9/2019 tarihli kararıyla on beş gün süreyle Diyarbakır'da toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yasaklamıştır. Başvurucu 12/10/2019 tarihinde Diyarbakır'da belediye başkanlıklarına kayyım atanmasını protesto etmek amacıyla oturma eylemine katılmak istemiştir. Kolluk görevlileri söz konusu oturma eyleminin gerçekleştirilmemesine yönelik Valilik kararını başvurucu ile başvurucunun mensup olduğu siyasi parti üyelerine tebliğ etmiş ve dağılmalarını istemiştir. Kolluk görevlileri ile başvurucu arasında yaşanan arbede neticesinde tutulan tutanaklara göre iki kolluk görevlisi yaralanmış, başvurucu da yaralandığını belirterek aynı gün genel adli muayene raporu almıştır. Başvurucu 15/10/2019 tarihinde kendisini yaraladıklarını, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını kullanmasını engelledikleri gerekçesiyle kasten yaralama ve görevi kötüye kullanma suçlarına yönelik olarak ilgili kamu görevlileri hakkında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) suç duyurusunda bulunmuştur. Başsavcılık, Emniyet Müdür Yardımcısı N.nin başvurucuyu yaraladığına ilişkin iddia nedeniyle görevi kötüye kullanma suçu kapsamında soruşturma izni verilip verilmeyeceğinin belirlenmesi için ön inceleme raporu hazırlanması amacıyla dosyayı Valiliğe göndermiştir. Valilik, suç duyurusunda belirtilen hususlar kapsamında görevini kötüye kullanan herhangi bir kamu görevlisinin tespit edilemediğini belirterek dosyanın işlemden kaldırılmasına karar vermiştir. Karar 15/1/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Valilik kararına karşı başvurucu 27/1/2020 tarihinde Gaziantep Bölge İdare Mahkemesine (Mahkeme) itirazda bulunmuştur. Mahkeme, itiraza konu işlemin başvurucuya 15/1/2020 tarihinde tebliğ edildiğini, ilgili mevzuatta itiraz süresinin on gün olarak belirlendiğini, başvurucunun en geç 25/1/2020 tarihinde itiraz etmesi gerekirken 27/1/2020 tarihinde itiraz ettiğini belirterek süre aşımı yönünden itirazın incelenmesine olanak bulunmadığına oyçokluğuyla karar vermiştir. Karara katılmayan Mahkeme üyesi; itiraza konu işlemde başvuru yolu ve süresinin gösterilmediğini, hak arama hürriyeti ile yerleşik yargı kararları uyarınca genel dava açma süresine tabi olmayan durumların ilgililere bildirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme kararı başvurucuya 7/12/2020 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 15/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuruda bulunulmasından sonra Başsavcılık 8/1/2021 tarihinde soruşturma izni verilmemesi sebebiyle dosyanın işlemden kaldırılmasına karar vermiştir. Kararda kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde sulh ceza hâkimliğine itiraz edilebileceği belirtilmiştir. Söz konusu karar 21/3/2021 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu karara itiraz etmemiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/38250 | Başvuru, toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında kolluk görevlilerinin orantısız güç kullanımına maruz kalındığından bahisle suç duyurusunda bulunulması üzerine soruşturma izni verilmemesine ilişkin işleme karşı yapılan itirazın süre yönünden reddedilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, göreve son verilmeye dayanak yapılan ceza davasında zamanaşımından düşme kararı verildiği hâlde göreve başlatılmama nedeniyle açılan davada masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiası hakkındadır. Başvuru, 21/2/2013 tarihinde doğrudan Anayasa Mahkemesine yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde tespit edilen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 10/8/2015 tarihli görüş yazısı 17/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı cevaplarını 31/8/2015 tarihinde sunmuştur A. Olaylar Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: İmam hatip olarak görev yapmakta iken hakkında yapılan bir ihbar üzerine başlatılan soruşturma sonucu başvurucunun görevine son verilmiş ve aynı zamanda “Hizbullah terör örgütünün sair efradı olmak” suçundan aleyhine kamu davası açılmıştır. Başvurucunun görevine son verilmesi işlemine karşı açtığı dava Diyarbakır İdare Mahkemesinin 20/4/2006 tarihli ve E.2000/709, K.2006/451 sayılı kararıyla reddedilmiş, karar Danıştay Onikinci Dairesinin 23/5/2008 tarihli ve E.2006/5841, K.2008/3080 sayılı ilamıyla onanmıştır. Başvurucu hakkında açılan ceza davasında ise Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin E.1995/375, K.2008/133 sayılı kararı ile davanın zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, Ceza Mahkemesi kararının ardından göreve dönme istemiyle Diyanet İşleri Başkanlığına başvurmuş; başvurusu 20/6/2008 tarihli ve 3555 sayılı işlemle reddedilmiştir. Başvurucu tarafından, anılan işlemin iptali istemiyle açılan davada Ankara İdare Mahkemesi 17/2/2009 tarihli ve E.2008/1534, K.2009/253 sayılı kararı ile davayı reddetmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:“Bir kamu görevine açıktan veya yeniden atama yapmak konusunda idarelere takdir yetkisinin tanınmış bulunduğu, idarenin bu konuda yargı kararı ile zorlanamayacağı, diğer bir ifadeyle idari işlem niteliğinde yargı kararı verilemeyeceği, ancak bu takdir yetkisinin de mutlak olmayıp, kamu yararı ve hizmet gerekleriyle sınırlı olduğu, takdire dayanan işlemlerin sebep ve maksat bakımından yargı denetimine bağlı bulunduğu hususu idare hukukunun bilinen ilkelerindendir. Bir başka ifadeyle, bu takdir yetkisi açıktan atamaya ilişkin bir işlemde kullanılmış ise, bunun kadro, ihtiyaç hizmet gerekleri ve atama isteminde bulunan kişinin kişisel konumu gibi durumlar dikkate alınarak kullanılıp kullanılmadığının yargı merciince incelenmesi idari eylem ve işlem niteliğinde karar vermeyi değil, idari işlemin sebep ve maksat yönlerinden yargı denetiminin işlevini sağlamak olarak kabulü gerekir. Dosyanın incelenmesinden, davacının Mardin İli Nusaybin İlçesi, Durucasu beldesi Camii İmam Hatibi olarak görev yapmakta iken hakkında yapılan soruşturma sonucunda davacının Hizbullah terör örgütüne özgeçmiş ve fotoğraf verdiği bu vesile ile örgütün sair mensuplarından olmayı kabul ettiği ve örgüt adına çeşitli faaliyetlerde bulunduğu bu nedenle davalı idarece davacının siyasi amaçlı devleti yıkmaya yönelik yasadışı terör örgütü ile ilişkisi olması nedeniyle Diyanet İşleri Başkanlığı Sınav Atama Nakil ve Görevde Yükselme Yönetmeliğinin maddesinde belirtilen şartları kaybettiği anlaşılan davacı hakkında 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 98/b maddesi uyarınca görevine son verildiği bu işleme karşı Diyarbakır İdare Mahkemesinin 2000/709 esasına kayden dava açıldığı ve mahkemenin 2006 gün ve E:2000/709, K:2006/451 nolu kararıyla davanın reddedildiği ve bu kararın Danıştay Dairesinin 2008 gün ve E:2006/5841, K:2008/3080 nolu kararıyla onandığı anlaşılmıştır. Bilindiği üzere, din görevlilerinin, görevlerini ifası sırasında ve gündelik yaşantıları itibariyle eğitici olmaları ve yanlış inanışları düzeltici davranışlar içerisinde din adamı imajına uygun olarak davranış sergilemeleri gerekmektedir. Dava konusu olayda ise Hizbullah terör örgütüne özgeçmiş ve fotoğraf vererek örgütün mensubu olma yönünde irade koyan ve örgüt adına sair faaliyetlerde bulunması nedeniylede görevine son verilen davacının bu işleme karşı açtığı davanın Diyarbakır İdare Mahkemesi kararıyla reddedilerek söz konusu Kararın Danıştay Dairesi kararıyla onanması karşısında davacının yeniden eski görevine atanması hususunda davalı idarenin sahip olduğu takdir yetkisinin davalı idarece değerlendirilerek hizmetin özelliği ve hassasiyeti dikkate alınarak atanmama yönünde kullanılmasında hukuka aykırılık görülmemiştir. Her ne kadar davacı tarafından, “Hizbullah Terör Örgütünün Sair Efradı Olmak” suçundan cezalandırılması istemi ile hakkında açılan kamu davasının görüldüğü Diyarbakır 2 nolu Ağır Ceza Mahkemesinin 2008 gün ve E:1995/375, K:2008/133 nolu kararıyla hakkında beraat kararı verildiği bu nedenle suçsuz olduğunun mahkeme kararıyla ortaya konulması nedeniyle yeniden görevine iade edilmesi gerektiği ileri sürülmekte ise de; söz konusu mahkeme kararında suç türünün zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırıldığı belirtildiğinden bu durumun suçun varlığını ortadan kaldırmadığı da açık olup bu yöndeki iddiaları dava konusu işlemi sakatlar nitelikte görülmemiştir.” Temyiz talebi Danıştay Onikinci Dairesinin 19/3/2012 tarihli ve E.2009/5047, K.2012/1618 sayılı ilamıyla reddedilerek karar onanmıştır. Karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 2/11/2012 tarihli ve E.2012/7569, K.2012/7361 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 22/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapmıştır.B. İlgili Hukuk 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Memurluğun sona ermesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Devlet memurlarının a) Bu kanun hükümlerine göre memurluktan çıkarılması; b) Memurluğa alınma şartlarından her hangi birini taşımadığının sonradan anlaşılması veya memurlukları sırasında bu şartlardan her hangi birini kaybetmesi; c) …hallerinde memurluğu sona erer.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1503 | Başvuru, göreve son verilmeye dayanak yapılan ceza davasında zamanaşımından düşme kararı verildiği hâlde göreve başlatılmama nedeniyle açılan davada masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiası hakkındadır. | 1 |
Başvuru, murisin 3/8/1999 tarihinde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetmesi ve faili meçhul kalan ölüm olayı nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddine ilişkin işleme karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle yaşam ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 16/8/2013 tarihinde Batman İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvurucular bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuşlardır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 24/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 05/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 6/1/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Feyziye Kılıç'ın eşi, diğer başvurucuların babası olan S.K., Batman ili Bağlar Mahallesi'nde 3/8/1999 tarihinde uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirmiştir. Başvuruculardan Fevziye Kılıç, Mahsum Kılıç, Bahar Kılıç, Hogır Kılıç, İhsan Kılıç, Halil Kılıç, Nimet Kılıç, Medet Kılıç, Rozelin Kılıç, Fırat Kılıç ve Aydın Kılıç 1/11/2004 tarihinde, diğer başvurucular 1/6/2005 tarihinde murislerinin ölüm olayı nedeniyle uğradıkları zararların karşılanması için 5233 sayılı Kanun hükümlerinden yararlandırılmaları istemiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon)başvurmuşlardır. Komisyon; Fevziye Kılıç, Mahsum Kılıç, Bahar Kılıç, Hogır Kılıç, İhsan Kılıç, Halil Kılıç, Nimet Kılıç, Medet Kılıç, Rozelin Kılıç, Fırat Kılıç ve Aydın Kılıç'ın başvurusuna ilişkin olarak 29/4/2005 tarihli ve 2005/139 sayılı kararı ileolayın meydana geldiği tarihlerde Batman ilinde terör eylemleri ile silahla faili meçhul kalan öldürme suçlarının yoğunluğu dikkate alınarak başvurucuların murisi S.K.nın terör eylemlerinin hedefi olduğu kanısına vardığından anılan başvuruyu kabul ederek yaptığı hesaplama sonucu belirlediği 035 TL’nin başvurucuların miras payları oranında ödenmesine karar vermiş ancak başvuruculara ödeme yapılmadan önce Batman Emniyet Müdürlüğünden alınan yazıda ölüm olayının alacak verecek meselesinden kaynaklandığının bildirilmesi üzerine 24/6/2005 tarihli ve 2005/306 sayılı karar ile ödeme yapılması yönünde aldığı ilk kararın iptaline ve başvurunun reddine karar vermiştir. Diğer başvurucuların başvurusu ise yine Batman Emniyet Müdürlüğünden alınan yazı kapsamında Komisyonun 24/6/2005 tarihli ve 2005/307 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Başvurucular, murisin ölüm olayının 5233 sayılı Kanun kapsamına girdiğini belirterek yapılan başvuruların reddine ilişkin Komisyonun 24/6/2005 tarihli, 306 ve 307 sayılı kararlarının iptali ile 000 TL maddi tazminatın idari işlemin tesis edildiği tarihten itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tahsili istemiyle Batman Valiliği (İdare) aleyhine 18/11/2005 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesinde dava açmışlardır. Diyarbakır İdare Mahkemesinin 14/12/2007 tarihli ve E.2005/2259, K.2007/1844 sayılı kararıyla dava konusu işlemin iptaline, tazminat isteminin reddine karar vermiştir. Kararın ilgili gerekçesi şöyledir:“... ölüm olayının alacak sebebiyle meydana geldiği yönündeki iddialar anılan Mahkeme kararıyla sabit görülmediği halde, sanıkların emniyette verdikleri ifadelerine dayanılarak davalı İdarece başvurunun reddedilmesinde hukuka uyarlılık bulunmamaktadır....... davalı idarenin ret sebebinde hukuka uyarlılık görülmemekle birlikte, olayın terör eyleminin sonucu olduğu yönünde herhangi bir emare olmaksızın bütün faili meçhul adam öldürme olaylarının terör eylemi olarak sayılmasına ve 5233 sayılı Yasa kapsamında değerlendirmesine olanak bulunmadığından, olayın failleri ve sebepleriyle ilgili olarak devam eden adli ve idari tahkikat sonucuna göre 5233 sayılı Yasa kapsamında tekrar değerlendirme yapılarak karar verilmesi gerekeceğinden, tazminat isteminin bu aşamada kabulüne olanak bulunmadığı…” Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 9/5/2012 tarihli ve E.2011/9317, K.2012/2745 sayılı ilamıylaİlk Derece Mahkemesi kararı bozulmuştur. İlgili gerekçe şöyledir:“... 5233 sayılı Kanun uyarınca idarenin tazminat ödemekle sorumlu tutulabilmesi için meydana gelen zararın terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle doğduğunun açıkça ortaya konulması gerekmektedir. … olayla ilgili olarak Batman Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan yargılamada, aralarındaki borç meselesi nedeniyle sanık olarak yargılanan kişilerin beraatlerine karar verildiği, ancak dosyadaki bilgi ve belgelerden, davacılar murisinin öldürülmesi olayının terör eylemleri nedeniyle doğduğu veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle gerçekleştirildiği hususunun bir takım delil ve tespitlerle ortaya konulamadığı görülmüştür. Bu, durumda faili meçhul cinayet kapsamındaki ölüm olayının, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle doğduğu hususunun somut olarak delil ve tespitlerle ortaya konulamaması nedeniyle, davacıların 5233 sayılı Kanun uyarınca yaptıkları başvurunun reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığından, temyize konu mahkeme kararında hukuki isabet bulunmamaktadır…” Bozma ilamından sonra Diyarbakır İdare Mahkemesi 20/9/2012 tarihli ve E.2012/805, K.2012/1116 sayılı kararıyla davanın yetki yönünden reddine, dosyanın yetkili Batman İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Batman İdare Mahkemesince bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda 28/11/2012 tarihli ve E.2012/5820, K.2012/5812 sayılı karar ile davanın reddine karar verilmiştir. İlgili gerekçe şöyledir:“…faili meçhul cinayet kapsamındaki ölüm olayının, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle doğduğu hususunun somut olarak delil ve tespitlerle ortaya konulmaması nedeniyle, davacıların 5233 sayılı Kanun uyarınca yaptıkları başvurunun reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır…” Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 28/3/2013 tarihli ve E.2013/5827, K.2013/2454 sayılı ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Karar, başvuruculara 17/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 16/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun'un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar'ın maddesi (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-24). 5233 sayılı Kanun'un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun'un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: "Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. ... Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6645 | Başvuru, murisin 3/8/1999 tarihinde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetmesi ve faili meçhul kalan ölüm olayı nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddine ilişkin işleme karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle yaşam ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemesi sonunda verilen kararların tebliğ edilmemesi ve tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/5/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca diğer iddialar yönünden kabul edilemezlik kararı verilerek bu kararda incelenen şikâyetler yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde sona ermiştir. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu, Kara Kuvvetleri Komutanlığında albay rütbesiyle subay olarak görev yapmaktayken Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından başlatılan darbe teşebbüsüne yönelik soruşturmalar kapsamında 28/8/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başsavcılık 2/9/2016 tarihinde başvurucuyu anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan tutuklanması istemiyle sulh ceza hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucu, aynı tarihte Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan sorgusunun ardından anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan tutuklanmıştır. Başsavcılık 30/3/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından cezalandırılması istemiyle hakkında kamu davası açmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) iddianame kabul edilmiş ve E.2017/46 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Başvurucu şikâyete konu süreçte 8/2/2020 tarihinde tutukluluk hâline dair beyanlarını mahkeme önünde dile getirme imkânına sahip olmuştur. Mahkeme başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkeme daha önce alınan karar gereği başvurucunun tutukluluk durumunu 6/3/2020 tarihinde dosya üzerinden incelemiş ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Bu karara yapılan itiraz da Ankara Ağır Ceza Mahkemesince dosya üzerinden incelenerek 6/6/2020 tarihinde reddedilmiştir. Mahkemece dava dosyası 16/3/2020 tarihinde resen ele alınarak 17/3/2020 ve 21/5/2020 tarihleri arasında yapılması gereken duruşmanın 30/3/2020 ve 21/5/2020 tarihleri arasına ertelenmesine karar verilmiş, 27/3/2020 tarihinde ise COVID-19 salgınının önlenmesine yönelik tedbirler kapsamında dava dosyası Mahkemece tekrar resen ele alınarak duruşmanın 4/5/2020 ve 21/5/2020 tarihleri arasında yapılmasına, başvurucunun tutukluluk durumunun 3/4/2020 ve 30/4/2020 tarihlerinde dosya üzerinden incelenmesine karar verilmiştir. Mahkemece başvurucunun tutukluluk durumu daha önce alınan karar gereği 3/4/2020 ve 30/4/2020 tarihlerinde dosya üzerinden incelenerek başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Bu kararlara yapılan itirazlar da Ankara Ağır Ceza Mahkemesince dosya üzerinden incelenerek 1/6/2020 ve 2/6/2020 tarihlerinde reddedilmiştir. Mahkemece dava dosyası COVID-19 salgınının önlenmesine yönelik tedbirler kapsamında 30/4/2020 tarihinde resen ele alınarak 4/5/2020 ve 21/5/2020 tarihleri arasında yapılması gereken duruşmanın 6/7/2020 ve 14/8/2020 tarihlerine ertelenmesine, başvurucunun tutukluluk durumunun 29/5/2020 tarihinde dosya üzerinden incelenmesine karar verilmiştir. Bununla birlikte Mahkeme 21/5/2020 tarihinde dava dosyasını tekrar resen ele alarak başvurucunun da aralarında bulunduğu sanıkların mahkeme önüne çıktığı son tarihi gözeterek tutukluluk incelemesinin duruşma açılıp 28-29/5/2020 tarihlerinde yapılmasına karar vermiştir. Başvurucu 20/5/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkemece 28-29/5/2020 tarihlerinde yapılan tutukluluk incelemesine başvurucu, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile katılmış; yapılan değerlendirme sonucunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Mahkeme 31/12/2020 tarihli duruşmada başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan müebbet hapis cezası, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan ise beş yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf aşamasında derdesttir. A. İlgili Mevzuat 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir. (2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tutukluluğun incelenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir. (2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir. (3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen,i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,k) (Ek: 11/4/2013-6459/17 md.) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan, kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler" 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'na eklenen geçici maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç yıl süreyle; 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar veya örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından:...c) Tutukluluğa itiraz ve tahliye talepleri dosya üzerinden karara bağlanabilir. Tahliye talepleri en geç otuzar günlük sürelerle tutukluluğun incelenmesi ile birlikte dosya üzerinden karara bağlanabilir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 108 inci maddesi uyarınca yapılan tutukluluğun incelenmesi en geç, otuzar günlük sürelerle dosya üzerinden, doksanar günlük sürelerle kişi veya müdafi dinlenilmek suretiyle resen yapılır.” 25/3/2020 tarihli ve 7226 sayılı Kanun'un geçici maddesi şöyledir:"(1) Covid-19 salgın hastalığının ülkemizde görülmüş olması sebebiyle yargı alanındaki hak kayıplarının önlenmesi amacıyla;a) Dava açma, icra takibi başlatma, başvuru, şikâyet, itiraz, ihtar, bildirim, ibraz ve zamanaşımı süreleri, hak düşürücü süreler ve zorunlu idari başvuru süreleri de dâhil olmak üzere bir hakkın doğumu, kullanımı veya sona ermesine ilişkin tüm süreler; 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile usul hükmü içeren diğer kanunlarda taraflar bakımından belirlenen süreler ve bu kapsamda hâkim tarafından tayin edilen süreler ile arabuluculuk ve uzlaştırma kurumlarındaki süreler 13/3/2020 (bu tarih dâhil) tarihinden,b) 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu ile takip hukukuna ilişkin diğer kanunlarda belirlenen süreler ve bu kapsamda hâkim veya icra ve iflas daireleri tarafından tayin edilen süreler; nafaka alacaklarına ilişkin icra takipleri hariç olmak üzere tüm icra ve iflas takipleri, taraf ve takip işlemleri, yeni icra ve iflas takip taleplerinin alınması, ihtiyati haciz kararlarının icra ve infazına ilişkin işlemler 22/3/2020 (bu tarih dâhil) tarihinden, itibaren 30/4/2020 (bu tarih dâhil) tarihine kadar durur. Bu süreler, durma süresinin sona erdiği günü takip eden günden itibaren işlemeye başlar. Durma süresinin başladığı tarih itibarıyla, bitimine on beş gün ve daha az kalmış olan süreler, durma süresinin sona erdiği günü takip eden günden başlamak üzere on beş gün uzamış sayılır. Salgının devam etmesi halinde Cumhurbaşkanı durma süresini altı ayı geçmemek üzere bir kez uzatabilir ve bu döneme ilişkin kapsamı daraltabilir. Bu kararlar Resmî Gazete’de yayımlanır. (2) Aşağıdaki süreler bu maddenin kapsamı dışındadır:a) Suç ve ceza, kabahat ve idari yaptırım ile disiplin hapsi ve tazyik hapsi için kanunlarda düzenlenen zamanaşımı süreleri.b) 5271 sayılı Kanunda düzenlenen koruma tedbirlerine ilişkin süreler.c) 6100 sayılı Kanunda düzenlenen ihtiyati tedbiri tamamlayan işlemlere ilişkin süreler.(3) 2004 sayılı Kanun ile takip hukukuna ilişkin diğer kanunlar kapsamında;a) İcra ve iflas daireleri tarafından mal veya haklara ilişkin olarak ilan edilmiş olan satış gününün durma süresi içinde kalması halinde, bu mal veya haklar için durma süresinden sonra yeni bir talep aranmaksızın icra ve iflas dairelerince satış günü verilir. Bu durumda satış ilanı sadece elektronik ortamda yapılır ve ilan için ücret alınmaz,b) Durma süresi içinde rızaen yapılan ödemeler kabul edilir ve taraflardan biri, diğer tarafın lehine olan işlemlerin yapılmasını talep edebilir,c) Konkordato mühletinin alacaklı ve borçlu bakımından sonuçları, durma süresince devam eder,ç) İcra ve iflas hizmetlerinin aksamaması için gerekli olan diğer tedbirler alınır. (4) Durma süresince duruşmaların ve müzakerelerin ertelenmesi de dâhil olmak üzere alınması gereken diğer tüm tedbirler ile buna ilişkin usul ve esasları;a) Yargıtay ve Danıştay bakımından ilgili Başkanlar Kurulu,b) İlk derece adli ve idari yargı mercileri ile bölge adliye ve bölge idare mahkemeleri bakımından Hâkimler ve Savcılar Kurulu,c) Adalet hizmetleri bakımından Adalet Bakanlığı,belirler."B. Yargıtay Kararları Yargıtay Ceza Dairesinin 5/7/2018 tarihli ve E.2017/7338, K.2018/7621 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “...5271 sayılı CMK'nın koruma tedbirlerine dayalı tazminat isteme koşullarını düzenleyen 142/1 maddesinde, karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabileceği belirtilmekle birlikte, bazı hallerde tazminat talebinin dayanağı olan ceza dava dosyası ya da soruşturma dosyasında esas hakkında bir karar verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi gerekmez. Keza, gözaltı süresi yasada açıkça belirtilmiş olup, kişinin yasadaki bu süre içinde hakim önüne çıkarılıp, çıkarılmadığının saptanmasının davanın esasıyla herhangi bir ilgisi bulunmadığı gibi bu konudaki talepler hakkında karar verilmesi için davanın esası hakkında karar verilmesine de gerek bulunmamaktadır.Yine aynı şekilde, kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan, Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan, yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan, yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen, ya da hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen kişilerin tazminat istemleri konusunda, asıl davada hüküm verilmesini veya verilen hükmün kesinleşmesini beklemeye gerek bulunmamaktadır. Zira bu talepler, asıl davanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı talepler değildir ...” Yargıtay Ceza Dairesinin 14/12/2015 tarihli ve E.2014/19906, K.2015/19237 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Davacının tazminat talebinin reddine ilişkin hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:Davacı vekili 2013 tarihli dava dilekçesi ile müvekkilinin silahlı terör örgütü üyeliği suçundan 14/04/2012 tarihinde yakalandığını, üç gün gözaltında tutulduğunu, daha sonra 2012 tarihinde çıkarıldığı ... Özel yetkili (Mülga CMK. madde ile görevli) Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan ifadesi sonrası, tutuklanma talebiyle sevk edildiği (CMK Madde ile görevli) ... Ağır Ceza Mahkemesi Hakimliği'nce 2012 tarih ve 2012/35 sorgu sayılı karar ile tutuklanıp ... tipi Cezaevine gönderildiğini ve daha sonra müvekkili hakkında tutuklandığı suç dolayısıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK Madde ile görevli)'ca hazırlanan 12/04/2013 tarih, 2013/174 sayılı iddianame ile ... Ağır Ceza Mahkemesinin 2013/79 esas sayılı dosyasında kamu davası açıldığını, ilk duruşmaya 22/08/2013 tarihinde çıkabildiğini, müvekkilinin yakalanma anından itibaren yaklaşık 16 ay tutuklu bir vaziyette, hakim karşısına çıkarılmayarak çok uzun süre tutuklulukta kaldıktan sonra duruşmaya çıkarılmış olması nedeniyle CMK’nın l41/l-d maddesindeki makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmamış olması nedeniyle, 000 TL. manevi tazminatın, yakalama tarihinden itibaren faizi ile birlikte, yargılama harç ve masraflarının ve vekalet ücretinin davalı hazineden alınarak taraflarına verilmesini talep etmiş, mahkemece yapılan inceleme ve değerlendirme sonunda '... Ağır Ceza Mahkemesinin 2013/79 esas sayılı ceza dosyasında davacı (sanık) hakkında yapılan yargılamanın devam ettiğini, CMK’nın 142/ maddesi gereğince karar ve hükümlerin kesinleşmesi şartının gerçekleşmediği' gerekçesiyle dava dilekçesinin CMK’nın 142/ maddesi gereğince reddine karar verilmiş itiraz üzerine inceleme yapan ... Ağır Ceza Mahkemesinin 2014 tarih, 2014/1024 değişik iş sayılı kararı ile verilen kararın temyizi kabil kararlardan olduğu gerekçesi ile itiraz yönünde karar verilmesine yer olmadığına dair kararı üzerine esasa ilişkin kararın temyizi kabil olduğu kabul edilerek dosya incelendi, gereği düşünüldü;1-5271 sayılı CMK’nın tazminat istemenin koşulları başlığını taşıyan maddesinde;'Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde' bulunulabileceği hükme bağlanmış ve kanundaki bu düzenleme nedeniyle, tazminat istemine konu davaların esasıyla ilgili verilen kararların kesinleşmesi veya verilen kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararların kesinleşmesinden itibaren dava açma süresinin başlayacağı kabul edilmiş, yerleşik uygulama bugüne kadar da bu şekilde sürdürülmüştür.Ancak; 5271 sayılı CMK’nın; 'Tazminat istemi' başlıklı maddesi incelendiğinde, bir kısım tazminat nedenleri konusunda karar verilmesi için, davanın esasıyla ilgili bir kararın verilmesi zorunluluğunun bulunmadığı dolayısıyla bu nedenlere dayalı istemlerde, davanın sonuçlanmasına gerek bulunmadığı açıkça anlaşılmaktadır.Örneğin, gözaltı süresi yasada açıkça belirtilmiş olup, yasadaki bu süre içinde hakim önüne çıkarılıp, çıkarılmadığının saptanmasının davanın esasıyla herhangi bir ilgisi bulunmadığı gibi bu konudaki talep konusunda karar verilmesi için davanın esası hakkında karar verilmesine de gerek bulunmamaktadır. Yine aynı şekilde, kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan, kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan, yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan, yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen, ya da hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen kişilerin tazminat istemleri konusunda, asıl davada hüküm verilmesini veya verilen hükmün kesinleşmesini beklemeye gerek bulunmamaktadır. Somut olayda da tutukluluk süresinin uzun olduğu gerekçesi ile yasa ve mevzuat ihlali yapıldığına ilişkin iddiaya dayalı tazminat talebi asıl davanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı talep niteliğinde bulunmadığından hüküm verilmesine veya kesinleşmesine gerek bulunmamaktadır....Somut olayda tazminat isteminin haklı olup olmadığı irdelemesini yapacak olan mahkemenin temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunup bulunmadığının ve makul sürede yargılama merci huzuruna çıkarılıp çıkarılmadığının tespitidir....Bu çerçevede, dosya kapsamı itibariyle 2012 tarihinde tutuklanan tutukluluk hali farklı tarihlerde uzatılan sanık (davacı) hakkında 5271 sayılı CMK’nın 141/1-a,d maddeleri gereğince uzun süre tutukluluk halinin sürdürülmesi gerekçelerinin ve makul sürede hakkında karar verilip verilmediğinin ve dolayısıyla davacının manevi tazminata hak kazanıp kazanmadığının belirlenmesi açısından, hakkındaki soruşturma ve kovuşturma kapsamı incelenerek, soruşturma ve kovuşturmanın uzun sürmesinin nedenlerinin incelenmesi gerektiğinin anlaşılması karşısında, öncelikle tazminat istemine konu olan dayanak dosyadaki iddianame, davacıya (sanığa) ait tutuklama kararları, tutuklama inceleme tutanakları, davacı (sanık) ile ilgili tutanak ve belgeler getirtilip davacının taleplerinin incelenmesi gerektiğinin düşünülmemesi ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 19/son maddesi 'Hürriyeti kısıtlanan kişilerin en kısa zamanda bırakılmasının' sağlanmasını öngördüğü gibi yine Anayasa'nın 90/son maddesine göre, usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalardan olan ve uygulama önceliği olan, İnsan Hakları Sözleşmesinin 5/ maddesindeki 'Yakalanan veya tutuk durumda bulunan herkes hemen bir hakim veya adli görev yapmaya yasayla yetkili kılınmış diğer bir görevli önüne çıkarılır' düzenlemeleri ile birlikte 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 141/1-d maddesine göre, 'Kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen' kişilere de tazminat verilmesini öngördüğünden, soruşturma ve kovuşturma sürecinde tutukluluğun yasal dayanağının kalıp kalmadığı da irdelenerek, tutukluluk hali ve yargılama süreci yönünden makul sürenin aşıldığı iddiasının değerlendirilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi,...İsabetsiz olup ... [hükmün] BOZULMASINA ... oybirliğiyle karar verildi." Yargıtay Ceza Dairesinin 5/5/2014 tarihli ve E.2014/3087, K.2014/10836 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Davacının maddi tazminat talebinin reddi ile, manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne ilişkin hüküm, davalı vekili ve davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:Davacı vekili 2007 tarihli dilekçesi ile davacının kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul sürede yargılama mercii önüne çıkarılmadığı, serbest bırakılmadığı ve hakkında karar verilmediği nedeni ile 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat talebinde bulunulmuş olup, yapılan inceleme sonunda mahkemece, davacının tazminat talebinin dayanağı olan yargılandığı mahkemedeki davanın henüz sonuçlanmamış olması nedeniyle davanın CMK'nın 142/1 maddesi gereğince reddine dair, 2008 tarih ve 2007/320 esas, 2008/90 sayılı hükmünün davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine, Dairemizin 2012 tarih, 2012/25534 esas, 2012/22659 karar sayılı ilamı ile, davacı vekilinin sair temyiz itirazları reddedildikten sonra, '2006 tarihinde tutuklanan sanık (davacı) hakkında 2007 tarihli iddianame ile kamu davası açıldığı, tensiple birlikte tutukluluğun devamına karar verildiği, sanığın değişik cezaevlerine nakli dolayısıyla 2007 tarihinde savunmasının talimatla alındığı ve 2007 tarihinde yargılandığı mahkeme huzuruna çıkarılıp serbest bırakıldığı, davacının 5271 sayılı CMK'nın 141/1-d maddesindeki Kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmadığı' ve yargılandığı mahkemede hazır bulundurulmadığından tazminata hak kazandığı, Dairemizin 2012 tarih ve 2011/15700 esas ve 2012/9187 karar ve 2012 tarih ve 2012/20227 ve 18818 sayılı kararlarında da belirtildiği gibi bir kısım koruma tedbirleri nedeniyle sanıklar hakkındaki davaların sonuçlanmasının gerekmediği, devam eden davada davacının beraat etmesi halinde de ayrıca CMK'nın 141/1-e maddesindeki 'Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilenler' kapsamında tazminat talep edebileceği hususu gözetilmeden 'Tazminat istemine konu davanın derdest olup sonuçlanmadığı ve kesinleşmediği' gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi,' nedeniyle bozulmuş olup; 5271 sayılı CMK’nın; 'Tazminat istemi' başlıklı maddesi incelendiğinde, bir kısım tazminat nedenleri konusunda karar verilmesi için, davanın esasıyla ilgili bir kararın verilmesi zorunluluğunun bulunmadığı dolayısıyla bu nedenlere dayalı istemlerde, davanın sonuçlanmasına gerek bulunmadığı yasal düzenlemeden açıkça anlaşılmaktadır. Örneğin, gözaltı süresi yasada açıkça belirtilmiş olup, yasadaki bu süre içinde hakim önüne çıkarılıp, çıkarılmadığının saptanmasının davanın esasıyla herhangi bir ilgisi bulunmadığı gibi bu konudaki talep konusunda karar verilmesi için davanın esası hakkında karar verilmesine de gerek bulunmamaktadır. Yine aynı şekilde, kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan, kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan, yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan, yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen, ya da hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen, kişilerin tazminat istemleri konusunda, asıl davada hüküm verilmesinin veya verilen hükmün kesinleşmesinin beklenmesine gerek bulunmamaktadır. Zira bu talepler, asıl davanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı talepler değildir.Bu kapsamda somut olay incelendiğinde; 2006 tarihinde tutuklanan sanık (davacı) hakkında 2007 tarihli iddianame ile kamu davası açıldığı, tensiple birlikte tutukluluğun devamına karar verildiği, sanığın değişik cezaevlerine nakli dolayısıyla 2007 tarihinde talimatla savunmasının alındığı ve 2007 tarihinde yargılandığı mahkeme huzuruna çıkarılıp serbest bırakıldığı, kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmadığı ve yargılandığı mahkemede hazır bulundurulmadığı ve 5271 sayılı CMK.nun 141/1-d maddesi gereğince manevi tazminata hak kazandığı, bunun için davanın sonuçlanmasının ve beraat etmesinin gerekmediği, her ne kadar davacı maddi tazminat isteminde bulunmuş ise de, davanın tutuklu sanığın (davacının) makul sürede yargılama mercii önüne çıkarılmamış olmasına dayalı olması, bu aşamada maddi bir kaybının oluşmamış olması, yargılandığı davada beraatine karar verilecek olması durumunda maddi zararlarını ayrıca isteyebilecek olması gerekçesiyle maddi tazminat talebinin reddi ile, manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne ilişkin hükümde isabetsizlik görülmemiştir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/14766 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemesi sonunda verilen kararların tebliğ edilmemesi ve tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun ziyaretçi listesindeki kişilerden biri hakkında ziyaret izni verilmemesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, terör örgütüne üye olma suçundan Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) tutuklu olarak bulunmaktadır. Kurum 30/1/2019 tarihli kararıyla başvurucunun üç kişilik ziyaretçi listesinde bulunan bir kişi hakkında ziyaret izni verilmemesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmelerine ilişkin Yönetmelik'in (Ziyaret Yönetmeliği) maddesinin ikinci fıkrasında ceza infaz kurumu yönetimince, hükümlü ve tutuklular tarafından bildirilen ziyaretçiler hakkında gerekli görülmesi hâlinde ziyarette bulunmalarında sakınca bulunup bulunmadığı konusunda kolluk aracılığıyla araştırma yaptırılacağı, sakıncalı görülenlere ziyaret izni verilmeyeceği ve yeni ziyaretçinin bildirilmesi isteneceğinin hüküm altına alındığı belirtilmiştir. Kararda Denizli İl Emniyet Müdürlüğü'nün 14/1/2019 tarihli yazısında, ziyaretçi listesindeki İ.K. hakkında Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ)/ Paralel Devlet Yapılanması (PDY) silahlı terör örgütüne üye olma suçundan adli işlem yapıldığının anlaşıldığı, örgütle irtibaklı ve iltisaklı olduğu, yargılanma sürecinin ve örgütteki konumunun ne düzeyde olduğunun bilinmediği, söz konusu kişinin başvurucuyla açık görüş günlerinde birebir görüş yapmasının kurum güvenliği ile örgütsel haberleşme yönünden sakınca doğuracağı ifade edilmiştir. Başvurucu Denizli İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) başvurarak Ceza İnfaz Kurulunun söz konusu kararının kaldırılması talebinde bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği 20/2/2019 tarihli kararıyla başvurucunun talebini Kurum kararında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı gerekçesiyle reddetmiştir. Başvurucu anılan karara itiraz etmiştir. Denizli Ağır Ceza Mahkemesi 7/3/2019 tarihinde kararda usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığını, işlemlerde herhangi bir eksiklik olmadığını, ispat bakımından değerlendirmenin yerinde olduğunu belirterek itirazın reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu nihai hükmü 13/3/2019 tarihinde tebliğ aldıktan sonra 9/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurucunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/12702 | Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun ziyaretçi listesindeki kişilerden biri hakkında ziyaret izni verilmemesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, trafik kazasından kaynaklanan maddi tazminat davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 10/6/2013 tarihinde açtığı davada başlayan yargısal süreç, Van Asliye Hukuk Mahkemesince verilen kararın Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/10/2020 tarihli onama kararına karşı karar düzeltme isteminde bulunulması üzerine halen devam etmektedir. Başvurucu, açtığı davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 24/6/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22268 | Başvuru, trafik kazasından kaynaklanan maddi tazminat davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumu disiplin kurulu kararına karşı yapılan şikâyetin infaz hâkimliği tarafından kabul edilmesi üzerine ilgili Cumhuriyet başsavcılığınca yapılan itirazın başvurucuya bildirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, hükümlü olarak Manisa T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucunun göndermek istediği bir mektupta yer alan ifadeler nedeniyle başlatılan soruşturma sonucunda Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu (Disiplin Kurulu) suç örgütlerinin eğitim ve propaganda faaliyetlerini yapma veya yaptırma eylemini gerçekleştirdiği gerekçesiyle başvurucu hakkında on beş gün hücreye koyma cezası verilmesine karar vermiştir. Başvurucu, Disiplin Kurulunun kararına karşı Manisa İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) şikâyette bulunmuştur. Hâkimlik Disiplin Kurulu kararına konu olan başvurucunun eyleminin disiplin cezasını gerektirecek niteliklere sahip olmadığını, mektupta yazdıklarını sadece bir kişiye iletme kastıyla hareket ettiğini belirtmiştir. İnfaz Hâkimliği verilen disiplin cezası ile başvurucunun eyleminin uyuşmadığını tespit ederek şikâyetin kabulüne karar vermiştir. Manisa Cumhuriyet Başsavcılığı, Disiplin Kurulu kararının hukuka uygun olduğunu belirterek İnfaz Hâkimliğinin iptal kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtiraz dilekçesi başvurucuya tebliğ edilmemiştir. İtirazı değerlendiren Manisa Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabulü ile İnfaz Hâkimliğinin kararının kaldırılmasına kesin olarak karar vermiştir. Ağır Ceza Mahkemesi kararında bir gerekçe belirtmeksizin "İncelenen dosya içeriğine göre, Savcısı ... itirazları yerinde görülmekle... hücreye koyma cezasına yapılan itirazın kabulüne dair verilen Manisa İnfaz Hakimliğinin 26/06/2019 tarihli kararına itirazının kabulüne dair aşağıdaki karar kurulmuştur." ifadesine yer verilmiştir. Başvurucu nihai kararı 5/8/2019 tarihinde öğrendikten sonra 21/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/30431 | Başvuru, ceza infaz kurumu disiplin kurulu kararına karşı yapılan şikâyetin infaz hâkimliği tarafından kabul edilmesi üzerine ilgili Cumhuriyet başsavcılığınca yapılan itirazın başvurucuya bildirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tıbbî hata sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm olayı ile ilgili olarak etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşama hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. Başvuru 20/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun kızı B. öksürük ve hırıltılı solunum şikâyetiyle Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Devlet Hastanesi) götürülmüş ve burada pnömoni-immün yetmezlik tanısıyla yatışı yapılmıştır. B. bu hastanede bir süre kaldıktan sonra 25/6/2013 tarihinde genel durumunun iyiye gittiği gerekçesiyle taburcu olmuştur. B., taburcu olduktan sonra durumunun kötüleşmesi üzerine bu kez 29/6/2013 tarihinde Adana'da bulunan bir özel hastaneye götürülmüş ve burada yapılan muayenesi sonucunda hastane yetkilileri tarafından tedavisi için yatışının yapılması gerektiği yakınlarına bildirilmiştir.Yakınları, B.yi evine götürmüşler ancak durumunun kötüleşmesi üzerine aynı özel hastaneye yeniden getirmişlerdir. B. burada yapılan tüm müdahalelere rağmen yaşamını yitirmiştir. A. Ceza Soruşturması Süreci Başvurucu, kızı hakkında düzenlenen Devlet Hastanesi raporunda İmmünoloji Polikliniği olan bir üst merkeze sevkinin planlandığı belirtilmesine rağmen akciğer dinleme bulgularının gerilediği ve genel durumunun iyiye gittiği gerekçesiyle taburcu edilmesinin ardından yaşamını yitirdiğini ileri sürerek kızının teşhis ve tedavi sürecinde görev alan doktorlar hakkında Adana Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucunun bu şikâyeti üzerine olaya ilişkin soruşturma başlatan Cumhuriyet Başsavcılığı, söz konusu doktorlar hakkında 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümleri çerçevesinde Adana Valiliğinden soruşturma izni istemiştir. Valilik 8/10/2013 tarihli kararıyla soruşturma izni vermemiş, başvurucunun bu karara itirazı Adana Bölge İdare Mahkemesinin 15/1/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.B. Tazminat Davası Süreci UYAP üzerinden yapılan incelemede başvurucu ve eşinin, kızlarının ölümünde idarenin hizmet kusuru bulunduğunu ve ölüm nedeniyle maddi ve manevi zarara uğradıklarını ileri sürerek Sağlık Bakanlığı aleyhine Adana İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tazminat davası açtıkları görülmüştür.Bu davada Adli Tıp Kurumu Birinci İhtisas Kurulundan alınan raporda, B.nin tetkik ve tedavi işlemlerinin tıp kurallarına uygun olduğu ve Devlet Hastanesi ile özel hastanede görev yapan doktorların kusurlarının bulunmadığı belirtilmiştir. Mahkeme 30/1/2015 tarihinde davayı oyçokluğuyla reddetmiş, başvurucu ve eşi bu kararı temyiz etmiştir. Bu karara muhalif olan Mahkeme Üyesi, kamu hizmeti ile zarar arasında illiyet bağı olduğunu ve bu nedenle kusursuz sorumluluğa gidilmesinin hak ve nasafet kurallarına daha uygun olacağını belirtmiştir. Söz konusu karar, Danıştay incelemesi aşamasında olup henüz kesinleşmemiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4052 | Başvuru, tıbbî hata sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm olayı ile ilgili olarak etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşama hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından başvurucunun bu kararda incelenen şikâyeti haricindeki diğer iddialarının kabul edilemez olduğuna, karara konu olan iddianın kabul edilebilirlik incelemesinin ise Bölüm tarafından yapılmasına ve adli yardım talebinin kabul edilmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Başvurucu, en son Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi üyesi olarak görev yapmıştır. Darbe teşebbüsünden sonra başvurucu hakkında Konya Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından ağır cezalık suçüstü hâli bulunduğu değerlendirilerek FETÖ/PDY'nin hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) 16/7/2016 tarihinde başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına karar vermiş, 24/8/2016 tarihinde ise başvurucuyu meslekten çıkarmıştır. Başvurucu, Başsavcılık tarafından 18/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 19/7/2016 tarihinde Başsavcılıkta ifade vermiştir. Başvurucu ifadesinde özetle örgüt üyesi olmadığını, 2009 yılında Elâzığ İdare Mahkemesine üye olarak atandığını, 2011 yılında ise aynı Mahkemeye başkan olarak görevlendirildiğini, başkan olmasında dönem arkadaşı olan başka bir hâkimin ısrarının ve mahkemenin diğer üyelerinin farklı yerlere tayin olmasının etkili olduğunu, 2014 yılı kararnamesiyle de hizmet gereği ve sürenin dolması nedeniyle Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi üyeliğine atandığını, Gaziantep'e atanmak için herhangi bir talebinin bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucu, Savcılık tarafından üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle Konya Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu, Konya Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan sorgusunun ardından 19/7/2016 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Tutuklama kararının ilgili kısmı şöyledir:"Şüpheli B.P.nin üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunun vasıf ve mahiyeti, şüphelinin üyesi olduğu iddia edilen FETÖ örgütünün milli güvenlik kurulu tarafından terör örgütü olarak tespit edilmesi, FETÖ terör örgütünün mensubu olduğu belirtilen TSK da görevli bir kısım askeri unsurların mevcut anayasal düzeni değiştirmeye ve T. Hükumetini ortadan kaldırmaya yönelik silahlı darbe girişimi, şüphelinin üyesi olduğu iddia edilen örgütün çok gizli ve sistematik bir şekilde bir çok kamu kurumunda örgütlenmesi, şüpheli ile ilgili olarak iddia edilen suçlamaya bağlı tüm delillerin henüz tam olarak toplanmamış oluşu, şüpheli ile ilgili olarak HSYK tarafından yürütülen araştırma ve soruşturma kapsamında şüphelinin adı geçen örgüte üye olduğu yönünde tespitinin yapılarak şüphelinin bu iddiaya bağlı olarak meslekten açığa alınmış olması ve soruşturma izni verilmesi yönündeki 16/7/2016 tarih ve 2016/345 karar nolu HSYK Dairesi kararı ile 16/7/2016 tarih ve 2016/7900 dosya-2016/9052 karar sayılı HSYK Dairesi kararları, olayla ilgili olarak düzenlenen tutanaklar, şüphelinin beyanı, görgü tespit, arama ve yakalama tutanakları, mevcut dosya kapsamı göz önüne alınarak kuvvetli suç şüphesinin varlığına ilişkin tutuklama sebebinin varlığı, atılı suçun CMK.nun 100/ maddesinde sayılmış katalog suçlardan olması ve iş bu suçun adı geçen maddenin amir hükmü gereğince bir özel tutuklama sebebinin varlığına kanuni karine olarak kabul etmesinden kaynaklanan özel tutuklama sebeplerinin varlığı, Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde bulunan Fetullahçı Terör örgütü mensuplarınca gerçekleştirilen Türkiye Cumhuriyeti anayasal düzenine cebren değiştirmeye teşebbüs etmek, cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ve meclisini ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek suçları nedeniyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturmaya başlanmış olup aynı örgüt yapılanması içerisinde şüphelinin de üye olarak yer aldığının belirlenmesi iddiası, eylemin temadi ettiğinin iddia olunması, bu haliyle açığa alınma kararı da birlikte değerlendirildiğinde adli kontrol tedbirinin uygulanması suretiyle serbest bırakılması halinde haklarındaki delilleri karartma ihtimalinin görülmesi, ayrıca şüphelinin tutuklama yerine adli kontrol yükümlülüğü altına konulmasının bu kurumun şüphelinin ihtiyarına bağlı olarak işlemesi, şüphelinin dilediğinde bu kurumun kurallarına riayet etmeme iktidarının bulunup bu kurallara riayet edeceği yönünde vicdani kanaatin oluşmaması nedeniyle şüpheli hakkında adli kontrol altına alınma tedbirinin yeterli görülmemesi, şüphelinin üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olmak suçunun ihtiva ettiği cezanın alt ve üst sınırları gözetilerek tutuklama tedbirine müracaat etmede ölçüsüzlük görülmediğinden, şüpheli ve müdafinin serbest bırakılma taleplerinin reddi ile, şüpheli B.P.nin, silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan dolayı, 2802 sk.'nın 94 maddesi atfıyla CMK.nın 100 ve devamı maddeleri gereğince TUTUKLANMASINA... [karar verildi.]" Başsavcılık başvurucu hakkındaki soruşturmanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmesinin gerektiğini belirterek yetkisizlik kararı vermiştir. Başvurucu, bu süreçte tutukluluğun devamına yönelik kararlara müteaddit defa itiraz etmiş ancak itirazları reddedilmiştir. Başvurucu; bireysel başvurusuna konu tutukluluk hâlinin devamına dair verilen Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 8/12/2016 tarihli kararına karşı süresinde itiraz etmesine karşın bu itirazına herhangi bir cevap verilmediğini belirtmiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 8/12/2016 tarihinde verilen ve başvurucuya 21/12/2016 tarihinde tebliğ edilen tutukluluk hâlinin devamına dair karara karşı başvurucunun 26/12/2016 tarihli dilekçesiyle itiraz ettiği görülmektedir. Buna karşılık anılan itiraza ilişkin olarak herhangi bir karar verildiği tespit edilememiştir. Başvurucu 16/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucu hakkındaki soruşturmanın Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmesinin gerektiğini belirterek yetkisizlik kararı vermiştir. Soruşturma dosyasını devralan Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı 4/10/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle ilk derece mahkemesi sıfatını taşıyan Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinde (Mahkeme) kamu davası açmıştır. İddianamede, başvurucunun FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. İddianamede bu suçlamaya esas alınan olgular şöyle özetlenebilir: i. HSYK'nın 16/7/2016 tarihli kararı ile başvurucunun görevinden uzaklaştırıldığı, 24/8/2016 tarihli kararı ile meslekten ihraç edildiği ve bu kararın kesinleştiği belirtilmiştir. ii. Başvurucunun idari yargı hâkim adaylığı eğitimi döneminde Yıllık Albüm Kurulu üyeliği yaptığının tespit edildiği belirtilerek örgütün kendisine mensup hâkim ve Cumhuriyet savcısı adaylarının diğer adaylar arasında tanınması ve ön plana çıkartılması amacıyla adaylık dönemlerinde mezuniyet (yıllık) albüm kurullarının oluşturulduğu, yapıya mensup hâkim ve Cumhuriyet savcısı adaylarının bu kurullara üye veya başkan olarak seçilmesinin sağlandığı, bu şekilde albüm ve mezuniyet hazırlığı gibi faaliyetler gerekçe gösterilerek yapılan ziyaretlerle bu kişilerin kamu bürokrasisine ve yüksek yargı birimlerine tanıtılmasının hedeflendiği ifade edilmiştir.iii. Başvurucunun 2011 yılında Elâzığ İdare Mahkemesine başkan olarak atandığı, 2014 yılında yapılan HSYK üyeliğine ilişkin seçimden sonra ise Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi üyesi olarak görevlendirildiği ancak bu karara FETÖ/PDY üyesi oldukları iddiasıyla haklarında soruşturma yürütülen HSYK Birinci Dairesi üyelerinin muhalefet şerhi koyduğu, ayrıca başvurucu hakkında Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi üyesi olarak görev yaptığı sırada yapılan şikâyet üzerine HSYK Üçüncü Dairesinin inceleme izni verilmesine dair 19/1/2016 tarihli kararına yine aynı şekilde FETÖ/PDY üyesi oldukları gerekçesi ile haklarında soruşturma yürütülen üyelerin muhalefet şerhi koyduğu belirtilmiştir. İddianamede, sayılan bu hususların örgüt içindeki hiyerarşi dâhilinde başvurucuyu korumaya yönelik bir hareket tarzı olarak değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Mahkeme iddianamenin kabulüne karar vermiş ve başvurucu hakkındaki yargılama, Mahkemenin E.2017/1 sayılı dosyası üzerinden sürdürülmüştür. Mahkeme 14/11/2017 tarihinde yaptığı ilk duruşmada başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucunun savunmasının ilgili kısmı şöyledir:"... iddianamede bahsedilen yıllık albüm kurulunda yer almam ve Gaziantep BİM üyesi olarak atanmama ilişkin karara konulan muhalefet şerhi ile hakkımda inceleme izni verilmesine dair karardaki muhalefet şerhinden haberim olmamıştır, zira muhalefet şerhi koyan üçüncü kişilerin eylem ve işlemlerinden de sorumlu tutulmam hukuka aykırıdır, 13 yıllık meslek hayatımda işimi layıkıyla en iyi şekilde yapmaya çalıştım, şimdiye kadar istediğim hiç bir yere atanamadım, genelde de Ankara'nın doğusunda işlerin yoğun olduğu yerlerde çalıştım, 2005 yılında kura ile Ankara İdare Mahkemesi Üyeliğine atandım, burada 4 yıl çalıştıktan sonra 2009 yılında Elazığ İdare Mahkemesi Üyesi olarak göreve başladım, 2011 yılında mahkeme başkanı oldum, 2014 yılında da Gaziantep BİM'e üye olarak tayinim çıktı. ...Akçadağ Anadolu Öğretmen Lisesinde yatılı olarak okuduktan sonra 1997 yılında 9 Eylül Hukuk Fakültesini kazandım, 2001 yılında mezun oldum, fakülte yıllarında soy ismini hatırlamadığım Zeki isimli Malatya'lı olduğunu bildiğim ingilizce bölümünde öğretmenlik okuyan kişi ile beraber kaldık, kaldığımız evin adresini tam olarak hatırlamıyorum, 2002 yılı Aralık ayında İdari Yargı Hakimlik sınavını kazandım 2003 yılı başlarında da staja başladım, stajım yaklaşık 2 yıl sürdü, 2005 yılında da kura ile Ankara İdare Mahkemesi Üyeliğine atandım, stajımı Ankara ilinde yaptım, Ankara İlinde amcamın oğlu P. ile birlikte kaldım, nin Sayıştay Denetçisi olduğunu biliyorum, ile biz kalırken yanımıza ara sıra yine amcamın oğlu olan nin polis akademisinde okuyan kardeşi P. de yanımıza gelirdi, ben staj dönemindeki kaldığımız evin adresini hatırlamıyorum, kız kardeşim nin eşi S.nin Danıştay'da Tetkik Hakimi iken KHK ile ihraç olduğunu biliyorum, 0 505 .. numaralı telefon hattımı 2003 yılında kullanmaya başladım, 2014 yılına kadar kullandım, 2014 yılında akıllı telefon aldığımdan bu hattımı vadofone çevirdim, 2014 yılında HSYK seçimlerinde herhangi bir şekilde izin kullanmadım, seçim çalışmalarına katılmadım, sadece oyumu kullandım, sonucu öğrenmek için orada bulundum, herhangi bir şekilde bylock kullandığım, Bank Asya'ya para yatırdığım, örgüte müzahir okullara çocuklarımı gönderdiğim tespit edilememiştir....HSK'dan gelen yazı cevabı ekindeki CD'nin kopyasını aldım, inceledim, içeriğinde müfettiş soruşturması neticesinde hakkımda soruşturma açılmasına yer olmadığına dair karar vardır, bu da lehime bir durumdur, Gelen yazı cevaba bir diyeceğim yoktur, aleyhe bir durum söz konusu değildir, meslekten ihraç kararına karşı açtığım ve Danıştay Dairesinin 2017/2315 esasında görülen davada HSK savunma dilekçesinde, ihraç gerekçesi olarak somut bir iddia veya isnatta bulunmamıştır, savunma ekinde yine HSK'nın bu dosyaya gönderdiği inceleme izni kararı ve atama muhalefet şerhi bulunmaktadır, yazılı savunmalarımı ve ekindeki belgeleri sunuyorum... Ben kesinlikle örgütün talimatı ve örgütle bağlantılı olarak herhangi bir faaliyette bulunmadım. Aleyhimde herhangi bir beyan yoktur. Bylock isimli programı kullanmadım. Yıllık kurul üyeliğini sosyal bir faaliyet olarak yerine getirdim. Beraatime karar verilmesini talep ederim." Mahkeme, aynı tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine ve hakkında adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:" ...Sanığın tutuklulukta geçirdiği süre, delillerin büyük ölçüde toplanmış olması, karartılması veya yok edilmesi ihtimalinin mevcut olmaması nazara alınarak CMK'nın 109/3-a maddesi gereğince yurt dışına çıkış yasağı getirilmek sureti ile Adli Kontrol Tedbirine hükmedilerek BİHAKKIN TAHLİYESİNE ... [karar verildi]." HSYK Üçüncü Dairesinin 19/1/2016 tarihli kararıyla -iddianamede yer alan ve başvurucu hakkında inceleme iznini içeren- başlayan süreç sonucunda verilen Hâkimler ve Savcılar Kurulu Birinci Dairesinin 2018/1923 sayılı ve 1/3/2018 tarihli kararı, 16/1/2018 tarihli duruşmada okunarak yargılama dosyasına dâhil edilmiştir. Bu kararda, başvurucu hakkında Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi üyesi olarak görev yaptığı dönemde yapılan ve inceleme izni verilen şikâyete ilişkin olarak soruşturma yapılmasına yer olmadığına karar verildiği görülmüştür. Yapılan yargılama sonunda Mahkemenin 26/3/2019 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan beraatine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Sanığın staj döneminde yıllık albüm kurulunda yer almasının, mahkeme başkanlığına atanmasının, Gaziantep BİM üyesi olarak atanmasına dair karara FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi oldukları gerekçesi ile haklarında soruşturma yürütülen kurul üyelerinin muhalefet şerhi koymasının ve HSYK Üçüncü Dairesinin inceleme izni verilmesine dair karara muhalefet şerhi konulmasının örgütsel faaliyet olarak yapıldığına ilişkin sanık savunmasının aksine somut ve yeterli delillerin bulunmadığı, sanığın mensup olduğu iddia edilen örgütle organik bağ içerisine girip sürekli şekilde çeşitlilik ve yoğunluk gösteren eylemlerde bulunduğuna ilişkin başkaca mahkumiyetine yeterli, inandırıcı delilin de bulunmadığı anlaşılmakla, şüpheden sanığın yararlanacağına ilişkin evrensel ceza hukuku ilkesi ile varsayıma dayalı hüküm kurulamayacağı gözetilerek, sanığın atılı suçtan beraatine... [karar verildi.]" Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı, hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle karara karşı temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla yargılama temyiz aşamasında derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39; Yıldırım Turan [GK], B. No: 2017/10536, 4/6/2020, §§ 27- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/7804 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, başvurucu hakkında yurt dışına çıkamamak şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.A. Bireysel Başvuruya Konu Süreç 1981 doğumlu olan başvurucu; olayların meydana geldiği tarihte bir vakfın proje koordinatörü olarak çalışmaktadır. Başvurucu 2013 yılından 2019 yılına kadar vakfın Türkiye ofisinde proje koordinatörü olarak çalışmış, akabinde vakfın Doğu ve Güneydoğu Avrupa Bölge Ofisi proje müdürü olarak Sofya'ya gitmiştir. Başvurucu 23/6/2018 tarihinde sosyal medya hesabından "Ntv ve CNN Türk yaklaşık 20 dakika verebildi. Bakalım Habertürk ne zaman yayını kesecek #Tamam #Maltepe" ve "Cumhuriyet tarihinin en kalabalık mitingini görmezden gelip başçalanın Esenyurt mitingini dakika dakika veren Ntv, Habertürk ve CNN Türk'e de yarın #Tamam #Maltepe" şeklinde paylaşımlarda bulunmuştur. Söz konusu paylaşımlar üzerine başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) 2018/109840 sayılı dosyası ile halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme ve cumhurbaşkanına hakaret suçlarından soruşturma başlatılmıştır. 24/6/2018 tarihinde gözaltına alınan başvurucu, bir gün gözaltında tutulmuş ve sonrasında Başsavcılık tarafından anılan suçlardan tutuklama talebiyle nöbetçi sulh ceza hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu; sorgu aşamasındaki ifadesinde, paylaşımları kendisinin yaptığını, söz konusu paylaşımların medyanın tarafsızlığına yönelik eleştiri mahiyeti taşıdığını, paylaşımlarının maksadını aştığını ve akabinde sosyal medya hesabını kapattığını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca ailesinin Almanya'da ikamet ettiğini de beyan etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) 25/6/2018 tarihinde başvurucunun yurt dışına çıkamamak ve belirlenen yerlere başvurmak şeklinde adli kontrol tedbirlerine tabi tutulmasına karar vermiştir. Hâkimlik gerekçesinde; başvurucunun sosyal medya paylaşımlarının yalnızca cumhurbaşkanına hakaret suçuna vücut verebileceği, söz konusu suça ilişkin cezanın alt sınırı nazara alındığında da adli kontrol tedbirlerinin amaca daha uygun olduğunu belirtmiştir. Hâkimlik devamında delillerin büyük oranda toplanmış olduğunu, delillerin kaybolma veya karartılma şüphesi bulunmadığını ifade etmiştir. Vakfın Türkiye temsilciliğinde proje koordinatörü olduğunu belirten başvurucu, mesleği ve işyerindeki görev tanımı gereği sık sık yurt dışına çıkması gerektiğini ileri sürerek yurt dışında bulunmasını gerektirir tarihleri içeren evrakı da dilekçesine eklemek suretiyle 6/8/2018 tarihinde Hâkimlikten adli kontrol tedbirine ilişkin kararların kaldırılmasını itiraz yoluyla talep etmiştir. İtirazı inceleyen İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, adli kontrol kararına ilişkin verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek 13/8/2018 tarihinde itirazı reddetmiştir. Başvurucu söz konusu karara aynı gerekçelerle itiraz etmiş ve itiraz inceleyen İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 6/9/2018 tarihinde itirazı kesin olarak reddetmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 12/9/2018 tarihinde öğrendikten sonra 4/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Bireysel Başvuru Sonrası Süreç Başsavcılığın 8/1/2019 tarihli ve 2018/109840 soruşturma sayılı iddianamesiyle başvurucu hakkında cumhurbaşkanına hakaret suçundan kamu davası açılmış, aynı tarihte Başsavcılık başvurucu hakkında belirlenen yerlere başvurmak şeklinde uygulanan adli kontrol tedbirinin resen kaldırılmasına karar vermiştir. Başvurucu hakkında açılan davanın görüldüğü İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 14/1/2019 tarihli tensip zaptıyla başvurucu hakkında yurt dışına çıkamamak şeklinde uygulanan adli kontrol tedbirinin devamına, 31/1/2019 tarihinde ise başvuru konusu adli kontrol tedbirinin kaldırılmasına karar vermiştir. Yapılan yargılama sonucunda İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin 8/10/2019 tarihli kararıyla başvurucunun cumhurbaşkanına hakaret suçundan 11 ay 20 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve başvurucu hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Anılan hüküm itirazın reddi kararı üzerine 25/10/2019 tarihinde kesinleşmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/30446 | Başvuru, başvurucu hakkında yurt dışına çıkamamak şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ayırma işlemi tesis edilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Hava Kuvvetleri Komutanlığında sözleşmeli astsubay olarak görev yapan başvurucunun sözleşme süresinin bitiminde 12/8/2014 tarihli işlemle sözleşmesinin yenilenmemesine karar verilmiştir. Başvurucu, sözleşmenin yenilenmemesi işleminin iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. AYİM Dairesinin 12/11/2014 tarihli kararıyla dava reddedilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 28/4/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 18/5/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/10569 | Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ayırma işlemi tesis edilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/64540 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Van Büyükşehir Belediyesi (Belediye) bünyesinde hizmet alım sözleşmesi kapsamında iş gören özel bir şirkete bağlı olarak (işveren) olarak çalışan başvurucunun iş sözleşmesi terör örgütü ile irtibat veya iltisak içinde olduğu şüphesi ile feshedilmiştir. Başvurucunun, feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade istemiyle açtığı dava Van İş Mahkemesinin 14/7/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Söz konusu karara karşı başvurucunun istinaf talebi ise Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi tarafından 21/12/2017 tarihinde reddedilmiştir. Son olarak Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/5/2018 tarihli kararıyla temyiz talebinin reddiyle Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına kesin olarak karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/652 | Başvuru; işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza davasında esaslı talep ve görüşlerin değerlendirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş bildirmeyeceğini ifade etmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1981 doğumlu olan başvurucu, olay tarihinde Ankara'da ikamet etmektedir. Başvurucu pek çok ülkede faaliyet gösteren Hizb-ut Tahrir isimli örgütün üyesi olduğu gerekçesiyle Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 27/9/2011 tarihli kararıyla 6 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmıştır. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"...1953 yılında Takuyiddin EN-NEBHANİ isimli şahıs tarafından Ürdün'de kurulan Hizb-ut Tahrir terör örgütünün ümmetçilik anlayışı kapsamında bir halifenin etrafında hilafet devleti kurmayı planladığı, halen Ata Ebu Reşte isimli örgüt başının organizasyonunda Ürdün, Suriye, Lübnan, Sudan, Kuveyt, Kudüs, Malezya ve Özbekistan gibi Müslüman ülkelerinin yanısıra batı ülkelerinde örgütlendiği, örgütün kültürlenme, halk ile bütünleşme ve halkı örgütledikten sonra şeri esaslara göre islam devletini kurma şeklinde üç aşamalı yöntem belirlediği, 1997 yılından bu yana vilayet olarak nitelendirdikleri Türkiye'de yapılanma faaliyetlerini vilayet sorumlusu/mutemedi/emiri önderliğinde üst yapı, eyalet komitesi/vilayet encümeni, bölge sorumluları, nakipler, mahalliyeciler ,müsrifler ve darisler şeklinde alt kadrosu ile hiyerarşik bir yapıda oldukları, örgütün "Köklü Değişim" isimli yayın organı ile propaganda faaliyetlerini Takuyiddin EN-NEBHANİ'nin kitapları, Köklü Değişim Dergileri, internet sitelerinde yapmış oldukları yayınlar ve Bölge Sorumluları, Nakipler vasıtasıyla sempatizanlara toplantılar yapmak suretiyle gerçekleştirdikleri, Türkiye'nin değişik illerinde örgüt mensupları tarafından haftanın belirli günlerinde ve ayda bir kez merkezden gelen sorumlunun başkanlığında değerlendirme amaçlı toplantı yaptıkları ve toplantılarda hiyerarşik yapı içerisinde örgüt elemanlarının üstlerine faaliyet raporu sundukları anlaşılmış,Örgüte yapılan operasyonlar sonucunda, örgüte ait hücre evlerde birden fazla silah ve ağır silah ele geçmiş olup örgüt mensuplarının her ne kadar vehamet arzedici silahlı bir eyleme katılmadıkları görülmüşse de ele geçen silahların niteliği ve adedi, örgütün amaç ve faaliyetleri göz önüne alındığında, Yargıtay () Ceza Dairesinin müstekâr kararları doğrultusunda Hizb-ut Tahrir örgütü, 5237 Sayılı TCK.nun 314/ maddesinde yer bulan silahlı terör örgütü olarak kabul edilmiştir.Tüm bu açıklamalar ışığında,Sanık Mahmut Oğuz'un yapılan ev aramasında ; Aylık çıkan "Köklü Değişim" Dergisinin 2004-2005-2006- 2007-2008 yıllarına ait çok sayıda dergiler, üzerinde "İslami hilafet Nizamının Şer'i esasları" yazılı Köklü Değişim dergileri, yine "İstiklal ", "Ribat ", "Misak " yazılı dergiler ,136 adet CD ve DVD arasında ve üzerinde "İslami Ümmete Sıcak Bir Çağrı" Hizb-ut tahrir Türkiye Vilayeti antedi bulunan 2 adet CD içeriğinde İslami içerikli belgesel formatında hazırlanmış propaganda görüntülerinin ele geçirildiği...Sanıklar Mahmut Oğuz, ...'ın tespit edilen telefon görüşme içerikleri incelendiğinde, Hakkında Ergenekon terör Örgütü kapsamında soruşturma yürütülerek bu dosyadan ayrılan ... ile birlikte haftalık ve aylık toplantılar düzenledikleri, bu toplantılara kimliği tespit edilemeyen Kazım isimli kişinin de katıldığı, bu toplantılarda sanık Mahmut Oğuz'un diğer sanıklara Köklü Değişim isimli dergileri verdiği ve toplantılarda Köklü Değişim isimli dergileri, Hizb-ut tahrir isimli kitapları okudukları, Hilafetin kaldırılması ve Raşidi Hilafet Devletinin yeniden kurulması ile ilgili CD leri toplu olarak izledikleri, bu toplantıları sırasıyla içlerinden birinin evinde gerçekleştirdikleri, toplanacakları tarih ve yerin ilk olarak sanıklardan Mahmut Oğuz'un diğer sanıklardan herhangi birine ulaşması ve görüşmesi ile belirlendiği, Mahmut Oğuz'un görüştüğü kişinin diğer sanıklara ulaşarak toplantıyı organize ettiği, sanıklardan herhangi birinin mazereti nedeniyle katılamaması durumunda toplantının herkesin uygun olacağı ve katılabileceği bir tarihe ertelendiği, sanıklar ... ve ...'ın yapmış oldukları bir telefon görüşmesinde organize ettikleri toplantı ile ilgili olarak halka yapmaktan bahsettikleri, yine sanık ... ile ...'ın yapacakları toplantıdan celse diye bahsettikleri, sanıklardan ... ve ...'in ... ile birlikte Filistin'e cihada gitmeye karar verip bu yönde hazırlık yaptıkları böylece sanıklar Mahmut Oğuz, ...ın örgüte eleman kazandırma, örgüte taban oluşturma çabaları doğrultusunda propaganda amaçlı sohbetler yapmak, bildiri ve ler dağıtmak, örgütsel dökümanlar düzenlemek, örgütün kurucusunun eserlerini bulundurmak şeklindeki eylemlerinin örgütle organik bağ oluşturacak şekilde, süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gösterdiği, bu şekildeki eylemlerinin terör örgütü boyutuna ulaştığı kanaatine varılarak mahkememizce eylemlerine uyan 3713 Sayılı yasa 7/1 maddesi yollamasıyla 5237 Sayılı TCK.nun 314/ maddesi gereğince cezalandırılmalarına karar verilmesi gerektiği anlaşılmıştır. Anılan karar, Yargıtay Ceza Dairesince 2/6/2014 tarihinde düzeltilerek onanmıştır. Başvurucu, onama kararından 1/8/2014 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiştir. Başvurucu 19/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Emniyet Genel Müdürlüğünün Hizb-ut Tahrir örgütüne ilişkin raporu ve bu örgütle ilgili mahkeme kararları için Yılmaz Çelik ([GK], B. No: 2014/13117, 19/7/2018, §§ 23-29) kararına bakılabilir. İlgili hukuk kaynakları için Yılmaz Çelik (aynı kararda bkz. §§ 30, 31) kararına bakılabilir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13516 | Başvuru, ceza davasında esaslı talep ve görüşlerin değerlendirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılama devam ederken kamu görevinden ihraç edilme sebebiyle davanın konusunun kalmadığından bahisle uyuşmazlığın esasına yönelik talebin karara bağlanmaması nedeniyle karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2018/1833 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucuların bir kısmı, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuşlardır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir. Başvurucular, haklarında tesis edilen farklı nitelikteki idari işlemlerin iptali talebiyle idare mahkemelerinde dava açmışlardır. İptal davasına ilişkin yargılamalar devam ederken başvurucuların olağanüstü hâl kapsamında alınan tedbirlere ilişkin kanun hükmünde kararnameler gereğince kamu görevinden ihraç edildikleri gerekçesiyle bir kısım davalar yönünden davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına, bir kısım davalar yönünden ise davanın incelenmeksizin reddine karar verilmiştir. Nihai karar başvuruculara muhtelif tarihlerde tebliğ edilmiştir. Başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk İlgili Kanun 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (a) bendi şöyledir:" İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları" 2577 sayılı Kanun'un "Dilekçeler üzerine ilk inceleme" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Dilekçeler, ...c) Ehliyet,...yönlerinden sırasıyla incelenir." 2577 sayılı Kanun'un "İlk inceleme üzerine verilecek kararlar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;...b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine,...Karar verilir." 1/2/2018 tarih ve 7075 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un “Komisyonun oluşumu” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Anayasanın 120 nci maddesi kapsamında ilan edilen ve 21/7/2016 tarihli ve 1116 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararıyla onaylanan olağanüstü hal kapsamında, terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle başka bir idari işlem tesis edilmeksizin doğrudan kanun hükmünde kararname hükümleri ile tesis edilen işlemlere ilişkin başvuruları değerlendirmek ve karara bağlamak üzere Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu kurulmuştur." 7075 sayılı Kanun'un “Komisyonunun görevleri” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “(1) Komisyon, olağanüstü hal kapsamında doğrudan kanun hükmünde kararnameler ile tesis edilen aşağıdaki işlemler hakkındaki başvuruları değerlendirip karar verir.a) Kamu görevinden, meslekten veya görev yapılan teşkilattan çıkarma ya dailişiğin kesilmesi...." 7075 sayılı Kanun'un "Yargı denetimi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Komisyon kararlarına karşı Hâkimler ve Savcılar Kurulunca belirlenecek Ankara idare mahkemelerinde ilgilinin en son görev yaptığı kurum veya kuruluş aleyhine iptal davası açılabilir. Bu davalarda ayrıca Cumhurbaşkanlığına ve Komisyona husumet yöneltilemez." Danıştay İçtihadı Danıştay İkinci Dairesinin 3/11/2008 tarihli ve E.2008/3586, K.2008/4247 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"Dava, davacı tarafından ... Lisesi Müdürü olarak görev yaptığı dönemde hakkında 70 puanla orta düzeyde düzenlenen 2006 yılı sicil raporunun iptali istemiyle açılmıştır.İstanbul İdare Mahkemesince davacının yargılama devam ederken emekliye ayrıldığı, sicil raporunun iptalini isteme konusunda güncel bir menfaat ilişkisinin kalmadığı gerekçesiyle ... davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmiştir....2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun maddesinin 1/a bendinde iptal davaları, "idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan" davalar olarak tanımlanmaktadır.Maddede öngörülen menfaat ihlali koşulu, bu tür davaların kabulü ve dinlenilebilmesi için aranılan koşullardan biridir. Gerek doktrin gerekse yargısal içtihatlarda bu şart, subjektif ehliyet şartı olarak kabul edilmekte, ancak ne tür bir menfaat ihlalinin gerçek ve tüzel kişilere iptal davasını açma hakkı sağladığını gösterecek kesin bir ölçü ortaya konulamamakta ve bu ilişki kural olarak iptal davasına konu olan kararın niteliğine göre saptanmaktadır.Genelde kişisel, meşru ve güncel bir menfaatin varlığı ve bunların ihlali, menfaat ilişkisinin kurulmasında yeterli sayılmakta ve bu husus davanın niteliğine ve özelliğine göre idari yargı mercilerince belirlenmekte, davacının idari işlemle ciddi ve makul, maddi ve manevi bir ilişkisinin bulunduğunun anlaşılması, dava açma ehliyetinin varlığı için yeterli sayılmaktadır....Bu durumda, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun emeklilerin yeniden kamu hizmetine alınmasını düzenleyen maddesi ve Devlet memurlarından 6 yıllık sicil notu ortalaması 90 ve daha yukarı olanların aylık derecelerinin yükseltilmesinde dikkate alınmak üzere bir kademe ilerlemesi uygulanacağını hüküm altına alan maddesi uyarınca davacı hakkında düzenlenen sicil raporu ve sicil notunun önem kazandığı ve davacının menfaatini doğrudan ilgilendirdiği gibi, sicil amirlerince olumsuz düşüncelerle orta düzeyde düzenlenen uyuşmazlık konusu sicil raporu ile davacı arasında manevi ilişkinin de devam etmesi karşısında, uyuşmazlığın esası incelenerek hüküm kurulması gerekirken, davacının güncel bir menfaat ilişkisinin kalmadığı gerekçesiyle davanın [reddi] yolundaki İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.Açıklanan nedenlerle, kararın bozulmasına..." Danıştay Beşinci Dairesinin 15/12/2014 tarihli ve E.2012/2143, K.2014/9343 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"Dava,koruma ve güvenlik görevlisi olarak görev yapmakta iken tutukluluk hali nedeniyle görevden uzaklaştırılan davacının, memuriyet görevine başlatılması ve 1/3 oranında kesilen maaşının ödenmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin 2010 tarihli işlemin iptali istemiyle açılmıştır.İstanbul İdare Mahkemesince ... davacının,2010 tarihinde hizmetli kadrosunda göreve başlatıldığı, 2010 tarihinde de malulen emekli olduğu anlaşılmakla, memuriyet görevine dönmek istemiyle yaptığı başvurunun reddinden kaynaklanan uyuşmazlık yönünden davanın konusunun kalmadığı; ... davacının memuriyet görevine başlatılmamasına ilişkin kısmı yönünden davanın konusunun kalmaması nedeniyle uyuşmazlığın bu kısmı hakkında karar verilmesine yer olmadığına, maaşından yapılan kesintilerin ödenmesi talebinin reddine dair kısmı yönünden de davanın reddine karar verilmiştir....İptal davalarında, idari işlemlerin kuruldukları tarih itibariyle yargısal denetime tabi tutulmaları gerektiği kuşkusuzdur. İdare Hukukunun genel ilkelerine göre iptal davası açılabilmesi için, davacı ile dava konusu işlem arasında menfaat ilişkisinin varlığı yeterli olup, ayrıca bu işlemle menfaat ilişkisinin davanın sonuçlanmasına kadar devam etmesi aranmamaktadır.Davacının idari işlemle ilişkisinin davanın sonuçlanmasına kadar devam etmesini zorunlu tutmak, iptal davalarını sadece davacılar yönünden ortaya koyduğu sonuçlarla değerlendirmek ve bu davaların amacını ihmal etmek anlamını taşır. Bunun sonucu olarak, dava görülmeden önce alınacak yeni idari kararlarla davacının iptali istenilen işlemle ilişkisini kesmek ve böylece hukuka aykırılığı ileri sürülen işlemi yargısal denetim dışında bırakmak yolu açılmış olur. Bu durumda, yargısal denetimden amaç "hukuka uygunluk" denetimi olduğuna, yargısal denetim işlemin kurulduğu tarih itibariyle gerçekleştiğine ve yeni işlem tesis edilene kadar hukuki sonuç doğurduğuna göre, Mahkemece dava konusu işlemin hukuka uygunluğunun denetlenerek bir karar verilmesi gerekmekte iken dava konusu işlemden sonra kurulan 2010 günlü bir başka işlem ile davacının malulen emekli edildiği ve davanın konusuz kaldığından bahisle karar verilmesine yer olmadığına ilişkin olarak verilen kararda hukuki isabet görülmemiştir....Açıklanan nedenlerle, kararın bozulmasına..." Danıştay Onikinci Dairesinin 28/10/2015 tarihli ve E.2015/1273, K.2015/5657 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"Dava;... İl Özel İdaresi'nde genel sekreter olarak görev yapmakta iken 12 Haziran 2011 tarihinde yapılacak olan ... milletvekili genel seçimlerine katılmak için ... tarihinde istifa ederek görevinden ayrılan davacının, seçimler sonucunda eski görevine atanmak istemiyle yaptığı başvurusu üzerine İl Özel İdaresinde uzman kadrosuna atanmasına ilişkin [işlemin] iptali istemiyle açılmıştır.İdare Mahkemesince, ... davacının, seçimler sonucunda tekrar görevine dönebilmek amacıyla yapmış olduğu başvurusu neticesinde genel sekreterlik kadrosunun dolu olması nedeniyle İl Özel İdaresinde dereceli uzman kadrosuna atanmasına ilişkin dava konusu işlemlerde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir....Davalı idarece her ne kadar davacının ... tarihinde emeklilik isteminde bulunduğu ve bu isteği üzerine emekliye ayrıldığı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığının ... tarihli yazısından anlaşıldığından, iş bu davanın davacı yönünden hukuki bir yararının bulunmadığı gibi, davanın konusuz kaldığı ileri sürülmüş ise de; iptal davası açılabilmesi için davacının dava konusu işlem nedeniyle menfaatinin ihlal edilmiş olması yeterli olup, bu işlemle menfaat ilişkisini dava sonuna kadar sürdürmesi gerekmediğinden, davalı idarenin davacı emekli olduğundan davanın konusuz kaldığı yolundaki iddiasına da itibar edilmemiştir.... davacının, görevine dönme talebinde bulunduğu tarihte durumuna uygun eşdeğer görevlerin bulunup bulunmadığı hususunda gerekli ve yeterli inceleme yapılarak bir karar verilmesi gerekirken ... davanın reddi yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır." Danıştay Beşinci Dairesinin 19/12/2018 tarihli ve E.2018/3781, K.2018/18569 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"... Kanun Hükmünde Kararnamelerin eki listesinde isimlerine yer verilmek suretiyle başka bir işleme gerek kalmaksızın doğrudan kamu görevinden çıkartılan personelin açmış olduğu davalarda idare mahkemelerince, genellikle anılan Kanun Hükmünde Kararnamelerde söz konusu kamu görevinden çıkarılma konusunda idareye herhangi bir değerlendirme yapma ya da başka yönde işlem kurma yetki ve görevi verilmediği, kanun niteliğini taşıyan hukuki bir düzenleme ile kamu görevinden çıkarılma işlemi gerçekleştirildiği, dolayısıyla davalı idarece tesis edilmiş, idari davaya konu olabilecek bir idari işlemin bulunmadığı ve davanın esasının incelenmesine hukuken olanak bulunmadığı gerekçesiyle "davaların incelenmeksizin reddi yönünde" kararlar verilmiştir. Buna karşın, Kanun Hükmünde Kararnamelerde belirlenen usul ve esaslara göre personelin kendi kurumunda oluşturulan kurullar tarafından tesis edilen kamu görevinden çıkartılmaya ilişkin işlemlere karşı açılan davalarda, idare mahkemelerince uyuşmazlığın esasının incelenmesine devam edilmiştir.Bu arada, personelin kendi kurumunda oluşturulan kurul tarafından tesis edilen kamu görevinden çıkartılmaya ilişkin işlemlere karşı açılan davaların incelemesi devam ederken, aynı personelin bu kez Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu personeline İlişkin Alınan TedbirlereDair Kanun Hükmünde Kararnamelerin eki listesinde ismine yer verilmek suretiyle kamu görevinden çıkarıldığı hallerde, yasa hükmünde olan Kanun Hükmünde Kararname ile kamu görevinin herhangi bir işleme gerek kalmaksızın doğrudan sonlandırılmış olması karşısında, idare tarafından oluşturulan Kurulun tesis ettiği kararın kendiliğinden ortadan kalktığı ve davanın konusuz kaldığı gerekçesiyle kimi idare mahkemelerince dava hakkında "karar verilmesine yer olmadığı" yönünde kararlar verilmiştir.Bir idari işlem açıkça idare tarafından geri alınmadığı veya bir başka işlemle yürürlükten kaldırılmadığı ya da idare mahkemesince iptal edilmediği sürece hukuk aleminde varlığını sürdürecektir. Bu nedenle, Kanun Hükmünde Kararnamenin eki listelerde ismine yer verilmek suretiyle hiçbir idari işleme gerek kalmaksızın doğrudan kamu görevinin sonlandırılmasına karşı açılan davalarda idare mahkemelerince, Kanun Hükmünde Kararnamelerin kanun niteliği taşıdığı gerekçesiyle "incelenmeksizin ret" kararları verildiği de göz önünde bulundurulduğunda, personellerin kendi kurumunda oluşturulan kurullar tarafından kamu görevinden çıkarılmasına ilişkin işlemlere karşı açılan davaların (idari işlemden sonra çıkartılan Kanun Hükmünde Kararnamenin eki listesinde aynı personelin ismine yer verilmek suretiyle ikinci kez görevine son verilmiş olsa bile idari işlemin hukuken yürürlükte olması nedeniyle) esastan sonuçlandırılması gerektiği açıktır....Bu nedenle, anılan her iki işleme karşı açılan davalarda yargı yerlerince verilecek kararların uygulanması aşamasında ortaya çıkabilecek hukuki sorunların da önlenmesi amacıyla Mahkemece; öncelikle personelin ilgili Kanun Hükmünde Kararnamenin ekli listesinde isminin yer alması nedeniyle kamu görevinden çıkartılması işlemine karşı dava açıp açmadığı, dava açmış ise 7075 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun hükümleri gereğince dava dosyasının İnceleme Komisyonuna gönderilip gönderilmediği, Kanun Hükmünde Kararname ile kamu görevinden çıkarılmasına karşı dava açmamış (ya da dava açmış) olsa bile Komisyona başvurma hakkını da kullanabileceğinden, personelin Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonuna başvuruda bulunup bulunmadığı ve Komisyonca başvuru hakkında bir karar verilip verilmediği veya Kanun Hükmünde Kararnamenin eki listesinde ismine yer verilmek suretiyle kamu görevinden çıkarılmasının iptali istemiyle açılmış dava nedeniyle 7075 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun gereğince Komisyona gönderilmesi gereken bir dosyasının mevcut olup olmadığı (Komisyonca verilecek karar hem personelin hukuki durumunu hem de davacının çalıştığı kurum bünyesinde oluşturulan Kurul tarafından verilen kamu görevinden çıkarma işlemine karşı açtığı davada yargı mercilerince verilecek kararın hukuki sonucunu etkileyeceğinden) araştırılmalı, Komisyona başvurusu var ise, bu başvurunun sonucu beklenmeli, Komisyon kararına karşı dava açılmış ise, yukarıda açıklandığı üzere söz konusu iki davada verilecek kararlar birbirini etkileyeceğinden, öncelikle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 38 ve devamı maddelerinde yer alan "bağlantılı davalara ilişkin hükümler" dikkate alınarak değerlendirme yapılmalı, şayet personelin herhangi bir davası veya Komisyona başvurusu yok ise Anayasanın maddesiyle de koruma altına alınan hak arama hürriyetinin engellenmemesi adına, davacının çalıştığı kurum bünyesinde oluşturulan Kurul kararı ile ihraç edilmesi işleminin iptaline konu uyuşmazlığın esasının incelenerek bir karar verilmesi gerekmektedir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin maddesinin medeni hukuk alanına giren konularda uygulanabilirliği ilk olarak bir uyuşmazlığın varlığına bağlıdır. İkinci olarak uyuşmazlık en azından savunulabilir bir şekilde iç hukukta tanınmış olduğu söylenebilecek hak ve yükümlülükler ile ilgili olmalıdır. Son olarak ise bu hak ve yükümlülükler -her ne kadar bizzat madde bu hak ve yükümlülüklere Sözleşmeci devletlerin hukuk sistemi içinde belirli bir anlam atfetmese de- Sözleşme anlamında medeni nitelikte olmalıdır (James ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 81). AİHM; Sözleşme'nin maddesinin Sözleşmeci devletlerin iç hukukunda geçen bir hak için belirli bir anlam öngörmediğini, bir hakkın var olup olmadığını karara bağlamada ilke olarak iç hukuka başvurulacağını, ulusal mahkemelerin bu konudaki değerlendirmelerinden farklı bir sonuca ulaşılması için de güçlü gerekçelere sahip olunması gerektiğini, yetkililerin belli bir başvuran tarafından talep edilen tedbirin kabul edilip edilmemesine karar vermede takdir hakkını kullanıp kullanmadığının dikkate alınabileceğini hatta bu durumun belirleyici olabileceğini, bununla birlikte salt bir kanun hükmünün lafzında bir takdir unsurunun bulunmasının bir hakkın varlığını tek başına hükümsüz kılmayacağını, benzer durumlarda iddia edilen hakkın yerel mahkemelerce tanınması veya yerel mahkemelerin başvuranın talebinin esasını incelemesi hususunun da gözönüne alınması gerektiğini belirtmiştir (Boulois/Lüksemburg [BD], B. No: 37575/04, 3/4/2012, §§ 91-94). AİHM; mahkeme hakkının görünümlerinden biri olan karar hakkı ile ilgili Kutic/Hırvatistan (B. No: 48778/99, 1/3/2002) davasında yaptığı değerlendirmede ise Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının hukuki uyuşmazlıkların tespiti için mahkemeye erişim hakkını güvence altına aldığını yinelemekte ancak bu hakkın yalnızca dava açma hakkı ile sınırlı olmadığını, aynı zamanda mahkemenin uyuşmazlık konusundaki kararını elde etme hakkını da kapsadığını belirtmektedir. AİHM'e göre bir taraf devletin iç hukuk sistemi uyarınca bir birey tarafından açılan davaya ilişkin yürütülen yargılamalar neticesinde davanın nihai bir karara bağlanacağı garanti edilmeden bu kişinin bir mahkeme önünde hukuk davası açmasına izin verilmesi yanıltıcı olur. AİHM, Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının davacılara tanınan usule ilişkin güvenceleri -adil, aleni ve hızlı yargılama-, uyuşmazlıklarının nihai bir çözüme kavuşturulacağını garanti etmeksizin detaylı olarak açıklamasının anlamsız olacağına dikkat çekmektedir (Kutic/Hırvatistan, § 25). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/1833 | Başvuru, yargılama devam ederken kamu görevinden ihraç edilme sebebiyle davanın konusunun kalmadığından bahisle uyuşmazlığın esasına yönelik talebin karara bağlanmaması nedeniyle karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, önleyici tedbir kararının kaldırılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu ve eşi arasındaki 15/1/2019 tarihli boşanma davası başvuru tarihi itibarıyla devam etmektedir. Başvurucu; aleyhine tedbir istediği eşinin ve oğlunun kendisine kötü davranış, şiddet ve tehdit eylemlerinde bulundukları iddiasıyla 27/2/2019 tarihinde 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Hakkında Kanun kapsamında tedbir talebinde bulunmuştur. Mahkeme, 6284 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca üç ay süreyle geçerli olmak üzere önleyici tedbir uygulanmasına 28/2/2019 tarihinde karar vermiştir. Bu kararın süresi sona erdikten sonra 29/5/2019 tarihli kararla tedbir süresi üç ay uzatılmıştır. Anılan tedbir kararının süresi dolunca ise 29/8/2019 ve 1/11/2019 tarihlerinde tedbirlerin süresinin ikişer ay uzatılmasına karar verilmiştir. Öte yandan başvurucu lehine 1/11/2019 tarihinde verilen tedbirin uzatılmasına ilişkin karar itiraz üzerine 25/11/2019 tarihinde kesin olarak kaldırılmıştır. Akabinde başvurucu 16/12/2019 tarihinde 6284 sayılı Kanun gereğince yeniden tedbir talebinde bulunmuştur. Bu talep üzerine 16/12/2019 tarihinde üç ay süreyle tedbir kararı verilmiştir. Bu karara başvurucunun eşi itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde özetle anlaşmalı boşanma teklifi kabul edilmeyince ilk tedbir talebinde bulunduğunu, başvurucunun şiddet iddiasının gerçeği yansıtmadığını, hiçbir delille desteklenmediğini, verilen tedbirlere yönelik itirazlarının gerekçesiz şekilde reddedildiğini, bu nedenle Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunduğunu belirtmiştir. Bununla birlikte eşiyle uzun süredir yüz yüze görüşmediklerini, ancak ihtiyaç duyduğunda boşanma aşamasında olduğu eşine mesajlar gönderdiğini ve onu telefonla aradığını, şiddet tehdidi altında olan bir kişinin eşinden yardım istemesinin ve onu aramasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, bu iddialara ilişkin delillerini sunduğunu vurgulamıştır. Son olarak tedbir kararı bulunmadığı tarih aralığında eşiyle arasında herhangi bir şiddet olayı yaşamadığına ve kendisinin kötü niyetli olarak tedbir talep etme yoluna başvurduğuna işaret etmiştir. Başvurucunun eşinin itirazı üzerine İstanbul Anadolu Aile Mahkemesince (Mahkeme) tedbirlerin kaldırılmasına 9/1/2020 tarihinde karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; taraflar arasındaki diğer tedbir dosyalarının da ele alındığı belirtilerek tehlikelilik hâlinin varlığı durumunda herhangi bir belge veya bilgi aranmadan 6284 sayılı Kanun kapsamında tedbir kararı verildiği ancak somut olayda tehlikelilik hâlinin devam etmediği, bu hâlin ortadan kalktığı durumlarda 6284 sayılı Kanun'la verilebilecek tedbirlerin yaşam boyu sürdürülmesinin kanunun amacına da aykırı olacağı belirtilmiştir. Bunun yanında itiraza konu talep dilekçesinde 27/2/2019 tarihli dilekçede yer alan aynı olaya dayanıldığı, başka bir olayın belirtilmediği, ileri sürülen olayın gerçekleştiği kesin olarak kabul edilse dahi eylemin üzerinden geçen süre içinde tehlikeliliğin devam ettiğinin anlaşılamadığı, buna dair iddiada bulunulmadığı vurgulanmıştır. Anılan kararda ayrıca tedbirlerin ihlal edilmediği, ihlale dayalı bir iddia ileri sürülmediği, sunulan arama kaydı ve mesaj içerikleri de dikkate alınarak verilen tedbirlerin kaldırılması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Kararda itiraz yolu açık gösterildiğinden başvurucu karara karşı itiraz yoluna başvurmuştur. Mahkeme, verilen kararın kesin olduğunu ve sehven itiraz yolunun açık bırakıldığını belirterek itiraz hakkında karar verilmesine yer olmadığına dair kararı 31/1/2020 tarihinde kesin olarak vermiştir. Başvurucu, nihai kararı 12/2/2020 tarihinde öğrendikten sonra 13/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/12216 | Başvuru, önleyici tedbir kararının kaldırılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, alacağın yargılama sırasında değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. 2014/17621, 2014/17622, 2014/17623, 2014/17624, 2014/17625, 2014/17626, 2014/17628, 2014/17630, 2014/17631 ve 2014/17634 numaralı bireysel başvurular 10/11/2014 tarihinde; 2014/17697, 2014/17698, 2014/17699, 2014/17700, 2014/17701, 2014/17702, 2014/17703, 2014/17704, 2014/17705 ve 2014/17706 numaralı bireysel başvurular 12/11/2014 tarihinde; 2014/17817, 2014/17818, 2014/17819, 2014/17820, 2014/17821, 2014/17822, 2014/17823, 2014/17824 ve 2014/17826numaralı bireysel başvurular14/11/2014 tarihinde; 2014/18153, 2014/18154, 2014/18157, 2014/18159, 2014/18161, 2014/18162, 2014/18163, 2014/18164, 2014/18165, 2014/18166, 2014/18168 ve 2014/18169 numaralı bireysel başvurular 19/11/2014 tarihinde; 2015/3245, 2015/3246, 2015/3355, 2015/3358 ve 2015/3659 numaralı bireysel başvurular ise 25/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuşlardır. 2014/17622-17626, 2014/17628, 2014/17630, 2014/17631, 2014/17634, 2014/17697-2014/17706, 2014/17817-2014/17824,2014/17826, 2014/18153, 2014/18154, 2014/18157, 2014/18159-2014/18166, 2014/18168, 2014/18169, 2015/3245, 2015/3246, 2015/3355, 2015/3358 ve 2015/3659 numaralı bireysel başvuru dosyaları, aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2014/17621 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş olup inceleme 2014/17621 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Bireysel başvuru tarihinden sonra başvuruculardan Kemal Özay 29/5/2016 tarihinde, Halil Yönden ise 17/7/2015 tarihinde vefat etmiştir. Başvurucular vekili, mirasçılık belgesi sunmuş ve adı geçen başvurucuların mirasçılarının başvuruya devam etmek istediklerini beyan etmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucular; Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri Genel Müdürlüğüne (TEKEL) 1993 yılına ait tütün ürünü satmışlardır. TEKEL, satın aldığı tütünler için kilosu ortalama 000-000 TL civarı bir fiyat açıklamıştır. Satın alınan tütünler, daha sonra trenle TEKEL'in Adana'daki ambarlarına aktarılmıştır. Adana'da ise yine TEKEL'in görevlendirdiği heyet tarafından bu tütünlerin fiyatı yaklaşık on kat daha az belirlenmiştir. Başvurucuların iddiasına göre; satın alınan tütünler tren ile nakledilirken çok uzun süre vagonlarda bekletilmiş, ayrıca ambarlara taşıma sırasında gerekli özen gösterilmemiş ve üstelik ambarları su basmıştır. İhtilaf konusu tütünler ile ilgili olarak ilk fiyatı belirleyen eksperlerin rüşvet aldıkları ve alınan rüşvetin bir bölümünün de terör örgütüne aktarıldığı iddiasıyla Diyarbakır Devlet 4 No.lu Güvenlik Mahkemesinde ceza davası açılmıştır. İddianamede; sanıkların ihaleye fesat karıştırma, rüşvet alma, rüşvet verme, 19/4/1990 tarihli ve 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzlukla Mücadele Kanunu'na aykırılık suçlarından cezalandırılmaları talep edilmiştir. Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kapatılmasıyla yargılamaya Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde devam edilmiştir. Mahkeme 27/11/2008 tarihinde Diyarbakır'ın Bismil ilçesindeki tütün fiyat belirleme işlemleri yönünden sanıkların mahkûmiyetine, Muş'un Kızılağaç nahiyesindeki tütün fiyat belirleme işlemleri yönünden ise sanıkların beraatine, diğer sanıklar yönünden ise zamanaşımı nedeniyle davanın düşmesine karar vermiştir. Karar temyiz edilmiş; Yargıtay Ceza Dairesince 15/4/2013 tarihinde bazı sanıkların yargılama sırasında vefat etmesi, bazı sanıklar yönünden ise zamanaşımı süresinin geçmiş olması nedeniyle açılan davaların düşmesine karar verilmiştir.B. Başvurucuların Açtıkları Tazminat Davası Süreci Başvurucular; ilk fiyatın on katı daha az bir bedelin belirlenmesi nedeniyle zarara uğradıklarını, bu zararın ise TEKEL tarafından tütünlerin korunması için gerekli ve yeterli önlemlerin alınmamasından doğduğunu belirterek TEKEL aleyhine 14/4/1995, 19/4/1995, 2/5/1995, 23/5/1995 ve 31/8/1995 tarihlerinde Muş Asliye Hukuk Mahkemesinde ayrı ayrı tazminat davaları açmışlardır. Başvurucuların açtıkları davalar, 29/6/1999 tarihinde Mahkemenin E.1995/111 sayılı dosyasında birleştirilerek birlikte görülmüştür. Başvurucular ayrıca, yargılamanın uzun sürmesine bağlı olarak doğacak değer kaybının ödenmesini de talep etmişlerdir. Mahkeme, Teknik Bilirkişi Kurulundan dava konusu ile ilgili rapor almıştır. Bilirkişi Kurulunun 23/8/1996 tarihli raporunda; tütünlerin yanlış nakil, bakım, istif gibi unsurlar nedeniyle bozulduğu kanaati bildirilmiştir. Mahkeme, bu raporu hükme esas alarak -başvuru formu ve eklerinde belirtilmeyen bir tarihte- davanın kabulüne karar vermiştir. Ancak Yargıtay Hukuk Dairesince, ilk fiyatı belirleyen eksperler hakkında rüşvet suçundan açılan ceza davasının sonucunun beklenmesi gerektiği belirtilerek hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Mahkeme, bozma ilamına uymuş ve ceza davasını bekletici mesele yapmıştır. Ancak ceza davasının yaklaşık yirmi yıl boyunca sonuçlanmadığını gözeten Mahkeme, bu ara karardan dönerek 18/4/2014 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Mahkeme ek 1 Tablonun (2) numaralı sütununda belirtilen alacakların dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacılara verilmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, davalının rüşvet verilerek ilk tütün fiyatının yüksek belirlendiği iddiasının bir mahkûmiyet kararı söz konusu olmadığı için ispatlanamadığı belirtilmiştir. Mahkeme, buna karşın alınan Bilirkişi Kurulu raporuna göre tütünlerin yanlış istif, nakil ve saklama neticesinde kalitesinin düştüğünün tespit edildiğine dikkat çekmiş; bu raporu hükme esas almıştır. Mahkeme, başvurucuların alacağının güncellenmesi talebi yönünden ise yargılamada geçen sürede enflasyon karşısında dava tarihine göre belirlenen alacağın "gülünç hâle geldiğini" kabul etmiş ancak bu talebin olumlu karşılanamayacağı sonucuna varmıştır. Başvurucular 10/11/2014, 12/11/2014, 14/11/2014, 19/11/2014 ve 23/2/2015 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Temyiz edilen hüküm, Dairenin 8/12/2014 tarihli ilamıyla vekâlet ücreti yönünden düzeltilerek onanmıştır. Karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 16/4/2015 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Bakanlık, başvuruculardan bazılarının makul sürede yargılanma hakkı yönünden İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna (Komisyon) başvurduklarını ifade etmiştir. Bunun üzerine Komisyona yapılan başvuruların akıbeti Bakanlıktan sorulmuş, gelen yazı cevabı ekinde Komisyon kararları gönderilmiştir. Buna göre Komisyon 27/10/2014, 20/11/2014 ve 18/3/2015 tarihlerinde daha önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) konu ile ilgili bir başvurularının olmadığı gerekçesiyle başvurucuların tazminat taleplerinin reddine karar vermiştir. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Ferda Yeşiltepe [GK], B. No: 2014/7621, 25/7/2017, §§ 25-31; ANO İnşaat ve Ticaret Ltd. Şti. [GK], B. No: 2014/2267, 21/12/2017, §§ 32- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17621 | Başvuru, alacağın yargılama sırasında değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, görevli ve yetkili mahkeme önüne çıkarılmadan altı ayı aşan süreyle özgürlükten yoksun bırakılma ve yargılama sürecinde gerekçesiz olarak tutukluluğun devamına karar verilmesi nedeniyle Anayasa’nın ve maddelerinde tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru 17/12/2012 tarihinde Antalya Ağır Ceza Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 21/1/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 29/1/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 29/1/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 25/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucu vekiline 10/3/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Adalet Bakanlığı görüşüne karşı 25/3/2014 tarihinde beyanda bulunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu silahlı terör örgütüne üye olma isnadıyla 2/12/2011 tarihinde gözaltına alınmış ve Antalya Sulh Ceza Mahkemesinin 5/12/2011 tarih ve 2011/287 Değişik İş sayılı kararıyla adli kontrol uygulanmak üzere serbest bırakılmıştır. Bu karara yapılan itiraz üzerine Antalya Asliye Ceza Mahkemesinin 9/12/2011 tarih ve 2011/356 Değişik İş sayılı kararıyla başvurucunun tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvurucu hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 16/3/2012 tarihli iddianamesiyle kamu davası açılmış ve başvurucunun terör örgütünün propagandasının yapıldığı gösteri yürüyüşlerine katıldığı, pankart taşıdığı, organizasyonları yapmak için diğer sanıklarla birlikte hareket ettiği belirtilerek PKK/KONGRA-GEL silahlı terör örgütüne üye olma, örgüt propagandası yapma ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarından cezalandırılması talep edilmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/74 Esas sayılı dosyasındaki yargılama kapsamında ilk duruşma 11/7/2012 tarihinde yapılmıştır. İzmir Ağır Ceza Mahkemesince 1/10/2012 tarihli duruşmada “isnat olunan suçların niteliği, yasada öngörülen ceza miktarları ile suçların işlendiği hususunda dosyadaki mevcut iletişim tespit tutanakları, olay tutanakları, teşhis ve tespit tutanakları, arama – el koyma tutanakları içerikleri ve mevcut delillere göre kuvvetli suç şüphe sebeplerinin ve bu kapsamda kaçma ve kişiler üzerinde baskı yapılması hususunda kuvvetli şüphenin/olguların bulunması (kaçma, adaletin işleyişine müdahale riski ile tekrar suç işlenmesinin önlenmesi) nedenleri ile haklarındaki tutuklama koşullarının devam ettiği anlaşıldığından, adli kontrol hükümleri de yetersiz kalacağından CMK’nın 100/(1),(2), (3-a), (4), 101/(2) maddeleri ile tutuklama tarihleri ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunun kararları ile CMK’nın 102/(2), 104/(1),(2), 105/(1) ve 108 maddeleri de nazara alınarak” gerekçesiyle tutukluluğun devamına karar verilmiş ve bu karara yapılan itiraz İzmir Ağır Ceza Mahkemesince 18/10/2012 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucunun tutuklu kaldığı süreler nazara alınarak 3/7/2013 tarihinde tahliyesine karar verilmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/74 Esas sayılı dosyası CMK maddeyle yetkili mahkemelerin kaldırılmasından sonra Antalya Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir. Antalya Ağır Ceza Mahkemesi 10/7/2014 tarih ve E. 2014/65, K. 2014/224 sayılı kararıyla başvurucunun terör örgütü üyesi olmak suçundan 7 yıl 6 ay, görevi yaptırmamak için direnme suçundan 1 yıl 9 ay 10 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. 17/12/2012 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ve maddeleri. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),...” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.(2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.(3) Tutuklama istenildiğinde, şüpheli veya sanık, kendisinin seçeceği veya baro tarafından görevlendirilecek bir müdafiin yardımından yararlanır. (4) Tutuklama kararı verilmezse, şüpheli veya sanık derhâl serbest bırakılır.(5) Bu madde ile 100 üncü madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.” Anılan tarihteki haliyle 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak karar verilir.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1221 | Başvurucu, görevli ve yetkili mahkeme önüne çıkarılmadan altı ayı aşan süreyle özgürlükten yoksun bırakılma ve yargılama sürecinde gerekçesiz olarak tutukluluğun devamına karar verilmesi nedeniyle Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinde tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 1 |
Başvuru, tazminat istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların 16/6/2011 tarihinde idare mahkemesinde açtığı davada davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine karar verilmiş ve davanın reddine ilişkin kısım kısmen bozulmuştur. Başvurucular, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/15160 | Başvuru, tazminat istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ihale için verilen teklifin değerlendirme dışı bırakılması sonucu açılan iptal ve tam yargı davasında bilirkişi incelemesi yaptırılmaması ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından görüş sunulmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Tarihinden Önceki Süreç Başvurucunun, TEDAŞ Tunceli Elektrik Dağıtım Müessese Müdürlüğü tarafından yapılan Pertek Şehir Şebekesi ihalesine ilişkin teklifi değerlendirme dışı bırakılmıştır. Başvurucu, Kamu İhale Kurumuna itirazda bulunmuştur. Kamu İhale Kurumu, ihale sözleşmesi imza edildikten sonra yapılan itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu teklifin haksız olarak değerlendirme dışı bırakıldığını belirterek ihale dışı bırakılma işleminin iptali ve uğradığı zararın tazmini istemiyle Malatya İdare Mahkemesi nezdinde dava açmıştır. Malatya İdare Mahkemesinin 25/1/2005 tarihli yetki yönünden ret kararı sonrası dosyanın gönderildiği Elazığ İdare Mahkemesi 11/5/2007 tarihli kararıyla ihale sözleşmesi akdedilene kadar gerçekleşen işlemleri inceleyecek makamın Kamu İhale Kurumu olduğu ve bu sürece ilişkin işlemlerin usulüne uygun olarak itiraza konu edilmeden idari yargıda iptallerinin istenemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine hükmetmiştir. Danıştay Onüçüncü Dairesi 24/3/2008 tarihli kararıyla ret kararını işlemin iptali istemi yönünden onamış, maddi tazminat istemi yönünden ise illiyet bağının araştırılması gerektiği gerekçesiyle bozmuştur. Bozma kararının ardından Elazığ İdare Mahkemesi 8/9/2008 tarihli kararıyla yetki yönünden ret kararı vererek dosyayı Malatya İdare Mahkemesine göndermiştir. Malatya İdare Mahkemesi (Mahkeme) 27/5/2009 tarihli kararıyla -bozulan kısım yönünden dosyayı ele alarak- bozma gerekçeleri doğrultusunda maddi tazminat talebini yeniden incelemiştir. Mahkeme, idarenin hukuki sorumluluğundan söz edebilmek için ortada somut zararın bulunması ve bunun idareye yüklenebilen bir işlem veya eylemden kaynaklandığının ortaya konulması gerektiğine vurgu yapmıştır. Ayrıca, başvurucu tarafından uğranıldığı öne sürülen zarara ilişkin olarak somut hiçbir verinin dava dosyasına sunulmadığını tespit eden Mahkeme, teklifi değerlendirme dışı bırakılmamış olsaydı dahi başvurucunun ihaleyi mutlaka kazanacağı yönündeki bir varsayımın kabulünün mümkün olmayacağı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Söz konusu karar, Danıştay Onüçüncü Dairesinin 24/4/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. B. Başvuru Tarihinden Sonraki Süreç13 Onama kararının düzeltilmesi istemi aynı Dairenin 3/12/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13609 | Başvuru, ihale için verilen teklifin değerlendirme dışı bırakılması sonucu açılan iptal ve tam yargı davasında bilirkişi incelemesi yaptırılmaması ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, bir taşınmaza ilişkin imar planının iptali istemiyle üçüncü kişitarafından idareye karşı açılan davanın taşınmaz malikine ihbar edilmeyerek yargılamaya katılımının sağlanmaması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, İstanbul ili Maltepe ilçesinde bulunan paylı mülkiyete konu bir taşınmazın 1/4 hisseli maliklerindendir. Söz konusu taşınmaz, belirtilen yerleşim yerine ilişkin olarak hazırlanan 4/5/2006 onay tarihli 1/5000 ölçekli nazım imar planında ve 26/2/2007 onay tarihli 1/1000 ölçekli uygulama imar planında "akaryakıt istasyonu alanı" olarak ayrılmıştır. Başvurucular ve paydaşları imar mevzuatı yönünden gerekli ruhsat işlemlerini tamamladıktan sonra taşınmazı 18/12/2007 tarihinde imzalanan kira sözleşmesi ile akaryakıt istasyonu olarak işletilmek üzere petrol ürünleri alım satım işi ile iştigal eden bir şirkete (kiracı Şirket) kiraya vermişlerdir. Kira sözleşmesi 31/12/2023 tarihine kadar geçerli olmak üzere düzenlenmiştir. Aynı muhitte akaryakıt istasyonu işletmekte olan başka bir şirket (davacı Şirket) tarafından, belirtilen yerleşim yerine ilişkin nazım ve uygulama imar planlarının başvurucuların hissedarı olduğu 73 parsel sayılı taşınmazın akaryakıt istasyonu alanı olarak ayrılmasına dair kısımları yönünden iptali istemiyle İstanbul Büyükşehir ve Maltepe Belediyelerine (davalı idareler) karşı idare mahkemesinde dava açılmıştır. İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) görülen bu davaya kiracı Şirketdavalı idareler yanında müdahil sıfatıyla katılmıştır. Mahkeme 24/2/2009 tarihli kararıyla dava konusu imar planlarını iptal etmiştir. Kararın gerekçesinde, akaryakıt istasyonlarına ilişkin mevzuat hükümleri uyarınca 19/6/1996 tarihinden sonra yapılan başvurularla açılmak ve işletilmek istenen akaryakıt satış istasyonlarının mesafe koşuluna uymalarının zorunlu olduğu belirtilmiştir. Yerinde yapılan keşif ve bilirkişi incelemesi neticesinde düzenlenen rapora istinaden, akaryakıt istasyonlarına ilişkin olarak mevzuat hükümleri uyarınca belirlenmiş mesafe koşulları dikkate alınmadan tesis edildiği anlaşılan dava konusu imar planlarında dava konusu parsel yönünden hukuka uygunluk bulunmadığı ifade edilmiştir. Karar, davalı idarelerin ve müdahilin temyiz yoluna başvurması üzerine Danıştay Altıncı Dairesinin (Daire) 22/12/2009 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesinde, nazım imar planına karşı açılan davanın süresinde olmadığı tespit edilmiştir.Uygulama imar planının da süresinde dava konusu edilmeyen nazım imar planına uygun olması karşısında ilk derece mahkemesince bu husus gözetilerek bir karar verilmesi gerekirken dava konusu planların iptali yolunda verilen temyize konu kararda hukuki isabet görülmediği belirtilmiştir. Davacı Şirket bozma kararına karşı karar düzeltme yoluna gitmiştir. Daire 11/9/2013 tarihli kararıyla karar düzeltme istemini kabul etmiş ve ilk derece mahkemesi kararını onamıştır. İmar planlarına ilişkin yargılama süreci bu şekilde kesinleştikten sonra davacı Şirket, bu kez mevcut imar durumuna aykırı olduğu gerekçesiyle kiracı Şirket adına düzenlenen gayrisıhhi müesseselere ait ruhsatların iptali ve akaryakıt istasyonunun faaliyetinin durdurulması talebiyle 26/2/2014 tarihinde Belediyeye başvurmuş; başvurusu cevap verilmemek suretiyle reddedilmiştir. Davacı Şirket zımni ret işleminin iptali istemiyle İstanbul İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Anılan Mahkemenin dava konusu zımni ret işleminin iptali yönündeki 7/4/2015 tarihli kararı gereğince kiracı Şirketin çalışma ruhsatı iptal edilmiştir. Başvuruculardan Sema Calgav 29/6/2015 tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediyesine başvurmuş ve taşınmazına ilişkin imar planının iptali talebiyle herhangi bir dava açılıp açılmadığının, dava açıldıysa mahkeme ve dosya esas numarası bilgilerinin ne olduğunun ve davanın sonucunun tarafına bildirilmesini istemiştir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi 22/7/2015 tarihli cevap yazısında; taşınmaza ilişkin imar planlarının yargı kararı ile iptal edildiğini, bu sebeple söz konusu parselin plansız hâle geldiğini ancak taşınmaza ilişkin yeniden planlama süreci başlatıldığını ve bu sürecin devam ettiğini adı geçen başvurucuya bildirmiştir. Söz konusu yazı 22/7/2015 tarihinde adı geçen başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucular 19/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; ... üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, ... hallerinde ...Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygunlanır. Ancak, davanın ihbarı Danıştay, mahkeme veya hakim tarafından re'sen yapılır." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Yargılamaya Hâkim Olan İlkeler" ana başlıklı İkinci Bölümü'nde yer alan maddesinde "Hukuki dinlenilme hakkı" düzenlenmiştir. Anılan madde şöyledir:"(1) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.(2) Bu hak;a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,b) Açıklama ve ispat hakkını,c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini,içerir." 6100 sayılı Kanun'un "İhbar ve şartları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Taraflardan biri davayı kaybettiği takdirde, üçüncü kişiye veya üçüncü kişinin kendisine rücu edeceğini düşünüyorsa, tahkikat sonuçlanıncaya kadar davayı üçüncü kişiye ihbar edebilir." 6100 sayılı Kanun'un "İhbarda bulunulan kişinin durumu" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Dava kendisine ihbar edilen kişi, davayı kazanmasında hukuki yararı olan taraf yanında davaya katılabilir." 6100 sayılı Kanun'un "Fer'î müdahale" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Üçüncü kişi, davayı kazanmasında hukuki yararı bulunan taraf yanında ve ona yardımcı olmak amacıyla, tahkikat sona erinceye kadar, fer'î müdahil olarak davada yer alabilir." 6100 sayılı Kanun'un "Fer'î müdahilin durumu" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Müdahale talebinin kabulü hâlinde müdahil, davayı ancak bulunduğu noktadan itibaren takip edebilir. Müdahil, yanında katıldığı tarafın yararına olan iddia veya savunma vasıtalarını ileri sürebilir; onun işlem ve açıklamalarına aykırı olmayan her türlü usul işlemlerini yapabilir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz etmese de maddede kullanılan terimler bir bütün olarak bağlamıyla birlikte dikkate alındığında mahkemeye erişim hakkını da garanti altına aldığı sonucuna ulaşıldığını belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında mündemiçtir. Bu çıkarsama, Sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen genişletici bir yorum olmayıp maddenin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin lafzının Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensiplerinin gözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarak Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36). AİHM; adil yargılanmanın bir unsurunu teşkil eden mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak AİHM, bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve genişlikte kısıtlamaması ve zayıflatmaması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM'e göre, meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayansınırlamalar Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34). AİHM'e göre iç hukuktaki başvuru yollarına erişimi engelleyen bir kanununbulunmaması maddenin (1) numaralı fıkrasındaki gerekliliklerin yerine getirilmesi bakımından her zaman için yeterli olmayabilir. Hukuk devleti ilkesinin demokratik toplumdaki işlevi gözönünde bulundurulduğunda kanun koyucu tarafından temin edilen erişimin derecesinin aynı zamanda bireylerin "mahkeme hakkı"nın güvenceye bağlanması bakımından yeterli olması gerektiği anlaşılmaktadır. Erişim hakkının etkili olabilmesi için bireyin hakkına müdahale teşkil eden eylem ve işleme karşı argümanlarını dile getirebileceği açık ve pratik fırsatlara sahip olması gerekir (Bellet/Fransa, B. No: 23805/94, 4/12/1995,§ 36). AİHM'in idari yargıda ihbar müessesesini incelediği Menemen Minibüsçüler Odası-Türkiye (B. No: 44088/04, 9/12/2008, §§ 4-11) kararına konu olayda valilik tarafından belli kategorideki araçlara sigorta yaptırmak kaydıyla geçici güzergâh yetki belgesi verilmesini öngören bir düzenleyici işlem çıkarılmıştır. Bu düzenleyici işlem, Menemen-İzmir hattında faaliyet gösteren Menemen Minibüsçüler Odasını doğrudan ilgilendirmektedir. Menemen Yolcu Otobüsleri Motorlu Taşıtlar Kooperatifi tarafından söz konusu düzenleyici işleme karşı valilik aleyhine açılan dava üzerine idare mahkemesi düzenleyici işlemi iptal etmiştir. Valilik, kararı temyiz etmiştir. Menemen Minibüsçüler Odası temyiz safhasında müdahale dilekçesi vermiştir. Danıştay 16/3/2004 tarihinde başvurucunun müdahale talebini kabul ettikten kısa bir süre sonra ilk derece mahkemesi kararını onamıştır. Valilik 7/5/2004 tarihinde başvurucunun araçlarına izin veren yeni bir düzenleyici işlem çıkarmış ise de bu işlem de 11/1/2005 tarihinde idare mahkemesince iptal edilmiştir. 23/5/2005 tarihinde başvurucuya taşımacılık faaliyetine son vermesi hususu tebliğ edilmiştir. AİHM, 2577 sayılı Kanun'un davanın ihbarı usulüyle ilgili olarak Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'na atıfta bulunan maddesinin özellikle davanın dava konusu uyuşmazlık nedeniyle menfaati etkilenen üçüncü kişilere bildirilmesinin mahkeme tarafından "resen" yapılmasını öngördüğüne işaret etmiştir (Menemen Minibüsçüler Odası/Türkiye, § 25). AİHM, anılan maddenin açık lafzına rağmen mahkemenin başvurucuyu ihtilaf konusu uyuşmazlıktan haberdar etmediğini vurgulamıştır.AİHM'e göre, sonuç olarak başvurucu -ilk davada- ilk derece safhasında yargılamaya katılamaması nedeniyle dinlenilme imkânından mahrum kalmıştır. Temyiz nedenlerinin sınırlı sayı kuralına tabi olması nedeniyle başvurucu, esasa ilişkin itirazlarını Danıştayda da ileri sürememiştir. İkinci davaya ilişkin ise 2577 sayılı Kanun'un maddesine uyulmaması nedeniyle başvurucu, uyuşmazlıkla tamamen irtibatsız kalmıştır. Asıl taraf olarak valiliğin kararı temyiz etmemesi sebebiyle başvurucu, Danıştayda -sınırlı da olsa- iddialarını öne sürme imkânı bulamamıştır (Menemen Minibüsçüler Odası/Türkiye, § 26). Bu çerçevede başvuruyu değerlendiren AİHM, ulusal mahkemelerin 2577 sayılı Kanun'un maddesindeki gereklilikleri yerine getirmede başarı sağlayamamalarının başvurucuyu hak ve yükümlülüklerini doğrudan etkileyen uyuşmazlıkla ilgili olarak dinlenilmekten alıkoyduğu ve başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Menemen Minibüsçüler Odası/Türkiye, § § 27, 28). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/13950 | Başvuru, bir taşınmaza ilişkin imar planının iptali istemiyle üçüncü kişi tarafından idareye karşı açılan davanın taşınmaz malikine ihbar edilmeyerek yargılamaya katılımının sağlanmaması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; devlet memurluğundan çıkarılma disiplin işleminin iptali istemiyle açılan davada hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı esas alınarak karar verilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Siirt İl Kültür Müdürlüğünde bekçi olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, Şırnak'ta görevli olduğu dönemde Kültür Merkezi Tiyatro Salonu'ndaki bir programda kadın öğretmenlerden birine cinsel tacizde bulunduğu gerekçesiyle şikâyet edilmiştir. Başvurucu hakkında şikâyetçi olan öğretmen, başvurucunun kumanda odasında bulundukları sırada elini tuttuğunu ve yanağından öptüğünü iddia etmiştir. Başlatılan soruşturma sonucu açılan ceza davası sonucunda, Şırnak Asliye Ceza Mahkemesinin (Ceza Mahkemesi) 12/12/2007 tarihli kararıyla başvurucu cinsel taciz suçundan 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmış ve bu cezası ertelenmiştir. Anılan ertelenen hapis cezasına ilişkin karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. Hükmün kesinleşmesinden sonra 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu'nda yapılan değişiklik uyarınca başvurucunun durumu yeniden incelenmiş ve hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmiştir. Bunun üzerine başvurucu hakkında başlatılan soruşturma sonucunda başvurucuya isnat edilen eylemin mahkeme kararıyla sabit olduğu, bu eylemin karşılığının devlet memurluğundan çıkarma cezası olduğu belirtilmiştir. Başvurucu 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin (E) bendinin (g) alt bendi uyarınca devlet memurluğundan çıkarma cezası ile cezalandırılmıştır. Başvurucu, anılan işlemin iptali istemiyle Diyarbakır İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Anılan Mahkemenin 30/7/2009 tarihli kararıyla dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucu ve E.Y. dışında olayın başkaca tanığının olmadığı, şikâyete tabi olan basit cinsel taciz suçunda E.Y.nin şikâyetini geri aldığı, olayla ilgili ceza davasında HAGB kararı verildiği hususlarının dikkate alınması ile açık ve net bir şekilde cinsel taciz suçunun, memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunulduğunun sabit olmadığı kanaatine varılarak dava konusu işlemde hukuka uyarlık görülmediği belirtilmiştir. Temyiz edilen karar Danıştay Onikinci Dairesinin (Daire) 27/9/2012 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesinde; başvurucu hakkında ceza yargılaması sonucu verilen HAGB kararının başvurucuya isnat edilen eylemin disiplin yönünden idarece ele alınmasına ve disiplin cezası verilmesine engel teşkil etmeyeceği vurgulanmıştır. Başvurucuya isnat edilen fiilin ceza mahkemesi kararıyla sübuta erdiği, bu fiilin memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareket niteliğinde bulunduğu sonucuna varıldığı belirtilerek dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmediği ifade edilmiştir. Başvurucu tarafından bozma kararına karşı kararın düzeltilmesi isteminde bulunulmuştur. Kararın düzeltilmesi dilekçesinde; hakkındaki şikâyetin geri çekildiği, kararı temyiz etmiş olsaydı şikâyet yokluğu nedeniyle düşme kararı verileceği ve hakkında disiplin cezası uygulanmayacağı, bu hususların dikkate alınması gerektiği, tarafına isnat edilen eylemin sabit olmadığı ileri sürülmüştür. Kararın düzeltilmesi istemi Dairenin 14/3/2016 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bozma kararı üzerine dosya Diyarbakır İdare Mahkemesinin esasına kaydedilmiştir. Anılan Mahkemenin 20/6/2016 tarihli kararı ile Siirt İdare Mahkemesinin (Mahkeme) 30/4/2015 tarihinde kurulması ve 1/9/2015 tarihi itibarıyla faaliyete geçmesi nedeniyle dava yetki yönünden reddedilmiş, dosyanın yetkili Siirt İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Mahkemece bozma kararına uyularak 1/10/2016 tarihli kararla dava reddedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: "... davacıya verilen hapis cezasına ilişkin karar, sonradan yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu uyarınca incelenmiş ve davacı hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş ise de; ceza mahkemesince delillerin takdiri ve suçun niteliği yönünden yapılacak değerlendirmede uyulacak ilke ve kuralların, disiplin hukuku bakımından uygulanan kurallardan farklı olması ve 657 sayılı Yasa'nın maddesinde memurun, ceza kanununa göre mahkum olması veya olmaması halinin, ayrıca disiplin cezasının uygulanmasına engel olmayacağının hükme bağlanmış olması karşısında, davacı hakkında ceza yargılaması sonucu verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının, davacıya isnat edilen eylemin disiplin yönünden idarece ele alınmasına ve disiplin cezası verilmesine engel teşkil etmeyeceği, davacıya isnat edilen fiilin, ceza mahkemesi kararıyla sübuta erdiği, bu fiilin memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareket niteliğinde bulunduğu sonucuna varıldığından, dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir." Başvurucunun disiplin cezası verme yetkisinin zamanaşımına uğradığını, isnat edilen fiilin cinsel taciz suçunu oluşturmadığını, bu fiilin memurluktan çıkarmayı gerektirmediğini, hakkında HAGB kararı verildiğini, HAGB kararlarının amacına aykırı bir yorum yapıldığını ileri sürdüğü temyiz istemi Dairenin 28/9/2017 tarihli kararıyla reddedilerek mahkeme kararı onanmıştır. Karar düzeltme istemi de Dairenin 16/5/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 10/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu25/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 657 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının E bendinin (g) alt bendi şöyledir: " Memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak,'' 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (5) numaralı fıkrasının son cümlesi şöyledir:"Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder."B. Uluslararası Hukuk İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme’nin maddesinin ikinci fıkrasının kişilerin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılma hakkını güvence altına aldığını belirtir. AİHM içtihatlarında, masumiyet karinesi ile sağlanan güvencenin iki yönünün bulunduğu ifade edilmiştir. Ceza yargılamasının yürütülmesine dair usule ilişkin bu güvence ile sonucunda mahkûmiyet kararı dışında bir hüküm kurulan ceza yargılaması ile bağlantılı olan durumlarda, daha sonra yürütülecek yargılamalar boyunca kişinin masumiyetine saygı gösterilmesinin sağlanması amaçlanır. Bu usule ilişkin yön kapsamında masumiyet karinesi ilkesi, ceza yargılamasının kendisinin adil olmasını sağlayacak usule ilişkin güvence olarak kamu görevlilerinin davalının suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunmasını yasaklar. Ancak bu husus, cezai meselelerde usule ilişkin güvence ile sınırlı olmayıp daha geniştir ve devletin hiçbir temsilcisinin mahkeme ile suçluluğu ispatlanıncaya kadar kişinin bir suçtan suçlu olduğunu söylememesini gerekli kılar. Bu bağlamda sadece ceza yargılaması kapsamında değil aynı zamanda ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen bağımsız hukuk yargılamaları, disiplin işlemleri veya diğer yargılamalarda da masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir. Sözleşme’nin maddesinin ikinci fıkrası kapsamındaki güvencenin ilk yönü, kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar ceza gerektiren bir suçla suçlandığı süreye ilişkin iken masumiyet karinesi güvencesinin ikinci yönü, ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suç karşısında kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını gerektirir (Seven/Türkiye, B. No: 60392/08, 23/1/2018, § 43). AİHM, Sözleşme’nin maddesinin ikinci fıkrasının disiplin yetkisini haiz makamların ceza yargılaması kapsamında kendisine suç isnat edilen ve eylemi usule uygun bir şekilde tespit edilen bir kamu görevlisine yaptırım uygulamasını engellemek gibi bir amacı veya etkisi bulunmadığına kanaat getirmiştir. AİHM, Sözleşme’nin herhangi bir eylem nedeniyle hem ceza hem de disiplin yargılamalarının başlatılmasına veya söz konusu iki yargılama türünün eş zamanlı olarak yürütülmesine halel getirmediğine vurgu yapmaktadır. AİHM ayrıca, cezai sorumluluğun kaldırılması hâlinde bile daha hafif bir ispat külfeti temelinde aynı olaylardan doğan hukuki veya diğer sorumlulukların tesis edilmesine halel getirilmediğine işaret etmektedir. Ancak nihai bir cezai hüküm olmaksızın disiplin yargılaması kapsamında başvurana iddia konusu eylemi nedeniyle cezai sorumluluk yükleyen bir ifadenin bulunması hâlinde maddenin (2) numaralı fıkrası kapsamına giren bir mesele söz konusu olacaktır (Seven/Türkiye, § 51). Bu bağlamda Sözleşme’nin maddesinin ikinci fıkrasının sağladığı korumanın ikinci yönüne göre sanığın beraatiyle veya davanın düşmesiyle sonuçlanan ceza yargılamaları sonrasında söz konusu kişiye, masumiyetine uygun bir muamelede bulunulması gerekir. Bu ikinci yönde maddenin genel amacı bir suçtan beraat eden bireyleri veya ceza yargılaması düşen kişileri, itham edildikleri suçtan aslında suçlu olduklarını düşünen kamu görevlileri ve makamlarına karşı korumaktır. Bu davalarda masumiyet karinesi -adil olmayan bir cezai hükmün önlenmesi için- sağladığı usule ilişkin güvencenin çeşitli koşullarının yargılamada uygulanması suretiyle hayata geçirilmiştir. Beraat veya herhangi bir düşme kararına riayet edilmesi hakkının korunmaması hâlinde Sözleşme’nin maddesinin ikinci fıkrasında yer alan adil yargılanma güvenceleri teorik ve hayalî olma riskiyle karşı karşıya kalabilir (Seven/Türkiye, § 54). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/23214 | Başvuru, devlet memurluğundan çıkarılma disiplin işleminin iptali istemiyle açılan davada hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı esas alınarak karar verilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, süresinde yapılmıştır. İkinci Bölüm İkinci Komisyon18/5/2023 tarihinde mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının kabul edilebilirlik hususunun karara bağlanması Bölüm kararını gerektirdiğinden başvurunun Bölüme gönderilmesine karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/18246 | Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 16/5/2008 tarihinde tutuklanmış ve Ümraniye Başsavcılığının 23/6/2008 tarihli iddianamesiyle suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme, 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'na muhalefet suçlarını işlediği iddiasıyla hakkında kamu davası açılmıştır. İstanbul Anadolu Asliye Ceza Mahkemesinin 27/3/2014 tarihli kararıyla suç işlemek amacıyla kurulan örgüte yardım suçundan beraatine hükmedilmiş, 213 sayılı Kanun'a muhalefet suçu yönünden ise davanın zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar 9/6/2016 tarihinde onanmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17478 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işe iade talebiyle açılan davanın aynı maddi olguya ilişkin davada verilen kararın aksi yönünde sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve uzun süren yargılama nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/36505 | Başvuru, işe iade talebiyle açılan davanın aynı maddi olguya ilişkin davada verilen kararın aksi yönünde sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve uzun süren yargılama nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, meslekten çıkarma kararı verilmesi ile yeniden inceleme talebinin reddedilmesine ilişkin dönem arasındaki maaşın ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Kocaeli hâkimi olarak görev yapmaktayken Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) 24/8/2016 tarihli ve 2016/426 sayılı kararı ile 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca meslekten çıkarılmıştır. Başvurucu, bu karara 11/12/2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kurulu Kanunu'nun maddesi uyarınca yeniden inceleme talebiyle itiraz etmiştir. HSYK 29/11/2016 tarihinde başvurucunun itirazını reddetmiştir. Başvurucu, meslekten çıkarılma tarihi ile itirazın reddedildiği tarih arasında ödenmeyen maaş ve banka promosyonları ile manevi zararının karşılanması için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) karşı dava açmıştır. İzmir İdare Mahkemesi davayı 27/12/2017 tarihinde reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; 667 sayılı KHK'nın maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca öngörülen meslekten çıkarmanın geçici olmayan ve nihai sonuç doğuran olağanüstü tedbir niteliğinde olduğu açıklanmıştır. 667 sayılı KHK'nın maddesi kapsamında verilen hâkim ve savcıların meslekten çıkarılmalarına ilişkin kararların idari nitelikte olduğu, 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu uyarınca verilmiş disiplin cezası niteliğinde olmadığı ifade edilmiştir. Bu bağlamda meslekten 24/8/2016 tarihinde çıkarılan başvurucunun meslekten çıkarılma ile çıkarılmanın kesinleştiği tarih arasındaki döneme ilişkin maaş ödemesi yapılmamasında hukuka aykırılık bulunmadığı açıklanmıştır. Ayrıca başvurucunun manevi tazminat talebi de yerinde görülmemiştir. İzmir Bölge İdare Mahkemesi İkinci İdari Dava Dairesi kararı usul ve yasaya uygun bulduğunu belirterek başvurucunun istinaf başvurusunu reddetmiştir. Başvurucu nihai hükmü 30/7/2018 tarihinde öğrendikten sonra 14/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/28230 | Başvuru, meslekten çıkarma kararı verilmesi ile yeniden inceleme talebinin reddedilmesine ilişkin dönem arasındaki maaşın ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, "Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) görev yapamaz." ifadesini içeren sağlık raporu ile raporun ekinde yer aldığı yazının iptali istemiyle açılan davanın, Askeri Yüksek İdare Mahkemesince (AYİM) ortada idari davaya konu olacak idari işlem bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Birinci başvurucuya ait 2014/786 numaralı başvuru 17/1/2014 tarihinde, ikinci başvurucuya ait 2014/5265 sayılı başvuru ise 16/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, her iki başvuru için de görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamışlardır. Konu yönünden irtibatları nedeniyle başvuruların birleştirilmesine, 2014/5265 sayılı başvuru dosyasının kapatılmasına ve incelemenin 2014/786 sayılı başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucu Hidayet Kasım Yönünden Başvurucu, TSK'da astsubay statüsünde görev yapmakta iken hakkında Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Sağlık Kurulunca düzenlenen 2/4/2012 tarihli sağlık kurulu raporuyla ''Obezite, tanımlanmamış kilo fazlalığı'' tanısı konularak aynı raporda ''33/D/1 TSK'da görev yapamaz.'' tespiti yapılmıştır Başvurucunun bu rapora itiraz etmesi üzerine İzmir Asker Hastanesi Sağlık Kurulu 16/11/2012 tarihinde anılan raporla aynı yönde rapor düzenlemiştir. Bu raporun ardından Kara Kuvvetleri Komutanlığı tarafından başvurucunun görev yaptığı Balıkesir Asker Hastanesi Baştabipliğine yazılan 18/12/2012 tarihli ve "Maluliyet Tespiti" konulu 8040-360075-12 sayılı yazıda şöyle denilmiştir: " Aşağıda açık kimliği ve görev yeri yazılı personelin 1'inci Kontrol Muayenesi Sonucunda verilen "E0 Obezite" tanılı ve 33/D/1 TSK'da Görev Yapamaz" kararlı İlgi (a) sağlık kurulu raporu MSB Sağlık Daire Başkanlığınca 11 Aralık 2012 tarihinde onaylanarak İlgi (b) yazı ile gönderilmiştir. Onaylanan. üç nüsha sağlık kurulu raporu, maluliyet tespiti için Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığına gönderilmiştir. İlgi (a) raporun personele tebliğ edilerek, maluliyet tespiti sırasında tabip bulundurup bulundurmayacağına dair dilekçesinin Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığına gönderilmesini ve tebellüğ belgesinin 31 Aralık 2012 tarihine kadar Kara Kuvvetleri Komutanlığına gönderilmesini rica ederim." Başvurucu, bu yazının ve yazı ekindeki İzmir Asker Hastanesi Sağlık Kurulunun 16/11/2012 tarihli raporunun iptali istemiyle dava açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde ilgili mevzuata göre tüm branşlarda muayene edilmesi gerekirken sadece iç hastalıkları uzmanı tarafından muayene edilerek TSK'da görev yapamayacağına ilişkinrapor verilmesinin hukuka aykırı olduğunu vemevzuata aykırı şekilde malulen emekliedilmek üzere olduğunu belirtmiştir Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Üçüncü Dairesi 4/7/2013 tarihli ve E.2013/338, K.2013/936 sayılı kararıyla davacının TSK'da görev yapamayacağına ilişkin raporun doğuracağı tek sonucun, ilgilinin TSK'dan ilişiğinin kesilerek malulen emekliye sevk edilmesi olup sağlık raporunun malulen emekliye sevk işleminin hazırlık işlemi niteliğinde bulunduğu, şartları yerine getirilerek emekliye sevk işlemine karşı açılacak davada raporun hukuka aykırılığının ileri sürülebileceği ve bu iddianın değerlendirilebileceği, dolayısıyla ortada idari davaya konu olabilecek bir işlem bulunmadığıgerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"5434 Sayılı T. Emekli Sandığı Kanununun Ek 26’ncı maddesinde; 5434 sayılı Kanun ve ona ek kanunlara göre sandıkla ilgilendirilenlerin emeklilik işlemlerinin istek üzerine veya yaş haddi veya malullük (adi veya vazife malullüğü) hallerinde iştirakçinin mensup olduğu kurumun en yüksek amirinin onayı ile tekemmül edeceği, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun Kamu Görevlilerinin Emekliye Sevk Onayları başlıklı 48’inci maddesinde yaşlılık, malûllük işlemlerinin istek üzerine veya yaş haddi, malûllük veya vazife malûllüğü hallerinde kamu idaresinin en yüksek amirinin onayı ile tekemmül edeceği hüküm altına alınmıştır....1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 21’inci maddesinde; asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden dolayı yetki, sebep, şekil, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından bahisle menfaati ihlal edilenler tarafından açılacak iptal davalarına Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde karara bağlanacağı belirtilmiştir. İdari işlem; kamu gücü kullanılarak bir hukuki durum doğurmak, var olan bir hukuki durumu değiştirmek ya da ortadan kaldırmak için yapılan irade açıklamaları olarak tanımlanmaktır. İdari işlem yöneldiği sonucun niteliğine göre yükümlendirici veya yararlandırıcı olabilir, ilgilinin hukuki statüsünde bu yönde değişiklik yaratır. İdari işlem icrailik vasfına sahiptir, başka bir işlemin varlığına gerek olmaksızın çeşitli hukuki sonuçlar doğurur. İdarenin her faaliyeti idari işlem değildir. Başka bir işlemin varlığına gerek olmaksızın doğrudan doğruya hukuki sonuç doğuran işlemler idari yargıda iptal davasına konu olur. Bilgi verici, açıklayıcı, tavsiye niteliğindeki yazılar, iç düzen ve hazırlık işlemleri idari davaya konu olmazlar.Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapılamayacağına ilişkin raporun doğuracağı tek sonuç bulunmakta olup bu da ilgilinin sağlık nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetlerinde ilişiğinin kesilmesidir. 5434 ve 5510 sayılı kanun hükümleri gereği Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapamaz raporu düzenlenen personel hakkında malulen emekliye sevk işleminin yapılması gerekmektedir. Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapılamayacağına ilişkin rapor da malûlen emekliye sevk işleminin hazırlık işlemidir. Hazırlık işlemi niteliğinde bulunan Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapılamayacağına dair raporun sonuç doğurması için emekliye sevk kararının alınması gereklidir. Bu nedenle Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapılamayacağına dair rapor idari davaya konu olmaz. Hazırlık işlemi hangi işleme ait ise o işlemin iptali için açılan davada hukuka aykırılığı iddia edilebilir. Aksinin kabulü; mesnet alınan idari işlem dava konusu yapılmadan hazırlık işleminin denetlenmesi sonucunu doğurur. Şartları varsa süresi içerisinde Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapamaz raporunun esas alındığı malûlen emekliye sevk kararının iptali istemiyle açılan davada raporun hukuka aykırı olduğu, tesis edilen işlem için yeterli olmadığı ileri sürülebilir. İlgili iddia bu davada değerlendirilebilir." Karar oyçokluğu ile verilmiş olup karşıoyda özetle sağlık kurulu raporunun kişiyi doğrudan hedef alan, idari işlemin tesisinde bağlayıcı bir etkisi olan, asıl iradenin parçasını oluşturan, ayrı bir idari işlem kimliğinde bulunan tek taraflıve icrai işlem niteliğinde olduğu, hazırlık işlemi niteliğinde olmadığı, bu nedenle idari yargı denetimine tabi tutularak uyuşmazlığın esası hakkında bir karar verilmesi gerektiği görüşüne yer verilmiştir. Bu karara yapılan karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 12/11/2013 tarihli ve E.2013/1436, K.2013/1398 sayılı kararıyla oyçokluğuyla reddedilmiştir. Bu karar, başvurucuya 18/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/12/2013 tarihinde emekli edilmiştir. Başvurucu 17/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Başvurucu Yılmaz Ataş Yönünden Başvurucu, TSK'da astsubay statüsünde görev yapmakta iken hakkında GATA Sağlık Kurulunca düzenlenen 7/12/2012 tarihli sağlık kurulu raporuyla ''Obezite, tanımlanmamış kilo fazlalığı'' tanısı konularak aynı raporda ''33/D/1 TSK'da görev yapamaz.'' tespiti yapılmıştır. Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı tarafından başvurucu adi malul kabul edilmiş ve hakkında malullüğe ilişkin hükümlerin uygulanabilmesi amacıyla görevi ile ilişiğinin kesilerek ilgili belgelerin gönderilmesi başvurucunun kurumundan talep edilmiştir. Kara Kuvvetleri Komutanlığının 6/5/2013 tarihli yazısı ile emeklilik işlemlerinin yapılabilmesi için ilgili belgelerin hazırlanarak gönderilmesi başvurucunun görev yaptığı birliğinden talep edilmiştir. Yazıda şöyle denilmiştir: " ... Yılmaz ATAŞ ... 'ın "Obezite tanılı ve "TSK'da Görev Yapamaz" kararlı ilgi (a) sağlık raporu, Sosyal Güvenlik Kurumu Bşk.lığınca ilgi (b) ile onaylanarak "Adi Malul" olduğuna karar verilmiştir... Söz konusu personele; ilgi (c) Yönetmelik'in 31'inci maddesi tebliğ edilerek, emeklilik işlemlerinin yapılabilmesi için ilgi (ç) emirde belirtilen belgelerin hazırlanarak K.K.K.lığına gönderilmesini rica ederim." Başvurucu, bu yazının ve ekindeki İzmir Asker Hastanesi Sağlık Kurulunun 7/12/2012 tarihli raporunun iptali istemiyle dava açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde ilgili mevzuata göre tüm branşlarda muayene edilmesi gerekirken sadece iç hastalıkları uzmanı tarafından muayene edilerek TSK'da görev yapamayacağına ilişkin rapor verilmesinin hukuka aykırı olduğunu, ayrıcamevzuata uygun kilo ve boy şartını taşıdığını ileri sürmüştür. AYİM Üçüncü Dairesi 27/2/2014 tarihli ve E.2014/267, K.2014/259 sayılı kararıyla davacının TSK'da görev yapamayacağına ilişkin raporun doğuracağı tek sonucun, ilgilinin TSK'dan ilişiğinin kesilerek malulen emekliye sevk edilmesi olup sağlık raporunun, malulen emekliye sevk işleminin hazırlık işlemi niteliğinde bulunduğu, şartları yerine getirilerek emekliye sevk işlemine karşı açılacak davada raporun hukuka aykırılığının ileri sürülebileceği ve bu iddianın değerlendirilebileceği, ortada idari davaya konu olabilecek bir işlemin bulunmadığıgerekçesiyle oybirliğiyle davanın reddine karar verilmiştir. Gerekçe yukarıda yer verilen gerekçe ile (bkz. § 12) paralel olup gerekçede ayrıca, davacı hakkında emekliye sevk işleminin yapılmadığı davaya konu edilen Kara Kuvvetleri Komutanlığının 6/5/2013 tarihli yazısının (bkz. § 19) emeklilik işlemlerinin yapılabilmesi için ilgili belgelerin hazırlanarak gönderilmesine ilişkin olduğu, idari bir işlem olmadığı, emekliye sevk işleminin tekemmülü için hazırlık işlemi olduğu, hazırlık işlemlerinin de kesin icrai nitelikte olmadığından idari davaya konu yapılmasının mümkün olmadığı, emekliye sevk işlemi tesis edildiğinde bu işlemin dava konusu edilebileceği ifade edilmiştir. Bu karar, 17/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiş ve karar düzeltme yoluna başvurulmadan 16/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvurucu 6/3/2014 tarihinde emekli edilmiştir. A. Ulusal Hukuk 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nun ek maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "5434 sayılı Kanun ve ona ek kanunlara göre Sandıkla ilgilendirilenlerin emeklilik işlemleri;...b) İstek üzerine veya yaş haddi veya malullük (adi ve vazife malullüğü) hallerinde, iştirakçinin mensup olduğu kurumun en yüksek amirinin,...onayı ile tekmemmül eder. " 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun "Kamu görevlilerinin emekliye sevk onayları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"4 üncü maddenin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında olanların yaşlılık, malûllük veya vazife malûllüğü işlemleri;...b) İstek üzerine veya yaş haddi, malûllük veya vazife malûllüğü hallerinde kamu idaresinin en yüksek amirinin, ...onayı ile tekemmül eder...." 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun "İdari davalar ve yargı yetkisinin sınırı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"20 nci maddede belirtilen kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden dolayı; yetki, sebep, şekil, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından bahisle menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak iptal davaları, aynı idari işlem ve eylemlerin haklarını ihlal etmesi halinde açılacak tam yargı davaları, doğrudan doğruya ve kesin olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde çözümlenir ve karara bağlanır.İdari yargı yetkisi, idari işlem ve eylemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır. Yerindelik denetimi yapılamaz. Yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlıyacak tarzda kullanılamaz ve idari eylem ve işlem niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilemez...." Aynı Kanun'un "İdari yargılama usulü kanunu ile hukuk usulü muhakemeleri kanununun uygulanacağı haller" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde; İdari Yargılama Usulü Kanunu ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun hakimin davaya bakmaktan memnuiyetini gerektiren haller, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, bağlılığı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım ve duruşmanın inzibatına ilişkin hükümleri uygulanır. (Ek cümle: 3/11/2016-6754/21 md.) Bilirkişiler hakkında Bilirkişilik Kanunu ve 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun ilgili hükümleri uygulanır." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Dilekçeler üzerine ilk inceleme” kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Dilekçeler, ...:a)..d) İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı,...yönlerinden sırasıyla incelenir." Aynı Kanun’un “İlk inceleme üzerine verilecek kararlar” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:“Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;a) ...b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine,...Karar verilir..”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir...” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında ifade edilen hakkın kurucu unsurlarından birinin mahkemeye erişim hakkı olduğunu belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36). Mahkemeye erişim hakkı, Sözleşme'nin maddesinde yerini bulan güvencelerin doğal bir parçası olup (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B. No: 54252/07, 16/6/2009, § 52) bu kapsamda (1) numaralı fıkra, herkesin kişisel hakları ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını bir mahkeme veya bir yargı yeri önüne çıkarma hakkını güvence altına alır (Golder/Birleşik Krallık, § 36). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/786 | Başvuru, Türk Silahlı Kuvvetlerinde TSK) görev yapamaz. fadesini içeren sağlık raporu ile raporun ekinde yer aldığı yazının iptali istemiyle açılan davanın, Askeri Yüksek İdare Mahkemesince AYİM) ortada idari davaya konu olacak idari işlem bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların babası olan murislerinin 1970 yılında Kızıltepe Kadastro Mahkemesinde açtığı kadastro tespitine itiraz davası, anılan Mahkemenin kapatılmasıyla Mardin Kadastro Mahkemesine devredilmiş ve dava hâlen yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/484 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, 16/9/2010 tarihinde açtığı işe iade davasının makul sürede sonuçlanmadığını ve anılan dönemde başka bir işte çalışamadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 3/4/2014 tarihinde İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 10/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 10/12/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, iş akdinin feshedilmesi üzerine, 16/9/2010 tarihinde işe iade davası açmıştır. Bakırköy İş Mahkemesi, 1/12/2011 tarihli ve E.2010/720, K.2011/898 sayılı kararıyla davanın kabulüne, feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine hükmetmiştir. Davalı işverenin temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/7/2012 tarihli ve E.2012/2029, K.2012/16539 sayılı ilâmıyla, teknik araştırmayı gerektiren bir konuda yalnızca tanık anlatımı ile sonuca gidildiği gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma sonrasında dosyayı devralan Bakırköy İş Mahkemesi bozmaya uyarak yaptığı inceleme sonucunda 7/11/2013 tarihli ve E.2013/713, K.2013/104 sayılı kararıyla, davanın kabulüne ve başvurucunun işe iadesine hükmetmiştir. Davalı işverenin temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/2/2014 tarihli ve E.2014/1522, K.2014/2732 sayılı ilâmıyla onanarak kesinleşmiştir. Onama kararı başvurucuya 19/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 3/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ve maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası ve maddesi, 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesinin üçüncü fıkrası (bkz. B.No: 2014/1981, 18/9/2014, §§ 17–22). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4781 | Başvurucu, 16/9/2010 tarihinde açtığı işe iade davasının makul sürede sonuçlanmadığını ve anılan dönemde başka bir işte çalışamadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/25155 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Şırnak'ın Cizre ilçesinde güvenlik güçleri tarafından terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonlar sırasında meydana gelen ölüm olayı ve bunu takip eden süreç nedeniyle başta yaşam hakkı olmak üzere temel hak ve hürriyetlerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Türkiye'de PKK terör örgütünün neden olduğu terör ve şiddet eylemleri 2015 yılının ortalarından itibaren özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yoğun olarak yaşanmaya başlamıştır. Şırnak'ın Cizre, İdil, Silopi ilçeleri; Hakkâri'nin Yüksekova ilçesi, Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçeleri, Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçeleri ile Muş'un Varto ilçesinde PKK terör örgütü tarafından cadde ve sokaklara hendekler kazılarak barikatlar kurulmuş; patlayıcılar yerleştirilmiş ve bu yerleşim yerlerinin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet kurulmaya çalışılmıştır. Terör ve şiddet olaylarına, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından PKK mensuplarına karşı ortak olarak gerçekleştirilen ve başta Sur, Cizre ve Nusaybin olmak üzere on bir şehirde yürütülen askerî operasyonlarla müdahale edilmiştir. Terör örgütü mensuplarının yakalanması, halkın can ve mal güvenliği ile kamu düzeninin sağlanması için yapılan operasyonların gerçekleştirildiği bölgelerin bazılarında 2015 yılının ikinci yarısından başlamak üzere değişen tarihlerde sokağa çıkma yasakları uygulanmış ve bazı yerleşim birimleri geçici süreyle askerî güvenlik bölgesi ilan edilmiştir. Terör örgütü üyelerinin yakalanarak halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla getirilen sokağa çıkma yasakları güvenlik güçlerince yürütülen operasyonların sona ermesinin ardından kaldırılmıştır. Gerçekleşen geniş çaplı operasyonlarda beş yüze yakın güvenlik görevlisi şehit olmuş, iki binin üzerinde terörist etkisiz hâle getirilmiştir (sürece ilişkin detaylı aktarım ile operasyonlar ve hendek olaylarına ilişkin arka plan bilgisi için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], B. No: 2017/37897, 5/7/2022; Ayşe Çelik, B. No: 2017/36722, 9/5/2019; Seyid Narin [GK], B. No: 2018/20156, 18/5/2022; Gülser Yıldırım (2), B. No: 2016/40170, 16/11/2017). Operasyonların gerçekleştirildiği dönemde sokağa çıkma yasağının kaldırıldığı 2/3/2016 tarihinde Cizre ilçesi, Sur Mahallesi, Akdeniz Sokak, No: 16 adresinde bir erkek cesedinin bulunduğunun bildirilmesi üzerine belirtilen adrese gidilmiş; birinci katın giriş ana kapısının arka kısmında, bu kısmın yaklaşık bir metre karşısında sarı renkli battaniye içinde, yarı sarılı vaziyette, yüzünde ve ellerinde kararma ve morarmalar başlamış bir erkek cesedinin üzerinde mont, pantolon, çorap, ayrıca bir çift, çıkarılmış ve ayak ucuna bırakılmış kahverengi bot olduğu görülmüştür. Cesedin bulunduğu bu binadan daha önceki bir tarihte (11/2/2016 tarihinde) terör örgütü mensubu dokuz ceset ile birlikte çok sayıda otomatik silah ve ateşli silah ürünü çıkarılmıştır. Cumhuriyet savcısının talimatıyla olay yeri çalışmaları Olay Yeri Grup Amirliği görevlilerince yapılmış, cesedin ayak ucuna doğru yaklaşık 3 m uzaklıkta yerde bulunan, daha önceden terör örgütü üyeleri tarafından kullanıldığı değerlendirilen pantolon, puşi, mont, kuşak, ekranı kırık, içinde SIM kartı olmayan cep telefonu gerekli incelemelerin yapılabilmesi için muhafaza altına alınmıştır. Ceset, ölü muayene ve otopsi işlemleri için cenaze aracıyla Cizre Devlet Hastanesine nakledilmiştir. Cesedin bulunmasını takiben Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından başlatılan soruşturmada olay yerinde fotoğraf, video çekimi yapılmış, ilgili emniyet birimlerine gereken delillerin toplanması için talimat yazılmıştır. Aynı gün düzenlenen Olay Yeri İnceleme Tutanağı'na göre binada üzerinde mont, pantolon ve ayak ucunda bot bulunan bir ceset, başka bir örgüt mensubuna ait olduğu değerlendirilen kıyafetler ile cep telefonu tespit edilmiştir. Söz konusu deliller, elkoyma kararı verilerek muhafaza altına alınmıştır. Güvenlik güçlerince tutulan tutanaklarda (telsiz kayıtları vb. çözümlemesi) cesedin bulunduğu bina ve çevresinin operasyonlar sırasında terör örgütü mensuplarınca kullanıldığı, güvenlik güçlerine bu binadan ateş açılıp çatışmalar yaşandığı ifade edilmiştir. Ayrıca aynı gün, olay yerinde bulunan ceset üzerinde Cumhuriyet savcısının huzurunda ölü muayene işlemi yapılmış, kriminal incelemelerinin yapılabilmesi amacıyla kıyafetler ve svaplar Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğüne, ceset ise kesin ölüm nedeninin tespiti için Adli Tıp Kurumunun ilgili birimine sevk edilmiştir. Ölü muayene işleminden sonra İ.E. cesedin kardeşi S.E.'ye ait olduğunu teşhis etmiştir. S.E., başvurucuların çocuğu, eşi ve babalarıdır. 2/3/2016 tarihli otopsi raporunda, şahsın penetran metalik cisim yaralamasına bağlı kafatası kemikleri parçalı kırığı ile beyin parankin harabiyeti sonucu hayatını kaybettiği ifade edilmiştir. Ayrıca cesetten laboratuvar incelemesi için kas ve kemik örnekleri alındığı belirtilmiştir. 5/3/2016 tarihli ekspertiz raporuna göre alınan parmak izinden ölenin S.E. olduğu anlaşılmıştır. Yapılan laboratuvar incelemesi sonucu yanak ve el svaplarında antimon elementi/atış artığı tespit edilmemiş; kıyafetler üzerinde tespit edilmiştir. Süreçte ölenin kardeşi İ.E.nin bilgi sahibi sıfatıyla ifadesine başvurulmuştur. İ.E. 2/3/2016 tarihli ifadesinde özetle ailesiyle birlikte Cudi Mahallesi'nde yaşadıklarını, sokağa çıkma yasaklarının gününde evi terk ettiklerini ancak kardeşleri S.E. ile E.nin "Başkalarına misafir olup rahatsızlık vermeyiz." diyerek kendileriyle gelmediğini, daha sonra S.E.yi gelmesi için aradığında "Can güvenliğim olmadığından gelemem." dediğini, bodrumda yaralı olduğunu duyduğunu, bir daha kendisinden haber alamadıklarını beyan etmiştir. Cesedi bularak yetkililere haber veren Ş.Ö.nün bilgi sahibi sıfatıyla aynı gün ifadesi alınmıştır. Ş.Ö. ifadesinde özetle cesedin bulunduğu binanın ailesine ait olduğunu, sokağa çıkma yasaklarının başlamasından önce herkesin binayı terk ettiğini, kendisinin de dört yıldır yurt dışında yaşadığını, sokak boyunca hendekler olduğunu bildiğini ancak örgüt mensubu kimseyi görmediğini ve ayrıca tanımadığını, daha önceden (11/2/2016 tarihinde) binada bulunan terör örgütü mensubu dokuz ceset, çok sayıda mühimmat, mermi, uzun namlulu silah ve her türlü patlayıcı madde hususunda bilgisi olmadığını, binanın terk edilmesinden sonra terör örgütü mensuplarının binayı uzun bir süre kullandığını düşündüğünü belirtmiş; ayrıca cesetleri bulmasından bir gün önce Cizre'ye döndüğünü, ifade verdiği aynı gün binayı kontrol etmek için belirtilen adrese gittiğini, binanın harabe olduğunu, binaya girip cesedi gördüğü gibi dışarı çıktığını, binanın önündeki kalabalık vatandaş grubunun cesedin önce üst katta olduğunu, daha sonra aşağı kata girişe indirildiğini söylediğini ifade etmiştir. Aynı gün ifadesi alınan S.Ö. özetle bahsi geçen binanın amcası ve ailesine ait olduğunu, sokağa çıkma yasağı başlamadan birkaç gün önce ikametgâhlarından ayrıldıklarını, evi kontrol etmek için bir gün önce geldiğini, civardaki binaların tamamen yıkık vaziyette olduğunu, amcasının iki katlı olan binasının da tamamen yandığını, her yerinde mermi ve hasar izi, kırık ve göçükler olduğunu, tüm daire kapılarının ve duvarlarının kırık olduğunu ancak herhangi bir silah ve mühimmat veya ölü örgüt mensubu görmediğini, giriş kattaki dairede yerde kan izi, üzerinde koyu renkli lekeler bulunan sargı bezleri, eldiven gibi tıbbi gereçler olduğunu, binada patlayıcı vs. olabileceğini düşünerek daireyi hızlı bir şekilde kontrol ettiğini ama her tarafı kontrol edemeden evden ayrıldığını, bu sebeple bir gün önce cesedi bulamamış olabileceğini beyan etmiştir. Güvenlik güçleri, yaptıkları araştırma sonucu olay yerini gören ve kayıt yapan kamuya ya da özel şahıslara ait kamera ve/veya tanık tespit edememiştir. Aralarında kimliği gizli beş kişinin de olduğu on altı kişi S.E.yi teşhis etmiştir. Bu teşhis işlemlerinin sekizine Cumhuriyet savcısı da katılmıştır. Fotoğraf Teşhis Tutanaklarına göre ikisi gizli, sekiz tanık S.E.nin PKK terör örgütünün gençlik yapılanması içinde yer aldığını, örgütün eylemlerine aktif katıldığını, olayların yaşandığı tarihlerde hendek ve barikatların kazılmasına aracı ile malzeme taşıyarak destek sağladığını, Cudi Mahallesi'ndeki barikatlarda Kalaşnikof marka silahla nöbet tuttuğunu belirtmiştir. Güvenlik birimleri, yaptıkları incelemede S.E.nin PKK/KCK terör örgütü adına milis/iş birlikçi olarak bir takım faaliyetlerde bulunup aynı örgütün silahlı yapılanmalarından olan YPS içinde silahlı eylemde bulunduğuna dair istihbarat bilgisine ulaşmıştır. Diğer taraftan güvenlik güçleri yaptıkları internet taramasında terör örgütünü destekleyen yayınlar yaptığı değerlendirilen bir internet sitesinde S.E.nin öz yönetim direnişlerinde yaşamını yitiren savaşçı olarak anılıp fotoğraflarına yer verildiğini tespit etmiştir. Güvenlik güçleri; S.E.nin cesedinin ele geçirildiği yerin PKK/KCK terör örgütü mensupları ile girdikleri silahlı çatışmanın yaşandığı operasyon bölgesinde kaldığı ve maktulün cesedinin ele geçirildiği adreste operasyon sürecinin önceki tarihlerinde dokuz terör örgütü mensubunun cesedinin silahları ve mühimmatları ile birlikte ele geçirildiğine işaret etmiştir. Bu sebeple maktulün güvenlik güçlerine yönelik silahlı saldırı eylemi/girişimi esnasında etkisiz hale getirilen terör örgütü mensuplarından olduğu ve cenazesinin güvenlik güçlerinin eline geçmemesi amacıyla terör örgütü mensupları tarafından söz konusu adrese taşındığını/saklandığı değerlendirmesinde bulunmuştur. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı 15/2/2018 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Gerekçede, elde edilen deliller uyarınca S.E.nin terör örgütü üyesi olduğunun, örgütün emir ve talimatları doğrultusunda güvenlik güçleri ile çatışmaya girdiğinin tespit edildiğini, güvenlik güçlerinin terör örgütüne yönelik operasyonlar sırasında kanunu/emri yerine getirmeleri kapsamında güç kullanmalarının hukuka uygunluk şartlarını taşıdığını ifade etmiştir. Söz konusu karara yönelik itiraz Şırnak Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) tarafından 6/4/2018 tarihinde reddedilmiştir. Ret gerekçesinde; operasyonların arka planına ve güç kullanımına ilişkin mevzuata dair kapsamlı bir açıklama yapılarak güvenlik güçlerinin terörist grupla silahlı çatışma yaşarken terörle mücadele çerçevesinde aldıkları emri yerine getirdikleri sırada kendilerine, diğer güvenlik güçlerine ve sivil halka örgüt mensuplarınca yöneltilen, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız saldırıları o andaki hâl ve şartlara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunda oldukları, kanunun verdiği yetkiyi kullanarak, terör örgütü mensubu olduğu tespit edilen S.E.yi etkisiz hâle getirdikleri sonucuna ulaşıldığı ve bu bağlamda Başsavcılık kararında hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucular, anılan kararı 30/4/2018 tarihinde öğrenmelerinin ardından 29/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. S.E. ile birlikte yirmi kişinin yaralı hâlde Cizre ilçesi Sur Mahallesi Beyazıt Sokak Alize Künefe Salonunun arkasındaki binanın bodrum katında bulundukları belirtilerek 10/2/2016 tarihinde tedbir talebiyle bireysel başvuru yapılmıştır. Şırnak Valiliği (Valilik) tarafından 11/2/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine gönderilen yazıda, Bostancı Sokak, Narin Sokak ve Beyazıt Sokak’ta bulunan binalara sağlık görevlileri ve ilgili personellerle gidildiği ve bu adreslerde yaralıların bulunmadığının anlaşıldığı bildirilmiştir. İkinci Bölüm 12/2/2016 tarihinde, tedbir kararı verilmesine yer olmadığına, kamu makamlarının kim olduklarına bakılmaksızın başvurucu olduğu belirtilen kişilerin bulunduğu yerin tespiti ve sağlık hizmetlerine erişimleri için gerekli tedbirleri almaya devam etmesine, Başsavcılıktan başvurucu olduğu belirtilen kişilerin hayatını kaybedenler arasında olup olmadığının bildirilmesinin istenmesine ve Valiliğin sonraki gelişmelerden Anayasa Mahkemesini gecikmeksizin bilgilendirmesine karar vermiştir. 29/5/2018 tarihli başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/14655 | Başvuru, Şırnak'ın Cizre ilçesinde güvenlik güçleri tarafından terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonlar sırasında meydana gelen ölüm olayı ve bunu takip eden süreç nedeniyle başta yaşam hakkı olmak üzere temel hak ve hürriyetlerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, görevsizlik kararı veren mahkemede yeniden açılan davanın esasının incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/9/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Bireysel Başvuruya Konu Dava Öncesi Hukuki Süreç Başvurucunun Şanlıurfa'nın Suruç ilçesi Mürşitpınar köyünde ikamet ettiği lojmandaki eşyalarının Suriye'deki çatışmalar sırasında kullanılan patlayıcı maddelerden zarar görmesi sebebiyle meydana gelen 000 TL (Zarar Tespit Tutanağı sonucunda tespit edilen miktar) maddi zararın tazmini için görev yaptığı Komutanlığa yapmış olduğu başvuru Şanlıurfa Valiliğine (İdare) gönderilmiştir. İdare başvurunun reddine karar vermiştir. Başvurucu, Şanlıurfa İdare Mahkemesinde (Mahkeme) 3/11/2015 tarihinde fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 100 TL maddi zararın tazmini talebiyle Şanlıurfa Valiliğine karşı tam yargı davası açmıştır. Yargılama sırasında Mahkemenin görevine ilişkin itiraz aşamaları şu şekilde gerçekleşmiştir:- Davalı İdare 17/12/2015 tarihli cevap dilekçesinde davanın konusu gereği Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) görülmesi gerektiğini belirterek görev itirazında bulunmuştur.- Mahkeme 18/1/2016 tarihli kararıyla dava konusunun askerî hizmetle ilgili olmadığı gerekçesiyle uyuşmazlığın çözümünde idari yargının görevli olduğu sonucuna varmıştır. - Mahkemenin görevlilik kararı üzerine davalı İdare 3/2/2016 tarihli dilekçesiyle AYİM Başsavcılığından (Başsavcılık) olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması talebinde bulunmuştur.- Başsavcılık 22/3/2016 tarihli kararıyla dava konusunun idari yargı alanına girdiği gerekçesiyle davalı İdarenin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması talebini reddetmiştir. 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un maddesi ile askerî yargı kaldırılmış, anılan değişiklik 27/4/2017 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Mahkeme 10/5/2017 tarihli kararıyla uyuşmazlığı çözmeye AYİM'in görevli olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine kesin olmak üzere karar vermiştir. Bu karar başvurucuya 19/6/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, başvuru formunda görevsizlik kararının kendisine tebliğ edilmesi üzerine dava açmak üzere AYİM'e vermiş olduğu dava dilekçesinin Anayasa'da yapılan değişiklikle askerî yargının kaldırılmış olduğu gerekçesiyle kabul edilmediğini belirtmiştir.B. Bireysel Başvuruya Konu Dava Süreci Başvurucu kararın verildiği tarihte Anayasa'da yapılan değişiklik sonucunda AYİM'in kapatılması üzerine idare mahkemelerinin görevli hâle geldiği, bu durumun Mahkeme kararında gözardı edildiği gerekçesiyle 30/6/2017 tarihinde Mahkemede yeniden tam yargı davası açmıştır. Mahkeme 7/8/2017 tarihli kararla davanın incelenmeksizin reddine kesin olmak üzere karar vermiştir. Mahkeme, gerekçesinde; Anayasa değişikliği sonrasında askerî yargıdaki davalarla ilgili yasal düzenleme yapılmadan Mahkemenin görevli hâle gelmeyeceğine değinmekle birlikte görevsizlik kararı verilen davanın yargı sürecinin tamamlanmadığını, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davanın incelenmesinin mümkün olmadığını belirtmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir."... Anayasa değişikliği sonrasında çıkarılacak uyum yasaları ile Askeri Yargı'da açılacak davaların hangi tarihten itibaren ve nasıl bir süreçte sonuçlandırılacağı yasa hükmü ile ortaya konulacağı hususu göz önüne alındığında; henüz bu konuda bir düzenleme yapılmaması sebebi ile E:2015/1034 sayılı dava dosyasının (önce açılan ve görev ret kararı verilen dosya) bu çerçevede Askeri Yargı'ya gönderilerek Askeri Yargı tarafından verilecek bir karar neticesinde (şayet ilgili kanunlar çıkar ve görevsizlik kararı verilir ise) dava dosyasının yeniden İdari Yargı'ya intikal edeceği ve bu çerçevede aynı dosya üzerinden (E:2015/1034) yeniden yargılama yapılıp bir karar verileceği açık olup, henüz yargı süreci tamamlanmayan E:2015/1034 sayılı dava ile tarafları konusu ve sebebi aynı olan işbu davanın (aynı davanın) açılmış olduğu anlaşılmakla işbu davanın bu aşamada incelenme olanağı bulunmamaktadır." Nihai karar başvurucuya 5/9/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/9/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu benzer bir davada davacı R.S. tarafından Şanlıurfa İdare Mahkemesinde açılan tam yargı davasında verilen incelenmeksizin ret kararının istinaf yolu açık olmak üzere verildiğini belirtmiş ve anılan kararı başvuru dosyasına sunmuştur. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kapsamında yapılan incelemede istinaf yolu açık olmak üzere verilen karar R.S. tarafından istinaf edilmiştir. Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi Üçüncü İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 15/2/2018 tarihli kararla dava değeri olan 100 TL'nin istinaf sınırının altında kaldığı gerekçesiyle istinaf başvurusunun incelenmeksizin reddine karar vermiştir. A. İlgili Mevzuat 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasına 2/7/2018 tarihli ve 703 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) maddesiyle yapılan değişiklikten önceki hâli şöyledir: "Çözümlenmesi Danıştayın, idare ve vergi mahkemelerinin görevlerine girdiği halde, adli veya askeri yargı yerlerine açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabilir. ..." 2577 sayılı Kanun'un "Dilekçeler üzerine ilk inceleme" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:" Dilekçeler, ..a) Görev ve yetki,b) İdari merci tecavüzü,c) Ehliyet,d) İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı,e) Süre aşımı,f) Husumet,g) 3 ve 5 inci maddelere uygun olup olmadıkları,...Yönlerinden sırasıyla incelenir." 2577 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinin 703 sayılı KHK'nın maddesiyle yapılan değişiklikten önceki hâli şöyledir:" 3/a bendine göre adli ve askeri yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine, ... ...Karar verilir." 25/8/2017 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan 694 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (694 sayılı KHK) maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Kaldırılan askeri yargı mercilerinde görülmekte olan, tebliğde ve infaz aşamasında bulunanlar ile bu mercilerin arşivlerinde bulunan işi bitmemiş dosyalardan; a) Askeri Yargıtayda olanlar, Yargıtaya, b) Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde kanun yolu incelemesi aşamasında olanlar Danıştaya; diğerleri Ankara idare mahkemelerine, c) Askeri mahkemelerde olanlar, görevli ve yetkili adli yargı mercilerine,ç) Askeri savcılıklarda olanlar, yetkili Cumhuriyet Başsavcılıklarına,21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren dört ay içinde herhangi bir karara gerek kalmaksızın listeye bağlanarak gönderilir.Kaldırılan askeri yargı mercilerindeki işi bitmiş dosyalar ile defter ve diğer evraklar, bu mercilerce Milli Savunma Bakanlığı arşivine gönderilir.Kaldırılan askeri yargı mercilerince hüküm verilmekle birlikte henüz gerekçeli karan yazılmayan dosyalara ilişkin kararlar en geç 15 gün içinde yazılır ve dosyaları tebliğ ve müteakip işlemler için sekizinci fıkrada gösterilen adli ve idari yargı mercilerine gönderilir.” 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir."(1) Dava şartları şunlardır:...ı) Aynı davanın, daha önceden açılmış ve hâlen görülmekte olmaması..."B. Danıştay İçtihadı Danıştay Beşinci Dairesinin 6/6/2016 tarihli ve E.2016/3014, K.2016/3547 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Bir dava görülmekte iken, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan ikinci bir davanın esasının, derdestlik nedeniyle incelenemeyeceği usul hukukunun genel ilkelerindendir.İdari davaların konusunu genellikle idari işlemler oluşturmaktadır. Bu bağlamda derdestlikten söz edilebilmesi için davanın taraflarının, sebebinin ve konusunun aynı olması gerektiğinden, iptal isteklerinin aynı işleme yöneltilmiş olması zorunludur...." Danıştay Beşinci Dairesinin 26/2/2020 tarihli ve E.2016/58751, K.20201644 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Tarafları ve konusu aynı olan bir davanın, daha önce aynı veya başka bir mahkemede açıldığının ve görülmekte olduğunun saptanması halinde, usul hukukunun temel kavramlarından biri olan derdestlik müessesesinin ifade ettiği ''ilk davanın aynısı olan diğer davaların açılmasında davacının hukuki yararı bulunmadığı'' olgusundan hareketle, sonraki davaların derdestlik nedeniyle incelenmeksizin reddine karar verilmesi gerekmektedir.Derdestlik durumunun ortaya çıkması için; aynı davanın birden fazla açılmış olması ve birinci davanın görülmekte olması şartları birlikte gerçekleşmelidir. Davaların aynı dava olarak kabul edilebilmesi de; davaların taraflarının, konularının, dava konusu işlemlerin aynı olmasına bağlıdır...." Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 5/4/2017 tarihli ve E.2015/3423, K.2017/1559 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun dava şartlarını düzenleyen maddesinin fıkrasının (ı) bendinde;"Aynı davanın, daha önceden açılmış ve halen görülmekte olmaması", aynı fıkranın (i) bendinde ise "Aynı davanın, daha önceden kesin hükme bağlanmamış olması" hükmüne yer verilmek suretiyle "derdestlik" ve "kesin hüküm" dava açma şartları arasında sayılmış olup; Kanunun maddesinde, mahkemenin dava şartı noksanlığını tespit etmesi halinde davayı usulden reddedeceği kurala bağlanmış; maddesinin fıkrasında ise "Bir davaya ait şekli anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir" hükmüne yer verilmiştir.Uyuşmazlıkta, davacı tarafından, hizmet sözleşmesinin feshedildiği iddiasıyla işe iade istemiyle Ankara İş Mahkemesinde açılan diğer bir davada, Mahkemenin 27/12/2012 günlü, E:2012/24, K:2012/1136 sayılı kararıyla davanın reddine karar verildiği; anılan kararın Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/04/2013 günlü, E:2013/6368, K:2013/6661 sayılı kararıyla onanarak kesinleştiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan ve aynı hukuki çekişmeyi içeren işbu dava hakkında daha önce verilmiş bulunan kesin hüküm nedeniyle, davanın esasının incelenmesine hukuken olanak bulunmadığı gerekçesiyle, incelenmeksizin reddine karar verilmesi gerekirken, Mahkemece bu husus araştırılmaksızın davanın görev yönünden reddi yolunda verilen kararda hukuki isabet görülmemiştir...." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/34863 | Başvuru, görevsizlik kararı veren mahkemede yeniden açılan davanın esasının incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kanser hastasına reçete edilen ilacın ithali için gerekli ödemenin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yapılan talebin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/6/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, tedavisi süresince ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından ödenmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Başvurucunun tedbir talebinin 25/6/2020 tarihinde kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: 26/10/2013 doğumlu olan başvurucuya malign neoplazmı tanısı konulmuştur. Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu dinutuximab beta etken maddeli Qarziba isimli ilacın 3 aylık kullanımını ve ithalini uygun görmüştür. İlaç bedelinin ödenmesi talepli başvurusunun SGK'ca reddi üzerine başvurucu ilaca ait bedellerin karşılanması için SGK aleyhine Ankara İş Mahkemesi (İş Mahkemesi) nezdinde dava açmış ve ihtiyati tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. İş Mahkemesi 11/5/2020 tarihinde, davanın konusuna ilişkin olduğu ve davanın esasını halleder şekilde ihtiyati tedbir kararı verilemeyeceği gerekçesiyle başvurucunun ihtiyati tedbir talebinin reddine karar vermiştir. Başvurucunun ihtiyati tedbir talebinin reddine ilişkin karara karşı yaptığı istinaf talebini inceleyen Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi ( Hukuk Dairesi) talebin kabulüne karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: “......[Davacının] tedavisinde tıbbi gereklilik doğrultusunda kullanılacak "Dinutuximab beta" etken maddeli ilaç bedelinin 07/01/2020 tarihli Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu ve 12/03/2020 tarihli sağlık kurulu raporunda bertilen (davacı tarafından önceden temin edildiği anlaşılan kısmı dışında kalan) dört kür karşılığı 12 kutu ilaç bedelinin tedbiren davalı SGK tarafından karşılanmasına... karar verildi.” Başvurucu, Hukuk Dairesince verilen ihtiyati tedbir kararı sonrasında SGK'ya başvurmuştur. SGK temin edilen ilaca ait fatura aslı beraberinde kullanılan ilaca ait boş kutuların ibraz edilmesi hâlinde ihtiyati tedbir kararının gereğinin yerine getirilerek ilaç bedellerinin karşılanacağını bildirmiştir. Başvurucu, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunarak tedavisi süresince ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa SGK tarafından ödenmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Anayasa Mahkemesi 25/6/2020 tarihinde tedbir talebini kabul etmiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede, İş Mahkemesinin 18/02/2021 tarihinde "... Mahkememizce dosya çocuk onkoloji uzmanı bilirkişiye tevdi edilmiş, Prof. Dr. ... tarafından düzenlenen raporda; Yüksek riskli evre IV nöroblaston vakalarında Dinutiximab beta etken maddeli (Quarziba isimli) ilacın kullanımının zorunlu olduğu, muadilinin bulunmadığı bildirilmekle, Türk Eczacılar Birliği tarafından söz konusu ilacın değerine ilişkin belirtilen rakamlar da nazara alınarak davacının davasının kabulü cihetine gidilmiştir ..." gerekçesiyle ilaç bedelinin kesinti yapılmaksızın SGK tarafından karşılanmasına ve ilacın ithalatı için gerekli ödemenin doğrudan ithale yetkili kuruluşa yapılmasına karar verdiği anlaşılmıştır. Söz konusu karara karşı SGK vekili tarafından 1/3/2021 tarihinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Başvurucu vekili ise sadece vekalet ücreti bakımından istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf incelemesi devam etmektedir. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/16327 | Başvuru, kanser hastasına reçete edilen ilacın ithali için gerekli ödemenin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yapılan talebin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gözaltında maruz kalınan kötü muamele nedeniyle intihara sürüklenildiği iddiaları ile ilgili olarak sorumlu tutulan kolluk mensupları hakkında yapılan ceza soruşturması ve idari soruşturma sonucunda bir kısım görevlinin hiçbir ceza almaması, bir kısım görevlinin ise yetersiz cezalar alması ile idari disiplin soruşturması sonucunda verilen kararın iptali için açılan davanın, dava ehliyeti yönünden reddedilmesi nedenleriyle yaşam hakkı ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvuru 8/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve bağlantılı dosyalarda yer alan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul Emniyet Müdürlüğü Narkotik Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünce teknik takip yapılan kişiden uyuşturucu madde aldığı tespit edilen başvurucunun oğlu O.Y., 2/6/2010 tarihinde saat 20'de bu Şube Müdürlüğüne bağlı iki personel tarafından yakalanmıştır. Üzerinde 11,8 g esrar ele geçirilen O.Y., anılan Şube Müdürlüğüne götürülmüştür. Başvurucu; oğlunun burada tek başına bir süre bir odada bekletildiğini, bu sırada ona acı çekmekte olan bir kişinin sesinin dinletildiğini, buradan alınarak konulduğu diğer bir odada tamamıyla soyulduğunu, yere çömeltilerek öksürtüldüğünü, elle anal boşluğunun aranılması suretiyle cinsel istismara uğradığını, tokatlandığını, çıplakken uzun süre duvara dönük olarak bekletildiğini ve sözlü şiddete maruz kaldığını ileri sürmektedir. Genel Bilgi Toplama (GBT) Sistemi'nde kaydı bulunmayan O.Y. ile ilgili olarak Beyoğlu Cumhuriyet savcısı, O.Y.nin saat 00'de serbest bırakılması yönünde kolluk görevlilerine talimat vermiştir. Sağlık muayenesinin ardından O.Y. 3/6/2010 tarihinde saat 00'de serbest bırakılmıştır. Ertesi gün, tutulan tutanakları inceleyen S.G., S. ve Y.B. isimli aynı Şube Müdürlüğünde çalışan kolluk görevlileri tutanaklarda tarih, saat, sicil gibi bilgiler yönünden hatalar yapıldığını tespit ederek O.Y.yi tekrar Şube Müdürlüğüne çağırmıştır. O.Y. talep doğrultusunda tek başına Şube Müdürlüğüne giderek resmî olmayan bir ortamda yeniden düzenlenen tutanakları imzalamış, eski tutanakların huzurunda imhasının ardından Şube Müdürlüğünden ayrılmıştır. Başvurucunun iddiasına göre O.Y. kolluk görevlilerinin kendisine işlemediği bir suçu yükleyeceğinden korkmuş, hakkında yürütülen süreci daha iyi takip edebilmek için 21/6/2010 tarihinde bir avukata vekâlet vererek hukuki yardım almıştır. Yetkilendirilen avukat konuyla ilgili olarak Şube Müdürlüğüne gitmiş; burada kendisine, ifadesinin alınmasına ihtiyaç duyulduğu belirtilerek O.Y.nin Müdürlüklerine başvurması gerektiği söylenmiştir. Başvurucunun iddiasına göre O.Y. görevlilerin bu konudaki talebi karşısında strese girmiş ve 23/6/2010 günü yaklaşık saat 00 civarında evinin penceresinden atlamak suretiyle intihar etmiştir. Başvurucu 112 Acil Servis elemanlarının alana hızlı bir şekilde intikal etmemeleri nedeniyle oğlunun kırk dakika yerde bekletildiğini, ambulansla götürüldüğü Şişli Etfal Hastanesi hastayı kabul etmeyerek SSK Okmeydanı Hastanesine yönlendirdiğini, burada arızalı bir alet nedeniyle oğluna müdahalenin geciktiğini, dolayısıyla ölüm olayında sağlık görevlilerinin ihmalinin olduğunu da ileri sürmektedir. Neticede başvurucunun oğlu, Okmeydanı Hastanesinde yapılan müdahale sırasında 24/6/2010 günü saat 00'de vefat etmiştir. A. Olayla İlgili Ceza Yargısı Süreci 24/6/2010 tarihinde Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/29412 Soruşturma sayılı dosyası üzerinden başvurucunun oğlunun ölümü ile ilgili olarak resen bir soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturma devam ederken başvurucu 2/7/2010 tarihinde Şişli Cumhuriyet Başsavcılığına başvurarak oğlunun 2/6/2010 tarihinde Narkotik Şube Müdürlüğünde gördüğü kötü muamele sonucunda intihar ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca olay yerine geç intikal eden 112 Acil Servis çalışanları, oğlunu kabul etmeyen Şişli Etfal Hastanesi ile ameliyatını gecikmeyle gerçekleştiren SSK Okmeydanı Hastanesi çalışanları hakkında ihmalleri nedeniylesuç duyurusunda bulunmuştur. Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı 7/7/2010 ve 16/7/2010 tarihli kararlarıyla memurların soruşturulmasının ayrı usule tabi olduğu, başvurucunun oğluna yönelik olarak kötü muamelede bulunduğu ileri sürülen polis memurları ile hastane görevlileri hakkındaki evrakın tefriki gerektiği gerekçesiyle işkence yapma, intihara sebebiyet verme, görevi ihmal ve görevi kötüye kullanma suçları yönünden soruşturma evrakının ayrılmasına karar vermiştir. Tefrik edilen evrak üzerinden yürütülen soruşturma sonucunda sağlık görevlileri hakkında taksirle ölüme neden olma suçundan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen iddianame üzerinden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin E.2011/441 sayısında kayıtlı ceza davası açılmış, 18/12/2014 tarihinde sanıkların ayrı ayrı beraatlerine karar verilmiştir. Kararla ilgili temyiz incelemesi devam etmektedir. Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı tefrik kararı verdiği tarihte, Narkotik Şube Müdürlüğünde görevli polis memurları hakkında işkence, intihara sebebiyet verme suçu yönünden yürütülen soruşturmada yetkisizlik kararı vermiş ve dosyayı Fatih Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Şişli Cumhuriyet Savcılığı başvurucunun oğlunun ölümüyle ilgili olarak yürüttüğü soruşturma sonucunda 5/1/2011 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Bu karara karşı yapılan itirazı inceleyen Beyoğlu Ağır Ceza Mahkemesi 9/3/2011 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Öte yandan Narkotik Şube Müdürlüğünde görevli polis memurları hakkında yürütülen soruşturma sonucunda Fatih Cumhuriyet Savcılığı 2/5/2011 tarihinde ek kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi 26/12/2011 tarihinde karara karşı yapılan itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu, eşi ve diğer çocuğu ile birlikte kesinleşen kararlar üzerine 17/6/2012 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) , , , ve maddelerinin olayda ihlal edildiğini ileri sürmüştür. AİHM'in şikâyet ile ilgili incelemesi devam etmektedir. Öte yandan Fatih Cumhuriyet Savcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında Narkotik Şube Müdürlüğünde O.Y. ile ilgili işlemleri yürüten büro personelinin bilgisayarları üzerinde bilirkişi incelemesi yapılmıştır. Düzenlenen bilirkişi raporunda bazı belgelerin içeriklerinin değiştirilerek kaydedildiği tespit edilmiştir. Anılan Savcılık, bilirkişi raporuna dayanarak 2/5/2011 tarihli fezleke ile görevli polis memurlarının resmî belgede sahtecilik suçu işledikleri, isnat edilen fiilin ağırlığı gözönünde bulundurularak şüpheliler hakkında görevli ve yetkili İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılabilmesini teminen dosyanın İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 12/5/2011 tarihli iddianamesi ile görevli polis memurlarından S.B. ile S.G. hakkında 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası ile maddesinin (1) numaralı fıkrası hükmü uyarınca kamu görevlisi tarafından gerçekleştirilen resmî belgede sahtecilik suçundan yargılanmaları istemiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 15/5/2012 tarihinde, sanıkların sahte resmî evrak düzenleyip kullandıklarının anlaşıldığı gerekçesiyle cezalandırılmalarına karar vermiştir. Kararı temyizen inceleyen Yargıtay Ceza Dairesi 15/4/2014 tarihinde, diğerlerinin yanı sıra belgelerde yapılan değişikliklerin ne gibi hukuki sonuç doğuracağının kararda tartışılmaması, sanıkların hukuki durumlarının sonucuna göre belirlenmesi gerektiği gözetilmeden eksik soruşturma sonucu, yetersiz bilirkişi raporu da esas alınarak mahkûmiyet hükmü tesis edildiği gerekçesiyle kararın bozulmasına karar vermiştir. Bozma sonrasında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/284 sayısına kayden ilgililerin yargılanmasına devam edilmektedir. B. Olayla İlgili İdari Yargı Süreci Başvurucu ve yakınlarının başvurusu üzerine İstanbul Valiliği olaya karışan altı görevli hakkında soruşturma başlatmıştır. İstanbul Valiliği İl Polis Disiplin Kurulu 13/3/2012 tarihinde görevliler H.A., S.G., S.B., Y., O., O.Ü. hakkında işkence, kötü muamele, cinsel istismar fiilleri nedeniyle ceza tayinine yer olmadığına karar vermiş; S.G., S.B. hakkında ise görevin takdir ve yerine getirilmesinde hoşgörü ve savsaklama fiillerini işledikleri gerekçesiyle bir gün aylıktan kesim cezasının verilmesini uygun bulmuştur. Başvurucu, uygulanan cezanın az oluşu ve bir kısım personel için ise ceza tayin edilmeyişi nedeniyle kararın hukuka aykırı olduğundan bahisle iptali için idari yargıda dava açmıştır. İstanbul İdare Mahkemesi 27/3/2013 tarihli kararıyla O.Y. ile ilgili olarak Şube Müdürlüğündeki sürecin ve uygulamaların belirlenmesi amacıyla davalı idare tarafından yapılan ve dava konusu işleme dayanak oluşturan soruşturmanın yetersiz, etkisiz ve eksik olduğunu tespit etmiş; eksik incelemeye dayalı olarak tesis edilen işlemin hukuk ve mevzuata aykırı olduğu gerekçesiyle iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şu şekildedir:"..."Türkiye'nin de imzalayarak kabul ettiği İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme'nin 'Etkili başvuru hakkı' başlıklı maddesinde; 'Bu Sözleşme’de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, söz konusu ihlal resmi bir hizmetin ifası için davranan kişiler tarafından gerçekleştirilmiş olsa dahi, ulusal bir merci önünde etkili bir yola başvurma hakkına sahiptir.' hükmüne yer verilmiştir.Söz konusu düzenlemede dikkate alınarak davalı idarece emsal Danıştay kararına atıfla davacıların dava açma ehliyeti bulunmadığı itirazına bakılacak olursa; disiplin soruşturmasına konu eylemlerin (çırıl çıplak soyunup yere çökertilerek öksürtülmesi, elle muayenesi ve mevzuata aykırı diğer eylemler) muhatabı [O. Y. ]'ın vefatı nedeniyle onun şahsına yönelik eylemlerden dolayı artık hayatta olmayışı nedeniyle doğrudan yakını anne ve babası ile menfaat bağının bulunduğu göz ardı edilemez. Disiplin hukuku ile idarenin mevzuatta öngörülen kamu hizmetinin sağlıklı sürdürülmesi ve çalışma ortamının sağlıklı kılınması, personel disiplinin muhafaza edilmesiön planda ise de disipline aykırı eylem bizatihi idarenin kamusal hizmet sunmakla mükellef olduğu (olayda olduğu üzere) hizmet alan konumundaki davacılarla yadsınamaz ilişkisini ihlal etmekte ise artık menafaat ihlali iddiasının ardından tesis edilen işlemin davacıların kişsel menfaatlerini ihlal ettiği dolayısyla dava açma ehliyetlerinin olduğunun kabulü gerekmektedir.Nitekim iş bu davada davacıların şikayet dilekçeleri üzerinden etkili resmi bir soruşturma sağlanmasını elde etmeye dönük talep üzerine tesis edilmiş bir işlem yargılama konusu olmakla, anılan amaca ulaşılıp ulaşılamadığının davacılar açısından açılacak iptal davası ile yargısal denetiminin elde edilmek istenmesi söz konusudur.Bu sebeple, davalı taraf ehliyet itirazına itibar edilmemiş olup, diğer müdahil isteminin kabulü ile işin esasına geçilmesi kararlaştırıldı:....Dava dosyasının incelenmesinden; müteveffa [O.Y.] 2010 tarihinde İstanbul ili Beyoğlu İlçesinde teknik takibi yapılan kimseden kullanmak üzere uyuşturucu madde (esrar) aldığının anılan madde ticaretini yapanlara yönelik gizli takipte görülmesi üzerine davalı idare Narkotik Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü personelince 21:20'de yakalandığı, üzerinde dara ağırlığı 11,4 gram (net 10,8 gram) esrar maddesi ele geçirildiği ve Polis Müdürlüğüne götürüldüğü, ifadesi alındıktan sonra 2010 tarihinde saat 01:00'te doktor muayenesini müteakiben serbest bırakıldığı, aynı gün tutanakları inceleyen ekip amiri vekilince tutanaklarda tarih, saat, sicil ve benzeri kısımlarında hata bulunduğundan bahisle öğleden sonra telefon ile adı geçenin Şubeye çağrıldığı, müdüriyet kafeteryasında yeniden düzenlenen tutanağın şahsa imzalatıldığı veeski tutanakların yırtılarak imha edildiği, şahsın da şubeden ayrıldığı,2010 günü vekili aracılığıyla tekrar gelmesinin istendiği, 2010 tarihinde evinin balkonundan çıplak vaziyette iken atladığı ve 2010 günü saat 02:10 da vefat ettiği, davacılar tarafından ilgili emniyet personelince şube müdürlüğünde yapılan muameleler ve izlenen süreç nedeniyle şahsın psikolojisinin bozulmasına sebebiyet verildiğinden bahisle hasıl olan neticeden sorumlu personel hakkında yapılan şikayete binaen davalı idarece yürütülen2011 tarih ve 2011/2442 sayılı disiplin soruşturma raporu üzerinden 2012 tarih ve 2012/698 sayılı (dilekçedeki işlem sayısındaki çelişkinin (968) davacıya hitaben verilen idareye ait üst yazıdaki hatadan kaynaklı olduğu görülmekle) İl Disiplin kurul Kararı ile Komiser [H.A.], polis memurları [Y.B., O. ve O.Ü.] hakkında ceza tayinine mahal olmadığına, resmi belgeyi değiştirme ve yok etme iddiasının gerçek olmadığındna bahisle, polis memuru [S.G. ve S.B.] hakkında ise görevin takdir ve yerine getirilmesinde hoşgörü ve savsaklama suçunu işlediklerinden bahisle verilen bir günlük disiplin cezasının adil olmaktan ve kamu yararını ön planda tutmaktan ziyade personelini koruma maksatlı olduğundan bahisle iptali istemiyle bakılan davanın 2012 tarihinde açıldığı anlaşılmıştır....Mahkememizce, somut olaya ilişkin soruşturmanın, davalı idare emniyet biriminin davacıların şikâyet ettiği türden eylemlerin vuku bulmadığını ortaya koyacak, kurumu ve personelini şaibeden uzak tutacak ve mevzuatta öngörülen düzenlemelere eksiksiz riayet edildiğini gösteren bir soruşturma olduğu izlenimi edinilememiştir.Belirtilen tüm bu durumlar, müteveffa şahsa karşı Polis Merkezinde izlenilen sürecin ve tatbik edilen muamelelerin eksiksiz ve yerinde olup olmadığının belirlenmesi amacıyla davalı idare tarafından yürütülen dava konusu işleme dayanak soruşturma Mahkememizce yetersiz, etkisiz ve eksik olduğu sonucuna varılması için yeterli görülmüştür. Bu itibarla, eksik incelemeye dayalı olarak, kimi personel için ceza tayinine gerek olmadığına ve kimi personel için ise saptanan eylemlerin karşılığı fiiller yerine hafif disiplinsizlik eylemlerinin karşılığı tatbik edilen bir günlük disiplin cezasının verilmesi suretiyle tesis olunan dava konusu işlemde hukuka ve anılan mevzuata uyarlık bulunmamaktadır...." Karara karşı yapılan temyiz başvurusu Danıştay Beşinci Dairesince incelenmekte olup başvuru tarihi itibarıyla istem hakkında herhangi bir karar verilmemiştir. İstanbul İdare Mahkemesinin görevli polis memurları hakkında disiplin yönünden tesis edilen işlemi iptal etmesi üzerine bu kararın uygulanması bağlamında İstanbul Valiliği İl Polis Disiplin Kurulu konuyu tekrar görüşmüş ve 25/6/2013 tarihli kararıyla,polis memurları S.G ve S.B hakkında hizmet içinde resmî sıfatın gerektirdiği saygınlığı ve güven duygusunu sarsacak eylem ve davranışlarda bulunmak fiilini işledikleri gerekçesiyle altı ay kısa süreli durdurma cezası ile cezalandırılmalarına, şüpheli görevlilerin kötü muamele ve cinsel istismar fiilini işlediklerini kanıtlayacak somut delil elde edilemediğinden haklarında ceza tayinine yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu, hukuka aykırılığını ileri sürerek kararın iptali için İstanbul İdare Mahkemesine başvurmuştur. 7/1/2014 tarihli kararıyla Mahkeme, yapılan soruşturma sonucunda ilgili polisler hakkında tesis edilen işlemin davacıların hukukunu doğrudan ilgilendirmeyen, davalı idarenin iç işleyişine yönelik bir işlem olduğu gerekçesiyle, oyçokluğuyla davanın ehliyet yönünden reddine karar vermiştir. Karara karşı yapılan temyiz başvurusunu inceleyen Danıştay Onikinci Dairesi 9/5/2014 tarihinde ilk derece mahkemesinin kararını onamıştır. Karar, başvurucuya 15/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu 24/7/2014 tarihinde karara karşı düzeltme kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucu 8/8/2014 tarihinde, karar düzeltme kanun yolundan alınacak sonucu beklemeden bireysel başvuruda bulunmuştur. Kararın düzeltilmesi istemi Danıştay Beşinci Dairesinin 14/6/2017 tarihli kararıyla, oyçokluğuyla reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"İdari dava türleri şunlardır: İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptaldavaları..." 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun "Kişilerin uğradıkları zararlar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar...Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır." Danıştay İçtihadı Danıştay Beşinci Dairesinin 6/11/2017 tarihli ve E.2016/6893, K.2017/22033 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"İdarî davalar, idarenin işlem ve eylemlerinin hukuka uygunluğunun yargısal yolla denetlenmesi, kamu hizmetlerinin hukuk kurallarına ve hizmetin gereklerine uygun biçimde yapılmasının sağlanması için kişilere tanınmış bir haktır.İdarî işlemin iptalinin istenilebilmesi için, davacının menfaatinin ihlâl edilmiş olması gerekir. Yargı kararlarına ve öğretiye göre "menfaat", dâvacı ile iptalini istediği idarî işlem arasındaki bağı, ilgiyi ifade eder. Bu bakımdan, idarî işlem ile dâva açan kişi arasında meşru, güncel, ciddi maddi ve/veya manevi bir ilişki sözkonusu ise, dâvada menfaat bağı bulunduğu kabul edilmelidir.Diğer yandan, idarî işlemlerle ilgisi bulunmayan kişilerin dâva açması sonucu, idarenin devamlı dava tehdidi altında kalmaması ve idarenin işleyişinin olumsuz yönde etkilenmemesi bakımından, dâva ehliyeti için aranan "menfaat ihlâli" koşulu, her olaya özgü olarak irdelenmelidir. Bu bağlamda, her olay ve davada, menfaat ihlalinin gerçekleşip gerçekleşmediğinin takdiri yargı mercilerine bırakılmıştır.Yukarıda değinilen hususlar, disiplin cezaları özelinde değerlendirildiğinde ise, disiplin cezalarının, hizmetin iyi işlemesi ve kamu görevlisinin uyması gereken düzenleme ve yasaklara uyulmasının sağlanması amacıyla getirilmiş olduğu ve kamu görevlileri hakkındaki şikayetlerin disiplin suçunun ihbarı niteliğinde olması nedeniyle, şikayetçinin hak ve çıkarlarını doğrudan ilgilendirmediği sonucuna varılmaktadır. Bununla birlikte, şikayet konusu olayın, doğrudan kişilik haklarına saldırı niteliğinde olması ve bu yönüyle şikayetçiyi doğrudan etkilemiş olması idarî yargıda menfaat ihlâlinin varlığı için yeterli sayılmalıdır."B. Uluslararası Hukuk Sözleşme'nin "Etkili başvuru hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Bu Sözleşme’de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, söz konusu ihlal resmi bir hizmetin ifası için davranan kişiler tarafından gerçekleştirilmiş olsa dahi, ulusal bir merci önünde etkili bir yola başvurma hakkına sahiptir.” AİHM'in konu ile ilgili uygulaması uyarınca etkili başvuru hakkı ihlal iddiaları, sadece Sözleşme'nin maddi hak tanıyan diğer bir maddesi ile bağlantılı olarak ileri sürülebilir. AİHM; başvurucuların yakınının ölümü ile ilgili ceza soruşturması sürecine katılma olanağının bulunmaması nedeniyle ileri sürdükleri ihlal iddialarını Sözleşme'nin yaşam hakkına ilişkin maddesi ile bağlantılı olarak maddesi kapsamında incelediği Giuliani ve Gaggio/İtalya ([BD], B. No: 23458/02, 24/3/2011) kararında, madde bağlamında bir başvuru yolunun etkili olarak kabul edilebilmesinin mutlaka başvurucu lehine sonuç vermesi kriterine bağlanamayacağına, bu kanun yolunun mutlaka yargısal bir yol olmasının da gerekmediği yolundaki içtihadını yinelemiştir. AİHM ayrıca bir ihlal iddiası ile ilgili olarak birden çok kanun yolunun öngörüldüğü durumlarda -bunlardan birisi tek başına yeterli bir sonuç vermese bile- kanun yollarının tümünden elde edilen sonucun toplam etkisinin maddi hak ihlali için iç hukukta etkili bir yol bulunup bulunmadığı sorununun değerlendirilmesinde dikkate alınacağına kararda yer vermiştir (Giuliani ve Gaggio/İtalya, § 337). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12954 | Başvuru, gözaltında maruz kalınan kötü muamele nedeniyle intihara sürüklenildiği iddiaları ile ilgili olarak sorumlu tutulan kolluk mensupları hakkında yapılan ceza soruşturması ve idari soruşturma sonucunda bir kısım görevlinin hiçbir ceza almaması, bir kısım görevlinin ise yetersiz cezalar alması ile idari disiplin soruşturması sonucunda verilen kararın iptali için açılan davanın, dava ehliyeti yönünden reddedilmesi nedenleriyle yaşam hakkı ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. | 0 |
Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2019/39356 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/39356 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/39356 | Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutulma koşulları nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 29/4/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Rusya Federasyonu vatandaşı olan 1974 doğumlu başvurucu Dağıstan Özerk Cumhuriyeti'nden olup Avar etnik kökenli Müslüman olduğunu belirtmektedir. Başvurucu 7/6/2014 tarihinde yasal yollardan Türkiye’ye giriş yaptığını bildirmiştir. Başvurucu 24/7/2015 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen bir soruşturma kapsamında gözaltına alınmış ve 27/7/2015 tarihinde adli kontrol hükümleri uygulanmak suretiyle serbest bırakılmıştır. Başvurucu hakkında bu soruşturma kapsamında 29/1/2016 tarihli kararla kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Başvurucunun 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b), (d) ve (ı) bentleri uyarınca "terör örgütü yöneticisi, üyesi, destekleyicisi veya çıkar amaçlı suç örgütü yöneticisi, üyesi veya destekleyicisi olanlar", "kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlar" ve "hakkında Türkiye’ye giriş yasağı bulunmasına rağmen Türkiye’ye geldiği tespit edilenler" kapsamında olduğu değerlendirilerek İstanbul Valiliğinin 29/7/2015 tarihli kararı ile sınır dışı edilmesine ve idari gözetim altına alınmasına karar verilmiştir. İlk olarak İstanbul Kumkapı Geri Gönderme Merkezine yerleştirilen başvurucu daha sonra Tekirdağ, İzmir, Erzurum, Kırklareli, Edirne, Aydın, Adana ve Kayseri'de bulunan geri gönderme merkezlerine nakledilmiştir. Başvurucunun vekili çeşitli tarihlerde idari gözetim kararının sonlandırılması için sulh ceza hâkimliklerine başvuruda bulunmuştur. Başvurucu vekilinin 14/3/2016 tarihli idari gözetimin kaldırılması talebi Kırklareli Sulh Ceza Hâkimliğinin 18/3/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. 30/3/2016 tarihinde tebliğ edilen bu karara karşı 29/4/2016 tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımı bulunmamaktadır. Bireysel başvuru tarihinden sonra başvurucu vekilinin idari gözetimin kaldırılması talebi Kayseri Sulh Ceza Hâkimliğinin 17/5/2016 tarihli kararıyla kabul edilmiş ve başvurucu salıverilmiştir. A. Ulusal Hukuk 6458 sayılı Kanun, 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ilgili maddeleri B.T. ([GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 19-21) kararında açıklanmıştır. B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ilgili maddeleri, tutulma koşullarından dolayı kötü muamele yasağı, etkili başvuru ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarına dair Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) uygulaması B.T. (aynı kararda bkz. §§ 23-38) kararında açıklanmıştır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/8181 | Başvuru, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutulma koşulları nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kamu görevlisi olan başvurucunun sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı paylaşımlar nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuruya konu olayların yaşandığı tarihte Niğde'de bir ortaokulda beden eğitimi öğretmeni olarak görev yapmaktadır.A. Disiplin Soruşturması Süreci Başvurucu ile daha önce aynı okulda görev yapan okul müdürü N.E. tarafından başvurucunun sosyal medya paylaşımlarının "cumhurbaşkanı ve hükumet aleyhine olduğu" değerlendirilerek incelenmesi istemiyle millî eğitim müdürlüğüne başvurulması üzerine başvurucu hakkında "bir siyasi parti aleyhinde paylaşımda bulunmak" iddiası yönünden disiplin soruşturması başlatılmıştır. Başvurucunun disiplin soruşturmasına konu edilen ve Anayasa Mahkemesine sunulan belgelerde daha fazla bir ayrıntıya yer verilmeyen sosyal medya "Facebook" paylaşımları şöyledir:"-Amasya Karıştı! AKP hile yapmak için sabahı beklemedi; MHP suç duyurusunda bulundu iletisi (gazetecom),-Oy pusulalı görsel ile birlikte "Skandal: AKP'li başkan gece oyunu paylaştı" iletisi (sozcu.com.tr),-Çamardı İmam Hatip Lisesi 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı provası yapıyor ama gençlere Tayip'i anmaları için bu ucuz işi yaptırıyorlar bu yöneticileri bu hareketlerinden dolayı kınıyorum paylaşımı;-Anıtkabir'e giden vatandaşlarla ilgili görselle birlikte bedavaya otobüsle, makarnaya, 100 TL'ye değil, ölümünden 68 yıl sonra bile koşa koşa sevgiyle gidilendir dünya lideri paylaşımı;-Son dönemin en geçerli beş mesleği 1)Yağcılık, 2)Yalakalık, 3)Yaltaklık, 4)Yandaşçılık, 5)Yardakçılık, hepsinin ortak adı Yavşaklık paylaşımı;-Öyle bir deprem geliyor ki 17 Aralık halt etmiş Fuat Avni Bombayı Patlattı Erdoğan Gidici.. Kalemi Kırıldı Satan Satana, Efkan Ala'dan nefret ediyorum paylaşımı;-Fuat Avni'den Duyuru 2015 Genel Seçimi oy verme paylaşımı;-Orak çekiç görseli ile birlikte Tunceli Ovacık Belediyesi Komünizm ile yönetilen bir belediye ulaşım halka parasız, tohum bedava, tarım makinaları halka bedava hizmet veriyor ve Türkiye'de kar eden tek belediye paylaşımı" Disiplin soruşturması sürecinde, başvurucu ve okul müdürü N.E.nin ifadesine başvurulmuştur. N.E. ifadesinde başvurucu ile bir buçuk sene birlikte çalıştıklarını, başvurucunun Cumhurbaşkanı ve Hükûmet aleyhine Fuat Avni paylaşımlarında bulunması nedeniyle bu durumu yazı ile millî eğitim müdürlüğüne bildirdiğini, başvurucunun çok ayrı bir kişiliği olduğunu, samimi olduğu pek kimsenin olmadığını ve sürekli birilerini şikâyet eden kendine özgü bir öğretmen olduğunu beyan etmiştir. Başvurucu ise ifadesinde genel olarak paylaşımlarının ve şahsının FETÖ ile ilgili olmadığını vurgulamıştır. Bununla birlikte zaman zaman arkadaş grubuna gelen paylaşımları okuduğunu ancak yorum yapmadığını, her kesimden arkadaşları olduğunu ve onların paylaşımlarını hatır için paylaşmış olabileceğini, Fuat Avni paylaşımlarında art niyeti olmadığını, anılan paylaşımların birçoğunu okumadan paylaştığını ve paylaşımlarının art niyetli olarak şikâyet edildiğini belirtmiştir. Soruşturma sonucunda; başvurucunun hizmet dışında da olsa kendisine gelen mesajları en fazla okuyup silmesi veya engellemesi gerekirken bu mesajları paylaştığı, anılan paylaşımların iktidar partisi olan AK Parti aleyhine olduğu ve bu bağlamda bir parti aleyhinde paylaşımda bulunmak fiilinin sübuta erdiği kanaatine ulaşılmıştır. Nihayetinde başvurucu hakkında 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (D) bendinin (o) alt bendi uyarınca "herhangi bir siyasi parti yararına veya zararına fiilen faaliyette bulunduğu" gerekçesiyle kademe ilerlemesinin durdurulması cezasının uygulanması teklif edilmiş ve başvurucunun konuya ilişkin savunması istenmiştir. Başvurucu savunmasında; bir parti aleyhinde paylaşımda bulunma suçlamasını kabul etmediğini, ayferpamuk ismiyle kullandığı Facebook adresinin daha önce çalınmış olduğunu ve konuya ilişkin suç duyurusunda bulunduğunu, soruşturma konusu paylaşımları kesinlikle kendisinin yapmadığını ve ilgili paylaşımı yapanların bulunmasını istediğini belirtmiştir. Nihayetinde disiplin kurulu kararı ile başvurucunun Adalet ve Kalkınma Partisi aleyhine ve Türkiye Komünist Partisi lehine paylaşımda bulunduğu kabul edilerek teklif edilen cezanın kabulüne karar verilmiştir. Anılan karara karşı itiraz edilmemesi üzerine disiplin cezası kesinleşmiştir.B. Başvurucunun Disiplin Cezasına İlişkin İşleme Karşı Açtığı İptal Davası Süreci Başvurucu, hakkında tesis edilen disiplin cezasının iptali istemiyle Aksaray İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme, dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı özetle şöyledir:"...Davacının siyasi paylaşımlara yer verdiği dosya içeriğinden sabit olup, sübuta eren eylemi nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılması gerekmekte ise de; davacının eyleminin 657 sayılı Kanun'un 125/D-o maddesinde yer alan 'Herhangi bir siyasi parti yararına veya zararına fiilen faaliyette bulunmak' suçunu oluşturmadığı, sosyal medya ortamı üzerinden yapılan söz konusu paylaşımların 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125/A-e bendinde belirtilen 'Devlet memuru vakarına yakışmayan tutum ve davranışlar' kapsamında kaldığı anlaşılmakla birlikte, bir siyasi parti yararına ya da zararına fiilen faaliyette bulunmak kapsamında değerlendirilemeyeceği, davacının kişisel Facebook hesabı üzerinden yapmış olduğu ve daha sonra sildiği yorumların fiilen herhangi bir siyasi parti yararına ya da zararına faaliyet kapsamında kaldığı gerekçesiyle tesis edilen dava konusu işlemde, disiplin hukukunda esas olan 'tipiklik' şartının gerçekleşmemesi nedeniyle hukuka uyarlık bulunmamaktadır." Davalı idare, iptal kararına karşı istinaf talebinde bulunmuştur. Konya Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi, başvuru konusu eylemin sübuta erdiğini belirterek mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Anılan kararın gerekçesi şöyledir:"Uyuşmazlık konusu olayda, soruşturma kapsamında davacının alınan ifadesinde söz konusu paylaşımların kendisine ait olduğunu kabul ettiği, söz konusu paylaşımların siyasi içerikli olduğu, dolayısıyla davacıya isnat edilen 'bir siyasi parti yararına veya zararına fiilen faaliyette bulunmak' fiilini işlediği sübuta erdiğinin anlaşılması nedeniyle, davacının fiilinin karşılığı yasa hükmü uyarınca 1 yıl kademe ilerlemesi durdurulması cezası ile cezalandırılmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık, dava konusu işlemin iptali yönünde verilen istinafa konu mahkeme kararında ise hukuki isabet bulunmamaktadır." 657 sayılı Kanun'un "Tarafsızlık ve Devlete Bağlılık" başlıklı maddesi şöyledir:"Devlet memurları siyasi partiye üye olamazlar, herhangi bir siyasi parti, kişi veya zümrenin yararını veya zararını hedef tutan bir davranışta bulunamazlar; görevlerini yerine getirirlerken dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi ayırım yapamazlar; hiçbir şekilde siyasi ve ideolojik amaçlı beyanda ve eylemde bulunamazlar ve bu eylemlere katılamazlar.Devlet memurları her durumda Devletin menfaatlerini korumak mecburiyetindedirler. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına ve kanunlarına aykırı olan, memleketin bağımsızlığını ve bütünlüğünü bozan Türkiye Cumhuriyetinin güvenliğini tehlikeye düşüren herhangi bir faaliyette bulunamazlar. Aynı nitelikte faaliyet gösteren herhangi bir harekete, gruplaşmaya, teşekküle veya derneğe katılamazlar, bunlara yardım edemezler." 657 sayılı Kanun’un “Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:…D - Kademe ilerlemesinin durdurulması: Fiilin ağırlık derecesine göre memurun, bulunduğu kademede ilerlemesinin 1 - 3 yıl durdurulmasıdır.Kademe ilerlemesinin durdurulması cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:…o) Herhangi bir siyasi parti yararına veya zararına fiilen faaliyette bulunmak." | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/25090 | Başvuru, kamu görevlisi olan başvurucunun sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı paylaşımlar nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ölümle sonuçlanan olaya ilişkin tazminat davasının kusursuz sorumluluk ilkesi göz ardı edilerek gerekçeden yoksun bir şekilde reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 26/7/2013 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 8/12/2014 tarihinde başvurucuların adli yardım taleplerinin kabulüne, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 8/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlık, görüşünü 20/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık görüşü başvuruculara bildirilmiş olup başvurucular söz konusu görüşe karşı 14/8/2015 tarihinde beyanda bulunmuşlardır. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ve ekleri ile dava dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların birinci derecede yakını olan 1975 doğumlu H.U. olay tarihinde bir özel işletmede işçi statüsünde çalışmakta ve aynı zamanda ailesine ek gelir sağlamak amacıyla geri dönüşümü mümkün olan atık malzemeleri çöplerden toplayıp satmaktadır. H.U., 22/12/2010 tarihinde evinden atık malzeme toplamak için ayrılmış; akabinde olayın meydana geldiği yerdeki yüksek gerilim hattı taşıyan elektrik direğine, söz konusu direkte bulunan bakır iletkenini kesmek için çıkmış ancak yanında bulunan -yan keski diye tabir edilen- aletle bakır iletkeni kesmek isterken elektrik akımına kapılarak yaşamını yitirmiştir. Ceza Soruşturması Süreci Olayın hemen akabinde Menderes Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafından resen başlatılan ceza soruşturmasında olay yeri incelemesi, ölü muayene ve otopsi işlemleri yapılmıştır. Adli Tıp Kurumu İzmir Adli Tıp Grup Başkanlığı Morg İhtisas Dairesi, 14/2/2011 tarihli raporunda ölenin vücudundan elektrik akımının geçmesi nedeniyle yaşamını yitirdiğinin kesin olarak belirlendiğini bildirmiştir. Söz konusu raporda ölenin dış muayenesine ilişkin tespitlerde, sol el ayası ile sağ el ayası ve sağ el sırtı dış kısmında 0,5-1 cm ebadında ısı etkisi ile oluşmuş krater görünümlü yanık sahalarının tespit edildiği, adı geçenin vücudunda harici başka bir bulguya -ateşli silah, kesici delici alet yarası gibi- rastlanmadığı da bildirilmiştir. Olay yerinde yapılan inceleme sonucunda Menderes Olay Yeri ve Kimlik Tespit Grup Amirliği tarafından rapor düzenlenmiş olup olay yerinin, krokisinin çizilmesinin yanında fotoğrafları da çekilmiştir. Soruşturma kapsamında elektrik dağıtım şirketinin Menderes işletme başmühendisi de tanık sıfatıyla dinlenmiş, adı geçen kişi ifadesinde özetle “elektrik direğinin faal olduğunu, normal şartlarda yürüyen bir insana zarar verecek konumda olmadığını ve ölen H.U.’nun söz konusu direğe çıkması nedeniyle olayın meydana geldiğini düşündüğünü” belirtmiştir. Müteveffanın eşi olan başvurucu Güler Uçar, soruşturma kapsamında olayın hemen ardından mağdur sıfatıyla verdiği ifadesinde kimseden şikâyetçi olmadığını söylemiştir. Soruşturmada, diğer başvurucuların müşteki sıfatıyla ifade vermedikleri, dosyaya şikâyet dilekçesi de ibraz etmedikleri anlaşılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı 17/2/2011 tarihli kararıyla olay hakkında “ hurdacılık işiyle uğraşan müteveffa H.U.’nun atıl olduğu düşüncesiyle çıkmış olduğu Menderes ilçesi Görece Mahallesi Ahmet Necdet Sezer Bulvarındaki bir elektrik direğinde, elektrik akımına kapılarak hayatını kaybettiği, bu olayın meydana gelmesinde ölenin kendi ihmali dışında başka bir şahsın kusur ve etkisinin bulunmadığı ve ortada adli soruşturma konusu yapabilecek bir suç olmadığı” gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına itirazı kabil olmak üzere karar vermiş olup başvurucular bu karara itiraz etmemişlerdir. Tazminat Davası Süreci Başvurucu Güler Uçar kendi adına asaleten, ölenle müşterek çocukları olan Yağmur Uçar ve Halis Aktan Uçar adına velayeten, ölenin annesi olan başvurucu Perihan Uçar ve babası olan başvurucu Halis Uçar da kendi adlarına asaleten olmak üzere olayın gerçekleştiği elektrik direğinden sorumlu elektrik dağıtım şirketi aleyhine müşterek vekilleri aracılığıyla 26/1/2011 tarihinde maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. Açılan davaya ilişkin yargılamada Mahkemece 24/10/2011 tarihinde olay yerinde elektrik mühendisi bilirkişisi refakatinde keşif yapılmış olup keşif sonrasında alınan 14/11/2011 havale tarihli bilirkişi raporunun ilgili bölümleri şöyledir: “…E- TESPİTLERİM: 2011 günü mahkeme heyeti ile birlikte mahallinde yapılan keşif ile davaya konu ENH direği ve direğin bulunduğu mahal tarafımdan detaylı bir şekilde incelenmiş olup, söz konusu direğin mevcut durumunu gösterir fotoğraflar aşağıda sunulmuştur. Aşağıda fotoğraflardan görüldüğü gibi, davaya konu direğin kafes tipi demir direk olduğu, ayrıca direğin daha önce trafo direği olarak kullanıldığı, trafonun söküldüğü, halen trafo kaidesinin, ayırıcının ve ENH’dan alınan branşmana ait tırnaklı klemensler ve iletkenlerin hat üzerinde mevcut olduğu görülmektedir. F- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5860 | Başvuru, ölümle sonuçlanan olaya ilişkin tazminat davasının kusursuz sorumluluk ilkesi göz ardı edilerek gerekçeden yoksun bir şekilde reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.