text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvuru, basın açıklaması yapılamayacak alanlar kapsamında olan yerde yapılan basın açıklamasına katılım dolayısıyla idari para cezası kesilmesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş verilmesine gerek duyulmadığını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, öğretmen olup Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonuna (KESK) bağlı Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikasının (EĞİTİM-SEN/Sendika) Muş Şube başkanıdır. KESK Muş Şubeler Platformu olarak bilinen ve başvurucunun da içinde bulunduğu grup 10/6/2014 tarihinde Diyarbakır'ın Lice ilçesinde Kalekol yapımının protesto edilmesi sırasındaki müdahale nedeniyle üç kişinin ölümünü protesto etmek üzere 24/6/2014 tarihinde Muş Valiliğinin otoparkında toplanmışlardır. Basın açıklaması yapan grup daha sonra olaysız dağılmıştır. Valilik kararıyla daha önce basın açıklaması yapılamayacak yerler belirlenmiştir. Söz konusu kararda; Valilik binası, Defterdarlık binası, Muş Adliye Sarayı iç kısımları, önü, çevresi, ayrıca otoparkları ve müştemilatları da bu alanlar arasında olduğu, ayrıca bir yerde toplanarak basın açıklaması adı altında açıklama yapılacak yere toplu gitme ve bu esnada pankart, döviz açarak slogan atanların eylemlerinin başka bir suç teşkil etmediği takdirde 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi ile genel hükümler doğrultusunda adli ve idari işleme tabi olduğu belirtilmiştir. Anılan karar sendika başkanlıklarına ve temsilciliklerine önceden usulüne uygun olarak bildirilmiştir. Muş Emniyet Müdürlüğü (İdare) tarafından basın açıklamasına katıldığı tespit edilen ve başvurucunun da aralarında bulunduğu kişilere 5326 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca emre aykırı davranışta bulunduklarından bahisle 189 TL idari para cezası verilmiştir. Başvurucu 2/7/2014 tarihinde idari para cezasına itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Muş Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) 17/12/2014 tarihinde itirazı kesin olarak reddetmiştir. Hâkimlik kararında; başvurucunun Sendika üyesi olarak Sendikanın bildirisini okuduğunun ve diğer üyeler ile birlikte Muş Valiliği önünde protesto eylemi gerçekleştirdiğinin tutanak içeriğiyle sabit olduğu belirtilmiştir. Kararda; kamu düzeni ve güvenliğinin korunması amacıyla yargı kararları ile oluşan içtihat çerçevesinde mülki idare amirliği tarafından basın açıklaması yapılamayacak yerler arasında kamu hizmeti görülen bina ve tesisler ile hükûmet konaklarının da belirlendiği, söz konusu kararın sendika başkanlıklarına ve temsilciliklerine önceden ve usulüne uygun olarak bildirildiği ifade edilmiştir. Hâkimlik tarafından özgürlüklerin kamu düzenine aykırı olamayacağına, Valilik binası önünde bulunan ve kamu hizmeti görülen bir yer olan Valilik binası eklentisi durumunda Valiliğe ait otoparkta basın açıklaması gerçekleştirilmesinin kanuna aykırı olduğuna karar verilmiştir. Karar başvurucuya 19/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mevcut başvuruya ilişkin ulusal ve uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği kararlar için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No:2014/920, 25/5/2017, §§ 22-31; Rıza Gökçen Erus ve diğerleri, B. No: 2014/17391, 19/4/2018, §§ 24-30). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mevcut başvuruya benzer başvurulardan olan Akarsubaşı/Türkiye (B. No: 70396/11, 21/7/2015) başvurusunu 21/5/2015 tarihinde karara bağlamıştır. Devlet memuru ve KESK üyesi olan başvurucu, Adana Adliyesi önünde EĞİTİM-SEN tarafından düzenlenen gösteriye katılmıştır. Burada bir basın açıklaması okunmuş ve göstericiler söz konusu basın açıklaması çerçevesinde kendi kurumlarında kreş yapılmasını talep etmişlerdir. Başvurucu hakkında, daha önce basın açıklaması yapılamayacak yerlere ilişkin olarak verilmiş Valilik kararını ihlal edecek şekilde Adliye Sarayının giriş merdivenleri önünde yapılan bu basın açıklamasına katılım gerekçesiyle 5326 sayılı Kanun’un maddesine dayanılarak 143 TL idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucunun itirazları mahkemece reddedilmiştir. AİHM; devletlerin yalnızca barışçıl toplantı hakkını korumakla değil aynı zamanda bu hakka yasaya aykırı nitelikte dolaylı sınırlamalar getirmekten kaçınmakla da yükümlü olduklarını hatırlatmıştır. AİHM, basın açıklamasının barışçıl özelliğine vurgu yapmış ve kamu makamlarının barışçıl biçimde yapılan bir gösteriye karşılık vermeleri gerektiğinde başvurucunun barışçıl şekilde gösteri yapma hakkı ile yerel makamların kamu düzenini koruma hakkı arasındaki dengeyi sağlamakla yükümlü olduğunu belirtmiştir. AİHM, ilk derece mahkemesinin söz konusu dengelemeyi yapmadığı gibi gösterinin amacını ve barışçıl niteliğini de değerlendirmediğine dikkat çekmiştir. AİHM'e göre başvurucuya yalnızca basın açıklamasının okunması gereken bir gösteriye katıldığı gerekçesiyle para cezası verilmesi, bir sendikaya üye olan herkesi cezalandırılma korkusuyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesi ile güvence altına alınan toplantı ve gösteri yapma hakkını kullanmaktan caydırabilecek niteliktedir. AİHM, 5326 sayılı Kanun’un maddesinin imkân verdiği müdahalenin zorlayıcı bir sosyal gereksinime karşılık geldiğinin ilgili ve yeterli gerekçe ile gösterilemediği ve Sözleşme’nin maddesi anlamında demokratik bir toplumda gerekli olarak görülemeyeceği sonucuna varmıştır. | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1051 | Başvuru, basın açıklaması yapılamayacak alanlar kapsamında olan yerde yapılan basın açıklamasına katılım dolayısıyla idari para cezası kesilmesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, açılan tam yargı davasında hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular 25/6/2010 tarihinde tazminat talebiyle idareye yaptıkları müracaatın reddedilmesi üzerine idare mahkemesinde tazminat davası açmışlardır. Davada delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verildiğini ve davanın 10/9/2019 tarihinde sona ermesi sebebiyle yargılamanın uzun sürdüğünü belirterek adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/36906 | Başvuru, açılan tam yargı davasında hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 23/11/2020 tarihinde öğrendikten sonra 21/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/39031 | Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, boşanma davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 15/4/2014 tarihinde açtığı davada yargısal süreç, Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/12/2019 tarihli onama kararıyla sona ermiştir. Başvurucu, açtığı davada yargılamanın uzun sürdüğü iddiasıyla Anayasa Mahkemesine 13/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/21120 | Başvuru, boşanma davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle 2017/28639 numaralı bireysel başvuru dosyasının 2017/19445 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/19445 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, devlet memurluğundan çıkarma cezasının iptali talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, Batman'da bulunan ilkokul ve ortaokul şeklinde hizmet veren bir devlet okulunda memur olarak görev yaptığı sırada aynı okulda öğrenci olan bir kişiye cinsel tacizde bulunduğu gerekçesiyle şikâyet edilmiştir. Başvurucu hakkında açılan disiplin soruşturması sonucunda 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (E) bendinin (g) alt bendi uyarınca devlet memurluğundan çıkarma cezası verilmiştir. Başvurucu Millî Eğitim Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulunun 2/7/2014 tarihli kararıyla devlet memurluğundan çıkarılması üzerine anılan işlemin iptali talebiyle dava açmıştır. Batman İdare Mahkemesi (Mahkeme) 10/4/2015 tarihinde işlemin hukuka uygun olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Ret gerekçesinde Mahkeme; bir okulda memur olan başvurucunun sübuta eren ve İ.B. adlı öğrencinin boynunu kavrayarak kendine doğru çektikten sonra yanak/boyun bölgesinden öpmek ve omuz/sırt/bel bölgesini okşamak suretiyle gerçekleşen eyleminin, 657 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (E) bendinin (g) alt bendinde belirtilen "memurluk sıfatıyla bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak" hükmü kapsamına girdiği kanaatine ulaşıldığını belirtmiştir. Ayrıca başvurucunun memur olarak çalıştığı okulda okuyan öğrenciye yönelik hareketlerinin anılan kanun hükmü kapsamında kalması nedeniyle bu eylemlerin karşılığında tesis edilen "devlet memurluğundan çıkarma" cezasında hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucunun temyiz başvurusu üzerine Danıştay Onikinci Dairesinin 22/2/2017 tarihli ilamıyla temyiz talebinin kabulüne ve mahkeme kararının bozulmasına karar verilmiştir. Karar gerekçesinde; soruşturma raporu ile olay yerini gören kamera kayıtlarının incelendiği, başvurucunun kız öğrenci ile yakınlaştığının görüldüğü ancak eylemin cinsel taciz boyutuna varmadığı kanaatine ulaşıldığı, başvurucu hakkındaki ceza davasında eylemin mağdurun rızası dışında gerçekleştiğine dair her türlü şüpheden uzak somut, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediğinden atılı suçu işlediğinin sabit olmaması nedeniyle beraat kararı verildiği belirtilmiştir. Sonuç olarak kararda başvurucunun memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunduğuna dair somut bir delilin olmadığı, kamera kaydı görüntülerine göre sübut bulan eylemin ise 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (E) bendinin (g) alt bendi kapsamında değerlendirilemeyeceği vurgulanmıştır. Bu itibarla, başvurucunun sübut bulmayan fiilinden dolayı tesis edilen dava konusu işlemin hukuka uygun olmadığı ve davanın reddi şeklinde verilen Mahkeme kararında ise hukuki isabet bulunmadığı kanaati belirtilmiştir. Millî Eğitim Bakanlığının karar düzeltme talebi aynı Dairenin 24/1/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Mahkeme Danıştay Onikinci Dairesinin 22/2/2017 tarihli bozma kararına uymayarak önceki kararında direnmiştir. Başvurucunun direnme kararını temyiz etmesi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 5/12/2018 tarihli kararıyla ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı kanaatine varıldığı belirtilerek Mahkemece verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle temyiz talebinin reddine karar verilmiştir. Başvurucunun kararın düzeltilmesi talebi ise 13/11/2019 tarihinde reddedildiğinden Mahkemenin kararı kesinleşmiştir. Başvurucu vekili, nihai hükmü 21/1/2020 tarihinde tebliğ aldıktan sonra 10/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun devlet memurluğundan çıkarılmasına sebebiyet veren olaya ilişkin ayrıca ceza yargılaması yapılmıştır. Başvurucu hakkında Batman Asliye Ceza Mahkemesinde (Ceza Mahkemesi) yapılan yargılama sonucunda başvurucunun mağduru öpmesi şeklinde sübut bulan eyleminin mağdurun rızası dışında gerçekleştiğine dair her türlü şüpheden uzak, somut, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği gerekçesiyle başvurucu hakkında beraat kararı verilmiştir. Kararın gerekçesinde başvurucunun mağduru yanağından öpmesi şeklindeki eyleminin sabit olduğu ancak on beş yaşından büyük ve on sekiz yaşından küçük olan mağdurun gerçekleştirilen eyleme yönelik rızası bulunup bulunmadığı hususunda şüphe oluştuğundan beraat kararı verildiği ifade edilmiştir. Başvurucu hakkındaki beraat kararı Yargıtayca 23/6/2016 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/6041 | Başvuru, devlet memurluğundan çıkarma cezasının iptali talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, mektubun sakıncalı bulunarak alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 15/8/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Silahlı terör örgütüne üyelik suçundan hükümlü olan başvurucunun, arkadaşına yazdığı mektup ceza infaz kurumu disiplin kurulunca sakıncalı olduğu gerekçesiyle alıkonulmuştur. Kararın gerekçesinde; mektuptaki bazı cümlelerde örgütsel içerikli ifadelerin yer aldığı, mevzuat hükümleri gereğince mektubun kurumda muhafaza edilmesine karar verildiği belirtilmiştir. Başvurucu, göndermek istediği mektubun soyut gerekçelerle gönderilmemesinin hukuka aykırı olduğunu belirterek Akhisar İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) şikâyette bulunmuştur. Hâkimlik, kararın usule ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle şikâyetin reddine karar vermiştir. Söz konusu karara yapılan itiraz, Akhisar Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiş ve hüküm kesinleşmiştir. İlgili hukuk için bkz. Ahmet Temiz B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20; Tayfur Tunç, B. No: 2017/36327, 10/3/2020, §§ 15-28; Rıdvan Türan, B. No: 2017/20669, 10/3/2020, §§ 15- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/31265 | Başvuru, mektubun sakıncalı bulunarak alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; mahkûmiyete esas olarak suç oluşturmayan bazı eylemlere dayanılması nedeniyle suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin, ByLock isimli programın verilerinin hukuka aykırı şekilde elde edilerek mahkûmiyet kararına esas alınması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/3/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve adil yargılanma hakkı ile suç ve cezaların kanuniliği ilkesi dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan haklara ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye'de Fetullah Gülen tarafından kurulan, 1960'lı yıllardan itibaren faaliyette bulunan ve uzun yıllar boyunca dinî bir grup olarak nitelendirilen bir yapılanma mevcuttur. Bu yapılanma süreç içinde "Cemaat", "Gülen Cemaati", "Fetullah Gülen Cemaati", "Hizmet Hareketi", "Gönüllüler Hareketi" ve "Camia" gibi isimlerle anılmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 22). Anılan yapılanma süreç içinde özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında örgütlenmiş, bunun yanı sıra başta eğitim ve din olmak üzere farklı sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda yasal faaliyetlerde bulunmuş; bu faaliyetler dolayısıyla sahip olduğu dershaneler, okullar, üniversiteler, dernekler, vakıflar, sendikalar, meslek odaları, iktisadi kuruluşlar, finans kuruluşları, gazeteler, dergiler, televizyon ve radyo kanalları, internet siteleri, hastaneler aracılığıyla sivil alanda önemli bir etkinliğe ulaşmıştır. Bu faaliyetlerin yanında bazen bu yasal kuruluşların içinde gizlenmiş olan, bazen de yasal yapıdan tamamen farklı şekilde konumlanan ve hareket eden, özellikle de kamusal alana yönelik faaliyetlerde bulunan illegal bir yapılanma söz konusudur (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26; Mustafa Baldır, B. No: 2016/29354, 4/4/2018, § 75). Buna karşılık hareket tarzı ve icraatları öteden beri toplumda tartışma konusu olan bu yapılanmanın örgütlenmesi ve faaliyetlerine ilişkin olarak özellikle 2013 yılı sonrasında pek çok soruşturma ve kovuşturma yürütülmüştür. Bu kapsamda bu yapılanmaya mensup kişilerin -yapılanmanın amaçları doğrultusunda- suç delillerini yok etme, devlet kurumlarının ve üst düzey devlet görevlilerinin telefonlarını dinleme, devletin istihbarat faaliyetlerini deşifre etme, kamu görevine giriş veya görevde yükselme sınavlarına ilişkin soruları önceden elde edip mensuplarına verme gibi eylemlerde bulundukları belirlenmiştir. Soruşturma ve kovuşturma belgelerinde, yapılanma Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 22, 27). Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde -yeniden uzatılmayarak- son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında FETÖ/PDY'nin olduğunu değerlendirmiştir (darbe teşebbüsü ve arkasındaki yapılanmaya ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). B. ByLock Programına İlişkin Açıklamalar FETÖ/PDY'nin örgütsel haberleşme için oluşturduğu ve örgüt mensuplarınca kullanılan iletişim yöntemlerinden birinin ByLock uygulaması olduğu özellikle darbe teşebbüsünden sonra örgütle bağlantılı soruşturma ve kovuşturmalarda tespit edilmiştir (Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020, § 23). ByLock haberleşme programıyla ilgili kavramsal açıklamalara, programın tespiti ve adli makamlara ulaştırılması ve adli sürece, programın yüklenmesine, iletişimde kullanılmasına, genel ve örgütsel özelliklerine, yaygın uygulamalardan ayrılan yönlerine, ByLock verilerinin niteliği, anlamlandırılması ve kişilerle eşleştirilmesine ilişkin arka plan bilgisinin detaylarına Ferhat Kara kararında yer verilmiştir (Ferhat Kara, §§ 23-67). Başvurucuya İlişkin Süreç Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından başvurucunun da aralarında olduğu bir kısım şüpheli hakkında FETÖ/PDY üyesi olduğu şüphesiyle soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma neticesinde Başsavcılığın 5/4/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede, başvurucunun ByLock isimli kriptolu haberleşme programını kullandığı, adının Ankara ilinde 17/25 Aralık sonrası tutuklanan polislere destek olan polislerle ilgili ihbarda geçtiği ve örgüte müzahir Ankara Asya Termal Tatil Köyü Otelinde konakladığının kolluk tutanakları ve otel kayıtları ile tespit edildiği iddialarına yer verilmiştir. Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülen yargılamanın 10/8/2017 tarihli ilk celsesinde başvurucu, ByLock programını indirmediğini ve kullanmadığını, hakkında yapılan ihbara ilişkin bilgisinin bulunmadığını, ihbar içeriğini kabul etmediğini, ihbara ilişkin ayrıntılı dökümleri görmek istediğini, adı geçen otelde düzenlenen resmî bir seminer nedeniyle konakladığını ve örgüt üyeliği suçunu kabul etmediğini beyan etmiştir. Başvurucu müdafii beyanında özetle, normal bir haberleşme programı olan ByLock dışında aleyhe delil bulunmadığını ileri sürmüş ve ByLock'a ilişkin dosyada mevcut olmayan ayrıntılı raporun teminini talep etmiştir. Mahkeme 24/11/2016 tarihli Araştırma Tutanağı'nda bahsedilen ihbarcının açık kimlik ve adresinin temini ile yargı çevresinde bulunması hâlinde zorla getirilmesine karar vermiştir. Ara kararında ayrıca Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna (BTK) müzekkere yazılarak başvurucunun ByLock kullanımına tahsis edilen IP numaralarına bağlantı yapıp yapmadığının araştırılmasına, Şanlıurfa İl Emniyet Müdürlüğüne müzekkere yazılarak dijital materyallere ilişkin rapor örneğinin gönderilmesinin istenmesine ve duruşmanın 11/12/2017 tarihine ertelenmesine karar verilmiştir. Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığınca (EGM-KOM) başvurucu hakkında düzenlenip ikinci celse öncesinde dosyaya sunulan 12/7/2017 tarihli ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı'na göre başvurucu adına kayıtlı ve başvurucunun kullanımında olan GSM hattı kullanılarak ByLock sunucusuna yapılan bağlantı sonucunda oluşturulduğu belirtilen veriler aşağıdaki şekildedir:i. User-ID numarası "996", kullanıcı adı "861559", şifre "Kqf13579", adı "faruk", mesaj "923711", son çevrim içi tarihi "07/02/2016, saat: 02", tespit edilebilen ilk log tarihi "14/11/2014" şeklindedir.ii. "996 ID'ye Bağlı İstatistik" başlığı altında "veri" ve "log" olarak kategorize edilen tespitlere göre yazışma ve e-posta durumunun aktif olduğu, gönderilen e-posta sayısının 50 log, gelen arama sayısının 2 veri, giriş sayısının 147 log, alınan e-posta sayısının 46 log, giden arama sayısının 2 veri, eklenen arkadaş sayısının 1 log, alınan mesaj sayısının 10 veri ve 58 log, okunan e-posta sayısının 89 log, alınan dosya sayısının 34 log, gönderilen mesaj sayısının 10 veri ve 82 log ve gönderilen dosya sayısının da 5 log olduğu görülmektedir. iii. "996 ID'yi Ekleyenlerin Verdikleri İsimler (Roster)" başlığı altında 25 veri bulunduğu, gerçek kullanıcıları tespit edilen ve bu ID'yi listesine ekleyenlerden bir kısmının da başvurucu gibi emniyet görevlisi olduğunun belirtildiği, söz konusu user-ID'ye bir kısım kullanıcı tarafından "Fatih Akdeniz", "........MFA", FatAkd", "fatih akd.", "MFA", "FATIH AKDENIZ", "mfa", ve " Fatih Akd. A." şeklinde adlar verildiği gözlemlenmektedir. iv. "996 ID'nin Eklediklerine Verdiği İsimler (Roster)" başlığı altında 25 veri bulunduğu, bu bölümde de user-ID numarası kendileriyle eşleştirilen kişilere ait user-ID, ad-soyadı, T. kimlik numarası ve meslek bilgileri ile henüz kime ait olduğu belirlenemeyen user-ID numaralarına yer verildiği, bu kişilerin bir kısmına başvurucu tarafından isimler verilerek kişi listesine eklendiğinin belirtildiği görülmektedir. v. "996 ID'nin Katıldığı Gruplar ve Grupların Kişi Listesi" başlığı altında toplam iki grup bulunduğu, bu iki grupta da gruplara dâhil olan user-ID numaralarına ve bu numaraların tespit edilebilen kullanıcılarına ait kimlik bilgilerine, "996 ID'ye Bağlı Kişi Listesi" başlığı altında 18 adet user-ID numarasına ve bu numaraların tespit edilebilen kullanıcılarına ait kimlik bilgilerine, "996 ID'ye Bağlı Mail Listesi" başlığı altında 14 adet user-ID numarasına ve bu numaraların tespit edilebilen kullanıcılarına ait kimlik bilgilerine yer verildiği anlaşılmaktadır. vi. "996 ID'ye Bağlı Yazışmalar" başlığı altında 235335 user-ID numaralı kullanıcıyla 24/12/2015 tarihiyle (saat 07'den itibaren) 27/1/2016 tarihi (saat 20'ye kadar) arasında yapılan; sahibinin B.A. olduğu belirlenen 933 user-ID numaralı kullanıcıyla10/1/2016 tarihinde ve 45 ile 46 saatleri arasında yapılan; sahibinin H.E. olduğu belirlenen 70592 user-ID numaralı kullanıcıyla 18/12/2015 tarihiyle (saat 16'dan itibaren) 23/12/2015 tarihi (saat 58'e kadar) arasında yapılan mesajlaşma içeriklerine yer verilmiştir. vii. "996 ID'nin Arama Kayıtları" başlığı altında, söz konusu program kullanılarak farklı ByLock kullanıcılarıyla yapılan 4 arama kaydına dair tespitlere; "996 ID'ye Bağlı IP Log Tablosu" başlığı altında, Android işletim sistemli cihaz kullanılarak 16/11/2014 ile 8/2/20116 tarihleri arasında ByLock iletişim sistemine yapılan 146 adet "login" işlemine; "996 ID'ye Bağlı Tüm Log Tablosu" başlığı altında da 8/11/2014 ila 8/2/2016 tarihlerinde ByLock iletişim sistemine yapılan toplam 610 adet "login" işlemine yer verildiği anlaşılmaktadır. Başvurucudan ele geçirilen dijital materyallerin incelenmesi suretiyle hazırlanan 20/3/2017 tarihli "Dijital Veri İnceleme ve Değerlendirme Tutanağı" Şanlıurfa İl Emniyet Müdürlüğü tarafından celse arasında dosyaya sunulmuştur. Anılan tutanakta inceleme konusu cep telefonu ve sim kartta "Eagle" isimli iletişim ağının bulunduğu tespitine yer verilmiştir. Yargılamanın 11/12/2017 tarihli ikinci celsesinde başvurucuya ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı, Dijital Veri İnceleme ve Değerlendirme Tutanağı ile BTK'ya yazılan müzekkereye verilen cevabi yazı okunarak diyecekleri sorulmuştur. Başvurucu anılan belgelerin kendisine ulaşmadığını, ByLock ve Eagle isimli programları kullanmadığını, ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı'ndaki isimlerden birkaç tanesinin meslektaşı olduğunu, diğerlerini ise tanımadığını beyan etmiştir. Başvurucu müdafii, anılan celsede özetle; müdafi huzurunda yapılmayan dijital materyal incelemesi sonuçlarını kabul etmediklerini, Eagle kullanımının örgüt üyeliği suçu için yeterli olmadığını beyan etmiş, BTK kayıtları, ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı ve cep telefonu üzerinde bilirkişi incelemesi yapılması ve ByLock verilerini inceleyip beyanda bulunmak için süre verilmesini talep etmiştir. Mahkeme, anılan kayıtlara karşı beyanda bulunmak üzere başvurucu müdafiine gelecek celseye karşı süre verilmesine ve sair tevsii tahkikat taleplerinin reddine karar vererek duruşmayı 30/1/2018 tarihine ertelemiştir. Yargılamanın 30/1/2018 tarihli son celsesinde iddia makamınca esas hakkında mütalaa sunulmuştur. Başvurucu, esas hakkında mütalaaya karşı savunmasında ByLock ve Eagle programlarını kullanmadığını, hakkındaki ihbarın kim tarafından yapıldığının belli olmadığını, Asya Termal Otele devlet tarafından gönderildiğini ve isnat edilen suçu kabul etmediğini beyan etmiştir. Başvurucu müdafii de BTK raporu ve ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı'nın kendi içlerinde ve birbirleriyle çelişkili olduğunu, otel konaklamasının bakanlığın yönlendirmesi ile gerçekleştiğini ileri sürmüştür.Anılan celsede hüküm açıklanmıştır. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Sanık Muhammed Fatih Akdeniz'in FETÖ/PDY terör örgütü üyeleri arasında emir ve talimatların yerine getirilmesi amacıyla geliştirilip sadece örgüt üyelerinin referansı ve karşılıklı onayları sonucu kullanılabilen kriptolu haberleşme programı olan “By[L]ock” isimli haberleşme programını adına kayıtlı olup kendisi tarafından kullanılan 0 545 [...] 03 nolu hattının takılı olduğu 357[...]40 imei nolu telefona yüklediği, 11/08/2014 ile 07/02/2016 tarihleri arasında 996 ID numarası, 861559 kullanıcı adı, Kqf13579 şifresi ile FETÖ/PDY’nin bylock kullanımına tahsis edilmesi amacıyla Litvanya’dan kiralamış olduğu137, 177 ve 181 nolu IP’lere 3280 defa bağlanmak suretiyle bylock programını kullandığı, sanıktan ele geçirilen dijital materyallerde yapılan inceleme sonucu düzenlenen raporda dijital materyallerin Eagle isimli kriptolu haberleşme programı içerdiğininin belirtildiği, sanık hakkında 17-25 Aralık 2013 tarihinden sonra (FETÖ/PDY iltisakı nedeniyle) tutuklanan polislere destek mahiyetinde eylemleri olduğuna dair ihbar kaydının olduğu, sanığın FETÖ/PDY ye ait olan Asya Termal isimli yerde 2012 yılında konakladığına dair kayıtların olduğu, bu haliyle sanığın silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği anlaşılmıştır. [...]Sanığın bylock programı kullanımı ile birlikte ayrıca Eagle isimli programı kullanması ve 2012 yılında Asya Termal Otelde yapılan örgüt toplantısına katılması, sanığın 17-25 Aralık 2013 tarihinden sonra (FETÖ/PDY iltisakı nedeniyle) tutuklanan polislere destek mahiyetinde eylemleri olduğuna dair ihbar kaydının olması nazara alındığında sanığın kastının yoğunluğu ve eylemlerin çeşitliliği dikkate alınarak sanık hakkında alt hadden uzaklaşılarak ceza tayini yoluna gidilmiş ve aşagıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Anılan hükme yönelik istinaf başvurusu, Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince 3/5/2018 tarihinde esastan reddedilmiştir. Başvurucu, istinaf başvurusunun esastan reddi kararına karşı temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Yargıtay Ceza Dairesi 29/4/2019 tarihinde isimsiz ihbar içeriğinin ve örgüte müzahir termal otelde konaklamanın örgütsel faaliyet olarak kabul edilemeyeceği tespiti ile temyiz isteminin reddine ve hükmün onanmasına karar vermiştir. Yargıtay kararının ilgili kısmı şöyledir:"Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre, isimsiz ihbar içeriğinin ve örgüte müzahir termal otelde konaklamanın örgütsel faaliyet olarak kabul edilemeyeceği tespit edilerek yapılan incelemede;Yargılama sürecindeki usuli işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, hükme esas alınan tüm delillerin hukuka uygun olarak elde edildiğinin belirlendiği aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde eksiksiz olarak sergilendiği, özleri değiştirmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı, eylemlerin doğru olarak nitelendirildiği ve kanunda öngörülen suç tipine uyduğu, yaptırımların kanuni bağlamda şahsileştirilmek suretiyle uygulandığı anlaşılmakla; [...] temyiz davasının esastan reddiyle hükmün ONANMASINA, [...] karar verildi." Suç ve cezaların kanuniliği ilkesi yönünden ilgili hukuk için bkz. Adnan Şen [GK], B. No: 2018/8903, 15/4/2021, §§ 64- Adil yargılanma hakkı yönünden ilgili hukuk için bkz. Ferhat Kara, §§ 83- | Adil yargılanma hakkı (Ceza)-Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/10093 | Başvuru, mahkûmiyete esas olarak suç oluşturmayan bazı eylemlere dayanılması nedeniyle suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin, ByLock isimli programın verilerinin hukuka aykırı şekilde elde edilerek mahkûmiyet kararına esas alınması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde bulunan Girne Amerikan Üniversitesi Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölümünden almış olduğu diplomasına elektrik elektronik mühendisliği lisans belgesi verilmesi istemiyle başvuruda bulunmuş; Yüksek Öğretim Kurulunun 6/3/2009 tarihli işlemiyle başvurusu reddedilmiştir. Başvurucu tarafından belirtilen işlem aleyhine 5/5/2009 tarihinde iptal davası açılmıştır. Ankara İdare Mahkemesinin 19/3/2010 tarihli ve E.2009/574, K.2010/417 sayılı kararıyla davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Sekizinci Dairesinin 22/3/2013 tarihli ve E.2010/7647, K.2013/2226 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi hükmünün onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 26/12/2013 tarihli ve E.2013/8171, K.2013/11072 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Bu karar 11/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2919 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle 2017/23079 numaralı bireysel başvuru dosyasının 2017/15094 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince, uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/15094 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, epilepsi hastalığı dolayısıyla sürücü belgesinin geri alınması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme, özel hayata saygı ve çalışma haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu özel bir şirkette yönetici olarak çalışmaktadır ve çocukluğundan itibaren epilepsi hastasıdır. Başvurucu 16/9/2000 yılında sürücü belgesi almıştır. 2005 yılında GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi tarafından askerlik için yapılan muayenesinde epilepsi tanı ve tespitinin yapıldığı belirtilerek hastalığı nedeniyle askerliğe elverişli değildir raporu verilmiştir. Ayrıca İstanbul Emniyet Müdürlüğüne yazılan yazıyla aralarında başvurucunun da bulunduğu kişilere sürücü belgesi verilmemesi, verilmiş ise geri alınması bildirilmiş, bu kapsamda başvurucunun sürücü belgesi iptal edilmiştir. Başvurucunun daha önce filo satış ve pazarlama yöneticisi olarak çalıştığı araç kiralama ve servis şirketi tarafından kendisine araba tahsis edilmiştir. 1/12/2008 tarihinde trafik kontrolü sırasında Genel Bilgi Toplama (GBT) sorgulaması yapılmış ve polis memurlarınca düzenlenen aynı tarihli tutanakta, başvurucunun ehliyetinin doktor raporuna dayalı olarak süresiz olarak iptal edildiğinin anlaşıldığı belirtilerek sürücü belgesine el konulmuştur. Başvurucunun çalıştığı araç kiralama ve servis şirketi tarafından verilen tarihsiz yazıda; başvurucunun 3/4/2006-18/12/2009 tarihleri arasında satış portföy yöneticisi olarak çalıştığı, 1/12/2008 tarihinde ehliyetinin alındığı ve araç kullanmasına izin verilmediği belirtilmesi üzerine tahsis edilmiş aracın kendisinden alındığı ve görevinin değiştirildiği bildirilmiştir. Başvurucu, 1/12/2008 tarihinde yapılan trafik kontrolünde sürücü belgesinin iptal edilmiş olduğunu öğrendiğini bildirerek sürücü belgesinin iptal edilmesine ilişkin işlem ile sürücü belgesine el konulmasına ilişkin 1/12/2008 tarihli işlemin ve bu işlemlere temel olan 26/9/2006 tarihli ve 26301 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Sürücü Adayları ve Sürücülerde Aranacak Sağlık Şartları ve Muayenelerine Dair Yönetmelik'in maddesinin ikinci fıkrasının (c) bendinde yer alan "epilepsi tespitinde sürücü belgesi verilmez" cümlesinin iptali istemiyle Danıştay Dairesinde dava açmıştır. Danıştay Dairesinin 22/3/2011 tarihli kararıyla dava reddedilmiştir. Kararda, ilgili Yönetmeliğin İçişleri Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığınca müştereken hazırlandığı, Yönetmelik'te ne zaman gerçekleşeceği konusunda tıbben net bir belirleme yapılamayan ve kişinin kontrolünü yitirmesine yol açan nöbetlerin görüldüğü epilepsi gibi hastalıkların, sürücü belgesi almaya engel sağlık sorunları arasında düzenlenmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Karar, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 7/4/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Söz konusu karar başurucuya 29/9/29014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun işlem tarihinde yürürlükte bulunduğu hâliyle "Sürücü adaylarında aranacak şartlar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi şöyledir: "…Sağlık şartları:Sağlık şartları bakımından kimlere hangi tür sürücü belgesi verilebileceği hususu yönetmelikle düzenlenir. Sürücü belgesi alacakların ilgili yönetmelikte belirtilen hekimden sürücü olur raporu almaları zorunludur. Bu maddede sözü edilen yönetmelik İçişleri ve Sağlık bakanlıklarınca müştereken hazırlanarak yürürlüğe konulur." 26/9/2006 tarihli ve 26301 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Sürücü Adayları ve Sürücülerde Aranacak Sağlık Şartları ve Muayenelerine Dair Yönetmelik'in 29/12/2015 tarihinde yapılan değişiklikten önceki hâliyle "Ruh ve sinir hastalıkları muayenesine ilişkin esaslar" kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrasının (c) bendi şöyledir: “Epilepsi tespitinde sürücü belgesi verilmez. Şüpheli durumlarda klinik gözlem ve EEG tetkiki dikkate alınır.” Sürücü Adayları ve Sürücülerde Aranacak Sağlık Şartları ve Muayenelerine Dair Yönetmelik'in 29/12/2015 tarihinde yapılan değişiklikten sonraki hâliyle maddesinin ikinci fıkrasının (c) bendi şöyledir: “c) Epilepsi hastalarına aşağıda sayılan hallerde sadece birinci grup sürücü belgesi sınıfları verilebilir. Bu sürücüler ambulans, resmi veya ticari araç kullanamazlar.1) Şuur kaybının olduğu epilepsi hastalarının altı aylık periyodlarla kontrol muayenesini yaptırdıklarını, beş yıl boyunca nöbet geçirmediklerini ve antiepileptik ilaçları kullanmadıklarını belgelemeleri halinde durumları nöroloji sağlık kurulunda değerlendirilir. Sürücü belgesi alabileceğine dair rapor düzenlenmesi halinde kontrol süresi raporda belirtilir.2) Direksiyon başında tekrarlanma olasılığı olmayan, fark edilir bir uyarıcı nedeniyle uyarılmış epilepsi nöbeti geçiren kişilere nöroloji uzmanının kanaatine göre sürücü belgesi verilebilir.3) İlk veya tek uyarılmamış epilepsi nöbeti geçiren kişilerin altı aylık periyodlarla kontrol muayenesini yaptırdıklarını, üç yıl boyunca nöbet geçirmediklerini ve antiepilepsi ilaçları kullanmadıklarını belgelemeleri halinde durumları nöroloji sağlık kurulunda değerlendirilebilir. 4) Sadece uykuda geçirilen epilepsi nöbeti olan kişiler altı aylık periyodlarla kontrol muayenesini yaptırdıklarını, beş yıl boyunca nöbet geçirmediklerini ve antiepileptik ilaçları kullanmadıklarını belgelemeleri halinde durumları nöroloji sağlık kurulunda değerlendirilebilir.5) Bilinci veya hareket etme yetisini etkilemeyen nöbet geçiren kişilerde 6 aylık periyodlarla kontrol muayenesini yaptırdıklarını, beş yıl boyunca nöbet geçirmediklerini ve antiepileptik ilaçları kullanmadıklarını belgelemeleri halinde durumları nöroloji sağlık kurulunda değerlendirilebilir.6) Tedavi edici epilepsi cerrahisi uygulanan kişiler (1) numaralı alt bende göre değerlendirilir.7) Bu bent kapsamında nöroloji sağlık kurulunca yapılacak tıbbi değerlendirmede, ayrıntılı nörolojik inceleme, elektro ensefalografi ve nöro görüntüleme yapılır.8) Epilepsi tanısı konulan ve araç kullanmalarında sakınca bulunan ya da araç kullanmaları belirli şartlara bağlanan kişiler hakkında 4 üncü maddenin onbirinci fıkrası kapsamında bildirimde bulunulur.” B. Uluslararası Hukuk Avrupa Birliği Konseyinin 29/7/1991 tarihli ve 91/439/EEC sayılı direktifinin "Motorlu Taşıtların Kullanımında Fiziksel ve Ruhsal Sağlığa İlişkin Asgari Standartlar"ın belirlendiği 3 numaralı ekinde yer alan maddesinde, epilepsi nöbetlerinin veya hastalığın bilinç kaybına yol açan diğer etkilerinin araç kullanımı sırasında meydana gelmesi hâlinde trafik güvenliği bakımından ciddi tehlike oluşturduğu belirtildikten sonra epilepsi hastalarının durumları iki grupta değerlendirilmiş ve Avrupa Birliği'ne üye devletlere sürücü belgesi verilmesine dair mevzuatlarında bu iki grubun özellikleri dikkate alınarak düzenleme yapmaları konusunda yükümlülük getirilmiştir. Buna göre yetkili bir tıbbi makam tarafından incelemeye ve düzenli tıbbi muayeneye tabi tutulan birinci gruptaki kişilere lisans verilebilir ya da lisansları yenilenebilir. Yetkili tıbbi makam epilepsi ya da diğer bilinç bozukluklarının durumu, klinik biçimi ve ilerlemesi (son iki yıl içinde nöbet geçirmeme gibi), alınan tedavi ve sonuçları hakkında karar verecektir. Uzman doktor raporuna göre epilepsi nöbetleri veya bilinç durumundaki diğer ani rahatsızlıklardan muzdarip olan ya da olma ihtimali bulunan ikinci gruptaki başvuru sahipleri ya da sürücülere ehliyet verilmeyeceği ya da bu kişilerin ehliyetlerinin yenilenmeyeceği belirtilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17053 | Başvuru, epilepsi hastalığı dolayısıyla sürücü belgesinin geri alınması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme, özel hayata saygı ve çalışma haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; alacak davasında delil sunma ve toplatma taleplerinin karşılanmaması nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Tarhan Tekstil Turz. İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti. (Şirket), tekstil ticareti yapan tüzel kişi tacir sıfatına sahip bir şirkettir (Bireysel başvuru tarihi itibariyle başvurucu hakkında İstanbul Anadolu Asliye Ticaret Mahkemesi tarafından verilen bir iflas kararı bulunmakta ise de İstanbul Anadolu Asliye Ticaret Mahkemesinin 17/7/2015 tarihinde kesinleşen E.2015/801, K.2015/732 sayılı kararı ile bu karar kaldırılmıştır.) Başvurucu şirket ile İ.Ç.S. AŞ., A.İ.Ç.S. AŞ. ve İ.Ç.S.İ.P.S.T. AŞ.unvanlı şirketler arasında 8/1/1997 tarihli tek satıcılık sözleşmesi bulunmaktadır. Taraflar daha önceki sözleşme çerçevesinde aynı koşulları içeren Eylül 2004 tarihli ikinci bir sözleşme düzenlemişlerdir. Başvurucu şirket 25/2/2008 tarihli dava dilekçesiyle fazlaya ilişkin hakları saklı tutarak 000 Amerikan Dolarının (dolar) faiziyle birlikte sözleşmenin tarafı olan şirketlerden tahsilini talep etmiştir. Başvurucu şirket anılan dava dilekçesinde, davalı şirketlerin 1997 yılında yapılan tek satıcılık sözleşmesiyle üstlenmiş oldukları edimleri yerine getirmemeleri nedeniyle maddi zarara uğradığını ve anılan zararın ne şekilde tazmin edileceğinin taraflarcaimzalanan her iki sözleşmede de açıkça düzenlendiğini iddia etmiştir. Davalı A.İ.Ç.S. AŞ. 28/5/2008 tarihli cevap ve karşı dava dilekçesiyle 1997 yılı öncesinde başlayan ticari ilişki nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü zararların giderilmesi amacıyla başvurucuya tek satıcılık yetkisi verildiğini, ancak başvurucunun kendilerinden bir miktar mal aldıktan sonra sözleşmede kararlaştırıldığı üzere piyasa koşullarına ve emsallerine göre belirlenen fiyattan daha fazla almayı kabul etmediğini iddia etmiştir. Davalı şirket ayrıca, başvurucuya verilen bir kısım malın bedeli olan 000 doların ödenmediğini belirterek asıl davanın reddine ve karşı davanın kabulüyle 000 doların başvurucudan tahsiline karar verilmesini istemiştir. Başvurucu şirket 16/6/2009 tarihli dilekçesiyle uğradığı zarar miktarını 000 dolar olarak açıklamış ve 2/6/2011 tarihli ıslah dilekçesiyle de fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak toplam 000 doların davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesi tarafların iddia ve savunmaları doğrultusunda dosyayı bilirkişiye tevdi etmiştir.23/7/2010 tarihli bilirkişi raporunda taraflar arasında tek satıcılık ilişkisi bulunduğu, düzenlenen sözleşmenin maddesinin yorumunun mahkemenin takdirinde olduğu ancak tarafların iddia ve savunmalarından davalıların bedelsiz mal vermeyi taahhüt ettiği ve bu edimin yerine getirilmediğinin kabulünün gerektiği belirtilmiştir.Davalıların itirazı üzerine aynı bilirkişi heyeti tarafından düzenlenen 18/4/2011 tarihli ek raporda heyet önceki rapordaki görüşlerini koruduğunu bildirmiştir. 8/6/2012 tarihli bilirkişi raporunda, sunulan faturalar uyarınca taraflar arasındaki ticari ilişkinin boyutu değerlendirilmiştir. Mahkemece hükme esas alınan 29/11/2012 tarihli raporda ise taraflar arasındaki sözleşme hükümleri ile tarafların bu yükümlülüklere uygun hareket edip etmediği ve bunun neticesinde birbirlerinden alacaklı olup olmadıkları irdelenmiştir. Bilirkişi heyeti yapmış olduğu değerlendirme neticesinde başvurucunun sözleşme kapsamında alacağı bulunmadığı sonucuna varmıştır. İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesi yapmış olduğu yargılama sonunda asıl davanın reddine ve karşı davanın kabulüyle 000 doların temerrüt faiziyle birlikte başvurucudan tahsiline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde özetle; iddia, savunma, toplanan deliller, bilirkişi raporları ve tüm dosya kapsamına göre taraflar arasında farklı tarihlerde iki ayrı tek satıcılık sözleşmesi imzalandığı, söz konusu sözleşmelerde başvurucuya iddia ettiği üzere bedelsiz olarak 500 ton iplik verilmesine dair herhangi bir hüküm bulunmadığı ve davalıların mal temin etme yükümlülüklerini ihlal ettiklerinin kanıtlanmadığı belirtilmiştir. Kararda ayrıca sözleşmeye aykırı olarak münhasır bölgeye mal satışı yapıldığıve ayıplı mal tedarik edildiğinin de ispat edilemediğine vurgu yapılarak asıl davanın reddedildiği belirtilmiş ve başvurucunun mal tesliminden kaynaklı olarak davalılara 000 dolar borçlu bulunduğunu dairikraresas alınarak karşı davanın kabulüne karar verilmiştir. Hüküm başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 6/3/2014 tarihli karar ile hükmün onanmasına karar vermiştir. Başvurucunun karar düzeltme isteği Dairenin 8/12/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar 21/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 19/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3115 | Başvuru, alacak davasında delil sunma ve toplatma taleplerinin karşılanmaması nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari para cezasının iptali istemiyle yapılan başvurunun süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; İzmir ilinde kurulmuş, koruma ve bakım hizmetleri sunan bir şirkettir. Başvurucu Şirketin koruma ve bakım hizmetleri altında bulunan 16 yaşından büyük B.Ö. isimli hasta, 28/8/2013 tarihinde intihar etmiştir. Anılan olay üzerine başlatılan denetimler sonunda başvurucu Şirkete, İzmir Valiliğince aylık net asgari ücret miktarının on katı tutarında idari para ceza verilmiştir.Anılan ceza 13/2/2014 tarihinde başvurucu Şirkete bildirilmiştir. Başvurucu, kararın bildirilmesinin ertesi gününde (14/2/2014 tarihinde) idari yaptırım kararının yeniden incelenmesi talebiyle idareye başvurmuştur. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı İzmir İl Müdürlüğünün bu talebe ilişkin olarak düzenlediği 20/2/2014 tarihli cevabi yazı başvurucu Şirkete 26/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Yazıda,Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı İzmir İl Müdürlüğünün idari para cezasının verilmesi noktasında bir dahlinin bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu 10/3/2014 tarihinde Menderes Sulh Ceza Mahkemesine (Mahkeme), idari para cezasının usulüne uygun olmadığını, cezaya ilişkin evrakta kanun yolları ve sürelerinin gösterilmediğini ve bu usulün kanuna aykırı olduğunu belirterek para cezasının iptaline karar verilmesini talep etmiştir. Menderes Sulh Ceza Mahkemesi 26/5/2014 tarihli ve 2014/126 Değişik İş sayılı kararında, on beş günlük yasal süreden sonra idari yaptırım kararına itiraz edildiği gerekçesiyle talebin reddine karar vermiştir. Ret gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“İzmir Valiliği Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğünün, 30/01/2014 tarih ve 5776 olur sayılı idari yaptırım kararının itiraz eden adına S. S.’ye 13/02/2014tarihinde usulüne uygun şekilde tebliğedilmesine rağmen, 5326 Sayılı Kabahatler Kanunu' nun maddesinin fıkrasında düzenlenen 15 günlük itiraz süresi içinde bizzat veya kanuni temsilcileri ya da avukatı tarafından Mahkememize dilekçe ile başvuru yapılmadığı ve özellikle mücbir sebep de bulunmadığı, 15 günlük yasal süreden sonra idari yaptırım kararına itiraz eden tarafın 10/03/2014 havale tarihli dilekçe ile vekili aracılığıyla Mahkememize müracaat ederek, idari yaptırım kararına itiraz ettiği, ancak yasal süre içinde itiraz edilmediğinden, itiraz eden şirket hakkında düzenlenen itiraza konu idari yaptırım kararının kesinleştiği [anlaşılmıştır.]" Başvurucunun anılan Mahkeme kararına yaptığı itiraz üzerine, Menderes Asliye Ceza Mahkemesi, 17/6/2014 tarihli ve 2014/53 Değişik İş sayılı kararı ile itirazın reddine kesin olarak karar vermiş, başvuru yolları bu tarihte tüketilmiştir. Anılan karar, başvurucu vekiline 3/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 3/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun maddesi şöyledir: (1) Bu Kanunun; a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır." Aynı Kanun'un maddesinin ilgili fıkraları şöyledir:"(1) İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir. (2) Mücbir sebebin varlığı dolayısıyla bu sürenin geçirilmiş olması halinde bu sebebin ortadan kalktığı tarihten itibaren en geç yedi gün içinde karara karşı başvuruda bulunulabilir. Bu başvuru, kararın kesinleşmesini engellemez; ancak, mahkeme yerine getirmeyi durdurabilir.... (8) İdarî yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idarî yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idarî yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu işlemin iptali talebiyle birlikte idarî yargı merciinde görülür." 16/8/2013 tarihli ve28737 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Bakıma Muhtaç Engelli Bireylere Yönelik Özel Bakım Merkezleri Yönetmeliği'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(1) Merkezde yapılan kontrol ve denetim sonucunda aşağıda belirtilen eksiklik veya aykırılıkların birinin denetim raporu ile tespit edilmesi halinde, aşağıdaki fıkralarda belirtilen müeyyideler uygulanır....m) Merkezin açılışına, çalışma şartlarına, yönetimine, hizmetin etkin sunumuna ilişkin olarak bu Yönetmelikle belirlenen diğer koşullarda eksiklik veya aykırılıkların tespit edilerek merkeze bildirilmesine rağmen giderilmemesi.(2) Merkezde yapılan kontrol ve denetim sonucunda birinci fıkrada belirlenen eksiklik veya aykırılıkların tespit edilmesi halinde il müdürü tarafından on altı yaşından büyükler için her yıl belirlenen aylık net asgari ücret tutarının on katından elli katına kadar idari para cezası verilir. Söz konusu eksiklik veya aykırılıkların giderilmesi ile idari para cezasının yatırılması için otuz günü geçmemek üzere uygun bir süre verilerek merkez yazılı olarak ihtar edilir." Yargı Kararları Uyuşmazlık Mahkemesinin 9/4/2012 tarihli ve E.2012/16, K.2012/69 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:"Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır." Yargıtay Ceza Dairesinin 30/12/2011 tarihli ve E.2011/7516, K.2011/10596 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:"5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesinde "(1) Bu Kanunun;a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır."Şeklindeki düzenleme karşısında, (...) idari para cezalarına karşı idari yargıya itiraz edileceğine dair özel bir düzenleme bulunmadığı, itirazın genel görevli olan adlî yargı mahkemelerince incelenmesi gerektiği gözetilmeden, yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabet görülmemiş ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu kanun yararına bozmaya atfen ihbar olunmuş bulunmakla Türk Milleti adına gereği görüşülüp düşünüldü;Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görül[müştür.]"B. Uluslararası Hukuk İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:“Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir." Sözleşme'nin “Etkili başvuru hakkı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:"İşbu Sözleşmede tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen her şahıs ihlâl fiilî resmî vazifelerini ifa eden kimseler tarafından bu vazifelerin ifası sırasında yapılmış da olsa, millî bir makama fiilen müracaat hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını hukukun üstünlüğü ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının ve başvuru yapılabilmesi konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin, tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlal edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34). AİHM'e göre devletler bir davanın açılabilirliğine ilişkin olarak takdir hakları gereği bazı sınırlamalar getirebilir ve bu davalar, nitelikleri gereği düzenleyici işlemlere konu olabilir. Bununla birlikte bu sınırlamalar, dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkını ortadan kaldıracak seviyeye ulaşmamalıdır (Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34; Rodríguez Valín/İspanya, B. No: 47792/99, 11/10/2001, § 22). AİHM'e göre mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkının ihlaline yol açabilir. Bununla birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi -bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça- hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ne var ki öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini kabul etmek gerekir (Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§ 36-40). | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13156 | Başvuru, idari para cezasının iptali istemiyle yapılan başvurunun süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, yargılandığı mahkemenin özel yetkili mahkeme olması nedeniyle “tabii mahkeme”, “bağımsız ve tarafsız mahkeme”, “hakkaniyete uygun ve açık yargılanma” ilkelerinin ihlal edildiğini, kaçma olasılığı bulunmamasına rağmen tutuklu bulundurulduğunu, kendisiyle ilgili tutukluluk süresinin ve koşullarının değerlendirilmediğini ileri sürerek Anayasa’nın , , , , , , ve maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvuru, 15/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 13/12/2013 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm, 14/1/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 15/1/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 17/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 18/3/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, karşı beyanlarını 31/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Adalet Bakanlığının görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 8/3/2009 tarih, 2009/511 soruşturma ve 2009/268 esas numaralı iddianamesi ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı, maddesinin (1) numaralı, maddesinin (1) numaralı, maddesinin (1) numaralı fıkraları uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. Başvurucu, 15/1/2009 tarihinde göz altına alınmış ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 16/1/2009 tarih ve 2009/19 sayılı kararı ile tutuklanmıştır. Başvurucu, Mahkemeden birçok kez tahliye talebinde bulunmuş, ancak bir sonuç alamamıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi son olarak 5271 sayılı Kanun’un maddesi gereğince tutukluluk durumunu değerlendirerek 12/7/2013 tarih ve 2013/435 Değişik İş sayılı kararı ile başvurucunun tahliye talebini reddetmiştir. Başvurucu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 11/3/2014 tarihinde tahliye edilmiştir. Başvurucu hakkındaki dava temyiz aşamasında derdesttir.B. Başvurucunun Savcılık İfadesi İddianamenin sayfasında şüpheli sıfatıyla “Ergenekon Terör Örgütü” içerisinde üst düzey sorumlu olarak faaliyet göstermek, yürütme organına karşı isyana tahrik, sahte kimlik kullanmak ve sahte kimlik ile Türkiye’ye giriş yapmak hususları hatırlatılıp sorulduğunda başvurucu, 30/6/2008 tarihinde kendi pasaportu ile Moskova’ya gittiğini, Türkiye’deki gelişmeleri izlediğini, sağlık problemlerinin ortaya çıkması üzerine Türkiye’ye dönmeye karar verdiğini, Türkiye’ye rahat girmek için İvan isimli yabancı bir şahıs adına düzenlenmiş sahte pasaport ile deniz yolundan 20/11/2008 tarihinde Zonguldak üzerinden giriş yaptığını, üzerinde bulunan sahte kimliğin eşi tarafından kendisine verildiğini ifade etmiştir. Başvurucunun Sorgusundaki Beyanları Başvurucu, şüpheli sıfatıyla sorgusunda özetle, 20 veya 21/11/2008 tarihinde yurda döndüğünü, arandığını döndükten sonra öğrendiğini, yurt dışında ailesiyle ara sıra görüştüğünü, ancak arandığı ile ilgili bir bilginin kendisine söylenmediğini, yakalandığında üzerinde çıkan O.G adına düzenlenmiş sahte nüfus cüzdanının kendisine ailesi tarafından verildiğini, kendisinin de kullanmaya başladığını, yurt dışına gitmeden bir operasyon yapılacağından haberdar olmadığını beyan etmiştir (bkz: İddianame, s. 731). Başvurucu Hakkında Derece Mahkemesince Verilen Hüküm UYAP sistemi üzerinden edinilen bilgiye göre, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 5/8/2013 tarih ve E.2009/191 sayılı kısa kararına göre başvurucunun;i. Hakkında 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı ve 765 sayılı Mülga Türk Ceza Kanunu’nun maddeleri gereğince “Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini Cebren Iskat Veya Vazife Görmekten Cebren Men Etmek” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına, yargılama sürecindeki tutum ve davranışları nedeniyle 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca cezasında takdiren 1/6 oranında indirim yapılarak neticeten 16 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına,ii. Yasaklanan bilgileri temin etme suçunu işlediği sabit olduğundan, eylemine uyan 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince 2 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, suçun zincirleme olarak işlendiği gerekçesiyle takdiren 1/4 oranında artırım yapılarak 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, 5237 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca cezasında takdiren 1/6 oranında indirim yapılarak neticeten 2 yıl 1 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına,iii. Resmi belgede sahtecilik suçunu işlediği sabit olduğundan, eylemine uyan 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince 3 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, işlenen suçun “terör suçu” olması nedeniyle 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesi uyarınca cezasında 1/2 oranında artırım yapılarak 4 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, yargılama sürecindeki tutum ve davranışları nedeniyle 5237 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca cezasında takdiren 1/6 oranında indirim yapılarak neticeten 3 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasınakarar verilmiştir.E. Başvurucunun Sağlık Durumu Başvurucu, ameliyat sırasında “nekrozitan fasit” adında hastane virüsü almış, bu nedenle 24 defa ameliyat olmuş ve olmaya devam etmektedir. Başvurucu, hastalığı nedeniyle iki bacağını kullanamamakta ve idrarını sonda ile yapabilmektedir. Başvurucu hipertansiyon rahatsızlığı nedeniyle sıklıkla rahatsızlanmaktadır. Başvurucunun ayrıca uyku apnesi, diyabetesmellitus, kalp rahatsızlığı ile birlikte intihara varan psikiyatrik rahatsızlıkları bulunmaktadır. Uzmanlarca hazırlanan tıbbi raporlara göre başvurucunun, giderek düşkün hale gelmesinin engellenemediği, hayatının bundan böyle yatağa bağımlı ve bakıma muhtaç olarak devam edeceği, komplikasyonlar nedeniyle hayati ve ciddi tehlikelerin ortaya çıkabileceği, temiz, uygun, refakatçi eşliğinde gerektiğinde müdahale edilebilecek ekibin bulunduğu, bireysel tuvalet ve bu tuvalete akülü tekerlekli iskemle ile erişmesine izin verecek alanın bulunduğu, tansiyonunun izlenebileceği monitörün olduğu ortamda yaşamını sürdürebileceği tespit edilmiştir. Başvurucu hastane dışı koşullarda hayatını idame ettirebilecek ve bu nedenle de kaçabilecek durumda değildir. Başvuru formunun ekindeki belgelere göre başvurucu, Silivri Ceza Yerleşkesi polikliniğinde tedavi görmekte iken Silivri Devlet Hastanesine ve ardından da Selimpaşa Devlet Hastanesine nakledilerek tedavisine devam edildiğini ifade etmiştir. Başvurucunun, tedavisine 17/8/2011 ila 17/1/2012 tarihleri arasında Silivri Devlet Hastanesinde devam edilmiştir. Başvurucu, 17/1/2012 tarihinde rahatsızlıklarının artması nedeniyle, tedavi gördüğü Silivri/Selimpaşa Devlet Hastanesinden Mehmet Akif Ersoy Hastanesine nakledilmiştir. Başvurucu, Mahkemeye hitaben yazdığı 7/2/2012 tarihli dilekçesinde, uzun bir süredir tutuklu olduğunu, bu süre zarfında savunmalarını video konferans yöntemi ile yapabildiğini ve sadece iki kez duruşma salonunda bulunabildiğini ifade etmiştir. Başvurucu, 15/3/2012 tarihinde bir süredir tedavi gördüğü Mehmet Akif Ersoy Hastanesinden İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesine sevk edilerek tedavisine devam edilmiştir. Başvurucu, hastalığının ağır olduğunu, iyileşerek normal hayata dönmesinin mümkün olmadığını ifade etmiş ve bu durumu gösterir konsültasyon neticeleriyle birlikte doktor raporlarını dayanak göstererek 29/11/2011, 7/2/2012, 2/3/2012, 16/3/2012, 13/4/2012, 29/5/2012, 6/7/2012, 13/7/2012, 27/7/2012, 31/7/2012, 20/9/2012, 4/10/2012 tarihli dilekçeleri ile tahliye edilmeyi talep etmiştir. Başvurucunun tedavisine başvuru tarihi itibariyle İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesinde devam edilmektedir. F. Derece Mahkemesinin Konuya İlişkin Ara Kararları İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 14/1/2012 tarihli celsede verdiği ara kararıyla, 13/1/2012 tarihli savunma mahiyetindeki dilekçesine istinaden, tedavisine ilişkin gereği yapılmak üzere dilekçesinin bir suretinin Silivri Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine ve başvurucunun son sağlık durumu ile ilgili tedavi gördüğü hastaneden ivedi rapor alınmasına karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 23/10/2012 tarihli celsede verdiği ara kararıyla, İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Başhekimliğinin 21/10/2012 tarih ve 4833 sayılı yazı cevabına ekli başvurucu hakkında tanzim edilen 18/10/2012 tarih ve 1620 sayılı görüş yazısına istinaden, başvurucunun giderek kontrolü güçleşen enfeksiyonları sebebiyle iki aydır rehabilitasyon uygulaması yapılamadığı ve ivedilikle hastanın uygun bir klinikte yatarak tedavisinin devamının hasta açısından daha etkin olacağı yönündeki görüş ve kanaat dikkate alınarak başvurucunun uygun bir klinikte yatarak tedavisinin sağlanması amacıyla Adalet Bakanlığının belirlediği tam teşekküllü ve güvenlikli bir kliniğe sevki için gerekli işlemin yapılmasına karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 16/11/2012 tarihli celsede verdiği ara kararıyla, İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Başhekimliğinin 20/10/2012 tarih ve 4833 sayılı yazı cevabına istinaden tutuklu başvurucu hakkında tekrarlayan enfeksiyonları nedeniyle hastanede yatarak tedavisine devam edildiği bildirilmekle başvurucunun aynı hastanede yatarak tedavisine devam edilmesine ve başka bir hastaneye sevk edilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Adalet Bakanlığının görüşünde, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 3/12/2013 tarih ve 2013/771 Değişik İş sayılı kararıyla başvurucunun tahliye talebi değerlendirilerek “…daha önce Adli Tıp Kurumundan 08 Temmuz 2009 tarih ve 01 Temmuz 2011 tarihli raporların alındığı anlaşıldığından” gerekçesiyle reddettiği ifade edilmiştir. Başvurucu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 11/3/2014 tarihinde tahliye edilmiştir.G. İlgili Hukuk 765 sayılı Mülga Kanun’un maddesi şöyledir:“Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren menedenlerle bunları teşvik eyliyenlere ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun’un maddenin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir.” 5237 sayılı Kanun’un maddenin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun’un maddenin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Yetkili makamların kanun ve düzenleyici işlemlere göre açıklanmasını yasakladığı ve niteliği bakımından gizli kalması gereken bilgileri temin eden kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),…” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir. (1)(2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir.(3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re’sen karar verir.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5274 | Başvurucu, yargılandığı mahkemenin özel yetkili mahkeme olması nedeniyle “tabii mahkeme”, “bağımsız ve tarafsız mahkeme”, “hakkaniyete uygun ve açık yargılanma” ilkelerinin ihlal edildiğini, kaçma olasılığı bulunmamasına rağmen tutuklu bulundurulduğunu, kendisiyle ilgili tutukluluk süresinin ve koşullarının değerlendirilmediğini ileri sürerek Anayasa’nın 10. , 17. , 19. , 20. , 26. , 36. , 37. ve 38. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. | 1 |
Başvurucular, "6136 sayılı Kanun'a muhalefet, mala zarar verme, konut dokunulmazlığını bozma ve hırsızlık" suçlarından haklarında açılan kamu davasının halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, tazminat talebinde bulunmuşlardır. Başvuru, 24/4/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 18/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 17/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 31/10/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. Başvurucu Yaşar Bulut tarafından yapılan 2014/5897 numaralı bireysel başvuru dosyası ile başvurucu Hakan Akşam tarafından yapılan 2014/5906 numaralı bireysel başvuru dosyası, aralarındaki hukuki ve fiili irtibat nedeniyle birleştirilmiş, incelemeye 2014/5897 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığınca "6136 sayılı Kanun'a muhalefet, mala zarar verme, konut dokunulmazlığını bozma, hırsızlık, suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve kurulan örgüte üye olma, birden fazla kişi ile birlikte yağma" suçlarından yürütülen soruşturma kapsamında 20/3/2009 tarihinde gözaltına alınmışlardır. Gaziosmanpaşa Sulh Ceza Mahkemesinin 21/3/2009 tarih ve 2009/86 Sorgu sayılı kararı ile başvurucuların tutuklanmalarına karar verilmiş, 25/11/2009 tarihinde başvurucular tahliye edilmişlerdir. Başvurucular ve diğer beş şüpheli hakkında, Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığınca, 7/1/2013 tarih ve E.2013/246 sayılı iddianame ile "6136 sayılı Kanun'a muhalefet, mala zarar verme, konut dokunulmazlığını bozma ve hırsızlık" suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmış, "suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve kurulan örgüte üye olma, birden fazla kişi ile birlikte yağma" suçlarından ek takipsizlik kararı verilmiştir. Yargılamaya başlayan Gaziosmanpaşa Asliye Ceza Mahkemesi, başvurucuların savunmalarının alınması amacıyla başvuruculara tebligat göndermiş ve anılan tebligat 18/1/2013 tarihinde tebligat yapılmıştır. Başvurucuların duruşmaya gelmemeleri üzerine Mahkemece, 15/5/2013 tarihinde savunmalarının alınması amacıyla zorla getirilmelerine karar verilmiştir. Zorla getirme kararının yerine getirilememesi üzerine, başvurucuların soruşturma sırasında bildirdikleri adreslerde olmadıkları ve adresleri tespit edilemediği için savunmalarının alınması amacıyla başvuruculardan Hakan Akşam hakkında 19/7/2013, Yaşar Bulut hakkında 11/12/2013 tarihli duruşmalarda yakalama emri çıkarılmasına karar verilmiştir. Başvuruculardan Hakan Akşam hakkında çıkarılan yakalama emri 28/7/2014 tarihinde yerine getirilerek başvurucunun savunması alınmıştır. Başvuruculardan Yaşar Bulut hakkında çıkarılan yakalama emri henüz yerine getirilememiştir. Yargılamaya Gaziosmanpaşa Asliye Ceza Mahkemesinin E.2013/27 sayılı dava dosyasında devam edilmektedir. Başvurucular, 24/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) ve (4) numaralı fıkraları, ve maddelerinin (1) numaralı fıkraları; 10/7/1953 tarih ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’un ve maddelerinin birinci fıkraları. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5897 | Başvurucular, "6136 sayılı Kanun'a muhalefet, mala zarar verme, konut dokunulmazlığını bozma ve hırsızlık" suçlarından haklarında açılan kamu davasının halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, tazminat talebinde bulunmuşlardır. | 0 |
Başvuru, özel hayata ilişkin birtakım unsurlar gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezasına hükmedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 14/4/2015 ve25/12/2017tarihlerindeyapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. 2017/40004 numaralı başvuru dosyasının konu ve kişi yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2015/6302 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2015/6302 numaralı başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve diğer dosyanın kapatılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvurucu Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) 1995 yılından 14/11/2013 tarihine kadar uzman jandarma olarak görev yapmıştır. Başvurucu 2012 yılında eşinden boşanmıştır. Başvurucu hakkında 28/8/2013 tarihinde bir kadınla aynı çatı altında karı koca gibi birlikte yaşadığı isnadı ile idari tahkikat başlatılmıştır. Öte yandan aynı iddia ile ilgili olarak başvurucu hakkında Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askerî Savcılığı tarafından da soruşturma başlatılmıştır.A. Ceza Yargılamasına İlişkin Süreç Ceza soruşturması sonucunda Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından 25/12/2013 tarihinde iddianame düzenlenmiştir. İddianamede, başvurucunun çalıştığı yerde bir köyde iki çocuklu bir kadınla birlikte yaşadığının ve kadını köylülere eşi olarak tanıttığının tespiti üzerine iki kez yazılı olarak ikaz edilmesine rağmen bunu devam ettirdiğinin tanık ifadeleri ve ilgili tutanak içeriklerinden anlaşıldığı belirtilmiştir. İddianamede sonuç olarak karı koca gibi nikâhsız olarak yaşama suçunu işlediği iddiası ile başvurucu hakkında TSK'dan çıkarılma cezası talep edilmiştir. Askerî Mahkeme 8/8/2014 tarihli kararıyla 15/6/1930 tarihli ve 1632 sayılı Askerî Ceza Kanunu'nun maddesi uyarınca başvurucunun TSK'dan çıkarma cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Askerî Mahkeme, tanık anlatımları ve tutanaklardan başvurucunun bir yıldan fazla olacak şekilde devamlı bir surette ve ikaz edilmesine rağmen ısrarla bir kadınla nikâhsız olarak karı koca gibi yaşadığını kabul ederek atılı suçun unsurlarının oluştuğu sonucuna varmıştır. Temyiz edilen karar, Askerî Yargıtayın 24/11/2015 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda Askerî Mahkeme tarafından yeniden TSK'dan çıkarılma cezası verilmiştir. Anılan karar Askerî Yargıtayın 29/11/2016 tarihli ilâmıyla görev yönünden bozulmuştur. Karar gerekçesinde 27/7/2016 tarihli ve 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) ile 10/3/1983 tarihli ve 2803 sayılı Jandarma Teşkilatı, Görev ve Yetkileri Kanunu'nda yapılan değişikler gözetilerek jandarma teşkilatının TSK bünyesi dışında, genel kolluk statüsünde yapılandırıldığı, davaya bakma görevinin genel mahkemelerde olduğu vurgulanmış ve anılan kararın bozulması ile dosyanın görevli asliye ceza mahkemesine gönderilmesine hükmedilmiştir. Gülnar Asliye Ceza Mahkemesi 18/7/2017 tarihinde, başvurucunun TSK'dan çıkarılma cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme karar gerekçesinde mevzuatta yapılan değişiklikleri değerlendirerek 1632 sayılı Kanun'un maddesinin dayanak fıkrasının hâlen yürürlükte olduğu ve jandarma personelinin statüsünün değiştirilmesinin, suç tarihi itibarıyla asker sayılan başvurucu hakkında suçun oluşumu bakımından değişiklik oluşturmayacağı, aynı fiilden dolayı disiplin cezası verilmesinin ceza yargılamasını etkilemeyeceği ifade edilmiştir. Kararda; tutanaklar, tarafsız tanık beyanları ve hastane kayıtlarına dayanılarak atılı suçun maddi ve manevi unsurlarının oluştuğu sonucuna varılmıştır. Başvurucunun istinaf başvurusu Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi tarafından 31/10/2017 tarihinde kesin olmak üzere reddedilmiştir. Kararda, başvurucuya isnat edilen eylemin derece mahkemesi tarafından doğru nitelendirildiği ve suç tipine uyduğu vurgulanarak, ileri sürülen istinaf nedenlerinin yerinde görülmediği belirtilmiştir. Nihai karar 1/12/2017 tarihinde tebliğ edilmiş ve 25/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Ayrıca başvurucu vekili 6/3/2019 tarihli dilekçesiyle; Yargıtay Ceza Dairesinin 6/2/2019 tarihinde, Gülnar Asliye Ceza Mahkemesinin kararının bozulmasına hükmettiğini bildirmiştir. Yargıtay kararında, karı koca gibi nikâhsız olarak yaşama suçundan verilen kararların temyizi kabil kararlardan olduğu, başvurucunun birlikte yaşadığı iddia edilen A.Ç ile temyiz incelemesi aşamasında evlendiği tespitleri yapıldıktan sonra, isnat edilen suçun manevi unsuru açısından A.Ç.nin eski eşiyle boşanma davasının açılma tarihi araştırılmadan mahkûmiyet kararı verilemeyeceği belirtilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede, anılan bozma kararına uyularak yapılan yargılamanın E.2019/19 sayılı dosya üzerinden devam ettiği ve duruşmanın 28/11/2019 tarihine bırakıldığı görülmüştür.B. Disiplin Cezasına İlişkin Süreç İdari soruşturma sonucunda ayırma cezası ile cezalandırılması teklif edilerek Jandarma Genel Komutanlığı Yüksek Disiplin Kuruluna sevk edilen başvurucunun 16/2/2013 tarihli ve 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu'nun maddesi ile maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) ve (g) bentleri uyarınca Silahlı Kuvvetlerden ayırma cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Anılan karar, Jandarma Genel Komutanı tarafından 14/11/2013 tarihinde onaylanarak başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu bu karara karşı, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) iptal davası açmıştır. AYİM Birinci Dairesi (Mahkeme) 28/11/2014 tarihinde oybirliği ile davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme kararında, başvurucunun 19/9/2012 ve 6/2/2013 tarihlerinde iki kez yazılı olarak ikaz edilmesine rağmen başkasıyla evli ve iki çocuklu bir kadın ile nikâhsız olarak devamlı bir surette yaşamakta ısrar ettiğinin, dolayısıyla disiplin suçuna ilişkin eylemlerin gerçekleştirildiğinin sabit olduğu belirtilmiştir. Mahkeme kararında ayrıca, farklı nedenlere dayalı olarak hakkında tesis edilen disiplin cezaları sayılarak başvurucunun disiplin bozucu tavır ve davranışlarda bulunmayı alışkanlık hâline getirdiği, başvurucu hakkında birçok menfi kanaat bulunduğu vurgulanmış ve kullanılan takdir yetkisi ile TSK'dan ayırma cezasında hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 3/3/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 18/3/2015 tarihinde tebliğ edilmiş ve 14/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. A. İlgili Mevzuat 16/2/2013 tarihli ve 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu'nun "Disiplin soruşturması veya tahkikatın adli soruşturma veya kovuşturmadan bağımsızlığı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Herhangi bir fiilden dolayı ilgili hakkında yapılan adli soruşturma veya kovuşturma, aynı fiilden dolayı ayrıca disiplin soruşturması ve tahkikat yapılmasını, disiplin cezası verilmesini ve bu cezanın yerine getirilmesini engellemez." 6413 sayılı Kanun'un "Silahlı Kuvvetlerden ayırma cezasını gerektiren disiplinsizlikler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Silahlı Kuvvetlerden ayırma cezasını gerektiren disiplinsizlikler şunlardır:...b) Ahlaki zayıflık: Görevine, sosyal ve aile yaşantısına zarar verecek derecede menfaatine, içkiye, kumara düşkün olmak veya Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarını sarsacak şekilde yüz kızartıcı, utanç verici veya toplumun genel ahlak yapısına aykırı fiillerde bulunmaktır....g) İffetsiz bir kimse ile evlenmek veya böyle bir kimse ile yaşamak: İffetsizliği anlaşılmış olan bir kimse ile bilerek evlenen veya evlilik bağını devam ettirmekte veya böyle bir kimseyi yanında bulundurmakta veya karı koca gibi herhangi bir kimse ile nikahsız olarak devamlı surette yaşamakta ısrar etmektir." 15/6/1930 tarihli ve 1632 sayılı Askerî Ceza Kanunu'nun "İffetsiz bir kimse ile evlenen veya böyle bir kimse ile yaşayanlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İffetsizliği anlaşılmış olan bir kimse ile bilerek evlenen veya evlilik bağını devam ettirmekte veya böyle bir kimseyi yanında bulundurmakta veya karı koca gibi herhangi bir kimse ile nikahsız olarak devamlı surette yaşamakta ısrar eden asker kişiler hakkında Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezasına, erbaşlar hakkında rütbenin geri alınmasına hükmolunur." 10/3/1983 tarihli ve 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu'nun 23/7/2016 tarihli ve 668 sayılı KHK ile değişik maddesi şöyledir:"Türkiye Cumhuriyeti Jandarması, emniyet ve asayiş ile kamu düzeninin korunmasını sağlayan ve diğer kanunların verdiği görevleri yerine getiren silahlı genel kolluk kuvvetidir." 2803 sayılı Kanun'un 668 sayılı KHK ile değişik maddesi şöyledir:"Jandarma Genel Komutanlığı İçişleri Bakanlığına bağlıdır.” 2803 sayılı Kanun'un 668 sayılı KHK ile değişik maddesi şöyledir:"Jandarma personeli hakkında disiplin ve soruşturma işlemleri aşağıdaki usullere göre yapılır.a) Disiplin işleri özel kanun hükümlerine göre yürütülür.b) Jandarma personelinin mülki görevlerinden doğan suçlarında; özel kanunların hükümleri saklı kalmak şartıyla 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümlerine göre işlem yapılır.c) Adli görevlerinden doğan suçlarda; 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 161 inci maddesinin beşinci fıkrası hükmü uygulanır.d) Jandarma personeline askeri görev verildiği takdirde bu görevlerden doğan suçlarda 25/10/1963 tarihli ve 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu hükümleri uygulanır. Bu suçların muhakemesi, Jandarma personelinin emrine verildiği askeri birlik personelini muhakeme etmekle görevli ve yetkili olan askeri mahkemede görülür.e) Jandarma personelinin kişisel suçlarında genel hükümlere göre işlem yapılır."B. İlgili Yargı Kararı 1632 sayılı Kanun'un maddesinde yer alan "veya karı koca gibi herhangi bir kimse ile nikâhsız olarak devamlı surette yaşamakta" ibaresinin iptali talebiyle yapılan itiraz başvurusu Anayasa Mahkemesinin 27/5/2015 tarihli ve E.2014/176, K.2015/53 sayılı kararıyla oyçokluğuyla reddedilmiştir. Söz konusu kararın ilgili kısmı şöyledir: "... Kanun koyucu düzenleme yetkisi kapsamında, statüleri kanunlarla oluşturulan ve buna göre mesleğe alınan kamu görevlilerine bir takım hak veya yükümlülükler getirebilir. Askerlik mesleği disiplin ve fedakârlık temeline dayanır. Bundan dolayı bu görevi ifa edenlerin güven, itibar ve saygınlığın gereği olarak katı meslek ilkelerine tabi tutulmaları da normaldir.Kişiler askerlik mesleğini seçmekle birlikte artık sivillere getirilemeyecek bazı sınırlamaların askerî disiplinin tesisi için kendileri açısından uygulanmasını kabul etmiş olmaktadırlar. Askerî ceza kanunları tarafından aynı veya benzer eylemler askerlik hizmetinin gereği olarak, genel ceza kanunlarına nispeten daha ağır veya daha hafif bir şekilde cezalandırılabilir. Hatta genel ceza kanunlarında öngörülmemiş bazı fiil ve eylemlerin askerî ceza kanunları ile cezalandırılması da mümkündür. Nitekim kanun koyucu da askerî hizmetlerin gereklerine uygun olarak bazı fiil ve davranışları TSK mensupları için yasaklamıştır.İtiraza konu kural ile yaptırıma bağlanan eylem için kanun koyucu tarafından belirlenen yaptırım, hürriyeti bağlayıcı bir ceza olmayıp disiplini temine yönelik TSK’dan çıkarma cezasıdır. Bunun dışında asker kişiler açısından suçun sübut bulması için yapılan uyarı ve ikazlara rağmen söz konusu fiilin işlenmesinde ısrar etme şartı da aranmaktadır. Ayrıca sadece asker kişiler ile ilgili bir düzenleme olduğundan ve askerlik hizmetinin gereği gibi yürütülmesini sağlamayı amaçladığından demokratik toplum düzeni ile de çelişmemektedir. Dolayısıyla özel hayatın gizliliği hakkına keyfi ya da hakkın özüne dokunacak bir sınırlama getirmeyen, temel hakkın kullanımını ortadan kaldırmayan itiraz konusu kural, istisnai bir alanda ve dar kapsamlı olduğundan sınırlı ve ölçülüdür.Diğer yandan özel hayatın korunmasını, istisnai bir alanda ve anayasal ilkelere uygun olarak asgari oranda sınırlandırılan düzenlemenin birey hakları ile kamu yararı arasında açık bir dengesizlik yarattığı da söylenemez. Bu anlamda kural, askerlik hizmetinin gereği gibi yürütülmesini sağlamayı amaçladığından, sınırlamanın bu açıdan da ulaşılmak istenen amaç ile orantılı olduğu açıktır.Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın , ve maddelerine aykırı değildir. İptal istemlerinin reddi gerekir." | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/6302 | Başvuru, özel hayata ilişkin birtakım unsurlar gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezasına hükmedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, görev yapılan Yargıtay Dairesinin Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu kararı ile değiştirilmesi nedeniyle adil yargılanma ve özel hayata saygı hakları ile ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/12/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2011 yılında Yargıtay üyesi seçilmiş ve Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu kararı ile Yargıtay Hukuk Dairesinde görevlendirilmiştir. 2/12/2014 tarihli ve 6572 sayılı Kanun'un maddesiyle 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nun maddesi değiştirilmiş ve Yargıtay Ceza Dairelerinin sayısı on beşten yirmi üçe çıkarılmıştır. 6572 sayılı Kanun'un maddesi ve bu Kanun'a ekli (3) sayılı liste ile sekiz Yargıtay daire başkanlığı ve yüz yirmi bir Yargıtay üyeliği kadrosu ihdas edilmiştir. 6572 sayılı Kanun'un maddesi ile 2797 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddede, ihdas edilen Yargıtay üyeliği kadroları için üye seçilmesi, ihdas edilen Yargıtay daire başkanlıkları için seçim yapılması, Birinci Başkanlık Kurulunun yeniden belirlenmesi ve Birinci Başkanlık Kurulu tarafından dairelerin iş durumu ve ihtiyaçları gözönünde bulundurularak Yargıtay daire başkanlarının, üyelerinin ve tetkik hâkimlerinin hangi dairelerde görev yapacağının yeniden belirlenmesi düzenlenmiştir. 2797 sayılı Kanun'un geçici maddesi uyarınca yeniden oluşturulan Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu 3/2/2015 tarihli ve 19 sayılı kararla başvurucuyu Yargıtay Hukuk Dairesinde görevlendirmiştir. Başvurucu 10/2/2015 tarihinde "yeniden inceleme" için Yargıtay Birinci Başkanlık Kuruluna, kararın iptali için Yargıtay Başkanlar Kuruluna başvurmuştur. Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu 26/2/2015 tarihli ve 37 sayılı kararla görevlendirmelerin yasal zorunluluk nedeniyle yapıldığı ve karara itiraz edilemeyeceği gerekçesiyle itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu, 16/3/2015 tarihinde, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu kararına yapılan itirazın Yargıtay Başkanlar Kurulunca incelenmesi gerektiği, görevlendirmenin Yargıtay teamüllerine aykırı olduğu ve Yargıtay Hukuk Dairesinde kendisinden daha uzun çalışan başka üyenin bulunmadığı gerekçeleriyle Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 3/2/2015 tarihli ve 19 sayılı kararına itiraz etmiştir. Yargıtay Başkanlar Kurulu 9/7/2015 tarihli ve 29 sayılı kararla başvurucunun itirazını reddetmiştir. Yargıtay Başkanlar Kurulu kararının gerekçeleri şu şekildedir:i. Yargıtayın belirli bir dairesinde çalışmak üzere Yargıtay üyeliği seçiminin yapılmaması,ii. Yargıtayın belirli bir dairesinde çalışmanın kazanılmış hak oluşturmaması,iii. Yargıtay Ceza Dairelerinde tetkik hâkimi olarak çalışıp Yargıtaya üye seçildikten sonra Yargıtay Hukuk Dairesinde çalışan ve Yargıtay Hukuk Dairesi Başkanlığından emekli olanların da bulunması,iv. Azami verimlilik ve uyum gözetilerek görevlendirme yapmanın doğal olması,v. Yargıtay üyelerinin, üye seçiminden önce hâkimlik veya Cumhuriyet savcılığı yapması ve hemözel hukuk hem de ceza hukuku ile ilgili işlerde çalışması,vi. İhtiyaç olduğunda sıklıkla yapıldığı gibi isteğe bağlı daire değiştirilmesinin mümkün olması,vii. Yüz kırk dört yeni üye seçimi ve yeni sekiz dairenin kurulması gözetildiğinde yeni kurulan daireleri tamamen yeni üyelerden oluşturmanın verimliolmaması,viii. Dairelerin tümünün kıdemli üyelerle yeni üyelerden oluşmasının pratik zorunluluk olması,ix. Emeklilik veya istifa gibi nedenlerle kadro boşalması durumunda üyelerin uzmanlık alanlarında çalışabilmesi için fırsat doğması,x. Beş yüz on altı üyenin otuz dördünün itirazı üzerine tüm dairelerin yeniden oluşturulması hâlinde birikmiş iş yükünde istenilen verimlilikte çalışılamaması ve yeni dairelerinden memnun olmayan başka üyelerin ortaya çıkacak olması. Yargıtay Başkanlar Kurulunun 9/7/2015 tarihli ve 29 sayılı kararı başvurucuya 18/11/2015 tarihli yazı ile bildirilmiştir. Başvurucu 14/12/2015 tarihinde, süresi içerisinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 6572 sayılı Kanun'un maddesiyle değiştirilen 2797 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: “Yargıtayda yirmi üç hukuk, yirmi üç ceza dairesi ve her dairede bir daire başkanı ile yeteri kadar üye bulunur. ” 6572 sayılı Kanun'un maddesi ile 2797 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde şöyledir: “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on beş gün içinde bu Kanuna göre oluşturulan Yargıtay üyeliği kadroları için seçim yapılır.Seçimin tamamlanmasından itibaren beş gün içinde bu Kanunla ihdas edilen daire başkanlığı kadroları için seçim yapılır.İkinci fıkra uyarınca yapılan seçimin tamamlanmasından itibaren beş gün içinde Birinci Başkanlık Kurulu yeniden belirlenir.Yeni oluşan Birinci Başkanlık Kurulu, iş durumunu dikkate alarak daireler arasındaki iş bölümünü yeniden belirler ve buna ilişkin karar derhâl Resmî Gazete’de yayımlanır. Bu karar, yayım tarihinden itibaren on gün sonra uygulanmaya başlanır.Birinci Başkanlık Kurulu, iş bölümüne ilişkin kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından itibaren on gün içinde, dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak Yargıtay daire başkanları, üyeleri ve tetkik hâkimlerinin hangi dairelerde görev yapacağını yeniden belirler.Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun iş bölümü kararı uygulanmaya başlayıncaya kadar bu Kanunla yapılan değişiklikten önceki iş bölümüne ilişkin hükümler uygulanmaya devam olunur.Yeni iş bölümüyle dairesi değiştirilen dava dosyaları, beşinci fıkra uyarınca görevlendirme yapılmasından itibaren on gün içinde mevcut hâlleriyle ilgili daireye gönderilir. ” 2797 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: “Başkanlar kurullarının görevleri şunlardır:Başkanlar Kurulunun Görevleri:...d) Birinci Başkanlık Kurulu, Yüksek Disiplin Kurulu ile Yönetim Kurulu kararlarına karşı yapılan itirazları kesin olarak karara bağlamak. Bu itirazların incelenmesinde karara katılan kurul üyesi daire başkanları Kurula katılamaz ve eksiklikler o dairenin kıdemli üyeleriyle tamamlanır....Başkanlar kurullarının itiraz üzerine veya doğrudan doğruya verdikleri bütün kararlar kesin olup, bu kararlar aleyhine başka bir yargı merciine başvurulamaz.” | Ayrımcılık yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19099 | Başvuru, görev yapılan Yargıtay Dairesinin Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu kararı ile değiştirilmesi nedeniyle adil yargılanma ve özel hayata saygı hakları ile ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/38613 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; tutukluluk süresinin makul olmaması, kanunda öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılması, tutukluluk ve itiraz incelemelerinin duruşmasız olarak gerçekleştirilmesi, savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi, tutukluluk incelenmesine ilişkin kararların gerekçelerinin ilgili ve yeterli olmaması, tutukluluk hâlinin devamına ilişkin karara yapılan itiraz incelemesinin etkin bir şekilde yapılmaması, tutukluluk konusunda ayrımcılık yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 19/11/2008 tarihinde gözaltına alınmış ve Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 20/11/2008 tarihli ve 2008/64 Sorgu sayılı kararı ile Diyarbakır A. Gaffar Okkan Polis Meslek Yüksek Okulu servis aracının taranması olayına iştirak ettiğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması gerekçesiyle tutuklanmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 16/12/2008 tarihli ve 2008/1611 Esas sayılı iddianamesi ile devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozmak, kasten kamu görevlisini öldürmek, kasten kamu görevlisini öldürmeye teşebbüs, kamu malına zarar vermek ve 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet suçlamalarıyla başvurucu hakkında kamu davası açılmış; yapılan yargılama sonucunda Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 19/2/2014 tarihli ve E.2013/386, K.2014/22 sayılı ilamıyla başvurucunun toplam altı kez ağırlaştırılmış müebbet hapis, 384 yıl hapis ve 000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Bu karar başvurucuya tefhim edilmiştir. Başvurucu 10/3/2014 tarihli tahliye dilekçesinde tutukluluk süresinin beş yılı aştığını, yargılandığı davada hakkında hüküm verildiğini ve kararı temyiz ettiğini, 6/3/2014 tarihinde yürürlüğe giren 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun hükümleri ile azami tutukluluk süresinin beş yıla indirilmesi nedeniyle tutukluluk durumunun incelenmesi gerektiğini belirterek tahliye talebinde bulunmuştur. Başvurucunun talebi Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 12/3/2014 tarihli ve 2014/324 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Kararda başvurucu hakkında hükmedilen cezalar belirtildikten sonra şunlar ifade edilmiştir: “B- Sanık halen hükümlü statüsünde bulunup 6526 sayılı yasa 06/03/2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir ve usul yasalarının geriye yürümesi hukukun ana kurallarına nazaran mümkün değildir. C- Yargıtay Ceza Genel Kurulunun E.2011/1-51 K.2011/42 sayılı ilamında açıkça belirlendiği üzere tutukluluk sürelerinin hesabında yerel mahkeme tarafından hüküm verilinceye kadar geçen süre dikkate alınmalı, buna karşın yerel mahkeme tarafından hükmün verilmesinden sonra tutuklu sanığın hükmen tutuklu hale gelmesi nedeniyle temyizde geçen süre hesaba katılmamalıdır. Zira, hakkında mahkûmiyet hükmü kurulmakla sanığın altılı suçu işlediği yerel mahkeme tarafından sabit görülmekte ve bu aşamadan sonra tutukluluğun dayanağı mahkûmiyet hükmü olmaktadır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de AİHS’nin maddesinin uygulamasına ilişkin olarak verdiği kararlarda tutuklulukla ilgili makul sürenin hesabında, ilk derece mahkemesinin mahkûmiyet hükmünden sonra geçen süreyi dikkate almamaktadır.D- Adam öldürme ve gasp suçunun devlete karşı işlenen suçlardan olmayıp dış dünyada her bir eylemin mağdurunun farklı oluşu ve her bir mağdura yöneliksuçunayrı ayrı oluşması nedeni ile tutukluluk süresinin de her bir mağdura yönelik eylem dikkate alınarakayrı ayrı 5 yıl olarak dikkate alınmasıgerekmektedir.E- Yargılamanın ve tutukluluk durumunun uzamasına sanıkların mahkemeyi protesto etme duruşmaya katılmama ve sağlık raporu alma gibi kendi iradi eylemleri ile sebebiyet verdikleri anlaşılmıştır. Yukarıda açıklanan nedenlerle 5271 sayılı ceza mahkemesi kanununun 100 ve devam maddeleri gereğince sanık müdafileri tarafından yapılan itirazın REDDİNE, sanıklarınTUTUKLULUKHALİNİNDEVAMINA,” Anılan karara yapılan itiraz, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 31/3/2014 tarihli ve 2014/257 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, ret kararından 21/5/2014 tarihinde haberdar olduğunu beyan etmiştir. Başvurucu 20/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 19/2/2014 tarihli ve E.2013/386, K.2014/22 sayılı kararının temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 21/10/2014 tarihli ve E.2014/5733, K.2014/10324 sayılı ilamla hükmün onanmasına karar vermiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10340 | Başvuru, tutukluluk süresinin makul olmaması, kanunda öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılması, tutukluluk ve itiraz incelemelerinin duruşmasız olarak gerçekleştirilmesi, savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi, tutukluluk incelenmesine ilişkin kararların gerekçelerinin ilgili ve yeterli olmaması, tutukluluk hâlinin devamına ilişkin karara yapılan itiraz incelemesinin etkin bir şekilde yapılmaması, tutukluluk konusunda ayrımcılık yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tapu siciline güvenilerek satın alınan taşınmazın dava yoluyla tapusunun iptal edilerek orman vasfıyla Hazine adına tescili sebebiyle uğranılan zararın tazmin edilmesi istemiyle açılan davanın zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirilmesine gerek olmadığını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1982 doğum tarihli olup İzmir'de ikamet etmektedir. Başvurucunun murisi T.K., İzmir'in Urla ilçesine bağlı Özbek köyünde bulunan 880 m² yüz ölçümlü tarla niteliğindeki 110 parsel sayılı taşınmazı 1991 yılında tapuda satış yoluyla devralmıştır. Orman Genel Müdürlüğü, başvurucunun murisine ait taşınmazın orman vasıflı arazi olduğu gerekçesiyle tapusunun iptali ve orman olarak tescili istemiyle 10/2/1995 tarihinde dava açmıştır. Urla Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 5/12/1995 tarihinde davayı kabul etmiş ve taşınmazın tapu kaydının iptali ile orman olarak tesciline karar vermiştir. Temyiz edilen karar Yargıtay Hukuk Dairesince (Daire) onanarak 6/9/1999 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucunun murisi, tapuda satın alınan taşınmazın orman vasıflı olduğu kabul edilerek Hazine adına tescil edilmesi nedeniyle 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi hükmü uyarınca tazminat ödenmesi istemiyle 28/4/2014 tarihinde Maliye Hazinesi aleyhine dava açmıştır. Mahkeme 21/4/2015 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesi özetle şu şekildedir:i. Mahkemenin 5/12/1995 tarihli kararı ile başvurucunun murisi adına kayıtlı taşınmazın tapu kaydının iptal edilerek orman vasfıyla Hazine adına tesciline karar verildiği ve bu kararın 6/9/1999 tarihinde kesinleştiği belirtilmiştir. ii. 4721 sayılı Kanun'un maddesine dayanılarak açılan davalar için 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu'nun maddesindeki (22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun maddesi) on yıllık genel zamanaşımı süresinin uygulanacağına işaret edilmiştir. Bu nedenle taşınmazın orman vasfı ile Hazine adına tescil edilmesine ilişkin kararın kesinleştiği 6/9/1999 tarihinden itibaren on yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu ifade edilmiştir. Başvurucunun murisi T.K. yargılama sırasında 18/7/2016 tarihinde vefat etmiştir. Temyiz edilen karar Daire tarafından 23/11/2017 tarihinde onanmıştır. Daire de onama kararında, taşınmazın orman vasfı ile Hazine adına tescil edilmesine ilişkin kararın kesinleştiği 6/9/1999 tarihinden itibaren davanın açıldığı 28/4/2014 tarihine kadar on yıllık zamanaşımı süresinin dolduğuna vurgu yapmıştır. Başvurucu ve murisin diğer mirasçısı tarafından yapılan karar düzeltme istemi Daire tarafından 12/4/2018 tarihinde reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 7/5/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 29/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Konu hakkında bkz. Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, §§ 37- Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun (HGK) 18/11/2009 tarihli ve E.2009/4-383, K.2009/517 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...Bu aşamada, kadastro işlemlerinden doğan zararın, tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan zarar kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hususunun açıklanmasında yarar bulunmaktadır....Davaya konu somut olayda, yapılan kadastro işlemine süresi içinde Hazine adına itiraz etmekle yükümlü olan görevliler üzerlerine düşen görevlerini yapmamışlardır. Tapu işlemleri kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan T.K. 1007 anlamında Devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir.Burada Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi yada yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür. Bu itibarla, kadastro görevlilerinin dayanaksız yada gerçek hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemelerini ve taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmalarını da aynı kapsamda düşünmek gerekir. ...Sonuç itibariyle; davacının, Devletin kusursuz sorumluluğundan kaynaklanan bir zararının oluştuğu ve bu zararın tazminini Devletten isteyebileceği, Devletin kadastro işlemlerinden kaynaklanan sorumluluğunun da TMK’nun maddesi kapsamında olması gerektiği, bu nedenle görülmekte olan davanın adli yargıda bakılması gerektiği sonucuna varılmıştır...." Yargıtay HGK'nın 13/6/2018 tarihli ve E.2017/5-2025, K.2018/1189 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...somut olayda 818 sayılı BK’nın maddesinde (6098 sayılı TBK’nın maddesi) öngörülen ve haksız fiil sorumluluğunun tabi olduğu 1 ve 10 yıllık zamamaşımı sürelerinin mi yoksa aynı Kanunun maddesinde (6098 sayılı TBK’nın maddesi) yer alan 10 yıllık genel zamanaşımı süresinin mi uygulanmasının gerektiği, burada varılacak sonuca göre davanın zamanaşımına uğrayıp uğramadığı noktasında toplanmaktadır....Devletin sorumluluğundan söz edebilmek için, tapu sicilinin tutulmasında sicil görevlisinin hukuka aykırı bir işleminin ve bununla zararlı sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekmekle birlikte, eylemin kusura dayanıp dayanmamasının bir önemi yoktur. Eş söyleyişle, Devletin sorumluluğu, kusursuz bir sorumluluktur....Bununla birlikte Devletin TMK’nın maddesi kapsamında sorumluluğu sınırsız olmayıp, belli bir zamanaşımı süresine tabidir. İşte tam bu noktada kısaca zamanaşımı kavramına ve bu konudaki yasal düzenlemelere değinmekte fayda bulunmaktadır.Özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde Kanunun kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir. Çekişmelerin bir an önce sonuçlandırılmayıp uzun süre askıda bırakılmasının toplumun barış ve huzurunu bozacağı düşünülerek yargı yoluyla hak aramaya konulan zaman sınırı olarak öngörülen zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren, ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasında haksız fiilden zarar görenin zararının tazmini istemiyle açacağı davaların bağlı olduğu zamanaşımı süreleri ayrıca düzenlenmiştir.Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun “Müruru zaman” başlıklı maddesinde; “Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namıyla nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ittılaı tarihinden itibaren bir sene ve her hâlde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz…” hükmü yer almaktadır.BK’nın maddesinin birinci fıkrasına göre, tazminat davası açma hakkı zarar görenin, zararı ve haksız eylemi öğrenmesinden itibaren başlayacak ve bir yılda zamanaşımına uğrayacaktır. Burada önemli olan zararı ve tazminat sorumlusunu öğrenmektir.Diğer bir anlatımla, bir yıllık sürenin başlaması için zarar görenin, zarar ile birlikte tazmin borçlusunu da öğrenmiş olması gerekir. Kusur sorumluluğunda failin öğrenilmesi gerekir.Aynı Kanunun “On senelik müruru zaman” başlıklı maddesi ise; “Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı takdirde, her dava on senelik müruru zamana tabidir.” şeklinde bir düzenleme içermektedir. Anılan maddenin birinci fıkrasında süreler belirlendikten sonra maddenin ikinci fıkrasında ceza dava zamanaşımına yollamada bulunulmuştur.818 sayılı BK’nın 125- (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146-) maddeleri arasında düzenlenen genel zamanaşımı hükümlerine göre alacak hakkı alacaklı tarafından yasanın öngördüğü süre ve koşullar içinde talep edilmediğinde etkin bir hukuki himayeden, başka bir deyişle dava yoluyla elde edilebilme olanağından yoksun bırakılmaktadır. Zamanaşımına uğrayan alacağın tahsili hususunda Devlet kendi gücünü kullanmaktan vazgeçmekte, böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi keyfiyeti borçlunun iradesine bırakılmaktadır. Şu hâlde zamanaşımına uğrayan alacak ortadan kalkmamakla beraber, artık doğal bir borç (Obligatio naturalis) hâline gelmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, alacağın salt zamanaşımına uğramış olması onun eksik bir borca dönüşmesi için yeterli değildir; bunun için borçlunun, kendisine karşı açılmış olan alacak davasında alacaklıya yönelik bir defide bulunması gerekir (HGK’nın 2010 gün ve 2010/8-231 E., 255 K. sayılı kararı). Bu nedenle zamanaşımı hukuki niteliği itibariyle maddi hukuktan kaynaklanan bir defi olup usul hukuku anlamında ise bir savunma aracıdır (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt: 2, s.1761; Von Tuhr. A.: Borçlar Hukuku, I-II, Ankara 1983, Edege çev., s.688 vd.; Canbolat, F: Def’i ve İtiraz Arasındaki Farklar ve İleri Sürülmesinin Hukuki Sonuçları, EÜHF Dergisi, Cilt:III, Sayı:1, s.255 vd.; HGK’nun 2011 gün ve 2010/9-629 E., 2011/70 K. sayılı kararı).Yasada hangi hakların zamanaşımına uğrayacağı, hangilerin uğramayacağı belirli bir sistem hâlinde düzenlenmiş değildir. Mevcut hukuk düzeni ve mevzuata göre, borçlar, ticaret, eşya ve kamu hukukundan kaynaklanmış olsun bütün alacaklar zamanaşımına tabidir. BK’nın maddesine göre özel hukukta aksine bir hüküm bulunmadıkça alacaklar ilke olarak on yıllık zamanaşımına tabidir. 10 yıllık süre ise kusursuz sorumlulukta kanunen sorumlu görülen kişinin öğrenilmesi ile başlar.Yukarıda ifade edildiği gibi TMK’nın maddesi uyarınca Devletin sorumluluğunun objektif-kusursuz sorumluluk hâli olduğunun kabul edildiğine ve bu sorumluluk hâlinin 818 sayılı BK’nın ve devamı maddelerinde düzenlenen haksız fiil sorumluluğu ile ilgisi bulunmadığına göre, aynı Kanunun maddesinde (6098 sayılı BK’nın maddesi) yer alan zamanaşımı kurallarının uygulanma imkânı olmadığı gibi, TMK’nın maddesine dayanılarak açılan davalar için ayrıca zamanaşımı süresinin öngörülmediği dikkate alındığında, 818 sayılı BK’nın maddesindeki (6098 sayılı BK’nın maddesi) 10 yıllık genel zamanaşımı süresinin devletin sorumluluğu için uygulanması gerekir. ...'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/12/2015 tarihli ve E.2015/3740, K.2015/12886 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:"...Mahkemece, kadastro tespitinin 1953 yılında yapıldığı, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/ maddesine göre 10 yıllık süre içinde tespite itiraz edilmemesi nedeniyle tutanakların kesinleştiği, esasen ortada devletin sorumluluğunu gerektirecek tapu sicilinin yanlış tutulmasından kaynaklanan bir yolsuz tescil durumunun da olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.Dava, 4721 sayılı TMK'nın maddesi gereğince açılan tazminat ile tapu iptali ve tescil davasıdır.İncelenen dosya kapsamına, kararın dayandığı gerekçeye göre; çekişmeli taşınmazın kadastro tespitinin 1953 yılında yapıldığı ve davacıların kadastro tespitine itiraz etmemeleri nedeniyle 1963 yılında kesinleşerek davalı gerçek kişiler adına tapu kaydı oluştuğu, bu tarihten itibaren davacıların mülkiyet hakkına dayanarak tazminat isteme haklarının kalmadığı, kaldı ki; TMK'nın maddesine dayanılarak açılan tazminat davaları için ayrıca zamanaşımı öngörülmediğinden, 6098 sayılı Borçlar Kanununun (mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun ) maddesinde yazılı 10 yıllık genel zamanaşımı süresinin uygulanmasının söz konusu olduğu davada, tespitin kesinleştiği 1963 yılından itibaren 10 yıllık süre içinde dava açılmaması nedeniyle bu sürenin de geçtiği, davalı Hazinenin de zamanaşımı itirazında bulunduğu gözönüne alındığında davanın reddine karar verilmesinde isabetsizlik bulunmadığına göre, davacılar vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile usûl ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA ..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 23/11/2017 tarihli ve E.2016/2493, K.2017/9897 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:"Davacılar vekili, 24/10/2014 havale tarihli dilekçesinde özetle; İzmir ili, Merkez, Narlıdere 156 ada 1406 parsel sayılı taşınmazın müvekkillerin murisi tarafından 1976 yılında satın alındığını, ancak Orman Genel Müdürlüğü tarafından açılan dava sonucu tapu kaydının iptal edilerek, orman sınırları içine alındığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak suretiyle şimdilik 000,-TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.Davalı Hazine ise süresinde verdiği cevap dilekçesinde: tapu iptali ve tescil kararının kesinleştiği tarihten itibaren zamanaşımı süresinin geçtiğini ileri sürmüştür.Mahkemece, davanın 10 yıllık zamanaşımı süresinde açılmamış olması sebebiyle reddine karar verilmiş, hüküm davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dava, TMK'nın maddesi uyarınca açılan tazminat davasıdır. İncelenen dosya kapsamına ve kararın dayandığı gerekçeye göre, İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinin 1981/602 E. - 1983/403 K. sayılı kararının kesinleştiği 28/11/1983 tarihi ile davanın açıldığı 24/10/2014 tarihleri arasında 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu anlaşıldığından, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usûl ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA,..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/5/2018 tarihli ve E.2016/7929, K.2018/3624 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:"...Dava, tapu kaydının mahkeme kararı ile iptal edilmesi nedeniyle uğranılan zararın, 4721 sayılı TMK'nın maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkindir.İncelenen dosya kapsamına, kararın dayandığı gerekçeye, Orman Yönetimi tarafından açılan dava sonucu İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinin 1999/805 E. - 2001/752 K. sayılı ilamıyla davacıların miras bırakanının maliki olduğu 198 ada 75 parsel sayılı taşınmazın 519 m2 yüzölçümlü kesiminin kesinleşen orman tahdidi içinde kaldığı gerekçesiyle tapu kaydının iptaline ve orman niteliği ile Hazine adına tesciline karar verilerek temyiz edilmeksizin 2001 tarihinde kesinleştiğine, eldeki tazminat davasının ise 2015 tarihinde açıldığına, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun maddesinde düzenlenen 10 yıllık dava açma zamanaşımı süresinin dolduğuna, davalı Hazine süresi içinde zamanaşımı definde bulunduğuna göre yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabetsizlik bulunmadığından hükmün ONANMASINA,...'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/5/2019 tarihli ve E.2019/1461, K.2019/3223 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:"...Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, 4721 sayılı TMK'nın maddesi gereğince tapu sicilinin tutulmasından kaynaklı tazminat davasıdır.İncelenen mahkeme dosyasına, kararın dayandığı gerekçeye, dava konusu yeniköy 237 parsel sayılı taşınmazın 1969 yılında yapılan kadastro sırasında 14/8/1956 tarih 96 sıra numaralı tapu kaydına dayanarak T.T. adına tespit edildiği, Orman Yönetimi tarafından kadastro tespitine itiraz edilmesi sonucu tapulama mahkemesinin 1982/110 E. - 1985/298 K. sayılı ilamı ile taşınmazın tapuda orman olarak kayıtlı olan taşınmaz sınırları içinde kalması nedeni ile davanın kabulüne, taşınmazın Hazine adına tescil edilmiş ormana ait kaydın müseccel bulunduğu birliğin tapu kütüğüne aktarılmasına karar verildiği, anılan hükmün 23/9/1991 tarihinde kesinleştiği, eldeki davanın 10 yıllık zamanaşımı süresi dolduktan sonra 16/3/2015 tarihinde açıldığı, davalı Hazinenin süresi içinde zamanaşımı definde bulunduğu, davacının tescil talebi açısından ise Tapulama Mahkemesinin kararının orman yönetimi ve tespit malikinin mirasçıları için kesin hüküm oluşturduğu, belirlenerek hüküm kurulmasında bir isabetsizlik bulunmadığına göre, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usûl ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA,..." Bölge Adliye Mahkemesi Kararları İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin 2018 yılında açılan davaya ilişkin 18/1/2019 tarihli ve E. 2019/52, K.2019/90 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:"...Dava, tapu kaydının yanlış kişi adına tescilinden kaynaklı uğranılan zararın, 4721 sayılı TMK'nın maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkindir. Mahkemece davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verildiği, hükmün davacılar vekili tarafından istinaf kanun yoluna getirildiği görülmüştür. ...Dava konusu taşınmazın tapu kaydı ve kadastrol tutanaklarının incelenmesinde Mehmet Karakuyu adına 24/12/1979 tarihinde tapuya tescil edildiği görülmüştür. 3402 sayılı kadastro kanunun 12/3 maddesine göre tapulama tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıl geçtikten sonra kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak itiraz edilip dava açılamaz. ...10 yıllık zamanaşımı süresi içinde TMK 1007 maddesine göre kadastral işlemlere dayanılarak tazminat talep hakkı 18/11/2009 tarihli Yargıtay Hukuk Genel Kurulu içtihatı ile tanınmışsa da gerek kadastro tutanağının kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıllık sürenin gerekse Anayasa mahkemesinin 2014/6673 esas sayılı dosyasında belirtilen makul süre bu davada dava tarihi itibariyle geçmiş olduğundan mahkemenin vermiş olduğu karar doğrudur....'' Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin 25/2/2019 tarihli ve E.2018/606, K.2019/75 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:"...Dava, TMK maddesi uyarınca tapu sicilinin tutulmasından kaynaklı tazminat istemine ilişkindir. İstinaf edilmek suretiyle Dairemiz önüne gelen uyuşmazlık, orman niteliğinde olduğu gerekçesiyle tapusu iptal edilen taşınmaz nedeniyle TMK.nun maddesi uyarınca açılacak davalarda zamanaşımı süresinin bulunup bulunmadığı, varsa bu sürenin başlangıcının zararın oluştuğu tarihten mi yoksa 18/11/2009 tarihli Yargıtay HGK ile yargı yolu açılması sonucu HGK kararından itibaren mi zamanaşımının başlayacağına ilişkindir. Tazminat istemine konu 111 parsel sayılı taşınmaz, Mart 1951 tarih 139, S:64, N:136 sayılı tapu kaydı ve 176 tahrir nolu vergi kaydı dayanak alınarak 40900 m² yüzölçümü ve beyanlar hanesinde "4753 sayılı Kanunun 7nci bölümünün 61, 62, 63 maddelerine göre takyide tabidir" belirtmesi ile G. adına tesbit edilmiş ve itiraz edilmeksizin 4/7/1978 tarihinde kesinleşmekle tapu siciline tescil edilmiştir....Yukarıda belirtilen bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; hâlen tapu sicilinde muris adına tescilli bulunan 111 parsel sayılı taşınmaz, 4753 sayılı Kanun hükümleri uyarınca oluşan Mart 1951 tarih 136 sıra sayılı tapu kaydı dayanak alınarak 1978 yılında 766 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılıp kesinleşen kadastro çalışmaları sonucunda muris K. adına tescil edildiği, Antalya Asliye Hukuk Mahkemesinin 5/6/1985 tarihli 1984/262-350 E.K. sayılı kararı uyarınca Devlet Ormanı sayılan yerlerden olduğu gerekçesiyle tapu kaydının iptaline karar verildiği ve temyiz edilmeksizin hükmün 12/11/1986 tarihinde kesinleştiği, tapu sicilinde terkin işlemi yapılmasa da TMK 705/2 maddesi uyarınca mülkiyetin mahkeme işleminin kesinleştiği 12/11/1986 tarihi itibariyle Hazineye geçtiği, tescilin açıklayacı nitelikte bulunduğu, 10 yıllık zamanaşımının, mülkiyetin geri alınma imkanı olmaksızın yitirilmesi tarihinden itibaren 12/11/1996 tarihinde dolduğu, ancak bu tarih itibariyle bulunan yargısal içtihatların, Devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğunun tapu kütüğünün oluşumu sırasında yapılan hataları kapsamadığı yolunda olduğu, Yargıtay HGK'nın 18/11/2009 tarihli kararından sonra Yargıtay içtihadlarının değiştiği ve TMK.nun maddesinde öngörülen sorumluluğun kadastro görevlilerinin dayanaksız ya da gerçek hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemelerini ve taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmalarını da kapsadığının belirtilmesi sonucu tazminat talep etme yolunun açıldığı, bu durumun AİHM de yeni bir iç hukuk yolu oluştuğunun kabul edildiği, 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolmuş bulunan eldeki dava yönünden 4721 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında dava açılabilmesi imkanı yönünden Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirtilen hak ihlali kararı nazara alınarak makul bir sürenin öngörülmesi gerektiği, davacıların eldeki davayı4/5/2015 tarihinde açtığı, ancak 02 Aralık 1991 tarihli Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Arazi ve İskan Dairesi Başkanlığının yazısından muris ve dava dışı başkaca kişilere ait taşınmazların mahkeme hükmü nedeniyle iptali nedeniyle Varsak Köyü 1612 parselden arazi tahsisinin 3202 sayılı Kanunun 9/k maddesi uyarınca istendiği, daha sonra mirasçılarca 09/12/2010 tarihli dilekçe ile talebin yenilendiği ve Antalya Valiliği Defterdarlık Milli Emlak Dairesi Başkanlığı Batı Antalya Emlak Müdürlüğü tarafından 3/2/2015 tarihli 2661 sayılı yazı ile Mülga 4753 sayılı Kanun kapsamında ödenen bedellere karşılık hak sahiplerine taşınmaz verilmesinin mümkün olmadığı ve ödendiği belgelenecek bedellerin denkleştirici adalet ilkesi doğrultusunda hak sahiplerine iade edilmesinin bakanlık Makamının 1/7/2014 tarihli ve 828 sayılı "Olur"ları ile uygun görüldüğü bildirildiği belirtilerek dava dışı kişilere bedel ödemesinde bulunulduğu, ancak davacılara bir ödeme yapıldığının bildirilmediği, 3/2/2015 tarihli bildirimden itibaren davanın yaklaşık 2 ay sonra açıldığı, davacıların ve murislerinin arazi tahsisine ilişkin başvuruları yönünden idare yazışmalarının 3/2/2015 tarihine kadar devam ettiği, nihayetinde 3/2/2015 tarihi itibariyle mahkeme kararı ile iptal edilen taşınmazları yerine idarece arazi verilmeyeceğinin anlaşıldığı nazara alınarak 08/11/2009 tarihinden itibaren oluşan iç hukuk yolu itibariyle eldeki davanın makul süre içinde açıldığı ve böylece kamu yararı ile bireylerin mülkiyet hakkının korunması arasında adil bir dengenin kurulabileceği kabul edilerek başvurucu davacılar vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile hükmün kaldırılması ve dava dosyasının ilk derece mahkemesine gönderilmesi yönünde aşağıdaki hüküm kurulmuştur." İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin 26/3/2019 tarihli ve E.2018/2019, K.2019/898 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:"...Dosya kapsamından dava konusu Şile İlçesi, Çayırbaşı köyü 191 parsel sayılı taşınmazın davacı adına kayıtlı olduğu, taşınmazın kısmen orman tahdidi içinde olması nedeniyle Orman İdaresi tarafından açılan dava sonucu Şile Asliye Hukuk Mahkemesinin 1995/106 Esas, 2002/8 Karar sayılı ilamı ile taşınmazın 840 m2 lik kısmının tapu kaydının iptali ile orman vasfı ile Hazine adına tesciline karar verildiği, kararın 5/4/2002 tarihinde kesinleştiği, tapunun bedelsiz olarak iptal edilmesi nedeniyle davacının 12/7/2017 tarihinde eldeki tazminat davasını açtığı anlaşılmaktadır. TMK'nın maddesine dayanılarak açılan davalar6098 sayılı Borçlar Kanununun maddesindeki (818 sayılı Kanunun maddesi) 10 yıllık genel zamanaşımı süresine tabidir. Dosya kapsamına, kararın dayandığı gerekçeye, dava konusu parsele ilişkin Şile Asliye Hukuk Mahkemesinin 1995/106 Esas, 2002/8 Karar sayılı ilamının kesinleştiği 5/4/2002 tarihten itibaren 10 yıllık zamanaşımı süresinin geçmiş olmasına, yerleşik yargıtay uygulamalarına göre zamanaşamı süresinin iptal kararının kesinleştiği tarihten itibaren başlamasına göre verilen karar usul ve yasaya uygun olduğundan davacı vekilinin istinaf itirazlarının reddine karar vermek gerekmiş, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.''B. Uluslararası Hukuk Konu hakkında bkz. Yaşar Çoban, §§ 41- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17640 | Başvuru, tapu siciline güvenilerek satın alınan taşınmazın dava yoluyla tapusunun iptal edilerek orman vasfıyla Hazine adına tescili sebebiyle uğranılan zararın tazmin edilmesi istemiyle açılan davanın zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan tutukluya kardeşinin cenaze törenine katılması için izin verilmemesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) ile erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Ceyhan Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmaktayken Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan hakkında açılan ceza soruşturması kapsamında 20/7/2016 tarihinde tutuklanarak Ceyhan M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) konulmuştur. Başvurucunun polis memuru olan kardeşi 19/8/2016 tarihinde uğradığı bıçaklı saldırı sonucu hayatını kaybetmiştir. Başvurucu vekili 20/8/2016 tarihinde başvurucunun kardeşinin vefat ettiğine ilişkin ölüm belgesi ile otopsi tutanağını da sunarak Ceyhan Cumhuriyet Başsavcılığınca (Savcılık) saat 52'de kayda alınan dilekçesinde, 21/8/2016 tarihinde öğle namazını müteakip Ekinözü ilçesinde yapılacak cenaze törenine başvurucunun katılabilmesi için izin talebinde bulunmuştur. Kardeşinin ölüm haberi başvurucuya, Savcılık talimatıyla İnfaz Kurumu görevlilerince 20/8/2016 tarihinde bildirilmiştir. Bu defa bizzat başvurucu, aynı gün yazdığı dilekçe ile masrafları tarafınca karşılanmak üzere kardeşinin cenaze törenine katılabilmek için izin talep etmiştir. Savcılıkça öncelikle ölüm belgesinin doğruluğu teyit ettirilmiş ve başvurucunun kardeşinin cenaze törenine katılmasının güvenlik açısından sakınca oluşturup oluşturmayacağı hususunda yapılan araştırma kapsamında ilgili yerlere yazılar yazılmıştır. Bu kapsamda İnfaz Kurumuna yazılan 20/8/2016 tarihli yazının cevabında, başvurucunun herhangi bir disiplin cezası almadığından tehlikeli tutuklu statüsünde bulunmadığı Savcılığa bildirilmiştir. Ekinözü İlçe Emniyet Amirliğinden gelen aynı tarihli yazı cevabında başvurucunun cenaze merasimine katılmasının güvenlik açısından bir sakınca oluşturmayacağı belirtilmiştir. Ceyhan İlçe Jandarma Komutanlığından gelen cevapta ise başvurucunun FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan tutuklu bulunması ve Ceza İnfaz Kurumu Jandarma Karakolunda görevli personel sayısının yetersiz olması nedenleriyle cenaze merasimi esnasında güvenlik yönünden zafiyet oluşacağı ifade edilmiştir. Savcılığın 20/8/2016 tarihli kararında; dosya kapsamındaki bilgi ve belgeler, yasal mevzuat, başvurucunun FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan tutuklu olması, 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe teşebbüsü ve sonrasında ülkede yaşanan süreç gözetilerek başvurucunun kardeşinin cenaze törenine katılma talebinin reddine ve başvurucunun Ceyhan İnfaz Hâkimliği nezdinde şikâyette bulunmakta muhtariyetine karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"...Ceyhan İlçe Jandarma Komutanlığının 20/08/2016 tarihli ve ... sayılı cevabi yazısında özetle; personel sayısındaki yetersizliğin, tutuklunun, kardeşinin cenaze merasimine naklinde güvenlik yönünden zafiyet oluşturacağı hususuna yer verildiği,...15/07/2016 tarihi ve sonrasında karanlık eylemleri gerçekleştiren ve Ülkemiz aleyhinde yoğun bir propaganda faaliyeti yürüten silahlı terör örgütü FETÖ/PDY’nin, Cumhuriyet savcısı statüsündeki tutuklunun, basın yayın organlarından Silopi'de PKK terör örgütüne karşı mücadele ettiği anlaşılan polis memuru kardeşinin cenaze merasimine katılmasını istismar etme ihtimalinin bulunması ve soruşturmanın henüz tamamlanmamış olmasına nazaran; tutuklu Abuzer UZUN’un, polis memuru olan kardeşinin cenaze merasimine katılmasının soruşturmanın selametine zarar verebileceği hususları ile Ceyhan İlçe Jandarma Komutanlığının yukarıda sözü edilen 20/08/2016 tarihli ve sayılı cevabi yazısı karşısında; ...kardeşinin cenaze törenine katılma talebinin reddine..." Başvurucu, bu karara aynı günlü (saat 55) dilekçesiyle itiraz etmiş ve Ceyhan gibi büyük bir ilçede personel yetersizliği yönünde ileri sürülen gerekçenin soyut ve yetersiz olduğunu ifade etmiştir. İtirazı inceleyen Ceyhan İnfaz Hâkimliği (Hâkimlik) 20/8/2016 tarihli kararı ile başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...her ne kadar, 5275 Sayılı Yasanın 116/2 maddesinde ve Hükümlü ve Tutuklulara Yakınlarının Ölümü veya Hastalığı Nedeniyle Verilebilecek Mazeret İzinlerine Dair Yönetmeliğin “Cenazeye katılma izni” kenar başlıklı 5/2-4 maddesinde; "ikinci derece dâhil kan veya kayın hısımlarından birinin ya da eşinin ölümü hâlinde, tutukluya, soruşturma evresinde soruşturmayı yapan Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde kovuşturmayı yürüten hâkim veya mahkeme tarafından, belirtilen yakınlarının cenazesine katılması için izin verilebileceği" düzenlenmiş ise de; her iki mevzuatta da bahse konu iznin soruşturma veya kovuşturmanın selameti ve güvenlik bakımından sakınca oluşturmaması koşuluyla verilebileceğinin özellikle vurgulandığı, yine, 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin 6/1-d-e maddesinde; silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan tutuklu olanların ziyaret edilmelerine dair kısıtlayıcı hükümler getirilmesi, aynı yöndeki kısıtlayıcı hükme; Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’in maddesinde de yer verildiği göz önünde bulundurulduğunda, 15/07/2016 tarihi ve sonrasında terör eylemleri gerçekleştiren ve Ülkemiz aleyhinde yoğun propaganda faaliyeti yürüten silahlı terör örgütü FETÖ/PDY’nin, Cumhuriyet savcısı statüsünde bulunan tutuklunun, kardeşinin cenaze merasimine katılmasının istismar edilebileceği, bu sebeple gerek soruşturmanın selameti, gerekse güvenlik bakımından sakıncaların oluşmasının kuvvetle muhtemel olabileceği, ayrıca bu konudaki Ceyhan Cumhuriyet Başsavcılığınca ve ilgili güvenlik birimlerince belirtilen güvenlik zaafiyeti oluşturacağına ilişkin bilgi ve belgeler de değerlendirilerek, ...cenaze merasimine katılma talebinin reddine... karar verilmiştir." Bu defa başvurucu, Hâkimlik kararına aynı gün (saat 52) itiraz etmiştir. İtirazında; izin talebinin reddine ilişkin Savcılık ve Hâkimlik karar gerekçelerinde sadece Ceyhan İlçe Jandarma Komutanlığının personel yetersizliği nedeniyle güvenlik zaafiyeti oluşabileceği yazısının dayanak gösterildiğini, İnfaz Kurumu ile Ekinözü İlçe Emniyet Amirliğinden gelen yazı cevaplarına ise değinilmediğini belirtmiştir. Başvurucu kardeşinin cenaze törenine katılması hâlinde bunun istismar edilebileceği yönündeki kabullerin varsayımdan ibaret olduğunu, bu hususta bir tereddüt varsa defin işlemleri tamamlanıncaya kadar izin verilmesini, Kanun'un tanıdığı iki günlük iznin bu kısım dışındaki süresinden feragat ettiğini ve sadece defin işlemlerinde hazır bulunmak üzere izin verilmesini istemiştir. İtirazı inceleyen Ceyhan Ağır Ceza Mahkemesi 21/8/2016 tarihli (saat 40 sıralarında) kararı ile Savcılık ve Hâkimlik karar gerekçeleri doğrultusunda başvurucunun itirazını kesin olmak üzere reddetmiştir. Başvurucu 19/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Diğer taraftan UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelerden, bireysel başvuru sonrasında Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 21/12/2016 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar verildiği anlaşılmıştır. Başvurucu hakkında yürütülen soruşturma sonunda ise Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY üyesi olduğu yönünde yeterli şüphe bulunmadığından 20/6/2018 tarihinde kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un maddesinin 7/7/2013 tarihli ve 28700 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 6494 sayılı Kanun ile değişik (2), 24/1/2013 tarihli ve 6411 sayılı Kanun ile değişik (4) numaralı fıkraları şöyledir:"İkinci derece dâhil kan veya kayın hısımlarından birinin ya da eşinin ölümü hâlinde, tutukluya, soruşturma evresinde soruşturmayı yapan Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde kovuşturmayı yürüten hâkim veya mahkeme tarafından, soruşturmanın veya kovuşturmanın selameti ve güvenlik bakımından sakınca oluşturmaması koşuluyla, dış güvenlik görevlisinin refakatinde yol süresi dışında iki güne kadar cenazeye katılması için izin verilebilir....İkinci ve üçüncü fıkraya göre izin verilen tutuklunun, izin süresi içinde gece konaklaması gerektiği takdirde, kendi evi veya ikinci fıkrada belirtilen bir yakınının evinde, güvenli görülen başka bir yerde ya da gidilen yerde bulunan kapalı ceza infaz kurumunda kalmasına, güvenlik hususu değerlendirilmek ve gerekli güvenlik tedbirleri alınmak suretiyle, gidilen yerin valisi tarafından karar verilir. Yurt dışına çıkmasını gerektirmesi durumunda tutukluya, bu madde gereğince izin verilemez." 28/6/2013 tarihli ve 28691 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Hükümlü ve Tutuklulara Yakınlarının Ölümü veya Hastalığı Nedeniyle Verilebilecek Mazeret İzinlerine Dair Yönetmelik’in (Yönetmelik) maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu Yönetmelikte geçen;a)Dış güvenlik birimi: Mazeret izni verilen hükümlü veya tutuklunun bulunduğu ceza infaz kurumunun dış güvenliğinden sorumlu jandarma birimini,b) Dış güvenlik görevlisi: Dış güvenlik biriminde görev yapan, hükümlü veya tutukluya izin süresince refakat eden jandarma görevlilerini,…ifade eder." Anılan Yönetmelik’in "Cenazeye katılma izni" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"… (2) Soruşturmanın veya kovuşturmanın selameti ve güvenlik bakımından sakınca oluşturmaması koşuluyla tutuklulara; ikinci derece dâhil kan veya kayın hısımlarından birinin ya da eşinin ölümü hâlinde, soruşturma evresinde soruşturmayı yapan Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde ilgili hâkim veya mahkeme tarafından yol süresi hariç iki güne kadar cenazeye katılması amacıyla izin verilebilir. (3) Hükümlü ve tutukluların, izin sırasında gece konakladıkları ev, ceza infaz kurumu veya diğer yerlerde geçirdikleri tüm süreler izin süresine dâhildir. (4) 20/3/2006 tarihli ve 2006/10218 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla yürürlüğe konulan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzüğün 138 inci maddesinin altıncı fıkrası çerçevesinde, bu maddeye göre izin verilen hükümlü ve tutuklulardan;a) Kapalı ceza infaz kurumlarında bulunanlar dış güvenlik görevlisi refakatinde,b) Açık ceza infaz kurumları ile çocuk eğitim evlerinde bulunanlar ise refakatsiz, izne gönderilir." Anılan Yönetmelik’in "Alınacak güvenlik tedbirleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hükümlü veya tutukluya refakat eden dış güvenlik yetkilisinin bilgi vermesi ve talebi hâlinde izne gidilen yerdeki kolluk birimleri tarafından cenaze merasiminin yapılacağı veya konaklanacak yerde ya da talep edilen başka bir yerde gerekli güvenlik tedbirleri alınır. (2) Hükümlü veya tutuklu, izin süresince dış güvenlik görevlilerinin yakın nezareti altında bulundurulur. (3) Konaklanacak yerin içi ve çevresi de dâhil olmak üzere izin süresince alınacak tüm güvenlik tedbirlerinin nitelik ve kapsamı, görevlendirilecek personelin sayısı ve giyeceği kıyafet ile gerektiğinde hükümlü veya tutukluya devamlı ya da geçici suretle kelepçe takılıp takılmayacağı, dış güvenlik yetkilisi tarafından şahsın işlediği suç türü, kişisel durumu, koşullu salıverilme tarihi ve mevcut güvenlik riskleri dikkate alınarak belirlenir. (4) Mazeret izni verilen tutuklu veya hükümlünün çocuk olması durumunda, iznin geçirileceği ilin valiliği tarafından pedagog, psikolog veya sosyal hizmet uzmanı görevlendirilebilir." Aynı Yönetmelik’in "Konaklanan yerde güvenlik riski oluşması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hükümlü veya tutuklunun konakladığı yerde kendisi ya da güvenlik görevlileri yönünden kontrolü mümkün olmayan güvenlik riski oluşması hâlinde, dış güvenlik yetkilisinin kararı ve sorumluluğunda şahıs en yakın ceza infaz kurumuna veya güvenli görülen başka bir yere konulur ve bu durum tutanağa bağlanarak derhâl valiliğe bildirilir." | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/61250 | Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan tutukluya kardeşinin cenaze törenine katılması için izin verilmemesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, denetimli serbestlik tedbiriyle tahliye talebinin reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/9/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvurucu, hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyeliği suçuna ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında 25/7/2016 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmıştır. Başvurucu çıkarıldığı İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından yapılan sorgusunun ardından 29/7/2016 tarihinde tutuklanmış ve Silivri 1 No.lu Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) yerleştirilmiştir. Yapılan yargılama sonucunda 8/3/2018 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliği suçunu işlediği sabit görülerek 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi; hükümle beraber, başvurucu hakkında hükmolunan ceza miktarını ve başvurucunun kaçma ihtimalinin bulunduğunu gözeterek başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu, ilk derece mahkemesinin kararına karşı istinaf yoluna başvurmuş ve İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 22/10/2018 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. İstinaf kararına karşı temyiz yoluna başvuran başvurucunun temyiz itirazları yerinde görülmemiş, hakkında verilen mahkûmiyet kararı 16/3/2020 tarihinde Yargıtay Ceza Dairesi tarafından onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu hakkındaki kesinleşen hapis cezasının infazına 23/6/2020 tarihinde başlanmıştır. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan 30/6/2020 tarihli müddetnameyle başvurucunun koşullu salıverilme tarihi 31/3/2021 olarak tespit edilmiş ve müddetname 1/7/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, müddetnamenin tebliğ edilmesinden sonra 2/7/2020 tarihli dilekçesi ile Ceza İnfaz Kurumu idaresine müracaat ederek denetimli serbestlik tedbirlerinden istifade ettirilmeyi talep etmiştir. Talebi değerlendiren Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı "..Açık Ceza İnfaz Kurumuna Ayrılma Yönetmeliğinin Madde 6/2-ç bendi 'Terör ve örgütlü suçlardan hükümlü olup, mensup oldukları örgütten ayrıldıkları idare ve gözlem kurulu kararıyla tespit edilenlerin koşullu salıverilmelerine bir yıldan az süre kalması' denilmekle adı geçen hükümlünün koşullu salıverilmesine bir yıldan az süre kalması; hükümlünün örgütten ayrıldığına dair herhangi bir beyanının bulunmamasıyla beraber kurumumuz ilgili birim ve servislerine hitaben yazılı/sözlü olarak bir beyanda ve davranışta bulunmaması sebebiyle hükümlünün örgütten ayrıldığına dair bir kanaatin oluşmadığı;.." gerekçesiyle 3/7/2020 tarihinde başvurucunun talebinin reddine karar vermiştir. Karar aynı gün başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/7/2020 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne hitaben yazdığı dilekçesinde; tutuklandığı günden itibaren örgütle irtibatını kestiğini, ceza infaz kurumunda bulunduğu günden itibaren örgüte lanet okuduğunu, yargılandığı davada da örgüt aleyhine çok net ifadelerde bulunduğunu, lanetlediği bu örgütün hayatında bir yeri olmayacağını, ailesini ve yakınlarını da bu örgütten uzak tutmak için elinden geleni yapacağını, devletinin ve ülkesinin çıkarları doğrultusunda hareket edeceğini belirtmiş ve bu nedenle durumunun yeniden gözden geçirilmesini talep etmiştir. Başvurucu 6/7/2020 tarihli dilekçesiyle İdare ve Gözlem Kurulu kararına karşı Silivri İnfaz Hâkimliği nezdinde itiraz etmiştir. Bu dilekçesinde; örgütten ayrıldığına dair bir beyanının olmadığına ilişkin iddianın gerçeği yansıtmadığını, tutuklandığı günden beri örgütü lanetlediğini, Kurum psikoloğuyla görüşmelerinde de örgütü lanetlediğini, yurt dışına kaçan yöneticilerle ilgili sert ifadeler kullandığını, yine yargılama esnasındaki savunmalarında ve ailesine yazdığı mektuplarda örgüte olan kızgınlığını ifade ettiğini, ceza infaz kurumunda bulunduğu süre zarfında mektuplarının, telefon görüşmelerinin, dışarıdan gelen kitaplarının Ceza İnfaz Kurumu idaresinin kontrolü ve takibi altında olduğunu, bu kapsamda hiçbir mektubunun, iletişiminin engellemeye tabi tutulmadığını, kendisine verilen herhangi bir disiplin cezası olmadığını, ayrıca Ceza İnfaz Kurumu Gözlem Kurulunun pişmanlık içeren bir mektup verileceği konusunda kendisini haberdar etmediğini, Kurulun kendisini dinlemeden karar verdiğini, Kurum görevlilerinin örgütle irtibatın kopması noktasında hiçbir faaliyette bulunmadığını, bu gerekçelerle hakkındaki denetim raporunun mesnetsiz ve hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. İtirazı değerlendiren Silivri İnfaz Hâkimliği 7/7/2020 tarihinde İdare ve Gözlem Kurulu kararında dayanılan tespitleri yetersiz görerek şikâyetin kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"...Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliğinin madde 6/2-ç bendi uyarınca terör ve örgütlü suçlardan mahkum olanların açık ceza infaz kurumlarına ayrılabilmesi için kurum idare ve gözlem kurulunda örgütten ayrıldıkları hususunda bir kanaat oluşması gerekmekle birlikte olumlu ya da olumsuz oluşacak bu kanaatin bir takım somut verilerle desteklenmesi gerekmektedir. İlgili kurul kararında adı geçen hükümlünün örgütten ayrıldığına dair bir beyanda ve davranışta bulunmadığından talebinin reddine karar verilmişse de; hükümlünün kurum ilgili birimlerine yazılı olarak örgütten ayrıldığına dair bir beyanda bulunmamasının başlı başına hükümlünün örgütle bağlantısının devam ettiği kanaatinin oluşması bakımından yeterli değildir. Terör ve örgütlü suçlardan hükümlü olanların kurumda bulundukları tüm süreç boyunca izlenerek örgütle bağlantılarının devam edip etmediği ya da örgüte halen sempati duyup duymadıklarının gözlemlenmesi gerekmektedir. Yine bu süreçte terör ve örgütlü suçlardan mahkum olanların gerek kendilerine gelen gerekse kendilerinin göndermiş olduğu mektup, faks vb. iletilerde ve yapmış oldukları telefon görüşmelerinde örgütle bağlantılarının devam ettiği kanaatini uyandırır bir durum ile karşılaşılıp karşılaşılmadığı bir kanaate varılabilmesi bakımından önem arz etmektedir. Kurul kararına itiraz eden hükümlüye kurum dışından gelen mektup ve fakslar ile hükümlünün göndermek istediği mektup ve faksların incelenmesinde içerikleri itibariyle örgütlü ifadelerin yazılı olmadığı, telefon görüşmelerinde örgütlü ifadeleri içerir konuşmaların geçmediği, yine bazı terör suçlarından tutuklu ve hükümlü olanlar gibi örgüt lehine slogan atarak ya da eylem yaparak disiplin cezası almadığı anlaşılmıştır. Bir hükümlü örgütle bağlantısının devam ettiğini ya da halen örgüte sempati duyduğunu kurum içerisinde sergilemiş aktif davranışları ile ortaya koyabilirse de örgütten ayrılarak tarafsız bir konuma geçtiğini ancak örgüt lehine bir eylem ya da tutum içinde bulunmayarak ortaya koyabilir. Terör ve örgütlü suçlardan mahkum olanlar ancak idare ve gözlem kurulunca örgütten ayrıldıklarına dair bir kanaate ulaşılması halinde koşullu salıverilme tarihlerine bir yıl kala açık ceza infaz kurumuna ayrılarak (5275 sayılı Kanuna eklenen Geçici maddenin fıkrası ile 30/03/2020 tarihine kadar işlenen suçlar açısından kapalı ceza infaz kurumunda bulunan hükümlüler hakkında koşulları sağlamaları halinde doğrudan denetimli serbestlik kararı verilebilmektedir.) sonrasında denetimli serbestlik hükümlerinden yaralanabiliyor olmaları nedeniyle hükümlülerin barındıkları kurumca örgütten ayrılarak tarafsız bir konuma geçip geçmediklerinin tespitine dair bir gözleme tabi tutulabilmeleri için bağımsız bir koğuşa alınmaları gerektiği konusunda kendilerine bir bilgilendirme yapılması gerekmektedir. Söz konusu bilgilendirme yapılmadan alınan idare ve gözlem kurulu kararı ile hükümlünün kurum ilgili birim ve servislerine hitaben örgütten ayrıldığına dair yazılı/sözlü bir beyanda bulunmadığından bahisle örgütten ayrıldığına dair bir kanaatin oluşmadığından talebinin reddine karar verilmesi doğru bir değerlendirme sonucu verilmiş bir karar olarak görülmemekle ... [karar verildi.]" Bu karar itiraz edilmeksizin 17/7/2020 tarihinde kesinleşmiştir. 7/7/2020 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı başvurucunun herhangi bir kötü hâlinin bulunmadığını, kanun, tüzük ve yönetmelik hükümlerine göre hareket ettiğini, disiplin cezası almadığını, açık ceza infaz kurumuna ayrıldığında iş rejimine intibak edebileceği kanaatine varıldığını belirterek başvurucunun iyi hâlli hükümlü olduğuna karar vermiştir. Silivri İnfaz Hâkimliğinin kararının ardından başvurucu, 21/7/2020 tarihinde yeniden denetimli serbestlikten istifade ettirilme talebinde bulunmuştur. Başvurucunun talebi 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un105/A maddesinde yer alan ''Hükümlülerin dış dünyaya uyumlarını sağlamak, aileleriyle bağlarını sürdürmelerini ve güçlendirmelerini temin etmek amacıyla, açık ceza infaz kurumunda veya çocuk eğitimevinde bulunan ve koşullu salıverilmesine bir yıl veya daha az süre kalan iyi halli hükümlülerin talebi halinde, cezalarının koşullu salıverilme tarihine kadar olan kısmının denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle infazına, ceza infaz kurumu idaresince hazırlanan değerlendirme raporu dikkate alınarak, hükmün infazına ilişkin işlemleri yapan Cumhuriyet başsavcılığının bulunduğu yer infaz hâkimi tarafından karar verilebilir." düzenleme gerekçe gösterilerek Bakırköy İnfaz Hâkimliğine gönderilmiştir. Bakırköy İnfaz Hâkimliği tarafından 21/7/2020 tarihinde başvurucunun barındırıldığı Ceza İnfaz Kurumuna müzekkere yazılarak Silivri İnfaz Hâkimliği kararı gerekçesinde yer alan tespitler doğrultusunda başvurucu hakkında yeniden değerlendirme raporu tanzim edilmesi istenmiştir. Belirtilen müzekkere doğrultusunda başvurucunun durumunu yeniden ele alan Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu 22/7/2020 tarihli kararında "...Hükümlünün örgütle bir bağlantısının olmadığını beyan ettiği 3/7/2020 tarihli dilekçelerinin dışında, örgütten ayrıldığına dair herhangi bir beyanının bulunmaması, kurumumuz ilgili birim/servislerine karşı örgütten ayrıldığı kanaatine varılabilecek davranışta bulunmaması sebeplerinden dolayı" başvurucunun örgütten ayrıldığına dair bir kanaatin oluşmadığı sonucuna varmıştır. Bakırköy İnfaz Hâkimliği 22/7/2020 tarihinde "... Her ne kadar hükümlü, denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak tahliye edilmesi talebinde bulunmuş ise de; silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan hükümlü olan talep eden hakkında tanzim edilen 22/7/2020 tarihli denetimli serbestlik tedbiri değerlendirme raporunda hükümlünün mensup olduğu örgütten ayrıldığı konusunda kanaat getirilmediği hüküm altına alınmış olup, bu haliyle hükümlü bakımından yasal şartların oluşmadığı..." şeklinde gerekçe ile başvurucunun denetimli serbestlikten istifade ettirilme talebini reddetmiştir. Karar 23/7/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Ret kararı, başvurucunun bu karara karşı 24/7/2020 tarihinde yaptığı itirazın Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 30/7/2020 tarihinde reddedilmesi neticesinde kesinleşmiştir. Karar 11/8/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/9/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, Silivri İnfaz Hâkimliğinin kararının uygulanmadığı gerekçesiyle Silivri İnfaz Hâkimliğine dilekçeler yazmıştır. Silivri İnfaz Hâkimliği bu dilekçeleri değerlendirerek Ceza İnfaz Kurumuna gereğinin yapılması amacıyla 17/8/2020 tarihinde bir müzekkere göndermiştir. Müzekkerenin ilgili kısmı şöyledir:"Adı geçen hakkında Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı'nın 3/7/2020 tarih ve 2020/216 sayılı kararı ile hükümlünün koşullu salıverilme tarihi bir yılın altına düşmüşse de örgütten ayrıldığına dair kanaat edinilemediğinden talebin reddine karar verildiği, hükümlünün verilen karara karşı süresi içinde infaz hakimliğimize şikayet başvurusunda bulunduğu, Hakimliğimizin 2020/3171 Esas ve 2020/3206 karar sayılı kararı ile şikayetin kabulüne karar verildiği, kararın 17/07/2020 tarihinde itiraz edilmeksizin kesinleştiği, akabinde hükümlünün 5275 sayılı Kanunun 105/A maddesi uyarınca yetkili Bakırköy İnfaz Hakimliğinden denetimli serbestliğe ayrılma talebinde bulunulduğu, Bakırköy İnfaz Hakimliği'nin 21/7/2020 tarihli müzekkeresi ile Hakimliğimiz iptal gerekçeleri doğrultusunda bir değerlendirme yapılarak bir rapor tanzim edilmesinin istenildiği, kurum İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının 22/07/2020 tarih ve 2020/257 sayılı denetimli serbestlik değerlendirme raporu ile hükümlünün örgütten ayrıldığına dair bir kanaat oluşmadığı yönünde yeni bir rapor tanzim edildiği anlaşılmış ise de; söz konusu Hakimliğimiz Kararı, idare ve gözlem Kurulu Kararını ortadan kaldırır mahiyette olduğu, Hakimliğimiz kararının aksine idare ve gözlem kurulunca tekrardan aynı yönde yeni bir karar alınması kesinleşmiş Hakimliğimiz kararını yok saymak mahiyetinde olmakla kurum idare ve gözlem kurulunca gereğinin yapılması ile iş bu yazının t/h ye verilmesi ile verildiğine ilişkin tutanak tanzim edilerek hakimliğimize gönderilmesi rica olunur." Takip eden süreçte başvurucunun Ceza İnfaz Kurumu idaresine ve diğer kurumlara hitaben yazmış olduğu dilekçelerde FETÖ/PDY'den ayrıldığını ve bu örgütle hiçbir bağının bulunmadığını belirttiği gözönüne alınarak Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı tarafından 14/8/2020 tarihinde başvurucunun otuz günden az, altmış günden fazla olmayacak şekilde gözlemlenmesine karar verilmiştir. Bu suretle takibe alınan başvurucunun hakkında yapılan değerlendirme sonucunda Ceza İnfaz Kurumu Psikososyal Servisi tarafından hazırlanan raporda; başvurucunun örgüt medyası olarak görülen kurumda çalışmış olmaktan üzüntü ve pişmanlık duyduğu, bu sürecin hem kendisini ve ailesini yıprattığını hem de ülke güvenliğini sarsan örgütle anılmaktan derin pişmanlık duyduğunu ifade ettiği, başvurucunun Kurumda bulunduğu süre zarfında örgütlü hiçbir eyleme, faaliyete katılmadığı, örgüt mensuplarıyla ilişkisinin olmadığı ve olmayacağı kararlılığını kesin ifadelerle tekrar tekrar sözlü olarak dile getirdiği ve yazılı dilekçelerle vurguladığı, Kurumda geçen süre zarfında ve ilerleyen süreçle birlikte bu idrakinin daha da netleştiğini sıklıkla ifade ettiğinin görüldüğü, tüm görüşmeler ve Kurum içindeki tutum ve davranışları gözönünde bulundurulduğunda kişinin iyi hâlli tutum sergilediği belirtilmiştir. Ayrıca 9/9/2020 tarihinde hazırlanan raporlarda; başvurucuya kurum dışından gelen mektup/faksların ve başvurucunun göndermek istediği mektup/faksların içeriğinde örgütsel ifadelerin yer almadığının, başvurucuya eşya getiren ve başvurucunun eşyalarını teslim alan kişilerin örgütlü hareket tarzlarının bulunmadığının, ayrıca başvurucunun ziyaretine gelen kişilerin örgütlü hareket tarzlarının da olmadığının gözlemlendiği İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığına bildirilmiştir. Bu tespitler doğrultusunda 10/9/2020 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı başvurucunun terör örgütünden ayrıldığına kanaat getirmiştir. Başvurucu hakkında alınan bu karar ile infaz dosyası, başvurucunun denetimli serbestliğe ayrılması hususunun değerlendirilmesi için Bakırköy İnfaz Hâkimliğine gönderilmiş, Mahkemece yapılan değerlendirme sonucunda 10/9/2020 tarihinde başvurucunun denetimli serbestliğe ayrılmasına karar verilmiş ve aynı tarihte Ceza İnfaz Kurumundan çıkışı yapılmıştır. A. Ulusal Hukuk 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör suçları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır." 5/4/2012 tarihli ve 6291 sayılı Kanun ile 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'a eklenen 105/A maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Hükümlülerin dış dünyaya uyumlarını sağlamak, aileleriyle bağlarını sürdürmelerini ve güçlendirmelerini temin etmek amacıyla; a) Açık ceza infaz kurumunda cezasının son altı ayını kesintisiz olarak geçiren, b) Çocuk eğitimevinde toplam cezasının beşte birini tamamlayan, koşullu salıverilmesine bir yıl veya daha az süre kalan iyi hâlli hükümlülerin talebi hâlinde, cezalarının koşullu salıverilme tarihine kadar olan kısmının denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle infazına, ceza infaz kurumu idaresince hükümlü hakkında hazırlanan değerlendirme raporu dikkate alınarak, infaz hâkimi tarafından karar verilebilir. (2) Açık ceza infaz kurumuna ayrılma şartları oluşmasına karşın, iradesi dışındaki bir nedenle açık ceza infaz kurumuna ayrılamayan veya bu nedenle kapalı ceza infaz kurumuna geri gönderilen iyi hâlli hükümlüler, açık ceza infaz kurumuna ayrılma şartlarının oluşmasından itibaren en az altı aylık sürenin geçmiş olması durumunda, diğer şartları da taşımaları hâlinde, birinci fıkrada düzenlenen infaz usulünden yararlanabilirler." 25/12/2015 tarihli ve 6655 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik 24/1/2013 tarihli ve 6411 sayılı Kanun ile 5275 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde şöyledir:"Bu Kanunun 105/A maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde ve ikinci fıkrasında belirtilen altı aylık süre şartı ile birinci fıkrasının (b) bendinde belirtilen cezanın belirli bir süre infaz edilmesine ilişkin şart 31/12/2020 tarihine kadar uygulanmaz." 2/9/2012 tarihli ve 28399 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Açık Ceza İnfaz Kurumuna Ayrılma Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) "Kapalı kurumdan açık kuruma ayrılacak hükümlüler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Hükümlülerden;a) (Değişik:RG-22/8/2015-29453) Toplam (Değişik ibare:RG-22/2/2017-29987) cezaları on yıldan az olanlar bir ayını, on yıl ve yukarı olanlar ise onda birini kurumlarda infaz edip, iyi hâlli olan ve koşullu salıverilme tarihine yedi yıl veya daha az süre kalanlar,...açık kurumlara ayrılabilir. (2) Açık kurumlara ayrılabilmek için, ayrıca;...ç) Terör ve örgütlü suçlardan hükümlü olup, mensup oldukları örgütten ayrıldıkları idare ve gözlem kurulu kararıyla tespit edilenlerin koşullu salıverilme tarihine bir yıldan az süre kalması,şartı aranır..." Yönetmelik'in "Açık kuruma ayrılamayacak hükümlüler" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"(Değişik:RG-22/8/2015-29453) (1) Kapalı kurumlarda bulunan hükümlülerden;...ç) Terör ve örgütlü suçlardan hükümlü olup, 6 ncı maddenin ikinci fıkrasının (c) ve (ç) bentleri dışında kalanlar,açık kurumlara ayrılamaz." Yönetmelik'in "Kapalı kurumdan açık kuruma ayırma kararı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kapalı kurumlarda bulunan hükümlülerin talepleri üzerine, koşulları taşıdıklarının anlaşılması hâlinde kurum idare ve gözlem kurulu tarafından açık kurumlara ayrılmalarına karar verilir. Hükümlünün koşulları taşımadığının anlaşılması halinde ise talebin reddine dair verilen gerekçeli karar ilgiliye tebliğ edilir.... (3) İdare ve gözlem kurulu kararı ile birlikte;...ç) İyi hâl kararı,d) Gözlem ve sınıflandırma formu,...Cumhuriyet başsavcılığına gönderilir.... (7) (Ek:RG-22/8/2015-29453) Hükümlülerin talebi olmasa dahi, açık kurumda barınmalarında risk bulunmadığı takdirde ve bu Yönetmelikte belirtilen şartları taşımaları halinde idare ve gözlem kurulunun vereceği açığa ayırma kararı üzerine Cumhuriyet başsavcılığınca resen açık kuruma gönderilir..." Yargıtay Ceza Dairesinin 25/6/2021 tarihli ve E.2019/3081, K.2021/11213 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"6655 sayılı Kanunun maddesi ile değişik 24/1/2013 tarihli ve 6411 sayılı Kanun ile 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanuna eklenen geçici maddesine göre, 105/A maddesinde öngörülen altı aylık süre şartı ile Çocuk Eğitim Evinde bulunan hükümlülerin cezalarının belirli bir süre infaz edilmesine ilişkin şart 31/12/2020 tarihine kadar aranmayacağı yönündeki düzenleme karşısında İnfaz Hakimliğince, açık ceza infaz kurumuna ayrılan yada ayrılma hakkı bulunduğu halde iradesi dışındaki bir nedenle açık ceza infaz kurumuna ayrılamayan hükümlüler hakkında maddede öngörülen diğer koşulların gerçekleşmesi durumunda denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle cezanın infazına karar verilebilecektir.5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 105/A maddesine göre denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezanın infazına karar verilebilmesinin ön şartının çocuk eğitim evinde bulunan hükümlüler dışındaki hükümlüler açısından açık ceza infaz kurumuna ayrılma yada ayrılma hakkının bulunması olarak öngörülmesi nedeniyle açık ceza infaz kurumuna ayrılma ile ilgili düzenlemelerinde her olayda değerlendirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.Açık cezaevine doğrudan alınacak hükümlüler, yönetmeliğin maddesinde sayılmış olup 'terör suçları ve örgüt faaliyeti kapsamında' işlenen suçlar hariç tutulmuştur. Kapalı kurumdan açık kuruma ayrılabilecek olan hükümlüler yönetmeliğin maddesinde gösterilmiştir. Terör suçlularının bu haktan yararlanabilmesi için haklarında 4959 sayılı Topluma Kazandırma Kanununun, 4422 sayılı Kanunun maddesinin veya 5237 sayılı TCK'nin maddesinin uygulanmış olması ya da terör veya örgütlü suçtan mahkum olanların mensup oldukları örgütten ayrıldıkları idare ve gözlem kurulu kararı ile tespit edilmiş olması gerekmektedir....Bu açıklamalara göre somut olay değerlendirildiğinde; silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılan ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun maddesine göre terör suçlusu olarak kabul edilen hükümlü hakkında 5237 sayılı TCK'nin 221/ maddesindeki etkin pişmanlık hükümleri uygulandığından Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliğinin 6/2-c. maddesine göre açık ceza infaz kurumuna ayrılma imkanı bulunduğu, açık ceza infaz kurumuna ayrılma hakkı bulunan hükümlünün denetimli serbestlik tedbirinden yararlanması için 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 105/A maddesi uyarınca iyi halli hükümlü olduğunun tespit edilmesinin yeterli olduğu, koşullu salıverilme tarihi 25/5/2019, hakkında denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasına ilişkin talep tarihi 19/3/2019 olduğu, açık ceza infaz kurumuna ayrılmasına karar verilen hükümlünün talep tarihi itibariyle denetimli serbestlik tedbirinden de yararlanma imkanının bulunduğu anlaşılmakla..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre kanun gereği yetkilendirilmiş, yürütme organı ve taraflardan bağımsız, yeterli güvencelere sahip yargısal organ olarak mahkemece verilen ve özgürlükten mahrumiyete yol açan her türlü mahkûmiyet kararı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamına girmektedir (Engel ve diğerleri/Hollanda, B. No: 5100/71, 5101/71, 5102/71, 5354/72, 5370/72, 8/6/1976, § 68). Anılan bentte belirtilen "sonra" ifadesi, tutmanın sadece zaman bakımından mahkûmiyetin ardından gelmesi anlamına gelmemektedir. Aynı zamanda tutma, mahkûmiyetin bir sonucu olmalı, mahkûmiyetin ardından ve mahkûmiyete bağlı olarak veya mahkûmiyet sebebiyle gerçekleşmelidir (Weeks/Birleşik Krallık, B. No: 9787/82, 2/3/1987, § 42). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinin bir mahkûmun af yasasından ya da erkenden şartlı tahliye veya kesin tahliye durumlarından yararlanmasını güvence altına almadığını belirtmektedir (Alican Demir/Türkiye, B. No: 41444/09, 25/2/2014, § 89). Ancak yetkili makamların bu tür bir tedbirden faydalanmak için kanunda belirtilen koşulları yerine getiren herkese herhangi bir takdir yetkileri bulunmadan bu tedbiri uygulamakla yükümlü olmaları hâlinde durum farklı olacaktır (Del Rio Prada/İspanya [BD], B. No: 42750/09, 21/10/2013, § 126). AİHM’in yukarıda belirtilen Alican Demir/Türkiye kararında, şartlı tahliyenin süre ve iyi hâle ilişkin şartları gerçekleştikten sonra hâkimin şartlı tahliyeye karar vermekle yükümlü olduğunu ve bu kapsamda hâkimin görevi bu koşulların bir araya gelip gelmediğini incelemekle sınırlı olup tahliyenin uygun olup olmadığını değerlendirme imkânına sahip olmadığını ve dolayısıyla hâkimin takdir yetkisinin bulunmadığını belirtmiştir (Alican Demir/Türkiye, §§ 91, 92). | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/28211 | Başvuru, denetimli serbestlik tedbiriyle tahliye talebinin reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kadastro tespiti ve müdahalenin önlenmesi davasında dava konusu taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 10/9/2014, 16/9/2014 ve 1/12/2014 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuruculardan Mehmet Ali Kantar tarafından E.2014/14978 sayılı, Gülsüm İnsel tarafından E.2014/14979 sayılı, Gülendam Büyükışıklar, Mehmet Aytekin, Nuriye Aytekin tarafından E.2014/14980 sayılı, Berna Kocur, Meral Örüklü, Mehmet Nuri Büyükbayrak, Fatma Gamze Büktel, Ülkü Sağlam, NuralBüktel tarafından E.2014/14981 sayılı, Olcay Evren, Ekrem Bülent Evren tarafından E.2014/14982 sayılı, Süleyman Aytekin tarafından 2014/15445 sayılı, Hasan Kılınç tarafından 2014/18939 sayılı dosyalarda yapılan başvurular arasındaki hukuki ve fiilî irtibat nedeniyle dosyaların birleştirilmesine; incelemenin E.2014/14977 sayılı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların murisleri tarafından 15/1/1953 tarihinde Afyon Asliye Hukuk Mahkemesinin 1953/85 Esas sayılı dosyasında el atmanın önlenmesi ve alacak davası açılmıştır. Mahkeme 8/6/1955 tarihli kararla davayı reddetmiş; temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/6/1956 tarihli kararı ile bozulmuştur. Bozma üzerine dosya, Mahkemenin 1957/383 esasına kaydedilmiş; Mahkeme, 9/5/1957 tarihli kararla önceki hükmünde direnmiş; Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25/12/1957 tarihli kararı ile Mahkemenin direnme hükmü kaldırılmıştır. Dosya, Mahkemenin 1958/323 esas sırasına kaydedilerek yargılamaya devam edilmiş; Mahkeme 24/4/1963 tarihli kararla görevsizliğine, dosyanın Afyon Kadastro Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Dosya, Afyon Kadastro Mahkemesinin 1963/244 esas sırasına kaydedilmiş, Mahkeme, 14/10/1971 tarihli kararla dava konusu bir kısım yerin mera olarak sınırlandırılmasına, bir kısmının davacılar adına tesciline, tecavüz edilen kısımlar için müdahalenin önlenmesine, alacak talebi için davacıların görevli mahkemede dava açmakta muhtariyetine hükmetmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/6/1972 tarihli kararı ile bozulmuş; dosya, Afyon Kadastro Mahkemesinin 1973/1 Esas sırasına kaydedilmiş; Mahkemece bozma ilamına uyularak yargılamaya devam edilmiştir. Afyon Kadastro Mahkemesi 10/11/1981 tarihli kararla dava konusu bir kısım yerin mera olarak sınırlandırılmasına, bir kısmının davacılar adına tesciline, tecavüz edilen kısımlar için müdahalenin önlenmesine, alacak talebi için davacıların görevli mahkemede dava açmakta muhtariyetine hükmetmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 30/3/1982 tarihli kararı ile bozulmuş; Mahkeme bozma ilamına uyarak verdiği 25/7/1989 tarihli kararla bir kısım dava konusu yerin Abdurrahman Ağa çocukları adına tesciline, bir kısım yerin 1926 tarihli ve 256 No.lu tapu kaydındaki malikleri adına tesciline hükmetmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/11/1990 tarihli kararıyla bozulmuş, dosya Mahkemenin 1991/7 esas sırasına kaydedilerek yargılamaya devam edilmiştir. Yargılama sırasında dava konusu taşınmazların bulunduğu Çobanlar ilçesindeki adliyenin faaliyete geçmesiyle dosya 31/3/1993 tarihinde Çobanlar Kadastro Mahkemesine gönderilmiş, bu Mahkeme 16/12/1993 tarihinde davaya bakmakla Afyon Kadastro Mahkemesinin görevli ve yetkili olduğu gerekçesiyle yetkisizliğine hükmetmiştir. Afyon Kadastro Mahkemesinin de karşı yetkisizliğiyle dosya, merci tayini için Yargıtay Hukuk Dairesine gönderilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 7/12/1995 tarihli Çobanlar Kadastro Mahkemesinin yetkili merci olduğuna yönelik karar vermesi üzerine bu Mahkemenin E.1994/1 sayılı dosyasında yargılamaya devam olunmuş, Hâkimler ve Savcılar Kurulunun 9/6/2004 tarihli ve 278 sayılı kararıyla Çobanlar Adliyesinin kapatılması üzerine dosya, Afyonkarahisar Kadastro Mahkemesine devredilmiştir. Dosya, Afyonkarahisar Kadastro Mahkemesinin 2004/3 Esas sırasına kaydedilmiş; Mahkeme 21/1/2013 tarihli kararıyla davayı kısmen kabul etmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 5/5/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Onama ilamı bir kısım başvurucuya 11/8/2014, 14/8/2014, 18/8/2014 19/8/2014, 20/8/2014, 21/8/2014, 28/8/2014 tarihlerinde tebliğ edilmiş; başvurucular 10/9/2014 ve 16/9/2014 tarihlerinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14977 | Başvuru, kadastro tespiti ve müdahalenin önlenmesi davasında dava konusu taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 10/10/2011 tarihinde sağ elde kitle, ağrı ve hareket kısıtlılığı şikâyetiyle Diyarbakır Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Hastane) başvurmuştur. Yapılan muayene sonucunda belirlenen başvurucunun sağ elindeki kitle lokal anestezi uygulanarak çıkarılmış ve başvurucu aynı gün taburcu edilmiştir. Başvurucunun kontrol muayenesinde sağ el işaret parmağında hareket kısıtlılığı oluştuğunu beyan etmesi üzerine ortopedi hekimi tarafından da muayene edilen başvurucuda anılan şikâyetlere neden olabilecek bir bulgu tespit edilmemiştir. Başvurucu aynı şikâyetler ile bu kez 23/11/2011 tarihinde Hastaneye başvurmuş, muayene ve MR sonucuna göre düzenlenen 9/2/2012 tarihli raporda; başvurucunun sağ elinden çıkarılan kitlenin yeniden oluştuğu belirlenerek on seans fizik tedavi almasının önerildiği, başvurucunun fizik tedaviyi reddettiği ifade edilmiştir. Başvurucu, sağ elindeki hareket kısıtlılığı nedeniyle %4 oranında engelli hâle geldiğinin belirlenmesi nedeniyle maddi ve manevi zararlarının karşılanması amacıyla idareden talepte bulunmuş, bu talebin zımnen reddi üzerine 10/9/2015 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde hatalı ameliyat nedeniyle engelli hâle geldiğini belirten başvurucu 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat ödenmesini talep etmiştir. Mahkeme dosyayı bilirkişi incelemesi için Adli Tıp Kurumuna (ATK) göndermiştir. ATK İhtisas Kurulunun 18/9/2017 tarihli raporunda; bu tür ameliyatlardan sonra klinik şikâyetlere neden olan bulgularda tam düzelme olmayabileceği, bunun yanı sıra ameliyat sonrası ortaya çıkan hareket kısıtlılığının herhangi bir tıbbi kusur veya ihmalden kaynaklanmayan komplikasyon olarak nitelendirildiği, başvurucunun son muayenesinde yapılan sinir incelemesinin normal sınırlarda olduğu belirtilmiştir. Başvurucu bu rapora yönelik itiraz dilekçesinde; anılan raporda ameliyatın zorunlu olup olmadığı, ameliyat öncesinde ve sonrasında aydınlatma yükümlülüklerinin yerine getirilip getirilmediğinin değerlendirilmediğini ileri sürmüştür. Mahkeme 29/12/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Gerekçede; ATK raporunun bilimsel açıdan yeterli olması nedeniyle bu rapora yönelik itirazın yerinde görülmediği ayrıca 12/8/2011 tarihli hasta bilgilendirme ve onam formlarında başvurucuya ameliyat sonrasında sinir hasarı oluşabileceği hususunda bilgi verildiği vurgulanarak somut olayda davalı idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur. Başvurucu istinaf dilekçesinde; ameliyattan önce kendisine yeterli bilgi verilmediğini ve süre tanınmadığını beyan ederek kararda belirtilen onam formunun aynı Hastanede iki ay önce yapılan kıl dönmesi ameliyatına ilişkin olduğunu, dolayısıyla idarenin somut olay kapsamında alınmış bir onam belgesi sunamadığını vurgulamıştır. Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire) 28/11/2018 tarihinde Mahkemenin kararının usul ve hukuka uygun olduğunu belirterek istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu, nihai kararı 1/3/2019 tarihinde tebliğ aldıktan sonra 1/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurucunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ayrıca Mahkemenin gerekçesinde dayandığı 12/8/2011 tarihli hasta bilgilendirme ve onam formu ile diğer tıbbi belgeler incelendiğinde, anılan belgenin kıl dönmesi ameliyatına dair içeriğe sahip olduğu ve celp edilen diğer tıbbi belgelerdebaşvuruya konu şikâyetine ilişkin onam vebilgilendirme olmadığı görülmüştür. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/11247 | Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, iş kazasından kaynaklanan zararın tazmini talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucuya ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvuru Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 18/2/2014 tarihinde açılan davada başlayan yargısal süreç, halen Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinde derdesttir. Başvurucu, aleyhine açılan davada yargılamanın uzun sürdüğü iddiasıyla 27/5/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18603 | Başvuru, iş kazasından kaynaklanan zararın tazmini talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanığın başvurucu (sanık) tarafından duruşmada sorgulanmasına imkân verilmemesi nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu şüphesiyle soruşturma başlatmıştır. Soruşturma neticesinde Başsavcılık, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle 7/6/2017 tarihli iddianame düzenlemiştir. İddianamede özetle ByLock tespiti, tanık R.Ü.nün ifadeleri, Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YAR-SAV) üye kaydı, müşteki H.A.nın beyanı neticesinde başvurucunun atılı suçu işlediği iddia edilmiştir. İddianamenin kabulü ile açılan dava Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) E.2017/189 sırasına kaydedilerek görülmeye başlanmıştır. Yargılamada 22/6/2017 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda -diğerlerinin yanı sıra- Antalya Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Dairesine müzekkere yazılarak sanığın .. 95 No.lu telefonuna yüklediği bildirilen ByLock programıyla yazışma ve konuşma yapıp yapmadığı, yapmış ise hangi tarihler arasında programı kaç kez kullandığı, irtibatlı olduğu kişi ile telefon numaraları program kullanımının hangi IP adresleri üzerinden sağlandığı, kullanılan telefonlara ilişkin IMEI bilgilerinin ve yazışma içeriklerinin istenmesine, tanık R.Ü.nün istinabe yoluyla dinlenilmesine karar verilmiştir. Yargılama üç celsede bitirilmiştir. Birinci celsede tanık R.Ü.nün bilgi ve görgüsünün tespiti için yazılan talimata ikmalen cevap verilmiştir. Tanık beyanının başvurucu ile ilgili kısmı şöyledir:"Ben eski Anayasa Mahkemesi raportörüyüm. Anayasa Mahkemesinde görev yapmadan önce de Savcısıydım. 2006 yılında kura çektim. İlk yıl Kahramanmaraş Nurhak ilçesinde Savcısı olarak görev yaptım. 2008 yılında Çorum Sungurlu Savcısı olarak tayinim yapıldı. Çorum Sungurlu'ya geldikten tahminen 1 ay kadar sonraki yaz aylarında gelmiştim. Sanık Sertaç Ekici beni telefon ile aradı. Beni ziyaret etmek istediğini söyledi. O tarihlerde kendisi Kırıkkale Sulakyurt Savcısı olarak görev yapıyordu. Hatırlayabildiğim kadarıyla telefon görüşmesi yaptığımız gün Sungurlu'ya geldi. Yanılıyorsam da bir veya birkaç gün sonra gelmiş olabilir. Kendisini daha önceden tanımıyordum. Adliyeye geldiğinde kendisini bana tanıttı. Geliş amacını ben tahmin edebiliyordum. Örgütsel anlamda beni de dahil ettikleri bir sohbet grubu varmış. Bu sebeple geldiğini tahmin ettim. Geldiğinde sohbet grubundan bahsetti. Detaylı olarak hatırlamıyorum ancak bundan sonra benim kendisiyle görüşeceğimi söyledi. Ağırlıklı olarak ayda 1 olmak üzere eşi doktordu, sonradan boşandıklarını duydum. Kırıkkale merkezdeki evlerine davet ediyordu. Zaman zaman da Kırıkkale merkezde görev yapan iki idari yargıda görevli hakim bunlardan biri [E.Ö.] ve [Ö.A.], kendisi de olduğunda üç kişi oluyordu sonradan Sungurlu'ya tayin olan hakim [G.] de bu gruba katıldı. Bu şekilde her ay düzenli olarak görüşüldü. Ben Sungurlu da üç yıl görev yaptım. 2011 yılında Batman'a tayinim çıktı. Bundan sonra Sertaç Ekici ile yüzyüze bir daha görüşmedik. Nadiren bir şey sormak için telefonla aradığı iki üç sefer olmuştur. Toplanıp görüştüğümüzde ise, örgüt lideri FETULLAH GÜLEN'in kitapları okunuyordu görüntülü videoları seyrediliyordu, bunun dışında gündeme dair güncel konulardan bahsediliyordu. Daha çok dini ağırlıklı görüşmeler yapılıyordu. Bunun dışında hakim ve savcıların normalde de dikkate etmesi gereken mesai gibi konulardan bahsedildiği oluyordu. Biz sanığı abi olarak biliyorduk, bunun dışında örgüt içinde farklı bir rütbesi var mıydı bilemiyorum. Biz onu cemaat abisi olarak biliyorduk. Ancak konuşurken sokakta kullanılan abi kelimesi ile bizim kullandığımız abi kelimesi karışıyordu. Ben daha evvel mesleki ve akademik kariyerimle ilgili olarak ayrıntılı ifade vermiştim. Zaten o ifadelerimde her şey anlaşılıyordur. Benim bildiğim kadarıyla bana söylenen bir şey yoktu ancak benim arka planında bir şeyler yapılıp yapılmadığı hakkında bilgim yok. Benim hakim adayı olmam ve mesleğe girişim bu yapıyla irtibatımdan öncedir." Başvurucu; müdafiinin de hazır bulunduğu 31/10/2017 tarihli birinci celsede alınan savunmasında ByLock kullanmadığını, tanığı tanımadığını ve ifadesini kabul etmediğini, üzerine atılı suçu işlemediğini savunmuştur. Mahkeme birinci celsede -diğerlerinin yanı sıra- KOM Dairesine yazılan müzekkerenin cevabının beklenmesine, tanık R.Ü.nün ifadesinde geçen E.Ö., Ö.A. ve G.nin cep telefonu numaralarını bildirmeleri için sanık ve müdafiine süre verilmesine, bildirdikleri takdirde bu kişilerin ve sanığın 2008 ile 2011 yılları arasındaki HTS kayıtlarının baz istasyonu verileri ile istenmesi için Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna (BTK) müzekkere yazılmasına karar vermiştir. İkinci celsede, içerikleri olmayan ancak sanığın ByLock kullanıcısı olduğuna ilişkin tespit tutanağı Mahkemeye sunulmuştur. Tanık R.Ü.nün ifadesinde geçen E.Ö., Ö.A. ve G.nin sohbetlere birlikte katıldığı kişiler olarak tanık olarak dinlenilmeleri yönünde talepte bulunulmuştur. Mahkemece bu kişilerin kendi aleyhlerine ifade vermelerinin hayatın olağan akışına uygun olmadığı için davaya katkı sağlamayacağı gerekçesiyle kovuşturmanın genişletilmesi yönündeki talebin reddine karar verilmiştir. Anılan celsede iddia makamı, esas hakkında mütalaa sunmuştur. Mahkeme, başvurucu ve müdafiinin süre talebinin kabulüne ve duruşmanın 2/4/2018 tarihine ertelenmesine karar vermiştir. Üçüncü celsede başvurucu, esas hakkındaki mütalaaya karşı beyanında önceki savunmalarını tekrarlayarak isnat edilen suçu inkâr etmiştir. Başvurucu müdafii ise örgüt üyeliği suçunun gerçekleşmediğini, önceki savunmaları doğrultusunda müvekkilinin beraatini, olmadığı takdirde lehine olan hükümlerin uygulanmasını talep etmiştir. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Sanığın son olarak Afyonkarahisar Cumhuriyet Savcısı olarak görev yapmakta iken FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütü ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 2016/345 tarih/sayılı kararı ile meslekten ihraç edildiği ve bu kararın 2016/434 tarih/sayı kararıyla kesinleştiği, dosya içerisinde bulunan internet bağlantı iletişim sorgu sonuçları raporundan (karşı IP bilgileri) anlaşılacağı üzere;FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarınca münhasıran kullanılan ve internet üzerinden kapalı devre sistemi ile çalışan kriptografik haberleşme programı olan ByLock isimli programı kendi kullanımda olan 0531 797 [.. ..] nolu gsm hattı üzerinden 3753 kez bağlantı kurmak suretiyle kullandığı, yine dosya içerisinde bulunan GSM hattına ilişkin HTS analiz raporuna göre; sanığın, haklarında fetö/pdy silahlı terör örgütü üyeliği ile ilgili soruşturma yürütülen bir çok kişi ile irtibat halinde olduğu, tanık [R.Ü.] ifadesinden de anlaşılacağı üzere, örgütsel toplantılar organize ettiği ve örgütsel toplantılara katıldığı, bu suretle sanığın inkara yönelik savunmalarına itibar edilmeyerek, Fettullahcı Terör Örgütü Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ /PDY) Silahlı Terör Örgütünün hiyerarşik yapısına örgüt üyesi olarak dahil olduğu anlaşıldığından, eylemlerine uyan TCK'nın 314/2, 3713 sayılı Terörlü Mücadele Kanununun 5/1 maddeleri gereğince TCK'nın maddesi de dikkate alınarak suçun işleniş içimi, suçun konusunun önem ve değeri, meydana gelen zararın ağırlığı, kasta dayalı kusurunun ağırlığı, güttüğü amaç ve saik, eylemlerinin sürekliliği çeşitliliği ve yoğunluğu dikkate alındığında alt sınırdan uzaklaşmak suretiyle cezalandırılmasına, TCK'nun 53/ maddesindeki hak yoksunluklarına hükmolunmasına, hükmün kesinleşmesinden önce gerçekleşen ve şahsi hürriyeti sınırlama sonucunu doğuran bütün haller nedeniyle geçirilen sürelerin TCK'nun maddesi gereğince cezasından mahsubuna, verilen cezanın TCK'nun 58/ maddesi gereğince mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılarak aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucu; istinaf ve temyiz dilekçelerinde, tanık R.Ü.nün mahkeme huzurunda dinlenmediğini ve soru sorma hakkının kullandırılmadığını belirtmiştir. Hüküm, kanun yolu denetiminden geçerek 9/10/2019 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu hakkında ByLock user-ID tespiti yapılamamıştır. İstinaf Mahkemesi de diğer deliller doğrultusunda ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı'nın getirtilmesine gerek bulunmadığını belirterek esastan ret kararı vermiş, Yargıtay bu hususta bir açıklamada bulunmaksızın hükmü onamıştır. Başvurucu, nihai hükmü 31/1/2020 tarihinde öğrendikten sonra 21/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne, hakkaniyete uygun yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak tanık sorgulama hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/6698 | Başvuru, beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanığın başvurucu (sanık) tarafından duruşmada sorgulanmasına imkân verilmemesi nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı, gerekçesiz karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 3/10/2012 tarihinde dava açmıştır. Danıştay İkinci Dairesi 29/5/2019 tarihinde karar düzeltme talebini reddetmiş, hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu, idare mahkemesinde açtığı davada iddiaları incelenmeden gerekçesiz, adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 24/7/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/26465 | Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı, gerekçesiz karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, üçüncü derece arkeolojik sit alanı içerisinde kalan taşınmazı üzerindeki tasarruf hakkının 21/7/1983 tarih ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun maddesinde yer alan hüküm sebebiyle kısıtlandığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 23/10/2012 tarihinde Urla Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 12/4/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. OlaylarB. Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun, İzmir ili, Urla ilçesi, Atatürk Mahallesi, 20D - 30c pafta, 1135 ada, 9 parselde kayıtlı arsa vasfında, üçüncü derece arkeolojik sit alanı içerisinde kalan bir taşınmazı bulunmaktadır. Başvurucu, İzmir Müze Müdürlüğüne verdiği 19/8/2010 tarihli dilekçesi ile masrafların kurumca karşılanarak taşınmazında sondaj kazı yapılması için müracaatta bulunmuştur. İzmir Müze Müdürlüğü 20/8/2010 tarih ve 1928 sayılı yazılarıyla talebin kazı defterine kaydedildiğini ancak masrafın kurumca karşılanması uygulamasının olmadığını sondaj kazısı içinde yazının Kültür ve Turizm Bakanlığına gönderildiğini başvurucuya bildirmiştir. Başvurucu, 5/10/2010 tarihli dilekçe ile tekrar İzmir Müze Müdürlüğüne müracaat ederek söz konusu kararın yeniden incelenmesini talep ederek uygulamanın gerekçesini sormuş, anılan Müdürlük, 11/10/2010 tarih ve 2340 sayılı yazısı ve 24/12/2010 tarih ve 2950 sayılı yazıları ile 2863 sayılı Kanun’un maddesine göre işlem yaptıklarını, buna göre kazı çalışmalarıyla ilgili tüm giderlerin kazı sahipleri tarafından karşılanması gerektiğini belirtmiştir. Anılan Müdürlük yazısı başvurucuya 24/10/2010 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu idarenin bu işlemine karşı idari yargı mercilerine müracaatta bulunmamıştır. İlgili Hukuk 2863 sayılı Kanun’un “Giderler” kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:“Kazı, sondaj ve araştırma yapılan saha ile, kazı, sondaj ve araştırmadan çıkan kültür varlıklarının yerinde korunmasını sağlamak maksadıyla, kazı yerinde geçici olarak çalıştırılacak bekçilerin ücret ve masrafları ile kazı yerinin eski haline getirilmesinin gerektirdiği giderleri karşılamak, kazı sırasında meydana gelebilecek zararları tazmin ve bunlarla ilgili bütün giderler, düzenlenecek yönetmeliğe göre, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından ruhsat verme veya süre uzatma sırasında, kazı sahiplerinden tahsil edilerek emaneten mal sandığına yatırılan paralardan ödenir. …” | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/406 | Başvurucu, üçüncü derece arkeolojik sit alanı içerisinde kalan taşınmazı üzerindeki tasarruf hakkının 21/7/1983 tarih ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 44. maddesinde yer alan hüküm sebebiyle kısıtlandığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1966 doğumlu olan başvurucu, 2010-2017 yılları arasında davalı asıl işveren Akdeniz Belediyesi (Belediye) bünyesinde değişik alt işverenler (en son Barla Peyzaj Temizlik İnşat Oto Kiralama Şirketi/Şirket) nezdinde işçi olarak çalışmıştır. Akdeniz Kaymakamlığı İlçe Olağanüstü Hâl Bürosunun 14/3/2017 tarihli yazısıyla, 1/9/2016 tarihli ve 29818 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname (672 sayılı KHK) kapsamında başvurucunun da aralarında bulunduğu, listede adı geçen kişilerin PKK/KCK ve Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) aidiyeti, bu örgütlerle iltisakı veya irtibatı olduğunun tespit edildiği belirtilmiş; Mersin Olağanüstü Hâl Bürosundan gelen 17/3/2017 tarihli ihbarname ile de Mersin Emniyet Müdürlüğü (Emniyet) tarafından yapılan tahkikat sonucu başvurucunun PKK/KCK ve FETÖ/PDY'ye aidiyeti, bu örgütlerle iltisakı veya irtibatı tespit edildiğinden 672 sayılı KHK doğrultusunda iş akdinin sonlandırıldığı bildirilmiştir. Aynı süreçte Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından PKK/KCK terör örgütünün eylem ve faaliyetlerinin deşifre edilmesi için yürütülen çalışmalar kapsamında Emniyetten gelen ihbar üzerine soruşturma başlatılmıştır. Bu doğrultuda terör örgütü propagandası yaptıkları, örgüt propagandasına dönüşen eylemlere katıldıkları, 2017 yılı nevruz öncesi eylem hazırlığı içinde oldukları, terör örgütünün gençlik ve şehir yapılanmalarında faaliyet yürüttükleri yönünde başvurucu da dâhil olmak üzere yirmi kişi hakkında bilgiler edinildiği iddia edilmiştir. Soruşturma kapsamında başvurucunun evinde arama ve elkoyma işlemleri yapılmış, terör örgütü propagandası yaptığı isnadıyla iş akdinin sonlandırıldığı 17/3/2017 tarihinde hakkında gözaltı tedbiri uygulanmıştır. Evde yapılan arama neticesinde düzenlenen fezlekede; üç fotoğraf bulunduğu, bu fotoğrafların örgüt adına kırsal alanda faaliyet yürüten kişilere ait olduğunun tespit edildiği belirtilmiştir. Başvurucu, kollukta verdiği ifadesinde özetle daha önce bu kapsamda hakkında hiçbir cezai takibat yapılmadığını ancak kardeşinin oğlu olan İ.K.nın bildiği kadarıyla 2006 yılında PKK terör örgütüne katıldığını, üç yıl önce gerçekleştirilen operasyonlar sırasında da öldürüldüğü haberini aldıklarını, bunun dışında ailesinden örgütle irtibatı olan kimsenin bulunmadığını ifade etmiştir. Kendisinin bahsi geçen örgütle ilişki ya da irtibatının olmadığını belirten başvurucu; bugüne kadar izin alınarak organize edilen nevruz kutlamaları dışında hiçbir eyleme, basın açıklaması, yürüyüş vb. hiçbir etkinliğe katılmadığı gibi ailesinden kimseye de bu noktada izin vermediğini ifade etmiştir. Katıldığı nevruz kutlamalarında suç oluşturacak herhangi bir eylem ve davranışı olmadığını belirten başvurucu; evinde bulunan fotoğraflardan birinin yeğeni İ.K.ya ait olduğunu, diğer iki fotoğrafta yer alan şahısları tanımadığını, bu fotoğrafları kimin eve getirdiğini bilmediğini savunmuştur. Başvurucu 23/3/2017 tarihinde tahliye edilmiş, 14/4/2017 tarihli dilekçe ile Mersin İş Mahkemesi nezdinde işe iade davası açmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde iş akdinin haksız ve hukuka aykırı olarak sona erdirildiğini, 672 sayılı KHK'nın taşeron işçi olarak çalışması münasebetiyle kendisine uygulanamayacağını belirtmiş ve feshin geçersizliği ile işe iadesini talep etmiştir. Davalı Belediye ve Şirket ise cevap dilekçelerinde başvurucunun Emniyet tarafından yapılan tahkikat sonucu PKK/KCK ve FETÖ/PDY'ye aidiyeti, bu örgütlerle iltisakı veya irtibatının tespit edildiğini, bu kapsamda Olağanüstü Hâl Bürosundan gönderilen yazıya istinaden ve 672 sayılı KHK kapsamında iş akdinin feshedildiğini ileri sürmüş; davanın reddini talep etmiştir. Öte yandan Başsavcılık 17/4/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun terör örgütü propagandası yapma suçundan cezalandırılması talebiyle Mersin Ağır Ceza Mahkemesinde dava açmıştır. İddianamede başvurucunun evinde bulunan fotoğraflardan bahsedilmiş, 1 No.lu fotoğrafın PKK/KCK terör örgütü adına kırsal alanda silahlı faaliyet yürüten A.K.ya ait olduğu, 2 No.lu fotoğrafın PKK/KCK terör örgütü adına kırsal alanda silahlı faaliyet yürüten S.K.ya ait olduğu, 3 No.lu fotoğrafın ise kime ait olduğu tespit edilememekle birlikte diğer fotoğraflarda olduğu gibi bulunduğu ortam ve üzerindeki kıyafetten PKK/KCK terör örgütü mensubuna ait olduğu tespitine yer verilmiştir. Mersin İş Mahkemesi tarafından görülen yargılamada başvurucu 5/12/2017 tarihli karar duruşmasında, hakkında açılan soruşturmanın derdest olduğunu, 672 sayılı KHK kapsamında işten çıkarılmasının hukuka aykırı olduğunu yinelemiş ancak Mahkeme, gerek yürürlüğe konulan KHK'lar gerekse de Emniyetten gönderilen bilgiler kapsamında somut olayda şüphe feshi olduğu gerekçesiyle davanın reddine hükmetmiştir. Başvurucu, dava dilekçesinde ileri sürdüğü hususları tekrar etmek suretiyle istinaf talebinde bulunmuştur. Adana Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 29/3/2018 tarihli kararı ile istinaf talebinin kabulüne ve dosyanın yeniden incelenmek üzere Mahkemeye iadesine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"667 Sayılı KHK nın Maddesi 4/1-g maddesi "bir Bakanlığa bağlı, ilgili veya ilişkili olmayan diğer kurumlarda her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dahil) istihdam edilen personel birim amirinin teklifi üzerine atamaya yetkili amirin onayı ile kamu görevinden çıkarılır.4/2 Maddesi Fıkra uyarınca görevine son verilenlerin bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemez, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemez..." hükmüne amir bulunmaktadır.Davacı hakkında, davalı belediye başkanlığının cevap dilekçesinde belirttiği belgelerin eksik celbedildiği görülmektedir. Davacının işten çıkarılmasına dayanak olan Sosyal Medya Yazışmaları, arşiv kayıtları, arşiv kayıtlarında herhangi bir ilam yer alıyorsa bunların temini için gerekli yazışmaların yapılması ayrıca davası ile ilgisi olabilecek diğer belgelerin Emniyet Müdürlüğü ve Olağan Üstü Hal bürosundan istenmesi gerekmektedir.Toplanan delillerin yukarıda belirtilen esaslar çerçevesinde yeniden değerlendirilmesi için kararın kaldırılarak yeniden yargılama yapmak üzere dosyanın yerel mahkemesine iadesine karar verilmesi gerekmiş aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Dava dosyasının kendisine geldiği Mahkeme, istinaf kararı doğrultusunda araştırmaya başlamış; Mersin Ağır Ceza Mahkemesine, Emniyete ve Olağanüstü Hâl Bürosuna müzekkereler yazarak başvurucu hakkındaki bilgi ve belgelerin gönderilmesini talep etmiştir. Çeşitli tarihlerde duruşma açarak müzekkere cevapları ile tarafların iddia ve itirazlarını incelemiş, Mersin Ağır Ceza Mahkemesinde görülen yargılamanın bekletici mesele yapılmasına karar vermiştir. Bu süreçte Mersin Ağır Ceza Mahkemesi 16/10/2018 tarihli kararla, başvurucunun atılı suçu işlediğine ilişkin kesin delillere ulaşılamadığından beraatine hükmetmiş ve karar istinaf başvuru yoluna başvurulmaksızın kesinleşmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Her ne kadar sanık hakkında evinde bulunan fotoğraflardan dolayı silahlı terör örgütü propagandası suçlamasıyla kamu davası açılmış ise de mahkememizin ve Yargıtay'ın yerleşik ve kanuna uygun uygulamasına göre propaganda suçunun oluşabilmesi için muhatap kitlesinin bulunması gerektiği , propaganda içeren hareketin bulunması gerektiği, hareketin kanundaki tanıma göre silahlı bir terör örgütünün şiddete yönelik yöntemlerinin meşru gösterilmesi , teşvik edilmesi ve övülmesi içeriğine sahip olması gerektiği, bu unsurlardan hiçbiri evde bulunan fotoğraflarda olamayacağından sanığın eyleminin kanunda suç olarak tanımlanmaması nedeniyle beraatine karar vermek gerekmiştir." Ceza yargılamasının neticelenmesinin akabinde buna ilişkin gerekçeli kararı da dosyaya getiren Mersin İş Mahkemesi 28/12/2018 tarihli kararı ile davanın reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...gerek yürürlüğe konulan Kanun Hükmünde Kararnameler ve gerekse Mersin Emniyet Müdürlüğü 'nün davalı şirkete verilen bilgi, ceza soruşturması kapsamında dosyamız davacısının evinde ele geçen fotoğrafların içeriği dikkate alındığında davalılar yönünden terör örgütü ile irtibat veya iltisakı bulunduğuna dair şüphe bulunan bir işçiyi çalıştırmaya devam etmenin davalı işverenlerden beklenmesinin mümkün olmadığı, davalı işveren yönünden iş sözleşmesinin devamının çekilmez hale geldiğini kabul etmek gerekeceği ve ayrıca davacı işçinin böyle bir şüphe altındayken davalı işverenden işçinin iş sözleşmesinin devamını beklemenin iyi niyet kurallarına aykırı olduğu ve bu sebeple davalı işverene haklı olarak iş akdinin sonlandırma yetkisi verdiği kabul edilerek, somut olayda şüphe fesih olgusunun gerçekleştiği sonucuna varılmakla, davacının davasının reddine karar vermek gerektiği kanaatine varılmış, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucu, gerekçeli karara karşı istinaf talebinde bulunmuş; 672 sayılı KHK ile ilgili iddialarını tekrarlamak suretiyle özellikle beraatine hükmedildiği hâlde iş akdinin feshine yönelik şüphe oluştuğu yönündeki değerlendirmenin hakkaniyete aykırı olduğunu, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve davanın reddini talep etmiştir. Adana Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 4/4/2019 tarihli kararı ile istinaf talebinin reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"İade sonrası Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/48, 2018/244 E-K sayılı ilamı dosyaya celbedilmiştir.Davacının adı karar gerekçesinde Şüpheli olarak yer aldığı, evinde yapılan aramada kırsal alanda PKK/KCK adına silahlı faaliyet yürüten [A.K.] ve [S.K.]'ya ait yine kimliği tespit edilemeyen yine PKK Terör Örgütü mensuplarının giydiği kıyafeti taşıyan bir adet bir fotoğraf daha ele geçirildiği, bu fotoğrafların umuma teşhir edilmemesi sebebi ile propaganda suçunun oluşup oluşmadığından berat kararı verildiği anlaşılmıştır.667 Sayılı KHK nun Maddesi aşağıdaki şekildedir. ...Davacının kırsalda Devlet güçleri aleyhine eylemde bulunan terör örgütü mensuplarının yaptıkları işi normal karşılaması sebebi ile fotoğraflarını bulundurduğu, her ne kadar umuma teşhir edilmediği için propaganda suçu unsurlarının oluşmadığından bahisle berat kararı verilmiş ise de, berat kararının bu yönü ile Hukuk mahkemesini bağlamayacağı, 667 sayılı KHK yukarıya alıntısı yapılan Maddesine göre davacının terör örgütlerine mensubiyeti, aidiyeti yada iltisakı bulunduğu mahkemece doğru olarak değerlendirilerek davanın reddine karar verilmesi yerinde bulunduğundan, davacının tüm istinaf taleplerinin HMK'nın 353/1-b.1 maddesi gereğince reddine karar verilmiştir." Nihai karar 24/4/2019 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:"... şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi' dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/4/2018 tarihli ve E.2018/3002, K.2018/9593 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacının iş akdi, hakkında .... Savcılığı tarafından bylock kullanıcısı olduğu iddiasıyla soruşturma başlatılmış olması, hakkında yurt dışı çıkış yasağı ve adli kontrol kararı verilmesi akabinde, davalı işyerinin faaliyet alanı bakımından stratejik önem taşıyan durumu gözetilerek çalıştırılmasında sakınca bulunduğu gerekçesiyle İş K. 25/II e-h-ı maddeleri gereğince haklı neden iddiasıyla feshedilmiştir. İlk Derece Mahkemesi ise feshin şüphe feshi olduğu ve davalının özel durumu gözetilerek geçerli nedene dayalı olduğu kabulüyle davanın reddine karar verilmiş olup, davacı tarafın istinaf başvurusu Bölge Adliye Mahkemesi taralından da aynı gerekçelerle esastan reddetmiştir....Davacının hakkında derdest bulunan ecza yargılamasında, 'mor beyin' uygulaması kapsamında davacı ...'ın kullandığı telefona ait gsm hattının iradesi dışında bylock IP'lerine yönlendirilmiş olduğunun bilirkişi raporuyla tespit edildiği gerekçesiyle beraat kararı verildiği, isnat edildiği üzere terör örgütü ile bağlantısı bulunduğunu gösterir aleyhine başkaca somut bir delil de olmadığı anlaşılmakla, 4857 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/4//2019 tarihli ve E.2019/1352, K.2019/7992 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut uyuşmazlıkta davalı işveren tarafından yapılan fesih bildiriminde, fesih nedeni olarak davalı işverene ait fabrikada 04/02/2015 tarihi ve öncesinde davacı ile bir kısım çalışanların işyerinde üretilen rakıları çaldıkları ve çalışan işçilerden ...'in hırsızlık suçuna yardım ettikleri iddiasının feshe gerekçe gösterildiği ve davacının iş akdinin davalı şirkette çalışırken 17/03/2015 tarihinde ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzeri nedenle feshedildiği anlaşılmıştır.... Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2015/257 esas 2015/777 karar sayılı dosyası kapsamına göre davacının hırsızlık olayından mahkum olan ... ile aynı fabrikada çalışıp, işyerinde servis bulunmaması nedeniyle aynı kişinin aracı ile muhtelif zamanlarda iş yerinden ayrıldığı, davacının sırf bu kişinin aracına binmesinin ve araçtaki alkol kokusunu farketmemesinin feshe dayanak yapılamayacağı, rakı dinlenme bölümünde çalışan davacının aynı araçta bulunan ve hırsızlığa konu olan rakının ... tarafından araçta taşındığına ilişkin bilgi sahibi olamayacağı, işverenin davacının bu hırsızlık olayından haberdar olduğu yönündeki şüphesinin makul ve objektif bir şüphe olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı anlaşılmakla, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken aksi gerekçeler ile reddine karar verilmesi hatalıdır." Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/4/2013 tarihli ve E.2012/32147, K.2013/12471 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda bir şüphe feshi söz konusudur. Bu tür fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir.Davalı işyerinde fesih bildirgesinde anılan olayın davacı tarafından gerçekleştirildiği ceza yargılaması sonucunda da ispatlanmamış, davacı hakkında delil yetersizliğinden beraat kararı verilmiştir. Ancak davacının kendi kredi kartının sorgulanması ile bilgisi olmaksızın kredi kartından alışveriş yapılan müşterinin kredi kartının sorgulanmasının zamanlama yönünden iç içe geçmesi ve sorgulamanın yapıldığı terminalin aynı olması dikkate alındığında, bu hususun iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni ortadan kaldırmaya elverişli bir şüphe olup, davacı ile işveren arasındaki güven ilişkisinin sarsıldığı kabul edilmelidir. Bu durumda davalı işverenin artık işçiyi çalıştırması mümkün değildir. Bu sebeple iş sözleşmesinin feshi haklı sebebe dayanmasa da, feshin geçerli nedene dayandığı kabul edilmelidir. İşverence yapılan fesih geçerli nedene dayandığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile kabulü hatalı olmuştur." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/17238 | Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Yargıtay onama kararının dosyadaki maddi olguları ve esaslı iddiaları karşılamaması, Mahkemenin usul ve kanuna aykırı karar vermesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu şirket, 2006 yılından itibaren bir belediyenin su ve kanalizasyon işlerinden sorumlu genel müdürlüğünden aldığı hizmet ihalesi çerçevesinde sayaç endeks okuma işinin yüklenici firmasıdır. Z.Ş. isimli şahıs, başvurucu şirkettte 1/1/2007 tarihinden itibaren şirketin faaliyetleri ile ilgili olarak genel müdürlüğün hukuk müşavirliği bölümünde büro elamanı olarak çalışmıştır. Z.Ş.nin 15/5/2011-31/5/2011 tarihleri arasında işe mazeretsiz gelmediği iddia edilerek başvurucu tarafından Mersin Noterliği aracılığıyla 6/6/2011 tarihinde ihtarname gönderilmiş ancak ihtarname Z.Ş.ye tebliğ edilmemiştir. Z.Ş., Sakarya İş Mahkemesine açtığı davada, belediyenin su ve kanalizasyon işleri genel müdürlüğü bünyesinde farklı şirketlerde 3/8/2004-15/5/2011 tarihleri arasında çalıştığını, başvurucu şirkette ise yaklaşık 4 yıl görev yaptığını, şirketin 15/5/2011 tarihinde herhangi bir sebep göstermeksizin haksız bir şekilde iş akdini sonlandırdığını belirterek kıdem ve ihbar tazminatı talebinde bulunmuştur. Sakarya İş Mahkemesi 7/3/2013 tarihli kararında, davacının İstanbul'da öğrenci olduğunu ve sınav dönemlerinde davacıya izinler verildiğinin dosya kapsamından anlaşıldığını, davacının başka bir şehirde üniversite öğrencisi olması nedeniyle işinde sıkıntı yaşamadığı ve işi bırakmasını gerektiren bir durumun dabulunmadığını, davacının, kendisinin istifasının istendiği gün, imzalaması için evrak getirildiğini ancak bunu kabul etmediğini bildirdiğini, tanık Elif'in de bu durumu doğruladığını, bütün bu hususların birlikte değerlendirilmesinde davacının iş akdine davalı tarafça son verildiğinin anlaşıldığını, davalı S.. Genel Müdürlüğünün de asıl işveren olarak davacının işçilik alacaklarının ödenmesinden diğer davalı ile birlikte sorumlu olduğunu belirterek davayı kabul etmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 17/3/2014 tarihli ilamında, davacının 15/5/2011 tarihinden sonra işe gelmediğinin sabit olduğunu, o tarihte iş sözleşmesinin işverence feshedilip feshedilmediği hususunun ihtilaflı olduğunu, davacının kuzeni ve aynı zamanda şirket eski çalışanı olan davacı şahidi E.B.nin, davacının davalı şirketin koordinatörü ile aralarında geçtiğini iddia ettiği konuşmayı telefonda kendisine anlattığını beyan ettiğini, davacının iddiasını ispat amacı ile bu şahit beyanından başka delili bulunmadığını, davacı şahidinin beyanının bilgi ve görgüye dayanmadığını, iş sözleşmesinin 15/5/2011 tarihinde işverence haksız olarak feshedildiğinin davacı tarafından yöntemince ispatlanamadığını, ayrıca davacının 15/5/2011 tarihinden sonraki devamsızlığı için geçerli bir mazeret de sunmadığını, bu durumda; iş sözleşmesinin işçi tarafından haklı bir sebep olmaksızın feshedildiğinin kabulünün dosya içeriğine daha uygun düşeceğini, haklı bir sebep olmaksızın iş sözleşmesini fesheden işçinin kıdem ve ihbar tazminatına hak kazanamayacağını, davacının anılan taleplerinin reddine karar verilmesi gerekirken yazılıgerekçe ile kabulünün hatalı olduğunu belirterek hükmü bozmuştur. Bozma üzerine Mahkeme 29/5/2014 tarihli kararında belirttiği "Davacı 15/5/2011 tarihinde iş akdinin işveren tarafından haksız olarak feshedildiğini iddia etmiştir. Davacının bu iddiasını tanık E.B. doğrulamıştır. Yargıtay bozma ilamında davacının kuzeni ve aynı zamanda şirketin eski çalışanı olan tanık E.B'nin beyanının bilgi ve görgüye dayanmadığı belirtilerek davacının iş akdine işverence haksız olarak son verildiğinin yöntemince ispatlanamadığı belirtilmiştir.Ancak diğer tanıklardan H.B. "Ben yaklaşık 5 yıldır Alp Sosyal Hizmetlerin çalışanı olarak S....'de görev yapıyorum. davacı ile 7 ay boyunca hukuk servisinde birlikte çalıştık. Biz aynı işleri yapıyorduk. Yazışmalar ile ilgileniyorduk. Zeynep hanım ile benim yaptığım işler aynıydı. Ben aylık -TL ücret alıyordum. Ben davacının ne kadar aylık aldığını bilmiyorum. Davacı işten kendi isteği ile mi ayrıldı yoksa çıkartıldı mı bunu bilmiyorum. Mayıs ayından sonra davacının işegelmediğini biliyorum. Bize bu konuda tutanak hazırlamamız söylendi. Biz de bu konuda tutanak hazırladık. Davacı mayıs ayından sonra işe gelmedi" şeklinde beyanda bulunmuştur.Tanık H.B. davacı ile aynı birimde çalışmıştır.Tanık soru üzerine "Davacı ile biz sadece işyerinden arkadaştık. Davacı işten çıkacağı konusunda ya da işten çıkartıldığı konusunda bana bişey söylemedi. Ben 15 Mayısta tutanak tuttuğumu hatırlıyorum. Davacı kaç gün gelmedi o konuda bişey söyleyemeyeceğim" şeklinde beyanda bulunmuştur. Ayrıca Mahkememizce tanığın beyanı sırasında gözlemde bulunulduğu duruşma tutanağındaki tespitten anlaşılmaktadır. Adı geçen tanığı beyanı ile ilgili duruşma tutanağı şu şekildedir."Ben tutanakları tuttuğum dönemde Z.Ş.'yi aradım. neden gelmediğini öğrenmek için aradım dediği sırada tanığın soruların dışında hususlara tereddütlü şekilde cevap verdiği ve soruları cevaplamaktan bu şekilde kaçındığı anlaşıldığından tanığa tanıklığın ve yeminin önemi anlatılarak yeniden yemin yaptırıldı. Tanık yine tereddütlü olarak konuşmasına devam etti. İç çekti. Bana okuluna devam edeceğini söyledi. Yani gelip gelmemesi ile ilgili konuşmadık. Bana sonrasında başka bir iş bulduğunu söyledi dedi." şeklindedir. Ayrıca tanık E.B. "..aynı durum benim başıma da gelmişti, beni işten çıkarttılar, o zaman bana da bir kağıt getirmişlerdi, imzalamamı istediler, hatta imzalarsan işsizlik maaşı alırsın dediler, ben imzaladım, Z.Ş.'ye ben bu nedenle ben bu hatayı yaptım sen yapma dedim, çünkü ben o imzayı attığımiçin pişman oldum ..." şeklinde beyanda bulunmuştur. Bu tanığın beyanı tanık E.B.'nin beyanı ile birlikte değerlendirildiğinde Mahkememizde davacının iş akdinin işveren tarafından feshedildiği hususunda kanaate ulaşılmıştır." gerekçe ile önceki kararında direnmiştir. Başvurucu ve diğer davalının temyizi üzerine aynı Dairenin 29/9/2014 tarihli kararında belirtilen "Davalı vekilinin kararı temyizi üzerine, Dairemizin 17/3/2014 tarihli ilamında, iş sözleşmesinin işçi tarafından haksız olarak feshedildiği ve devamsızlıktan önceki işveren feshinin usulünce ispatlanamadığı anlaşılmakla, kıdem ve ihbar tazminatı isteklerinin reddi gerektiği belirtilerek hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma sonrasında yapılan yargılama sonunda, mahkemenin 29/5/2014 tarihli kararı ile "şahitlerden E.B.nin beyanı ile H.B.nin beyanı ve H.B.nin beyanı zapta geçirilirken mahkeme gözlemi olarak zapta yazılan hususlar birlikte değerlendirildiğinde, iş sözleşmesinin işverence haksız olarak yeniden incelemede feshedildiği sonucuna ulaşıldığı" gerekçesiyle bozma kararına karşı direnilmiş olup, yapılan incelemede Dairemizce temyiz incelemesi sırasında maddi hataya dayalı olarak kararın bozulduğu anlaşılmakla, direnme kararının kabulü ile Dairemiz kararının ortadan kaldırılmasına karar verildi." gerekçe ile hüküm onanmıştır. Onama kararı 14/11/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve 11/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19742 | Başvuru, Yargıtay onama kararının dosyadaki maddi olguları ve esaslı iddiaları karşılamaması, Mahkemenin usul ve kanuna aykırı karar vermesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Komisyonca tedbir talebinin ve kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Birinci Bölüm tarafından 8/12/2016 tarihinde başvurucunun ülkesine sınır dışı edilmesine ilişkin işlemin geçici olarak (tedbiren) durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve ilgili kurumlardan temin edilen bilgilere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1981 doğumlu olup Rusya Federasyonu (Rusya) vatandaşıdır. Başvurucu hangi tarihte, ne şekilde Türkiye'ye giriş yaptığına ilişkin bir bilgi sunmamıştır. Emniyet Genel Müdürlüğünün 17/5/2016 tarihli gizli ibareli yazısıyla çatışma bölgeleriyle bağlantı olduğu değerlendirildiğinden başvurucu hakkında Göç İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından aynı tarihte G-87 (Genel Güvenlik) tahdit kodu konulmuştur. Bursa İl Emniyet Müdürlüğü ile Gürsu İlçe Jandarma Komutanlığına bağlı güvenlik güçlerinin ortaklaşa düzenlediği 18/5/2016 tarihli operasyon kapsamında başvurucu Gürsu'da bulunan bir evde ailesiyle birlikte yakalanmıştır. Başvurucu, yakalandığı gün Bursa İl Göç İdaresi Müdürlüğü yetkililerince Aydın İl Göç İdaresi Müdürlüğüne teslim edilmiştir. Başvurucunun Aydın Valiliğinin 20/5/2016 tarihli kararıyla 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından anılan kararın iptali için Aydın İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) 9/6/2016 tarihinde dava açılmıştır. Dava dilekçesinde özetle eşi ve üç çocuğuyla birlikte yaşadığı evden hiçbir açıklama yapılmadan götürüldüğünü, hukuka ve usule aykırı olarak sınır dışı etme kararı tesis edildiğini, Rusya'nın Dağıstan bölgesinde yaşadığını, dinî yaşantısı nedeniyle devlet yetkililerinden sürekli baskı gördüğü için ülkesini terk etmek zorunda kaldığını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca ülkesinde dinî inançlarını yaşamak isteyenlerin sistematik baskı politikalarına maruz kaldığını, sorgulandığını ve takip altında olduklarını, bu durumun uluslararası kuruluşların raporlarına da yansıdığını söylemiştir. Başvurucu, terör bölgelerine coğrafi olarak yakın olan Türkiye'den güvenlik gerekçesiyle sınır dışı edildiği takdirde henüz havalimanında polislerce terörist olarak algılanıp sorgulanacağını ve kötü muamele göreceğini iddia etmiştir. Davalı idare sunduğu cevap dilekçesinde sınır dışı etme işleminin hukuka uygun olduğunu, davacının ülkede bulunduğu sırada uluslararası koruma başvurusu yapmadığını, sadece 7/11/2015 tarihinde turizm amaçlı bir yıllık ikamet tezkeresi talebinde bulunduğunu belirtmiştir. İdare Mahkemesinin 23/11/2016 tarihli kararıyla başvurucunun açtığı dava kesin olarak reddedilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir: "Dosyanın incelenmesinden, davacının 2015 tarihinde 'turizm amaçlı' 2015-2016 tarihleri arasında kısa dönem ikamet izni başvurusunda bulunduğu, davacı hakkında 2016 tarihinde İçişleri Bakanlığı Göç İşleri Genel Müdürlüğü tarafından 8897 tahdit yazı no. ile G-87 (Genel Güvenlik) tahdit kaydı konulduğu ve yurda girişinin yasaklandığı, Bursa İl Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ile Gürsu Jandarma Komutanlığı’nın 2016 tarihinde ortaklaşa yaptıkları operasyon neticesinde ikamet ettiği konutta yakalandığı 2016 tarihinde Bursa Göç İdaresi tarafından Aydın Göç İdaresi Geri Gönderme Merkezi’ne sevk edildiği ve Aydın Valiliği Göç İdaresi Müdürlüğü tarafından çatışma bölgeleri ile bağlantılı olduğu değerlendiren ve hakkında G-87 (Genel Güvenlik) tahdit kaydı bulunan davacı hakkında Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 'Sınırdışı Etme Kararı Alınacaklar' başlıklı maddesinin fıkrasının (d) bendi uyarınca sınırdışı etme kararı verildiği, bu kararın iptali istemi ile bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Uyuşmazlık konusu olayda davacının 2015 tarihinde 2015 - 2016 tarihleri arasında bir yıl süreli turizm amaçlı ikamet izni talep ettiği ve yakalama tarihinde ikamet izni çerçevesinde ülkede bulunduğu anlaşılmakta ise de, ulusal mevzuat ve uluslararası sözleşme hükümlerinin devletlere bir yabancıyı ülkesine sokma veya ülkeye giriş izni verilen yabancının sınırdışı edilmesini yasaklamadığı kamu düzeni ve güvenliğinin sağlanması ve kamu sağlığının korunması veya terör faaliyetlerinin engellenmesi gibi nedenlerle yabancıların ülkeye girişinin yasaklanmasının veya sınırdışı edilmelerinin devletin hükümranlık haklarının tabi bir neticesi bulunduğu, İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından davacı hakkında 2016 tarihinde çatışma bölgeleri ile bağlantılı olduğu tespit edildiğinden G-87 (Genel Güvenlik) tahdit kaydı konulduğu, söz konusu tespitlerin Emniyet Genel Müdürlüğü ve Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından gerçekleştirilen araştırmalara dayandığı, bu çerçevede davacının kamu güvenliği ve kamu düzeni bakımından tehdit oluşturduğu ortadadır.Öte yandan, davacı tarafından vatandaşı olduğu ülkeye iade edilmesi halinde dini ve siyasi düşünceleri nedeni ile yaşam hakkının ihlal edilmesinin söz konusu olabileceği veya insanlık onuru ile bağdaşmayacak muamelelere maruz kalacağı, bu nedenle sınırdışı edilemez kişi konumunda bulunduğunu iddia etmiş ise de, dava dosyasına söz konusu hususları ispat edici mahiyette somut delil sunulmadığı, zikredilen hususların soyut iddialar niteliğinde kaldığı görüldüğünden davacı iddialarına itibar edilmemiştir. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 1991 tarihli A. and K.v. Turkey (Başvuru No:14401/88) kararında başvuranların sınırdışı edilmeleri halinde insanlık ya da kötü muamele göreceklerine dair ciddi tehdidin bulunmaması gerekçe gösterilerek başvuruların kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.Bu nedenlerle, davacının 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin fıkrasının (d) bendi uyarınca sınırdışı edilmesine dair tesis edilen dava konusu işlemde hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmamıştır. Açıklanan nedenlerle, davanın reddine..." Verilen karardan başvurucu 6/12/2016 tarihinde haberdar olmuş ve 7/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Yusuf Ahmed Abdelazim Elsayad, B. No: 2016/5604, 24/5/2018, §§ 37, 38; A.A. ve A.A. [GK], B. No: 2015/3941, 1/3/2017, §§ 28-38; Abdolghafoor Rezaeı, B. No: 2015/17762, 6/12/2017, §§ 20- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/32315 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, Dünya Kadınlar Günü'nde yapılan toplantıya polisin müdahalesi sonucunda meydana gelen yaralamadan dolayı kolluk görevlileri hakkında açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmesinden ötürü kötü muamele yasağı, ifade hürriyeti, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nden (UYAP) erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: 1970 doğumlu olan başvurucu, Dünya Kadınlar Günü etkinlikleri kapsamında kadına karşı şiddet ve ayrımcılığa karşı tepkisini kamuoyuyla paylaşmak amacıyla 6/3/2005'te İstanbul Beyazıt Meydanı'nda düzenlenen gösteriye katılmıştır. Göstericiler, polisin gaz ve kuvvet kullanarak müdahale etmesiyle dağıtılmıştır. Müdahale sırasında başvurucunun sağ el bilek ve burun kemiği kırılmıştır. Başvurucunun iddiasına göre basın açıklaması yapılıp dağıldıkları sırada hiçbir uyarıda bulunmadan polis biber gazı sıkarak tekme ve coplarla saldırmıştır. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinin 6/3/2005 tarihli raporunda; başvurucunun sağ el bileğinde skafoid (başparmakla bilek arasında) kemikte kırık saptandığı, nazal (burun) kemikte fraktür (kırık), çenede ekimoz olduğu, fraktürün refoze edilerek (yerleştirmek) alçıya alındığı, sağ gluteada (kalça) 3x12 cm ekimoz bulunduğu, hastanın yirmi gün istirahatinin uygun olduğu bildirilmiştir. 10/3/2005'te Türkiye İnsan Hakları Vakfına müracaat eden başvurucunun muayenesi sonucunda yüzde burun alçı ateli tespit edilmiş; sağ göz kapağında koyu kırmızı ekimoz, sağ kaş üstünce 1x0,5 cm boyutunda eroze kabuk bağlamaya başlamış yara, alında 1,5x1 cm boyutunda sıyrık, sağ ön kol dirseğe kadar alçılı, parmak uçları serbest, sağ gluteal bölgede 4,5x4 cm boyutunda koyu kırmızı-mor renkli ekimoz, hemen altında 6x3 cm boyutunda koyu kırmızı-mor renkli ekimoz olduğu saptanmıştır. Rapora, başvurucunun yaralarını gösteren beş fotoğraf eklenmiştir. Fotoğraflarda başvurucunun göz kapaklarında, alnında, ellerinde, kalçasında kızarıklık ve sıyrıklar bulunduğu, sağ kolunun alçıda olduğu görülmektedir. Başvurucunun 15/3/2005’te İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğünde yapılan muayenesi üzerine düzenlenen raporda kişide oluşan yaralanmanın hayati tehlikeye sebep olmadığı, on beş gün mutad iştigaline engel olduğu açıklanmıştır. İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğünce 20/10/2005 tarihinde yapılan muayene sonucunda başvurucunun kemik kırıklarının hayat fonksiyonlarına etkisinin orta () derecede olduğu, basit tıbbi müdahaleyle giderilemeyeceği belirlenmiştir. Başvurucu 10/3/2005 tarihinde gösteriye müdahale ederek kendisini yaralayan polisler hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca gösteriye müdahale eden kolluk görevlileri hakkında soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu 11/3/2005 tarihli ifadesinde; Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla Beyazıt Meydanı'nda yapılan etkinliklere kalabalığı görünce kendisinin de katıldığını, basın açıklaması yapıldıktan sonra kalabalığın dağıldığı sırada polis memurlarının hiçbir ikazda bulunmadan kendilerine saldırdığını, aldığı cop darbeleriyle yere düştüğünü, yerdeyken de coplandığını, bir taksiyle Çapa Tıp Fakültesine gittiğini, gözaltına alınmadığını, polislerin kaskı olduğundan yüzlerini göremediğini, rahatsızlığından dolayı aynı gün şikâyete gelemediğini, beş gün sonra ancak kendine gelebildiğini belirtmiştir. Soruşturma sonucunda 9/12/2005 tarihli iddianameyle elli dört polis memuru hakkında başvurucunun da aralarında bulunduğu toplam kırk dokuz mağdur ve müştekiye karşı kasten yaralama zor kullanma yetkisinin sınırının aşılması suçundan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açılmıştır. İddianamede, yakalanan bazı göstericileri gözaltına alan polis memurlarının kim olduğu sayılmıştır. Başvurucunun olaydan sonra gözaltına alınmadığı ancak mülkiye başmüfettişleri tarafından hazırlanan rapora göre E.B., Ş., A.O.P., , S.B., U. ve Y.K. isimli yedi polis memurunun başvurucuya karşı cop kullanarak orantısız müdahalede bulunduğu, etkisiz hâle getirilmiş bazı göstericilere tekme attığı iddia edilmiştir. Gösteride yaralanan otuz dokuz kişi aynı soruşturmada gösteri yapılmasına izin vermeyen ve kendilerini yaralayan İstanbul il emniyet müdürü, İstanbul Çevik Kuvvet şube müdürü ile çeşitli rütbede polisler hakkında görevi kötüye kullanma suçundan ihbarda bulunmuştur. Rütbeli emniyet mensupları hakkında izinsiz gösteride yetkilerini kullanmalarının görevi kötüye kullanma suçunun unsurlarını oluşturmadığı belirtilerek kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Bu karara itiraz edilip edilmediğine dair bir bilgi bulunmamaktadır. Yapılan yargılama sonucunda İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin 12/5/2011 tarihli kararıyla sanıklardan beşinin 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesi uyarına ikişer kez 5 ay hapis, başvurucudan başka bir mağduru yaralayan sanık U.nun ise 1 yıl 9 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, diğer sanıkların beraatına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; davadaki mağdur ve sanık sayısının fazlalığı, bunlardan bir kısmının Mahkemenin yargı alanı dışında kalması, sanıkların kasklı olmalarından ve sicil numaralarının bulunmamasından dolayı teşhis ve tespitte zorluk çekildiği, davanın bu sebeple uzadığına işaret edilmiştir. Kamera kayıtlarında polisin zor kullanma sınırını aşarak biber gazı kullandığı, tekme ve copla göstericilere müdahalede bulunduğu kabul edilmiştir. Mahkeme tarafından ayrıca sanıkların kasıtlarının yoğun olduğu gerekçesiyle alt sınırdan uzaklaşılarak sanıkların cezalandırılmasına karar verildiği belirtilmiştir. Sanıklar ve başvurucunun da aralarında bulunduğu katılanlar tarafından yapılan temyiz istemi sonucunda Yargıtay Ceza Dairesinin 20/2/2014 tarihli ilamıyla 765 sayılı Kanun'un maddesinin dördüncü ve maddesinin ikinci fıkrası uyarınca 7 yıl 6 aylık zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle davaların düşmesine karar verilmiştir. Başvurucu 14/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13719 | Başvuru, Dünya Kadınlar Günü nde yapılan toplantıya polisin müdahalesi sonucunda meydana gelen yaralamadan dolayı kolluk görevlileri hakkında açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmesinden ötürü kötü muamele yasağı, ifade hürriyeti, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; taraf olunmayan davada icra takibinin durdurulması kararı verilmesi ve bu karara karşı itiraz ve istinaf taleplerinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Anadolu Bank (Banka) Aliağa Şubesine ait keşidecisinin İ. Limited Şirketi, lehtarının olduğu 30/7/2012 keşide tarihli 866 TL bedelli ve 31/8/2012 keşide tarihli, 620 TL bedelli çeklerin hamili başvurucu Şirkettir. Söz konusu çeklerin keşidecisi İ. Limited Şirketi tarafından çeklerin lehtarı aleyhine 12/6/2012 tarihinde Niğde Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) açılan menfi tespit davasında 13/6/2012 tarihli tensip zaptıyla çeklerin davalı tarafından ibrazı hâlinde ödenmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmiştir. Başvurucu Şirket, ciro yoluyla kendisine intikal eden çekleri ödenmesi için Bankaya ibraz etmiştir. Banka kendisine ibraz edilen çeklerin arkasına "İş bu çek hakkında T. Niğde Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012 tarih 2012/328 sayılı ödeme yasağı kararı bulunduğundan üzerinde hiç bir işlem yapılmamıştır" şerhini yazarak ödeme yapmamıştır. Bunun üzerine bu iki çekin tahsili için başvurucu Şirket tarafından İ. Limited Şirketi, ve Banka aleyhine Niğde İcra Dairesinde (İcra Dairesi) 15/11/2012 tarihinde ilamsız icra takibi başlatılmıştır. Müteakiben menfi tespit davasında davacı İ. Limited Şirketi tarafından başvurucunun başlattığı icra takibinin tedbiren durdurulması talep edilmiştir. Mahkemece 26/11/2012 tarihli ara kararı ile icra takibinin tedbiren durdurulmasına hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde; çeklerin menfi tespit davasına konu çekler olduğu, önceki tedbir kararının kişiler yönünden olmayıp davalı tarafından ibrazı hâlinde çeklerin ödenmesinin tedbiren durdurulmasına karar verildiği vurgulanmıştır. Buna rağmen Bankanın başvurucuya ödeme yapmadığı belirtilmiştir. Bununla birlikte menfi tespit davasının icra takibinden önce açılmış olması nedeniyle İ. Limited Şirketi yönünden de takibin tedbiren durdurulmasına karar verildiği ifade edilmiştir. Bu karar üzerine İcra Dairesi 26/11/2012 tarihinde Mahkemenin aynı tarihli kararı gereğince icra takibinin İ. Limited Şirketi yönünden durdurulmasına karar vermiştir. Başvurucu Şirketin Mahkemenin takibin İ. Limited Şirketi yönünden de tedbiren durdurulmasına ilişkin 26/11/2012 tarihli ara kararına karşı 13/2/2013 tarihinde yaptığı itiraz Mahkemece 26/2/2013 tarihli celsede ara kararla reddedilmiştir. Söz konusu ara kararında, dava dışı başvurucu Şirketin tedbirin kaldırılması yönündeki talebinin teminat alınması nedeniyle zararların oluşması hâlinde bu teminattan zararların karşılanabileceği vurgulanmıştır. Bununla birlikte icra takibinin münhasıran davacı İ. Limited Şirketi yönünden durdurulmasına karar verildiği, diğer borçlulardan tedbir kararını yanlış uygulayan Banka dâhil alacağın tahsil edilebilme imkânının olduğu açıklanmıştır. Tedbirin kaldırılması talebinin reddine dair karara karşı başvurucu Şirket tarafından 17/4/2013 tarihinde temyiz talebinde bulunulmuştur. Bu dosya temyiz aşamasındayken İcra Dairesi resen 28/6/2013 tarihli karar tensip tutanağı düzenlemiştir. Anılan tutanakta borçlulardan Bankanın süresinde borca itirazı nedeniyle Banka hakkındaki takibin durdurulduğu, diğer borçlu İ. Limited Şirketi hakkında ise takibin tedbiren durdurulmasına dair karar verildiği belirtilmiştir. Bununla birlikte borçlulardan D hakkındaki takibin kesinleştiği ve tarafından borcun 866 TL'lik kısmına bir itirazının olmadığına dair dilekçe vermesine rağmen 100 TL yatırdığı açıklanarak yatırılan paranın başvurucunun hesabına aktarılmasına karar verilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesince 12/3/2014 tarihinde söz konusu kararın temyizen incelenemeyeceği gerekçesiyle temyiz talebinin reddine karar verilmiştir. Başvurucu Şirket 14/4/2015 ve 15/5/2015 tarihli dilekçelerle tedbir kararının kaldırılmasını talep etmiş ancak Mahkemece bu taleplerle ilgili herhangi bir değerlendirme yapıldığı tespit edilememiştir. Nihayet başvurucu Şirketin ilgili kişi olarak nitelendiği menfi tespit davasında 25/10/2016 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar verilmiş ancak söz konusu tedbire ilişkin bir hüküm verilmemiştir. Kararın gerekçesinde başvurucunun takibin durdurulması tedbirine yönelik 13/2/2013 tarihli itirazı ve buna ilişkin 26/2/2013 tarihli ara kararına da değinilmiştir. Başvurucu Şirket 25/10/2016 tarihli Mahkeme kararına karşı da istinaf yoluna başvurmuştur. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin (Daire) 6/6/2018 tarihli kararıyla başvurucu Şirketin istinaf talebinin usulden reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, takip alacaklısı başvurucu Şirketin davanın tarafı olmadığı ve aleyhine bir durum da yaratılmadığı izah edilerek istinaf hakkının bulunmadığı belirtilmiştir. Nihai karar, başvurucu Şirket vekiline 27/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu Şirket 17/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Yargılamaya Hâkim Olan İlkeler" ana başlıklı "İkinci Bölüm"ünde yer alan "Hukuki dinlenilme hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.(2) Bu hak;a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,b) Açıklama ve ispat hakkını,c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini,içerir." 6100 sayılı Kanun'un "Davanın İhbarı ve Davaya Müdahale" başlıklı "Üçüncü Ayırım"da "İhbar ve şartları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Taraflardan biri davayı kaybettiği takdirde, üçüncü kişiye veya üçüncü kişinin kendisine rücu edeceğini düşünüyorsa, tahkikat sonuçlanıncaya kadar davayı üçüncü kişiye ihbar edebilir." 6100 sayılı Kanun'un "İhbarda bulunulan kişinin durumu" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Dava kendisine ihbar edilen kişi, davayı kazanmasında hukuki yararı olan taraf yanında davaya katılabilir." 6100 sayılı Kanun’un "İncelemenin kapsamı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) İnceleme, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır. Ancak, bölge adliye mahkemesi kamu düzenine aykırılık gördüğü takdirde bunu resen gözetir." 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Poliçeden dolayı kendisine başvurulan kişi, düzenleyen veya önceki hamillerden biriyle kendi arasında doğrudan doğruya var olan ilişkilere dayanan def’ileri başvuran hamile karşı ileri süremez; meğerki, hamil, poliçeyi iktisap ederken bile bile borçlunun zararına hareket etmiş olsun." 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun "Menfi tesbit ve istirdat davaları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''Borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tesbit davası açabilir.İcra takibinden önce açılan menfi tesbit davasına bakan mahkeme, talep üzerine alacağın yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere gösterilecek teminat mukabilinde, icra takibinin durdurulması hakkında ihtiyati tedbir kararı verebilir. İcra takibinden sonra açılan menfi tesbit davasında ihtiyati tedbir yolu ile takibin durdurulmasına karar verilemez. Ancak, borçlu gecikmeden doğan zararları karşılamak ve alacağın yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere göstereceği teminat karşılığında, mahkemeden ihtiyati tedbir yoluyle icra veznesindeki paranın alacaklıya verilmemesini istiyebilir. Dava alacaklı lehine neticelenirse ihtiyati tedbir kararı kalkar. Buna dair hükmün kesinleşmesi halinde alacaklı ihtiyati tedbir dolayısıyla alacağını geç almış bulunmaktan doğan zararlarını gösterilen teminattan alır. Alacaklının uğradığı zarar aynı davada takdir olunarak karara bağlanır. Bu zarar herhalde yüzde yirmiden aşağı tayin edilemez. ...''B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/6/2015 tarihli ve E.2015/5421, K.2015/15760 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Alacaklı tarafından borçlular hakkında başlatılan bonoya dayalı kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takipte borçlulardan Y. ile ... Ltd. Şti'nin taraf olduğu ve İstanbul Tüketici Mahkemesi'nde görülen menfi tespit davasında verilen tedbir kararı nedeni ile, takibin borçlu Y. yönünden durdurulduğu, alacaklı vekilinin haciz talebinin icra müdürlüğünce takibin durdurulduğu gerekçesi ile reddedildiği, alacaklı vekilinin icra mahkemesine başvurusunda icra müdürlüğünün takibin durdurulması ve haciz talebinin reddi kararının şikayet edilerek durdurma kararının kaldırılmasına ve haciz taleplerinin yerine getirilmesine karar verilmesinin talep edildiği, mahkemece tedbir kararı nedeni ile şikayetin reddine karar verildiği görülmektedir. Senedin tanzim tarihinde yürürlükte bulunan 6762 sayılı TTK'nun maddesinde; '...keşideci, lehtarla doğrudan doğruya arasında mevcut olan münasebetlere dayanan defileri, müracaatta bulunan hamile karşı ileri süremez. Meğer ki, hamil, poliçeyi iktisap ederken, bile bile borçlunun zararına hareket etmiş olsun' hükmüne yer verilmiştir. Somut olayda, takip alacaklısı bonoda ciranta olup, keşideci, lehtar ve diğer cirantalar hakkında takip yapmıştır. Menfi tespit davası ise keşideci ile lehtar arasında görülmektedir. Yukarıdaki yasa hükmü gözetildiğinde, alacaklı cirantanın taraf olmadığı menfi tespit davasında verilen tedbir kararı alacaklıyı bağlamaz. Bu sebeple istemin kabulü gerekirken reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/6/2017 tarihli ve E.2017/4181, K.2017/9575 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "... Alacaklı tarafından bonoya dayalı kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla başlatılan takipte, icra müdürlüğünce İstanbul Anadolu Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 2015/325 Esas sayılı dosyasında verilen tedbir kararı gereğince takibin durdurulmasına karar verildiği; alacaklı vekilince, tedbir kararı verilen dosyada taraf olmadıkları gerekçesiyle takibin durdurulmasına ilişkin icra müdürlüğü kararının iptali isteminin mahkemece reddine karar verildiği görülmektedir. İstanbul Anadolu Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 2015/325 Esas sayılı menfi tespit dosyasında 2015 tarihli tedbir kararında “dava tarihi itibari ile henüz icra takibine konulmamış olmak kaydıyla davaya konu 11 adet senet hakkında, İİK’nun 72/ maddesi gereğince..........kesin ve süresiz teminat mektubu şeklinde mahkeme veznesine yatırılması kaydıyla İİK72/ mad. gereğince açılması muhtemel icra takiplerinin dava sonuna kadar tedbiren durdurulmasına ve yalnızca taraflar bağlayıcı nitelikte bankaya ibrazı halinde ödeme yasağı konulmasına” karar verilmiş dosyada alacaklı ... Ltd. Şti'nin müdahillik talebinde bulunduğu mahkemece talebin kabulüne karar verildiği görülmüşü ise de, alacaklının asli müdahil olmadığı dolayısı ile dosyaya taraf olmadığı anlaşılmaktadır. 6102 sayılı TTK'nun maddesinde; '...keşideci, lehtarla arasında doğrudan doğruya var olan ilişkilere dayanan def’ileri başvuran hamile karşı ileri süremez; meğerki, hamil, poliçeyi iktisap ederken bile bile borçlunun zararına hareket etmiş olsun.' düzenlemesi yer almaktadır. Somut olayda, takip alacaklısı bonoda ciranta olup, keşideci ve lehtar hakkında takip yapmıştır. Menfi tespit davası ise keşideci ile lehtar arasında görülmektedir. Yukarıdaki yasa hükmü gözetildiğinde alacaklı cirantanın taraf olmadığı menfi tespit davasında verilen tedbir kararı alacaklıyı bağlamaz. Ayrıca senedin hangi tarihte ciro edildiği de belli değildir. Bu sebeple istemin kabulü gerekirken reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24574 | Başvuru, taraf olunmayan davada icra takibinin durdurulması kararı verilmesi ve bu karara karşı itiraz ve istinaf taleplerinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, arama işleminin hukuka aykırı olarak yapılması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının, gözaltı sürecinde avukat yardımından yararlandırmama nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuşlardır. İkinci Bölüm tarafından niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Genel Açıklamalar PKK'nın terör örgütü olduğu ulusal ve uluslararası makamlar tarafından kabul edilmiş tartışmasız bir olgudur. Anılan örgütün gerçekleştirdiği terörist şiddet, bölücü amaçları dolayısıyla anayasal düzene, millî güvenliğe, kamu düzenine, kişilerin can ve mal emniyetine yönelik ağır tehdit oluşturmaktadır. Bu yönüyle ülkenin toprak bütünlüğünü hedef alan PKK kaynaklı terör, onlarca yıldır Türkiye'nin en hayati sorunu hâline gelmiştir (ayrıntılı bilgiler için bkz. Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 7-18). Bununla birlikte kamuoyunda demokratik açılım süreci, çözüm süreci ve Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi gibi farklı isimlerle ifade edilen süreç içinde 2012 yılının son döneminden itibaren PKK tarafından gerçekleştirilen terör saldırıları önemli ölçüde azalmıştır. Ancak Suriye'de son yıllarda yaşanan iç savaşın Türkiye'nin güvenliği üzerinde etkileri olmuş, PKK ve DAEŞ kaynaklı terör olayları yeniden artmaya başlamıştır. Kamuoyunda 6-7 Ekim olayları ve hendek olayları olarak bilinen terör eylemleri bunların başında gelmektedir (ayrıntılı açıklamalar için bkz. Gülser Yıldırım (2), §§ 19-27). Hendek olayları kapsamında PKK tarafından birçok yerleşim yerinde, cadde ve sokaklara hendekler kazılıp barikatlar kurularak, bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirilerek teröristler tarafından şehirlerin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çok sayıda terörist, halkın bu yerlere girişini ve buralardan çıkışını engellemek istemiştir. Güvenlik güçleri, hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması suretiyle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmış ve teröristlerle çatışmaya girmiştir. Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında çok sayıda güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş, tonlarca bomba ve patlayıcı imha edilmiştir (ayrıntılı bilgiler için bkz. Gülser Yıldırım (2), §§ 28-30). Terör saldırılarının gittikçe yoğunlaştığı ve ülkenin birçok bölgesine yayıldığı bu dönemde hem güvenlik güçleri hem de siviller hedef alınmıştır. Bu bağlamda PKK tarafından 6/9/2015 tarihinde Yüksekova'da askerî karakola, 28/11/2015 tarihinde Sur'da güvenlik görevlilerine, 13/1/2016 tarihinde Diyarbakır'ın Çınar ilçesinde polis lojmanlarına, 24/3/2016 tarihinde Sur'da askerî karakola, 31/3/2016 tarihinde Bağlar'da polis aracına, 11/4/2016 tarihinde Hani'de askerî karakola, 15/4/2016 tarihinde Şırnak'ta güvenlik görevlilerine, 1/5/2016 tarihinde Dicle'de jandarma binasına, 10/5/2016 tarihinde Bağlar'da polis aracına, 12/5/2016 tarihinde Sur'da doğrudan sivillere, aynı gün İstanbul'da askerî servis aracına, 29/5/2016 tarihinde Kulp'ta güvenlik görevlilerine, 30/5/2016 tarihinde Silopi'de polis aracına, 28/6/2016 tarihinde Dicle'de polis aracına, 10/8/2016 tarihinde Sur'da polis ekiplerine, 15/8/2016 tarihinde Bismil'de Bölge Trafik Müdürlüğüne, 9/10/2016 tarihinde Şemdinli'de askerî kontrol noktasına ve 4/11/2016 tarihinde Bağlar'da emniyete ait hizmet binalarına yönelik silahlı ve/veya bombalı saldırılar düzenlenmiş; ayrıca bombalı intihar saldırıları gerçekleştirilmiştir. Bu saldırılarda 60 güvenlik görevlisi ve -aralarında üç çocuk ve Diyarbakır Baro Başkanı'nın da bulunduğu- 51 sivil hayatını kaybetmiş, 308 güvenlik görevlisi ve 289 sivil yaralanmıştır (Sebahat Tuncel (3), B. No: 2017/23601, 10/10/2018, § 9; Tuncer Bakırhan, B. No: 2017/28478, 11/10/2018, § 9).B. Başvurucuların Tutuklanmasına İlişkin Süreç Başvurucular Doğan Erbaş ve Aysel Güzel, Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul il eş başkanları; Kasım Oba dışındaki diğer başvurucular ise aynı Partinin İl Yönetim Kurulu üyeleridir. Başvurucular Ali İpekli, Aysel Güzel, Ayşe Karadağ, Doğan Erbaş, Feremez Erkan, Mehmet Tayyip Arslan, Muhittin Arslanboğa, Ramazan Çetinçakmak ve Süleyman Özcan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) PKK/KCK terör örgütünün siyasal alan yapılanması içinde faaliyet gösteren kişilerin tespitine yönelik olarak başlatılan bir soruşturma kapsamında Cumhuriyet savcısının talimatıyla 12/12/2016 tarihinde gözaltına alınmış; soruşturma işlemlerinin yürütüldüğü İstanbul Emniyet Müdürlüğüne getirilerek 4/1/2017 tarihine kadar burada gözaltında tutulmuştur. Başvurucuların savunması 4/1/2017 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından alınmıştır. Başvurucuların Başsavcılıktaki ifade alma işlemleri sırasında müdafileri de hazır bulunmuştur. İfade Tutanağı'nda belirtildiğine göre başvuruculara, ifade alma işlemi öncesinde isnat edilen silahlı terör örgütüne üye olma suçuna ilişkin olay ve olgular açıklanmıştır. Başvurucular savunmalarında özetle soruşturma konusu eylemlerin siyasi faaliyetleri esnasında veya sosyal medyada ifade ve düşünce özgürlüğü kapsamında yaptıkları açıklamalar ile katıldıkları protesto eylemleri olduğunu belirterek suçlamaları kabul etmemiştir. Cumhuriyet savcısı 4/1/2017 tarihinde başvurucuları PKK/KCK terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmaları istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk etmiştir. Sorgu Tutanağı'nda, başvuruculara isnat edilen suçların okunup anlatıldığı belirtilmiştir. Bu sırada başvurucuların müdafileri de hazır bulunmuştur. Hâkimlik 4/1/2017 tarihinde başvurucuların silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçunu işlediğine ilişkin yürütülen soruşturmada şüpheli ile ilgili internet bulguları, söz konusu parti binasında yapılan aramada ele geçirilen PKK ve YDG-H terör örgütlerine ait raporlar ve Abdullah Öcalan'a ait poster ve fotoğraflar ve terör örgütlerini simgeleyen sözde bayrak ve flamalar ve ölü ele geçirilen terörist fotoğrafları ile örgüt propagandası yapan gazete, dergi ve pankartlar dikkate alındığında atılı suça ilişkin kuvvetli suç şüphesi hasıl olmakla, yasada bu suç için ön görülen cezanın üst sınırına göre şüphelilerin kaçmaları, delilleri karartma şüphesinin bulunması, atılı suçun CMK 100 maddesinde sayılan suçlardan olması nedeniyle tutuklama sebeplerinin var kabul edilmesi gerekliliği, soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi dikkate alındığında adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağından CMK 100 ve devamı maddeleri gereğince... [tutuklanmalarına karar verildi.]" Başvurucu Süleyman Başer söz konusu soruşturma kapsamında Başsavcılık tarafından 14/2/2017 tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul Emniyet Müdürlüğüne getirilerek 21/2/2017 tarihine kadar burada gözaltında tutulmuştur. Başvurucunun savunması 21/2/2017 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından alınmıştır. Başvurucunun Başsavcılıktaki ifade alma işlemi sırasında müdafileri de hazır bulunmuştur. İfade Tutanağı'nda belirtildiğine göre başvurucuya, ifade alma işlemi öncesinde isnat edilen silahlı terör örgütüne üye olma suçuna ilişkin olay ve olgular açıklanmıştır. Başvurucu, savunmasında suçlamaları kabul etmemiştir. Cumhuriyet savcısı 21/2/2017 tarihinde başvurucuyu PKK/KCK terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Sorgu Tutanağı'nda, başvurucuya isnat edilen suçların okunup anlatıldığı da belirtilmiştir. Bu sırada başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 21/2/2017 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şu şekildedir:"Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçundan; atılı suçun niteliği ve katolog suçlardan olması, mevcut delil durumu, şüphelinin yasa dışı olduğu değerlendirilen eylem ve gösterilere katıldığına dair resim, fotoğraf ve görüntüler somut olgu kabul olunmakla, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin varlığı, atılı suçun yasada öngörülen cezasının üst sınırı, bu aşamada adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşıldığından CMK' nun 100 ve devamı maddeleri uyarınca... [tutuklanmasına karar verildi.]" Başvurucu Kasım Oba hakkında ise bahse konu soruşturma kapsamında adresinin belirlenememesi nedeniyle 30/1/2017 tarihinde yakalama emri çıkarılmıştır. Şanlıurfa'nın Siverek ilçesinde 9/3/2017 tarihinde yakalanan başvurucu, İstanbul Emniyet Müdürlüğüne getirilerek 16/3/2017 tarihine kadar burada gözaltında tutulmuştur. Başvurucu, kolluk biriminde alınan ifadesinde suçlamaları kabul etmemiştir. Cumhuriyet savcısı 16/3/2017 tarihinde başvurucuyu PKK/KCK terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Sorgu Tutanağı'nda, başvurucuya isnat edilen suçların okunup anlatıldığı belirtilmiştir. Bu sırada başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 16/3/2017 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "Tutuklama şartlarından kuvvetli suç şüphesine ilişkin yapılan değerlendirmede... yapılan aramada çok sayıda digital materyal ile birlikte KSM olarak kaydedilen Word belgesinde şüphelinin kimlik bilgileri ve öz geçmişi ile düşüncelerine dair 01/12/2014 tarihli belge içeriğine söz konusu belgenin şüphelinin seçim çalışmalarına katıldığını belirttiği parti binasında ele geçirilmesi nedeni ile şüpheliye suç isnad edildiği düşünülemeyeceği yazıdaki ayrıntılar dikkate alındığında herkesçe bilinen bilgiler olmaması nedeni ile belgenin şüpheli tarafından düzenlendiği kanaatine varıldığından şüphelinin üzerine yüklenen suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delillerin bulunduğu kabul edilmiştir.Yukarıda belirtildiği üzere şüphelinin üzerine yüklenen Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçunu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, suçun CMK'nın 100/ maddesinde sayılan suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedenlerin var sayılması, suç için öngörülen ceza miktarı dikkate alındığında tutuklamanın ölçülü olduğu ve aynı sebeple adli kontrol hükümlerinin yeterli olmayacağı kanaatine varılmakla CMK' nun 100 ve devamı maddeleri uyarınca... [tutuklanmasına karar verildi.]" Başsavcılığın 7/4/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucuların silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmaları istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede öncelikle PKK/KCK'nın terör örgütü olduğundan bahsedilmiş, sonrasında ise başvurucuların suçlamaya konu edilen eylemlerine yer verilmiştir. İddianamede ve diğer soruşturma belgelerinde belirtildiği üzere anılan eylemler her bir başvurucu yönünden aşağıdaki gibi özetlenebilir: Başvurucu Doğan Erbaş Yönündeni. 25/6/2016 tarihinde İstanbul Galatasaray Meydanı'nda İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Cumartesi Anneleri grubunun organize ettiği "İnsanlık Onuru İşkenceyi Yenecek" adı altında düzenlenen eyleme başvurucunun da katıldığı belirtilmiştir. Söz konusu etkinlik sırasında yapılan açıklamalarda "PKK/KCK terör örgütü mensuplarına karşı yapılan operasyonların katliam olduğu, Cizre'de bodrum katında insanların yakıldığı, arabaların arkasına PKK terör örgütü üyelerine ait cesetlerin bağlanarak teşhir edildiği, 27/5/2016 tarihinde Demokratik Bölgeler Partisi Şırnak il yöneticisi olan H.K.nin güvenlik güçleri tarafından sorguya alınmasının ardından öldürülüp cesedinin yok edildiği" şeklinde ifadeler kullanıldığı ileri sürülmüştür. Adı geçen kişinin ölmediği ve 7/10/2016 tarihinde Kerkük'te olduğu kolluk birimlerince belirlenmiştir.ii. 28/6/2016 tarihinde İstanbul Galatasaray Meydanı'nda Emek ve Demokrasi Koordinasyonunun organize ettiği oturma eylemine ve basın açıklamasına başvurucunun da katıldığı, anılan organizasyonun Özgür Gündem isimli gazetenin kapatılmasının protesto edilmesi amacıyla gerçekleştirildiği, burada yapılan basın açıklamalarında ülkenin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki bazı illerinde PKK/KCK terör örgütü mensuplarına karşı yürütülen operasyonların savaş olarak nitelendirildiği iddia edilmiştir.iii. 2/7/2016tarihinde Galatasaray Meydanı'nda HDP ve Hakların Demokratik Kongresi (HDK) tarafından organize edilen basın açıklamasına -Diyarbakır Lice'de güvenlik güçlerince yapılan operasyonlarla ilgili- başvurucunun katıldığı ve burada yaptığı açıklamada "Hepinizi ... KJA (Kongreya Jinen Azad-Özgür Kadın Kongresi) adına selamlıyorum ... Lice'de yaşananlara (Güvenlik güçleri ile girdiği çatışmada ölen bir teröristin cesedinin bir aracın arkasına bağlanarak sürüklendiğine ilişkin olarak sosyal medyada ve bazı basın yayın organlarında haber ve görüntüler yer almıştır.) ilişkin uluslararası çevrelerden, kamuoyundan, uluslararası kamuoyundan, İnsan Hakları Örgütü başta olmak üzere pek çok kurumdan açıklama yapıldı ... şu an Türkiye'de ve Kürdistan'da yaşadığımız manzaranın sorumlusu bu zihniyettir, bu yaklaşım biçimidir. Bugünlerde peşpeşe özür dileniyor hep beraber izliyoruz. Dilensin ona bişey demiyoruz çark etsin ona da bişey demiyoruz ama herşeyden önce özür dilenmesi gereken bir yer varsa bu topraklarda katliama uğrayan halklardır ... bu zihniyetin sonuç alamayacağını Lice'nin direnerek kazanmaya devam edeceğini bugüne kadar kazandığı gibi bundan sonra da kazanmaya devam edeceğini bir kez daha belirtiyoruz. Lice halkıyla dayanışmak için bir araya geldik ama dediğim gibi yetkililer kolluk güçleri bize izin vermedi biz de bu tutumu protesto etmek için 5 dakika oturma eylemi yaptık bikaç dakika oturma eylemi yaptık." şeklinde ifadeler kullandığı iddia edilmiştir. iv. 20/8/2016 tarihinde Özgür Gündem gazetesinin önünde yapılan basın açıklamasına katılan başvurucunun burada yaptığı konuşmada "...Bir kez daha zihniyeti kapalı olanların, duyguları düşünceleri kapalı olanların kapattığı gazetenin önünde buluştuk. A.E.nin (Ulusal ölçekte yayın yapan ve darbe teşebbüsü sonrasında ilan edilen olağanüstü hâl döneminde çıkarılan, 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile terör örgütleriyle bağlantısı olduğu gerekçesiyle kapatılmasına karar verilen Özgür Gündem gazetesinin yazarlarından biri olup PKK terör örgütü üyesi olduğu suçlamasıyla 20/8/2016 tarihinde tutuklanmıştır.) dayanışması için buradayız ... burada bir mesaj verilmek istendi o da şu; Saray, AKP, devlet, sistem Kürtlerle bir arada olursanız sizi cezalandırırım demek istedi A.E.nin şahsında, biz mesajı böyle aldık. Bu vesileyle Özgür Gündem ve dayanışma daha da büyümelidir, Özgür Gündem'e destek eylemleri daha yükseltilmelidir ... A.E. dünyanın da tanıdığı yakından tanıdığı ilgili çevrelerin çok yakından bildiği bir isim, bize göre tutukluluğu çok uzun sürmeyecektir, tutuklama kararını verenler pişman olacaklardır... Bu karanlık günlerden Türkiye geçecektir, Türkiye Halkları barış özleminde ısrarcıdırlar. Elbette bu bugünleri dayanışmayla birlikte mücadeleyle HDP ve diğer bütün demokrasi güçlerinin ortak direnişiyle mücadelesiyle aşacağımıza biz yürekten inanıyoruz..." şeklinde sözler söylediği iddia edilmiştir.v. 25/8/2016 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Meydanı'nda HDP, HDK ve KJA tarafından organize edilen "Katilleri Tanıyoruz, Katliamlara Teslim Olmayacağız" adı altında düzenlenen protesto eylemi ve basın açıklamasına başvurucunun katılarak burada bir konuşma yaptığı belirtilmiştir. Başvurucunun anılan konuşmasında özetle "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin DAEŞ terör örgütüne silah göndererek açık açık destek verdiği, anılan terör örgütünün bölgede ve hatta dünyada gerçekleştirdiği eylemlerinin sorumlusunun Türkiye olduğu, Cerablus operasyonunu DAEŞ bahane edilerek Kürtlerin bölgeden atılması için yapıldığı" şeklindeki iddiaları dile getirdiği ileri sürülmüştür. Konuşmanın metnine iddianamede aynen yer verilmemiştir. vi. 11/9/2016 tarihinde İstanbul İstiklal Caddesi'nde PKK/KCK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'a uygulandığı iddia edilen tecrit ile bazı belediyelere kayyım atanmasını protesto etmek amacıyla yapılan ve "Tecrit İnsanlık Suçudur, Amed Açlık Grevini Selamlıyoruz" yazılı pankartın da açıldığı basın açıklamasına başvurucunun katıldığı iddia edilmiştir. vii. 12/10/2016 tarihinde Galatasaray Meydanı'nda HDP ve Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) mensuplarının gözaltına alınmasını protesto etmek amacıyla yapılan etkinliğe başvurucunun katılarak terör örgütü propagandası içerikli bir konuşma yaptığı iddia edilmiştir. Başvurucunun konuşmasının ilgili kısmı şöyledir: "...Dün Amed ve Dersim'de başlatılan bugün Van ve Hakkari'de devam eden bir siyasi soykırım operasyonuyla karşı karşıya kaldık. Pek çok ilde şu saatlerde son 1 haftada değerli arkadaşlar 180'i aşkın 181 arkadaşımız gözaltına alındı şu an gözaltındalar ... AKP ve Saray iktidarı fırsatçılık yaparak, göz boyayarak, aldattığını sanarak savaş politikaları izlemeye devam ediyor. Fırsatçılığı içerde darbeyle mücadele adı altında yapıyor darbeyle ve terörle mücadele ediyorum diye işte yaptıklarını hep izledik. Medya organları susturuldu, özgür basın susturuldu, halkın haber alma hakkı engellendi, basın özgürlüğü ayaklar altına alındı ... Darbeyle terörle mücadele adı altında fırsatçılığı bu şekilde yaparken bölgesel ve uluslararası alanda da İŞİD'le mücadele ediyorum adı altında Cerablus'u işgal girişimi başlattı, Mimbiç'e yönelik harekat başlatmak istedi işte en sonda Lozan tartışmalarıyla Türkiye'de sıkışmışlığından dolayı savaşı kışkırtarak milliyetçiliği ve şövenizmi yükselterek halklar arası milliyetçiliği yükselterek göz boyamaya devam ediyor. İşte Musul tartışmalarına da hiçbir hakkı olmadığı halde, tam bir işgalci olduğu halde sabahtan akşama kadar başka ülkeleri tehdit etmeye devam ediyor. İşte bütün bunlara değerli arkadaşlar son olarak şunu söylüyorum bütün bunlara şu yüzden geldik 5 Nisan 2015'te sayın Öcalan'la görüşmeler sona erdirildi. Görüşme yok taraf yok dendi savaş politikaları benimsendi ve Türkiye halkları açısından maalesef sadece Kürtlerin değil bütün demokrasi güçleri açısından bir saldırı tehdidi altında yaşar hale geldik biz HDP olarak Demokratik Bölgeler Partisi olarak, belediyelerimiz ve bütün gözaltılarla da tutuklamalarla da asla ve asla başaramayacaksınız. Örgütlü mücadelemiz özgürlük yürüyüşümüz kaldığı yerden devam edecektir baskılar bizi yıldırmayacaktır..."viii. 26/10/2016 tarihinde Galatasaray Meydanı'nda Diyarbakır Belediyesi Eş Başkanları G.K. ve F.A.nın gözaltına alınması ile belediye binasında arama yapılmasını protesto etmek amacıyla gerçekleştirilen eyleme başvurucunun katılarak terör örgütü propagandası içerikli bir konuşma yaptığı iddia edilmiştir. Başvurucunun konuşmasının ilgili kısmı şu şekildedir: "...Dün gece Amed'de yapılan saldırı 2 belediye eşbaşkanımızın gözaltına alınmasıyla ilgili olarak genel merkezimizin aldığı karar doğrultusunda bir kesintisiz eylem süreci başlatıldı biz de bu kapsamda işte karşınıza çıktık. Bugün İstanbul'un pek çok yerinde de Türkiye'nin ve Kürdistan'ın pek çok yerinde olduğu gibi demokratik tepkimizi meşru yasalardan kaynaklanan tepkimizi ortaya çıkmak için koymak için alanlara çıktık ... Tabi uzun bir süredir gerek partimize yönelik gerek yerel kurumlarımıza yönelik daha da önemlisi 30'u aşkın belediyemize yönelik kayyum ataması adı altında darbeler yapıldığını izledik. Ama değerli basın emekçileri şunu açıkça söyleyelim Diyarbakır Amed bizim için ayrı bir öneme sahiptir, yapılan sıradan bir gözaltı eylemi değildir gözaltı operasyonu değildir. Yapılan halkın demokratik yerel iradesine açık ve doğrudan bir saldırıdır. Bir simgedir dün akşamki görüntüleri hep beraber izledik adeta işgal görüntüleri adeta bir düşman hukuku uygulamasıyla karşı karşıya kaldık belediyemiz basıldı, sadece polis değil jandarma güçleri de belediyelerin etrafını kuşattı. Diyarbakır şu an Diyarbakır Belediyesi ve başka kurumlarımız adeta bir işgal görüntüsündedir. Biz bu zulme bu zulme bu dayatmalara asla ve asla teslim olmayacağız ... Demokratik Özerkliği biz savunuyoruz, Demokratik özerklik HDP'nin de DBP'nin de bizim bütün kurumlarımızın siyasi programında vardır. Türkiye'nin gerçek kurtuluşu da budur biz bunu her fırsatta söylüyoruz. Belediye başkanlarımız elbette demokratik özerkliği savunacak. Ne demek sözde özerklik? Sözde değil özde özerkliği savunmaya da belediyelerimiz de bizler de savunmaya devam edecez. Bir halkın çocuklarının cenazelerine sahip çıkmak ne zamandan beri suç, hangi yasada suç, bunların hepsi düzmece ifadeler hepsi operasyona yapılan operasyona kılıf hazırlamak için bir algı operasyonu yönetmek için ortaya konan argümanlardır. Hiçbir ciddi değeri hiçbir yasal hukuki kıymeti yoktur ..." ix. 30/10/2016 tarihinde İstanbul Şişli'de HDP organizesinde Diyarbakır Belediyesi Eş Başkanlarının tutuklanmasını protesto etmek amacıyla gerçekleştirildiği belirtilen ve "Kürdistan Faşizme Mezar Olacak", "Biji Serok [yaşasın başkan] Apo" şeklinde sloganların atıldığı basın açıklamasına başvurucunun da katıldığı ileri sürülmüştür. x. Başvurucunun Facebook ve Twitter isimli sosyal paylaşım sitelerinde bulunan kişisel hesaplarında PKK/KCK terör örgütünün kurucu üyelerinden olan A.Ç., H., K.P. ve A.Y.nin (Bu kişiler, terörle bağlantılı suçlardan tutuklu/hükümlü olarak bulundukları Diyarbakır Ceza İnfaz Kurumundaki koşulları protesto etmek için 1982 yılında ölüm orucu eylemi başlatmış ve bu eylem anılan kişilerin ölümüyle sonuçlanmıştır.) bulunduğu ve üzerinde "14 Temmuz Ölüm Orucu Şehitlerini Minnetle Anıyoruz" ibaresi yer alan ekran karesini "Büyük Özgürlük ve Direniş Ruhunun Sembollerini Saygı ve Minnetle Anıyoruz" kişisel yorumuyla, PKK/KCK terör örgütünün Suriye yapılanması olan YPJ (Yekineyen Parastina Jin-Kadın Koruma Birlikleri) adına Kobani'deki çatışmalar sırasında düzenlediği intihar saldırısında ölen A. isimli örgüt mensubunun bulunduğu ekran karesini "Rojawa aynı zamanda bir kadın direnişidir. Kobane'nin kurtuluşundan kaybettiğimiz tüm değerlerimizi saygı ve minnetle anıyoruz." şeklindeki yorumla paylaştığı tespit edilmiştir. Başvurucu Aysel Güzel Yönünden i. Başvurucunun ikametgâhında yapılan aramada Batman Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/6/2015 tarihli kararı ile toplatılmasına, dağıtım ve satışının yasaklanmasına karar verilen ve PKK'nın üst düzey yöneticilerinden Murat Karayılan tarafından yazılan bir adet "Bir Savaşın Anatomisi, Kürdistan'da Askeri Çizgi" isimli kitabın, Nazilli Sulh Ceza Hâkimliğinin 28/4/2016 tarihli kararı ile toplatılmasına, dağıtım ve satışının yasaklanmasına karar verilen bir adet "Kürdistan Yurtsever Devrimci Gençlik Manifestosu" isimli kitabın, ayrıca bir adet "Marksizm Leninizmin İlkeleri 1", bir adet "Kürt Açılımı Ergenekon Kapitalizminin Krizi, Devrim Yüklü Bulutlar Yoğunlaşıyor-Sosyalist Parti", bir adet "Öcalan'ın Teslimi" isimli kitabın bulunduğu ve anılan kitapların örgüt propagandası içerdiği iddia edilmiştir. ii. 11/6/2016 tarihinde Galatasaray Meydanı'nda Cumartesi Anneleri grubunun organize ettiği oturma eylemine ve basın açıklamasına başvurucunun katıldığı belirtilmiştir. Söz konusu etkinlik sırasında yapılan açıklamalarda "27/5/2016 tarihinde Demokratik Bölgeler Partisi Şırnak il yöneticisi olan H.K.nin güvenlik güçleri tarafından sorguya alınmasının ardından öldürülüp cesedinin yok edildiği" şeklinde iddialar dile getirilmiştir.iii. 28/6/2016 tarihinde Galatasaray Meydanı'nda İstanbul Emek ve Demokrasi Koordinasyonunun organize ettiği oturma eylemine ve basın açıklamasına başvurucunun da katıldığı, anılan organizasyonun Özgür Gündem isimli gazetenin kapatılmasının protesto edilmesi amacıyla gerçekleştirildiği ve burada yapılan basın açıklamalarında Türkiye'nin belirli illerinde PKK/KCK terör örgütü mensuplarına karşı yürütülen operasyonların savaş olarak nitelendirildiği, bu şekilde terör örgütü propagandası yapıldığı iddia edilmiştir.iv. 23/7/2016 tarihinde İstanbul Sultangazi'de darbe teşebbüsü sonrasında ilan edilen olağanüstü hâl dönemindeki uygulamaları protesto etmek amacıyla düzenlenen ve PKK/KCK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın posterlerinin açıldığı basın açıklamasına başvurucunun da katıldığı ileri sürülmüştür.v. 26/10/2016 tarihinde Galatasaray Meydanı'nda Diyarbakır Belediyesi Eş Başkanları G.K. ve F.A.nın gözaltına alınması ile belediye binasında arama yapılmasını protesto etmek amacıyla gerçekleştirilen etkinliğe başvurucunun da katıldığı belirtilmiştir. Söz konusu etkinlikte, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki bazı belediyelere kayyım atanmasını faşizm ve darbe olarak niteleyen konuşmalar yapıldığı iddia edilmiştir.vi. 28/10/2016 tarihinde Galatasaray Meydanı'nda HDP'nin organize ettiği ve Diyarbakır Belediye Başkanı'nın gözaltına alınmasını protesto etmek amacıyla gerçekleştirildiği belirtilen basın açıklamasına başvurucunun katıldığı belirtilmiştir. vii. 30/10/2016 tarihinde Şişli'de HDP'nin organize ettiği, Diyarbakır Belediyesi Eş Başkanlarının tutuklanmasını protesto etmek amacıyla gerçekleştirildiği belirtilen ve "Kürdistan Faşizme Mezar Olacak", "Biji Serok Apo" şeklinde sloganların atıldığı basın açıklamasına başvurucunun da katıldığı belirtilmiştir. viii. 1/11/2016 tarihinde İstanbul Kartal'da HDP'nin organize ettiği, "Kobani Günü" adı altında düzenlenen etkinliğe başvurucunun katıldığı belirtilmiştir. Söz konusu etkinlikte Kobani eylemlerinin zafer olarak görüldüğüne ve PKK/KCK terör örgütünün Suriye yapılanması olan PYD'nin övüldüğüne ilişkin konuşmaların yapıldığı iddia edilmiştir.ix. Twitter isimli sosyal paylaşım sitesinde "Hdp İstanbul Kadın" rumuzlu kullanıcı tarafından paylaşılan başvurucunun kendisinin de katıldığı İstanbul Sancaktepe HDP İlçe Başkanlığında düzenlenen etkinliğe ilişkin olarak PKK/KCK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın ve anılan örgütün diğer mensuplarının duvara asılı fotoğraflarının bulunduğu ekran karesini "Sancaktepe kadınları ile gerçekleştirilen kahvaltıya Pm. S.Ö. ve İ.B.nin katılımı ile gerçekleştirildi." ibareli yorumla retweet (yeniden gönderim) yapmak suretiyle takipçileri ile paylaştığı ve bu paylaşımın örgüt propagandası içerdiği iddia edilmiştir. Başvurucu Feremez Erkan Yönündeni. 25/6/2016 tarihinde Galatasaray Meydanı'nda İHD ve Cumartesi Anneleri grubu tarafından organize edilen, "İnsanlık Onuru İşkenceyi Yenecek" adı altında düzenlenen protesto eylemine başvurucunun katıldığı belirtilmiştir. Söz konusu etkinlik sırasında yapılan açıklamalarda "PKK/KCK terör örgütü mensuplarına karşı yapılan operasyonların katliam olduğu, Cizre'de bodrum katında insanların yakıldığı, arabaların arkasına anılan terör örgütü üyelerine ait cesetlerin bağlanarak teşhir edildiği, 27/5/2016 tarihinde Demokratik Bölgeler Partisi Şırnak il yöneticisi olan H.K.nin güvenlik güçleri tarafından sorguya alınmasının ardından öldürülüp cesedinin yok edildiği" şeklinde ifadeler kullanıldığı ileri sürülmüştür.ii. 28/6/2016 tarihinde Galatasaray Meydanı'nda İstanbul Emek ve Demokrasi Koordinasyonunun organize ettiği oturma eylemine ve basın açıklamasına başvurucunun katıldığı belirtilmiştir. Anılan organizasyonun Özgür Gündem isimli gazetenin kapatılmasının protesto edilmesi amacıyla gerçekleştirildiği ve burada yapılan basın açıklamalarında ülkenin Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinde PKK/KCK terör örgütü mensuplarına karşı yürütülen operasyonların savaş olarak nitelendirildiği iddia edilmiştir.iii. 2/7/2016 tarihinde Galatasaray Meydanı'nda, Diyarbakır'ın Lice ilçesinde güvenlik güçlerince PKK/KCK terör örgütü mensuplarına yapılan operasyonları protesto etmek amacıyla HDP ve HDK tarafından organize edilen basın açıklamasına ve oturma eylemine başvurucunun katıldığı ileri sürülmüştür.iv. 11/9/2016 tarihinde İstiklal Caddesi'nde PKK/KCK terör örgütü lideri AbdullahÖcalan'a uygulandığı ileri sürülentecridi ve bazı belediyelere kayyım atanmasını protesto etmek amacıyla yapılan "Tecrit İnsanlık suçudur, Amed açlık grevini selamlıyoruz" yazılı pankartın açıldığı ve "Baskılar Bizi Yıldıramaz", "Susma Sustukça Sıra Sana Gelecek", "Gün Gelecek Devran Dönecek Faşizm Halka Hesap Verecek", "Yaşasın Halkların Direnişi", "Biji Berhadane Amade [yaşasın Amedin direnişi]" şeklinde sloganların atıldığı basın açıklamasına başvurucunun da katılarak açılış konuşması yaptığı belirtilmiştir. Başvurucunun konuşmasının ilgili kısmı şöyledir: "...Tekrar artık tekrar etmekten de insan bir hal oldu tekrar karşı karşıyayız. Değişik bir protesto açıklamasıyla burda bulunmaktayız, basın açıklamamızı yapacaz değerli arkadaşlar biliyosunuz. Amed'de Kürt Halk Önderliği sayın Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan tecrit ve 15 Temmuzdan bu yana kendisinden haber alınamayışından dolayı 50 Kürt siyasetçisi açlık grevine bedenini yatırmış bulunmaktadır. Her ne kadar bugün görüşme gerçeklemiş ise de şu ana kadar bize haber ulaşmamıştır. Dolayısıyla biz bugün basın açıklamamızı bu açlık grevini selamlamak ve elbette Kürdistan'da Demokratik Bölgeler Partisi belediyelerine atanan atanmış olan kayyumlara yönelik burada protesto açıklamamızı yapacaz..."v. 12/10/2016 tarihinde Galatasaray Meydanı'nda, HDP ve DBP mensuplarının gözaltına alınmasını protesto etmek amacıyla yapılan etkinliğe başvurucunun katılarak terör örgütü propagandası içerikli bir konuşma yaptığı iddia edilmiştir. Başvurucunun konuşmasının ilgili kısmı aşağıdaki şekildedir:"...Değerli basın emekçisi arkadaşlar çok değerli halkımız, bugün burda oluşumuzun sebebi Kürdistan illerinde partimize, parti il başkanlarımıza ilçe başkanlarımıza, il ve ilçe yöneticilerimize Demokratik Bölgeler Partisinin il, ilçe başkanlarına ve yöneticilerine yapılan siyasi operasyonları protesto etmek için burda basın açıklamamızı yapacaz..."vi. 26/10/2016 tarihinde Galatasaray Meydanı'nda Diyarbakır Belediye Başkanı G.K.nın gözaltına alınmasını ve belediye binasında arama yapılmasını protesto etmek amacıyla gerçekleştirilen protesto eylemine başvurucunun da katıldığı iddia edilmiştir. vii. 30/10/2016 tarihinde Şişli'de HDP'nin organize ettiği Diyarbakır Belediyesi Eş Başkanlarının tutuklanmasını protesto etmek amacıyla gerçekleştirildiği belirtilen ve "Kürdistan Faşizme Mezar Olacak", "Biji Serok Apo" şeklinde sloganların atıldığı basın açıklamasına başvurucunun da katıldığı belirtilmiştir. viii. Başvurucunun Twitter isimli sosyal paylaşım sitesinde, katıldığı İstanbul Fatih HDP İlçe Başkanlığında düzenlenen etkinliğe ilişkin olarak PKK/KCK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın ve örgüt flamasının fotoğraflarının duvara asılı bulunduğu ekran karesini "Fatih ilçe kongresi için son halk toplantısındaydık." ibareli yorumla, başvurucunun yine Twitter üzerinden yapmış olduğu "#öcalanonurumuzdur" isimli konu başlığı (hashtag) ile örgüt liderinin fotoğrafının üzerinde "Güneşimizi Karartamazsınız" yazılı olan duvara asılı bez afiş ile birlikte önündeki bir topluluğun bulunduğu ekran karesini paylaştığı ve bu paylaşımın örgüt propagandası içerdiği ileri sürülmüştür. Başvurucu Muhittin Arslanboğa Yönündeni. 26/10/2016 tarihinde İstanbul Altıyol Meydanı'nda, Diyarbakır Belediyesi Eş Başkanları G.K. ve F.A.nın gözaltına alınması ile belediye binasında arama yapılmasını protesto etmek amacıyla gerçekleştirilen etkinliğe başvurucunun da katıldığı iddia edilmiştir. ii. 30/10/2016 tarihinde Şişli'de HDP'nin organize ettiği, Diyarbakır Belediyesi Eş Başkanlarının tutuklanmasını protesto etmek amacıyla gerçekleştirildiği belirtilen ve "Kürdistan Faşizme Mezar Olacak", "Biji Serok Apo" şeklinde sloganların atıldığı basın açıklamasına başvurucunun da katıldığı ileri sürülmüştür. Başvurucu Ayşe Karadağ Yönündeni. Başvurucunun ikametgâhında yapılan arama neticesinde PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan tarafından yazılan bir adet "Kürdistan'da Halk Kahramanlığı", bir adet "Partileşme Sorunları ve Görevlerimiz", "Kürt-Türk İlişkileri Üzerine Barış ve Demokrasi Konuşmaları 1988-1999" isimli kitaplar ile Mahsum Şafak tarafından yazılan bir adet "PKK ve Değişim Stratejisi" isimli kitap ve bir adet "Kongra-Gel Kürdistan Halk Kongresi Demokratik Kuruluş Belgeleri", bir adet "Rojava Devrimi için Avukat Dayanışması" isimli kitabın bulunduğu ve anılan kitapların örgüt propagandası içerdiği iddia edilmiştir.ii. Başvurucunun ikametgâhında yapılan arama neticesinde bulunan ve başvurucunun el yazısı ile yazdığı not kâğıdında "Başkan bir şey yapamıyorsak oğlunu ortadan kaldıralım." şeklindeki ifadenin olduğu, bahse konu dokümandaki içeriğin aralarında anlaşmazlık olan şahıs ile ilgili ve bahsedilen kişinin oğlunun öldürülmesine yönelik bir teklif mahiyetinde olduğunun değerlendirildiği iddia edilmiştir. Öte yandan aynı not kâğıdında söz konusu ibarenin yanı sıra "Gen Soru", "Kadın Sahiplenme", "Hasta ziyaretleri Bakır", "Mardin ve ev ziyaretleri", "Yaşlı Hasta Kimsesizler" gibi başka ibareler de yer almaktadır. Başvurucunun ele geçirilen not kâğıdına ilişkin 4/1/2017 tarihli Savcılık ifadesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Bana sormuş olduğunuz 'Başkan bir şey yapamıyorsak, oğlunu ortadan kaldıralım' şeklinde not içeren yazıyı ben yazdım ancak bu not iddia edilen şekilde yazılmamıştır, ben Mardin Derik'te belediye başkanlığı yaptığım dönemde şahsi bir husumetten dolayı 2001 veya 2002 yıllarında bir şahıs sarhoş vaziyette o günkü evime geliyor, kapıyı çalıyor açmıyorum, sonrasında evimi kurşunluyor, sonrasında oğlum yaralandı, hastaneye kaldırıldı bunun üzerine oğlumu yaralayan şahıs ve ailesi benim oğlumu ortadan kaldıracaklarını konuşuyorlar, olay kan davasına dönüşecekti, bu konuşmalar benim kulağıma geldi bende ailem olarak çocuğumu korumak için gerekli tedbirleri almaya karar verdim, bu olayı unutmamak için de oğlum hakkında konuşulan bu konuşmayı yazıda belirtildiği şekilde not düştüm, o nottaki ifade bu sebeple yazılmıştır. Başka bir anlamı yoktur. Zaten not detaylı incelenirse bu not Derik'te tutmuş olduğum notlardır."iii. 11/8/2016 tarihinde HDP İstanbul il binasının üçüncü katında İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin kararıyla yapılan arama neticesinde el konulan "BDP İSTANBUL İL ÖRGÜTÜ ADALET VE BARIŞ KOMİSYONU ÇALIŞMA RAPORU" başlıklı belgenin PKK/KCK terör örgütünün talimatları doğrultusunda kurulan ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmî kurumlarına alternatif olarak oluşturulmuş, yargılama, cezalandırma, vergilendirme ve arabuluculuk yapan legal görünümlü illegal bir yapılanma olduğu değerlendirilen Barış ve Adalet Komisyonunun çalışmalarıyla ilgili olduğu, başvurucunun da belirtilen Komisyonda görev aldığı iddia edilmiştir. Söz konusu belgenin içeriği şu şekildedir:"BDP İSTANBUL İL ÖRGÜTÜ ADALET ve BARIŞ KOMİSYONU ÇALIŞMA RAPORUAdalet ve Barış Komisyonları olarak, yüzyıllardır sömürgeciler tarafından toprağı, kültürü, tabiatı talan edilmiş ve birey birey yozlaştırmaya çalışan, kendimizin de birer üyesi olduğu halkımızın sorunlarını adelet ve barış temelli çözmeye çalışmaktayız.Bu sorunları çözerken üzerinde yürüdüğümüz yol on yıllardır binlerce emekle oluşmuş Ulusal Toplumsal Kurtuluş Mücadelemiz'in perspektifleri ışığında halkımızın gelenek ve göreneklerini de harmanlayarak partimizin programı, tüzüğü ve çizgisidir.A-) Sorunlar Komisyonumuza ilçelerden süzülüp gelen derinliği ve türü farklı olan birçok sorun aşağı yukarı üç başlıkla kategorize edilebilir: -Kız kaçırma, Evlilik, Aile içi Sorunlar-Yaralama, öldürme ve kan davaları -Ticari AnlaşmazlıklarB-)Sorunlara Yaklaşım Tarzımız ve Yaşadığımız ProblemlerSorunların çözümünde adaleti ve kişiler arası hukuku gözeterek sonuç almaya çalışıyoruz. Hedefimiz ise adalet temelinde barışı sağlamaktır. Birincil önceliğimiz kadın üzerindeki baskıyı kaldırmak, cinsel taciz, tecavüz ve şiddete karşı kadını korumak ve özgür birey olma yönünde cesaret vermek ve destek olmaktır. Başlık parası, iki eşlilik, aldatma vb. Gibi konularda partimizin tutumu bellidir... Sorunların çözümünde bir tarafın partinin gücünü arkasına almaya çabalayarak adaleti kendi ekseninde çevirmesine her zaman engel olduk, dikkat ettik. Yine taraflardan birisi dahi partimizin iradesini kabul etmeme veya kararlara uymama yönünde tavır sergilediği zamanlarda uyardık ve eğer sonuç almamızı engelleyecek derecede ise sorunun çözümünden çekileceğimizi bildirdik. Sorunların çözümü esnasında her zaman insani ve makul olmaya çalışırken kimi zaman aylarımızı alan sorunların çözümünde taraflarla birçok görüşme gerçekleştirdik; genel merkezimizden, milletvekillerimizinden ve diğer il örgütleri ile kurumlardan da destekler aldık.Hemen hemen tüm sorunların merkezinde kadın yer almasına rağmen erke bakış açısıyla sorunun bir tarafı olan kadın ile görüşüldüğünde çözüm eksik kalabiliyor veya ataerkil bakışla çözülmeye çalışılıyor. Zaten kadının, kendisiyle görüşen erkeğe sorununu tam manasıyla aktaramadığı durumları da sık sık yaşıyoruz. Bu nedenle Adalet ve Barış Komisyonları'na kadı ve erkekten oluşan eş başkanlık sistemini ve komisyondaki kadın arkadaş sayısının arttırılmasını öneriyoruz.Sorunların çözümünde yukarıda belirtildiği gibi ataerkil, kadın sorunu ve özgürlüğünü temel almayan yaklaşımlar sergilenebilmektedir. Ayrıca parti yetkilisi olmaktan ötürü sekter, insani boyutu dikkate almayan davranışlarda gelişebilmektedir. Tüm bunların önüne geçilebilmesi adına komisyon üyelerinin yetkinliklerini arttırıcı eğitimler geliştirilebilinir. Adalet ve hukuk olgularının her birimizde daha fazla gelişmesi gerektiğine inanmaktayız.C-) Önerilerimiz1-) Komisyonumuza ulaşan çeşitli sorunların çözerken halkımızın ve insanlarımızın sosyolojik psikolojik ve hukuksal sorunlarını da çeşitli boyutlarıyla yaşıyor ve görüyoruz. Bu sorunların irdelenmesi, hem bizim hem de sorunun tarafları açısından daha iyi anlaşılması, çözümü esnasında destek alınması ve bu sorunların ışığında halkımızın her türlü analizinin yapılabilmesi açısından alanında ihtisas görmüş sosyolog, psikolog, avukat gibi uzmanlardan faydalanılabilir ya da sürekli pratik destek alabiliriz. 2-) Adalet ve Barış Komisyonu'nun geleceğe dair kurumsallığının devam ettirilebilmesi, tecrübelerin, birikimlerin ve çözüm yöntemleri ile elde edilen sonuçların aktarılması ve yazılı kayda geçirilmesi içim, komisyonlar bir matbu yazılı metin üzerinden çözülen ve çözülemeyen sorunların yazılı metinlere dönüştürerek dokümanter bir çalışma haline getirilebilirler Bu yöntem benzeri sonlarda daha evvel nasıl davranıldığı, hangi sonuçlar elde edildiği vb. gibi konularda birçok veriyi derlememizi sağlar.3-)Yukarıda da belirtildiği gibi Adalet ve Barış Komisyon'larının bir kadın ve erkekten oluşan eş başkanlık ile yürütülmesi ve komisyonlardaki kadın sayısının arttırılması önerimizdir.4-) Ticari anlaşmazlıklar, alacak verecek davaları ve partimiz siyaseti ile çelişen, halkımızda yanlış algı oluşturacak ( kirli işlere bulaşmış kişilerin sorunları vb) kimi sorunlara bakılmaması önerimizdir.5-) Komisyon üyelerine cins bilincini geliştirme, Kürdistan'da Kadın Sorunu, kadın iradesini ve özgürlüğünü geliştirme vb. konularda eğitim verilmesi.6-) Adalet ve Barış Komisyonları'na komisyonların çalışmaları esnasında destek alabilecekleri pratik ve akademik eğitim bilgilerinin yer aldığı broşürler hazırlanarak dağıtılabilir.7-) Parti Tüzüğünde Adalet ve Barış Komisyonu'na bir madde olarak yer verilmesi.8-) Komisyon olarak yoğun görüşmeleri şehir hayatının çeşitli zorlukları (zaman, trafik, mekan, insanları buluşturma, günlük hayat içindeki insanların yoğun iş temposu vb.) içinde gerçekleştirmeye çalışırken kimi zaman günde birkaç görüşmeyi İstanbul'un çeşitli yerlerinde gece geç saatlere kadar yapmak zorunda kalmaktayız. Bu açıdan komisyonun fiziki çalışma koşullarını olgunlaştırabilmek adına bir binek aracın temin edilmesi önerimizdir. 21-07-2013 BDP İSTANBUL İL ÖRGÜTÜ ADALET ve BARIŞ KOMİSYONU SÖZCÜSÜ AYŞE KARADAĞ " iv. 12/11/2016 tarihinde Cumhuriyet Meydanı'nda PKK/KCK terör örgütünün kadın yapılanması olan ve bahse konu terör örgütü bünyesinde faaliyet yürüten KJA isimli oluşumun organize ettiği basın açıklamasına başvurucunun da katıldığı belirtilmiştir. Söz konusu etkinlikte KJA isimli oluşumun övüldüğüne ve belediye başkanlarının yerine kayyım atanmasının "darbe" olarak nitelendirildiğine ilişkin konuşmaların yapıldığı iddia edilmiştir. Başvurucu Süleyman Özcan Yönündeni. Başvurucunun ikametgâhında yapılan aramada Ankara 1 No.lu Hâkimliğin 21/2/2013 tarihli kararı ile toplatılmasına, dağıtım ve satışının yasaklanmasına karar verilen PKK/KCK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan tarafından yazılan bir adet "12 Eylül Faşizmi ve PKK Dirilişi" ve Mersin Sulh Ceza Hâkimliğinin 8/3/2016 tarihli kararı ile toplatılmasına, dağıtım ve satışının yasaklanmasına karar verilen bir adet "Sümer Rahip Devletinden Halk Cumhuriyetine Doğru" isimli kitapların bulunduğu ve anılan kitapların örgüt propagandası içerdiği iddia edilmiştir.ii. 26/10/2016 tarihinde Altıyol Meydanı'nda, Diyarbakır Belediye Başkanı G.K.nın gözaltına alınmasını ve belediye binasında arama yapılmasını protesto etmek amacıyla gerçekleştirilen basın açıklamasına başvurucunun katılarak terör örgütü propagandası içerikli bir konuşma yaptığı iddia edilmiştir. Başvurucunun konuşmasının ilgili kısmı şöyledir:"Bugün demokratik bir tepkimizi göstermek için buradayız. Evet kayyumlar halkın öz iradesiyle seçilen belediyelerimize ve belediye eşbaşkanlarımıza, büyükşehir belediyelerimize yoğun bir saldırı yapılmaktadır. Tıpkı tüm demokratik kuruluşlara ve sivil toplum örgütlerine yapılan bu baskının aynı zamanda partimizin belediyelerine de yönelik yapılması bizi hiçte farklı bir düşünceye götürmüyor. Evet ülkede herşey birkaç kişinin dudakları üzerinde yükselmektedir. Bugün milletvekillerine yönelik, belediyelerimize yönelik, sendikalara yönelik ve tüm toplum sivil toplum örgütlerine sesini çıkaran ve gerçekten de muhalif olan sivil itaatsizlik gösteren herkese karşı bu baskı yapılmaktadır. Ama şu görülmüştür ki bu mücadele hiçbir zaman durdurulamamıştır. Halkımız belediyelerine sahip çıkacaktır, mücadelemiz devam edecektir. Bu anlamda bugün yapılacak burdaki basın açıklaması İstanbul İl Örgütünün İstanbul'daki tüm demokratik kuruluşların ve tüm sivil toplum örgütlerinin katılımıyla 3 bölgede gerçekleşmektedir. Kardeşler artık nerdeyse evimize kayyum gelmektedir nerdeyse sokağın heryerine çarşının heryerine her esnafa kayyum gelmektedir. Bu kayyumun en son örneği de bugün G.K. ve F.A.ya yapılmıştır ... Bugün 27 tane belediye başkanımız içeri alınmıştır. Bunlar kendi oylarıyla %70 %80 lere varan bir oyla seçilmiş insanlardır. Bugüne kadar hiçbir rüşvet ve yolsuzluğa rastlanmamıştır. Zaten devletin müfettişleri her gün orda bu kontrolü bu denetimi yapmaktadır. Değerli kardeşler sessiz ve suçsuz kalmamız gerçekten de giderek baskıları yoğunlaştırmaktadır. Bu anlamda bundan sonraki tepkilerimiz demokratik sivil itaatsizlik temelinde meşru mücadele temelinde olacaktır..."iii. 1/11/2016 tarihinde İstanbul Kartal'da HDP'nin organize ettiği, "Kobani Günü" adı altında düzenlenen protesto eylemine başvurucunun katıldığı belirtilmiştir. Söz konusu etkinlikte Kobani eylemlerinin zafer olarak görüldüğüne ve PKK/KCK terör örgütünün Suriye kolu olduğu kabul edilen PYD'nin övüldüğüne ilişkin konuşmaların yapıldığı iddia edilmiştir.iv. Aynı soruşturmada şüpheli olan F.Y. isimli kişinin İstanbul Üsküdar'daki ikametgâhında yapılan aramada ele geçirilen bir kâğıtta elle yazılmış Kadıköy ibaresi ile bilgisayar çıktısı olarak başvurucunun isminin ve bazı makbuz numaralarının yazılı olduğu tespit edilmiştir. Anılan kâğıtta bunun dışında herhangi bir ibare bulunmamaktadır. Soruşturma mercileri bu belgenin PKK/KCK terör örgütüne maddi yardımda bulunulduğuna dair delil niteliği taşıdığını iddia etmişlerdir. F.Y.nin konutunda ele geçirilen kâğıda ilişkin 4/1/2017 tarihli Savcılık ifadesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Ben BDP'de [Barış ve Demokrasi Partisi] 2010-2014 yılları arasında yönetimde görev aldım. ... Bu adreste ele geçen makbuz no olarak belirtilmiş dökümanlarda yer alan numaralar parti adına üyelerden toplanan aidatlara ait makbuz numaralarıdır. Bu listeler o dönemde toplanan aidatlara ilişkin makbuz numaralarının kontrol edilmesi ve arşivlerde beş yıl boyunca saklanması gerekliliği sonucu düzenlenen evraklardır. Bu dökümanlar 2010-2011 yıllarına ait olup o tarihte BDP içerisinde faaliyet gösteren [başvurucu] Süleyman Özcan'ın ismi de bu nedenle dokümanlarda yer almış olabilir. Ayrıca bu konuda hakkımda daha önce adli işlem yapılmıştı. Bu dökümanlara konu olayla ilgili yargılama İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde devam etmektedir. " Başvurucu Ramazan Çetinçakmak Yönündeni. Başvurucunun ikametgâhında yapılan arama neticesinde 2012, 2013 ve 2014 yıllarında basılıp yayımlanan beş adet "Ronahî" isimli derginin bulunduğu ve anılan derginin terör örgütü propagandası içerdiği iddia edilmiştir.ii. 30/10/2016 tarihinde Şişli'de HDP'nin organize ettiği, Diyarbakır Belediyesi Eş Başkanlarının tutuklanmasını protesto etmek amacıyla gerçekleştirildiği belirtilen ve "Kürdistan Faşizme Mezar Olacak", "Biji Serok Apo" şeklinde sloganların atıldığıbasın açıklamasına başvurucunun da katıldığı belirtilmiştir.iii. Başvurucunun Facebook ve Twitter isimli sosyal paylaşım sitelerindeki kişisel hesaplarından PKK/KCK terör örgütü lideri ve diğer mensuplarının fotoğrafları ile anılan örgütün bayrak ve flamalarını paylaştığı iddia edilmiştir. Başvurucu Ali İpekli Yönündeni. 12/10/2016 tarihinde Galatasaray Meydanı'nda HDP ve DBP mensuplarının gözaltına alınmasını protesto etmek amacıyla yapılan eyleme başvurucunun da katıldığı belirtilmiştir.ii. Başvurucunun Facebook isimli sosyal paylaşım sitesindeki kişisel hesabından, aynı ekran karesinde yer alan üst kısmında "Bizi Hatırlayan var mı", alt kısmında ise "Sizi Hatırlamayan mı var sizler Bizim Onurumuzsunuz" yazılı olan, güvenlik güçleri ile girdiği bir çatışmada öldürülen H.B isimli terör örgütü mensubu ile omzunda uzun namlulu silah bulunan bir kadın terör örgütü üyesinin fotoğrafını "SİZİ HİÇ UNUTMİYACAĞIZ" kişisel yorumuyla, ekran karesinde "SONUÇ NE OLURSA OLSUN MUHTEŞEM OLACAK" yazılı, elinde uzun namlulu silah bulunan erkek bir terör örgütü mensubunun -soruşturma mercilerince bu kişinin PKK/KCK'nın Sur (Diyarbakır) sözde sorumlusu olduğu belirtilmiştir- fotoğrafını, yine H.B. isimli terör örgütü üyesinin de bulunduğu ve üzerinde "Botan'ın yiğit çocukları biz bir ölürüz bin diriliriz" ibaresinin yazılı olduğu ekran karesini, PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın fotoğrafını "4 gündür Diyarbakır, Amed de sürmekte olan açlık grevini destekliyorum. Sayın Aptullah öcalan a özgürlük talebini destekliyorum. Belediyelerimize atanan kayyumları kınıyorum..." ibareli kişisel yorumla, PKK/KCK terör örgütünün Suriye yapılanması olduğu kabul edilen YPJ adına kırsal alanda faaliyet gösterdiği sırada ölen A. isimli örgüt mensubunun bulunduğu ekran karesini "Büyük yürekli insan. Tarih ve insanlık var oldukça, başta Kürt halkı olmak özere tüm ezilen Halklar seni unutmiyacak. Cesaretin ve eylemin, nesilden nesilen, Zalimlerin, zülmüna karşı, sürdürülen mücadelelerin ilham kaynağı olacak. Orta çağ barbarlığına karşı insanlığın vijdanı oldun..." ibareli şahsi yorumla, PKK/KCK terör örgütünü simgeleyen bayrağın ve kırsal alanda faaliyet gösteren örgüt mensuplarının bulunduğu ekran karelerini paylaşmak suretiyle terör örgütü propagandası yaptığı iddia edilmiştir. Başvurucu da ellerinde uzun namlulu silahlar bulunan terör örgütü mensuplarının fotoğraflarını sosyal medya hesabından paylaştığını 4/1/2017 tarihli Savcılık ifadesinde inkâr etmemiştir.iii. 11/8/2016 tarihinde HDP İstanbul İl Başkanlığı binasında İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin kararıyla yapılan aramada el konulan ve PKK/KCK terör örgütünün talimatları doğrultusunda kurulan, Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmî kurumlarına alternatif olarak oluşturulmuş, yargılama, cezalandırma, vergilendirme ve arabuluculuk yapan legal görünümlü illegal bir yapılanma olduğu değerlendirilen Barış ve Adalet Komisyonunun çalışmalarıyla ilgili olduğu belirtilen birden fazla belgenin başvurucu tarafından el yazısı ile yazıldığının kriminal inceleme sonucu tespit edildiği, bu şekilde başvurucunun anılan yasa dışı oluşum içinde yer aldığı iddia edilmiştir. Anılan belgelerde söz konusu Komisyona intikal ettirilen bir kısım uyuşmazlıkla ilgili olarak uyuşmazlığın taraflarına ve konusuna dair bazı bilgilerin yer aldığı görülmektedir. Başvurucu Mehmet Tayyip Arslan YönündenBaşvurucunun Facebook isimli sosyal paylaşım sitesindeki kişisel hesabından BDP ilçe başkanlığında düzenlenen -kendisinin katıldığına dair herhangi bir tespit ve iddianın bulunmadığı- etkinliğe ilişkin duvara asılı PKK/KCK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın ve anılan örgütün bayrak fotoğraflarının bulunduğu ekran karesini "Kürt halk önderi sayın ABDULLAH ÖCALAN'ın 4 nisanda 65 yaşına girdi bdp ilçe başkanlığında yapılan kutlama fotoğrafları" ibareli yorumla, kızının katıldığı bir etkinlikte açılan terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın fotoğrafının bulunduğu pankart ile birlikte kızının resmini "Canım kızım" ibareli yorumla paylaşmak suretiyle terör örgütü propagandası yaptığı iddia edilmiştir. Başvurucu Süleyman Başer Yönündeni. 17/6/2016 tarihinde Galatasaray Meydanı'nda HDK tarafından organize edilen basın açıklaması ve oturma eylemine başvurucunun katıldığı belirtilmiştir. Söz konusu eylem sırasında yapılan açıklamalarda "PKK/KCK terör örgütü mensuplarına karşı yapılan operasyonların katliam olduğu, 27/5/2016 tarihinde Demokratik Bölgeler Partisi Şırnak il yöneticisi olan H.K.nın güvenlik güçleri tarafından sorguya alınmasının ardından öldürülüp cesedinin yok edildiği, güvenlik kuvvetlerince faili meçhul cinayetlerin işlendiği" şeklinde ifadeler kullanıldığı ileri sürülmüştür.ii. 28/6/2016 tarihinde Galatasaray Meydanı'nda İstanbul Emek ve Demokrasi Koordinasyonunun organize ettiği oturma eylemine ve basın açıklamasına başvurucunun katıldığı belirtilmiştir. Anılan organizasyonun Özgür Gündem isimli gazetenin kapatılmasının protesto edilmesi amacıyla gerçekleştirildiği ve burada yapılan basın açıklamalarında ülkenin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki belirli illerde PKK/KCK terör örgütü mensuplarına karşı güvenlik kuvvetlerince yürütülen operasyonların savaş olarak nitelendirildiği, bu şekilde terör örgütü propagandası yapıldığı iddia edilmiştir.iii. 2/7/2016 tarihinde Galatasaray Meydanı'nda HDP ve HDK tarafından organize edilen Lice'de güvelik güçlerince yapılan operasyonlarla ile ilgili olarak basın açıklamasına başvurucunun katıldığı, bu bağlamda başvurucunun terör örgütü propagandası yaptığı iddia edilmiştir.iv. 6/8/2016 tarihinde Kadıköy'de HDP tarafından organize edilen, PKK/KCK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'a uygulandığı ileri sürülen tecridi protesto etmek amacıyla yapılan basın açıklamasına başvurucunun da katıldığı belirtilmiştir. v. 25/8/2016 tarihinde Cumhuriyet Meydanı'nda HDP, HDK ve KJA tarafından organize edilen, "Katilleri Tanıyoruz, Katliamlara Teslim Olmayacağız HDP-HDK-KJA" adı altında düzenlenen basın açıklamasına başvurucunun da katılarak terör örgütü propagandası yaptığı iddia edilmiştir.vi. 26/10/2016 tarihinde Galatasaray Meydanı'nda Diyarbakır Belediyesi Eş Başkanları G.K. ve F.A.nın gözaltına alınması ile belediye binasında arama yapılmasını protesto etmek amacıyla gerçekleştirilen eyleme başvurucunun da katıldığı belirtilmiştir. Söz konusu etkinlikte Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki bazı illerin belediyelerine kayyım atanmasını "faşizm ve darbe" olarak niteleyen konuşmalar yapıldığı iddia edilmiştir.vii. 28/10/2016 tarihinde Galatasaray Meydanı'nda HDP'nin organize ettiği, Diyarbakır Belediyesi Eş Başkanlarının gözaltına alınmasını protesto etmek amacıyla gerçekleştirildiği belirtilen basın açıklamasına başvurucunun da katıldığı belirtilmiştir.viii. 30/10/2016 tarihinde Şişli'de HDP'nin organize ettiği, Diyarbakır Belediyesi Eş Başkanlarının tutuklanmasını protesto etmek amacıyla gerçekleştirildiği belirtilen ve "Kürdistan Faşizme Mezar Olacak", "Biji Serok Apo" şeklinde sloganların atıldığı basın açıklamasına başvurucunun da katıldığı ileri sürülmüştür. Başvurucu Kasım Oba Yönündeni. 11/8/2016 tarihinde HDP İstanbul il binasında İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin kararıyla yapılan arama neticesinde el konulan "PKK YDG-H MERKEZ KOMİTESİNE BİREYSEL YOĞUNLAŞMA RAPORU" başlıklı belgenin anılan örgüte verilmiş öz geçmiş raporu olduğu ve başvurucunun bu şekilde terör örgütüne katılım sağladığı iddia edilmiştir. Söz konusu belgenin içeriği şöyledir: "Ben Kasım Oba, Urfa'nın Siverek ilçesinde kayıtlı Alanyurt köyünde 28/10/1992 tarihinde dünyaya geldim, 15 yaşıma kadar memlekette yaşadım, orta okulu bitirdikten sonra İstanbulla 2008 de geldim, aileme maddi durumda destek verebilmek için çalıştım ve aynı zamanda liseyi de açıktan okudum. Parti çalışmalarına 2014 seçim zamanında katılmaya başladım. Bu süre içerisinde gençlikle tanıştım. Gençlik çalışmalarında birkaç ay yer aldıktan sonra önderliğin ilk Kobane çağrısında Ay duygusal bir katılım yaptım. Ben partiye katılmadan önce PKK'yı sadece bir silahlı örgüt olarak görüyordum ve sadece Kürtler için savaştığını, mücadele ettiğini zannediyordum. Ama bugüne kadar yanıldığımı görebiliyorum. Çünkü PKK dünyadaki bu sisteme karşı alternatif yeni bir yaşamdır. Ve sadece Kürt halkı için değil tüm insanlık için savaştan ve mücadele eden bir harekettir. Ben kendimi Parti içerisinde tanıdım. İstanbul da ġehit Hevi Ani eğitim devresinde 2 haftalık eğitim gördükten sonra sanki dünyaya yeni gelmiş gibi oldum ve ilk konumlamam yine İstanbul sahasında oldu yaklaşık 4 aydır bu alanda çalışma yürütüyorum. Bu çalışma esnasında ciddi eksiklikler yaşadım özellikle kobane sürecinde de sınırda halk ile kobane ye geçtiğimiz de duygusal yaklaştığımdan dolayı bir iç firar şahsım da gelişti ve alana geri geldiğimde bir daha alana yoğunlaşamadım bütün yoğunlaşmam sadece kobane de pratik alan oldu. Bu pratikten dolayı da alanda istenen çalışmayı bir türlü çıkaramadım. Bir de alanda memur vari günü gününe çalışma yaptığımdan domayı alanda istenen örgütlülüğü çıkaramadım, alanda yöntem geliştirmekte ciddi sıkıntı yaşıyordum sorun ve kısıntılara çözüm olamadığım ve üstesinden gelemediğim zaman kendi kendimi çalışmalar da boğuyordum. Kendimi ideolojik olarak geliştirip dönüştüremediğim için hem kendi çalışmalarım da eksiklik yaşıyordum hem de alandaki arkadaşlarıma göç getiremiyorum. İçerisinde bulunduğumuz süreç tam bir devrim sürecidir, ama sanki birileri devrimi başlatacak ve ben de katılacam kaygısını hala atamadığım için devrimi kendim yapacağımı bir türlü göremiyorum az yoğunlaştığımı ve bu konuda kendimi geliştirememenin pratiklerini alandaki çalışmalarımda görebiliyorum, önderliğin bizim için neler yaptığını göz önünde bulundurduğumuzda ve hala önderimizin 4 duvar arasındayken bile bizim için çabalarken bizim yaptığımız bunca eksikliklere baktığımız da önderlik için canımızı feda etsek bile az gelir. Kağıthane, Gazi Osman Paşa, Arnavutköy hattına bakıyorum Bölge Devrimci Saygı ve Sevgilerimle 2014" ii. PKK/KCK terör örgütüne üye olma suçundan hakkında soruşturma yürütülen S.Ç.nin ifadesinde başvurucuya yönelik olarak "...Bana göstermiş olduğunuz resimdeki şahsı kod adı ŞİYAR gerçek ismi Kasım OBA olarak tanırım. Ben Şiyarla Siverek'te 20 gün önce HDP binasında tanıştım. Daha önce hiç görüşmem olmadı. Kendisiyle yaklaşık 20 dakika görüştük. Kendisi bana Siverek ilçesinde örgütsel çalışma yaptığını, kadrodan olduğunu ve buradan ayrılacağını söyledi. Nereye gideceğini söylemedi. Çalışmaları konusunda detaylı bir bilgi vermedi. Daha sonra kendisiyle herhangi bir görüşmem olmadı. Burada kimlik bilgilerini sizlerden Şiyar (K) Kasım OBA olarak öğrendim..." şeklinde beyanlarının bulunduğu belirtilmiştir.iii. Başvurucunun ikametgâhında yapılan aramada Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliğinin 2015/6360 İş sayılı kararı ile toplatılmasına, dağıtım ve satışının yasaklanmasına karar verilen ve H. tarafından yazılan "DELİLA- Bir Genç Kadın Gerillanın Dağ Günlükleri" isimli kitabın bulunduğu iddia edilmiştir. Başvurucular hakkında düzenlenen iddianame İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 5/5/2017 tarihinde kabul edilerek E.2017/58 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. UYAP üzerinden yapılan inceleme neticesinde duruşma gününü bildirir çağrı kâğıdının başvurucular müdafiine 22/5/2017 tarihinde tebliğ edildiği anlaşılmıştır. Mahkeme 30/6/2017 tarihinde yaptığı tutukluluk incelemesi neticesinde başvurucuların tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucular anılan karara itiraz etmiş, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 21/7/2017 tarihlinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucular müdafii bu kararı 23/7/2017 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucular 26/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkemece başvuruculardan Aysel Güzel, Muhittin Arslanboğa, Süleyman Başer, Ayşe Karadağ, Süleyman Özcan ve Mehmet Tayyip Arslan'ın 3/10/2017 tarihinde; Feremez Erkan, Ramazan Çetinçakmak ve Ali İpekli'nin 9/1/2018 tarihinde; Doğan Erbaş ve Kasım Oba'nın ise 18/10/2018 tarihinde tahliyelerine karar verilmiştir. Anılan dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesi nezdinde derdesttir. Öte yandan başvurucular müdafii 17/7/2018 tarihli dilekçesinde, başvurucuların tahliyelerine karar verildikten sonra haklarında uygulanan yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirleri dolayısıyla uğradıkları zararların tazmini istemiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesine dayanılarak ayrı ayrı dava açtıklarını Anayasa Mahkemesine bildirmiştir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Gülser Yıldırım (2), §§ 64-89; Ayhan Bilgen [GK], 2017/5974, 21/12/2017, §§ 48-62; Özlem Dalkıran [GK], 2017/35203, 21/1/2021, §§ 37- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/30997 | Başvuru, yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, arama işleminin hukuka aykırı olarak yapılması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının, gözaltı sürecinde avukat yardımından yararlandırmama nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tapu iptali ve tescili talebiyle açılan davada taşınmazın tapu kaydına ihtiyati tedbir şerhi konulmasına karar verilmesi ve bu tedbirin uzun süre devam etmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Malatya'nın Battalgazi ilçesinin Hüseyinbey ve Beldek Mahalleleri ile Ağyazı, Atabey ve Kuluşağı köylerinde bulunan muhtelif taşınmazlara ilişkin olarak başvurucunun da dâhil olduğu taraflar aleyhine İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) 12/3/1991 tarihinde muris muvazaası nedenine dayalı tapu iptali ve tescili-tenkis davası açılmıştır. Davayı açan diğer mirasçı; tapuda murisleri adlarına kayıtlı olan taşınmazların mirastan mal kaçırmak için devredildiğini, bu şekilde yapılan işlemlerin mirasçılardan mal kaçırmaya yönelik ve muvazaalı olduğunu ileri sürmüştür. Davacı mirasçının talebi üzerine Mahkemece 1/4/1991 tarihinde uyuşmazlık konusu taşınmazlardan Malatya'nın Battalgazi ilçesinin Kuluşağı köyünde bulunan taşınmazların üçüncü kişilere devrinin önlenmesi amacıyla ihtiyati tedbir konulmasına karar verilmiş ve bu karar doğrultusunda tapu kayıtlarına şerh konulması hususu aynı tarihte Tapu Müdürlüğüne bildirilmiştir. Tapu Müdürlüğü, anılan tarihte söz konusu taşınmazların tapu kaydına Mahkemece konulmasına karar verilen ihtiyati tedbir şerhlerini tescil etmiştir. Mahkeme 7/10/2010 tarihinde, davacının tenkis yönündeki beyanlarını, gayrimenkullerin değer tespitine ilişkin raporları ve bilirkişi raporunu esas almış; S.Ş. mirasçıları davalılar A.K.B., G.B., N.Z. ve S.İ. aleyhine açılan davalar ile S.Ş. adına kayıtlı taşınmazlarla ilgili davanın feragat nedeni ile reddine, davalılar Şevket Budan ile Ş.B. varisleri hakkında açılan davanın kısmen kabulü ile bilirkişi raporu ile hesaplanan 917,90 TL'nin Şevket Budan'dan 279,79 TL'nin mirasçılık belgesine göre Ş.B. mirasçılarından yasal faizi ile birlikte bu davalılardan tahsiline karar vermiştir. Temyiz edilen karar; Yargıtay Hukuk Dairesinin 27/6/2011 tarihli ilamıyla ve tapuları iptal edilmeyen temliklerde söz konusu taşınmazların temlik edilen tereke içinde yer alacak şekilde tenkis hesabı yapılması, tapuları iptal edilip terekeye dönen taşınmazlar yönünden ise temlik harici tereke içinde yer alacak şekilde tenkis hesabı yapılması gereğine dikkat edilmemesi, temliklerin saklı paylı mirasçılara yapılması, tenkis hesabı yapılırken davalıların saklı payları düşülmeden 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesine aykırı şekilde sabit tenkis oranının hesaplanması, tenkis davalarında mecburi dava arkadaşlığı bulunmadığından hükmün her davalı yönünden ayrı ayrı tesis edilmesi gereğinin gözetilmemesi, ayrıca seçimlik hakkın kullanıldığı tarihten itibaren tenkis alacağına faiz işletilmesi gerekirken dava tarihinden itibaren faiz işletilmesi gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma ilamına uyan Mahkemece feragat edilmeyen davalı Ş.B. ve Şevket Budan adına kayıtlı taşınmazlarla ilgili olarak Mahkemece yeniden bilirkişiden rapor alınmış, tereke tespiti ile sabit tenkis oranı tespit edilmiş, sunulan bilirkişi raporunda feragat edilmeyen davalılar adına kayıtlı taşınmazlar ile ilgili davalıların seçimlik hakkını kullandığı tarih itibarıyla güncel değer hesabı yapılmış ve sabit tenkis oranı uygulandığında davalı Şevket Budan'dan tenkisi gereken miktarın 502,07 TL, davalı Ş.B.den tenkisi gereken miktarın ise 508,53 TL olduğu rapor edilmiştir. Mahkeme 26/12/2017 tarihinde sonuç olarak davanın davalılar K.B., A.K.B., N.Z. ve S.İ. yönünden feragat nedeniyle reddine, diğer davalılar yönünden ise kabulü ile 502,07 TL'nin davalı Şevket Budan'dan alınarak davacıya verilmesine, 508,53 TL'nin Ş.B. mirasçıları olan davalılar Ö.K., H.B., F.İ., E.B., Y. ve Y.'den müşterek ve müteselsilen olmak üzere alınarak davacıya verilmesine karar vermiştir. Ayrıca kararda, davalı Şevket Budan ile Ş.B. ve mirasçıları adına kayıtlı olanlar dışındaki taşınmazlara konmuş tedbirlerin derhâl kaldırılması için tapu müdürlüklerine müzekkere yazılmasına karar verilmiştir. 13/6/2018 tarihli müzekkeresi üzerine de Battalgazi Kaymakamlığı Tapu Müdürlüğü 20/6/2018 tarihli ihtiyati tedbir terkini işlemi ile ihtiyati tedbir kararını kaldırmıştır. Tapu iptali ve tescil-tenkis davası tarafların kararı temyiz etmemesi üzerine 13/4/2018 tarihinde kesinleşmiştir. Buna karşılık başvurucu, henüz davanın esası hakkında yargılama devam ederken ihtiyati tedbir kararı da devam ettiği için 10/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. İbrahim Geçer, B. No: 2014/19056, 19/2/2019, §§ 19- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/23296 | Başvuru, tapu iptali ve tescili talebiyle açılan davada taşınmazın tapu kaydına ihtiyati tedbir şerhi konulmasına karar verilmesi ve bu tedbirin uzun süre devam etmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, birinci sınıfa ayrılma nedeniyle oluşan maaş farkının ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 6/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Ceza Yargılaması Süreci Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla yapılan incelemede, başvurucu hakkında FETÖ ve/veya PDY'ye üye olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarını işlediği gerekçesiyle soruşturma başlatıldığı anlaşılmıştır. Başvurucunun tutuklanması istemi Manisa Sulh Ceza Hâkimliğince 20/7/2016 tarihinde kabul edilmiş ve başvurucu tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan açılan dava sonucunda İzmir Ağır Ceza Mahkemesi, suçunun sabit olduğu gerekçesiyle 16/7/2020 tarihinde başvurucunun 6 yıl 10 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Yapılan istinaf yasa yolu başvurusunun henüz incelenmediği ve kararın kesinleşmediği anlaşılmıştır. Başvurucunun ceza yargılaması sürecine ilişkin ihlal iddiaları Anayasa Mahkemesi tarafından 2018/2730 sayılı bireysel başvuru dosyası ile incelenmiş ve kabul edilemez bulunmuştur.B. Meslekten Çıkarma Kararı ve Bireysel Başvuru Süreci Başvurucu, hâkim olarak görev yapmaktayken 30/4/2016 tarihinde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından birinci sınıfa ayrılmıştır. Başvurucu, HSYK Genel Kurulunun 24/8/2016 tarihli ve 2016/426 sayılı kararı ile 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca FETÖ/PDY ile iltisak ve irtibatının olduğu gerekçesiyle meslekten çıkarılmıştır. Başvurucu 30/4/2016 tarihinden itibaren terfi nedeniyle ödenmesi gerekli maaş farkını istemiş ve görev yaptığı mahkemeye başvurmuştur. Bu başvurusu 22/12/2016 tarihinde reddedilmiştir. Ret gerekçesinde 30/4/2016 tarihinden itibaren derecenin kademesi olan 1320+4800 göstergesine ve 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun maddesine göre kıstas aylığın %65 oranına yükseltildiği ancak meslekten çıkarılması nedeniyle Kamu Harcama ve Muhasebe Bilişim Sistemi'nin (KBS) maaş farkının yapılmasına izin vermediği, HSYK tarafından bir plaket gönderilmediği için plaketin teslim edilemediği ifade edilmiştir. Başvurucu 22/12/2016 tarihli işlemin iptali ve terfi nedeniyle ödenmeyen maaş farkının yasal faiziyle ödenmesi istemiyle 29/12/2016 tarihinde Manisa İdare Mahkemesi ( İdare Mahkemesi) aleyhine Manisa İdare Mahkemesinde dava açmıştır. 5/1/2017 tarihinde davanın yetki yönünden reddine ve dava dosyasının yetkili İstanbul İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Yetkisizlik kararı sonrası davayı inceleyen İstanbul İdare Mahkemesince(Mahkeme) husumet, Bakanlık ve Hakimler ve Savcılar Kuruluna yöneltilmiş; dava 29/11/2017 tarihinde reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde özetle;i. 15 Temmuz 2016 tarihinde FETÖ/PDY tarafından Anayasa'nın öngördüğü hukuk devleti düzenini ortadan kaldırmaya, bu düzenin yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını engellemeye yönelik olarak darbe teşebbüsünde bulunulduğu, bu darbe girişimi sonrasında 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilerek birden fazla kanun hükmünde kararname yayımlandığı ifade edilmiştir. Bunlardan 667 sayılı KHK ile 17/8/2016 tarihli ve 29804 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'de (670 sayılı KHK) yargı mensupları ile ilgili düzenlemelere yer verildiği, bu düzenlemelere bakıldığında düzenlemelerin sadece meslekten çıkarmayı kapsamadığı, sıfat ve meslek adlarına bağlı olarak sağlanan hakları da kapsadığı ifade edilmiştir.ii. Bu durumda başvurucunun talep ettiği maaş farkının 670 sayılı KHK'nın maddesinde yer alan sıfat ve meslek adlarına bağlı olarak sağlanan haklar kapsamında yer aldığı, meslekten çıkarılan kişilerin bu kapsamdaki haklardan faydalanamayacağının açıkça belirtildiği vurgulanmıştır. Başvurucunun istinaf başvurusu İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Birinci İdare Dava Dairesince (Bölge idare Mahkemesi) 18/5/2018 tarihinde reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde özetle:i. Başvurucunun mesleki şartları taşımadığının sonradan anlaşılması nedeniyle hâkimlik görevine son verildiği, hâkimlik mesleği statü hukukunda mesleki şartları taşımayanın terfi şartlarını evleviyetle taşımayacağı, bu nedenle işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir.ii. Başvurucunun terfi tarihi itibarıyla yükselme koşullarını sağlamadığı anlaşıldığından hukuka aykırı olarak elde edilen haktan müktesep olmayacağı belirtilmiştir.iii. Başvurucu, emsallerinin bazılarına bu ödemelerin yapılarak kendisine yapılmamasının eşitlik ilkesine aykırı olduğunu ileri sürülmekteyse de eşitlik ilkesinin hukuki himayeye mazhar haklar için bir dağıtıcı kavram olduğuna ve dava konusu olayda uygulama kabiliyeti bulunmadığına işaret edilmiştir. Nihai karar 7/6/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. A. Ulusal Hukuk 2802 sayılı Kanun'un "Amaç" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “ Bu Kanunun amacı;a) Adli ve idari yargı hakim ve savcılarının niteliklerini, atanmalarını, hak ve ödevlerini, aylık ve ödeneklerini, meslekte ilerlemelerini, görevlerinin ve görev yerlerinin geçici veya sürekli olarak değiştirilmesini, haklarında disiplin kovuşturması açılmasını ve disiplin cezası verilmesini, görevleriyle ilgili veya görevleri sırasında işledikleri veya kişisel suçlarından dolayı soruşturma yapılmasını ve yargılamalarına karar verilmesini, meslekten çıkarılmayı gerektiren suçluluk veya yetersizlik hallerini, meslek içi eğitimlerini ve diğer özlük işlerini,b) (…), Yargıtay ve Danıştay Başkan ve üyelerinin aylık ve ödenekleri ile diğer mali, sosyal hak ve yardımlarını,Düzenlemektir.'' 2802 sayılı Kanun'un "Aylık Tablosu" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Kıstas aylığı oluşturan her bir ödeme unsurunun;...d) Birinci sınıfa ayrılmış hâkim ve savcılara % 65'i,...oranında aylık ödeme yapılır. Bu madde kapsamındaki ödeme unsurları arasında yer alan ikramiyenin hesabında, kıstas aylık içindeki ikramiyenin bir malî yıldaki toplam tutarının onikide biri dikkate alınır.....Sınıfları ve dereceleri yükselen hâkim ve savcılar, yeni sınıf ve derecelerine ilişkin aylığa, söz konusu yükselmelerinin geçerlilik tarihlerini takip eden ayın onbeşinden itibaren hak kazanırlar....'' 667 sayılı KHK'nın "Yargı mensupları ile bu meslekten sayılanlara ilişkin tedbirler" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun salt çoğunluğunca; Yargıtay daire başkanı ve üyeleri hakkında Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunca; Danıştay daire başkanı ve üyeleri hakkında Danıştay Başkanlık Kurulunca; hâkim ve savcılar hakkında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulunca ve Sayıştay meslek mensupları hakkında Sayıştay Başkanının başkanlığında, başkan yardımcıları ile Sayıştay Başkanı tarafından belirlenecek bir daire başkanı ve bir üyeden oluşan komisyonca meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilir. Görevlerine son verilenlerin silah ruhsatları ve hususi damgalı pasaportları iptal edilir ve bu kişiler oturdukları kamu konutlarından veya vakıf lojmanlarından onbeş gün içinde tahliye edilir.” 670 sayılı KHK'nın "Bazı unvanların kullanımı" kenar başlıklı" maddesi şöyledir: “(1)667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamında kamu görevinden çıkarılanlar, uhdelerinde taşımış oldukları büyükelçi, vali gibi unvanları ve yüksek mahkeme başkan ve üyeliği, müsteşar, hâkim, savcı, kaymakam ve benzeri meslek adlarını ve sıfatlarını kullanamazlar ve bu unvan, sıfat ve meslek adlarına bağlı olarak sağlanan haklardan yararlanamazlar.''B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin kamu otoritelerince mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuna dayanmasını zorunlu kıldığını ifade etmiştir. AİHM ayrıca demokratik toplumun temel ilkelerinden olan hukuk devletinin Sözleşme'de mündemiç bir kavram olduğunu vurgulamıştır (Vistins ve Perepjolkins/Letonya, B. No: 71243/01, 25/10/2012, § 95). Ancak AİHM, kanunilik ilkesinin sağlanması bakımından müdahalenin iç hukukta yasal bir temelinin varlığının tek başına yeterli olmadığını, kanunun belli bir kaliteye de sahip olması gerektiğini vurgulamış; bu bağlamda kanunun hukuk devleti ilkesine uygun olmanın yanında keyfîliğe karşı güvenceler içermesi gerektiğine de işaret etmiştir(Vistins ve Perepjolkins/Letonya, § 96). AİHM'e göre mülkiyetten yoksun bırakma yetkisi tanıyan bir kanun kuralının kanunilik kriterini taşıdığından söz edilebilmesi için yeterli düzeyde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olması gerekir. Öngörülebilirliğin derecesinin tespitinde söz konusu kanunun içeriği, düzenlediği alanın mahiyeti ve temas ettiği kişilerin sayısı ve statüsü büyük önem taşımaktadır. Öngörülebilirlik, özellikle kamu otoritelerinin keyfî müdahalelerine karşı koruma önlemleri getirilmiş olmasını gerektirmektedir. Öte yandan kanunun öngörülebilirlik ilkesinin önemiyle orantılı asgari usule ilişkin güvenceler içermesi gerekir (Vistins ve Perepjolkins/Letonya, § 97). AİHM, her hukuk sisteminde kanun hükümlerinin yargısal yoruma tabi tutulmasının kaçınılmaz olduğunun altını çizmektedir. AİHM'e göre müphem hususların açıklığa kavuşturulması ve değişen koşullara uyum sağlanması her zaman için bir ihtiyaçtır.Kesinlik, ziyadesiyle arzulanan bir husus olduğu hâlde bu, aşırı katı olma sonucunu doğurabilmekte; kanunun değişen koşullara uyumuna engel teşkil edebilmektedir. Birçok kanun kaçınılmaz olarak -az veya çok- belli bir derecede muğlaklık içerir. Muğlaklık barındıran bu kanunların yorumlanması ve uygulanması ise bir pratik sorunudur. Bu çerçevede kanunların müphem yönlerini açıklığa kavuşturmak ve yorumda ortaya çıkan şüpheleri dağıtmak mahkemelerin görevidir (OAO Neftyanaya Kompaniya Yukos/Rusya, B. No: 14902/04, 20/9/2011, § 568). Bu yüzden kanunilik şartı, hukuk kurallarının yargısal makamlarca yorumlanmasını dışladığı biçiminde anlaşılamaz (OAO NeftyanayaKompaniya Yukos/Rusya, § 569). AİHM, iç hukukun yorumlanmasının ve uygulanmasının öncelikli olarak ulusal otoritelerin yetkisinde olduğuna dikkat çekmektedir. Bununla birlikte AİHM, iç hukukun yorumlanmasının ve uygulanmasının sonuçlarının Sözleşme ve kendi içtihatlarıyla uyumlu olup olmadığını denetlemenin görevi olduğunu ifade etmektedir (Shchokin/Ukrayna, B. No: 23759/03, 37943/06, 14/10/2010, § 52). Anželika Šimaitienė/Litvanya kararına konu olayda, hâkim olan başvurucu, görevi kötüye kullanma ve belgede sahtecilik suçlarından yargılanmış ancak ceza davası zamanaşımı nedeniyle düşürülmüştür. Başvurucu, disiplin yönünden yapılan inceleme sonunda görevinde ihmal gösterdiği ve bunun da hâkimlik mesleğinin itibarını zedelediği gerekçesiyle meslekten çıkartılmıştır. Başvurucunun meslekten çıkarma, maaşlarının ödenmesi ve açığa alındığı dönemdeki maaş kaybı nedeniyle tazminat ödenmesi istemiyle açtığı davalar reddedilmiştir. Derece mahkemeleri bu kararlarda, maaş tazmininin Mahkemeler Hakkında Kanun’un başvurucunun ihracı tarihinde geçerli hâliyle maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca ancak ceza kovuşturmasının imkânsız hale gelmesi durumda yapılacağını ve bu maddenin, görevinin gayrimakul şekilde kısıtlandığı hâllerde bir hâkimin tazminata hak kazanacağı şeklinde anlaşılması gerektiğini ifade etmiştir(Anželika Šimaitienė/Litvanya, B. No: 36093/13, 21/4/2020). AİHM öncelikle anılan kanun hükmünün değişiklikten önceki hâlinin başvurucuda, suçlu bulunmadığı takdirde maaşına hak kazanacağı şeklinde meşru bir beklenti oluşturduğunu değerlendirmiştir (Anželika Šimaitienė/Litvanya, § 96). AİHM, mahkemelerin başvurucunun ceza yargılamasında ve görevden alınmasına temel oluşturan sonraki yargılamada hiçbir zaman suçlu bulunmadığı gerçeğine odaklanmak yerine kanundaki ifadenin bir hâkimin ancak görevden alınmasının makul olmaması hâlinde tazminata karar verilmesi gerektiğini öngördüğü şeklinde bir yaklaşım benimsediğini, dolayısıyla anılan kanun hükmünün değiştirilmiş hâline atıfta bulunurken tazminat ödemesinin yargı görevinden uzaklaştırmanın makul olmaması şeklinde bir şarta bağlı olduğu yönünde ilave bir yasal unsur eklediklerini belirtmiş; bunun da daha önce iç hukukta bir değerlendirmenin parçası olmadığını ifade etmiştir. AİHM, başvurucunun 2006 yılında görevinden uzaklaştırılması ve 2011 yılında görevine son verilmesi sırasında dahi disiplin soruşturmaları sırasında bir hâkimin yetkilerini askıya almanın yasal bir dayanağı bulunmadığını, böyle bir önlemin ancak daha sonra mümkün olduğunu belirtmiştir. Sonuç olarak AİHM, başvurucu hakkında verilen bir mahkûmiyet kararı olmadığından cezai takibat sırasında görevden uzaklaştırıldığı süre için maaşının ödenmesinin reddedilmesini öngörülemez bulmuş ve müdahalenin yasal dayanağının bulunmadığını tespit etmiştir (Anželika Šimaitienė/Litvanya, §§ 112-116). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/20613 | Başvuru, birinci sınıfa ayrılma nedeniyle oluşan maaş farkının ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, 4/4/2001 tarihinde Eskişehir İş Mahkemesinde açtığı tazminat davasının kısmen kabulüne karar verildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 18/2/2013 tarihinde Eskişehir Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Birinci Bölümün 23/1/2014 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 21/3/2014 tarihli yazı ile görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 21/9/1999 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu yaralanmıştır. Başvurucu, 4/4/2001 tarihinde Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. ve İ.A. aleyhine Eskişehir İş Mahkemesinde açtığı davada; davalı şirkette işçi olarak çalıştığı sırada, istif halinde olan şeker torbalarının kayması sonucu şeker torbalarının altında kalarak yaralandığını, ambar şefi ile şirketin kusurlu olduğunu ileri sürerek 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminatın tahsilini talep etmiştir. Mahkemece, 25/11/2008 tarih ve E.2001/190, K.2008/1266 sayılı ilamla; davanın kısmen kabulüne, 527,00 TL maddi, 000,00 TL manevi tazminatın davalılardan tahsiline karar verilmiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 5/4/2010 tarih ve E.2009/3631, K.2010/3738 sayılı ilamıyla; maddi zararın hesabına ilişkin 22/7/2008 tarihli bilirkişi raporunda pasif dönemin hesaba dâhil edilmediği ve zarar hesabı yapılırken aktif dönem başlangıcının, olay tarihi olan 21/4/1999 tarihinin değil de bilirkişinin hatalı yorum ve hesabına dayalı olarak, davacıya ödenen geçici iş göremezlik ödeneğinin sona erdiği tarih olan 7/2/2000 tarihinden itibaren başlatıldığı ve bu bilirkişi raporunun hükme esas alındığı gerekçesiyle hüküm bozulmuştur. Başvurucu, 18/8/2010 tarihli ıslah dilekçesi ile maddi tazminat talebini 565,61 TL’ye yükseltmiştir. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda, 18/1/2011 tarih ve E.2010/971, K.2011/12 sayılı kararla; davanın kısmen kabulü ile, 527,00 TL maddi ve 000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/6/2011 tarih ve E.2011/3519, K.2011/5173 sayılı ilamıyla; başvurucunun ıslah dilekçesindeki talebi konusunda herhangi bir karar verilmediği ve bozmanın davacı yararına olduğu dikkate alınarak karar verilmesi gerektiği belirtilerek, hüküm bozulmuştur. Başvurucu aynı iddialarla ve aynı davalılar aleyhine, 24/1/2011 tarihinde, Eskişehir İş Mahkemesinde açtığı davada ise; 211,47 TL’nin tahsilini talep etmiştir. Mahkemece, her iki dava dosyası birleştirilmiştir. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda 12/10/2011 tarih ve E.2011/1295, K.2011/1272 sayılı kararla; davanın kısmen kabulüne, bilirkişi raporları ve tüm doya kapsamı dikkate alınarak, 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faiziyle davalılardan tahsiline, fazlaya ilişkin taleplerin reddine, birleşen dava dosyasındaki taleplerin ise olay tarihinden itibaren 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun maddesinde belirtilen 1 ve 10 yıllık zamanaşımı sürelerinin geçmesi nedeniyle reddine karar verilmiştir. Tarafların temyizi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/12/2012 tarih ve E.2011/17484, K.2012/21852 sayılı ilamıyla; dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, temyiz itirazlarının reddiyle hükmün onanmasına karar verilmiştir. Karar, 22/1/2013 tarihinde başvurucu tarafından öğrenilmiştir. Başvurucu, 18/2/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 6100 sayılı Kanun’un “Diğer kanunlardaki yargılama usulü ile ilgili hükümler” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri uygulanır.” 6100 sayılı Kanun’un “Diğer kanunlardaki yargılama usulü ile ilgili hükümler” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri uygulanır.” 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur.” 5521 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“İş mahkemelerinde şifahi yargılama usulü uygulanır. İlk oturumda mahkeme tarafları sulha teşvik eder. Uzlaşamadıkları ve taraflar veya vekillerinden birisi gelmediği takdirde yargılamaya devam olunarak esas hakkında hüküm verilir.” 5521 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Bu Kanunda sarahat bulunmıyan hallerde Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri uygulanır.” 818 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir: “Hakim, hususi halleri nazara alarak cismani zarara düçar olan kimseye yahut adam öldüğü takdirde ölünün ailesine manevi zarar namiyle adalete muvafık tazminat verilmesine karar verebilir.” 818 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir:“Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ittılaı tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1497 | Başvurucu, 4/4/2001 tarihinde Eskişehir İş Mahkemesinde açtığı tazminat davasının kısmen kabulüne karar verildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. | 1 |
Başvuru ziyaretçi kabulünden yoksun bırakılması yaptırımlarına karşı yaptığı itirazların infaz hâkimliğince reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve sürekli disiplin cezaları verilmesi nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Ceza infaz kurumunda idarece verilen yemeği topluca almadıkları gerekçesiyle başvurucunun 2 ay süreyle ziyaretçi kabulünden yoksun bırakılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz üzerine Silivri İnfaz Hâkimliği 30/3/2018 tarihli ve E.2018/1473, K.2018/2540 sayılı kararıyla, başvurucunun açlık grevi yaptığı ancak başvurucu hakkında açlık grevi eylemine uyan disiplin cezası verilmediği gerekçesiyle itirazın kabulüne karar vermiştir. Başvurucu; İnfaz Hâkimliğinde yaptığı savunmasında, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile ifade vermek istemediğini, mahkeme huzurunda ifade vermek istediğini beyan etmiştir. Başvurucu, itirazın İnfaz Hâkimliğince kabul edilmesi nedeniyle ağır ceza mahkemesine itiraz başvurusunda bulunmamıştır. Ceza infaz kurumunda sayım yapılmasını engellediği ve görevli memura direndiği gerekçesiyle başvurucunun iki ay süreyle ziyaretçi kabulünden yoksun bırakılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz üzerine Silivri İnfaz Hâkimliği 27/4/2018 tarihli ve E.2018/1376, K.2018/3141 sayılı kararıyla itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu; İnfaz Hakimliğinde yaptığı savunmasında, SEGBİS ile ifade vermek istemediğini, mahkeme huzurunda ifade vermek istediğini beyan etmiştir. Başvurucu, İnfaz Hâkimliği kararına "..karara itirazımdır, Söz konusu olay günü eylem yaptığım doğrudur ama bunları ciddi hak gaspları yaşandığı için yapıyoruz. Silivri hapis idaresi durmadan cezalar veriyor. Bu şekilde verilen bütün cezalar onaylanıyor sadece benim şuan 3-5 sene haberleşme bir o kadar da ziyaret, 35 gün hücre cezası var. Artık bizler ne diyelim ki yorum bütünüyle sizin, hakkımda istenen cezanın kaldırılmasını istiyorum." şeklinde yazdığı dilekçe ile itiraz etmiştir. Silivri Ağır Ceza Mahkemesince 7/6/2018 tarihinde itirazın reddine karar verilmiştir. Ceza infaz kurumunda toplu hâlde slogan attığı gerekçesiyle başvurucunun 2 ay süreyle ziyaretçi kabulünden yoksun bırakılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz üzerine Silivri İnfaz Hâkimliği 10/5/2018 tarihli ve E.2018/960, K.2018/3002 sayılı kararıyla itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu, İnfaz Hakimliğinde yaptığı savunmasında, SEGBİS ile ifade vermek istemediğini, mahkeme huzurunda ifade vermek istediğini beyan etmiş; Mahkemece talebin reddine karar verilmiştir. Başvurucu, İnfaz Hakimliği kararına "cezaya itirazımdır, yaptığımız eylemler meşrudur, her yerde yapıyoruz, bu şekilde onayladığınız her ceza hapishane idaresine güvencedir. Dayak yiyen, küfür yiyen biz, ama ceza da bize veriliyor. Vermeye devam edin, ki zaten biz de yapmaya devam ediyoruz." şeklinde yazdığı dilekçeyle itiraz etmiştir. Silivri Ağır Ceza Mahkemesince 28/6/2018 tarihinde itirazın reddine karar verilmiştir. Başvurucunun yine ceza infaz kurumunda toplu hâlde slogan attığı gerekçesiyle iki ay süreyle ziyaretçi kabulünden yoksun bırakılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz üzerine Silivri İnfaz Hâkimliği 10/5/2018 tarihli ve E.2018/966, K.2018/3003 sayılı kararıyla itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu, İnfaz Hakimliğinde yaptığı savunmasında, SEGBİS ile ifade vermek istemediğini, mahkeme huzurunda ifade vermek istediğini beyan etmiş; Mahkemece talebin reddine karar verilmiştir. Başvurucu, İnfaz Hâkimliği kararına "cezaya itirazımdır, Söz konusu olay günü eylemleri yaptım doğrudur bunda disiplin cezasını gerektirecek hiçbir şey yoktur ama keyfi olarak veriliyor bunu çok iyi biliyoruz. Biz bu eylemleri yapacağız. Haklarımızı alana kadar da vazgeçmeyeceğiz" şeklinde yazdığı dilekçe ile itiraz etmiştir. Silivri Ağır Ceza Mahkemesince 28/6/2018 tarihinde itirazın reddine karar verilmiştir. Başvurucunun yine ceza infaz kurumunda toplu hâlde sloganattığı gerekçesiyle iki ay süreyle ziyaretçi kabulünden yoksun bırakılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz üzerine Silivri İnfaz Hâkimliği 10/5/2018 tarihli ve E.2018/952, K.2018/3000 sayılı kararıyla itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu, İnfaz Hâkimliğinde yaptığı savunmasında, SEGBİS ile ifade vermek istemediğini, mahkeme huzurunda ifade vermek istediğini beyan etmiş; Mahkemece talebin reddine karar verilmiştir. Başvurucu, İnfaz Hâkimliği kararına "cezaya itirazımdır, Söz konusu olay günü eylemleri yaptığım doğrudur bu tür eylemleri yapıyoruz hakkımızda siz ceza vermeye devam edin bizde eylemlerimizi yapmaya devam edeceğiz. Bu hayatta herkes kendine yakışanı yapar, sorun değil, verilen cezanın kaldırılmasını istemiyorum." şeklinde yazdığı dilekçe ile itiraz etmiştir. Silivri Ağır Ceza Mahkemesince 28/6/2018 tarihinde itirazın reddine karar verilmiştir. Başvurucunun yine ceza infaz kurumunda toplu hâlde slogan attığı gerekçesiyle iki ay süreyle ziyaretçi kabulünden yoksun bırakılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz üzerine Silivri İnfaz Hâkimliği 10/5/2018 tarihli ve E.2018/958, K.2018/3001 sayılı kararıyla itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu, İnfaz Hâkimliğinde yaptığı savunmasında SEGBİS ile ifade vermek istemediğini, mahkeme huzurunda ifade vermek istediğini beyan etmiş, Hâkimlik tarafından talebin reddine karar verilmiştir. Başvurucu, İnfaz Hâkimliği kararına "cezaya itirazımdır, olay günkü denilen herşey yapıldı, haklarımızı verin biz de yapmayalım." şeklinde yazdığı dilekçe ile itiraz etmiştir. Silivri Ağır Ceza Mahkemesince 28/6/2018 tarihinde itirazın reddine karar verilmiştir. Başvurucu 17/8/2018 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/27871 | Başvuru ziyaretçi kabulünden yoksun bırakılması yaptırımlarına karşı yaptığı itirazların infaz hâkimliğince reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve sürekli disiplin cezaları verilmesi nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması ve tutukluluğa itiraz yolunun etkin olarak kullanılamaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; çelişkili tanık beyanları esas alınarak hukuka aykırı karar verilmesi, başvurucu lehine olan delillere itibar edilmemesi ve makul sürede yargılama yapılamaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna, esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Osmaniye Sulh Ceza Mahkemesinin 2/4/2008 tarihli kararı ile kasten insan öldürme suçundan tutuklanmıştır. Osmaniye Cumhuriyet Başsavcılığının 18/4/2008 tarihli iddianamesi ile kasten insan öldürme, kasten insan öldürmeye teşebbüs, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet suçlarını işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 22/12/2011 tarihli kararı ile kasten insan öldürme, kasten yaralama ve 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçlarından başvurucunun mahkûmiyetine karar verilmiştir. Mahkeme, hüküm ile birlikte başvurucunun tutukluluğunun devamına da karar vermiştir. Temyiz incelemesi sonucunda hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 5/11/2012 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma sonrasında yargılamaya devam eden Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesi, 5/3/2013 tarihli kararı ile başvurucunun, 2 ayrı kasten insan öldürme suçundan toplam 40 yıl hapis, kasten yaralama suçundan 2 yıl 6 ay hapis, 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan 10 ay hapis ve 500 TL adli para cezaları ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkemece hüküm ile birlikte “verilen ceza miktarı, sanıkların işlediği iddia edilen suçun 5271 Sayılı CMK’nın maddesinde sayılan suçlardan oluşu, sanıkların tevkif tarihleri ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı dikkate alınarak” başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"Tüm dosya kapsamı, sanık savunmaları, katılanların iddiası, tanık beyanları, Adli Tıp Kurumunca düzenlenen raporlar, otopsi tutanakları, silah ve parmak izlerine ilişkin ekspertiz raporları, Osmaniye Asliye Ceza Mahkememiz dosyası ile birleştirilen 2007/488 esas 2008/303 karar sayılı dosyası ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde;...maktul N.nin Saray Kıraathanesi yakınlarında olduğunu haber alan sanıklar Güven ERSOY, K.B., B. ve K.B.nin babası olup, olayda ölen; İ.B.nin silahlarını alarak beklemeye başladıkları, maktul Z. ve N.nin içinde bulundukları oto, sokağın köşesine geldiğinde, sanık Güven ERSOY tarafından durdurulduğu, sanık Güven’in ele geçirilemeyen tabancası ile aracın arka koltuğunda oturan N.nin kolundan tutarak 'aşağı in lan' şeklinde bağırıp silah zoruyla dışarıya çıkardığı, bu hususun taraflar ile husumeti bulunmayan müşteki H.Ç.nin beyanı ile sabit olduğu, bunun üzerine araçta bulunan Maktul Z.nin bu olaya müdahale ederek aralarına girdiği, “Güven abi yapma, biz namusuz, tepelemeyelim birbirimizi, boş ver, barışın gitsin” şeklinde sözler söylemesine rağmen, sanık Güven’in; N.yi arabadan indirme konusunda ısrarcı olduğu, bu sırada diğer sanıklar K. ve ile olayda ölen İ.B.nin de kendilerinin bulunduğu kahvehaneden çıkarak tartışmanın olduğu yöne doğru yöneldikleri, bu sırada Güven’in N.ye ateş ettiği, yaralanan N. ile olayda ölen; maktul Z. ve geldikleri aracın sürücüsü olan müşteki H.Ç.nin, hemen aracın arkasına doğru geçerek siper aldıkları, ancak Güven ve diğer sanıklar K., ve olayda ölen İ.B.nin de ellerinde silahla olaya karıştıkları, karşı taraftan yani bu kişilerin bulunduğu taraftan otonun arkasına gizlenen N., Z. ve H.ye doğru ateş edilmeye başladıkları, bu ateş edilme üzerine maktul Z.nin de daha önce N.den almış olduğu tabancayı çekerek karşılık verdiği, bu çatışma sonrasında maktul Z., maktul N., müşteki H. ve olayın karşı tarafında bulunan daha sonradan ölen İ.B.nin yaralandıkları, olay yerinden hastaneye kaldırılan bu yaralılardan N. ve İ.B.nin 9/12/2007 tarihinde Z.K.nin ise 10/12/2007 tarihinde hastanede tedavileri yapılırken vefat ettikleri anlaşılmıştır. Olaydan hemen sonra K.B., B. olay yerinden ayrılmış, Güven Ersoy firar etmiştir....Her ne kadar sanıklardan Güven Ersoy olay yerinde bulunmadığını ileri sürmüş ise de soruşturma aşamasında olaydan hemen sonra ifade veren A.R.U. ilk ifadesinde K. ve yi teşhis etmiş, ancak görse tanıyabileceği orta boyda, şişman, 30 – 35 yaşlarında bir şahsın daha karşı tarafa ateş ettiğini belirtmesi üzerine Güven Ersoy’un yakalanmasından sonra teşhis yaptırıldığında şahsın teşhise katılan 5 kişi arasında olmadığını belirtmiş, Güven Ersoy’un fotoğrafı gösterildiğinde Güven’i teşhis ettiği, 10 dakika sonra yeniden Cumhuriyet Başsavcılığına giderek canlı teşhis işlemi yaptırıldığında Güven Ersoy’u teşhis ettiğini ancak korkmasından dolayı o şekilde ifade verdiğini belirtmesi dikkate alındığında tanığın soruşturma aşamasındaki ifadesine itibar edilmiş, ayrıca Güven’in kardeşi E.nin olaydan hemen sonra Güven’in telaşlı ve tedirgin bir şekilde eve geldiğini, çocuklarını arayamadığını bu nedenle çocuklarını getirmesini söylediğini belirtmesi, bu sanığın olaydan hemen sonra firar etmesi, akabinde Ö.K. adına düzenlenmiş kendi resminin yapıştırıldığı sahte sürücü belgesi ile yakalanması, ilk olayda N. ve O. tarafından ateş edildiğinde yaralanması dikkate alındığında Güven’in de ateş eden sanıklar içerisinde bulunduğu ve suça doğrudan katıldığı mahkememizce kabul edilmiştir. " Anılan karar, başvurucuya duruşmada tefhim edilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde, hüküm ile birlikte verilen tutukluluğun devamı kararına karşı itiraz yoluna gidildiğine dair bilgi ve/veya belge sunulmamıştır. Başvurucu, hakkında verilen mahkûmiyet hükmünü temyiz etmiştir. Başvurucu, Yargıtay Ceza Dairesine gönderdiği 5/7/2013 tarihli dilekçesi ile tahliyesine de karar verilmesini talep etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 23/6/2014 tarihli ve E.2014/2329, K.2014/3591 sayılı kararıyla başvurucu hakkında kasten insan öldürme ve 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçlarından verilen mahkûmiyet hükümlerinin onanmasına; kasten yaralama suçundan verilen hükmün ise “kullanılan silahın elverişliliği, sanıkların maktüller ve mağdur arasında ayrım yapmaksızın üçünün üzerine doğru çok sayıda ateş etmeleri ve aynı olayda N. ve Z.'yi öldürmeleri hususları birlikte dikkate alındığında, açığa çıkan kastlarının öldürmeye yönelik olduğu anlaşıldığı halde, kasten öldürme suçuna teşebbüs yerine yazılı şekilde suçun niteliğinde yanılgıya düşülerek kasten yaralamadan hüküm kurulması” gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiştir. Anılan Yargıtay kararında, ayrıca başvurucunun tahliye talebinin reddine de karar verilmiştir. Bozma sonrasında yapılan yargılamada Mahkemenin 18/11/2014 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 9/11/2016 tarihli kararıyla düzeltilerek onanmıştır. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15388 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması ve tutukluluğa itiraz yolunun etkin olarak kullanılamaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; çelişkili tanık beyanları esas alınarak hukuka aykırı karar verilmesi, başvurucu lehine olan delillere itibar edilmemesi ve makul sürede yargılama yapılamaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda meydana gelen ölüm nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun eşi T.Ç., Trabzon Asliye Ceza Mahkemesinin 12/10/2017 tarihli kararıyla 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'na muhalefet suçundan hapis cezası ile cezalandırılmış, hükmün kesinleşmesini takiben 1/3/2019 tarihinde Beşikdüzü T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna yerleştirilmiştir. T.Ç., Ceza İnfaz Kurumuna kabulü sırasında düzenlenen kabul görüşme raporunda kronik, müzmin bir hastalığı bulunmadığını, 4/3/2019 tarihinde düzenlenen araştırma değerlendirme formunda da sürekli kullandığı bir ilacın olmadığını beyan etmiştir. 161 cm boyunda, 130-140 kg ağırlığında olduğu anlaşılan T.Ç. 2019 yılı Mart ayı içinde el bileğindeki şişlik ve hareket kısıtlılığı nedeniyle ortopedi ve göz polikliniğine sevk edilmiştir. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının iyi hâl tespiti yönünde görüş bildirdiği 1/4/2019 tarihli kararı üzerine T.Ç. 2/4/2019 tarihinde Beşikdüzü Açık Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiştir. T.Ç. 8/4/2019 tarihinde yine ortopedi polikliniğine sevk edilmiştir. Ceza İnfaz Kurumlarının kayıtlarına ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) verilerine göre T.Ç. herhangi bir rahatsızlık nedeniyle idareye başvurmamış, ayrıca kurum içinde herhangi bir disiplin cezası almamıştır. Mahpusların ve kurum personelinin ifadeleri ile resmî tutanaklar çerçevesinde 11/4/2019 tarihinde gerçekleşen ölüm olayına ilişkin süreç aşağıdaki gibi cereyan etmiştir. 11/4/2019 günü gece saatlerinde koğuşta kalan diğer mahpuslar T.Ç.nin olağan dışı sessiz uyuduğunu fark ederek T.Ç.yi kontrol etmiş ve yüzünün beyaz, vücudunun soğuk olduğunu anlayınca kurum personeline haber vermiştir. Mahpusların bildirimi üzerine T.Ç.nin bulunduğu koğuşa hemen intikal eden kurum personeli durumu kurum içinde bulunan acil servis görevlilerine derhâl bildirmiş, saat 24'te olayı haber alan acil servis görevlileri saat 25'te T.Ç.nin bulunduğu koğuşa ulaşmıştır. Acil servis görevlilerinin koğuşta acil tıbbi müdahalede bulunmasının ardından T.Ç. ambulansla (Paramedik tarafından imzalanan tutanakta ikinci ambulans gelene kadar 45 dakika müdahalede bulunulduğu belirtilmiştir.) Vakfıkebir Devlet Hastanesine nakledilmiş ancak yapılan müdahalelere rağmen aynı gece (12/4/2019) saat 45 itibarıyla hayatını kaybetmiştir. Vakfıkebir Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) ölümle ilgili olarak soruşturma başlatmıştır. Aynı gün T.Ç.nin ölü muayene işlemi yapılmış ve kesin ölüm nedeninin klasik otopsi işlemi sonrası anlaşılacağı tespit edilmiştir. Adli Tıp Kurumu Trabzon Grup Başkanlığı tarafından düzenlenen 25/7/2019 tarihli otopsi raporunda, T.Ç.nin vücudunda (yeniden canlandırma işlemi sırasında oluşan dışında) yaralanma ve herhangi uyuşturucu madde/alkol tespit edilmediği, T.Ç.nin ölüm nedeninin kalp damar hastalığı olduğu ifade edilmiştir. Ceza İnfaz Kurumlarından konuya ilişkin bilgi/belge (tutanak, T.Ç.ye dair evrak, sağlık kurumuna sevkin istenip istenmediğine dair evrak, personel listesi vb.) temin edilmiş, soruşturma sürecinde T.Ç.nin yakınlarının, kurum personelinin ve bazı mahpusların ifadeleri alınmıştır. Başsavcılık kamera kaydı talep etmişse de Açık Ceza İnfaz Kurumunda kamera sistemi bulunmadığı için olaya ilişkin görüntü elde edilememiştir. İnfaz koruma memuru S.B. 12/4/2019 tarihli ifadesinde özetle olay gecesi mahpusların durumu bildirmesi üzerine hemen koğuşa gittiklerini, T.Ç.yi yatağında hareketsiz yatar hâlde bulduklarını, kurum içinde görevli acil servis ekibine haber vererek müdahale etmelerini sağladıklarını, akabinde T.Ç.nin ambulansla hastaneye nakledildiğini, şüpheli bir durum olmadığını beyan etmiştir. İfadesine başvurulan mahpuslar G., P., İ.K., A.O.U., H.Y. 14/10/2019 tarihli birbiriyle örtüşen ifadelerinde özetle T.Ç.nin kilolu olduğunu, geceleri uyurken genelde yataktan düştüğünü, öncesinde de bazı rahatsızlıklarının olduğunu, horlayarak uyuduğunu, genelde yerde yattığını (Mahpuslardan P., T.Ç.nin uyku problemi yaşadığını, yerde yattığını ve bu durumu idareye bildirdiklerini beyan etmiştir.), olay gecesi kendisinden ses gelmeyince T.Ç.yi kontrol ettiklerini, durumu derhâl kurum personeline bildirdiklerini, ilk müdahalenin odada yapıldığını, 20-40 dakika arasında bir sürede ambulansın gelmesi üzerine T.Ç.nin hastaneye kaldırıldığını belirtmiştir. Mahpus Ü.Ö.nün başka bir ceza infaz kurumuna nakli yapıldığından ifadesi alınamamıştır. Başvurucu 1/11/2019 tarihli ifadesinde, eşiyle en son açık görüşme esnasında yüz yüze geldiğini, eşinin çok hâlsiz göründüğünü, eşinin Ceza İnfaz Kurumuna girmeden önce kalp rahatsızlığı nedeniyle tedavi olduğunu hatta eşinin kendisine kurum müdürlüğüne rahatsızlığı ile ilgili dilekçe sunmasına rağmen dikkate alınmadığını söylediğini, eşinin kardeşi E.K.nın kurum müdürü ile sağlık durumu için görüştüğünü ancak müdürün ilgilenmediğini belirterek sorumlulardan şikâyetçi olduğunu beyan etmiştir. T.Ç.nin kardeşleri İ.Ç. ve E.K. birbiriyle örtüşen ifadelerinde özetle ağabeyleriyle en son açık görüş esnasında konuştuklarını, bu konuşmada ağabeylerinin kurum yönetimine rahatsızlığını bildirmesine karşın kendisiyle ilgilenilmediğini söylediğini, müdürle iletişime geçtiklerini, müdürün gerekenin yapıldığını ifade ettiğini hatta koğuş arkadaşlarının kendilerini arayarak T.Ç.nin rahatsızlığı ile ilgilenilmediği yönünde beyanda bulunduklarını ileri sürmüştür. Başsavcılık 12/11/2019 tarihli kararı ile kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Gerekçede, ortopedi dışında herhangi bir rahatsızlık nedeniyle Ceza İnfaz Kurumu idaresine başvurmayan ve daha önceden kalp rahatsızlığı nedeniyle tedavi görmüş olan T.Ç.nin kalp damar rahatsızlığına bağlı olarak meydana gelen ölümünde, soyut iddia dışında kurum personelinin ihmali olduğunu gösterecek, yeterli şüphe oluşturacak kanıt bulunmadığı ifade edilmiştir. Karara yönelik itiraz 9/1/2020 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, ayrıca formda Adalet Bakanlığına (Bakanlık) maddi ve manevi tazminat talepli başvuruda bulunduğunu ancak bireysel başvuru tarihi itibarıyla başvurusuna bir cevap verilmediğini belirtmiştir. Başvurucu 27/1/2020 tarihinde ceza soruşturmasına ilişkin nihai kararı öğrenmesinin ardından 21/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/8495 | Başvuru, ceza infaz kurumunda meydana gelen ölüm nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, eşinin bir üniversite hastanesinde yapılan ameliyatındaki tıbbi hata sonucu hayatını kaybettiğini, olay sebebi ile başvurduğu hukuk yollarından sonuç alamadığını belirterek anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 1/10/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine bizzat yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun eşi 6/2/2001 tarihinde rahatsızlanmış, tedavi için götürüldüğü üniversite hastanesinde yapılan ameliyatı sonrasında 20/2/2001 tarihinde vefat etmiştir. Başvurucu, eşinin ameliyatını yapan hekimin kusurlu olduğu iddiası ile 21/3/2001 tarihinde Denizli Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuş, yapılan soruşturma sonucunda ilgili hekim hakkında açılan kamu davasında Denizli Asliye Ceza Mahkemesinin 29/1/2009 tarih ve E. 2008/810, K. 2009/35 sayılı kararı ile kamu davasının zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, Denizli Asliye Hukuk Mahkemesinde 17/6/2005 tarihinde maddi ve manevi tazminat istemiyle hukuk davası açmıştır. Anılan Mahkemenin 1/10/2010 tarih ve E. 2005/394, K. 2010/178 sayılı kararı ile başvurucunun maddi ve manevi tazminat istemi reddedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine söz konusu Mahkemenin kararı, Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/2/2012 tarih ve E. 2010/13450, K. 2012/1325 sayılı kararı ile onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi ise aynı Dairenin 14/6/2012 tarih ve E. 2012/5613, K. 2012/10506 sayılı kararı ile reddedilmiş, karar aynı tarihte kesinleşmiştir.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesinin üçüncü fıkrası, geçici maddesinin yedinci fıkrası, 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası, geçici maddesinin (8) numaralı fıkrası, 18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası ve maddesinin birinci fıkrası. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/51 | Başvurucu, eşinin bir üniversite hastanesinde yapılan ameliyatındaki tıbbi hata sonucu hayatını kaybettiğini, olay sebebi ile başvurduğu hukuk yollarından sonuç alamadığını belirterek anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru; nasıpları onaylanmamış subay adaylarının temin faaliyetlerinin olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesiyle iptal edilmesi üzerine açılan davanın Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonuna gönderilmesi yerine incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Devletin yetkili organları tarafından tehdit değerlendirmesi yapılarak demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine, millî güvenliğe yönelik tehdit oluşturan tüm terör örgütlerine ve illegal yapılanmalara karşı tedbirler alınması kararlaştırılmıştır (ayrıntılar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017).B. Olağanüstü Hâl İlanı, Bu Süreçte Uygulanan Tedbirler ve Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonunun Kurulması Darbe teşebbüsünün bastırılmasının akabinde Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Üçer aylık sürelerle uzatılan OHAL 18/7/2018 tarihinde sona ermiştir. OHAL ilanı ve OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri (bkz. §§ 47-66) kararında yer almıştır. Anılan tedbirler kapsamında OHAL kanun hükmünde kararnameleri çıkarılmıştır. Bu çerçevede 31/7/2016 tarihli ve 29787 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 669 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması ve Milli Savunma Üniversitesi Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname'nin (669 sayılı KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinde 30 Ağustos itibarıyla mezun olacak askerî öğrencilerin subay ve astsubaylığa nasbının yapılmayacağı belirtilmiştir. Yine aynı tedbirler kapsamında 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (675 sayılı KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendiyle kuvvet komutanlıkları tarafından temin faaliyeti tamamlanmamış olan subay ve astsubay adayları ile sözleşmeli subay ve astsubay adayları hakkındaki işlemler iptal edilmiştir. 23/1/2017 tarihli ve 29957 sayılı Resmî Gazete'de 685 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (685 sayılı KHK) yayımlanmıştır. 685 sayılı KHK ile Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonu (OHAL Komisyonu) kurulmuş ve bu Komisyona olağanüstü hâl kapsamında doğrudan KHK'lar ile tesis edilen bazı işlemler hakkındaki başvuruları değerlendirme görevi verilmiştir. Başvurucuya İlişkin Olay ve Olgular Başvuru formu ve yargılama mercilerinin kararlarında başvurucunun Astsubay Meslek Yüksekokulunda astsubay temel askerlik ve astsubaylık anlayışı kazandırma kursuna kursiyer olarak katıldığı ve 30/8/2016 tarihinde astsubaylığa nasbedilmeyi beklediği ifade edilmiştir. Öte yandan başvuru formunda başvurucunun 26/8/2016 tarihli emirle izne gönderildiği belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesince başvurucunun durumunun tam olarak anlaşılması amacıyla başvurucuya ve Millî Savunma Bakanlığına (MSB) müzekkereler yazılmıştır. MSB'nin cevabından başvurucunun temin faaliyetinin subay temel askerlik ve subaylık anlayışı kazandırma (SUTASAK) kursu kapsamında dış kaynaktan sözleşmeli olarak yapıldığı, 21/2/2016 tarihinde kursa başladığı, 675 sayılı KHK gereğince 29/10/2016 tarihinde ilişiğinin kesildiği anlaşılmıştır. Başvurucunun cevabında da dış kaynaktan temin kapsamında subay olmak için kurs aldığı belirtilmiştir. Müzekkerelere verilen cevaplardan, başvurucunun temin faaliyetinin SUTASAK kursu kapsamında dış kaynaktan sözleşmeli alımı olduğu anlaşılmıştır. Başvurucu, subay olmak amacıyla 21/2/2016 tarihinde SUTASAK kursuna başlamıştır. Başvurucunun dış kaynaktan temin edilen personel statüsünde olduğu ve bu kurs öncesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) herhangi bir görevinin olmadığı anlaşılmıştır. 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe teşebbüsünün ardından başvurucu benzer durumdakilerin tamamını kapsadığı anlaşılan 26/8/2016 tarihli bir emirle izne gönderilmiştir. 675 sayılı KHK'nın maddesinin (a) bendinde yer alan temin faaliyeti tamamlanmamış astsubay ve subay adayları hakkındaki işlemlerin iptal edilmesi kuralı kapsamında söz konusu kursiyerlerin ilişikleri kesilmiştir. Başvurucunun da TSK ile ilişiği 675 sayılı KHK'nın yürürlüğe girdiği 29/10/2016 tarihinde kesilmiştir. Başvurucu 675 sayılı KHK gereğince nasbedilmeyeceğini öğrenmesi üzerine Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde nasbedilmemesine ilişkin işlemin iptali talebiyle dava açmıştır. 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun'un maddesi ile askerî yargının kaldırılmış olması sebebiyle davanın Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) görülmesine devam edilmiştir. İdare Mahkemesi 21/8/2017 tarihinde davanın incelenmeksizin reddine karar vermiştir. Kararda; 675 sayılı KHK uyarınca doğrudan, başka bir işleme gerek kalmaksızın başvurucunun nasbının yapılmadığı, bu konuda idareye herhangi bir değerlendirme yapma ya da başka yönde işlem kurma imkânının tanınmadığı vurgulanmıştır. Kararın gerekçesinde başvurucunun kanun niteliği taşıyan hukuki bir düzenleme ile nasbının yapılmadığı, idari davaya konu olabilecek bir işlemin varlığından söz edilmesine olanak bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu, Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesine (Bölge İdare Mahkemesi) istinaf başvurusunda bulunmuştur. Bölge İdare Mahkemesi 15/1/2018 tarihli kararla istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. Başvurucunun temyiz talebi Danıştay Beşinci Dairesinin 14/1/2019 tarihli kararıyla ayrı bir gerekçe belirtilmeksizin reddedilmiştir. Başvurucu 13/9/2017 tarihli ek beyan dilekçesiyle, istinaf ve temyiz başvurularında dosyanın OHAL Komisyonuna gönderilmesini talep etmiştir. Kanun yolu mercileri başvurucunun bu talepleri hakkında değerlendirme yapmamıştır. Nihai karar başvurucuya 28/2/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Öte yandan başvurucu; müzekkereye (bkz. § 14) verdiği cevapta, 27/4/2022 tarihli ve 24738 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Sözleşmeli Subay ve Astsubay Yönetmeliği'ne (Yönetmelik) göre askerî okullardan ve TSK'dan her ne sebeple olursa olsun ilişiği kesilen personelin bir daha TSK'ya subay yahut astsubay olarak alınmayacağı düzenlemesi sebebiyle bu kapsamda TSK'ya tekrar başvuru yapmadığını ifade etmiştir. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 675 sayılı KHK'nın "İptal edilen geçiş işlemleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımlandığı tarih itibarıyla;a) Kuvvet Komutanlıkları tarafından temin faaliyeti tamamlanmamış olan subay ve astsubay adayları ile sözleşmeli subay ve astsubay adayları hakkındaki işlemler iptal edilmiştir.b) 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununun 109 uncu maddesi uyarınca astsubaylıktan subaylığa; 18/3/1986 tarihli ve 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanununun 15 inci maddesi uyarınca uzman erbaşlıktan astsubaylığa geçiş aşamasında olan ancak nasıpları onaylanmamış adayların statüye geçiş işlemleri iptal edilmiştir. (2) Birinci fıkranın (a) bendi kapsamında işlem tesis edilenlerden herhangi bir tazminat alınmaz." 675 sayılı KHK'nın "İptal edilen geçiş işlemleri" kenar başlıklı maddesi 6/2/2018 tarihli ve 7082 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 8/3/2018 tarihli ve 30354 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesiyle aynen kanunlaşmıştır. 685 sayılı KHK'nın “Komisyonun görevleri” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Komisyon, olağanüstü hal kapsamında doğrudan kanun hükmünde kararnameler ile tesis edilen aşağıdaki işlemler hakkındaki başvuruları değerlendirip karar verir.a) Kamu görevinden, meslekten veya görev yapılan teşkilattan çıkarma ya da ilişiğin kesilmesi.b) Öğrencilikle ilişiğin kesilmesi.c) Dernekler, vakıflar, sendika, federasyon ve konfederasyonlar, özel sağlık kuruluşları, özel öğretim kurumları, vakıf yükseköğretim kurumları, özel radyo ve televizyon kuruluşları, gazete ve dergiler, haber ajansları, yayınevleri ve dağıtım kanallarının kapatılması.ç) Emekli personelin rütbelerinin alınması. (2) Olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnamelerle gerçek veya tüzel kişilerin hukuki statülerine ilişkin olarak doğrudan düzenlenen ve birinci fıkra kapsamına girmeyen işlemler de Komisyonun görev alanındadır." 685 sayılı KHK'nın "Komisyonun görev süresi" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Komisyon, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl süreyle görev yapar. Bakanlar Kurulu, gerek görmesi halinde bu süreyi bitiminden itibaren birer yıllık sürelerle uzatabilir" 685 sayılı KHK'nın "Başvurularda usul ve süre" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Komisyona başvurular valilikler aracılığıyla yapılır. Kamu görevinden, meslekten veya görev yapılan teşkilattan çıkarılanlar ya da ilişiği kesilenler, en son görev yaptıkları kuruma da başvurabilir. Başvuru tarihi, valiliklere veya ilgili kurumlara başvurunun yapıldığı tarih olarak kabul edilir. Valilikler ve ilgili kurumlar kendilerine yapılan başvuruları gecikmeksizin Komisyona iletir. Mükerrer başvurular işleme alınmaz. (2) Bu Kanun Hükmünde Kararname kapsamında yapılan başvurular hakkında 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 10 uncu maddesinin ikinci fıkrası hükümleri uygulanmaz. (3) Komisyonun başvuru almaya başladığı tarihten önce yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnamelerle ilgili olarak başvuru alma tarihinden itibaren altmış gün içinde; bu tarihten sonra yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnamelerle ilgili olarak ise Resmi Gazetede yayımlanma tarihinden itibaren altmış gün içinde yapılmayan başvurular işleme alınmaz." 685 sayılı KHK'nın "Geçiş hükümleri" kenar başlıklı geçici maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:"Komisyonun görev alanına giren konularda daha önce herhangi bir yargı merciine başvurmuş veya dava açmış olanlar için de 7 nci maddedeki usul ve süreler uygulanır." 685 sayılı KHK'nın geçici maddesinin üçüncü fıkrasına 29/4/2017 tarihli ve 30054 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 690 sayılı KHK'nın maddesiyle ilave edilen kural şöyledir:"... Bu dosyalar hakkında yargı mercilerince karar verilmesine yer olmadığına ve tarafların yaptıkları masrafların üzerlerinde bırakılmasına dosya üzerinden kesin olarak karar verilir, vekâlet ücretine hükmedilmez. Bu dosyalar, yeni bir başvuru şartı aranmaksızın incelenmek üzere Komisyona gönderilir." 685 sayılı KHK'nın yukarıda yer verilen kuralları 1/2/2018 tarihli ve 7075 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 8/3/2018 tarihli ve 30354 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesiyle kanunlaşmıştır. 2/7/2018 tarihli ve 703 sayılı KHK’nın maddesiyle 7075 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Bakanlar Kurulu” ibaresi “Cumhurbaşkanı” şeklinde değiştirilmiştir. OHAL Komisyonunun görev süresi en son 22/1/2022 tarihli ve 31727 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Cumhurbaşkanı kararı ile bir yıl süreyle uzatılmıştır. 1/2/2018 tarihli ve 7075 sayılı Kanun'a 22/12/2022 tarihli ve 7429 sayılı Kanun'un maddesiyle eklenen "Komisyonun görev süresi sonrasına dair işlemler" kenar başlıklı geçici madde şöyledir:"(1) Bu Kanunun 3 üncü maddesi ile belirlenen Komisyonun görev süresinin sona ermesinden sonra Komisyon kararlarına ilişkin iş ve işlemler, bilgi ve belge talepleri ile sair yazışmalar;a) Kamu görevinden, meslekten veya görev yapılan teşkilattan çıkarma ya da ilişiğin kesilmesi işlemleri için ilgilinin son görev yaptığı kurum veya kuruluş,b) Öğrencilikle ilişiğin kesilmesi işlemi için Millî Eğitim Bakanlığı,c) Emekli personelin rütbelerinin alınması işlemi için ilgisine göre İçişleri Bakanlığı ve Millî Savunma Bakanlığı,ç) Kapatılan dernekler için İçişleri Bakanlığı,d) Kapatılan vakıflar için Vakıflar Genel Müdürlüğü,e) Kapatılan sendika, federasyon ve konfederasyonlar için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı,f) Kapatılan özel sağlık kuruluşları için Sağlık Bakanlığı,g) Kapatılan özel öğretim kurumları, özel öğrenci yurtları, vakıf yükseköğretim kurumları için Millî Eğitim Bakanlığı,ğ) Kapatılan özel radyo ve televizyon kuruluşları için Radyo ve Televizyon Üst Kurulu,h) Kapatılan gazete, dergi, yayınevi, dağıtım kanalı ve haber ajansları için İletişim Başkanlığı,ı) Diğer işlemler için ilgili kurum veya kuruluş,tarafından yürütülür. (2) Görev süresinin sona ermesinden sonra Komisyonun görevleri kapsamındaki hususlarda mahkemelerce verilecek kararlar üzerine yapılması gerekli iş ve işlemler birinci fıkrada belirtilen kurum ve kuruluşlar tarafından bu Kanun ve ilgili mevzuatta belirtilen hükümler uyarınca yürütülür. (3) Komisyonun görev süresinin sona ermesine dair iş ve işlemler Cumhurbaşkanlığı tarafından yerine getirilir." 13/6/2001 tarihli ve 4678 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetlerinde İstihdam Edilecek Sözleşmeli Subay ve Astsubaylar Hakkında Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Askeri okullardan ve Türk Silahlı Kuvvetlerinden her ne sebeple olursa olsun ilişikleri kesilen personel, Türk Silahlı Kuvvetlerine sözleşmeli subay olarak alınmaz. Ancak, askerlik yükümlülüğünü yerine getirmekte olanlar veya terhis edilenler sözleşmeli subay olabilirler." Yönetmelik'in maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:"Askerî okullardan ve Türk Silahlı Kuvvetlerinden her ne sebeple olursa olsun ilişikleri kesilen personel, Türk Silahlı Kuvvetlerine sözleşmeli subay veya sözleşmeli astsubay olarak alınmaz. Ancak, askerliğini yedek subay veya 16/6/1927 tarihli ve 1076 sayılı Yedek Subaylar ve Yedek Askerî Memurlar Kanuna göre kısa dönem erbaş ve er ile 21/6/1927 tarihli ve 1111 sayılı Askerlik Kanununa tâbi erbaş ve er olarak yapanlardan terhis edilenler veya askerlik hizmetini yapmakta olanlar sözleşmeli subay veya astsubay olabilirler." Anayasa Mahkemesi Kararları Anayasa Mahkemesi, OHAL KHK'ları ile kamu görevinden çıkarılan ve öğrencilikle ilişiği kesilen kişiler yönünden OHAL Komisyonuna başvuru yolunun tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olup olmadığını Remziye Duman (B. No: 2016/25923, 20/7/2017) ve Sait Orçan (B. No: 2016/29085, 19/7/2017) kararlarında değerlendirmiştir. Anayasa Mahkemesi bu kararlarında OHAL Komisyonuna başvuru yolunu ulaşılabilirlik açısından, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi yönünden ayrı ayrı incelemiştir. Bu kararlarda, OHAL Komisyonuna başvurmanın ulaşılabilir olma, ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu sonucuna ulaşmıştır (Sait Orçan, § 47, Remziye Duman, § 48). Anayasa Mahkemesinin Ömer Kılınç ([GK], B. No: 2018/30695, 29/9/2021) kararına konu olayda ise başvurucu, TSK'da uzman erbaş olarak görev yaparken girdiği sınavı kazanarak astsubay olmak amacıyla 22/2/2016 tarihinde Astsubay Meslek Yüksekokulunda astsubay temel askerlik ve astsubaylık anlayışı kazandırma kursuna kursiyer olarak başlamıştır (Ömer Kılınç, § 17). Başvurucu 26/8/2016 tarihli bir emirle birliğine sevk edilmiştir. Başvurucunun astsubaylık statüsüne geçiş işlemleri 675 sayılı KHK'nın maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi ile iptal edilmiş ve astsubaylığa nasbı yapılmamıştır. Başvurucu, nasbının yapılmamasına ilişkin işlemin iptali talebiyle dava açmış ise de başvurucunun davası incelenmeksizin reddedilmiştir (Ömer Kılınç, § 18). Kararın kesinleşmesinin ardından yapılan bireysel başvuru mahkemeye erişim hakkı yönünden incelenmiştir. Anayasa Mahkemesi Ömer Kılınç kararında, Anayasa’nın ve maddeleri kapsamında yaptığı değerlendirmede müdahalenin ölçülü olmaması nedeniyle olağan dönem koşullarında ihlal sonucuna ulaşmıştır. Kararın bu kısmının gerekçesinde, sistem değişikliğine dayanmayan statüye geçiş işleminin iptalinin KHK ile yapılmasının olağan dönem koşullarında hukuki ve fiilî zorunluluk şartlarını taşımadığından gerekli olmadığı ve mahkemeye erişim hakkına getirilen sınırlamayı telafi edici herhangi dengeleyici unsura da yer verilmediği belirtilmiştir (Ömer Kılınç, § 106). Anılan kararda Anayasa’nın maddesi kapsamında yapılan incelemede ise ihlal olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. İhlal bulunmamasının gerekçesinde, astsubay statüsüne geçiş işleminin iptalinin -kamu kurumlarından çıkarılmalardan farklı olarak- başvurucuyu bu statüden ilanihaye yoksun bırakacak bir etkisinin olmadığı, nitekim başvurucunun ilgili prosedüre yeniden tabi tutularak (yeniden kursa katılarak) da olsa yaklaşık bir yıl gibi kısa sayılacak bir süre sonunda astsubaylık statüsünü elde ettiği belirtilmiştir (Ömer Kılınç, § 127).B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Mehmet Güçlü ve Ramazan Erdem, B. No: 2015/7942, 28/5/2019, § | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/7991 | Başvuru, nasıpları onaylanmamış subay adaylarının temin faaliyetlerinin olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesiyle iptal edilmesi üzerine açılan davanın Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonuna gönderilmesi yerine incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, somut suç şüphesi bulunmadığı halde uzun süredir tutuklu olması ve adil bir yargılama yapılmaması nedeniyle Anayasa’nın maddesinde tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, cezaevinde bulunan başvurucu tarafından gönderilen 5/12/2013 tarihli dilekçe ile yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 21/2/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 15/5/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 11/6/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 2/12/2007 tarihinde gözaltına alınmış, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 5/12/2007 tarih ve 2007/455 sayılı kararıyla suç işlemek amacı ile kurulan örgüte üye olma ve nitelikli yağma suçlarından tutuklanmıştır. Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 8/2/2008 tarih ve 2008/49 sayılı iddianamesiyle, başvurucu hakkında kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma ve nitelikli yağma suçlarından kamu davası açılmıştır. Başvurucu yargılandığı Adana Ağır Ceza Mahkemesinin E.2008/35 sayılı dosyasında 30/6/2008 tarihinde tahliye edilmiş, yargılama sonucunda, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 27/5/2010 tarih ve E.2008/35, K.2010/90 sayılı kararıyla mahkûmiyetine ve hakkında yakalama kararı çıkartılmasına karar verilmiştir. Anılan yakalama kararına istinaden başvurucu Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 29/5/2010 tarih ve 2008/35 sayılı kararıyla tutuklanmıştır. Temyiz edilen karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 26/9/2012 tarih ve E.2012/12989, K.2012/15932 sayılı kararıyla bozulmuştur. Bozma üzerine dava, E.2012/365 sayısıyla Adana Ağır Ceza Mahkemesinde tekrar görülmeye başlamıştır. Adana Ağır Ceza Mahkemesi 31/10/2013 tarih ve E.2012/365, K.2013/181 kararıyla başvurucunun üzerine atılı suçlardan toplam 46 yıl 34 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Başvurucu, 1/11/2013 tarihli dilekçeyle tutukluluk halinin devamına ilişkin karara karşı itiraz etmiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesi 7/11/2013 tarihinde itirazı reddetmiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesi 19/11/2013 tarihli yazı ile kararın başvurucuya tebliğ edilmesi için başvurucunun bulunduğu Cezaevine yazı yazmıştır. Başvurucunun 5/12/2013 tarihli dilekçesi 18/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine ulaşmıştır. Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 31/10/2013 tarih ve E.2012/365, K.2013/181 kararının temyiz incelemesini yapan Yargıtay Ceza Dairesi 11/2/2015 tarih ve E.2014/7499, K.2015/10403 sayılı kararla başvurucu hakkındaki bir kısım hükümlerin onanmasına, bir kısmın ise bozulmasına karar vermiştir.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir. (2) Kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” Aynı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:“Yağma suçunun; a) Silâhla, …c) Birden fazla kişi tarafından birlikte,d) (Değişik bent: 18/06/2014-6545 S.K./ md) Yol kesmek suretiyle ya da konutta, işyerinde veya bunların eklentilerinde,....f) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak, İşlenmesi hâlinde, fail hakkında on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” Aynı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … (Ek bent: 06/12/2006 - 5560 S.K.md) Hırsızlık (madde 141, 142) ve yağma (madde 148, 149),…. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, Madde 220), ….” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9327 | Başvurucu, somut suç şüphesi bulunmadığı halde uzun süredir tutuklu olması ve adil bir yargılama yapılmaması nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinde tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş ve tazminat talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru, sendikal faaliyet çerçevesinde afiş asıldığı için idari para cezası uygulanması nedeniyle sendika hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruculardan Abdulvahap Can ve Ender Onur Künteş 19/3/2014 tarihinde, İdris Solmaz ise 14/4/2014 tarihinde başvuru yapmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2014/5128 numaralı bireysel başvuru dosyasının aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2014/3793 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, 2014/5128 numaralı bireysel başvuru dosyasının kapatılmasına ve incelemenin 2014/3793 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Abdulvahap Can, Ender Onur Künteş ve İdris Solmaz sırasıyla 1964, 1987 ve 1978 doğumlu olup Batman'da ikamet etmektedir. Diğer başvurucu Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM SEN) ise eğitim iş kolunda çalışanların ekonomik, sosyal, demokratik, kültürel haklarının korunması ve geliştirilmesi ile özgür ve demokratik bir çalışma yaşamının oluşturulması iddiasıyla çalışmalarını sürdüren bir sendikadır. Gerçek kişi başvurucular, kamuda öğretmen olarak görev yapmakta olup EĞİTİM SEN Batman Şubesi üyesi ve yöneticisidirler. EĞİTİM SEN Batman Şubesinin Kurdi Der adlı dernek ve Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Batman İl Örgütü ile birlikte 2013-2014 eğitim ve öğretim yılı başında ana dilde eğitim çerçevesinde yaptığı etkinlikler kapsamında Batman şehir merkezindeki çeşitli yerlerde bulunan ve N.R.B. Ltd. Şti.nin işletiminde bulunan on beş bilboarda (ilan panosu) "ana dilde eğitim" temalı afişler astığı tespit edilmiştir. Afişler, BDP Batman İl Başkanlığı ile N.R.B. Ltd. Şti. arasında akdedilen kira sözleşmesine istinaden asılmıştır. Söz konusu sözleşme hükümlerine göre BDP 8/9/2013 ile 15/9/2013 tarihleri arasında bir hafta boyunca on beş ilan panosunu toplam 770 TL karşılığında kullanma hakkına sahip olmuştur. 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca Batman Valiliğinin 9/9/2013 tarihli işlemiyle EĞİTİM SEN üyesi ve şube yöneticisi olan gerçek kişi başvurucuların her birine ayrı ayrı 500 TL idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucular, toplam sekiz yöneticiye aynı şekilde idari para cezası uygulandığını belirtmişlerdir. Başvurucular idari para cezalarına karşı (kapatılan) Batman Sulh Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) ayrı ayrı itiraz yoluna başvurmuşlardır. İtiraz dilekçelerinde, tutanağın polis tarafından tek taraflı olarak düzenlenmesi nedeniyle bu tutanağa istinaden uygulanan idari para cezasının hukuka aykırı olduğu savunulmuştur. Başvurucular, sadece EĞİTİM SEN Batman Şubesi, Kurdi Der ve BDP Batman İl Örgütü olarak kiralanan ilan panolarına afiş astıklarını, bunun dışındaki alanlara afiş asmadıklarını belirtmişlerdir. Afiş asmaktan şahıs olarak sorumlu tutulmalarının mümkün olmadığını ifade eden başvurucular, kaç afiş asıldığının ve bunun kim tarafından tespit edildiğinin belli olmadığının altını çizmişlerdir. Başvurucular, sendikal faaliyet teşkil eden bu eylem nedeniyle idari para cezası uygulanmasının ve bu cezanın alt sınırdan uzaklaşılarak tayin edilmesinin cezayı Sendikaya yönelik bir baskı aracına dönüştürdüğünden yakınmışlardır. Afiş asma eyleminin tek olduğunu savunan başvurucular, sekiz kişiye ceza uygulanmasının keyfî olduğunu ileri sürmüşlerdir. Başvurucular, afiş içeriğinin sendikal faaliyet kapsamında olduğunu ve ceza verilmek suretiyle sendikal faaliyetin engellendiğini belirtmişlerdir. Mahkeme, bilboardları işleten N.R.B. Ltd. Şti. yetkilisi B.nin beyanına başvurmuştur. B. beyanında, söz konusu afişleri BDP İl Yönetimi Üyesi Ö. ile akdettiği sözleşmeye istinaden astıklarını ifade etmiştir. Mahkeme, idari para cezalarına yapılan itirazları 17/1/2014 tarihli kararlarla kesin olarak reddetmiştir. Kararların gerekçelerinde, N.R.B. Ltd. Şti. yetkilisi B.nin beyanıyla N.R.B. Ltd. Şti. ile BDP arasında yapılan sözleşmeye atıfta bulunulduktan sonra on beş ilan panosunun BDP İl Yönetimi tarafından kiralandığı kanaati açıklanmıştır. Mahkeme; afişlerde imzası bulunan BDP Batman İl Örgütü, Kurdi Der ve EĞİTİM SEN organizasyonunda 16/9/2013 tarihinde afiş içeriğinde belirtildiği gibi yetkili makama herhangi bir bildirimde bulunulmadan kanuna aykırı yürüyüş gerçekleştirildiğini belirtmiş ve bu nedenle afişlerde imzaları bulunan kuruluşların yöneticilerine 5236 sayılı Kanun'un maddesi ile 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun maddesi uyarınca uygulanan idari para cezasının hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşmıştır. Kararlar başvuruculardan Abdulvahap Can'a 21/2/2014, Ender Onur Künteş'e ise 18/2/2014 tarihlerinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu İdris Solmaz, kararın kendisine 17/2/2014 tarihinde tebliğ edildiğini belirtmiştir. Dosyada bulunan tebliğ mazbatasından ise kararın 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun maddesi uyarınca 21/2/2014 tarihinde kapıya yapıştırılmak suretiyleİdris Solmaz'a tebliğ edildiği anlaşılmaktadır. Başvuruculardan Abdulvahap Can ve Ender Onur Künteş 19/3/2014 tarihinde, İdris Solmaz ise 14/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. EĞİTİM SEN her iki başvuruya da iştirak etmiştir. A. Ulusal Hukuk 5326 sayılı Kanun’un "Afiş asma" kenar başlıklı maddesinin ilgili hükümleri şöyledir: "(1) ... cadde veya sokak kenarlarındaki kamuya ait ... alanlara, rızası olmaksızın özel kişilere ait alanlara bez, kâğıt ve benzeri afiş ... asan kişiye, yüz Türk Lirasından üçbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir. Aynı içerikteki afiş ve ilânlar, tek fiil sayılır.(2) Birinci fıkra hükmü, yetkili makamlardan alınan açık ve yazılı izne dayalı olarak asılan afiş ve ilânlar açısından uygulanmaz. ......(4) Bu kabahatler dolayısıyla idarî para cezasına, kolluk veya belediye zabıta görevlileri karar verir...."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Toplantı ve dernek kurma özgürlüğü" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: " Herkes barışçıl olarak toplanma ve dernek kurma hakkına sahiptir. Bu hak, çıkarlarını korumak amacıyla başkalarıyla birlikte sendikalar kurma ve sendikalara üye olma hakkını da içerir. Bu hakların kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplum içinde ulusal güvenliğin, kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli olanlar dışındaki sınırlamalara tabi tutulamaz..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) pek çok kararında Sözleşme'nin maddesinde korunan toplantı ve dernek kurma özgürlüğü ile maddesinde korunan ifade özgürlüğü arasındaki bağlantıya dikkat çekmiştir (Öllinger/Avusturya, B. No: 76900/01, 29/6/2006, § 38; Ezelin/Fransa, B. No: 11800/85, 26/4/1991, § 37). AİHM, Öllinger/Avusturya kararında şu değerlendirmelerde bulunmuştur: "Başvurunun özelliği ve otonom yapısına karşın madde, madde ışığında ele alınmalıdır. maddede yer almış olan toplantı ve dernek kurma özgürlüğünün amaçlarından biri fikirlerin korunması ve onların açıklanması özgürlüğüdür (bkz. Stankov ve the United Macedonian Organisation Ilinden/ Bulgaristan, B. No: 29221/95 ve 29225/95, 02/10/2001, § 85). Dolayısıyla maddenin ikinci fıkrası altında ifade özgürlüğünün siyasi ve kamu yararını ilgilendiren konularda sınırlandırılmasının daha dar kapsamda olduğunungözetilmesi gerekir (bkz. Stankov ve the United Macedonian Organisation Ilinden/ Bulgaristan, § 88; aynı zamanda bkz. Scharsach ve News Verlagsgesellschaft/ Austria, B. No: 39394/98, 13/11/2003, § 30)"AİHM, madde kapsamında yer alan sendika hakkının çalışanların bireysel ve ortak çıkarlarını korumak amacıyla bir araya gelerek örgütlenebilme serbestisini ifade ettiğini ve bu niteliğiyle bağımsız bir hak değil örgütlenme özgürlüğünün bir şekli veya özel bir yönü olduğunu belirtmiştir (Belçika Ulusal Polis Sendikası/Belçika, B. No: 4464/70, 27/10/1975, § 38). "Mahkeme'ye göre, Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasında geçen 'çıkarlarını korumak için' deyimi, Sözleşme'nin, sendikal faaliyet yolu ile sendika üyelerinin mesleki menfaatlerini koruma özgürlüğünü güvence altına almaktadır. Sözleşmeci Devletler bu sendikal faaliyetlere hem izin vermeli hem de imkan tanımalıdır..." (Belçika Ulusal Polis Sendikası/Belçika, § 39). AİHM'in Şişman ve diğerleri/Türkiye (B. No: 1305/05, 27/9/2011) kararına konu olayda, Büro Emekçileri Sendikasının ilgili şube yöneticileri hakkında Alemdar ve Tepecik Vergi Dairesi Müdürlüklerinde Sendikaya tahsis edilen panonun dışına 1 Mayıs gösterilerine ilişkin afiş asılması nedeniyle disiplin soruşturması açılmıştır. Soruşturma, afişlerin yasaklı olduğu ve görüntü kirliliğine neden olduğu suçlamasına dayandırılmıştır. Soruşturmada, Sendikaya tahsis edilen panelin dışında afiş asılmasını yasaklayan herhangi bir hükme atıfta bulunulmamıştır. Soruşturma sonucunda başvuruculara uyarma cezası verilmiştir (Şişman ve diğerleri/Türkiye, §§ 6-12). AİHM, başvurucuların örgütlenme özgürlüğüne müdahale teşkil eden tedbirin (uyarma cezası) meşru bir amaca dayanıp dayanmadığı hususunda kuşkularının bulunduğunu ifade etmiş ancak bu meseleyi "demokratik toplum için gereklilik" koşuluyla birlikte ele almayı uygun görmüştür (Şişman ve diğerleri/Türkiye, § 28). AİHM, başvurucuların üye oldukları Sendika tarafından 1 Mayıs İşçi Bayramı'nı kutlamak amacıyla hazırlanan afişleri işyerinde bulunan duvara astıkları içinuyarma cezası ile cezalandırıldıklarına dikkat çekmiştir (Şişman ve diğerleri/Türkiye, § 31). AİHM'e göre Alemdar ve Tepecik Vergi Dairesi Müdürlüklerinin başvuruculara erişilebilir bir sendika bilgi paneli tahsis ettiği kabul edilse bile başvurucuların işyerinin tamamına afiş asmak suretiyle görüntü kirliliğine yol açan davranışları söz konusu olmamıştır. İhtilaf konusu afişlerin asılması, çalışanlar arasında dayanışmanın sağlanmasının bir aracı olarak görülen 1 Mayıs İşçi Bayramı'nın organize edilmesi hususunda sendika üyeleriyle iletişim kurulabilmesi, sendikal haklardan tam bir bağımsızlıkla ve gerçek manada yararlanılabilmesi amacıyla üyelerin işyerinin duvarını geçici bir süre için kullanması ile sınırlı kalmıştır (Şişman ve diğerleri/Türkiye, § 32). Fiilin barışçıl niteliğini dikkate alan AİHM, söz konusu afişlerin gerek metinlerinde gerekse resimlerinde yasa dışı ya da kamuyu rahatsız eden herhangi bir içerik olmadığını vurgulamıştır (Şişman ve diğerleri/Türkiye, § 33). AİHM örgütlenme özgürlüğünün demokratik toplumda taşıdığı önem açısından bireyin -sendikal faaliyetin yöntemi hakkında- seçim yapma imkânının ortadan kaldırılması veya bireye yarar sağlamayacak derecede azaltılması hâlinde bu özgürlükten yararlanıldığından söz edilemeyeceğini hatırlattıktan sonra somut olayda tartışma konusu yaptırımın -hafif olsa da- sendika üyelerinin sendikal faaliyetleri özgürce icra etmesi bakımından caydırıcı bir etkiye sahip olduğu tespitinde bulunmuştur (Şişman ve diğerleri/Türkiye, § 34). AİHM sonuç olarak başvuruculara verilen uyarma cezasının demokratik bir toplumda zorunlu olmadığı kanaatini açıklamıştır (Şişman ve diğerleri/Türkiye, § 35). | Sendika hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3793 | Başvuru, sendikal faaliyet çerçevesinde afiş asıldığı için idari para cezası uygulanması nedeniyle sendika hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, Batman Valiliğinin toplantı ve gösteri yürüyüşlerini izne bağlama kararlarına uymayarak toplantıya katıldıkları gerekçesiyle idari para cezası uygulanmasının başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Batman Valiliği 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun maddesinin (A) ve (C) bentlerine dayanarak 9/9/2019, 21/5/2020, 5/6/2020, 23/6/2020, 4/9/2020, 5/11/2020 ve 2/8/2021 tarihli kararlarıyla on beş gün süreyle il sınırları içinde yapılacak etkinlikleri izne bağlamıştır. Söz konusu izne bağlama nedenleri bazı farklılıklar içermekle birlikte kararlar benzer mahiyette olup içeriklerinin ilgili bölümü şöyledir:"İlimizde milli güvenliğin sağlanması, kamu düzeni ve güvenliğinin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, temel hak ve özgürlükler ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin ve genel asayişin korunması ile şiddet olaylarının yaygınlaşmasının önlenmesi amacıyla İlimiz merkezinde ...tarihleri [Tarihler her bir kararda değişiklik göstermekte olup 15 günlüktür.] arasında resmi kamu kurum ve kuruluşlarının yapacağı resmi toplantı, tören, şenlik, karşılama, stant açma, uğurlama gibi etkinlikler hariç olmak üzere;2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu kapsamındaki her türlü miting, kapalı ve açık yer toplantıları ile gösteri yürüyüşlerinin, basın açıklaması, çadır kurma, stant açma, oturma eylemi, anma töreni vb. türdeki eylem ve etkinlikler ile 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu Ek- maddesi kapsamındaki oyun, temsil ve çeşitli şekillerdeki gösteri ve etkinliklerin, ticari kimliği bulunan özel hukuk tüzel kişilerinin ticari faaliyetleri hariç olmak üzere el ilanı dağıtılmasının ve pankart/afiş asılmasının mülki idare amirinin İZNİNE BAĞLANMASI, gerçekleştirilmesi izin şartına bağlanılan her türlü toplantı ve etkinliğin huzur ve güven ortamını bozmaya teşebbüs edecek şahıslar ile işlenmesi muhtemel suçların tespitine yönelik izletilmesi ve kamera vb. araçlarla kayıt altına alınabilmesi kararı alınmıştır." 2019 yılının sonundan başlayarak 2021 yılının ortalarına kadar uzanan bir süreçte Batman'ın farklı yerlerinde ve farklı tarihlerinde, Batman Valiliğinden izin almadan basın açıklamalarına/toplantılara katıldıkları veya düzenledikleri gerekçesiyle 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca başvurucular hakkında emre aykırı davranışta bulunmaktan idari para cezalarına hükmedilmiştir. Başvurucular, haklarında uygulanan idari para cezalarına itiraz etmiştir. Başvurucuların itirazları ilgili Batman Sulh Ceza Hâkimliğince, idari para cezalarının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucular nihai hükmü farklı tarihlerde öğrendikten sonra süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüş yazısında, başvuru süresine dair itirazlarının bulunduğu dosyalarda; başvurucu Ömer Kulplu'nun 2021/1367 bireysel başvuru numaralı dosyasında nihai hükmü 21/11/2020 tarihinde tebliğ ettiği bireysel başvuruyu 17/12/2020 tarihinde yaptığı, başvurucu Sedat Yıldız'ın 2020/6925 bireysel başvuru numaralı dosyasında nihai hükmü 27/12/2019 tarihinde tebliğ ettiği bireysel başvuruyu 27/1/2020tarihinde yaptığı, başvurucu Songül Korkmaz'ın 2020/40154 bireysel başvuru numaralı dosyasında nihai hükmü 21/11/2020tarihinde tebliğ ettiği bireysel başvuruyu 17/12/2020tarihinde yaptığı ayrıca aynı başvurucunun 2020/5739 bireysel başvuru numaralı dosyasında nihai hükmü 13/1/2020tarihinde tebliğ ettiği bireysel başvuruyu 12/2/2020 tarihinde yaptığı anlaşılmıştır. Ekli tablonun (A) sütununda numaraları belirtilen başvuruların 2020/5722 numaralı başvuru ile birleştirilmesine Komisyonca karar verilmiştir. | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/5722 | Başvuru, Batman Valiliğinin toplantı ve gösteri yürüyüşlerini izne bağlama kararlarına uymayarak toplantıya katıldıkları gerekçesiyle idari para cezası uygulanmasının başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, 7/6/1995 tarihinde Büyükçekmece Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tazminat davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlali iddiası ile ilgilidir. Başvuru, 14/6/2013 tarihinde Büyükçekmece Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 28/11/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 16/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 13/5/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucuya ait iş yerinde çalışan R.Ç.'nin iş kazasında vefat etmesi sonucu, başvurucu ve diğer bir kısım davalılar aleyhine 7/6/1995 tarihinde Büyükçekmece Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açılmış, anılan dava aynı Mahkemede görülmekte olan iki ayrı dava ile birleştirilmiştir. Büyükçekmece Asliye Hukuk Mahkemesi, 23/1/2001 tarihli ve E.1995/973, K.2001/78 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne, hükmedilen tazminatın davalılardan müştereken tahsiline karar vermiştir. Büyükçekmece Asliye Hukuk Mahkemesinin kararı üzerine davacılar, başvurucunun da içinde bulunduğu davalılar aleyhine icra takibine başlamışlar, başvurucu İlk Derece Mahkemesinin kararını tehiri icra talebiyle temyiz etmiş, icranın geri bırakılması için ilgili İcra Müdürlüğüne 000,00 TL tutarında teminat mektubu sunmuştur. Temyiz incelemesi sonunda, İlk Derece Mahkemesinin kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin, 25/9/2001 tarihli ve E.2001/4847, K.2001/6170 sayılı ilamı ile bozulmuştur. Bozma üzerine Büyükçekmece Asliye Hukuk Mahkemesince 23/9/2003 tarihli ve E.2001/2163, K.2003/1299 sayılı karar ile yeniden hüküm kurulmuş, bu hüküm de Yargıtay Hukuk Dairesinin, 9/11/2004 tarihli ve E.2004/8653, K.2004/9469 sayılı ilamı ile bozulmuştur. Bozma üzerine dosya kendisine gelen Büyükçekmece Asliye Hukuk Mahkemesi, 29/12/2005 tarihli ve E.2005/1037, K.2005/1076 sayılı kararı ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından iş davalarına bakma yetkisinin kaldırıldığını belirterek, talep halinde dosyanın Bakırköy İş Mahkemesine gönderilmesine hükmetmiştir. Büyükçekmece Asliye Hukuk Mahkemesinin bu kararının ardından dosya, Bakırköy İş Mahkemesi esasına alınmış, Bakırköy İş Mahkemesi, 24/7/2006 tarihli kararı ile davaya bakma yetkisinin olmadığını belirtmiş, yargılama için Büyükçekmece Asliye Mahkemesinin yetkili ve görevli olduğuna hükmetmiştir. Dosya tekrar kendisine gelen Büyükçekmece Asliye Hukuk Mahkemesi, 13/12/2007 tarihli ve E.2007/30, K.2007/1138 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne hükmetmiş, temyiz incelemesi sonucu, Yargıtay Hukuk Dairesi, 14/10/2008 tarihli ve E.2008/13760, K.2008/15739 sayılı ilamı ile İlk Derece Mahkemesinin kararını bozmuştur. Büyükçekmece Asliye Hukuk Mahkemesi bozma üzerine 29/6/2011 tarihli ve E.2009/182, K.2011/455 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne hükmetmiştir. Temyiz incelemesi sonunda, Yargıtay Hukuk Dairesi, 26/2/2013 tarihli ve E.2012/7078, K.2013/3412 sayılı ilamı ile İlk Derece Mahkemesi kararının düzeltilerek onanmasına hükmetmiştir. Başvurucu, Yargıtay Hukuk Dairesinin düzelterek onama ilamını 27/5/2013 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu 14/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4769 | Başvuru, 7/6/1995 tarihinde Büyükçekmece Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tazminat davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlali iddiası ile ilgilidir. | 1 |
Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından kardeşleri öldürüldüğü hâlde bu durumu dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ve mülkiyet hakkının; ret işlemlerine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 2/9/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 1/10/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; terör örgütü mensupları tarafından kardeşleri S.A. ve A.A.nın 16/9/1994 tarihinde öldürüldüğünü beyan etmiş ve bu özel durumundan kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu 3/1/2006 tarihinde, 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 21/1/2011 tarihli ve 2011/1-596 sayılı kararında, terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvuruda dosyada yer alan bilgi ve belgeler uyarınca Sason ilçesi Kaleyolu köyü boşaltılmadığından, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından, 1990 ile 2000 yılları arasında köyde ciddi oranda bir nüfus yaşadığından bahisle talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesinde açılan dava yetkisizlik kararıyla Batman İdare Mahkemesine devredilmiştir. Batman İdare Mahkemesinin 25/11/2011 tarihli ve E.2011/2212, K.2011/1355 sayılı kararı ile Kaleyolu köyünün Merkez, Şeyhan, Sarıgan, Yamanlı mezralarından oluştuğu,Batman İl Jandarma Komutanlığının boşalan ve boşaltılan köylere ilişkin yazısında Şeyhan, Sarıgan, Yamanlı mezralarının 1993 ile 2000 tarihleri arasında kısmen boşaltıldığı/boşaldığının ifade edildiği; 1987 ile 2000 yılları arasında Sarıyayla köyünde geçici köy korucusu ve gönüllü köy korucusu görevlendirildiği ve koruculuk sisteminin bulunduğu, korucu aileleri haricinde köyde 39 hanenin ikamet ettiği, köy nüfusunun 1990 yılında 758, 1997 yılında 505, 2000 yılında 590 kişi olduğu; 1990 ile 2000 yılları arasında köyde muhtarlık seçimlerinin yapıldığı ancak evrakların imha edilmek üzere SEKA’ya gönderildiği, Sason İlçe Millî Eğitim Müdürlüğünün yazısında Kaleyolu Köyü İlköğretim Okulununeğitim ve öğretime açık olduğunun belirtildiği, Kaleyolu köyü halkının bir kısmının güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmesinden dolayı uğradığı zararın anılan köyün tamamen boşalmamış olması, diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve başvurucuya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle 5233 sayılı Kanun hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 31/1/2013 tarihli ve E.2012/2360, K.2013/504 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek hükmün onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 12/11/2013 tarihli ve E.2013/12421, K.2013/8145 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddi kararı başvurucuya 8/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. … Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7373 | Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından kardeşleri öldürüldüğü hâlde bu durumu dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ve mülkiyet hakkının; ret işlemlerine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/4408 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında taşınmaz bedel tespiti için sunulan emsal taşınmaz değerlerinin dikkate alınmaması ve hükmedilen bedelin gerçek değeri karşılamaması nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/12/2014 tarihinde Eskişehir Hukuk Mahkemeleri Ön Bürosu vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 27/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 22/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık 21/3/2016 tarihinde sunduğu belge ile mevcut başvuru hakkında verilen kabul edilebilirlik kararının Bakanlıklarına gönderilmesi hâlinde 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 49/ ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddeleri uyarınca görüş bildirilebileceğini belirtmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular aleyhine 16/1/2013 tarihinde Eskişehir Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında davacı Odunpazarı Belediye Başkanlığı, Eskişehir ili Merkez Orta Mahallesi'nde bulunan 960 ada 7 parselde başvuruculara ait taşınmazın Odunpazarı Belediye Encümeninin 13/11/2012 tarihli ve 2161 sayılı kararı ile kamulaştırılmasına karar verilmesi üzerine söz konusu taşınmazın rıza ile satın alınması için yapılan görüşmelerden sonuç alınamadığını belirterek taşınmazın kamulaştırma bedelinin tespitine ve Odunpazarı Belediye Başkanlığı adına tapuya tescil edilmesine karar verilmesini istemiştir. Başvurucular, aleyhlerine açılan davaya karşı sundukları cevap dilekçelerinde uyuşmazlık konusu taşınmazın konumu itibarıyla Eskişehir'in en merkezî yerinde bulunduğunu, tarihî, sosyal ve kültürel merkezlere çok yakın olduğunu, kamulaştırma bedeli olarak Odunpazarı Belediyesi Kıymet Takdir Komisyonunca tespit edilen tutarın çok düşük kaldığını, esasen yaklaşık değerin 000 TL civarında bulunduğunu belirtmişler; taşınmaza gerçek rayiç bedeline uygun bir kamulaştırma bedeli tespit edilmesini istemişlerdir. Davanın ilk duruşması 14/2/2013 tarihinde gerçekleştirilmiştir. Bu duruşmada başvurucular Mahkemeye sundukları "emsallerimiz" konulu dilekçelerinde daha önce kamulaştırmaya konu olan Eskişehir ili Merkez Şarkiye Mahallesi'nde bulunan 148 ada 6 ve 3 nolu parsellerin kamulaştırma bedellerinin tespiti ve idare adına tescili için açılan davalar kapsamında alınan bilirkişi raporlarında bu taşınmazların 2005 yılı itibarıyla m² değerlerinin sırasıyla 330 TL ve 300 TL olarak tespit edildiğini ifade ederek, kendi taşınmazlarına çok yakın olan bu yerleri emsal olarak belirtmişler, yaklaşık sekiz yıl önce ortaya çıkan 330 TL ve 300 TL m² değerlerinin-görülmekte olan dava tarihi olan2013 yılı esas alındığında- 500 TL olarak güncellenip kendi taşınmazlarına uygulanması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Yargılama sürecinde İlk Derece Mahkemesince uyuşmazlık konusu taşınmazın ayrıntılı tapukaydı, çevre komşularını gösterirşekilde krokisi, taşınmaza emsal olabilecek taşınmazların ayrıntılı tapu kayıtları ve satış bedellerine ilişkin bilgi ve belgeler taşınmazın dava tarihi itibarıyla; emsal olarak incelenen taşınmazların ise satış tarihleri itibarıyla imar durumlarına ilişkin Eskişehir Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Dairesi Başkanlığı ile Odunpazarı Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğünün yazıları, taşınmaz için en son verilen emlak vergisi beyannamesi sureti, taşınmaza ve emsal olarak alınan taşınmazlara ilişkin Odunpazarı Belediyesi tarafından emlak vergisine esas olmak üzere tespit edilen asgari metrekare değerlerine ilişkin listeler dava dosyasına alınmış; taşınmaz mahallinde 25/2/2013 tarihinde keşif yapılmıştır. Keşfe katılan bilirkişilerden olan kadastro bilirkişisi tarafından düzenlenen 4/3/2013 tarihli rapor İlk Derece Mahkemesine sunulmuş, raporda öncelikle uyuşmazlık konusu taşınmazın sınırları pafta örneği ve uydu fotoğrafı aracılığıyla belirlenmiş, ardından dava dosyasında yer alan ve uyuşmazlık konusu taşınmaza en az 58 metre en fazla 115 metre mesafede olan emsal taşınmazlara ilişkin fiziki tespitlere yer verilmiştir. Keşfe katılan diğer bilirkişiler, üç inşaat mühendisi ve bir ziraat mühendisi ile bir harita mühendisi tarafından hazırlanan 11/3/2013 tarihli bilirkişi heyeti raporunda ise taşınmazın değerini belirleyecek etmenler başlıklar hâlinde incelenmiş; bu incelemeye dava dosyasında bulunan, tapu sicil müdürlüğünce gönderilen ve resen tespit edilen emsal olabilecek, yedi tanesi Eskişehir ili Orta Mahallesi'nde, bir tanesi Eskişehir ili Bahçelievler Mahallesi'nde, bir tanesi Eskişehir ili Akarbaşı Mahallesi'nde bulunan toplam dokuz adet taşınmazın satışlarına göre bedelleri de dâhil edilmiştir.Bilirkişi heyetince yapılan inceleme sonucu emsal olabileceği düşünülerek incelemeye alınan dokuz adet taşınmazdan Orta Mahallesi'nde bulunan yedi taşınmazın satışları sırasında beyan edilen değerlerinin gerçeği yansıtmadığı kanaatine varılmış, Akarbaşı ve Bahçelievler Mahallelerinde bulunan taşınmazların ise emsal olarak değerlendirilebileceği sonucuna ulaşılmış, bu doğrultuda bedeli etkileyebilecek diğer etmenler de dikkate alınarak uyuşmazlık konusu taşınmaz için 427,86 TL kamulaştırma bedeli hesaplanmıştır. Bilirkişi raporuna karşı taraflarca itirazda bulunulmuş; davacı idarece sunulan 25/3/2013 tarihli itiraz dilekçesinde bilirkişilerin yeterli açıklama ve emsal araştırması yapmadıkları, raporda kamulaştırma bedelinin neye göre tespit edildiğinin belirtilmediği ve resen dikkate alınan taşınmazlar üzerinden değer tespiti yapıldığı hususları itiraz konusu yapılmış; bu usulde yapılan tespitin kabul edilemeyeceği ifade edilmiştir. Bilirkişi raporuna karşı başvurucular da 3/4/2013 tarihinde sundukları dilekçe ile itirazda bulunmuşlar, keşiften önce 14/2/2013 tarihinde dava dosyasına sundukları, uyuşmazlık konusu taşınmazın hemen yanında bulunan ve söz konusu taşınmaz ile aynı usulde kamulaştırılmış olan emsallerin bilirkişi raporunda hiç tartışılmadığını belirtmişlerdir. İlk Derece Mahkemesi, dava dosyasına sunulan bilirkişi raporunda hesaplanan kamulaştırma bedeli ile Kıymet Takdir Komisyonunca hesaplanan kamulaştırma bedeli arasında bariz fark bulunduğunu belirtmiş ve tarafların da bilirkişi raporlarına itirazlarını dikkate alarak keşfin tekrarlanması yönünde karar almış ve 10/6/2013 tarihinde farklı kişilerden oluşan bilirkişi heyeti ile keşfi tekrarlamıştır. İkinci kez yapılan keşfin ardından bu defa dört inşaat mühendisi bilirkişi ile bir ziraat mühendisi bilirkişiden oluşan heyetçe 20/6/2013 tarihli yeni bir rapor düzenlenmiştir. Anılan bilirkişi heyeti raporunda taşınmazın değerini belirleyecek etmenler başlıklar hâlinde incelenmiş; bu incelemeye dava dosyasında bulunan, Tapu Sicil Müdürlüğünce gönderilen ve resen tespit edilen emsal olabilecek, yedi tanesi Eskişehir ili Orta Mahallesi'nde, bir tanesi Eskişehir ili Akarbaşı Mahallesi'nde bulunan ve 11/3/2013 tarihli bilirkişi raporunda da incelemeye alınan taşınmazlar ile Eskişehir ili Güllük Mahallesi'nde bulunan toplam dokuz adet taşınmazın satışlarına göre bedelleri de dâhil edilmiştir.Bilirkişi heyetince yapılan inceleme sonucu emsal olabileceği düşünülerek incelemeye alınan dokuz adet taşınmazdan 11/3/2013 tarihli raporda da incelenerek aynı sonuca ulaşılan Orta Mahallesi'nde bulunan yedi taşınmazın satışları sırasında beyan edilen değerlerinin gerçeği yansıtmadığı kanaatine varılmış, Akarbaşı ve GüllükMahallelerinde bulunan taşınmazların ise emsal olarak değerlendirilebileceği sonucuna ulaşılmış, bu doğrultuda bedeli etkileyebilecek diğer etmenler de dikkate alınarak uyuşmazlık konusu taşınmaz için 740,83 TL kamulaştırma bedeli hesaplanmıştır. Taraflar ikinci kez yapılan keşfin ardından düzenlenen bilirkişi raporuna da itirazda bulunulmuşlar, davacı idare 1/7/2013 kayıt tarihli itiraz dilekçesinde, bilirkişilerin yeterli açıklama ve emsal araştırması yapmadıklarını, raporda kamulaştırma bedelinin neye göre tespit edildiğinin belirtilmediğini, resen dikkate alınan taşınmazlar üzerinden değer tespiti yapıldığını, ilk bilirkişi heyeti raporundan farklı bir rapor düzenlenmediğini, dolayısıyla bu usulde yapılan tespitin kabul edilemeyeceğini ifade etmiştir. Başvurucular da bilirkişi raporuna 2/7/2013 tarihinde sundukları dilekçe ile itirazda bulunmuşlar, 14/2/2013 tarihinde dava dosyasına sundukları emsal listesinin yine dikkate alınmadığını, bu bağlamda ya ek rapor aldırılmasını ya da sundukları emsal listesinin neden dikkate alınmadığının açıklanmasını istemişlerdir. Yargılama sonunda Eskişehir Asliye Hukuk Mahkemesi 19/7/2013 tarihli ve E.2013/28, K.2013/425 sayılı kararı ile 20/6/2013 tarihli bilirkişi raporunda hesaplanan 740,86 TL tutarın kamulaştırma bedeli olarak tespitine, uyuşmazlık konusu taşınmazın Odunpazarı Belediyesi adına tapuya tesciline hükmetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir: "... Mahkememizce mahallinde yapılan keşif sonucu alınan 2013 havale tarihli bilirkişi heyeti raporu içeriği, gerekçeleri ve özellikle mahkememizce yapılan keşif sonucu alınan 2013 havale tarihli bilirkişi heyeti raporunu büyük oranda teyit etmesi ve taşınmazın kamulaştırma tarihi itibarıyla rayiç ekonomik değerini yansıtması ve keza adil ve hakkaniyete uygun olması nedeniyleyeterli kabul ve takdir edilmiştir. ... Bunun üzerine davacı tarafa, dava konusu taşınmaz için mahkememizce mahallinde yapılan keşif ve alınan 2013 havale tarihli bilirkişi heyeti raporunda kamulaştırma bedeli olarak tespit ve takdir edilen ve mahkememizce de uygun görülenmiktarın, 2942 sayılı Kanunun maddesi gereğince davalı taraf adınaTürkiye Vakıflar Bankası T.A.O. Eskişehir Şubesinedepo edilmesi hususunda 15 gün süre verilmiş ve davacı tarafça bu konuda gerekli usulü işlemlerin yapılarak dekontun bir suretinin mahkememize sunulduğu müşahade edilmekle, aşağıdaki şekilde karar verilmesi gerekmiştir. ..." İlk Derece Mahkemesi kararına karşı davacı idare tarafından temyiz talebinde bulunulmuş; başvurucular da temyiz talebine karşı sundukları cevap dilekçelerinde taşınmaz için tespit edilen bedelin gerçek değeri yansıtmadığını, yargılama sırasında sundukları emsal olabilecek nitelikteki taşınmazlar yönünden değerlendirme yapılmadığını, bu nedenle İlk Derece Mahkemesi hükmünün bozulması gerektiğini belirtmişlerdir. Temyiz incelemesi sonucu Yargıtay Hukuk Dairesi 6/2/2014 tarihli ve E.2013/16585, K.2014/534 sayılı ilamı ile onamaya hükmetmiştir. İlk Derece Mahkemesi kararının onanması üzerine başvurucular bu defa karar düzeltme talebinde bulunmuşlar, karar düzeltme istemli dilekçelerinde temyiz aşamasındaki itirazlarını tekrarlamışlardır. Yapılan değerlendirme sonucu başvurucuların karar düzeltme istemleri de Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/10/2014 tarihli ve E.2014/14463, K.2014/14463 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin ilam başvuruculara 24/11/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 23/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun "Kamulaştırma bedelinin mahkemece tespiti ve taşınmaz malın idare adına tescili" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, ... asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, ... idare adına tesciline karar verilmesini ister.Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren en geç otuz gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, ... taşınmaz malın malikine ... bildirerek duruşmaya katılmaya çağırır. Duruşma günü idareye de tebliğ olunur. ...Mahkemece belirlenen günde yapılacak duruşmada hakim, taşınmaz malın bedeli konusunda tarafları anlaşmaya davet eder. Tarafların bedelde anlaşması halinde hakim, taraflarca anlaşılan bu bedeli kamulaştırma bedeli olarak kabul eder ve ... Mahkemece yapılan duruşmada tarafların bedelde anlaşamamaları halinde hakim, en geç on gün içinde keşif ve otuz gün sonrası için de duruşma günü tayin ederek, 15 inci maddede sayılan bilirkişiler marifetiyle ve tüm ilgililerin huzurunda taşınmaz malın değerini tespit için mahallinde keşif yapar. ...Bilirkişiler, taraflar ve diğer ilgililerin beyanını da dikkate alarak, 11 inci maddedeki esaslar doğrultusunda taşınmaz malın değerini belirten raporlarını onbeş gün içinde mahkemeye verirler. Mahkeme bu raporu, duruşma günü beklenmeksizin taraflara tebliğ eder. Yapılacak duruşmaya hakim, taraflar veya vekillerini ve bilirkişileri çağırır. Bu duruşmada tarafların bilirkişi raporlarına varsa itirazları dinlenir ve bilirkişilerin bu itirazlara karşı beyanları alınır.Tarafların bedelde anlaşamamaları halinde gerektiğinde hakim tarafından onbeş gün içinde sonuçlandırılmak üzere yeni bir bilirkişi kurulu tayin edilir ve hakim, tarafların ve bilirkişilerin rapor veya raporları ile beyanlarından yararlanarak adil ve hakkaniyete uygun bir kamulaştırma bedeli tespit eder. Mahkemece tespit edilen bu bedel, taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkının kamulaştırılma bedelidir. . İdarece, kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına yatırıldığına . dair makbuzun ibrazı halinde mahkemece, taşınmaz malın idare adına tesciline ve kamulaştırma bedelinin hak sahibine ödenmesine karar verilir ve bu karar, tapu dairesine ve paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil hükmü kesin olup tarafların bedele ilişkin temyiz hakları saklıdır.(Ek fıkra: 11/04/2013-6459 S.K./ md) Kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davanın dört ay içinde sonuçlandırılamaması hâlinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden itibaren kanuni faiz işletilir...."2942 sayılı Kanun'un "Kamulaştırma bedelinin tespiti esasları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"15 inci madde uyarınca oluşturulacak bilirkişi kurulu, kamulaştırılacak taşınmaz mal veya kaynağın bulunduğu yere mahkeme heyeti ile birlikte giderek, hazır bulunan ilgilileri de dinledikten sonra taşınmaz mal veya kaynağın;a)Cins ve nevini,b) Yüzölçümünü,c) Kıymetini etkileyebilecek bütün nitelik ve unsurlarını ve her unsurun ayrı ayrı değerini,d)Varsa vergi beyanını,e)Kamulaştırma tarihindeki resmi makamlarca yapılmış kıymet takdirlerini,f) Arazilerde, taşınmaz mal veya kaynağın kamulaştırma tarihindeki mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net gelirini.g) Arsalarda, kamulaştırılma gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değerini,h) Yapılarda, (.)(2) resmi birim fiyatları ve yapı maliyet hesaplarını ve yıpranma payını,ı) Bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçüleri,Esas tutarak düzenleyecekleri raporda bütün bu unsurların cevaplarını ayrı ayrı belirtmek suretiyle ve ilgililerin beyanını da dikkate alarak gerekçeli bir değerlendirme raporuna dayalı olarak taşınmaz malın değerini tespit ederler.Taşınmaz malın değerinin tespitinde, kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr dikkate alınmaz...." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20026 | Başvuru, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında taşınmaz bedel tespiti için sunulan emsal taşınmaz değerlerinin dikkate alınmaması ve hükmedilen bedelin gerçek değeri karşılamaması nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, uzun bir süredir tutuklu olarak bulundurulduğunu, hakkında yürütülen yargılamanın adil olmadığını, özel hayatın gizliliği ve aile hayatının korunması hakkının ihlal edildiğini, yargılamayı yapmakta olan mahkemenin bağımsız olmadığını ve doğal hakim güvencesine aykırı olarak teşekkül ettiğini ileri sürerek Anayasa’nın , , , , , ve maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvuru, 30/11/2012 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 12/6/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1950 doğumlu olup Adalet Bakanlığı Silivri Ceza İnfaz Kurumunda hüküm özlü olarak bulunmaktadır. “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebren iskat veya vazife görmekten men etmeye teşebbüs etmek” suçunu işlediği iddiasıyla, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan 6/7/2010 tarih ve 2010/185 soruşturma, 2010/564 esas sayılı iddianame, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilerek başvurucu hakkında 19/7/2010 tarihinde kamu davası açılmıştır. Başvurucunun, “dosyadaki delil durumu, kuvvetli suç şüphesini gösteren olguların bulunması, delillerin henüz tam olarak toplanılmamış oluşu, sanığın konumu itibariyle delillere etki yapma ihtimalinin olması, tanıkların henüz dinlenilmemiş oluşu, atılı suçun CMK. maddesinde belirtilen katalog suçlardan olması, belirtilen bu sebeplerle adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı …” gerekçesiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 11/2/2011 tarihli kararıyla tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvurucu, müteaddit defalar tutukluluk haline son verilmesini yetkili mahkemelerden talep etmiş ancak bu talepleri ile ilgili bir sonuç elde edememiştir. Başvurucunun, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 21/9/2012 tarih ve E.2010/283 sayılı kararı ile “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebren iskat veya vazife görmekten men etmeye teşebbüs etmek” suçundan 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı Mülga Türk Ceza Kanunu’nun ve maddeleri uyarınca 18 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve “tutuklu sanıklara verilen hürriyeti bağlayıcı cezanın miktarı, tutuklu kaldıkları süre, verilen ceza miktarına göre kaçma şüphesi dikkate alındığında adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı” gerekçesiyle tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu karara 26/9/2012 tarihinde itiraz etmiştir. İtiraz İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 23/10/2012 tarih ve 2010/737 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 22/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu hakkındaki dava Yargıtayda temyiz aşamasında derdesttir.B. İlgili Hukuk Başvurucu hakkında isnat olunan suçun işlendiği tarihte yürürlükte bulunan 765 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren menedenlerle bunları teşvik eyliyenlere ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası hükmolunur …” Aynı Kanun’un maddesi, işlendiği zamanda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası gerektiren suçun teşebbüs aşamasında kalması halinde failin on beş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmasını öngörmektedir. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Tutuklama nedenleriMadde 100 – (1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220), Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308), Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),…(4) (Değişik: 2/7/2012-6352/96 md.) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Kanun yollarına başvurma hakkıMadde 260 – (1) Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır.(2) Asliye ceza mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları, mahkemenin yargı çevresindeki sulh ceza mahkemelerinin; ağır ceza mahkemelerinde bulunan Cumhuriyet savcıları, ağır ceza mahkemesinin yargı çevresindeki asliye ve sulh ceza mahkemelerinin; bölge adliye mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları, bölge adliye mahkemelerinin kararlarına karşı kanun yollarına başvurabilirler.(3) Cumhuriyet savcısı, sanık lehine olarak da kanun yollarına başvurabilir.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1013 | Başvurucu, uzun bir süredir tutuklu olarak bulundurulduğunu, hakkında yürütülen yargılamanın adil olmadığını, özel hayatın gizliliği ve aile hayatının korunması hakkının ihlal edildiğini, yargılamayı yapmakta olan mahkemenin bağımsız olmadığını ve doğal hakim güvencesine aykırı olarak teşekkül ettiğini ileri sürerek Anayasa’nın 19. , 36. , 37. , 38. , 4 , 138. ve 139. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. | 0 |
Başvuru, imar planında kamu hizmetine ayrılan taşınmazın uzun süre kamulaştırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular 22/10/2017 tarihinde vefat eden A.A.nın mirasçılarıdır. Başvurucuların murisi adına kayıtlı olan İstanbul ili Avcılar ilçesi Mustafa Kemal Paşa Mahallesi'nde kâin 43 pafta 7945 parsel numaralı 350 m² yüz ölçümlü taşınmaz 3/2/1982 tarihli 1/1000 ölçekli uygulama imar planında ''orta öğretim tesis alanı'' olarak ayrılmıştır. Başvurucuların murisi taşınmaz üzerindeki hukuki kısıtlamanın uzun sürmesi sebebiyle Millî Eğitim Bakanlığı ve Avcılar Belediye Başkanlığı aleyhine İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Mahkeme 28/12/2016 tarihinde uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde 7/9/2016 tarihinde yürürlüğe giren 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği açıklanmıştır. Mahkeme bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağını ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağını belirtmiştir. Başvurucuların murisi, mahkeme kararına karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesince 15/5/2017 tarihinde kararın usul ve hukuka uygun olduğunu belirterek istinaf başvurusu reddedilmiştir. Anılan karar Danıştay Altıncı Dairesince 11/10/2017 tarihinde onanmıştır. Nihai karar 4/1/2018 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 15/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İlgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/2916 | Başvuru, imar planında kamu hizmetine ayrılan taşınmazın uzun süre kamulaştırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 20/8/2013 tarihinde idare mahkemesinde açtığı davanın yargılaması devam etmektedir. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/42305 | Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kamudaki görevinden çıkarılan hukukçunun baro levhasına yazılması yönünde verilen kararın mahkemece iptal edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1995 yılında hukuk fakültesini bitiren başvurucunun Kahramanmaraş Barosuna kayıtlı olarak avukat olarak çalışırken talebi üzerine Baro Yönetim Kurulunun 1/5/2008 tarihli kararıyla baro levhasından kaydı silinmiştir. Kocaeli Defterdarlığı Muhakemat Müdürlüğünde avukat olarak görev yapan başvurucu, 15 Temmuz darbe girişiminin akabinde 1/9/2016 tarihli ve 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesiyle terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen kamu görevlilerine ilişkin açıklanan listede ismine yer verilmek suretiyle 1/9/2016 tarihinde kamu görevinden çıkarılmıştır. Kamu görevinden çıkarılmasının ardından başvurucu, baro levhasına avukat olarak yeniden yazılma talebiyle Kocaeli Barosuna (Baro) başvurmuştur. Baro, 20/10/2016 tarihinde Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) gönderdiği yazı ile başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olma suçu kapsamında bir soruşturmanın bulunup bulunmadığını sormuştur. Başsavcılık tarafından gönderilen 28/10/2016 tarihli cevap yazısında başvurucu hakkında yürütülen herhangi bir ceza soruşturmasının olmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun talebi, yasal şartlara uygun olduğu gerekçesiyle Baro Yönetim Kurulunun 16/11/2016 tarihli kararıyla kabul edilmiştir. Söz konusu karar Türkiye Barolar Birliği (TBB) Yönetim Kurulunun 2/12/2016 tarihli kararıyla uygun bulunmuştur. TBB tarafından verilen karar, Bakanlık tarafından yerinde görülmeyerek bir daha görüşülmek üzere 5/1/2017 tarihinde TBB'ye geri gönderilmiştir. TBB Yönetim Kurulu, 20/1/2017 tarihli kararıyla, önceki kararında ısrar ederek başvurucunun baro levhasına yazılma talebinin kabulüne karar vermiştir. Israr kararında; Bakanlığın geri gönderme gerekçesinin usule ve yasaya uygun olmadığı ifade edilmiştir. Bakanlık, başvurucunun baro levhasına yazılmasına ilişkin TBB Yönetim Kurulu tarafından verilen ısrar kararına karşı 21/2/2017 tarihinde Ankara İdare Mahkemesi nezdinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Dava dilekçesinde; 15 Temmuz darbe teşebbüsünün akabinde Devlet kurumlarının FETÖ/PDY ile iltisakı, irtibatı veya mensubiyeti değerlendirilen kişilerden hızlı bir şekilde arındırılabilmesi amacıyla çıkarılan KHK'lar ile meslekten veya kamu görevinden çıkarılanların bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceğinin hükme bağlandığı belirtilmiştir. Yargının kurucu unsurlarından olan avukatlık mesleğinin önem ve değerine vurgu yapılarak 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun maddesinde avukatlık mesleğinin kamu hizmeti olarak tanımlandığı, kamu hizmetinin bir kısmının işlevsel anlamda kamu görevi ifa eden serbest meslek grubundaki kişilerce yerine getirildiği, avukatların verdiği hizmetin de bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bu nedenle 672 sayılı KHK ile kamu görevinden çıkarılan başvurucunun avukatlık mesleğini icra etmesinin mümkün olmadığı, dolayısıyla levhaya yazılma talebinin de reddi gerektiğinden TBB Yönetim Kurulu tarafından verilen ısrar kararında hukuki isabet bulunmadığı ileri sürülmüştür. Davalı TBB tarafından sunulan 21/4/2017 tarihli cevap dilekçesinde; başvurucunun baro levhasına yazılma talebinin kabul edilmesine ilişkin verilen kararın ve bu yönde tesis edilen işlemin hukuka uygun olduğu, avukatlığın sunulan hizmet açısından bir kamu hizmeti; mesleki faaliyet olarak ise serbest meslek faaliyeti olduğu, yürütülen hizmetin kamu hizmeti olmasından hareketle kamu görevlilerinin tabi olduğu kurallara tabi kılınmasının avukatlık mesleğinin niteliği ve gerekleriyle bağdaşmayacağı belirtilmiştir. Başvurucu, Mahkemeye sunduğu dilekçe ile davalı TBB yanında davaya müdahale talebinde bulunmuş ve talebi Mahkemece kabul edilmiştir. Başvurucu anılan dilekçesinde, hukuk fakültesinden mezun olduktan sonra stajını tamamlayarak 1996 yılında Kahramanmaraş Barosundan avukatlık ruhsatını aldığını, eşinin Cumhuriyet savcısı olarak atanması sonrası serbest avukatlık yapmayı tercih etmediğini, ilgili sınavlarda başarılı olması üzerine Hazine avukatı olarak atamasının yapıldığını belirtmiştir. Hiçbir örgütle ilişkisi olmamasına rağmen KHK ile ihraç edildiğini, tüm ekonomik imkânlarının sona ermesi üzerine yeniden baro levhasına kayıt yaptırarak avukatlık yapmaya başladığını vurgulamıştır. KHK hükümlerinin daha önceden hak ettiği avukatlık ruhsatını iptal etmediğini, geçerli olan ruhsata dayanarak baro levhasına kaydının yeniden yapıldığını, bu işlemin kurucu değil açıklayıcı bir işlemden ibaret olduğunu ileri sürmüştür. Avukatlığın serbest meslek faaliyeti olduğunu, levhaya yeniden kaydını yapılmasının kamu hizmetine istihdam olarak kabul edilemeyeceğini, Bakanlığın iddialarının hukuken dayanağının mevcut olmadığını vurgulayan başvurucu, davanın kabulü hâlinde çalışma hürriyeti ile eşitlik ilkesinin ihlal edileceğini iddia etmiştir. Mahkeme, 11/10/2017 tarihli kararıyla dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; millî güvenliğe karşı büyük bir tehdit oluşturan FETÖ/PYD ile iltisakı, irtibatı ve mensubiyeti değerlendirilen örgüt üyelerinden Devlet kurumlarının hızlı bir şekilde arındırılması amacıyla yürürlüğe konulan 672 sayılı KHK'nın meslekten ve kamu görevinden ihraç edilenlerin bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceğine ilişkin tedbir de içerdiği vurgulanmıştır. Avukatlık mesleğinin önem ve özelliği, kamu hizmeti niteliği ve avukatın hak ve yetkileri ile işlevsel olarak kamu görevi ifa ettiği hususları gözardı edilerek dar bir yorumla kamu görevlisi olarak kabul edilemeyeceği şeklinde değerlendirilmenin terörle mücadeleyi sekteye uğratacağı gibi anılan KHK'nın amacıyla da bağdaşmayacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda, anılan KHK kapsamında alınan tedbirin sadece idare hukuku esaslarına göre kamu görevlisi olarak çalışanlarla sınırlı tutulması memur ve hâkim olma niteliğini kaybedenlerin avukat olması sonucunu doğuracağı ve yargının kurucu unsurlarından ve esasen kamu hizmeti niteliğinde bulunan avukatlık mesleğinin itibarını da zedeleyeceği vurgulanmıştır. TBB ve başvurucu, söz konusu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 19/4/2018 tarihli kararıyla istinaf talebinin kesin olarak reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; İdare Mahkemesince verilen kararın usule ve hukuka uygun olduğu, kaldırılmasını gerektiren bir nedenin bulunmadığı belirtilmiştir. Nihai karar 1/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 25/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ayrıca başvurucu hakkında terör örgütüne üye olmak suçundan yürütülen soruşturmada Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı (S.No.2017/25004) 3/10/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Başvurucunun FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün kuruluş amaçlarını, faaliyet ve eylemlerini benimseyerek gönüllü olarak örgüt hiyerarşisine dahil olmayı tercih edip örgütle organik bağ kurarak sürekli ve yoğun faaliyette bulunduğuna dair delil elde edilemediği belirtilmiştir. İlgili hukuk (ulusal mevzuat, Anayasa Mahkemesince ve idari yargı mercilerince verilen yargı kararları, uluslararası düzenlemeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları) için bkz. Tamer Mahmutoğlu [GK], B. No: 2017/38953, 23/7/2020, §§ 37- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/20671 | Başvuru, kamudaki görevinden çıkarılan hukukçunun baro levhasına yazılması yönünde verilen kararın mahkemece iptal edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılama yapılmaması, tanık dinletme talebinin reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında bankaca tahsis edilmemesi gereken bir kredinin açılmasını sağlamak amacıyla nitelikli dolandırıcılık ve zimmet suçlarından kamu davası açılmış olup İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 28/6/2013 tarihli kararıyla başvurucunun zimmet suçundan neticeten 5 yıl 10 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 20/11/2014 tarihli kararıyla hüküm başvurucu yönünden onanmıştır. Başvurucu, kararı 24/12/2014 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir. Bireysel başvuru 23/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu 11/1/2017 tarihli dilekçeyle dosyanın diğer sanıklar yönünden incelenmek üzere Yargıtay Ceza Genel Kurulunun (Kurul) 2016/1831 sayılı esasında derdest olduğunu belirterek 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi uyarınca kararın bozulması talebiyle başvuruda bulunmuştur. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca karara karşı itiraz yoluna başvurulmuş olup dosya başvurucu açısından da Kurulun 2016/1831 sayılı esasında derdesttir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1440 | Başvuru, bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılama yapılmaması, tanık dinletme talebinin reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yapı ruhsatları ve yapı kullanım belgesi iptal edilen alışveriş merkezinin mühürlenerek yıkımına karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 8/9/2015 ve 13/4/2016 tarihlerinde yapılmıştır.Konuları aynı olan 2015/15095, 2016/6931, 2016/6932 ve 2016/6933 sayılı başvuruların 2015/15094 sayılı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, anılan dosyaların kapatılmasına ve incelemenin 2015/15094 sayılı dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucu şirketler, İstanbul'un Bakırköy ilçesi Osmaniye Mahallesi'nde bulunan 1223 ada 6 parsel sayılı taşınmaz üzerinde yer alan Marmara Forum AVM (AVM) isimli alışveriş merkezini işletmektedir. Başvurucuların beyanlarına göre imar planına uygun olarak hazırlanan avan projeye uygun olarak yapı ruhsatı alınmış, inşaatın ruhsata uygun bir şekilde bitirilmesi üzerine de kendilerine yapı kullanım izni verilmiştir. 31/3/2011 tarihinde de AVM faaliyete başlamıştır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (Büyükşehir Belediyesi) 10/7/2004 tarihli ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyeleri Kanunu'nun maddesine istinaden yapmış olduğu denetimde, imar mevzuatı kapsamında kamuya ait olması gereken açık otopark alanına özel otopark alanı yapılmasına müsaade edildiği gerekçesiyle Bakırköy Belediyesi (Belediye) tarafından verilen 19/12/2008 tarihli tadilat ve ilave inşaat ruhsatının 19/10/2011 tarihinde iptaline karar vermiştir. Söz konusu yapı hakkında 22/11/2011 tarihli yapı tatil tutanağı düzenlenmiş ve yapı mühürlenmiştir. Diğer taraftan Belediyenin aynı yapı için verdiği 28/1/2011 tarihli tadilat ve ilave inşaat ruhsatı Büyükşehir Belediyesince 29/11/2011 tarihinde iptal edilmiştir. Bunun üzerine aynı yapı hakkında 8/12/2011 tarihinde ikinci kez yapı tatil tutanağı düzenlenmiş ve yapı mühürlenmiştir. Büyükşehir Belediye Encümeninin 11/1/2012 tarihli kararıyla da yapının yıkımına karar verilmiştir. Son olarak başvuruya konu yapı için verilen yapı kullanma izin belgesi Büyükşehir Belediyesince 28/5/2012 tarihinde iptal edilmiştir.B. Yapı Ruhsatlarının İptali Nedeniyle Açılan Davalar Başvurucular 19/12/2008 tarihli tadilat ve ilave inşaat ruhsatının iptaline ilişkin Büyükşehir Belediyesinin 19/10/2011 tarihli işleminin iptali istemiyle İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme, 4/3/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir (E.2011/2473, K.2014/460). Kararın gerekçesinde, imar planı kapsamında kamuya ayrılan yere kamu eline geçmeden ruhsat tanzim edildiği ve uygulama yapıldığı vurgulanmıştır. Mahkemece inşaat ruhsatının, dayanak imar planına ilişkin plan notundaki hükme de aykırı olduğu ifade edilerek ruhsatın iptaline yönelik tesis edilen idari işlemin hukuka aykırı olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucular ayrıca 28/1/2011 tarihli tadilat ve ilave inşaat ruhsatının iptaline ilişkin Büyükşehir Belediyesinin 29/11/2011 tarihli işleminin iptali istemiyle ikinci bir dava açmıştır. Mahkeme 4/3/2014 tarihinde yukarıda belirtilen aynı gerekçeyle davanın reddine karar vermiştir (E.2012/763, K.2014/461). Danıştay Altıncı Dairesi 22/10/2014 tarihinde Mahkemenin her iki kararının bozulmasına hükmetmiştir. İdare tarafından karar düzeltme talebinde bulunulması üzerine aynı Daire tarafından 3/6/2015 tarihinde her iki karar da onanmıştır. Dairenin karar gerekçesinde, uyuşmazlığın teknik bir bilgiyi gerektirmediği, Mahkemece yapılan keşif ve alınan bilirkişi raporu dikkate alınmaksızın hüküm verilebileceği ifade edilmiştir. Sonuç olarak imar mevzuatına ve dayanağı olan imar planına aykırı olarak düzenlendiği anlaşılan yapı ruhsatının iptal edilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı vurgulanmıştır. Mühürleme İşlemi ve Yıkım Kararı Nedeniyle Açılan Davalar Başvurucular 22/11/2011 tarihli yapı tatil tutanağı ile bu tutanağa istinaden yapının mühürlenmesi işleminin iptali istemiyle dava açmıştır. Mahkeme 26/3/2014 tarihinde dava davanın reddine karar vermiştir (E.2012/412, K.2014/601). Kararın gerekçesinde, 19/12/2008 tarihli tadilat ve ilave inşaat ruhsatının idare tarafından iptal edildiği, bu işleme karşı açılan davanın da 4/3/2014 tarihinde Mahkemece reddedildiği, buna göre yapının ruhsatsız duruma geldiği vurgulanmıştır. Mahkemeye göre söz konusu yapı, tadilat ve ilave inşaat ruhsatının iptali nedeniyle önceden verilen ve hâlen geçerli olan yapı ruhsatı ve eklerine aykırı duruma düşmüştür. Dolayısıyla ruhsat ve eklerine aykırı duruma düşen söz konusu yapı hakkında düzenlenen yapı tatil tutanağı ve yapının mühürlenmesi işlemlerinde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Öte yandan başvurucular, 8/12/2011 tarihli yapı tatil tutanağı ile bu tutanağa istinaden yapının mühürlenmesi işleminin iptali istemiyle bir dava daha açmıştır. Mahkeme 26/3/2014 tarihinde aynı gerekçelerle bu davanın da reddine karar vermiştir (E.2012/785, K.2014/602). Danıştay Ondördüncü Dairesi 2/4/2015 tarihinde her iki kararın da bozulmasına hükmetmiştir. Karar düzeltme aşamasında aynı Daire 24/12/2015 tarihinde bahse konu kararların onanmasına karar vermiştir. Nihai kararın gerekçesinde, yapı ruhsatı iptal edilen yapıların tedbir amaçlı mühürlenerek durdurulmasına ilişkin işlemlerde kamu yararına aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Son olarak başvurucular, İstanbul Büyükşehir Encümeni tarafından verilen 11/1/2012 tarihli yıkım kararının iptali istemiyle dava açmıştır. Mahkeme 26/3/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir (E.2012/1369, K.2014/603). Mahkeme, başvuruya konu yapı hakkında tanzim edilen her iki yapı tatil tutanağının düzenlenmesi ile bu tutanakların yapı yerine asılmasından itibaren en çok bir ay içerisinde yapının hukuken geçerli olan ve yürürlükte bulunan ruhsatına uygun hâle getirilmesi gerekirken buna uyulmadığını belirlemiştir. Mahkemeye göre Büyükşehir Belediyesi ve Belediye arasında 27/4/2010 tarihinden itibaren yapıya ilişkin yazışmalar da dikkate alındığında yapının yıkımına karar verilmesinde hukuka aykırı bir durum bulunmamaktadır. Danıştay Ondördüncü Dairesi 2/4/2015 tarihinde kararın bozulmasına hükmetmiştir. Aynı Daire 24/12/2015 tarihindekarar düzeltme talebini kabul ederek kararın onanmasına karar vermiştir. Nihai kararın gerekçesinde, başvurucular tarafından yapı ruhsatlarının iptaline yönelik açılan davaların reddedilerek kesinleştiği dikkate alındığında, yapı ruhsatı iptal edilen ve bu nedenle ruhsatsız hâle gelen yapının yıkımına karar verilmesine yönelik işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Nihai kararlar,başvurucular vekiline 11/8/2015 ve 15/3/2016 tarihlerinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular, 8/9/2015 ve 13/4/2016 tarihlerinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İlgili hukuk için bkz. Murat Emrah Emre, B. No: 2018/1275, 30/10/2018, §§ 13- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/15094 | Başvuru, yapı ruhsatları ve yapı kullanım belgesi iptal edilen alışveriş merkezinin mühürlenerek yıkımına karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyeti dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurunun tutuklamanın hukukiliğine ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde sona ermiştir. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında yüksek mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından 24/2/2011 tarihinde Yargıtay üyeliğine atanan başvurucunun üyeliği 1/7/2016 tarihli ve 6723 sayılı Kanun'la 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'na eklenen geçici maddeyle bu Kanun'un yayımlandığı tarih itibarıyla (23/7/2016) sona erdirilmiş ve başvurucu Yargıtay tetkik hâkimi olarak atanmıştır. Başvurucu, HSYK'nın 24/8/2016 tarihli kararı ile meslekten ihraç edilmiştir. Başvurucu, FETÖ/PDY'ye yönelik soruşturmalar kapsamında 17/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 19/7/2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında (Başsavcılık) ifade vermiştir. Başvurucu, Başsavcılık tarafından üzerine atılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanması istemiyle 29/8/2016 tarihinde başka şüphelilerle birlikte Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan sorgusunun ardından 20/7/2016 tarihinde, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/7/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar 10/8/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun tutukluluk durumu ve tahliye talepleri bu süreçte sulh ceza hâkimlikleri tarafından resen ve talep üzerine değerlendirilmiş ve tutukluluğun devamına karar verilmiştir. Başvurucunun tutukluluğun devamı kararlarına yaptığı itirazlar da reddedilmiştir. Tutukluluğun devamı ve tutukluluğa itirazın reddi kararlarında kuvvetli belirtinin bulunduğu belirtilmiştir. Bu kapsamda Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin verdiği 10/10/2016 ve 7/11/2017 tarihli tutukluluğun devamı kararlarında 2797 sayılı Kanun'un maddesine (ağır cezalık suçüstü hâli) ve silahlı terör örgütü üyesi olma suçunun temadi eden suç olmasına dayanılmıştır. Başvurucu, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 16/11/2016 tarihli kararıyla Başsavcılığın talebi doğrultusunda tahliye edilmiştir. Soruşturma devam ederken 29/4/2017 tarihli ve 690 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesi ile 2797 sayılı Kanun'un maddesinde yapılan "Ağır Ceza Mahkemesinin görevine giren kişisel suçlarla ilgili suçüstü halinde genel hükümlere göre yürütülen soruşturma sonucunda dosya, düzenlenen fezleke ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir..." şeklindeki düzenlemeye istinaden Başsavcılıkça fezlekeye bağlanan soruşturma evrakı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 26/12/2019 tarihinde başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararda, başvurucuya atılı suçlar nedeniyle gözaltında ve tutuklulukta kaldığı süreler ile ilgili olarak 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tazminat hakkının bulunduğu belirtilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 16/1/2020 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın, pasaport tahdidinin kaldırılması için Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Pasaport Şube Müdürlüğüne gönderilmesine karar vermiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 21/1/2020 tarihinde ise kovuşturmaya yer olmadığı kararının yurt dışına çıkış yasağının kaldırılması için Ankara Batı Denetim Serbestliği Müdürlüğüne gönderilmesine karar vermiştir. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" (1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler. (2) Birinci fıkranın (e) ve (f) bentlerinde belirtilen kararları veren merciler, ilgiliye tazminat hakları bulunduğunu bildirirler ve bu husus verilen karara geçirilir. ..." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/15712 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklanma sonrasında kelepçe takılması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkindir. Başvuru 28/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Başvurucunun aralarında hukuki ve fiilî irtibat olduğu değerlendirilen benzer şikâyetlerinin yer aldığı 2018/7909 sayılı bireysel başvurusuyla bu başvurunun birleştirilmesine karar verilmiştir. Komisyonun 31/10/2019 tarihli kararıyla başvurucunun gizlilik talebinin kabulüne, başvurunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile ayrımcılık yasağına yönelik şikayetlere ilişkin kısmının kabul edilemez olduğuna, kötü muamele yasağına yönelik şikâyetlere ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1969 doğumlu olan başvurucu, Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmakta iken 15 Temmuz darbe teşebbüsü ertesinde Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu şüphesiyle 19/7/2016 tarihinde Elazığ Sulh Ceza Hâkimliğince (Hâkimlik) tutuklanmış ve Elazığ Kapalı E Tipi Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) konulmuştur. Başvurucu, Hâkimliğin tutuklama kararından sonra İnfaz Kurumuna nakledilmek üzere Adliye koridorunda beklerken gerekmediği hâlde yirmi hâkim ve savcıyla birlikte kendisine de kelepçe takılarak Adliye ve İnfaz Kurumu personelinin önünde teşhir edilmesi nedeniyle kolluk görevlileri hakkında Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) şikâyette bulunmuştur. Savcılık 23/9/2016 tarihli kararıyla, görevi kötüye kullanma suçu nedeniyle kolluk görevlileri hakkında açılan soruşturma sonunda kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Karar gerekçesi şöyledir:"CMK'nın maddesinde 'Yakalanan veya tutuklanarak bir yerden bir yere nakledilen kişilere, kaçacaklarına veya kendisi veya başkalarının hayat ve beden bütünlükleri bakımından tehlike arz ettiğine ilişkin belirtilerin varlığı durumunda kelepçe takılabilecektir'. Kanun koyucu 'Yönetmelik' başlıklı CMK'nın m.93'de; yakalanan, gözaltına alınan veya tutuklanan kişilerin nasıl kelepçeleneceğini, bunun kolluğun takdirine bırakılsa bile genel şartlarının neler olacağına dair bir yönetmelikle düzenleme yapılmasını öngörmemiştir.Kelepçenin takılma şekli ve şartları CMK'nın m.93'de gösterilmeyip, bu konuda bir uygulama yönetmeliği olmasa da; Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Yönetmeliği m.7 ile 19/10'da, CMK m.93'e paralel düzenlemelere yer verilmiş ve nakledilen kişilere, kaçacaklarına ya da kendisi veya başkalarının hayat ve beden bütünlükleri bakımından tehlike arz ettiğine ilişkin belirtilerin varlığı hallerinde kelepçe takılabileceği ve 19/ maddesinde çocuklara kelepçe ve benzeri aletler takılamayacağı, ancak zorunlu hallerde çocuğun kaçmasını, kendisinin veya başkalarının hayat veya beden bütünlükleri bakımından doğabilecek tehlikeleri önlemek için kolluk tarafından gerekli önlemler alınabileceği hükme bağlanmıştır.Anılan yasal düzenlemeler karşısında yasa koyucunun kolluk görevlilerine kelepçe takılması konusunda bir takdir hakkı tanıdığı, tutuklama işlemi sırasında ceza evine nakledilecek tutuklu sayısının fazla oluşu ve cezaevine tutuklanan kişilerin güvenli şekilde nakli hususunda sorumluluğun kolluk görevlilerinde olduğu hususu göz önüne alındığında şüphelilerin görevi kötüye kullanma kastıyla hareket ettiğine ilişkin delil ve emare bulunmadığı anlaşılmakla,Yasal unsurları itibariyle oluşmayan suç ile ilgili olarak şüpheli/şüpheliler hakkında kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına..." Savcılık kararına başvurucunun yaptığı itiraz, Elazığ Sulh Ceza Hâkimliğinin 7/11/2016 tarihli kararıyla reddedilmiş, anılan karar başvurucuya 18/11/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 4/3/2019 tarihli ek beyan dilekçesiyle sanık olarak yargılandığı davada Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesinin 26/2/2019 tarihli kararıyla beraat ettiğine dair duruşma tutanağını başvuru dosyasına eklemiştir. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Zorlayıcı tedbirlerin kullanılması" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Hiçbir hâlde zincir ve demire vurmak tedbir olarak uygulanmaz. Kelepçe ve bedensel hareketleri kısıtlayıcı araçlar;a) Yetkili makamın önüne getirildiğinde çıkarılmak kaydıyla, sevk ve nakil sırasında kaçmayı önlemek için,b) Hekimin talimat ve gözetiminde olmak üzere tıbbî nedenlerle,c) Diğer kontrol usûllerinin yetersizliği hâlinde hükümlünün kendisine veya başkalarına zarar vermesine veya eşyayı tahrip etmesine engel olmak için kurum en üst amirinin emriyle,Kullanılabilir." 5275 sayılı Kanun'un "Nakillerde alınacak tedbirler" başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hükümlülerin kuruma veya başka bir yere götürülüp getirilmesi sırasında, halkla bir araya gelmelerine ve başkaları tarafından görülmelerine engel olacak tedbirler alınır. (2) Hükümlü, havalandırma ve ışık durumu yetersiz araçlarla, eziyet verici veya onur kırıcı şekilde nakledilemez. Nakil sırasında alınacak tedbirler, hükümlünün firarını önleyici ve yukarıdaki fıkrada yazılı engelleri gerçekleştirici sınırları aşamaz, birbirleriyle ve görevlilerle herhangi bir tartışmaya girmelerini engelleyici boyutları geçemez." 17/12/1983 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliği'nin maddesinin (f) bendi şöyledir: "Ceza infaz kurumlarının ve tutukevlerinin dış korumalarını sağlayıcı önlemleri alır. Tutuklu ve hükümlülerin sevk ve nakilleriyle muhafazalarını sağlar."B. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tutukluların nakledilmesi sırasında kelepçe kullanımını incelediği Raninen/Finlandiya (B. No: 20972/92, 16/12/1997, §§ 52-59) kararında, başvurucunun kelepçeli bir şekilde nakledilmesi onun tutumundan kaynaklanan gerekli bir tedbir olmasa hatta haksız bir tutma nedeniyle uygulansa da olaydan birkaç ay sonra alınan sağlık raporlarında belirtilen başvurucunun ruhsal durumu ile ilgili olumsuz gelişmeler ile kelepçeleme olayı arasında illiyet bağı kuramadığını belirterek yapılan bu muamelenin başvurucunun ruhsal durumu üzerindeki olumsuz etkisine ikna olmadığını açıklamış; olayda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi için aranan asgari eşik seviyesinin aşılmadığını değerlendirmiştir. Çocuk hükümlünün mahkemeye sevki sırasında kelepçe takılarak hareketlerinin kısıtlanmasını Sözleşme'nin maddesi kapsamında bir muamele olarak görmeyen AİHM'e göre nakil sırasında kendisini veya başkasını yaralamasının engellenmesi amacıyla sabıkası bulunan başvurucu çocuğun yetişkinler gibi kelepçeli olarak sevkinin sağlanması, Sözleşme bakımından sorun oluşturmamaktadır (G./İrlanda, B. No: 39474/98, 16/8/2002). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/62587 | Başvuru, tutuklanma sonrasında kelepçe takılması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkindir. | 0 |
Başvuru, darbe teşebbüsü sonrasında yürütülen soruşturmalar kapsamındaki gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğa ilişkin kararların bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliklerince karara bağlanması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutukluluk ve itiraz incelemelerinin duruşmalı incelenip karara bağlanmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; masumiyet karinesinin; yetkisi olmayan soruşturma mercileri tarafından verilen kararlar uyarınca konutta ve işyerinde arama yapılması nedeniyle özel hayata saygı ve konut dokunulmazlığı haklarının; el koyma kararı nedeniyle mülkiyet hakkının, isnat edilen suçlara ilişkin somut olguların gösterilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; gözaltı ve tutukluluk süreçlerindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye, 15 Temmuz 2016 gecesi askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış; bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Kamu makamları, soruşturma mercileri ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün, yüksek mahkeme üyelerinin de aralarında bulunduğu üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Türk yargı organları yakın dönemde verdikleri birçok kararda FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğunu kabul etmişlerdir. Bu kapsamda Yargıtay Ceza Genel Kurulu 26/9/2017 tarihinde (E.2017/MD-956, K.2017/370) ve -terör suçlarına ilişkin davaların temyiz mercii olan- Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 ve 14/7/2017 tarihlerinde verdiği kararlarda (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21) FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğu sonucuna varmıştır. FETÖ/PDY'nin (genel özelliklerine ilişkin olarak bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26) yargı kurumlarındaki örgütlenmesine ve faaliyetlerine ilişkin olarak soruşturma ve kovuşturma belgeleri ile tedbir/disiplin kararlarında yer alan, başta haklarında soruşturma yürütülen yargı mensuplarının beyanları olmak üzere maddi olgulara dayalı bulunan iddia ve tespitlerin (Selçuk Özdemir, § 22) bir kısmı şöyle özetlenebilir:i. Devletin anayasal kurumlarını ele geçirmeyi, sonrasında devleti, toplumu ve fertleri kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden şekillendirmeyi ve oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomiyi, toplumsal ve siyasal gücü yönetmeyi amaçlayan FETÖ/PDY amaçları doğrultusunda yetiştirdiği gençleri devlet yönetimi bakımından önemli görülen Türk Silahlı Kuvvetleri, emniyet teşkilatı ve mülki idare birimlerinin yanı sıra yargı kurumlarına da yerleşmeye teşvik etmiş ve yargıdaki kadrolaşmaya büyük önem vermiştir.ii. FETÖ/PDY, mensubu olan hâkim ve savcılara sosyal hayatlarındaki tutum ve davranışlarının nasıl olacağından ibadetlerini gizlilik içinde nasıl yerine getireceklerine, görevlerini yaparken hangi yönde karar vereceklerinden eşlerini nasıl ve kimler arasından seçeceklerine, kendilerinin ve eşlerinin kılık kıyafetlerinden görev yeri olarak nereyi tercih edeceklerine, siyasal tercihlerinden kimlerle arkadaşlık kuracaklarına kadar yaşamlarının her alanını dizayn etmeye yönelik telkin ve talimatlarda bulunmuştur. iii. FETÖ/PDY ile bağı bulunan yargı mensupları, adaylık sürecinden itibaren mesleğin her aşamasında gizliliğe azami dikkat ederek bu yapılanmayla ilişkilerinin bilinmesine engel olmaya çalışmış; bunun için kendilerini farklı sosyal gruplara aitmiş gibi gösterme gayreti içinde bulunmuşlardır. Bu bağlamda FETÖ/PDY ile irtibatı olan birçok yargı mensubunun sosyal ortamlarda birbirleriyle yakın ilişki kurmadıkları, ibadetlerini gizli olarak yaptıkları, inançlarına aykırı davranışlarda bulundukları, aralarındaki iletişimde gizli haberleşme yöntemleri -ByLock ve kod adı gibi- kullandıkları belirtilmiştir. iv. Kendisine kutsallık atfetmekte olan FETÖ/PDY'nin yargı kurumlarındaki mensupları da vatan, devlet, millet, ahlak, hukuk, temel hak ve özgürlükler de dâhil olmak üzere her şeyin değer olarak yapılanmadan sonra geldiği anlayışına sahiptir.v. FETÖ/PDY ile irtibatı bulunan yargı mensupları, yapılanmaya olan sadakatlerinin derecesine göre kendi içlerinde gruplara ayrılmışlardır. Ayrıca yapılanmaya mensup hâkim ve savcılar, görev yerlerine göre örgütlenmişlerdir. Bu çerçevede her bir yargı kurumu/birimi içinde periyodik olarak toplantılar yapılmaktadır. vi. FETÖ/PDY mensupları, kendilerinden olmayan hâkim ve savcılarla ilgili edindikleri bilgileri ve bu kişilerin yapılanmaya yönelik tutum ve değerlendirmelerini öğrenerek bağlı oldukları üstlerine (abi/abla veya imam) iletmektedirler.vii. FETÖ/PDY içinde gerektiğinde -bu yapılanmanın kurucusu ve lideri olan- Fetullah Gülen ile doğrudan irtibat kurabilen ve yapılanmanın Türkiye imamına bağlı olarak hareket eden bir yargı imamı bulunmaktadır ve bu kişi yargı içinde söz sahibi olabilecek kişiler arasından seçilmektedir.viii. Yapılanmayla irtibatı olan yüksek yargı mensuplarının kurum içinde yapılan seçimlerde yapılanmadaki üstlerinden gelen talimatlar doğrultusunda oy kullandıkları belirtilmektedir.ix. Her seviyedeki yargı kurumu içinde örgütlenmiş olan FETÖ/PDY, örgütün imamlarından aldığı talimatlar uyarınca ve örgüt çıkarları doğrultusunda hareket eden binlerce yargı mensubu eliyle yargı sistemi üzerinde bir vesayet oluşturmuştur. B. Başvurucuya İlişkin Süreç Başvurucu 24/2/2011 tarihinde Hâkimler ve Savcılar Kurulunca (HSK) Yargıtay üyeliğine seçilmiş ve Ceza Dairesinde görevlendirilmiştir. Soruşturma sürecinde ise başvurucunun meslekten çıkarılmasına karar verilmiştir. Darbe teşebbüsü sonrası Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında Cumhuriyet savcısının 16/7/2016 tarihli yazılı talimatıyla "Türkiye genelinde hükümeti devirmeye ve anayasal düzeni cebren ilgaya teşebbüs etmek suçunun hâlen işlenmeye devam edildiği, bu suçu işleyen Fetullah[çı] Terör Örgütlenmesi üyelerinin yurt dışına kaçıp saklanma ihtimali bulunduğu" gerekçesiyle başvurucunun tutuklanmasının sağlanması amacıyla yakalanmasına, gözaltına alınmasına, konutu, aracı ve işyerinde arama yapılmasına karar verilmiştir. Ankara İl Emniyet Müdürlüğüne bağlı polislerce başvurucunun konutu, işyeri ve aracında 18-19/7/2016 tarihlerinde arama yapılmış ve suç delili olabileceği değerlendirilen bazı dijital materyallere (laptop, haricî hard disk, disket, flash disk, CD ve bilgisayar kasası gibi) el konulmuş; başvurucu 21/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 22/7/2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Savcılık, ifade alma sürecine geçmeden önce başvurucunun üzerine atılı suç nedeniyle başlatılan soruşturmanın ağır cezayı gerektiren suçüstü hâlinin varlığı gözetilerek yapıldığını ifade etmiştir. Başvurucu ifadesinde Yargıtay üyesi olarak görev yaptığını, bu nedenle hakkında yürütülecek bir ceza soruşturmasının ancak Yargıtay Başkanlık Divanın görevlendireceği bir Ceza Dairesi başkanı tarafından yapılabileceğini belirtmiştir. Başvurucu ayrıca FETÖ/PDY'ye ait olduğu iddia edilen yerlerde kalmadığını, Asya Finans grubuna bağlı yerlere para yatırmadığını, kimseye himmet adı altında para vermediğini beyan etmiştir. Darbe teşebbüsü sırasında evde bulunduğunu söyleyen başvurucu, darbeye ilişkin olarak kendisine herhangi bir kimse tarafından görev verilmesinin ya da teklif edilmesinin söz konusu olmadığını belirtmiştir. Sonuç olarak başvurucu, FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur. Müdafii de başvurucunun atılı suçla bir ilgisinin olmadığını ifade etmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucuyu 22/7/2016 tarihinde, tutuklanması istemiyle Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucu hakkındaki talep yazısında, başvurucunun "15-16 Temmuz 2016 tarihlerinde cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya değiştirmeye teşebbüs ve FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütüne üye olmak suç[ların]dan mevcutlu olarak gönderildiği" belirtilerek "atılı suçların CMK [Ceza Muhakemesi Kanunu] 100/3-a-11 maddesinde tutuklama nedeni olarak gösterilmesi, FETÖ örgütünün bir kısım üyelerinin olaydan sonra kaçtıkları tespit edilmiş olup [başvurucunun da aralarında olduğu] mevcutlu şüphelilerin de kaçma şüphesinin bulunması, delillerin henüz tam olarak toplanmayışı, şüphelilerin delillere tesir edip delilleri değiştirme ihtimallerinin olması, AİHM'nin [Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi] birden çok vermiş olduğu kararlarında belirtildiği üzere şüphelilerin salıverilmeleri halinde adaletin işleyişine zarar verecek faaliyetlerde bulunma tehlikesinin veya başka suçlar işleme tehlikesinin bulunması nedenlerine göre" tutuklanmasına karar verilmesi istenmiştir. Başvurucunun sorgusu Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinde aynı gün yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Sorgu işlemi, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla kayda alınmıştır. Başvurucu, sorgu sırasındaki ifadesinde soruşturmanın Yargıtay Kanunu'na göre yürütülmesi gerektiğini, herhangi bir örgütün üyesi olmadığını ve suçlamaları kesinlikle kabul etmediğini belirtmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:"Şüpheli(nin) ... üzerine atılı bulunan silahlı terör örgütüne üye olmak suçunu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren dosya kapsamında somut delillerin bulunması, şüphelinin kaçma ve delilleri karaıtma ihtimali bulunduğu, bu nedenlerle adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağından şüphelinin hakimliğimizin yetkisiz ve görevsiz olduğuna dair talebinin şüpheliye isnat edilen suçların ağır cezayı gerektiren suç üstü hallerinden olması nedeniyle CMK'nun 2/l-j, 2797 Sayılı Yargıtay Kanunu'nun 46/1-son cümlesi gereği CMK'nun maddesi ile ilgili düzenlemeler ile AİHS maddesindeki tutuklama şartları kapsamında isnat olunan suç ile orantılı olarak tedbir kapsamında şüphelinin CMK.nun 101 maddeleri uyarınca TUTUKLANMASINA ... [karar verildi.]" Başvurucunun tutukluluğa itiraz ve tahliye talebinin 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince tutukluluk hâlinin gözden geçirilmesiyle birlikte incelenmesi sonucunda Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 11/9/2016 tarihinde " ... şüphelilerin dosya içeriğine göre silahlı terör örgütü olan FETÖ/PDY üyesi olduklarına dair deliller bulunduğu, suçların niteliği, mevcut delil durumu, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olguların bulunması, şüphelilerin kaçma şüphesi altında olduğunu gösteren somut olguların bulunması, şüphelilerin işlediği iddia edilen suçun henüz tamamlanmadığı ve tamamlama yönünde ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini yıkmak için faaliyetlerin devam ettiği şüphesi bulunduğu, bu terör örgütünün Türkiye Cumhuriyet tarihinde görülen en tehlikeli terör örgütü olup, diğer terör örgütlerini de yönlendirdiğinin değerlendirildiği, ... delilleri yok etme gizleme değiştirme ihtimalini gösteren olguların bulunması ve şüphelilere isnat edilen suçun niteliği, atılı suçun CMK'nın 100/3 maddesinde öngörülen suçlardan oluşu ve atılı suç ile tutuklama tedbirinin orantılı bir tedbir niteliğini taşıması dikkate alınarak CMK 108 maddesi uyarınca tutukluluk hallerinin devamına..." karar verilmiştir. Başvurucu 26/9/2016 ve başvurucu müdafii 28/9/2016 tarihlerinde tutukluluğun devamına ilişkin karara itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 10/10/2016 tarihinde "...Ankara Sulh Ceza Hakimliği kararındaki gerekçelere göre usul ve yasaya uygun nitelikteki karar..." gerekçesiyle itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu, anılan kararı 20/10/2016 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 9/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun silahlı terör örgütünü yönetme ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarını işlediğinden bahisle hakkında kamu davasının açılması için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben fezleke düzenlemiştir. Anılan fezlekede 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün arkasında FETÖ/PDY'nin olduğu belirtilmiş; bu yapılanmaya mensup oldukları, yapılanmanın emir ve talimatları doğrultusunda hareket ettikleri değerlendirilen yargı mensupları hakkında adli soruşturma yapıldığına değinilmiştir. Savcılık, darbe tehlikesinin tam olarak bertaraf edilemediğine dikkat çekerek ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren suçüstü hâlinin mevcut olduğu sonucuna varmıştır. Fezlekede, bu durum dikkate alınarak başvurucu hakkında genel hükümlere istinaden Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 16/7/2016 tarihinde soruşturma başlatıldığı ifade edilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 3/1/2018 tarihli iddianamesiyle başvurucunun silahlı terör örgütü yöneticisi olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle Yargıtay Ceza Dairesinde (ilk derece mahkemesi sıfatıyla) kamu davası açılmıştır. FETÖ/PDY'ye ve bu örgütün yargıdaki yapılanmasına ilişkin genel bilgilerin yer aldığı iddianamede başvurucunun üzerine atılı suçu işlediğine dair temel olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının fezlekesindeki olgulara dayanılmıştır. İddianamede, başvurucunun FETÖ/PDY'nin yargıdaki yapılanmasında bilerek ve isteyerek yer aldığına ilişkin olgulara dayanılmıştır. Soruşturma mercilerince başvurucunun örgüt mensuplarının örgüt içinde haberleşme aracılığıyla kullandıkları ByLock programını bizzat aktif olarak kullandığı belirtilmiş ve bu kapsamda yaptığı görüşme içeriklerine değinilmiştir. İddianamede ayrıca FETÖ/PDY üyesi oldukları iddiasıyla haklarında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma yürütülen kişilerden T.T., O.A., A.H., İ.O., İ., K.T.,K.Ö., Ö.F.T. ve B.E. nin başvurucunun bu yapı içinde olduğu yönündekibeyanlarına yer verilmiştir. İddianamede başvurucu hakkındaki soruşturmanın yürütülmesine ilişkin olarak "...isnat olunan ... suçun ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren ve temadi eden suçlardan olduğu, temadinin fiili ve hukuki kesintiye uğradığı tarihe kadar suçun işlenmeye devam ettiği, yerleşik yargı kararları ile de kabul edilmiştir. Bu itibarla; kesinti yani yakalanma tarihi, suç tarihi olarak, bir başka ifadeyle suçüstü hali olarak kabul edileceğinden şüpheli hakkındaki soruşturma genel hükümlere göre sürdürülmüştür." değerlendirmesine yer verilmiştir. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:"...FETÖ/PDY terör örgütünün deşifre olmasını engellemek, örgüt mensupları hakkında yapılan soruşturmaların sonuçsuz kalmasını sağlamak, örgüt faaliyetlerinin belli bir disiplin içinde istikrarlı bir şekilde devamı için diğer örgüt yöneticileriyle birlikte fikir ve eylem birliği içinde hareket etmek suretiyle hiyerarşik yapıya dahil olduğu, sıkı bir disiplinle, örgütün stratejisi, yapılanması, faaliyetleri ve amacına uygun hareket ettiği, haiz olduğu görev ve sorumluluk alanları ile emir ve talimat verme noktasındaki yetkileri gözetildiğinde FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütünün hücre yapılanmasında, Yargıtay kurumu içerisinde özel göreve haiz yönetici sıfatında olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bu şekilde şüphelinin hiyerarşik yapıya dahil olduğu, sıkı bir disiplinle, örgütün stratejisi, yapılanması, faaliyetleri ve amacına uygun hareket ettiği, FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütünün yöneticisi olduğu sonucuna ulaşılmıştır. ..." Yargıtay Ceza Dairesi 9/1/2018 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2018/5 sayılı dosya üzerinden kovuşturma başlamıştır. Yargıtay Ceza Dairesi 22/1/2018 tarihinde yaptığı tensip (duruşmaya hazırlık) incelemesi sırasında başvurucunun tutukluluk durumunu da -duruşma yapmaksızın- değerlendirmiş ve "Sanığın üzerine atılı FETÖ/PDY silahlı terör örgütü yöneticisi olma suçuna ilişkin tanık beyanları, Bylock isimli programı kullandığına dair tespitler, dosya kapsamı ve mevcut delil durumuna göre; sanığın atılı suçu işlediği yönünde kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delillerin bulunduğu, örgütün yöneticilik ve üyeliği suçunun faili pek çok kimsenin halen kaçak olduğu, işlenen suçlara dair delillerin toplanmaya devam edilmekte olduğu hususları dikkate alındığında sanığın kaçma, saklanma ve delilleri karartma şüphesi bulunduğu, müsnet suçun CMK'nın 100/ maddesinde sayılan katalog suçlardan olduğu, suçun vasıf ve mahiyeti ile kanunda gösterilen ceza miktarları dikkate alındığında verilen tutuklama tedbirinin ölçülü ve orantılı olduğu, bu aşamada hükmedilecek adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı, tutuklanmasından sonra sanığın hukuki durumunda herhangi bir değişiklik de bulunmadığı anlaşıldığı... " gerekçesiyle tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Ayrıca başvurucu hakkındaki davanın ilk duruşmasının "dosya sayısı ve iş yoğunluğu da dikkate alınarak" 5/4/2018 tarihinde yapılması kararlaştırılmıştır. Yargıtay Dairesinin 5/4/2018 tarihli ilk duruşmasında başvurucunun önceki tüm müdafilerini azletmesi ve yeni bir müdafi belirleyeceğini belirtmesi üzerine savunması alınamamış, bu nedenle duruşma 6/8/2018 tarihine ertelenmiştir. Bu duruşmada başvurucunun savunması alınmıştır. Başvurucu, savunmasında suçlamaları kabul etmediğini ve herhangi bir suç işlemediğini ifade etmiştir. Başvurucunun müdafii isesoruşturma şartının gerçekleşmemesi nedeniyle durma kararı verilerek dosyanın Yargıtay Birinci Başkanlık Kuruluna gönderilmesine ve iddia edilen eylem görev suçu kapsamında kaldığından görevsizlik kararı verilerek dosyanın Anayasa Mahkemesine gönderilmesi ve tahliye talebinde bulunmuştur. Anılan talepler Yargıtay tarafından reddedilmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla -ilk derece mahkemesi sıfatıyla- Yargıtay Ceza Dairesinde derdesttir ve başvurucunun tutukluluk durumu devam etmektedir. Öte yandan başvurucu kendisiyle ilgili olmayan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının bir kararına atıfla kötü muamele yasağına ilişkin başvuru yolunun bulunmadığını belirtmiştir. 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),..." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriğişüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerineverilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun'un "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir. (2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Usul" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"103 ve 104 üncü maddeler uyarınca yapılan istem üzerine, merciince Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiin görüşü alındıktan sonra, üç gün içinde istemin kabulüne, reddine veya adlî kontrol uygulanmasına karar verilir. (Ek cümle: 24/11/2016-6763/23 md.) 103 üncü maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesi uyarınca yapılan istemler hariç olmak üzere örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından bu süre yedi gün olarak uygulanır. Duruşma dışında bu karar verilirken Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü alınmaz. Bu kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tutukluluğun incelenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir. (2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir. (3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir." 5271 sayılı Kanun'un "Adlî kontrol" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.… (3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir: a) Yurt dışına çıkamamak. b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak.c) Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak. ...f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak. g) Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî emanete teslim etmek. ...j) Konutunu terk etmemek. k)Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek. l)Belirlenen yer veya bölgelere gitmemek." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen,i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,k) (Ek: 11/4/2013-6459/17 md.) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan, kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler" 5271 sayılı Kanun'un "Müdafiin dosyayı inceleme yetkisi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(2) Müdafiin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim kararıyla kısıtlanabilir. Bu karar ancak aşağıda sayılan suçlara ilişkin yürütülen soruşturmalarda verilebilir: a) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; ... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315, 316),... (3) Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz." (4) Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir. 5271 sayılı Kanun'un "Cumhuriyet savcısının görev ve yetkileri" kenar başlıklı maddesinin (8) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Türk Ceza Kanununun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316 ncı maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında, görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır." 5271 sayılı Kanun'un "İtiraz usulü ve inceleme mercileri" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"İtirazı incelemeye yetkili merciler aşağıda gösterilmiştir:a) (Değişik: 18/6/2014-6545/74 md.) Sulh ceza hâkimliği kararlarına yapılan itirazların incelenmesi, o yerde birden fazla sulh ceza hâkimliğinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen hâkimliğe; son numaralı hâkimlik için bir numaralı hâkimliğe; ağır ceza mahkemesinin bulunmadığı yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine; ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, en yakın ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine aittir.b) (Değişik: 18/6/2014-6545/74 md.) İtiraz üzerine ilk defa sulh ceza hâkimliği tarafından verilen tutuklama kararlarına itiraz edilmesi durumunda da (a) bendindeki usul uygulanır. Ancak, ilk tutuklama talebini reddeden sulh ceza hâkimliği, tutuklama kararını itiraz mercii olarak inceleyemez...." 5271 sayılı Kanun'un "Karar" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Kanunda yazılı olan hâller saklı kalmak üzere, itiraz hakkında duruşma yapılmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekil dinlenir." 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir." 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör tanımı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir." 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçlusu" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi terör suçlusudur. Terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına suç işleyenler de terör suçlusu sayılır." 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçları" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır." 3713 sayılı Kanun'un "Cezaların artırılması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir: "3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur." 4/12/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanun'un "Kişisel ve görevle ilgili suçlar" ile "İlgiliinceleme, soruşturma ve kovuşturma" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkanvekilleri, daire başkanları, üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekilinin görevleriyle ilgili veya kişisel suçlarından dolayı haklarında soruşturma yapılabilmesi Birinci Başkanlık Kurulunun kararına bağlıdır. Ancak, ağır cezayı gerektiren suçüstü hallerinin hazırlık ve ilk soruşturması genel hükümlere tabidir. (2) Birinci Başkanlık Kurulu kendisine intikal eden veya ettirilen ihbar ve şikayetleri inceleyerek soruşturma açılmasını gerektirir nitelikte gördüğü takdirde, ilk soruşturma yapılması için ceza dairesi başkanlarından birini görevlendirir. Aksi takdirde dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verir. Bu karar kesindir. (3) Soruşturma ile görevlendirilen başkan, soruşturmayı ikmal ettikten sonra evrakı Birinci Başkanlık Kuruluna gönderir. (4) Soruşturmayı yapan ceza dairesi başkanı sorgu hakiminin yetkisini haiz olup Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun ilk soruşturmaya ait hükümlerini uygular. Vereceği tutuklama ve tutuklamanın kaldırılması veya kefaletle salıvermeye ait kararları Birinci Başkanlık Kurulunun onaması ile tekemmül eder. (5) Birinci Başkanlık Kurulu, incelediği evrakı eksik bulursa soruşturmayı yapan başkana tamamlattırır. Son soruşturmanın açılmasına gerek görmediği takdirde evrakın işlemden kaldırılmasına, aksi halde son soruşturmanın açılmasına karar verir ve görevle ilgili suçlarda Anayasa Mahkemesine, kişisel suçlarda Yargıtay ilgili ceza dairesine tevdi olunmak üzere dosyayı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderir. Evrakın işlemden kaldırılmasına dair verilen kararlar kesindir (6) (Mülga altıncı fıkra: 2/1/2017-KHK-680/5 md.; Yeniden düzenleme: 17/4/2017-KHK-690/2 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7072/4 md.) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren kişisel suçlarla ilgili suçüstü halinde genel hükümlere göre yürütülen soruşturma sonucunda dosya, düzenlenen fezlekeyle birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. Hâkim kararı gerektiren işlemlere dair Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının talepleri ile kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlara yapılan itirazlar hakkında, soruşturma konusu suçların en ağırına bakmakla görevli Yargıtay ceza dairesini numara itibarıyla izleyen ceza dairesi başkanı tarafından karar verilir. Suçun son numaralı ceza dairesinin görevine girmesi halinde talebi inceleme yetkisi Birinci Ceza Dairesi Başkanına aittir. Hâkim kararı gerektiren işlemlerde başkanın verdiği kararlara karşı yapılan itirazı numara itibarıyla izleyen ceza dairesi başkanı inceler. Son numaralı daire başkanının kararı, Birinci Ceza Dairesi Başkanı tarafından incelenir. İddianame hazırlanması hâlinde kovuşturma Yargıtay ilgili ceza dairesince yapılır. (7) Haklarında inceleme ve soruşturma yapılacakların, inceleme ve soruşturma mercilerinin tayininde son görev ve sıfatları esas alınır. Sıkıyönetim Kanununda sözü edilen yetkili izin mercii, Yargıtay Büyük Genel Kuruludur. " 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'un "Sulh ceza hâkimliği" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak ve bunlara karşı yapılan itirazları incelemek amacıyla sulh ceza hâkimliği kurulmuştur." 5235 sayılı Kanun'un "Ağır ceza mahkemesinin görevi" kenar başlıklı maddesinin birinci cümlesi şöyledir: "Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, Türk Ceza Kanununda yer alan yağma (m. 148), irtikâp (m. 250/1 ve 2), resmî belgede sahtecilik (m. 204/2), nitelikli dolandırıcılık (m. 158), hileli iflâs (m. 161) suçları, Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısmının Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (318, 319, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç) ve 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun kapsamına giren suçlar dolayısıyla açılan davalar ile ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçlarla ilgili dava ve işlere bakmakla ağır ceza mahkemeleri görevlidir." Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10/10/2017 tarihli ve E.2017/YYB-997, K.2017/404 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: "...Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken konu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi ile Yargıtay Ceza Dairesi arasında oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesine ilişkindir....Uyuşmazlığın isabetli bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi için, öncelikle konuyla ilgili kavramlar ve bu kavramlara ilişkin yasal düzenlemelerin üzerinde durulması gerekmektedir.5271 sayılı CMK'nun maddesinde tanımlanan 'soruşturma' ve 'kovuşturma'nın yürütülmesine ilişkin usul ve esasları içeren genel hükümler aynı Kanunda düzenlenmiş, suçun niteliği ile failin sıfatından kaynaklanan özel soruşturma usulleri ile kovuşturma makamlarının belirlenmesine ilişkin hükümler ise Anayasa ve ilgili kanunlarda ayrıca hüküm altına alınmıştır. Buna göre ana kural, soruşturma işlemlerinin yürütülmesi ve kovuşturma makamlarının belirlenmesi açısından genel hükümlerin uygulanması olup, bu husustaki özel hükümler ise; failin sıfatı ve/veya suçun niteliğine bağlı olarak, belirli ilkeler doğrultusunda ve mevzuatta açıkça belirtilen istisnai hallerde uygulanmaktadır. ...Hâkimler ve Savcılar Kanununda, hâkim ve Cumhuriyet savcılarının işledikleri suçlara ilişkin; 82 ila maddeleri arasında 'görevden doğan veya görev sırasında işlenen suçlar', maddesinde 'kişisel suçlar' ve maddesinde 'ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâlleri' olmak üzere üç farklı hâl öngörülmüştür....Suçun 'ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli' kapsamında işlenmesi durumunda uygulanacak soruşturma usulü ise aynı Kanunun maddesinde hüküm altına alınmış olup, bu maddeye göre 'Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâllerinde hazırlık soruşturması genel hükümlere göre yapılır. Hazırlık soruşturması yetkili Cumhuriyet savcıları tarafından bizzat yürütülür ...'...Hâkimler ve Savcılar Kanununun maddesinin uygulanma koşulları açısından ayrıca, ağır ceza mahkemesinin görevi ve suçüstü kavramının da değerlendirilmesi gerekmektedir.......Yargıtayın istikrar bulan ve süregelen kararlarında açıklandığı üzere; mütemadi suçlardan olan silahlı terör örgütüne üye olma suçunda, daha önce örgütün kendisini feshetmesi, kişinin örgütten ayrılması gibi bazı özel durumlar hariç olmak üzere kural olarak temadinin yakalanma ile kesileceği, dolayısıyla suçun işlendiği yer ve zaman diliminin buna göre belirlenmesi gerektiği, bu nedenle silahlı terör örgütüne üye olma suçundan şüpheli konumunda bulunan hâkim ve Cumhuriyet savcıları yakalandıkları anda 'ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli'nin mevcut olduğu ve 2802 sayılı Kanunun maddesi gereğince soruşturmanın genel hükümlere göre yapılacağı anlaşılmaktadır. ......millet iradesine dayalı demokratik rejimi koruma amacıyla düzenlenen dava konusu suçların, herhangi bir kamu göreviyle bağlantılı ve görevden yararlanılarak işlenmesi zorunlu olmadığı gibi, 'özgü suç' niteliği taşımayan bu suçlar açısından failin memur olmasının kurucu unsur da olmadığı, sanık hakkındaki iddianamede ... sanığın kişisel irade ve eylemleriyle FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olduğu, Cumhuriyet savcılığı sıfatından bağımsız olarak, özünde anılan örgütün üyesi sıfatıyla ve örgüt üyeliğinden kaynaklanan hiyerarşi içerisinde hareket ederek örgütün Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tüm anayasal kurumlarını ele geçirmeye yönelik herhangi bir kamu göreviyle bağdaşmayan nihâi amacına ulaşmak için bir süreç ve basamak olarak gördüğü yargısal mekanizmalara egemen olma faaliyetleri kapsamında özel yetkili Cumhuriyet savcılığına yerleştirildiği, örgütsel amaçların gerçekleştirilmesine yönelik örgütsel motivasyon ile hareket ederek örgüt adına çalışmalar yaptığı, böylece örgüt faaliyeti kapsamında işlendiği belirtilen dava konusu suçlara iştirak ettiğine dair nitelendirme ile kamu davası açıldığı, bu nedenle sanığın eylemlerinin kişisel suç olarak kabulü gerektiği ... dikkate alınarak açıklanan sebeplerle Yargıtay Ceza Dairesinin görevsizlik kararının usul ve yasaya uygun olduğu kabul edilmelidir...." Yargıtay Ceza Dairesinin 6/4/2016 tarihli ve E.2015/7367, K.2016/2130 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: "Mütemadi suçlardan olan silahlı terör örgütüne üye olma suçunda temadinin yakalanma ile kesileceği, örgüte katılma tarihi ile yakalanma tarihi arasında silahlı terör örgütünün amaçladığı suçu gerçekleştirmeye elverişli olan ve vahamet arz eden eylemlerin gerçekleşmesi halindetüm eylemleringeçitli suça ilişkin kurallar ile fikri içtima hükümleri de nazara alınıphukuken birlikte değerlendirilmesinde zorunluluk bulunduğu [anlaşılmıştır] ..." Yargıtay Ceza Dairesinin 18/7/2017 tarihli ve E.2016/7162, K.2017/4786 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: "Örgüt Üyeliği:TCK 220/ maddede düzenlenmiştir....Örgüt üyesi, örgüt amacını benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir. Örgüt üyeliği, örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hakim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir. Örgüt üyesi örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ, canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit eden bağ olup, üyeliğin en önemli unsurudur. Örgüte yardımda veya örgüt adına suç işlemede de, örgüt yöneticileri veya diğer mensuplarının emir ya da talimatları vardır. Ancak örgüt üyeliğini belirlemede ayırt edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir. ...Örgüt üyesinin bu suçtan cezalandırılması için örgüt faaliyeti kapsamında ve amacı doğrultusunda bir suç işlemesi gerekmez ise de örgütün varlığına veya güçlendirilmesine nedensel bir bağ taşıyan maddi ya da manevi somut bir katkısının bulunması gerekir. Üyelik mütemadi bir suç olması nedeniyle de eylemlerde bir süre devam eden yoğunluk aranır. ...Temadi eden suçlardan olan örgüt üyeliği, hukuki veya fiili kesinti gerçekleşinceye kadar tek suç sayılır. Örgüt üyeliği, yakalanma, örgütün dağılması, örgütten ihraç ya da kendiliğinden örgütten ayrılma gibi sebeplerden sona erer. Yakalanmayan sanık hakkında düzenlenen iddianame temadi eden suç için hukuki kesinti oluşturmaz ......Örgüt üyesinin, örgüte bilerek ve isteyerek katılması, katıldığı örgütün niteliğini ve amaçlarını bilmesi, onun bir parçası olmayı istemesi, katılma iradesinin devamlılık arz etmesi gerekir. Örgüte üye olan kimse, bir örgüte girerken örgütün kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla kurulan bir örgüt olduğunu bilerek üye olmak kastı ve iradesiyle hareket etmelidir ...Tüm faillerin kastının suç işlemek amacıyla kurulmuş bir örgüte katılmak olması gerekirken hepsinin de aynı suçları işlemek amacında olması gerekmez. Bir oluşuma dahil olan kişinin bu oluşumun suç işlemek amacında olduğunun bilincinde olması aranır. ...Terör Örgütü Kurma Yönetme ve Üye Olma Suçları:TCK'nın maddesi bakımından; bir oluşumun, bir yapılanmanın silahlı terör örgütü sayılabilmesi için, TCK'nın maddesinde düzenlenen suç işlemek için örgüt kurma suçunda örgütün varlığı için gerekli koşullar yanında, Türk Ceza Kanununun ikinci kitap, dördüncü kısım, dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları 'amaç suç' olarak işlemek üzere kurulmuş ve amaca matuf bir eylem gerçekleştirmeye yeterli derecede silahlı olması ya da bu silahları kullanabilme imkanına sahip bulunması gerekir. Bu suçu, TCK'nın maddesinde düzenlenen suçtan ayıran en önemli ölçüt budur...." Yargıtay Ceza Dairesinin 28/11/2017 tarihli ve E.2017/2037, K.2017/5409 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: "...Bir suçun görev sebebiyle işlendiğinin kabulü için, eylemin memuriyet görevinden doğması, memuriyet işleriyle ilgili olması, diğer bir anlatımla suçu oluşturan fiil ile görev arasında illiyet bağı bulunması ve görevin sağladığı imkanlardan faydalanılarak işlenmesi gerekir. Bu husus Dairemizce de benimsenen Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2004 tarih ve 2004/2-10 Esas, 2004/40 sayılı kararında; 'Görev sebebiyle işlenen suç kavramının, memuriyet görevinden doğan, görev ile bağlantılı ve görevden yararlanılarak işlenebilen suçları ifade eder.' şeklinde kabul edilmiştir.Türk Ceza Kanununun maddesinde düzenlenen suçların niteliği ve mahiyeti itibariyle, memuriyet görevinden doğan, görev ile bağlantılı ve görevden yararlanılarak işlenebilen suçlar kapsamında kabul edilmesinin mümkün olmadığı açıktır. O halde bu suçların kişisel suç kapsamında değerlendirilmesinde de zaruret vardır.Dairemizce de benimsenen, öğretide ekseriyetle kabul gören yerleşik yargısal kararlara göre, örgütü yönetmek ya da örgüte üye olmak suçları mütemadi (kesintisiz) suçlardandır. Yani fiilin icrası süreklilik arz eder. Bu suçlarda örgüt hiyerarşisine dahil olup faaliyetlere başlanmakla suç tamamlanmıştır. Ancak fiilin icrası devam ettiği müddetçe fiilin ifade ettiği haksızlık da süreceğinden suç işlenmeye devam edecektir. Failin kendi isteğiyle ya da irade dışı olarak örgütten ayrılması halinde suç bitmiş olacaktır. Mütemadi suçların tamamlanmasıyla bitmesi aynı anlamı taşımamaktadır. Mütemadi suçların ceza ve muhakeme hukuku bakımından önemli sonuçları mevcuttur. Ceza hukuku bakımından, suça teşebbüs fiilin bitmesine kadar değil tamamlanmasına kadar mümkündür. İştirak ise bitinceye kadar gerçekleşebilir. Suç işlenmeye devam ettiğinden, koşulları varsa meşru savunma hükümleri uygulanabilir. Uygulanacak ceza hükümleri bakımından temadinin bittiği tarih esas alınmalıdır. Yine kusur yeteneği ve yaş küçüklüğü bitiş tarihine göre tayin edilir. Muhakeme hukuku bakımından ise, zamanaşımı, yetkili mahkeme ve şikayet süresi temadinin bitişine göre değerlendirilecektir. Ancak suçun mütemadi niteliği, kural olarak görevli mahkemenin belirlenmesi ya da kovuşturma usulünün tespiti bağlamında bir özellik taşımaz. Örgüt üyeliği temadi eden suçlardan olması nedeniyle hukuki ve fiili kesintiyle sona erecektir. Kesinti tarihi suç tarihidir. Fiili olarak terör örgütünden daha önce ayrılmış olmamak ve faaliyetlere devam ediyor olmak koşuluyla, terör örgütü yöneticisi ya da üyesinin yakalanma tarihi, suç işlenmeye devam edildiğinden (CMK 2/1-j),5235 sayılı Kanun'un 12/1 maddesi de gözetildiğinde ağır cezalık suçüstü hali olarak kabul edilmelidir.'Ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren suçüstü halinde, herhangi bir izin sistemi getirilmediği gibi, suçun türüne veya yapılan göreve ya da sahip olunan ünvana ilişkin herhangi bir ayırım da yapılmadığından hakim ve Cumhuriyet savcılarının soruşturulması genel hükümlere göre yapılacaktır.' (Ceza Genel Kurulu 19/02/2013 tarih ve 2011/MD-137 esas, 2013/58 sayılı kararı)..." Yargıtay Ceza Dairesinin 5/7/2018 tarihli ve E.2017/7338, K.2018/7621 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “...5271 sayılı CMK'nın koruma tedbirlerine dayalı tazminat isteme koşullarını düzenleyen 142/1 maddesinde, karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulunulabileceği belirtilmekle birlikte, bazı hallerde tazminat talebinin dayanağı olan ceza dava dosyası ya da soruşturma dosyasında esas hakkında bir karar verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi gerekmez. Keza, gözaltı süresi yasada açıkça belirtilmiş olup, kişinin yasadaki bu süre içinde hakim önüne çıkarılıp, çıkarılmadığının saptanmasının davanın esasıyla herhangi bir ilgisi bulunmadığı gibi bu konudaki talepler hakkında karar verilmesi için davanın esası hakkında karar verilmesine de gerek bulunmamaktadır.Yine aynı şekilde, kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan, Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan, yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan, yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen, ya da hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen kişilerin tazminat istemleri konusunda, asıl davada hüküm verilmesini veya verilen hükmün kesinleşmesini beklemeye gerek bulunmamaktadır. Zira bu talepler, asıl davanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı talepler değildir. Ancak asıl davanın sonucuna bağlı veya asıl davada verilecek kararları etkileyici talepler yönünden mutlaka davanın esasıyla ilgili verilen karar veya hükmün kesinleşmesi zorunludur. ...” | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/25431 | Başvuru, darbe teşebbüsü sonrasında yürütülen soruşturmalar kapsamındaki gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğa ilişkin kararların bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliklerince karara bağlanması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutukluluk ve itiraz incelemelerinin duruşmalı incelenip karara bağlanmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; masumiyet karinesinin; yetkisi olmayan soruşturma mercileri tarafından verilen kararlar uyarınca konutta ve işyerinde arama yapılması nedeniyle özel hayata saygı ve konut dokunulmazlığı haklarının; el koyma kararı nedeniyle mülkiyet hakkının, isnat edilen suçlara ilişkin somut olguların gösterilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; gözaltı ve tutukluluk süreçlerindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, darbe teşebbüsü sonrasında başvurucunun (sanığın) Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğundan bahisle yürütülen soruşturma/kovuşturma işlemleri nedeniyle bazı anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda FETÖ/PDY olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu 1983 doğumlu olup bireysel başvuru konusu olayların geçtiği tarihte İzmir'in Çeşme ilçesinde ikamet etmektedir. Çeşme Cumhuriyet Başsavcılığınca darbe teşebbüsü sonrasında anılan örgütün Çeşme ilçesindeki yapılanmasına yönelik aralarında başvurucunun da bulunduğu kişiler hakkında soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu bu soruşturma kapsamında 2/8/2016 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmış, soruşturma evresinde müdafii de hazır bulunmak suretiyle alınan ifadesinin ardından 12/8/2016 tarihinde de silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında tamamlanan soruşturma sonucunda aralarında başvurucunun da bulunduğu 24 şüpheli hakkında 29/9/2016 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) fezleke düzenlenmiştir. Başsavcılık 11/11/2016 tarihli iddianame ile başvurucu ve diğer 21 şüpheli hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan İzmir Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açmıştır. İddianamede başvurucunun örgütle iltisaklı olduğu değerlendirilen derneğe para yardımında bulunduğu, örgüt mensupları tarafından düzenlenen sohbet adı altındaki toplantılara katıldığı ve örgüte gıda yardımı yaptığı iddia edilmiştir. Yargılama sırasında başka sanıklar hakkında birleştirme talepli açılan davalar da başvurucu ve diğer sanıklar hakkında açılan kamu davası ile birleştirilmiştir. Mahkemece 15/12/2016 ile 22/10/2018 tarihleri arasında yapılan 7 celse sırasında tüm sanıklara isnat edilen örgütsel eylemlere dair ilgili kurumlara müzekkereler yazılmış ve tanıkların ifadeleri alınmıştır. Başvurucu, Mahkemenin 22/10/2018 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Mahkûmiyet gerekçesinde, başvurucuya ait dijital materyallerde örgütle irtibatına dair veriler elde edildiğine, başvurucunun örgüt mensuplarınca sohbet adı altında düzenlenen toplantılara katılarak bu toplantılarda himmet adı altında para ödediğine dair tanık beyanlarına, başvurucunun örgütle irtibatına dair soruşturma evresinde verdiği ifadelerine dayanılarak atılı suçu işlediği değerlendirilmiştir. Başvurucu, anılan karara karşı elde edilen delillerin mahkûmiyete yeterli olmadığını ve atılı suçu işlemediğini belirterek istinaf başvurusunda bulunmuştur. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Daire) 24/5/2019 tarihinde başvurucunun istinaf başvurusunu esastan reddetmiştir. Başvurucu; istinaf başvurusunda dile getirdiği savunmalarını tekrar ederek anılan kararı temyiz etmiş, Yargıtay 14/7/2020 tarihinde Daire kararını onamıştır. Başvurucu nihai hükmü 3/12/2020 tarihinde öğrendikten sonra 21/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/218 | Başvuru, darbe teşebbüsü sonrasında başvurucunun (sanığın) Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğundan bahisle yürütülen soruşturma/kovuşturma işlemleri nedeniyle bazı anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2017/21556 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/21556 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; çocuk hakkında alınan koruma kararının kaldırılmasına yönelik dava kapsamında verilen çocuğun anneye teslimine ilişkin kararın yerine getirilmemesi, çocuk hakkında yeni koruma kararları alınarak bu kararlara karşı yapılan itirazların reddi ve anneye çocuk ile görüşme imkânı sağlanmaması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının, koruma kararının kaldırılması talebiyle açılan davanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 21/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölümün Birinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 16/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 23/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 2/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 17/6/2014 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir. Başvurucu 1/7/2003 tarihinde bir kız çocuğu dünyaya getirmiştir. Çocuk doğumundan sonra para karşılığında, bakılması için bir ailenin yanına bırakılmış, başvurucu tarafından belirtilen aileye ödemede bulunulmaması üzerine çocuk aile tarafından terkedilmiştir. 20/9/2006 tarihli talep üzerine Niğde Asliye Hukuk Mahkemesinin 5/10/2006 tarihli ve 2006/133 Değişik İş sayılı kararı ile çocuğun Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna (Kurum) bağlı olan ve Niğde'de bulunan bir kuruma yerleştirilmesine ve 3/7/2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu uyarınca çocuk hakkında bakım ve sağlık tedbiri uygulanmasına karar verilmiştir. Koruma tedbirine ilişkin yargılama sürecinde düzenlenen 27/9/2006 tarihli sosyal inceleme raporunda; çocuğun Niğde ilinde yaşayan yakınları ile yapılan görüşmeler neticesinde yakınlarının çocuğun bakım ve sorumluluğunu üstlenmek istemediklerinin ve çocuğa karşı ilgisiz ve sevgisiz olduklarının tespit edildiği, gözlem sürecinde çocuğun darp edildiği ve kötü muameleye maruz kaldığına dair bulguların bulunduğu, ayrıca çocuğun yaşı, fizyolojik özellikleri dikkate alındığında çocukta olası zeka geriliği olup olmadığının tespit edilmesi gerektiği belirtilmiş ve çocuğun sosyal tehlikelere maruz kalma ihtimali yüksek olduğundan hakkında 5395 sayılı Kanun uyarınca bakım tedbiri alındığı, çocuğun şiddete maruz kaldığına dair bulguların varlığı nedeniyle psikolojik danışmanlık tedbiri alınarak şiddet ya da kötü muamelenin psikolojik etkilerinin hafifletilmesi ve sağlık tedbiri uygulanarak çocuğun maruz kaldığı şiddet ya da kötü muamelenin oluşturduğu fiziksel etkinin önüne geçilmesinin gerekli olduğu ifade edilmiştir. Takip eden süreçte Kurum tarafından 24/5/1983 tarihli ve 2828 sayılı Sosyal Hizmetler Kanunu'nun maddesi uyarınca koruma kararı talep edilmesi üzerine, Niğde Asliye Hukuk Mahkemesinin 27/12/2007 tarihli ve 2007/190-196 Değişik İş sayılı kararı ile çocuğun koruma altına alınmasına, İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğüne teslimi ile Müdürlüğe ait bir kuruma yerleştirilmesine karar verilmiştir. Niğde İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü bünyesinde hazırlanan 22/2/2008 tarihli sosyal çalışmacı raporunda 28/6/2006 tarihinden itibaren Kurum bakımında olan çocuğun kurumda kaldığı süreçte hiçbir yakınına ulaşılamadığı ve arayanının bulunmadığı, çocuğun anne ve babasının çocuğa karşı özen yükümlülüklerini yerine getirmediklerinin anlaşıldığı, çocuğun beş yaşına gelmiş olması ve yaşı itibarıyla bir aileye ihtiyaç duyduğu gözönünde bulundurulduğunda evlat edinilmesinin uygun olduğu ve bu hizmetten yararlanabilmesi için 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi uyarınca anne ve babanın rızası aranmaksızın evlat edindirme işlemlerinden faydalanması gerektiği ifade edilmiştir. Niğde İl Sosyal Hizmetler Müdürülüğü tarafından evlat edinmede ana babanın rızasının aranmaması talebiyle açılan dava neticesinde Niğde Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2008/116, K.2008/104 sayılı kararı ile davanın kabulüne ve çocuğun İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü tarafından evlatlık verilmesi işlemlerinde anne babanın rızasının aranmamasına hükmedilmiştir. Başvurucu tarafından Ankara Aile Mahkemesinde 13/5/2008 tarihinde açılan dava ile çocuk hakkında daha önce verilmiş olan Niğde Asliye Hukuk Mahkemesinin 27/12/2007 tarihli ve 2007/190-196 Değişik İş sayılı koruma kararının kaldırılması talep edilmiştir. Ankara Aile Mahkemesinin 8/7/2008 tarihli ve E.2008/560, K.2008/862 sayılı kararı ile talebin reddine hükmedilmiş olup ret gerekçesinde; koruma kararının Değişik İş üzerinden verildiği, ilgili kararın kaldırılması talebinin de itiraz mahiyetinde olduğu ve bu nedenle koruma kararını veren Mahkemeden talepte bulunulması gerektiği belirtilmiştir. Devam eden süreçte başvurucu tarafından Niğde Asliye Hukuk Mahkemesinde 17/9/2008 tarihinde açılan dava ile Niğde Asliye Hukuk Mahkemesinin 27/12/2007 tarihli ve 2007/190-196 Değişik İş sayılı koruma kararının kaldırılması talep edilmiştir. Dava dilekçesinde, annenin daha önce düzenli bir işi ve sosyal güvencesi olmaması nedeniyle çocuğuna bakamadığı ve bu nedenle çocuğun Kurum bakımına alındığı, Kurum bakımında olduğu süreçte beş yaşında olmasına rağmen üç ayrı ailenin yanına verilen çocuğun psikolojisinin bozulduğu, annenin hâlihazırda düzenli bir işi ve sosyal güvencesi olması nedeniyle çocuğuna bakabilecek durumda olduğu belirtilerek çocuğun evlat edindirme işlemlerinin durdurularak dava sürecinde tedbiren anneye teslimi veya Kurumda barındırılması, nihai olarak çocuk hakkındaki koruma kararının kaldırılarak evlat edindirme işlemlerinin durdurulması ve anneye teslimine karar verilmesi talep edilmiştir. Yargılamanın 13/4/2009 tarihli celsesinde, sosyal hizmet uzmanı vasıtası ile rapor tanziminin talep edilmesi üzerine, Niğde Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü, Ankara Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğünden çocuk hakkında sosyal inceleme raporu düzenlenmesini talep etmiştir. Ankara'dan gelen 17/7/2009 tarihli sosyal inceleme raporu ile birlikte başvurucunun durumu değerlendirilerek Mahkemeye 20/7/2009 tarihli inceleme raporu sunulmuştur. Raporda annenin, çocuğu terk ettiği koşullar ortadan kalkmış olsa da çocuğun Niğde'de bulunduğu birbuçuk yıllık süreçte çocuğu aramadığı ve kendisine ulaşılamadığı, çocuktan sevgi ve aile sıcaklığını esirgemesi ve ebeveyn sorumluluğunu yerine getirmemesi nedeniyle çocuğun ihmal ve istismara uğradığı, çocuğun yanında olduğu aile ile sağlıklı anne-baba-çocuk ilişkisinin temellerinin atıldığı, çocuğun geçmiş yaşantısına karşı herhangi bir özlem beslemediği, aksine istismara uğradığı anılarını anlattığı, çocuğun bu sağlıklı ortamdan alınarak anneye teslim edilmesinin kalıcı psikososyal problemlere yol açacağı, bu nedenle çocuğun annesi ile temas kurmasının veya velayetinin anneye verilmesinin uygun olmayacağının düşünüldüğü belirtilmiştir. Yargılama sürecinde söz konusu rapora karşı yapılan itiraz üzerine AnkaraNöbetçi Asliye Hukuk Mahkemesine yazılan talimat aracılığı ile temin edilen ve uzman klinik psikolog, pedagog ve sosyal hizmet uzmanı tarafından tanzim edilen 30/11/2010 tarihli psikososyal değerlendirme raporu düzenlenmiştir. Bu raporda; çocuğun annenin maddi imkânsızlıkları nedeniyle bir aile yanına bırakıldığı ve anne tarafından maddi destek sağlanmayan aile tarafından sokağa terk edildiği, Niğde merkezde terk edilmiş olarak bulunan çocuğun Niğde Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğünce Niğde'de bulunan bir çocuk yuvasına yerleştirildiği, çocuk hakkında ilk sosyal inceleme raporunun 26/9/2006 tarihinde düzenlendiği, çocuğun Kurum bakımına alınmasının akabinde 30/1/2007 tarihinde Niğde Devlet Hastanesinde psikiyatri uzmanı tarafından tedavisinin yapıldığı ve fiziksel ve ruhsal yönden herhangi bir rahatsızlığının bulunmadığının tespit edildiği, devam eden süreçte çocuğun ana okuluna gönderildiği ve Kurumda kaldığı dönemde gönüllü aile hizmetlerinden yararlandırıldığı belirtilmiştir. Bununla birlikte, çocuğun ilk olarak 4/5/2007 tarihinde bir gönüllü aile ile irtibata geçirildiği, bu süreçte çocuğun koruyucu aile yanına verilme konusunda hazırlandığı ve büyük beklenti oluşturulduğu, belirtilen aile ile iletişiminin nasıl olacağı izlenmeden bu tür bir muameleye maruz kaldığı ve ailenin Kuruma tekrar gelmeyişiyle birlikte çocukta alt ıslatma, tırnak yeme ve şiddetli ağlama gibi olumsuz davranışlar geliştiği, bu tür davranışların nasıl ele alındığı ve ne tür bir tedavi yolu izlendiğine dair bir bilgi bulunamadığı, devam eden süreçte 6/7/2007 tarihinde başka bir ailenin gönüllü aile olma başvurusu üzerine çocuğun belirtilen aile ile tanıştırıldığı, yatılı olarak ailenin yanına verildiği ve bu süreçte yukarıda belirtilen davranışsal bozuklukların gerilediğinin tespit edildiği ancak adres değişikliği sonrasında söz konusu aile ileKurumun bağlantısının koptuğu ve bağ kurduğu insanlarla tekrar kopuş yaşamasının çocuğu tekrar travmatize ettiği, bu durumun Kurum ihmali dışında bir açıklamasının olamayacağı, devam eden süreçte 26/9/2007 tarihi itibarıyla başka bir ailenin koruyucu aile olarak çocukla ilgilenmeye başladığı, çocuğu yatılı olarak aldıkları ve çocukla duygusal bağ geliştirmeye başladıkları,ancak kurum uzmanları tarafından söz konusu ailenin gönüllü aile olmak değil evlat edinme isteği taşıdıkları gerekçesiyle ilişkilerinin ani bir şekilde kesildiği ve çocukta gelişimsel sorunların nüksettiği, nitekim söz konusu ailenin şikâyeti üzerine başlatılan incelemede, çocuk için yanlış bir hizmet modelinin uygulandığı ve gönüllü aile hizmetlerinden değil evlat edindirme hizmetlerinden yaralandırılması gerektiğinin ortaya konulduğu, ilgili Genel Müdürlükten gelen bu müdahale sonrasında çocuğun son ilişki kurduğu aile ile iletişimine son verilerek evlat edindirme hizmetlerinden yararlandırılmak üzere Ankara'ya gönderildiği, burada önce farklı bir aileye verildiği, bu aile ile uyum problemi yaşaması üzerine 5/3/2008 tarihinde Ankara'daki bir çocuk yuvasına yerleştirildiği, daha sonra yaklaşık iki buçuk yıldır birlikte yaşadığı anlaşılan Ç. ailesinin yanına verildiği, bu kapsamda, annesinden yaklaşık üç yaşında ayrılan, bir süre tanımadığı bir aile ile kalan ve sonra sokağa bırakılan çocuğun devlet koruması altına alındıktan sonra üç farklı aile ile tanıştırıldığı ve daha sonra kurumsal yanlışlıklardan dolayı bu ailelerden koptuğu ve en sonunda evlat edindirilmek üzere başka bir aile yanına yerleştirildiği sonucuna ulaşıldığı ifade edilmiştir. Raporda ayrıca başvurucunun babası tarafından 12/3/2008 tarihinde çocuğu teslim alma talebiyle Niğde İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğüne başvurulduğu, çocuğun Ankara'da olduğunun bildirilmesi üzerine 1/4/2008 tarihinde Ankara İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğüne müracaat edildiği, Kurum tarafından çocuğun anne babanın rızası aranmadan evlat edindirme işlemlerinden faydalandırılmasına karar verildiği belirtilerek talebin reddedildiği tespitlerine yer verilmiştir. Raporun değerlendirme kısmında, sürece ilişkin olarak edinilen bilgi, görüşme ve izlenimler sonucunda başvurucunun çocuğu ile hiçbir duygusal bağı olmayan, çocuğunu bir kazanç kapısı olarak gören ve ondan yararlanmak isteyen bir anne olduğunu düşündürecek somut bir bulgu ve gözleme rastlanılmadığı, başvurucunun çocuk yetiştirme ve çocukla bağ kurmaya ilişkin tutum ve düşüncelerinin sağlıklı olduğu, bütün zihinsel meşguliyetinin çocuğunu yeniden geri alabilmek ve onu büyütebilmek üzerine olduğu, çocuğuna ve çocuğu ile ilişkisine dair sağlıklı değerlendirmeler yapabildiği, çocuğu ile ayrı olduğu döneme ilişkin üzgün ve pişman olduğu, hata ve eksikliklerini kabullendiği, ancak çok yoğun suçluluk duyguları yaşamadığı, süreçte kendi payını kabullenmekle beraber objektif ve sağlıklı değerlendirmeler de yapabildiği, geleceğe ilişkin planlarının da sağlıklı ve gerçekçi olduğu, kaynaklarına uygun biçimde yaşamını yönetebileceği kanaatine varıldığı, koruma altına alındığı süreçte üç yıl iki aylık takvim yaşında olduğu anlaşılan çocuğun anne yanından ayrıldığı andan itibaren yaşadığı sürece bakıldığında tekrar tekrar travmatize edilmiş bir çocuk olduğunun açıkça görüldüğü, bu durumun Kurum tarafından çocuğa uygulanan hizmet modeli ve bu modelin uygulanışı esnasında yaşanan önemli kurumsal yanlışlıklar ve telafi çabalarıyla şiddetlendiği, çocuğun Kuruma yerleştirildiği andan itibaren sürekli bağlanma ve kopuş yaşamak durumunda kalarak travmatize olduğu, çocuğun tekrar tekrar travmatize olmasına neden olan bağlanma ve kopuş ilişkileri nedeniyle başvurucu ile yeniden kurulacak olan ilişkinin ve bağın yeni bir travma oluşturacağı düşünülse bile çocuğun kendi varoluşunu anlamaya çalışırken annesi, babası, geçmişi ve yaşadıklarıyla er geç yüzleşmek zorunda kalacağı gerçeği gözönünde bulundurulduğunda, başvurucu ile yaşayacağı yeniden karşılaşma ve yüzleşmenin kaçınılmaz bir gerçeklik olduğu; çocuğun, annesinin kendisini bırakıp gitmesi nedeniyle kızgınlık, öfke gibi olumsuz duygular yaşadığı ve onu cezalandırmak istediği, kendi benliğini sağlıklı oluşturabilmek için annesiyle karşılaşma ve yüzleşmeye ihtiyaç duyduğunun anlaşıldığı, çok fazla travmatize olmuş bir çocuk için bu karşılaşma ve yüzleşme ihtiyacından kaçınılması ve bu gerçekliğin ötelenmesinin çocuğun varoluşu ve kendiyle ilgili sağlıklı bir bütünleşmeyi yaşayabilmesini engelleyebilecek bir durum olduğu, bu nedenle çocuğun anne ile karşılaşmasının ve sağlıklı bir şekilde bu ilişkinin kurulmasının çok önemli ve çocuğun yararına olduğu belirtilmiştir. Sözü edilen tespitler ışığında raporun sonuç bölümünde, başvurucunun yaşadığı olumsuzluklar nedeni ile çocuğunu terk edip gitmediği, geçici olarak emanet ettiğinin düşünüldüğü, sonrasında zorlu yaşam koşullarına rağmen çocuğunu alabilmek için çaba gösterdiği, bu nedenle başvurucunun çocuğun velayetini almasının uygun olduğunun düşünüldüğü, velayetin alınması döneminde ise, bu dönem hem başvurucu hem çocuk hem de çocuğun yanlarında bulunduğu aile açısından sıkıntılı bir dönem olacağından mutlaka profesyonel psikolojik destek almaları gerektiği, çocuk ile söz konusu aile arasında şahsi münasebet tesis edilmesinin de uygun olacağı; söz konusu davanın, başvurucu veya çocuğun yanında bulunduğu aileden hangisinin koşullarının daha uygun olduğunu kıyaslamak üzerine kurulabilecek ve bunlar üzerinden değerlendirme yapılabilecek bir dava olmadığı, çocuğun yararı gözetilerek hem öz annesi hem de iki buçuk yıldır birlikte yaşadığı aile ile ilişkisinin korunmasının önemli olduğu, çocuğun öncelikle Ç. ailesinin yanında iken başvurucu ile ilişkisinin yavaş yavaş ve sürece dayalı olarak kurulması gerektiği ve bu konuda psikologların belirleyeceği plana göre başvurucunun çocuğun yaşamına girmesinin ve diğer görüşmelerin düzenlenmesinin uygun olacağı ifade edilmiştir. Yargılama sırasında verilen ara kararıyla, çocuğun evlat edinilmesi işlemlerinin dava sonuçlanıncaya kadar tedbiren durdurulmasına karar verilmiştir. Bunun yanı sıra 3/11/2010 tarihli ara kararı ile başvurucunun çocuk ile her ayın birinci hafta sonu Pazar günü 00-00 saatleri arasında şahsi ilişki tesisine karar verilmekle birlikte Ankara İl Sosyal HizmetlerMüdürlüğüne bu hususun temini için yazılan müzekkereye istinaden gönderilen cevabi yazıda, başvurucu ve yakınları tarafından çocuğa karşı sevgisiz ve ilgisiz olunması nedeniyle çocuğun koruma altına alınarak evlat edindirmede anne babanın rızasının alınmamasına hükmedildiği ve çocuğun iki buçuk yıldır evlat edindirilmek üzere bir ailenin yanında bulunduğu, yapılan incelemelerde bu aile ve çocuk arasında anne baba ve çocuk bağının geliştiği, ailesi tarafından terk edilme travmasını yeni atlatan ve düzenlihayata geçiş sağlayan çocuğun, söz konusu şahsi ilişki kararının uygulanması hâlinde tekrar travma yaşayacağı ve sosyo psikolojik açıdan telafisi mümkün olmayan zararların doğacağı bildirilerek söz konusu ara kararının tekrar değerlendirilmesinin talep edilmesi üzerine 30/11/2010 tarihli ara kararı ile 3/11/2010 tarihli ara kararından dönülmesine karar verilmiştir. Söz konusu yargılama neticesinde Mahkemece verilen 25/5/2011 tarihli ve E.2008/525, K.2011/479 sayılı karar ile başvurucunun talebi reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, çocuğun koruma altına alınarak Kuruma yerleştirilmesi ve evlat edindirmede anne ve babanın rızasının aranmamasına ilişkin karar muhtevalarına yer verilmiş ve yargılama sırasında temin edilen 20/7/2009 tarihli inceleme raporu ile 30/11/2010 tarihli psikososyal değerlendirme raporuna değinilerek dosya içinde mevcut inceleme raporlarında çocuğun evlat edindirme hizmetlerinden faydalandırıldığı, bu aile yanında sağlıklı gelişim gösterdiği, aile birlik ve bütünlüğü içinde ilişki kurulduğunun belirtildiğine, hâl böyle iken çocuğun bu ortamdan alınıp tekrar gerçek anneye verilmesinin çocuk üzerinde kalıcı olumsuz psikososyal problemlere ve geri dönüşümü olanaksız travmalara yol açabileceği tespitlerine yer verilmiştir. İlk derece mahkemesi kararı temyiz edilerek Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/12/2012 tarihli ve E.2011/19472, K.2012/29642 sayılı ilamı ile bozulmuştur. Bozma ilamının gerekçesinde; çocuk hakkında alınan korumaya ve evlat edindirme işlemlerinde anne babanın rızasının alınmamasına ilişkin kararların evrak üzerinden, hasımsız ve başvurucuya tebligat yapılmadan verildiği, koruma kararı verilmesi ve evlat edindirmede anne babanın rızasının aranmaması kararlarının çocuğun haklarına yönelik olduğu gibi getirdiği yükümlülükler ve doğurduğu sonuçlar bakımından da önemli olduğu, çocuğun yasal temsilcisi olan anne ve babasına davanın yöneltilmesi, gösterdikleri delillerin toplanması ve sonucu uyarınca karar verilmesi gerektiği, bunun yanısıra 2828 sayılı Kanun'da bu tür davaların evrak üzerinden incelenerek karar verileceğine ilişkin bir hüküm bulunmadığı, koruma kararının verildiği tarihin 27/12/2007, evlat edindirmede anne babanın rızasının aranmaması kararının verildiği tarihin ise 17/3/2008 tarihi olduğu, 4/3/2008 tarihinde çocuğun Ankara'da koruyucu aile yanına yerleştirildiği, başvurucunun bu durumu öğrenir öğrenmez 13/5/2008 tarihinde Ankara Aile Mahkemesinde dava açarak çocuğunun kendisine teslimi için yasal girişimlerde bulunduğu belirtilmiştir. Gerekçede devamla bozma ilamına konu yargılama sırasında Ankara Aile Mahkemesine yazılan talimatla alınan 30/11/2009 tarihli raporda anne ile kişisel ilişki kurularak uygun ortamın sağlanması ve çocuğun velayetinin anneye verilmesinin uygun olacağı yönünde görüş bildirildiği, gerekçede dayanılan daha önceki kararların başvurucuya usulüne uygun tebligat yapılmadan alınmış olması, çocuğun koruyucu aile yanına yerleştirilmesinden kısa süre sonra başvurucu tarafından dava açılması ve uzman bilirkişi heyetinin oluş ve kabule uygun raporu dikkate alındığında koruma kararının kaldırılarak çocuğun başvurucuya teslimine karar verilmesi gerekirken yargılamanın kısa sürede bitirilememesi nedeniyle çocuğun koruyucu aile yanında kaldığı sürenin uzamış olması gerekçe gösterilerek ret hükmü kurulmasının uygun olmadığı belirtilmiştir. Bozma kararı sonrası Niğde Asliye Hukuk MahkemesininE.2013/118 sayılı dosyası üzerinde yürütülen yargılamanın 1/4/2013 tarihli celsesinde, çocuğun tedbiren başvurucuya teslimine karar verilmiştir. Belirtilen ara kararı üzerine başvurucu tarafından Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Ankara İl Müdürlüğüne verilen 3/4/2013 tarihli dilekçe ile ilgili ara kararı uyarınca çocuğun yanında bulunduğu aileden alınarak tarafına teslim edilmesi talep edilmiş, Niğde Asliye Hukuk Mahkemesinin 23/5/2013 tarihli müzekkeresi ile de ara kararı gereğinin yerine getirilmesi hususu ilgili kuruma bildirilmiştir. Bozma ilamı sonrası yürütülen yargılama neticesinde Niğde Asliye Hukuk Mahkemesinin 8/5/2013 tarihli ve E.2013/118, K.2013/318 sayılı kararı ile Niğde Asliye Hukuk Mahkemesinin 27/12/2007 tarihli ve 2007/190-196 Değişik İş sayılı koruma kararının kaldırılmasına ve çocuğun başvurucu anneye teslim edilmesine karar verilmiştir. İlk derece mahkemesi kararı temyiz edilmiş olup Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/6/2014 tarihli ve E.2014/9792, K.2014/13171 sayılı ilamı ile bozulmuştur. Bozma ilamının gerekçesinde; ilk derece mahkemesi tarafından bozmaya uyularak karar verilmiş ise de bozmadan sonra Kurum tarafından çocuğun geçici bakım sözleşmesiyle teslim edildiği aile tarafından bir başka mahkemede evlat edinme davası açıldığı, evlat edinmeye karar verildiği ve bu kararın henüz kesinleşmediğinin anlaşıldığı, evlat edinme kararının kesinleşmesi durumunda bu davada verilen karar üzerinde değiştirici etkiye sahip olacağı, bu nedenle belirtilen kararın kesinleşmesinin beklenmesi ve neticesine göre karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bozma kararı sonrasında dosya Niğde Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2014/616 sırasına kaydedilmiş olup Niğde Aile Mahkemesinin faaliyete geçmiş olmasına binaen verilen 21/10/2014 tarihli ve E.2014/616, K.2014/771 sayılı görevsizlik kararı sonrasında dosyanın Niğde Aile Mahkemesinin E.2014/717 sırasına kaydı yapılmıştır. İlgili celselerde bozma ilamında işaret edilen evlat edinme davasına ilişkin Ankara Aile Mahkemesinin E.2012/1389 sayılı dosyasının sonuçlanmasının beklenilmesine karar verilmiş olup duruşma 16/3/2016 tarihineertelenmiştir. Niğde Asliye Hukuk Mahkemesinin 8/5/2013 tarihli ve E.2013/118, K.2013/318 sayılı kararı sonrasında, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından 30/5/2013 tarihinde çocuk hakkında 5395 sayılı Kanun uyarınca acil koruma kararı verilmesi yönünde talepte bulunulmuş ve talep dilekçesinde, çocuğu yanında bulunduran aile tarafından Ankara Aile Mahkemesinin E.2012/1389 sayılı dosyası üzerinde açılan evlat edinme davasında alınan beyanında çocuk tarafından, hâlihazırda birlikte olduğu aile ile kalmak istediği, onları anne ve babası olarak gördüğü, gerçek annesini hatırladığı, annesinin başında sigara söndürdüğünü, kalması için kendisini yanına alan ailelerden para aldığını ve bir süre sonra kendisini geri istediğini hatırladığı yönünde beyanda bulunduğu belirtilmiş ve teslimin herhangi yakın tarihli bir rapor düzenlenmeden yapılmasının çocuğun ruhsal dünyasında ağır bir travma oluşturacağı ifade edilmiştir. Dosyaya sunulan ve Ankara Aile ve Sosyal Politikalar Müdürlüğü bünyesinde bulunan sosyal çalışmacı tarafından düzenlenen 30/5/2013 tarihli raporda,Niğde Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından çocuğun anneye teslim edilmesi hususunda gönderilen müzekkere sonrasında, 29/5/2013 tarihinde çocuğun yanında bulunduğu aileye gönderilen yazı ile çocuğun teslim edilmesinin talep edildiği, aynı tarihte çocuğun örselenmeden teslim edilmesinin sağlanması amacıyla ne gibi bir yol izlenebileceğinin tespiti maksadıyla ilgili Müdürlükte görevli sosyal çalışmacı ve iki psikoloğun aile ile görüşmeye gittiği, görüşme esnasında ailenin tedirgin olduğu, çocuğun da götürüleceğinden korktuğu, bu nedenle çocuğun bir süredir okula devam etmediğinin tespit edildiği, görüşme sürecinde çocuğun tedirgin ve sessiz olduğu, çocuğa süreç hakkında bilgi verilmeye ve annesine teslimi sürecinde endişelenmemesi için çocuğu rahatlatma yönünde telkinlerde bulunulmaya çalışılmak istendiği ancak çocuğun bu durumu hiç bir şekilde kabullenecek bir yapıda olmadığı, ailesinden ayrılırsa kendisine zarar vereceğini ifade ettiği belirtilmiş; yapılan tespitler çerçevesinde, çocuğun annesine teslimi durumunda öncelikli olarak uzman gözetiminde saatlik olarak görüşmelerinin sağlanması, bu görüşmelerin süre ve içeriğinin çocuğun talebi doğrultusunda düzenlenmesi ve bu süreçte çocuğun ailenin yanında kalmasının çocuk odaklı yaklaşıma uygun olacağı ifade edilmiştir. Uzman psikolog tarafından hazırlanan aynı tarihli görüşme raporunda da çocuğun davranışları ile ilgili benzer tespitlere yer verilmiş ve çocuğun, başka bir aileye ya da kuruluşa alınması hâlinde kaçarak yanında bulunduğu ailesine döneceğini, Kurumda kalsa bile kesinlikle annesine dönmek istemediğini beyan ettiği belirtilmiştir. İlgili talep Ankara Çocuk Mahkemesinin 31/5/2013 tarihli ve 2013/126 Tedbir Talep sayılı kararı ile kabul edilerek 5395 sayılı Kanun'un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca otuz gün süre ile sınırlı olarak çocuğun acil koruma altına alınmasına karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, başvurucununNiğde Sulh Ceza Mahkemesinin 15/1/2009 tarihli kararı ile çocuğunu terk etme suçundan mahkûmiyetine hükmedildiği, bunun yanı sıra Ankara Aile Mahkemesinin 9/7/2012 tarihli kararı ile başvurucunun çocuğa iki ay süre ile yaklaşmamasına karar verildiği ve dosya kapsamından başvurucunun çeşitli illerde lokantalarda servis elemanı olarak ve mutfak kısmında çalıştığının, bu nedenle sürekli olarak bir yerde yerleşmediğinin ve sık sık iş değiştirdiğinin belirlendiği tespitlerine yer verilmiştir. Gerekçede ayrıca, çocuğun küçük yaşta eziyet gördüğü ve bu hâlde sokağa terk edildiği, Kuruma geldiğinde nüfus kaydının dahi yapılmamış olması nedeniyle Kurumun talebi üzerine nüfus kaydının yapıldığı, hakkında koruma kararı ve sağlık tedbirine hükmedilerek yaşadığı travma nedeniyle tedavi gördüğü, evlat edindirilmek üzere kaldığı ailenin yanında okula başladığı ve dosyada mevcut sosyal inceleme raporlarına göre düzenli bir aile hayatına kavuştuğu, başvurucunun kendisini alma girişimi nedeniyle psikolojik travma yaşadığı, özel bir psikiyatri merkezi tarafından düzenlenen 16/4/2013 ve 18/4/2013 tarihli raporlarla da belirtilen hususun tevsik edildiği, 30/5/2013 tarihli rapor içeriği de dikkate alındığında çocuğun başvurucuya tesliminin telafisi güç psikolojik bir travmaya yol açabileceği ve bu kapsamda çocuğun başvurucuya tesliminin yararına olmayacağı, uygun bir sosyal çözüm bulunana kadar çocuğun acil koruma altına alınmasının uygun olacağı belirtilmiştir. Belirtilen koruma kararına karşı başvurucu tarafından itiraz edilmiş ve itiraz dilekçesinde diğer itiraz ve iddiaların yanı sıra başvurucunun çocukla görüştürülmediği, Kurumda kaldığı süreçte bir aileden alınıp diğerine verilmek suretiyle altı aile değiştirdiği ve travma üstüne travma yaşadığı, Kurum yetkililerinin çocuğu yanlarına alan ailelere verdiği yanlış bilgiler nedeniyle çocuğun, annesi tarafından 2008 yılından beri kendisine kavuşmak için verilen hukuk mücadelesini bilmeden annesine tepkili olarak büyüdüğü ifade edilmiştir. Söz konusu itiraz, Ankara Çocuk Mahkemesinin 17/6/2013 tarihli ve 2013/33 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. 4/6/2013 tarihinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Ankara İl Müdürlüğü bünyesinde gerçekleştirilen evlat edinme komisyon toplantısına ilişkin tutanakta; toplantının, acil koruma kararı sürecinde çocuğun hâlihazırda bulunduğu aile yanından alınıp alınmaması ve ne gibi işlemler gerçekleştirilmesi gerektiğinin değerlendirilmesi amacıyla yapıldığı belirtilmiş, çocuğun 4/3/2008 tarihinden beri belirtilen ailenin yanında kaldığı, koruma kararının kaldırılmasına ilişkin dava dosyasına sunulan 30/11/2010 tarihli raporun annenin ikamet adresinde sosyal inceleme yapılmadan gerçekleştirildiği, raporun tanzim tarihinin üzerinden uzun süre geçmesi nedeniyle güncelliğini yitirdiği, annenin ikametinde sosyal inceleme gerçekleştirilerek çocuk ile ilişki sürecinde karşılaşabileceği muhtemel problemlerin üstesinden gelebilme düzeyinin ve yaşanılan çevre ile ev koşullarının çocuğun sağlıklı gelişimi için yeterli olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği, çocuğun süreç içerisinde annesi ile uzman gözetiminde saatlik olarak görüştürülmesinin sağlanması ve bu görüşmelerin süre ve içeriğinin çocuğun talebi doğrultusunda düzenlenmesi gerektiği, bu süreçte çocuğun ailenin yanında kalmasının uygun olacağı, ayrıca çocuk hakkında 2828 sayılı Kanun'un maddesi gereğince koruma kararı talep edilmesinin ve evlat edinme sürecinde yaşanan gelişmeler nedeniyle koruyucu aile modeline geçiş sağlanması için çalışma yapılmasının uygun olduğu ifade edilmiştir. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Ankara İl Müdürlüğü tarafından 19/6/2013 tarihinde, acil koruma kararı sürecinde çocuğun aile yanından alınıp alınmaması ve ne gibi işlemler gerçekleştirilmesi gerektiğinin değerlendirilmesi amacıyla meslek gruplarından oluşan bir komisyon toplandığı ve çocuk hakkında 2828 sayılı Kanun'un maddesi gereğince koruma kararı talep edilmesi ile çocuk hakkında uygun olacak şekilde sosyal hizmet modellerinin belirlenmesinin uygun olacağı kanaatine varıldığı belirtilerek 2828 sayılı Kanun'un maddesi gereğince koruma kararı talep edilmesi üzerine, Ankara Çocuk Mahkemesinin 26/6/2013 tarihli ve 2013/126 Tedbir Talep sayılı kararı ile 2828 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca çocuğun koruma altına alınmasınakarar verilmiştir. Karar gerekçesinde, Ankara Çocuk Mahkemesinin 31/5/2013 tarihli ve 2013/126 Tedbir Talep sayılı karar gerekçesinde yer verilen hususlar aynen tekrar edilmiştir. Karara karşı başvurucu tarafından yapılan itiraz, Ankara Çocuk Mahkemesinin 10/7/2013 tarihli ve 2013/38 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvurucu vekiline 22/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiş olup 21/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Belirtilen yargısal süreçlerin yanısıra çocuğun anne tarafından emanet edildiği ancak bir süre sonra çocuğu terk ettiği belirtilen şahıs ile anne hakkında, çocuğu terk etme suçu kapsamında yürütülen yargılama neticesinde, Niğde Sulh Ceza Mahkemesinin 15/1/2009 tarihli kararı ile başvurucu ve diğer sanık hakkındaöngörülen hürriyeti bağlayıcı ceza bağlamında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Hukuk Müşavirliği tarafından Anayasa Mahkemesine hitaben gönderilen 2/5/2014 tarihli yazıda; Ankara Aile Mahkemesinin E.2012/1389 sırasına kayden yürütülen evlat edinme davası neticesinde 30/12/2013 tarihli kararla çocuğun yanında kaldığı aile tarafından evlat edinilmesine karar verildiği belirtilmiş, ayrıca 12/7/2013 tarihli Koruyucu Aile Sözleşmesi ile koruyucu aile modeline geçiş yapılarak bu hizmetten yararlandırılan çocuk için, başvurucu annenin görüşme talebine istinaden 8/1/2014 tarihinde İl Müdürlüğünde görüşme planlandığı, ancak İl Müdürlüğüne gelmek istemeyen ve görüşmeyi reddeden çocuğun ağlayarak tepki verdiği, annesi ile görüşmeyi şiddetle reddettiği, bu nedenle görüşmenin gerçekleştirilemediği ifade edilmiş ve yazı ekinde sürece ilişkin diğer evrakla birlikte, çocuğun anneye teslimi hâlinde çocuğu nasıl bir hayat beklediği bilinmemekle beraber daha önce yaşadığı ayrılık travmasından daha büyük bir sorunla karşı karşıya kalacağı tespitlerine yer verilen 24/4/2014 tarihli sosyal çalışmacı raporu ibraz edilmiştir.B. İlgili Hukuk 4721 sayılı Kanun’un “Koruma önlemleri” başlıklı maddesi şöyledir: “Aşağıdaki hâllerde ana ve babadan birinin rızası aranmaz: Kim olduğu veya uzun süreden beri nerede oturduğu bilinmiyorsa veya ayırt etme gücünden sürekli olarak yoksun bulunuyorsa, Küçüğe karşı özen yükümlülüğünü yeterince yerinegetirmiyorsa.” 4721 sayılı Kanun’un “Koşulları”başlıklı maddesi şöyledir: “Küçük, gelecekte evlât edinilmek amacıyla bir kuruma yerleştirilir ve ana ve babadan birinin rızası eksik olursa, evlât edinenin veya evlât edinmede aracılık yapan kurumun istemi üzerine ve kural olarak küçüğün yerleştirilmesinden önce, onun oturduğu yer mahkemesi bu rızanın aranıp aranmamasına karar verir. Diğer hâllerde,bu konudaki karar evlât edinme işlemleri sırasında verilir.Ana ve babadan birinin küçüğe karşı özen yükümlülüğünü yeterince yerine getirmemesi sebebiyle rızasının aranmaması hâlinde, bu konudaki karar kendisine yazılı olarak bildirilir.” 4721 sayılı Kanun’un “Karar” başlıklı maddesi şöyledir: “Çocuğun menfaati ve gelişmesi tehlikeye düştüğü takdirde, ana ve baba duruma çare bulamaz veya buna güçleri yetmezse hâkim, çocuğun korunması için uygun önlemleri alır.” 4721 sayılı Kanun’un “Çocukları yerleştirilmesi”başlıklı maddesi şöyledir: “Çocuğun bedensel ve zihinsel gelişmesi tehlikede bulunur veya çocuk manen terk edilmiş hâlde kalırsa hâkim, çocuğu ana ve babadan alarak bir aile yanına veya bir kuruma yerleştirebilir. Çocuğun aile içinde kalması ailenin huzurunu onlardan katlanmaları beklenemeyecek derecede bozuyorsa ve durumun gereklerine göre başka çare de kalmamışsa, ana ve baba veya çocuğun istemi üzerine hâkim aynı önlemleri alabilir. Ana ve baba ile çocuğun ödeme gücü yoksa bu önlemlerin gerektirdiği giderler Devletçe karşılanır. Nafakaya ilişkin hükümler saklıdır.” 2828 sayılı Kanun’un “Koruma kararı” başlıklı maddesi şöyledir: “Korunmaya muhtaç çocukların reşit oluncaya kadar bu Kanun hükümlerine göre Kurumca kurulan sosyal hizmet kuruluşlarında bakılıp yetiştirilmeleri ve bir meslek sahibi edilmeleri hususundaki gerekli tedbir kararı yetkili ve görevli mahkemece alınır. Bu karar için gerekli belgeler Kurumca düzenlenir ve ilgili mahkemeye gönderilir. Haklarında derhal korunma tedbiri alınmasında zorunluluk görülen çocuklar mahkeme kararı alınıncaya kadar, bu Kanuna göre kurulmuş kuruluşlarda veya aile yanında mahalli mülki amirin onayı alınmak suretiyle bakım altına alınır.” 5395 sayılı Kanun’un “Amaç” başlıklı maddesi şöyledir: “Bu Kanunun amacı, korunma ihtiyacı olan veya suça sürüklenen çocukların korunmasına, haklarının ve esenliklerinin güvence altına alınmasına ilişkin usûl ve esasları düzenlemektir.” 5395 sayılı Kanun’un “Tanımlar” başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinin (1) numaralı alt bendi şöyledir: “(1) Bu Kanunun uygulanmasında; a) … Korunma ihtiyacı olan çocuk: Bedensel, zihinsel, ahlaki, sosyal ve duygusal gelişimi ile kişisel güvenliği tehlikede olan, ihmal veya istismar edilen ya da suç mağduru çocuğu, … İfade eder.” 5395 sayılı Kanun’un “Temel ilkeler” başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Bu Kanunun uygulanmasında, çocuğun haklarının korunması amacıyla; a) Çocuğun yaşama, gelişme, korunma ve katılım haklarının güvence altına alınması, b) Çocuğun yarar ve esenliğinin gözetilmesi, c) Çocuk ve ailesinin herhangi bir nedenle ayrımcılığa tâbi tutulmaması, d) Çocuk ve ailesi bilgilendirilmek suretiyle karar sürecine katılımlarının sağlanması, e) Çocuğun, ailesinin, ilgililerin, kamu kurumlarının ve sivil toplum kuruluşlarının işbirliği içinde çalışmaları, f) İnsan haklarına dayalı, adil, etkili ve süratli bir usûl izlenmesi, g) Soruşturma ve kovuşturma sürecinde çocuğun durumuna uygun özel ihtimam gösterilmesi, h) Kararların alınmasında ve uygulanmasında, çocuğun yaşına ve gelişimine uygun eğitimini ve öğrenimini, kişiliğini ve toplumsal sorumluluğunu geliştirmesinin desteklenmesi, i) Çocuklar hakkında özgürlüğü kısıtlayıcı tedbirler ile hapis cezasına en son çare olarak başvurulması, j) Tedbir kararı verilirken kurumda bakım ve kurumda tutmanın son çare olarak görülmesi, kararların verilmesinde ve uygulanmasında toplumsal sorumluluğun paylaşılmasının sağlanması, k) Çocukların bakılıp gözetildiği, tedbir kararlarının uygulandığı kurumlarda yetişkinlerden ayrı tutulmaları, l) Çocuklar hakkında yürütülen işlemlerde, yargılama ve kararların yerine getirilmesinde kimliğinin başkaları tarafından belirlenememesine yönelik önlemler alınması, İlkeleri gözetilir.” 5395 sayılı Kanun’un “Koruyucu ve destekleyici tedbirler” başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Koruyucu ve destekleyici tedbirler, çocuğun öncelikle kendi aile ortamında korunmasını sağlamaya yönelik danışmanlık, eğitim, bakım, sağlık ve barınma konularında alınacak tedbirlerdir. Bunlardan; a) Danışmanlık tedbiri, çocuğun bakımından sorumlu olan kimselere çocuk yetiştirme konusunda; çocuklara da eğitim ve gelişimleri ile ilgili sorunlarının çözümünde yol göstermeye, b) Eğitim tedbiri, çocuğun bir eğitim kurumuna gündüzlü veya yatılı olarak devamına; iş ve meslek edinmesi amacıyla bir meslek veya sanat edinme kursuna gitmesine veya meslek sahibi bir ustanın yanına yahut kamuya ya da özel sektöre ait işyerlerine yerleştirilmesine, c) Bakım tedbiri, çocuğun bakımından sorumlu olan kimsenin herhangi bir nedenle görevini yerine getirememesi hâlinde, çocuğun resmî veya özel bakım yurdu ya da koruyucu aile hizmetlerinden yararlandırılması veya bu kurumlara yerleştirilmesine, d) Sağlık tedbiri, çocuğun fiziksel ve ruhsal sağlığının korunması ve tedavisi için gerekli geçici veya sürekli tıbbî bakım ve rehabilitasyonuna, bağımlılık yapan maddeleri kullananların tedavilerinin yapılmasına, e) Barınma tedbiri, barınma yeri olmayan çocuklu kimselere veya hayatı tehlikede olan hamile kadınlara uygun barınma yeri sağlamaya, Yönelik tedbirdir. (2) Hakkında, birinci fıkranın (e) bendinde tanımlanan barınma tedbiri uygulanan kimselerin, talepleri hâlinde kimlikleri ve adresleri gizli tutulur. (3) Tehlike altında bulunmadığının tespiti ya da tehlike altında bulunmakla birlikte veli veya vasisinin ya da bakım ve gözetiminden sorumlu kimsenin desteklenmesi suretiyle tehlikenin bertaraf edileceğinin anlaşılması hâlinde; çocuk, bu kişilere teslim edilir. Bu fıkranın uygulanmasında, çocuk hakkında birinci fıkrada belirtilen tedbirlerden birisine de karar verilebilir.” 5395 sayılı Kanun’un “Kuruma başvuru” başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Adlî ve idarî merciler, kolluk görevlileri, sağlık ve eğitim kuruluşları, sivil toplum kuruluşları, korunma ihtiyacı olan çocuğu Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna bildirmekle yükümlüdür. Çocuk ile çocuğun bakımından sorumlu kimseler çocuğun korunma altına alınması amacıyla Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna başvurabilir. 2) Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu kendisine bildirilen olaylarla ilgili olarak gerekli araştırmayı derhâl yapar.” 5395 sayılı Kanun’un “Koruyucu ve destekleyici tedbir kararı alınması” başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Çocuklar hakkında koruyucu ve destekleyici tedbir kararı; çocuğun anası, babası, vasisi, bakım ve gözetiminden sorumlu kimse, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu ve Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen çocuk hâkimi tarafından alınabilir. (2) Tedbir kararı verilmeden önce çocuk hakkında sosyal inceleme yaptırılabilir. (3) Tedbirin türü kararda gösterilir. Bir veya birden fazla tedbire karar verilebilir. (4) Hâkim, hakkında koruyucu ve destekleyici tedbire karar verdiği çocuğun denetim altına alınmasına da karar verebilir. (5) Hâkim, çocuğun gelişimini göz önünde bulundurarak koruyucu ve destekleyici tedbirin kaldırılmasına veya değiştirilmesine karar verebilir. Bu karar acele hâllerde, çocuğun bulunduğu yer hâkimi tarafından da verilebilir. Ancak bu durumda karar, önceki kararı alan hâkim veya mahkemeye bildirilir. (6) Tedbirin uygulanması, onsekiz yaşın doldurulmasıyla kendiliğinden sona erer. Ancak hâkim, eğitim ve öğrenimine devam edebilmesi için ve rızası alınmak suretiyle tedbirin uygulanmasına belli bir süre daha devam edilmesine karar verebilir. (7) Mahkeme, korunma ihtiyacı olan çocuk hakkında, koruyucu ve destekleyici tedbir kararının yanında 2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu hükümlerine göre velayet, vesayet, kayyım, nafaka ve kişisel ilişki kurulması hususlarında da karar vermeye yetkilidir.” 5395 sayılı Kanun’un “Acil koruma kararı alınması” başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Derhâl korunma altına alınmasını gerektiren bir durumun varlığı hâlinde çocuk, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından bakım ve gözetim altına alındıktan sonra acil korunma kararının alınması için Kurum tarafından çocuğun Kuruma geldiği tarihten itibaren en geç beş gün içinde çocuk hâkimine müracaat edilir. Hâkim tarafından, üç gün içinde talep hakkında karar verilir. Hâkim, çocuğun bulunduğu yerin gizli tutulmasına ve gerektiğinde kişisel ilişkinin tesisine karar verebilir. (2) Acil korunma kararı en fazla otuz günlük süre ile sınırlı olmak üzere verilebilir. Bu süre içinde Kurumca çocuk hakkında sosyal inceleme yapılır. Kurum, yaptığı inceleme sonucunda, tedbir kararı alınmasının gerekmediği sonucuna varırsa bu yöndeki görüşünü ve sağlayacağı hizmetleri hâkime bildirir. Çocuğun, ailesine teslim edilip edilmeyeceğine veya uygun görülen başkaca bir tedbire hâkim tarafından karar verilir. (3) Kurum, çocuk hakkında tedbir kararı alınması gerektiği sonucuna varırsa hâkimden koruyucu ve destekleyici tedbir kararı verilmesini talep eder.” 5395 sayılı Kanun’un “Bakım ve barınma kararlarının yerine getirilmesi” başlıklı maddesi şöyledir: “Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından, kendisine intikal eden olaylarda gerekli önlemler derhâl alınarak çocuk, resmî veya özel kuruluşlara yerleştirilir.” Türkiye açısından 14/10/1990 tarihinde imzalanan ve 27/1/1995 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 20/11/1989 tarihli Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin maddesi şöyledir: “(1)Kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde, çocuğun yararı temel düşüncedir. (2)Taraf Devletler, çocuğun ana–babasının, vasilerinin ya da kendisinden hukuken sorumlu olan diğer kişilerin hak ve ödevlerini de gözönünde tutarak, esenliği için gerekli bakım ve korumayı sağlamayı üstlenirler ve bu amaçla tüm uygun yasal ve idari önlemleri alırlar. (3)Taraf Devletler, çocukların bakımı veya korunmasından sorumlu kurumların, hizmet ve faaliyetlerin özellikle güvenlik, sağlık, personel sayısı ve uygunluğu ve yönetimin yeterliliği açısından, yetkili makamlarca konulan ölçülere uymalarını taahhüt ederler.” Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin maddesinin ilgili fıkraları şöyledir: “(1)Yetkili makamlar uygulanabilir yasa ve usullere göre ve temyiz yolu açık olarak, ayrılığın çocuğun yüksek yararına olduğu yolunda karar vermedikçe, Taraf Devletler, çocuğun; ana–babasından, onların rızası dışında ayrılmamasını güvence altına alırlar. Ancak, ana–babası tarafından çocuğun kötü muameleye maruz bırakılması ya da ihmâl edilmesi durumlarında ya da ana–babanın birbirinden ayrı yaşaması nedeniyle çocuğun ikametgâhının belirlenmesi amacıyla karara varılması gerektiğinde, bu tür bir ayrılık kararı verilebilir. (2)Bu maddenin birinci fıkrası uyarınca girişilen her işlemde, ilgili bütün taraflara işleme katılma ve görüşlerini bildirme olanağı tanınır. (3)Taraf Devletler, ana–babasından veya bunlardan birinden ayrılmasına karar verilen çocuğun, kendi yüksek yararına aykırı olmadıkça, anababanın ikisiyle de düzenli bir biçimde kişisel ilişki kurma ve doğrudan görüşme hakkına saygı gösterirler.” Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin maddesi şöyledir: “(1)Taraf Devletler, görüşlerini oluşturma yeteneğine sahip çocuğun kendini ilgilendiren her konuda görüşlerini serbestçe ifade etme hakkını bu görüşlere çocuğun yaşı ve olgunluk derecesine uygun olarak, gereken özen gösterilmek suretiyle tanırlar. (2)Bu amaçla, çocuğu etkileyen herhangi bir adli veya idari kovuşturmada çocuğun ya doğrudan doğruya veya bir temsilci ya da uygun bir makam yoluyla dinlenilmesi fırsatı, ulusal yasanın usule ilişkin kurallarına uygun olarak çocuğa, özellikle sağlanacaktır.” Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin maddesi şöyledir: “(1) Taraf Devletler, çocuğun yetiştirilmesinde ve gelişmesinin sağlanmasında ana–babanın birlikte sorumluluk taşıdıkları ilkesinin tanınması için her türlü çabayı gösterirler. Çocuğun yetiştirilmesi ve geliştirilmesi sorumluluğu ilk önce ana–babaya ya da durum gerektiriyorsa yasal vasilere düşer. Bu kişiler herşeyden önce çocuğun yüksek yararını gözönünde tutarak hareket ederler. (2)Bu Sözleşme’de belirtilen hakların güvence altına alınması ve geliştirilmesi için Taraf Devletler, çocuğun yetiştirilmesi konusundaki sorumluluklarını kullanmada ana–baba ve yasal vasilerin durumlarına uygun yardım yapar ve çocukların bakımı ile görevli kuruluşların, faaliyetlerin ve hizmetlerin gelişmesini sağlarlar. (3)Taraf Devletler, çalışan ana–babanın, çocuk bakım hizmet ve tesislerinden, çocuklarının da bu hizmet ve tesislerden yararlanma hakkını sağlamak için uygun olan her türlü önlemi alırlar.” Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin maddesi şöyledir: “(1)Bu Sözleşme’ye Taraf Devletler, çocuğun ana–babasının ya da onlardan yalnızca birinin, yasal vasi veya vasilerinin ya da bakımını üstlenen herhangi bir kişinin yanında iken bedensel veya zihinsel saldırı, şiddet veya suistimale, ihmal ya da ihmalkâr muameleye, ırza geçme dahil her türlü istismar ve kötü muameleye karşı korunması için; yasal, idari, toplumsal, eğitsel bütün önlemleri alırlar. (2)Bu tür koruyucu önlemler; burada tanımlanmış olan çocuklara kötü muamele olaylarının önlenmesi, belirlenmesi, bildirilmesi, yetkili makama havale edilmesi, soruşturulması, tedavisi ve izlenmesi için gerekli başkaca yöntemleri ve uygun olduğu takdirde adliyenin işe el koyması olduğu kadar durumun gereklerine göre çocuğa ve onun bakımını üstlenen kişilere, gereken desteği sağlamak amacı ile sosyal programların düzenlenmesi için etkin usulleri de içermelidir.” Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin maddesi şöyledir: “(1)Geçici ve sürekli olarak aile çevresinden yoksun kalan veya kendi yararına olarak bu ortamda bırakılması kabul edilmeyen her çocuk, Devletten özel koruma ve yardım görme hakkına sahip olacaktır. (2)Taraf Devletler bu durumdaki bir çocuk için kendi ulusal yasalarına göre, uygun olan bakımı sağlayacaklardır. (3)Bu tür bakım, başkaca benzerleri yanında. bakıcı aile yanına verme, İslâm Hukukunda kefalet (kafalah), evlât edinme ya da gerekiyorsa çocuk bakımı amacı güden uygun kuruluşlara yerleştirmeyi de içerir. Çözümler düşünülürken, çocuğun yetiştirilmesinde sürekliliğin korunmasına ve çocuğun etnik, dinsel, kültürel ve dil kimliğine gereken saygı gösterilecektir.” | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6382 | Başvuru, çocuk hakkında alınan koruma kararının kaldırılmasına yönelik dava kapsamında verilen çocuğun anneye teslimine ilişkin kararın yerine getirilmemesi, çocuk hakkında yeni koruma kararları alınarak bu kararlara karşı yapılan itirazların reddi ve anneye çocuk ile görüşme imkânı sağlanmaması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının, koruma kararının kaldırılması talebiyle açılan davanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi ve geri gönderme merkezindeki tutulma koşulları nedeniyle kötü muamele yasağının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Komisyonca tedbir talebinin ve kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 23/8/2017 tarihinde İçtüzük'ün maddesi uyarınca sınır dışı işleminin durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve ekleri, ilgili kurumlardan ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla elde edilen bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir: 1984 doğumlu ve İran vatandaşı olan başvurucu 19/8/2017 tarihinde yasa dışı yollardan Türkiye’ye girdikten hemen sonra Sarıkamış'ta jandarma tarafından yakalanmıştır. 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (h) bendi gereğince Türkiye’ye yasal giriş hükümlerini ihlal ettiği gerekçesiyle Kars Valiliği 22/8/2017 tarihinde başvurucunun sınır dışı edilmesine, 23/8/2017 tarihinde ise idari gözetim altına alınmasına karar vermiştir. Başvurucu, sınır dışı ve idari gözetim kararlarına karşı etkili bir hukuk yolu bulunmadığından doğrudan Anayasa Mahkemesine başvurduğunu ifade etmiştir. Erzurum Valiliği 16/11/2017 tarihinde idari gözetim kararını kaldırmıştır. İlgili hukuk için bkz. Y.T. [GK], B. No: 2016/22418, 30/5/2019, § 22-35; A.A. ve A.A. [GK], B. No: 2015/3941, 1/3/2017, §§ 28-38; T.T., B. No: 2013/8810, 18/2/2016, §§ 22-25; B.T. [GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 19- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/32619 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi ve geri gönderme merkezindeki tutulma koşulları nedeniyle kötü muamele yasağının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, elektrik üretim şirketinden haksız tahsil edilen iletim sistem kullanım bedelinin iadesi istemiyle elektrik dağıtım şirketine karşı açılan alacak davasında karar altına alınan tazminat için ödeme tarihinden değil dava tarihinden itibaren temerrüt faizine hükmedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; davanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Bis Enerji Elektrik Üretim Anonim Şirketi, Bursa Organize Sanayi Bölgesi içinde elektrik üretim ve ticareti faaliyetinde bulunmaktadır. Başvurucu, ürettiği elektriğin bir kısmını doğrudan santrale bağlı ortaklara, büyük bir bölümünü ise serbest tüketicilere satmaktadır. UEDAŞ Uludağ Elektrik Dağıtım Anonim Şirketine (Dağıtım Şirketi) ait iletim sistemi kullanılmak suretiyle serbest tüketicilere satılan elektrik için Dağıtım Şirketine başvurucu tarafından iletim sistem kullanım bedeli ödenmektedir. İletim sistem kullanım bedeli 030 TL/kWh olarak tahsil edilmekte iken 2003 Nisan ayından sonra 040 TL/kWh şeklinde tahsil edilmeye başlanmıştır. Başvurucu; tarifeye yansıtılan 010 TL kWh bedelin yersiz ve hatalı olduğunu, bu tutarı içeren 31/1/2004 ve 29/2/2004 tarihli ve sırasıyla 717,94 TL ve 320,53 TL tutarlı faturaları kabul etmediklerini ve her türlü dava haklarını saklı tuttukları ihtirazi kaydıyla ödeme yaptıklarını 19/2/2004 ve 16/3/2004 tarihli noter ihbarnameleriyle Türkiye Elektrik Dağıtım Anonim Şirketine (TEDAŞ) bildirmiştir. TEDAŞ tarafından cevap olarak gönderilen yazıda 040 TL/kWh üzerinden ödeme talep edilmeye devam edileceğinin belirtilmesi üzerine başvurucu, 30/3/2004 tarihinde noter aracılığıyla düzenlenen ihtarnameyle bu uygulamanın kanunlara, yönetmeliklere ve Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu kararlarına aykırı olduğunu ve bu uygulamadan dönülmediği takdirde yasal dava ve şikâyet haklarının kullanılacağını TEDAŞ'a ihtar etmiştir. Başvurucu tarafından TEDAŞ Genel Müdürlüğünün bedel artırımına ilişkin işlemi ile TEDAŞ Bursa Müessese Müdürlüğünün buna ilişkin uygulama işlemine karşı 20/4/2004 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde iptal davası açılmıştır. Anılan Mahkemece 5/1/2006 tarihinde davanın adli yargının görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiştir. Mahkeme kararı, Danıştay Onüçüncü Dairesinin 4/10/2006 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucu tarafından, aynı grubun ortaklarından olan Bursa Çimento Anonim Şirketinin 2004 Kasım dönemi tüketiminden kaynaklı olarak adına düzenlenen faturanın hatalı olduğu gerekçesiyle 23/5/2005 tarihinde kayda giren dilekçe ile hatanın düzeltilmesi istemiyle TEDAŞ'a başvurulmuştur.TEDAŞ 7/6/2005 tarihli işlemle talebi reddetmiştir. Başvurucu bu idari işleme karşı 19/7/2005 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Anılan Mahkeme 30/11/2005 tarihli kararla davanın adli yargının görevine girdiği gerekçesiyle görev yönünden reddine karar vermiştir. Karar, Danıştay Onüçüncü Dairesinin 4/10/2006 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucu 31/1/2007 tarihinde Bursa Asliye Ticaret Mahkemesinde (Mahkeme) Dağıtım Şirketi aleyhine alacak davası açmıştır. Dava dilekçesinde, haksız olarak tahsil edilen iletim sistem kullanım bedelinin ödeme tarihinden itibaren işletilecek temerrüt faiziyle birlikte tazmini gerektiği belirtilmiş ve şimdilik 000 TL maddi tazminat talebinde bulunulmuştur. Başvurucu 6/5/2008 tarihli dilekçe ile davayı ıslah etmiş ve 816,18 TL'nin de tazminat talebine eklenmesini istemiştir. Mahkemece yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen raporda 2003 Nisan-2006 Ağustos tarihleri arasında başvurucu Şirketten haksız yere toplam 377,81 TL iletim sistem kullanım bedeli tahsil edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Mahkeme 10/12/2012 tarihli kararıyla davayı kabul ederek başvurucu lehine 816,18 TL tazminata hükmetmiştir. Mahkeme ayrıca bu tazminatın 000 TL'sinin davanın açıldığı 31/7/2007 tarihinden, 816,18 TL'sinin ise ıslah talebinde bulunulduğu 6/5/2008 tarihinden itibaren 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uyarınca hesaplanacak gecikme faizi ile birlikte ödenmesine karar vermiştir. Kararda, borçlu Dağıtım Şirketinin dava tarihinden önce temerrüde düşürülmediği gerekçesine dayanılmıştır. Başvurucu 5/2/2013 tarihli dilekçe ile Mahkeme kararını temyiz etmiştir. Temyiz dilekçesinde, Dağıtım Sistem Kullanım Anlaşması'nın 3/A maddesinde hatalı ödeme durumunda ödeme tarihinden itibaren faiz ödeneceği hükmünün yer aldığı belirtilmiştir. Dilekçede, başvurucunun üç defa ihtarname gönderdiği ve bu ihtarnamelerin borçluyu temerrüde düşürdüğü ifade edilmiştir. Başvurucu Şirket, ödemelerin ihtirazi kayıtla yapılmış olmasının veidari yargıda dava açılmış olmasının da ihtar mahiyeti taşıdığını vurgulamıştır. Başvurucu son olarak Yargıtayın yerleşik içtihadının haksız ödemelerde haksız ödemenin yapıldığı tarihten itibaren faize hükmedilmesi gerektiği yönünde olduğunun altını çizmiştir. Temyiz istemini inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 17/12/2013 tarihli kararla Mahkeme kararını onamıştır. Karar düzeltme istemi de Dairenin 28/4/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 18/6/2014 tarihinde başvurucu Şirkete tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtariyle, mütemerrit olur.Borcun ifa edileceği gün müttefikan tayin edilmiş veya muhafaza edilen bir hakka istinaden iki taraftan birisi bunu usulen bir ihbarda bulunmak suretiyle tesbit etmiş ise, mücerret bugünün hitamı ile borçlu mütemerrit olur.” 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesi şöyledir:“Muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarıyla temerrüde düşer.Borcun ifa edileceği gün, birlikte belirlenmiş veya sözleşmede saklı tutulan bir hakka dayanarak taraflardan biri usulüne uygun bir bildirimde bulunmak suretiyle belirlemişse, bu günün geçmesiyle; haksız fiilde fiilin işlendiği, sebepsiz zenginleşmede ise zenginleşmenin gerçekleştiği tarihte borçlu temerrüde düşmüş olur. Ancak sebepsiz zenginleşenin iyiniyetli olduğu hâllerde temerrüt için bildirim şarttır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11933 | Başvuru, elektrik üretim şirketinden haksız tahsil edilen iletim sistem kullanım bedelinin iadesi istemiyle elektrik dağıtım şirketine karşı açılan alacak davasında karar altına alınan tazminat için ödeme tarihinden değil dava tarihinden itibaren temerrüt faizine hükmedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; davanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 5/6/2003 tarihinde itirazın iptali talebiyle dava açmıştır. Dava Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2003/389 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. 2014 yılında Ankara Asliye Ticaret Mahkemesine aktarılan dava dosyası, Mahkemenin E.2014/629 sayılı dosyasına kaydedilmiş olup yargılama devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3899 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; murisin terör örgütü tarafından kaçırılarak öldürülmesi nedeniyle yaşam hakkının, tazminat istemiyle başvurulan idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması ve hükmedilen tazminatın gerçek zararı karşılamaktan uzak olması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, murislerinin terör örgütü tarafından kaçırılması ve sonrasında ölü olarak bulunması olayı ile ilgili olarak 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun hükümlerinden yararlanmak amacıyla Şanlıurfa Valiliğine başvurmuşlardır. Şanlıurfa Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonu (Komisyon) başvuruyu reddetmiştir. Talebin reddi üzerine başlatılan yargısal sürecin sonunda Şanlıurfa İdare Mahkemesi başvurucular lehine 305,50 TL maddi tazminata hükmetmiştir. Karar, Danıştay Onbeşinci Dairesi tarafından onanmış; karar düzeltme istemi reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddine ilişkin 17/5/2018 tarihli karar başvurucular vekiline 29/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 7/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/31615 | Başvuru, murisin terör örgütü tarafından kaçırılarak öldürülmesi nedeniyle yaşam hakkının, tazminat istemiyle başvurulan idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması ve hükmedilen tazminatın gerçek zararı karşılamaktan uzak olması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2020/4880 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/4880 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/4880 | Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, görevden alma işleminin iptali istemiyle açılan davada lehe verilen iptal kararlarının dikkate alınmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Antalya'nın Kepez ilçesinde bulunan okulda öğretmen ve atölye şefi olarak görev yapmıştır. Başvurucu 2010 yılında okul içinde başka öğretmenlerle sorun yaşadığından bahisle 6/10/2010 tarihli işlemle başka bir okula atanmıştır. Söz konusu atama işlemi Antalya İdare Mahkemesinin 22/7/2011 tarihli kararıyla iptal edilmiştir. İptal gerekçesinde "okulda huzurun sağlanması adına aralarında husumet olan öğretmenlerin farklı okullara atanması uygun ise de başvurucunun hali hazırda husumetli olduğu başka bir öğretmenle aynı okula atanmasının kamu yararına uygun düşmediği" ifade edilmiştir. Başvuru formunda belirtildiği üzere iptal kararı uygulanmış ve başvurucu, eski okulundaki görevine devam etmiştir. Takip eden süreçte başvurucunun meslektaşlarıyla sorun yaşaması ve verimli çalışamaması gerekçe gösterilerek 2/2/2012 tarihli işlemle şeflik görevine son verilmiştir. Söz konusu işlem Antalya İdare Mahkemesinin 20/2/2013 tarihli kararıyla iptal edilmiştir. İptal kararı işlemin yetkisiz idare tarafından tesis edilmesi gerekçesine dayanmaktadır. Diğer taraftan başvurucu, Kurumun huzur ve sükûnunu bozma eyleminden dolayı 14/2/2012 tarihli işlemle uyarma cezası ile cezalandırılmıştır. Söz konusu disiplin cezası Antalya İdare Mahkemesinin 11/1/2013 tarihli kararıyla iptal edilmiştir. İptal gerekçesi soruşturmayı yürüten kurul içinde bulunan kamu görevlisinin cezanın tesis edilmesinde de dahlinin bulunmasından kaynaklı olarak soruşturma sürecinin usulüne uygun yürütülmemesi durumudur. Başvurucu son olarak, daha önceki işlemlere sebep olan durumlara benzer nedenlerden dolayı 15/5/2013 tarihli işlemle Atatürk Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi bünyesinde yürütmekte olduğu şeflik görevinden alınmıştır. Antalya İdare Mahkemesi başvurucunun şeflik görevinden alınmasına dair 15/5/2013 tarihli işlemi 7/3/2014 tarihli kararıyla iptal etmiştir. İptal gerekçesinde "uyarma cezasının iptaline dair 11/1/2013 tarihli karara atıfla görevden alma işlemine dayanak olan disiplin soruşturmasının usulsüz olduğu, yeniden yapılacak soruşturma ile yeni bir idari teklif getirilebileceği" ifade edilmiştir. İptal hükmü Antalya Bölge İdare Mahkemesinin 25/2/2015 tarihli kararıyla kaldırılmış ve davanın reddine karar verilmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle idarenin personel atamasına ilişkin takdir yetkisini haiz olduğu, ancak bu takdir yetkisinin kamu yararı ve hizmet gerekleri uyarınca kullanılabileceği vurgulanmıştır. Başvurucunun atölye organizasyonunu ve iş birliğini sağlayamadığı, Kurumun huzur ortamını bozacak davranışlarda bulunduğu hususlarının idare tarafından tespit edilerek görevden alma işleminin tesis edildiği ifade edilmiştir. Sonuç olarak işlemin kamu yararı ve hizmet gereklerine uygun bir biçimde tesis edildiği belirtilmiş ve ret hükmüne ulaşılmıştır. Karar düzeltme istemi Antalya Bölge İdare Mahkemesinin 9/6/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu nihai kararı 9/7/2015 tarihinde tebellüğ ettikten sonra 24/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/12754 | Başvuru, görevden alma işleminin iptali istemiyle açılan davada lehe verilen iptal kararlarının dikkate alınmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, 3/5/2006 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde aleyhine açılan tescil davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 29/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 22/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 24/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 25/11/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 3/5/2006 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tescil davasında, davacı Maliye Hazinesi, Kızıltepe ilçesi Kaşıklı köyünde bulunan uyuşmazlık konusu taşınmaz üzerinde başvurucunun işgalci sıfatıyla tasarrufta bulunduğunu, söz konusu yerin Hazine adına tescili gereken yerlerden olduğunu, imar - ihya şartlarını taşımadığını belirtmiş ve taşınmazın Maliye Hazinesi adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir. Buna karşılık başvurucu, yine Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tescil davasında, taşınmazı tüm teknik imkânları kullanarak, imar - ihya edip tarım arazisi haline getirdiğini, kadastro tespit çalışmalarının yapılmasından itibaren bu yeri otuz yıldır kullandığını, bu süre içerisinde taşınmaza mutlak zilyet olduğunu belirtmiş ve taşınmazın adına tesciline karar verilmesini istemiştir. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi aralarında hukuki ve fiili bağlantı bulunan bu iki davanın birleştirilmesine karar vermiş ve 13/10/2008 tarihli ve E.2006/269, K.2008/692 sayılı kararı ile davanın başvurucu lehine kısmen kabulüne hükmetmiştir. İlk Derece Mahkemesinin bu kararına karşı Maliye Hazinesi tarafından temyiz talebinde bulunulmuşsa da Yargıtay Hukuk Dairesi, 9/7/2009 tarihli ilâmında Kızıltepe Kadastro Mahkemesinin E.1969/46 sayılı dosyasının ilgisi nedeniyle dava dosyası arasına alınması gerektiğini belirtmiş ve bu nedenle dosyanın Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Belirtilen eksikliğin giderilmesinin ardından yapılan temyiz incelemesi sonucu Yargıtay Hukuk Dairesi, 10/12/2009 tarihli ve E.2009/4860, K.2009/5981 sayılı ilâmı ile İlk Derece Mahkemesinin kararını, eksik inceleme ve araştırmaya dayalı hüküm kurulduğu gerekçesi ile bozmuştur. Bozma ilâmına uyan Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi, 23/6/2010 tarihli ve E.2010/178, K.2010/520 sayılı kararı ile davanın başvurucu lehine kısmen kabulüne karar vermiştir. Kararın temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 6/6/2011 tarihli ilamında, tebliğ işlemlerinin 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine uygun yapılmadığını belirterek dosyayı Mahkemesine iade etmiştir. Belirtilen eksikliğin tamamlanmasının ardından yapılan temyiz incelemesi sonunda Yargıtay Hukuk Dairesi, 16/1/2012 tarihli ve E.2011/7903, K.2012/74 sayılı ilâmı ile eksik inceleme ve araştırmaya dayalı karar verildiği gerekçesiyle hükmü bozmuştur. Başvurucu, 29/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Yargılama halen Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2012/1309 sayılı dosyasında devam etmektedir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi; 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesi. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7686 | Başvurucu, 3/5/2006 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde aleyhine açılan tescil davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2019/41590 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/41590 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/41590 | Başvuru ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, boşanma sürecinde geçici velayetin verilmemesi, kişisel ilişkinin yeniden düzenlenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucuya karşı, Karşıyaka Aile Mahkemesinde 26/2/2016 tarihinde açılan boşanma davasının 23/2/2017 tarihinde feragat nedeniyle reddine karar verilmiş, anılan karar istinaf edilmeksizin 11/9/2018 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucuya karşı 18/9/2018 tarihinde yeniden boşanma davası açılmış, bu davada velayet, iştirak ve yoksulluk nafakası ile maddi ve manevi tazminat talep edilmiştir. Başvurucu; cevap ve ikinci cevap dilekçesinde evlilik birliği içinde annenin müşterek çocuğa ilgisiz davrandığını, çocuğun bakım ve gözetiminin çoğunlukla babaannesi tarafından sağlandığını, annenin daha önce Karşıyaka Aile Mahkemesinde görülen boşanma davası sırasında mahkeme tarafından belirlenen kişisel ilişki günlerine uymadığını, çocuğu kendisine göstermediğini, çocuğu babasından soğutmaya çalışır bir tutum sergilediğini beyan etmiştir. Başvurucu bunun yanında, karşı tarafın çocuğu büyüdüğü ve alıştığı ortamdan kopararak Almanya'ya götürebileceğini ileri sürmek suretiyle müşterek çocuğun velayetinin kendisine verilmesini, kabul edilmemesi hâlinde ise yatılı olacak şekilde kişisel ilişkinin düzenlenmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucu ayrıca Almanya'da doğup büyüyen eşinin Alman vatandaşlığının olduğunu, müşterek çocuğu yurt dışına kaçırma ihtimalinin bulunduğunu ileri sürmüş, bu hususta bir tedbir kararı verilmesini mahkemeden istemiştir. 18/2/2019 tarihli sosyal inceleme raporunda; davalı tarafça dosyaya sunulan çocuğun eğitim gördüğü okuldan alınmış belgeye göre 4/12/2018 ile 18/1/2019 tarihleri arasında çocuğun kesintisiz olarak otuz üç gün süreyle okula gitmediği, bu hususun birinci sınıf öğrencisi olan çocuğun okuma yazmada güçlük yaşamasına neden olabileceği ve okula karşı soğumasına yol açarak eğitim hayatını olumsuz etkileyebileceği belirtilmiştir. Raporda ayrıca çocuğun üstün yararı ilkesi ile çelişir görünen bu durumun velayetin kötüye kullanılması teşkil edip etmediği hususunda takdirin mahkemeye ait bulunduğu, babanın çocuğun bakım ve gözetimini sağlayabilecek yetkinlikte olduğu ancak anne ile görüşme sağlanamadığından velayet hususunda kesin bir görüş açıklanamayacağı belirtilmiştir. Mahkeme 7/3/2019 tarihli ilk duruşmada çocuğun eğitim durumu ve nerede olduğu ile ilgili yazılı açıklamada bulunması için davacı annenin vekiline iki hafta kesin süre vermiştir. Davacı anne vekili 15/3/2019 tarihinde Mahkemeye sunduğu dilekçe ile çocuğun annesiyle birlikte Almanya'ya yerleştiğini ve okula başladığını bildirmiştir. Mahkeme 9/5/2019 tarihli ikinci duruşmada okula başladığı bildirilen çocuğun tatil zamanlarının da bildirilmesi için davacı annenin vekiline iki haftalık kesin süre vermiş, geçici velayet ve kişisel ilişki hususlarında ara kararı gereği yerine getirildikten sonra değerlendirme yapılacağını belirtmiştir. Davacı anne vekili 15/5/2019 tarihli dilekçesi ile çocuğun Alman eğitim sistemine göre tatil günlerinin 30/9/2019-11/10/2019 ve 22/7/2019-2/8/2019 tarihleri arasında ikişer haftalık dönemlerden oluştuğunu belirtmiştir. Mahkeme 22/5/2019 tarihli ara kararı ile geçici velayetin anneye verilmesine, baba ile 22/7/2019-2/8/2019 ve 30/9/2019-11/10/2019 tarihleri arasında bir defaya mahsus olacak şekilde kişisel ilişki kurulmasına karar verilmiştir. Başvurucu baba 4/7/2018 tarihli duruşmada yatılı kişisel ilişki kurulmasını talep etmiş, Mahkemece kişisel ilişkide değişiklik yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucu 8/10/2019 tarihli dördüncü duruşmada Almanya'ya kaçırılması nedeniyle çocuğunu göremediğinden geçici velayetin kendisine verilmesini talep etmiştir. Mahkeme, yargılamanın geldiği aşama dikkate alınarak çocuğun yurt dışına çıkışının engellenmesine ilişkin karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu 23/6/2020 tarihli duruşmada çocukla hafta sonları kişisel ilişki kurma talebinde bulunmuş, mahkemece yargılamanın geldiği aşama dikkate alınarak kişisel ilişki kurulması konusunda değişiklik yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucu 20/4/2021 tarihli duruşmada kişisel ilişkinin değiştirilmesi talebinde bulunmuş, mahkeme kişisel ilişkinin şimdilik değiştirilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu bu duruşmadan sonra 28/4/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme 9/12/2021 tarihli on dördüncü ve son duruşmada davanın reddine karar vermiştir. 5/1/2022 tarihinde davacı vekilince İzmir Bölge Adliye Mahkemesine istinaf talebinde bulunulmuş olup istinaf incelemesi devam etmektedir. Davacı anne vekilinin 15/3/2019 tarihinde Mahkemeye sunduğu dilekçesi ve ekli belgeden çocuğun annesiyle birlikte Almanya'da yaşadığı ve okuluna devam ettiği anlaşılmaktadır. Bireysel başvuru tarihinden sonra kişisel ilişki hususunda verilen yeni bir karar olmadığı görülmektedir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/34010 | Başvuru, boşanma sürecinde geçici velayetin verilmemesi, kişisel ilişkinin yeniden düzenlenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yapılan açıklamalar nedeniyle terör örgütü propagandası yapmak suçundan mahkûm edilmenin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/10/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Güzel Sanatlar Fakültesi mezunudur ve 2009-2014 yılları arasında Diyarbakır'ın Silvan ilçesinde sözleşmeli öğretmen olarak görev yapmıştır. Başvuruya konu olayın yaşandığı tarihte başvurucu, herhangi bir öğretim kurumunda görev yapmamaktadır. A. Hendek Olayları Türkiye'de uzun süredir devam eden, PKK'nın neden olduğu şiddetin ve terör olaylarının sona erdirilmesi amacıyla Hükûmet tarafından 2012 yılının sonlarından itibaren demokratik açılım adı verilen bir süreç başlatılmıştır. Çözüm süreci olarak da isimlendirilen ve yaklaşık üç yıl devam eden süreçte şiddet ve terör olayları önemli ölçüde azalmıştır. Güvenlik güçlerinin daha sonra yayımlanan raporlarına bakılırsa bu dönemde PKK terör örgütü bazı şehirlerde silah ve mühimmat yığınağı yapmış, 2015 yılının ortalarından itibaren terör ve şiddet bu kez şehirlerde baş göstermiştir. Şırnak'ın Cizre, İdil, Silopi ilçeleri; Hakkâri'nin Yüksekova ilçesi; Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçeleri; Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçeleri ile Muş'un Varto ilçesinde PKK terör örgütü tarafından cadde ve sokaklara hendekler kazılarak barikatlar kurulmuş ve buralara patlayıcılar yerleştirilerek bu yerleşim yerlerinin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet kurulmaya çalışılmıştır. Yaklaşık on ay süren şiddet olayları daha sonra hendek olayları olarak isimlendirilmiştir. Hendek operasyonları, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet Genel Müdürlüğünce PKK mensuplarına karşı ortak olarak gerçekleştirilen, başta Sur, Cizre ve Nusaybin olmak üzere on bir şehirde yürütülen askerî operasyonlardır. Güvenlik güçleri, anılan yerlere halkın giriş ve çıkışını engellemek isteyen terör örgütü mensuplarına operasyon düzenlemiş ve çatışmaya girmiştir. Bu operasyonların gerçekleştirildiği bölgelerin bazılarında sokağa çıkma yasakları uygulanmış ve bazıları geçici süreyle askerî güvenlik bölgesi ilan edilmiştir. Bu kapsamda terör örgütü üyelerinin yakalanarak halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla anılan il ve ilçelerin bir kısmında sokağa çıkma yasakları ilan edilmiş fakat güvenlik güçlerince yürütülen operasyonların sona ermesinin ardından söz konusu yasaklar kaldırılmıştır. Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında yaşanan kayıpların büyüklüğü konusunda 2016 yılının Mayıs ayında bazı resmî görevlilerin açıklamalarına göre en az 500 terörist öldürülmüş, 480 güvenlik görevlisi de şehit olmuş, ayrıca 000'in üzerinde güvenlik görevlisi de yaralanmıştır. Açık kaynaklarda yer alan, resmî olmayan ve doğrulanmamış bazı açıklamalara göre 100'ün üzerinde sivil hayatını kaybetmiş, 000'in üzerinde sivil ise yaralanmıştır. Buna ilave olarak en az 400 bin kişinin çatışma bölgelerinden başka bölgelere göç etmek zorunda kaldığı ileri sürülmüştür. Kesin rakamların yer aldığı resmî bir açıklama bulunmadığı gibi bu konuda güvenilir ve bağımsız herhangi bir rapor da Anayasa Mahkemesinin bilgisine sunulmamıştır. B. Başvuruya İlişkin Olaylar Yukarıda zikredilen ve hendek olayları olarak isimlendirilen yoğun şiddet olaylarının yaşandığı bir sırada 8/1/2016 tarihinde başvurucu, ulusal ölçekte yayın yapan bir televizyon kanalında canlı olarak yayımlanan ve çok izlenen Beyaz Show isimli programa telefonla bağlanmıştır. Başvurucunun telefonla bağlandığı söz konusu programda başvurucunun ve programın sunucusu B.Ö.nün karşılıklı olarak sarf ettikleri ifadeler şu şekildedir:" ... Başvurucu : Teşekkür ederim sağ olun, yalnız müsaadenizle ben çok kısa konuşmak istiyorum. B.Ö. : Tabi. Başvurucu: Türkiye'nin doğusunda, güneydoğusunda neler olup bittiğinin farkında mısınız? Burada doğmamış çocuklar, anneler, insanlar öldürülüyor. Sanatçı olarak, insan olarak bir şekilde siz de yaşananlara sessiz kalmamalısınız ve bir şekilde dur demelisiniz. Ayrıca bir şey daha söylemek istiyorum, ölen çocuklara sevinen zavallı insanlar var. Ben o insanlara daha doğrusu biz o insanlara hiçbir şey söyleyemiyoruz, yazıklar olsun demekten başka. B.Ö. : Doğru. Başvurucu: Bir şey daha demek istiyorum, kusura bakmayın. Ben öğretmenim, öğrencilerini terk eden öğretmenlere seslenmek istiyorum. Bir daha oralara nasıl dönecekler, o güzel, masum, tertemiz yürekli çocukların yüzüne, gözlerinin içine nasıl bakacaklar. Ben konuşamıyorum, gerçekten burada yaşananları ekranlarda, medyada... Her şey çok farklı aktarılıyor, yani gerçekten konuşamıyorum, sessiz kalmayın insan olarak biraz daha hassasiyetle yaklaşın, görün, duyun artık bizi, el verin. Yazık insanlar ölmesin, çocuklar ölmesin, anneler ağlamasın, söyleyeceklerim bu kadar. Çok teşekkür ediyorum. B.Ö. : Ayşe Hanım. Bir alkış alalım, Ayşe Hanıma. Başvurucu : Aslında çok şey söylemek istiyorum. Duygu yoğunluğundan dolayı hiçbir şey söyleyemiyorum. B.Ö. : (Alkışlardan dolayı) Pardon, duyamıyorum pardon. Başvurucu : Siz de fark ediyorsunuz, sesim titriyor. B.Ö. : Farkındayız. Başvurucu : Bomba seslerinden, kurşun seslerinden, insanlar susuzlukla açlıkla mücadele ediyor. Özellikle yani bebekler, çocuklar. Lütfen siz de duyarlı olun sessiz kalmayın rica ediyorum, lütfen. B.Ö. : Çok çok teşekkür ediyoruz Ayşe Hanım öncelikle.Başvurucu : Ben çok teşekkür ederim, beni bağladığınız için. B.Ö. : Rica ederiz, rica ederiz, ne demek. Başvurucu : Bir nebze de olsa sesimizi buradan duyurabildiysek ne mutlu bize. B.Ö. : Çok iyi yaptınız, çok teşekkür ediyoruz. Hassasiyetiniz için de ayrıca size çok teşekkür ediyoruz gerçekten de, elimizden geldiğince de duyurabileceğimiz yerlerden biz de elimizden geleni yapmaya gayret ediyoruz. Emin olun. Ama bu söyledikleriniz bir kere daha bize ders oldu. Daha da fazla yapmaya gayret edeceğiz. Buradan oradaki herkese selam olsun. İnşallah en kısa zamanda bütün o söylediğiniz barış dilekleri bizim için de geçerli biz de diliyoruz. En kısa zamanda bütün bunlar çözülsün istiyoruz. Çok teşekkür ediyoruz Ayşe Hanım.Başvurucu : Ben teşekkür ediyorum. İyi akşamlar B.Ö. : Sağ olun, elinize yüreğinize sağlık. Teşekkür ederiz. Biz devam edelim peki kaldığımız yerden, Ayşe Hanım'a çok çok teşekkür ederim, sağ olsun. Bütün bunların bir şekilde konuşuluyor olması da lazım yeri zamanı neresi olursa olsun, bazı şeylerin dile getiriliyor olması lazım. Bugün Ayşe Hanım, yarın başka birisi başka bir yerlerde başka programlarda, sesinin titremesi bile bence bir alkışı daha hak ediyor." Başvurucu hakkında söz konusu programda sarf ettiği ifadeler nedeniyle terör örgütü propagandası yapmak suçundan kamu davası açılmıştır. Başvurucu, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 26/4/2017 tarihli kararıyla terör örgütü propagandası yapmak suçundan 1 yıl 3 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Mahkûmiyet kararının gerekçesinde ilk derece mahkemesi ilk önce PKK terör örgütü hakkında bazı genel bilgiler verdikten sonra hendek olaylarına ilişkin bazı değerlendirmeler yapmıştır. Mahkeme PKK terör örgütünün 2015 yılı ikinci yarısı içinde Doğu ve Güneydoğu Bölgelerindeki bazı yerleşim merkezlerine terör örgütü üyelerini sızdırdığını, yollara bombalı tuzaklar ve barikatlar kurup içine patlayıcılar yerleştirdiğini, hendekler kazdığını, öz yönetim adı altında işgal eylemleri gerçekleştirdiğini ifade etmiştir. Mahkemeye göre terör örgütü işgal edilen bu yerlerde yaşayan sivilleri kalkan olarak kullanmış, güvenlik güçleri ise rehin olarak tutulan vatandaşların zarar görmemesi için azami gayret sarf etmiştir. Mahkeme daha sonra başvurucunun sözlerini değerlendirmiştir. İlk derece mahkemesine göre kararın ilgili kısımları şu şekildedir:"...Hal böyle olmasına rağmen ...[§ 15] şeklinde ifadeler kullanmak suretiyle PKK/KCK terör örgütünün 2015 yılı ikinci yarısında Doğu ve Güneydoğu bölgesindeki belirli ilçe merkezlerine sızdırdığı terör örgütü militanlarınca yollara bombalı tuzaklarla barikatlar kurup, içerisine patlayıcılar yerleştirip hendekler kazarak, sözde öz yönetim adı altında gerçekleştirdikleri bu işgal eylemlerini bir terör eylemi olarak değil de, işgal eylemlerini sona erdirmek amacıyla devletin güvenlik güçlerinin yasaların verdiği yetki ve sorumluluk çerçevesinde sivillerin zarar görmemesi için azami gayret göstermek suretiyle yaptığı operasyonları, güvenlik güçlerinin sivil vatandaşlara karşı sebepsiz öldürme eylemi olarak kamuoyunda algı oluşturulmasına çalıştığı, PKK terör örgütünün ve yandaşlarının Türkiye ve dünya kamuoyuna, devlet güvenlik güçlerinin terörist faaliyetlere karşı yaptığı operasyonların salt sivillere karşı yapıldığı ve bu şekilde bebek ve çocuk ölümlerine sebebiyet verildiği şeklinde ifade edildiği, ...bu sözler ile PKK/KCK terör örgütünün şiddet içeren yöntemlerinin meşru gösterildiği ve kişilerde örgüte sempati duyulmasını sağlayacak nitelikte oldukları, örgütün faaliyetlerine yakınlık sağlayacak duyguların yaratıldığı, özellikle 'Yazık insanlar ölmesin, çocuklar ölmesin, anneler ağlamasın söyleyeceklerim bu kadar. ..Bomba seslerinden, kurşun seslerinden, insanlar susuzlukla açlıkla mücadele ediyor. Özellikle yani bebekler, çocuklar. Lütfen siz de duyarlı olun sessiz kalmayın rica ediyorum, lütfen.' gibi kelimelerinin seçilerek kullanılması nedeniyle örgüte karşı duyulan düşmanlığın ortadan kaldırılması sonucunu doğuran sözler oldukları, örgütün faaliyetlerinin iyi ve meşru olarak gösterildikleri, kamu düzenini korumak amacıyla güvenlik güçlerince başlatılan operasyonların masum, sivil halka yönelik operasyonlar olduğu, sadece masum, bebek, sivil ve hamile annelerin öldüğü ve öldürüldüğü algısının yaratıldığı ve bu şekilde amaçlarına ulaşmak için şiddet içeren eylemleri örgüt politikası olarak benimseyen ve bu politikasına devam eden terör örgütlerinin propagandasının yapılmasının ise düşüncenin açıklanması kapsamında değerlendirilemeyeceği, bu türdeki fiillerin demokratik sistemi ortadan kaldırmaya yönelik ve şiddet içeren terör eylemlerini meşru gösteren fiiller olduğu ve sanığın bu konuşma içeriğini terör örgütünün yöntemlerini meşru gösterme temelinde yaptığı vicdani kanısına tereddütsüz olarak varılmış[tır]... sanığın... terör örgütü eylemlerine karşı devletin güvenlik güçlerinin yaptığı oprasyonları sivillere karşı yapılan opresyolar olarak gösterip bu yönde algı oluşturup yasadışı PKK terör örgütünün şiddet içeren yöntemlerini meşru gösterir mahiyetteki, suça konu konuşmayı ulusal bazda yayın yapan televizyon kanalında yapmak şeklinde gerçekleşen eyleminin silahlı terör örgütü PKK'nın propagandası mahiyetinde olduğu; sanığın propagandasını yaptığı terör örgütünün amacı, bu amacı gerçekleştirmek için yaptıkları eylemlerin cebir, tehdit ve yoğun şiddet içeren niteliği göz önüne alındığında, eylemin silahlı terör örgütü PKK'nın cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek nitelikte olduğu ... bu haliyle sanığın eyleminin 3713 Sayılı Kanun'un 7/2 maddesinde düzenlenen suçu oluşturduğu..." Başvurucu, mahkûmiyet kararına karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 27/9/2017 tarihinde, aynı gerekçeyle istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu 27/10/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun hapis cezasının infazına 20/4/2018 tarihinde başlanmış, ceza on dört gün infaz edildikten sonra başvurucunun infazın ertelenmesi talebi kabul edilerek 17/4/2019 tarihine kadar cezanın infazına ara verilmiştir. Başvurucu, cezasının infazı için 17/4/2019 tarihi itibarıyla Diyarbakır E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunmaktadır. A. Ulusal Hukuk 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör örgütleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “(Değişik ikinci fıkra: 11/4/2013-6459/8 md.) Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır ...Aşağıdaki fiil ve davranışlar da bu fıkra hükümlerine göre cezalandırılır:a) (Mülga: 27/3/2015-6638/10 md.)b) Toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında gerçekleşmese dahi, terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde; Örgüte ait amblem, resim veya işaretlerin asılması ya da taşınması, Slogan atılması, Ses cihazları ile yayın yapılması, Terör örgütüne ait amblem, resim veya işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi.....İkinci fıkrada belirtilen suçların; dernek, vakıf, siyasî parti, işçi ve meslek kuruluşlarına veya bunların yan kuruluşlarına ait bina, lokal, büro veya eklentilerinde veya öğretim kurumlarında veya öğrenci yurtlarında veya bunların eklentilerinde işlenmesi halinde bu fıkradaki cezanın iki katı hükmolunur”B. Uluslararası Hukuk 6/5/2005 tarihli Avrupa Konseyi Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin (Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi) giriş bölümünde aşağıdaki ifadeler yer almıştır:''Avrupa Konseyi'nin üye devletleri ve imzacılar olarak;Terörizmi önlemek için etkin önlemler almayı ve özellikle, terör suçlarını işlemeyi alenen tahrike, terörist saflara katmaya ve eğitime karşı mukabelede bulunmayı arzu ederek;...Bu Sözleşmenin mevcut ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin ilkeleri değiştirme niyetinde olmadığını kabul ederek;Terörist eylemlerin doğası veya koşulların gereği olarak, halkı sindirmek veya bir hükümeti veya uluslararası örgütü bir eylemi yerine getirmeye veya yerine getirmekten kaçınmaya haksız olarak zorlamak veya bir ülkeyi veya uluslararası bir örgütü ciddi biçimde istikrarsız hale getirmek veya temel siyasal, anayasal, ekonomik ve toplumsal yapılarını yıkmak amacını güttüklerini hatırda bulundurarak;Aşağıdaki hususlarda anlaşmışlardır." Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin "Terör suçunun işlenmesine alenen teşvik" kenar başlıklı beşinci maddesi şu şekildedir:"1) Bu Sözleşmenin amaçları açısından, "bir terör eylemini işlemeye alenen teşvik", terör suçunun işlenmesini kışkırtmak niyetiyle, böyle bir eylemin dolaylı olsun veya olmasın terör suçlarını savunarak, bir veya birden fazla suçun işlenmesi tehlikesine yol açacak bir mesajın kamuoyuna yayılması veya başka bir şekilde erişilebilir hale getirilmesi anlamına gelir.2) Her bir taraf, paragrafta tanımlandığı şekilde, yasadışı olarak ve kasten işlendiği durumlarda, terörizm suçunu işlemeyi alenen teşviki ulusal mevzuatı açısından cezai suç olarak ihdas etmek üzere gerekli olabilecek tedbirleri alacaktır." | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/36722 | Başvuru, yapılan açıklamalar nedeniyle terör örgütü propagandası yapmak suçundan mahkûm edilmenin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucunun bir televizyon programında yaptığı tıbbi içerikli açıklamalardan dolayı hakkında disiplin para cezası verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 1943 doğumlu olup kalp ve iç hastalıkları uzmanı, eski İstanbul Bilim Üniversitesi Rektörü ve iç hastalıkları ve kardiyoloji ana bilim dalları öğretim üyesidir. Başvurucu 3/12/2016 tarihinde katıldığı bir televizyon programında depresyon ve beslenme alışkanlıkları arasındaki ilişki hakkında tıbbi içerikli bir konuşma yapmıştır. Yaklaşık beş saat süren programda başvurucu; başka bir konukla birlikte genel olarak beslenmenin önemi, depresyonla beslenme arasındaki ilişki konularına değindikten sonra ilaç şirketlerinin ticari kaygılarla hareket ettiğine, antidepresanlarla mutlu olunamayacağına ancak sağlıklı beslenme ile mutlu olunabileceğine dair mesajlar vermiştir. Söz konusu konuşmalar üzerine başvurucu hakkında ''uzmanlık dışı bir konuda tıbbi değerlendirme yapmak, programı kişisel tanıtım ve reklam aracı haline getirmek, halk sağlığına zarar vermek, tıbbi bir konu ile ilgili ihtilafında kendisi ile farklı düşünen hekimlerle etik olmayan bir biçimde tartışma yöntemi kullanmak'' iddialarıyla disiplin soruşturması başlatılmış ve başvurucuya İstanbul Tabip Odası Onur Kurulunun kararı ile 325 TL para cezası verilmiştir. Türk Tabipleri Birliği (TTB) Yüksek Onur Kurulu, söz konusu kararı onamıştır. Başvurucu söz konusu kararın iptali talebiyle dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 19/12/2019 tarihli kararıyla davayı kesin olarak reddetmiştir. Mahkeme gerekçesinde, verilen ceza öncesinde tıp tarihi ve etik ana bilim dalı başkanı olan bir bilirkişiden alınan rapora atıfta bulunarak başvurucunun uzmanlık alanı dışındaki tartışmalı konuları kesin gibi savunarak kendi kişisel reklamını yaptığı kanaatine varmış ve dava konusu işlemde hukuka aykırılık görmemiştir. Başvurucu 29/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/4999 | Başvurucunun bir televizyon programında yaptığı tıbbi içerikli açıklamalardan dolayı hakkında disiplin para cezası verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kolluk görevlilerinin kasıtlı eylemlerinden dolayı kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan 20/7/2016 tarihinde gözaltına alınan başvurucu, askerî makamlarca kolluk birimine teslim edilmiştir. 24/7/2016 tarihinde sulh ceza hâkimliği tarafından başvurucunun tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvurucu hakkında kamu davası açılmış olup ceza kovuşturması devam etmektedir. Başvurucunun gözaltında bulunduğu 20/7/2016-24/7/2016 tarihleri arasında Gata Tıp Fakültesi Genelkurmay Polikliniği ve Ankara Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesinden alınan toplam yedi adli muayene raporunun altısında başvurucunun vücudunda herhangi bir darp veya cebir izine rastlanmadığı, birinde ise son muayeneden farklı bir bulguya rastlanmadığı belirtilmiş; ikisinde darp ve cebir izi bulunmadığı kaydının yanında başvurucunun sırt ve boyun ağrısı şikâyeti olduğu rapora işlenmiş, birinde de kelepçeli bölgede zedelenmeye ilişkin olduğu düşünülen ancak tam olarak okunamayan bir notun düşüldüğü görülmüştür. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle başvurucu 20/7/2016 ile 24/7/2016 tarihleri arasındaki dört günlük süre boyunca tutulmuş olduğu voleybol sahası ve ceza infaz kurumu yerleşkesi içine kurulan çadırdaki tutulma koşullarından yakınmış; uzun süre elleri arkadan kelepçeli olarak aç ve susuz bekletildiğini, kuru asfaltta uyumaya zorlandığını, yumruk ve sıra dayağı şeklinde darbedildiğini, nakiller sırasında elleri arkadan kelepçeli ve başı eğik şekilde yolculuk yaptırıldığını, hakarete maruz kaldığını ve tehdit edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu 12/10/2016 tarihinde savcılığa verdiği dilekçeyle gözaltında kötü muameleye maruz kaldığını ileri sürmüş ve şikâyetçi olmuştur. Savcılık başvurucu ile ilgili adli muayene raporlarında kötü muameleyi işaret eden herhangi bir husus bulunmaması, yapılan araştırma neticesinde herhangi bir kamera kaydı bulunmadığının belirtilmiş olması ve soyut iddia dışında bir delil bulunmaması gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı itiraz Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiş, başvurucu bu kararı kendi beyanına göre 9/8/2019 tarihinde öğrenmiş ve 23/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/32365 | Başvuru, kolluk görevlilerinin kasıtlı eylemlerinden dolayı kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza davasında uzun süren yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu şüphesiyle 28/9/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) yürütülen soruşturma sonucunda Başsavcılığın 22/2/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kamu davası açılmıştır. Antalya Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülen yargılama sonucunda başvurucunun atılı suçtan hapis cezasıyla cezalandırılmasına 29/11/2017 tarihinde karar verilmiştir. Başvurucunun istinaf talebi Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince 28/3/2018 tarihinde esastan reddedilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 21/6/2021 tarihinde istinaf talebinin esastan reddine ilişkin kararı onamıştır. Başvurucu nihai kararı 6/10/2021 tarihinde öğrendikten sonra 22/10/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon; makul sürede yargılanma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/57692 | Başvuru, ceza davasında uzun süren yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, üniversite öğrencisi olan başvurucunun kayıtlı olduğu eğitim kurumunda düzenlenen bir toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılması sebebiyle yükseköğretim kurumundan bir yarı yıl uzaklaştırma cezası almasının eğitim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu hakkında bahsi geçen eylemi nedeniyle disiplin soruşturması başlatılmıştır. Yapılan soruşturmada başvurucunun eyleminin 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun maddesi ile maddesinin (a) fıkrasının (9) numaralı bendine dayanılarak hazırlanan 18/8/2012 tarihli Yükseköğretim Disiplin Yönetmeliği'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde sayılan hâllerden olduğu belirtilerek başvurucu hakkında yükseköğretim kurumundan bir yarı yıl uzaklaştırma cezası verilmiştir. Başvurucu, hakkında tesis edilen disiplin cezasının iptali talebiyle dava açmıştır. Yapılan yargılama sonucunda disiplin soruşturması sırasında alınan ifadelerden, görüntü kayıtlarından, güvenlik birimince tanzim olunan tutanaklardan ve fotoğraflardan başvurucunun eyleminin diğer öğrencilerin derslere girmesini engelleyici nitelik taşıdığı sonucuna ulaşılarak davanın reddine karar verilmiştir. Kararı başvurucu istinaf etmiştir. İstinaf incelemesini yapan Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 5/10/2017 tarihli kararıyla başvurucunun istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Eğitim hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/37388 | Başvuru, üniversite öğrencisi olan başvurucunun kayıtlı olduğu eğitim kurumunda düzenlenen bir toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılması sebebiyle yükseköğretim kurumundan bir yarı yıl uzaklaştırma cezası almasının eğitim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işçi statüsünde çalışılan kamu kurumunda fiilî hizmet süresi zammından yararlandırılmama ve bu konuda açılan davanın reddedilmesi nedeniyle hak arama hürriyetinin, zorla çalıştırılma yasağının, eşitlik ilkesinin, mülkiyet ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 30/10/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 6/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1/3/1994 tarihinden bu yana Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesinde radyoloji teknisyeni olarak çalışmaktadır. Başvurucu, 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 1/12/2008 tarihinde yürürlüğe girmesinin ardından anılan Kanun’un maddesi uyarınca yaptığı işin niteliği ve iştigal ettiği iş kolu itibarıyla fiilî hizmet süresi zammından yararlanmaya başlamıştır. Bununla birlikte başvurucu, 10/2/2011 tarihinde İstanbul İş Mahkemesinde tespit davası açmış, işe başladığı tarih olan 1/3/1994 ile fiilî hizmet süresi zammından yararlanmaya başladığı Kasım 2008 arası dönemde de yaptığı iş gereği radyasyona maruz kaldığını belirtmiş, söz konusu dönem için fiilî hizmet süresi zammını hak ettiğinin tespitine hükmedilmesini ve bu döneme ilişkin fiilî hizmet zammı süresi primlerinin davalı Sağlık Bakanlığı tarafından Sosyal Güvenlik Kurumuna yatırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. İstanbul İş Mahkemesi, 13/2/2013 tarihli ve E.2011/170, K.2013/125 sayılı kararı ile “… Tüm deliller ve dosya kapsamı bu şekilde değerlendirilerek;davacının davalı işyerinde başlangıçtan beri yaptığı işin aynı iş olduğu ve olumsuz koşullardan aynı şekilde etkilendiği anlaşılmakta ise de; 5510 sayılı Yasa’nın 01/12/2008 tarihinde yürürlüğe girmesinden sonra 2008 Kasım ayından itibaren itibari hizmetten yararlandığı, ancak bu tarihten önceki çalışma döneminde çalıştığı işyerinin 506 sayılı Yasa’da belirtilen işyerlerinden olmadığı…” gerekçesine dayanarak davanın reddine hükmetmiştir. İlk Derece Mahkemesi kararının temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 17/6/2013 tarihli ve E.2013/7956, K.2013/13691 sayılı ilamı ile kararı onamıştır. Onama ilamı başvurucuya 1/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/10/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 5510 sayılı Kanun’un “Fiili hizmet süresi zammı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Aşağıda belirtilen işyerlerinde ve işlerde 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentleri kapsamında çalışan sigortalıların prim ödeme gün sayılarına, bu işyerlerinde ve işlerde geçen çalışma sürelerinin her 360 günü için karşılarında gösterilen gün sayıları, fiilî hizmet süresi zammı olarak eklenir. 360 günden eksik sürelere ait fiilî hizmet süresi zammı, 360 gün için eklenen fiilî hizmet süresi ile orantılı olarak belirlenir. Çalışmanın fiili hizmet süresi zammı kapsamında değerlendirilebilmesi için, tablonun (13) ve (14) numaralı sıralarında belirtilen sigortalılar hariç sigortalının kapsamdaki işyerleri ile birlikte belirtilen işlerde fiilen çalışması ve söz konusu işlerin risklerine maruz kalması şarttır. ... Aşağıdaki bentlerden birden fazlasına dahil olanlar için, en yüksek olan bentten fiilî hizmet süresi zammı uygulanır. Kapsamdaki İşler/İşyerleriKapsamdaki Sigortalılar Eklenecek Gün Sayısı...11) Radyoaktif ve radyoiyanizan maddelerle yapılan işlerDoğal ve yapay radyoaktif, radyoiyonizan maddeler veya bütün diğer korpüsküler emanasyon kaynakları ile yapılan işlerde çalışanlar.90 gün..." Adana İş Mahkemesinin Anayasa'ya aykırı olduğu gerekçesiyle iptali için Anayasa Mahkemesine başvurduğu 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu mülga ek maddesi hükmünün Anayasa Mahkemesinin 4/10/2006 tarihli iptal kararından önceki hâli şöyledir: “506 sayılı Kanuna göre sigortalı sayılanların, aşağıda sayılan görevlerde geçen sigortalılık sürelerine, bu sürelerin her tam yılı için, hizalarında gösterilen süreler, sigortalılık süresi olarak eklenir. SigortalılarHizmetin Geçtiği YerEklenecek SüreI— a) 212 sayılı Kanunla değiştirilen 5953 sayılı basın mesleğinde çalışanlarla çalıştıranlar arasındaki münasebetleri düzenliyen kanun kapsamına tabi olarak çalışan sigortalılarb) Basın kartı yönetmeliğine göre basın kartına sahip olmak suretiyle gazetecilik yaparken, kamu kurumlarına giren ve bu kurumlarda meslekleriyle ilgili görevlerde istihdam edilen sigortalılar 5953 sayılı Kanunu Değiştiren 212 sayılı Kanunun birinci maddesi kapsamına giren işyerleriBasın müşavirlikleri 90 gün90 günII— (Değişik bent: 20/06/1987 - 3395/13 md.) Basım ve gazetecilik iş yerlerinden 1475 sayılı Kanun ve değişikliklerine göre çalışan sigortalılara) Solunum ve cilt yoluyla vücuda geçen gaz veya diğer zehirleyici maddelerle çalışılan iş yerleri,b) Fazla gürültü ve ihtizaz yapıcı makine ve aletlerle çalışarak iş yapılan işyerleri,c) Doğrudan doğruya yüksek hararete maruz bulunarak çalışılan işyerleri,d) Fazla ve devamlı adali gayret sarf edilerek iş yapılan işyerleri,e) Tabii ışığın hiç olmadığı ve münhasıran suni ışık altında çalı şılan işyerleri,f) Günlük mesainin yarıdan fazlası saat 00’den sonra çalışılarak yapılan işyerleri, 90 günIII— (Ek bent: 20/06/1987 – 3395/13 md.) Denizde Gemi adamları, gemi ateşçileri, kömürcüler, dalgıçlar. 90 günIV- (Ek bent: 20/6/1987 - 3395/13 md.) Azotlu gübre ve şeker sanayiinde, fabrika, atölye, havuz ve depolarda, trafo binalarında çalışanlar. Çelik, demir ve tunç döküm, Zehirli, boğucu, yakıcı, öldürücü ve patlayıcı gaz, asit, boya işleriyle gaz maskesi ile çalışmayı gerektiren işlerde, Patlayıcı maddeler yapılmasında, Kaynak işlerinde çalışanlarda. 90 gün Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun 4/10/2006 tarihli ve E.2002/157, K.2006/97 sayılı (27/3/2007 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan) kararının ilgili kısmı şöyledir: “…İtibari hizmet süresinden yararlanmayı gerektiren olgu sanayi kolları farklı da olsa belli ağır, riskli ve sağlığa zararlı işlerin yapılmasıdır. Bu nitelikteki işleri yapan kişilerin aynı durumda olmadıkları ileri sürülemez. Aynı hukuksal durumda bulunanların farklı kurallara tabi tutulması eşitlik ilkesine aykırılık oluşturacağından itiraz konusu Yasa kuralı Anayasa'nın eşitlik ilkesine yer veren maddesine aykırıdır. İptali gerekir. … 1964 günlü, 506 sayılı “Sosyal Sigortalar Kanunu”nun Ek maddesinin birinci fıkrasının 1987 günlü, 3395 sayılı Yasa ile eklenen IV numaralı bendinde yer alan “Azotlu gübre ve şeker sanayiinde, ...” ibaresinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, … OYÇOKLUĞUYLA, 2006 gününde karar verildi.” | Zorla çalıştırma ve angarya yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7904 | Başvuru, işçi statüsünde çalışılan kamu kurumunda fiilî hizmet süresi zammından yararlandırılmama ve bu konuda açılan davanın reddedilmesi nedeniyle hak arama hürriyetinin, zorla çalıştırılma yasağının, eşitlik ilkesinin, mülkiyet ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, işçilik alacaklarının tahsili talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelesinden sonra başvuru Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 9/9/2013 tarihinde dava açmıştır. Yargıtay Hukuk Dairesi 6/12/2018 tarihinde kararı onamış, hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu, açtığı davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 10/1/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2090 | Başvuru, işçilik alacaklarının tahsili talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu tıp doktoru olarak uzmanlık alanı ile ilgili bilgiler vermek üzere katıldığı özel bir televizyon kanalında yayınlanan programda, tanınmış bir kişinin hasta olması dolayısıyla muhtemel yaşam süresine ilişkin tahminini içeren ifadelerin bilgisi dışında canlı yayında yayınlanması sonucu yaşadığı olumsuzlukların tazmini amacıyla açtığı davanın reddi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru 26/2/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 26/3/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: İç hastalıkları uzmanı olan başvurucu, 15/10/2007 tarihinde özel bir televizyon kanalında yayınlanan programa konuk olarak katılmıştır. Başvurucu programın yayında olmadığını düşündüğü sırada, tanınmış bir kişinin hasta olması dolayısıyla “sizler de şahit olun benim kaç senelik tecrübeme dayanarak söylüyorum 5 ay ömrü yoktur, ortalama 5 ay” şeklinde hastanın muhtemel yaşam süresine ilişkin tahminini içeren ifadelerde bulunmuştur. Başvurucu bu olay nedeniyle itibarının sarsıldığını, toplum önünde küçük düşürüldüğünü, mesleğini yapamaz hale geldiğini, iş ve kazanç kaybına uğradığını ileri sürerek olayın gerçekleşmesinde sorumluluklarının bulunduğunu düşündüğü program sunucuları, program yönetmenleri ve yönetmen yardımcısı hakkında Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde 30/11/2007 tarihinde maddi ve manevi tazminat talep ederek dava açmıştır. Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesi 29/12/2009 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. İlk Derece Mahkemesinin gerekçesi şöyledir: “…davaya konu program CD çözümü incelenmiş. Davaya konu sözlerin davacı tarafından program sırasında söylendiği, yayında olmadıkları sırada bu sözlerin söylendiği şeklindeki beyana değer verilemeyeceği, davacının konuşmasına dikkat etmesi gerektiği, davacının kendi söylediği sözlerin yayınlanması nedeniyle program sunucuları ve program görevlilerinden maddi ve manevi tazminat talep edemeyeceği davanın yerinde olmadığı kanaatine varıldığından reddine karar verilmesi uygun görülmüştür.” İlk Derece Mahkemesinin kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/4/2012 tarihli ilamı ile onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi de Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/1/2013 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. Bu ilam başvurucuya 22/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 11/1/2011 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun maddesi. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1762 | Başvurucu tıp doktoru olarak uzmanlık alanı ile ilgili bilgiler vermek üzere katıldığı özel bir televizyon kanalında yayınlanan programda, tanınmış bir kişinin hasta olması dolayısıyla muhtemel yaşam süresine ilişkin tahminini içeren ifadelerin bilgisi dışında canlı yayında yayınlanması sonucu yaşadığı olumsuzlukların tazmini amacıyla açtığı davanın reddi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, ceza soruşturması sürecinde kamu görevlilerinin yapmış oldukları açıklamalar nedeniyle masumiyet karinesinin; tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/8/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından başvurucunun bu kararda incelenen şikâyetleri haricindeki diğer iddialarının kabul edilemez olduğuna, karara konu olan iddiaların kabul edilebilirlik incelemesinin ise Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde bir askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). B. Başvurucuya İlişkin Süreç Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu; Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmakta olan başvurucunun 16/7/2016 tarihinde görevden uzaklaştırılmasına, 24/8/2016 tarihinde ise meslekten ihraç edilmesine karar vermiştir. Van Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ağır cezalık suçüstü hâli bulunduğu değerlendirilerek FETÖ/PDY'nin hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla başvurucu hakkında soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu, Van Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla 19/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma ve anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs etme suçlarından tutuklanması istemiyle Van Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Hâkimlik, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma ve anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs etme suçlarından 20/7/2016 tarihinde, tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Şüpheliler... ve A.K.'nın [başvurucu] üzerine atılı olan 'Fethullahçı Silahlı Terör Örgütü' üyesi olmak ve 'cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek' suçunun işlenmesine yönelik -Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 16/07/2016 tarihli yazısı ve ekleri, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Dairesinin 2016/9052 sayılı Kararı ve Dairenin 2016/4 sayılı açığa alma kararı dikkate alındığında- şüphelilerin Fetullahçı Silahlı Terör Örgütü üyesi olduğu ve bu şekilde şüphelilerin 'Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya yönelik' suça iştirak ettiklerine ilişkin mahkememizde kuvvetli şüphe oluştuğu, atılı olan suçların 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun maddesinin üçüncü fıkrasında düzenlenen katalog suçlar arasında yer aldığı, sözü edilen husus yukarıda belirtilen belgelerle birlikte değerlendirildiğinde şüpheliler için tutuklama nedeninin somut olayda bulunduğu, ülke genelinde gerçekleştirilen eylemlerin mütemadi suç niteliğinde olduğu, temadinin devam ettiği, suç şüphesine ilişkin delillerin henüz tam olarak toplanmadığı, bu bağlamda işin önemi ve ölçülülük ilkesi dikkate alındığında şüpheliler hakkında hükmedilecek adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı anlaşıldığından 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları gereğince şüpheliler ... ve A.K.'nın tutuklanmalarına... [karar verildi.]" Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, başvurucunun bu itirazı 26/7/2016 tarihli kararla reddedilerek tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu 17/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 6/3/2017 tarihinde tahliye edilmiş olup hakkındaki soruşturma inceleme tarihi itibarıyla devam etmektedir. Anayasa Mahkemesinin 26/12/2018 tarihli müzekkeresine cevaben gönderilen bilgi ve belgeler ile soruşturma dosyasına ilişkin olarak UYAP üzerinden yapılan incelemeye göre başvurucu hakkındaki suçlamalara esas alınan olgular şöyle özetlenebilir:i. Başvurucunun FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğuna ilişkin tanık beyanları bulunmaktadır. -Tanık S. başvurucunun örgüt üyesi olduğunu ve -hakkında FETÖ/PDY üyeliğinden soruşturma yürütülen S.Ç. ve A. adlı kişiler hakkında verdiği ifadeye atıfla- başvurucunun2014 yılında yapılan HSYK üyeliği seçiminde örgütle iltisaklı adaylar lehine tavır sergilediğini ifade etmiştir. Tanık S.nin ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"...A.K. [başvurucu] ile de Van'da aynı zamanda çalıştık. Son 1 yıl bu şahıs ücretsiz izin ile yurtdışına gitti. Seçim zamanı Van'daydı. Biraz önce S.Ç. ve A. hakkında bahsettiğim olaylar bu kişi için de geçerlidir. Yukarıda ismini zikrettiğim Yargıda Birliği destekleyen A.Ö., E.B., E.Ç., ve halen yine Van Vergi Mahkemesi başkanı olan E.A., A.K.'nın Fetöcü olduğunu benim gibi bilirler..."-Tanık B. başvurucunun çalıştığı adliyede örgütle iltisaklı olan hâkim ve Cumhuriyet savcıları ile birlikte hareket ettiğini ifade etmiştir. Tanık B.nin ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Van Adliyesinde Cumhuriyet savcısı olarak görev yapan A.K'yı tanıyorum. Seçim dönemindeki tavrını hatırlamamakla birlikte FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisak halinde olan diğer hakim ve Cumhuriyet savcıları ile birlikte olduğunu değerlendiriyorum..."ii. Başvurucunun kullanımında olan mobil telefon hattına ilişkin olarak Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından düzenlenen raporda haklarında FETÖ/PDY üyeliğinden soruşturma/kovuşturma yürütülen kişilerle başvurucunun irtibatının olduğuna yönelik tespitler bulunmaktadır.iii. Başvurucunun kullanımında olan mobil telefona yönelik Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından yapılan inceleme sonucunda düzenlenen raporda, başvurucunun 26/2/2015 ile 21/6/2015 tarihleri arasında bir iletişim uygulaması vasıtasıyla farklı kişilerle yaptığı yazışmalara yer verilmiştir. Bu kayıtların ilgili kısmı şöyledir:-[İ.S. adlı kişi ile yapılan yazışmaların içeriği] [26/2/2015 tarihli]İ.S.: Paralel bunların analarını mı [sinkaflı küfür]A. K [Başvurucu]: Ya işin kotusu kendileri de inanmıyorlar ama menfaat iste firavun ekmek verior musa ne dese boş [21/6/2015 tarihli]İ.S.: Yazarın biri Türkiye gidemeyenlerin ülkesi demişti, aynen durmak yok zulme devam, bıraktığın gibi. Değişen bir şey yokA. K: Neyse kumpasciların çoğu gidioİ.S.: Nasıl gidiyorA. K: Cunup savci ...falan...İ.S.: Kurbanlık koyun misali adeta sıramızı bekliyoruz, Rabbim hepimizi bu yezitlerden kurtarsın. AminA. K: Simdi sana hersey guzel olacak dicem ama tarihte en azgın adamlar din adına yapıyorum diyenlerden çıktı onun için Allah ıslah etsin deyim. [30/7/2015 tarihli]İ.S.: Mücadele edenler şu an hapiste, buralarda mücadele edecek kimse kalmadı, Yaşasın halifemiz demekten başka bir yol artık gözükmüyorA. K: Mücadele bitmez savcım çünkü karşı tarafı bir arada tutan menfaat çok kırılgan. Öküzün ölmesine az kaldı nasıl birbirine girecekler göreceğiz. Bize düşen yaraları kaşımak namussuz olduklarını yüzlerine söylemek....İ.S.: Aynen savcım ..., Bizi Perinçek'e, derin devlete sattınız dedimA. K: Savcım gidisat belli daha cok rezil olacaklar havuz medyası saatte 3 defa çark ediyor-[İsmi belirtilmeyip yalnızca telefon numarasına yer verilen kişi A. ile yapılan yazışmaların içeriği] [1/1/2015 tarihli] A: Tek tanıdığımız sensin A. K: Yok ortak ben paralelci oldum yeni dönemde. Yani her ahlaklı gibi biz de sistem dışıyız şu an-[H.G. adlı kişi ile yapılan yazışmaların içeriği] [26/6/2015 tarihli]H.G.: Beni cemaate yakın diye elediler. Sizle oturup kalkmam birilerine battıA. K: bigün herkes cemaatçi olacak [gülme ifadesi] İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39; Mustafa Genç, B. No: 2018/12508, 11/12/2018, §§ 13-21; Yıldırım Turan [GK], B. No: 2017/10536, 4/6/2020, §§ 27- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/15726 | Başvuru, ceza soruşturması sürecinde kamu görevlilerinin yapmış oldukları açıklamalar nedeniyle masumiyet karinesinin; tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 20/4/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 20/4/2016 tarihinde İçtüzük'ün maddesi uyarınca sınır dışı işleminin tedbiren durdurulmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş sunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve ilgili kurumlardan temin edilen bilgilere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1986 doğumlu olup Kırgızistan vatandaşıdır. Başvurucu 27/11/2015 tarihinde yasal yollardan Türkiye'ye (İstanbul) giriş yapmıştır. Başvurucu, bilinmeyen bir tarihte İstanbul'dan Gaziantep'e gitmiştir. Gaziantep Emniyet Müdürlüğü görevlileri tarafından DAEŞ terör örgütü üyelerinin Suriye'deki çatışma bölgelerine geçişlerinin engellenmesine ilişkin faaliyetler kapsamında Gaziantep ili otogarında 28/11/2015 tarihinde başvurucu ve beraberindeki Kırgızistan vatandaşı A.T.U. durdurulmuştur. Kolluk görevlilerinin sorularına çelişkili cevaplar veren ve Gaziantep'te bulunma gerekçelerini açıklayamayan başvurucu ve arkadaşı hakkında soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu 30/11/2015 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Başvurucunun cep telefonunda, DAEŞ terör örgütüne katılmak üzere hareket ettiğine dair yazışmalar ile örgüt bayrağının ve yöneticilerinin fotoğrafları bulunmuştur. Bunun yanında Kırgızistan İstihbarat Birimi tarafından başvurucu ve arkadaşının Kırgızistan'da kasten yaralama ve öldürme suçlarından arandıkları, DAEŞ terör örgütüne dâhil olmak amacıyla Türkiye'de bulundukları bilgileri İstanbul Emniyet Müdürlüğüne iletilmiştir. Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kamu davası açılmıştır. Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesinin 2/3/2016 tarihli kararıyla "faillerin silahlı terör örgütüne ilgi duyması, örgüte girmek için zemin arayışına girmesi, bu amaçla kendilerini örgüte ulaştırabilecek kişilerle temasa geçmeye çalışması ve örgüte katılmak için başka bir bölgeye yolculuk yapmalarının silahlı terör örgütü üyeliği suçunun oluşumu için yeterli olmayacağı" gerekçesiyle başvurucunun beraatına ve tahliyesine karar verilmiştir. Hatay Valiliği Göç İdaresi Müdürlüğünün 3/3/2016 tarihli kararıyla kamu güvenliği açısından tehdit oluşturduğu gerekçesiyle başvurucunun sınır dışı edilmesine ve aynı tarihte idari gözetim altına alınmasına karar verilmiştir. Başvurucu hâlen Hatay Geri Gönderme Merkezinde tutulmaktadır. Başvurucu; Kırgızistan'da etnik kökeni ve dinî inancı yüzünden can ve mal güvenliğinin tehlike altında olduğunu, siyasi suçlamalarla cezalandırılabileceğini, kötü muameleye maruz kalacağını belirterek sınır dışı kararının iptali için dava açmıştır. Anılan dava, Hatay İdare Mahkemesinin (İdare Mahkemesi) 4/4/2016 tarihli kararıyla başvurucunun Suriye'ye yakın bir ilde neden bulunduğunu izah edememesi, ülkesinde yaralama ve öldürme suçlarından aranıyor olması dikkate alınarak kamu düzeni ve güvenliği açısından tehlike oluşturabileceği gerekçesiyle reddedilmiştir. Söz konusu kararda ayrıca başvurucunun sınır dışı edilmesi hâlinde kötü muameleye maruz kalacağı konusunda ciddi emare bulunmadığı, bu yöndeki iddiaların soyut ve varsayıma dayalı olduğu belirtilmiştir. Bu karar 18/4/2016 tarihinde öğrenilmiş olup 20/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun "Kapsam" kenar başlıklı maddesi şöyledir: " (1) Bu Kanun, yabancılarla ilgili iş ve işlemleri; sınırlarda, sınır kapılarında ya da Türkiye içinde yabancıların münferit koruma talepleri üzerine sağlanacak uluslararası korumayı, ayrılmaya zorlandıkları ülkeye geri dönemeyen ve kitlesel olarak Türkiye’ye gelen yabancılara acil olarak sağlanacak geçici korumayı, Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün kuruluş, görev, yetki ve sorumluluklarını kapsar.(2) Bu Kanunun uygulanmasında, Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası anlaşmalar ile özel kanunlardaki hükümler saklıdır." 6458 sayılı Kanun’un "Geri gönderme yasağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Bu Kanun kapsamındaki hiç kimse, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulacağı veya ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatının veya hürriyetinin tehdit altında bulunacağı bir yere gönderilemez." 6458 sayılı Kanun’un 29/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (676 sayılı KHK) maddesiyle değişik “Sınır dışı etme kararı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Sınır dışı etme kararı, Genel Müdürlüğün talimatı üzerine veya resen valiliklerce alınır.(2) Karar, gerekçeleriyle birlikte hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancıya veya yasal temsilcisine ya da avukatına tebliğ edilir. Hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancı, bir avukat tarafından temsil edilmiyorsa kendisi veya yasal temsilcisi, kararın sonucu, itiraz usulleri ve süreleri hakkında bilgilendirilir.(3) Yabancı veya yasal temsilcisi ya da avukatı, sınır dışı etme kararına karşı, kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde idare mahkemesine başvurabilir. Mahkemeye başvuran kişi, sınır dışı etme kararını veren makama da başvurusunu bildirir. Mahkemeye yapılan başvurular on beş gün içinde sonuçlandırılır. Mahkemenin bu konuda vermiş olduğu karar kesindir. Yabancının rızası saklı kalmak kaydıyla, dava açma süresi içinde veya yargı yoluna başvurulması hâlinde ‘54 üncü maddenin birinci fıkrasının (b), (d) ve (k) bentleri ile ikinci fıkrası kapsamındakiler hariç’ yargılama sonuçlanıncaya kadar yabancı sınır dışı edilmez.” 6458 sayılı Kanun’un 676 sayılı KHK’nın maddesiyle değişik “Sınır dışı etme kararı alınacaklar” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Aşağıda sayılan yabancılar hakkında sınır dışı etme kararı alınır:a) 5237 sayılı Kanunun 59 uncu maddesi kapsamında sınır dışı edilmesi gerektiği değerlendirilenlerb) Terör örgütü yöneticisi, üyesi, destekleyicisi veya çıkar amaçlı suç örgütü yöneticisi, üyesi veya destekleyicisi olanlarc) Türkiye’ye giriş, vize ve ikamet izinleri için yapılan işlemlerde gerçek dışı bilgi ve sahte belge kullananlarç) Türkiye’de bulunduğu süre zarfında geçimini meşru olmayan yollardan sağlayanlard) Kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlare) Vize veya vize muafiyeti süresini on günden fazla aşanlar veya vizesi iptal edilenlerf) İkamet izinleri iptal edilenlerg) İkamet izni bulunup da süresinin sona ermesinden itibaren kabul edilebilir gerekçesi olmadan ikamet izni süresini on günden fazla ihlal edenlerğ) Çalışma izni olmadan çalıştığı tespit edilenlerh) Türkiye’ye yasal giriş veya Türkiye’den yasal çıkış hükümlerini ihlal edenlerı) Hakkında Türkiye’ye giriş yasağı bulunmasına rağmen Türkiye’ye geldiği tespit edilenleri) Uluslararası koruma başvurusu reddedilen, uluslararası korumadan hariçte tutulan, başvurusu kabul edilemez olarak değerlendirilen, başvurusunu geri çeken, başvurusu geri çekilmiş sayılan, uluslararası koruma statüleri sona eren veya iptal edilenlerden haklarında verilen son karardan sonra bu Kanunun diğer hükümlerine göre Türkiye’de kalma hakkı bulunmayanlarj) İkamet izni uzatma başvuruları reddedilenlerden, on gün içinde Türkiye’den çıkış yapmayanlark) Uluslararası kurum ve kuruluşlar tarafından tanımlanan terör örgütleriyle ilişkili olduğu değerlendirilenler(2) Bu maddenin birinci fıkrasının (b), (d) ve (k) bentleri kapsamında oldukları değerlendirilen uluslararası koruma başvuru sahibi veya uluslararası koruma statüsü sahibi kişiler hakkında uluslararası koruma işlemlerinin her aşamasında sınır dışı etme kararı alınabilir. ” 6458 sayılı Kanun'un "Sınır dışı etme kararı alınmayacaklar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) 54 üncü madde kapsamında olsalar dahi, aşağıdaki yabancılar hakkında sınır dışı etme kararı alınmaz:a) Sınır dışı edileceği ülkede ölüm cezasına, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalacağı konusunda ciddi emare bulunanlar" 6458 sayılı Kanun'un "Sınır dışı etmek üzere idari gözetim ve süresi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) 54 üncü madde kapsamındaki yabancılar, kolluk tarafından yakalanmaları hâlinde, haklarında karar verilmek üzere derhâl valiliğe bildirilir. Bu kişilerden, sınır dışı etme kararı alınması gerektiği değerlendirilenler hakkında, sınır dışı etme kararı valilik tarafından alınır. Değerlendirme ve karar süresi kırk sekiz saati geçemez.(2) Hakkında sınır dışı etme kararı alınanlardan; kaçma ve kaybolma riski bulunan, Türkiye’ye giriş veya çıkış kurallarını ihlal eden, sahte ya da asılsız belge kullanan, kabul edilebilir bir mazereti olmaksızın Türkiye’den çıkmaları için tanınan sürede çıkmayan, kamu düzeni, kamu güvenliği veya kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlar hakkında valilik tarafından idari gözetim kararı alınır. Hakkında idari gözetim kararı alınan yabancılar, yakalamayı yapan kolluk birimince geri gönderme merkezlerine kırk sekiz saat içinde götürülür.(3) Geri gönderme merkezlerindeki idari gözetim süresi altı ayı geçemez. Ancak bu süre, sınır dışı etme işlemlerinin yabancının iş birliği yapmaması veya ülkesiyle ilgili doğru bilgi ya da belgeleri vermemesi nedeniyle tamamlanamaması hâlinde, en fazla altı ay daha uzatılabilir.(4) İdari gözetimin devamında zaruret olup olmadığı, valilik tarafından her ay düzenli olarak değerlendirilir. Gerek görüldüğünde, otuz günlük süre beklenilmez. İdari gözetimin devamında zaruret görülmeyen yabancılar için idari gözetim derhâl sonlandırılır. Bu yabancılara, belli bir adreste ikamet etme, belirlenecek şekil ve sürelerde bildirimde bulunma gibi idari yükümlülükler getirilebilir.(5) İdari gözetim kararı, idari gözetim süresinin uzatılması ve her ay düzenli olarak yapılan değerlendirmelerin sonuçları, gerekçesiyle birlikte yabancıya veya yasal temsilcisine ya da avukatına tebliğ edilir. Aynı zamanda, idari gözetim altına alınan kişi bir avukat tarafından temsil edilmiyorsa, kendisi veya yasal temsilcisi kararın sonucu, itiraz usulleri ve süreleri hakkında bilgilendirilir.(6) İdari gözetim altına alınan kişi veya yasal temsilcisi ya da avukatı, idari gözetim kararına karşı sulh ceza hâkimine başvurabilir. Başvuru idari gözetimi durdurmaz. Dilekçenin idareye verilmesi hâlinde, dilekçe yetkili sulh ceza hâkimine derhâl ulaştırılır. Sulh ceza hâkimi incelemeyi beş gün içinde sonuçlandırır. Sulh ceza hâkiminin kararı kesindir. İdari gözetim altına alınan kişi veya yasal temsilcisi ya da avukatı, idari gözetim şartlarının ortadan kalktığı veya değiştiği iddiasıyla yeniden sulh ceza hâkimine başvurabilir.(7) İdari gözetim işlemine karşı yargı yoluna başvuranlardan, avukatlık ücretlerini karşılama imkânı bulunmayanlara, talepleri hâlinde 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu hükümlerine göre avukatlık hizmeti sağlanır." 22/10/2014 tarihli ve 29153 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Geçici Koruma Yönetmeliği'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Bu Yönetmelik kapsamında hiç kimse, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulacağı veya ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatının veya hürriyetinin tehdit altında bulunacağı bir yere gönderilemez." B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Mevzuat Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: " Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur. Yasanın ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın infaz edilmesi dışında, hiç kimsenin yaşamına kasten son verilemez. Ölüm, aşağıdaki durumlardan birinde mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı sonucunda meydana gelmişse, bu maddenin ihlaline neden olmuş sayılmaz:a) Bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunmasının sağlanması;b) Bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun olarak tutulu bulunan bir kişinin kaçmasını önleme;c) Bir ayaklanma veya isyanın yasaya uygun olarak bastırılması" Sözleşme'nin "İşkence yasağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz." Mültecilerin hukuki durumuna dair 28/7/1951 tarihli Sözleşme'nin (1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi) maddesi şöyledir (29/8/1961 tarihli ve 359 sayılı Kanun'la onaylanmış; 5/9/1961 tarihli ve 10898 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir): “ Hiçbir Taraf Devlet, bir mülteciyi, ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatı ya da özgürlüğü tehdit altında olacak ülkelerin sınırlarına, her ne şekilde olursa olsun geri göndermeyecek veya iade ("refouler") etmeyecektir. Bununla beraber, bulunduğu ülkenin güvenliği için tehlikeli sayılması yolunda ciddi sebepler bulunan veya özellikle ciddi bir adi suçtan dolayı kesinleşmiş bir hükümle mahkum olduğu için söz konusu ülkenin halkı açısından bir tehlike oluşturmaya devam eden bir mülteci, işbu hükümden yararlanmayı talep edemez.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Uygulaması Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) sınır dışı kararının uygulanması hâlinde yaşam hakkı ile kötü muamele yasağının ihlal edileceğine ilişkin şikâyetlerle ilgili ilkesel yaklaşımı özetle şöyledir (referans alınan AİHM kararları için bkz. Soering/Birleşik Krallık, B. No: 14038/88, 7/7/1989; Saadi/İtalya [BD], B. No: 37201/06, 28/2/2008; S.S./Belçika ve Yunanistan [BD], B. No: 30696/09, 21/1/2011; J.K. ve diğerleri/İsveç [BD], B. No: 59166/12, 23/8/2016; Ghorbanov ve diğerleri/Türkiye, B. No: 28127/09, 3/12/2013; Mamatkulov ve Aksarov/Türkiye [BD], B. No: 46827/99, 4/2/2005; Babajanov/Türkiye, B. No: 49867/08, 10/5/2016):AİHM'e göre yabancıların ülkeye girişleri, ülkede ikamet edişleri ve ülkeden çıkarılmalarına ilişkin konular doğrudan o ülkenin ulusal egemenlik yetkisine ilişkin olup Sözleşme'nin maddesinin koruma alanı dışında kalmaktadır. Bir başka deyişle bu tür konularda alınan kararların medeni hak ve yükümlülüklerle ilgisi bulunmamaktadır.Bununla birlikte bir yabancının sınır dışı edilmesi hâlinde işkence ve kötü muameleye maruz kalacağına dair ciddi emareler bulunması durumunda taraf devletin Sözleşme kapsamında sorumluluğu ortaya çıkmaktadır. Sözleşme, işkence ve kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etmeme yükümlülüğünü içermektedir.AİHM, Sözleşme'nin (yaşam hakkı) ve maddelerinin (işkence ve kötü muamele yasağı) birlikte ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerde kural olarak işkence ve kötü muamelenin mutlak şekilde yasaklandığı gerçeğinden hareketle başvuruları maddeyle sınırlı olarak incelemektedir. Bu kural geri gönderilen ülkede idam cezası uygulanacağı gibi doğrudan yaşam hakkının konusunu oluşturan şikâyetler bakımından geçerli değildir. AİHM, işkence ve kötü muamele riski bulunan ülkeye sınır dışı etmeme yükümlülüğünün kamu düzeni veya kamu güvenliği bakımından risk oluşturanlar bakımından da geçerli olduğunun ve hatta uluslararası terörizm tehlikesinin bulunduğu hâllerde bile bu yükümlülüğe bir istisna getirilemeyeceğinin altını çizmektedir. AİHM, geri gönderilen ülkede işkence ve kötü muamele riskinin varlığını haklı gösteren önemli gerekçelerin bulunması hâlinde bu iddiaların kapsamlı ve titiz (etkili) bir şekilde incelenmesi gerektiğine dikkat çekmektedir. AİHM, söz konusu incelemenin etkililiğinden bahsedebilmek için sınır dışı kararı uygulanmadan önce ilgili kişiye bağımsız bir mercie başvuruda bulunma imkânı sunulması ve inceleme sonuçlanıncaya kadar sınır dışı kararının uygulamasının kendiliğinden (otomatik olarak) durdurulmasının önemine vurgu yapmaktadır. AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesinin ihlaline karar verilebilmesi için işkence ve kötü muamele iddiasının bir olasılığın ötesinde gerçek bir risk düzeyine ulaşması gerekmektedir. Söz konusu riskin ciddiliği incelenirken geri gönderilecek ülkeyle ilgili koşullar taraf devletçe resen araştırılmalıdır. Bu araştırma yapılırken bağımsız insan hakları örgütlerinin ve hükûmetlerin hazırladığı ülke raporlarından yararlanılması mümkündür.AİHM'e göre başvurucuların kişisel durumlarına ve geri gönderilecekleri ülkede karşılaşacakları risklere ilişkin iddialarını ayrıntılı şekilde açıklama ve (varsa) iddialarını destekleyen belgeleri sunma yükümlülükleri bulunmaktadır. Bir başka deyişle başvurucuların kişisel durumlarına ilişkin iddialarını ispat külfeti kendilerine aittir. Kırgızistan'ın Genel Güvenlik Durumuna İlişkin Bilgiler Uluslararası Af Örgütünün 2015/2016 tarihli Kırgızistan raporunun genel değerlendirme kısmı özetle aşağıdaki şekildedir (anılan raporun tamamına kuruluşun internet sitesi üzerinden erişim imkânı bulunmaktadır):İnsan hakları ihlallerine ilişkin, Haziran 2010'da yaşanan şiddet olayları ve sonrasında işlenen insanlığa karşı suçlar da dahil olmak üzere, tarafsız ve etkili bir soruşturma yapılmamıştır. Yetkililer, işkence ve diğer kötü muameleleri sona erdirmek ve faillerin cezalandırılmaları için etkili önlemler alma konusunda başarılı olamamaktadırlar. Sivil toplumun alanı, etnik, cinsel ve diğer azınlıklara karşı artan hoşgörüsüzlüğün arka planında küçülmeye devam etti. İfade ve dernek kurma özgürlüklerini kısıtlayan yasalar tanıtıldı ancak daha sonra geri çekildi. AzimjonAskarov'un tutukluluğu devam etti,onun ve diğer etnik Özbeklerin davaları üzerinde çalışan avukatlar ile sivil toplum kuruluşu üyelerinin evleri güvenlik görevlileri tarafından basıldı. İnsan Hakları İzleme Örgütünün 2016 yılında açıkladığı dünya raporunun Kırgızistan'la ilgili genel değerlendirme kısmı özetle aşağıdaki şekildedir. Anılan raporun tamamına kuruluşun internet sitesi üzerinden erişim imkânı bulunmaktadır: Kırgızistan'da insan hakları sorunları 2015 yılında devam etti. Yetkililer bazı insan hakları gruplarını, gazetecileri ve avukatları hedef aldı. İşkence ve kötü muamele eylemlerine ilişkin cezasızlık durumu devam ediyor ve 2010'da yaşanan şiddet olayları mağdurları içinhala adalet yok. İnsan hakları savunucusu Azimjon Askarov haksız yere ömür boyu hapis cezasına mahkum ediliyor.Kadına karşı aile içi şiddet yaygın bir durumdadır. Lezbiyen, gey, biseksüel ve transseksüel (LGBT) insanlar ayrımcılıkla ve tacizle karşılaşmaktadırlar.Kırgızistan'da Ekim ayında uluslararası gözlemcilerin "rekabetçi" bulduğu parlamento seçimleri düzenlendi. Kırgızistan, Ağustos ayında Rusya'nın liderliğinde beş Avrasya devletinin ortak pazarı olan Avrasya Ekonomik Birliği'ne üye oldu. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/7458 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, genel kredi sözleşmesine dayalı alacak davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 27/5/2010 tarihinde açılan davada yargısal süreç, istinaf aşamasında halen devam etmektedir. Başvurucu, aleyhine açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine 14/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/21997 | Başvuru, genel kredi sözleşmesine dayalı alacak davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki iddiaları Komisyon tarafından kabul edilemez bulunmuş, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/8732 | Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kolluk görevlilerinin karıştığı bir ölüm olayı hakkında yürütülen ceza yargılaması sonunda sanıklar hakkında verilen beraat kararı aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuruda yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi üzerine yapılan yargılamanın yenilenmesi isteminin reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. OLAYLAR VE OLGULAR Başvurucu 21/11/2004 tarihinde kolluk görevlilerinin karıştığı bir olay sırasında ölen A.K.nın eşi, U.K.nın ise annesidir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Kızıltepe Emniyet Müdürlüğüne 20/11/2004 tarihinde, yanlarında uzun namlulu silahlar bulunan birkaç şüpheli kişinin A.K. ve U.K.nın ikamet ettiği eve geldiği ihbar edilmiştir. Cumhuriyet savcısının talimatı üzerine ihbarda sözü edilen kişilerin yakalanması için kolluk görevlilerince bir operasyon planlanmıştır. Cumhuriyet savcısı, A.K. ve U.K.nın bulunduğu evde arama yapılmasına karar vermiştir. Arama esnasında çıkması olası çatışmada evdeki sivillerin zarar görme ihtimaline karşı kolluk görevlilerince ev gözetim altına alınmıştır. Şüpheli kişilerin yakalanması için yapılan plan uyarınca yanlarında uzun namlulu silahlar bulunan kişiler evin dışında yakalanacaklardır. A.K. ve U.K., 21/11/2004 tarihinde saat 00 sıralarında evlerinin yakınında öldürülmüştür. A.K. ve U.K.nın ölümleriyle ilgili olarak yürütülen soruşturma sonunda dört polis memuru hakkında meşru müdafaa sınırının aşılması suretiyle müstakil faili belli olmayacak şekilde adam öldürme suçundan Mardin Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Kamu davası, Bakanlığın talebi üzerine Yargıtay Dairesince verilen karara istinaden kamu güvenliği gerekçesiyle Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesine (Ceza Mahkemesi) nakledilmiştir. Yaptığı yargılama sonunda uzun namlulu silah taşıyan kişilerin evin dışında yakalanması için gerekli önlemler alınırken aniden çatışma çıktığı ve sanıkların silah kullanma yetkileri kapsamında ve meşru müdafaa şartları içinde hareket ederek A.K. ve U.K.nın ölümüne neden oldukları sonucuna varan Ceza Mahkemesi, neticeten sanıkların beraatine karar verilmiştir. Ceza Mahkemesine göre ölenlerin kullandıkları silahların özelliği dikkate alındığında sanıkların ateşli silah kullanmaları ölçülüdür ve aniden gelişen olay sırasında alınabilecek başka bir koruma tedbiri bulunmamaktadır. Başvurucunun da aralarında bulunduğu katılanların temyiz talepleri, Yargıtay Ceza Dairesinin 11/6/2009 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Böylece sanıkların beraatine ilişkin hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu -kayınvalidesi ve kayınbiraderi ile birlikte- başka ihlal iddiaları yanında ölen yakınlarının yaşam haklarının da ihlal edildiğini ileri sürerek 9/12/2009 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuru yapmıştır. Yaptığı inceleme sonunda AİHM 25/2/2014 tarihinde, operasyonun tüm riski olabildiğince azaltacak şekilde hazırlanmadığı ve kontrol edilmediği, olayda kullanılan ölümcül gücün Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi anlamında mutlak gerekli olduğunun tespit edilmediği gerekçesiyle yaşam hakkının maddi (esas) boyutunun; soruşturmadaki yetersizlikler nedeniyle de yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar vermiştir. Bundan başka AİHM, başvuruculara 000 avro maddi, 000 avro manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Kararda, ihlalin giderilmesine yönelik genel veya bireysel herhangi bir önlem veya araca yer verilmemiştir. AİHM yaşam hakkının usul boyutuyla ilgili karara varırken Cumhuriyet Başsavcılığının olaya karışan polis memurlarını olaydan on günden daha fazla zaman geçtikten sonra ifadeye çağırmasını, aynı polis memurlarının olay sonrasında birbirlerinden ayrı tutulmamasını ve adli soruşturmadan önce idari soruşturma kapsamında ifade vermelerinin kendilerinden istenmesini, evi izlemekle görevli iki polis memurunun ifadelerine olaydan yaklaşık bir yıl sonra başvurulmasını, başvurucuların olay yerinde olayın yeniden kurgulanmasına (keşif yapılmasına) yönelik taleplerinin Ceza Mahkemesince reddedilmesini ve ölenlerin yakınında bulunan silahlarda herhangi bir parmak izi incelemesi yapılmamasını dikkate almıştır. Başvurucu vekili 21/1/2015 tarihinde, AİHM kararında yapılan tespitleri gerekçe göstererek Ceza Mahkemesinden 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesine istinaden yargılamanın yenilenmesini talep etmiştir. Ceza Mahkemesi, yasal şartları bulunmadığı gerekçesiyle yargılamanın yenilenmesi talebini reddetmiştir. Başvurucu vekili, 5271 sayılı Kanun'un maddesinde yazılı şartların gerçekleştiği iddiasıyla Ceza Mahkemesince verilen karara itiraz etmiştir. Başvurucu vekilinin itirazı, Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesince ( Ceza Mahkemesi) 22/4/2015 tarihinde reddedilmiştir. Söz konusu kararın ilgili kısmı şöyledir:"CMK. nun 311 maddesinde hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi müessesesi düzenlenmiş olup, katılanlar tarafından hükümlü aleyhine yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunulmakta olduğundan, bu kapsamda değerlendirilecek olan maddenin CMK.nun 311 değil, CMK.nun 314 maddesi olduğu, Avrupa İnsan Mahkemesi'nin itiraza konu edilen kararı ile birlikte CMK.nun maddesi ele alındığında, Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi'nin 16/02/2015 tarih ve 2005/226 Esas, 2007/162 Karar sayılı ek kararı usul ve yasaya uygun olup, herhangi bir isabetsizlik görülmediğinden, söz konusu karara itiraz eden katılanlar vekillerinin yerinde görülmeyen itirazının reddine ... karar verilmiştir...." Ceza Mahkemesince verilen karar başvurucu vekiline 6/5/2015 tarihinde tebliğ edilmiş olup bireysel başvuru 2/6/2015 tarihinde yapılmıştır. A. Ulusal Hukuk 5271 sayılı Kanun'un "Hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış bir dava, aşağıda yazılı hâllerde hükümlü lehine olarak yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görülür: ...f) Ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması veya ceza hükmü aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuru hakkında dostane çözüm ya da tek taraflı deklarasyon sonucunda düşme kararı verilmesi. Bu hâlde yargılamanın yenilenmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebilir. (2) Birinci fıkranın (f) bendi hükümleri, 2003 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararları ile, 2003 tarihinden sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvurular üzerine verilecek kararlar hakkında uygulanır." 5271 sayılı Kanun'un "Sanık veya hükümlünün aleyhine yargılamanın yenilenmesi nedenleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış olan bir dava aşağıda yazılı hâllerde sanık veya hükümlünün aleyhine olarak yargılamanın yenilenmesi yolu ile tekrar görülür:a) Duruşmada sanığın veya hükümlünün lehine ileri sürülen ve hükme etkili olan bir belgenin sahteliği anlaşılırsa.b) Hükme katılmış olan hâkimlerden biri, aleyhine ceza kovuşturmasını veya bir ceza ile mahkûmiyetini gerektirecek nitelikte olarak görevlerini yapmada sanık veya hükümlü lehine kusur etmiş ise.c) Sanık beraat ettikten sonra suçla ilgili olarak hâkim önünde güvenilebilir nitelikte ikrarda bulunmuşsa."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Yönünden Sözleşme'nin "Kararların bağlayıcılığı ve infazı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" Yüksek Sözleşmeci Taraflar, taraf oldukları davalarda Mahkeme’nin verdiği kesinleşmiş kararlara uymayı taahhüt ederler. Mahkeme’nin kesinleşen kararı, infazını denetleyecek olan [Avrupa Konseyi] Bakanlar Komitesi’ne gönderilir. [Avrupa Konseyi] Bakanlar Komitesi, kesinleşen bir kararın infazının denetlenmesinin, söz konusu kararın yorumundan kaynaklanan bir zorluk nedeniyle engellendiği kanaatinde ise, bu yorum konusunda karar vermesi için Mahkeme’ye başvurabilir. Mahkeme’ye başvurma kararı, Komite toplantılarına katılma hakkına sahip temsilcilerin üçte iki oy çokluğu ile alınır. [Avrupa Konseyi] Bakanlar Komitesi, bir Yüksek Sözleşmeci Taraf’ın, taraf olduğu bir davada verilen kesin karara uygun davranmayı reddettiği görüşünde ise, ilgili Taraf’a ihtarda bulunduktan sonra, Komite toplantılarına katılmaya yetkili temsilcilerin üçte iki oy çokluğu ile alınacak bir kararla, ilgili Taraf’ın fikrada öngörülen yükümlülüğünü yerine getirmediği meselesini Mahkeme’ye intikal ettirebilir. Mahkeme fıkranın ihlal edildiğini tespit ederse, alınacak önlemleri değerlendirmesi için davayı [Avrupa Konseyi] Bakanlar Komitesi’ne gönderir. Mahkeme, eğer fıkranın ihlal edilmediğini saptarsa, davayı, incelemesine son verecek kararı alması için [Avrupa Konseyi] Bakanlar Komitesi’ne iletir. " Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Uygulaması Yönünden AİHM'e göre Sözleşme’nin veya ekli protokollerinin ihlal edildiğinin tespitine ilişkin bir karar davalı devlete, adil tazmin yoluyla ödenmesine hükmedilen miktarları ödeme ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin (Bakanlar Komitesi) denetimine tabi olan genel ve/veya gerektiğinde bireysel önlemleri seçme yükümlülüğü yükler. Bu önlemler AİHM'in tespit ettiği ihlale iç hukuktaki düzen içinde son verme ve ihlalin doğurduğu sonuçları mümkün olduğunca ihlalden önceki duruma geri getirecek şekilde telafi etme amacını taşımaktadır (Assanidze/Gürcistan [BD], B. No: 71503/01, 8/4/2004, § 198; Benzer ve diğerleri/Türkiye, B. No: 23502/06, 12/11/2013, § 215; ve diğerleri/Rusya, B. No: 40081/14, 40088/14, 40127/14, 15/10/2015, § 165). Sözleşme’nin maddesi kapsamındaki yükümlülüğü ifa etmek için iç hukukunda kullanacağı araçları seçmek -Bakanlar Komitesinin denetimine tabi olmak koşuluyla- öncelikle ilgili devletin görevidir. Ancak bu yöntem AİHM kararında belirtilen hükümlere uygun olmak zorundadır (Scozzari ve Giunta/İtalya [BD], B. No: 39221/98, 41963/98, 13/7/2000,§ 249). Bununla birlikte AİHM, aleyhine ihlal kararı verilen devlete Sözleşme’nin maddesi kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmesi konusunda yardımcı olmak amacıyla, tespit ettiği durumun sonlandırılmasına yönelik ne tür özel ve/veya genel tedbirlerin alınabileceğini açıklama yoluna gidebilir ( ve diğerleri/Rusya, § 166; Scoppola/İtalya (No. 2) [BD], B. No: 10249/03, 17/9/2009, § 148). AİHM istisnai olarak, aleyhine ihlal kararı verilen devlet tarafından başvurulması gereken özel yolu veya alınması gereken başka bir tedbiri açıkça belirtir. Örneğin AİHM;- ve diğerleri/Rusya (anılan kararda bkz. § 169) kararında başvuruculardan ismen belirttiği ikisinin derhâl serbest bırakılmasının sağlanmasının davalı devletin görevi olduğunu, -Yiğitdoğan/Türkiye (No.2) (B. No: 72174/10, 3/6/2014, § 73) kararında en uygun giderimin başvurucunun bu yönde bir talebinin olması hâlinde Sözleşme’nin maddesinde belirtilen koşullar doğrultusunda yeniden yargılanması olacağını,-Nihayet Arıcı ve diğerleri/Türkiye (B. No: 24604/04, 16855/05, 23/10/2012, § 176) kararında davalı devletin bakanlar kurulunun kontrolü altında on üç yıldan beri sorgulama aşamasında olan soruşturmanın en kısa sürede sonuçlandırılması ve başvuranların yakınlarının hangi şartlar altında öldüğünün açıklanabilmesi için gerekli uygulamaları gerçekleştirmesi ve başvuruculara ödenmesi gereken tazminat konusunda sonuçlara varması gerektiğini,-Benzer ve diğerleri/Türkiye (anılan kararda bkz. § 219) kararında derdest olan soruşturmanın etkili bir şekilde yürütülmesi gerekliliğini,-Atiman/Türkiye (B. No: 62279/09, 23/9/2014, § 47) kararında gerekli yasal değişikliklerin yapılması gerekliliğini belirtmiştir. Bakanlar Komitesince Kabul Edilen Kararlar Yönünden Bakanlar Komitesi 19/1/2000 tarihli ve R (2000) 2 No.lu tavsiye kararında; Sözleşme'nin maddesi uyarınca Sözleşmeci Devletlerin AİHM kararlarına uyma yükümlülüklerinin hak ihlali nedeniyle zarar gören tarafın ihlal öncesinde bulanabileceği duruma mümkün olduğunca getirilmesini sağlayan birtakım önlemlerin alınmasını gerektirebileceğini hatırlatmış ve eski hâle getirmenin sağlanmasında en uygun önlemlerin neler olduğunun sorumlu devletin yetkili otoriteleri tarafından ulusal hukuk sisteminde bulunan yollar dikkate alınarak tespit edileceğini belirtmiştir. Bundan başka anılan kararda, AİHM kararlarının icrasına ilişkin uygulamanın bazı istisnai koşullarda yeniden yargılama yapılmasının eski hâle getirmenin sağlanmasında en etkin yöntem olduğunu gösterdiği hatırlatılarak Sözleşmeci devletler, eski hâle getirmenin en ileri düzeyde sağlanması maksadıyla ulusal boyutta etkin olanakların mevcudiyetini sağlamaya davet edilmiştir. Son olarak tavsiye kararında; -İhlale neden olan ulusal karardan ciddi manada olumsuz etkilenmeye devam eden mağdurun mağduriyeti adil tazmin kararı ile ortadan kaldırılamadığı ve davanın yeniden incelenmesi veya yeniden görülmesi dışında mağduriyetin giderilebilmesinin mümkün olmadığı durumlarda, -Ulusal kararın Sözleşme'ye açıkça aykırı olduğu durumlarda, -Tespit edilen ihlalin dayandığı usule ilişkin hatalar veya noksanlıkların şikâyet edilen iç hukuk yargılamasının sonucunda ciddi kuşkular uyandırdığı durumlarda Sözleşmeci tarafların -özellikle yargılamanın yeniden yapılması da dâhil- davanın yeniden incelenmesine imkân veren yeterli olanakları sağlamak amacıyla kendi hukuk sistemlerini incelemesinin teşvik edildiği vurgulanmıştır. 10/5/2006 tarihli Daimî Temsilciler Toplantısı’nda kabul edilen metinde yer alan AİHM kararlarının infazının denetimiyle ilgili kurala göre Bakanlar Komitesi bir kararın infazının denetlenmesi çerçevesinde; i. Mahkemenin vermiş olduğu adil tazminin varsa gecikme faiziyle birlikte ödenip ödenmediğini, ii. Gerektiğinde, karara uymak gayesiyle gerekli araçları seçmek için Sözleşmeci tarafa tanınan takdir hakkını gözönünde bulundurarak,-İhlali sona erdirmeyi sağlamak ve mağdur tarafın mümkün olduğunca Sözleşme'nin ihlalinden önceki durumuna kavuşturulması için bireysel önlemler alınıp alınmadığını,-Tespit edilmiş ihlallerin benzerlerinin yinelenmesinin önlenmesi veya devam eden ihlallere son verilebilmesi amacıyla genel tedbirlerin alınıp alınmadığını inceleyecektir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/9441 | Başvuru, kolluk görevlilerinin karıştığı bir ölüm olayı hakkında yürütülen ceza yargılaması sonunda sanıklar hakkında verilen beraat kararı aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuruda yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi üzerine yapılan yargılamanın yenilenmesi isteminin reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; kambiyo senedine dayalı icra takibine karşı açılan davada iddia ve itirazların karşılanmaması ve aleyhe birden fazla tazminata hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1989 doğumlu olup Antalya'da ikamet etmektedir. Başvurucu ile A. Değerli Madenler Limitet Şirketi (Şirket) aleyhine 1/10/2014 tarihinde 700 TL bedelli ve bir bankaya ciro edilmiş senede dayanılarak kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla icra takibi başlatılmıştır. Başvurucu, tüm yargılama sürecinde avukatla temsil edilmiştir.A. Başvurucunun Açtığı İmzaya İtiraz Davasıyla İlgili Süreç Başvurucu 15/10/2014 tarihinde 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun maddesine dayalı açtığı davada icra takibine konu senetteki imzanın kendisine ait olmadığını belirterek takibin iptalini, ayrıca kesinleşen icra takibinin geçici olarak durdurulması için ihtiyati tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Aksaray İcra Hukuk Mahkemesi (İcra Hukuk Mahkemesi) 6/11/2014 tarihinde başvurucunun tedbir talebini kabul ederek dava sonuçlanıncaya kadar icra takibinin geçici olarak durdurulmasına, 24/6/2015 tarihinde ise geçici durdurma tedbirini kaldırarak icra takibinin devamına karar vermiştir. İcra Hukuk Mahkemesi 8/7/2015 tarihinde başvurucunun imzaya itirazını reddetmiştir. Ayrıca başvurucunun takibe konu senet miktarının %20'si oranında inkâr tazminatını davalıya, %10'u oranında para cezasını da Hazineye ödemesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde Mahkeme; alınan Adli Tıp Kurumu (ATK) raporuyla senetteki imzanın başvurucuya ait olduğunun tespit edildiğini, dava süresince icra takibi geçici olarak durdurulduğundan ve dava esastan reddedildiğinden başvurucu aleyhine tazminat ve para cezasına hükmedildiğini açıklamıştır. Başvurucu; açtığı menfi tespit davasının sonucunun beklenmesi gerektiğini, alınan bilirkişi raporunun hüküm kurmak için yetersiz kaldığını, senetteki ciro silsilesinin kopuk olduğunu ve senetteki tanzim yerinin gerçeğe aykırı doldurulduğunu belirterek kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 16/3/2016 tarihinde başvurucunun temyiz itirazlarını reddederek kararı onamıştır.B. Başvurucunun Açtığı Menfi Tespit Davasıyla İlgili Süreç Başvurucu 15/10/2014 tarihinde -imzaya itiraz davası ile aynı tarihte- menfi tespit davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; hisselerini devrettiğinden Şirketle bir bağının kalmadığını, ödeme emrinin usule aykırı bir şekilde tebliğ edildiğini, icra takibine konu senetteki imzanın kendisine ait olmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu; ayrıca yatıracağı teminat karşılığında, dava sonuçlanıncaya kadar icra takibinin durdurulmasını talep etmiştir. Aksaray Asliye Hukuk Mahkemesi (Asliye Hukuk Mahkemesi) 23/10/2014 tarihinde ihtiyati tedbir talebini kabul ederek dava değerinin %20'si oranında teminat ödendiği takdirde icra dosyasına yatırılan paranın alacaklıya ödenmemesine karar vermiştir. Davalı Banka, davaya cevabında itiraza konu senetteki imzanın başvurucuya ait olduğunu ve başvurucunun icra takibini uzatmak amacıyla kötü niyetli olarak imzaya itiraz ettiğini iddia etmiş; icra dosyasına yatırılan paranın ödenmemesine karar verilmesine yönelik ihtiyati tedbir uygulanması nedeniyle 2004 sayılı Kanun'un maddesi gereğince alacağın %20'si oranında tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi 7/10/2015 tarihinde davayı reddetmiş ve 2004 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca asıl alacağın %20'si olan 940 TL tazminatın başvurucudan alınarak davalıya ödenmesine hükmetmiştir. Kararda; başvurucunun davalı Banka ile Şirket adına ve kefil sıfatıyla genel kredi sözleşmesi imzaladığını, kaldı ki kambiyo senedinin geçerliliğinin taraflar arsındaki mutabakatın geçerliliğinden tamamen bağımsız olduğunu, diğer yandan İcra Hukuk Mahkemesince alınan ATK raporuyla senetteki imzanın başvurucuya ait olduğunun tespit edildiğini belirtmiştir. 2004 sayılı Kanun'un maddesinin dördüncü fıkrası gereğince de asıl alacağın %20'si karşılığı tazminata karar verdiğini kaydetmiştir. Başvurucu; senedin tanzim edildiği tarihte şirket yetkilisi olmadığını, senedin yetkili hamil tarafından ciro edilmediğini, senet üzerindeki imzalara ilişkin olarak bilirkişi raporu alınmadığını, Şirketin davalı Bankaya herhangi bir borcu olup olmadığının araştırılmadığını belirterek kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 7/6/2016 tarihinde, imza incelemesine ilişkin bilirkişi raporu taraflarca kabul edilmedikçe menfi tespit davasında hükme esas alınamayacağından İcra Hukuk Mahkemesince imza inkârı yönünden yeniden bir imza incelemesi yapılarak sonuca göre karar verilmek üzere hükmü bozmuş; başvurucunun sair temyiz itirazlarını ise reddetmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi 6/7/2017 tarihinde davayı reddetmiş; kararda, Yargıtayın bozma kararına uyulması sonrasında imza incelemesi için alınan ATK raporuyla imzanın başvurucuya ait olduğunun tespit edildiğini belirtmiştir. Ayrıca 2004 sayılı Kanun'un maddesi ile maddesinin yedinci fıkrası uyarınca takip konusu alacağın %20'si olan 987 TL icra inkâr tazminatının başvurucudan alınarak davalıya ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu, senedin geçerliliğine ilişkin itirazlarının yanında ayrıca tek takip sebebiyle birden fazla icra inkâr tazminatı ödemek zorunda kalmasının hakkaniyete aykırı olduğunu belirterek kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 2/4/2019 tarihinde kararı onamıştır. Başvurucu, nihai hükmü 18/6/2019 tarihinde öğrendikten sonra 18/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur A. İlgili Mevzuat 2004 sayılı Kanun'un "İtirazın kesin olarak kaldırılması" kenar başlıklı maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:"İtirazın kaldırılması talebinin esasa ilişkin nedenlerle kabulü hâlinde borçlu, talebin aynı nedenlerle reddi hâlinde ise alacaklı, diğer tarafın talebi üzerine yüzde yirmiden aşağı olmamak üzere tazminata mahkûm edilir. Borçlu, menfi tespit ve istirdat davası açarsa, yahut alacaklı genel mahkemede dava açarsa, hükmolunan tazminatın tahsili dava sonuna kadar tehir olunur ve dava lehine sonuçlanan taraf için, daha önce hükmedilmiş olan tazminat kalkar." 2004 sayılı Kanun'un "Menfi tesbit ve istirdat davaları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tesbit davası açabilir.İcra takibinden önce açılan menfi tesbit davasına bakan mahkeme, talep üzerine alacağın yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere gösterilecek teminat mukabilinde, icra takibinin durdurulması hakkında ihtiyati tedbir kararı verebilir.İcra takibinden sonra açılan menfi tesbit davasında ihtiyati tedbir yolu ile takibin durdurulmasına karar verilemez. Ancak, borçlu gecikmeden doğan zararları karşılamak ve alacağın yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere göstereceği teminat karşılığında, mahkemeden ihtiyati tedbir yoluyle icra veznesindeki paranın alacaklıya verilmemesini istiyebilir.Dava alacaklı lehine neticelenirse ihtiyati tedbir kararı kalkar. Buna dair hükmün kesinleşmesi halinde alacaklı ihtiyati tedbir dolayısıyla alacağını geç almış bulunmaktan doğan zararlarını gösterilen teminattan alır. Alacaklının uğradığı zarar aynı davada takdir olunarak karara bağlanır. Bu zarar herhalde yüzde yirmiden aşağı tayin edilemez. Dava borçlu lehine hükme bağlanırsa derhal takip durur. İlamın kesinleşmesi üzerine münderecatına göre ve ayrıca hükme hacet kalmadan icra kısmen veya tamamen eski hale iade edilir. Borçluyu menfi tespit davası açmaya zorlayan takibin haksız ve kötü niyetli olduğu anlaşılırsa, talebi üzerine, borçlunun dava sebebi ile uğradığı zararın da alacaklıdan tahsiline karar verilir. Takdir edilecek zarar, haksızlığı anlaşılan takip konusu alacağın yüzde yirmisinden aşağı olamaz.Borçlu, menfi tesbit davası zımmında tedbir kararı almamış ve borç da ödenmiş olursa, davaya istirdat davası olarak devam edilir.Takibe itiraz etmemiş veya itirazının kaldırılmış olması yüzünden borçlu olmadığı bir parayı tamamen ödemek mecburiyetinde kalan şahıs, ödediği tarihten itibaren bir sene içinde, umumi hükümler dairesinde mahkemeye başvurarak paranın geriye alınmasını istiyebilir.Menfi tesbit ve istirdat davaları, takibi yapan icra dairesinin bulunduğu yer mahkemesinde açılabileceği gibi, davalının yerleşim yeri mahkemesinde de açılabilir. Davacı istirdat davasında yalnız paranın verilmesi lazım gelmediğini ispata mecburdur." 2004 sayılı Kanun'un "Hususi hükümler" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Rehnin paraya çevrilmesi yoliyle takipteki ödeme emirleri için 146, 147, 149 b, 150, 150 a; iflas yoliyle adi takipteki ödeme emirleri için 155 ve 156 ve kambiyo senetleri hakkındaki hususi takip usullerindeki ödeme emirleri için 168 ila 170 ve 171 ve 172 nci maddelerdeki hususi hükümler uygulanır." 2004 sayılı Kanun'un "İmzaya itiraz" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Borçlu,168 inci maddenin 4 numaralı bendine göre kambiyo senedindeki imzanın kendisine ait olmadığı yolundaki itirazını bir dilekçe ile icra mahkemesine bildirir. Bu itiraz satıştan başka icra takip muamelelerini durdurmaz.İcra mahkemesi duruşmadan önce yapacağı incelemede, borçlunun itiraz dilekçesi kapsamından veya eklediği belgelerden edindiği kanaata göre itirazı ciddi görmesi halinde alacaklıya tebliğe gerek görmeden itirazla ilgili kararına kadar icra takibinin geçici olarak durdurulmasına evrak üzerinde karar verebilir.İcra mahkemesi, 68/a maddesinin dördüncü fıkrasına göre yapacağı inceleme sonunda, inkâr edilen imzanın borçluya ait olmadığına kanaat getirirse itirazın kabulüne karar verir. İtirazın kabulü kararı ile takip durur. Alacaklının genel hükümlere göre dava açma hakkı saklıdır. İnkâr edilen imzanın borçluya ait olduğu anlaşılırsa ve itiraz ile birlikte takip ikinci fıkraya göre durdurulmuşsa, borçlu sözü edilen senede dayanan takip konusu alacağın yüzde yirmisinden aşağı olmamak üzere inkâr tazminatına ve takip konusu alacağın yüzde onu oranında para cezasına mahkûm edilir ve itiraz reddedilir. Borçlu menfi tespit veya istirdat davası açarsa, hükmolunan tazminatın ve para cezasının tahsili dava sonuna kadar tehir olunur ve davanın borçlu lehine sonuçlanması hâlinde daha önce hükmedilmiş olan tazminat ve para cezası kalkar.İcra mahkemesi, itirazın kabulüne karar vermesi hâlinde, senedi takibe koymada kötü niyeti veya ağır kusuru bulunduğu takdirde alacaklıyı senede dayanan takip konusu alacağın yüzde yirmisinden aşağı olmamak üzere tazminata ve alacağın yüzde onu oranında para cezasına mahkûm eder. Alacaklı genel mahkemede dava açarsa, para cezasının tahsili dava sonuna kadar tehir olunur ve bu davayı kazanırsa hakkında verilmiş olan para cezası kalkar."B. Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13/3/2015 tarihli ve E.2013/19-1708, K.2015/1025 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:“ ...Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; mahkemece İİK’nun 72/ maddesi uyarınca hükmedilen kötü niyet tazminatından, aynı takip nedeniyle icra hukuk mahkemesince İİK’nun 170/son maddesi uyarınca hükmedilen % 20 oranındaki icra inkar tazminatının indirilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır....İcra mahkemesi, yapacağı veya bilirkişiye yaptıracağı inceleme sonunda inkâr (itiraz) edilen imzanın borçluya ait olmadığına kanaat getirirse itirazın kabulüne karar verir (İİK. m. 170/3, c. 1). İtirazın kabulü kararı ile, borçlu hakkında yapılan takip durur. İtirazın kabulüne karar veren icra mahkemesi, alacaklının kambiyo senedini takibe koymada kötü niyetli ve ağır kusuru bulunduğunu tespit ederse aynı karar ile alacaklıyı kambiyo senedine dayanan takip konusu alacağın yüzde yirmisinden aşağı olmamak üzere tazminata ve alacağın yüzde onu oranında para cezasına mahkûm eder (İİK. m.170/4,c.1).Diğer taraftan borçlu icra takibinden önce veya takipten sonra borçlu olmadığının tespiti için genel mahkemede menfî tespit davası açabilir. Borçlunun menfî tespit davası açması ve davanın lehine sonuçlanarak kabulüne karar verilmesi halinde mahkeme, borçluyu menfî tespit davası açmaya zorlayan icra takibinin haksız ve kötü niyetle yapılmış olduğu kanısına varırsa, borçlunun talebi üzerine, borçlunun menfî tespit davası nedeniyle uğradığı zararın alacaklıdan tahsiline karar verir; bu zarar, haksızlığı anlaşılan takip konusu alacağın yüzde kırkından aşağı olamaz (İİK m. 72/5, c. 3 ve 4). Söz konusu tazminat 02/07/2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanun'un 15 inci maddesiyle, 'yüzde kırkından' ibaresi 'yüzde yirmisinden' şeklinde değiştirilmiştir.Hemen belirtmek gerekir ki, menfî tespit davası sonuçlanmadan önce itirazın kesin veya geçici kaldırılmasına karar vermiş olan icra mahkemesinin borçlu aleyhine hükmetmiş olduğu asgari yüzde yirmi tazminat (İİK. m. 68 son fıkra ve m. 68/a son fıkra), menfî tespit davasının reddi kararı ile kalkmaz; bilâkis kesinleşir yani tahsil edilebilir (alacaklı tarafından istenebilir) hale gelir. Böylece menfî tespit davasını kaybeden (açtığı menfî tespit davası reddedilen) borçlu, alacaklıya bir taraftan m. 68 son fıkra (veya m. 68/a son fıkra) hükmü gereğince, diğer taraftan m. 72/4, c. 2- 4 hükmü gereğince, iki adet (asgarî yüzde yirmi) tazminat ödemekle yükümlü olur (Baki Kuru, İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, Bası, Ankara 2013, s. 376). Nasıl ki, menfî tespit davasını kaybeden borçlu iki kez tazminata mahkûm ediliyorsa, menfî tespit davasını kaybeden alacaklı da iki kez tazminata mahkûm edilebilir (İİK. m. 68 son fıkra, m. 68/a son fıkra, m.72,V, c.3 ve 4) (Baki Kuru, a.g.e., s. 384).Bu genel açıklamaların ışığında somut olaya gelince, davacı borçlunun hakkında yapılan icra takibinden kurtulabilmek için icra mahkemesinde imzanın kendisine ait olmadığını ileri sürerek hakkında yapılan kambiyo takibine itiraz ettiği, yine aynı tarihte iş bu dava ile takibe konu senetten dolayı borçlu olmadığının tespiti ile % 40’dan aşağı olmamak üzere kötü niyet tazminatı talep ettiği anlaşılmaktadır. İcra mahkemesince davacı borçlunun imzaya itirazı kabul edilerek takibin durdurulmasına, davalı alacaklının alacağın % 20’si oranında tazminata ve % 10’u oranında para cezası ile sorumlu tutulmasına karar verildiği, iş bu menfî tespit davasında sonradan verilen karar ile davanın kabulüne, takibe konu senetten dolayı davacının davalıya borçlu olmadığının tespitine, % 40 oranında tazminatın % 20’si icra (hukuk) mahkemesince hükmedildiğinden % 20 oranında hesaplanan tazminatın davalıdan alınıp davacıya ödenmesine karar verilmiştir.İtirazın kaldırılması davasının borçlu aleyhine sonuçlanması ve tazminata hükmedilmesi durumunda, borçlunun menfî tespit davası açması halinde, borçlu aleyhine hükmedilen tazminatın infazı menfî tespit davasının kesinleşmesine kadar ertelenir. Ancak itirazın kaldırılması davasının, borçlu lehine sonuçlanması veya borçlunun açtığı imzaya itiraz davasının lehine sonuçlanması halinde hükmedilen tazminatın, yine borçlunun açmış olduğu menfî tespit davasının lehine sonuçlanması halinde hükmedilen tazminattan mahsup edileceğine ilişkin yasal bir düzenleme bulunmamaktadır. Ayrıca, İİK’nun 72/ maddesinde düzenlenen tazminat, kötü niyet tazminatı; İİK’nun 170/ maddesinde düzenlenen tazminat ise icra inkar tazminatı olup, nitelikleri de farklı tazminat türleridir.Yukarıda da belirtildiği üzere, menfî tespit davasını kaybeden borçlu iki kez tazminata mahkûm ediliyorsa, menfî tespit davasını kaybeden alacaklı da iki kez tazminata mahkûm edilebilir (m. 68 son fıkra, m. 68/a son fıkra, m.72,V, c.3 ve 4). Kaldı ki, hangi hallerde icra mahkemesince hükmedilen tazminatın kalkacağı yasada açıkça düzenlenmiştir. Bu bakımdan, yerel mahkemenin borçlunun açmış olduğu imzaya itiraz davasında İİK’nun 170/son maddesi uyarınca hükmedilen % 20 oranındaki tazminatın, yine borçlunun aynı takip nedeniyle açmış olduğu menfî tespit davasında İİK’nun 72/ maddesi uyarınca hükmedilen % 40 kötü niyet tazminatından indirilmesi gerektiği yönündeki direnme kararının bozulması gerekmiştir...." Yargıtaya göre icra mahkemeleri, önlerine gelen uyuşmazlığı genel hükümlere göre çok daha hızlı olan takip hukuku kurallarına göre ve basit usulde yargılama yaparak çözen özel mahkemelerdir. Buna karşılık Yargıtay, menfi tespit davasının genel hükümlere göre açılan ve genel mahkemelerce yazılı usulde yargılama yapılarak sonuçlandırılması gereken bir dava olduğunu, icra yargılamasına göre sonuçlanmasının çok daha uzun zaman alacağını kaydetmiştir. Yargıtay; genel hükümler uyarınca açılan menfi tespit davasının takip hukukuna göre ve basit usulde yargılama yapan icra mahkemesinde bekletici mesele yapılamayacağını, aksi durumun icra iflas hukukunun temel ilkeleri ve icra yargılamasının varlık nedeniyle bağdaşmayacağını belirtmektedir. Ayrıca Yargıtay, içtihadında icra hukuk mahkemelerinin dar yetkili mahkemeler olup şeklî anlamda yargılama yaptıklarından verdikleri kararların maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmeyeceğini ve takip hukukuna ilişkin olduğunu vurgulamaktadır (diğerleri arasından bkz. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13/3/2015 tarihli ve E.2013/19-1708, K.2015/1025; 24/11/2022 tarihli ve E.2020/12-197, K.2022/1582 sayılı kararları; Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/11/2010 tarihli ve E.2010/12717, K.2010/25521; 10/10/2021 tarihli ve E.2021/8162, K.2021/8791 sayılı kararları; Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/11/2019 tarihli ve E.2019/1420, K.2019/5086 kararı). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/25805 | Başvuru, kambiyo senedine dayalı icra takibine karşı açılan davada iddia ve itirazların karşılanmaması ve aleyhe birden fazla tazminata hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, görevinden uzaklaştırılıp sonrasında iade edilen kamu görevlisinin sonradan ödenen aylıkları için faiz tahakkuk ettirilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 25/11/2019 tarihinde öğrendikten sonra 18/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/41999 | Başvuru, görevinden uzaklaştırılıp sonrasında iade edilen kamu görevlisinin sonradan ödenen aylıkları için faiz tahakkuk ettirilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 18/7/2021 tarihinde öğrendikten sonra 11/8/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/41517 | Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, öğretmen olarak çalışma izninin iptal edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü sunmuştur Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. OHAL tedbirleri kapsamında 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı OHAL KHK'sı) maddesinde yapılan düzenlemeyle, millî güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fetullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) silahlı terör örgütüne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen KHK ekindeki listede yer alan özel öğretim kurum ve kuruluşları kapatılmıştır. Millî Eğitim Bakanlığının21/7/2016 tarihli ve 7783529 sayılı Genelge'si (Genelge) ile de; "Cumhuriyet Savcılıklarınca haklarında işlem başlatılan özel öğretim kurumları ile özel öğrenci yurtlarından yönetimine kayyum atanmayan kurumlar ve kayyum atanan kurumlarda kayyum ataması yapılmadan önce görev yapan, yönetici, eğitimci, öğretmen, uzman öğretici, usta öğretici ve diğer personelin Milli Eğitim Bakanlığı Bilişim Sistemleri (MEBBİS) üzerinden tespitleri yapılarak çalışma izinleri valiliklerce iptal edilecek, bu personele başka bir özel öğretim kurumunda çalışma izin onayı düzenlenmeyerek MEBBİS üzerinde gerekli bilgiler işlenecektir" kuralı getirilmiştir. Başvurucu Afyon Kocatepe Üniversitesi Uşak Eğitim Fakültesini 15/6/2007 tarihinde bitirerek sınıf öğretmenliği yapmaya hak kazanmış ve Millî Eğitim Bakanlığına bağlı olarak faaliyet gösteren özel bir okulda öğretmen olarak çalışmaya başlamıştır. Başvurucunun çalıştığı okul, millî güvenliğe tehdit oluşturduğu, FETÖ/PDY ile aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olduğu gerekçesiyle 677 sayılı OHAL KHK'sı hükümleri gereği kapatılmıştır. Başvurucu, İzmir İl Millî Eğitim Müdürlüğüne 21/9/2016 tarihinde başvurarak lisans diplomasının iptal edilip edilmediğini ve çalışma izninin olup olmadığını sormuştur. İdare cevabında, lisans diplomasının iptal edilmediğini ancak Millî Eğitim Bakanlığına bağlı resmî ve özel herhangi bir kurumda çalışamayacağını bildirmiştir. Başvurucu, anılan idari işleme karşı İzmir İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde 12/10/2016 tarihinde dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; ilgili sınavlarda yeterli puan alamadığı için kamu okullarına atanamadığını, bu nedenle özel okulda çalışmak zorunda kaldığını, kapatılan okulda bir yıldır çalıştığını, Devletin izniyle açılan okulda çalışmasının suç olarak gösterilemeyeceğini, okulun terörle bağlantısını kendisinin bilmesinin mümkün olmadığını vurgulamıştır. Başvurucu, çalışma izninin iptal edilip edilmediğine ilişkin yaptığı başvuru üzerine; İdarenin lisans diplomasının iptal edilmediği ancak Millî Eğitim Bakanlığına bağlı resmî veya özel bir kurumda çalışamayacağı şeklinde cevap verdiğini, hakkında alınan kararda 667 sayılı OHAL KHK'sının gerekçe olarak gösterildiğini belirtmiştir. Başvurucu; hakkında açılmış bir soruşturma ya da kovuşturmanın mevcut olmadığını, suç işlemediği ve suçla bağlantısı ispat edilmediği sürece hakkında çalışmama cezası verilemeyeceğini, lisans diploması iptal edilmediği için öğretmen olarak çalışma hakkının engellenemeyeceğini ileri sürerek çalışma izninin iptaline ilişkin idari işlemin iptali ile çalışamamasından kaynaklanan zararlarının tazminini talep etmiştir. İdare davaya cevabında; başvurucunun iddialarının gerçeği yansıtmaktan uzak olduğu, 15 Temmuz 2016tarihinde yaşanan kalkışma hareketinin yeniden yaşanmaması için ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edildiği, 667 sayılı OHAL KHK'sıuyarınca FETÖ/PDY ile iltisakı ve irtibatı belirlenmesi sebebiyle kapatılan okullar arasında davacının çalıştığı okulun da bulunduğu, Milli Eğitim Bakanlığının 21/7/2016 tarihli ve 7687571 sayılı yazısında bu okullarda görev yapan personelin çalışma izinlerinin iptalinin istenildiği, bu izinleri iptal edilenlerin irtibatının olup olmadığının bir komisyon kurularak tespit edilip irtibatı olmayanların Milli Eğitim Bakanlığına bildirileceği ileri sürülerek açılan davanın reddi gerektiği savunulmuştur. Mahkeme 22/2/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; 8/2/2007 tarihli ve 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu'nun ilgili maddelerine atıf yapıldıktan sonra, 667 sayılı OHAL KHK'sı, 20/7/2016 tarihli ve 7738952 sayılı Millî Eğitim Bakanlığı Rehberlik ve Denetim Başkanlığı yazısında FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile bağlantılı olduğu düşünülen özel eğitim kurumları ve bu kurumlarda görev yapan personelin çalışma izinlerinin yetki ve usulde paralellik ilkesi gereğince iptal edilerek başka bir özel öğretim kurumunda çalışma izni düzenlenmemesi yönünde karar alındığı hatırlatılmıştır. İzmir Valiliği tarafından Millî Eğitim Bakanlığına gönderilen 23/11/2017 tarihli yazıda ise başvurucunun görev yapmış olduğu okulun kapatıldığı, aktif olarak çalışan personel arasında başvurucu da bulunduğundan çalışma izin onayları iptal edilerek bir daha özel öğretim kurumlarında çalışma izin onayı düzenlenmemesi için MEBBİS modülüne cezasının işlendiği bilgisine yer verildiği vurgulanmıştır. Başvurucunun görev yaptığı okulun FETÖ/PDY ile bağlantısı olduğu tespit edilmesi ve ilgili mevzuat gözetildiğinde çalışma izninin iptali ile resmî ve özel herhangi bir okulda çalışmama cezası şeklinde uygulanan idari işlemde hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Başvurucunun anılan karara karşı yaptığı istinaf başvurusu, İzmir Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 25/5/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, ilk derece mahkemesinin kararının usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiştir. Nihai karar 13/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk (ulusal mevzuat, uluslararası düzenlemeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları) için bkz. Ayşe Ortak [GK], B.No: 2018/25011, §§ 20- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/21757 | Başvuru, öğretmen olarak çalışma izninin iptal edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Üçüncü başvurucunun annesi, ikinci başvurucunun ise eşi olan birinci başvurucu 27/6/2011 tarihinde doğum sancılarının sıklaşması üzerine Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesine başvurmuş, hastane görevlilerince doğumun henüz gerçekleşmeyeceği söylenerek müdahalede bulunulmamış ve hastaneden gönderilmiştir. Aynı tarihte sancıların yeniden sıklaşması üzerine birinci başvurucu; Özel E. Hastanesine gitmiş, doğumun gerçekleşeceği anlaşılarak önce normal doğuma alınmış, suni sancı verilmiş, belirli bir sürede normal doğumun gerçekleşmemesi üzerine 28/6/2011 tarihinde sezaryenle doğuma alınmış ve doğum sırasında oksijensiz kalan üçüncü başvurucu % 99 oranında engelli olarak dünyaya gelmiştir. Doğum sonrasında SP Epilepsi tanısı konulan üçüncü başvurucu; Özel A. Hastanesine sevk edilmiş, bu hastanede yoğun bakımda kalmış, çeşitli tedaviler uygulanmış ancak sonuç olarak %99 oranında engelli olarak yaşamaya mahkûm olmuştur. Başvurucular tarafından zararlarının tazminine karar verilmesi talebiyle 28/1/2015 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açılmıştır. Dava dilekçesinde; birinci başvurucunun 28/6/2011 tarihinde doğum sancılarının başlaması üzerine Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesine başvurduğu, hastane görevlilerince doğuma 15-20 gün kaldığı söylenilerek gönderildiği belirtilmiştir. Daha sonra doğum sancılarının artması üzerine Özel E. Hastanesine başvurduğu, burada birinci başvurucunun önce normal doğuma alındığı, normal doğumun gerçekleşmemesi üzerine sezaryenle doğumun gerçekleştirildiği, bu hastanede 3-4 gün kaldığı, bebeğin oksijensiz kalması nedeniyle hayati fonksiyonlarını yerine getiremediği ifadelerine yer verilmiştir. Özel E. Hastanesinde yoğun bakım ünitesinin olmadığı, doğumun zor gerçekleştiği, bebeğin doğum esnasında oksijensizkaldığı belirtilerek özel A. Hastanesine sevk edildiği, bebeğin adı geçen hastanenin yoğun bakımında 75 gün kaldığı vurgulanmıştır. Sonuç olarak üçüncü başvurucuya SP Epilepsi tanısı konulduğu, başvurucunun beyninde kalıcı hasar oluştuğu, dava açma tarihi itibarıyla üç yaşında olan üçüncü başvurucunun konuşamadığı, beyin fonksiyonlarının hiçbirinin çalışmadığı belirtilerek maddi ve manevi zararlarının tazminine karar verilmesi talep edilmiştir. Yargılama sürecinde Adli Tıp Kurumu (ATK) İhtisas Kurulu tarafından hazırlanan 24/11/2017 tarihli raporda; birinci başvurucunun 27/6/2011 tarihinde saat 00'de doğum sancısı şikâyetiyle Bağcılar Devlet Hastanesine başvurduğu, burada muayenesinin yapıldığı, birinci başvurucunun 28/6/2011 tarihinde saat 00'da Özel E. Hastanesine doğum sancısı şikâyetiyle başvurduğu, normal doğumun denendiği ancak mümkün olmaması üzerine saat 10'da sezaryenle doğuma başlanıldığı ve üçüncü başvurucunun saat 45'te doğduğu ifade edilmiştir. Raporda bebeğin spontan solunumu olmadığından entübe edildiği, Özel A. Hastanesine sevkedildiği, bebeğin doğum öncesinde yapılan tetkiklerinde herhangi bir sıkıntının bulunmadığı ancak bebekte oluşan hastalığın nedeninin tam olarak bilinememesi nedeniyle idareye ve doğum eyleminde ve doğum sonrası başvurucunun tedavisi ile ilgilenen sağlık personeline atfı kabil kusur bulunmadığı belirtilmiştir. Mahkeme 18/4/2018 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; doğum öncesi ve sonrası müdahalelerin bebekteki rahatsızlıkta etkisi olabileceği ve çocuğun bu rahatsızlıkla doğumunun davalı idarenin sorumlu bulunduğu hastanede gerçekleştiği bu nedenle de başvurucu ve ailesi lehine tazminata hükmedilmesi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucular ile davalıların istinaf başvurusu üzerine dosyayı inceleyen İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdare Dava Dairesi tarafından 18/9/2018 tarihinde davalıların istinaf talebi kabul edilerek davanın reddine kesin olarak karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; birinci başvurucunun gebelik kontrollerini Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yaptırdığı, 27/6/2011 tarihinde saat 00 sıralarında aynı hastaneye gittiğinde doğum için bir süre daha beklenmesi gerektiğinin söylendiği, bu açıdan davalı idarenin kusurlu bir eyleminin bulunmadığı belirtilmiştir. Daha sonra birinci başvurucunun doğum sancılarının artması üzerine 28/6/2011 tarihinde saat 00 sıralarında Özel E. Hastanesine başvurduğu ve doğumun bu hastanede gerçekleştiği, özel hastane ile hasta arasındaki özel hukuk ilişkisinin var olduğu, oluşan zarar ile idarenin eylemi veya eylemsizliği arasında neden sonuç ilişkisinin bulunmadığı, özel hastaneye karşı açılacak tazminat davası açısından ise adli yargının görevli olduğu vurgulanmıştır. Nihai karar 30/10/2018 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. İlgili hukuk için bkz. Engin Aslan, B. No: 2017/15517, 30/6/2021, §§ 16-22; Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24-30; Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, §§ 19-36; Elif Dandan ve İpek Melis Dandan, B. No: 2014/9973, 5/4/2018, §§ 26- | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/33590 | Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından tedbir talebinin karara bağlanabilmesi için ek bilgi ve belgelere ihtiyaç duyulmuş ve sınır dışı işleminin yeniden değerlendirmek üzere 24/4/2017 tarihine kadar geçici olarak durdurulmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 12/4/2017 tarihinde yapılan değerlendirme neticesinde tedbir talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1965 doğumlu olup Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşıdır. İzmir Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğü tarafından 28/3/2017 tarihindekamu güvenliği açısından tehdit oluşturduğu gerekçesiyle başvurucunun idari gözetim altına alınmasına ve sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, idare mahkemesinde sınır dışı kararının iptali için açılacak davanın sınır dışı etme kararının uygulanmasını kendiliğinden durdurmadığını belirterek 31/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 23/5/2017 tarihli dilekçesiyle herhangi bir gerekçe sunmaksızın bireysel başvurusundan feragat ettiğini belirtmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/19088 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, on beş yaşından küçük çocukla cinsel ilişkiye girilmesi suçundan cezalandırılan başvurucunun suçun mağduruyla evlenmiş olmasına karşın cezaevinde tutulmasından dolayı aile hayatının sürdürülememesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 26/11/2008 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında suç tarihinde on iki yaşında olan (1994 doğumlu) mağdureyi kaçırıp alıkoyma ve cinsel ilişkide bulunma suçlarını işlediği iddiasıyla ceza davası açılmıştır. 1/6/1988 doğumlu olan başvurucu, suç tarihinde on sekiz yaşını tamamlamıştır. Adana Ağır Ceza Mahkemesindeki yargılama sırasında beyanı alınan mağdure, kendi isteğiyle başvurucu ile birlikte kaçtıklarını ve karı koca hayatı yaşadıklarını, bu beraberliklerinden nüfusa kaydı yapılmayan (9/12/2007 doğumlu) bir çocuğunun olduğunu belirtmiştir. Mağdurenin anne ve babası beyanlarında sanıktan şikâyetçi olmadıklarını ifade etmişlerdir. Adli Tıp Kurumu Başkanlığı İhtisas Kurulundan alınan 27/8/2010 tarihli raporda, mağdurenin suç tarihinde on iki yaşını bitirmiş ve on üç yaşı içinde olduğu bildirilmiştir. Mahkemenin 14/2/2011 tarihli kararıyla başvurucunun on beş yaşından küçük çocuğun cinsel istismarı suçu nedeniyle 8 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, on beş yaşından küçük çocuğu hürriyetinden yoksun bırakma suçu nedeniyle de 2 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Kararda, cezanın belirlenmesinde sanığın yargılama sürecindeki hâl ve davranışlarının lehine takdiri indirim nedeni kabul edilerek cezadan 1/6 oranında indirim yapıldığı belirtilmiştir. Karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 7/7/2014 tarihli ilamı ile onanmıştır. Başvurucu kararı 31/7/2014 tarihinde öğrenmiş ve 19/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun suç tarihinde yürürlükte olan "Çocukların cinsel istismarı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı (18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un maddesiyle yapılan değişiklikten önceki hâli) şöyledir: "(1) Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismar deyiminden; a) Onbeş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış, ..., anlaşılır. (2) Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.... " 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (6545 sayılı Kanun'un maddesiyle yapılan değişiklikten önceki hâli) (2) numaralı fıkrasının Anayasa'ya aykırı olduğu yönündeki itiraz Anayasa Mahkemesinin 12/11/2015 tarihli ve E.2015/43, K.2015/101 sayılı kararıyla reddedilmiştir. B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) hukuka uygun şekilde özgürlükten yoksun bırakılmanın doğal olarak ilgilinin özel hayatına ve aile hayatına yönelik bir kısıtlama içereceğini birçok kararında vurgulamıştır (Khoroshenko/Rusya [BD], B. No:41418/04,30/06/2015, § 106; Messina/İtalya (No. 2), B. No: 25498/94, 28/9/2000, § 61). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14400 | Başvuru, on beş yaşından küçük çocukla cinsel ilişkiye girilmesi suçundan cezalandırılan başvurucunun suçun mağduruyla evlenmiş olmasına karşın cezaevinde tutulmasından dolayı aile hayatının sürdürülememesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/51475 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kadastro tespitinin iptali istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Bireysel başvuruya konu kadastro tespitine itiraz davasının 18/2/1988 tarihinde Kaş Kadastro Mahkemesinde açıldığı, başvurucunun babası G.nin müdahil davacı sıfatıyla davada taraf olduğu, G.nin uyuşmazlık konusu taşınmazı başvurucuya devretmesi üzerine de babası G. yerine başvurucunun 11/9/1996 tarihinden itibaren müdahil davacı olarak davada taraf durumunda bulunduğu anlaşılmaktadır. Söz konusu davada mahkemece verilen kararlar müteaddit kereler Yargıtayca bozulmuştur. Anılan dava yerel mahkeme aşamasında derdest durumda bulunmaktadır. Başvurucu, müdahil davacı sıfatıyla tarafı olduğu davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle 20/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/21883 | Başvuru, kadastro tespitinin iptali istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, hamiline çek defteri yaprağını kullanmadan hamiline çek düzenlemek suçundan Alaplı Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hakkında verilen idari para cezasına karşı Alaplı Sulh Ceza Mahkemesine itirazda bulunduğunu, Mahkeme tarafından idari yaptırım kararının kaldırılmasına karar verildiğini ancak, kendisini vekil ile temsil ettirmesine rağmen vekâlet ücretine hükmedilmediğini ileri sürerek Anayasa’nın ve maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvuru, 6/8/2013 tarihinde Alaplı Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 29/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm başkanı tarafından, 28/1/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 28/1/2015 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiş olup tanınan ek süre sonunda Bakanlık, görüşünü 24/3/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucu vekiline 7/4/2015 tarihinde tebliğ edilmiş olup, başvurucu vekili tarafından 20/4/2015 tarihinde Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyan dilekçesi ibraz edilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında, Alaplı Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 27/2/2013 tarihli ve 2013/6 Kabahat Defteri Numaralı karar tutanağı ile hamiline çek defteri yaprağını kullanmadan hamiline çek düzenlemek suçunu işlediğinden bahisle 300,00 TL idari para cezası verilmiştir. Başvurucu, vekili aracılığıyla anılan idari yaptırım kararına karşı Alaplı Sulh Ceza Mahkemesine itirazda bulunmuştur. Başvurucunun itirazı üzerine Alaplı Sulh Ceza Mahkemesi 8/7/2013 tarihli ve İş 2013/110 sayılı kararı ile "...söz konusu çekin hamiline düzenlenmediği, Berberoğlu Yapı Malzemeleri Ticareti adına düzenlendiği anlaşıldığından hukuka aykırı olarak tesis edildiği..." gerekçesiyle idari yaptırım kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, vekil ile temsil edilmesine rağmen anılan kararda vekâlet ücretine ilişkin bir hükme yer verilmemesi nedeniyle kanun yararına bozma yoluna da başvurmuş, Adalet Bakanlığı 11/10/2013 tarihli ve 94660652-105-67-8667-2013/15453/62918 sayılı kararıyla şahsi hak bakımından kanun yararına bozma yoluna gidilmesinin mümkün bulunmadığı gerekçesiyle talebin reddine karar vermiştir. Alaplı Sulh Ceza Mahkemesinin kararı başvurucu vekiline 8/7/2013 tarihinde tefhim edilmiştir. Başvurucu süresi içinde 6/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun “Yargılama giderleri” kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:“Harçlar ve tarifesine göre ödenmesi gereken avukatlık ücretleri ile soruşturma ve kovuşturma evrelerinde yargılamanın yürütülmesi amacıyla Devlet Hazinesinden yapılan her türlü harcamalar ve taraflarca yapılan ödemeler yargılama giderleridir. Hüküm ve kararda yargılama giderlerinin kimlere yükletileceği gösterilir.” 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun “Vekâlet ücreti” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Avukatlık ücreti, avukatın hukukî yardımının karşılığı olan meblâğı veya değeri ifade eder.Yüzde yirmi beşi aşmamak üzere, dava veya hükmolunacak şeyin değeri yahut paranın belli bir yüzdesi avukatlık ücreti olarak kararlaştırılabilir.İkinci fıkraya göre yapılacak sözleşmeler, dava konusu para dışındaki mal ve haklardan bir kısmının aynen avukata ait olacağı hükmünü taşıyamaz.Avukatlık asgarî ücret tarifesi altında vekâlet ücreti kararlaştırılamaz. Ücretsiz dava alınması halinde, durum baro yönetim kuruluna bildirilir.(Değişik üçüncü ve dördüncü cümle:13/1/2004 – 5043/5 md.) Avukatlık ücretinin kararlaştırılmamış olduğu veya taraflar arasında yazılı ücret sözleşmesinin bulunmadığı yahut ücret sözleşmesinin belirgin olmadığı veya tartışmalı olduğu veya ücret sözleşmesinin ücrete ilişkin hükmünün geçersiz sayıldığı hallerde; değeri para ile ölçülebilen dava ve işlerde asgari ücret tarifelerinin altında olmamak koşuluyla ücret itirazlarını incelemeye yetkili merci tarafından davanın kazanılan bölümü için avukatın emeğine göre ilâmın kesinleştiği tarihteki müddeabihin değerinin yüzde onu ile yüzde yirmisi arasındaki bir miktar avukatlık ücreti olarak belirlenir. Değeri para ile ölçülemeyen dava ve işlerde ise avukatlık asgari ücret tarifesi uygulanır.Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücreti avukata aittir. Bu ücret, iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez.” 28/12/2013 tarihli ve 28865 sayılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin “Konu ve Kapsam” kenar başlıklı maddesinin fıkrası şöyledir:“Mahkemelerde, tüm hukuki yardımlarda, taraflar arasındaki uyuşmazlığı sonlandıran her türlü merci kararlarında ve ayrıca kanun gereği mahkemelerce karşı tarafa yükletilmesi gereken avukatlık ücretinin tayin ve takdirinde, Avukatlık Kanunu ve işbu tarife hükümleri uygulanır.” 28/12/2013 tarihli ve 28865 sayılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin “Ceza davalarında ücret” kenar başlıklı maddesinin fıkrası şöyledir:“Ceza mahkemelerinde görülen tekzip, internet yayın içeriğinden çıkarma, idari para cezalarına itiraz gibi başvuruların kabulü veya ilk derece mahkemesinin kararına yapılan itiraz üzerine, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılması halinde işin duruşmasız veya duruşmalı oluşuna göre İkinci Kısım Birinci Bölüm sıradaki iş için öngörüldüğü şekilde avukatlık ücretine hükmedilir. Ancak başvuruya konu idari para cezasının miktarı Tarifenin İkinci Kısım Birinci Bölüm sıradaki iş için öngörülen maktu ücretin altında ise idari para cezası kadar avukatlık ücretine hükmedilir.” 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Masrafların ve vekalet ücretinin ödenmesi” kenar başlıklı maddesinin fıkrası şöyledir:“Kanun yoluna başvuru dolayısıyla oluşan bütün masraflar ve vekâlet ücreti, başvurusu veya savunması reddedilen tarafça ödenir.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6218 | Başvurucu, hamiline çek defteri yaprağını kullanmadan hamiline çek düzenlemek suçundan Alaplı Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hakkında verilen idari para cezasına karşı Alaplı Sulh Ceza Mahkemesine itirazda bulunduğunu, Mahkeme tarafından idari yaptırım kararının kaldırılmasına karar verildiğini ancak, kendisini vekil ile temsil ettirmesine rağmen vekâlet ücretine hükmedilmediğini ileri sürerek Anayasa’nın 10. ve 36. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucunun doğum gününde eşinin gönderdiği bir kitabın ceza infaz kurumuna kabul edilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/11/2018 tarihlerinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Ereğli (Konya) T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) terör örgütüne üye olma suçundan tutuklu olarak bulunmaktadır. Başvurucuya "Sahih-i Müslim" isimli bir kitap kargo yoluyla eşi tarafından gönderilmiştir. Başvurucunun beyanına göre adı geçen kitap doğum günü hediyesi olarak yollanmıştır. Ceza İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu Başkanlığının (Eğitim Kurulu) 24/7/2018 tarihli kararı ile kitabın başvurucuya verilmemesine karar verilmiştir. Başvurucunun Eğitim Kurulu kararına karşı şikâyet başvurusu Ereğli İnfaz Hâkimliğince (Hâkimlik), Hâkimlik kararına karşı itirazı ise Ereğli Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir. Eğitim Kurulu başvurucuya gelen kitaba ilişkin olarak 31/12/2018 tarihinde yeniden bir değerlendirme yapmış ve başvuru konusu kitabın başvurucuya verilmesine karar vermiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/32681 | Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucunun doğum gününde eşinin gönderdiği bir kitabın ceza infaz kurumuna kabul edilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi başkan ve üyelerinin yetkilerini kötüye kullandıklarına ilişkin şikâyetin reddedilmesi üzerine Ankara İdare Mahkemesinde açılan iptal davasında hukuka aykırı karar verilmesi, taleplerin adil bir şekilde değerlendirilmemesi, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 14/5/2013 tarihinde İstanbul Sulh Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 26/9/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 27/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 12/5/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi başkan ve üyelerinin, yargılandığı davada yetkilerini kötüye kullandıkları şikâyetinde bulunarak haklarında soruşturma açılması istemiyle farklı tarihlerde Bakanlığa başvurduğunu ifade etmiştir. Bakanlığın 21/3/2003 tarihli işlemiyle şikâyet edilen hâkimler hakkında ileri sürülen hususların, hâkimin yargı yetkisi ve takdir hakkı kapsamında kaldığı gerekçesiyle başvuru reddedilmiştir. Başvurucu, anılan işlem hakkında 9/6/2003 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Mahkemenin 17/12/2003 tarihli ve E.2003/1252, K.2003/1971 sayılı kararıyla hâkimler hakkında ileri sürülen iddialarla ilgili olarak yapılan inceleme sonucu soruşturma açılması veya açılmaması yolunda düzenlenen raporların disiplin soruşturmasının veya ceza kovuşturmasının idarece yapılan hazırlık aşamalarındaki işlemlerinden olduğu, bu işlemlerin idari davaya konu olabilecek nitelikte kesin ve icrai mahiyetlerinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine Danıştay Beşinci Dairesinin 30/9/2004 tarihli ve E.2004/2350, K.2004/3382 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesinin kararı onanmıştır. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 18/10/2005 tarihli ve E.2005/181, K.2005/4653 sayılı ilamıyla kabul edilmiş; dava konusu idari işlemin, davalı idarece kamu gücü kullanılarak takdir yetkisi içinde gerçekleştirildiği ve hukuksal sonuç doğurduğu, idari davaya konu edilebilecek işlemlerden olduğu belirtilerek İlk Derece Mahkemesinin kararı bozulmuştur. Mahkemece 2/3/2006 tarihli ve E.2006/428, K.2006/320 sayılı direnme kararı verilmesi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 22/10/2009 tarihli ve E.2008/2828, K.2009/1791 sayılı ilamıyla; takdir yetkisi kullanılarak tesis edilen Bakanlık işleminin, yargı yolu kapatılmamış tüm idari işlemler gibi yetki, şekil, sebep, konu, maksat yönlerinden hukuka uygunluğunun denetlenmesi gerektiği belirtilerek İlk Derece Mahkemesinin kararı bozulmuştur. Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılamada 24/6/2010 tarihli ve E.2010/222, K.2010/1007 sayılı kararla davanın reddine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir: “... Dosyada yer alan bilgi ve belgeler ile ilgili hakimler hakkında yürütülen incelemeye ilişkin inceleme dosyasının birlikte değerlendirilmesinden; davacının tanıklarının dinlenmediği ve Mahkeme heyetinin delil toplama noktasındaki görevini yerine getirmediği, dava ile ilgili yayın yasağı konulmadığı, reddi hakim taleplerinin yasal gerekçe gösterilmeksizin reddedildiği gibi hususlara ilişkin iddiaların hakimlerin yargı yetkisi ve takdir hakkı kapsamında olan iddialar olduğu ve bu hak ve yetkinin kötüye kullanıldığına dair bir delilin dosyada bulunmadığı, öte yandan, Cumhuriyet Savcısı S.B.A.'nın heyet müzakerelerine katıldığına dair bir kanıt bulunmadığı, diğer taraftan, birtakım sanık avukatları hakkında vermiş oldukları dilekçelerdeki ifadeler dikkate alınmak suretiyle mahkemeye ve kişilere karşı suç unsuru bulunduğu sonucuna varılıp heyetçe suç duyurusunda bulunularak suçun ihbar edilmesinde mevzuata aykırı bir husus bulunmadığı sonucuna varılmış olup, ilgili hakimler hakkında işlem yapılmasına yer olmadığı yolundaki 21/3/2003 tarihli davalı idare işleminde hukuka aykırılık görülmemiştir." Temyiz üzerine Danıştay Beşinci Dairesinin 26/2/2013 tarihli ve E.2010/7763, K.2013/1368 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesinin kararı onanmıştır. Karar başvurucuya 15/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkim ve Savcılar Kanunu’nun “Soruşturma” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Hâkim ve savcıların görevden doğan veya görev sırasında işlenen suçları, sıfat ve görevleri gereğine uymayan tutum ve davranışları nedeniyle, haklarında inceleme ve soruşturma yapılması Adalet Bakanlığının iznine bağlıdır. Adalet Bakanı inceleme ve soruşturmayı, adalet müfettişleri veya hakkında soruşturma yapılacak olandan daha kıdemli hâkim veya savcı eliyle yaptırılabilir.” 2802 sayılı Kanun’un “Soruşturmanın tamamlanması” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Hâkim ve savcılar hakkında tamamlanan soruşturma evrakı Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne gönderilir. Bu Genel Müdürlük tarafından yapılacak inceleme sonunda düzenlenecek düşünce yazısı üzerine kovuşturma yapılmasına veya disiplin cezası uygulanmasına gerek olup olmadığı Bakanlıkça takdir edilerek evrak ilgili mercilere tevdi olunur veya işlemden kaldırılır.” 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesinin (3) numaralı fıkrası ile maddesi. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3479 | Başvuru, İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi başkan ve üyelerinin yetkilerini kötüye kullandıklarına ilişkin şikâyetin reddedilmesi üzerine Ankara 6. İdare Mahkemesinde açılan iptal davasında hukuka aykırı karar verilmesi, taleplerin adil bir şekilde değerlendirilmemesi, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 14/5/2013 tarihinde idare mahkemesinde açtığı davanın yargılaması 10/10/2019 tarihinde tamamlanmıştır. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve diğer anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/42595 | Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, deliller yeterince toplanmadan hakkında mahkûmiyet hükmü kurulması nedeniyle adil yargılanma hakkının, mahkemenin “kaza anında aracı sanığın kullanmadığını ispatlaması gerekir” biçimindeki yaklaşımı nedeniyle de masumiyet karinesinin ihlal edildiğini iddia etmektedir. Başvuru 21/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 10/1/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 6/2/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 6/2/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı Anayasa Mahkemesine görüş sunmayacağını 3/3/2014 tarihinde bildirmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 25/9/2010 tarihinde başvurucu da dâhil üç kişinin içinde bulunduğu bir otomobil trafik kazasına karışmış, araç içerisinde bulunan diğer iki kişi ölmüştür. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 27/10/2010 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında bilinçli taksirle iki kişinin ölümüne sebebiyet vermek suçundan cezalandırılması için Ankara Ağır Ceza Mahkemesine ceza davası açılmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 22/2/2011 tarihli kararı ile başvurucunun bilinçli taksirle iki kişinin ölümüne sebebiyet vermek suçundan 3 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar Yargıtay Ceza Dairesinin 9/5/2013 tarihli ilamı ile onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu onama kararını 2/8/2013 tarihinde İlk Derece Mahkemesinde elden tebliğ ile öğrenmiştir. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, 21/8/2013 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 26/9/2014 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6385 | Başvurucu, deliller yeterince toplanmadan hakkında mahkûmiyet hükmü kurulması nedeniyle adil yargılanma hakkının, mahkemenin “kaza anında aracı sanığın kullanmadığını ispatlaması gerekir” biçimindeki yaklaşımı nedeniyle de masumiyet karinesinin ihlal edildiğini iddia etmektedir. | 0 |
Başvuru, itirazın iptali davasında hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, kendisinden borç olarak alınan paranın ödenmediğini iddia ederek borçlu Y.G. hakkında icra takibi başlatmış; takibe itiraz edilmesi üzerine 18/4/2011 tarihinde itirazın iptali davası açmıştır. Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) davanın ispatlanamadığı gerekçesiyle 11/9/2012 tarihinde davayı reddetmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2013 tarihli kararı ile hüküm bozulmuştur. Bozma kararına uyularak devam edilen yargılama sonucunda Mahkemenin25/12/2014 tarihli kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/5/2016 tarihli kararı ile hüküm onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 3/7/2018 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu 6/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/26337 | Başvuru, itirazın iptali davasında hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; yardımcı doçent kadrosuna atanmanın uygun bulunmaması nedeniyle mülkiyet hakkının, bu işleme karşı açılan davada idarenin bir parçası olan jüri tarafından düzenlenen raporun belirleyici olarak hükme esas alınması nedeniyle silahların eşitliği ile çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1978 doğumlu olup Balıkesir'de ikamet etmektedir. Balıkesir Üniversitesi Rektörlüğünce (Rektörlük) Mimarlık Mühendislik Fakültesi Jeoloji Mühendisliği Bölümünde açık bulunan bir adet yardımcı doçent kadrosu için 20/7/2015 tarihinde ilana çıkılmıştır. Herhangi bir ek şarta yer verilmeyen ilanda belirtilen yardımcı doçentlik kadrosu için -aynı Üniversitede görev yapan- başvurucu ile birlikte A.S. ve B. müracaat etmiştir. Başvurucu, mevzuatın gerektirdiği diğer belgelerin yanında bilimsel çalışma ve yayınlarından oluşan dört dosyayı da müracaat dilekçesine eklemiştir. Başvurular öncelikle Alt Kriter Komisyonunca incelenmiştir. Anılan Komisyon gerekli şartları taşımadığı gerekçesiyle B.nin başvurusunu reddetmiştir. Başvurucu ve A.S.nin müracaatları, değerlendirme yapılmak üzere jüriye havale edilmiştir. Aynı Fakültenin Jeoloji Mühendisliği Bölümü Başkanı Prof. Dr. B., Fırat Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. K. ve Pamukkale Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. H.K.dan oluşan üç kişilik jüri tarafından yapılan değerlendirme sonucunda A.S.nin yardımcı doçent kadrosuna atanması 7/10/2015 tarihinde Rektörlük makamına önerilmiştir. Jüri tarafından başvurucuyla ilgili olarak bu aşamada bir değerlendirme yapılıp yapılmadığı derece mahkemesindeki yargılamaya yansıyan belgelerden anlaşılamamaktadır. Rektörlükçe, yabancı bir üniversiteden mezun olduğu tespit edilen A.S.nin Üniversitelerarası Kurul tarafından denkliğinin onaylanmış olması şartını sağlamaması sebebiyle ataması yapılmamıştır. Başvurucu 27/10/2015 tarihinde Balıkesir Üniversitesi Mimarlık Mühendislik Fakültesi Dekanlığına (Dekanlık) müracaat ederek A.S.nin atamasının yapılamadığı gözetildiğinde şartları taşıyan tek kişi olarak kendisinin atanması talebinde bulunmuştur. Dekanlık, başvuru sırasında beyan ettiği proje, görev ve ödüllerle ilgili bilgi ve belgeleri teslim etmesini başvurucuya bildirmiştir. Bu yazının başvurucuya tebliğinde yaşanan sorunlar sebebiyle başvurucunun birkaç kez daha dilekçe vermek zorunda kaldığı anlaşılmıştır. Başvurucu en son 5/1/2016 tarihinde, ilk başvurusuna eklemiş olduğu bilimsel yayın ve çalışmalarını bir kez daha Dekanlığa ibraz etmiştir. Başvurucu tarafından temin edilen bilgi ve belgenin ibrazından sonra başvurucunun durumu jüri tarafından yeniden değerlendirilmiştir. Jüri üyelerinden B. ve K.nın olumsuz, H.K.nın ise olumlu görüş belirttiği, derece mahkemelerindeki yargılamaya sunulan belgelerden anlaşılmıştır. Dekanlık, başvurucunun atanmasının jüri üyelerinin görüşleri dikkate alınarak Rektörlükçe uygun görülmediğini 9/2/2016 tarihli yazıyla başvurucuya bildirmiştir. Jüri üyelerinin görüşlerini içeren rapor, başvurucuya tebliğ edilmemiştir. Başvurucu, bilgi edinme hakkı kapsamında jüri üyelerinin görüşlerinin verilmesini Dekanlıktan talep etmiştir. Ancak Dekanlık tarafından gönderilen yazıda jüri üyelerinin görüşlerinin verilmesinin uygun görülmediği başvurucuya bildirilmiştir. Başvurucu, atanmama işleminin iptali istemiyle 10/2/2016 tarihinde Balıkesir İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) Rektörlük aleyhine dava açmıştır. Dava dilekçesinde özetle şunları ileri sürmüştür:i. İlanda ek bir koşula yer verilmemiştir. Ayrıca Alt Kriter Komisyonunun şartları taşımayan A.S.nin talebini reddetmesi gerekirken dosyasını jüriye göndermesi dikkat çekicidir. ii. Daha önceki başvuruda belgeleri eksiksiz olarak sunduğu ve Alt Kriter Komisyonunca bu belgelerde herhangi bir eksiklik tespit edilmediği hâlde aynı belgeler bir daha istenmiştir. Şartları taşıyan tek aday olduğu hâlde atamasının gerekçesiz bir şekilde yapılmaması hukuka aykırıdır. iii. Akademik kadroya atanma sürecinin en önemli evrelerinden biri jüri değerlendirmesidir. İlan edilen akademik kadroya birden fazla adayın başvurması hâlinde - 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun maddesi ile buna dayalı olarak çıkarılan ikincil mevzuat gözetildiğinde- jüri üyesinin her bir adayla ilgili olarak ayrı ayrı değerlendirme yaptıktan sonra bunlardan hangisinin tercihe şayan olduğunu gerekçesiyle birlikte açıklaması gerekir. Jüri üyelerinin görevi, adayların asgari koşulları taşıyıp taşımadıklarını ve bilimsel yeterliliklerinin bulunup bulunmadığını değerlendirmekten ibaret olup adayın kadroya uygun olup olmadığını belirleme görevi bulunmamaktadır. iv. Jüri raporlarının tebliğ edilmesi gerekmekte iken tebliğ edilmemesi sebebiyle jüri raporlarında bilimselliğe aykırı kişisel görüş yansıtan değerlendirmelerin yapılıp yapılmadığı bilinmemektedir. Bu sebeple jüri raporlarına karşı beyanda bulunma hakkı saklı tutulacaktır. Ancak aynı zamanda Fakülte Dekanı ve Bölüm Başkanı olan jüri üyesi B. ile K.nın ortak akademik çalışmalarının bulunması jüri üyelerinin oluşumunda objektif davranılmadığını göstermektedir. Rektörlük savunma yazısında, ilan edilen kadronun Maden Yatakları ve Jeokimya Ana Bilim Dalına ilişkin olduğu oysa başvurucunun yüksek lisans ve doktora tezleri ile diğer çalışmalarının Mineraloji ve Petrografi Ana Bilim Dalı ile ilgili olduğu belirtilmiştir. Savunmada iki jüri üyesinin bu hususa vurgu yaparak başvurucu hakkında olumsuz görüş belirttiği ifade edilmiştir. Jüri üyelerinin objektif kriterlere göre seçildiği vurgulanan yazıda; başvurucunun iddialarının temelsiz olduğu, jüri üyelerinin raporlarının bilimsel kriterlere uygun bulunduğu değerlendirilmiştir. İdare Mahkemesi 25/9/2018 tarihinde idari işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde 2547 sayılı Kanun'un maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan hâline atıfta bulunulduktan sonra idarenin takdir yetkisinin mutlak olmayıp kamu yararı ve hizmet gerekleri ile sınırlı olduğu belirtilmiştir. Kararda, 2547 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca yardımcı doçentlik kadrosuna atanabilmek için ilgili alanda doktora yapmış olmanın yeterli olduğu açıklanmış; başvurucunun lisansüstü veya doktora yeterliliğini aldığı ana bilim dalı ile yardımcı doçentlik ana bilim dalının bire bir örtüşmesinin beklenemeyeceği ifade edilmiştir. Mineraloji ve Petrokimya Ana Bilim Dalı ile Maden Yatakları ve Jeokimya Ana Bilim Dalının Jeoloji Mühendisliği Bölümünün alt uzmanlık dalları olduğunun vurgulandığı kararda, kapsam ve nitelik yönünden Maden Yatakları ve Jeokimya Ana Bilim Dalını tamamlayan ve ona yakın bilim dalı olduğunda tereddüt bulunmayan Mineraloji ve Petrokimya Ana Bilim Dalında doktora yapan başvurucunun Maden Yatakları ve Jeokimya Ana Bilim Dalında yardımcı doçent kadrosuna atanamayacağı yönündeki davalı idare gerekçesinin hukuka uygun olmadığı belirtilmiştir. Davalı idarenin istinaf talebini inceleyen İzmir Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 7/3/2019 tarihinde İdare Mahkemesi kararını kaldırarak davayı kesin olarak reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, idarenin açık olan bir kadroya atama yapılmasında takdir yetkisine sahip olduğu ve idarenin yargı kararı ile atamaya zorlanamayacağı vurgulanmıştır. Kararda, başvurucunun Maden Yatakları ve Jeokimya Ana Bilim Dalı ile ilgili olarak herhangi bir çalışmasının bulunmadığı vurgulanarak kadro ilanında Maden Yatakları ve Jeokimya Ana Bilim Dalında çalışmış olma koşulu bulunmasa da jüri üyelerinin değerlendirmesi doğrultusunda başvurucunun yardımcı doçent kadrosuna atanmamasında hukuku aykırılık bulunmadığı açıklanmıştır. Nihai karar 27/4/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. 2547 sayılı Kanun'un maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan hâlinin ilgili kısmı şöyledir:"a. Bir üniversite biriminde açık bulunan yardımcı doçentlik, isteklilerin başvurması için rektörlükçe ilan edilir. Fakültelerde ve fakültelere bağlı kuruluşlarda dekan, rektörlüğe bağlı enstitü ve yüksekokullarda müdürler; biri o birimin yöneticisi, biri de o üniversite dışından olmak üzere üç profesör veya doçent tespit ederek bunlardan adayların her biri hakkında yazılı mütalaa isterler. Dekan veya ilgili müdür kendi yönetim kurullarının görüşünü de aldıktan sonra önerilerini rektöre sunar. Atama, rektör tarafından yapılır....b. Yardımcı doçentliğe atanmada aranacak şartlar: (1) Doktora veya tıpta uzmanlık unvanını veya Üniversitelerarası Kurulun önerisi üzerine Yükseköğretim Kurulunca tespit edilecek belli sanat dallarının birinde yeterlik kazanmış olmak, (2) Fakülte, enstitü veya yüksekokul yönetim kurullarınca, biri o dilin öğretim üyesi olmak üzere seçilecek üç kişilik bir jüri tarafından; sınava girenin kendi bilim alanında Türkçeden yabancı dile, yabancı dilden Türkçeye 150 - 200 kelimelik bir çeviriyi kapsayan yabancı dil sınavını başarmak.c. (Mülga: 12/8/1986 - KHK 260/7 md.; Yeniden düzenleme: 18/6/2008-5772/3 md.) Üniversiteler, yardımcı doçentlik kadrosuna atama için bu maddede aranan asgari koşulların yanında, Yükseköğretim Kurulunun onayını almak suretiyle, münhasıran bilimsel kaliteyi artırmak amacına yönelik olarak, bilim disiplinleri arasındaki farklılıkları da göz önünde bulundurarak, objektif ve denetlenebilir nitelikte ek koşullar belirleyebilirler." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/17415 | Başvuru, yardımcı doçent kadrosuna atanmanın uygun bulunmaması nedeniyle mülkiyet hakkının, bu işleme karşı açılan davada idarenin bir parçası olan jüri tarafından düzenlenen raporun belirleyici olarak hükme esas alınması nedeniyle silahların eşitliği ile çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tapu iptal ve tescil davasının sonuçlanmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun miras bırakanı tarafından 14/11/2006 tarihinde açılan tapu iptal ve tescildavası, Çorum Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde derdest durumdadır. Başvurucu makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/29348 | Başvuru, tapu iptal ve tescil davasının sonuçlanmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.