text
stringlengths
115
474k
Haklar
stringclasses
21 values
Kararın Bağlantı Linki
stringlengths
53
58
Başvuru Konusu
stringlengths
0
2.09k
labels
int64
0
1
Başvurucu, 29/4/2005 tarihinde İzmir ve Asliye Hukuk Mahkemelerinde açtığı manevi tazminat davalarında yapılan yargılamaların makul sürede bitirilemediğini belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir. Başvuru, 12/9/2013 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 11/11/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. İkinci Bölümün 4/12/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 6/1/2014 tarihli yazı ile görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: a) Başvurucu ve S.K.'nin şikâyeti üzerine İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca, A.E.’nin basın yoluyla hakaret suçundan cezalandırılması istemiyle İzmir Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır.b) İzmir Asliye Ceza Mahkemesince 26/9/2006 tarih ve E.2005/223, K.2006/681 sayılı kararla; basın yoluyla hakaret suçunun işlendiği kabul edilerek 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin , ve fıkraları, maddesinin fıkrası ve maddeleri gereği sanığın neticeten 187 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.c) Temyiz üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin 22/11/2010 tarih ve E.2009/4307, K.2010/19168 sayılı ilamıyla ceza miktarının hesaplanmasında hata yapıldığı gerekçesiyle hüküm bozulmuştur.d) Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonunda, 29/11/2011 tarih ve E.2011/85, K.2011/697 sayılı kararla; sanığın suçu işlediğine dair kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gerekçesiyle beraatine karar verilmiştir.e) Hüküm, başvurucu ve S.K.’nin temyizi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 6/1/2014 tarihli yazı ile; 6352 sayılı Kanun’un 105/2-b ve geçici maddesinin fıkrası gereği dosya incelenmeksizin İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Başvurucu ve S.K., Merkez Gazete Dergi Basım Yayın. San. ve Tic. A.Ş., Y.Y. (Yazı İşleri Müdürü) ve A.E. (Haber Muhabiri) aleyhine 29/4/2005 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları davada; 17/1/2005 tarihli Sabah Gazetesinde çıkan resimli haberin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğunu ve bu haberden üzüntü duyduklarını ileri sürerek ayrı ayrı 000 TL manevi tazminatın tahsilini talep etmişlerdir. Anılan davada yargılama, İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/144 esas sayılı dava dosyasında halen devam etmektedir. Başvurucu ve S.K., Merkez Gazete Dergi Basım Yayın. San. ve Tic. A.Ş., Y.Y. (Yazı İşleri Müdürü) ve A.E. (Haber Muhabiri) aleyhine 29/4/2005 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları davada; 17/1/2005 tarihli Takvim Gazetesinde çıkan resimli haberin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğunu ve bu haberden üzüntü duyduklarını ileri sürerek ayrı ayrı 000 TL manevi tazminatın tahsilini talep etmişler, yargılamaya İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/152 esas sayılı dava dosyasında devam edilmiştir. Başvurucu ve S.K., Merkez Gazete Dergi Basım Yayın. San. ve Tic. A.Ş., O. (Yazı İşleri Müdürü) ve A.E. (Haber Muhabiri) aleyhine 29/4/2005 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları davada; 17/1/2005 tarihli Yeni Asır Gazetesinde çıkan resimli haberin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğunu ve bu haberden üzüntü duyduklarını ileri sürerek ayrı ayrı 000 TL manevi tazminatın tahsilini talep etmişler, yargılamaya İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/151 esas sayılı dava dosyasında devam edilmiştir. İzmir Asliye Hukuk Mahkemesince, 19/4/2007 tarih ve E.2005/152, K.2007/136 sayılı kararla; İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/144 esas sayılı dava dosyası ile İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/152 esas sayılı dava dosyası arasında irtibat bulunduğu, davaların konularının aynı olduğu gerekçesiyle her iki dava dosyasının birleştirilmesine, yargılamaya İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/144 esas sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmesine karar verilmiştir. İzmir Asliye Hukuk Mahkemesince, 19/4/2007 tarih ve E.2005/151, K.2007/137 sayılı kararla; İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/144 esas sayılı dava dosyası ile İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/151 esas sayılı dava dosyası arasında irtibat bulunduğu, davaların konularının aynı olduğu gerekçesiyle her iki dava dosyasının birleştirilmesine, yargılamaya İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/144 esas sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmesine karar verilmiştir. İzmir Asliye Hukuk Mahkemesince, 30/4/2007 tarihinde, 2005/144 esas sayılı dava dosyasında; İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/152 esas sayılı dava dosyası ile İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/144 esas sayılı dava dosyası arasında farklılık bulunduğu, farklı gazetelerde, farklı içerikte yayınlanan haberlere ilişkin davalar oldukları gerekçesiyle dava dosyalarının ayrılmasına, İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi dava dosyasının Mahkemesine iadesine karar verilmiştir. İzmir Asliye Hukuk Mahkemesince, 30/4/2007 tarihinde, 2005/144 esas sayılı dava dosyasında; İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/151 esas sayılı dava dosyası ile İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/144 esas sayılı dava dosyası arasında farklılık bulunduğu, farklı gazetelerde, farklı içerikte yayınlanan haberlere ilişkin davalar oldukları gerekçesiyle dava dosyalarının ayrılmasına, İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi dava dosyasının Mahkemesine iadesine karar verilmiştir. İzmir Asliye Hukuk Mahkemesince, İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından iade edilen dava dosyaları Mahkemenin 2007/189 ve 2007/190 esas numaralarına kaydedilmişlerdir. İzmir Asliye Hukuk Mahkemesince, 17/11/2009 tarih ve E.2007/189, K.2009/410 sayılı kararla; 2007/189 esas sayılı dava dosyası ile 2007/190 esas sayılı dava dosyası arasında irtibat bulunduğu gerekçesiyle her iki dava dosyasının birleştirilmesine, yargılamaya 2007/190 esas sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmesine karar verilmiştir. İzmir Asliye Hukuk Mahkemesince 11/10/2011 tarih ve E.2007/190, K.2011/358 sayılı kararla, gazetelerde yapılan haberlerin güncel olduğu, görünürdeki gerçeğe uyduğu, haberde kamu yararı bulunduğu, manevi tazminatın unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle asıl ve birleşen davaların reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/3/2013 tarih ve E.2012/5542, K.2013/4965 sayılı kararıyla hüküm onanmıştır. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 20/6/2013 tarih ve E.2013/9251, K.2013/11968 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Karar, 13/8/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Şahsi menfaatleri haleldar olan kimse hata vukuunda zarar ve ziyan ve hataların hususi ağırlığı icabettiği surette manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ itasını dava edebilir. Hakim, bu tazminatın itası yerine diğer bir tazmin sureti ikame yahut ilave edebilir.” Mülga 818 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Hakim, kusur olup olmadığına yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için ceza hukukunun mesuliyete dair ahkamiyle bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraet karariyle de mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hakimini takyit etmez.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7123
Başvurucu, 29/4/2005 tarihinde İzmir ve 5. Asliye Hukuk Mahkemelerinde açtığı manevi tazminat davalarında yapılan yargılamaların makul sürede bitirilemediğini belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir.
1
Başvuru, kamuoyunda "İzmir Askerî Casusluk" davası olarak bilinen yargılamanın soruşturma evresinde ele geçen dijital bir belge içerisindeki başvurucu ile ilgili olduğu belirtilen birtakım bilgilerin hazırlanan iddianamede doğrudan yer almasının özel hayata saygı hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edilen ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgilere göre olaylar özetle şöyledir:A. Bireysel Başvuru Öncesindeki Süreç Başvurucu, olaylar tarihinde İzmir Foça'da disiplin subayı olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, başvuru formunda mesleğini askerî hâkim olarak belirtmiştir. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadale Kanunu'nun (TMK madde ile görevli) İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/640 Soruşturma sayılı evrakı kapsamında "çıkar amaçlı suç örgütü kurup yönetme, örgüte üye olma, kişisel verileri kayıt altına alma, devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme ve yasaklanan bilgileri temin" suçlarına yönelik olarak yürütülen soruşturma sonucunda 357 şüpheli hakkında kamu davası açılmış, (TMK madde ile görevli) İzmir Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 22/1/2013 tarihinde iddianame kabul edilerek dosyaya 2013/9 Esas sayılı numara verilmiştir. 2010/640 Soruşturma sayılı evrakı kapsamında yürütülen soruşturmada 9/5/2012 günü başlayıp devam eden operasyonlarda şüphelilerin adreslerinde yapılan aramalarda çok sayıda askerî belge, gizli kamera cihazları, dinleme cihazı ile dijital belgeler elde edilmiştir. Ele geçen dijital belgeler içerisinde şifreli ve silinmiş belgeler olduğu belirtilerek silinen belgelerin geri getirilmesi, şifrelerin kırılması; şüpheli, müşteki ve mağdur tespiti çalışmaları bu aşamada Cumhuriyet Başsavcılığının 2013/6 Soruşturma sayılı evrakından devam etmiştir. Soruşturma kapsamında şüphelilerden birinden elde edildiği belirtilen dijital belgelerin teknik incelemelerinde; şifrelenmiş vaziyette bulunan üç farklı dijital belgelerin teknik imkânlar kullanılarak şifresinin kırıldığı ve her birinin içerisinde ayrı ayrı "pandora.v12" isimli klasör tespit edildiği, "pandora.v12" isimli klasörün içerisinde yine "PANDORA" isminde bir access veri tabanı bulunduğu görevli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından belirtilmiştir. Yine elde edilen bu belgenin veri tabanı açılarak yapılan önincelemesinde; içerisinde "Koordinatörler", "Veri_1", "Veri_2" ve "Veri_3" şeklinde isimlendirilmiş dört parçanın bulunduğu, yapılan ön incelemede veri tabanındaki bilgilerin diğer şüphelilerden elde edilen birçok dijital veri ile aynı olmasından ötürü bu veri tabanının diğer şüphelilerden elde edilen dijital belgelerin toplandığı bir ortam olduğu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kabul edilmiştir. Devam etmekte olan 2013/6 Soruşturma sayılı dosyası kapsamında elde edilen bu dijital belgelerde, başvurucunun da aralarında bulunduğu birtakım kişilerle ile ilgili olduğu düşünülen verilerin suç örgütü tarafından kaydedildiğinin tespit edildiği Organize Suçlarla Mücadale Şube Müdürlüğüne bildirilerek başvurucunun mağdur sıfatıyla ifadesinin alınması için 4/2/2014 tarihinde müzekkere yazılmıştır. Başvurucunun ifadesi 24/2/2014 tarihinde alınmıştır. Başvurucu, verinin kendisi ile ilgili olduğu düşünülen kısımları ile ilgili sorulan sorulara cevap vermiş ve şikâyetçi olmuştur. Bununla birlikte 13/2/2014 tarihinde -başvurucu henüz ifade vermeden önce- elde edilen bu dijital belgeler kapsamında iddianame düzenlenmiştir. İddianamede başvurucu mağdur olarak yer almaktadır. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 2013/9 Esas sayılı dosyası ile birleştirme talepli olan iddianamenin başvuruyla ilgili kısmı şu şekildedir:"Örgüt lideri şüpheli ...'tan elde edilen dijital verilerde bulunan Pandora isimli access veri tabanı Veri_2 kısmında VALENTİNA açıklamalar bölümünde .. Y... ile ilgili şu şekilde bilgiler yer almaktadır.Kişi Kurum Adı Meslek Açıklama ..... Y... DZKK DENİZCİ Biseksüel olduğunu söylüyor, ben o ve bir erkek arkadaşıyla gurup yapmayı istiyor arka arkaya hem aktif hem pasif olacakmış Yine Pandora isimli access veri tabanı Veri_3 kısmında Y. açıklamalar bölümünde şu şekilde bilgiler yer almaktadır. Bilgi Cinsi sapık. Kadın, erkek, hayvan herşeyle ilişkiye giriyor. G.F., Ö. la sürekli beraber takılıyor. Beraber gurup yapıyorlarmış. N. isimli bir astsubayla da ilişkisi varmış. Homoseksüel ilişkide pasif olmayı tercih ediyormuş. Esrar kullanıyor. sivilden birkaç erkekle ilişkisi olduğunuda öğrendim. İsmi geçen .. Y.... adlı kişinin TC Kimlik No: ... olduğu anlaşılmıştır." (TMK madde ile görevli) İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin dosyası üzerinden devam eden dava, 6/3/2014 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesiyle TMK'nın maddesi ile görevli mahkemelerin kaldırılması üzerine İzmir Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir. Aynı Kanun'un maddesiyle 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nun 93/A maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Başvurucu, 24/4/2014 tarihinde İzmir Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığına bir dilekçe yazmıştır. Dilekçede özetle; tümüyle iftira niteliği taşıyan ve atfedilen fişleme ifadelerin kişisel saygınlığını zedelediğini, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında davada gizlilik kararı verilmesini ve duruşmanın tamamının yayımlanmasının yasaklanmasını talep etmiştir. Başvurucu; talebi ile ilgili herhangi bir olumlu yahut olumsuz yanıt alamadığını, ihlalin devam ettiğini, herhangi bir etkili başvuru yolunun bulunmadığını, dolayısıyla 24/4/2014 tarihinde başvuru yollarının tüketildiğini belirterek 21/5/2014 tarihinde bireysel başvuru yapmış ve 000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.B. Bireysel Başvurudan Sonraki Süreç İzmir Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde 16/6/2014 tarihinde yapılan duruşmada, başvurucunun talepleri ile ilgili olarak bir karar verilmek üzere beş dakika ara verildiği anlaşılmaktadır. Duruşmada başvurucunun talebi reddedilmiştir. Ses ve Görüntü Sistemi (SEGBİS) ile alınan kayıtların döküm tutanağına geçtiği şekliyle gerekçe şu şekildedir:"... İddianamenin tebliğ edilmiş olduğu, bu sebeple kamuoyu nezdinde iddianame içeriğinin bilindiği, UYAP ortamında 5237 sayılı TCK'nun 327/2 ve 334/2 maddesi kapsamın dışındaki belgelere ulaşılmasının mümkün olduğu, yargılamanın geldiği aşama, davanın kapsamı ve içeriği gözönünde bulundurularak takdiren mağdur (Y.)'ın gizlilik kararı verilmesi ve duruşmanın tamamının yayınlamasının yasaklanmasına dair talebinin reddine, oybirliği ile karar verilerek açık duruşmaya devam olundu. Birleştirme kararı verilen dosyadaki iddianamenin okunması ile yargılamaya devam edeceğiz...." Daha sonra 28/6/2014 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun'un maddesiyle 5271 sayılı Kanun'un maddesine eklemeler yapılmıştır. Bu arada İzmir Ağır Ceza Mahkemesinde yargılama devam etmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 26/2/2016 tarihli kararı doğrultusunda, 6/1/2013 ve 13/2/2014 tarihinde düzenlenen iddianameler kapsamında yargılanan sanıkların yüklenen suçları işlemedikleri sabit görüldüğü gerekçesiyle 5271 sayılı Kanun'un 223/2-b kapsamında beraat kararı verilmiştir. Bir sanık hakkında ise dava devam ederken vefat etmesi nedeniyle davanın düşürülmesine ilişkin karar verilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 21/10/2016 tarihli kararıyla, İzmir Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen beraat kararları onanmıştır. Başvurucu, onama kararının kendisine tebliğ edilmediğini, basından öğrendiğini belirterek 5271 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında 5/4/2017 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde maddi ve manevi tazminat davası açmış, 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat istemiştir. Mahkemenin 13/7/2017 tarihli ve E.2017/124, K.2017/236 sayılı kararı ile başvurucunun açtığı dava ile dava dilekçesinin içeriği ve tüm dosya kapsamına göre tazminat isteminin 5271 sayılı Kanun'un maddesinde yer alan tazminat türünden olmadığı, başvurucunun bu konuda dava açma hakkının bulunmadığı gerekçesiyle reddedildiği anlaşılmaktadır. Başvurucu istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf incelemesi İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi'nde devam etmektedir. A. Ulusal Hukuk 5271 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkrası şu şekildedir: "(3) Görevli ve yetkili mahkemeye hitaben düzenlenen iddianamede; a) Şüphelinin kimliği, b) Müdafii, c) Maktul, mağdur veya suçtan zarar görenin kimliği, d) Mağdurun veya suçtan zarar görenin vekili veya kanunî temsilcisi, e) Açıklanmasında sakınca bulunmaması halinde ihbarda bulunan kişinin kimliği, f) Şikâyette bulunan kişinin kimliği, g) Şikâyetin yapıldığı tarih, h) Yüklenen suç ve uygulanması gereken kanun maddeleri, i) Yüklenen suçun işlendiği yer, tarih ve zaman dilimi, j) Suçun delilleri, k) Şüphelinin tutuklu olup olmadığı; tutuklanmış ise, gözaltına alma ve tutuklama tarihleri ile bunların süreleri, Gösterilir. (4) İddianamede, yüklenen suçu oluşturan olaylar, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanır." 5271 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrası şu şekildedir: "(3) Açık duruşmanın içeriği, millî güvenliğe veya genel ahlâka veya kişilerin saygınlık, onur ve haklarına dokunacak veya suç işlemeye kışkırtacak nitelikte ise; mahkeme, bunları önlemek amacı ile ve gerektiği ölçüde duruşmanın içeriğinin kısmen veya tamamen yayımlanmasını yasaklar ve kararını açık duruşmada açıklar." 5271 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası şu şekildedir:"(2) Sanığa veya mağdura ait kişisel verilerin yer aldığı belgelerin, açıkça istemeleri halinde, kapalı oturumda okunmasına mahkemece karar verilebilir. 9/2/2011 tarihli ve 6110 sayılı Kanun'un maddesiyle 2802 sayılı Kanun'a eklenen ve daha sonra 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesiyle yürürlükten kaldırılan 2802 sayılı Kanun'un 93/A maddesi şu şekildeydi:"Hâkim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle:a) Ancak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir.b) Kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa hâkim veya savcı aleyhine tazminat davası açılamaz.  Devlet aleyhine açılacak tazminat davası ancak dava konusu işlem, faaliyet veya kararın dayanağı olan; a) Soruşturma sonucunda verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın veya kamu davası açılmış ise kovuşturma sonucunda verilen hükmün,  b) Dava sonunda verilen hükmün, kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde açılabilir. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın veya hükmün kesinleşmesinden önce, hâkim veya savcının söz konusu işlem, faaliyet veya kararıyla ilgili olarak görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanmaktan mahkûmiyeti hâlinde ise tazminat davası bu hükmün kesinleşmesinden itibaren bir yıl içinde açılabilir. Devlet, ödediği tazminattan dolayı, tazminat davasına konu işlem, faaliyet veya kararla ilgili olarak görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanan hâkim veya savcıya rücu eder. Kanun yoluna başvurulması için miktar veya değere ilişkin olarak öngörülen sınırlamalar, hâkim ve savcıların işlem, faaliyet veya kararlarına dayanılarak açılan her türlü tazminat ve rücu davalarında uygulanmaz. Hâkim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle Devlet aleyhine açılacak tazminat davaları ile rücu davalarında bu madde hükümleri; bu maddede hüküm bulunmayan hâllerde ise ilgisine göre Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri uygulanır. Bu madde hükümleri; a) Yüksek mahkemelerin başkanları, başkanvekilleri, daire başkanları ve üyeleri ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Danıştay Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekilinin bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar,  b) Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu müfettişleri ile adalet müfettişlerinin, yetkilerini kullanırken yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar,nedeniyle açılacak tazminat davaları hakkında da uygulanır.” 6545 sayılı Kanun'un maddesiyle 5271 sayılı Kanun'un maddesine eklenen üçüncü ve dördüncü fıkralar şu şekildedir: "(3) (Ek:18/6/2014-6545/70 md.) Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir. (4) (Ek:18/6/2014-6545/70 md.) Devlet, ödediği tazminattan dolayı görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanan hâkimler ve Cumhuriyet savcılarına bir yıl içinde rücu eder." 5271 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şu şekildedir: "(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi şu şekildedir:"Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır." 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şu şekildedir: "Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinde görülen bu davanın iddianamesinde -başvurucu gibi- mağdur sıfatıyla yer alan üçüncü bir kişinin, iddianamede yer alan kayıtların kişilik haklarına olumsuz etkilerinin bulunduğundan bahisle Ankara Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde 5271 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında açtığı davanın reddedilmesinden sonra davacı tarafından kararın temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi hükmü bozmuştur. Dairenin 11/11/2015 tarihli ve E.2015/13049, K.2015/17584 sayılı kararının ilgili kısmı şu şekildedir: "... Mahalli mahkemece, 'Davacının yargılandığı dosyada mağdur sıfatı ile yer aldığını ve bir kısım kişisel bilgileri ifşa edilen davacının durumunun CMK'nın maddesinde tahdidi olarak sayılmış bulunan Ağır Ceza Mahkemesinde görülecek tazminat isteme nedenlerinden hiçbirine uymadığı' gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. ... Görüldüğü gibi ceza yargılama mevzuatımızda kişilerin gizli veya özel hayatı ile ilgili kabul edilebilecek bilgiler ile kişilerin onur ve saygınlığını zedeleyecek ifade ve ibarelerin iddianamede bulunmasını yasaklayıcı pozitif bir hukuk kuralı bulunmamaktadır. Ancak, böyle bir düzenlemenin bulunmaması kişilerle ilgili her türlü bilginin iddianamede gösterilmesini hukuka uygun kılmakta mıdır? Başka bir anlatımla diğer kişilerden beklenen, özel hayata saygı, onur ve saygınlığı zedeleyici davranışlardan kaçınma özen ve yükümlülüğü Cumhuriyet savcısı veya hakimden beklenmeyecek midir? ... CMK'nın maddesinin fıkrasındaki "iddianamede yüklenen suçu oluşturan olaylar, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanır" hükmünü uygulayan Cumhuriyet savcıları da, zorunluluk ve gereklilikilkelerine uygun hareketle özenli davranmalı, kişilerin gizli veya özel hayat alanına ait olan, haberleşme içerikleri, kişiler arasındaki konuşmalar, özel hayatın gizliliği ve kişisel verilerle ilgili bilgi ve belgelere iddianame içeriğinde yer vermelerinin gerekli olması halinde,maruz kalınan suçlar bakımından kişilerin onur ve saygınlığını en az zedeleyecek şekilde yer vermeli, zorunluluk ve gereklilik bulunmadıkça yer vermemelidir. Gereklilik ve zorunluluğun belirlenmesinde ise suçun sübutu ve nitelendirilmesine etki ölçüsüyle hareket edilmeli,isnat edilen suçun niteliği, tarafların davadaki konumları,kişilerin ileriki yaşamlarındaki etkileri, cinsiyeti, yaşı gibi özellikleri göz önünde bulundurulmalı yer verilmesinin gerekli olduğu sonucuna ulaşıldığı takdirde ise bireysel hakları en az ihlal edecek ve bu ihlali haklı gösterecek bir yöntem benimsenmelidir.Yargılama makamları da, kamusalve özel yararlar arasındaki dengeyi gözeterek, özel bilgilerin kamuya yayılmasının önüne geçecek tedbirleri almalı, gerek kararlarında gerekse yargılamada bu hususlarda daha dikkatli ve özenli davranmalıdır. Tüm bu açıklamalar ışığında davacının iddiaları değerlendirildiğinde, iddianamede mağdur olarak gösterilen davacı hakkında tutulan fişleme kayıtlarının iddianamede aynen yer alması, içeriğiyle ilgili hiçbir değerlendirme yapılmaksızın ve değer yargısında bulunulmaksızın CMK’nın 141/ fıkrası uyarınca tazminatı gerektirmektedir. Zira sanıklara isnat edilen suç gözetildiğinde, bu kayıtların iddianamede aynen yer alması gerekmediği gibi, aynen yer almasında kamusal bir yarar da bulunmamaktadır. Yargılama faaliyetlerinden kaynaklanan ve emredici veya yasaklayıcı bir norm bulunmaması nedeniyle, kişisel kusur veya haksız fiil kapsamında değerlendirilemeyecek bu özensiz davranış nedeniyle doğanzararın giderilmesinde,Devletin kusursuz sorumluluğu söz konusu olup, yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda oluşan bu tür zararların tazminat hukukunun genel ilkeleri çerçevesinde Devlet tarafından karşılanması gerekmektedir.  Açıklanan ilkeler çerçevesinde, ispatlandığı takdirde maddi zararı ile yargılama faaliyetleri nedeniyle zedelenen kişilik haklarından dolayı makul bir miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, isabetsiz gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi,Kanuna aykırı olup ......" Yukarıda değinilen bozma kararı sonrasında Ankara Ağır Ceza Mahkemesi, bozmaya uyarak 12/4/2016 tarihli ve E.2016/88 sayılı kararıyla davacıya bir miktar manevi tazminat ödenmesine ilişkin karar vermiştir. Aynı davada mağdurlardan biri için açılan bir diğer tazminat davasında Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 18/4/2017 tarihli ve E.2017/123 sayılı kararıyla manevi tazminat kararı verilmiştir. Yine aynı davada mağdurlardan başka biri için aynı şekilde açılan tazminat davasında Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 9/5/2017 tarihli ve E.2017/144 sayılı kararıyla manevi tazminat ödenmesine ilişkin karar verilmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde yine aynı davada mağdurlardan biri için açılan bir diğer tazminat davasında 11/7/2017 tarihli ve E.2017/157 sayılı kararıyla manevi tazminata karar verilmiştir.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.” Konuyla ilgili başvuruları Sözleşme'nin maddesi altında ele alan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, ulusal makamların yargılama dosyasının taraflara ihtiva ettiği özel bilgilere erişime müsaade edilmesi (kamusal menfaat ile) söz konusu bilgilerin gizli tutulmasındaki bireysel menfaatler arasında çok hassas bir dengenin kurulması gerektiğine işaret edilmiştir (İlgili kararlar için bkz. Craxi/İtalya(2), B. No: 25337/94, 17/7/2013, §§ 75-76; Z./Finlandiya, B. No: 22009/93, 25/2/1997, §§ 111-112).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7149
Başvuru, kamuoyunda İzmir Askerî Casusluk davası olarak bilinen yargılamanın soruşturma evresinde ele geçen dijital bir belge içerisindeki başvurucu ile ilgili olduğu belirtilen birtakım bilgilerin hazırlanan iddianamede doğrudan yer almasının özel hayata saygı hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ve mahkeme kararında karşı taraf için "mağdur" ifadesinin kullanılması nedeniyle de masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 4/8/2021 tarihinde öğrendikten sonra 20/8/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru, gerekçeli karar hakkı ve masumiyet karinesi yönlerinden incelenmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/47259
Başvuru 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ve mahkeme kararında karşı taraf için "mağdur" ifadesinin kullanılması nedeniyle de masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, yükümlü olduğu askerlik görevini ifa etmediği gerekçesi ile 18/6/2001 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile Türk vatandaşlığından çıkarılmıştır. Başvurucu hakkında, Almanya'da kurulan ve Türkiye aleyhine faaliyetlerde bulunan bir birliğin yayımlamış olduğu bildirinin dağıtımından sorumlu olduğu yönünde alınan istihbari nitelikteki bir bilgiye dayanılarak 12/9/2002 tarihli Bakan oluru ile yurda giriş yasağı konulmuştur. Başvurucu, 9/10/2003 tarihli ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamında Türkiye'ye girişini engelleyecek bir durumun olup olmadığını öğrenmek istediğini belirtmiştir. İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğünün 26/6/2007 tarihli yazısı ile başvurucunun tarafına bilgi verilmesinin uygun görülmediği belirtilmiştir. Başvurucu tarafından, belirtilen işlem aleyhine 10/9/2007 tarihinde iptal davası açılmıştır. Ankara İdare Mahkemesinin 18/6/2008 tarihli ve E.2007/966, K.2008/1564 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onuncu Dairesinin 23/5/2012 tarihli ve E.2008/9378, K.2012/2458 sayılı ilamı ile İlk Derece Mahkemesi hükmünün bozulmasına karar verilmiştir. Davalı idarenin karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 21/2/2014 tarihli ve E.2012/9080, K.2014/1059 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Bozma kararına uyularak yapılan yeniden incelemede Ankara İdare Mahkemesinin 30/6/2014 tarihli ve E.2014/1086, K.2014/1016 sayılı kararı ile dava konusu işlemin iptaline hükmedilmiştir. Başvurucu 18/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Davalı idarenin temyizi üzerine Danıştay Onuncu Dairesinin 23/12/2014 tarihli ve E.2014/4644, K.2014/8069 sayılı ilamı ile onama kararı verilmiştir. Bu karar 20/2/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Karar düzeltme yoluna taraflarca başvurulmaması üzerine karar kesinleşmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13864
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 1/6/2021 tarihinde öğrendikten sonra 25/6/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/44936
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; yurt dışına çıkamama ve hâkim tarafından belirlenen yerlere belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurma yönündeki adli kontrol tedbirlerinin uygulanması nedeniyle seyahat hürriyetinin, haksız yakalama ve gözaltı tedbiri sebebiyle açılan tazminat davasında yetersiz maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, terör örgütüne üye olma suçunu işlediği iddiasıyla Mersin Cumhuriyet Başsavcılığınca (Mersin Başsavcılığı) hakkında yürütülen soruşturma kapsamında 19/3/2019 tarihinde yakalanmış ve 19/3/2019-22/3/2019 tarihleri arasında gözaltında tutulmuştur. Gözaltı süresinin sona erdiği gün sulh ceza hâkimliğince başvurucunun, kamu davası açılıp savunması alınıncaya veya hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi hâlinde bu karar kesinleşinceye kadar yurt dışına çıkamama ve hâkim tarafından belirlenen yerlere belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurma yönünde yükümlülüklere tabi tutularak adli kontrol altına alınmasına karar verilmiştir. Başvurucunun tabi tutulduğu yükümlülükleri 9/7/2019 tarihinde resen kaldıran Mersin Başsavcılığı 11/10/2019 tarihinde soruşturmayı sonuçlandırarak kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Başvurucu, hukuka aykırı şekilde yakalanıp gözaltında tutulması ve hakkında bazı adli kontrol tedbirlerinin uygulanması nedeniyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun vd. maddeleri kapsamında tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; bir siyasi partide çalıştığını, hakkında yürütülen soruşturma nedeniyle müdafiine 000 TL vekâlet ücreti ödemek zorunda kaldığını ve uygulanan adli kontrol tedbirleri nedeniyle seyahat hürriyetinin ihlal edildiğini belirterek 500 TL maddi tazminat ile haksız gözaltı tedbiri nedeniyle 000 TL, haksız adli kontrol tedbirleri nedeniyle 000 TL manevi tazminat talep etmiştir. Başvurucu, dava dilekçesine hakkında yürütülen soruşturma nedeniyle 25/3/2019 tarihinde 000 TL vekâlet ücreti ödediğine ilişkin bir serbest meslek makbuzu eklemiştir. Yargılamayı yapan Muş Ağır Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi), gözaltına alınması nedeniyle başvurucunun uğradığı maddi zararı bilirkişiye hesaplatmıştır. Bilirkişi tarafından hazırlanan rapora göre başvurucu, gözaltında tutulması nedeniyle çalışamadığı için 202,08 TL maddi zarara uğramıştır. Ceza Mahkemesi 24/11/2020 tarihinde, davayı kısmen kabul ederek başvurucuya 202,08 TL maddi tazminat ile 250 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Sözü edilen karara göre;- Yargıtayın yerleşik uygulamaları dikkate alındığında başvurucunun gözaltında kaldığı dönem için maddi zarar hesabı yapılırken ceza davasında ödenmeyen vekâlet ücreti hesaba katılmamalıdır. Bu nedenle başvurucunun ödediği vekâlet ücreti maddi zararın belirlenmesinde dikkate alınamaz. - Adli kontrol tedbirleri 5271 sayılı Kanun’un maddesi çerçevesinde açılan tazminat davasına konu edilemez. Dolayısıyla manevi zararın belirlenmesinde başvurucu hakkında uygulanan adli kontrol tedbirleri hesaba katılamaz. Başvurucu; ödediği vekâlet ücretinin maddi zarar hesabına dâhil edilmesi gerektiği, hükmedilen manevi tazminatın yetersiz olduğu ve adli kontrol tedbirleri nedeniyle de tazminata karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle istinaf kanun yoluna başvurmuş ancak başvurucunun talebi Van Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince 4/3/2021 tarihinde esastan reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 10/3/2021 tarihinde öğrendikten sonra 1/4/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 2022 yılında Mersin Başsavcılığından kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kaldırılması için sulh ceza hâkimliğinden talepte bulunulmasını ve talebin kabulü sonrasında soruşturma evrakının yetkisizlik kararıyla gönderilmesini istemiştir. Mersin Sulh Ceza Hâkimliği 19/10/2022 tarihinde Mersin Başsavcılığının konuyla ilgili talebini kabul etmiştir. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 30/5/2023 tarihinde Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğince tutuklanmıştır. Sonrasında başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Muş Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılamada henüz bir karar verilmemiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Kapsam dışı haklar
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/26111
Başvuru, yurt dışına çıkamama ve hâkim tarafından belirlenen yerlere belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurma yönündeki adli kontrol tedbirlerinin uygulanması nedeniyle seyahat hürriyetinin, haksız yakalama ve gözaltı tedbiri sebebiyle açılan tazminat davasında yetersiz maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, İş Mahkemesi tarafından verilen kararın Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK, Kurum) tarafından yerine getirilmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/3/2014 tarihinde Zonguldak İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 15/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için 24/10/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 26/12/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 7/1/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 23/1/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Bireysel Başvuru Öncesi Süreç Serbest meslek sahibi olan başvurucunun, SGK Genel Sağlık Sigortası Genel Müdürlüğü Sağlık Kurulunun 9/11/2006 tarihli ve 15919 sayılı raporuylaparanoid şizofreni tanısıyla malul olduğuna karar verilmiş ve kendisine iş göremezlik geliri bağlanmıştır. Kurum tarafından 4/9/2008 tarihinde yaptırılan kontrol muayenesi sonucu alınan hastane raporlarına dayanılarak SGK Maluliyet ve Sağlık Kurulları Daire Başkanlığının 6/10/2009 tarihli ve 33166 sayılı kararı ile başvurucunun maluliyet hâlinin devam etmediğine karar verilmiştir. Karara yapılan itiraz Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulunun 7/5/2010 tarihli ve 35/2570 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu, Kurum işleminin iptali ve malul olduğunun tespitine karar verilmesi istemiyle Zonguldak İş Mahkemesinin E.2010/419 sayılı dosyasında dava açmıştır.Mahkeme 24/7/2013 tarihli ve K.2013/353 sayılı kararı ile davayı kabul etmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Mahkememizce yapılan yargılama sonunda tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; yasal mevzuat uyarınca yargılamamız safahatında aldırılan ve yukarıda içerikleri zikrolunan bir birini teyit eder Adli Tıp İhtisas Kurulu ile Adli Tıp Genel Kurulu raporlarıyla davacı Necmi Karakuş'un 19/4/2004 tarihinden bu yana düçar olduğu hezayanlı bozukluk/şizofreni rahatsızlığı nedeni ile iş bu raporlarda belirtilen ilgili tüzük maddesi uyarınca çalışma gücünü kaybetmiş durumda olduğu, yine bu veçhile halen malüliyet halinin devam ettiği bu surette davacı kurumun davacı şahıs hakkındaki malüliyet halinin devam etmediğine ve bundan bahisle hastalık gelirinin durdurulmasına dair kararlarınında yerinde olmadığı anlaşıldığından davanın kabulüne dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. H Ü K ÜM. Yukarıda açıklanan nedenlerle1- Davacının malüliyet halinin devam etmediğine ve bundan bahisle hastalık gelirlerinin durdurulmasınadair davalı kurum işlemlerinin iptali ile;Davacının 11/10/2008 tarih ve 27021 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Çalışma Gücü Ve Meslek de Kazanma Gücü Kaybı oranı Tespit işlemleri Yönetmeliği Arıza Hastalık Listesi Ek1/A- maddesi kapsamında çalışma gücünü kaybetmiş durumdaolduğunun (yine bu veçhile halen maluliyet halinin devam etmekte olduğunu ) maluliyet baişlangıç tarihinde 19/4/2004 olduğunun tespitine, ..." Başvurucu 19/9/2013 tarihli dilekçe ile Kuruma başvurarak kararın uygulanmasını talep etmiş, Kurum 30/9/2013 tarihli yazısında kararın temyiz edildiğini belirterek onanması hâlinde işlem yapılacağını belirtmiştir. Başvurucu; şikâyete esas yargı kararının uygulanmadığını belirttiği dönemde, 11/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel Başvuru Sonrası Süreç Davalı Kurumun temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/6/2014 tarihli ve E.2013/19699, K.2014/14272 sayılı ilamı ile onanmıştır. Onama kararı üzerine Kurum 27/10/2014 tarihinde kararın gereğini yerine getirerek başvurucuya maluliyet aylığını bağlamıştır.B. İlgili HukukAnayasa’nın maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:“Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez. ” 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez. Ancak, ...disiplin hükümleri saklıdır. ” 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun'la yapılan değişiklikten önceki maddesi şöyledir:"Temyizi dava icrayı tehir etmez. Ancak müstedi indettemyiz haksız çıktığı takdirde mahkümun bihi eda ve teslim edeceğine dair kefaleti kaviye göstermek veyahut mahkümunbih olan nutuk ve eşyayı bir mevkii resmiye depozito etmek veya hasmı tarafından emval ve emlakı haczedilmiş olmak şartiyle Mahkemei Temyiz talep üzerine müstacelen icranın tehirine karar verebilir.Müstedi Devlet ise veya müzahareti adliyeye nail olup da davanın ve hükmün mahiyetine ve ahvali saireye nazaran icranın tehiri icap ediyorsa bila teminat icranın tehirine karar verilebilir.Nafaka hükümleri müstesnadır.Gayrimenkule ve buna mütaallik aynı haklara ve aile ve şahsın hukukuna mütedair hükümler katiyet kesbetmedikçe icra olunamaz." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.…”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3240
Başvuru, İş Mahkemesi tarafından verilen kararın Sosyal Güvenlik Kurumu SGK, Kurum) tarafından yerine getirilmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza infaz kurumu idaresinin işlemlerine karşı yapılan şikâyetin infaz hâkimliğince esas yönden değerlendirilmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nden (UYAP) tespit edilen şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen silahlı darbe teşebbüsü ertesinde Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu isnadıyla 20/7/2016 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu, yapılan yargılamada Yargıtay Ceza Dairesinin (ilk derece) 5/12/2018 tarihli ve E.2017/69 , K.2018/9sayılı kararıyla10 yıl hapis cezasıyla tecziye edilmiş, hâlen hükümözlü olarak Kayseri 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucu 27/2/2019 tarihinde İnfaz Kurumu Müdürlüğüne yazdığı dilekçede; diyabet (şeker) hastası olduğunu, bu durumun Sincan T Tipi KapalıCeza İnfaz Kurumundan naklen gelirken yanında getirdiği sağlık dosyasındaki raporlarla sabit olduğunu, kendisine diyet yemek, kepekli diyet ekmek ve ara öğün yemek verilmesini talep ettiğini ifade etmiştir. Başvurucu bu talebini 11/3/2019, 20/3/2019, 2/4/2019 ve 4/4/2019 tarihli dilekçelerle tekrarladığını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca 6/4/2019 tarihinden itibaren diyet yemek verilmeye başlandığını, kepekli diyet ekmeğin ise daha önceden verildiğini, heyet raporuna rağmen İnfaz Kurumunca diyet yemeğin geç verilmesi nedeniyle Bakanlığa şikâyette bulunduğunu, söz konusu şikâyet ve talep dilekçelerini yargı mercilerinde konu edebilmek için bunların fotokopilerini 4/4/2019 ve 26/6/2019 tarihli dilekçelerle talep ettiği hâlde taleplerine cevap verilmediğini dile getirmiştir. Başvurucu; hakkında yeniden doktor raporu düzenlenmesi için 11/3/2019 tarihinde revire, 20/3/2019 tarihinde de dahîliye polikliniğine götürüldüğünü, kan ve idrar tahlili yapıldığını, tahlil sonuçları hakkında tarafına bilgi verilmeyince 4/4/2019, 15/4/2019 ve 8/5/2019 tarihli dilekçelerle talepte bulunduğunu, idare tarafından talebine cevap verilmemesi üzerine 26/6/2019 tarihinde buna ilişkin dilekçelerin kayıt tarihi ve sayılarını da gösterecek şekilde fotokopilerini talep ettiğini ancak idare tarafından bu talebinin de karşılanmadığını belirtmiştir. Başvurucu; Kurum doktorunun raporu üzerine 6/4/2019 tarihinden itibaren diyet olarak verilen yemeklerin bu nitelikte olmadığını, buna ilişkin şikâyetlerini 25/4/2019, 8/5/2019, 10/5/2019, 21/5/2019 ve 27/5/2019 tarihli dilekçelerle Kuruma bildirmiştir. Başvurucu; diyet menüsü için Kurum diyetisyeni veya Kurum doktoruyla görüşmek amacıyla 10/5/2019, 21/5/2019 ve 10/6/2019 tarihli dilekçelerle İnfaz Kurumuna başvurmuştur. Taleplerinin karşılanmaması üzerine dilekçelerin fotokopilerini kayıt tarihlerinin ve sayılarının görüleceği şekilde istediğini, Kurum tarafından bu konuda hiçbir bilgi verilmediğini belirtmiştir. Başvurucu 6/4/2019 ile 26/5/2019 tarihleri arasındaki diyet yemeği uygulamasının sona erdirilme nedenini öğrenmek için 28/5/2019 tarihinde Kurum Müdürlüğüne talepte bulunmuştur. Başvurucu; Kurumun 11/6/2019 tarihinde tarafına tebliğ edilen yazısında,21/5/2019 tarihli dilekçesi de esas alınarak diyet olarak verilen yemeklerin yağsız ve tuzsuz olduğundan şikâyet etmesi nedeniyle normal yemekten faydalanmak istediğinin gıda mühendisi tarafından hazırlanan 30/5/2019 tarihli teknik raporda da belirtilmesi nedeniyle söz konusu uygulamadan vazgeçildiğinin kendisine bildirildiğini ifade etmiştir. Başvurucu 17/6/2019 tarihinde Kurum Müdürlüğüne hitaben yazdığı dilekçede diyet yemeğinin kesilmesine ilişkin bir talebi olmadığı hâlde karara esas alınan 21/5/2019 tarihli dilekçesinin fotokopisinin tarafına verilmesini talep ettiğini ancak Kurum tarafından talebinin yerine getirilmediğini belirtmiştir. Başvurucu 25/6/2019 tarihinde dilekçesinin fotokopisini tekrar istediğini, Kurum tarafından bu talebine de cevap verilmediğini ifade etmiştir. Başvurucu 10/6/2019, 18/6/2019 ve 24/6/2019 tarihli dilekçelerle kepek ekmek verilmesi talebinde bulunmuş ve dilekçesinin fotokopisini de istemiştir. Başvurucu 27/6/2019 tarihinde kepek ekmeğin verilmeye başlandığını fakat dilekçenin fotokopisinin verilmediğini belirtmiştir. Başvurucu; kronik alerji rahatsızlığının artması nedeniyle 21/5/2019, 28/5/2019, 10/6/2019, 11/6/2019, 12/6/2019, 13/6/2019, 14/6/2019, 18/6/2019 ve 25/6/2019 tarihlerinde verdiği dilekçeler ile revire çıkmayı talep ettiğini, 14/6/2019 tarihli dilekçeyle aynı tarihli dilekçenin fotokopisini talep ettiğini ancak Kurum tarafından talebine cevap verilmediğini ifade etmiştir. Başvurucu 28/6/2019 tarihinde revire çıkarıldığını belirtmiştir. Başvurucu Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) üyesi olarak görev yaparken hakkında başlatılan soruşturma kapsamında HSK üyeliğinin sona erdirildiğini, HSK'daki odasında bulunan özel eşyalarının bir kısmının ailesine ve avukatına teslim edilmediğini öğrenmesi üzerine HSK görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunduğunu, 8/7/2019 tarihli on üç sayfalık suç duyurusu dilekçesi ve eklerinin de kayıt tarihi ve sayısı ile fotokopisinin talebine rağmen kendisine verilmediğini, 11/7/2019 tarihinde bir Kurum görevlisinin şifahen kendisine dilekçenin kayıt tarihi ve sayısını söylediğini, Müdürlük talimatı gereği şikâyet dilekçelerinin fotokopilerinin verilmeyeceğinin bildirildiğini ifade etmiştir. 16/7/2019 tarihinde Kurum Müdürlüğüne hitaben yazdığı dilekçede; dilekçesinin şikâyet içerikli olmadığını, suç duyurusuna yönelik olduğunu, fotokopilerin verilmemesinde Kurum Müdürlüğünce alınmış bir karar olup olmadığını, kanuna aykırı bu uygulamanın sebebini sorduğunu belirtmiştir. İnfaz Hâkimliğine başvurduğu 25/7/2019 tarihi itibarıyla suç duyurusuyla ilgili dilekçesinin fotokopisinin kendisine verilmediğini belirtmiştir. Başvurucu, 25/7/2019 tarihinde Kayseri İnfaz Hâkimliğine yaptığı şikâyette İnfaz Kurumuna verdiği dilekçelerinin (diyet ekmek ve yemek talebi, revire çıkma -çarşaf/yastık- emanetteki eşyalarının verilmesi, tahlil sonuçlarının verilmesi, sosyal etkinliklerden yararlanma, kurum dışına gönderdiği dilekçelerin akıbeti ile ilgili bilgi verilmesi, Cumhuriyet Başsavcılığına yaptığı suç duyurusu, HSK'ya yaptığı hâkim/savcı şikâyetleri, Bakanlığa yaptığı şikâyet ve talepler vb. konularda) bazılarının kayda alınmadığını, kayda alınan dilekçelerinin de bir fotokopisi ile kayıt tarih ve sayısının kendisine verilmediğini, buna ilişkin taleplerine İnfaz Kurum Müdürlüğünce cevap verilmediğini belirterek İnfaz Kurumunun işleminin iptaline karar verilmesini talep etmiştir. Kayseri İnfaz Hâkimliği 2/8/2019 tarihinde başvurucunun talepleriyle ilgili olarak esas yönden herhangi bir değerlendirme yapmaksızın dilekçesinin reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Tutuklunun dilekçesinde belirttiği talebinin ilk aşamada/doğrudan hakimliğimiz görev alanına girmediği, zira 4675 Sayılı İnfaz Hakimliği Kanunun ve maddesinde infaz hakimliklerinin görev kapsamının belirlendiği, Yargıtay Ceza Dairesinin 12/03/2007 gün 2007/3622- 2776 Esas ve Karar Sayılı Kararı ile Ceza Genel Kurulu'nun 2004 gün2004/1-110; 2004/151 karar sayılı ilamında açıklandığı üzere, İnfaz Hakimliğinin görevlerinin, infaz kurumlarındaki yönetsel işlemleri şikayet yoluyla denetlemekten ibaret olduğu, hükümlünün infaz hakimliğine şikayette bulunabilmesi için öncelikle bulunduğu ceza infaz kurumu idaresi tarafından gerçekleştirilmiş bir işlem veya faaliyetin yapılmış olması gerektiği, ceza infaz kurumu idaresi tarafından herhangi bir işlem veya faaliyet yapılmadan hükümlü tarafından doğrudan infaz hakimliğinden işlem veya faaliyet yapmasının talep edilemeyeceği, aksi bir durumun yukarıda bahsi geçen kanun maddelerine aykırı olacağı, Hakimliğimizin ceza infaz kurumu idaresi ya da Cumhuriyet Başsavcılığı yerine geçerek hükümlüler ile ilgili açığa ayırma veya izin gibi yönetsel işlemler yapma yetki ve görevinin bulunmadığı, İnfaz Hakimliğinin görevlerinin, infaz kurumlarındaki yönetsel işlemleri şikayet yoluyla denetlemekten ve yasa ile verilen görevlerden kaynaklı diğer kısım kararları (5275 Sayılı Kanunun 105/A Maddesine göre denetimli serbestlik tedbiri gibi) vermekten ibaret olduğu, bu bağlamda hükümlünün talebi ile ilgili olarak öncelikle Ceza İnfaz Kurumu İdaresi ile Cumhuriyet Başsavcılığının bir inceleme yaparak olumlu ya da olumsuz bir karar vermesi, diğer bir deyişle hakimliğimizce denetlenebilir bir işlem oluşturulması, kararın hükümlüye tebliğini müteakip hükümlü hakkındaki işlem veya faaliyete karşı 15 gün içinde şikayet yoluna başvurursa şikayet başvuru dilekçesi ile ilgili belgelerin hakimliğimize gönderilmesi gerektiği, Yargıtay Ceza Dairesinin 02/05/2016 gün ve 2016/3014-2256 Esas ve Karar ile 25/05/2016 gün 2016/3015-2664 Esas ve Karar sayılı emsal kararlarının da aynı yönde olduğu,4675 Sayılı Kanunun 6/1 Madde ve fıkrasında ise, "Şikayet başvurusu, 5 inci maddede yazılı sürenin geçmesinden sonra veya infaz hakimliğinin görev ve yetki alanı dışında kalan bir işlem veya faaliyete karşı ya da başvuru hakkı olmayan kimselerce yapılmışsa infaz hakimi, başvuru dilekçesini esasa girmeden reddeder; şikayet başvurusu başka bir yargı merciinin görevi içerisinde ise o mercie gönderir." tutuklunun bulunduğu cihetle, aşağıdaki hüküm kurulmuştur." Başvurucu anılan karara itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde başvurucu; İnfaz Hâkimliğinin kararında şikâyetlerine ilişkin hiçbir değerlendirme yapılmadığını, İnfaz Kurumundan yazılı görüş alınmadığını, taleplerinin akıbeti ile ilgili bir araştırma yapılmadığını, bu şikayetlerine ilişkin olarak İnfaz Hâkimliğinin değerlendirme yapmaksızın şikâyeti inceleme konusunda görevli ve yetkili olmadığını belirterek ret kararı vermesinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Kayseri Ağır Ceza Mahkemesi 15/8/2019 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Nihai karar, başvurucuya 20/8/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Kurum Müdürlüğünce İnfaz Hâkimliği kararı doğrultusunda denetlenebilir bir işlem tesis edilmediğini belirterek 12/9/2019 tarihli dilekçesi ile daha önceki istekleri doğrultusunda işlem tesis edilmesini talep etmiştir. İnfaz Kurumunun ''Kurumumuzun dilekçenin fotokopisinin çekilerek hükümlüye verilmesi ile ilgili bir yükümlülüğü yoktur. Sadece başvurunun istenirse tarih ve sayısı bilgi amaçlı verilebilir." şeklinde verdiği cevabi yazı13/9/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ etmiştir. Başvurucu 27/9/2019 tarihinde 25/7/2019 tarihli şikâyet dilekçesindeki iddialarını yineleyerek istekleriyle ilgili olarak İnfaz Kurumu Müdürlüğünün yazılı veya sözlü herhangi bir cevap vermediğini belirtmek suretiyle İnfaz Kurumunun işleminin iptalini talep etmiştir. Kayseri İnfaz Hâkimliği de 16/10/2019 tarihinde başvurucunun iddialarını esas yönünden değerlendirmeksizin benzer gerekçelerle (bkz. § 23) dilekçenin reddine karar vermiştir. Başvurucu anılan karara yaptığı itirazda; daha önce Kayseri İnfaz Hâkimliğinin 2/8/2019 tarihli kararında da denetlenebilir bir işlem bulunmadığı belirtilerek esasa girilmeden taleplerinin reddedildiğini, Kurum Müdürlüğüne gönderilen dilekçesi ile ilgili herhangi bir işlem tesis edilmemesi üzerine 12/9/2019 tarihinde yeniden dilekçe vererek 25/7/2019 tarihli talebi doğrultusunda yeniden işlem yapılmasını talep ettiğini, buna rağmen Kurum Müdürünce fotokopi çekme yükümlülüklerinin bulunmadığı belirtilerek dilekçesinin iade edildiğini, ayrıca Kayseri İnfaz Hâkimliğine yaptığı başvurunun da esasa girilmeden usulden reddedildiğini, her iki İnfaz Hâkimliğinin şablon kararlarla taleplerini reddettiğini ileri sürmüştür. Kayseri Ağır Ceza Mahkemesi 31/10/2019 tarihinde Kayseri İnfaz Hâkimliği kararının usul ve kanuna uygun olduğunu belirterek itirazın reddine karar vermiştir. Nihai karar 11/11/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun "İnfaz hâkimliklerinin görevleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: " İnfaz hâkimliklerinin görevleri şunlardır : Hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri, yerleştirilmeleri, barındırılmaları, ısıtılmaları ve giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak. Hükümlülerin cezalarının infazı, müşahedeye tâbi tutulmaları, açık cezaevlerine ayrılmaları, izin, sevk, nakil ve tahliyeleri; tutukluların sevk ve tahliyeleri gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak...." 4675 sayılı Kanun'un "İnfaz hâkimliğince şikâyet üzerine verilen kararlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Şikâyet başvurusu, 5 inci maddede yazılı sürenin geçmesinden sonra veya infaz hâkimliğinin görev ve yetki alanı dışında kalan bir işlem veya faaliyete karşı ya da başvuru hakkı olmayan kimselerce yapılmışsa infaz hâkimi, başvuru dilekçesini esasa girmeden reddeder; şikâyet başvurusu başka bir yargı merciinin görevi içerisinde ise o mercie gönderir.Şikâyet başvurusu üzerine infaz hâkimi, duruşma yapmaksızın dosya üzerinden bir hafta içinde karar verir; ancak, gerek gördüğünde karar vermeden önce şikâyet konusu işlem veya faaliyet hakkında re’sen araştırma yapabilir ve ilgililerden bilgi ve belge isteyebilir; ayrıca ceza infaz kurumu ve tutukevi ile ilgili Cumhuriyet savcısının da yazılı görüşünü alır... İnfaz hâkimi, inceleme sonunda şikâyeti yerinde görmezse reddine; yerinde görürse, yapılan işlemin iptaline ya da faaliyetin durdurulmasına veya ertelenmesine karar verir.İnfaz hâkimi, bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde 1929 tarihli ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göre inceleme ve işlemlerini yürütür ve kararını verir.İnfaz hâkiminin kararlarına karşı şikâyetçi veya ilgili Cumhuriyet savcısı tarafından, tebliğden itibaren bir hafta içinde Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göre acele itiraz yoluna gidilebilir...."
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/40080
Başvuru, ceza infaz kurumu idaresinin işlemlerine karşı yapılan şikâyetin infaz hâkimliğince esas yönden değerlendirilmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, hizmet sürelerinin tespiti istemiyle 16/4/2009 tarihinde açtığı davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 15/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 28/1/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 26/2/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 16/4/2009 tarihinde hizmet sürelerinin tespiti istemiyle dava açmıştır. Afyonkarahisar İş Mahkemesinin E.2009/155 sayılı dosyasına kaydedilen dava, 16/6/2010 tarihinde, aynı Mahkemenin E.2009/154 sayılı dosyasında görülen işçi alacaklarına ilişkin dava dosyası ile birleştirilmiş ve yargılamaya E.2009/154 sayılı dosya üzerinden devam edilmiş, 10/4/2012 tarihinde ise anılan dosyadan tefrik edilerek aynı Mahkemenin E.2012/230 sayılı dava dosyasına kaydedilmiştir. Mahkeme, 13/6/2012 tarihli ve E.2012/230, K.2012/504 sayılı kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Başvurucunun temyiz istemi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/12/2013 tarihli ve E.2012/17543, K.2013/24928 sayılı ilâmı ile eksik inceleme ve araştırma sonucu hüküm kurulduğu gerekçesiyle karar bozulmuştur. Bozma sonrasında yargılamaya, aynı Mahkemenin E.2014/30 sayılı dava dosyasında devam edilmektedir. Başvurucu, 15/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ve maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası ve maddesi (bkz. B. No: 2013/6792, 18/6/2014, §§ 16–20).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11663
Başvurucu, hizmet sürelerinin tespiti istemiyle 16/4/2009 tarihinde açtığı davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru, haksız koruma tedbirleri nedeniyle açılan tazminat davasında eksik tazminata hükmedilmesinden dolayı gerekçeli karar, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 2/1/2020 tarihinde öğrendikten sonra 6/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/5812
Başvuru, haksız koruma tedbirleri nedeniyle açılan tazminat davasında eksik tazminata hükmedilmesinden dolayı gerekçeli karar, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ayırma işlemi tesis edilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Hava Kuvvetleri Komutanlığında astsubay statüsünde görev yapmakta iken ahlak dışı davranışlarda bulunduğuna dair isimsiz bir e-posta gönderilmesi üzerine başvurucu hakkında idari tahkikat başlatılmıştır. İstihbarata karşı koyma faaliyeti çerçevesinde 13/8/2013 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Daire Başkanlığı tarafından başvurucunun ifadesi alınmıştır. Söz konusu ifade metninde başvurucunun ifadesine hangi kapsamda başvurulduğu hususu belirtilmemiştir. Anılan ifade metnine göre başvurucuya nerelerde görev yaptığı, sanal ortamdaki herhangi bir sosyal paylaşım sitesinde üyeliğinin olup olmadığı, İnternet üzerinden veya yüz yüze tanışmak suretiyle birlikte olduğu kadınların kimler olduğu sorulmuştur. Başvurucu, sorulan soruları ayrıntılı olarak yanıtlamış ve ifade tutanağını imzalamıştır. İdari tahkikat sonucunda TSK'nın itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunduğu gerekçesiyle sıralı sicil üstleri tarafından başvurucu hakkında "Türk Silahlı Kuvvetlerinde kalması uygun değildir." ortak kanaatli ayırma sicil belgesi düzenlenmiştir. Başvurucu hakkında 14/4/2014 tarihinde 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesi uyarınca TSK'dan ayırma işlemi tesis edilmiştir. Başvurucu TSK'dan ayırma kararına karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) iptal davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; göreviyle ilgisi olmayan özel yaşantısına ilişkin soruların sorulduğunu, hukuka aykırı bir sorgu neticesinde elde edilen beyanlarının delil olarak kullanılamayacağını, takdirlerle dolu başarılı bir sicile sahip olmasına rağmen bu durumun dikkate alınmadığını ileri sürmüştür. AYİM, oybirliğiyle davayı reddetmiştir. AYİM kararında, başvurucunun davranışlarının, TSK'nın itibarını sarsacak nitelikte ahlak dışı davranış kapsamında olduğu ve bu nedenle başvurucunun TSK'daki görevini devam ettirmesinin uygun olmadığı belirtilmiştir. Ayrıca AYİM, başvurucunun ifadesinin usulsüz ve hukuka aykırı şartlarda alındığı iddialarını da reddetmiştir. AYİM kararında, başvurucunun ifadesinin ceza soruşturması kapsamında değil disiplin soruşturması çerçevesinde alındığı, iradesinin fesada uğratıldığına dair kanıt bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun söz konusu karara karşı karar düzeltme istemi de reddedilmiştir. Nihai karar 14/12/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili tarafından 8/1/2016 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında TSK'da görev yapan askerî personel hakkında ahlaki nedenlerle ayırma işlemi tesis edilmesine dayanak oluşturan mevzuata (G.G. [GK], B. No: 2014/16701, 13/10/2016, §§ 23-30) ve benzer durumlara ilişkin uluslararası hukuka (Yaşar Türkmen, B. No: 2014/5418, 15/2/2017, §§ 26-33) yer vermiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/434
Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden TSK) ayırma işlemi tesis edilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kanun yolu başvurularının süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2019/14072 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruya konu icra yargılamalarına ilişkin süreçte başvurucuların kanun yoluna başvuruları farklı gerekçelerle süre aşımından reddedilmiştir. Her başvuru özelinde karar gerekçeleri özetle şu şekildedir:- 2019/14072 ve 2019/39314 başvuru numaralı dosyalarda ekli tablonun (D) sütununda belirtilen Mahkeme kararları neticesinde aleyhine karar verilen tarafça istinaf talebinde bulunulmuştur. Ekli tablonun (E) sütununda belirtilen Bölge Adliye Mahkemelerince istinaf incelemeleri neticesinde bir aylık süre içinde temyiz kanun yoluna başvurulabileceği ifade edilmiştir. Temyiz talebinde bulunulduğunda ekli tablonun (F) sütununda belirtilen Yargıtay Dairelerince iki haftalık sürede temyiz kanun yoluna başvurulmadığı gerekçesiyle temyiz talepleri süre aşımından reddedilmiştir.- 2019/26948 başvuru numaralı dosyada ekli tablonun (D) sütununda belirtilen Mahkeme kararında iki hafta içerisinde temyiz kanun yoluna başvurulabileceği ifade edilmiştir. Başvurucu temyiz talebinde bulunduğunda ekli tablonun (F) sütununda belirtilen Yargıtay Dairesince sekiz günlük sürede temyiz kanun yoluna başvurulmadığı gerekçesiyle temyiz talebi süre aşımından reddedilmiştir.- 2019/33199 başvuru numaralı dosyada ekli tablonun (D) sütununda belirtilen Mahkemenin kısa kararında iki hafta içerisinde istinaf kanun yoluna, gerekçeli kararında ise sekiz gün içerisinde temyiz kanun yoluna başvurulabileceği ifade edilmiştir. Başvurucu iki hafta içerisinde temyiz talebinde bulunduğunda ekli tablonun (F) sütununda belirtilen Yargıtay Dairesince sekiz günlük sürede temyiz kanun yoluna başvurulmadığı gerekçesiyle temyiz talebi süre aşımından reddedilmiştir.- 2019/22110 başvuru numaralı dosyada ekli tablonun (D) sütununda belirtilen Mahkeme kararında iki hafta içerisinde istinaf kanun yoluna başvurulabileceği ifade edilmiştir. Başvurucunun istinaf talebi ekli tablonun (E) sütununda belirtilen İstinaf Mahkemesince on günlük sürede istinaf kanun yoluna başvurulmadığı gerekçesiyle süre aşımından reddedilmiştir. Kanun yolu mercilerinin nihai süre aşımı kararları üzerine başvurucular süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. S.K., B. No: 2015/2438, 19/4/2018, §§ 17-20; Beda Enerji Dağıtım ve Perakende Satış Hizmetleri A.Ş. ve diğerleri, B. No: 2019/5507, 23/11/2021, §§ 13-19; Hakan Bozdağ, B. No: 2018/37162, 13/1/2022, §§ 13-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/14072
Başvuru, kanun yolu başvurularının süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/764
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, eşine karşı hakaret ve tehdit suçlarını işlediği gerekçesiyle başvurucunun cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olayların meydana geldiği tarihte evli olup aralarındaki uyuşmazlık nedeniyle eşinden ayrı yaşamaktadır. Başvurucu kullanmakta olduğu cep telefonundan eşi B.Ç.ye 17/8/2013 tarihinde iki, 5/10/2013 tarihinde bir mesaj göndermiştir. Mesajlar şöyledir: 17/8/2013 tarihli mesajlar: "(1) başında erkek yok çocuğun yanında yok yolasığmaz kim ya neyin oluyor seninde sen onun yanina kurulup utanmadan geziyor çiftlik basmaya gidiyorsun insan biraz utanır ya gerçekten ama yazik hergün biraz daha yolunu kaybediyorsun böyledevam et benim isime gelir sen evli bir kadınsın daha bunu unutma. (2) ama allaha dua et batuhaninbaşina birşey gelirse beni o zaman asla taniyamazsin sen anne olsaydın oglunu dikilide yalnız birakip kepsutta evdeki çobanla yolasigmazla gezmezsin saga sola gitmezsin batuhan a kim bakiyor ablan mi ..." 5/10/2013 tarihli mesaj: "annene sor bakalim kepsutta kiminle gezmiş oglum sen okulda dayak yerken annen kepsut ta elin adamiyla yaninda oglu kocasi olmadan gezen annen elin ciftligini basmaya gidiyor bunlari anlat ogluna senle gurur duyar ben seherle gezmiyorum ama sen elin adamiyla geziyorsun yukarida alah var görecek hesabini" Yukarıda yer verilen mesajlar nedeniyle Dikili Cumhuriyet Başsavcılığının 16/1/2014 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında hakaret ve basit tehdit suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Dikili Sulh Ceza Mahkemesi 3/6/2014 tarihinde başvurucunun hakaret ve tehdit suçlarından toplam 360 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına kesin olarak karar vermiştir. Başvuruya konu kararın gerekçesinde başvurucu ile eşinin aralarındaki sorunlar nedeniyle ayrı yaşadığı; başvurucunun 17/8/2013 tarihli ilk mesaj ve 5/10/2013 tarihli mesaj ile eşine hakaret ettiği, 17/8/2013 tarihli ikinci mesaj ile de eşini tehdit ettiği belirtilmiştir. İlk derece mahkemesinin 3/6/2014 tarihli kararı başvurucu vekilinin yüzüne karşı tefhim edilmiş olup bireysel başvuru 30/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Somut başvuruyla ilgili ulusal hukuk kurallarının yer aldığı karar için Bekir Coşkun ([GK] B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 18) kararına; uluslararası hukuk kurallarının yer aldığı karar için Kemal Kılıçdaroğlu (B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 29-37) kararına bakılabilir.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10736
Başvuru, eşine karşı hakaret ve tehdit suçlarını işlediği gerekçesiyle başvurucunun cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, iş kazası sonucu maluliyetten doğan maddi ve manevi tazminatın tahsili talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 14/4/2009 tarihinde dava açmıştır. Yargıtay Hukuk Dairesi 18/4/2019 tarihinde kararı düzelterek onamış ve hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu, açtığı davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 28/6/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22722
Başvuru, iş kazası sonucu maluliyetten doğan maddi ve manevi tazminatın tahsili talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ölüm olayı hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla bir örneği temin edilen Pervari Cumhuriyet Başsavcılığının (Cumhuriyet Başsavcılığı) 2014/221 Sor. sayılı soruşturma dosyası çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Siirt ili Pervari ilçesindeki Ekindüzü Jandarma Karakoluna (Karakol) 11/4/1990 tarihinde saat 55 sıralarında gelen iki çocuk, Tosuntarla köyünün Örtülü mezrasına gelen terör örgütü mensuplarının iki evi yakıp yedi kişiyi kaçırdığını söylemiştir. Bir süre sonra Karakola gelen başka iki çocuk ise kaçırılan kişilerin öldürüldüğünü beyan etmiştir. Aynı gün saat 30 sıralarında olay yerine gelen kolluk görevlileri yedi cesetle karşılaşmıştır. Olay yerinin emniyetini sağlayan kolluk görevlileri söz konusu cesetlerin O.Ç., Ö.Ç., A.Ç., S.Ç., E.Ç., Ç. ve Al. Ç.ye ait olduğunu tespit etmişlerdir. Başvurucu, O.Ç.nin torunu, Ö.Ç.nin oğlu, S.Ç., Ç. ve E.Ç.nin yeğenidir. İddiaya göre başvurucu, Al. Ç.nin amcasının oğludur.A. Olayla İlgili Ceza Soruşturması Cumhuriyet Başsavcılığı olay hakkında resen soruşturma başlatmıştır. Olay yerini inceleyen kolluk görevlileri; Al. Ç. dışındaki kişilerin ateşli silahlar ile kafalarından vurulduğunu, Ö.Ç., S.Ç., Ç. ve A.Ç. ile Al. Ç.nin sırtüstü, diğerlerinin ise yüzüstü vaziyette yerde yattıklarını, olay yerinde 25 adet boş kovan bulunduğunu, O.Ç.nin başucuna üzerinde "Sen halkına ve yurduna ihanet ettin. Bizzat buna devam ettirdin ve bir yoldaşın şehit olmasında da bizzat rol aldın. Kürdistan halk cephesi bağımsızlık mahkemesi tarafından yargılandın ve idama mahkûm edildin. E... bağımsızlık mahkemesi infaz savcılığı 10/4/1990" ifadeleri yazılı bir not kâğıdı bırakıldığını tespit etmiştir. Kolluk görevlilerince olay yerinin krokisi çizilmiştir. Kolluk görevlileri tarafından B., S.Ç., H.Ç. ve başvurucunun annesi H.Ç.nin ifadeleri alınmıştır. i. B. ifadesinde; A.nin evinde otururlarken saat 30-00 sıralarında köpeklerin havladığını, dışarı çıktığında otomatik silahlı beş teröristle karşılaştığını, teröristlerin sayısının altmış kadar olduğunu, teröristlerin O.Ç.nin evini sorup kendisini ve A.nin evindekileri O.Ç.nin evine götürdüklerini, O.Ç.nin evine girerken A. ve Ce.Ç. isimli kişilerin O.Ç.nin evinin kilerine saklandığını, O.Ç.nin evinde Ö.Ç., Al. Ç., S.Ç. ve E.Ç.nin olduğunu, daha sonra eve kadın ve çocukların geldiğini, teröristlerin bir buçuk saat kadar konuştuklarını, otuz beş yaşlarında orta boylu ve esmer olup Mardin şivesiyle konuşan Agit kod isimli teröristin Ö.Ç.den bir tabanca istediğini, Ö.Ç.nin tabancasının olmadığını söylemesi üzerine Agit'in "Zaten siz terör örgütüne bir ekmek ve mermi bile vermediniz. Akmeşe çatışmasında da devlete yardım ettiniz." şeklinde sözler söylediğini, teröristlerin kadınları başka bir yere götürdüklerini ve kapıyı kilitlediklerini, otuz yaşlarında uzun boylu ve esmer olup kekeleyerek konuşan Salman kod isimli kişiyle Agit'in bir şeyler konuştuğunu, daha sonra Salman'ın bir süre dışarıda kalıp tekrar odaya geldiğini ve Salman'ın dışarıdayken Ö.Ç.nin evini yaktığını düşündüğünü söylemiştir. İfadesine devam eden B., Agit'in kendilerini çeşmenin bulunduğu yere doğru götürdüğünü, teröristlerden mezrada kalan bir grubun O.Ç.nin evini yaktığını, 24 yaşlarında orta boylu ve beyaz tenli olup Şırnak şivesi ile konuşan Sait kod adlı kişiyle Agit'in bir şeyler konuştuğunu, Sait'in kendisinden mezradan ekmek getirmesini istediğini, mezraya girdiğinde Ö.Ç.nin evinden alevler çıktığını gördüğünü, kadınların bağrışma seslerini duyduğunu, o esnada iki kez seri atış sesi geldiğini, kadın ve çocukların bulunduğu yerin kapısını açtığını, daha sonra mezarlıkta saklandıklarını, yarım saat kadar sonra O.Ç.nin evindeki yangını söndürmeye çalıştığını, saat 30 sıralarında A. ile Ce.Ç.yi yardıma gönderdiğini, silah seslerinin geldiği tarafa gittiklerini ve yedi kişinin öldürüldüğünü görmeleri üzerine iki kız çocuğunu da yardım çağırmaya gönderdiğini beyan etmiştir.ii. O.Ç.nin karısı olduğunu beyan eden tanık S.Ç., saat 30 sıralarında oğlu Ç.nin dışarı çıktığını, duyduğuna göre birilerinin oğlunu çağırıp "Bu sene askere gideceksin. Niye bize katılmıyorsun?" dediğini, bu kişilerin kadın ve çocukları kendi evlerinde topladığını, daha sonra kadın ve çocukların Ç.nin evine kilitlendiğini, çabalasalar da açamadıkları kapıyı sonradan B.nin açtığını, dışarı çıkarlarken silah sesleri duyduklarını, yarım saat kadar mezarlıkta saklanıp mezraya gittiklerini, kendi evi ile Ö.Ç.nin evini yanarken gördüklerini, gelinin altınları ile teybin götürüldüğünü fark ettiklerini ve silah sesinin geldiği yere gittiklerinde yedi cesetle karşılaştıklarını söylemiştir.iii. Tanık H.Ç. ifadesinde, O.Ç.nin amcası olduğunu, 20/12/1980 tarihinde Akmeşe köyünde amcasının oğlu Ç.nin öldürüldüğünü, bu nedenle oluşan kan davasının bir süre sonra sona erdiğini, kışın başsağlığı için Akmeşe köyüne gittiğinde köy muhtarı H.Y.nin kendisini tehdit ettiğini, muhtarın amcasının oğlu olan R.K.nin terör örgütüne yardımdan ceza infaz kurumunda bulunduğunu, büyük olasılıkla H.Y.nin O.Ç.yi terör örgütüne çekiştirdiğini ifade etmiştir.iv. Ö.Ç.nin eşi H.Ç. iseyemek yerken terörsitlerin evlerine geldiğini, bir süre sonra teröristlerin S.Ç.yi de evlerine getirdiklerini, daha sonra teröristlerin evde bulunanlarıO.Ç.nin evine götürdüklerini, teröristlerin neden terör örgütüne yardım etmediklerini sorduklarını, O.Ç. ile Agit kod adlı teröristin konuştuğunu, O.Ç.nin "Siz yardım edebileceğimizi nereden biliyorsunuz?" demesi üzerine Agit'in "Akmeşe'nin muhtarından tut çocuklarına kadar haberi var." dediğini, daha sonra kadın ve çocukların Ç.nin evine kilitlendiğini, kapıyı B.nin açtığını, dışarı çıkarken silah sesleri duyduklarını, o esnada evinden alevlerinin yükseldiğini, kadın ve çocukların mezarlığa saklandığını ve sabahleyin silah seslerinin geldiği yere gittiklerinde cesetlerle karşılaştıklarını söylemiştir. Ölü muayene ve otopsi işlemi 11/4/1990 tarihinde, saat 15 sıralarında Cumhuriyet savcısı huzurunda bir hekim tarafından yapılmıştır. İşlem sırasında cesetleri B. teşhis etmiştir. Yapılan işlemde tespit edilen hususlar ise şöyledir:i. O.Ç.nin yüz kısmı, A.Ç.nin ise yüz ve baş kısmı ezici bir cisimle parçalanmış olup adı geçenler on beş saat kadar önce vefat etmiştir. Ölüm sebebi bir cisimle vurulmadan mütevellit yaralanma sonucu ölümdür. Ölüm nedeni ve zamanı belli olduğundan klasik otopsi işlemine gerek bulunmamaktadır.ii. Ö.Ç.nin cesedinde iki mermi giriş deliği, bir mermi çıkış deliği, S.Ç.nin cesedinde üç mermi giriş deliği, iki mermi çıkış deliği, Ç.nin cesedinde iki mermi giriş deliği, bir mermi çıkış deliği, E.Ç.nin cesedinde iki mermi giriş deliği, iki mermi çıkış deliği ve Al.Ç.nin cesedinde iki mermi giriş deliği, bir mermi çıkış deliği saptanmıştır. Adı geçenler on beş saat kadar önce vefat etmiştir. Ölüm sebebi ateşli silah mermisine bağlı yaralanmalar sonucu ölümdür. Ölüm nedeni ve zamanı belli olduğundan klasik otopsi işlemine gerek bulunmamaktadır. Cumhuriyet Başsavcılığı 13/4/1990 tarihinde, kollukça ifadeleri alınan B. ve H.Ç.nin beyanlarına başvurmuştur. i. Daha önceki beyanlarıyla aynı doğrultuda beyanda bulunan B. ilaveten Agit'in O.Ç.ye "Sen geçen yıl Akmeşe köyünde bir arkadaşımızın şehit olmasına sebep oldun. Bizi ihbar ettin." dediğini, Agit'in sık sık dışarıya çıkıp birileriyle konuşup geri geldiğini, Agit'in herkesin ismini bildiğini ve sanki kendilerini tanıyan birinden yardım aldığını söylemiştir. Ayrıca B.; O.Ç.nin başucunda bir bildiri bulduklarından, okuma-yazma bilmemesi nedeniyle bildiriyi okuyamadığından, Akmeşe köyü ile mezraları arasındaki arazi ihtilafından, daha önceleri O.Ç.nin oğlu Ç.nin KUK diye bilinen bir örgüte öldürtülmek istendiğinden, H.K.nın terör örgütüne yardım ettiğini duyduklarından ve teröristleri H.K.nın yönlendirmiş olabileceğinden söz etmiştir. ii. H.Ç. de kolluk beyanı ile aynı yönde ifade vermiş, ilaveten O.Ç.nin oğlu Ç.nin 20/12/1980 tarihinde öldürüldüğünden, daha öncesinde Ç.nin KUK isimli örgüte öldürtülmek istendiğinden ve daha önceleri Akmeşe köyü ile Örtülü mezrası arasındaki arazi ihtilafı bulunduğundan bahsetmiştir. Pervari İlçe Jandarma Komutanlığı 17/4/1990 tarihinde Eruh İlçe Jandarma Komutanlığına bir yazı göndererekEruh ilçesi Akmeşe köyü muhtarı ve .. soy isimli aile ile Ç... ailesi arasındaki husumet nedeniyle terör örgütü mensuplarının Ç... ailesi aleyhine kışkırtılmış olabileceğinden söz ederek konunun tahkik edilmesini istemiştir. Bahse konu yazı üzerine tahkikat yapılıp yapılmadığı soruşturma evrakından tespit edilememiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 25/4/1990 tarihinde görevsizlik kararı vermiş ve soruşturma evrakını Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına (DGM Cumhuriyet Başsavcılığına) göndermiştir. DGM Cumhuriyet Başsavcılığı başka bir soruşturma kapsamında 30/3/1992 tarihli ek iddianameyle, K. isimli kişinin "devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaya yönelik eylem icra ettiği" gerekçesiyle 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesiyle cezalandırılması istemiyle Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) nezdinde kamu davası açmıştır. İddianamede, başvuruya konu olayın meydana geldiği yerde ele geçen 15 adet boş kovanın K.nın teslim ettiği 76 ED 4183 seri numaralı tüfekten atıldığı iddia edilmiştir. 1 No.lu DGM tarafından yapılan yargılama sonunda sanığın isnat edilen suçtan mahkûmiyetine karar verilmiştir. Bununla birlikte 7/4/1995 tarihli mahkûmiyet kararında sanığın başvuruya konu olaya katıldığının sabit görülmediği belirtilmiştir. Anılan kararın kesinleşip kesinleşmediğine ilişkin herhangi bir belge soruşturma evrakı arasında yer almamaktadır. DGM Cumhuriyet Başsavcılığı 1/9/1992 tarihinde K. isimli kişinin yasa dışı terör örgütü üyesi olduğu iddiasıyla DGM nezdinde kamu davası açmıştır. İddianamede, K.nın terör örgütüne 1990 yılı Mayıs ayında katıldığı ve kod adının Saitolduğu iddia edilmiştir. Açılan davanın akıbeti hakkında soruşturma evrakı arasında herhangi bir belge bulunmamaktadır. Başka bir soruşturma kapsamında bir duyum üzerine H. isimli bir kişinin evinde 18/12/1992 tarihinde arama yapılmıştır. Yapılan aramada başka eşya yanında otomatik bir tüfek de ele geçirilmiştir. Bahse konu tüfeği inceleyen Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı (Kriminal Laboratuvar) 3/8/1993 tarihli raporda, 16/4/1990 tarihli yazıyla gönderilen ve Kriminal Laboratuvarın faili meçhul olaylar bölümüne kayıtlı olup 10/4/1990 tarihinde Tosuntarla köyünde meydana gelen ve yedi kişinin ölümüyle sonuçlanan olayda kullanılan kırk beş mermi kovanından birinin söz konusu tüfekten atıldığını belirtmiştir. Devletin hâkimiyeti altında bulunan toprakların bir kısmını devlet idaresinden ayırma amacıyla kurulan silahlı terör örgütünün sair efradı olduğu gerekçesiyle H.nin 765 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesi uyarınca cezalandırılması için iddianame düzenlenmiştir. İddianamenin hangi tarihte hangi Cumhuriyet başsavcılığınca düzenlendiği, iddianamede H.den ele geçen tüfek ile başvuruya konu olay arasında herhangi bir irtibatın varılığından söz edilip edilmediği ve yargılamanın akıbetinin ne olduğu soruşturma evrakından anlaşılamamıştır. DGM Cumhuriyet Başsavcılığı 19/2/2004 tarihinde, kısmen veya tamamen devlet topraklarını ayırmaya teşebbüs olarak vasıflandırdığı suç için zamanaşımı süresini yirmi yıl olarak belirleyip daimî arama kararı vermiştir. Söz konusu karara istinaden faillerin tespitine çalışıldığı yönünde kolluk görevlilerince belirsiz aralıklarla tutulan tutanaklar DGM Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. UYAP aracılığıyla yapılan kontrolde bu tutanakların sonuncusunun 3/6/2009 tarihli üst yazı ile gönderildiği görülmüştür. Adana Ağır Ceza Mahkemesi (CMK mülga madde ile görevli) 20/12/2006 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (CMK mülga madde ile görevli) bir müzekkere yazmış ve Al.Ç.nin öldürülmesi ile ilgili olarak F.E., İ.A. ve N.A. hakkında yargılama dosyası olup olmadığının tespitini ve böyle bir dosya bulunmakta ise dosyanın gönderilmesini istemiştir. Bu müzekkereye verilen 22/12/2006 tarihli cevapta F.E. ve arkadaşları hakkında 25/2/2000 tarihinde 3 No.lu DGM nezdinde kamu davası açıldığı, yapılan yargılama sonunda mahkûmiyet kararı verildiği, dosyanın temyiz incelemesi için Yargıtayda olduğu ve İ.A. ile N.A. hakkında dava açılmadığı belirtilmiştir. F.E. ve arkadaşları hakkındaki davayla ilgili herhangi bir belge soruşturma evrakı arasında yer almamaktadır. Şırnak ili Bestler Dereler bölgesi 633 rakımlı tepe mevkiinde 15/11/2007 tarihinde ele geçirilen tüfek, roketatar ve tüfek parçalarını inceleyen Kriminal Laboratuvar düzenlediği 10/3/2008 tarihli uzmanlık raporunda, 10/4/1990 tarihinde Tosuntarla köyünde meydana gelen ve yedi kişinin ölümüyle sonuçlanan olayda kullanılan kırk beş mermi kovanından ikisinin incelenen 1601 numaralı tüfektenatıldığını belirtmiştir. Başvurucu 1/12/2010 tarihli dilekçe ile soruşturma evrakının fotokopisini talep etmiştir. Talep üzerine soruşturma evrakının fotokopisinin verilip verilmediği tespit edilememiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK madde ile görevli) 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun ile 3713 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca kurulan mahkemelerle Cumhuriyet başsavcılıklarının görevlerine son verildiği ve soruşturma yetkisinin Cumhuriyet Başsavcılığına ait olduğu gerekçesiyle 13/3/2014 tarihinde yetkisizlik kararı vermiş ve soruşturma evraklarını Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, yirmi yıl olan dava zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle 10/4/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Söz konusu kararda suç vasfı devlet egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışmak olarak belirtilmiştir. Başvurucu; olay yerinden elde edilen kırk beş kovandan on beşinin K. isimli kişinin teslim ettiği silahtan, birinin ise H.T. isimli kişinin evinde yapılan aramada bulunan tüfekten atıldığına ilişkin raporlara dikkat çekip ölen O.Ç.nin başucuna bırakılan yazılı belge üzerinde parmak izi dâhil herhangi bir inceleme yapılmadığını iddia ederek kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazı Şırnak Ağır Ceza Mahkemesinin 22/5/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucu tarafından 18/6/2014 tarihinde öğrenilmiş olup başvuru 17/7/2014 tarihinde yapılmıştır. B. İçişleri Bakanlığı Nakdi Tazminat Komisyonuna Yapılan Başvuru A.Ç. ve Ö.Ç. mirasçılarının İçişleri Bakanlığı Nakdi Tazminat Komisyonuna yaptıkları başvuru; ölenlerin sivil vatandaş olduğu, ölenlere olay öncesinde veya olay esnasında 3/11/1980 tarihli ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun kapsamında değerlendirebilecek bir görev verilmediği ve ölenlerin iç güvenlik ve asayişin korunmasında veya kaçakçılığın men, takip ve tahkiki ile ilgili olarak güvenlik kuvvetlerine kendiliğinden yardımcı olduklarının veya faydalı olduklarının yetkililerce tevsik edildiğine dair herhangi bir belge bulunmadığı gerekçesiyle 4/5/2004 tarihinde reddedilmiştir. Başvuruya ilişkin dilekçe ile söz konusu karar aleyhine idari yargıda dava açıldığına ve bu davanın reddedildiğine dair herhangi bir belge veya karar başvuru formunun ekinde veya soruşturma evrakı arasında yer almamaktadır. A. Ulusal Hukuk 765 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku âmme davası:(1) Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis ve müebbet ağır hapis cezaların müstelzim cürümlerde yirmi sene,(2) Yirmi seneden aşağı olmamak üzere muvakkat ağır hapis cezasını müstelzim cürümlerde on beş sene,…(6) Bundan evvelki bentlerde beyan olunan miktardan aşağı cezaları müstelzim kabahatlerde alt ay geçmesiyle ortadan kalkar.” 765 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“ Hukuku âmme davasının müruru zamanı, mahkûmiyet hükmü, yakalama, tevkif, celp veya ihzar müzekkereleri, adli makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi, maznun hakkında son tahkikatın açılmasına dair veya Müddeiumumîsi tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesilir. Bu halde müruru zaman, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeye başlar. Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddit ise müruru zaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeye başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müddetini 102’inci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesiyle baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz.” 765 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir Devletin hakimiyeti altına koymağa veya Devletin istiklalini tenkise veya birliğini bozmağa veya Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmağa matuf bir fiil işliyen kimse ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasile cezalandırılır." 765 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Her kim, bir kimseyi kasten öldürürse 24 seneden 30 seneye kadar ağır hapis cezasına mahkum olur." 765 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Öldürmek fiili:... Birden ziyade kimseler aleyhine işlenirse ... fail, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkum edilir." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun "Zaman bakımından uygulama" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“(2) Suçun işlendiği zaman yürürlülükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz edilir.” 5237 sayılı Kanun'un "Dava zamanaşımı" kenar başlıklı maddesinin (1), (3) ve (4) numaralı fıkralarının ilgili kısımları şöyledir:"(1) Kanunda başka türlü yazılmış olan hâller dışında kamu davası;a) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda otuz yıl, b) Müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmibeş yıl,...Geçmesiyle düşer.... (3) Dava zamanaşımı süresinin belirlenmesinde dosyadaki mevcut deliller itibarıyla suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâlleri de göz önünde bulundurulur.  (4) Yukarıdaki fıkralarda yer alan sürelerin belirlenmesinde suçun kanunda yer alan cezasının yukarı sınırı göz önünde bulundurulur; seçimlik cezaları gerektiren suçlarda zamanaşımı bakımından hapis cezası esas alınır..." 5237 sayılı Kanun'un "Dava zamanaşımı süresinin durması veya kesilmesi" kenar başlıklı maddesinin (2), (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:" (2) Bir suçla ilgili olarak;a) Şüpheli veya sanıklardan birinin savcı huzurunda ifadesinin alınması veya sorguya çekilmesi,b) Şüpheli veya sanıklardan biri hakkında tutuklama kararının verilmesi,c) Suçla ilgili olarak iddianame düzenlenmesi, d) Sanıklardan bir kısmı hakkında da olsa, mahkûmiyet kararı verilmesi,Halinde, dava zamanaşımı kesilir. (3) Dava zamanaşımı kesildiğinde, zamanaşımı süresi yeniden işlemeye başlar. Dava zamanaşımını kesen birden fazla nedenin bulunması halinde, zamanaşımı süresi son kesme nedeninin gerçekleştiği tarihten itibaren yeniden işlemeye başlar. (4) Kesilme halinde, zamanaşımı süresi ilgili suça ilişkin olarak Kanunda belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzar." 5237 sayılı Kanun'un "Kasten öldürme" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" (1) Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin egemenliği altına koymaya veya Devletin bağımsızlığını zayıflatmaya veya birliğini bozmaya veya Devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaya yönelik bir fiil işleyen kimse, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda, itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Cumhuriyet savcısının kararına itiraz” kenar başlıklı maddesinin 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun’la değişik (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(1) Suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren onbeş gün içinde, bu kararı veren Cumhuriyet savcısının yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine itiraz edebilir.” Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından kabul edilen (11/12/2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’na 6524 sayılı Kanun’un maddesi ile eklenen geçici maddenin (6) numaralı fıkrası gereğince yürürlükten kaldırılmış olan ancak başvuruya konu soruşturmanın yürütüldüğü belirli bir periyotta yürürlükte olan) 18/10/2011 tarihli ve faili meçhul olay ve cinayetlerin soruşturma usul ve esaslarına ilişkin Genelge'nin ilgili bölümü şöyledir: “… Faili meçhul olay ve cinayetlerin soruşturulmasında,...g) Soruşturma evraklarının ilgili Cumhuriyet savcısı tarafından sık sık gözden geçirilmesi, ancak sadece soruşturma evrakının en üstündeki müzekkereye cevap verilmiş olup olmadığı ile yetinilmeyerek içeriği itibarıyla başkaca eksik kalmış bir husus varsa onun da tamamlanması için gerekli yazının yazılması, sonucunun uygun aralıklarla takip edilmesi,...”B. Uluslararası Hukuk Mağdur Sıfatı ve Kişi Bakımından Yetkiye İlişkin Kabul Edilebilirlik Kriteri Yönünden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Kişisel başvurular" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İşbu Sözleşme ve protokollerinde tanınan hakların Yüksek Sözleşmeci Taraflar'dan biri tarafından ihlalinden zarar gördüğü iddiasında bulunan her gerçek kişi, hükümet dışı her kuruluş veya kişi grupları Mahkeme’ye başvurabilir..." Sözleşme’nin maddesi sadece iddia edilen ihlalin doğrudan mağdurlarını değil aynı zamanda ihlalin zarar verdiği veya ihlalin sonlandırılmasını istemek için geçerli ve kişisel bir menfaati olan dolaylı mağdurları da ilgilendirmektedir (Vallianatos ve Diğerleri/Yunanistan [BD], B. No: 29381/09 ve 32684/09, 7/11/2013, § 47). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince (AİHM) göre mağdur kavramı, iç hukuk kurallarından bağımsız bir şekilde ve özerk olarak yorumlanmalıdır (Gorraiz Lizarraga ve diğerleri/İspanya, B. No: 62543/00, 27/4/2004, § 35). Ayrıca mağdur kavramının yorumu, çağdaş toplum koşulları ışığında değişime tabi olup bu kavram aşırı şekilcilikten uzak bir şekilde uygulanmalıdır (Gorraiz Lizarraga ve diğerleri/İspanya, § 38). AİHM, ölümünün devletin sorumluluğunu gerektirdiği iddia edilen bir kişinin ebeveynleri gibi yakın aile üyelerinin ölen kişinin yasal mirasçıları olup olmadıklarına bakılmaksızın bizzat iddia edilen madde ihlalinin dolaylı mağdurları olduklarını iddia edebileceklerini kabul etmiştir (Van Colle/Birleşik Krallık, B. No: 7678/09, 13/11/2012, § 86). Öte yandan, Sözleşme'nin amaç ve hedefi uyarınca Sözleşme maddelerinin, kendi özel özel karakteri de dikkate alınarak, sağladığı güvencelerin etkili bir şekilde uygulanmasını temin edecek şekilde yorumlanması gerektiğini savunan AİHM; eşin, ebeveynin, çocukların, kardeşlerin ve yeğenlerin yakınlarının yaşam haklarının ihlal edildiğiyle ilgili başvurularını incelemiş ve başvurucuların Sözleşme'nin maddesi bağlamında dolaylı mağdur olduklarını kabul etmiştir (evli çiftler için bkz. McCann ve Diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18984/91, 27/9/1995;ebeveyn için bkz.Ramsahai ve diğerleri/Hollanda [BD], B. No:52391/99, 15/5/2007;kardeşler için bkz. Andronicou ve Constantinou/Güney Kıbrıs Rum Kesimi, B. No:86/1996/705/897, 9/10/1997; çocuklar için bkz. McKerr/Birleşik Krallık, B. No: 28883/95, 4/5/2001; yeğenler için bkz. Yaşa/Türkiye, B. No: 63/1997/847/1054, 2/9/1998) Yaşam Hakkının Etkili Soruşturma Yükümlülüğüne İlişkin Usul Boyutu Yönünden Sözleşme'nin "İnsan haklarına saygıyükümlülüğü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar." Sözleşme'nin "Yaşam hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur. Yasanın ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın infaz edilmesi dışında, hiç kimsenin yaşamına kasten son verilemez...." Sözleşme'nin "Kabul edilebilirlik koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Mahkeme'ye ancak, uluslararası hukukun genel olarak kabul edilen ilkeleri uyarınca iç hukuk yollarının tüketilmesinden sonra ve iç hukuktaki kesin karar tarihinden itibaren altı aylık bir süre içinde başvurulabilir." AİHM, Sözleşme'nin maddesinin maddesiyle birlikte yorumlandığında devletin yaşama hakkı kapsamındaki bir olayı etkili soruşturma yükümlülüğünün bulunduğunu kabul etmiştir (söz konusu yükümlülüğün belirgin bir şekilde ilk kez vurgulandığı karar için bkz. McCann ve diğerleri/BirleşikKrallık, § 161). AİHM'e göre bu yükümlülük, sadece bir kamu görevlisinin eylemi veya ihmali sonucu meydana gelen ölüm olayları açısından geçerli değildir (Salman/Türkiye [BD], B. No: 21986/93, 27/6/2000, § 105; Şener Can ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 27446/12, 25/11/2014, § 37). Devletin doğal olmayan her ölüm olayında -öldürmeme ya da yaşamı korumama yükümlülüklerini ihlal etmemiş olsa da- gerçekleşen ölümün sebebini ve varsa sorumlularını ortaya çıkarmaya yönelik etkili bir soruşturma yapma yükümlülüğü vardır. Ayrıca devletin etkili soruşturma yapma şeklindeki usul yükümlülüğü, maddi yükümlülükten ayrı ve bağımsız bir yükümlülük hâline gelmiştir. AİHM'e göre bir soruşturmanın etkili sayılabilmesi için bazı ilkelerin yerine getirilmesi gerekir. AİHM, yukarıda belirtilen McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık kararından önce de önüne gelen davalarda soruşturmanın etkililiğinin tespiti bakımından uyguladığı birtakım ilkeleri Hugh Jordan/Birleşik Krallık (B. No: 24746/94, 4/5/2001, §§ 105-109)kararında sistematikleştirmiş ve yaşama hakkına ilişkin başvurularda bu ilkelerin her birinin yerine getirilip getirilmediğini incelemiştir. AİHM'in yaşama hakkı kapsamında soruşturmanın etkililiğine ilişkin belirlediği ilkeler şöyledir:-Soruşturma makamlarının yaşama hakkıyla ilgili konulardan haberdar olduklarında kendiliğinden harekete geçmeleri (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 105)- Soruşturma makamlarının bağımsız olmaları (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 106)- Soruşturmanın sorumluların tespitini ve cezalandırılmasını sağlayabilecek şekilde etkili olması, bu kapsamda olayı aydınlatmaya yarayabilecek bütün delillerin toplanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 107)- Soruşturmanın makul bir süratle tamamlanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 108)- Yürütülen soruşturmanın ve sonuçlarının kamu denetimine açık olması, her olayda ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının sağlanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık,§ 109) AİHM, ayrıca insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini, ancak iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 107, Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05, 45001/05, 5/7/2011, § 90). Yaşam Hakkıyla İlgili Başvurularda Süre Aşımına ve Başvuru Yollarının Tüketilmesine İlişkin Kabul Edilebilirlik Kriterlerinin Uygulanması Yönünden AİHM'in yaşama hakkı kapsamında etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin olaya uygulanabilecek içtihatları genel olarak bu yönde olmakla birlikte AİHM'in etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiği şikâyetlerine ilişkin bireysel başvuru süresi ile ilgili olan içtihatlarına da yer vermek gerekir. AİHM, söz konusu içtihatlarında aşağıda ayrıntılarına da yer verileceği üzere etkili soruşturma yürütülmediğini ileri süren başvuruculara belirli konularda özen gösterme ödevi yüklemektedir. Bu ödevin yerine getirilmediğini belirlediği olaylarda ise başvuruları süre aşımı nedeniyle reddetmektedir. AİHM kararlarında, Sözleşme’nin maddesinde öngörülen altı aylık süre sınırının birkaç amaca hizmet ettiği belirtilmekte ve bu sınırlamanın esas amacının Sözleşme kapsamında mesele oluşturan davaların makul bir süre içinde incelenmesi sağlanarak hukuki güvenliği (belirliliği) ve yetkili makamların ve ilgili diğer kişilerin uzunsüre belirsiz bir durumda tutulmasını önlemek olduğu ifade edilmektedir (Mocanu ve diğerleri/Romanya [BD], B. No: 10865/09, 45886/07, 17/9/2014, § 258; Sabri Güneş/Türkiye [BD], B. No: 27396/06, 29/6/2012, § 39; El-Masri/Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti [BD], B. No: 39630/09, 13/12/2012, § 135; Jeronovičs/Letonya [BD], B. No: 44898/10, 5/7/2016, § 74; Bulut ve Yavuz/Türkiye (k.k.), B. No: 73065/01, 28/5/2002; Fındık/Türkiye ve Kartal/Türkiye (k.k.), B. No: 33898/11, 35798/11, 9/10/2012, § 10). Bu kural AİHM tarafından uygulanan denetime zaman sınırı getirmekte ve hem bireylerin hem de devlet makamlarının dikkatini bu süre sona erdiğinde herhangi bir denetim yapılmayacağı hususuna çekmektedir (Sabri Güneş, § 40; El-Masri, § 135). AİHM'e göre bu tür bir süre sınırı, Sözleşmeci tarafların geçmiş kararlarının sürekli olarak gündeme getirilmesini önleme istekleri ile paralellik taşıdığı gibi düzen, istikrar ve huzurun sağlanmasına ilişkin haklı bir kaygıdan da kaynaklanmaktadır (Sabri Güneş, § 40). Diğer taraftan AİHM'e göre altı aylık süre kuralı, meseleler henüz yeni iken zamanın geçmesi ile ilgili hakikatlerin ortaya çıkması zorlaşmadan ve söz konusu sorunun adil bir biçimde değerlendirilmesi neredeyse imkânsız duruma gelmeden önce meselelerin incelenebilmesini garanti alır (Jeronovičs/Letonya, § 74). Yukarıda vurgulandığı üzere altı aylık süre kuralının belirlenmesinin birden fazla amacı bulunmaktadır ve bu amaçlardan en önemlilerinden biri de davaya konu olaylara ilişkin gerçeklerin tespit edilmesini kolaylaştırmaktır. Zira gündeme getirilen sorunların adil bir şekilde incelenmesi, zaman geçtikçe zorlaşacaktır (Benzer ve diğerleri/Türkiye, B. No: 23502/06, 12/11/2013, § 126). AİHM'e göre altı aylık süre, kural olarak iç hukuk yollarının tüketilmesi sürecindeki nihai karar tarihinden itibaren işlemektedir. Ancak en başından itibaren etkili bir hukuk yolunun bulunmadığı başvurucu açısından açıksa bu süre şikâyette bulunulan işlem veya tedbirin gerçekleştirildiği, söz konusu işlemin veya başvurucu üzerinde yarattığı etki veya zararının bilindiği tarihten itibaren işlemektedir (Mocanu ve diğerleri/Romanya, § 259; Sabri Güneş, § 54; El-Masri, § 136). Diğer taraftan AİHM'e göre Sözleşme’nin maddesi, başvurucunun şikâyeti ulusal seviyede nihai olarak karara bağlanmadan önce başvurusunu AİHM'e sunmasıgerektiği şeklinde yorumlanamaz. Zira böyle bir durumda ikincillik prensibi ihlal edilmiş olacaktır. Bir başvurucu, görünüşte var olan bir hukuk yolunu kullandığında ve söz konusu hukuk yolunu etkisiz kılan koşullardan ancak daha sonra haberdar olduğunda maddenin amaçları bakımından altı aylık sürenin başvurucunun söz konusu koşullardan ilk haberdar olduğu veya olması gerektiği tarihten başlatılması uygun olabilir (Paul ve Audrey Edwards/Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 46477/99, 7/6/2001; El-Masri, § 136). Süregiden bir durumun söz konusu olduğu davalarda, süre her gün yeniden işlemeye başlar ve altı aylık süre genellikle aslında bu durum sona erdiğinde gerçek anlamda işler (Varnava ve diğerleri/Türkiye [BD], B. No: 16064/90, 16065/90, 16066/90, 16068/90, 16069/90, 16070/90, 16071/90, 16072/90 ve 16073/90, 18/9/2009, § 159; Sabri Güneş, § 54). Ancak AİHM'e göre süregiden durumların hepsi aynı nitelikte değildir. Bir davadaki meselelerin çözüme bağlanması bakımından zaman (süre) çok önemli ise başvurucuların iddialarını -usulünce ve adil bir şekilde çözüme bağlanabilmesini sağlayabilmek için- gerekli süratle AİHM huzurunda dile getirilmesini sağlama ödevi bulunmaktadır (Varnava ve diğerleri, § 160). Bu durum bilhassa Sözleşme kapsamında belirli olayların soruşturulmasına yönelik herhangi bir yükümlülükle ilgili şikâyetler bakımından geçerlidir. Zaman geçtikçe deliller bozulduğundan zamanın sadece devletin soruşturma yükümlülüğünün yerine getirilmesi üzerinde değil aynı zamanda AİHM'indavaya ilişkin kendi incelemesinin anlamı ve sonuçları üzerinde de bir etkisi bulunmaktadır. Bu nedenle hiçbir etkili soruşturma yürütülmeyeceği açık hâle gelince, başka bir deyişle devletin Sözleşme kapsamındaki yükümlülüğünü yerine getirmeyeceği bariz bir görünüm kazanınca başvurucunun derhâl harekete geçmesi gerekmektedir (Mocanu ve diğerleri/Romanya § 262; Varnava ve diğerleri, § 161). Başvurucunun altı aylık süre kuralına uyup uymadığının tespiti, ulusal hukuk yollarının tüketilmesi koşuluyla doğal olarak ilişkilidir ve başvurucuların iddialarının ulusal makamlarca araştırılmasını sağlamaya yönelik adımlarıyla bağlantılı olarak incelenmelidir (Benzer ve diğerleri/Türkiye, § 121). AİHM hâlihazırda kötü muameleye yönelik bir soruşturma ile ilgili davalarda da tıpkı bir akrabanın şüpheli ölümüne (yaşam hakkına) yönelik bir soruşturma ile ilgili davalarda olduğu gibi başvurucuların soruşturmanın gidişatından hiç yol alınmadığının ve etkili bir şekilde yürütülmediğinin farkında olur olmaz veya olması gerekir gerekmez başvurularını süratle yapmalarının beklendiğini karara bağlamış bulunmaktadır (Atallah/Fransa (k.k.), B. No: 51987/07, 30/8/2011; Hazar, Tektaş, Bekiroğlu, Pekol, Bozkuş, Tektaş, Atman, Işık, Aksucu, Doster, Demirhan ve Şahin/Türkiye (k.k.), B. No: 62566/00-62577/00 ve 62579-62581/00, 10/1/2002). Bununla birlikte AİHM, başvurucuların özenli davranma yükümlülüğünün birbiriyle yakından bağlantılı ancak ayrı iki yönü olduğunu vurgulamaktadır. AİHM'egöre bunlardan birincisi, başvurucuların soruşturmadaki gidişatla ilgili olarak ulusal makamlarla gecikmeksizin temasa geçmeleri -bu yükümlülük yetkili makamlara özenle başvurma gereğini ima etmektedir zira her türlü gecikme soruşturmanın etkililiğini riske atmaktadır- gerektiğidir. Diğeri ise başvurucuların soruşturmanın etkili olmadığının farkına varır varmaz veya varmalarını gerektiren bir durum ortaya çıkar çıkmaz süratle AİHM'e bireysel başvuruda bulunmaları zorunluluğudur (Nasirkhayeva/Rusya (k.k.), B. No: 1721/07, 31/5/2011; Akhvlediani ve diğerleri/Gürcistan (k.k.), B. No: 22026/10, 9/4/2013, §§ 23-29; Gusar/Moldova (k.k.), B. No: 37204/02, 30/4/2013, §§ 14-17). AİHM, bu özenli davranma ödevinin ilk kısmının -ulusal makamlara derhâl başvurma yükümlülüğü- davanın koşulları ışığında değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu bağlamda ulusal makamlara başvurmadaki gecikme, davanın karmaşıklığına ve söz konusu insan hakları ihlallerinin niteliğine bağlı olarak başvurucunun savunmasız bir durumda bulunduğu ve çok önemli olgusal veya hukuki meseleleri çözüme bağlayabilecek gelişmeleri beklemesinin makul olduğu hâllerde başvurunun kabul edilebilirliğini etkilemez (El Masri, § 142). Ağır nitelikteki insan hakları ihlallerinin dahi soruşturulmadığı bir korku ortamının mevcudiyeti, başvurunun geri çekilmesi veya değiştirilmesi konusunda yetkili makamların baskısı veya ihlale neden kamu görevlileri hakkında şikâyette bulunulması sonucunda bunun bedelinin ödettirileceği korkusunun ortaya çıkmasına yol açan haklı nedenlerin varlığı gibi hâllerdeki gecikmeler demakul görülebilir (Benzer ve diğerleri/Türkiye, § 131; Akdıvar ve diğerleri/Türkiye [BD], B. No:21893/93, 16/9/1996, § 105). Özen yükümlülüğünün ikinci kısmına -başvurucuların soruşturmanın etkili olmadığını fark eder etmez veya fark etmesi gerekir gerekmez bireysel başvuruda bulunması ödevine- gelince AİHM, bu aşamanın hangi noktada meydana geldiğinin tespiti meselesinin muhakkak ki davanın koşullarına bağlı olduğunu ve bunu her olay için net bir şekilde saptamanın güç olduğunu dile getirmiştir. AİHM, ölüme veya kötü muameleye yönelik etkili soruşturma yürütülmediğinden şikâyet eden başvuruculara yüklenecek bu özen yükümlüğünün ölçüsünü belirlerken bu iki tür durum arasındaki farklara rağmen büyük oranda bir ülkedeki uluslararası çatışma veya olağanüstü hâl ortamında kayıp vakaları ile ilgili şikâyette bulunan başvuruculara yüklenen özen yükümlülüğüne dair yakın tarihli içtihatlardan hareket etmektedir (Varnava ve diğerleri, § 165; Türkan Yetişen ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 21099/06, 10/7/2012, §§ 72-85; Er ve diğerleri, B. No: 23016/04, 31/7/2012, § 52). AİHM, yukarıda ifade edilen ilkeler çerçevesinde başvurucunun hiçbir soruşturma başlatılmamış olduğunun, soruşturmanın hareketsiz kaldığının veya başka şekilde etkisiz hâle geldiğinin farkında olduğunda ya da olması gerektiğinde, ayrıca bu olasılıkların her birinde gelecekte etkili bir soruşturma yürütülmesine dair yakın ve gerçekçi bir beklenti bulunmadığında aşırı veya nedensiz yere geciken bireysel başvuruları, altı aylık başvuru süresinin geçmiş olması sebebiyle reddetmiştir (Narin/Türkiye, B. No: 18907/02, 15/12/2009§ 51; Aydınlar ve diğerleri/Türkiye (k.k), B. No: 3575/05, 9/3/2010). Başka bir deyişle AİHM, soruşturmanın etkisizliği veya eksikliği ile ilgili şikâyette bulunmak isteyen kişilerin başvurularını yapma konusunda gereksiz yere gecikmemesini zaruri görmektedir. AİHM'e göre aradan hatırı sayılır bir süre geçtiğinde ve soruşturma faaliyetlerinde önemli gecikmeler ve fasılalar yaşandığında akrabaların (mağdurların) etkili bir soruşturma sağlanmadığını veya sağlanmayacağını anlaması gereken bir nokta gelecektir (Mocanu ve diğerleri/Romanya, § 268). Ancak bu noktada ifade edilmelidir ki AİHM, ölen kişinin yakınları ile yetkili makamlar arasında şikâyetlere ilişkin anlamlı birtakım temaslar olduğu ve bilgi talepleri yahut soruşturma tedbirlerinde ilerleme sağlanacağına dair bazı emareler veya gerçekçi ihtimaller bulunduğu sürece başvurucularda haksız gecikme düşüncesinin genelde uyanmayacağını da dile getirmiştir. Buna karşılık AİHM'e göre bu durumlarda dahi aradan bir süre geçtikten sonra ve araştırma faaliyetleri önemli derecede ağır işlerse veya kesintiye uğrarsa ölen kişinin yakınlarının etkili bir soruşturma yürütülmediği ve yürütülmeyeceğinin farkına varmalarının zamanı gelmiş demektir. Bu aşamaya ne zaman gelindiği ise zorunlu olarak davanın kendine özgü koşulları ile ilgilidir (Varnava ve diğerleri, § 165). Diğer taraftan AİHM'e göre başvurucularca etkili bir ceza soruşturmasının bulunmadığının farkında olunduğu ya da olunması gerektiği durumun ortaya çıkmasından sonra soruşturma sürecinde yetkili makamlara başkaca soruşturma tedbirlerinde bulunma yönünde yeni bir yükümlülük doğurmuş olan "yeni bir delil veya bilgi" ortaya çıkarsa bu durumda başvurunun süre aşımı nedeniyle reddedilemeyeceği de unutulmamalıdır (Brecknell/Birleşik Krallık, B. No: 32457/04, 27/11/2007, § 71; Gürtekin ve diğerleri/Kıbrıs (k.k.), B. No:60441/13, 68206/13 ve 68667/13, 11/3/2014, § 21). AİHM bu konuda son olarak olaya ilişkin uzun süre etkili yürütülmeyen ancak olayları açıklığa kavuşturabilecek nitelikteki bir soruşturma kapsamında da önemli gelişmelerin yaşanabileceğinin gözardı edilemeyeceğini, esasında bu noktada özellikle savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçlar bağlamında, faillerin yargılanması ve mahkûm edilmesinde kamu menfaatinin gözetilmesi nedeni ile olayların üzerinden yıllar geçtikten sonra ortaya çıkma ihtimali olan yasa dışı öldürme eylemlerine ilişkin soruşturma yürütülmesi konusunda aşırı derecede kuralcı olmanın yersiz olduğunu da hatırlatmaktadır (Benzer ve diğerleri, § 129; Brecknell/Birleşik Krallık, § 69). Sonuç olarakAİHM etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiği iddiasının ileri sürüldüğü bir başvuruda; süreye ilişkin kabul edilebilirlik kriterinin yerine getirip getirilmediğini başvuruya konu olayın kendine özgü koşullarına, bu koşullara göre başvurucu tarafından soruşturmaya gösterilen ilgi ve özenin derecesine, ayrıca ulusal düzeyde yürütülen soruşturmanın yeterliliğine bağlı olarak belirlemektedir (Narin/Türkiye, § 43). Her Hâlükârda Kabul Edilemez Bulunan Başvurulardaki İnceleme Usulü Yönünden AİHM, her hâlükârda kabul edilemez bulduğu bazı başvurularda her bir kabul edilemezlik kriteri yönünden ayrı bir inceleme yapmamış ve sadece bulduğu kabul edilemezlik nedeni yönünden değerlendirme yapmıştır (açıkça dayanaktan yoksun bulunan başvuruda iç hukuk yollarının tüketilmediğine ilişkin itirazın incelenmediği kararlar için bkz. Kyriacou Tsiakkourmas ve diğerleri /Türkiye, B. No:13320/02, 2/6/2015, § 277; Eylem Kaya/Türkiye, B. No: 26623/07, 13/12/2016, § 55).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11925
Başvuru, ölüm olayı hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu vekili, müvekkil şirkete ait 34 BGC 99 plakalı araca usul ve yasaya aykırı olarak trafik idari para cezasının kesildiğini, bu cezanın iptali için yargısal yollara başvurduğunu, Mahkemenin, idarenin cevabi yazısını kendisine tebliğ etmeden iptal başvurusunun reddine karar verdiğini belirterek, Anayasa'nın maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkı ile hukuk devleti, eşitlik ve cezaların şahsiliği ilkelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur. Başvuru, 18/7/2014 tarihinde Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 26/11/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: İstanbul Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünün 13/3/2014 tarih ve MA-05109735 seri numaralı trafik idari para cezası karar tutanağı ile D-100 Kartal mevkiinde yapılan radar uygulamasında hız sınırını aştığı tespit edilen başvurucuya ait 34 BGC 99 plakalı araca 356,00 TL idari para cezası kesilmiştir. Trafik idari para cezası karar tutanağında; aracın cinsi, rengi ve plakası, kabahatin işlendiği yer, hangi kabahatin işlendiği, kabahatin nasıl tespit edildiği, tutanağı düzenleyen görevlinin ad ve soyadı ile sicil numarası ve ceza tutarı ile ilgili bilgiler yer almaktadır. Anılan tutanak, başvurucuya 24/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucunun trafik ekiplerince düzenlenen idari para cezasının kaldırılması istemiyle İstanbul Anadolu Sulh Ceza Mahkemesine 4/4/2014 tarihinde yapmış olduğu itiraz, Mahkemenin 2/6/2014 tarih ve 2014/287 Değişik İş sayılı kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Kararın gerekçesi şu şekilde kaleme alınmıştır: “…İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünden gelen cevabi yazıda MA-05109735 seri sıra numaralı Trafik İdari Para cezası karar tutanağı 2014 günü D-100 Kartal mevkiinde yapılan radar uygulaması esnasında 34 BCG 99 plaka sayılı araç sürücüsünün araçlar için 50 km ( hususi otomobiller için 70 km ) km hız sınırı olan bölgede 102 km hız ile araç kullandığı gerekçesiyle 2918 sayılı karayolları Trafik Kanununun 51/2-b (Hız ölçen teknik cihaz veya çeşitli usullerle yapılan tespit sonucu hız sınırlarını %30’dan fazla aşmak ) maddesi gereğince 34 BGC 99 plaka sayılı aracın tescil plakasına yine aynı kanunun maddesi (sürücüsü tespit edilemeyen araçlara tescil plakalarına göre ceza veya suç tutanağı düzenlenir) hükmüne istinaden düzenlendiğini belirtmiştir.  2014 tarih ve MA-05109735 seri sıra numaralı Trafik İdari Para Cezası Karar tutanağı PTT tebligat sisteminde yapılan incelemede 2014 tarihinde ilgilisine gönderilmek üzere PTT Dağıtım merkezine teslim edilmiş olup 2014 tarihinde ilgili posta görevlisi tarafından iş yerinde daimi çalışana teslim edildiğinin bildirildiği görülmüştür.  Ayrıca cevabi yazıya ekli olarak kalibrasyon doğrulaması yapılan Digital-Ally radarın çekim yaptığı 34 BCG 99 plaka sayılı aracın fotoğrafı da eklenmiştir. Dosya üzerinde yapılan incelemeye göre düzenlenen idari para cezası karar tutanağı usul ve yasaya uygun bulunmakla itirazın reddine karar vermek gerekmiştir…” Anılan karar, başvurucu vekiline 18/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bireysel başvuru, 18/7/2014 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 13/10/1983 tarih ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:“Hız ölçen teknik cihaz veya çeşitli teknik usullerle yapılan tespit sonucu hız sınırlarını yüzde ondan yüzde otuza (otuz dahil) kadar aşan sürücülere … lira, yüzde otuzdan fazla aşan sürücülere …. lira para cezası uygulanır.” 2918 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Trafiği tehlikeye düşürecek, engel olacak şekilde veya yasaklanmış yerlerde park etmiş araçlara veya trafik kural ve yasaklarına aykırı davranışları belirlenmiş bulunan, karayolları ağırlık kontrol mahallerinde işaret, ışık, ses veya görevlilerin ikazına rağmen tartı sistemine girmeden seyrine devam eden ve sürücüsü tespit edilemeyen araçlara tescil plakalarına göre ceza veya suç tutanağı düzenlenir.” 18/7/1997 tarih ve 23053 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:“Araç sürülürken yapılan hız, radar ve benzeri teknik cihazlarla ölçülebileceği gibi kronometre veya değişik usullerle de ölçülerek tespit edilebilir.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12348
Başvurucu vekili, müvekkil şirkete ait 34 BGC 99 plakalı araca usul ve yasaya aykırı olarak trafik idari para cezasının kesildiğini, bu cezanın iptali için yargısal yollara başvurduğunu, Mahkemenin, idarenin cevabi yazısını kendisine tebliğ etmeden iptal başvurusunun reddine karar verdiğini belirterek, Anayasa'nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkı ile hukuk devleti, eşitlik ve cezaların şahsiliği ilkelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur.
0
Başvuru, taksirle yaralama suçundan yürütülen ceza soruşturmasında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/2/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık cevabında, başvuruya ilişkin görüş bildirilmesine gerek görülmediği ifade edilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 7/10/2007 tarihinde bir aracın çarpması sonucu yaralanmıştır. Her iki ayak bileğinde kırık oluşan başvurucu, ameliyat olmak zorunda kalmış ve ayaklarına platin takılmıştır. Kaza mahalline intikal eden polis memurları tarafından Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığının talimatı doğrultusunda olay yeri krokisi ile olay yeri görgü tespit tutanağı düzenlenmiştir. Tutanakta, olayın meydana geldiği yerde bir iz ve emareye rastlanılmadığı belirtilmiştir. Başvurucu kazanın yaşandığı gün alınan ifadesinde, saat 50 sularında marketten alış veriş yapıp çıktığını ve karşıya geçmek için market önündeki ışıklı kavşakta beklediğini, yaya yeşili yanması üzerine karşıya geçmek istediği sırada Ankara istikametinden gelen ve şehir merkezine doğru giden bir ambulansın hızla geldiğini gördüğünü belirtmiştir. Ambulanstan kurtulmak isterken yere düştüğünü, aracın her iki ayağının üzerinden geçerek gittiğini, olay yerinde olan kişiler tarafından hastaneye kaldırıldığını ifade etmiştir. Ayrıca kendine çarpan ve olay yerinde durmayan ambulans sürücüsünden şikâyetçi olduğunu vurgulamıştır. Melikgazi Polis Merkezi Amirliği tarafından düzenlenen 10/10/2007 ve 19/7/2018 tarihli tutanaklar ile olayın failinin araştırıldığı, arama ve yakalama çalışmalarının devam ettiği Başsavcılığa bildirilmiştir. Ayrıca 10/8/2008 tarihinde; bir ambulansın çarptığı başvurucunun hayati tehlikesinin olmadığı, başvurucunun şikâyetçi olduğu, faili tespit etme ve yakalama çalışmalarının devam ettiği belirtilerek olay yeri krokisi ve görgü tespit tutanağı Başsavcılığa gönderilmiştir. Başsavcılık 14/1/2009 tarihinde daimi arama kararı vermiştir. Anılan karar ile birlikte Kayseri Asayiş Şube Müdürlüğüne dava zamanaşımı olan 7/10/2015 tarihine kadar şüphelinin aranması, bulunduğunda savunmasının alınması ve arama sonuçlarının altışar aylık dönemlerde bildirilmesi yönünde talimat iletilmiştir. Talimat doğrultusunda İlçe Emniyet Müdürlüğü tarafından 5/7/2009, 5/7/2010, 5/1/2011, 22/7/2011, 11/1/2012, 9/7/2012 ve 9/11/2014 tarihli raporlar ile araştırma çalışmalarının sonuçları Başsavcılığa bildirilmiştir. Benzer ifadeleri içeren raporlarda, şüphelinin aranmasına devam edildiği ve yakalanması hâlinde bilgi verileceği belirtilmiştir. Başvurucu 25/12/2014 tarihli dilekçesiyle ambulansın bulunması için hangi araştırmaların yapıldığı, il ve ilçelerdeki sağlık kuruluşları nezdinde bir araştırma yapılıp yapılmadığı, olay yerindeki güvenlik kameralarının kayıtlarının araştırılıp araştırılmadığı hususlarında Başsavcılıktan bilgi talep etmiştir. Ayrıca dosyada bulunan araştırma raporlarının aynı şekilde düzenlendiklerini vurgulayarak tutanaklarda bahsedilen araştırmanın nasıl yapıldığı konusunda açıklama istemiştir. Başsavcılık 2/11/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararda, yapılan tüm araştırmalara rağmen olayın failin kimliğinin tespit edilemediği ve 26/9/2004 tarihli 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde düzenlenen zamanaşımı süresinin dolduğu ifade edilmiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı, kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle Kayseri Sulh Ceza Hâkimliğinin 9/12/2015 tarihli kararıyla kesin olmak üzere reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 6/1/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu1/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5271 sayılı Kanun'un "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar. (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun başvuruya konu suçun işlendiği iddia edilen tarihte yürürlükte olan "Dava zamanaşımı" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"(1) Kanunda başka türlü yazılmış olan hâller dışında kamu davası;...e) Beş yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adlî para cezasını gerektiren suçlarda sekiz yıl,Geçmesiyle düşer..." 5237 sayılı Kanun’un "Taksirle yaralama" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"(1) Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.(2) Taksirle yaralama fiili, mağdurun;...b) Vücudunda kemik kırılmasına,...Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza, yarısı oranında artırılır...(5) Taksirle yaralama suçunun soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlıdır. Ancak, birinci fıkra kapsamına giren yaralama hariç, suçun bilinçli taksirle işlenmesi halinde şikâyet aranmaz."
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/2232
Başvuru, taksirle yaralama suçundan yürütülen ceza soruşturmasında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; ceza infaz kurumunda gerçekleştirilen detaylı arama uygulaması, sosyal ve kültürel faaliyetlere sınırlama getirilmesi ile bu uygulamalara yönelik itirazın reddi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs suçundan müebbet hapis cezası hükümlüsü olarak Marmara 7 Numaralı L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Kurum) bulunmaktadır. Kurum bünyesinde, her açık görüş sonrası mahpuslar detaylı aramaya tabi tutulmaktadır. Başvurucu söz konusu uygulamanın kaldırılması istemiyle Silivri İnfaz Hâkimliği nezdinde talepte bulunmuştur (Başvurucunun aynı talep dilekçesinde sosyal ve kültürel faaliyetler kapsamındaki talepleri yargı makamlarınca değerlendirmeye konu edilmiş ise de başvuru süreci ile incelemenin kapsamı -bkz. §§ 6, 8- dikkate alınarak anılan talebe ilişkin hususlar detaylandırılmamıştır.). Başvurucu, talep dilekçesinde aramanın gerçekleşme şekline/personelin edimine dair bir itiraz ileri sürmemiş; uygulamanın gerekli olmadığına, detaylı arama yapılmasının şartlarının oluşmadığına dikkat çekmiştir. İnfaz Hakimliği konuya ilişkin olarak Kurumdan bilgi ve belge talebinde bulunmuştur. Kurum 26/2/2020 tarihli yazıda; Kurum bünyesinde Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyeliği suçundan tutuklu/hükümlü çok sayıda mahpus bulunduğunu ve bu kişilerin örgütsel haberleşme, talimat alma gibi güvenlik zafiyeti oluşturabilecek eylemlerinin ve örgütsel provokasyonlarının önlenmesi, dış dünya ile olan örgütsel bağlarının takip edilmesi, yasaklı eşyaların içeri alınmasının önüne geçilmesi bağlamında arama faaliyetlerinin kritik önem taşıdığını vurgulamıştır. Ayrıca 2019 yılında Kurum içi güvenliği tehlikeye atan 55 vakanın gerçekleştiğini, Kurum personelinin ve mahpusların güvenliğini ve Kurum düzenini sağlamak adına söz konusu uygulamanın yapıldığını açıklamıştır. Son olarak söz konusu uygulama için ayrıca bir karar almadığını, 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılıCeza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ve ilgili mevzuat çerçevesinde aramaların gerçekleştirildiğini belirtmiştir. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı 24/2/2020 tarihli mütalaasında Kurumun uygulamayı 5275 sayılı Kanun'a uygun olarak gerçekleştirdiğini, bu nedenle talebin reddi gerektiğini ifade etmiştir. İnfaz hâkimliği 9/3/2020 tarihli kararı ile başvurucunun talebini reddetmiştir. Gerekçede; Kurum tarafından güvenlik ve örgütsel faaliyetlerin önlenmesi saikiyle (bkz. § 3) uygulama yapıldığı, keyfîliğin söz konusu olmadığı, ayrıca aramaların insan onuruna saygının esas alınarak, kimsenin göremeyeceği şekilde, mahpusların hemcinsi olan görevlilerce, 5275 sayılı Kanun'a uygun olarak gerçekleştirildiği ifade edilmiştir. Başvurucunun,ilk talep dilekçesindeki iddialara benzer hususları ileri sürerek Silivri Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde karara karşı yaptığı itiraz 8/5/2020 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 20/5/2020 tarihinde öğrenmesinin ardından 10/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi 14/7/2021 tarihli kararı ile adli yardım talebini geçici olarak kabul ettiği başvurucunun adil yargılanma hakkı ile maddi ve manevi varlığın korunması hakkına yönelik ihlal iddialarının kabul edilemez olduğuna hükmetmiş; detaylı arama uygulamasına yönelik ihlali iddiasının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/17435
Başvuru, ceza infaz kurumunda gerçekleştirilen detaylı arama uygulaması, sosyal ve kültürel faaliyetlere sınırlama getirilmesi ile bu uygulamalara yönelik itirazın reddi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi salınması işlemine karşıaçılan davada hukuka aykırı ve gerekçesiz karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Şirketin 2007 yılı ve öncesine ilişkin defter ve belgeleri yangın sonucu zayi olmuştur. Başvurucu Şirketin 2006 yılında indirim konusu yapılankatma değer vergilerinin reddi ve dönem beyannamelerinin yeniden düzenlenmesi suretiyle aleyhine 2012 yılının Şubat, Nisan ve Mayıs dönemleri için resen üç kat vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi tarhiyatı yapılmıştır. Başvurucu Şirket söz konusu tarhiyat işleminin iptali istemiyle Diyarbakır Vergi Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde iptal davası açmıştır. Mahkeme 23/5/2013 tarihli kararıyla katma değer vergisi tarhiyatları yönünden davanın reddine, vergi ziyaı cezsası yönünden ise işlemin iptaline hükmetmiştir. Kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "Olayımızda, mücbir sebep hali nedeniyle vergi matrahının tamamen veya kısmen maddi delillere dayanarak saptanması olanağı ortadan kalktığından re'sen takdir sebebinin varlığının kabulü zorunludur. Mahkeme kararı ile zayi olduğu saptanmış olan defter ve belgelerin incelemeye ibraz edilmemesi yükümlüleri katma değer vergisi indirimine ilişkin koşullardan ikincisi olan “indirime konu yapılan vergilerin alış belgelerinde ayrıca gösterilmiş olmasını” kanıtlama sorumluluğundan kurtarmaz. Ticari icaplara göre kendisine mal ve hizmet sunulan kişi ve kuruluşları bilmek durumundaki bir alıcının, gerekli girişimlerde bulunarak emtia alımına ilişkin belgelerin varlığını ispat olanağına sahip olduğunun kabulü gerekmektedir.Bu durumda ise ispat külfeti kendisine düşen yükümlüler tarafından ibraz edilebilen fatura ve benzeri vesikalarda gösterilen katma değer vergisi indirim konusu yapılabilecek, aksi halde indirimler kabul edilmeyecektir. Olayda, aynı davacı tarafından 2006 takvim yılına ilişkin tarhiyatların kaldırılması istemiyle açılan Mahkememizin 2012/758 Esas sayılı dava dosyasında; 2013 tarihli ara kararıyla, davacıdan uyuşmazlığın çözümü için gerekli olan 2006 yılına ait yasal tüm defter ve belgeleri ile indirim konusu katma değer vergilerinin tafsilatlı aylık dökümleri listesinin ve indirim konusu yapılan tüm alış faturaları ile gider belgeleri asıllarının, asılları temin edilememesi halinde onaylı örneklerinin mahkememize ibrazına karar verildiği halde davacı tarafından herhangi bir bilgi ve belge sunulmadığı görüldüğünden anılan yıla ilişkin defterler ile alış faturaları ve gider belgelerinin ibraz edilmediği, dolayısıyla 3065 sayılı Kanunun ve maddeleri uyarınca, fatura ve benzeri vesikalarda yer alan katma değer vergilerinin defterlere kaydedilip edilmediği hususlarının tespiti mümkün bulunmadığı gerekçesiyle yükümlü adına Katma Değer Vergisi Kanunun ve maddeleri uyarınca indirimlerinin reddi suretiyle yapılan katma değer vergisi tarhiyatları yönünden davanın reddine karar verildiğinden, anılan döneme ilişkin olarak hazırlanan vergi inceleme raporunda sonraki dönemlere ilişkin devreden katma değer vergisi tutarları esas alınmak suretiyle yeniden hesaplanan dava konusu katma değer vergisi tarhiyatlarında hukuki isabetsizlik görülmemiştir. Ancak,uyuşmazlığın 3 kat olarak uygulanan vergi ziyaı cezasına ilişkin kısmına gelince, davacının ihtilaflı dönem defter ve belgeleri zayi olduğu; 213 sayılı Vergi Usul Kanununun maddesinin fıkrasında yazılı mücbir sebebin varlığının kabulü gerektiği, dolayısıyla tarh edilen vergi üzerinden anılan Kanunun maddesi uyarınca ceza kesilmesi olanağı da bulunmadığı anlaşıldığından anılan cezada hukuka uyarlık bulunmadığından kaldırılmaları gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır." Söz konusu hüküm,Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesinin 21/11/2013 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi aynı Mahkemenin 11/4/2014 tarihli ilamıylareddedilmiştir. Başvurucu nihai kararı 23/4/2014 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 9/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6734
Başvuru, vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi salınması işlemine karşı açılan davada hukuka aykırı ve gerekçesiz karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tutukluluğa etkili itiraz imkânından yararlandırılmama nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 20/9/2019 tarihinde çocuğun cinsel istismarı suçundan tutuklanmıştır. Hassa Cumhuriyet Başsavcılığının bağlı bulunduğu Kırıkhan Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından 24/12/2019 tarihinde düzenlenen iddianameyle başvurucunun cezalandırılması talebiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde ceza davası açılmıştır. Mahkeme 28/12/2020 tarihinde tahliye talebinin reddine ve tutukluluğun devamına karar vermiştir. Başvurucu bu karara yaptığı itiraz hakkında bir karar verilmediğini belirterek 20/1/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ağır Ceza Mahkemesi 12/4/2021 tarihinde başvurucunun çocuğun cinsel istismarı suçundan 11 yıl 3 ay ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Ayrıca başvurucunun tutuklu kaldığı süre gözönünde bulundurularak hükümle birlikte tahliyesine karar verilmiştir. İstinaf incelemesi devam etmektedir. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/4521
Başvuru, tutukluluğa etkili itiraz imkânından yararlandırılmama nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olan başvurucunun odadaki çöplerin her gün alınması talebinin reddedilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Düzce T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Kurum) tutuklu olarak bulunmaktadır. Başvurucunun 16/8/2017 tarihli dilekçesiyle odadaki çöplerin her gün alınması talebi Kurum tarafından 17/8/2017 tarihli kararla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, Kurumun çöp çıkışının ve kantin malzemesi girişinin mutfak X-Ray alanından yapıldığı, Kuruma Salı günü kantin manav malzemesi, Perşembe günü ise kantin su malzemesi girişi olduğu belirtilmiştir. Bu nedenle aynı anda çöp çıkışı ve malzeme girişinin mümkün olmadığı, belediye çöp arabasının sadece Pazartesi, Çarşamba ve Cuma günleri Kuruma geldiği, hafta sonu mesai olmaması nedeniyle çöp arabasının Kuruma gelmediği ve hafta sonu nedeniyle gündüz personelinin Kurumda olmadığı vurgulanmıştır. Başvurucu Düzce İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) başvurarak söz konusu kararının kaldırılması talebinde bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği 13/10/2017 tarihli kararıyla başvurucunun talebini reddetmiştir. Kararda Kurumun anılan kararında yer verilen gerekçelere yer verilmiş ve çöp çıkış kapısı ile malzeme giriş kapısının birbirine çok yakın olduğu ve iki kapının aynı anda açılarak kullanılmasının güvenlik riski oluşturacağı bu nedenle aynı anda açılmadığı, Kurumda çöp kamyonunun girişine uygun başka bir alanın da bulunmadığı belirtilerek Kurum kararının usul ve yasaya uygun olduğu ifade edilmiştir. Kurum, İnfaz Hakimliği'ne gönderdiği 24/11/2017 tarihli yazısında yazı tarihi itibarıyla ceza infaz kurumunda her gün düzenli çöp toplanılmakta olduğunu belirtmiştir. Başvurucunun itirazı Düzce Ağır Ceza Mahkemesinin 24/11/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararda usul ve yasaya uygun olan kararda bir isabetsizlik bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu nihai kararı 8/12/2017 tarihinde tebellüğ ettikten sonra 13/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/322
Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olan başvurucunun odadaki çöplerin her gün alınması talebinin reddedilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, silahlı ve topluca cezaevinde isyana kalkışma suçundan yargılandığı davada Bandırma Asliye Ceza Mahkemesinin, zaman aşımı süresinin dolmasına rağmen hakkında mahkûmiyet kararı vermesi ve uyarlama hükümlerinin hukuka aykırı olarak uygulanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 19/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 30/4/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında Bandırma Özel Tip Cezaevinde hükümlü olarak tutulduğu süreçte 5/1/2000 ila 7/1/2000 tarihleri arasında diğer bazı hükümlüler ile birlikte İBDA-C silahlı terör örgütü ile ilişkileri nedeniyle silahlı ve topluca cezaevinde isyana kalkıştıkları iddiası ile soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında başvurucunun Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından müdafisiz alınan savunmasında özetle, Bandırma Özel Tip Cezaevi idaresinin kendisi ve bazı hükümlülerin hücre sistemi olan cezaevlerine nakletmek istediğini, kendisi ve arkadaşlarının ayrılmak istemediklerini, zorla götürülmek istenmeleri üzerine de kendi imal ettikleri saldırı ve savunmada kullanılabilecek aletlerle karşı koyduklarını belirtmiştir. Bandırma Cumhuriyet Başsavcılığının 30/5/2000 tarih ve E.2000/549 sayılı iddianamesi ile başvurucu ve arkadaşları haklarında silahlı ve topluca cezaevinde isyana kalkışmak suçundan cezalandırılmaları talebiyle aynı yer Asliye Ceza Mahkemesi nezdinde kamu davası açılmıştır. Bandırma Asliye Ceza Mahkemesi, 4/1/2005 tarih ve E.2000/386, K.2005/1 sayılı kararı ile başvurucuyu 11 yıl 6 ay 10 gün hapis cezasına mahkûm etmiştir. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 22/12/2005 tarih ve 4-2005/180627 sayılı yazıları ile karara ilişkin 1/6/2005 tarihinde yürürlüğe giren 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu kapsamında değerlendirme yapılması için dosyayı Mahkemesine geri göndermiştir. Bandırma Adliyesinde ikinci Asliye Ceza Mahkemesinin kurulması ile dosyanın tevzi olduğu Bandırma Asliye Ceza Mahkemesinin E.2006/40 sayısına kayden yapılan yargılamada, Mahkemenin 15/12/2011 tarih ve E.2006/40, K.2011/729 sayılı kararı ile başvurucu tekrar 11 yıl 6 ay 10 gün hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan 19/5/2013 tarih ve 2013/4231 sayılı tebliğnamede başvurucunun hukuki durumuna ilişkin olarak talep edilen hususlar şöyledir:“Suç ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK ve 5237 sayılı TCK hükümleri nazara alınarak lehe ve aleyhe değerlendirme yapılması gerektiği, bu kapsamda her suç bakımından zamanaşımı değerlendirilmesinin ayrı ayrı yapılması gerektiği, sanıklar hakkında 765 sayılı TCK’nın 304/3- maddeleri gereğince hükmolunan temel cezanın 10 yıl 6 ay hapis cezası, netice cezanın ise 11 yıl 6 ay 10 gün hapis cezası olması karşısında; her ne kadar hüküm tarihi itibariyle uygulama doğru ise de suç ve hüküm tarihi itibariyle 765 sayılı TCK’nın 304/, 5237 sayılı TCK’nın 296/1- maddeleri kapsamında yapılan değerlendirmede 5237 sayılı TCK’nın 296/ maddesine ilişkin kesintili zamanaşımı süresinin 5237 sayılı TCK’nın 66/1-e, 67/ maddeleri gereğince 12 yıl olması ve suç tarihi olan 5/1/2000 tarihinden inceleme tarihine kadar da söz konusu zamanaşımı süresinin gerçekleşmiş olması karşısında; mahkemece 765 sayılı TCK’nın 304/3- maddeleri ile 5237 sayılı TCK’nın 296/ maddesi delaletiyle 5237 sayılı TCK’nın 152/1-a, 152/2-a maddelerinin ayrı ayrı bir bütün halinde netice cezalar değerlendirilmek suretiyle yeniden lehe yasanın değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması bozmayı gerektiğinden, sanıklar ve müdafilerinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün bozulması talep olunur.” Temyiz incelemesi yapan Yargıtay Ceza Dairesi, 24/12/2013 tarih ve E.2013/7012, K.2013/16579 sayılı ilamı ile anılan mahkeme kararını onanmıştır. İlamın gerekçesindeki başvurucu ile ilgili kısım şöyledir:“Sanıklara atılı hükümlü veya tutukluların ayaklanması suçu bakımından 5237 sayılı TCK'nın 296/ maddesinde belirlenen cezanın süresi itibariyle, aynı Kanun’un 66/1-e, 67/ maddelerinde öngörülen zamanaşımı suç ve inceleme tarihleri arasında gerçekleşmiş ise de, 5237 sayılı TCK'nın ve 5252 sayılı Kanunun 9/3 maddelerinde “lehe olan hüküm önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçların birbiriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir” hükmü uyarınca, iddianamedeki anlatım, kabul ve mahkemenin lehe olan kanunun belirlenmesine yönelik yaptığı karşılaştırmada yakarak mala zarar verme suçuna ilişkin teşdiden öngördüğü ceza da nazara alındığında; sanıklar tarafından gerçekleştirilen ayaklanmada yakarak mala zarar verme ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarının da sübut bulduğu, buna göre de; 765 sayılı TCK'nın 304/son maddesi delaletiyle 304/3- maddelerinin uygulanması ile hükmolunan sonuç cezanın, 5237 sayılı TCK'nın 296/ maddesi yollamasıyla aynı Kanunun 152/1-a, 152/2-a, 109/2-3-a-b maddelerinin uygulanması suretiyle hükmolunacak sonuç cezaya göre her durumda daha lehe olacağı anlaşılmakla; mahkemenin kabul ve uygulamasında bir isabetsizlik görülmemiş, tebliğnamedeki bozma düşüncesine bu nedenle iştirak edilmemiştir” Başvurucu, karardan 17/3/2014 tarihinde haberdar olmuş ve 19/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun (mülga) maddesi şöyledir:“(Değişik madde: 28/9/1971 tarih ve 1490 sayılı Kanun’un 10 md.)I- (Değişik bent: 7/1/1981 tarih ve 2370 sayılı Kanun’un 10 md.) Önceden aralarında bir anlaşma olsun veya olmasın üç ve daha ziyade hükümlü veya tutuklu her ne sebeple olursa olsun cezaevi idaresine karşı ayaklanırsa, üç yıldan beş yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.Cebir ve şiddet göstererek veya tehdit ederek veya nüfuz ve müessir kuvvet sarfederek cezaevinin idaresine kısmen veya tamamen mani olunması hali bu maddenin tatbikinde ayaklanma sayılır.Kullanılmış olmasa bile, ayaklanmaya silahla katılan hükümlü ve tutuklular beş yıldan yedi yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.Yukarıda yazılı hallerde ayrıca bir tahribat meydana getirilmişse, tayin olunan ceza, tahribatın derecesine göre üçte birden yarıya kadar artırılarak hükmolunur.II - Azmettirenler veya teşvik edenler ayaklanmaya fiilen katıldıkları takdirde, haklarında birinci bendin birinci veya üçüncü veya dördüncü fıkralarında yazılı olan cezaların yukarı haddi hükmolunur.III - (Mülga bent: 07/12/1988 tarih ve 3506 sayılı Kanun’un 10 md.)” 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesi şöyledir: “(1) Hükümlü veya tutukluların toplu olarak ayaklanması hâlinde, her biri hakkında altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Hükümlü veya tutuklu sayısının üçten fazla olmaması hâlinde, bu suçtan dolayı cezaya hükmedilmez. (2) Ayaklanma sırasında başka suçların işlenmesi hâlinde, ayrıca bu suçlara ilişkin hükümlere göre cezaya hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi ile (2) numaralı fıkrasının (a) bendi şöyledir:“(1) Mala zarar verme suçunun;  a) Kamu kurum ve kuruluşlarına ait, kamu hizmetine tahsis edilmiş veya kamunun yararlanmasına ayrılmış yer, bina, tesis veya diğer eşya hakkında, …İşlenmesi hâlinde, fail hakkında bir yıldan altı yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.(2) Mala zarar verme suçunun; a) Yakarak, yakıcı veya patlayıcı madde kullanarak, …İşlenmesi hâlinde, verilecek ceza iki katına kadar artırılır.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“(2) Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.” 4/11/2004 tarih ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un Maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:“(3) Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir.” 4/4/1929 tarih ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun (mülga) maddesinin birinci fıkrasının (3) numaralı bendi şöyledir:“Zabıta amir ve memurları ile Cumhuriyet Savcısı tarafından ifade almada ve hakim tarafından sorguya çekilmede aşağıdaki hususlara uyulur:… Müdafi tayin hakkının bulunduğu, müdafi tayin edebilecek durumda değilse baro tarafından tayin edilecek bir müdafi talep edebileceği ve onun hukuki yardımından yararlanabileceği, isterse müdafiin soruşturmayı geciktirmemek kaydı ile ve vekaletname aranmaksızın ifade veya sorguda hazır bulunacağı bildirilir; yakınlarından istediğine yakalandığını duyurabileceği söylenir.” 1412 sayılı Kanun’un 135/A maddesi şöyledir:“İfade verenin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, zorla ilaç verme, yorma, aldatma, bedensel cebir ve şiddette bulunma, bazı araçlar uygulama gibi iradeyi bozan bedeni veya ruhi müdahaleler yapılamaz.Kanuna aykırı bir menfaat vaat edilemez.Yukarıdaki fıkralarda belirtilen yasak yöntemlerle elde edilen ifadeler rıza olsa dahi delil olarak değerlendirilemez.” 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi şöyledir:“(Değişik madde: 6/12/2006 tarih ve 5560 sayılı Kanun’un md)(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.(2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.(3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır. (4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3836
Başvurucu, silahlı ve topluca cezaevinde isyana kalkışma suçundan yargılandığı davada Bandırma 2. Asliye Ceza Mahkemesinin, zaman aşımı süresinin dolmasına rağmen hakkında mahkûmiyet kararı vermesi ve uyarlama hükümlerinin hukuka aykırı olarak uygulanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, Gezi Parkı olayları sürecinde parkın kapatılmasını protesto etmek amacıyla yapılan oturma eyleminde polisin güç kullanması üzerine yaralanmanın ve buna ilişkin olarak yapılan şikâyetin kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile sonuçsuz kalmasının kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme özgürlüğünü ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 31/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: 1973 doğumlu olan başvurucu, kamuoyunda Gezi Parkı olayları olarak bilinen süreçte protesto eylemlerine katılmıştır. Türkiye İnsan Hakları Kurumu tarafından Ekim 2014'te yayımlanan Gezi Parkı Olayları Raporu'nda yer alan bazı tespitler şöyledir:a. Gezi Parkı, İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde Taksim Meydanı’nın yakınlarında konumlanan bir şehir parkıdır. Gezi Parkı'nın bu ismi alması ve söz konusu mekânda gerçekleşen değişimler, Gezi Parkı olayları vesilesiyle gündeme gelmiş; konuya ilişkin birçok açıklama yapılmış ve tartışma yürütülmüştür.b. Gezi Parkı olayları, İstanbul Taksim Meydanı’nda bulunan Gezi Parkı’nda yapılmak istenen çevre ve imar düzenlemelerine engel olmak için 27/5/2013 tarihinde iş makinelerinin Gezi Parkı'na girmesiyle başlamış ve haziran-temmuz aylarında yoğunlaşarak Türkiye’nin birçok iline yayılmış toplantı ve gösteri yürüyüşleridir.c. Gezi Parkı olaylarının kronolojik gelişimine dair bir kısım bilgi şöyledir:i. 27/5/2013: Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında Gezi Parkı’nın Asker Ocağı Caddesi'ne bakan duvarının 3 metrelik kısmının gece 00 civarında yüklenici firmaya ait iş makineleri tarafından yıkılması ve beş ağacın yerinden sökülmesi üzerine çeşitli sivil toplum kuruluşlarından oluşan Taksim Dayanışması üyelerinin de aralarında bulunduğu yaklaşık 20 kişi iş makinelerini durdurarak parkta nöbet tutmaya başlamıştır. ii. 28/5/2013: Ağaçların sökülmesini engellemek için durumdan haberdar olan birçok kişi parka gelmiş, eylemciler ile eylemcilere ait parktaki çadırları sökmek isteyen zabıtalar arasında arbede yaşanmıştır. iii. 30/5/2013: Kolluk kuvvetleri tarafından saat 00 civarında parktaki eylemcilere müdahale edilmiştir. Kaldırılan çadırların bir kısmı yakılmış, geri kalanına el konulmuştur. İnşaat ekibi parktaki çalışmalarına tekrar başlamıştır. iv. 31/5/2013: Saat 30 sıralarında parkta bulunanlara müdahale edilmiş, park boşaltılarak girişler polis bariyeriyle kapatılmış, parkın boşaltılmasından sonra Taksim Meydanı ve çevresinde toplanan göstericilere biber gazı ve basınçlı su kullanılarak yapılan müdahaleler sonucunda birçok kişi yaralanmıştır. Protestolar başka şehirlere de yayılmış, özellikle Ankara Merkez'de birçok eylem yapılmıştır. v. 1/6/2013: Gezi Parkı eylemine müdahale eden polisin güç kullanımını protesto eylemleri tüm Türkiye’ye yayılmış, Ankara Kızılay Meydanı’nda toplanan gruplarakolluk görevlilerince yoğun olarak gaz bombası atılmıştır. İçişleri Bakanı48 ilde 90'ın üzerinde eylem yapıldığını, 939 kişinin gözaltına alındığını, 53'ü vatandaş, 26'sı polis olmak üzere toplam 79 kişinin yaralandığını ve bu yaralıların 19'unun İstanbul'da tedavilerinin devam ettiğini açıklamıştır.vi. 2/6/2013: İçişleri Bakanı 67 ilde 235 eylem yapıldığını, 730 kişinin gözaltına alındığını, 115 güvenlik görevlisinin yaralandığını, 58 kişinin tedavisinin devam ettiğini ve 6 kişinin yoğun bakımda olduğunu açıklamıştır. vii. 3/6/2013: İzmir Karşıyaka’da bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) ilçe binası göstericiler tarafından ateşe verilmiş, İstanbul Dolmabahçe’de polis ve eylemciler arasında çatışma yaşanmış; polis, biber gazı ve tazyikli suyla müdahale ederken eylemciler kaldırım taşlarından barikatlar kurmuş; polise taş ve molotof kokteylleriyle karşılık vermişlerdir. viii. 4/6/2013: İstanbul Adliyesinde, ülke çapındaki gösterilerde yaşanan polis müdahalesi avukatlar tarafından protesto edilmiş; İstanbul Beşiktaş’taki Başbakanlık ofisine yürümek isteyen ve dağılma uyarısını dikkate almayan gruba polis tazyikli su ve biber gazıyla müdahale etmiştir.ix. 5/6/2013: Taksim Dayanışması Platformu temsilcileri Başbakan Yardımcısı ile görüşme yapmış ve ona taleplerini iletmişlerdir. Bu platforma katılan Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Türk Tabipler Birliği (TTB) ile Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Türkiye genelinde iş bırakma eylemi başlatmıştır.x. 6/6/2013: İçişleri Bakanı 915 kişinin hastaneye kaldırıldığını, 79 kişinin tedavisinin sürdüğünü, 4 kişinin hayati tehlikesinin devam ettiğini, 8 kişinin yoğun bakımda bulunduğunu, 516 kolluk görevlisinin yaralandığını açıklamıştır. xi. 9/6/2013: Taksim Dayanışması Platformu, Taksim Meydanı’nda geniş katılımlı miting düzenlemiştir. xii. 11/6/2013: Kolluk kuvvetleri on gün aradan sonra sabah erken saatlerde göstericilerin hazırladığı barikatları aşarak Taksim Meydanı'na gelmiş ve meydandaki pankartları indirmiştir. Polisin Gezi Parkı'na müdahalesi sonucu protestocularla kolluk kuvvetleri arasında çatışmalar yaşanmıştır.xiii. 12/6/2013: Sabah saat 00’e kadar süren olaylar, polisin meydandan çekilmesi ile sakinleşmiştir. Aynı gün Başbakan, Gezi Parkı’ndaki eylemlerde yer alan bazı grupların temsilcileri ile Ankara’da bir araya gelmiştir.xiv. 14/6/2013: Başbakan, Gezi Parkı’ndaki eylemlerde yer alan bazı grupların temsilcileri ile ikinci kez bir araya gelmiştir.xv. 15/6/2013: Taksim Dayanışması Platformu üyeleri eylemlerini sadece Taksim Dayanışması çadırında sürdüreceklerini, park ve çevresindeki diğer çadırlar, flamalar ve bayrakların indirileceğini açıklamış; bu doğrultuda saat 00 civarında Taksim Dayanışması Platformuna ait olanlar haricindeki flama ve bayraklar indirilmiş; ayrıca Gezi Parkı’ndan meydana açılan bölgedeki barikatlar temizlenmiştir. Bazı grupların alanda kalmaya devam edeceklerini beyan etmesi üzerine saat 30’dan itibaren kolluk kuvvetleri parktaki göstericilere dağılmaları yolunda anons yapmaya başlamış ve gaz sıkmış, saat 50’de göstericilere müdahale başlamıştır. Kolluk kuvvetleri kısa sürede Gezi Parkı’na girmiş ve park girişe kapatılmıştır.xvi. 24/6/2013: Olayların yaşandığı Gezi Parkı'nda haber yapmaya çalışan basın mensuplarına yönelik müdahale ve gözaltılar gerçekleşmiştir.xvii. 6/7/2013: Polis, Taksim Dayanışması Platformunun çağrısı üzerine Gezi Parkı'na gelen kişilere müdahale etmiştir.d. Kamuoyunda olayların çevreci bir saikle başladığını, bireylerin yaşadıkları çevreye ilişkin kararların kendilerine sorulması talebini ortaya koyduklarını ifade edenler olduğu gibi yerleri değiştirilen ağaçların bahane olarak kullanıldığını, hareketin iktidara karşı yurt dışı destekli bir kalkışma olduğunu belirtenler ve polisin sert müdahalesini Başbakanlık binasının ele geçirilmeye çalışılması, kamu kişilerinin ve özel kişilerin mallarına zarar verilmesi ile ilişkilendirenler de mevcuttur.e. İçişleri Bakanlığı verilerine göre 28/5/2013 ile 6/9/2013 tarihleri arasında 80 ilde Gezi Parkı olayları çerçevesinde 532 eylem/etkinlik gerçekleştirilmiş bu eylem ve etkinliklere 208 kişi katılmış, olaylara ilişkin 519 emniyet personeli görevlendirilmiş, söz konusu gösterilerden 164’üne müdahalede bulunulmuş, bir komiser yüksekten düşme nedeniyle şehit olmuş, üçü silahla ve ikisi bıçakla olmak üzere 697 güvenlik görevlisi yaralanmış, olaylar sırasında yaşamını yitiren dört sivil vatandaşın ölümüyle ilgili adli ve idari soruşturma yürütülmüş, olaylarda gözaltına alınan 513 kişiden 148'i tutuklanmış, görevlendirilen polislerden 127'si hakkında uygulamaları nedeniyle araştırma/soruşturma işlemleri yapılmıştır.f. Gezi Parkı olayları sırasında bazı ölüm olayları da yaşanmıştır.g. TTB verilerine göre kamu hastanelerine, özel hastane ve tıp merkezlerine, olayların yaşandığı alanlarda kurulan revirlere toplam 163 kişi yaralı olarak başvurmuştur. Bunlardan 106'sı kafa travmasına uğramış, 63'ü ağır yaralanmış, 11'i gözünü kaybetmiştir. Başvurucu, kamuoyunda Gezi Parkı olarak bilinen olaylar sonrasında Gezi Parkı'nın İstanbul Valiliğinin kararı ile kapatılmasını protesto etmek amacıyla 16/6/2013 tarihinde Gezi Parkı merdivenlerinde basın açıklaması yapacağını duyuran Feminist Kolektif grubunun içinde yer almıştır. Başvurucu, anılan grubun tüzel kişiliğinin olmadığını ve olay günü Taksim Dayanışması Platformunun basın açıklaması çağrısına uyarak 25-30 kadın arkadaşı ile birlikte saat 00 sıralarında İstiklal Caddesi'nde toplandıklarını belirtmiştir. Başvurucu, başvuru dosyasına sunduğu fotoğraflarda görüldüğü üzere baretli, maskeli, gözlüklü ve yağmurluklu olarak İstiklal Caddesi'ni kapatacak şekilde, tramvay yolu üzerine oturarak eylem yaptıklarını ifade etmiştir. Başvurucunun sunduğu fotoğraflarda içinde bulunduğu grubun yolu kapatacak şekilde oturma eylemine başladığı görülmektedir. Bu sırada grubun arkasında Çevik Kuvvet polisi beklemektedir. Protestocu grubun ne kadar süre oturma eylemi yaptığı dosya içeriğinden ve soruşturma dosyasından tespit edilememiştir. Ancak başvurucu vekili, müşteki beyanında gösterinin bir iki dakika sürdüğünü iddia etmiştir. Polisin eylemcilere göz yaşartıcı gaz atarak müdahale ettiği belirtilmiştir. Bu sırada başvurucunun beyanına göre üç polis başvurucuya müdahale etmiş ve başvurucunun vücudunda kızarıklıklar oluşmuştur. Başvurucu; bu müdahale esnasında polisin kendisine copla vurmadığını, kızarıklıkların polisin tutmasından kaynaklandığını belirtmiştir. Bununla birlikte polisin başvurucunun üzerindeki kask, gözlük, maske ve yağmurluğu parçalayarak zorla çıkardığı ileri sürülmüştür. Bunun dışında başvurucu gözaltına alınmadığı gibi hakkında herhangi bir soruşturma başlatıldığından da bahsedilmemiştir. İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğünün raporuna göre başvurucu ertesi gün 17/6/2013 tarihinde Gaziosmanpaşa Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesine başvurmuştur. 17/6/2013 tarihli raporda; boyun sol arka kısımda 5x2 cm'lik, boyun sağda 2 cm'lik, sağ kolda 1cm'lik yüzeysel kızarıklık, sağ kol arka kısımda 4x4 cm'lik ekimoz (morarma, çürük) olduğu, sağ başparmağında ağrı tarif ettiği, tetkiklerinde travmaya bağlı patoloji saptanmadığı, ekli fotoğraflara ek olarak sağ üst kol koltuk altına yakın kısımda dairesel iki adet ekimoz, sol el bileği iç kısımda kızarık alan görüldüğü belirtilmiştir. Başvurucu, anılan olaya ilişkin olarak 16/12/2013 tarihinde vekili aracılığıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyetçi olmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı 10/1/2014 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğüne talimat yazmıştır. Bu kapsamda başvurucunun beyanının alınması, olay sırasında başvurucunun bulunduğu konumların tarih, saat itibarıyla sorulup buna ilişkin kamera kayıtlarının incelenmek üzere temin edilerek gönderilmesi ve bahsi geçen olaya ilişkin olarak hazırlanmış tutanağın onaylı örneğinin gönderilmesi istenmiştir. Öte yandan başvurucunun ilk tedavisinin yapıldığı Gaziosmanpaşa Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesinden tıbbi evrak istenmiş ve gelen evrak İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğüne gönderilmiştir. 17/2/2014 tarihli raporda başvurucunun basit tıbbi bir müdahale ile giderilebilecek nitelikte yaralandığı ve yaşamını tehlikeye sokan bir durumun olmadığı belirtilmiştir. İstanbul Emniyet Müdürlüğünün 14/3/2014 tarihli cevap yazısında; başvurucunun ifadesinin alınamadığına dair telefon görüşme tutanağı, anılan olaylara ilişkin emniyet görevlilerince çekilen kamera görüntüleri ve olay tutanağı gönderilmiştir. Anılan yazıda Taksim ve çevresindeki MOBESE kameraları zarar gördüğünden bunlardan herhangi bir görüntü temin edilemediği belirtilmiştir. Olay tutanağında 16/6/2013 tarihinde Taksim ve çevresinde görev yapan polislerin karşılaştıkları olaylar anlatılmış ve gündüz 00'da başlayan olayların gece saat 45'e kadar devam ettiği belirtilmiştir. Bu süre içinde değişik yerlerde sayıları 350 ila 500 kişiyi bulan grupların şiddet içeren gösterilerine müdahale edildiği, polise taş ve bilyelerle saldırıldığı, göstericiler tarafından bazı yollara barikatlar kurulduğu ancak bunların açıldığı ifade edilmiştir. Tutanakta olaylarda gözaltına alınan kişilerin isimlerine de yer verilmiştir. Anayasa Mahkemesine de gönderilen kamera görüntüleri incelendiğinde başvurucunun katıldığı eyleme ilişkin olarak herhangi bir görüntüye rastlanmamıştır. Bununla birlikte olay günü meydana gelen diğer protestolara ilişkin olarak Taksim'in ara sokaklarında bazı göstericilerin yüzlerini kapatarak polise taş ve şişe fırlattıkları, kamu mallarına ve özel işyerlerine zarar verdikleri, saldırgan hareketlerde bulundukları, polisin geçmemesi için çevrede buldukları çöp konteyneri, taş parkeleri, aydınlatma direkleri, trafik levhaları ile yolları kapatmaya çalıştıkları izlenmiştir. 17/6/2013 tarihli Olay ve Yakalama Tutanağı'nda, başvurucunun içinde bulunduğu Feminist Kolektif grubunun protesto eylemine ilişkin herhangi bir tespit görülmemiştir. Öte yandan anılan eyleme ilişkin olarak herhangi bir adli soruşturma açıldığına dair bulguya rastlanmamıştır. 26/3/2014 tarihinde Cumhuriyet savcısı, vekili huzurunda başvurucunun beyanını almıştır. Başvurucu, olay günü polisin herhangi bir ikazda bulunmadan müdahale ettiğini, müdahalede gaz kullandığını ileri sürmüştür. Müdahalenin oturma eyleminden sonra olduğunu belirten başvurucu, polisin kendisine yönelik müdahalesi sonucu vücudunda kızarıklıklar oluştuğunu ancak kendisine copla vurmadıklarını ifade etmiştir. Başvurucu polisin kaba müdahalesinden şikâyetçi olmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı 26/3/2014 tarihinde başvurucunun şikâyetine ilişkin olarak kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Kararda; başvurucunun olay günü Taksim İstiklal Caddesi'ne üzerinde yağmurluk, koruyucu gözlük ve maskeyle geldiği, bir grupla birlikte İstiklal Caddesi üzerinde oturma eylemi yaptığı, yolu trafiğe kapattıkları, polisin ikazı ve sıkılan gaza rağmen dağılmadıkları, polisin müdahalesi sırasında başvurucunun vücudunda kızarıklıklar meydana geldiği, polisin zor kullanma yetkisini aşmadığı belirtilmiştir. Başvurucu anılan karara itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 8/8/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığı kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazın reddine karar vermiştir. Karar başvurucuya 2/10/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 31/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun maddesi şöyledir: "Genel yollar ile parklarda, mabetlerde, kamu hizmeti görülen bina ve tesislerde ve bunların eklentilerinde ve Türkiye Büyük Millet Meclisine bir kilometre uzaklıktaki alan içinde toplantı yapılamaz ve şehirlerarası karayollarında gösteri yürüyüşleri düzenlenemez.Genel meydanlardaki toplantılarda, halkın ve ulaşım araçlarının gelip geçmesini sağlamak üzere valilik ve kaymakamlıklarca yapılacak düzenlemelere uyulması zorunludur." 2911 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"(Değişik fıkra: 02/03/2014-6529 S.K./ md) Kanuna uygun olarak başlayan bir toplantı veya gösteri yürüyüşü, daha sonra 23 üncü maddede belirtilen kanuna aykırı durumlardan bir veya birkaçının vuku bulması sebebiyle, Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşü hâline dönüşürse:a) Düzenleme kurulu veya kurul başkanı toplantı veya gösteri yürüyüşünün sona erdiğini topluluğa ilan eder ve durumu derhâl yetkili kolluk amirine bildirir.b) Düzenleme kurulunun veya kurul başkanının bu görevi yerine getirmemesi hâlinde, durum yetkili kolluk amiri tarafından mahallin en büyük mülki amirine bildirilir. Mahallin en büyük mülki amiri tarafından toplantının sona erdirilip erdirilmeyeceğine dair karar alınır.c) Mahallin en büyük mülki amiri, yazılı veya acele hâllerde sonradan yazı ile teyit edilmek kaydıyla sözlü emirle, mahallin güvenlik amirlerini veya bunlardan birini görevlendirerek olay yerine gönderir. Bu amir, topluluğa Kanuna uyularak dağılmalarını, dağılmazlarsa zor kullanılacağını ihtar eder. Topluluk dağılmazsa zor kullanılarak dağıtılır. (Mülga cümle: 02/03/2014-6529 S.K./ md) Birinci fıkrada düzenlenen durumlarda güvenlik kuvvetlerine karşı fiili saldırı veya mukavemet veya korudukları yerlere ve kişilere karşı fiili saldırı hali mevcutsa, ihtara gerek olmaksızın zor kullanılır. Toplantı ve gösteri yürüyüşüne 23 üncü madde (b) bendinde yazılı silah, araç, alet veya maddeler veya sloganlarla katılanların bulunması halinde bunlar güvenlik kuvvetlerince uzaklaştırılarak toplantı ve gösteri yürüyüşüne devam edilir. Ancak, bunların sayıları ve davranışları toplantı veya gösteri yürüyüşünü Kanuna aykırı addedilerek dağıtılmasını gerektirecek derecede ise yukarıdaki fıkra hükümleri uygulanır. Toplantı ve gösteri yürüyüşüne silah, araç, alet veya maddeler veya sloganlarla katılanların tanınması ve uzaklaştırılmasında düzenleme kurulu güvenlik kuvvetlerine yardım etmekle yükümlüdür. Toplantı veya gösteri yürüyüşlerinin Kanuna aykırı olarak başlaması hallerinde; güvenlik kuvvetleri mensupları, olayı en seri şekilde mahallin en büyük mülki amirine haber vermekle beraber, mevcut imkanlarla gerekli tedbirleri alır ve olaya müdahale eden güvenlik kuvvetleri amiri, topluluğa dağılmaları, aksi halde zor kullanılarak dağıtılacakları ihtarında bulunur ve topluluk dağılmazsa zor kullanılarak dağıtılır." 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun maddesi şöyledir:"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir. Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir. İkinci fıkrada yer alan; a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü, b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını, ifade eder. Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir. Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur. Polis; a) Meşru savunma hakkının kullanılması kapsamında, b) Bedenî kuvvet ve maddî güç kullanarak etkisiz hale getiremediği direniş karşısında, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde, c) Hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin ya da suçüstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde,silah kullanmaya yetkilidir. Polis, yedinci fıkranın (c) bendi kapsamında silah kullanmadan önce kişiye duyabileceği şekilde "dur" çağrısında bulunur. Kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı amacıyla silahla ateş edilebilir. Buna rağmen kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kişinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilir. Polis, direnişi kırmak ya da yakalamak amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini kullanırken, kendisine karşı silahla saldırıya teşebbüs edilmesi halinde, silahla saldırıya teşebbüs eden kişiye karşı saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçüde duraksamadan silahla ateş edebilir." İçişleri Bakanlığının yayımladığı 25/8/2011 tarihli Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge'de toplantı ve gösteri yürüyüşleri ile ilgili olarak hazırlanması gereken planlar, bu planların uygulanmasında gözönünde bulundurulacak esaslar, toplantı ve gösteri yürüyüşleri öncesinde alınması gereken tedbirler, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşlerine müdahale sırasında uygulanacak taktik, düzen ve genel prensipler ile müdahale sonrasında yapılması gereken işlemler belirlenmiştir.B. Uluslararası Hukuk Kötü Muamele Yasağı Yönünden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir: “Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince (AİHM) Sözleşme'nin maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğu vurgulanmıştır. Terörizmle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin güvenlik güçlerini, mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiği belirtilmiştir. Sözleşme'nin maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi kötü muamele yasağının hiçbir istisnasına yer verilmediği içtihatlarda hatırlatılmıştır (Selmouni/Fransa, [BD] B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu söyleyebilmek için eylemin "minimum ağırlık eşiği"ni aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993 § 30). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96, 21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53). Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de (Eğmez/Kıbrıs, § 53; Selmouni/Fransa § 104) dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir. AİHM, Sözleşme'nin maddesinin “tartışılabilir” ve “makul şüphe uyandıran” kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını ve yetkili makamların titizlikle ve çabuklukla çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55). Devletin bireyleri koruma yükümlülüğü, sadece esasa ilişkin olmayıp usule ilişkin boyutu da içermektedir. Usule ilişkin yükümlülükler, Sözleşme’de düzenlenen hakların teorik veya hayali olmayıp etkili ve uygulanabilir olmasının zorunlu bir sonucudur. Aksi takdirde polis veya diğer kamu görevlileri tarafından yapıldığı ileri sürülen kötü muamele yasağının ihlali iddialarının soruşturulması, kötü muamele yasağının temel ve mutlak niteliğine rağmen uygulamada etkisiz kalacak ve bazı durumlarda devlet görevlilerinin cezasız kalmasına yol açacaktır (Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, § 102; Labita/İtalya, §§ 131-136). AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05, 45001/05, 5/7/2011, §§ 90,91). Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkı Yönünden Sözleşme’nin "Toplantı ve dernek kurma özgürlüğü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:“ Herkes barışçıl olarak toplanma ve dernek kurma hakkına sahiptir. Bu hak, çıkarlarını korumak amacıyla başkalarıyla birlikte sendikalar kurma ve sendikalara üye olma hakkını da içerir. Bu hakların kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplum içinde ulusal güvenliğin, kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli olanlar dışındaki sınırlamalara tabi tutulamaz. Bu madde, silahlı kuvvetler, kolluk kuvvetleri veya devlet idaresi mensuplarınca yukarda anılan haklarını kullanılmasına meşru sınırlamalar getirilmesine engel değildir.” AİHM, Sözleşme'nin maddesinde düzenlenen barışçıl toplanma özgürlüğünün geniş anlamda örgütlenmeyi, yürüyüş veya gösteriye katılmayı (Irkçılığa ve Faşiszme Karşı Hristiyanlar/Birleşik Krallık, B. No: 8440/78, 16/7/1980), hareketsiz toplanmaları ve oturma eylemlerini (G./Almanya, B. No: 13079/87, 6/3/1989), resmî veya gayriresmî özel veya herkese açık organizasyonları kapsadığını kabul etmektedir. Sözleşme'nin maddesi "barışçıl" toplanmaları koruma altına almaktadır. maddenin kapsamının bu temel sınırlaması, şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösterileri barışçıl toplanma kavramı dışında bırakmaktadır (Stankov ve Birleşik Makedonya Örgütü Ilinden/Bulgaristan, B. No: 29221/95 ve 29225/95, 2/10/2001, § 77; Birleşik Makedonya Örgütü Ilinden ve Ivanov/Bulgaristan, B. No: 44079/98, 20/10/2005, § 99). AİHM, maddede korunan haklara keyfî müdahalenin engellenmesi için taraf devletlerin negatif yükümlülüğünün olduğunu belirtmiştir (Wilson, Gazeteciler Ulusal Birliği ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 30668/96, 30671/96 ve 30678/96, 2/7/2002, § 41). Bu müdahale etmeme yükümlülüğünün istisnası maddenin ikinci fıkrasında belirtilen sınırlama sebepleridir. Toplanma hakkının barışçıl niteliği genel olarak bir bütün hâlinde değerlendirilerek ortaya konulmalıdır. Bunun dışında, toplantı veya gösteri yürüyüşüne katılanların bir kısmının şiddete başvurmaları diğerleri açısından bu hakka müdahaleyi meşru kılmaz (Ezelin/Fransa, B. No: 11800/85, 26/4/1991, § 41). Bir toplantı ve gösteri yürüyüşünün yasa dışı olması veya yasalara aykırı olarak düzenlenmesi de tek başına toplantı veya yürüyüşün barışçıl niteliğini ortadan kaldırmaz (Oya Ataman/Türkiye, B. No: 74552/01, 5/12/2006 § 39). Dolayısıyla halka açık yerde yapılan her türlü gösterinin günlük hayatın akışında belli bir karışıklığa sebep olabileceği ve düşmanca tepkilere yol açabileceği açıktır. Bu durumların varlığı toplantı hakkının ihlal edilmesini haklı gösteremez (Achouguian/Ermenistan, B. No: 33268/03, 7/7/2008, § 90; Berladir vediğerleri/Rusya, B. No: 34202/06, 10/7/2012, §§ 38-43; Disk ve Kesk/Türkiye, B. No: 38676/08, 27/11/2012, § 29). Diğer taraftan toplantı hakkındaki “sınırlama” kavramı, ifade özgürlüğünde olduğu gibi sadece hakkın kullanılmasından önceki bazı önleyici tedbirleri değil hakkın kullanılması sırasında veya kullanıldıktan sonra yapılan muameleleri de kapsar (Ezelin/Fransa, § 39). AİHM, gösterileri engellemek amacıyla güvenlik güçleri tarafından yapılan sert müdahalenin şeklinin, kullanılan araçların ve bu müdahalenin orantılılığının barışçıl gösterilere meşru olarak katılmak isteyenler üzerinde caydırıcı etki yapacağını belirtmiştir (Süleyman Çelebi ve diğerleri/Türkiye, B. No: 37273/10 vd., 24/5/2016, § 116).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17177
Başvuru, Gezi Parkı olayları sürecinde parkın kapatılmasını protesto etmek amacıyla yapılan oturma eyleminde polisin güç kullanması üzerine yaralanmanın ve buna ilişkin olarak yapılan şikâyetin kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile sonuçsuz kalmasının kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme özgürlüğünü ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/1260
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ulusal marker seviyesi geçersiz akaryakıt bulundurma gerekçesiyle idari para cezası uygulanması ve işyerinin mühürlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, lisanslı akaryakıt istasyonu işleticisidir ve bir akaryakıt dağıtım şirketinin bayisi konumundadır. A. Olayın Arka Planı Enerji Piyasası Düzenleme Kuruluna (EPDK) bağlı ekipler tarafından 10/9/2014 tarihinde başvurucunun işlettiği akaryakıt istasyonundan numuneler alınarak analiz için Karadeniz Teknik Üniversitesi Prof. Dr. Saadettin Güner Yakıt Uygulama ve Araştırma Merkezine (Merkez) gönderilmiştir. Anılan Merkezce numuneler üzerinde yapılan inceleme sonucunda "Geçersiz ve kaçak üründür." tespiti yapılmıştır. Bu sonuçların alınmasından sonra 17/10/2014 tarihinde istasyona tekrar gelinmiş ve başvurucunun pompalarından elde edilen numuneler üzerinde seyyar kontrol cihazıyla ulusal marker kontrolü yapılmıştır. Ölçüm sonucunda bazı pompa ve tanklardaki akaryakıtın ulusal marker seviyesinin geçersiz olduğu tespit edilmiştir. Aynı tarihli tutanakla işyerinin motorin ve benzin ile ilgili tüm faaliyetlerine son verilmiş, ulusal marker seviyesi geçersiz tespit edilen 331,36 litre akaryakıta el konulmuştur. EPDK başvurucunun savunmasını aldıktan sonra 6/8/2015 tarihli kararla başvurucuya 300 TL idari para cezası uygulamıştır. EPDK kararında, başvurucunun "tağşiş ve/veya hile amacıyla akaryakıta katılabilecek ürünlerin akaryakıta katılması ve istasyonunda bulundurulması" ile "ulusal marker seviyesi geçersiz ve ilgili teknik standartlara aykırı akaryakıt ikmali" fiillerini işlediği kabul edilmiştir. Kararda ilk fiilin 4/12/2003 tarihli ve 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu'nun maddesini, ikinci fiilin ise aynı Kanun'un maddesinin dördüncü fıkrasının (ı) bendi ile maddesinin dördüncü fıkrasını ihlal ettiği ifade edilmiştir. Kararda sonuç olarak her iki fiilinden dolayı başvurucuya 5015 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinin (3) numaralı alt bendi uyarınca ceza uygulandığı belirtilmiştir. B. Ceza Soruşturması Süreci Olayla ilgili olarak suç duyurusunda bulunulması üzerine Merzifon Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından soruşturma başlatılmıştır. Başsavcılık konuyla ilgili olarak Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu Marmara Araştırma Merkezi Enerji Enstitüsünden (TÜBİTAK) rapor istemiştir. TÜBİTAK tarafından 19/11/2014 tarihinde düzenlenen analiz raporunda, başvurucunun işlettiği akaryakıt istasyonundan alınan numunelerin marker seviyesi geçersiz olarak bulunmuş ancak numuneye ait analiz sonuçlarının TS EN 590 sınır değerlerine uygun olduğu tespiti yapılmıştır. Ceza soruşturması sonrasında Merzifon Asliye Ceza Mahkemesinde (Ceza Mahkemesi) ceza davası açıldığı anlaşılmıştır. Ancak başvurucu, ceza yargılaması sonucunda verilen kararı ibraz etmediği gibi ceza yargılamasında kimlerin sanık olduğu ve hangi suçla itham edildikleriyle ilgili olarak bir açıklama yapmamış; ceza yargılamasına dair bilgi ve belgeleri başvuru formuna eklememiştir. Bireysel başvuru dosyasında bulunan Ankara İdare Mahkemesinin (İdare Mahkemesi) ve Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin (Bölge İdare Mahkemesi) aşağıda değinilecek olan kararlarından anlaşıldığı üzere Ceza Mahkemesinin E.2014/1119 sayılı dosyası üzerinden yürütülen yargılamada Şirket sahibi ve çalışanının 21/3/2007 tarihli ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'na muhalefet suçundan beraatine karar verilmiştir. Bölge İdare Mahkemesi kararında alıntılandığı kadarıyla Ceza Mahkemesi, marker seviyesi geçersiz akaryakıtın istasyonda bulunmasının dağıtıcı firmanın markeri homojen bir biçimde dağıtmamasından kaynaklanabileceği, bu sorunun giderilmesi için depolama tesisine mikser sisteminin takıldığı yolundaki savunmalarını dikkate alarak sanıkların üzerlerine atılı suçu işlediğine dair yeterli delil bulunmadığı kanaatine varmıştır. Buna karşılık Ceza Mahkemesi el konulan akaryakıtın 26/9/2004 tarihli ve 5327 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca müsaderesine karar vermiştir. Başvuru formuna eklenen ve dağıtıcı firmanın Ceza Mahkemesinin 27/5/2015 tarihli ara kararına cevaben başvurucunun anılan Mahkemeye sunduğu anlaşılan dilekçede, daha önce herhangi bir usulsüzlük yaptıklarına dair bir tespit bulunmayan itibarlı müşterilerinin işyerlerinde bulunan akaryakıtın ulusal marker seviyesinin geçersiz çıkması üzerine konunun teknik boyutunun araştırıldığı belirtilmiştir. Dilekçede, akaryakıtın içinde bulunan kimyasal maddenin tabakalaşmasının ve bunun sonucunda homojen dağılım göstermemesinin mümkün olduğu ifade edilmiştir. Dilekçede ayrıca bu tür sorunların yaşanmaması için 13/12/2014 tarihinde depolama tesisine mikser sistemi monte edildiği fakat bayilerin stoklarında bulunan ürünlerdeki tabakalaşmaya yönelik riskin devam ettiği vurgulanmıştır. Markerin geçersiz çıkmasının tek sebebinin homojen dağılmama sorunu olmadığına işaret edilen dilekçede; denetim yapan personelin hatalı ya da eksik bilgi sahibi olması, seyyar kontrol cihazlarının kalibrasyonunun sık sık yapılmaması gibi nedenlerin de etkili olabildiği açıklanmıştır. Ceza yargılamasının sonucuyla ilgili olarak başvurucu tarafından herhangi bir bilgi verilmemiştir. İptal Davası Süreci Başvurucu 14/9/2015 tarihinde İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesini Anayasa Mahkemesine ibraz etmemiştir. Başvuru formu ekinde bulunan derece mahkemesi kararlarından anlaşıldığı kadarıyla başvurucu, hakkında uygulanan 300 TL idari para cezasının iptalini talep etmiştir. Başvurucunun istasyonun mühürlenmesine ilişkin işlemin iptalini de istediği bu kararlardan anlaşılamamaktadır. Başvurucu, idari para cezasının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. İdare Mahkemesi 28/9/2016 tarihli kararıyla idari para cezasını iptal etmiştir. Kararın gerekçesinde, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun (İDDK) E.2013/1066, K.2014/1342 sayılı kararına atıfta bulunularak 5015 sayılı Kanun'un maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca işlem tesis edilebilmesi için teknik düzenlemelere aykırılık ve ulusal marker seviyesinin geçersiz olması şartlarının birlikte bulunması gerektiği ifade edilmiştir. Kararda; mevzuat hükümleri, bilimsel raporlar ve Ceza Mahkemesince verilen beraat kararları ile İDDK'nın anılan kararı gözetildiğinde başvurucuya salt ulusal marker seviyesine ilişkin ölçümden hareketle ceza uygulanmasının hakkaniyete uygun düşmediği belirtilmiştir. TÜBİTAK tarafından hazırlanan raporda teknik standartlara aykırılık bulunmadığının tespit edildiğinin vurgulandığı kararda, olayda teknik düzenlemelere aykırılık koşulunun sağlanmadığı ve bu nedenle idari işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı kanaati açıklanmıştır. EPDK'nın karara karşı istinaf yoluna başvurması üzerine Bölge İdare Mahkemesi 25/10/2017 tarihli kararıyla İdare Mahkemesi kararını kaldırmış ve davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde;i. İdari para cezasının yasal dayanağı olarak 5015 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinin (3) numaralı alt bendinde belirtilen madde hükümlerinin ihlali fiili olarak gösterilmiştir. 5015 sayılı Kanun'un maddesinin dördüncü fıkrası hükmünün 28/3/2013 tarihli ve 6455 sayılı Kanun'un maddesiyle "Numunelerde yapılacak testlerde ulusal markerin gerektiği şart ve seviyede bulunmadığı laboratuvar analizi ile tespit edildiğinde, 19 uncu madde hükümleri uygulanır." biçiminde değiştirildiği ve bu değişikliğin 11/4/2013 tarihinde yürürlüğe girdiği belirtilmiştir. ii. Anılan maddenin önceki hâline göre ceza uygulanabilmesi için hem ulusal marker seviyesinin geçersiz olması hem de teknik düzenlemelere aykırılık şartı birlikte aranırken yapılan değişiklikle yalnızca ulusal marker seviyesinin geçersiz olmasının yeterli hâle geldiği ifade edilmiştir. Başvurucu Şirketin sahibi ve çalışanı hakkında verilen beraat kararı yönünden ise idari para cezasının yöneldiği amaç ile esas ve usullerinin aynı konuya ilişkin olarak Ceza Mahkemesince yapılan yargılamadan farklı olduğu, Ceza Mahkemesi kararının idare hukuku ilkelerine uygun düştüğü ölçüde idari yargıda dikkate alınacağı değerlendirmesinde bulunulmuştur.iii. Ceza Mahkemesi kararının kesinleştiğine dair bir bilginin bulunmadığına işaret edilmiştir. Başvurucunun işyerinden alınan numunelerin marker seviyesinin geçersiz olduğu hususunun hem Merkezin hem de TÜBİTAK'ın raporlarıyla sabit olduğuna dikkat çekilmiştir. Ceza Mahkemesi kararında da akaryakıtın marker seviyesinin geçersiz olması sebebiyle kaçak olduğunun kabul edildiğinin altı çizilmiş, beraat kararının ise bu suçun sanıklar tarafından işlendiğine dair yeterli delil bulunmaması sebebiyle verildiğine vurgu yapılarak yakıtın marker seviyesinin geçersiz, dolayısıyla kaçak olduğunda tereddüt bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu, bu kararı karşı temyiz başvurusunda bulunmuştur. Başvurucu, temyiz dilekçesini başvuru formuna eklememiş ise de Danıştay Onüçüncü Dairesinin (Daire) dosyaya eklenen kararından başvurucunun şu iddiaları ileri sürdüğü anlaşılmıştır:- İstasyonda bulunan ürünlerin tamamı dağıtıcı firmadan faturalı bir biçimde temin edilmiştir. Otomasyon sistemi sayesinde istasyona giren ve satışı yapılan ürünler anlık takip edildiğinden başka bir firmadan akaryakıt alınması mümkün değildir. İstasyonda vaziyet planına aykırı bir yakıt tankı bulunmamaktadır. Yeminli mali müşavir tarafından hazırlanan raporlarda alış ve satışlar arasında bir farkın olmadığı, dağıtıcı firma ile mutabakatın sağlandığı tespit edilmiştir. Kaçakçılığa delil teşkil edecek bir durum mevcut değildir. Merkez ve TÜBİTAK tarafından yapılan analiz sonuçlarında tutarsızlık olduğu gibi bu raporlarda numunelerde tağşiş olmadığı tespiti yapılmıştır. Aynı dağıtıcı firmadan akaryakıt alan firmalar aynı sorunla karşılaşmıştır. Sorun, marker maddesinin akaryakıt içinde homojen bir şekilde dağılmaması ve karışmamasından kaynaklanmaktadır. Birkaç firmanın aynı sorunu yaşaması üzerine dağıtıcı firma marker karıştırma yöntemini değiştirmiştir. Tankta bekleyen akaryakıttaki marker zamanla tabakalaşabilmekte ve bu nedenle marker seviyesi değişebilmektedir. Bu sorunun çözümü için dağıtıcı firma, akaryakıt depolarına mikser sistemi takmıştır. Bu durum ceza yargılaması esnasında da dağıtıcı firma tarafından bizzat Ceza Mahkemesine beyan edilmiştir. Bu hususların tamamı birlikte değerlendirildiğinde sorun dağıtıcı firmadan kaynaklanmaktadır. Daire 11/5/2018 tarihli kararıyla Bölge İdare Mahkemesi kararını onamıştır. Nihai karar 6/6/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel Başvurudan Sonraki Süreç Anayasa Mahkemesi 2/4/2021 tarihinde EPDK'ya müzekkere yazmıştır. Müzekkereyle şunlar sorulmuştur: i. Akaryakıta veya akaryakıtla harmanlanan ürünlere ulusal marker ekleme metodunun ne olduğu ve sistemin nasıl işlediğiii. Ulusal marker ekleme sürecinde akaryakıt bayilerinin bir rolünün bulunup bulunmadığı, bunların sürece bir dahlinin söz konusu olup olmadığıiii. Yurt içinde pazarlanacak akaryakıta veya akaryakıtla harmanlanan ürünlere rafineri çıkışında veya serbest dolaşıma girişinde rafinericilerce ve dağıtıcılarca ulusal marker eklenmesi sırasında ya da sonrasında homojenleşmeme veya tabakalaşma benzeri teknik sorunların ortaya çıkmasının mümkün olup olmadığı, bu tür sorunların kamu otoritelerince yapılan denetim sırasındaki ölçümlerde tespitinin mümkün olup olmadığıiv. Bu tür sorunların ortaya çıkması teknik olarak olası ise akaryakıt bayilerinin işyerlerinde yapılan denetim sırasında ulusal marker seviyesinin geçersiz olduğu yolundaki tespitlerde bayinin bu hatanın kendisinden kaynaklanmadığını ileri sürebilme ve teknik olarak ispatlayabilme imkânının bulunup bulunmadığıv. Ulusal marker seviyesinin geçersiz olduğu biçimindeki bir tespitin yapılması hâlinde bunun her hâlükârda lisans sahibinin akaryakıtın rafineri veya kanuna uygun ithalat dışındaki yollarla temin ettiğinin işareti olarak kabul edilmesinin gerekip gerekmediği, diğer bir ifadeyle ulusal marker seviyesinin geçersiz çıkmasının akaryakıtın bayinin deposuna boşaltılmasından önceki aşamadaki bazı teknik sorunlardan kaynaklanması ihtimalini kesin olarak dışlayıp dışlamadığı EPDK tarafından gönderilen 21/4/2021 tarihli cevapta özetle şunlar ifade edilmiştir:i. Rafinerici ya da dağıtıcı lisans sahiplerine teslim edilen ulusal marker, uygulama kapsamındaki ürünlere rafineri çıkışında, gümrük girişinde veya ilk defa ticari faaliyete konu edileceği diğer tesislerde konsantrasyonda olacak şekilde ilgili lisans sahipleri tarafından bağımsız gözetim firması nezaretinde eklenmektedir. Ulusal marker ekleme işlemleri otomatik dozaj kontrollü enjeksiyon cihazları kullanılmak suretiyle yapılmaktadır. Ekleme işlemi tamamlandıktan sonra ve akaryakıt piyasaya arz edilmeden önce yeterli şart ve seviyenin sağlanıp sağlanmadığı lisans sahiplerince kendi ellerindeki cihazlarla (marker K+) kontrol edilmektedir. Ulusal markere ilişkin saha denetimlerinde ulusal marker kontrol cihazları (marker XP+) kullanılmaktadır. Denetim sonucunda alınan numuneler akredite laboratuvarlarda marker referans cihazlarıyla kontrol edilmektedir. Akaryakıt içindeki ulusal marker seviyesinin belirlenmesinde nihai olarak akredite laboratuvarlarda yapılan ölçümler esas alınmaktadır. ii. Bayilik lisansı sahiplerinin ulusal marker ekleme sürecinde herhangi bir yükümlülükleri bulunmamaktadır. Bununla birlikte bayilik lisansı sahiplerinin ulusal marker seviyesine uygun akaryakıt bulundurma yükümlülükleri mevcuttur. iii. Rutin ulusal marker ekleme işlemleri sırasında homojenleşme sağlanmakla birlikte istisnai olarak enjeksiyon sisteminden kaynaklı olarak homojen karışmama ve tabakalaşma gibi teknik sorunlarla karşılaşılabilmektedir. Bu gibi sorunlar henüz tank açılmadan lisans sahipleri tarafından tespit edilebildiğinden TÜBİTAK ile iletişime geçilmekte ve TÜBİTAK'ın yönlendirmesi doğrultusunda hareket edilmektedir. Lisans sahipleri tarafından marker K+ cihazıyla yapılan kontrolde sonucun geçersiz çıkmasının homojenleşememe veya tabakalaşma benzeri teknik sorunlardan kaynaklanıp kaynaklanmadığının tespiti mümkün değildir. iv. Akaryakıt bayilerinin işyerlerinde yapılan denetim sırasında ulusal marker seviyesinin geçersiz olduğu yolundaki tespitlerde bayinin bu hatanın kendisinden kaynaklanmadığını ileri sürebilme ve teknik olarak ispatlayabilme imkânı bulunmaktadır. Kurum tarafından yapılan ön araştırma ve incelemede bayinin savunması değerlendirilmekte ve bunun sonucuna göre hareket edilmektedir. v. Ulusal marker ekleme ve denetim sistemi gözetildiğinde ulusal marker seviyesinin geçersiz çıkmasının akaryakıtın bayinin deposuna boşaltılmasından önceki aşamadaki bazı teknik sorunlardan kaynaklanması ihtimalini devre dışı bıraktığı değerlendirilmektedir. EPDK tarafından gönderilen cevap, buna karşı beyanda bulunması için başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu Anayasa Mahkemesine gönderdiği 6/7/2021 tarihli beyanlarında özetle şunları ifade etmiştir: i. Marker ekleme sürecindeki tüm sorumluluğun lisans sahiplerinde olduğu EPDK tarafından da kabul edilmiştir. Aynı dağıtım şirketinden akaryakıt alan üç bayinin istasyonlarından alınan numunelerin marker seviyesinin aynı dönemde geçersiz çıkması hatanın dağıtım şirketinden kaynaklandığını göstermektedir. Nitekim dağıtım şirketinin kabulü de bu yöndedir.ii. EPDK cevabında bayilik lisansı sahiplerinin marker ekleme sürecinde bir sorumluluklarının bulunmadığı kabul edilmiştir. Bu durumda bayinin faturalı olarak almış olduğu akaryakıtın marker seviyesinin düşük çıkmasından dolayı sorumlu tutulması mümkün değildir. iii. Yine EPDK cevabında ulusal marker ekleme işlemleri sırasında enjeksiyon sisteminden kaynaklı olarak istisnai de olsa homojen karışmama ve tabakalaşma gibi teknik sorunlarla karşılaşılabileceği ifade edilmiştir. Bayilik lisansı sahibinin elinde ölçüm cihazı bulunmadığından yasalara uygun olarak almış olduğu akaryakıtın marker seviyesinin düşük çıkmasından sorumlu tutulması olanaklı değildir. iv. Müzekkere cevabında akaryakıt bayilerinin işyerlerinde yapılan denetim sırasında ulusal marker seviyesinin geçersiz olduğu yolundaki tespitlerde bayinin bu hatanın kendisinden kaynaklanmadığını ileri sürebilme ve teknik olarak ispatlayabilme imkânının bulunduğu belirtildiği hâlde kendisinin ileri sürdüğü hiçbir savunma dikkate alınmadan doğrudan ceza uygulanmıştır. v. Müzekkere cevabında ulusal marker seviyesinin geçersiz çıkmasının akaryakıtın bayinin deposuna boşaltılmasından önceki aşamadaki bazı teknik sorunlardan kaynaklanması ihtimalini devre dışı bıraktığı belirtilmiş ise de bu soruya verilen cevap daha önceki cevaplarla çelişki oluşturmaktadır. Zira hem marker seviyesinin teknik sorunlardan dolayı hatalı olabileceğinin kabul edilmesi hem de marker seviyesinin önceki aşamalarda teknik sorunlardan kaynaklanma olasılığının bulunmadığının beyan edilmesi açık bir tezattır. A. Ulusal Hukuk 5015 sayılı Kanun'un "Lisans sahiplerinin temel hak ve yükümlülükleri" kenar başlıklı maddesinin dördüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Bu Kanuna göre faaliyette bulunanlar;...ı) Piyasa faaliyetlerinde, Kurulun belirleyeceği teknik düzenlemelere uygun akaryakıt sağlamak,...l) Kaçak akaryakıt veya sahte ulusal marker elde etmeye, satmaya ya da herhangi bir piyasa faaliyetine konu etmeye yarayacak şekilde lisansa esas teşkil eden belgelerde belirlenenlere aykırı sabit ya da seyyar tank, düzenek veya ekipmanı bulundurmamak,İle yükümlüdür." 5015 sayılı Kanun'un "Bayiler" kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir: "Bayiler lisanslarının devamı süresince;a) Bayisi olduğu dağıtıcı haricinde diğer dağıtıcı ve onların bayilerinden akaryakıt ikmali yapılmaması,b) Tağşiş ve/veya hile amacıyla akaryakıta katılabilecek ürünlerin akaryakıta katılmaması ve istasyonunda bulundurmaması,İle yükümlüdür." 5015 sayılı Kanun'un "Ulusal marker" kenar başlıklı maddesinin 6455 sayılı Kanun'un maddesiyle değişik hâli şöyledir: "Yurt içinde pazarlanacak akaryakıta veya akaryakıtla harmanlanan ürünlere rafineri çıkışında veya serbest dolaşıma girişinde rafinericilerce ve dağıtıcılarca Kurumun belirleyeceği şart ve özellikte ulusal marker eklenir. Biyoyakıt ilk üretim merkezleri ile tasfiye edilecek akaryakıt için ulusal marker ekleme noktaları Kurum tarafından belirlenir. Ulusal marker ekleme işlemleri Kurumca yetki verilen bağımsız gözetim firmalarının nezaretinde Kurumun belirleyeceği usul ve esaslara göre yapılır. Ulusal marker ekleme işlemlerinde meydana gelecek usulsüzlüklerden lisans sahibi ile bağımsız gözetim firmaları müştereken sorumludur.Ulusal marker eklemekle yükümlü lisans sahipleri, her yıl kasım ayı içinde takip eden yıla ait pazarlama projeksiyonlarını Kuruma bildirir ve bu projeksiyona göre Kurumca temin edilecek ulusal marker, Kurumca belirlenecek usul ve esaslara göre akaryakıta eklenmek üzere ilgili lisans sahiplerine teslim edilir.Kurum, ulusal marker ve idarî ve teknolojik yöntemler ile bir denetim sistemini kurar. Valilikler, görevli elemanların başvurusu halinde denetim amaçlı alınacak numunelerin kullanıcı ve bayilerden alınmasını ve emniyetini sağlamakla yükümlüdür. Numunelerde yapılacak testlerde ulusal markerin gerektiği şart ve seviyede bulunmadığı laboratuvar analizi ile tespit edildiğinde, 19 uncu madde hükümleri uygulanır." Anılan maddenin dördüncü fıkrasının 6455 sayılı Kanun'un maddesiyle değiştirilmeden önceki hâli şöyledir: "Numunelerde yapılacak testlerde ulusal markerin gerektiği şart ve seviyede bulunmadığı ve alınan numunelerin laboratuar analizi ile teknik düzenlenmelere uymadığı tespit edildiğinde, 19 uncu madde hükümleri uygulanır." 5015 sayılı Kanun'un "İdari para cezaları" kenar başlıklı maddesinin işlem tarihinde yürürlükte bulunan hâlinin ilgili kısmı şöyledir: "Bu Kanuna göre idari para cezalarının veya idari yaptırımların uygulanması, bu Kanunun diğer hükümlerinin uygulanmasına engel oluşturmaz. Bu Kanuna göre verilen ceza ve tedbirler diğer kanunlar gereği yapılacak işlemleri engellemez.Bu Kanuna göre;a) Aşağıdaki hallerde, sorumlulara bir milyon Türk Lirası idari para cezası verilir:...3) 18 inci maddenin ihlali.... " B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Necat Kaya, B. No: 2017/31072, 20/10/2020, §§ 30-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/18975
Başvuru, ulusal marker seviyesi geçersiz akaryakıt bulundurma gerekçesiyle idari para cezası uygulanması ve işyerinin mühürlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, halkı kanuna aykırı toplantıya kışkırtmak suçundan hapis cezasına mahkûm edilen başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/5/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirilmesine gerek görülmediğini belirtmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvuru konusu olayların yaşandığı tarihte başvurucu Sakine Esen Yılmaz, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Sendika) genel sekreteri; başvurucu Mahir Engin Çelik ise aynı Sendikanın Mersin Şubesi Yönetim Kurulu üyesidir. Sendikanın bağlı olduğu Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu 12/3/2012 tarihinde, Türkiye genelinde yapılacak nevruz kutlaması etkinliklerine örgüt olarak kitlesel katılımın sağlanmasına, etkinliklerin yapılacağı illerde hazırlık komitelerinde yer alınmasına, etkinliklerin yapılamayacağı illerde ise bağlı sendika şubelerinin örgütlülük durumlarına göre kendilerinin belirleyecekleri etkinlikleri organize etmelerine dair karar almış ve bu karar, Sendika Genel Merkezince tüm şubelere duyurulmuştur. Nevruz; Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanan Türkiye Kültür Portali'nde kuzey yarım kürede bulunan ülkelerde, özellikle Türkçe ve Farsça konuşan topluluklar arasında yaygın olarak kutlanan ve pek çok toplum için yılbaşı niteliği de taşıyan bir bahar bayramı olarak nitelendirilmiştir. Anılan kaynakta başlangıç tarihinin miladi takvime göre 21 Mart olduğu belirtilen Nevruz Bayramı ve kutlamalarının Anadolu’da sözlü kültürün, toplumsal uygulama ve ritüellerin, doğa ve evrene ilişkin bilgi ve deneyimlerin nesilden nesile aktarıldığı en uygun ortamlardan birini oluşturduğu, bu açıdan bakıldığında nevruzun nesiller arası iletişimin en güzel örneklerinden biri olduğu ifade edilmiştir. Nevruz, 2016 yılında 12 ülkeli çok uluslu dosya olarak UNESCO Somut Olmayan Kültürel Mirasının Temsilî Listesi'ne kaydettirilmiştir. Nevruz Bayramı ülkemizde de her yıl toplumun farklı kesimlerince, özel kişiler veya resmî kurumlarca çeşitli etkinliklerle kutlanmaktadır. Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Mersin İl Teşkilatı 12/3/2012 tarihli ve 55 sayılı Yönetim Kurulu kararı doğrultusunda 20/3/2012 Salı günü 00 ve 00 saatleri arasında Mersin'in Tırmıltepe miting alanında nevruz kutlaması için açık hava toplantısı düzenleneceğini oluşturulan Toplantı Tertip Komitesi aracılığıyla 14/3/2012 tarihinde Mersin Valiliğine bildirmiştir. Söz konusu Toplantı Tertip Komitesi; BDP İl Teşkilatı Yönetim Kurulu Üyesi A.K., İl Yöneticisi A.O., Toroslar İlçe Teşkilatı Yönetim Kurulu Üyesi B.Ö., Halkevleri Derneği Mersin Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi O.Y., Kibele Kadın Derneği Başkanı H.B. ile G. ve Ş.İ.den oluşmaktadır. İçişleri Bakanlığı 15/3/2012 tarihinde "21 Mart Nevruz Etkinlikleri" konulu Genelge yayımlamıştır. Anılan Genelge şu şekildedir:"Tarihten gelen ve ülkemizin bulunduğu ve ilgili olduğu coğrafyada yaşayan toplulukların ortak kültür ve geleneğinin bir parçası ve baharın müjdeleyicisi olan Nevruz; yeni bir yılın başlangıcı olarak kabul edilmiş ve 21 Mart günü geçmişten günümüze kadar bayram havasında kutlanmıştır. Bolluk ve bereketin sembolü olan Nevruzun toplum hayatımızda farklı fakat bütünleştirici fonksiyonları da bulunmaktadır. Nevruz; insanlar arasındaki karşılıklı sevgi ve saygıyı kuvvetlendirme, dargınlıkları unutturarak insanları kardeşçe kucaklaştırma, geleneklerin göreneklerin, inançların sergilendiği bir bayram olarak karşımıza çıkmaktadır.Milli birlik ve beraberliğin, birlikte yaşama isteğinin güçlenmesi ve dayanışmanın sağlanmasında da önemli yer tutan Nevruzun, amacına ve anlamına uygun olarak kutlanması önem arz etmektedir. Nevruzun, 21 Mart günü festival havasında kutlanması amacıyla illerimizde oluşturulan 'Nevruz Etkinlikleri Düzenleme Heyetleri' koordinesinde veya çeşitli siyasi parti ve sivil toplum örgütlerince miting, şölen ve şenlik adı altında değişik kesimlerin katılımını sağlayacak şekilde etkinlikler gerçekleştirilmektedir.Ancak geçmiş yıllarda olduğu gibi Nevruz kutlamaları adı altında çeşitli gruplar, terör örgütü ve yandaşı çevreler tarafından terör örgütünün propagandasına yönelik yasa dışı eylem ve etkinliklerin yapılacağına dair bilgiler edinilmiştir. Nevruzun herhangi bir şekilde istismar edilmesi ve bir ayrılık unsuru olarak takdim edilmeye çalışılması yanlış bir yaklaşım olarak değerlendirilmektedir. Nevruz kutlamalarının huzur içinde geçmesi, bölücü terör örgütüne mensup veya müzahir kişi ve gruplarca toplumun huzur ve sükununu bozmaya yönelik provokatif eylemler yapılmaması amacıyla Bakanlığımızca aşağıda belirtilen tedbirleri alınması uygun görülmüştür.1- Gerek ülkemizde gerekse bütün dünyada özel gün veya bayram kutlamaları belirlenen tarihlerde yapılmaktadır. Belirlenen tarihler dışında kutlama yapılması, o özel günle ilgili amacın dışına çıkıldığı izlenimi vermektedir. 2- Nevruzun anlam ve önemine uygun olarak belirlenen günde kutlanmaması halinde, farklı günlere yayılarak amacı dışına çıkan eylem ve etkinliklere dönüşeceği değerlendirildiğinden; bütün illerimizde müracaat sahibi kişi veya kuruluşlara Nevruz kutlamalarının yalnızca 21 Mart 2012 Çarşamba günü düzenleneceği bildirilecektir.3- Bunun haricinde belirtilen günlerde ve hava karardıktan sonra açık alanlarda 2911 sayılı Kanun'a aykırı bir şekilde yapılmaya çalışılan eylem, etkinlik ve benzeri faaliyetlere müsaade edilmeyecektir.4- 21 Mart 2012 günü yapılacak etkinliklerde alınacak tedbirlerde bütün kolluk personelinin, 16/9/2011 tarih ve 2011/53 sayılı Bakanlık Genelgesi'nde belirtilen hususlara riayet etmeleri sağlanacaktır.5- Nevruz günü kutlamaların amacına ve anlamına uygun bir şekilde barış ve huzur içerisinde yapılabilmesi için istihbari çalışmalara ağırlık verilmesini, gerekli emniyet ve güvenlik tedbirlerinin alınmasını, yasa dışı eylemlere izin verilmeyerek tevessül edenler hakkında gerekli yasal işlemlerin yapılmasını, kutlamalar ve eylemler ile ilgili bilgilerin en seri şekilde Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde oluşturulan Kriz Yönetimi Merkezinin ... numaralı faks ve ... telefonlarına ayrıca ... e-posta adresine gönderilmesini önemle rica ederim." Söz konusu genelge uyarınca Mersin Valiliği, başvuru konusu nevruz kutlamasının Tertip Komitesine hitaben 16/3/2012 tarihinde "21 Mart Nevruz Etkinlikleri" konulu bir karar vermiştir. Bu karar 16/3/2012 tarihinde Tertip Komitesi üyelerinden birine tebliğ edilmiştir. Anılan karar şu şekildedir:"BDP (Barış ve Demokrasi Partisi) Mersin İl Teşkilatının 12/3/2012 tarih ve (55) numaralı yönetim kurulu kararı doğrultusunda; BDP İl Yönetim Kurulu üyesi [A.K.] Başkanlığında, il yöneticisi [A.O.], BDP Toroslar İlçe Yönetim Kurulu Üyesi [B.Ö.], Halkevleri Derneği Mersin Şubesi yönetim kurulu üyesi [O.Y.], Kibele Kadın Derneği Başkanı [H.B.], [G.] ve [Ş.İ.] üyeliklerinde oluşturulan (7) kişilik tertip komitesi olarak 20 Mart 2012 Salı günü 00 - 00 saatleri arasında ilimiz Tırmıltepe Miting Alanında 'NEVRUZ MİTİNGİ' adı altında açık hava toplantısı düzenlemek istediğiniz ilgi (a) sayılı bildirimden anlaşılmıştır. Tarihten gelen ve ülkemizin bulunduğu ve ilgili olduğu coğrafyada yaşayan toplulukların ortak kültür ve geleneğinin bir parçası ve baharın müjdeleyicisi olan Nevruz; yeni bir yılın başlangıcı olarak kabul edilmiş ve 21 Mart günü geçmişten günümüze kadar bayram havasında kutlanmıştır. Bolluk ve bereketin sembolü olan Nevruzun toplum hayatımızda farklı fakat bütünleştirici fonksiyonları da bulunmaktadır. Nevruz; insanlar arasındaki karşılıklı sevgi ve saygıyı kuvvetlendirme, dargınlıkları unutturarak insanları kardeşçe kucaklaştırma, geleneklerin göreneklerin, inançların sergilendiği bir bayram olarak karşımıza çıkmaktadır.Milli birlik ve beraberliğin, birlikte yaşama isteğinin güçlenmesi ve dayanışmanın sağlanmasında da önemli yer tutan Nevruzun, amacına ve anlamına uygun olarak kutlanması önem arz etmektedir. Nevruzun, 21 Mart günü festival havasında kutlanması amacıyla illerimizde oluşturulan 'Nevruz Etkinlikleri Düzenleme Heyetleri' koordinesinde veya çeşitli siyasi parti ve sivil toplum örgütlerince miting, şölen ve şenlik adı altında değişik kesimlerin katılımını sağlayacak şekilde etkinlikler gerçekleştirilmektedir.Gerek ülkemizde gerekse bütün dünyada özel gün veya bayram kutlamaları belirlenen tarihlerde yapılmaktadır. Belirlenen tarihler dışında kutlama yapılması, o özel günle ilgili amacın dışına çıkıldığı izlenimi vermektedir. Ancak geçmiş yıllarda olduğu gibi Nevruz kutlamaları adı altında çeşitli gruplar, terör örgütü ve yandaşı çevreler tarafından terör örgütünün propagandasına yönelik yasa dışı eylem ve etkinliklerin yapılacağına dair bilgiler edinilmiştir. Nevruzun herhangi bir şekilde istismar edilmesi ve bir ayrılık unsuru olarak takdim edilmeye çalışılması yanlış bir yaklaşım olarak değerlendirildiğinden ilgi (b) sayılı genelge ile Nevruz'un anlam ve önemine uygun olarak 21 Mart 2012 Çarşamba günü tüm ülke genelinde kutlanması gerektiği bildirilmiştir. Düzenleme kurulu olarak, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun 'Erteleme veya Yasaklama Kararının Tebliği' başlıklı maddesinin son fıkrasındaki ' ... Toplantının ertelenen günden sonraki bir günde yapılabilmesi, düzenleme kurulunun 10 uncu maddeye göre yeni bildirimde bulunmasına bağlıdır.' hükmü gereğince, aynı Kanun'un 'Bildirim Verilmesi' başlıklı maddesi hükümleri doğrultusunda, yukarıda belirtilen ilgi (b) sayılı Genelge dikkate alınarak yapacağınız yeni bir müracaatınız değerlendirilecektir." Bu arada Mersin İl Emniyet Müdürlüğü de halkı kanunsuz toplantı ve gösteri yürüyüşüne davet niteliğindeki afiş ve el ilanlarının toplatılarak ele geçirilecek suç unsurlarına el konulmasına karar verilmesini (kapatılan) Mersin Sulh Ceza Mahkemesinden talep etmiştir. Anılan Mahkeme, talep üzerine 19/3/2012 tarihinde bu nitelikteki afiş ve el ilanlarına el konulmasına karar vermiştir. Söz konusu karar şu şekildedir:"...İlimizde kurulu ve faaliyette bulunan BDP (Barış ve Demokrasi Partisi) organizesinde İl merkezinde BDP İl Yönetim Kurulu Üyesi [A.K.] Başkanlığında oluşturulan (7) kişilik tertip komitesince; 20 Mart 2012 Salı günü 00-00 saatleri arasında İlimiz Tırmıltepe Miting Alanında, 'NEVRUZ MİTİNGİ' adı altında 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu kapsamında açık hava toplantısı düzenleme talebinde bulunulmuş olup, İçişleri Bakanlığının 15/03/2012 gün ve B.EGM.48285/(12470)-3377-2162/62258 sayılı yazısı gereğince Nevruz Kutlamalarının 21 Mart 2012 günü yapılması hususu Tertip Komitesine tebliğ edilmiş olup, Tertip Komitesine, İçişleri Bakanlığının yukarıda bahsedilen genelgesi tebliğ edilmesine rağmen;Üzerinde arap harfleriyle yazı ile dağ ve topluluk resmi bulunan 'Halkın Newroz Bayramı Kutlu Olsun. Newroz Pîroz be! Yer: Tırmıl Tepesi (Miting Alanı) Tarih: 2012 Saat:00-00 tertip Komitesi' içerikli ekte A4 kağıdına basılmış fotoğrafı bulunan AFİŞ’in bilboardlara asıldığı,Ekte örneği bulunan 'NEWROZ’A DAVET' başlıklı, 'Bazen Yüreklerdeki ağıt Bazen de dağlarda yankılanan özgürlük türküsüdür NEWROZ…' şeklinde devam eden, 'Yer: Termıl Tepesi (Miting Alanı) Tarih: 2012 (Salı) Saat: 00-00' şeklinde sona eren BDP logosu ile 'BDP Mersin İl Başkanlığı' yazılı EL İLANI’nın ilimiz merkezinde muhtelif yerlere atıldığı,Ekte örneği bulunan 'NEWROZ ATEŞİNİ HEP BİRLİKTE YAKALIM!' başlıklı 'Ezilmişliğe, haksızlığa, zulme, işkenceye ve sömürüye karşı…' şeklinde devam eden, 'HALKLARIN DEMOKRATİK KONGRESİ-HALK EVİ-YER: Tırmıl Tepesi TARİH: 20 Mart 2012 SAAT : 00-00 arası' sona eren EL İLANI’nın ilimiz merkezinde muhtelif yerlerde atıldığı bildirildiğinden 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunun 'Kışkırtma Yasağı' başlıklı Maddesinin 'Halka karşı, doğrudan doğruya veya ses yükselten veya ileten herhangi bir alet veya araç ile söz söyleyerek veya seslenerek veya basılmış veya çoğaltılmış veya elle yazılmış veya çizilmiş kâğıtları duvarlara veya diğer yerlere yapıştırarak veya dağıtarak veya benzeri araç ve yollarla halkı Kanuna aykırı toplantı veya yürüyüşe özendirmek veya kışkırtmak yasaktır. Bu hareketler güvenlik kuvvetlerince derhal menedilir.' şeklindeki hükmüne aykırı olarak asılmak ve dağıtılmak suretiyle halkı kanunsuz toplantı ve gösteri yürüyüşe davet niteliğindeki yukarıda içeriği bulunan afiş ve el ilanlarının TOPLATILMASINA ve ele geçirilebilecek suç unsurlarına ELKONULMASINA ..." Başvurucular, Sendika tarafından Mersin'de 20/3/2012 tarihinde yapılması planlanan nevruz kutlaması için görevlendirilmiş ve başvurucu Sakine Esen Yılmaz 18/3/2012 tarihinde Mersin'e giderek Sendika çalışmalarını başlattığını ifade etmiştir. Anılan başvurucu 19/3/2012 tarihinde ise kendisine eşlik eden diğer başvurucu Mahir Engin Çelik ile birlikte Mersin Emek ve Demokrasi Platformu tarafından Mersin Gazeteciler Cemiyetinde gerçekleştirilen basın açıklamasına katılmıştır. Başvurucular söz konusu basın açıklamasında nevruz kutlaması için Valiliğe bildirimde bulunan Tertip Komitesi üyelerinin İçişleri Bakanlığı Genelgesi'ne karşı gerekli yollara başvurduğu, bu nedenle nevruz kutlamasının daha önce belirlendiği şekilde 20/3/2012 tarihinde gerçekleştirilebileceği algısını yaratabilecek ifadelerde bulunmuştur. Başvurucular basın açıklaması sonunda 20/3/2012 tarihinde gerçekleştirilmek istenen nevruz kutlaması için (kapatılan) Mersin Sulh Ceza Mahkemesi tarafından el konulmasına karar verilen davetiye niteliğindeki bildirileri dağıtma hazırlığı içerisindeyken güvenlik görevlileri tarafından gözaltına alındıklarını ve bildirileri dağıtamadan bildirilerin tamamına el konulduğunu ifade etmiştir. Başvurucuların dağıtmak istediği bildirinin içeriği şu şekildedir:"Biji Newroz, Yaşasın Newroz, Newroz'a Davet, Bazen yüreklerdeki ağıt, bazen de dağlarda yankılanan özgürlük türküsüdür Newroz, yayılır zindanlardan alanlara, bir anda milyonlar tek yürek olur, dirençle parçalar köleliğin zincirlerini, bizler ki eğmedik boynumuzu, zalim Dehak'ın zulmüne direndik, bu gün de direniyoruz, direneceğiz... Özgürlüğe, barışa ve halkların kardeşliğine dair büyüterek umutlarımızı, Newroz Özgürlüktür! Newroz Barıştır! Newroz ortak vatanda özgür ve eşit yaşamanın adıdır." Söz konusu bildiride nevruz kutlamasının 20/3/2012 Salı günü saat 00 ve 00 arasında Tırmıltepe'de yapılacağı da belirtilmiş ve katılımcıların isimlerine de yer verilmiştir. Bildiride bahsedilen toplantı, belirtilen yer ve zamanda belirtilen kişilerle yapılamamıştır. Ancak aynı gün 35-40 kişilik bir grup Mersin'de bir ara sokakta toplanarak ateş yakmış ve yolu lastiklerle araç trafiğine kapatmış, söz konusu yasa dışı toplantı güvenlik güçlerince dağıtılmıştır. Başvurucular hakkında söz konusu bildirileri dağıtmaları nedeniyle halkı kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşüne kışkırtma suçundan kamu davası açılmıştır. 28/3/2012 tarihli iddianamenin ilgili kısmı şu şekildedir:"İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğünün 15/03/2012 tarihli 21 Mart Etkinlikleri konulu, Nevruz kutlamaları adı altında çeşitli gruplar terör örgütü ve yandaşı çevreler tarafından terör örgütünün propagandasına yönelik yasadışı eylem ve etkinliklerin yapılacağına dair bilgilerin alındığının, bu nedenle belirlenen tarihler dışında kutlama yapılması, 2911 sayılı Kanuna aykırı bir şekilde yapılmasına müsade edilmeyeceği, Nevruz günü kutlamaların amacına ve anlamına uygun bir şekilde barış ve huzur içerisinde yapılabilmesi için istihbari çalışmalara ağırlık verilmesi, gerekli emniyet ve güvenlik tedbirlerinin alınması, yasadışı eylemlere izin verilmeyecerek tevessül edenler hakkında gerekli yasal işlemlerin yapılmasının bildirildiği,İl Emniyet Müdürlüğü ekiplerince İçişleri Bakanlığının 15/03/2012 tarihli yazısı Mevruz Mitingi Teptip Komitesine 18/03/2012 tarihinde tebliğ edildiği,... Ancak yapılan tebligata rağmen 19/03/2012 tarihinde şüphelilerin, üzerinde 'newroz'a davet', 'newroz ateşini hep birlikte yakalım' başlıklı, tarih ve saat, yer, BDP logosu bulunan 'BDP Mersin İl Başkanlığı' ve 'Halkların Demokratik Kongresi-Halk Evi' yazılı el ilanları dağıttıklarının tespit edildiği ve el konulduğunun anlaşıldığı,Terör örgütünün talimatları doğrultusunda ilimizde 20 Mart 2012 tarihinde yasadışı yapılar tarafından terör örgütünün talimatı uyarınca düzenlenecek nevroz kutlamalarına ilişkin yukarıda açık kimlik bilgileri ve suçları yazılı bulunan şüphelilerin el ilanı dağıtırak halkı organize etmeye çalıştıkları, aynı gün Tırmıl Tepesi bölgesine doğru değişik bölgelerden bu organizasyon dahilinde hareket eden şahısların güvenlik güçlerine molotoflu, taşlı saldırılar düzenledikleri, terör örgütünün propagandasını yaptıkları anlaşılmakla,Şüphelilerin bu suretle üzerlerine atılı suçları işledikleri..." Mersin Asliye Ceza Mahkemesince görülen dava sonucunda başvurucular suçlu bulunarak her biri 3 yıl 4 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Derece mahkemesi; büyük ölçüde iddianamenin tekrarı mahiyetinde olan gerekçesinde 20/3/2012 tarihinde planlanan organizasyonun yasaklandığına dair Valilik kararının Tertip Komisyonuna tebliğ edildiğini, başvurucuların da savunmalarında basın açıklamasını gerçekleştiren Tertip Komitesi üyelerinin İçişleri Bakanlığı genelgesine karşı iptal davası açıldığından bahsettiklerini ifade ettiklerini, dolayısıyla başvurucuların anılan toplantının yasaklandığından haberdar olmadıklarının kabul edilemeyeceğini belirtmiştir. Derece mahkemesi ayrıca söz konusu bildirilere el konulmasına rağmen 20/3/2012 tarihinde öğle saatlerinde değişik yaş gruplarından 35-40 kişinin bir sokakta toplandığını ve yolu lastiklerle araç trafiğine kapattığını, ateş yakmaları üzerine de güvenlik güçlerince müdahale edildiğini ve grubun dağıtıldığını belirtmiştir. Derece mahkemesi meydana gelen bu olaylar ile başvurucuların da aralarında bulunduğu sanıkların söz konusu bildirileri dağıtmaları arasında ilişki kurarak bu durumu başvurucuların mahkûmiyet hükmünde dikkate almıştır. Başvurucular anılan hükme karşı temyiz talebinde bulunmuştur. Yargıtay Ceza Dairesi 9/2/2016 tarihinde mahkûmiyet hükmünü onamıştır. Başvurucular onama ilamından 11/4/2016 tarihinde haberdar olduklarını beyan etmiştir. Başvurucular 9/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun "Toplantının ertelenmesi veya bazı hallerde yasaklanması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bölge valisi, vali veya kaymakam, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla belirli bir toplantıyı bir ayı aşmamak üzere erteleyebilir veya suç işleneceğine dair açık ve yakın tehlike mevcut olması hâlinde yasaklayabilir." 2911 sayılı Kanun'un "Kışkırtma yasağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Halka karşı, doğrudan doğruya veya ses yükselten veya ileten herhangi bir alet veya araç ile söz söyleyerek veya seslenerek veya basılmış veya çoğaltılmış veya elle yazılmış veya çizilmiş kağıtları duvarlara veya diğer yerlere yapıştırarak veya dağıtarak veya benzeri araç ve yollarla halkı Kanuna aykırı toplantı veya yürüyüşe özendirmek veya kışkırtmak yasaktır.Bu hareketler güvenlik kuvvetlerince derhal menedilir." 2911 sayılı Kanun'un "Tahrikçiler ve suç ortakları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"27 nci maddedeki yasağa aykırı hareket edenler toplantı veya yürüyüş vuku bulmamış veya vukubulmuş olup da ilk emir ve ihtar üzerine dağıtılmış ise, fiil daha ağır bir cezayı gerektiren ayrı bir suç teşkil etmediği takdirde bir yıl altı aydan dört yıla, toplantı ve yürüyüş zorla dağıtılmış ise üç yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. "
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/8776
Başvuru, halkı kanuna aykırı toplantıya kışkırtmak suçundan hapis cezasına mahkûm edilen başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Anayasa Mahkemesinin 27/3/2020 tarihli kararıyla ilgili bilgi ve belgeler toplandıktan sonra yeniden değerlendirilmek üzere başvurucunun ülkesine sınır dışı edilmesine dair işleminin geçici olarak durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: İran İslam Cumhuriyeti vatandaşı olan başvurucu 9/6/2017 tarihinde Türkiye'ye yasal yollardan giriş yapmış ve 7/8/2017 tarihinde uluslararası koruma başvurusunda bulunmuştur. Başvurucunun talebi 9/5/2019 tarihinde reddedilmiştir. Kocaeli Valiliğinin 9/4/2019 tarihli kararıyla 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (h) bendi kapsamında başvurucu hakkında sınır dışı etme kararı tesis edilmiştir. Anılan karar 9/4/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucunun avukat talebinde bulunduğu 10/5/2019 tarihli dilekçesi, 13/5/2019 tarihli yazıyla Kocaeli Barosuna iletilmiştir. Başvurucu 27/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuş, başvurusuyla birlikte sınır dışı etme kararının tedbiren durdurulmasını talep etmiştir. İlgili hukuk için bkz. A.A. ve A.A. [GK], B. No: 2015/3941, 1/3/2017, §§ 28-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/11419
Başvuru, kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; kapalı görüşün dinlenmesi ve kayda alınması nedeniyle haberleşme hürriyeti ile özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının, radyoya el konulması nedeniyle de ifade hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 13/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklu olarak Bolu F Tipi Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) kalmaktadır.A. Kapalı Ziyaretlerde Yapılan Görüşmenin Dinlenmesi ve Kayda Alınmasına İlişkin Süreç Başvurucu, Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne başvurarak kapalı görüşlerin dinlenmesine ilişkin uygulamanın yasal dayanağının bildirilmesini talep etmiştir. Ceza İnfaz Kurumu, uygulamanın 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik'in (Ziyaret Yönetmeliği) maddesine dayandığını başvurucuya bildirmiştir. Başvurucu 23/6/2017 tarihli dilekçesi ile kapalı görüşler için ayrılan camlı bölmelerde telefonla yapılan görüşmelerin dinlenmesinin ve kayda alınmasının ilgili mevzuata aykırı olduğunu iddia ederek uygulanmanın kaldırılmasını Bolu İnfaz Hâkimliğinden (İnfaz Hâkimliği) talep etmiştir. İnfaz Hâkimliği 11/8/2017 tarihinde talebin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; yüksek güvenlikli ceza infaz kurumların da sadece tehlikeli hükümlü ve tutuklu statüsündeki kişilerin barındırılabileceği, bu tür kurumların teknik donanımıyla güvenlik riskleri en aza indirgenmiş, içten ve dıştan koruma görevlileri ile firara karşı engelleri bulunan ceza infaz kurumu olduğu vurgulanmıştır. 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (İnfaz Tüzüğü) maddesi ile Ziyaret Yönetmeliği'nin maddesine atıf yapılarak başvurucunun şikayetine konu uygulamanın Ziyaret Yönetmeliği'nin maddesine uygun şekildeki kapalı görüş için gerekli teknik ve elektronik donanım kullanılarak yapılan yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumlarına özgü bir uygulama olduğu belirtilmiştir. Kararda ayrıca Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 14/11/2016 tarihli Güvenlik Nedeniyle Nakil konulu yazısında, başvurucunun yirmi dört saat kontrol altında tutulabilmesi için gece ve gündüz personel görevlendirilmesi ve sadece Ceza İnfaz Kurumunun en üst amirinin talimatı veya bilgisi ile odasına girilmesinin emredildiği hususunun da gözetildiği ifade edilmiştir. Başvurucunun bu karara itirazı, Bolu Ağır Ceza Mahkemesinin 2/10/2017 tarihli 2017/1074 değişik iş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesi ile Ziyaret Yönetmeliği'nin maddesi hatırlatıldıktan sonra kapalı görüşün kurumun tahsis ettiği özel bölümlerde yapılan, ziyaretçi ile hükümlü ve tutukluların maddi temasının önlendiği, konuşmaların -orada bulunan görevli tarafından işitilebilecek şekilde- izlenebildiği görüşmeler olarak düzenlendiği vurgulanarak Ceza İnfaz Kurumunun uygulamasının mevzuatta dayanağı olmadığına ilişkin şikâyetin temelsiz olduğu belirtilmiştir. Nihai karar başvurucuya 20/10/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/11/2017 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır.B. Radyoya El Konulmasına İlişkin Süreç Başvurucu 13/4/2017 tarihli dilekçesiyle koğuşta kullandığı radyoya Ceza İnfaz Kurumu tarafından el konulduğunu belirterek radyonun iadesini ve ilgili uygulamanın kaldırılmasını İnfaz Hâkimliğinden talep etmiştir. İnfaz Hâkimliği 12/6/2017 tarihinde talebin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde ilgili mevzuat hatırlatıldıktan sonra; kurum kantininden temin edilmiş olsa bile FM dışındaki kanalları çeken radyonun örgütsel haberleşmede kullanılabileceği ve kurum güvenliğini tehlikeye düşürebileceği vurgulanarak başvurucuya ait radyoda FM dışında radyo frekansları olduğu, radyonun örgütsel haberleşmede kullanılabileceği, bu nedenle oda ve koğuşlarda bulundurulmasına izin verilemeyeceği ifade edilmiştir. Başvurucunun bu karara itirazı Bolu Ağır Ceza Mahkemesinin 28/7/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 6/9/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/11/2017 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır. A. Ulusal Hukuk 5275 sayılı Kanun'un "Hükümlüyü ziyaret" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Hükümlü, belgelendirilmesi koşuluyla eşi, üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımları ile vasisi veya kayyımı tarafından haftada bir kez ve ayrıca kuruma kabullerinde, zorunlu hâller dışında bir daha değiştirilmemek üzere, ad ve adreslerini bildirdiği en fazla üç kişi tarafından, yarım saatten az ve bir saatten fazla olmamak üzere çalışma saatleri içinde ziyaret edilebilir...... (3) Görüşler, koşul ve süreleri Adalet Bakanlığınca hazırlanan yönetmelikle kapalı ve açık olmak üzere iki biçimde yaptırılır." 5275 sayılı Kanun’un "Hükümlünün telefonla görüşme hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Kapalı ceza infaz kurumlarındaki hükümlüler, tüzükte belirlenen esas ve usullere göre idarenin kontrolündeki ücretli telefonlar ile görüşme yapabilirler. Telefon görüşmesi idarece dinlenir ve kayıt altına alınır. Bu hak, tehlikeli hâlde bulunan ve örgüt mensubu hükümlüler bakımından kısıtlanabilir..." 5275 sayılı Kanun’un "Yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"1) Yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları, iç ve dış güvenlik görevlilerine sahip, firara karşı teknik, mekanik, elektronik ve fizikî engellerle donatılmış, oda ve koridor kapıları sürekli kapalı tutulan, ancak mevzuatın belirttiği hâllerde aynı oda dışındaki hükümlüler arasında ve dış çevre ile temasların geçerli olduğu sıkı güvenlik rejimine tâbi hükümlülerin bir veya üç kişilik odalarda barındırıldıkları tesislerdir. Bu kurumlarda bireysel veya grup hâlinde iyileştirme yöntemleri uygulanır..." 5275 sayılı Kanun’un "Tutukluların yükümlülükleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu Kanunun; yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları,...ziyaret, yabancı hükümlüleri ziyaret, ziyaret ve görüşlerde uygulanacak esaslar, beden eğitimi, kütüphane ve kurslardan yararlanma konularında 9, 16, 21, 22, 26 ilâ 28, 34 ilâ 53, 55 ilâ 62, 66 ilâ 76 ve 78 ila 88 inci maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir." 26/6/1930 tarihli ve 1721 sayılı Hapishane ve Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"...e) Ceza evinin emniyeti bakımından mahkûmlara ait mektupların ve kendilerini ziyarete gelenlerle konuşmalarının ve hariçle muhaberelerinin ne suretle tanzim ve kontrol edileceği,f) Ceza ve tevkif evlerinin memur ve müstahdemlerinin vazife ve salahiyetleri ve haklarında kimler tarafından ne gibi inzibati muameleler yapılacağı hakkında bir nizamname tanzim olunur...." Ziyaret Yönetmeliği'nin "Temel ilkeler" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının olay tarihinde yürürlükte olan (d) bendi şöyledir:"(d) Hükümlü ve tutuklular, bu Yönetmelikte belirtilen yakınları ile haftada bir kez olacak şekilde, üçü kapalı biri açık görüş olmak üzere görüşme yapabilir." Ziyaret Yönetmeliği'nin "Kapalı görüş" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kapalı görüş, hükümlü ve tutuklular ile ziyaretçilerinin her türlü maddi temasının önlendiği, konuşulanların hazır bulunan görevli tarafından işitilebilecek şekilde izlenebildiği ve ceza infaz kurumu idaresinin bu iş için tahsis ettiği özel bölümde yapılan görüşmelerdir." İnfaz Tüzüğü'nün "Telefonla görüşme hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Kapalı kurumda bulunan hükümlüler, belgelendirmeleri koşuluyla eşi, üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımları ve vasisi ile telefon görüşmesi yapabilir.  (2) Telefonla görüşmeleri aşağıda belirtilen esaslara göre yapılır:a) Hükümlüler, haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakılma veya kısıtlama cezası ile hücreye koyma cezasının infazı sırasında olmamak koşuluyla, idarenin kontrolünde bulunan ve kurumun uygun yerlerine yerleştirilen telefonlardan yararlandırılır,...g) Hükümlünün, kurumun güvenliğini tehlikeye düşüren, suç oluşturan veya bir suça azmettirme ya da yardım etme sonucunu doğurabilecek konuşmalarda bulunduğu dinleme sırasında belirlendiğinde, görüşme derhâl kesilir. Bu hâlde hükümlü hakkında adlî veya idarî soruşturmaya esas olacak işlemler kurum en üst amiri tarafından yapılır,...(4) Kapalı kurumlarda bulunan hükümlülerin, bu maddede belirtilen yakınları ile yaptığı telefon görüşmeleri, idare tarafından dinlenir ve elektronik aletler ile kayda alınır. İnfaz Tüzüğü'nün "Ziyaret yeri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kurumlarda kapalı ziyaretler, bu amaç için tahsis edilen yerlerde yapılır. Kapalı ziyaret yeri bulunmayan kurumlarda ise, ziyaretler, fiziksel temas ve eşya alış-verişini engelleyecek şekilde kurum idaresince uygun görülen yerlerde yapılır." B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre özel hayata saygı hakkı, özel bir sosyal hayat sürdürmeyi yani kişinin sosyal kimliğini geliştirme hakkı anlamında bir özel hayatı güvence altına almaktadır. Bu yönü ile değerlendirildiğinde bahsi geçen hak, ilişki kurmak ve geliştirmek üzere çevresinde bulunanlarla temas kurma hakkını da içermektedir (Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, § 45; Oleksandr Volkov/Ukrayna, B. No: 21722/11, 9/1/2013, §§ 165-167; Niemietz/Almanya, B. No: 13710/88, 16/12/1992, § 29). Ayrıca AİHM kararlarına göre haberleşme özgürlüğüne yapılan müdahale öncelikle kanunla öngörülmelidir. Müdahalenin yasal dayanağını oluşturan mevzuatın ilk olarak ulaşılabilir, yeterince açık ve belirli bir eylemin gerektirdiği sonuçlar açısından öngörülebilir olması gerekir. İkinci olarak söz konusu sınırlandırma meşru bir amaca dayalı olmalıdır. Bunun yanı sıra müdahale demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/.., 25/3/1983, §§ 85-90; Klass ve diğerleri/Almanya, B. No: 5029/71, 6/9/1978, §§ 42-55; Campbell/Birleşik Krallık, B. No: 13590/88, 25/3/1992, § 34). AİHM'e göre hükümlü ve tutuklular Sözleşme kapsamında kalan temel hak ve hürriyetlerin tamamına kural olarak sahiptirler (Hirst/Birleşik Krallık (No. 2) [BD], B. No: 74025/01, 6/10/2005, § 69). AİHM'e göre suçun mahiyeti haklı gösteriyorsa bir tutuklunun özel bir hapishane rejimine veya sınırlayıcı ziyaret düzenlemelerine tabi tutulması onun Sözleşme'nin maddesi kapsamındaki hakkına müdahale teşkil eder ancak kendiliğinden bu hakkın ihlali anlamına gelmez (Vlasov/Rusya, B. No: 78146/01, 12/6/2008, § 123). AİHM, ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi güvenliğin ve düzenin korunmasına yönelik kabul edilebilir gerekliliklerin olması durumunda mahkûmların sahip olduğu haklara sınırlama getirilebileceğini kabul etmiştir. Ancak bu durumda dahi hükümlü ve tutukluların haklarına yönelik herhangi bir sınırlama makul ve ölçülü olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, §§ 99-105). AİHM'e göre hükümlü ve tutukluların özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesi hakkı, ceza infaz kurumu idaresinin hükümlü ve tutukluların ailesi ve yakınlarıyla temasını devam ettirecek önlemleri almasını zorunlu kılmaktadır (Messina/İtalya (No. 2), B. No: 25498/94, 28/9/2000, § 61; Ouinas/Fransa (k.k.), B. No: 13756/88, 12/3/1990; Kučera/Slovakya, B. No: 48666/99, 17/7/2007, § 127). Bu hakka getirilen sınırlamalar, suç ve düzensizliğin önlenmesi için güvenlik nedeniyle uygulamaya konulmuş olsa da haklı bir gerekçeye dayanmalıdır (Gülmez/Türkiye, B. No: 16330/02, 20/5/2008, § 46). AİHM tutukluların yakınlarıyla ziyaretçi odasında yaptıkları görüşmelerin güvenlik endişesiyle sistematik bir şekilde kaydedilmesinin görüşme odalarının tutuklunun yakınlarıyla mahrem konuları konuşmasını da içeren özel hayatını sürdürmesi işlevinin de inkârı anlamına geleceğini vurgulamıştır. Ceza infaz kurumundaki görüşme odasında yapılan konuşmaların haberleşme ve özel hayat kavramı içinde yer alabileceğini vurgulamıştır. AİHM'e göre mahkûmların yakınlarıyla yaptığı görüşmelerinin izlenmesi ve kaydedilmesi onların belli bir mahremiyete sahip olduğu düşüncesini ortadan kaldırmadığından konuşmaların kaydedilmesinin özel hayata müdahale olarak kabul edilmesi gerekmektedir (Wisse/Fransa, B. No: 71611/01, 20/12/2005, §§ 29- 30). AİHM'e göre tutukluların görüşme odasında yaptığı konuşmaların kaydedilmesi şeklindeki uygulamanın muhatabı olabilecek uygun kişiler kategorisini belirleyen ve bu kişilere muhtemel ciddi suistimallere karşı tam koruma sağlayacak güvenceleri öngören iç hukuk kuralına dayanması gerekmektedir. Bu kapsamda AİHM kararlarında, idare tarafından yapılacak sistematik dinleme ve kaydetme tedbirinin süresinin belirlenmesi gerektiği hususu ile kayıtların tutanaklarının hazırlanması ve kayıtların silinmesi ya da imhasına ilişkin koşulların düzenlenmesinin önemine vurgu yapılmıştır (Wisse/Fransa, §§ 33-34; Kruslin/Fransa, 11801/85, 24/4/1990, §§ 34-35).
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/38098
Başvuru, kapalı görüşün dinlenmesi ve kayda alınması nedeniyle haberleşme hürriyeti ile özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının, radyoya el konulması nedeniyle de ifade hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğun devamına ilişkin incelemelerin duruşmasız olarak yapılması, gözaltına alınırken yasal hakların hatırlatılmaması, isnadın bildirilmemesi, derhâl müdafi tayin edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın özel yetkili mahkemece yürütülmesi, değerlendirme aşamasında iddianamenin tebliğ edilmemesi, iletişimin dinlenilmesi tedbirine koşulları oluşmaksızın başvurulması, hukuka aykırı delillerin mahkûmiyete esas alınması, müşteki ve tanıkların duruşmada sorgulanmaması, çelişkili kolluk tutanakları ve tanık beyanları gözetilerek mahkûmiyet kararı verilmesi ve bu kararın gerekçesiz olması, Yargıtaydaki incelemenin duruşmasız yapılması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; ceza mahkûmiyetinin sonucu olan medeni hak yoksunluklarına karar verilmesi ve tanıklıktan çekinme hakkı olan yakın akrabalarıyla yapılan telefon görüşmelerinin kayda alınması nedenleriyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 30/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucu Mehmet Özden'in adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvurucu Mehmet Özden açısından görüşünü sunmuştur. Başvurucu Mehmet Özden, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan İbrahim Özden 1953 tarihinde, Mehmet Özden ise 1969 tarihinde doğmuş olup olayların gerçekleştiği tarihte Manisa'nın Saruhanlı ilçesinde ikamet etmektedirler. Saruhanlı İlçe Jandarma Komutanlığınca yapılan istihbaratla ilgili çalışmayla başvurucu İbrahim Özden'in suç işlemek amacıyla örgüt kurduğu, başvurucu Mehmet Özden'in ise bu örgüte üye olduğu şüphesiyle haklarında iletişimin tespiti ve kayda alınması kararı alınmıştır. Elde edilen bilgiler sonrasında Saruhanlı Asliye Ceza Mahkemesinin 13/11/2008 tarihli kararına istinaden 14/11/2008 tarihinde başvurucuların evlerinde arama yapılmıştır. Başvurucular 14/11/2008 tarihinde gözaltına alınmış ve aynı tarihte Saruhanlı Sulh Ceza Mahkemesince suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçundan tutuklanmışlardır. Tutuklama kararına yapılan itirazlar 25/11/2008 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucuların iddialarına göre gözaltına alınırken kendilerine isnat edilen suç bildirilmemiş, yakalama ve gözaltına almaya dayanak oluşturan belgelerden örnek verilmediği gibi içerikleri hakkında da bilgi verilmemiştir. Ancak başvuru dosyasında bu konuda herhangi bir bilgi ya da belge bulunmamaktadır. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK madde ile görevli) 24/12/2008 tarihli iddianamesiyle başvuruculardan İbrahim Özden hakkında suç örgütü kurma, tehdit, yaralama, dolandırıcılık ve örgüt propagandası yapma suçlarından; başvuruculardan Mehmet Özden hakkında ise suç örgütüne üye olma, tehdit, yaralama ve tefecilik suçlarından kamu davası açılmıştır. İzmir Ağır Ceza Mahkemesince (CMK madde ile görevli) başvurucuların 15/10/2009 tarihinde tahliyelerine karar verilmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) 30/9/2010 tarihli kararıyla başvurucuların örgüt kurma ve örgüte üye olma suçlarından beraatlerine, isnat olunan diğer suçlar açısından görevsizlik nedeniyle dosyanın Manisa Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Manisa Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 24/4/2012 tarihli kararla başvurucuların müsnet suçlardan mahkûmiyetlerine ve yağmaya teşebbüs eylemleri nedeniyle hükmedilen ceza miktarı gözetilerek yeniden tutuklanmalarına karar verilmiştir. Başvurucular, haklarında takdiri indirim nedenleri de olmak üzere lehe hiçbir hükmün uygulanmadığı ve yağma suçunun unsurlarının oluşmadığı gerekçeleriyle hükmü temyiz etmiştirler. Yargıtay Ceza Dairesinin 28/5/2014 tarihli kararıyla hüküm onanmıştır. Nihai karar başvuruculara tebliğ edilmemiş olup başvurucular kararı 27/6/2014 tarihinde öğrendiklerini beyan etmişlerdir. Başvurucular 30/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10764
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğun devamına ilişkin incelemelerin duruşmasız olarak yapılması, gözaltına alınırken yasal hakların hatırlatılmaması, isnadın bildirilmemesi, derhâl müdafi tayin edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın özel yetkili mahkemece yürütülmesi, değerlendirme aşamasında iddianamenin tebliğ edilmemesi, iletişimin dinlenilmesi tedbirine koşulları oluşmaksızın başvurulması, hukuka aykırı delillerin mahkûmiyete esas alınması, müşteki ve tanıkların duruşmada sorgulanmaması, çelişkili kolluk tutanakları ve tanık beyanları gözetilerek mahkûmiyet kararı verilmesi ve bu kararın gerekçesiz olması, Yargıtaydaki incelemenin duruşmasız yapılması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; ceza mahkûmiyetinin sonucu olan medeni hak yoksunluklarına karar verilmesi ve tanıklıktan çekinme hakkı olan yakın akrabalarıyla yapılan telefon görüşmelerinin kayda alınması nedenleriyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, 1/6/2009 tarihinde Bakırköy İş Mahkemesinde açtığı kıdem ve ihbar tazminatı alacağının ödenmesi davasının reddedildiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 4/3/2014 tarihinde Bakırköy İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 15/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 6/6/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun iş akdi 11/5/2009 tarihinde, işyeri amirine ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı davranışlarda bulunulduğu gerekçesiyle işveren tarafından feshedilmiştir. Başvurucu, 1/6/2009 tarihinde, Bakırköy İş Mahkemesinde işvereni Hastane aleyhine açtığı davada, iş akdinin davalı tarafından haksız feshedildiğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatının tahsilini talep etmiştir. Mahkeme, 29/12/2010 tarih ve E.2009/445, K.2010/796 sayılı kararla; başvurucunun işyeri koordinatörüne yönelik sözlerinin karşılığı olduğu belirtilen işten çıkarma disiplin cezasının ağır olduğu, 10 yıllık kıdemi olan başvurunun fiili ile ceza arasında orantısızlık bulunduğu, işyeri koordinatörünün sözlerine karşılık aynı veya benzer nitelikte sözler sarfedildiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile 390,28 TL kıdem ve 217,67 TL ihbar tazminatının davalıdan tahsiline karar vermiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/6/2013 tarih ve E.2011/14895 K.2013/18735 sayılı ilamıyla; 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25/II-d bendine göre işçinin, işverenin diğer işçisine sataşmasının derhal fesih hakkı tanıdığı, işçinin 10 yıllık kıdeminin bulunmasının fiil ile ceza arasında orantısızlık bulunduğunu göstermeyeceği, başvurucunun taleplerinin reddi gerektiği belirtilerek hüküm bozulmuştur. Bakırköy İş Mahkemesine devredilen dosyada Mahkemece bozma kararına uyularak, 3/10/2013 tarih ve E.2013/589, K.2013/167 sayılı kararla davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/12/2013 tarih ve E.2013/14847, K.2013/33821 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır. Karar, 6/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 4/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası ile maddesinin birinci fıkrası ve maddesi, 22/5/2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25/II-d maddesi.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2803
Başvurucu, 1/6/2009 tarihinde Bakırköy 26. İş Mahkemesinde açtığı kıdem ve ihbar tazminatı alacağının ödenmesi davasının reddedildiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir.
1
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının, 2017/9790 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 7/9/2016 tarihinde yürürlüğe giren 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/9790
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurular, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı üzerine göreve iade edilme istemiyle açılan davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) tarafından süre aşımı gerekçesiyle incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 3/6/2013 ve 17/6/2013 tarihlerinde doğrudan Anayasa Mahkemesine yapılmıştır. Başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/5/2014 tarihinde 2013/3724sayılı bireysel başvurunun,Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/5/2014 tarihinde 2013/3726 sayılı bireysel başvurunun, Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 27/5/2014 tarihinde 2013/4090 sayılı bireysel başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. 2013/3726 ve 2013/4090 sayılı bireysel başvurular aynı konuya ilişkin bulunduğundan incelenmek üzere 2013/3724 sayılı bireysel başvuru dosyasıyla birleştirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular subay olarak Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) görev yapmakta iken Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 29/4/2004 tarihli ve E.2004/28, K.2004/120 sayılı kararıyla “Doğrudan doğruya beraber işlemek suretiyle iştirak halinde müteselsilen memuriyet görevini kötüye kullanmak” suçunu işledikleri gerekçesiyle hapis ve ağır para cezasına çarptırılmışlardır. Kararda ayrıca ferî ceza olarak başvurucuların TSK’dan çıkarılmalarına karar verilmiştir. Karar, Askerî Yargıtay Dairesinin 20/7/2004 tarihli ve E.2004/947, K.2004/958 sayılı ilamıyla onanarak kesinleşmiştir. Anılan hüküm uyarınca başvurucular, 2004 yılının Eylül ve Ekim aylarında onaylanan ilişik kesme işlemleriyle TSK'dan çıkarılmışlardır. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ve 4/11/2004 tarihli ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un kabul edilmesinin ardından başvurucular, Askerî Ceza Mahkemesinden infazın durdurulması talebinde bulunmuşlardır. Nihai olarak Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 16/3/2005 tarihli ve E.2004/28, Müt.K.2005/11 sayılı duruşmasız işlere ait kararı ile başvurucular hakkında tesis olunan TSK'dan çıkarma ferî cezasının infazının 5237 sayılı Kanun’un yürürlüğe gireceği 1/4/2005 tarihine kadar ertelenmesine karar verilmiştir. Bu karara adli müşavir tarafından itiraz edilmesi ve TSK'dan çıkarma ferî cezasının infazının ertelenmesine dair kararın (başvurucuların Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişkisi kesildiğinden) ne şekilde uygulanacağı hususlarının açıklanmasının Askerî Savcılıkça talep edilmesi üzerine Askerî Yargıtay Dairesi 25/5/2005 tarihli ve E.2005/399, K.2005/567 sayılı kararı ile itirazların reddine ve aynı Askerî Yargıtay Dairesince verilmiş olan 27/1/2005 tarihli ve E.2005/69, K.2005/144 sayılı kararıyla söz konusu hukuki meselenin net bir şekilde ortaya konulmuş olması nedeniyle kararın açıklanmasına ilişkin talebin reddine hükmetmiştir. Öte yandan 1/6/2005 tarihinde yürürlüğe giren ceza hukuku düzenlemeleriyle bağlantılı olarak Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askerî Mahkemesince 7/6/2005 tarihli ve E.2004/28, K.Müt.2005/32 sayılı duruşmasız işlere dair karar ile başvurucular hakkında hapis ve adli para cezasına hükmedilmiştir. Bu karara karşı yapılan itiraz Askerî Yargıtay Dairesinin 21/9/2005 tarihli ve E.2005/938, K.2005/933 sayılı ilamı ile reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Başvurucular 2012 yılında Askerî Mahkemeye başvurarak 5237 sayılı Kanun’un maddesinde yapılan değişikliğe göre lehe kanun uyarlaması yapılması ve ayrıca aynı Kanun’da düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması usulünün kendilerine uygulanmasını istemişlerdir. Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askerî Mahkemesi 18/10/2012 tarihli ve E.2012/271, K.2012/139 sayılı ve 17/5/2012 tarihli ve E.2012/167, K.2012/78 sayılı kararlarıyla, kanunun infaz edilmiş hükümlere infazdan sonra da birtakım sonuçlar bağladığı durumlarda lehe hüküm belirlenerek uygulanmasının, hakkındaki hüküm infaz edilmiş olan hükümlüler açısından da lehe durumlar oluşturabileceği ve hükümlünün böyle bir istemde bulunmasında hukuki yararın mevcudiyeti hâlinde lehe kanun değerlendirmesi yapılabileceği yönündeki Askerî Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 17/2/2009 tarihli ve E.2008/5-220 K.2009/28 sayılı ilamına atıfla lehe kanun uyarlaması yapmış ve başvurucular hakkında hapis cezasına hükmederek hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Başvurucular, asli nitelikte ceza olan hapis cezası hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildiğinden ferî nitelikte ceza olan TSK’dan çıkarma cezasının infaz edilemeyeceği iddiasıyla ayrı ayrı 22/10/2012, 7/1/2013 ve 19/1/2013 tarihli dilekçelerle Hava Kuvvetleri Komutanlığına başvurarak göreve iadeleri ile kayıp maaş ve özlük haklarının geri verilmesini talep etmişlerdir. Hava Kuvvetleri Komutanlığı özetle açıklanması geri bırakılan hükmün ancak ileriye dönük olarak tesis edilecek idari işlemlerde esas alınmaması sonucunu doğurabileceği, 2004 yılında tesis edilip tamamlanan bir idari işlemin kaldırılmasına ve geri alınmasına sebebiyet vermeyeceği gerekçesiyle 15/12/2012 ve 23/1/2013 tarihli işlemleriyle talepleri reddetmiştir. Başvurucular, anılan işlemlerin tebliğinden itibaren altmış gün içinde “TSK’da yeniden göreve alınmama” şeklindeki olumsuz idari işlemlerin iptaline karar verilmesi istemiyle dava açmışlardır. AYİM Birinci Dairesi başvuruları süre aşımı gerekçesiyle incelemeksizin reddetmiştir. Birinci başvurucunun açtığı davada AYİM Birinci Dairesince verilen 30/4/2013 tarihli ve E.2013/503, K.2013/514 sayılı kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Davacının tarihsiz dilekçesinde yer alan ve Hava Kuvvetleri Komutanlığının 2013 tarihli yazısı ile reddedilen Türk Silahlı Kuvvetlerinde göreve döndürülmesi (iadesi) talebinin dayanağı hakkında mahkemece verilip kesinleşen Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarılma feri cezası uyarınca uygulanan ayırma (ilişik kesme) işlemi ve bu işlem sonrasında mahkemece hakkında hükmün açıklanmasına geri verilmiş olmasıdır. Dolayısıyla işbu davada davacı hakkında tesis edilen “ayırma” işleminin yargısal denetimi yapılacaktır. Nitekim davacının kesinleşen Türk Silahlı Kuvvetlerinden Çıkarma cezasına bağlı olarak Hv.K.K.’lığınca uygulanan ilişik kesme işlemine esas ayırma kararnamesinin onay tarihinin 2004 olması nedeniyle, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı geriye dönük olarak mevcut mevzuata göre tesis edilmiş ve tamamlanmış bir idari işlemin kaldırılmasına veya geri alınmasına vermeyeceğinden Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevine iade talebinin dayanağının mesnetsiz kalmakta olduğu gerekçesiyle talebi reddedilmiş, davacı tarafından da bu ayırma işleminin hukuka aykırı olduğu ve Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiğinin kesilmesine dayanak olan hukuki gerekçenin ortadan kalktığı hatta hiç doğmamış kabul edildiği ileri sürülmüştür.Davacının kesin işlem yapmaya yetkili makam tarafından 2004 tarihli kararname ile tesis edilen ayırma işlemi uyarınca TSK’dan ilişiğinin kesildiği 2004 tarihinden itibaren 1602 sayılı Kanun’un 35/a maddesi uyarınca 60 gün içinde ya doğrudan ayırma işleminin iptali istemiyle AYİM’de iptal davası açması ya da 60 gün içinde ayırma işleminin geri alınması için idareye başvuruda bulunması, başvurunun reddi halinde bu olumsuz işleme karşı süresinde dava açması gerekirken ayırma işlemine yönelik idari başvuru ve dava açma süresini geçirdikten sonra davalı idareye müracaatta bulunarak 2013 tarihli olumsuz cevap üzerine 2013 tarihinde bu davanın açılmış olması karşısında dava konusu olayda süre aşımında bulunulmuş olduğu sonucuna varılmıştır.Davacının 1602 sayılı Kanun’un 35/a maddesinde belirtilen süreler geçtikten sonra yaptığı başvurusuna idare tarafından 2013 tarihinde cevap verilmiş ise de yukarıda belirtilen süreler geçtikten sonra verilen idare cevabının dava açma süresini ihya etmeyeceği açıktır. Zira davacının idareye 2013 tarihli cevabi yazıya esas olarak yapmış olduğu müracaatı 2004 tarihinde tesis edilen ayırma işleminin geri alınması talebinden ibarettir." İkinci ve üçüncü başvurucuların açtığı davalarda AYİM Birinci Dairesinin 2/4/2013 tarihli ve E.2013/410, K.2013/373 sayılı kararı ile 7/5/2013 tarihli ve E.2013/544, K.2013/544 sayılı kararının gerekçeleri de benzer nitelikte olup ikinci başvurucunun davasında verilen K.2013/373 sayılı kararın ilgili kısmı şöyledir:“Belirtilen mevzuat[4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Kanun’un ve maddesinin (a) fıkrası] ve açıklamalar ışığında dava dilekçesi ve eklerinin incelenmesinden; davacının Hv.K.K.lığı PI.P. Bşk.lığıemrinde görevli iken 29 Kasım 2004 tarihinde ayırma işlemine tabi tutulduğu anlaşılmıştır. Davacının idari dava açma süresini geçirdikten sonra müracaatı (ortaya yeni bir olgu çıksa dahi) geçirilmiş olan dava açma süresini ihya etmeyeceği hususunda kuşku bulunmamaktadır. Zira dava süresinin geçirilmesiyle dava açma yetkisi düşer. Söz konusu işlemin 29 Kasım 2004 tarihinde gerçekleştirildiği, ancak 19 Şubat 2013 tarihinde AYİM’de bu davanın açıldığı anlaşılmıştır. Buna göre davacının, işlemi öğrendiği bu tarihten itibaren 1602 sayılı Kanun’un 40’ıncı maddesi gereğince 60 gün içinde işlemin iptali için dava açması ya da 1602 sayılı Kanun’un 35/a madde ve fıkrası gereğince 60 gün içinde bu işlemin kaldırılması ya da değiştirilmesi için ihtiyari başvuruda bulunması gerekirken yasal dava açma süresi geçirildikten çok sonra davasını açtığı, davada süre aşımı bulunduğu belirlenmiştir. 1602 sayılı AYİM Kanunu’nun 45’inci maddesi sürenin geçirilmesi halinde davanın reddine karar verileceğini öngörmektedir.” Söz konusu kararların sırasıyla 24/5/2013, 10/5/2013 2/6/2013 tarihlerinde tebliği üzerine 3/6/2013 ve 17/6/2013 tarihlerinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare MahkemesiKanunu’nun “İhtiyari müracaat ve idari makamların sükûtu” kenar başlıklı maddesi şöyledir:"a) İhtiyari müracaat: Kesin işlem yapmaya yetkili makamlarca tesis edilen idari işlemlerin geri alınması, kaldırılması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması; üst makamdan, yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açmak için belli olan süre içinde istenebilir. Bu müracaat işlemeye başlamış olan dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde cevap verilmez ise, istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddi üzerine dava açma süresi başlar ve müracaat tarihine kadar geçmiş olan süre de hesaba katılır. b) İdari makamların sükûtu: İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir eylem veya işlemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler. Bu halde yetkili makamlar en çok altmış gün içinde bir cevap verirler. Bu süre içinde cevap verilmez ise, istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bitiminden itibaren idari dava açma süresi içinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açabilirler. Dava açılmayan haller ile davanın altmış günlük süre geçtikten sonra açılması sebebiyle dilekçenin reddi halinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra cevap verilirse, bunun tebliğinden itibaren dava açma süresi yeniden işlemeye başlar. Müracaatçıya kayıt tarihi ve sayısını gösterir imzalı ve mühürlü pulsuz bir alındı kâğıdı verilir." 1602 sayılı Kanun’un “Dava açma süresi” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açma süresi her çeşit işlemlerde yazılı bildirim tarihinden itibaren kanunlarda ayrı süre gösterilmeyen hallerde altmış gündür. Adresleri belli olmayanlara özel kanunlardaki hükümlere göre ilan yolu ile bildirim yapılan hallerde, özel kanunda aksine hüküm bulunmadıkça süre, son ilan tarihinden itibaren onbeş gün sonra başlar." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari makamların sükutu” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“ İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler. Altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgili bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak, bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemez. Dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilirler..” 2577 sayılı Kanun’un “Üst makamlara başvurma” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“ İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3724
Başvurular, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı üzerine göreve iade edilme istemiyle açılan davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi AYİM) tarafından süre aşımı gerekçesiyle incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, içecekte yabancı madde bulunmasından kaynaklanan zararların tazmin edilmesi talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, paket şeklinde satın aldığı gazlı içeceklerden ikisini tükettikten sonra üçüncüsünün içerisinde böcek ölüsü olduğunu fark etmiş ve bu sebeple ortaya çıktığını iddia ettiği manevi zararının karşılanması talebiyle içecek markasının ait olduğu şirket aleyhine 13/11/2015 tarihinde tazminat davası açmıştır. Başvurucu dilekçesinde; evde misafirlerine ikram edeceği sırada içeceğin içinde böcek ölüsü olduğunu fark etmesiyle kendini çok kötü hissettiğini ve alay konusu olduğunu, söz konusu içeceği çok sevmesi nedeniyle yüksek miktarda tükettiğini ancak bu durumdan ötürü tiksinti duyduğunu ve o günden beri içemediğini, duyduğu şüphe nedeniyle kapalı kutularda bulunan herhangi bir sıvıyı da tüketemediğini ifade etmiştir. Ayrıca ürünün ulusal ve uluslararası düzeyde reklamı yapılarak sağlıklı ve güvenilir olduğunun vurgulanmasına rağmen ayıplı olduğunu, ayıplı ürün nedeniyle manevi zarar oluştuğunu, olay nedeniyle çevresindekilere mahcup olduğunu, bu durumun ruhsal bütünlüğünü ve sosyal yaşamını etkilediğini, oluşan travmayı atlatamaması nedeniyle altı aydır depresyon ilaçları kullandığını ileri sürmüştür. Davalı şirket cevap dilekçesinde; ürünlerin üretim ve dolumunun yapılmasındaki kalite standartlarının bu tür bir cismin içeceğin içerisinde bulunmasına izin vermeyeceğini, ürüne ait bilgilerin ve ürünün kendisinin şirkete ait olup olmadığının ortaya konulabilmesini sağlayacak tedbirlerin alınmasını ve ürünün şirket tarafından incelenmesine izin verilmesini istemiştir. Şirket; başvurucunun gözleme dayalı iddialarının bilimsel temellerinin bulunmadığını ve ürünün sahte şekilde üretilmiş olabileceğini ileri sürmüş, kapak veya ambalaja zarar vermeden içeceğin açılabileceğine ilişkin açıklamalarda bulunmuştur. İlgili mevzuat uyarınca analiz yapılarak ortaya konulmaksızın ileri sürülen iddiaların kabul edilemeyeceğini ve manevi tazminatın şartlarının oluşmadığını, davanın reddi gerektiğini savunmuştur. Mersin Tüketici Mahkemesinde (Mahkeme) görülen davada, Ortadoğu Teknik Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümünden iki öğretim görevlisi ve aynı üniversitenin Metalürji Bölümünden bir öğretim görevlisinden oluşan bilirkişi heyetinden rapor alınmıştır. Söz konusu raporda özetle;i. Ürün içerisindeki yabancı maddenin bütünlüğünün bozulmuş olduğu ve depolama süresince oluşabilecek diğer tortularla karışmış olabileceği, bu sebeple ne olduğunun tespit edilemediği,ii. Kesin bir sonuca varmak mümkün olmamakla birlikte ürünün üretim şeması çerçevesinde değerlendirme yapıldığında söz konusu maddenin üretim aşamasında şişe içerisine girme ihtimalinin düşük olduğu,iii. Şişe kapağının deforme edilmeden çıkarılıp ürünün içerisine farklı bir içerik konulması ve kapağın tekrar kapatılmasının mümkün olduğu,iv. Örnek olmadığı için kapağın orijinalliğine ilişkin bir tespit yapılamadığı, ancak örnek olsa bile orijinal olup olmadığının tespitinin mümkün olamayacağı, ayrıca mümkün olsa bile kapağın, ısıtmak suretiyle deforme edilmeden açılarak ürün içerisine yabancı bir madde konulabileceği, v. Ürünün raf ömrünü doldurduğu, dolayısıyla kimyasal yapısının bozulduğu, madde bütünlüğü bozulmuş olması nedeniyle ne olduğunun tespit edilemediği ve ürünün mevcut hâliyle güvenli bir gıda olmadığının açık olduğu ifade edilmiştir. Taraflar rapora ilişkin beyanda bulunmuştur. Başvurucu, ürünün bozulmuş olmasının sonuçlarının kendilerine yüklenemeyeceğini ve ürünün bozulmamış hâline ilişkin fotoğrafların dosyaya sunulduğunu ifade etmiştir. Ayrıca raporun bilimsel temele dayanmadığı ve çelişkiler içerdiğini ileri sürmüştür. Davalı şirket ise rapordaki her değerlendirmeyi kabul etmediklerini, raporun özellikle gözleme dayalı olduğunu ifade etmiştir. Mahkeme 7/3/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun 7/11/2013 tarihli ve 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un maddesinin altıncı fıkrası kapsamında ayıplı mala ilişkin olarak seçimlik haklarının olduğu, buna göre 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu hükümleri uyarınca tazminat da talep edebileceği değerlendirilmiştir. Bu kapsamda Mahkeme, manevi tazminat isteminin kabul edilebilmesi için kişinin maruz kaldığı kusurlu veya hukuka aykırı bir fiil neticesinde zarar görmesi ve kusurlu veya haksız fiil ile zarar arasında uygun bir illiyet bağının bulunması gerektiğini değerlendirmiştir. Somut olayda söz konusu içeceğin başvurucu tarafından tüketilmediğini, dolayısıyla başvurucunun vücut bütünlüğünde bir zarar meydana getirmesinin mümkün olmadığını, alınan bilirkişi raporuna göre ise şişe kapağının deforme edilmeksizin açılıp şişenin içine yabancı madde konulabileceğini ve deforme edilmeden kapağın kapatılabileceğini, öte yandan ürünün ayıplı olduğunun dahi ispat edilemediğini değerlendirerek davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu 15/3/2017 tarihinde karara itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde; bilirkişi raporunun çelişkili olduğuna, hüküm kurmaya elverişli olmadığına ilişkin açıklamalarda bulunmuştur. Davalı şirket cevap dilekçesinde önceki beyanlarını tekrar etmiştir. Başvurucunun istinaf talebi Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesince kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesi ile reddedilmiştir. Kararda, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi ile 6098 sayılı Kanun hükümleri birlikte göz önünde bulundurularak bilirkişi incelemesinde cismin niteliği ile şişeye imalat aşamasında girip girmediğine ilişkin bir tespitin yapılamamış olduğu, ürünün tüketilmemiş olması nedeniyle başvurucunun sağlığına zarar vermesinin mümkün olmadığı ifade edilmiş, mevcut koşullarda başvurucunun manevi zarara uğradığı iddiasının kabul edilemeyeceği, dolayısıyla 6098 sayılı Kanun'un maddesinde düzenlenen manevi tazminat koşullarının gerçekleşmediği değerlendirilmiştir. Nihai karar, başvurucuya 10/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat 6098 sayılı Kanun'un "Genel olarak" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür." 6098 sayılı Kanun'un "Zararın ve kusurun ispatı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır.Uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hâkim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler." 4721 sayılı Kanun'un "İlke" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır." 13/6/2003 tarihli ve 25137 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ayıplı Malın Neden Olduğu Zararlardan Sorumluluk Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) "Amaç" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Bu Yönetmeliğin amacı, ayıplı malın neden olduğu zararlardan o malın imalatçısının üreticisinin sorumluluğunun usul ve esaslarını düzenlemektir."B. İlgili Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/12/2008 tarihli ve E.2008/2557, K.2008/14847 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... ürün içerisinde bulunan yabancı cisim (böcek ölüsü) nedeniyle tiksinti duygusunun oluştuğu ve ayrıca davacının sağlığının da tehlikeye düşürüldüğü ileri sürülerek manevi tazminat isteminde bulunulmuş; mahkemece, ayıplı ürün yüzünden davacının ruh sağlığı ile vücut bütünlüğünün ihlal edildiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap [ıstırap] manevi zarar değil onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar, manevi tazminat verilebilecek olguları sınırlamıştır. Bunlar, kişilik değerlerinin zedelenmesi (TMK 24), isme saldırı (TMK 26), nişan bozulması (TMK 121), evlenmenin butlanı (TMK 158/2), boşanma (TMK 174/2) bedensel zarar ve ölüme neden olma (BK 47) durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesidir.(BK 49). Bunlardan TMK’nun maddesi ile BK’nun maddesi daha kapsamlıdır. TMK’nun maddesinin belli yerlere yollaması nedeniyle böyle bir durumun bulunduğu yerde, onu düzenleyen kurallar (örneğin; TMK 26, 121,158/2, 174/2); bunların dışında BK’nun maddesi uygulanır.TMK’nun ve BK’nun maddesinde belirlenen kişisel çıkarlar, kişilik haklarıdır. Kişilik hakları ise, kişisel varlıkların korunmasıyla ilgilidir. Kişisel varlıklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir. Tekniğin gelişimi ve yaşam koşullarına göre belirlenmiş varlıkların, açıklananlarla çevrelenmesine, davaya konu olayın bu çerçeve dışında kalmasına göre manevi tazminat isteği reddedilmelidir. Yerel mahkemece, anılan yönler gözetilmeksizin davalı tarafın manevi tazminatla sorumlu tutulması doğru değildir. Bu nedenle kararın bozulması gerekmiştir." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17/6/2009 tarihli ve E.2009/4-234, K.2009/260 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...Sonuç itibariyle; toplanan tüm deliller, bilirkişi raporu ve tüm dosya içeriğine göre, yerel mahkemenin dava konusu ürünün (rakı) davacı tarafça satın alındığı, bir miktar tüketildikten sonra şişede bulunan yabancı maddenin (sinek) fark edildiği, şişenin orijinal olduğu, bilyalı kapak sistemi nedeniyle imalat aşamasından sonra şişe içerisine yabancı cisim girmesi veya konulmasının mümkün bulunmadığı, buna göre şişedeki yabancı maddenin depolama ve dolum sırasında girdiğini kabul etmek gerektiği, ürünün ayıplı olduğu, yabancı madde reaksiyonu nedeniyle içen şahsa zarar verebileceği, davacı tarafın bir miktar tükettikten sonra yabancı maddeyi fark ettiği, içilmiş olan rakı nedeniyle davacının vücut bütünlüğünün ve ruh sağlığının bozulduğu; bu nedenle de davacı yararına tazminat takdiri gerektiğine ilişkin kararı usul ve yasaya uygun olup; yerindedir. " Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/6/2020 tarihli ve E.2017/3411, K.2020/4796 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Davalı, davacı tarafından satın alınan şişenin içinde yabancı bir cismin üretim aşamasında bulunmasının mümkün olmadığını, bunun sonradan müdahale ile yapılmış olabileceğini, manevi tazminat şartlarının oluşmadığını savunarak, davanın reddini dilemiştir.İlk Derece Mahkemesince, davanın reddine karar verilmiş; davacı, tarafın istinaf başvurusu İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi tarafından esastan reddedilmiş; davacı taraf son olarak temyiz talebinde bulunmuştur.Dosya kapsamının birlikte değerlendirilmesiyle yapılan inceleme sonucunda, uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarına göre, Bölge Adliye Mahkemesi kararında bir isabetsizlik bulunmadığından davacı vekilinin bu karara yönelik temyiz itirazlarının reddiyle kararın onanması gerekir."
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/37833
Başvuru, içecekte yabancı madde bulunmasından kaynaklanan zararların tazmin edilmesi talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, maddi ve manevi tazminat talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 1/9/2009 tarihinde açılan davada, Derik Asliye Hukuk Mahkemesinin 20/2/2018 tarihli davanın kısmen kabulüne karar verildiği, karar sonrasında davacı tarafın davadan feragate ilişkin 24/10/2018 tarihli feragat dilekçesi sunduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu, aleyhine açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 31/12/2018 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/1837
Başvuru, maddi ve manevi tazminat talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, Wikipedia isimli internet sitesinin tamamına erişimin engellenmesi kararı verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Birinci başvurucu 9/5/2017 tarihinde, üçüncü ve dördüncü başvurucular 12/5/2017 tarihinde, ikinci başvurucu ise 8/6/2017 tarihinde başvuru yapmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2017/22783 ve 2017/26860 numaralı başvuru dosyalarının 2017/22355 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmelerine, incelemenin 2017/22355 numaralı başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm tarafından 11/9/2019 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görülmüş ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Birinci Başvurucu Wikimedia ile İlgili Genel Açıklamalar Birinci başvurucu, Wikipedia isimli internet sitesinin sahibidir. Türkçe versiyonunun adı Vikipedi olan ve sunucuları Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) bulunan Wikipedia;i. İçeriği dünyanın her köşesinden gönüllü insanlar tarafından ortaklaşa hazırlanan açık kodlu, kâr amacı gütmeyen, ücretsiz çevrim içi ansiklopedi olarak adlandırılan bir internet platformudur. Açık kaynaklara göre 2007 yılı itibarıyla iki milyon başlığı geçerek tüm zamanların en büyük ansiklopedisi unvanını kazanmış olup 2017 yılı itibarıyla da aylık yaklaşık 400 milyon tekil ziyaretçi ile dünyanın en fazla ziyaret edilen beşinci web sitesi konumuna ulaşmıştır. Bilim ve teknoloji, çevre, dil, doğa, hukuk, inanç, işletme, kişiler, kronoloji, kültür, sağlık, siyaset, tarım ve yaşam kategorileri altında milyonlarca madde içermektedir. ii. Herkesin içerik sağlayıcı olarak katılımına açık bir platformdur. Dünya üzerinde internete bağlı bilgisayarı olan herhangi bir kişi tüm sayfalarda ekleme, çıkartma ve düzenleme yapabilme imkânına sahiptir. Bu kapsamda her gün kullanıcılar tarafından binlerce yeni madde başlatılmakta ve mevcut maddelerde değişiklikler ve güncellemeler yapılmaktadır. Dolayısıyla nihai doğruların yer aldığı bir internet sitesi olmayıp içerikler zaman içinde değişikliğe uğrayabilmektedir. Nitekim Wikipedia bu durumu internet sitesinde şöyle ifade etmiştir:"Bir viki olarak, maddeler hiçbir zaman tamamlanmış, bitmiş değildir. Maddeler sürekli olarak değiştirilir ve zaman içinde geliştirilir. Bu durum genellikle, hem maddenin kalitesinin artmasına hem de bilginin adil ve dengeli bir şekilde sunumu üzerinde fikir birliği oluşmasına yol açacaktır.Kullanıcılar başlangıçtan itibaren bütün maddelerin ansiklopedik nitelikte olmadığının farkına varmalıdırlar. Aslında birçok madde ilk yazıldığında subjektif bilgi içerir, uzun bir tartışma sürecinde adım adım tarafsız bir maddeye dönüşür. Bazı maddelerde ise bu süreç düşüncelerine fanatiklik derecesinde bağlı olan bazı yazarlar yüzünden daha da uzayabilir.Kısmen bu durum Vikipedi'nin dahili sorun çözme mekanizmasından kaynaklanmaktadır, herhangi bir anlaşmazlık çıktığında daha deneyimli editörlerin soruna ilgi göstermesi zaman almaktadır.'İdeal' sayılan Vikipedi maddesi dengeli, tarafsız, ansiklopedik ve içeriği doğrulanabilir olandır. Sayısı artan maddeler zamanla bu ideal duruma ulaşmaktadır, hatta çoğu ulaşmıştır. Ancak, bu bir süreçtir ve kullanıcıların katkılarıyla maddelerin ideal duruma ulaşmaları aylar hatta yıllar alabilir. Bazı maddeler, tamamen alıntılanmamış içeriğe sahiptir. Bazılarının içeriği ise ileride genişletilecektir. Yanılgı içeren bilgiler, sonraki katkılarla farkedilecek, bu bilgiler ya silinecek ya da yorumlanacaktır.İçerik gün geçtikçe kalitelileşmesine rağmen, eğer bir araştırma kaynağı olarak kullanacaksanız Vikipedi'yi dikkatli kullanmanız çok önemlidir. Çünkü maddeler doğal olarak çok çeşitli standart veya olgunlukta olabilmektedirler."iii. 280 ayrı dilde versiyona sahip olup 2018 yılı verilerine göre Wikipedia'da 000 madde üzerinde çalışan yaklaşık 000 aktif editör vardır. Wikipedia'nın İngilizce, Almanca ve Fransızca versiyonları en fazla madde içeren versiyonları olmakla birlikte sadece Türkçe Vikipedi'de 4/7/2019 tarihi itibarıyla 586 kayıtlı kullanıcı, toplam 102 sayfa, 434 madde vardır ve bugüne kadar toplam 924 değişiklik yapılmıştır. Wikipedia, maddelerinin zayıf yönlerini şu şekilde açıklamıştır: "Wikipedia'nın radikal bir şekilde herkese açık olması, herhangi bir maddenin herhangi bir zamanda kötü bir vaziyette olabilmesi anlamına gelir. Örneğin madde metninin ortasında tartışmalı ifadeler olabilir veya madde vandalizme uğrayabilir.Vikipedi, tam editoryal bir anlaşmazlık çözme mekanizmasına sahiptir. Yani anlaşmazlıkları çözen bir üst mahkeme yoktur. Bunun sonucunda madde üzerindeki anlaşmazlıkların çözülüp maddenin tarafsız ve kaliteli hale gelmesi çok uzun bir süre alabilir.Bariz vandalizm girişimleri kolayca tespit edilip düzeltilmesine rağmen, göze çarpmayan vandalizm veya bakış açısı eksikliği içeren maddeler oldukça fazladır.Çok önemli maddelerin doğruluğu hakkında hiçbir sistematik kontrol mekanizması yoktur, kusur veya eksiklik içerebilirler.Sık denetlenen maddelerde daha az gözükmek üzere, maddeler bazı yönlerden eksik olabilir. Örneğin bir maddede bir bakış açısı iyi yansıtılmış olmasına rağmen diğer bakış açıları üzerinde durulmamış veya göz ardı edilmiş olabilir.Bazı katkılar ilkelerimizle tamamen örtüşmeyebilir, veya alıntılanmamış (özgün) bilgi içerebilir."iv. Sayfaları arasında ve çoğu sayfanın sonunda iç bağlantılar bulunmaktadır. Bu, sitede bir başka maddenin okunulan konu ile alakası olduğu ve yer aldığı ara yüzde o madde ile ilgili daha ayrıntılı bilgi bulunabileceği anlamına gelmektedir. Böylelikle bağlantılar arasında dolaşılarak daha fazla bilgiye erişilebilmektedir. v. Sayfalarında yer alan içerikler çoğunlukla atıf ve referans bilgisi içermektedir. vi. "Seçkin içerik"lerin bulunduğu ayrı bir bölüme sahiptir ve "seçkin içerik"i en başarılı çalışmalarının örneklendiği bölüm olarak tanımlamaktadır. Tüm seçkin içerik çeşitlerinin detaylı bir inceleme sürecinden geçirildiğini belirten Wikipedia, bir içeriğin yüksek standartları karşıladığından ve nihai amaçlarına örnek teşkil ettiğinden emin olunduğunda içeriğin bulunduğu sayfanın sağ üst köşesine konulan küçük altın bir yıldız ile bu içeriğin seçkin içerik olarak işaretlendiğini açıklamaktadır. Bireysel başvuru formunda Wikipedia'nın haber kaynaklarıyla bağlantı kurma ya da onlara atıfta bulunmanın yanı sıra haber kaynaklarında yer alan hikâyeleri betimlediği, haberleri izah ettiği ve özetlediği, çoğunlukla bir konu hakkında birbiriyle çatışanlar da dâhil farklı perspektifleri yansıttığı belirtilmiştir. B. Diğer Başvurucularla İlgili Genel Açıklamalar İkinci başvurucu; ifade özgürlüğünü, bilgiye erişim ve bilgiyi yaygınlaştırma hakkını savunan bir sivil toplum kuruluşudur. Üçüncü ve dördüncü başvurucular, olayların meydana geldiği tarihte internet ve insan hakları alanlarında çalışan akademisyenlerdir. Başvurucuların özellikle internette ifade özgürlüğü ile ilgili konularda akademik çalışmaları bulunmaktadır. Erişim Engeli Konulması Süreci Başbakanlık Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğü, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna (BTK) hitaben 28/4/2017 tarihli yazısı ile Wikipedia'da bulunan ve 4/5/2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’un 8/A maddesi uyarınca "Yaşam hakkı ile kişilerin ve mal güvenliğinin korunması, milli güvenlik ve kamu düzeninin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi" açısından gecikmesinde sakınca bulunan hâller kapsamında değerlendirilen iki içeriğin çıkarılması, çıkarılmaması durumunda içeriklere erişimin engellenmesi, içeriklere erişimin engellenememesi durumunda da alan adı üzerinden internet sitesinin tümüne yönelik erişimin engellenmesi kararı verilmesini talep etmiştir. Başbakanlık Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğü tarafından gecikmesinde sakınca bulunan hâller kapsamında değerlendirilen iki içeriğin yer aldığı maddeler şöyledir: i. Birinci madde "State-Sponsored Terrorism" (Devlet Destekli Terörizm) başlığını taşımaktadır. İngilizce olarak kaleme alınan söz konusu maddenin içeriğinde devlet destekli terörizm, terörle bağlantılı devlet dışı aktörlere hükûmet desteği olarak tanımlanmakta, ancak bu ifadenin aşağılayıcı niteliği nedeniyle belirli örneklerin tanımlanmasının genellikle siyasi anlaşmazlığa neden olduğu belirtilmektedir. Söz konusu başlık altında on altı ülkenin ismi bulunmaktadır. Bu ülkeler Afganistan, Hindistan, İran, İsrail, Libya, Malezya, Pakistan, Filipinler, Katar, Rusya, Suudi Arabistan, Suriye, Sovyetler Birliği, Türkiye, Birleşik Krallık ve ABD olarak sıralanmış olup her birinin alt başlığında terörizme sağladığı iddia edilen desteğe ilişkin açıklamalar yapılmıştır. Erişimin engellenmesi kararına konu olan "Turkey" alt başlığındaki açıklamada genel olarak; - Türkiye'nin el-Nusra, IŞİD gibi çeşitli aşırı İslamcı grupları desteklemekle suçlandığı ileri sürülmüş ve kamuoyunda tanınmış bazı kişilerin beyanlarına yer verilmiştir. Anamuhalefet partisi lideri olan Kemal Kılıçdaroğlu'nun Hükûmeti teröristlere para yardımı yapılmaması ve terörist grupların eğitilmemesi konusunda uyardığı ifade edilerek Cumhuriyet gazetesinin 12/10/2014 tarihinde "Fuat Avni" isimli sosyal medya hesabından paylaşılan Türkiye'nin el-Kaide ile bağlantılı terörist gruplara finansal ve askerî yardım sağladığına ilişkin tape kayıtlarının sızdığı iddiasının aktarıldığı belirtilmiştir. ABD'nin eski Türkiye Büyükelçisi Francis Ricciardone'nin de, Türkiye'nin Ahrar el-Şam ve el-Kaide'nin Suriye kanadını doğrudan desteklediği ve birlikte çalıştığı iddiasında bulunduğu belirtilerek eski bir ABD istihbarat görevlisinin el-Nusra'nın Suriye'nin bir bölgesi olan Ghouta'da kimyasal saldırı gerçekleştirdiği ve Türkiye'nin bu saldırıdan haberi olduğu şeklindeki iddiası aktarılmıştır. - El-Nusra'nın kamplarını Suriye'nin Türkiye sınırı boyunca kurduğu ve sınır kenti Azaz yakınlarında Türkiye'den düzenli olarak yardım aldığı, YPG lideri Abdu İbrahim ile Suriye Hükûmetinin müttefikleri tarafından Türkiye'nin açıkça el-Nusra ve IŞİD'i desteklediğinin iddia edildiği, Türkiye'nin Reyhanlı saldırısından önce Suriye Hükûmeti karşıtlarına kapılarını açtığı, yaralıların Türk hastanelerinde tedavi edildiği, Türkiye'nin daha önceleri topraklarından Suriye'deki savaşa katılmak isteyenler ile IŞİD'e mühimmat transferine göz yumduğu ileri sürülmüştür. Bu iddialar, bazı iktidar ve anamuhalefet partisi yetkililerinin söylemleri ile bir IŞİD komutanının ifadelerine ve Suriye'de Kürtlerden oluşan silahlı grupların ürettiği bazı dokümanlara dayandırılmıştır.- Ürdün istihbaratının Türkiye'nin IŞİD militanlarını eğittiği iddiası, Mısırlı bir yetkilinin Türkiye'nin IŞİD'e uydu görüntüleri verdiği iddiası, bir YPG komutanı ile Kobani Belediye Başkanı Anwar Moslem'in Türkiye'nin IŞİD'e sağladığı destek ile ilgili iddiaları aktarılmıştır.- ABD'nin Türkiye'yi IŞİD'den petrol almayı durdurması konusunda uyardığı ama bu uyarının dikkate alınmadığı, Türk yetkililerin IŞİD'le işbirliği hâlinde Suriye'den Türkiye'ye petrol kaçakçılığı yaptığı ileri sürülmüştür. ii. İkinci madde "Foreign involvement in the Syrian Civil War" (Suriye İç Savaşına Yabancı Katılımı) başlığını taşımaktadır. Genel bilgilerin ardından bu maddenin içeriğinde "Support for the Syrian Ba'athist government" (Suriye Baas hükumetine destek) ve "Support for Syrian opposition" (Suriye Muhalefetine Destek) başlıkları altında ülke isimleri sıralanmış olup Türkiye "Support for Syrian opposition" başlığının altında yer almaktadır. Erişimin engellenmesi kararına konu olan "Turkey" alt başlığındaki maddenin içeriğinde genel olarak birinci maddede yer alan iddialar ile benzerlerinin bulunduğu tespit edilmiştir. BTK aynı gün (28/4/2017 tarihinde) Başbakanlığın talebini uygun bularak birinci başvurucu tarafından söz konusu içeriklerin 5651 sayılı Kanun’un 8/A maddesinin (1) numaralı fıkrasında belirtilen sürede çıkarılmamış olması ve URL (içerik) bazlı erişimin engellenmesine teknik olarak imkân bulunmaması nedeniyle internet sitesinin tümüne yönelik erişimin engellenmesine karar vermiştir. BTK daha sonra Anayasa Mahkemesine gönderdiği 19/9/2019 tarihli yazıda internet sitesinin tümüne yönelik erişimin engellenmesi sürecine ilişkin bazı açıklamalarda bulunmuştur. BTK, şikayet konusu erişimin engellenmesi tedbiri uygulanmadan önce "uyar-kaldır" yöntemine başvurulduğunu ve başvurucuya söz konusu içerikleri kaldırması için 14 saat süre tanındığını, başvurucunun anılan sürede 5651 sayılı Kanun'un 8/A maddesi uyarınca yasa dışı olarak nitelendirilen içeriği kaldırmaması ve URL bazlı erişimin engellenmesi yönteminin de teknik olarak mümkün olmaması üzerine sitenin tamamına erişimin engellendiğini ifade etmiştir. BTK 5651 sayılı Kanun’un 8/A maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince erişimin engellenmesi kararını 29/4/2017 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin onayına sunmuştur. Hâkimlik, BTK tarafından onaya sunulan erişimin engellenmesi kararını aynı tarihte onaylamıştır. Hâkimliğin gerekçesi şöyledir:"Hâkimliğimizce yapılan inceleme sonucunda talebe konu edilen 'www.wikipedia.org' adlı internet sitesinde yer alanhttps://en.wikipedia.org/wiki/Foreign_involvement_in_the_Syrian_Civil_War#Turkeyhttps://en.wikipedia.org/wiki/State-sponsored_terrorism#TurkeyURL adreslerinde paylaşılan içeriklerin 5651 sayılı Kanunun 8/A maddesi kapsamında, terörü öven, şiddette ve suça teşvik eden kamu düzenini ve milli güvenliği tehdit eden, yaşam hakkı ile kişilerin can ve mal güvenliğinin korunması, suç işlenmesinin önlenmesine bağlı olarak içeriklere erişimin engellenememesi nedeniyle internet sitesinin tümüne yönelik erişimin engellenmesine dair tedbir kararının, 5651 sayılı Kanunun 8/A maddesinin fıkrası uyarınca onaylanmasına, belirtilen URL adreslerindeki içeriklere erişimin engellenmesi halinde hedeflenen amaç gerçekleşmiş olacağından 'www.wikipedia.org' adlı internet sitesine tümden erişim engelinin kaldırılmasına dair aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur." Birinci başvurucunun onaylama kararına itirazı, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 4/5/2017 tarihinde reddedilmiştir. Hâkimliğin gerekçesi şöyledir:"Hakimliğimizce 'İfade Özgürlüğü' Demokratik Hukuk Devletinin en temel haklarından biri olarak kabul edilmektedir. Ancak yukarıda belirtilen yasal metinlerden de anlaşılacağı gibi 'İfade Özgürlüğü' mutlak haklardan değildir, şartların oluşması ve ölçülülüğün gerektirdiği durumlarda ifade özgürlüğü kısıtlanabilir. Öte yandan Türkiye Cumhuriyeti Devleti 20 Temmuz 2016 tarihinde tüm ülke genelinde 'Olağanüstü Hal' ilan etmişaynı saatlerde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin maddesi gereğince sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerini geçici olarak askıya aldığını Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine bildirmiştir.AİHS'nin 15/2 maddesi ile sözleşmenin hangi hükümlerinin askıya alınamayacağı hükme bağlanmış olup; maddede düzenlenen ifade özgürlüğü bunlardan biri değildir. Hakimliğimiz tarafından verilen itiraza konu kararda 'www.wikipedia.org' adlı internet sitesinde yer alan iki ayrı URL adresinde bulunan ve talebe konu edilen içeriklerde; (https://en.wikipedia.org/wiki/Foreign_involvement_in_the_Syrian_Civil_War#Turkey, https://en.wikipedia.org/wiki/State-sponsored_terrorism#Turkey) Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, Suriye Ülkesinde yaşanan iç savaşı başlatanlardan olduğu, terör örgütlerini desteklediği, silah yardımında bulunduğu gibi uluslararası platformda ve ülke içerisinde saygınlık ve itibarını zedeleyecek terörü destekleyen bir devlet olduğu izlenimi verecek derecede haksız nitelikte saldırının bulunduğu anlaşılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başbakanlığınca, Bilişim Teknolojileri Kurumuna başvurulmuş ancak talebe konu URL adreslerinin şifreli olması nedeniyle teknik olarak erişimin engellenmesinin mümkün bulunmadığından, internet sitesinin tamamına yönelik erişimin engellenmesi kararı verilmiş, Hakimliğimizce de bu karar yerinde bulunduğundan onaylanmıştır. Verilen kararda internet sitesine tümden erişimin engellenmesinin geçici olduğu, belirtilen iki URL adresine'www.wikipedia.org' yetkilileri tarafından erişim engellinin konulması halinde kaldırılması gerektiği vurgulanmıştır. Açıklanan nedenlerle Hakimliğimiz kararında düzeltilecek bir husus bulunmadığından itirazın reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Birinci başvurucunun ret kararına yaptığı itiraz da Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 7/5/2017 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 9/5/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu aynı tarihte bireysel başvuruda bulunmuştur. Wikipedia'nın çevrim içi tüm versiyonlarına Türkiye'den erişimin engellenmesinin ardından Türkiye'de yaşayan kullanıcıların Vikipedi'de yer alan içeriğe erişiminin sağlanabilmesi amacıyla birinci başvurucu tarafından Wikizero oluşturulmuştur. 2019 yılının Eylül ayına kadar Wikipedia'nın alan adının başına sıfır rakamı konularak ulaşılan Wikizero ile kullanıcılar Vikipedi'ye ulaşmakta ve Vikipedi'yi kullanabilmekteydi. Hâlihazırda ise birinci başvurucu hukuki nedenlerden ötürü bu erişim yöntemini kapattığını açıklamış, bu defa alan adının başına "00", "1", "2", veya "Z" konulmak suretiyle Vikipedi'ye erişimi mümkün kılmıştır. Başka bir ifadeyle engelleme kararının ardından kurulan, Vikipedi'den farklı URL'lere sahip ancak aynı veya aynısına yakın içeriği barındıran "Mirror website" yani ayna web sitesi, internet ortamında erişilebilir durumdadır. Wikipedia bu sistemin yanında ayrıca kullanıcılar tarafından bilgisayarlarına indirilmek suretiyle kullanılabilen Wikizero web tarayıcı eklentisi ve Android işletim sistemini kullanan mobil cihazlar için oluşturulmuş Wikizero mobil uygulaması ile alan adına herhangi bir eklenti yapılmadan da Vikipedi'ye erişimi sağlamıştır. İkinci, üçüncü ve dördüncü başvurucular, kullanıcı sıfatıyla Wikipedia'ya yönelik erişimin engellenmesi tedbirine itiraz etmişlerdir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 7/5/2017 tarihinde tüm başvurucuların itirazı kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucular, ret kararlarının kendilerine tebliğ edilmesinden itibaren otuz gün içinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bireysel Başvurudan Sonraki Gelişmeler Birinci başvurucu 28/5/2018 tarihli dilekçesi ile Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin erişimin engellenmesi kararının ardından bağımsız, gönüllü Wikipedia editörleri tarafından karara konu maddeler üzerinde kapsamlı değişiklikler yapıldığını belirtmiştir. Başvurucu, erişimin engellenmesi kararına konu içeriklerin önemli ölçüde değiştirilmiş olması nedeniyle Hâkimliğin kararının dayanaktan yoksun kaldığını ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesi 24/5/2019 tarihinde birinci başvurucudan, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin erişimin engellenmesi kararının onaylanmasına konu iki URL adresinde yer alan içeriklerin karar tarihindeki versiyonları ile anılan adreslerin başvurucunun 28/5/2018 tarihli dilekçesinde bahsettiği yeni versiyonlarını istemiştir. Birinci başvurucu 30/5/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine söz konusu URL adreslerinde yer alan içeriklerin karar tarihindeki ilk versiyonlarını, 28/5/2018 tarihli dilekçede belirttiği değişiklikleri içeren versiyonlarını ve bu adreslerin güncel versiyonlarını göndermiştir. Anayasa Mahkemesince eski ve yeni tarihli versiyonlar arasında yapılan inceleme sonucunda; i. "State-Sponsored Terrorism" başlıklı maddenin "Turkey" alt başlığında verilen bilgilerin daha tarafsız ve özenli bir üslupla yeniden kaleme alınmaya çalışıldığı, güvenilirliği düşük ve doğrulanamayan içeriklerin ve bu içeriklerin alıntılandığı kaynakların çıkarıldığı görülmüştür. Bu kapsamda el-Kaide ve Fetih Ordusu başta olmak üzere Türkiye'nin radikal oluşumlara destek verdiğine ilişkin iddiaların önemli bir kısmı, "Fuat Avni" isimli Twitter hesabından yapılan bazı paylaşımlar ile ilgili bilgilerin yer aldığı kısım ve Türkiye'nin sınıra yakın bölgelerde el-Nusra'ya yardım ettiğine yönelik Rus makamlarının iddialarını içeren açıklamalar silinmiştir. Ayrıca Nusra Cephesi ve IŞİD hakkındaki paragrafların büyük ölçüde revize edildiği, nispeten bilinirliği yüksek, farklı bakış açılarını yansıtan kaynaklara atıf yapıldığı tespit edilmiştir. Son olarak IŞİD tarafından Suriye'den Türkiye'ye yapıldığı ileri sürülen petrol kaçakçılığı ile ilgili paragraf da maddeden çıkarılmıştır. ii. "Foreign involvement in Syrian Civil War" başlıklı maddenin "Turkey" başlığında da aynı yönde değişikliklerin yapıldığı, bazı içeriklerin atıflarının güçlendirildiği ve güvenilirliği doğrulanamayan bazı içeriklerin çıkarıldığı tespit edilmiştir. Suriye'den Türkiye'ye yapıldığı iddia edilen petrol kaçakçılığına ilişkin haberlerin ardından gelmek üzere Türkiye'nin ve Irak Kürt Bölgesel Yönetiminin petrol kaçakçılığı iddialarını yalanladığına ilişkin bir cümle ile ABD'nin Türkiye Büyükelçisi John R. Bass'ın bu iddiaların asılsız olduğunu açıkladığı ve 2014 yılındaki bu iddiaları dolayısıyla CIA'in özrünü içeren bir paragrafın da eklendiği görülmüştür. A. Ulusal Hukuk 5651 sayılı Kanun’a 27/3/2015 tarihli ve 6639 sayılı Kanun'un maddesi ile eklenen "Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi" kenar başlıklı 8/A maddesi şöyledir: "(1) Yaşam hakkı ile kişilerin can ve mal güvenliğinin korunması, millî güvenlik ve kamu düzeninin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi veya genel sağlığın korunması sebeplerinden bir veya bir kaçına bağlı olarak hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde, Cumhurbaşkanlığı veya millî güvenlik ve kamu düzeninin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi veya genel sağlığın korunması ile ilgili bakanlıkların talebi üzerine Başkan tarafından internet ortamında yer alan yayınla ilgili olarak içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi kararı verilebilir. Karar, Başkan tarafından derhâl erişim sağlayıcılara ve ilgili içerik ve yer sağlayıcılara bildirilir. İçerik çıkartılması ve/veya erişimin engellenmesi kararının gereği, derhâl ve en geç kararın bildirilmesi anından itibaren dört saat içinde yerine getirilir.(2) Cumhurbaşkanlığı veya ilgili Bakanlıkların talebi üzerine Başkan tarafından verilen içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi kararı, Başkan tarafından, yirmi dört saat içinde sulh ceza hâkiminin onayına sunulur. Hâkim, kararını kırk sekiz saat içinde açıklar; aksi hâlde, karar kendiliğinden kalkar.(3) Bu madde kapsamında verilen erişimin engellenmesi kararları, ihlalin gerçekleştiği yayın, kısım, bölüm ile ilgili olarak (URL, vb. şeklinde) içeriğe erişimin engellenmesi yöntemiyle verilir. Ancak, teknik olarak ihlale ilişkin içeriğe erişimin engellenmesi yapılamadığı veya ilgili içeriğe erişimin engellenmesi yoluyla ihlalin önlenemediği durumlarda, internet sitesinin tümüne yönelik olarak erişimin engellenmesi kararı verilebilir.(4) Bu madde kapsamındaki suça konu internet içeriklerini oluşturan ve yayanlar hakkında Başkan tarafından, Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulur. Bu suçların faillerine ulaşmak için gerekli olan bilgiler içerik, yer ve erişim sağlayıcılar tarafından hâkim kararı üzerine adli mercilere verilir. Bu bilgileri vermeyen içerik, yer ve erişim sağlayıcıların sorumluları, fiil daha ağır cezayı gerektiren başka bir suç oluşturmadığı takdirde, üç bin günden on bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır.(5) Bu madde uyarınca verilen içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi kararının gereğini yerine getirmeyen erişim sağlayıcılar ile ilgili içerik ve yer sağlayıcılara Başkan tarafından elli bin Türk lirasından beş yüz bin Türk lirasına kadar idari para cezası verilir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Tavsiye Kararlarıa. Bilgi Toplumunda İnsan Hakları ve Hukukun Üstünlüğü Hakkında CM (2005)56 Final Sayılı Bildirge Bildirge'nin “Bilgi Toplumunda İnsan Hakları” başlıklı birinci bölümünde şu ifadelere yer verilmiştir: " İfade, bilgi ve iletişim özgürlüğü hakkıBilgi ve iletişim teknolojileri (BİT) herkese ifade özgürlüğünü kullanabileceği emsalsiz olanaklar sağlamaktadır. Ancak BİT'ler bu özgürlük için aynı zamanda -devlet ve devlet dışı aktörler tarafından sansür uygulanması gibi- önemli bir dizi engel oluşturmaktadır.İfade, bilgi ve iletişim özgürlüğüne elektronik ortamda, elektronik olmayan ortamda olduğu gibi saygı gösterilmelidir ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinde belirtilen sınırlama nedenlerinden başka bir sınırlandırmanın konusu olmamalıdır. Yani sadece elektronik ortamda bulunduğundan bahisle sınırlandırma yapılmamalıdır....Üye devletler, devlet ve devlet dışı aktörler tarafından yapılan sansüre engel olmak için yasal ve uygulanabilir önlemleri sağlamalı ve geliştirmelidir.…"b. İnternette Bilginin Serbest Sınır Ötesi Akışı Konusunda Üye Devletlere Yönelik Tavsiye Kararı CM/Rec(2015)6 Kararda ilk olarak ülke sınırlarından bağımsız ve müdahale olmaksızın bilgi, fikir alma ve aktarma hakkını içeren ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun vazgeçilmez temel taşlarından, toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biri olduğu vurgulanmaktadır. Kararda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde (AİHS) ve Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin maddesinde belirtilen hak ve özgürlüklere ilişkin hükümlerin çevrim içi ve çevrim dışında eşit olarak uygulanacağı belirtilmiştir. Karara göre AİHS'in maddesi yalnızca bilgilerin içeriğini değil bu bilgilerin dağıtım ve barındırma araçlarını da ilgilendirmektedir. Zira bu araçlara getirilen herhangi bir kısıtlama, bilgi alma ve verme özgürlüğüne dokunmaktadır. Kararın "İnternet'te Bilginin Serbest Sınır Ötesi Akışına İlişkin İlkeler" başlıklı bölümünde devletlerin ulusal politikalarını değerlendirirken, geliştirirken ve uygularken internet üzerindeki serbest sınır ötesi bilgi akışını olumsuz yönde etkileyecek müdahalelerin belirlenmesi ve önlenmesinde gerekli özeni göstermeleri devletlere tavsiye edilmektedir. Bu kapsamda devletler, yasa dışı olarak nitelendirilen içeriğe veya hizmetlere erişimin engellenmesinin AİHS'in , ve maddeleri ile uyumlu olmasını sağlamakla yükümlüdür. Özellikle kamu makamları tarafından internetteki yasa dışı içerikle veya faaliyetlerle mücadele etmek için alınan önlemler, devletin sınırlarının ötesinde gereksiz ve orantısız bir etkiye neden olmamalıdır.c. İnternet Özgürlüğü Konusunda Üye Devletlere Yönelik Tavsiye Kararı CM/Rec(2016)5 Kararın "İnternet Özgürlüğüne İlişkin Göstergeler" başlıklı ekinin " Kanaat Özgürlüğü ve Haber Alma ve Verme Hakkı" alt başlığı altında yer alan ilgili maddeler şöyledir:" Devlet makamları veya özel sektör aktörleri tarafından bir internet platformuna (sosyal medya, sosyal ağlar, blog veya diğer web siteleri) veya BİT araçlarına (anlık mesajlaşma veya diğer uygulamalar) erişimin engellenmesi veya kısıtlanması için alınan tüm tedbirler veya bu işlemlerin yürütülmesi için devlet makamlarından gelen tüm talepler kısıtlamaların yasallığı, meşruiyeti ve orantılılığı açısından Sözleşme’nin maddesinde belirtilen hükümlere uygun olmalıdır. Devlet makamları veya özel sektör aktörleri tarafından bir internet içeriğinin engellenmesi, filtrelenmesi veya kaldırılması için alınan tüm tedbirler veya bu işlemlerin yürütülmesi için devlet makamlarından gelen tüm talepler kısıtlamaların yasallığı, meşruiyeti ve orantılılığı açısından Sözleşme’nin maddesinde belirtilen hükümlere uygun olmalıdır. ..." Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesinin Görüşü Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin maddesiyle ilgili olarak 11/7/2011 ile 29/7/2011 tarihleri arasında gerçekleştirilen oturumunda kabul edilen 34 sayılı genel görüşlerinde şu hususlara yer vermiştir: " Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'nin maddesinin fıkrası, tüm ifade biçimlerini ve bunların yayılma araçlarını korur. İfade biçimleri arasında konuşma, yazı ve işaret dili ile sanatsal görüntüler ve objeler gibi sözel olmayan ifadeler bulunur. İfade araçları; kitapları, gazeteleri, broşürleri, posterleri, afişleri, kıyafet seçimini ve resmi mercilere sunulan dilekçeleri içerir. İfade araçları; tüm görsel-işitsel biçimlerinin yanı sıra elektronik ve internet tabanlı ifade biçimlerini de kapsar.... Taraf Devletler, internet ve mobil tabanlı elektronik bilgi yayma sistemleri gibi bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmelerin dünyadaki iletişim teamüllerini büyük ölçüde değiştirdiğini dikkate almalıdır. Artık bilgi ve fikir alışverişi için geleneksel kitle iletişim araçlarının mutlak varlığına ihtiyaç duymayanküresel bir ağ var. Taraf Devletler, bu yeni medyanın bağımsızlığını teşvik etmek ve bireylerin oraya erişimini sağlamak için gerekli tüm adımları atmalıdır.... Web sayfalarının, blogların veya internet temelli, elektronik veya diğer bilgi yayma sistemlerinin, ayrıca örneğin internet hizmet sunucuları veya arama motorları gibi bu tür iletişimi destekleyen sistemlerin işleyişine getirilecek herhangi bir kısıtlama, ancak Sözleşme'nin maddesinin 3’üncü fıkrasına uygun gerekçelerle kabul edilebilir. İzin verilebilir kısıtlamalar genellikle içeriğe özgü olmalıdır; belirli sitelerin ve sistemlerin işleyişine getirilecek genel yasaklar fıkra ile bağdaşmaz. Ayrıca, bir siteye veya enformasyon yaygınlaştırma sistemine yalnızca hükumete veya hükumetin temsil ettiği siyasal sisteme yönelik eleştirel tutum alabileceği ve bu yönde yayınlar yapabileceği gerekçesiyle yasak getirilmesi de 3’üncü fıkra ile bağdaşmaz." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ifade özgürlüğü, demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardandır. AİHM, ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında ifade özgürlüğünün toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini teşkil ettiğini belirtmektedir. AİHM'e göre maddenin ikinci fıkrası saklı tutulmak üzere ifade özgürlüğü sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. İfade özgürlüğü; yokluğu hâlinde demokratik bir toplumdan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir. AİHM, maddede güvence altına alınan bu hakkın bazı istisnalara tabi olduğunu, ancak bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici olması gerektiğini vurgulamaktadır (Handyside/Birleşik Krallık [GK], B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49; Von Hannover/Almanya (No. 2) [BD], B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 101). AİHM'in internette ifade özgürlüğü ile ilgili kararları incelendiğinde genellikle çevrim dışı olarak geçerli olan her kuralın çevrim içi olarak da geçerli olduğu ilkesinden hareket ettiği, bununla birlikte internet ortamının kendine özgü özelliklerini de dikkate aldığı görülmektedir. AİHM, internet ortamını ifade özgürlüğünü genişleten yeni bir mecra olarak değerlendirmekte; bilgiyi alma, aktarma ve yaymaya yarayan bir yayın aracı olarak nitelemektedir (bu yönde bir değerlendirme için bkz. Ahmet Yıldırım/Türkiye, B. No: 3111/10, 18/12/2012, § 50). AİHM, ifade özgürlüğünün uygulanması konusunda internet sitelerinin önemine ilişkin görüşünü Times Newspapers Ltd/Birleşik Krallık (No. 1 ve 2) (B. No: 3002/03 ve 23676/03, 10/3/2009, § 27) kararında vurgulamıştır. AİHM'e göre internet, erişilebilirliği ve muazzam miktarlarda bilgiyi depolama ve iletme kapasitesi açısından kamunun haberlere erişimini artırmakta ve genel olarak bilgilerin yayılmasını kolaylaştırmakta önemli bir rol oynar.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/22355
Başvuru, Wikipedia isimli internet sitesinin tamamına erişimin engellenmesi kararı verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, gözaltında bulunduğu esnada tehdit edilmesi, gözaltına giriş ve çıkış raporlarının usulüne uygun hazırlanmaması ve psikolojik baskı yönünde değerlendirme yapılmaması nedeniyle kötü muamele yasağının; gözaltına alınma nedenlerinin bildirilmemesi, yasal hakların hatırlatılmaması, yetkili hâkim önüne geç çıkartılması, duruşma aralarındaki tutukluluk incelemelerinin dosya üzerinden yapılması, savcılık mütalaasının tebliğ edilmemesi ve itiraz imkânının tanınmaması, matbu gerekçelerle tutukluluk hâlinin devamına karar verilmesi, tutukluluğun uzun sürmesi, ilk derece mahkemesinin kararının sonrasında tutukluluk durumunun incelenmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; suç yerinden farklı bir yerde bulunan 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi ile görevli ağır ceza mahkemesince yargılanması, gözaltına alınır alınmaz değil ifade işleminin öncesinde müdafi atanması, iddianamenin kabulü aşamasının öncesinde itiraz imkânının tanınmaması, Kürtçe savunma hakkının verilmemesi, hâkim kararı olmaksızın ve usulüne aykırı biçimde gerçekleştirilen arama neticesinde elde edilen delillerin hükme esas alınması, benzer nitelikteki davaların birleştirilmemesi, aramaya ilişkin CD'nin mahkemece incelenmemesi, eksik soruşturma neticesinde mahkûm edilmesi, kararların yeterince gerekçelendirilmemesi, Yargıtaydaki duruşmaya katılımının sağlanmaması, temyiz incelemesinin etkili yapılmaması, yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle iddianamenin kabulü aşamasında itiraz hakkının bulunmaması, kanuni hâkim güvencesini, hukuka aykırı delil yasağını, tercüman yardımından faydalanma, duruşmalı yargılanma, yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi gerekçeli karar haklarını da içerecek biçimde adil yargılanma hakkının; mahkûmiyet kararıyla birlikte hükmedilen hak yoksunluğu tedbirleri nedeniyle özel hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkının; milliyeti ve siyasi görüşü dolayısıyla ayrımcılığa uğraması ve mahkûmiyetine konu suçun farklı bir infaz rejimine tabi olması nedeniyle eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 13/9/2013 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 15/4/2016 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 15/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 16/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 5/1/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 22/1/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 1/2/2016 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) bilişim sistemi aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Kimliği belirsiz bir kişi tarafından12/9/2010 tarihinde, başvurucu ve İ.A. isimli diğer bir kişinin iki bombalama eylemlerine katıldıkları ve yeni bir eylem daha gerçekleştirecekleri yönünde bir telefon ihbarı yapılmıştır. Gecikmesinde sakınca görülmesi nedeniyle Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından verilen yazılı izne istinaden başvurucunun, İ.A. ile birlikte kaldığı ikametgâhında 13/9/2010 tarihinde, mahalle muhtarı ve bir azanın da katılımıyla arama gerçekleştirilmiştir. Arama sonucunda evle aynı bahçe içinde bulunan ve depo olarak kullanılan odadaüzerinde Kürtçe ibareler bulunan not kâğıtları, PKK terör örgütünün bayrağı, haklarında toplatma kararları bulunan çok sayıda kitap ve dergi, çiviler, torpiller, iki poşet içinde beyaz ve sarı renkte maddeler, bir teneke kutu ve bir kova içinde türü belli olmayan bir madde ele geçirilmiştir. Arama esnasında evde bulunan başvurucu gözaltına alınmıştır. Ele geçirilen maddeler üzerinde Antalya Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünce inceleme yapılmıştır. Hazırlanan 14/9/2010 tarihli raporda, maddelerin patlayıcı özellikte olduğu belirtilmiştir. Başvurucu 16/9/2010 tarihinde Antalya Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesinde evde bulunan terör örgütü bayrağını polislerin koymuş olabileceğini, dergileri yakmak için getirdiklerini, telsizleri babasının çöpte bulduğunu, kâğıtlara yazılı Kürtçe ibarelerin ne anlama geldiğini bilmediğini, öğrenmek amacıyla not almış olabileceğini, depo odasında bulunan malzemeleri komplo kurmak isteyen birilerinin koymuş olabileceğini, içindeki malzemenin ne olduğunun sorulması üzerine kovayı tutması ve içine parmağıyla dokunması nedeniyle kovada parmak izinin tespit edilmiş olabileceğini, 15/8/2010 ve 12/9/2010 tarihlerinde gerçekleştirilen bombalama olaylarıyla bir ilgisinin bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucu, Antalya Sulh Ceza Mahkemesi önündeki sorgusunda da Cumhuriyet Savcılığı aşamasındakine benzer yönde ifade vermiştir. Antalya Sulh Ceza Mahkemesi 16/9/2010 tarihinde, silahlı terör örgütü üyeliği suçundan başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı 18/1/2011 tarihinde, başvurucu hakkında terör örgütüne üye olma, genel güvenliği kasten tehlikeye sokma, patlayıcı madde bulundurma ve mala zarar verme suçlarından iddianame düzenlemiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi (CMK madde ile görevli) 24/1/2011 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiştir. Mahkeme, iddianamenin ve duruşma gününün başvurucuya tebliğine hükmetmiştir. Mahkeme 5/4/2011 tarihli ilk duruşmaya iddianamenin kabulü kararının okunmasıyla başlamıştır. Başvurucu bu celsede, aleyhindeki iddialara ilişkin savunmasını yapmış ve suçlamaları reddetmiştir. Başvurucu 13/9/2011 tarihli üçüncü duruşmada Türkçeyi konuşmakta zorlandığını ve Kürtçe kendini daha iyi ifade edebileceğini belirterek tercüman atanmasını talep etmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, Türkçeyi bildiği ve daha önceki savunmalarını Türkçe yaptığını belirterek başvurucunun talebini reddetmiştir. Başvurucu sonraki duruşmalarda Kürtçe beyanda bulunmaya devam etmiştir. Başvurucu 10/2/2012 tarihli duruşmada diğer hususların yanı sıra tanık dinlenmesi talebinde de bulunmuştur. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi tanıkların dinlenmesine, ele geçen patlayıcı maddeler üzerinde tekrar bilirkişi incelemesi yaptırılmasına ve kayda alınmışsa aramaya ilişkin görüntü kayıtlarının Emniyetten istenmesine karar vermiştir. Başvurucunun belirtiği tanıkların bazılarının talimat yoluyla dinlendiği anlaşılmaktadır. 27/4/2012 tarihli duruşmada tanık A.A.nın talimatla alınan ifadesi ve aramada ele geçen maddelerin patlayıcı özellik taşıdığına ve patlayıcı yapımında kullanılabileceğine ilişkin hazırlanan rapor okunmuştur. Tanık A.A.nın ifadesinde, arama yapılan her odada hazır bulunduğunu, aramanın kamera kaydına alındığını ve tutanakta geçen malzemelerin hepsinin arama yapılan yerde ele geçirildiğini söylediği görülmektedir. Duruşmada ayrıca, başvurucunun hazır ettiği A.İ. isimli kişi dinlenmiştir. A.İ., başvurucunun ve diğer sanığın 15/8/2010 tarihinde yanında çalışmakta olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, Mahkemeye gönderilen görüntü kayıtlarının bir örneğini istemiş ve patlayıcıların bulunduğu yerin korunaklı olup olmadığı hususunda keşif yapılmasını talep etmiştir. Mahkeme, davanın bulunduğu aşama ve dosya içindeki bilgiler dikkate alındığında keşfin yargılamaya bir katkı yapmayacağı gerekçesiyle talebini kabul etmemiştir. Cumhuriyet savcısının esas hakkında mütalaa vermesinin ardından başvurucu vekili savunma yapmak üzere süre talep etmiştir. Başvurucu vekili 14/6/2012 tarihli duruşmada esas hakkında savunmayı hazırlamak için tekrar süre talebinde bulunmuş, 12/9/2012 tarihli bir sonraki duruşmaya mazeret bildirerek katılmamıştır. Başvurucu vekili 27/11/2012 tarihli duruşmada başvurucunun Mahkemenin E.2008/159 sayılı dosyasında örgüt üyeliğinden ceza aldığını, E.2009/284 sayılı dosyadaki yargılamasının devam ettiğini, bir kişinin iki kez örgüt üyeliğinden cezalandırılamayacağını, bu nedenle belirtilen dosyaların akıbetinin beklenilmesi talebinde bulunmuştur. Mahkeme, görülmekte olan davanın suç tarihinin belirtilen dosyalara ilişkin iddianame tarihlerinden sonra olduğunu belirtmiş ve talebi reddetmiştir. Başvurucu son sözünde de Türkçe beyanda bulunmamıştır. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi 27/11/2012 tarihli ve E.2011/31, K.2012/316 sayılı kararı ile başvurucunun patlayıcı madde bulundurmak ve bu şekilde örgüt adına suç işlemek suçlarından sonuç olarak 20 yıl 4 ay hapis ve adli para cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Ağır Ceza Mahkemesi "ele geçirilen örgütsel d[o]kümanlar ile patlayıcı yapımında kullanılan ve ... patlayıcı niteliğinde bulunan malzemeler birlikte değerlendirildiğinde ... [başvurucunun] terör örgütü PKK adına yapılacak eylemlerde kullanılmak üzere patlayıcı bulundurduğu ve bu şekilde terör örgütü adına suç işlediği" sonucuna ulaşmıştır. Mahkeme, aramanın kamera kaydına alınmış olmasını ve tanık A.A.nın beyanını dikkate alarak başvurucunun bulunan malzemelerin kendisine ait olmadığına yönelik savunmasına itibar etmemiştir. Mahkeme, başvurucunun 26/9/2012 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki haklardan alt soyu üzerindeki velayet ve vesayet hakkı dışında kalan haklar yönünden hak ederek tahliye tarihine, velayet ve vesayet hakkı yönünden ise şartla tahliye tarihine kadar yoksun bırakılmasına hükmetmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi, gerçekleştirilen iki bombalama eylemleriyle bağlantılı genel güvenliği kasten tehlikeye sokmak ve mala zarar vermek suçlarından ise başvurucunun atılı eylemleri gerçekleştirdiğine dair yeterli, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği gerekçesiyle beraat kararı vermiştir. Başvurucu; diğer bazı hususlara ek olarak daha fazla ceza verilmesi amacıyla örgüt üyeliğinden açılan davaların birleştirilmediğini, kömürlük olan yere herkesin rahatlıkla girip çıkabileceğinden burada ele geçen malzemeleri başkasının yerleştirmiş olabileceğini, arama sırasında ele geçen malzemelerin tam olarak nerede bulunduğunun ve konumunun kayıt altına alınmadığını, suçun ve cezanın tespitinde hataya düşüldüğünü, delillerin yeterince toplanmadığını ve lehe hususlarda araştırma yapılmadığını, hükümde yeterince gerekçe gösterilmediğini belirterek kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 1/7/2013 tarihinde yaptığı duruşmaya başvurucunun vekili katılmıştır. Yargıtay 1/7/2013 tarihli ve E.2013/3933, K.2013/10007 sayılı ilamı ile İlk Derece Mahkemesi kararını onamıştır. Başvurucu, nihai karardan 19/8/2013 tarihinde haberdar olduğunu belirtmektedir. Dosya içinde başvurucunun daha erken bir tarihte Yargıtay ilamını öğrendiğinin kabul edilmesini gerektirecek bir bilgi veya belgeye rastlanmamıştır. Başvurucu 13/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Başvurucunun mahkûmiyetine konu 5237 sayılı Kanun'un ilgili maddeleri "Tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirmesi" kenar başlıklı maddesi, "Suç işlemek amacıyla örgüt kurma" kenar başlıklı maddesinin (6) numaralı fıkrası ile "Silahlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkralarıdır. 5237 sayılı Kanun’un "Belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma" kenar başlıklı maddesinin (1) ila (3) numaralı fıkraları şöyledir: "(1) Kişi, kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak;a) Sürekli, süreli veya geçici bir kamu görevinin üstlenilmesinden; bu kapsamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinden veya Devlet, il, belediye, köy veya bunların denetim ve gözetimi altında bulunan kurum ve kuruluşlarca verilen, atamaya veya seçime tabi bütün memuriyet ve hizmetlerde istihdam edilmekten,b) Seçme ve seçilme ehliyetinden (…),c) Velayet hakkından; vesayet veya kayyımlığa ait bir hizmette bulunmaktan,d) Vakıf, dernek, sendika, şirket, kooperatif ve siyasi parti tüzel kişiliklerinin yöneticisi veya denetçisi olmaktan,e) Bir kamu kurumunun veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşunun iznine tabi bir meslek veya sanatı, kendi sorumluluğu altında serbest meslek erbabı veya tacir olarak icra etmekten,Yoksun bırakılır.(2) Kişi, işlemiş bulunduğu suç dolayısıyla mahkûm olduğu hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar bu hakları kullanamaz.(3) Mahkûm olduğu hapis cezası ertelenen veya koşullu salıverilen hükümlünün kendi altsoyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından yukarıdaki fıkralar hükümleri uygulanmaz. Mahkûm olduğu hapis cezası ertelenen hükümlü hakkında birinci fıkranın (e) bendinde söz konusu edilen hak yoksunluğunun uygulanmamasına karar verilebilir"
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7122
Başvuru, gözaltında bulunduğu esnada tehdit edilmesi, gözaltına giriş ve çıkış raporlarının usulüne uygun hazırlanmaması ve psikolojik baskı yönünde değerlendirme yapılmaması nedeniyle kötü muamele yasağının; gözaltına alınma nedenlerinin bildirilmemesi, yasal hakların hatırlatılmaması, yetkili hâkim önüne geç çıkartılması, duruşma aralarındaki tutukluluk incelemelerinin dosya üzerinden yapılması, savcılık mütalaasının tebliğ edilmemesi ve itiraz imkânının tanınmaması, matbu gerekçelerle tutukluluk hâlinin devamına karar verilmesi, tutukluluğun uzun sürmesi, ilk derece mahkemesinin kararının sonrasında tutukluluk durumunun incelenmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; suç yerinden farklı bir yerde bulunan 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu nun 250. maddesi ile görevli ağır ceza mahkemesince yargılanması, gözaltına alınır alınmaz değil ifade işleminin öncesinde müdafi atanması, iddianamenin kabulü aşamasının öncesinde itiraz imkânının tanınmaması, Kürtçe savunma hakkının verilmemesi, hâkim kararı olmaksızın ve usulüne aykırı biçimde gerçekleştirilen arama neticesinde elde edilen delillerin hükme esas alınması, benzer nitelikteki davaların birleştirilmemesi, aramaya ilişkin CD nin mahkemece incelenmemesi, eksik soruşturma neticesinde mahkûm edilmesi, kararların yeterince gerekçelendirilmemesi, Yargıtaydaki duruşmaya katılımının sağlanmaması, temyiz incelemesinin etkili yapılmaması, yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle iddianamenin kabulü aşamasında itiraz hakkının bulunmaması, kanuni hâkim güvencesini, hukuka aykırı delil yasağını, tercüman yardımından faydalanma, duruşmalı yargılanma, yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi gerekçeli karar haklarını da içerecek biçimde adil yargılanma hakkının; mahkûmiyet kararıyla birlikte hükmedilen hak yoksunluğu tedbirleri nedeniyle özel hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkının; milliyeti ve siyasi görüşü dolayısıyla ayrımcılığa uğraması ve mahkûmiyetine konu suçun farklı bir infaz rejimine tabi olması nedeniyle eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi ve makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Çorum Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında 13/1/2009 tarihinde gözaltına alınmış ve Çorum Sulh Ceza Mahkemesinin 15/1/2009 tarihli kararı ile kasten insan öldürme suçundan tutuklanmıştır. Çorum Cumhuriyet Başsavcılığının 23/1/2009 tarihli iddianamesi ile başvurucunun kasten insan öldürme suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Dava, Çorum Ağır Ceza Mahkemesinin E.2009/48 sayılı dosyası üzerinden görülmüş olup başvurucu yönünden tutuklu olarak sürdürülmüştür. Bir kişinin öldürülmesine ilişkin olan davada, beş sanık hakkında yargılama yapılmıştır. Mahkemenin 3/6/2011 tarihli kararı ile başvurucunun isnat edilen suçtan 25 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Mahkeme; davada yargılanan diğer sanıklardan biri hakkında mahkûmiyet, üçü hakkında ise beraat kararı vermiştir. Anılan karar, temyiz incelemesi sonunda Yargıtay Ceza Dairesinin 5/12/2012 tarihli ilamı ile "sanık Ahmet'in [başvurucu] maktulün dövülmesini ve gerekirse öldürülmesini istediği, sanık A.nın ise öldürmek istemediğini beyan etmesi üzerine maktulün dövülmesi ve gözünün korkutulması konusunda anlaştıkları ancak olay esnasında sanık A.nın istek dışına çıkarak maktulün hayati bölgelerine künt cisimle vurması sonucu ölümün meydana geldiği göz önüne alındığında, sanık Ahmet'in anlaşma konusu nedeniyle oluşan sonuçtan sorumlu tutulması gerektiği" gerekçesiyle başvurucu yönünden bozulmuştur. Anılan ilam ile diğer sanıklar hakkındaki hükümlerin onanmasına karar verilmiştir. Yargıtay bozma ilamı sonrasında yargılamaya başvurucu yönünden Çorum Ağır Ceza Mahkemesinin E.2013/3 sayılı dosyası üzerinden tutuklu olarak devam olunmuştur. Mahkemenin 14/5/2013 tarihli kararı ile neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama suçundan başvurucunun 13 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkeme ayrıca "aldığı ceza miktarı dikkate alınarak kaçma şüphesi bulunduğu" gerekçesiyle hükümle birlikte tutukluluğun devamına da karar vermiştir. Anılan karar, başvurucuya ve müdafiine duruşmada tefhim edilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde, hükümle birlikte verilen tutukluluğun devamı kararına karşı itiraz yoluna gidildiğine dair bilgi ve/veya belge sunulmamıştır. UYAP üzerinden yapılan incelemede de bu yönde bir kayda rastlanmamıştır. Başvurucu 10/3/2014, 17/3/2014, 7/7/2014, 9/7/2014, 11/7/2014 tarihlerinde tahliye talebiyle Çorum Ağır Ceza Mahkemesine başvurduğunu, bu taleplerine dair bir karar verilmediğini belirtmiştir. Başvurucu 18/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Öte yandan başvurucu, Çorum Ağır Ceza Mahkemesinin 14/5/2013 tarihli mahkûmiyet kararını temyiz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 5/11/2014 tarihli ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12606
Başvuru, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi ve makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, Danıştay tetkik hâkimi görüşünün tarafına bildirilmemesi nedeniyle savunma hakkı ve silahların eşitliği ilkesinin; yargılama işlemlerinin uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümüne öğretim üyesi alımı ile ilgili 6/7/2007 tarihli ve 26574 sayılı Resmî Gazete’de kadro ilanı yayımlananmış; anılan ilan kapsamında başvurucu, Biyoloji Bölümüne öğretim üyesi olarak atanmıştır. Davacı H. tarafından, başvurucunun anılan kadroya atanmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle dava açılmıştır. Ankara İdare Mahkemesinin 16/10/2008 tarihli ve E.2008/261, K.2008/1438 sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucu 6/9/2010 tarihinde davalı yanında davaya müdahil olma talebinde bulunmuş, başvurucunun talebi Mahkemece kabul edilmiştir. Davacının temyizi üzerine Danıştay Sekizinci Dairesinin 2/7/2010 tarihli ve E.2009/2023, K.2010/3967 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi hükmünün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma kararı üzerine direnme kararı verilmiş, Ankara İdare Mahkemesinin 1/12/2010 tarihli ve E.2010/1639, K.2010/1358 sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. Davacının temyizi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 13/3/2014 tarihli ve E.2011/489, K.2014/783 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesinin ısrar kararının onanmasına hükmedilmiştir. Bu karar 2/9/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Taraflarca karar düzeltme yoluna başvurulmadığından kararın kesinleştiği tespit edilmiştir. Başvurucu 17/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15060
Başvuru, Danıştay tetkik hâkimi görüşünün tarafına bildirilmemesi nedeniyle savunma hakkı ve silahların eşitliği ilkesinin; yargılama işlemlerinin uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, ölüm riski içeren bir sağlık sorunu bulunduğu hâlde ve hukuki şartları gerçekleşmeden tutuklama kararı verilmesi nedeniyle yaşam hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru Mustafa Erdoğan tarafından 8/3/2017 tarihinde tedbir talepli olarak yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca tedbir talebi reddedilerek dosyanın Bölüme gönderilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun 22/8/2017 tarihinde ölmesinin ardından, mirasçıları olan diğer başvurucular bireysel başvuruya devam etmek istediklerini bildirmişlerdir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Hakkında Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) üyeliği iddiasıyla soruşturma başlatılan başvurucu Mustafa Erdoğan 20/12/2016 tarihinde beyin tümörü nedeniyle özel bir hastanede ameliyat olmuştur. Başvurucu, hakkında daha önce çıkarılan yakalama kararı üzerine ameliyat olduğu hastanede tedavi gördüğü sırada yakalanmış; Akdeniz Üniversitesi Sağlık Araştırma ve Uygulama Merkezince ifade vermesinde sakınca olmadığına dair verilen rapora dayanılarak Cumhuriyet başsavcılığınca savunması alındıktan sonra sorguya sevk edilmiştir. Antalya Sulh Ceza Hâkimliğinin başvurucunun adli kontrol şartıyla serbest bırakılmasına dair kararını itirazen inceleyen Antalya Sulh Ceza Hâkimliği 3/2/2017 tarihinde, Bylock Tespit Tutanağını, tanık İ.O.nun beyanlarını ve diğer delilleri dikkate alarak tutuklama kararı vermiştir. Anılan karara yönelik itirazın Antalya Sulh Ceza Hâkimliğinin 13/2/2017 tarihli kararıyla reddedilmesinin ardından 8/3/2017 tarihinde tedbir talepli bireysel başvuruda bulunulmuştur. Anayasa Mahkemesince 31/3/2017 tarihinde Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan başvurucunun tedavi sürecine ilişkin bilgi istenmiş; anılan Kurumun 4/4/2017 tarihli cevap yazısından başvurucunun tutuklandığı tarihten itibaren Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde yatarak tedavi gördüğü, ceza infaz kurumuna hiç alınmadığı anlaşılmıştır. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen 17/7/2017 tarihli raporda başvurucunun hastane şartlarında yatırılarak tedavisinin gerektiğinin, tedavi bitene kadar ceza infaz kurumunda kalmasının uygun olmadığının bildirilmesinin ardından başvurucu 18/8/2017 tarihinde tahliye edilmiş, 22/8/2017 tarihinde de hayatını kaybetmiştir. İlgili hukuk için bkz. Fatma Müge Tekin ve Özge Tekin, B. No: 2014/2504, 20/3/2019, §§ 26-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/6543
Başvuru, ölüm riski içeren bir sağlık sorunu bulunduğu hâlde ve hukuki şartları gerçekleşmeden tutuklama kararı verilmesi nedeniyle yaşam hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. İkinci Bölüm tarafından 4/5/2020 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Darbe teşebbüsüne karşı koyan güvenlik görevlileri ile bu teşebbüse tepki göstermek üzere sokaklara çıkan sivillere uçaklar, helikopterler, tanklar, diğer zırhlı araçlar ve silahlarla saldırılmış; bu saldırılar sonucunda toplam 251 kişi hayatını kaybetmiş; binlerce kişi de yaralanmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç ile FETÖ/PDY'nin yapısına ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-46) kararında yer almaktadır. 15 Temmuz darbe teşebbüsü öncesinde Millî Güvenlik Kurulu (MGK), söz konusu yapılanmayı 2014 yılı başından itibaren sırasıyla halkımızın huzurunu ve ulusal güvenliğimizi tehdit eden yapılanma, devlet içindeki illegal yapılanma, kamu düzenini bozan iç ve dış legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten paralel yapılanma, paralel devlet yapılanması, terör örgütleriyle iş birliği içinde hareket eden paralel devlet yapılanması ve bir terör örgütü olarak kabul etmiştir. Söz konusu MGK kararlarının her biri basın duyuruları aracılığıyla kamuoyuyla paylaşılmıştır. Yine FETÖ/PDY 2014 yılında, Millî Güvenlik Siyaset Belgesi'nde "Legal Görünümlü İllegal Yapılar" başlığı altında "Paralel Devlet Yapılanması" adıyla yer almıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 28, 33). 15 Temmuz darbe teşebbüsünden önce FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu değerlendirilen bazı ticari kuruluşlara ve finans kuruluşlarına yönelik idari birtakım tedbirlere başvurulmuştur. Bu bağlamda Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) 3/2/2015 tarihinde örgütün finans merkezi olduğu gerekçesiyle Asya Katılım Bankasının (Bank Asya) yönetimine el koymuş, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) ise anılan Bankayı 29/5/2015 tarihinde TMSF'ye devretmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 35). Yargı organları birçok kararda FETÖ/PDY'nin devletin anayasal kurumlarını ele geçirmeyi, sonrasında devleti, toplumu ve fertleri kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden şekillendirmeyi, oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomiyi, toplumsal ve siyasal gücü yönetmeyi amaçlayan, bu doğrultuda mevcut idari sisteme paralel şekilde örgütlenen bir terör örgütü olduğunu kabul etmişlerdir. Yine bu örgütün 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu yargı organlarınca tespit edilmiş ve hüküm altına alınmıştır (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21; Alparslan Altan [GK], B. No: 2016/15586, 11/1/2018, § 10). Yargı organlarının kararlarında ayrıca FETÖ/PDY'nin gizlilik, hücre tipi yapılanma, her kurumda örgütlenmiş olma, kendisine kutsallık atfetme, itaat ve teslimiyet temelinde hareket etme gibi birçok özelliğinin bulunduğu ve bu örgütün diğerlerine nazaran çok daha zor ve karmaşık bir yapı olduğu ortaya konulmuştur. FETÖ/PDY'nin şeffaflık ve açıklık yerine büyük bir gizlilik içinde, bir istihbarat örgütü gibi kod isimler, özel haberleşme kanalları, kaynağı bilinmeyen paralar kullanıp böyle bir örgütlenmenin olmadığına herkesi inandırmaya çalıştığı ve bunda başarılı olduğu ölçüde büyüyüp güçlendiği tespitlerine yer verilmiştir (bu konuda bkz. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/9/2017 tarihli ve E.2017/MD-956, K.2017/370 sayılı kararı).B. Olağanüstü Hâl İlanı ve Bu Süreçte Uygulanan Tedbirler Darbe teşebbüsünün bastırılmasının akabinde Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Üç aylık sürelerle uzatılan OHAL süreci 18/7/2018 tarihinde sona ermiştir. OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri (aynı kararda bkz. §§ 47-66) kararında yer almaktadır. 15 Temmuz darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/01/2018, § 12). Ayrıca OHAL sürecinde kamu görevinden çıkarma tedbirlerinin uygulanmasına da karar verilmiş, bu konuda genel ve soyut normlar ihdas edilerek alınan tedbirlerin yanı sıra kişiler hakkında doğrudan etki doğurucu nitelikte işlemler de tesis edilmiştir. Örneğin 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) maddesinde yargı mensupları ile bu meslekten sayılanlardan, maddesinde ise bunlar dışındaki tüm kamu personelinden (işçiler dâhil) terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna MGK tarafından karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilenlerin meslekten veya kamu görevinden çıkarılmalarına karar verileceği düzenlenmiştir. Anılan maddelerde; görevine son verilenlerin bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceği, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemeyeceği de hüküm altına alınmıştır (kamu görevinden çıkarma tedbirlerine ilişkin detaylı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 56-61). Türkiye Cumhuriyeti 21/7/2016 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS/Sözleşme), Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine ise Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'ye (MSHUS) ilişkin derogasyon (askıya alma/yükümlülük azaltma) beyanında bulunmuştur. OHAL'in uzatılmasına ilişkin kararlar da Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine bildirilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 50). Başvurucu Hakkında Uygulanan Tedbire İlişkin Süreç 1981 doğumlu olan başvurucu ile Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez Birliği (işveren) arasında 1/11/2010 tarihinde iş sözleşmesi imzalanmıştır. Bu kapsamda başvurucu, Tekirdağ Bölge Birliği Silivri Tarım Kredi Kooperatifi bünyesinde işçi statüsünde kooperatif görevlisi unvanıyla çalışmaktadır. İşveren Yönetim Kurulu 29/7/2016 tarihli toplantısında, OHAL koşulları ve mevzuatı kapsamında görevde kalmalarında sakınca görüldüğü değerlendirilen kimi personel hakkında inceleme, araştırma, soruşturma yapılmasına ve soruşturmaya tabi tutulacak personelin bu süre boyunca geçici olarak işten el çektirilmelerine karar vermiştir. Söz konusu kararın ilgili kısmı şöyledir:"İnsan Kaynakları ve İdari İşler Daire başkanlığının Genel Müdürlük Makamından havaleli 29/7/2016 tarih ve ... sayılı önergesi okunup görüşüldü:15 Temmuz 2016 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisini ve Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya ve bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye, halkı, Türkiye Cumhuriyeti hükümetine karşı silahlı isyana tahrik ve Cumhurbaşkanı'na suikaste teşebbüs eden Fetullahçı Terör Örgütü'nün ve bu terör örgütüne ait yapılanmanın üyesi ve sempatizanı olduğu tespit edilen çalışanların, kamu düzeninin korunmasına ve Devletimizin ortaya koyduğu hedefler doğrultusunda, Genel Müdürlüğümüzce yürütülen hizmetlerin etkin bir şekilde sunulmasına devam edilebilmesi için görevleri başında kalmalarında sakınca görülen ek listede belirtilen personel hakkında Genel Müdürlük Rehberlik ve Teftiş Kurulu Başkanlığınca gerekli inceleme/araştırma/soruşturmanın yapılması ve ek listede belirtilen personelin inceleme ve soruşturma süresince İnsan Kaynakları Yönetmeliği'nin 51 inci ve Toplu İş Sözleşmesi'nin 69 uncu maddeleri gereğince geçici olarak işten el çektirilmelerine,Ayrıca, 23 Temmuz 2016 tarih ve 29779 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine göre İdarece işlem yapılmasına, oybirliği ile karar verildi."- Anılan ara kararın eki olan görevden el çektirilecek personel listesinde başvurucunun da ismi bulunmaktadır. İşveren Yönetim Kurulu 11/8/2016 tarihli toplantısında 29/7/2016 tarihli kararda değişikliğe gitmiştir. Buna göre Rehberlik ve Teftiş Kurulu Başkanlığına verilen gerekli inceleme/araştırma/soruşturma yapma görevi iptal edilmiş ve 667 sayılı KHK'nın maddesi dikkate alınarak bu kapsamdaki personelin iş sözleşmelerinin bildirimsiz ve tazminatsız feshedilmesine karar verilmiştir. Anılan kararın ilgili kısmı şöyledir:"İnsan Kaynakları ve İdari İşler Daire Başkanlığının Genel Müdürlük Makamından havaleli 29/7/2016 tarih ve ... sayılı önergesi okunup görüşüldü:Yönetim Kurulumuzun .... kararları gereğince, 15 Temmuz 2016 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisini ve Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya ve bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye, halkı, Türkiye Cumhuriyeti hükümetine karşı silahlı isyana tahrik ve Cumhurbaşkanı'na suikaste teşebbüs eden Fetullahçı Terör Örgütü'nün ve bu terör örgütüne ait yapılanma ile irtibatı ve iltisakı olduğu değerlendirilen ve görevleri başında kalmalarınsa sakınca görülen, Genel Müdürlük Rehberlik ve Teftiş Kurulu Başkanlığınca gerekli inceleme/araştırma/soruşturmalarının yapılması ve inceleme ve soruşturma neticesinde İnsan Kaynakları Yönetmeliği'nin 51 inci ve Toplu İş Sözleşmesi'nin 69 uncu maddeleri gereğince geçici olarak işten el çektirilmelerinin uygun görüldüğü,Konu ile ilgili olarak Rehberlik ve Teftiş Kurulu Başkanlığına verilen gerekli inceleme/araştırma/soruşturma yapma görevinin iptal edilmesine,15 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisini ve Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye ilişkin darbe girişimi ile ilgili olarak 23/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) maddesinin fıkrası da göz önüne alınarak Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunan yapı, oluşum veya gruplarla irtibatı ve iltisakı olduğu değerlendirilen kararımız eki listedeki 38 personelin iş sözleşmelerinin bildirimsiz ve tazminatsız feshedilmesine, oybirliği ile karar verildi." Söz konusu kararın ekinde yer alan görevden çıkarılacak personel listesinde başvurucunun ismine de yer verilmiştir. Yönetim Kurulunun 11/8/2016 tarihli kararı işveren Tekirdağ Bölge Birliğinin 18/8/2016 tarihli yazısıyla başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucunun iş sözleşmesi bildirimsiz ve tazminatsız olarak feshedilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talepleriyle işveren aleyhine 25/8/2016 tarihinde dava açmıştır. Ankara İş Mahkemesi (Mahkeme) tarafından kabul edilen dava dilekçesinde başvurucu;i. Feshin usule aykırı olduğunu, fesih bildiriminde feshin açık ve kesin sebebinin bildirilmediğini ileri sürmüştür.ii. İşleme dayanak olarak gösterilen OHAL KHK'sından anladığı kadarıyla FETÖ/PDY'ye üye olduğundan ya da sempati duyduğundan bahisle iş sözleşmesinin feshedildiğini ancak ne kendisinin ne de eşinin söz konusu örgüt ile herhangi bir bağının bulunduğunu, vakıf, dernek ya da sendika üyeliklerinin bulunmadığını, örgütün yayınlarından hiçbirine abone olmadıklarını, yalnızca dinî hassasiyetlerinden dolayı 2009 yılında açtığı bir Bank Asya hesabının bulunduğunu belirtmiştir.iii. Söz konusu Bank Asya hesabındaki para hareketlerinin rutin bankacılık hareketleri olduğunu, ev alma amacıyla hesabında bulunan tüm parayı 2015 yılı Ağustos ayında eşinin hesabına gönderdiğini, hesabı açtığı 2009 yılında ileride yaşanacak gelişmeleri öngörebilmesinin beklenemeyeceğini ifade etmiştir.iv. Yasal şekilde uzun yıllardır faaliyet gösteren Bank Asyada birçok kamu kurumunun hesaplarının bulunduğunu, kendisiyle FETÖ/PDY arasında nasıl bir bağlantı kurulduğunu bilmediğini, devletine ve milletine bağlı bir birey olduğunu belirterek feshin geçersizliğine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı işveren tarafından sunulan 4/10/2016 tarihli cevap dilekçesinde; i. 15 Temmuz darbe girişiminin akabinde 20/7/2016 tarihinde ülke genelinde OHAL ilan edildiği ve 667 sayılı KHK'nın maddesi gereğince devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum ve gruplarla irtibatı ve iltisakı olduğu değerlendirilenlerin (işçiler dâhil) kamudaki görevlerinden çıkarılacaklarının düzenlendiği ifade edilmiştir.ii. Düzenlemenin kapsamına yasa dışı grup veya yapılanmalarla irtibatı veya iltisakı olduğu tespit edilenlerin değil bu tür bir bağı olduğu değerlendirilenlerin de girdiği, dolayısıyla bu konuda işverene geniş bir takdir yetkisinin tanındığı belirtilmiştir.iii. Ayrıca işverenin 18/4/1972 tarihli ve 1581 sayılı Tarım Kredi Kooperatifleri ve Birlikleri Kanunu'na göre kurulduğu ve amacının kamu hizmeti ifa etmek olduğu, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının ilgili/ilişkili kurumu olduğu, başvurucunun iş sözleşmesinin OHAL düzenlemesi kapsamında feshedildiği ileri sürülmüştür.iv. Anayasa Mahkemesinin 4/8/2016 tarihli kararına yer verilerek bu kararla yasa dışı oluşum, yapı ve gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı ya da bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen kişilerin tamamının tüm kamu kurum ve kuruluşlarından çıkarılmasının amaçlandığı hususunun ortaya konulduğu, yine Başbakanlığın 17/2/2016 tarihli Genelgesinin gereğinin yerine getirildiği belirtilmiştir.v. Başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisakını devam ettirmesi nedeniyle 15 Temmuz darbe teşebbüsünün ardından sözleşmesinin derhâl feshedilmesi ihtiyacının ortaya çıktığı, başvurucunun banka kayıtlarının, sosyal medya sitelerindeki paylaşımlarının, çocuklarının FETÖ/PDY'ye ait okullarda eğitim alıp almadıklarının, kapatılan dernek ve vakıflarda görevlerinin bulunup bulunmadığının Mahkemece araştırılması neticesinde fesih işleminin hukuka uygun olduğunun görüleceği iddia edilmiştir.vi. Feshin son çare olması ilkesi gereğince dikkatli ve özenli bir çalışma sonucunda başvurucunun sözleşmesinin feshedildiği belirtilerek davanın reddine karar verilmesi talep edilmiştir. Mahkeme tarafından davalı işverene gönderilen 5/12/2016 tarihli müzekkerede, başvurucunun iş sözleşmesinin feshine esas olarak gösterilen güvenlik kurumlarından gönderilen yazılar ve dayanak belgeler talep edilmiştir. Davalı işveren tarafından sunulan 26/12/2016 tarihli cevap yazısında; kendilerine konu ile ilgili belge gönderilmediği, yalnızca Emniyet Genel Müdürlüğünden ve Millî İstihbarat Teşkilatından listelerin gönderildiği belirtilmiş ve başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatının olup olmadığının Millî İstihbarat Teşkilatından, Emniyet Genel Müdürlüğünden, Bank Asya Genel Müdürlüğünden ve Bank Asya Kızılay Şubesi Müdürlüğünden sorulması, ilgili belgelerin bu kurumlardan temin edilmesi talep edilmiştir. Mahkemece Emniyet Genel Müdürlüğüne yazılan 4/1/2017 tarihli müzekkereyle başvurucunun FETÖ/PDY üyeliğinin ya da bu örgütle ilgisinin veya iltisakının bulunup bulunmadığı hususundaki bilgi ve belgelerin gönderilmesi talep edilmiştir. Ayrıca aynı tarihte Bank Asya Genel Müdürlüğüne ve Bank Asya Kızılay Şubesi Müdürlüğüne gönderilen müzekkerelerle başvurucunun son üç yıla ait banka hesap hareketlerinin Mahkemeye gönderilmesi talep edilmiştir. Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından Mahkemeye gönderilen 28/2/2017 tarihli gizli ibareli yazıda; başvurucunun FETÖ/PDY soruşturmalarında herhangi bir kaydının bulunmadığı, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Emniyet Genel Müdürlüğünce hakkında bir işlem yapılmadığı, FETÖ/PDY ile ilişkili dernek ya da sendikalarda bir kaydının olmadığı, bu kapsamdaki şirketlerde ortak ya da yönetici olmadığı, Bylock kullandığına ilişkin bir kayda rastlanmadığı belirtilmiştir. Söz konusu yazıda, örgüt lideri Fetullah Gülen tarafından Bank Asyaya para yatırılması yönünde örgüt üyelerine verilen 25/12/2013 tarihli talimat dolayısıyla 31/12/2013-31/12/2014 tarihleri arasında Bank Asya hesaplarında para artışı olanlar listesinde başvurucunun kaydının bulunduğu, 31/12/2013 tarihindeki bakiye ile 31/12/2014 tarihindeki bakiye arasında 215,34 TL fark bulunduğu ve Bank Asya hesabının 2009 yılında açıldığı ifade edilmiştir. Ayrıca başvurucunun tekniker olarak kamuda görev yapan eşinin OHAL KHK'sı ile kamu görevinden ihraç edildiği belirtilmiştir. Ayrıca Bank Asya Genel Müdürlüğünden gönderilen 17/1/2017 tarihli yazıyla başvurucunun 16/7/2013-17/1/2017 tarihleri arasında gerçekleştirdiği bankacılık hareketlerine ilişkin döküm Mahkemeye gönderilmiştir. Yine başvurucunun Bank Asya hesabında 12/10/2009-22/7/2016 tarihleri arasında gerçekleşen hareketlilikleri gösteren hesap özeti de dava dosyasına sunulmuştur. Başvurucu, vekili aracılığıyla Mahkemeye sunduğu 7/4/2017 tarihli beyan dilekçesinde; Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından gönderilen 28/2/2017 tarihli yazı ve ekleri incelendiğinde eşinin OHAL KHK'sı ile kamu görevinden ihraç edilmesi ve Bank Asya hesabında belirli bir miktar parasının olması dışında aleyhine bir bilginin olmadığının görüleceğini ifade etmiştir. Başvurucu; eşinin -kendisinden sonra- 1/9/2016 tarihinde kamu görevinden çıkarıldığını, kaldı ki önceki bir tarihte ihraç edilmiş olsa dahi eşinin kamu görevinden çıkarılmasının kendisini FETÖ/PDY yapılanmasıyla irtibatlı ya da iltisaklı hâle getirmeyeceğini, ayrıca eşi hakkında da herhangi bir adli soruşturmanın ya da kovuşturmanın bulunmadığını, cezaların şahsiliği ve masumiyet karinesi gereğince eşinin durumu üzerinden sözleşmesinin feshedilmesinin hukuka aykırı olduğunu iddia etmiştir. Öte yandan Bank Asyada 2009 yılında açtığı hesabın yalnızca birikim amaçlı olduğunu, eşi ve ağabeyine yapmış olduğu para transfer işlemleri dışında herhangi bir kişi ya da kuruluşa ödeme yapmadığını, hesap hareketleri incelendiğinde rutin bankacılık işlemleri olduğunun görüleceğini, başkasının talimatı doğrultusunda Bank Asya hesabına para yatırmadığını, 2013-2014 yıllarında hesabında 215,34 TL'lik bir artışın olduğunun tespit edildiğini, bu miktarın hiçbir bankanın mali sorunlarını çözmeye yetecek bir miktar olmadığının açık olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Millî İstihbarat Teşkilatı tarafından gönderilen listeler doğrultusunda işveren tarafından herhangi bir değerlendirme yapılmaksızın iş sözleşmesinin feshedilmesinin geçerli veya haklı bir gerekçe oluşturmadığını belirterek işe iadesine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme 10/4/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda; 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe girişimi sonrasında alınan tedbirler çerçevesinde başvurucunun sözleşmesinin feshedildiği, fesih sebebi dikkate alındığında şüphe feshi kavramının açıklanması gerektiği belirtilmiş ve şüphe feshi tüm iş ilişkisinin devamı için zorunlu olan güven duygusunu yıkmaya elverişli objektif olguların oluşturduğu güçlü şüphenin varlığı hâlinde işverenin durumu aydınlatmak için tüm imkânlarını kullanması şartıyla başvurabileceği olağanüstü fesih yolu olarak tanımlanmıştır. Kararın gerekçesinde;i. Şüphe feshi konusunda ülkemizde verilen ilk kararın Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararı olduğu, söz konusu davaya konu olayda devlet demir yolları bünyesinde 1976 yılından itibaren aralıklarla çalışan işçinin geçmişte yasa dışı örgüt üyesi olması, görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demir yolu ulaşımının da hedefte bulunması gerekçe gösterilerek iş sözleşmesinin işveren tarafından feshedildiği, bu durumun iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güven duygusunun sarsılmasına yol açtığı ve sözleşmenin güçlü bir şüpheye dayanılarak feshedilmesinin Yargıtay tarafından hukuka uygun bulunduğu ifade edilmiştir.ii. Somut olayın da öncelikle güvenlik endişesi ve 15 temmuz 2016 tarihinde yaşanan hadiseler dikkate alınarak değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiş, 15 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi, Millî İstihbarat Başkanlığı ve Ankara İl Emniyet Müdürlüğü başta olmak üzere kamu binaları önünde, cadde ve meydanlarda toplanan vatandaşlara karşı uzun namlulu silahlar ile saldırıldığı, kadın, çocuk, genç, yaşlı demeden silahsız ve savunmasız halkın üzerine rastgele ateş açıldığı, ülke genelinde çok sayıda güvenlik personeli ile sivil vatandaşın şehit edildiği ve yaralandığı hatırlatılmıştır. Bu kapsamda Cumhuriyet başsavcılıklarınca soruşturmalara başlandığı, kamu kurumlarında çalışan kişiler hakkında da gerek OHAL KHK'ları gerekse idari soruşturmalar ile işlemler yapılarak durumlarının değerlendirildiği belirtilmiştir.iii. Dava konusu olayda olduğu gibi işveren tarafından çalışanlar hakkında değerlendirme yapılabileceği belirtilmiş ve başvurucuyla çalışmanın uygun olmayacağı, güvenlik endişesinin bulunduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedildiği vurgulanmıştır.iv. Başvurucunun bir kamu kuruluşu olan işveren bünyesinde kooperatif görevlisi olarak çalıştığı, kamu görevi icra eden kurum ve kuruluşlarda yasa dışı örgütlerle bağlantısı olan kişilerin soruşturulmasının ve araştırılmasının doğal olduğu, bunun sonucunda güven ilişkisini tesis etme ve güvenlik endişesi gördüğü kişilerle çalışmama hakkının bulunduğu, söz konusu süreçte her bilginin paylaşılmasının ve ifşa edilmesinin ise FETÖ/PDY ile mücadelenin devam etmesi nedeniyle mümkün olmadığı ifade edilmiştir.v. Bu kapsamda başvurucu hakkında yapılan kurumsal değerlendirme dikkate alındığında somut olayda bir şüphe feshinin söz konusu olduğu, şüphe feshinde işverenin işçisine karşı duyduğu şüphenin aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açtığı, işverenden katlanması beklenemeyecek bir şüphenin varlığı durumunda iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğun ortadan kalkacağı, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphenin işçinin kişiliğinde bulunan bir sebep olduğu belirtilmiştir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı, işçinin uygunluğunu ortadan kaldıran şüphenin başvurucu hakkında güvenlik endişesi doğurduğu ve işverenin bir kamu kuruluşu olduğu dikkate alındığında iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli bir şüphe söz konusu olduğu sonucuna varılmış ve feshin geçerli nedene dayanması nedeniyle davanın reddine karar verildiği belirtilmiştir. Başvurucu 27/7/2017 tarihli dilekçesiyle anılan karara karşı istinaf yoluna başvurarak, FETÖ/PDY ile mücadele kapsamında bilgi paylaşımı yapılmamasının varlığından haberdar olmadığı durumların iş sözleşmesinin feshedilmesine gerekçe olarak gösterilmesine neden olabileceğini belirtmiş, dava dilekçesinde ileri sürdüğü beyanları tekrar etmiş ve ilk derece mahkemesince verilen kararın kaldırılarak davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir. Davalı işveren tarafından sunulan 25/8/2017 tarihli dilekçede ise işverenin kamu hizmeti ifa ettiği, irtibat ya da iltisak kavramının sübut derecesinde ortaya konulmasının şart olmadığı, başvurucunun söz konusu örgütle irtibat ve iltisakını devam ettirdiği, titiz bir inceleme neticesinde iş sözleşmesinin feshedildiği belirtilerek başvurucunun istinaf talebinin reddine karar verilmesi ve iş sözleşmesinin haklı nedenle feshedildiğinin tespit edilerek ilk derece mahkemesince verilen kararın bu yönüyle düzeltilmesi talep edilmiştir. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 14/11/2017 tarihli kararıyla istinaf başvurularının ayrı ayrı esastan reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde;i. 15 Temmuz gecesi Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmak, görevini kısmen ya da tamamen yapmasını engellemek ve anayasal düzeni ortadan kaldırmak amacıyla hareket eden FETÖ/PDY mensupları tarafından darbe girişiminde bulunulduğu, FETÖ/PDY ve sair terör örgütleri ile mücadele amacıyla ilan edilen OHAL sürecinde 667 sayılı KHK'nın yürürlüğe girdiği ve söz konusu OHAL KHK'sına dayanılarak tesis edilen idari işlemlere ilişkin temel ilkelerin Anayasa Mahkemesinin 4/8/2016 tarihli kararıyla ortaya konulduğu ifade edilmiştir.ii. Dosya kapsamından başvurucunun Bank Asyaya düzenli olarak para yatırdığının görüldüğü, başvurucunun üzerindeki şüpheyi bertaraf edemediği, yürüttüğü hizmetin mahiyeti itibarıyla davalının kamu kurumu olduğu, dolayısıyla statülerine bakılmaksızın çalışanlarının kamu görevlisi olduğu belirtilmiştir.iii. İlk derece mahkemesinin kabulüne ve Yargıtay içtihatlarına göre şüphe feshinin güvene dayalı olarak devam etmesi gereken iş ilişkisini sonlandıran geçerli bir fesih olduğu, verilen kararda bir isabetsizlik görülmediği, öte yandan şüphe feshinin haklı nedenle değil geçerli nedenle fesih sebebi olduğu şeklinde değerlendirmelere yer verilmiş ve her iki tarafça ileri sürülen istinaf nedenlerinin yerinde görülmediği sonucuna ulaşılmıştır. Ankara Bölge Adliye Mahkemesinin anılan kararı başvurucu ve davalı işveren tarafından temyiz edilmiştir. Başvurucu 18/12/2017 tarihli temyiz dilekçesinde, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Rehber İlkeleri doğrultusunda kamudan arındırma (lustration) ilkelerine aykırı davranılarak karar verildiğini, kamudan arındırmaların ancak insan hakları ve demokrasiye tehdit oluşturan pozisyonlarla sınırlı olması gerektiğini ifade etmiştir. FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında herhangi bir adli işleme tabi tutulmadığını ileri süren başvurucu, Bank Asyada rutin bankacılık hareketlerinin bulunmasının terör örgütleriyle irtibatını veya iltisakını gösterecek ciddiyette ve önemde bir durum olmadığını belirtmiştir. Davalı işveren tarafından sunulan 14/12/2017 tarihli temyiz dilekçesinde ise FETÖ/PDY ile irtibatlı ya da iltisaklı kişilerin son derece gizlilik içinde hareket ettikleri, ifşa olmamak adına kripto bir yaşam sürdürdükleri, asıl niyet ve amaçlarını gizleyerek her hâl ve şarta uyum sağlamayı amaç edindikleri, bu tür yapılarla mücadele amacıyla ilan edilen OHAL nedeniyle söz konusu davanın olağan hukuk yöntemlerine göre görülemeyeceği ve karar süreçlerinde 667 sayılı KHK'nın dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir. Dilekçede ispat yükünün yer değiştirdiği, anılan örgüt ile irtibatı veya iltisakı olmadığı konusunda başvurucunun ispatla yükümlü olduğu, bu konuda gerekli araştırmaların başvurucu tarafından yapılması gerektiği, özenli bir çalışma neticesinde söz konusu feshin gerçekleştirildiği belirtilmiş ve iş sözleşmesinin haklı nedenle feshedildiğinin tespitine karar verilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Yargıtay Hukuk Dairesi 24/5/2018 tarihinde söz konusu kararda herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle tüm temyiz itirazlarının reddine ve kararın onanmasına hükmetmiştir. Nihai karar 5/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. 2/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. UYAP üzerinden yapılan sorgulamalarda, başvurucu hakkında FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında herhangi bir adli işlemin yapılmadığı görülmektedir. Mahkemenin 14/11/2019 tarihli yazısıyla Anayasa Mahkemesine gönderilen dava dosyasındaki Emniyet Genel Müdürlüğünün gizli ibareli yazıları ile Bank Asya Genel Müdürlüğünün ve Bank Asya Kızılay Şubesi Müdürlüğünün başvurucuya ait banka hesap hareketlerini gösteren listelerin onaylı suretleri bireysel başvuru dosyasına derç edilmiştir. Ayrıca Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez Birliğinin 13/7/2020 ve 6/8/2020 tarihli yazılarıyla gönderilen başvurucunun iş sözleşmesinin feshine dayanak olarak kabul edilen bilgi ve belgeler de bireysel başvuru dosyasına eklenmiştir. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun "Feshin geçerli sebebe dayandırılması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır. ..." 4857 sayılı Kanun'un "Sözleşmenin feshinde usul" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "İşveren fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde belirtmek zorundadır.Hakkındaki iddialara karşı savunmasını almadan bir işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, o işçinin davranışı veya verimi ile ilgili nedenlerle feshedilemez." 4857 sayılı Kanun'un "Fesih bildirimine itiraz ve usulü" kenar başlıklı maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: "... Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür. (Değişik üçüncü fıkra: 12/10/2017-7036/11 md.) Dava ivedilikle sonuçlandırılır. Mahkemece verilen karar hakkında istinaf yoluna başvurulması hâlinde, bölge adliye mahkemesi ivedilikle ve kesin olarak karar verir." 4857 sayılı Kanun'un "Geçersiz sebeple yapılan feshin sonuçları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "İşverence geçerli sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli olmadığı mahkemece veya özel hakem tarafından tespit edilerek feshin geçersizliğine karar verildiğinde, işveren, işçiyi bir ay içinde işe başlatmak zorundadır. İşçiyi başvurusu üzerine işveren bir ay içinde işe başlatmaz ise, işçiye en az dört aylık ve en çok sekiz aylık ücreti tutarında tazminat ödemekle yükümlü olur.Mahkeme veya özel hakem feshin geçersizliğine karar verdiğinde, işçinin işe başlatılmaması halinde ödenecek tazminat miktarını da belirler.Kararın kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı süre için işçiye en çok dört aya kadar doğmuş bulunan ücret ve diğer hakları ödenir.(Ek fıkra: 12/10/2017-7036/12 md.) Mahkeme veya özel hakem, ikinci fıkrada düzenlenen tazminat ile üçüncü fıkrada düzenlenen ücret ve diğer hakları, dava tarihindeki ücreti esas alarak parasal olarak belirler. ..." 4857 sayılı Kanun'un "İşverenin haklı nedenle derhal fesih hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Süresi belirli olsun veya olmasın işveren, aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir: ...II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:a) İş sözleşmesi yapıldığı sırada bu sözleşmenin esaslı noktalarından biri için gerekli vasıflar veya şartlar kendisinde bulunmadığı halde bunların kendisinde bulunduğunu ileri sürerek, yahut gerçeğe uygun olmayan bilgiler veya sözler söyleyerek işçinin işvereni yanıltması....İşçi feshin yukarıdaki bentlerde öngörülen sebeplere uygun olmadığı iddiası ile 18, 20 ve 21 inci madde hükümleri çerçevesinde yargı yoluna başvurabilir." 4857 sayılı Kanun'un "Derhal fesih hakkını kullanma süresi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "- 24 ve 25 inci maddelerde gösterilen ahlak ve iyiniyet kurallarına uymayan hallere dayanarak işçi veya işveren için tanınmış olan sözleşmeyi fesih yetkisi, iki taraftan birinin bu çeşit davranışlarda bulunduğunu diğer tarafın öğrendiği günden başlayarak altı iş günü geçtikten ve her halde fiilin gerçekleşmesinden itibaren bir yıl sonra kullanılamaz. Ancak işçinin olayda maddi çıkar sağlaması halinde bir yıllık süre uygulanmaz.Bu haller sebebiyle işçi yahut işverenden iş sözleşmesini yukarıdaki fıkrada öngörülensüre içinde feshedenlerin diğer taraftan tazminat hakları saklıdır." 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun "Özen ve sadakat borcu" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İşçi, yüklendiği işi özenle yapmak ve işverenin haklı menfaatinin korunmasında sadakatle davranmak zorundadır.İşçi, işverene ait makineleri, araç ve gereçleri, teknik sistemleri, tesisleri ve taşıtları usulüne uygun olarak kullanmak ve bunlarla birlikte işin görülmesi için kendisine teslim edilmiş olan malzemeye özen göstermekle yükümlüdür. ..." 667 sayılı KHK'nın "Kamu görevlilerine ilişkin tedbirler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"1) Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen;...f) 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile bu Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesinde belirtilenler hariç diğer mevzuata tabi her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dahil) istihdam edilen personel, ilgili kurum veya kuruluşun en üst yöneticisi başkanlığında bağlı, ilgili veya ilişkili bakan tarafından oluşturulan kurulun teklifi üzerine ilgisine göre ilgili bakan onayıyla kamu görevinden çıkarılır,g) Bir bakanlığa bağlı, ilgili veya ilişkili olmayan diğer kurumlarda her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dahil) istihdam edilen personel, birim amirinin teklifi üzerine atamaya yetkili amirin onayıyla kamu görevinden çıkarılır.(2) Birinci fıkra uyarınca görevine son verilenler bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemez, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler; görevinden çıkarılanların uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevleri de sona ermiş sayılır. Bu fıkrada sayılan görevleri yürütmekle birlikte kamu görevlisi sıfatını taşımayanlar hakkında da bu fıkra hükümleri uygulanır...." 667 sayılı KHK'da yer alan düzenlemeler 29/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun ile yasalaştırılmıştır. OHAL KHK'sının maddesinin yukarıda aktarılan ilgili kısımları da 6749 sayılı Kanun'un maddesinde aynen kabul edilmiştir. İlgili Yargı Kararlarıa. Şüphe Feshi Kavramı ve Yargıtay Uygulaması İlk olarak Alman hukukunda ortaya çıkan ve Alman mahkemelerince 1931 yılında verilen bir kararda değinilen şüphe feshi kavramı Yargıtay kararlarında 2007 yılından itibaren kullanılmaktadır (bkz. § 57). Yargıtay; iş ilişkisinde işverenin işçisine karşı duyduğu şüphenin aralarındaki güven ilişkisini zedeleyeceğini, işverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğun ortadan kalkabileceğini ve şüphenin işçinin kişiliğinden kaynaklanan bir sebep olduğunu ifade etmektedir. Yargıtay tarafından şüphe feshi, işçinin bir suç işlediğinden veya sözleşmeye aykırı davranışta bulunduğundan şüphe edilmesi ve bu yüzden taraflar arasında iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin yıkılması ya da ağır biçimde zedelenmesi nedeniyle iş sözleşmesinin feshedilmesi hâli olarak tanımlanmıştır (Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/4/2019 tarihli ve E.2019/1352, K.2019/7992 sayılı kararı; ayrıca bkz. § 58). Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca verilen bir kararda şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı adına gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamamış olması gerektiği vurgulanmıştır (bkz. § 62).Şüphe feshinin özünde, işçi tarafından işlendiği ispatlanamayan ancak işçinin işlediğine ilişkin somut olgular bulunan bir suçun veya borca aykırı ağır davranışın bulunması gerektiği ve işverenin şüpheyi doğuran olgularla ilgili olarak işçiyi dinlemesinin ve savunmasını almasının gerekli olduğu ifade edilmiştir (bkz. § 58). Yargıtay; işverenin işletme, işyeri ve işin düzenlenmesi ile ilgili birtakım işletmesel kararlar alabilmesi konusundaki hürriyetinin işçiyi korumak adına Anayasa ve 4857 sayılı Kanun kapsamında bir noktada sınırlandırıldığını ve iş sözleşmesinin feshi için geçerli nedenin olması gerektiğini ifade etmiştir. Söz konusu kararında Yargıtay iş güvencesinin işçinin feshe karşı korunması kapsamında yer alan, işçinin işini korumak amacıyla işverenin fesih hakkını sınırlayan ve sadece işçinin kullanabileceği, tek taraflı haklardan oluşan, işverenin keyfî olarak fesih hakkını kullanmasına karşı getirilen bir iş hukuku kurumu olduğunu belirtmiştir. Esasen Yargıtay, söz konusu kurumla işverenin işçileri keyfî bir biçimde işten çıkarmasının engellenmek istediğini vurgulamıştır. Devamında Yargıtay; keyfî şekilde işten çıkarılmalarının önlemesine ilişkin amaca işverenin işçiyi işten çıkartırken yasanın öngördüğü geçerli bir nedene dayanması ve bu nedenin hâkim tarafından denetlenmesiyle ulaşılabileceğini, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi uyarınca herkesin haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorunda olduğunu, bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasının hukuk düzeni tarafından korunmayacağını belirterek şüphe feshinin keyfî şekilde kullanılmaması gerektiğine dikkati çekmiştir (bkz. § 58). Söz konusu içtihatlarda şüphe feshinin belirli olay ve olgulara dayanması, suç teşkil eden bir eylemin ya da ağır bir borca aykırılığın bulunması, şüphenin ciddi, güçlü ve objektif olması, güven ilişkisini ortadan kaldırmaya elverişli olması gerektiği vurgulanmıştır. Yine işverenin şüpheyi doğuran olgularla ilgili olarak işçiyi dinlemesinin ve savunmasını almasının gerekli olduğu belirtilmiştir. Ayrıca Yargıtay; FETÖ/PDY ile irtibatlı ya da iltisaklı olduğu konusunda işveren tarafından duyulan şüphe üzerine iş sözleşmesi feshedilen işçilerin açtığı işe iade davalarını reddeden ilk derece mahkemelerinin kararlarını eksik araştırma yapıldığı gerekçesiyle bozabilmektedir. Yargıtay; işverenin feshe dayanak tüm delillerini sunmasını, ilk derece mahkemesince adli makamlardan, emniyet ve istihbarat kuruluşlarından davacının terör örgütü ile bağlantısı, irtibat ve iltisakı olup olmadığının sorulmasını, davacının iş sözleşmesinin feshinin haklı nedene dayalı olup olmadığına dair denetime elverişli tüm delillerin araştırılarak toplanmasını ve bu hususun açıklığa kavuşturulmasını, elde edilen sonuca göre karar verilmesi gerektiğini ifade etmektedir (bkz. § 59). b. Şüphe Feshi Konusunda İlgili Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararı şöyledir:"... Dosya içeriğine göre davacı hakkında 1985 yılında PKK örgütüne yardımcı olmak ve yataklık yapmak suçlarından hakkında soruşturma yapıldığı, ancak takipsizlik kararı verildiği, ancak daha sonra Yasadışı PKK örgütü üyesi olmak suçundan 1994 tarihinde tutuklandığı, hakkında kamu davası açıldığı, Diyarbakır 1 nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin 1995 gün ve 300-261 sayılı ilamı ile 3 yıl 9 ay AHC ile cezalandırıldığı, 3 yıl süre ile kamu hizmetinden yasaklanmasına karar verildiği, davalı işverenin özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesinde terör olaylarının artması ve hedefler arasında demiryolu ulaşımının bulunması üzerine, çalışan personeli hakkında arşiv araştırması ve güvenlik soruşturması yaptığı, bu soruşturma sonucu davacının geçmişten gelen yasadışı örgüt üyesi olması ve işyerinde çalışmasının sakıncalı görülmesi üzerine iş sözleşmesini feshettiği anlaşılmaktadır.Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır. ... Açıklanan gerekçe ile; Mahkemenin kararının bozularak ortadan kaldırılmasına, Davanın reddine ... karar verildi." Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/3/2009 tarihli ve E.2008/17012, K.2009/6827 sayılı kararı şöyledir:"... İşverenin işletme, işyeri ve işin düzenlenmesi ile ilgili bir takım işletmesel kararlar alması, Anayasa’nın maddesi uyarınca girişim özgürlüğü kapsamında değerlendirildiğinde, işverenin yönetim hakkı kapsamında her türlü işletmesel karar alabileceği ve bu kararların özellikle yerindelik ve amaçsal olarak yargı denetimine tabi tutulamayacağı düşünülebilir. Ancak Anayasa’nın maddesinde de, çalışma herkesin hakkı ve ödevi denildikten sonra, devletin 'çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri' almak zorunda olduğu belirtilmektedir. Bunun yanında, Anayasa’nın maddesinde 'Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.' düzenlenmesine yer verilmiştir. Görüldüğü gibi işverenin Anayasa’nın maddesinden kaynaklanan girişim özgürlüğü temel hakkının sınırları, çalışanlar açısından 49 ve maddeler ile belirlenmiştir.Nitekim 4857 sayılı İş Kanunu’ndaki iş güvencesi hükümleri, Anayasa’nın maddesine uygun düzenlemelerdir. Hukuk düzeni işverenin işletmesel karar alma özgürlüğünü, işçiyi korumak için bir noktada sınırlamakta, iş sözleşmesinin feshi için geçerli neden aramaktadır.İş güvencesi, isçinin feshe karşı korunması kapsamında yer alan, işçinin işini korumak amacıyla işverenin fesih hakkını sınırlayan ve sadece işçinin kullanabileceği, tek taraflı haklardan oluşan, işverenin keyfi olarak fesih hakkını kullanmasına karşı getirilen bir iş hukuku kurumudur. İş güvencesi kavramına, işverenin iş sözleşmesini fesih hakkına ya da işçiyi işten çıkarma yetkisine bazı sınırlamalar tanıması, biçiminde bir anlam kazandırılmıştır. Esas ve öz olarak, işverenin işçileri keyfi bir biçimde işten çıkarması, engellenmek istenmiştir. Şu halde iş güvencesinin en önemli unsur ve amaçlarından birisi, keyfi işten çıkarmaları önlemektir. Böyle bir amaca ise, işverenin işçiyi işten çıkartırken yasanın öngördüğü geçerli bir nedene dayanması koşulu ve bu nedenin yargıç tarafından denetimi ile ulaşılabilir. Türk Medeni Kanunu’nun maddesi uyarınca, 'Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.' Hakkın kötüye kullanılması, kişinin hakkını objektif iyiniyet kurallarına aykırı biçimde kullanması olarak tanımlanmaktadır.İşçinin bir suç işlediğinden veya sözleşmeye aykırı davranışta bulunduğundan şüphe ediliyor ve bu yüzden taraflar arasında iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin yıkılması veya ağır zedelenmesi nedeniyle iş sözleşmesi feshedilmişse, şüphe feshinden bahsedilir. Şüphe feshinin özünde, işçi tarafından işlendiği ispatlanamayan, ancak işçinin işlediğine ilişkin somut olgular bulunan bir suç veya ağır borca aykırı davranış bulunmalıdır. Şüphe feshinin geçerli olabilmesi için, iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olmalı ve işveren, şüphe feshinde, somut olayın aydınlatılması için kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermek zorundadır. Bu sebeple işveren, şüpheyi doğuran etmenlerle ile ilgili olarak işçiyi dinlemeli, savunmasını almalıdır.4857 İş Kanunu’nun 19’uncu maddesine göre: 'Hakkındaki iddialara karşı savunmasını almadan bir işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, o işçinin davranışına veya verimi ile ilgili nedenlerle feshedilemez.'Dosya içeriğine göre davacının iş sözleşmesi, aynı işverende çalışan ve emekli olan babasının bir takım usulsüz işlemlerinin saptanması ve davacının çalışmasının sakıncalı olduğu gerekçesi ile savunması alınmadan tazminatları 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesi uyarınca ödenerek feshedilmiştir. Somut uyuşmazlıkta davacının suç teşkil eden veya sözleşmeye aykırı bir davranışı tespit edilmemesine, kısaca davacının şüpheli de olsa bir davranışı bulunmamasına rağmen, babasının sözleşmeye aykırı davranışı nedeni ile sakıncalı olacağı gerekçesi ile davalı işveren fesih hakkını kullanmıştır. İşverenin bu işlemi cezaların şahsiliği ilkesine aykırı olduğu gibi, keyfidir. Anayasa’nın maddesindeki çalışma hakkı ihlal edilmiştir. Davalı işverenin şüphe niteliğindeki feshi, belirtilen ilke ve düzenlemelere aykırı olduğundan geçersizdir. ..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/11/2017 tarihli ve E.2017/42752, K.2017/23734 sayılı kararı şöyledir:"... Davacının iş sözleşmesinin davalı Kurum tarafından 10/11/2016 tarihinde yazılı olarak davalı alt işveren şirkete davacının FETÖ/PDY ile bağlantısı olduğu bilgisi edinilmiş olduğundan kurumda çalıştırılmasının sakıncalı olduğunun değerlendirildiğinin bildirilmesi üzerine ilgili yazıya istinaden davalı şirket tarafından feshedildiği görülmüştür.Somut olayda; davacının iş akdinin feshine ilişkin hiçbir belgenin dosyaya sunulmadığı anlaşılmaktadır. İlk Derece Mahkemesi tarafından şüpheyi haklı kılacak güçte somut delillerin bulunup bulunmadığı araştırılmamıştır. Tarafların iddia ve savunmaları dikkate alındığında mahkemece öncelikle yapılacak iş davacının banka kayıtları getirtilerek özellikle adı geçen Bank Asya da hesabının hangi tarihler arasında açık olduğu, bankaya toplu para yatırma ve çekme işlemlerinin yapılıp yapılmadığı yapıldı ise hangi tarihler arasında hangi sebeplerle yapıldığına ilişkin bilgi ve belgelerin toplanması, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı'nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve istihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi teknolojileri Kurumundan davacının hakkında FETÖ/PDY terör örgütü ile ilgili işlem yapılıp yapılmadığının emniyet veya diğer güvenlik güçlerinden sorularak gelen yazı cevaplarının dosyaya getirtilmesi gerektiği gibi, ayrıca, davacının iş akdinin feshinin haklı nedene dayalı olup olmadığına dair denetime elverişli tüm delillerin de araştırılarak toplanması gerekmektedir. Feshin haklı nedene dayanıp dayanmadığı hususunun açıklığa kavuşturulması için belirtilen yönlerden gerekli araştırmaya gidilmeli ve toplanacak deliller dosya içeriği ile yeniden bir değerlendirmeye tabi tutularak, sonucuna göre bir karar verilmelidir. Eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir...." Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/7/2019 tarihli ve E.2019/1589, K.2019/14951 sayılı kararı şöyledir:"... Dosya içeriğine göre; davacının iş sözleşmesi667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin 4/1-g maddesi uyarınca feshedilmiştir. Dosya içerisindeki bilgi ve belgelerden davacının Işık Dershanesinde ve Özel Erkul Kolejinde eğitim gördüğü, Özel Erkul Koleji Mezunlar Derneğinde 31/12/2015 tarihine kadar yönetim kurulu üyesi olarak görev yaptığı, Kocaeli Büyükşehir belediyesi iştiraki olan Kent Konut A.Ş.'den almış olduğu ev için anlaşmalı banka olan Asya Katılım Bankası hesabından konut kredisi için ödemelerin yapıldığı gerekçesi ile Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığının davacı hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verdiği anlaşılmaktadır. Dosyadaki delil durumuna göre şüphe feshinin koşullarının oluştuğu, davalı şirketin savunmasına istinaden, terör örgütü ile irtibat veya iltisakı bulunduğuna dair hakkında kanaat edinilen bir işçiyi çalıştırmaya devam etmenin, yani iş sözleşmesinin devamını davalı işverenden beklemek mümkün olmadığı, feshin, şüphe feshinin şartlarını taşıdığı ve geçerli nedene dayandığı anlaşıldığından davanın reddi gerekmekte olup 4857 sayılı İş Yasasının 20/ maddesi uyarınca Dairemizce aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.Hüküm: Yukarıda açıklanan gerekçe ile; ...2- Davanın reddine ... oybirliği ile karar verildi." Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/10/2019 tarihli ve E.2019/6779, K.2019/17755 sayılı kararı şöyledir:"... dosya kapsamındaki bilgilere göre fesih tarihi itibariyle davacının kapatılan Anadolu Teknik Elemanları Derneğine üye olduğu, derneğin kayıt defterine göre 2015 yılında 180 TL aidat yatırdığı, son olarak 20/04/2014 (denetim kurulu yedek üye) ve 20/04/2015 (denetim kurulu yedek üye) tarihlerinde görev aldığı, kapatılan Konya Avrupa Birliği Çalışmaları Merkezi Derneklerine üye olduğu, Bank Asya hesap hareketlerinin 17-25 Aralık sonrasında devam ettiği anlaşıldığından, gerek bu yazı cevapları gerekse tüm dosya kapsamına göre feshin haklılığı ileride açılacak davada araştırılmak üzere, işverence 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 4/1-g maddesine göre yapılan feshin geçerli sebebe dayandığının kabulü gerekmiştir. Mahkemece hatalı hukuki değerlendirme yapılarak, feshin geçerli sebebe dayanmadığı kanaatine varılması isabetsiz olup, kararın bu sebeple bozulması gerekmiştir.Belirtilen sebeplerle, 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinin fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması ve aşağıdaki gibi karar verilmesi gerekmiştir.Hüküm: Yukarıda belirtilen sebeplerle;...2- ...davanın reddine ... oybirliğiyle kesin olarak karar verildi." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:"... şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır. ..."c. FETÖ/PDY'nin Hiyerarşik Yapısına İlişkin Yargıtay İçtihadı Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/9/2017 tarihli ve E.2017/16, K.2017/956 sayılı kararı ile onanarak kesinleşen Yargıtay Ceza Dairesinin 24/4/2017 tarihli ve E.2015/3, K.2017/3 sayılı kararında FETÖ/PDY'nin hiyerarşik yapılanması şöyle açıklanmıştır: "... Örgütün sorumlu yöneticisi “imam” olarak isimlendirilir. Hiyerarşi içerisinde yer alan örgütün yöneticisi, raporları toplayan ve emirleri veren kişidir. Kainat imamı, kıta imamı, ülke imamı, bölge imamı, şehir imamı, semt ve mahalle imamı, kurum imamı gibi bir çok değişik pozisyonu vardır. Örgütün lideri, mensuplarınca kainat imamı, mehdi, mesih olarak kabul edilmektedir. Kainat imamına bağlı olarak üst kurullar örgütün birimlerini yönetmekte faaliyetlerini düzenlemektedirler. Bu kurullar “istişare kurulu”, “mollalar”, “tayin heyeti” ve “özel hizmet” birimleridir. Örgütün yurt içi yapılanmasında ise, “Türkiye imamı”, “bölge imamları”, “il imamları”, “küçük il ve bölge imamları”, “ilçe imamları”, “semt imamları”, “mahalle imamları”, “ev imamları (abileri)”, “talebe imamları”, “serrehberler”, “belletmenler” şeklinde hiyerarşik bir yapı izlenmekte ve örgüt tabana yayılmaktadır.Türkiye’den sorumlu imama, beş bölge imamı, onlara da bu beş bölgeyi oluşturan şehirlerden sorumlu imamlar bağlıdır. Her şehir, büyüklüğüne göre alt bölgelere, bölgeler semtlere bölünmüş olup her semte ayrı bir imam atanmaktadır. Semt imamlarının altında ise semte bağlı ışık evlerinin imamları yer almaktadır. Bunun yanı sıra kamuda, bakanlıklar ve taşra teşkilatı, yerel yönetimler, üniversiteler, kamu iktisadi teşebbüsleri alanlarında faaliyet gösteren kurumlara da örgüt tarafından imamlar atanmaktadır. Fetullah Gülen’in 1999 yılında ABD’ye gitmesinden sonra Türkiye’deki faaliyetlerine ilişkin sorumluluk Türkiye imamına geçmiştir. Ülke içerisindeki faaliyetler ülke imamına bağlı olarak yürütülmekte ve yapılan faaliyetler kurye aracılığıyla ya da doğrudan irtibata geçilerek Gülen’e aktarılarak onayı istenmektedir. Örgütün bir nev’i omurgasını oluşturan ve günümüz itibariyle elde ettiği konumu kazandıran özel hizmet birim imamları, örgüt ve lideri Gülen’in en çok önem verdiği imamlardır. Bu birim en geniş şekilde yargı, emniyet, mülkiye, TSK, MİT, Milli Eğitim ve akademik kadro imamlarından oluşmaktadır. Hizmet birimlerinde gizliliğe çok önem verilerek hücre tipi yapılanmaya gidilmiştir. Örgüt mensubu en fazla bir üst sorumlusunu ve bir altında bulunan mensubunu tanımaktadır.Bir hücre evi ya da en küçük örgüt biriminin sorumlusu erkekler için “abi”, kadınlar için “abla”dır. Abilik örgütte hocalık makamıdır. Hiyerarşiye göre üst tabaka belirler ve görevine son verir. Üyeler abiye itaat etmek mecburiyetindedir. Lider ve abilerin alttakiler tarafından seçimi söz konusu olmaz ve onaylamalarına da gerek yoktur. Abilik dokunulmazdır. Buna karşın kadınlar örgütün içerisinde hiçbir zaman üst düzey yönetici olamazlar. Örgütün bütünlüğü üzerinde tek hakim ve önder Fetullah Gülen olup örgüt içerisinde kainat imamı olarak görülmektedir. Diğer yöneticiler onun verdiği yetkiyle onun adına görev yaparlar. Örgüt yukarıdan aşağıya doğru tekçi (monist) yapıda örgütlenmiştir. Daha önce de ifade edildiği gibi kainat imamı, kutsal insan, Mesih, mehdi, hoca efendi gibi sıfatlarla anılmaktadır. Kainat imamlığı, örgütün her türlü işiyle ilgilenip üst karar veren temel, ideolojik ve doktriner birimdir. Bütün işler onun talimatıyla yürütülmektedir. Örgüte her hafta sesini internet üzerinden duyurmaktadır. Örgüt mensuplarının topladığı bütün bilgi ve belgeler de onda toplanır.Kainat imamı inancı ve yedi katlı piramidal yapılanma, İsmailiye mezhebinden ve köken olarak da Zerdüştlük dininden alınmıştır. Zerdüştlük dini ve ondan mülhem İsmailiye mezhebinden yedi kat gök gibi örgütlenmişlerdir. Bu mezhep, sofilerini yedi dereceye ayırmıştır. Tarikatın piri yedinci derecede oturur ki, bu mertebe Allah’tan doğrudan emir alan imamlık makamıdır. İmam helali haram ve haramı helal yapabilir. Ona mübah olmayan hiçbir şey yoktur. Örgüt içi hiyerarşide itaat ve teslimiyet, katı bir kuraldır. Teslimiyet hem örgüte hem de liderin emrine ona atfen verilen göreve adanmışlıktır. Örgüt sivil toplumu kendi haline bırakmayıp, kendine hizmet eden bağlı unsurlara dönüştürmektedir. Kadrolaşma ile yargı, ordu, emniyet ve bakanlık birimleri bu gücün denetimine girip, örgütsel amaçlar doğrultusunda kullanılabilmektedir. Örgütün hiyerarşik yapılanmasındaki tabaka sistemi kat sistemine dayanır. Katlar arasında geçişler mümkündür ama dördüncü tabakadan sonrasını önder belirler. Katlar şu şekildedir;- Birinci Kat, Halk Tabakası: Örgüte iman ve gönül bağı ile bağlı olanlar, fiili ve maddi destek sağlayanlardan oluşur. Bunların birçoğu örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan bilinçli veya bilinçsiz hizmet ettirilen kesimdir. Genellikle faaliyetlerden habersizdirler. Bu katmandakileri örgüte bağlayan ana unsur istismar edilen İslami duyarlılık ve din duygularıdır. - İkinci Kat, Sadık Tabaka: Okul, dershane, yurt, banka, gazete, vakıf ve kurum görevlilerinden oluşan sadık gruptur. Bunlar örgüt sohbetlerine katılır, düzenli aidat öder, az veya çok örgüt ideolojisini bilen kişilerdir.- Üçüncü Kat, İdeolojik Örgütlenme Tabakası: Gayri resmi faaliyetlerde görev alırlar. Örgüt ideolojisini benimseyen ve ona bağlı çevresine propaganda yapan kişilerden oluşur.- Dördüncü Kat, Teftiş Kontrol Tabakası: Bütün hizmeti (legal ve illegal) denetler. Bağlılık ve itaatte dereceye girenler buraya yükselebilir. Bu tabakaya girenler örgütte çocuk yaşta kazandırılanlardan seçilir. Örgüte sonradan katılanlar genellikle bu katta ve daha üst katlarda görev alamazlar. - Beşinci Kat, Organize Eden ve Yürüten Tabaka: Üst düzey gizlilik gerektirir. Birbirlerini çok az tanırlar. Örgüt lideri tarafından atanır. Devletteki yapıyı organize edip yürüten tabakadır. Evliliklerinin örgüt içinden olması zorunludur. - Altıncı Kat, Has Tabaka: Fethullah Gülen ile alt tabakaların irtibatını sağlar. Örgüt içi görev değişiklikleri yapar. Azillere bakar. Örgüt liderince bizzat atanırlar. - Yedinci Kat, Kurmay Tabaka: Örgüt lideri tarafından doğrudan seçilen 17 kişiden oluşan örgütün en seçkin kesimidir. Yedi katmanın en üstünde “Sözde Fethullah Hoca arşı” yer almaktadır. Beşinci, altıncı ve yedinci katmanlar örgütü yöneten katmanlardır. Altıncı ve yedinci katmandakilerinin örgütten kopmalarına kesinlikle izin verilmez. Altıncı katmandakiler örgüt liderinin bildiği ve takip ettiği hayati önemi haiz gördükleri hizmetleri yapan kişilerdir. Beşinci katmanda çok nadir halde örgütten kopma olmuştur. Bu katmanda olup örgütten ayrılanlar takip edilerek etkisiz hale getirilmiştir. Dördüncü katman örgütü bir arada tutar ve alt katmandakilerin teftiş ve kontrolünü yapar. Hizmet denen işleri ise ilk üç katmandakiler yürütmektedir. Şu hale göre; anılan örgüt yönünden, örgütün lideri Fetullah Gülen ile beşinci, altıncı ve yedinci katmanlarda yer alanların, bu cümleden olarak kıta imamı, ülke imamı, “Türkiye imamı” ve “bölge imamlarının”, her halükarda örgütün üst düzey yöneticisi olduklarında kuşku yoktur. Ancak örgütü bir arada tutan ve alt katmanlardakilerin teftiş ve kontrolünü yapan dördüncü katman örgüt mensupları ile ilgili olarak, il ve ilçe sorumluları/imamları ile kamu kurumları imamlarının yönetici olup olmadıkları, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda, somut olayın özellikleri, bu kişilerin örgütün hiyerarşik yapısı içerisindeki konum ve görevleri, sorumluluk sahalarında sevk ve idare ettiği örgütsel faaliyetlerin örgütün amaç ve etkinliği bakımından önem ve yoğunluğu ile kontrol ettikleri kamu personelinin devletin güvenliği bakımından ifade ettiği stratejik değer de gözetilerek belirlenmelidir. Örgüt yöneticisinin mutlaka illegal faaliyetleri yönetmesi gerekmez. Örgütün amacına ve varlığının devamına katkı sunan sözde legal faaliyetleri sevk ve idare etmek de bu kapsamda değerlendirilmelidir. ..." B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Düzenlemeler Sözleşme'nin "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Sözleşme'nin "Olağanüstü hallerde yükümlülükleri askıya alma" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" Savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike halinde her Yüksek Sözleşmeci Taraf, durumun kesinlikle gerektirdiği ölçüde ve uluslararası hukuktan doğan başka yükümlülüklere ters düşmemek koşuluyla, bu Sözleşme'de öngörülen yükümlülüklere aykırı tedbirler alabilir. Yukarıdaki hüküm, meşru savaş fiilleri sonucunda meydana gelen ölüm hali dışında maddeye, ve maddeler (fıkra 1) ile maddeye aykırı tedbirlere cevaz vermez. Aykırı tedbirler alma hakkını kullanan her Yüksek Sözleşmeci Taraf, alınan tedbirler ve bunları gerektiren nedenler hakkında Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'ne tam bilgi verir. Bu Yüksek Sözleşmeci Taraf, sözü geçen tedbirlerin yürürlükten kalktığı ve Sözleşme hükümlerinin tekrar tamamen geçerli olduğu tarihi de Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'ne bildirir." MSHUS'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Ulusun hayatını tehdit eden ve varlığı resmen ilan edilmiş olan olağanüstü bir durumun ortaya çıkması halinde, bu Sözleşme'ye Taraf Devletler, uluslararası hukuktan kaynaklanan diğer yükümlülüklerine aykırı olmamak ve ırk, renk, cinsiyet, dil, din ya da toplumsal kökene dayalı bir ayrımcılık içermemesi kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde olmak üzere, bu Sözleşme'den doğan yükümlülüklerinden ayrılan tedbirler alabilirler. Bu hükme dayanılarak Sözleşme'nin 6, 7, 8 ( ve fıkralar), 11, 15, 16 ve 18nci maddelerine aykırılık getirilemez. 13/12/1966 tarihli ve 811 sayılı Kanun'la onaylanması uygun bulunan 111 sayılı İş ve Meslek Bakımından Ayrımcılık Hakkında ILO Sözleşmesi'nin (111 sayılı ILO Sözleşmesi) maddesi şöyledir:"Devletin güvenliğine halel getiren faaliyetlerden ötürü muhik sebeplerle zanlı bulunan veya bu faaliyetlere girişen bir şahıs hakkında alınan tedbirler, ilgili kişinin milli tatbikata uygun olarak kurulmuş olan yetkili bir makama başvurma hakkı saklı kalmak şartıyla, ayırım sayılmaz." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı a. Sözleşme'nin Maddesi Bağlamında i. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Genel Yaklaşımı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında özel hayatın eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir kavram olduğu belirtilmektedir. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen özel hayat kavramı AİHM tarafından oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapılmaktan özellikle kaçınılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51). Bununla birlikte Sözleşme'nin denetim organlarının içtihatlarında bireyin kişiliğini serbestçe geliştirmesi ve gerçekleştirmesi ve kişisel bağımsızlık kavramlarının özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır (Sidabras ve Džiautas/Litvanya, B. No: 55480/00, 59330/00, 27/7/2004, § 43; K.A. ve A./Belçika, B. No: 42758/98, 45558/99, 17/2/2005, § 83; Pretty/Birleşik Krallık, B. No: 2346/02, 29/4/2002, § 61; Christine Goodwin/Birleşik Krallık [BD], B. No: 28957/95, 11/7/2002, § 90). AİHM'e göre mesleki hayat özel hayat kavramı dışında tutulamaz. Özel hayat unsurları gerekçe gösterilerek mesleki hayata getirilen sınırlamalar, bireyin sosyal kimliğini etkilediği ölçüde Sözleşme’nin maddesi kapsamına girebilmektedir. AİHM bireylerin genellikle iş yaşamında dış dünyayla ilişkiler kurduğunu hatırlatarak bireyin kimliğini oluşturmasının ve sosyalleşmesinin önemli bir aracı olan dış dünyayla ilişki kurma hakkının bireyin iş çevresini de kapsadığını, bu durumun serbest meslek bağlamında özellikle geçerli olduğunu ifade etmiştir (Niemitz/Almanya, B. No: 137/1088, 16/12/1992, § 29; Özpınar/Türkiye, B. No :20999/04, 19/10/2010, § 45; Campagnano/İtalya, B. No: 77955/01, 23/3/2006, § 53). AİHM, kural olarak ilgili kişinin mesleki yaşantısına getirilen bir kısıtlamayı Sözleşme'nin maddesinin kapsamı içinde kabul etmektedir (Sodan/Türkiye, B. No: 18650/05, 2/2/2016, § 37). AİHM tarafından öncelikle mesleki hayatın kişiliğin geliştirilmesi üzerindeki etkisi tartışılarak mesleki hayata getirilen sınırlamaların bireyin yakın çevresiyle ilişkilerini geliştirmesi ve sosyal kimliğini şekillendirmesi üzerinde etki doğuracağı belirtilmiş ve bu bağlamdaki müdahalelerin madde kapsamına girebileceği değerlendirilmiştir. AİHM, bu konudaki her somut olay değerlendirmesinde özel hayat kavramının kapsamına ilişkin açıklamalarda bulunmuş; bu kavramın bireyin kişisel hayatını istediği gibi yaşayabileceği bir iç alan ile sınırlandırmayı ve dış dünyayı bu alandan tamamen uzak tutmayı hakkın koruma alanını aşırı şekilde sınırlayan bir yaklaşım tarzı olarak nitelendirmiştir (Fernández Martínez/İspanya [BD], B. No. 56030/07, 12/6/2014, § 109). AİHM kararlarına göre Sözleşme'nin maddesi açıkça usul şartları içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence altına alınan haklardan etkili bir şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi doğuran karar alma sürecinin bu maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli saygıyı sağlayacak nitelikte ve adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç, başvurucunun maddedeki haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil şartlarda savunabileceği usule ilişkin etkili güvencelerden yararlandırılmasını gerektirir. AİHM'e göre bu şekildeki güvencelerin amacı maddede yer alan haklara keyfî şekilde müdahalede bulunulmasını önlemek, müdahalenin gerekçelendirilmesini sağlamaktır. Mahkemeye göre gerek negatif yükümlülükler gerekse pozitif yükümlülükler bakımından söz konusu usule ilişkin etkili güvencelerin sunulması gerekmektedir (Ciubotaru/Moldova, B. No: 27138/04, 27/4/2010, § 51; T.P. ve K./Birleşik Krallık, B. No: 28945/95, 10/5/2001, § 72; Hokkanen/Finlandiya, B. No: 19823/92, 23/9/1994, §§ 55-58; Glaser/Birleşik Krallık, B. No: 32346/96, 19/9/2000, §§ 63-66; Bajrami/Arnavutluk, B. No: 35853/04, 12/12/2006, §§ 50-55; Abdulaziz, Cabales ve Balkandali/Birleşik Krallık, B. No: 9214/80, 28/5/1985, § 67). Ayrıca AİHM devletin doğrudan müdahalesinden kaynaklanmasa da bu tür uyuşmazlıklarla ilgili olarak devletlerin sorumluluğunun devam edebileceğini, kamusal makamlardan gelebilecek keyfî uygulamalardan başka Sözleşme’deki haklara etkili şekilde koruma sağlanabilmesi için özel hukuk kişileri arasındaki ilişkilerde de makul ve uygun önlemler almak suretiyle devletlerin müdahale etme yükümlülüğü taşıyabileceğini ifade etmektedir (Sorensen ve Rasmussen/Danimarka [BD], B. No: 52562/99, 52620/99, 11/1/2006, § 57; Palomo Sanchez ve diğerleri/İspanya [BD], B. No: 28955/06, ..., 12/9/2011, § 59).ii. Denisov/Ukrayna Kararı AİHM, Denisov/Ukrayna ([BD], B. No: 76639/11, 25/10/2018) kararında; mesleki hayatın bazı durumlarda özel hayat alanına girebileceğini, kişiler ve başkaları arasındaki etkileşim alanının bir parçasını teşkil edebileceğini hatırlattıktan sonra bu tür davalarda özel hayat kavramını iki farklı yaklaşıma göre uygulayabileceğini açıklamıştır. AİHM bu kapsamda; sebebe dayalı yaklaşım olarak nitelendirdiği birinci yaklaşım türünde, uyuşmazlık nedeninin özel hayata ilişkin bir unsura dayanıp dayanmadığını irdelemiştir. İkinci yaklaşım türü ise AİHM tarafından sonuca dayalı yaklaşım olarak belirlenmiş ve itiraz edilen tedbirin sonuçları bakımından özel hayata dokunan bir yönünün olup olmadığı sorgulanmıştır (Denisov/Ukrayna, § 102). Sebebe dayalı yaklaşıma ilişkin yaptığı değerlendirmelerde AİHM, özel hayata ilişkin unsurların söz konusu görev için belirleyici kriter olarak kabul edildiği ve itiraz edilen tedbirin kişinin özel hayatına ilişkin tercihleriyle çakışan birtakım sebeplere dayandığı durumlarda ileri sürülen şikâyetlerin özel hayat kapsamına gireceğini ifade etmiştir. AİHM; kişilerin giyim tarzı, inancı, makyajı ya da cinsel tercihleri gibi özel hayatına ilişkin unsurları dikkate alınarak mesleğiyle ilgili birtakım tedbirlere veya müdahalelere tabi tutulmasını bu yaklaşım tarzına örnek olan dava konuları olarak belirtmiştir (Denisov/Ukrayna, § 103). AİHM, sonuca dayalı yaklaşıma ilişkin değerlendirmelerinde ise kişilerin mesleki hayatlarına yönelik bir tedbirin/müdahalenin özel hayata ilişkin bir sebebe dayanmadığı ancak söz konusu tedbirin kişilerin özel hayatı üzerinde ciddi şekilde olumsuz etkiler doğurduğu veya doğurma ihtimalinin bulunduğu durumlarda Sözleşme’nin maddesi bağlamında bir meselenin ortaya çıkabileceğini ifade etmiştir. AİHM ortaya çıkan sonuçların ilgili kişinin iç alanı üzerindeki etkisini, kişinin çevresi ile ilişki kurma ve geliştirme olanaklarını, kişinin itibarı üzerindeki etkisini dikkate alarak bu konuda değerlendirme yapacağını vurgulamıştır (Denisov/Ukrayna, § 107). AİHM, sonuca dayalı yaklaşımın benimsendiği durumlarda mesleki hayata yönelik tedbirin/müdahalenin neden olduğu etkilerin belirli bir ağırlık düzeyine ulaşması gerektiğini belirterek ihlal iddiasının ciddiyetine veya ağırlığına ilişkin yaptığı değerlendirmelerde özellikle Sözleşme’nin maddesinin (3) numaralı fıkrasının (b) bendinde düzenlenen önemli bir zarara/dezavantaja maruz kalınıp kalınmadığına ilişkin kriteri dikkate almıştır (Denisov/Ukrayna, § 110). AİHM, Sözleşme'nin maddesi kapsamındaki sonuca dayalı yaklaşımın esası gereği, ağırlık eşiğine ulaşıldığına ilişkin ikna edici delillerin başvurucular tarafından sunulması gerektiğini, başvurucuların dava konusu olan tedbirlerin özel hayatları ile yaşadıkları üzüntünün mahiyeti ve boyutu üzerindeki somut yansımalarını ortaya koyarak açıklamakla ve bu iddiaları uygun bir şekilde desteklemekle yükümlü olduklarını vurgulamış; ayrıca iç hukuk yollarının tüketilmesi gerektiğine ilişkin kural uyarınca bu tür iddiaların ulusal makamlar önünde yeterli şekilde dile getirilmesi gerektiğini de hatırlatmıştır (Denisov/Ukrayna, § 114). AİHM, sonuca dayalı yaklaşımı uyguladığı başvurularda iddia edilen ihlallerin ağırlık ve ciddiyet derecesini değerlendirmeye yönelik kıstaslar oluşturmuştur. Bu kapsamda başvurucunun söz konusu tedbirden önceki ve sonraki yaşamı kıyaslanarak maruz kaldığı olumsuz etki değerlendirilmekte, ayrıca sonuçların ciddiyetinin belirlenmesinde başvurucunun iddia ettiği öznel algıların somut başvuruda mevcut nesnel koşullarla birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Bunun yanı sıra yapılacak incelemenin, iddia edilen tedbirin hem maddi hem de manevi etkilerini içermesi gerekmektedir (Denisov/Ukrayna, § 113). iii. Polyakh ve Diğerleri/Ukrayna Kararı AİHM yakın tarihli Polyakh ve diğerleri/Ukrayna (B. No: 58812/15, 53217/16 ..., 17/10/2019) kararında, Arındırma Yasası olarak isimlendirilen düzenlemelerle kamu görevinden çıkarılan kişilerin yaptığı başvuruları karara bağlamış ve özel hayata saygı hakkının kapsamına ilişkin değerlendirmelerde bulunmuştur. AİHM, tedbirin özel hayata ilişkin sebeplere dayanmadığını tespit etmiş ve sonuca dayalı yaklaşım bakımından bir değerlendirme yapmıştır. Bu doğrultuda AİHM; başvurucuların kamu hizmetinden çıkarılmalarının, on yıl boyunca kamuda görev almalarının yasaklanmasının ve isimlerinin kamuoyunun erişimine açık ve çevrim içi olan arındırma siciline kaydedilmesinin sonuçları itibarıyla ciddi olduğunu ve doğurduğu etkilerin ağırlık düzeyine ulaştığını belirterek başvuruyu özel hayata saygı hakkı yönünden ele almıştır (Polyakh ve diğerleri/Ukrayna, §§ 203-211). AİHM; arındırma işlemlerinin bir cezalandırma veya intikam aracı olarak kullanılamayacağını ve başvurucuların durumlarının bireysel olarak değerlendirilerek görevden alınmaları veya mümkünse daha genel pozisyonlarda istihdam edilmeleri gibi daha az müdahale teşkil eden araçlarla da hedeflenen amaçlara erişilebileceğini vurgulamıştır (Polyakh ve diğerleri/Ukrayna, §§ 276, 277). AİHM, müdahalelerin zorunlu bir toplumsal ihtiyaca cevap vermesi ve özellikle de hizmet edilen meşru amaçla orantılı olması hâlinde demokratik bir toplumda gerekli olarak nitelendirilebileceğini hatırlatmıştır. AİHM uygulanan tedbirin ağırlığının ve yasal çerçevenin orantılı, öngörülen zorunlu sosyal ihtiyaca karşılık gelecek şekilde yeterince dar kapsamlı olarak düzenlenip düzenlenmediğinin önemine değinmiştir (Polyakh ve diğerleri/Ukrayna, § 293). AİHM'e göre yasal düzenlemeler hakkındaki meclis denetiminin ve bu kapsamdaki işlemlerin yargısal denetiminin niteliği de önem arz etmektedir (Polyakh ve diğerleri/Ukrayna, § 292). AİHM somut olayın koşullarında; başvurucuların demokratik yönetimi, hukukun üstünlüğünü, ulusal güvenliği, savunmayı veya insan haklarını zedeleyen belirli eylemlerde bulunduklarına ilişkin herhangi bir iddianın bulunmadığını, Arındırma Yasası kapsamındaki tedbirler uygulanırken başvurucuların bireysel davranışlarının değerlendirilmediğini, uygulanan tedbirlerin çok kısıtlayıcı ve kapsamı itibarıyla çok geniş olduğunu, tedbirlerin uzun süreli olarak belirlenmesinin acil olduğu iddiasına ters düştüğünü ve başvurucuların haklarındaki tedbirlere itiraz edebilmelerine fırsat tanınmaksızın kamuya ilan edildiğini belirtmiştir. Bu gerekçelerle AİHM, yapılan müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olduğu konusunda ikna olmadığı sonucuna ulaşmış ve başvurucuların özel hayata saygı haklarının ihlal edildiğine hükmetmiştir (Polyakh ve diğerleri/Ukrayna, §§ 296-323).b. Sözleşme'nin Maddesi Bağlamında Taraf devletlere tek taraflı bildirimde bulunarak sınırlı bazı hâllerde Sözleşme'deki belli hak ve özgürlüklere aykırı davranma, bir başka deyişle anılan hak ve özgürlüklere ilişkin yükümlülükleri azaltma imkânı sunan Sözleşme'nin maddesine ilişkin AİHM uygulamasına ve Türkiye’deki OHAL'e ilişkin Avrupa Konseyi nezdinde hazırlanan bazı raporlara Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında ayrıntılı şekilde yer verilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 148-162). AİHM; söz konusu kararlarında özetle derogasyon bildiriminde bulunan devletler yönünden ulusun varlığını tehdit eden tehlikenin olup olmadığı hususunda sınırlı da olsa bir denetim yaptığını, denetim standardı belirlenirken ulusal makamların geniş takdir yetkilerinin bulunduğunu özellikle vurgulamıştır. AİHM; takdir alanının sınırsız olmadığını, taraf devletlerin krizin doğurduğu zorunlulukların kesin olarak gerektirdiği ölçüde hareket etmenin ötesine geçmemesi gerektiğini belirtmiştir (Brannigan ve McBride/Birleşik Krallık, B. No: 14553/89-14554/89, 26/5/1993, § 43).c. FETÖ/PDY Hakkında AİHM; Mehmet Hasan Altan/Türkiye (B. No: 13237/17, 20/3/2018, §§ 14-18) ve Şahin Alpay/Türkiye (B. No: 16538/17, 20/3/2018, §§ 14-18) kararlarında, 15 Temmuz darbe girişimine ve OHAL ilan edilmesine ilişkin olarak genel bilgiler vermiş, söz konusu darbe girişiminin arkasında FETÖ/PDY'nin ve anılan terör örgütünün sözde lideri Fetullah Gülen'in bulunduğuna ilişkin Türkiye Cumhuriyeti ulusal makamlarının değerlendirmelerini aktarmıştır. Ayrıca kararlarda; FETÖ/PDY’nin karmaşık ve sui generis (kendine özgü) yapıya sahip olan, faaliyetlerini yasal bir görünüm altında yürüten bir terör örgütü olduğu konusunda ulusal makamların değerlendirmelerine de yer verilmiştir (Mehmet Hasan Altan/Türkiye, § 136; Şahin Alpay/Türkiye, § 136).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24245
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; ülkeye girişine izin verilmeyen yabancıyı kabul edilemez yolcu salonunda tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tutulma koşulları nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Suriye Arap Cumhuriyeti (Suriye) vatandaşı olan başvurucu 1990 doğumludur. Ürdün'den sınır dışı edilen ve sığınma amacıyla İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı'na gelen fakat ibraz ettiği pasaportun sahte olduğu anlaşılan başvurucunun ülkeye girişine izin verilmemiştir. Bunun üzerine başvurucu, havalimanında bulunan kabul edilemez yolcu salonunda tutulmaya başlanmıştır. Başvurucu, havalimanındayken 13/11/2015 tarihinde uluslararası koruma başvurusunda (iltica) bulunmuştur. Göç İdaresi 17/11/2015 tarihinde başvurucunun uluslararası koruma talebini gereken kriterleri taşımadığı gerekçesiyle reddetmiş ve söz konusu karar başvurucuya 20/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu söz konusu kararın iptali amacıyla İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucu, bireysel başvuru tarihi itibarıyla davanın derdest olduğunu bildirmiştir. Başvurucu, ülke içine alınmadığını ve havalimanında kabul edilemez yolcu salonunda fiilî bir idari gözetim altında tutulduğunu belirterek 25/12/2015 tarihinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği nezdinde itiraz etmiştir. Başvurucu; itiraz dilekçesinde, Suriye'de yaşanan iç savaş ve kaos ortamından kaçarak insani nedenlerle ülkeye giriş yapmak istediğini, uluslararası koruma başvurusu sahibi olduğunu ve bu konuda açtığı davanın bir buçuk yıllık sürede sonuçlandırılabildiğini, statüsü icabı bu süre boyunca geri gönderilmesinin kanun gereğince mümkün olmadığını, havalimanında kötü koşullar altında tutulduğunu, fiilî idari gözetimin sona erdirilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 31/12/2015 tarihli kararıyla başvurucunun itirazını reddetmiştir."İtiraz edenin Suriye uyruklu olduğu, sahte pasaport nedeniyle Sabiha Gökçen Havalimanında kabul edilemez yolcu kapsamında alınıp transit alanda bekletildiği, idari gözetim kararında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı anlaşılmakla itirazın reddine karar verilmiştir." Başvurucu 25/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun havalimanından ne zaman serbest bırakıldığı tespit edilememiştir. Ancak Göç İdaresinin sunduğu belgelerden, başvurucunun daha sonra yaptığı uluslararası koruma başvurusunun Aksaray Valiliğince 27/10/2016 tarihinde geri çekilmesine karar verildiği ve başvurucuya resmî makamlara bildirilen adreste bulunamayanlar hakkında uygulanan V-71 tahdit kodunun uygulandığı tespit edilmiştir. A. Ulusal Hukuk 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu, 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ilgili maddeleri B.T. ([GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 19-21) kararında açıklanmıştır.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ilgili maddeleri, tutulma koşullarından dolayı kötü muamele yasağı, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına dair Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin uygulaması B.T. (aynı kararda bkz. §§ 23-38) kararında açıklanmıştır.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/1508
Başvuru, ülkeye girişine izin verilmeyen yabancıyı kabul edilemez yolcu salonunda tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tutulma koşulları nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, işçilik alacağı nedeniyle açılan davaların aynı maddi olaya dayanılarak açılan başka davalarda verilen kararlardan aksi bir sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/15938
Başvuru, işçilik alacağı nedeniyle açılan davaların aynı maddi olaya dayanılarak açılan başka davalarda verilen kararlardan aksi bir sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; kamulaştırmasız el atma gerekçesiyle açılan tazminat davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, lehe hükmedilen nispi vekâlet ücretinin karar düzeltme aşamasında maktu olarak değiştirilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkı ile silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 16/9/2004 tarihinde kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır. Batman Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 18/1/2008 tarihli kararı ile davanın kabulüne karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesince (Daire) 29/11/2011 tarihinde bozulmuştur. Karar düzeltme talebi, Daire tarafından 9/4/2012 tarihinde reddedilmiştir. Bozma üzerine dava, Mahkemenin E.2012/360 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Başvurucu 30/10/2012 tarihinde kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmış, dava Batman Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2012/485 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Anılan dava, Batman Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2012/360 sayılı dosyası ile birleştirilmiş ve yargılamaya bu dosya üzerinden devam edilmiştir. Batman Asliye Hukuk Mahkemesi 13/2/2013 tarihli kararı ile asıl dava yönünden davanın kabulü ile 000 TL tazminatın dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte başvurucuya ödenmesine, başvurucu tarafından yapılan yargılama giderleri ile karar tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi (AAÜT) gereğince hesaplanan 440 TL vekâlet ücretinin davalıdan alınarak başvurucuya verilmesine karar vermiştir. Mahkemece, birleşen dava yönünden davanın kısmen kabulü ile 950 TL tazminatın 16/9/2004 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte başvurucuya ödenmesine, başvurucu tarafından yapılan yargılama giderleri ile AAÜT gereğince hesaplanan 206 TL vekâlet ücretinin davalıdan alınarak başvurucuya verilmesine karar verilmiştir. Davalı idarenin temyizi üzerine karar, Daire tarafından 28/5/2013 tarihinde onanmıştır. Davalı idare karar düzeltme talebinde bulunmuş, Dairenin 23/12/2013 tarihli ilamı ile "... 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun geçici maddesinde değişiklik yapan ve 11/6/2013tarihinde yürürlüğe giren 6487 sayılı Kanun'un maddesi ile 'kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan tazminat davalarında mahkeme ve icra harçları ile her türlü vekâlet ücretleri bedel tespit davalarında öngörülen şekilde maktu olarak belirlenir. ... açılan ve kesinleşmeyen davalarda da uygulanır.' hükmünün getirilmiş olduğu gözetildiğinde, vekâlet ücretinin maktu olarak hüküm altına alınması gerektiği" gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesi kararında 206 TL olarak belirlenen vekâlet ücreti 320 TL olarak düzeltilmiş ve hükmün bu hâliyle onanmasına karar verilmiştir. Karar 6/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2792
Başvuru, kamulaştırmasız el atma gerekçesiyle açılan tazminat davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, lehe hükmedilen nispi vekâlet ücretinin karar düzeltme aşamasında maktu olarak değiştirilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkı ile silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) emekli olanlar hakkında uygulanması mümkün olmayan askerî fer'i cezalara yönelik bir düzenlemenin başvurucu hakkında uygulanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. Başvurucu Kadir Soytürk 25/3/2016 tarihinde vefat etmiştir. Başvurucunun mirasçıları başvuruya devam etmek istediklerini belirtmişlerdir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisi Burdur Askerlik Şubesinde TSK emrinde astsubay olarak görev yapmaktayken 2004 ve 2007 yılları arasında sahte rapor alınması hususunda aracılık yaptığı, yapılan inceleme ve araştırmalar sonucunda suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olduğu iddiasıyla hakkında ceza davası açılmıştır. Başvurucuların murisi 15/11/2007 tarihinde emekliye ayrılmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 7/5/2008 tarihli kararı ile başvurucuların murisi hakkında üç yıl hapis cezası verilmiştir. Başvurucuların murisi tarafından hükmün temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 31/3/2009 tarihli kararıyla hüküm onanmıştır. Kesinleşen ceza hükmü neticesinde Millî Savunma Bakanlığının 28/6/2011 tarihli işlemiyle daha önce verilen emekliye ayırma kararı kaldırılarak başvurucuların murisinin TSK'dan ayrılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların murisi anılan karar üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. AYİM Birinci Dairesinin 9/10/2013 tarihli kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde başvurucunun TSK'da astsubay statüsünde görev yapmakta iken işlediği suçtan dolayı Ankara Ağır Ceza Mahkemesince üç yıl hapis cezası ile cezalandırıldığı vurgulanmış, hakkında ceza yargılaması devam ederken isteği üzerine emekliye ayrıldığı, dolayısıyla başvurucunun emekliye ayrılmakla statüsünün değiştiği ve yedek astsubaylığa geçirildiği belirtilmiştir. Gerekçede ayrıca 16/6/1927 tarihli ve 1076 sayılı Yedek Subaylar ve Yedek Askeri Memurlar Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine göre subaylıktan çıkarılmayı gerektiren bir suçtan mahkûm olmanın yedek subaylık (astsubaylık) statüsünden çıkarılarak hakkında, 21/6/1927 tarihli ve 1111 sayılı Askerlik Kanunu'nun uygulanmasını gerektirdiğine ilişkin madde hükmüne değinilmiştir. Başvurucunun hakkında kesinleşen üç yıl hapis cezasının 22/5/1930 tarihli ve 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (A) bendi uyarınca TSK'dan çıkarılmayı gerektiren ceza miktarını (bir seneden fazla hapis cezası) kapsadığı ve dava konusu işlemde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna varıldığı ifade edilmiştir. Başvurucuların murisinin karar düzeltme talebi üzerine AYİM Birinci Dairesinin 4/3/2014 tarihli kararı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen nedenlerin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek karar düzeltme talebinin reddine karar verilmiştir. Bu karar, başvurucuların murisine 21/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. 1/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:'' (Değişik cümle : 28/6/2001 - 4699/12 md.) Kadrosuzluk, yetersizlik, (…)(2) veya (c) bendinde belirtilen suçlardan hükümlülük nedeni ile aşağıda belirtilen esas ve şartlar dahilinde astsubaylar hakkında Silahlı Kuvvetlerden ayırma işlemi yapılır. (2)... c)(Ek: 28/6/2001 - 4699/12 md.; Değişik: 22/1/2015-6586/46 md.) Hükümlü olma nedeniyle ayırma: Ertelenmiş, seçenek yaptırımlara çevrilmiş, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş ve affa uğramış olsalar bile Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanununun 131 inci maddesinin birinci fıkrasının az vahim hâli hariç, basit ve nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas, iftira gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyet kırıcı nitelikteki suçlardan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma suçlarından hükümlü olan astsubaylar hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır.'' 926 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: ''(Değişik birinci fıkra 29/9/1988 - 3475/14 md.) Disiplinsizlik ve ahlaki durum sebebiyle Silahlı Kuvvetlerde kalmaları uygun görülmeyerek sicil yoluyla çıkarılanlar hariç olmak üzere istifa eden veya emekliye ayrılan veyahut yetersizlik nedeniyle Silahlı Kuvvetlerden ayırma işlemine tabi tutulan astsubaylar, rütbeleriyle yedek astsubaylığa geçirilirler." 1076 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''Yedek subay ve yedek askeri memurları şunlardır:A) (Değişik: 1/2/1930 - 1555/1 md.)Kara, deniz, hava ve jandarmadan müteakit ve müstafi olanlardan yedeğe ayrılanlar "daimi malüliyet sebepleriyle tekaüt edilenlerden seferi ordunun geri ve sabit hizmetlerinde istihdama elverişli olmayanlar ve yirmi üçüncü maddede sayılan fiillerden dolayı tekaüdü icra edilmiş bulunanlar yedeğe ayrılmazlar." 1076 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: ''Yedeksubay ve yedek askeri memurluktan çıkarılmayı ve yaşlarına göre haklarında Askerlik Kanununun uygulanmasını gerektiren sebepler şunlardır:a) Türk Silahlı Kuvvetlerinde subaylıktan çıkarmayı gerektiren bir suçtan mahkum olanlar....d) (Ek: 29/11/1983 - 2962/4 md.; Değişik: 31/1/2013-6413/45 md.) Yedek subaylık hizmetleri sırasında, tabi oldukları disiplin mevzuatına göre Silahlı Kuvvetlerden ayırma cezası alanlar....'' 1632 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: '' Askerî şahıslar; Mareşalden asteğmene kadar subaylar, astsubaylar, Millî Savunma Bakanlığı ile Türk Silahlı Kuvvetleri kadro ve kuruluşunda çalışan sivil personel, uzman jandarma, uzman erbaş, sözleşmeli erbaş ve er, erbaş ve erler ile askerî öğrencilerdir.Milli Savunma Bakanlığı ile Türk Silahlı Kuvvetleri kadro ve kuruluşunda çalışan Devlet memurlarının asker kişi sıfatları, 1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun 115 inci maddesinde belirtilen yükümlülükleri ile sınırlıdır.'' 1632 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: '' İhtiyat (emekli) askeri şahıslar askeri hizmetlerde bulundukları müddetçe bu kanun hükümlerine tabidirler.'' 1632 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: '' Aşağıda yazılı hallerde subay, astsubay, uzman jandarmalar ve özel kanunlarında bu cezanın uygulanacağı belirtilen asker kişiler hakkında, askeri mahkemeler veya adliye mahkemelerince asıl ceza ile birlikte, Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezası da verilir. Bu husus mahkeme hükmünde belirtilmemiş olsa dahi, Silahlı Kuvvetlerden çıkarmayı gerektirir.A) Taksirli suçlardan verilen cezalar hariç olmak üzere ölüm, ağır hapis, bir seneden fazla hapis cezası ile hükümlülük halinde,B) Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla basit ve nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyeti kırıcı suçtan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma suçlarından biriyle hükümlülük halinde.Taksirli suçlardan verilen cezalar hariç olmak üzere, askeri mahkemelerce üç aydan fazla hapis cezası ile birlikte Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezası da verilebilir.''
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4942
Başvuru, Türk Silahlı Kuvvetlerinden TSK) emekli olanlar hakkında uygulanması mümkün olmayan askerî fer i cezalara yönelik bir düzenlemenin başvurucu hakkında uygulanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, iade yargılamasındaki tutuklamanın hukuki olmaması ve buna bağlı olarak açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; Yargıtayın çelişkili kararlar vermesi ve tazminat davasının makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 16/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. İkinci Bölüm tarafından 2/12/2020 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Özbekistan vatandaşıdır. Özbekistan'ın anayasal sistemini değiştirmeye kalkışma ve suç örgütüne üye olma suçlarından Özbekistan/Andijan Ceza Mahkemesinin 16/9/2009 tarihli yakalama müzekkeresine istinaden uluslararası seviyede aranan ve 12/8/2009 tarihinde Ağrı Gürbulak Kara Hudut Kapısı üzerinden Türkiye'ye giriş yaptığı belirlenen başvurucunun Özbekistan makamlarınca iadesi istenmiş ve bu kapsamda iade evrakları Türk makamlarına sunulmuştur. İçişleri Bakanlığının 16/7/2012 tarihli yazısına göre başvurucunun El-Kaide Terör Örgütü ile bağlantılı İslami Cihad Birliği mensubu olma suçundan 14/7/2012 tarihinde gözaltına alındığı bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğünce Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına iade evrakları gönderilmiştir. Bakanlık tarafından Başsavcılığa gönderilen yazıda, iade sürecine ilişkin olarak Bakanlığa bilgi verilmesi talebinde de bulunulmuştur. Bu yazıda yer alan değerlendirmeler şu şekildedir: "Özbekistan ile Ülkemiz arasında 'Türkiye Cumhuriyeti ile Özbekistan Cumhuriyeti Arasında Hukuki, Ticari ve Cezai Konularda Adli Yardımlaşma Sözleşmesi' akdedilmiş olup, söz konusu Sözleşme onaylanması 17/07/1997 tarih ve 4286 sayılı Kanunla uygun bulunmuş ve metni 07/11/1997 tarih ve 23163 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Suçluların iadesine ilişkin işlemler de söz konusu Sözleşme hükümleri çerçevesinde yerine getirilmektedir.Diğer taraftan, ülkemizin Avrupa Konseyi üyesi bir ülke olması nedeniyle, adı geçenin Özbekistan'a iade edilebilir olup olmayacağı konusunda Mahkemesince yapılacak incelemede Türk Ceza Kanunu'nun 18/3 maddesindeki düzenleme ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden kaynaklanan yükümlülüklerimiz çerçevesinde, iade edilebilirlik kararından önce Mahkemesince;- İadesi öngörülen suçun dışında başka bir suçtan dolayı adli veya idari takibat yapılmayacağı,- İade olunan kişi hakkında yaşam hakkına halel getirilmeyeceği, - İşkence ve kötü muameleye maruz bırakılmayacağı,- İnsanlık dışı ceza almayacağı,- Temsilciliklerimizin adı geçeni cezaevinde ziyaret edebileceği ve taahhütlerin yerine getirilip getirilmediğini denetleyebileceği,Hususlarında Özbekistan makamlarından güvence istenebileceği değerlendirilmektedir.Bu çerçevede, Dışişleri Bakanlığının ilgi (a) yazıları ekinde alınan iade evrakı ekli olarak gönderilmiştir. İade evrakının Ülkemiz makamlarına ulaşması karşısında, bundan böyle adı geçenin artık 'Türkiye Cumhuriyeti ile Özbekistan Cumhuriyeti Arasında Hukuki, Ticari ve Cezai Konularda Adli Yardımlaşma Sözleşmesi' hükümlerine göre değil, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ve devamı maddeleri uyarınca tutuklanabileceği veya aynı Kanunun ve devamı maddeleri uyarınca adlî kontrol altına alınabileceği, evrakın mahkemece incelenmesinden sonra talebin 'geri verme talebinin kabul edilebilir olduğuna' veya 'reddine' karar verilebileceği değerlendirilmektedir....Bu itibarla ekteki iade evrakının yetkili Ağır Ceza Mahkemesine iletilerek, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin maddesi hükmü dikkate alınmak suretiyle, söz konusu TCK'nun madde hükmü ile 'Suçluların İadesine Dair Avrupa Sözleşmesi'nin hükümleri uyarınca Ağır Ceza Mahkemesince verilecek ve temyiz edilmeksizin kesinleşmiş iade konusundaki kararın iade evrakıyla birlikte Bakanlığımıza ivedi gönderilmesini,Verilen karar Cumhuriyet Başsavcılığı ya da sanık veya vekili tarafından temyiz edildiği takdirde ve kararın bozulması durumunda, iade süreci devam edeceğinden, bu hususta Bakanlığımıza ivedi bilgi verilmesini,Verilen karar temyiz yoluna başvurulması sonucu onanmış ise, onamaya ilişkin Yargıtay ilâmı ve temyiz edilen kararın iade evrakıyla birlikte Bakanlığımıza ivedi gönderilmesini Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığından, bilgilerini İçişleri ve Dışişleri Bakanlıklarından arz ve rica ederim." Başvurucu, iade yargılamasını yapan Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesince 19/7/2012 tarihinde tutuklanmıştır. Tutuklama kararının gerekçesi şöyledir:"Sanık S.K.nin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, sanığın kaçak durumda olması, Özbekistan Andijan Ceza Mahkemesinin 16/9/2009 tarihli yakalama müzekkeresi de göz önüne alınarak, sanığın CMK'nın 100 ve devamı maddeleri uyarınca tutuklanmasına... [karar verildi.]" Mahkemece başvurucunun tutukluluğunun sürdürüldüğü süreç içinde Türkiye'ye sığınma talebinin olup olmadığı ve varsa akıbetinin tespiti için Emniyet Genel Müdürlüğü Yabancılar Hudut ve İltica Daire Başkanlığı ve Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği nezdinde araştırma yapıldığı, yine Özbekistan adli makamlarınca sunulan belgelerin tercümesinin yetersizliği dolayısıyla yeniden tercüme yaptırıldığı, ilgili tercüme işlemlerinin tamamlanması ve -İçişleri Bakanlığı Yabancılar Şube Müdürlüğünden gelen yazı uyarınca- başvurucu ve eşine sığınma başvurusunun cevabı gelene ve statüleri belirlenene kadar Balıkesir'de serbest ikamet hakkı verildiğinin anlaşılması üzerine 10/12/2012 tarihli duruşmada başvurucunun serbest bırakılmasına ve adli kontrol altına alınmasına karar verildiği anlaşılmıştır. Sonrasında başvurucunun imza atma şeklindeki adli kontrol tedbirine de riayet etmediği tespit edilmiştir. İade yargılamasının yapıldığı Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesindeki davada Savcılık esas hakkındaki mütalaasını sunmuştur. Savcılık, Özbekistan devletinin iade talebinin başvurucunun terör örgütü üyesi olmasından kaynaklandığını ancak tüm dosya kapsamında başvurucunun terör örgütü üyesi olduğuna ilişkin yeterli delil bulunmadığını, istemin siyasi amaçlı olduğunu, geri verme talebinin kabul edilebilir olmadığını belirterek iade isteminin reddine ve adli kontrol tedbirinin kaldırılmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi de yapılan yargılama sonucunda 14/3/2014 tarihinde, başvurucu hakkındaki Özbekistan'a iade talebinin reddine ve başvurucunun adli kontrol tedbirinin kaldırılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı Bakanlık Muhabere Bürosunun 18/07/2012 tarih ve B.2012/11867 sayılı yazısı ile, S.K.nin 'Terörizm, Özbekistan'ın Anayasal Sistemini Değiştirmeye Kalkışmak ve Suç Örgütüne Üye Olmak' suçlarını işlediği iddiasıyla Özbekistan/Andijan Ceza Mahkemesinin 16/09/2009 tarihli yakalama müzekkeresine istinaden Özbekistan Devleti'ne iadesi talep edilmiş ise de;İadesi talep edilen S.K.nin üzerine atılı suçların tamamının siyasi nitelikte bulunduğu, adı geçenin Türkiye'ye sığınma talebinde bulunduğu ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şube Müdürlüğü İltica Büro Amirliğinde sığınma talebi ile ilgili olarak ... sayılı başvuru dosyasının açıldığı ve değerlendirme yapıldığı;5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 'Geri Verme' başlıklı 18/1-b-son maddesinde, 'geri verme talebine esas teşkil eden fiil, düşünce suçu veya siyasî ya da askerî suç niteliğinde ise geri verme talebi kabul edilemez' hükmünün mevcut olduğu;Suçluların İadesine Dair Avrupa Sözleşmesinin 3/1- maddesinde ise, 'İade talebine sebep olan suç kendisinden iade talep edilen tarafça siyasi bir suç veya böyle bir suç ile murtabit bir fiil olarak telakki edildiği takdirde suçlu iade edilmeyecektir...' ibaresinin hüküm altına alındığı; Tüm bu hususlar birlikte irdelendiğinde, S.K.nin yüklenen suçlardan Özbekistan Devleti'ne iadesi yönündeki talebin yerinde olmadığı anlaşılmış ve iade talebinin reddine... [karar verilmiştir.]" İade talebinin reddi kararı, ret hükmü yönünden temyiz edilmeden 29/4/2014 tarihinde kesinleşmiştir. Bununla birlikte başvurucu, ilk derece mahkemesi kararında lehine avukatlık ücretine hükmedilmemesi nedeniyle kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi vekâlet ücretine hükmedilmemesinde bir isabetsizlik görmemiş ve 1/12/2016 tarihinde kararı onanmıştır. Başvurucu 12/9/2014 tarihinde iade yargılaması sürecinde 19/7/2012 ila 10/12/2012 tarihlerinde tutuklu kaldığından bahisle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesine dayanarak tazminat talebinde bulunmuştur. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi 5/5/2015 tarihinde, 5271 sayılı Kanun'un maddesinde suç soruşturması ve kovuşturması sırasında gerçekleşen koruma tedbirlerindeki hukuka aykırılıklar yönünden bu Kanun hükümlerine göre tazminat istenebileceği ve madde metninde bu aykırılıkların tahdidi şeklinde sıralandığı, başvurucunun tutuklanmasına neden olan olayın bu madde kapsamında bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 12/2/2018 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin kararını onamıştır. Başvurucu 16/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. ..." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun -23/4/2016 tarihli ve 6706 sayılı Cezaî Konularda Uluslararası Adlî İş Birliği Kanunu'nun maddesiyle ilga edilen- maddesi şöyledir: "1) Yabancı bir ülkede işlenen veya işlendiği iddia edilen bir suç nedeniyle hakkında ceza kovuşturması başlatılan veya mahkûmiyet kararı verilmiş olan bir yabancı, talep üzerine, kovuşturmanın yapılabilmesi veya hükmedilen cezanın infazı amacıyla geri verilebilir. Ancak, geri verme talebine esas teşkil eden fiil;a) Türk kanunlarına göre suç değilse,b) Düşünce suçu veya siyasî ya da askerî suç niteliğinde ise,c) Türkiye Devletinin güvenliğine karşı, Türkiye Devletinin veya bir Türk vatandaşının ya da Türk kanunlarına göre kurulmuş bir tüzel kişinin zararına işlenmişse,d) Türkiye'nin yargılama yetkisine giren bir suç ise,e) Zamanaşımına veya affa uğramış ise,Geri verme talebi kabul edilmez. (2) Uluslararası Ceza Divanına taraf olmanın gerektirdiği yükümlülükler hariç olmak üzere, vatandaş suç sebebiyle yabancı bir ülkeye verilemez. (3) Kişinin, talep eden devlete geri verilmesi hâlinde ırkı, dini, vatandaşlığı, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasî görüşleri nedeniyle kovuşturulacağına veya cezalandırılacağına ya da işkence ve kötü muameleye maruz kalacağına dair kuvvetli şüphe sebepleri varsa, talep kabul edilmez. (4) Kişinin bulunduğu yer ağır ceza mahkemesi, geri verme talebi hakkında bu madde ve Türkiye'nin taraf olduğu ilgili uluslararası sözleşme hükümlerine göre karar verir. Bu karara karşı temyiz yoluna başvurulabilir. (5) Mahkeme geri verme talebinin kabul edilebilir olduğuna karar verirse, bu kararın yerine getirilip getirilmemesi Bakanlar Kurulunun takdirine bağlıdır. (6) Geri verilmesi istenen kişi hakkında koruma tedbirlerine başvurulmasına, Türkiye'nin taraf olduğu ilgili uluslararası sözleşme hükümlerine göre karar verilebilir. (7) Geri verme talebinin kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi hâlinde, ayrıca Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göre tutuklama kararı verilebilir veya diğer koruma tedbirlerine başvurulabilir. (8) Geri verme hâlinde, kişi ancak geri verme kararına dayanak teşkil eden suçlardan dolayı yargılanabilir veya mahkûm olduğu ceza infaz edilebilir." Yargıtay Ceza Dairesinin 8/12/2014 tarihli ve E.2014/6763, K.2014/24982 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Davacı, 2011 ve 2011 tarihleri arasında tutuklu kaldığından bahisle tazminat talebinde bulunmuş ise de, Rus uyruklu olan davacının havaalanı yoluyla Türkiye'den çıkış yapmak üzereyken Rus İnterpolü tarafından Rusya'da işlediği muhtelif suçlardan dolayı hakkında çıkarılan kırmızı bülten/difüzyon mesajı nedeniyle yakalanarak Suçluların İadesine Dair Avrupa Sözleşmesinin maddesi gereğince tutuklandığı ve 39 gün süreyle tutuklu kaldıktan sonra evraklarının gönderilmemiş olması nedeniyle tahliye edildiği ve 5271 sayılı CMK'nın maddesinde 'suç soruşturması ve kovuşturması sırasında' gerçekleşen koruma tedbirlerindeki hukuka aykırılıklar yönünden bu kanun hükümlerine göre tazminat istenebileceği ve madde metninde bu aykırılıkların tahdidi şekilde sıralandığı dikkate alındığında, davacının tutuklanmasına neden olan olayın madde kapsamında bulunmadığı gözetilip davanın reddine karar verilmesi yerine davanın kısmen kabulüne karar verilmesi, kanuna aykırı olup, davalı vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Kanunun maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK'nın maddesi gereğince, hükmün isteme aykırı olarak bozulmasına... [karar verildi.]" Yargıtay Ceza Dairesinin 22/6/2016 tarihli ve E.2015/9514, K.2016/10705 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Davacı vekili müvekkilinin, 19/1/2012-24/1/2012 tarihleri arasında gözaltına alındığını, 24/1/2012- 28/2/2012 tarihleri arasında tutuklu kaldığını ve 28/2/2012-12/3/2012 tarihleri arasında Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şube Müdürlüğü’ne bağlı geri gönderme merkezinde tutulduğunu, bu nedenle 55 gün süreyle haksız yere tutuklu kaldığını iddia ederek tazminat talebinde bulunmuş ise de, Kazakistan uyruklu olan davacının havaalanı yoluyla Türkiye'den çıkış yapmak üzereyken Kazakistan ülkesi tarafından işlediği muhtelif suçlardan dolayı hakkında çıkarılan arama mesajı nedeniyle yakalanarak gözaltına alındığı ve savcılık tarafından Sulh Ceza Mahkemesine sevkinin yapılarak, Suçluların İadesine Dair Avrupa Sözleşmesinin maddesi gereğince 24/1/2012 tarihinde tutuklandığının ancak sonrada geri verme konusunda Ağır Ceza Mahkemesinin yetkili olduğu değerlendirilerek dosyanın karar vermeye yetkili Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesine gönderildiği, bu Mahkemece 28/2/2012 tarihinde davacının üzerine atılı suçun TCK’nın 18/1-b maddesi kapsamında bulunması nedeniyle iadeye ilişkin şartların oluşmaması gerekçesiyle iade talebinin reddine ve tahliyesine karar verildiğinin anlaşılması karşısında, davanın kısmen kabulüne karar verilmesinde isabetsizlik görülmediğinden tebliğnamede yer alan düşünceye iştirak edilmemiştir.Yapılan yargılamaya, toplanan ve karar yerinde açıklanan delillere, mahkemenin kovuşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, gösterilen gerekçeye ve uygulamaya göre, davacı vekilinin tüm, davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, ancak; davacı yararına karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca bir tek maktu vekalet ücreti yerine kabul edilen maddi ve manevi tazminat miktarları için ayrı ayrı maktu vekalet ücretine hükmedilmesi ve tazminat davasına dayanak olan ceza dosyasında davacının 19/1/2012 - 28/2/2012 tarihleri arasında 40 gün süreyle tutuklu kaldığı ancak mahkemece asgari ücret üzerinden yaptırılan hesaplamada tutukluluk süresinin 19/1/2012 -12/3/2012 tarihleri arasında 54 gün olarak belirlenmesi suretiyle maddi tazminat miktarının 934,84 TL yerine 596 TL olarak fazla tayini, kanuna aykırı olup, davalı vekilinin temyiz itirazı bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu nedenle 5320 sayılı Kanun'un maddesi gereğince halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK'un maddesi uyarınca bozulmasına, ancak yeniden yargılamayı gerektirmeyen bu konuda, aynı Kanunun maddesi gereğince karar verilmesi mümkün bulunduğundan ... hükmün düzeltilerek onanmasına... [karar verildi.]" B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Sözleşmeler Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin ilgili kısmı şöyledir:'' Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:…f) Kişinin, usulüne aykırı surette ülke topraklarına girmekten alıkonması veya hakkında derdest bir sınır dışı ya da iade işleminin olması nedeniyle yasaya uygun olarak yakalanması veya tutulması; ......" Suçluların İadesine Dair Avrupa Sözleşmesi'nin (SİDAS) geçici tutuklamayı düzenleyen "Muvakkat tevkif" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "1) Müstacel hallerde, iadeyi talep eden tarafın salâhiyetli makamları istenen şahsın muvakkat tevkifini talep edebilirler; kendisinden iade talep edilen tarafın salâhiyetli makamları ise bu talep hakkında işbu Tarafın kanunlarına tevfikan karar vereceklerdir.2) Muvakkat tevkif talebinde 12 inci maddenin 2 inci fıkrasının (a) bendinde mezkûr belgelerden birinin mevcudiyeti zikredilecek ve bir iade talebi yapılmak hususundaki niyete işaret edilecektir. Bu talepte, yapılacak iade talebine esas teşkil eden fiil, bu fiilin ika edildiği yer ve tarih ve istenen şahsın eşkalî imkân nispetinde tarif edilecektir.3) Muvakkat tevkif talebi, talep edilen tarafın salâhiyetli makamlarına diplomatik yoldan yapılabileceği gibi doğrudan doğruya posta veya telgraf yoluyla veya Milletlerarası Polis Teşkilâtı (İnterpol) vasıtasıyla yahut yazıya münkalip olacak veya istenen tarafça makbul görülecek herhangi bir vasıta ile yapılabilir.4) Muvakkat tevkif, tevkifi takip eden 18 günlük müddet zarfında talep edilen tarafa iade talebinin ve 12 inci maddede mezkûr belgelerin tevdi edilmemesi halinde sona erer; muvakkat tevkif hiçbir suretle tevkiften sonra 40 günü tecavüz edemez. Bununla beraber, muvakkaten serbest bırakma her vakit mümkündür; ancak talep edilen taraf, istenen şahsın kaçmasına mâni olmak için lüzumlu addettiği tedbirleri alacaktır.5) Serbest bırakma, iade talebinin ahiren vürudu halinde yeni bir tevkife veya iadeye mâni teşkil etmez. " SİDAS'ın "İade edilen şahsın teslimi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "1) Kendisinden iade talep edilen Taraf, iade hakkındaki kararın 12 inci maddenin 1 inci paragrafında derpiş olunan yoldan talebeden Tarafa bildirir.2) Tam veya kısmi ret halinde mucip sebep gösterilecektir.3) Talebin kabul edilmesi halinde talebeden Tarafa teslim mahal ve tarihi ile istenen şahsın iade edilmek üzere ne kadar müddet mevkuf tutulduğu hakkında malûmat verilecektir.4) Talep edilen şahıs, tespit olunan tarihte teslim alınmadığı takdirde, işbu maddenin 5 inci paragrafında derpiş olunan mahfuz kalmak kaydıyla, bu tarihten itibaren 15 günlük bir müddetin hitamında serbest bırakılabilir; her halükârda 30 günlük bir müddetin geçmesinden sonra serbest bırakılacaktır; kendisinden iade talep edilen Taraf bu şahsı aynı suçtan dolayı iade etmeyi reddedebilir.5) Bir Taraf, iade edilecek şahsı mücbir sebepten dolayı teslim veya kabul edememesi halinde diğer Tarafı haberdar edecektir. İki Taraf yeni bir teslim tarihi üzerinde mutabık kalacaklar ve işbu maddenin 4 üncü paragrafı hükümleri tatbik olunacaktır." Özbekistan ile Türkiye arasında imzalanan 17/7/1997 tarihli ve 4286 sayılı Kanun'la uygun bulunan ve metni 7/11/1997 tarihli ve 23163 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Türkiye Cumhuriyeti ile Özbekistan Cumhuriyeti Arasında Hukuki, Ticari ve Cezai Konularda Adli Yardımlaşma Sözleşmesi'nin maddesi şöyledir:"1) Kovuşturma amacıyla vaki iade talebine geçici tutuklama kararının aslına uygun bulunduğu tasdik edilmiş bir sureti, suç teşkil eden fiillere ait izahname ve suçun tavsifine göre uygulanacak kanun hükmünün metni eklenir. Suçtan bir maddi zarar husule geldiği takdirde, bunun miktarı mümkün olan ölçüde açıklanır.2) Bir kararın infazı amacıyla vaki iade talebine, kesinleşmiş mahkeme kararının aslına uygun bulunduğu tasdik edilmiş bir sureti ile suçun tavsifine göre uygulanan kanun hükmünün tam metni eklenir. Hükümlü, cezanın bir kısmını çekmiş ise bu husus belirtilir.3) İade talebi, iadesi istenilen kişinin vatandaşlık durumunu ve mümkün olduğu ölçüde, eşkalini, kimliğine ilişkin bilgileri, ikametgah adresini, kişisel durumunu, fotoğrafını ve parmak izlerini ihtiva eder.4) İade isteğinde bulunan Akit Taraf, talebine, iadesi istenilen kişinin işlediği suça ilişkin delillere ait belgeleri eklemek zorunda değildir." Türkiye Cumhuriyeti ile Özbekistan Cumhuriyeti Arasında Hukuki, Ticari ve Cezai Konularda Adli Yardımlaşma Sözleşmesi'nin maddesi şöyledir: "İade talebinin alınmasını müteakip istenilen Taraf, talebe konu teşkil eden kişinin tutuklanmasına ilişkin gerekli tedbirleri gecikmeksizin alır. İşbu Sözleşme hükümlerine göre, iade zorunluluğu olmayan hususlarda bu hüküm uygulanmaz. " Türkiye Cumhuriyeti ile Özbekistan Cumhuriyeti Arasında Hukuki, Ticari ve Cezai Konularda Adli Yardımlaşma Sözleşmesi'nin maddesi şöyledir: "1) İşbu Sözleşmenin maddesine uygun olarak muvakkaten tutuklanan kişi, söz konusu kişinin muvakkaten tutuklandığının diğer tarafa bildirilmesini takip eden kırkbeş gün içinde iade talebi alınmadığı veya bunun tamamlanmasına dair istem yerine getirilmediği takdirde, serbest bırakılabilir. İsteyen Tarafın talebi üzerine, bu süre onbeş gün uzatılabilir.2) İstenilen Akit Taraf, isteyen Tarafın iade talebinde bulunmayacağı hususundan haberdar edildiği takdirde, muvakkaten tutuklanan şahsı derhal serbest bırakır." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre özgürlükten yoksun bırakmanın Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ile (f) bentleri arasında belirtilen istisnai durumlarda yapılması yeterli değildir, özgürlükten yoksun bırakmanın aynı zamanda kanunlarda belirtilen usule de uygun yapılması gerekmektedir. Bu noktada Sözleşme, öncelikle ulusal mevzuata gönderme yapmaktadır ve hem usule hem de esasa ilişkin kurallar ile ilgili olarak ulusal mevzuata uygunluğu şart koşmaktadır (Saadi/Birleşik Krallık [BD], B. No: 13229/03, 29/1/2008, § 67). Bu bağlamda ulusal hukukta özgürlükten mahrum bırakmaya yetki tanıyan kanunun her türlü keyfîliği önlemek için yeteri kadar ulaşılabilir, açık ve öngörülebilir olması gerekmektedir (Mokallal/Ukrayna, B. No: 19246/10, 10/11/2011, § 36). AİHM, özellikle ulusal sistem tarafından sağlanan güvencelere atıfta bulunarak bu gerekliliğin karşılanıp karşılanmadığını değerlendirmektedir (Dougoz v./ Greece, B. No: 40907/98, 6/3/2001, § 54). AİHM, iç hukuk düzeninin bir parçası olan ikili veya uluslararası bir anlaşmanın iade işlemleri ve iade amacıyla tutukluluk için yasal dayanak oluşturabileceğini kabul etmiştir (Soldatenko/Ukrayna, B. No: 2440/07, 23/10/2008, § 112). Biri Sözleşme'ye taraf olan, diğeri olmayan devletler arasındaki iade anlaşmalarıyla ilgili olarak bir iade anlaşmasının koymuş olduğu kurallar ya da böyle bir anlaşmanın olmaması durumunda ilgili devletler arasındaki iş birliği de AİHM'e şikâyet edilmesine neden olan yakalanmanın yasal olup olmadığına karar vermede gözönüne alınması gereken ilgili faktörlerdendir. Devletler arasındaki iş birliği sonucu bir kaçağın teslim edilmesi, tek başına yakalamayı kanuna aykırı kılmamakta ya da bu nedenle madde çerçevesinde bir soruna yol açmamaktadır (Öcalan/Türkiye, B. No: 46221/99, 12/5/2005, § 87). AİHM'e göre ulusal mevzuat kapsamında bir kişinin iadesini engelleyen durumların olması hâlinde iade amacıyla tutulma yasa dışı ve keyfî olacaktır. Örneğin Ukrayna ile ilgili olarak verdiği bir kararda AİHM, Ukrayna kanunlarının Ukrayna vatandaşlarının iadesi veya sınır dışı edilmesini tamamen yasakladığını gözönüne alarak ihlal kararı vermiştir (Garkavyy/Ukrayna, B. No: 25978/07, 18/2/2010, §§ 70, 75). Buna ek olarak yine Ukrayna ile ilgili bir kararında AİHM, Ukrayna mülteci kanunu kapsamında mültecilerin sınır dışı edilemeyeceği veya belli ülkelere zorla iade edilemeyeceklerine ilişkin yasağı dikkate alarak ihlal kararı vermiştir (Dubovik/Ukrayna, B. No: 33210/07, 41866/08, 15/10/2009, §§ 61, 62). İlk davada, başvurucunun uyruğu nedeniyle iade başlangıçtan itibaren yasaklanmış iken ikinci davada başvurucuya mülteci statüsü verilmesi hakkında kararın kesinleşmesi ve bağlayıcılık kazanması anından itibaren tutma hukuka aykırı olmuştur. Bununla birlikte Mahkeme, kişinin devletin sınırları dışına olası nakliyle bağlantılı her türlü risk ve itirazların incelenmesinin sınır dışı etme veya iade etme amacıyla yapılan eylemlerle ilintili olduğunu ancak böyle bir incelemenin -bu tür risklerin ve itirazların haklı olduğunu ve kişinin naklini engelleyebildiğini tespit etse dahi- gelecekte meydana gelecek böyle olası bir sonuç, iade talebi incelemesi derdest olan tutmanın yasallığını tek başına geriye dönük olarak etkileyemeyecektir. Tutma süresi boyunca yetkili makamların amacının başvurucuyu iade etmek olması ve nihai iade için hiçbir yasal veya fiilî engel bulunmaması durumunda, tutma hâli Sözleşme'ye uygun olacaktır (Mokallal/Ukrayna, §§ 42, 43). Bir geçici tedbir kararı nedeniyle sınır dışı etme işleminin yürütülmesinin geçici olarak önlemesi -sınır dışı etmenin hâlâ makamlar tarafından dikkate alınması ve tutma süresinin aşırı uzun olmaması şartıyla- bir tutmayı hukuka aykırı kılmaz (Yoh-Ekale Mwanje/Belçika, B. No: 10486/10, 20/12/2011, § 120). Bununla birlikte ulusal hukuka uygunluk yeterli değildir. Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası, özgürlükten yoksun bırakmada ayrıca bireylerin keyfîliğe karşı korunması amacının da gözönünde bulundurulmasını gerektirir. Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan keyfîlik kavramı, iç hukukla bağdaşmamanın ötesinde bir nitelik taşımaktadır. Zira bir kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılması, ulusal hukuk uyarınca kanuna uygun olsa da keyfî ve bu nedenle Sözleşme'ye aykırı olabilir. Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendi kapsamındaki alıkoyma tedbirinin keyfî olarak nitelendirilmemesi için söz konusu alıkoyma tedbirinin iyi niyetle yapılması, hükûmetin dayandığı alıkoyma gerekçeleriyle yakından ilgili olması, alıkoyma koşullarının ve tedbirinin gerçekleştirildiği yerin uygun olması ve alıkoymanın -amacın gerektirdiğinin ötesinde- makul süreyi aşmaması gerekmektedir ( ve diğerleri/Rusya, B. No: 40081/14 ..., 15/10/2015, § 146). Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendi; bir kişinin sınır dışı edilmek amacıyla tutuklanmasının makul bir şekilde gerekli görülmesini, örneğin suç işlemesini ya da kaçmasını engellemeyi şart koşmamaktadır (Conka/Belçika, B. No: 51564/99, 5/2/2002, § 38). AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendi (c) bendinden farklı bir koruma düzeyi sağlar. (f) bendi uyarınca gerekli olan tek şey, tedbirin sınır dışı etme veya iade işlemlerinin yürütülmesi amacıyla alınmasıdır (Mokallal/Ukrayna, § 35). Dolayısıyla Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendi çerçevesinde ülke dışına çıkarma kararının ulusal hukuka ya da Sözleşme hukukuna göre haklı bir gerekçeye dayanması bu itibarla önemli olmayacaktır (Soldatenko/Ukrayna, § 109). Bir kişinin bu hükme dayanılarak özgürlüğünden mahrum bırakılması da sadece hakkında derdest bir sınır dışı edilme işlemi ya da iade prosedürü olmasıyla haklı çıkarılabilir. Diğer bir deyişle bu bende göre özgürlükten yoksun bırakma tedbiri ancak sınır dışı veya iade işlemleri devam ettiği sürece haklı çıkarılabilir. Bu prosedür, gereken özenle sürdürülmezse tutma Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendine uygun olmaktan çıkar (A. ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 3455/05, 19/2/2009, § 164). Başka bir deyişle bu amaçla tutukluluk süresi makul olarak gerekli olanı aşmamalıdır (Khomullo/Ukrayna, B. No: 47593/10, 27/11/2014, § 52). Ancak Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendi devletlere iade etme amacıyla tutma hâline ilişkin azami bir süre belirleme yükümlülüğü yüklemez (Bordovskiy/Rusya, B. No: 49491/99, 8/2/2005, § 50). AİHM gösterilmesi gereken özenin derecesini belirlemek açısından bir cezanın infaz edilmesi için yapılacak iade ile iade talebinde bulunan devletin şüpheli kişiyi yargılayabilmesi için yapılacak iade arasında ayrım yapmıştır. AİHM’e göre bu son durumda ceza yargılaması devam ederken tutuklu bulunan kişi masum sayılmaktadır. Daha doğrusu bu aşamada, bu kişinin masumiyetini kanıtlamak için ceza yargılaması sırasında savunma hakkını kullanabilme imkânı çok kısıtlıdır ve şüpheli olan kişiyi iade etmesi istenen devletin davanın esasını inceleme yetkisi yoktur. Bu sebepler dolayısıyla ilgili olan kişinin haklarının korunması, iade prosedürünün düzgün bir şekilde işlemesi ve kişinin uygun bir süre içinde yargılanması için kendisine iade talebinde bulunulan devletin ciddi bir özen göstermesi gerekmektedir (Gallardo Sanchez/İtalya, B. No: 11620/07, 24/3/2015, § 42). AİHM görevinin sadece Sözleşme’nin maddesi kapsamındaki prosedürlerde yaptığı gibi iade prosedürünün süresinin genel olarak makul olup olmadığını değerlendirmek değil aynı zamanda prosedürün süresinden bağımsız olarak tutukluluk süresinin takip edilen amaca ulaşmak için gerekli olan makul süreyi geçip geçmediğini de değerlendirmek olduğunu belirtmiştir. Böylece yetkililerin özen göstermeyerek hareketsiz geçirdikleri dönemlerin varlığı hâlinde tutukluluğun devamı meşruluğunu kaybeder. Sonuç olarak tutukluluk süresi boyunca her olayda yetkililerin hareketsiz kalıp kalmadıkları ayrı ayrı değerlendirmelidir (Gallardo Sanchez/İtalya, § 41). Ancak hakkında iade işlemi yapılan kişinin tavır ve davranışlarının sebep olduğu gecikmelerden ilgili devlet sorumlu değildir (Kolompar/Belçika, B. No: 11613/85, 24/91992, §§ 40-43). AİHM suçluların iadesi işlemlerine ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama süreçlerinin adil yargılanma hakkının koruma alanı dışında kaldığını belirtmiştir. Bu kapsamda AİHM yabancıların ülkeye girişleri, ülkede ikamet edişleri ve ülkeden sınır dışı edilmeleri ile ilgili işlem ve yargılama süreçlerinin adil yargılanma hakkı kapsamında bir medeni hak ve yükümlülük veya bir suç isnadının esasının karara bağlanması ile ilgili olmadığını kabul ederek adil yargılanma hakkının belirtilen yargılama süreçleri bakımından uygulanabilir olmadığına hükmetmiştir (Mamatkulov ve Askarov/Türkiye [BD], B. No: 46827/99 ve 46951/99, 4/2/2005, §§ 81-83).
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24280
Başvuru, iade yargılamasındaki tutuklamanın hukuki olmaması ve buna bağlı olarak açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; Yargıtayın çelişkili kararlar vermesi ve tazminat davasının makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması ve tutukluluğa itiraz incelemelerinin duruşmasız yapılması nedenleriyle kişi özgürlüğü ve güvenliği, tutuklu devam edilen yargılamanın makul sürede bitirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/1/2014 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 19/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 31/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 30/4/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular hakkında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca kasten öldürme, kasten öldürmeye teşebbüs ve 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet suçlarını işledikleri şüphesiyle başlatılan soruşturma kapsamında Ramazan, Murat ve Emin Tanrıverdi 28/8/2010, Muhittin ve Salih Tanrıverdi 1/9/2010, Aziz Tanrıverdi ise 14/9/2010 tarihlerinde gözaltına alınmışlardır. Başvurucular Ramazan, Murat ve Mehmet EminTanrıverdi, Diyarbakır Sulh Ceza Mahkemesinin 31/8/2010 tarihli ve 2010/542 Sorgu sayılı kararıyla kasten adam öldürmek ve bu suça iştirak suçundan, Muhittin ve Salih Tanrıverdi Diyarbakır Sulh Ceza Mahkemesinin 2/9/2010 tarihli ve 2010/546 Sorgu sayılı kararıyla kasten adam öldürmek ve bu suça iştirak suçundan, Aziz Tanrıverdi ise Diyarbakır Sulh Ceza Mahkemesinin 15/9/2010 tarihli ve 2010/89 Sorgu sayılı kararıyla kasten adam öldürmek ve bu suça iştirak suçundan tutuklanmışlardır. Mahkeme, tutuklamaya gerekçe olarak "...atılı suçunun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suçun CMK 100'de sayılan katalog suçlardan olması, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması.."nı göstermiştir. Başvurucular hakkında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 28/12/2010 tarihli ve E.2010/11458 sayılı iddianamesi ile Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde atılı suçları işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır. İddianamede hakkında soruşturma yürütülen kişi sayısı altı olup maktul ile birlikte on bir müşteki bulunmaktadır. Soruşturma konusununaile arasında meydana gelen öldürme ve öldürmeye teşebbüs eylemleri olduğu görülmektedir. Söz konusu iddianamede yer alan ifadeler şöyledir:"...şüpheli Salih'in müştekiler Y. ve 'nin kızı Z. ile resmi nikahlı evli olup yaklaşık 10 yıldan beri birlikte yaşadıkları, müştekiler İ., , E. ve A.'nın Z.'nin kardeşleri olduğu, müşteki S.'nın da müştekiler 'nin damadı olduğu, müşteki 'nin Diyarbakır E. Müdürlüğünde, maktul Ö.'nin de Diyarbakır E. Müdürlüğüne bağlı ... Polis Merkez Amirliğinde ... memuru olarak görev yaptıkları, suç tarihinden bir hafta kadar önce şüpheli Salih'in, eşi Zeliha'yı evden kovduğu, Zeliha'nın anne ve babasının evine gitmeyip teyzesi F'nin evine gittiği ve orada kalmaya başladığı, 27/08/2010 günü şüpheli Salih'inkayınvaldesi Yıldız'ın evini telefonla aradığı, telefona çıkan Y'ye "kızın Zehra nasıldır" diye sorduğu, Yıldız'ın da Salih'e kızının yanında olmadığını söylediği, daha sonra Salih'in kayınvaldesi Yıldız'a "kızından boşanacağım, çocuğumu kızından aldım, çocuğa annem bakıyor" diye söylediği, Salih'in bu telefon konuşması üzerine Y.'nın kızının kocasının yanında olmadığını öğrendiği, bunun üzerine aynı gün dokuzçeltik köyünde ikamet eden tanık olan kız kardeşi F'yi aradığı, kızı Zeliha'nın F. ile H.'nin birlikte yaşadığı Dokuzçeltik köyünde olduğunu öğrendiği, aynı gün akşamı Y.'nın evinde eşi, çocukları ve damatları ile birlikte iftar açtığı, iftar sonrası müşteki Y.ınn damatları Salih'in kızı Zeliha'yı evden kovduğunu, kızının yaklaşık 1 haftadan beri H.'nin evinde olduğunu, eşine, çocuklarına ve diğer aile bireylerine söylediği, ablaları Zeliha'nın eniştesi Salih tarafından evden kovulduğunu, teyzesinin evinde bir haftadır kaldığını öğrenen müşteki Abdullah da büyük ablasının eşi olan eniştesi müşteki Sabri'ye "birlikte gel beraber gidelim, başımızda büyük ol, bu sorunu çözelim" dediği, babası 'ye de "baba hep beraber gidelim, bu işin arasını bulalım" dediği, bunun üzerine 27/08/2010 günü iftar sonrasında müşteki S.A.'nın kullandığı ... plakalı minübüs ile diğer müştekiler E., Y.E., A.E., E., İ.H.E., E.'nin birlikte H.T.'nin evine saat 20:00 sularında gittikleri, bilgi sahibi H.T.'nin de oğlu MEHMET TANRIVERDİ'yi Salih Tanrıverdin'in babasının evine göndererek Salih'in babasını evlerine ailesorunu konuşmak için çağırdığı, bir süre sonra da şüpheliler Salih ve Muhittin Tanrıverdi'nin eve geldiği, müşteki Davut'un Salih ve Muhittin'e "büyüklerin yok mu senin neden büyüklerini getirmedin, gelsin onlarla konuşalım" dediği, müşteki Sabri'nin de Salih ve Muhittin'e "bak biz geldik sen de büyüklerini çağır, konuşalım" dediği, bunun üzerineMuhittin'in de Sabri'ye sert çıkarak "sen bizim işimize karışma, senin işin değil" diyerek sinkaflı sözlerle hakaret ettiği, bunun üzerine tartışma çıktığı, tartışma sırasında Medeni'nin Salih'e vurduğu, Salih'in burnunun kırıldığı, Salih'in elini beline attığı, diğer şahısların da Salih'in üzerine çullanarak tabancayı Salih'in elinden aldıkları, kavga sonrasında müştekilerin aynı araçla Hüseyin'nin evinden ayırıldıkları, müşteki Sabri'nin Salih'ten aldıklarıtabancayı da yanına alıp götürdüğü, evdenayrıldıkları sırada ... plakalı aracın camlarının taşlanmak suretiyle kırıldığı, bu olaylarla ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılığının ...nolu sırasında soruşturma yürütüldüğü, bu olaylar üzerine olay sırasındaburnu kırılan Salih Tanrıverdi ve yaralanan Muhittin Tanrıverdi'nin Diyarbakır Devlet Hastahanesi aciline giderek tedavi oldukları, hastahanede Muhittin ve Salih'in polis tarafından olaya ilişkin olarak beyanlarının alındığı, Salih ve Muhittin Tanrıverdinin tedavileri bitmeden hastahaneyi izinsiz olarak terk ettikleri, Hüseyin Tanrıverdi'nin evinde meydana gelen olayla ilgili olarak ... Polis Merkezinde görevli polis memuru K.Ö'nin E'ninkullandığı ... numaralı telefonunu 28/08/2010 günü saat 01:00 sularında arayarak haklarındaşikayet olan diğer şahıslar ile birlikte ... Polis Merkezine gelmelerini söylediği, müşteki Medeni'nin de arabalarının camının kırık olduğunu söylemesi üzerine tekrar gelmelerini söylediği, bunun üzerine müştekiler E., A.E., Y.E., İ.H.E., E. ve E.'nin birlikte S.A.'nın kullandığı ... plakalı minübüs ile ... Polis Merkezine geldikleri, bu şahısların adli raporlarının alınması için müşteki Ö.Ç. ve maktul Ö. Y.'nin ekip şefi K.Ö. tarafından görevlendirildikleri, rapor alınacak şahısların sayısının çokluğu nedeniyle müşteki S.A.'nın kullandığı ... plakalı aracın ön kısmına sivil giyimli polis memuru Ö.Ç. ve E.'nin bindikeri, diğer müştekiler Y., İ.H., , ve A.E. ile maktul polis memuru ÖZKAN'ınminübüsün arka kısmına bindikleri, S.A'nın kullanımında doktor raporlarını almak üzere Devlet Hastahanesine doğru gitmek için hareket ettikleri, Elazığ yoluna çıkmak üzere seyir halinde iken Elazığ yoluna yaklaşık 50-60 metre mesafe kaldığı sırada Müştekilerin içinde bulunduğu araca 7-8 el ateş edildiği, bu aracın... plakalı beyaz renkli renault toros marka araç olduğunun soruşturma kapsamında tespit edildiği, ateş edilmesi üzerine Müşteki Ö.'nün minübüste bulunanlara yere yatmalarını, minübüsü kullanan S.A.'ya da devam etmesini söylediği, tam Elazığ yoluna çıktıkları sırada yine bu minübüse karşı taraftan 2-3 el ateş edilmesi üzerine müşteki Ö.'nünminübüsü kullanan Sabri'ye durmadan yola ters yönde devam etmesini söylediği, müştekilerin kullandığı minübüsün ters yönde Diyarbakır istikametine doğru hızlı ilerledikleri sırada şüpheli Ramazan Tanrıverdi'nin kullandığı ... plakalı olduğu tespit edilen koyu renkli Nissan marka pikapın kendilerini takip ettiklerini ve bu araçtan da ateş edildiğinigördükleri, müşteki Ö.'nünde ekip şefi K.Ö.'yü telefon ile arayarak kullandıkları araca silahla saldırı olduğunu bildirdiği, bu sırada müştekilerin bulunduğu aracasilahlarlaateş edilmeye devam olunduğu, her iki aracın müştekilerin bulunduğu aracı takip ettikleri, aracın arka kısmında oturan İ.H.E.'nin yanında bulunan maktul polis memuru Ö.Y.'nin kafasından kan geldiğini görünce, polis memurunun vurulduğunu söylediği, bu sırada müşteki Ö.'nün de yanında bulunan tabanca ile saldırının geldiği yöne doğru ateş ettiği, Nissan marka pikapın kendi araçlarına paralel olacak halde geldiğini görünce içinde bulunduğu aracın camını kırmaya çalıştığı, ancak kıramadığı, bu sırada da ... plakalı minibüse ateş edildiği, Askeri Hastane civarına gelindiği sırada müşteki Ö.'nün minibüs sürücüsü Sabri'ye nerede olduklarını sorduğu, Askeri Hastahanenin yakınında olduklarını öğrenince Sabri'ye Askeri Hastahaneye girmesini söylediği, ve müştekilerin Askeri Hastahaneye girdikleri, maktul Özkan'ın ilk tedavisinin Askeri Hastahanede yapıldığı, Özkan'ın29/0802010 günü Diyarbakır Devlet hastansinde vefat ettiği, yapılan otopsi raporuna göre Özkan'ın teşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı kafatası kemik kırıkları ile birlikte beyin kanaması beyin dokusunun harabiyeti ve buna bağlı gelişen komplikasyonlar sonucu öldüğü, soruşturma kapsamında şüpheli SALİH TANRIVERDİ'nin evinde yapılan aramada kuğulu marka 12 mm çapında ... seri numaralı av tüfeği ele geçirildiği, olay sırasında şüpheli Ramazan Tanrıverdi'nin kullandığı ... plakalı Nissan marka aracın Elazığ yolu üzerinde bulunan açık otopark yanındaki yediemin otoparkında gizlenmiş vaziyette bulunduğu, şüpheli Mehmet Emin Tanrıverdi'nin kullandığı ... plakalı aracın da içerisinde Mehmet Emin Tanrıverdi olduğu halde birinci sanayi de yakalandığı, yine şüpheli Mehmet Emin Tanrıverdi'nin aracının 28/08/2010 günü saat 02:10 sularında iplik yediemin otoparkında görüldüğü, bu otoparka ilişkin kamera görüntülerinde gözüken Murat Tanrıverdi, Mehmet Emin Tanrıverdi ve Ramazan Tanrıverdi isimli şahıslar ile Salih Tanrıverdi, Muhittin Tanrıverdi ve Aziz Tanrıverdi isimli şahısların otoparktaki görevli görgü tanığı S.K. isimli şahıs tarafından canlı olarak ve gıyabında yapılan fotoğraf teşhis tutanağı ile teşhis edildiği, 01/09/2010 ve 28/08/2010 tarihli canlı teşhis tutanakları ileFotoğraftan teşhis tutanaklarına göre 28/08/2010 günü saat 02:10 daşüpheliler Mehmet Emin Tanrıverdi, Salih Tanrıverdi, Muhittin Tanrıverdi, Aziz Tanrıverdi veMurat Tanrıverdi isimli şahısların olayın hemen öncesinde toros marka araç ile yediemin otoparkının önüne geldiklerinin anlaşıldığı, yine şüpheli Ramazan Tarnıverdi'nin de saat 02:05 sularında köyde kavga olduğunu söyleyerek Nissan marka pikap ile iplik yediemin otoparkından ayrıldığı, 03/09/2010 tarihli Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarının ekspertiz raporuna göre, hakkında ek takipsizlik kararı verilen Ö.Ç.'nin kullandığı tabanca dışında olay sırasında 3 adet av tüfeği ile iki adet tabancanın kullanıldığının tespit edildiği, olay yerinde ele geçirilen 6 adet av tüfeği kartuşunun şüpheli Salih Tanrıverdi'nin evinde yapılan aramada ele geçirilen ... seri numaralı av tüfeğinden atıldığının belirlendiği, şüphelilerden Mehmet Emin Tanrıverdi'nin savunmasındaolay sırasında toros marka ... plakalı aracı kendisinin kullandığını, Salih Tanrıverdi'nin av tüfği ile müştekilerin bulunduğu araca ateş ettiğini, müştekilere ait beyaz renkli minübüsün arkasından bir süre gittiklerini beyan ettiği, şüpheli Ramazan Tanrıverdi'nin de beyanında, olay sırasında ... plakalı Nissan marka aracı kendisinin kullandığını, köyde ilk olay olduğunu duyduktan sonra köye geldiğini, Muhittin ile Murat'ı köyden arabasını alarak Elazığ yolu üzerindeki Toplukonut caddesine geldiklerini, Murat ve Muhittin'i arabadan indirdiğini, her ikisinin "biz bunları öldüreceğiz" diye söylediğini duyduğunu, bir süre sonra da Mehmet Emin Tanrıverdi ile Salih Tanrıverdinin Toros marka araç ile aynı yere geldiklerini, kendisinin tekrar işyerine döndüğünü, işyerinde ikentekrar kendisine telefon geldiğini, Toki kavşağına gelmelerini söylediğini, arayanın kim olduğunu bilmediğini, bunun üzerine iş yerinden çıkıp Toki kavşağına geldiğini, Aziz Tanrıverdi'yi Mehmet Emin Tanrıverdi ve Salih Tanrıvverdinin yanında gördüğünü, bu sırada silah seslerini duyduğunu, beyaz renkli dolmuşun da kavşağa geldiğini, Murat ve Muhittin'in de kendi arabasına bindiklerini, beyaz renkli minübüsün önlerinden geçip Elazığ caddesine Diyarbakır şehir merkezi istikametine doğru ters yönden girdiğini bu aracı peşinden takip ettiklerini, Muhittin Tanrıverdi'nin aracın camını açarak tabanca ile minübüse ateş ettiğiniaçıkçabelirttiği,müştekilerin içerisinde bulunduğu araca çok sayıda mermi isabet ettiğinin, yine şüphelilerin ateş ettikleri yerde çok sayıda av tüfeği fişeği ve boş kovanların ele geçirildiğinin olay yeri inceleme raporlarından anlaşıldığı böylece şüphelilerin ortak hakimiyet kurarak ... plakalı araçta bulunan şahıslara doğru doğrudan kasıt ile hedef ayırmaksızın ateş ettikleri, sonuçta araçta bulunan şahıslardan Ö.Y.'nin öldüğü, ... plakalı şüpheli Murat Tanrıverdi'ye ait aracı kullandığı sabit olan şüpheli MEHMET EMİN TANRIVERDİ ile ...plakalı Nissan marka pikapı kullanan RAMAZAN TANRIVERDİ isimli şahısların öldürme fiili içersinde aracı kullanma eylemlerinin kurucu unsur olduğu, dolayısıyla araç sürücülerinin de olaya doğrudan iştirak ettikleri, suçun işlenmesinde araçların kullanılmasının zorunlu olduğu, bu nedenle müsadere edilmeleri gerektiği, müştekilerin beyanları, şüphelilerin çelişkili beyanları, ev arama tutanağı, dosya içerisinde bulunan canlı teşhis tutanakları ve cd leri, olay yeri inceleme raporları, olay yeri basit krokileri, kriminal polis laboratuvarlarının raporları, tanık S.K'nin beyanı, diğer tanık beyanları, ve tüm soruşturma evrakı kapsamından tüm şüphelilerin Maktul Ö.Y'ye yönelik kasten adam öldürme, diğer müştekiler Ö.Ç.,E., Y.E., A.E., E., İ.H. E., S.A. ve E'ye yönelikkasten adam öldürmeye teşebbüs, ayrıca şüpheli Muhittin TANRIVERDİ nin 6136 sayılı yasaya muhalefet suçlarını işledikleri..." Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 1/3/2011 tarihli birinci celsedebaşvurucuların "...üzerlerineayrı ayrı atılı suçlarınınniteliğine , mevcut delil durumunagöre üzerlerineatılısuçuişlediklerine ilişkin kuvvetlisuçşüphesinin varlığını gösteren olgular mevcut bulunduğundan ve delillerikarartmaşüphesiolduğu.."gerekçesiyle tutukluluklarının devamına itiraz yolu açık olmak üzere karar vermiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 1/11/2012 tarihli on birinci celsede başvuruculardan Ramazan ve Mehmet Emin Tanrıverdi'nin "üzerlerine atılı suçunvasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu,suçvasfınındeğişmeihtimali ve tutuklu kaldıkları süre"yi dikkate alarak tahliyelerine karar vermiştir. Buna karşılık Mahkeme, diğer başvurucuların "üzerlerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, tutuklulukta geçirdikleri süre, öngörülen cezanın üst sınırı, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular ileadli kontroltedbirlerininyetersizkalacağı" gerekçesiyle tutukluluklarının devamına karar vermiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 11/12/2013 tarihli ve E.2011/12, K.2013/486 sayılı kararı ile başvurucular hakkında tamamlanmış kasten öldürme suçundan ayrı ayrı 25 yıl, sekiz ayrı öldürmeye teşebbüs eylemi nedeniyle her bir eylem için ayrı ayrı 10 yıl hapis cezası ile cezalandırılmalarına; ayrıca Muhittin Tanrıverdi'nin 6136 sayılı Kanun'a muhalefet eylemi nedeniyle 500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve buna ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Mahkeme; Muhittin, Aziz, Murat ve Salih Tanrıverdi hakkındaayrıca "...verilen ceza miktarı ve bu ceza ile ölçülü olduğu..." gerekçesiyle tutukluluk hâllerinin devamına itiraz yolu açık olmak üzere karar vermiştir. Bu karar, başvurucuların müdafileri huzurunda açıklanmıştır. Başvurucular10/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bozmadan önceki yargılama sürecinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince toplam on sekiz duruşma yapılmıştır.Tanık dinlenmesi, bilirkişi incelemesi yapılması, Adli Tıp Kurumundan rapor alınması, Cumhuriyet Savcılığından mütalaa alınması, bu mütalaaya karşı sanık avukatlarının savunmada bulunmak istemesi ve sanık avukatlarının mazerette bulunmaları nedeniyle duruşmaların ertelendiği tespit edilmiştir. Başvurucuların temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 9/7/2015 tarihli kararıyla Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 1/12/2013 tarihli ve E.2011/12, K.2013/486 sayılı kararını bozmuştur. Bozma kararının gerekçesi şöyledir: "...Sanıklardan birisinin savunulmasının diğer sanıklar yönünden savunmada zaafiyet yarattığının anlaşılması durumunda; sanıklar arasında menfaat uyuşmazlığı bulunduğunun kabulü gerektiğinden; aynı kasten öldürme ve kasten öldürmeye teşebbüs suçlarından yargılanan, yakın akraba olan sanıklar (...) arasında menfaat uyuşmazlığının gerçek anlamda kalktığından söz edilemeyeceği anlaşılmakla; kendileri tarafından belirlenecek veya baro tarafından atanacak ayrı ayrı müdafiiler tarafından savunmalarının yapılması gerektiğinin düşünülmemesi suretiyle 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 38/1 ve 5271 sayılı CMK’nun maddelerine aykırı davranılması,Sanık Salih müdafiinin beyanı ile cezaevindeki tedavi evrakları nazara alınarak yüklenen suçların hukuki anlam ve sonuçlarını algılama veya bu fiillerle ilgili davranışlarını yönlendirme yeteneğini ortadan kaldıran yahut azaltan bir akıl hastalığına duçar olup olmadığı konusunda TCK'nun maddesine uygun olarak rapor aldırılmadan bu sanık hakkında yazılı şekilde hükümler kurulması,Olaydan önce sanıklar Salih ve Muhittin’in dövülmeleri ile ilgili olduğu belirtilen ve iddianamede yer verilen Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/21489 soruşturma nolu evrakı ile açılmış kamu davası varsa dosyanın, verilmiş ise kararın ve ilgili belgelerinin getirilmesinden, ilk haksız hareketin hangi taraftan kaynaklandığının tespit edilmesinden sonra sanıkların polis memurları maktül Özkan ve mağdur Cumali Özgür dışında kalan mağdurlara yönelik eylemleri yönünden TCK’nun maddesinin tartışılması suretiyle hukuki durumlarının değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeyerek eksik inceleme sonucu yazılı biçimde mahkumiyet kararları veril [miştir]." Bozma sonrası davanın Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 2015/204 esasına kaydı yapılmış ve Mahkeme 11/9/2015 tarihinde dosya üzerinden yapılan incelemede başvurucular Salih, Muhittin, Murat ve Aziz Tanrıverdi'nin "...üzerlerine atılı suça ilişkin soruşturma aşamasında toplanan deliller dikkate alındığında, henüz tüm delillerin toplanmamış oluşu, üzerlerine atılı suça ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması ve halen devam etmesi, 5271 sayılı CMK.nun maddesinde sayılan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde tutuklama nedenlerinin varsıyabildiği, tutuklulukta geçen süre, atılı suçun ağırlığı ve yasadaki yaptırımı, atılı suçun 5271 sayılı CMK.nun 100/3 maddesinde sayılan suçlardan bulunması, atılı suçun niteliği itibariyle 5271 sayılı CMK.nun maddesinde belirtilen "adli kontrol" hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, sanıkların üzerlerine atılı eylem karşısında tutuklama kararı verilmiş olmasının ölçülü ve gerekli oluşu, serbest bırakılmaları halinde kovuşturmadan kaçma şüphelerinin bulunması..." gerekçesiyle tutukluluk hâllerinin devamına ve duruşma gününün 5/11/2015 tarihine bırakılmasına karar vermiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 5/11/2015 tarihli duruşmada başvurucuların azami tutukluluk süresinin aşıldığı gerekçesiyle yaptıkları tahliye taleplerini "...Sanıklar ve müdafiilerinin uzun tutuklamaya ilişkin ve tahliyeye müteallik taleplerinin mahkememizce 11/12/2013 tarihinde hüküm verildiği, sanıkların bu tarihten sonra hüküm özlü kabul edildikleri, Yargıtay Ceza Dairesince 09/07/2015 tarihinde bozma ilamı verildiği, mahkememizin bozma sonrası 2015/204 esas sayılı dosya numarası alan yargılamada tensip zaptının 11/09/2015 tarihinde tanzim edildiği dikkate alınarak, sanıkların 5271 sayılı CMK 102/3 maddesindeki uzatma sürelerinin geçtiğine ilişkin taleplerinin reddine, Sanıklar Muhittin Tanrıverdi, Salih Tanrıverdi, Aziz Tanrıverdi ve Murat Tanrıverdi'nin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, tutuklulukta geçirdikleri süre, öngörülen cezanın alt ve üst sınırı ile tüm dosya kapsamı dikkate alındığında sanık hakkında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu, isnat edilen suçlamanın CMK'nun 100 maddesindeki katalog suçlardan olması, adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı hususları dikkate alınarak sanıkların tutukluluk hallerinin devamına," gerekçeleriyle reddetmiş ve tutukluluk durumlarının 27/11/2015 ve 23/12/2015 tarihlerinde değerlendirilmesine karar vermiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 8/3/2016 tarihli bozma sonrası yapılan duruşmada başvurucuların tahliye taleplerini "...sanıkların üzerlerine atılı suça ilişkin gerek soruşturma aşamasında toplanan deliller, gerekse Yargıtay bozma ilamından önceki kovuşturma aşamasında toplanan dikkate alındığında; kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması ve halen devam etmesi, 5271 sayılı CMK'nun maddesinde sayılan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde tutuklama nedenlerinin varsayılabildiği, tutuklulukta geçen süre yönünden Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2011/1-51 esas 2011/42 karar sayılı 12/04/2011 tarihli kararı, yine atılı suçun ağırlığı ve yasadaki yaptırımı, atılı suçun 5271 sayılı CMK'nun 100/3 maddesinde sayılan suçlardan bulunması, atılı suçun niteliği itibariyle 5271 sayılı CMK'nun maddesinde belirtinen "adli kontrol "hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, sanıkların üzerine atılı eylem karşısında tutuklama kararı verilmiş olmasının ölçülü ve gerekli oluşu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ve maddeleri kapsamında tutuklama koşullarının oluşması neticesi tutuklama kararı verildiğide görülerek..." gerekçesiyle reddetmiş; tutukluluk durumlarının 28/03/2016 ve 15/04/2016 günlerinde dosya üzerinden değerlendirilmesine karar vermiştir. Başvurucular hakkındaki dava, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde derdest olup bir sonraki duruşma 3/5/2016 tarihine bırakılmıştır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir:"(1) Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"(1) Kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulur.(2) Suça teşebbüs halinde fail, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığına göre, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onüç yıldan yirmi yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine dokuz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarındakuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Kasten öldürme (madde 81, 82, 83)…(4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir.(3) Dosya bölge adliye mahkemesine veya Yargıtaya geldiğinde salıverilme istemi hakkındaki karar, bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay ilgili dairesi veya Yargıtay Ceza Genel Kurulunca dosya üzerinde yapılacak incelemeden sonra verilir; bu karar re'sen de verilebilir."
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/580
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması ve tutukluluğa itiraz incelemelerinin duruşmasız yapılması nedenleriyle kişi özgürlüğü ve güvenliği, tutuklu devam edilen yargılamanın makul sürede bitirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, karbonmonoksit zehirlenmesi sonucu meydana gelen ölüm olayı üzerine açılan tazminat davasının makul sürede tamamlanmayarak hatalı bir değerlendirme sonucu reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve ölüme sebebiyet verdiği ileri sürülen şofbenlerin yetkili makamlar tarafından toplanmamış olması nedeniyle de yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 29/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun eşi ile kızı 12/12/2005 tarihinde evlerinde banyo yapmakta iken karbonmonoksit zehirlenmesi sonucu vefat etmiştir. Bağcılar Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma sonucunda banyoda bulunan şofbenin sönmesinin ölüme sebep olduğunun tespit edildiği ve 2006 yılında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği anlaşılmaktadır. Başvurucu 13/10/2016 tarihinde, eşi ile kızının evdeki tüp ile şofbenin birlikte kullanılmasıyla elde edilen sıcak suyla banyo yaparken CO intoksikasyon (karbonmonoksit zehirlenmesi) sonucu ölmüş olduğunu belirterek destekten yoksun kalma tazminatı ve manevi tazminat talebiyle İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinde, kullanılan tüp ile şofbenin üretici firmaları ile tüp gaz zorunlu sorumluluk sigortacısı aleyhine dava açmıştır. İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesi 30/4/2009 tarihinde, olayda kullanılan tüp ya da şofbende kaçak veya imalat hatası olup olmadığının başvurucu tarafından tüp ve şofbenin muhafaza edilmemesi nedeniyle tespit edilemediği, tüp ve şofbenin bozuk, ayıplı imal edildiği yönünde bir delile de ulaşılamadığı, tüpte gaz kaçağı, yangın, infilak oluşmaması nedeniyle "Tüp Gaz Zorunlu Sorumluluk Sigortası Genel Şartları" uyarınca sigorta şirketinin sorumluluğunun bulunmadığı, başvurucu tarafından Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun hükümleri uyarınca kusursuz sorumluluk ilkesine dayanılmış ise de olayda imalat hatasının kanıtlanamamış olduğu gerekçeleriyle davanın reddine karar vermiştir. Yargıtay Hukuk Dairesince 7/3/2011 tarihinde, ölüm nedeninin karbonmonoksit zehirlenmesi olduğunun sabit olması karşısında bu sonuca nelerin sebep olabileceği yönünde bir tabip bilirkişisinin de aralarında olduğu bilirkişi heyetinden rapor alınıp neticesine göre karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle anılan karar bozulmuştur. İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesince aldırılan bilirkişi kurulu raporunda; ölüm olayının meydana gelmesinin hemen ardından düzenlenen Adli Tıp raporuna göre ölüm nedenlerinin karbonmonoksit zehirlenmesi olduğunun sabit olduğu, bu sonucun tüp gaz sızıntısına bağlı olarak meydana gelmeyeceğinin tıbben bilinmekte olduğu, anılan sonucun şofbenin fonksiyonlarının tam olarak yerine getirmemesi ve gazın tam olarak yanmaması durumunda ortamdaki oksijen yetersizliği durumunda ya da baca ve havalandırma yoluyla dışarı atılması gereken ürünün havalandırmadaki yetersizlik, tıkanıklık ya da rüzgâr gibi nedenlerle ortama yayılması durumunda ortaya çıkabileceği, şofben ve baca sistemi üzerinde bir inceleme yapılmamış olması nedeniyle somut olayda bu olasılıklardan hangisinin gerçekleşmiş olduğu tespitinin yapılamadığı belirtilmiştir. İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesince 6/5/2013 tarihinde, tüp içinde likit hâlde bulunan propan ve bütan karışımının ortama yayılmasının karbonmonoksit zehirlenmesine sebebiyet vermesinin mümkün olmaması nedeniyle tüp gaz üreticisi firmanın ölüm olayından sorumlu olma imkânı bulunmadığı, sigorta şirketinin sorumlu olabilmesi için ise tüpün bulunduğu yerde infilak etmesi, gaz kaçırması, yangın çıkarması sonucu zararın oluşması gerektiği, şofbende imalat hatası olduğu yönünde de bir tespit bulunmadığı, kusursuz sorumluluk ilkesinin ise ancak imalat hatası bulunması hâlinde uygulanabileceği gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesince 1/7/2014 tarihinde onanan karar kesinleşmiştir.Anılan karar 14/8/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu otuz günlük başvuru süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Bir bina veya imal olunan herhangi bir şeyin maliki, o şeyin fena yapılmasından yahut muhafazadaki kusurundan dolayı mesul olur. " 23/2/1995 tarihli ve 4077 sayılı mülga Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:"Ambalajında, etiketinde, tanıtma ve kullanma kılavuzunda ya da reklam ve ilânlarında yer alan veya satıcı tarafından bildirilen veya standardında veya teknik düzenlemesinde tespit edilen nitelik veya niteliği etkileyen niceliğine aykırı olan ya da tahsis veya kullanım amacı bakımından değerini veya tüketicinin ondan beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler içeren mallar, ayıplı mal olarak kabul edilir.Tüketici, malın teslimi tarihinden itibaren otuz gün içerisinde ayıbı satıcıya bildirmekle yükümlüdür. Tüketici bu durumda, bedel iadesini de içeren sözleşmeden dönme, malın ayıpsız misliyle değiştirilmesi veya ayıp oranında bedel indirimi ya da ücretsiz onarım isteme haklarına sahiptir. Satıcı, tüketicinin tercih ettiği bu talebi yerine getirmekle yükümlüdür. Tüketici bu seçimlik haklarından biri ile birlikte ayıplı malın neden olduğu ölüm ve/veya yaralanmaya yol açan ve/veya kullanımdaki diğer mallarda zarara neden olan hallerde imalatçı-üreticiden tazminat isteme hakkına da sahiptir." Tüp Gaz Zorunlu Sorumluluk Sigortası Genel Şartları'nın maddesi şöyledir:"Bu sigorta, Likit Petrol Gazı (LPG) tüpleyen firmaların, doldurdukları veya doldurttukları ve yetkili bayileri vasıtasıyla veya doğrudan doğruya tüketiciye intikal ettirdikleri tüplerin kullanılmak üzere bulundurdukları yerlerde infılaki, gaz kaçırması, yangın çıkarması sonucu (kusurları olsun veya olmasın) verecekleri bedeni ve maddi zararlara karşı sorumluluklarını, aşağıdaki şartlar dairesinde temin eder.... Zarar meydana geldiğinde sigorta ettirenin kusurlu olup olmadığına bakılmadan zarara uğrayan üçüncü şahısların tazminatı ödenir. Zararın LPG tüpünün takılması sırasında servis hatasından, kullanıcının kullanma hatasından, tüpün imalat hatasından, dolum hatasından, hortum, kelepçe, dedantör, cihaz, musluk hatalarından meydana gelmesi durumu değiştirmez."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14436
Başvuru, karbonmonoksit zehirlenmesi sonucu meydana gelen ölüm olayı üzerine açılan tazminat davasının makul sürede tamamlanmayarak hatalı bir değerlendirme sonucu reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve ölüme sebebiyet verdiği ileri sürülen şofbenlerin yetkili makamlar tarafından toplanmamış olması nedeniyle de yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, malik olunan yapının depremde yıkılması nedeniyle uğranılan zararın giderilmesi için açılan tam yargı davasında hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 27/6/2012 tarihinde idare mahkemesinde açtığı davanın yargılaması 13/12/2018 tarihinde tamamlanmıştır. Başvurucu, ıslah talebi incelenmeden delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ile yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/11825
Başvuru, malik olunan yapının depremde yıkılması nedeniyle uğranılan zararın giderilmesi için açılan tam yargı davasında hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yurt dışına çıkış yasağı şeklindeki adli kontrol tedbirine karar verilmesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğini iddiasına ilişkindir.A. Bireysel Başvuruya Konu Süreç Başvurucu ile diğer şüpheliler hakkında Devrimci Halk Kurtuluş Partisi/Cephesi (DHKP-C) silahlı terör örgütüne üye olma suçundan soruşturma başlatılmış ve başvurucu 10/12/2018 tarihinde gözaltına alınmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) başvurucunun adli kontrol altına alınarak yurt dışına çıkışının yasaklanmasına ve belirlenen yere imza karşılığında başvurmasına karar verilmesini talep etmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) 18/12/2018 tarihinde anılan talebin kabulüne ve yüklenen suçun niteliği ile mevcut delil durumuna göre başvurucunun 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin (3) numaralı fıkrasının (a) ve (b) bentleri uyarınca haftada bir gün kolluk birimine imza karşılığı başvurmasına ve yurt dışına çıkışının yasaklanmasına karar vermiştir. Başsavcılık 20/3/2019 tarihinde başvurucu hakkındaki adli kontrol nedeninin ortadan kalktığı gerekçesiyle belirlenen yerlere imza karşılığı başvurma şeklindeki adli kontrol tedbirinin resen kaldırılmasına karar vermiştir. Anılan soruşturma sonucunda Başsavcılık 14/5/2019 tarihli iddianame ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası ile 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca cezalandırılmasını talep etmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 13/5/2019 tarihinde düzenlediği Tensip Tutanağı ile başvurucunun üzerine atılı suçun niteliği, mevcut delil durumu dikkate alınarak yurt dışına çıkışının yasaklanmasına ilişkin adli kontrol tedbirinin devamına karar vermiştir. Başvurucu 26/7/2019 tarihinde Mahkemeye sunduğu dilekçesinde; adli kontrol tedbirinin gerekçesiz olduğunu, Devlet Su İşleri Müdürlüğünde mühendis olarak çalıştığını, gerek işi nedeniyle gerekse aile üyelerinin büyük kısmının yurt dışında yaşaması nedeniyle sık sık yurt dışına seyahat ettiğini beyan etmiştir. Dilekçede, mensubu olduğu Enerji, Sanayi ve Maden Kamu Emekçileri Sendikası ile bağlantılı Kamu Hizmetleri Enternasyonali (PSI) isimli uluslararası sendika tarafından 19/8/2019-20/8/2019 tarihlerindeki toplantı için Fransa'ya davet edildiğini bildirerek orantısız şekilde uygulanan adli kontrol tedbirinin kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Başvurucu 24/10/2019 tarihinde Mahkemeye sunduğu dilekçe ile adli kontrolün kaldırılması talebini yinelemiş ayrıca 19/11/2019-21/11/2019 tarihleri arasında düzenlenecek uluslararası inşaat mühendisleri konferansına makale sunmak üzere davet edildiğini ve tedbirin devamı hâlinde bu organizasyona katılamayacağını bildirmiştir. Mahkeme, aynı tarihli duruşmada başvurucu hakkındaki delillerin henüz tam olarak toplanmadığı gerekçesi ile talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu 30/12/2019 tarihinde yeniden adli kontrol kararının kaldırılması talebinde bulunmuştur. Dilekçede; 16/1/2020-17/1/2020 tarihlerinde PSI isimli uluslararası sendika tarafından yeniden Fransa'ya davet edildiğini, ayrıca ailesinin büyük kısmının yurt dışında yaşaması nedeniyle her yıl birkaç kez ülke dışına seyahat etmesine rağmen adli kontrol tedbiri nedeniyle bu imkândan yoksun kaldığını beyan etmiştir. Mahkeme, 31/12/2019 tarihinde başvurucunun hukuki durumunda bir değişiklik olmadığı gerekçesiyle talebin reddine karar vermiştir. Başvurucunun itirazı, Ankara Ağır Ceza Mahkemesince 3/1/2020 tarihinde kararın usul ve kanuna uygun olduğu gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 6/1/2020 tarihinde öğrendikten sonra 3/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Bireysel Başvuru Sonrası Süreç Başvurucu hakkındaki yargılamanın ve adli kontrol kararının devam ettiği görülmüştür. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/4579
Başvuru, yurt dışına çıkış yasağı şeklindeki adli kontrol tedbirine karar verilmesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğini iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı ile yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Hatice Çalış, doğum sancılarının başlaması üzerine 16/12/2005 tarihinde (saat 30 civarı) Düzce Dr. Tandoğan Tokgöz Devlet Hastanesine (Hastane) başvurmuştur. Hastaneye yatırılan başvurucunun muayenesi Dr. H.K. tarafından yapılmıştır. Normal doğum yapmasına karar verilmesi üzerine aynı gün (saat 00 civarında) ebe gözetiminde yapılan doğum esnasında bebekte omuz takılması yaşanması üzerine önce diğer ebelerden yardım istenmiş, daha sonra nöbetçi Dr. H.E.ye haber verilmiştir. Yapılan müdahale sonucu başvurucular Hatice ve Zeki Çalış'ın 000 g ağırlığında Yusuf Yasin isimli bebekleri dünyaya gelmiştir.A. Ceza Yargılamasına İlişkin Süreç Doğumu gerçekleştiren sağlık personelinin hatalı müdahaleleri sonucu başvurucu küçüğün sol kolunun kırıldığını ve küçükte uzuv tatili oluştuğunu iddia eden başvurucular, Dr. H.E. ve ebe den şikâyetçi olmuşlardır. Düzce Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) yürütülen soruşturma sonucunda 17/5/2010 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Soruşturma kapsamında alınan Adli Tıp Kurumu Adli Tıp İhtisas Kurulunun 27/1/2010 tarihli raporu (Kurul raporu) karar gerekçesine dayanak yapılmıştır. Kurul raporunda; incelenen tıbbi belgelerde dördüncü normal doğumunu yapan başvurucu Hatice Çalış'ın 000 g ağırlığında erkek bebek dünyaya getirdiği, doğumda bebeğin omzunun takıldığı, sol humerusunun zedelendiği, konsültasyon hekimi tarafından sol kolunun alçıya alındığı ve annenin bir gün sonra şifa ile taburcu edildiğinin kayıtlı olduğu belirtilmiştir. Yine tıbbi belgelerden başvurucu Yusuf Yasin Çalış'ın brakial pleksus yaralanması tanısı ile 25/7/2006 tarihinde Marmara Üniversitesi Hastanesine yatırıldığı ve 30/5/2006 tarihinde Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi Bölümünde sinir grefti ile onarım yapıldığının ifade edildiği, ayrıca Düzce Üniversitesi Nöroloji Bölümünde 28/8/2008 tarihinde çekilen EMG sonucunda düzenlenen raporda brakial pleksopati ön tanısına ilişkin değerlendirmeler ile Kurulun 28/11/2008 tarihli muayene sonucuna yer verildiği anlaşılmaktadır. Adli ve tıbbi belgelerin incelenmesi sonucu Kurul raporunun gerekçesinde, dördüncü doğumu olan daha önceki doğumları vajinal yolla olan multipar gebenin vajinal doğuma bırakılma kararının uygun olduğu, kaldı ki bebeğin doğum ağırlığının 000 g olup sezeryan önerilmesini gerektirecek düzeyde bulunmadığı, omuz distozisinin (omuz takılmasının) vajinal doğumlarda bir komplikasyon olarak görülebildiği, ortaya çıkan brakial pleksus zedelenmesinin doğumun bir komplikasyonu olarak meydana geldiği nedenleriyle şüphelilerin eylemlerinin tıp kurallarına uygun olduğunun tespit edildiği ifade edilmiştir. Başvurucuların itirazı Bolu Ağır Ceza Mahkemesinin 17/8/2010 tarihli kararı ile kabul edilerek anılan kararın kaldırılmasına karar verilmiştir. Gerekçede, sadece Kuruldan alınan rapora dayalı olarak kovuşturmasızlık kararı (kovuşturmaya yer olmadığına dair karar) verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu ifade edilerek Yüksek Sağlık Şûrasından rapor alınması gerektiği vurgulanmıştır. Başsavcılık 6/4/2011 tarihli karar ile tekrar kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Karar gerekçesinde, Yüksek Sağlık Şûrasının soruşturma aşamasında görüş bildirmediği, ayrıca 11/4/1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun'un maddesinde yer alan ceza davalarında Yüksek Sağlık Şûrasının görüşüne başvurulması zorunluluğunu öngören hükmün Anayasa Mahkemesinin 3/6/2010 tarihli ve E.2009/69, K.2010/79 sayılı kararıyla iptal edildiği açıklanarak Kurul raporuna istinaden karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucuların itirazı Bolu Ağır Ceza Mahkemesinin 19/10/2011 tarihli kararı ile kabul edilerek anılan kararın kaldırılmasına kesin olarak karar verilmiştir. Gerekçede, Anayasa Mahkemesinin iptal kararının kovuşturma aşamasında Yüksek Sağlık Şûrasından rapor alınması imkânını ortadan kaldırmayacağı ve delillerin takdirinin yargılamayı yürütecek mahkemede olduğu vurgulanmıştır. Başsavcılık 29/12/2011 tarihli iddianame ile şüpheli doktor ve ebe hakkında taksirle yaralama suçundan kamu davası açmıştır. Düzce Sulh Ceza Mahkemesinin 11/7/2013 tarihli kararı ile sanıkların beraatlerine karar verilmiştir. Yargılama aşamasında alınan Yüksek Sağlık Şûrasının 20-21/9/2012 toplantı tarihli raporunun sonuç kısmında 000 gram ağırlığında olan bebeğin, dördüncü doğumunu yapan bir gebede eyleme bırakılmasının daha önce de vajinal doğum yaptığı da göz önüne alınarak doğru bir karar olduğu, brakial pleksus zedelenmesinin doğumun beklenen bir komplikasyon olduğu ve olayda takibinin uygun şekilde yapıldığı belirtilmiştir. Karar gerekçesinde, soruşturma aşamasında alınan Kurul raporu ile Yüksek Sağlık Şûrası raporuna göre sanıkların eyleminin tıp kurallarına uygun olduğu ve atfı kabil bir kusurlarının bulunmadığı açıklanmıştır. Başvurucuların temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 6/3/2014 tarihli kararı ile hüküm onanmıştır.B. Hukuk Yargılamasına İlişkin Süreç Başvurucular; doğum öncesinde gerekli tedbirler alınmadan sezeryanla doğum yerine normal doğum yaptırılması, doğum esnasında hatalı müdahale sonucu bebeğin sol kolunun kırılması ve doğum sonrası tedavi sürecinde de gerekli özenin gösterilmemesi nedenleriyle doğumu gerçekleştiren doktor ve ebe aleyhine 14/9/2009 tarihinde maddi ve manevi tazminat davası açmışlardır. Düzce Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen yargılama sırasında yine Adli Tıp Kurumu Adli Tıp İhtisas Kurulundan rapor alınmıştır. 30/5/2012 tarihli anılan raporda; normal doğum kararının doğru olduğu, omuz takılmasının bu tür doğumlarda komplikasyon olarak görülebildiği, bu nedenle küçük Yusuf Yasin'de ortaya çıkan brakial pleksus zedelenmesinin ve klavikula kırılmasının doğumun komplikasyonu olarak meydana geldiğinden doktor ve ebe olan davalılara kusur atfedilemeyeceği bildirilmiştir. Düzce Asliye Hukuk Mahkemesinin 26/3/2013 tarihli kararı ile davanın yargı yolu nedeni ile reddine karar verilmiştir. Gerekçede; davanın kişisel kusura dayandırılmadığı, dikkatsizlik ve tedbirsizliğe dayalı olarak görev sırasında ve görevle ilgili olarak hizmet kusuruna dayandırıldığı ve idarenin hizmet kusurundan doğan zararlardan dolayı idareye karşı idari yargı yerinde tam yargı davası açılması gerektiği belirtilerek davanın kamu görevlilerine değil idare aleyhine idari yargı yerinde açılması gerektiği ifade edilmiştir. Bireysel Başvuruya Konu İdari Davaya İlişkin Süreç Başvurucular, doğum esnasında sol kolu kırılan Yusuf Yasin Çalış'ın kolunda meydana gelen hasarın iki kez ameliyat edilmesine rağmen düzelmediğini ve hatalı tıbbi müdahale ile yapılan tedavi sırasında gerekli dikkat ve özenin gösterilmediği iddialarıyla Sağlık Bakanlığının ağır hizmet kusuru bulunduğunu belirterek 14/1/2010 tarihinde maddi ve manevi tazminat davası açmışlardır. Sakarya İdare Mahkemesinin (Mahkeme) 22/2/2011 tarihli kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, olayda idarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığı hususunda ceza yargılaması sırasında sunulan Kurul raporuna göre uygulanan tedavinin tıp kurallarına uygun olduğu, omuz takılmasının bir komplikasyon olarak ortaya çıkabileceği, bu nedenle davalı idareye atfedilebilecek bir hizmet kusurunun bulunmadığı açıklanmıştır. Başvurucuların temyizi üzerine karar Danıştay Dairesince (Daire) 5/5/2016 tarihinde onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme istemleri Dairenin 26/9/2017 tarihli kararıyla oyçokluğuyla reddedilmiştir. Karara muhalif üye karşıoy görüşünde; Mahkemece karara dayanak alınan Kurul raporunda sadece omuz takılmasının doğum komplikasyonu olduğunun belirtildiğini, başvurucuların ileri sürdükleri doğum öncesi ve sonrası gerekli teşhis ve tedavilerin yapılmadığı hususuna yer verilmediğini belirterek Adli Tıp Genel Kurulundan yeni bir rapor alınıp sonuca göre karar verilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Nihai karar 16/11/2017 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 18/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İlgili hukuk için bkz. Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24-
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/40500
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı ile yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; saç tıraşının koğuş önünde yapılması ve tıraş makinesi bulundurma talebinin kabul edilmemesi nedenleriyle maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkının, posta yoluyla gönderilen kitapların teslim edilmemesi nedeniyle eğitim hakkının ve tutuklu olarak aynı ceza infaz kurumunda bulunan eşlerin birbirleriyle yeterli şekilde iletişim kuramamaları nedeniyle de aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. OHAL üçer aylık sürelerle uzatılarak 18/7/2018 tarihine kadar devam etmiştir. Gediz Üniversitesinde teknoloji transfer ofis müdürü olan başvurucu, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrasında terör örgütü [Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY)] üyesi olduğu gerekçesiyle İzmir Sulh Ceza Hâkimliğinin 1/9/2016 tarihli kararıyla tutuklanarak Menemen T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna konulmuş ve 4/1/2017 tarihinde İzmir 3 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) nakledilmiştir. Akademisyen olan başvurucunun eşi de aynı soruşturma kapsamında İzmir Sulh Ceza Hâkimliğinin 1/9/2016 tarihli kararıyla tutuklanmış ve İzmir Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna konulmuştur.A. Başvurucunun Tıraş Makinesi Talebine İlişkin Süreç Başvurucu 17/2/2017 tarihli dilekçe ile Ceza İnfaz Kurumuna başvurarak tıraş makinesi satın alma talebinde bulunmuştur. Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulunun (Kurul) 17/2/2017 tarihli kararıyla başvurucunun talebi reddedilmiştir. Kararda; 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarında Bulundurulabilecek Eşya ve Maddeler Hakkında Yönetmelik'in (Eşya Yönetmeliği) elektrikli eşyalarla ilgili maddesinde sayılan elektrikli eşyalar içinde tıraş makinesinin bulunmadığı, ayrıca berber hizmetinin koğuşlara sırasıyla verildiği ve bu hizmetin yeterli olduğu gerekçesiyle başvurucunun koğuşta tıraş makinesi bulundurma talebinin reddedildiği belirtilmiştir. Başvurucunun Kurul kararının kaldırılması talebiyle yaptığı şikâyet başvurusu Karşıyaka İnfaz Hâkimliğinin (İnfaz Hâkimliği) 10/3/2017 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, mevzuata göre ceza infaz kurumunda bulundurulabilecek elektrikli eşyalar arasında tıraş makinesinin yer almadığı gibi FETÖ/PDY üyesi olduğu gerekçesiyle ceza infaz kurumunda bulunan hükümlü ve tutuklulara verilecek berber hizmetiyle ilgili olarak Bakanlık Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün (Genel Müdürlük) 4/11/2016 tarihli yazısı uyarınca başvurucunun berber hizmetinin karşılandığı vurgulanarak verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun anılan karara karşı itirazı Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 31/3/2017 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Nihai karar 17/4/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.B. Başvurucuya Gönderilen Kitaplara İlişkin Süreç Kurul 23/2/2017 tarihli kararıyla terör örgütü mensubu olduğu gerekçesiyle hükümlü ve tutuklu bulunanlara kargo yoluyla ya da yakınları aracılığıyla dışarıdan gelen ders kitapları ve mensup olduğu dine ait kutsal kitaplar haricindeki kitapların Kuruma kabul edilmemesine karar vermiştir. Karar gerekçesinde, 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un ve maddeleri dikkate alınarak karar verildiği belirtilmiştir. Yine gerekçede; terör örgütü mensubu hükümlü ve tutukluların örgütsel faaliyetlerinin engellenebilmesi, haberleşme ve kendi aralarında bilgi paylaşımında bulunmaları sonucunda meydana gelebilecek istenmeyen olayların önüne geçilmesi, ayrıca terör örgütlerine karşı güvenlik tedbirlerinin artırılmasına yönelik olarak Genel Müdürlükten gönderilen yazılara istinaden "Ohal süresince" tutuklu ve hükümlüler için gelen kitapların Kuruma kabul edilmemesine ve bu kişilerin ziyaretçilerine verilmek üzere emanet eşya deposunda muhafazasına karar verildiği açıklanmıştır. Başvurucunun kutsal kitap ve ders kitapları dışındaki kitapların hükümlü ve tutuklulara verilemeyeceğine ilişkin Kurul kararının tebliği üzerine söz konusu kararın kaldırılması talebiyle yaptığı şikâyet başvurusu İnfaz Hâkimliğinin 16/3/2017 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, kanun ve yönetmeliklere uygun olarak verilen kararda herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucunun anılan karara karşı yaptığı itiraz Ağır Ceza Mahkemesinin 12/4/2017 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Nihai karar 25/4/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucunun Eşiyle Görüşme Talebine İlişkin Süreç Başvurucu 8/2/2017 tarihli dilekçe ile Ceza İnfaz Kurumuna başvurmuş ve eşi S.P. ile açık ziyaret ya da telefonla görüşme talebinde bulunmuştur. Kurulun 14/2/2017 tarihli kararıyla başvurucunun talebi reddedilmiştir. Kararda; her ne kadar başvurucu da eşi de Aliağa Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü içindeki infaz kurumlarında bulunsalar dahi farklı kurumlarda bulundukları ve dışarıdan telefon açılmak suretiyle görüşme yaptırılamayacağı için mevzuatın ilgili hükümleri gereğince başvurucunun kadın kapalı ceza infaz kurumunda tutuklu bulunan eşiyle açık ziyaret ya da telefon görüş talebinin karşılanmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun Kurul kararının kaldırılması talebiyle yaptığı şikâyet başvurusu İnfaz Hâkimliğinin 7/3/2017 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Karar gerekçesinde; ilgili mevzuata göre aynı kampüs içinde olsalar bile farklı ceza infaz kurumlarında barındırılan hükümlü ve tutukluların birbirleri ile görüştürülemeyeceği, ayrıca başka bir kurum veya kuruluşa ait telefon numarası ile görüşme yapamayacakları değerlendirilerek tedbir amaçlı verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun anılan karara karşı yaptığı itiraz Ağır Ceza Mahkemesinin 31/3/2017 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Nihai karar 17/4/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelerden başvurucunun eşinin 10/10/2017 tarihinde, başvurucunun da 10/12/2019 tarihinde bulundukları ceza infaz kurumlarından tahliye edildikleri anlaşılmaktadır. Diğer yandan Anayasa Mahkemesinin 24/12/2019 tarihli yazısıyla başvurucunun ceza infaz kurumunda tutuklu olarak barındırılmaya başlandığı 4/1/2017 tarihi ile eşinin tahliye olduğu 10/10/2017 tarihleri arasında eşiyle açık/kapalı görüş yapıp yapmadığı, telefon vasıtasıyla görüşüp görüşmediği, mektup yoluyla haberleşme sağlayıp sağlamadığı hususlarında eldeki bilgi ve belgelerin gönderilmesi talep edilmiştir. 25/12/2019 tarihli cevap yazısında, belirtilen tarihler arasında başvurucu ve eşi arasında açık veya kapalı görüş gerçekleştirilmediği bildirilmiştir. Söz konusu uygulamanın 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik'in (Ziyaret Yönetmeliği) maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan -5/12/2018 tarihli yönetmelik değişikliği öncesi- düzenlemeye dayandığı açıklanmıştır. Yine 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün maddesinde yer alan "Hükümlülere dışarıdan telefon açılmak suretiyle görüşme yaptırılmaz." düzenlemesi nedeniyle ceza infaz kurumları arasında telefonla görüşme gerçekleştirilmediği belirtilmiştir. Ancak bu uygulamanın farklı ceza infaz kurumlarında kalmakta olan hükümlü ve tutukluların birbirleri ile telefonla görüştürülmeleriyle ilgili gerekli kolaylığın sağlanması yönündeki Genel Müdürlüğün 27/9/2018 tarihli görüş yazısı sonrası terk edildiği ifade edilmiştir. Diğer yandan başvurucu ve eşinin bu süre içinde sadece mektup yoluyla iletişim kurdukları bildirilmiştir. A. Kişinin Maddi ve Manevi Varlığını Koruma ve Geliştirme Hakkı Yönünden 5275 sayılı Kanun’un "Oda ve eklentilerinde bulundurulabilecek kişisel eşyalar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kapalı ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülerin oda ve eklentilerinde bulundurabilecekleri veya bulunduramayacakları kişisel eşya, gıda, tıbbî malzeme ve diğer ihtiyaç maddeleri yönetmelikle düzenlenir." 5275 sayılı Kanun’un "Tutukluların yükümlülükleri" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu Kanunun; yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları, ... oda ve eklentilerinde bulundurulabilecek kişisel eşyalar, ... yönetim tarafından alınabilecek tedbirler, ... şikâyet ve itiraz, ... kütüphaneden yararlanma, süreli veya süresiz yayınlardan yararlanma hakkı, telefonla haberleşme hakkı, radyo, televizyon yayınları ile internet olanaklarından yararlanma hakkı, mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı, bu Kanunda sayılan günlerde dışarıdan gönderilen hediyeyi kabul etme hakkı, ... hükümlülerin sayısı ve uygulanacak güvenlik tedbirleri, eğitim programları, öğretimden yararlanma, ... ziyaret, yabancı hükümlüleri ziyaret, ziyaret ve görüşlerde uygulanacak esaslar, ... kütüphane ve kurslardan yararlanma konularında ... düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir." Eşya Yönetmeliği'nin "Elektrikli eşyalar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Koğuş, oda ve eklentilerinde, kantinden temin edilmek koşuluyla, bir adet otuzyedi ekran televizyon ile elektrikli su ısıtıcısı, saç kurutma makinesi ve büro tipi buzdolabı ile kurumun bulunduğu coğrafi bölgenin iklim koşulları dikkate alınarak, her koğuş veya odada bir adet vantilatör bulundurulmasına izin verilebilir. Ayrıca her hükümlü, kurum kantininden satın almak kaydıyla bir adet kulaklıklı küçük el radyosu bulundurabilir.Oda sistemine geçmemiş ceza infaz kurumlarında, koğuşların durumuna göre, bir adet büyük ekranlı televizyon ile buzdolabı bulundurulmasına izin verilebilir.Aydınlatma dışındaki elektrik giderleri hükümlü tarafından karşılanır. Koğuş, oda ve eklentilerinde, kantinden temin edilmek koşuluyla, bir adet otuzyedi ekran televizyon ile elektrikli su ısıtıcısı, saç kurutma makinesi ve büro tipi buzdolabı ile kurumun bulunduğu coğrafi bölgenin iklim koşulları dikkate alınarak, her koğuş veya odada bir adet vantilatör bulundurulmasına izin verilebilir. Ayrıca her hükümlü, kurum kantininden satın almak kaydıyla bir adet kulaklıklı küçük el radyosu bulundurabilir."B. Eğitim Hakkı Yönünden Mevcut başvurunun değerlendirilmesi sırasında gözönünde bulundurulan ulusal hukuk kaynakları için bkz. İbrahim Kaptan (2), B. No: 2017/30723, 12/9/2018, §§ 15- Aile Hayatına Saygı Hakkı Yönünden Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında mahpusların açık görüş hakkının sınırlandırılmasına dayanak oluşturan ulusal ve uluslararası mevzuat ile konuyla ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına (Halil Berk, B. No: 2017/8758, 21/3/2018, §§ 18-37; Ö., B. No: 2017/34584, 22/3/2018, §§ 18-37), ayrıca açık görüşle ilgili mevzuat değişiklikleri ile tutuklunun telefonla haberleşme hakkına ilişkin ulusal ve uluslararası mevzuat ve konuyla ilgili Yargıtay kararına (Hüseyin Ekinci, B. No: 2016/38867, 3/7/2019, §§ 21-43) yer vermiştir.
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/24655
Başvuru, saç tıraşının koğuş önünde yapılması ve tıraş makinesi bulundurma talebinin kabul edilmemesi nedenleriyle maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkının, posta yoluyla gönderilen kitapların teslim edilmemesi nedeniyle eğitim hakkının ve tutuklu olarak aynı ceza infaz kurumunda bulunan eşlerin birbirleriyle yeterli şekilde iletişim kuramamaları nedeniyle de aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucunun ücreti kendisince karşılanarak kurum idaresi aracılığıyla süreli yayın satın alma talebinin reddedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün, kapalı görüşün dinlenmesi ve kayda alınması nedeniyle haberleşme özgürlüğü ile özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyon tarafından anılan şikâyetler dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, bu şikâyetler yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, ayrıca adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/18166
Başvuru; ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucunun ücreti kendisince karşılanarak kurum idaresi aracılığıyla süreli yayın satın alma talebinin reddedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün, kapalı görüşün dinlenmesi ve kayda alınması nedeniyle haberleşme özgürlüğü ile özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı ve kanun yolu süresinin gerekçeli kararın tebliğinden başlayacağı açıkça belirtildiği hâlde tefhimden başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun açtığı ve Çekerek İcra Hukuk Mahkemesinde görülen (E.2019/9, K.2020/3) icra takibine (borca) itiraz davasında kanun yolu başvurusu, Kayseri Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (E.2021/200, K.2021/198) tarafından kanun yolu süresi ilk derece mahkemesinin kararının tefhim tarihinden başlatılmış ve başvuru süresinde yapılmadığı gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 25/2/2021 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili 29/3/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/21762
Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı ve kanun yolu süresinin gerekçeli kararın tebliğinden başlayacağı açıkça belirtildiği hâlde tefhimden başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, bir sosyal güvenlik ödemesinin değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1/9/1970 ile 16/3/1988 tarihleri arasında Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) T. Emekli Sandığına tabi memur (subay) olarak görev yapmıştır. TSK'dan istifa ederek serbest avukatlık yapan başvurucu, Sosyal Sigortalar Kurumundan (SSK) 1/6/1996 tarihinde emekli olmuştur. Başvurucu, Anayasa Mahkemesinin 5/2/2009 tarihli ve E.2005/40, K.2009/17 sayılı kararından sonra 30/7/2010 tarihli dilekçesiyle Sosyal Güvenlik Kurumundan (SGK), Emekli Sandığına tabi olarak çalıştığı dönemler için emekli ikramiyesi ödenmesi talebinde bulunmuştur. SGK 24/9/2010 tarihli yazıyla talebi reddetmiştir. Başvurucu, SGK'nın işleminin iptali ve 000 TL tazminat ödenmesi talebiyle 30/11/2010 tarihinde dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 17/10/2012 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Mahkeme 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu kapsamındaki Emekli Sandığından kendi isteğiyle (istifa ederek) ayrılan kişilere bu kapsamda geçen hizmetleri nedeniyle emekli ikramiyesi ödenmesinin mümkün olmadığı sonucuna varmıştır. Hüküm başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Danıştay Onbirinci Dairesi (Daire) 24/5/2013 tarihli karar ile temyiz incelemesine konu kararın verildiği tarih itibarıyla,tek hâkim tarafından çözümlenmesi gereken davalardaki parasal üst sınırın altında kaldığından idare mahkemesi hâkimlerinden biri tarafından karar verilmek üzere hükmü bozmuştur. Davalı SGK karar düzeltme isteğinde bulunmuştur. Daire 19/3/2014 tarihinde önceki bozma kararını ortadan kaldırarak hükmün esasını incelemiştir. Bu inceleme sonucunda Anayasa Mahkemesinin iptal kararı gereğince T. Emekli Sandığına tabi sürelerin toplamı üzerinden ilk defa emekli aylığının bağlandığı tarihte geçerli olan katsayılar dikkate alınmak suretiyle emekli ikramiyesi ödenmesi gerektiğine işaret ederek ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur. Bozma kararı üzerine Mahkeme 16/2/2015 tarihli kararıyla, farklı sosyal güvenlik kurumlarına tabi hizmet süreleri birleştirilmek suretiyle emekliye ayrılanlara T. Emekli Sandığına tabi hizmetleri nedeniyle ikramiye ödenmesini engelleyen hükümler iptal edildiğinden tesis edilen işlemin hukuka uygun olmadığını belirtmiştir. Mahkeme bu tespit üzerine başvurucuya ilk defa emekliye ayrıldığı tarihteki katsayılar üzerinden hesaplanan 364,86 TL emekli ikramiyesinin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile ödenmesine karar vermiştir. Hüküm taraflarca temyiz edilmiştir. Başvurucu temyiz dilekçesinde özellikle emekli olunan tarihteki katsayılar üzerinden hesap yapılmasının hakkaniyete aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Daire 9/5/2016 tarihinde hükmü onamış ve 12/12/2016 tarihinde de karar düzeltme isteğini reddetmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 22/12/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Ferda Yeşiltepe (GK), B. No: 2014/7621, 25/7/2017, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/41450
Başvuru, bir sosyal güvenlik ödemesinin değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 5/9/1985 tarihinde Savur Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasında yerel Mahkeme kararının Yargıtayca bozulması üzerine tekrar verilen karar, Yargıtayın 26/12/2014 tarihli kararıyla onanmış ve kesinleşmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20477
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, iş kazası sonucu meydana gelen ölüm olayı üzerine işyeri yetkilileri hakkında başlatılan ceza soruşturmasının etkili olmaması ve olay hakkında açılan tazminat davasının mağduriyetleri gidermekten uzak bir kararla neticelenmesi nedenleriyle yaşam hakkının; tazminat davasının sekiz yıl gibi bir sürede tamamlanması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; tazminat davası sonucunda aleyhe yüksek miktarda vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. 2015/511 numaralı bireysel başvuru 9/1/2015 tarihinde; 2015/2095 numaralı bireysel başvuru ise 4/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2015/2095 numaralı başvuru dosyasının konu ve kişi yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2015/511 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2015/511 numaralı başvuru dosyası üzerinden yapılmasına ve 2015/2095 numaralı başvuru dosyasının kapatılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İlk başvurucunun eşi ve diğer başvurucuların babası H.A., Y. Yapı End. Tic. Ltd. Şti. isimli bir şirkette S. Gemi İnşaat A.Ş.ye ait bir sosyal tesisin inşası için çalışmakta iken 16/9/2006 tarihinde geçirdiği iş kazası sonucu yaşamını yitirmiştir.A. İşyeri Yetkilileri Hakkında Yürütülen Ceza Soruşturması Süreci Olayla ilgili olarak başlatılan ceza soruşturması kapsamında hazırlanan 16/9/2006 tarihli olay yeri inceleme raporuna göre başvurucuların yakını H.A., S. Gemi İnşaat A.Ş.ye ait sosyal tesisin yapımı sırasında demirden ve tahtadan kurulmuş iskele üzerindeyken 14 metre yükseklikten yere düşmüştür. Anılan rapora göre H.A. olaydan hemen sonra ambulansla hastaneye götürülmüş, aynı gün hastanede yaşamını yitirmiştir. H.A.nın yaşamını yitirmesi üzerine yapılan otopsi işlemi sonucunda hazırlanan raporda; H.A.nın kanında ve idrarında uyutucu ve uyuşturucu madde bulunmadığı, kişinin ölümünün genel beden travmasına bağlı iç kanama ve beyin kanaması sonucu meydana gelmiş olduğu belirtilmiştir. Tuzla Polis Merkezi Amirliğinde görevli polisler tarafından olay günü bazı kişilerin ifadesi alınmıştır. Olayın meydana geldiği anda H.A. ile birlikte iskelenin üzerinde bulunan H.G. isimli bir işçi ifadesinde özetle dokuz aydır Y. Yapı End. Tic. Ltd. Şti. adlı şirkette çalıştığını, bu Şirketin S. Gemi İnşaat A.Ş.ye ait sosyal tesisin yapım işini aldığını, 16/9/2006 günü saat 45 sıralarında H.A.nın iskele üzerindeyken kalasa basacağı sırada boşluğa bastığını ve yaklaşık 13-14 metre yükseklikten beton zemine düştüğünü belirtmiştir. H.G. ayrıca H.A.nın çalışma sırasında emniyet kemerini çıkardığını, H.A.nın kaza anında emniyet kemersiz olarak çalışmakta olduğunu ifade etmiştir. İ.Ö. isimli diğer bir işçi de H.G.nin ifadesine benzer şekilde beyanda bulunmuştur. İşçilerin iş güvenliği konusunda eğitilmesi ve denetlenmesi hususunda görevli olduğunu belirten Y.Y. adlı bir kişi ise olay günü alınan ifadesinde özetle işçilerin iş güvenliği konusunda gerekli tedbirleri alıp almadığını her gün denetlediğini, söz konusu olaydan yaklaşık yarım saat önce iskeledeki işçileri denetlediğini, bu sırada işçilerin emniyet kemerlerinin takılı ve mevcut halata bağlı olduğunu tespit ettiğini belirtmiştir. Y.Y. ayrıca olaydan bir hafta önce, iş iskelesi kurulmadan önce, yüksekte çalışacak işçilere gerekli talimatları ve eğitimleri vermek üzere bir toplantı yaptıklarını ifade etmiştir. Y.Y. ifadesinde son olarak meydana gelen kazanın düşmeden önce emniyet kemerini çıkaran H.A.nın kusurundan kaynaklandığını, kendilerinin herhangi bir kusurunun bulunmadığını belirmiştir. Olay günü ifadeleri alınan diğer yetkililer de genel olarak Y.Y.nin ifadesine benzer şekilde beyanda bulunmuşlardır. Olay günü ifadesi alınan H.A.nın kardeşi K.A. ise ifadesinde özetle kardeşinin yaklaşık 8-9 aydır Y. Yapı End. Tic. Ltd. Şti.de çalıştığını, kazada işyeri görevlilerinin kusurlu olduklarını düşündüğünü belirtmiştir. K.A., yetkililerin olay olduğu esnada işin başında olmadıklarını, dolayısıyla denetim ve kontrol görevlerini yapmadıklarını, yetkililerin aynı zamanda çalışma alanında gerekli tedbirleri de almadıklarını ifade etmiştir. K.A. ayrıca kardeşinin düştüğü anda iskele söküm işinin yapılmakta olduğunu öğrendiğini, böylesi tehlikeli durumlarda işverenin çalışma alanında olması gerektiğini belirtmiştir. Tuzla Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma kapsamında yaptığı araştırmalar neticesinde İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Sorumlu Yardımcısı Y., İş Güvenliği Amiri Y.Y. veY. Yapı End. Tic. Ltd. Şti.nin yetkilisi ve müteahhidi T.Y. hakkında taksirle ölüme neden olma suçundan iddianame düzenlemiştir. İddianamenin kabul edilmesiyle Tuzla Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Tuzla Asliye Ceza Mahkemesi, olayla ilgili olarak birçok kişinin ifadesini almıştır. Soruşturma aşamasında da ifadesi alınan H.G, Mahkeme huzurunda verdiği ifadesinde özetle H.A.nın son iki üç ay kimseyle konuşmadığını, dalgın bir şekilde çalıştığını, olaydan yaklaşık on dakika önce H.A.nın "Lavaboya gideceğim." diyerek emniyet kemerini çıkardığını, bu sırada kendisinin de emniyet kemerini çıkardığını belirtmiştir. H.G. ifadesinde ayrıca emniyet kemerini çalışma esnasında kendilerini biraz da rahatsız etmesi nedeniyle kullanmadıklarını, gerek S. Gemi İnşaat A.Ş. yöneticilerinin gerekse Y. Yapı End. Tic. Ltd. Şti. yetkililerinin emniyet kemerinin kullanılması hususunda kendilerini uyardığını ifade etmiştir. H.G. ifadesinde son olarak çalıştıkları sırada sürekli olarak kendilerine nezaret eden Y. Yapı End. Tic. Ltd. Şti. Kalfası Y.K.nın da emniyet kemeri hususunda kendilerini ikaz ettiğini ancak kendilerinin bunu dikkate almadığını belirtmiştir. Diğer işçiler de genel olarak H.G.nin ifadesine benzer şekilde beyanda bulunmuşlardır. Tuzla Asliye Ceza Mahkemesi, iki iş güvenliği uzmanının ve bir inşaat mühendisinin bilirkişi olarak katılımıyla olay yerinde keşif yaptırmıştır. Yapılan keşif sonucunda bilirkişiler tarafından hazırlanan 2/10/2007 tarihli raporun sonuç kısmında Y. Yapı End. Tic. Ltd. Şti. işvereni (müteahhidi) olan T.Y.nin işyerinde gerekli görevlendirmeleri yapması nedeniyle kusursuz olduğu, iş güvenliği sorumlusu (amiri) olarak görev yapan Y.Y.nin gerekli denetim görevini yapmaması ve tedbirleri almaması nedeniyle tali kusurlu olduğu, iş güvenliği sorumlu yardımcısı olarak görev yapan Y.nin ise gerekli kontrol ve denetimi yapmaması nedeniyle tali kusurlu olduğu belirtilmiştir. Raporda H.A.nın ise kendisine verilen emniyet kemerini kullanmayıp gerekli tedbir ve usullere uymaması nedeniyle asli kusurlu olduğu ifade edilmiştir. Davada katılan sıfatıyla yer alan başvurucular bilirkişi raporuna itiraz etmişlerdir. Başvurucular itiraz dilekçesinde özetle işveren T.Y.ye herhangi bir kusur atfedilmemiş olmasının hatalı olduğunu, T.Y.nin iş sağlığı ve güvenliği için gerekli olan görevlendirmeleri yapmasının söz konusu olmadığını, iş güvenliği konusunda görevlendirilen Y.Y.nin inşaat mühendisi olmayıp inşaat mühendisliği son sınıf öğrencisi olduğunu belirtmişlerdir. Başvurucular ayrıca olay esnasında veya olay öncesinde işveren tarafından H.A.ya teslim edilmiş bir emniyet kemeri bulunmadığını, H.A.ya kişisel koruyucu malzeme olarak teslim edilen araç gereçler içinde emniyet kemerinin yer almadığını ifade etmişlerdir. Başvurucular son olarak yakınlarına iş güvenliği eğitimi verilmediğinin dosyadaki bilgilerle sabit olduğunu, dosyadaki eğitime ilişkin bilgilerin tamamının kazadan aylar sonrasına ait olduğunu iddia etmişlerdir. Sanık konumundaki kişiler ise genel olarak olayda kusurlarının bulunmadığını, kazaya emniyet kemeri takmayan H.A.nın sebep olduğunu belirterek kendilerini savunmuşlardır. Tuzla Asliye Ceza Mahkemesi, dava dosyasındaki bilgi ve belgeleri dikkate alarak olay hakkında hazırlanan bilirkişi raporunu yeterli görmüş ve bu bilirkişi raporundaki değerlendirmeler doğrultusunda sanık T.Y.nin beraatine, diğer sanıklar Y.Y. ile Y.nin ise 1 yıl 8 ay hapis cezası ile tecziye edilmesine 26/12/2008 tarihinde karar vermiştir. Tuzla Asliye Ceza Mahkemesi, sanıklara verilen hapis cezasının bir gün karşılığının 20 TL'den paraya çevrilmesine ve sanıkların ayrı ayrı 100 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiştir. Başvurucular, eksik incelemeye dayalı ve hukuksal dayanaktan yoksun bilirkişi raporuna göre karar verildiğini belirterek temyiz talebinde bulunmuşlardır. Başvurucular temyiz dilekçelerinde, genel olarak bilirkişi raporuna itiraz dilekçelerinde belirttikleri hususları yinelemişlerdir. Yargıtay Ceza Dairesi, sanık Y. ile sanık Y.Y. hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün düzeltilerek (adli para cezasının taksitlendirilmesi ile ilgili bir hususla alakalı olarak) onanmasına, sanık T.Y. hakkındaki beraat kararının ise eksik inceleme sonucu verildiği gerekçesiyle bozulmasına 26/3/2012 tarihinde karar vermiştir. Yargıtay Ceza Dairesi bozma kararında özellikle iş güvenliği konusunda görevlendirilen Y.Y.nin inşaat mühendisi olmayıp inşaat mühendisliği son sınıf öğrencisi olmasına, H.A.ya kişisel koruyucu malzeme olarak teslim edilen araç gereçler içinde emniyet kemerinin bulunmamasına ve işçilere iş güvenliği ile ilgili eğitimlerin verildiğine ilişkin evrakın olay tarihinden sonra düzenlenmiş olmasına vurgu yaparak sanık T.Y.nin kusurlu olabileceğini, konu ile ilgili olarak teknik bir üniversiteden bilirkişi raporu alınması gerektiğini belirtmiştir. Bozma kararından sonra yargılamaya devam eden Tuzla Asliye Ceza Mahkemesi bozma kararına uyarak konu hakkında İstanbul Teknik Üniversitesinden bir bilirkişi raporu almıştır. İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesinde görevli üç öğretim üyesi tarafından hazırlanan raporda, sanıklar Y. ile Y.Y.nin önceki raporda belirtildiği gibi tali kusurlu olduğu ifade edilmiştir. Bununla birlikte raporda; Y. Yapı End. Tic. Ltd. Şti.nin uygun bir şekilde iş iskelesi kurdurmadığı, iş güvenliğinin kişisel koruyucuları kullanıp kullanmama noktasına indirgendiği, bu sebeple Y. Yapı End. Tic. Ltd. Şti. sorumlusu Müteahhit T.Y.nin olayda asli kusurlu olduğu, olayda yaşamını yitiren H.A.nın ise kişisel koruyucu kullanmadığı, dikkatsiz ve tedbirsiz davranmak suretiyle kendi canını tehlikeye attığı gerekçesiyle tali kusurlu olduğu belirtilmiştir. Yargılama devam ederken yeni adliyenin açılması üzerine dava, İstanbul Anadolu Asliye Ceza Mahkemesinin 2012/187 Esas sayısını almış ve yargılamaya bu Mahkeme devam etmiştir. İstanbul Anadolu Asliye Ceza Mahkemesi, dava dosyasında bulunan tüm bilgi ve belgeleri dikkate alarak sanık T.Y.nin standartlara uygun iskele kurdurmadığı, bu nedenle olayda asli kusurlu olduğu sonucuna ulaşmış ve 24/9/2013 tarihinde sanık T.Y.nin 2 yıl 1 ay hapis cezası ile tecziye edilmesine karar vermiştir. Mahkeme, bu hapis cezasının bir gün karşılığının 20 TL'den paraya çevrilmesine ve sanık T.Y.nin 000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucular anılan karara karşı temyiz yoluna başvurmuşlardır. Yargıtay Ceza Dairesi 15/9/2014 tarihinde, başvurucuların temyiz itirazlarını yerinde görmeyip sanık T.Y. hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün düzeltilerek -yanlış hesaplanan adli para cezasının 000 TL yerine 200 TL olması- onanmasına karar vermiştir. Bu karar 17/12/2014 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular, bunun üzerine 9/1/2015 tarihinde 2015/511 numaralı bireysel başvuruyu yapmışlardır.B. İşverenler Aleyhine Açılan Tazminat Davası Süreci Başvurucular, yakınlarının ölümünde kusurlarının bulunduğu iddiasıyla Y. Yapı End. Tic. Ltd. Şti. ile S. Gemi İnşaat A.Ş. aleyhine 7/3/2007 tarihinde Kartal İş Mahkemesinde 000 TL maddi tazminat talepli bir dava açmışlardır. Başvurucular 18/10/2010 tarihinde ise manevi zararlarının karşılanması istemiyle toplam 000 TL talepli ayrı bir dava açmışlardır. Bu dava, Kartal İş Mahkemesinde görülen dava ile birleştirilmiştir. Davalı Y. Yapı End. Tic. Ltd. Şti., Kartal İş Mahkemesine sunduğu dilekçelerde özetle kazanın işçinin kusurundan kaynaklandığını, işyerinde gerekli tedbirlerinin alındığını, işçilere iş güvenliği eğitiminin verildiğini, gerekli teçhizatın sağlandığını, kazada hayatını kaybeden işçinin eşinin (başvurucu Güler Ayyıldız) kazadan önce evini terk ettiğini, bu sebeple bu kişinin destekten yoksun kalma tazminatından yararlanamayacağını belirterek davanın reddedilmesini talep etmiştir. Diğer davalı S. Gemi İnşaat A.Ş. ise kazada hayatını kaybeden işçinin kendi işçisi olmadığını belirterek davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuştur. Kartal İş Mahkemesi, kusur durumuna ilişkin İş Sağlığıve Güvenliği Uzmanı R.Y. adlı kişiden bilirkişi raporu almıştır. Söz konusu raporda, Y. Yapı End. Tic. Ltd. Şti.nin %50, S. Gemi İnşaat A.Ş.nin %25 ve başvurucuların yakını H.A.nın %25 kusurlu olduğu belirtilmiştir. Raporda; kusur tespiti ile ilgili değerlendirme yapılırken özellikle çalışma alanının altına güvenlik ağı gerilmemiş olmasına, H.A.nın emniyet kemeri kullanmasının sağlanmamış olmasına ve dava dosyasında H.A.ya iş güvenliği eğitiminin verildiğine ilişkin bilgi ve belge olmamasına vurgu yapılmıştır. Bu rapora davalı Y. Yapı End. Tic. Ltd. Şti.nin itiraz etmesi üzerine olay hakkında yeni bir rapor alınmıştır. Üç kişilik bir heyet tarafından hazırlanan 30/6/2010 tarihli bu raporda da önceki rapordaki kusur oranlarının olayın oluşuna uygun olduğu belirtilmiştir. Bu raporda Y. Yapı End. Tic. Ltd. Şti.nin %48, bu Şirketin iş güvenliği sorumlusu olan Y.Y.nin ise %2 oranında kusurlu olduğu belirtilmiştir. Raporda S. Gemi İnşaat A.Ş.nin %23, bu Şirketin iş güvenliği sorumlu yardımcısı olan Y.nin ise %2 oranında kusurlu olduğu ifade edilmiştir. Raporda, başvurucuların yakınına ise %25 oranında kusur atfedilmiştir. Kartal İş Mahkemesi başvurucuların zararlarının hesaplanması için de bilirkişi raporu aldırmıştır. Başvurucuların vekili 1/11/2010 tarihinde ıslah talebinde bulunarak başvuruculardan Güler Ayyıldız için talep edilen 000 TL maddi tazminatı 663,53 TL ye -zararın hesaplanması ile ilgili olarak alınan bilirkişi raporu doğrultusunda- yükseltmiştir. Kartal İş Mahkemesi 9/11/2010 tarihinde dava dosyasında bulunan bilgi ve belgeleri dikkate alarak bilirkişi raporları doğrultusunda davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Kartal İş Mahkemesi, evlenme ihtimali indirimi ile Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından yapılan ödemeleri dikkate alarak başvuruculardan Güler Ayyıldız lehine 75 TL maddi tazminata hükmetmiştir. Kartal İş Mahkemesi, Hüseyin Ayyıldız ile Merve Ayyıldız'ın maddi zararlarından SGK tarafından bağlanan gelirlerin son peşin sermaye değerleri mahsup edildiğinde maddi zararlarının bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır. Kartal İş Mahkemesi manevi tazminat talepleri ile ilgili olarak ise Güler Ayyıldız lehine 000 TL, Hüseyin Ayyıldız ile Merve Ayyıldız lehine ise 000 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Kartal İş Mahkemesi ayrıca kabul edilen maddi tazminat miktarı üzerinden hesaplanan 478 TL ile kabul edilen manevi tazminat miktarı üzerinden hesaplanan 200 TL tutarındaki vekâlet ücretinin davalılardan alınarak davacılara verilmesine, reddedilen manevi tazminat miktarı üzerinden hesaplanan 200 TL tutarındaki vekâlet ücretinin ise davacılardan alınarak davalılara verilmesine karar vermiştir. Bu karar taraflarca temyiz edilmiştir. Başvurucular temyiz dilekçesinde özetle hükmedilen tazminatların mağduriyetlerini gidermekten uzak olduğunu, bunun yanı sıra 200 TL vekâlet ücreti ödemek zorunda olduklarını belirtmişlerdir. Davalılar ise diğer bazı iddiaların yanı sıra savunma haklarının ihlal edildiği iddiasını ileri sürmüşlerdir. Yargıtay Hukuk Dairesi manevi zararların tazminine ilişkin 18/10/2010 tarihli dava dilekçesinin (bkz. § 29), bu dava sonucunda verilen birleştirme kararının, birleştirme kararı sonrası alınan hesap bilirkişisi raporunun ve bu rapor üzerine davacıların sunduğu ıslah dilekçesinin davalı Y. Yapı End. Tic. Ltd. Şti. avukatına 5/11/2010 tarihinde tebliğ edildiğini, davalı avukatın bu belgelere ve karara karşı beyanda bulunmak üzere süre istemesine rağmen yerel mahkemece bu istek hakkında olumlu ya da olumsuz bir karar verilmeden yargılamanın sona erdirildiğini belirterek davalı Y. Yapı End. Tic. Ltd. Şti.nin savunma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır. Yargıtay Hukuk Dairesi, bu durumun bozma nedeni olduğunu ifade etmiştir. Bozma kararında ayrıca reddedilen maddi tazminat miktarı üzerinden davalılar lehine vekâlet ücretine hükmedilmemesinin de hatalı olduğu ifade edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi, tarafların diğer temyiz itirazlarının ise reddine karar vermiştir. Bozma kararından sonra yargılamaya Kartal İş Mahkemesi devam etmiştir. Yargılama devam ederken yeni adliyenin açılması üzerine dava İstanbul Anadolu İş Mahkemesinin 2013/694 esasına kaydedilmiş ve yargılamaya bu Mahkeme devam etmiştir. Bozma kararından sonra ek bilirkişi raporu (zararların hesaplanmasına ilişkin) alınmıştır. Ek bilirkişi raporu, önceki rapordan sonra yürürlüğe giren asgari ücret artışları ile başka bazı hususlar dikkate alınarak hazırlanmıştır. Başvurucular, ek bilirkişi raporundaki verileri dikkate alarak Güler Ayyıldız için 535,31 TL, Merve Ayyıldız için 422,98 TL daha destekten yoksun kalma tazminatı doğduğunu belirterek ayrı bir dava açmıştır. Bu dava, İstanbul Anadolu İş Mahkemesinde görülen dava ile birleştirilmiştir. İstanbul Anadolu İş Mahkemesi 28/3/2013 tarihinde, dava kapsamında alınan bilirkişi raporları doğrultusunda davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Mahkeme, evlenme ihtimali indirimi ile Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından yapılan ödemeleri dikkate alarak başvuruculardan Güler Ayyıldız lehine 241,57 TL maddi tazminata hükmetmiştir. Mahkeme, Hüseyin Ayyıldız lehine 000 TL, Merve Ayyıldız lehine 422,98 TL maddi tazminata hükmetmiştir. Mahkeme, manevi tazminat talepleri ile ilgili olarak ise Güler Ayyıldız lehine 000 TL, Hüseyin Ayyıldız ile Merve Ayyıldız'ın her birine ayrı ayrı 000 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Mahkeme ayrıca kabul edilen maddi tazminat miktarı üzerinden hesaplanan 463,16 TL ile kabul edilen manevi tazminat miktarı üzerinden hesaplanan 950 TL tutarındaki vekâlet ücretinin davalılardan alınarak davacılara verilmesine; reddedilen maddi tazminat miktarı üzerinden hesaplanan 955 TL ile reddedilen manevi tazminat miktarı üzerinden hesaplanan 200 TL tutarındaki vekâlet ücretinin davacılardan alınarak davalılara verilmesine karar vermiştir. Taraflarca temyiz edilen bu karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/11/2013 tarihli kararıyla bozulmuştur. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"(...)Somut olayda,2011 tarihli hükme karşıdavacılar vekilinin maddi tazminata yönelik temyiz itirazlarının red edilmesi nedeniyle davalı şirketler yararına oluşan usuli kazanılmış hak durumu dikkate alınmadan, 2013 tarihli ikinci kararda davacı çocuklar yararına maddi tazminata hükmedilmesi ile davacı eş yararına ilk hükümdeki miktardan daha fazla maddi tazminata karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.3- Manevi tazminata yönelik temyiz itirazlarına gelince; Borçlar Kanunu’nun maddesi hükmüne göre hakimin, özel halleri göz önünde tutarak manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine karar vereceği bir para tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde, bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hakim, bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.Hakimin, bu takdir hakkını kullanırken, ülkenin ekonomik koşulları, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, paranın satın alma gücü, tarafların kusur durumu, olayın ağırlığı, olay tarihi gibi özellikleri göz önünde tutması, bunun yanında olayın işverenin işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerini yeterince almamasından kaynaklandığı da gözetilerek gelişen hukuktaki yaklaşıma da uygun olarak tatmin duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranda manevi tazminat takdir edilmesi gerektiği açıkça ortadadır. ( HGK 23/06/2004, 13/291-370 )Bu ilkeler gözetildiğinde, davacı eş yararına hükmedilen 000,00 TL manevi tazminat ile davacı çocuklar yararına hükmedilen 000,00 TL manevi tazminatların fazlaolduğu ortadadır.O halde, davalıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır." İstanbul Anadolu İş Mahkemesi, bozma kararına uyarak Güler Ayyıldız lehine 75 TL maddi tazminata hükmetmiştir. Mahkeme, Hüseyin Ayyıldız ile Merve Ayyıldız'ın maddi tazminat taleplerinin ise SGK tarafından yapılan ödemeler nedeniyle maddi zararlarının bulunmadığı gerekçesiyle reddine karar vermiştir. Mahkeme, Güler Ayyıldız lehine 000 TL, Hüseyin Ayyıldız ile Merve Ayyıldız'ın her birine ayrı ayrı 000 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Mahkeme ayrıca kabul edilen maddi tazminat miktarı üzerinden hesaplanan 577,99 TL tutarındaki vekâlet ücreti ile kabul edilen manevi tazminat miktarı üzerinden hesaplanan 400 TL tutarındaki vekâlet ücretinin davalılardan alınarak davacılara verilmesine, reddedilen maddi tazminat miktarı üzerinden hesaplanan 090,52 TL tutarındaki vekâlet ücreti ile reddedilen manevi tazminat miktarı üzerinden hesaplanan 400 TL tutarındaki vekâlet ücretinin ise davacılardan alınarak davalılara verilmesine karar vermiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 28/10/2014 tarihinde anılan kararın düzeltilerek onanmasına karar vermiştir. Yargıtay Yirmibirinci Hukuk Dairesi, reddedilen maddi tazminat miktarı üzerinden hesaplanan 090,52 TL tutarındaki vekâlet ücretini 832,99 olarak, ayrıca yerel mahkeme kararının yargılama masrafına ilişkin başka bir kısmını daha düzeltmiştir. Bu karar 6/1/2015 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular, bunun üzerine 4/2/2015 tarihinde 2015/2095 numaralı bireysel başvuruyu yapmışlardır. A. Ulusal Hukuk 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun "Amaç ve kapsam" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Bu Kanunun amacı işverenler ile bir iş sözleşmesine dayanarak çalıştırılan işçilerin çalışma şartları ve çalışma ortamına ilişkin hak ve sorumluluklarını düzenlemektir." 4857 sayılı Kanun'un olayın meydana geldiği tarihte yürürlükte bulunan "İşverenlerin ve işçilerin yükümlülükleri" kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:"İşverenler işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak, işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdürler.İşverenler işyerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği önlemlerine uyulup uyulmadığını denetlemek, işçileri karşı karşıya bulundukları mesleki riskler, alınması gerekli tedbirler, yasal hak ve sorumlulukları konusunda bilgilendirmek ve gerekli iş sağlığı ve güvenliği eğitimini vermek zorundadırlar. Yapılacak eğitimin usul ve esasları Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir." 4857 sayılı Kanun'un olayın meydana geldiği tarihte yürürlükte bulunan "İşin durdurulması veya işyerinin kapatılması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Bir işyerinin tesis ve tertiplerinde, çalışma yöntem ve şekillerinde, makine ve cihazlarında işçilerin yaşamı için tehlikeli olan bir husus tespit edilirse, bu tehlike giderilinceye kadar işyerlerini iş sağlığı ve güvenliği bakımından denetlemeye yetkili iki müfettiş, bir işçi ve bir işveren temsilcisi ile Bölge Müdüründen oluşan beş kişilik bir komisyon kararıyla, tehlikenin niteliğine göre iş tamamen veya kısmen durdurulur veya işyeri kapatılır (...)" 4857 sayılı Kanun'un olayın meydana geldiği tarihte yürürlükte bulunan "İş sağlığı ve güvenliği kurulu" kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:"Bu Kanuna göre sanayiden sayılan, devamlı olarak en az elli işçi çalıştıran ve altı aydan fazla sürekli işlerin yapıldığı işyerlerinde her işveren bir iş sağlığı ve güvenliği kurulu kurmakla yükümlüdür. İşverenler iş sağlığı ve güvenliği kurullarınca iş sağlığı ve güvenliği mevzuatına uygun olarak verilen kararları uygulamakla yükümlüdürler." 4857 sayılı Kanun'un olayın meydana geldiği tarihte yürürlükte bulunan "İş yeri hekimleri" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Devamlı olarak en az elli işçi çalıştıran işverenler, Sosyal Sigortalar Kurumunca sağlanan tedavi hizmetleri dışında kalan, işçilerin sağlık durumunun ve alınması gereken iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin sağlanması, ilk yardım ve acil tedavi ile koruyucu sağlık hizmetlerini yürütmek üzere işyerindeki işçi sayısına ve işin tehlike derecesine göre bir veya daha fazla işyeri hekimi çalıştırmak ve bir işyeri sağlık birimi oluşturmakla yükümlüdür." 4857 sayılı Kanun'un olayın meydana geldiği tarihte yürürlükte bulunan "İş güvenliği ile görevli mühendis veya teknik elemanlar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Bu Kanuna göre sanayiden sayılan, devamlı olarak en az elli işçi çalıştıran ve altı aydan fazla sürekli işlerin yapıldığı işyerlerinde işverenler, işyerinin iş güvenliği önlemlerinin sağlanması, iş kazalarının ve meslek hastalıklarının önlenmesi için alınacak önlemlerin belirlenmesi ve uygulanmasının izlenmesi hizmetlerini yürütmek üzere işyerindeki işçi sayısına, işyerinin niteliğine ve tehlikelilik derecesine göre bir veya daha fazla mühendis veya teknik elemanı görevlendirmekle yükümlüdürler." 4857 sayılı Kanun'un olayın meydana geldiği tarihte yürürlükte bulunan "İşçilerin hakları" başlıklı maddesi şöyledir:"İşyerinde iş sağlığı ve güvenliği açısından işçinin sağlığını bozacak veya vücut bütünlüğünü tehlikeye sokacak yakın, acil ve hayati bir tehlike ile karşı karşıya kalan işçi, iş sağlığı ve güvenliği kuruluna başvurarak durumun tespit edilmesini ve gerekli tedbirlerin alınmasına karar verilmesini talep edebilir. Kurul aynı gün acilen toplanarak kararını verir ve durumu tutanakla tespit eder. Karar işçiye yazılı olarak bildirilir. İş sağlığı ve güvenliği kurulunun bulunmadığı işyerlerinde talep, işveren veya işveren vekiline yapılır. İşçi tesbitin yapılmasını ve durumun yazılı olarak kendisine bildirilmesini isteyebilir. İşveren veya vekili yazılı cevap vermek zorundadır. Kurulun işçinin talebi yönünde karar vermesi halinde işçi, gerekli iş sağlığı ve güvenliği tedbiri alınıncaya kadar çalışmaktan kaçınabilir. İşçinin çalışmaktan kaçındığı dönem içinde ücreti ve diğer hakları saklıdır. İş sağlığı ve güvenliği kurulunun kararına ve işçinin talebine rağmen gerekli tedbirin alınmadığı işyerlerinde işçiler altı iş günü içinde, bu Kanunun 24 üncü maddesinin (I) numaralı bendine uygun olarak belirli veya belirsiz süreli hizmet akitlerini derhal feshedebilir. Bu Kanunun 79 uncu maddesine göre işyerinde işin durdurulması veya işyerinin kapatılması halinde bu madde hükümleri uygulanmaz." 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun "İş kazasının tanımı, bildirilmesi ve soruşturulması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"İş kazası;a) Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada,  (...)meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen engelli hâle getiren olaydır." 5510 sayılı Kanun'un olayın meydana geldiği tarihte yürürlükte bulunan "İş kazası, meslek hastalığı, hastalık ve analık sigortasından sağlanan haklar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:"İş kazası veya meslek hastalığı halleri nedeniyle sağlanan haklar şunlardır: (...)c) İş kazası veya meslek hastalığı sonucu ölen sigortalının hak sahiplerine; gelir bağlanması.d) Gelir bağlanmış olan eş ve çocuklara; evlenme ödeneği verilmesi.e) İş kazası ve meslek hastalığı sonucu ölen sigortalı için; cenaze ödeneği verilmesi." 5510 sayılı Kanun'un "İş kazası ve meslek hastalığı ile hastalık bakımından işverenin ve üçüncü kişilerin sorumluluğu" kenar başlıklı maddesinin birinci ve dördüncü fıkraları şöyledir:"İş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya sigortalıların sağlığını koruma ve iş güvenliği mevzuatına aykırı bir hareketi sonucu meydana gelmişse, Kurumca sigortalıya veya hak sahiplerine bu Kanun gereğince yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri toplamı, sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebilecekleri tutarlarla sınırlı olmak üzere, Kurumca işverene ödettirilir. İşverenin sorumluluğunun tespitinde kaçınılmazlık ilkesi dikkate alınır. (...)İş kazası, meslek hastalığı ve hastalık, üçüncü bir kişinin kusuru nedeniyle meydana gelmişse, sigortalıya ve hak sahiplerine yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değerinin yarısı, zarara sebep olan üçüncü kişilere ve şayet kusuru varsa bunları çalıştıranlara rücû edilir. " 9/12/2003 tarihli ve 25311 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği'nin maddesi şöyledir:"İşverenlerin yükümlülükleri ile ilgili genel hükümler aşağıda belirtilmiştir:a) İşveren, işle ilgili her konuda işçilerin sağlık ve güvenliğini korumakla yükümlüdür.b) İşverenin iş sağlığı ve güvenliği konusunda işyeri dışındaki uzman kişi veya kuruluşlardan hizmet alması bu konudaki sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.c) İşçilerin iş sağlığı ve güvenliği konusundaki yükümlülükleri, işverenin sorumluluğu ilkesini etkilemez." İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği'nin maddesi şöyledir:"İşveren aşağıda belirtilen sağlık ve güvenlikle ilgili hususları yerine getirmekle yükümlüdür:a) İşveren, işçilerin sağlığını ve güvenliğini korumak için mesleki risklerin önlenmesi, eğitim ve bilgi verilmesi dahil gerekli her türlü önlemi almak, organizasyonu yapmak, araç ve gereçleri sağlamak zorundadır.İşveren, sağlık ve güvenlik önlemlerinin değişen şartlara uygun hale getirilmesi ve mevcut durumun sürekli iyileştirilmesi amaç ve çalışması içinde olacaktır.b) İşveren, sağlık ve güvenliğin korunması ile ilgili önlemlerin alınmasında aşağıdaki genel prensiplere uyacaktır:1) Risklerin önlenmesi,2) Önlenmesi mümkün olmayan risklerin değerlendirilmesi,3) Risklerle kaynağında mücadele edilmesi,4) İşin kişilere uygun hale getirilmesi için, özellikle işyerlerinin tasarımında, iş ekipmanları, çalışma şekli ve üretim metodlarının seçiminde özen gösterilmesi, özellikle de monoton çalışma ve önceden belirlenmiş üretim temposunun hafifletilerek bunların sağlığa olumsuz etkilerinin en aza indirilmesi,5) Teknik gelişmelere uyum sağlanması,6) Tehlikeli olanların, tehlikesiz veya daha az tehlikeli olanlarla değiştirilmesi,7) Teknolojinin, iş organizasyonunun, çalışma şartlarının, sosyal ilişkilerin ve çalışma ortamı ile ilgili faktörlerin etkilerini kapsayan genel bir önleme politikasının geliştirilmesi,8) Toplu korunma önlemlerine, kişisel korunma önlemlerine göre öncelik verilmesi,9) İşçilere uygun talimatların verilmesi.c) İşveren, işyerinde yapılan işlerin özelliklerini dikkate alarak;1) Kullanılacak iş ekipmanının, kimyasal madde ve preparatların seçimi, işyerindeki çalışma düzeni gibi konular da dahil işçilerin sağlık ve güvenliği yönünden tüm riskleri değerlendirir. Bu değerlendirme sonucuna göre; işverence alınan önleyici tedbirler ile seçilen çalışma şekli ve üretim yöntemleri, işçilerin sağlık ve güvenlik yönünden korunma düzeyini yükseltmeli ve işyerinin idari yapılanmasının her kademesinde uygulanmalıdır.2) Bir işçiye herhangi bir görev verirken, işçinin sağlık ve güvenlik yönünden uygunluğunu göz önüne alır.3) Yeni teknolojinin planlanması ve uygulanmasının, seçilecek iş ekipmanının çalışma ortam ve koşullarına, işçilerin sağlığı ve güvenliğine etkisi konusunda işçiler veya temsilcileri ile istişarede bulunur.4) Ciddi tehlike bulunduğu bilinen özel yerlere sadece yeterli bilgi ve talimat verilen işçilerin girebilmesi için uygun önlemleri alır.d) Aynı işyerinin birden fazla işveren tarafından kullanılması durumunda işverenler, yaptıkları işin niteliğini dikkate alarak; iş sağlığı ve güvenliği ile iş hijyeni önlemlerinin uygulanmasında işbirliği yapar, mesleki risklerin önlenmesi ve bunlardan korunma ile ilgili çalışmaları koordine eder, birbirlerini ve birbirlerinin işçi veya işçi temsilcilerini riskler konusunda bilgilendirirler.e) İş sağlığı ve güvenliği ile iş hijyeni konusunda alınacak önlemler hiç bir şekilde işçilere mali yük getirmez." İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği'nin maddesi şöyledir:"İşyerinde sağlık ve güvenlikle ilgili koruyucu ve önleyici hizmetlerin yerine getirilmesi için aşağıda belirtilen hususlara uyulacaktır:a) Bu Yönetmeliğin 5 ve 6 ncı maddelerinde belirtilen yükümlülükler saklı kalmak kaydıyla, işveren, işyerindeki sağlık ve güvenlik risklerini önlemek ve koruyucu hizmetleri yürütmek üzere, işyerinden bir veya birden fazla kişiyi görevlendirir.b) Sağlık ve güvenlikle görevli kişiler, işyerinde bu görevlerini yürütmeleri nedeniyle hiçbir şekilde dezavantajlı duruma düşmezler. Bu kişilere, söz konusu görevlerini yapabilmeleri için yeterli zaman verilir.c) İşyerinde bu görevleri yürütebilecek nitelikte personel bulunmaması halinde, işveren dışarıdan bu konuda yeterlik belgesi olan uzman kişi veya kuruluşlardan hizmet alır.d) İşveren hizmet aldığı kişi veya kuruluşlara, işçilerin sağlık ve güvenliğini etkilediği bilinen veya etkilemesi muhtemel faktörler hakkında bilgi verir. Bu kişi veya kuruluşlar, bu Yönetmeliğin 10 uncu maddesinin (b) bendinde sözü edilen işçiler ve bu işçilerin işverenleri hakkındaki gerekli bilgilere de ulaşabilmelidirler.e) İşyerinde sağlık ve güvenlik hizmetlerini yürütmek üzere:1) Görevlendirilen kişiler gerekli nitelik, bilgi ve beceriye sahip olacaktır.2) Dışarıdan hizmet alınan kişi veya kuruluşlar gerekli kişisel beceri, mesleki bilgi ve donanıma sahip olacaktır.3) Görevlendirilen kişiler veya dışarıdan hizmet alınan kişi veya kuruluşların sayısı; işyerinin büyüklüğü, maruz kalınabilecek tehlikeler ve işçilerin işyerindeki dağılımı dikkate alınarak, koruyucu ve önleyici çalışmaların organizasyonunu yapmaya ve yürütmeye yeterli olacaktır.f) İşyeri içindeki veya dışındaki kişi veya kuruluşların bu maddede belirtilen sağlık ve güvenlik risklerini önleme ve risklerden korunma ile ilgili görev ve sorumlulukları açık olarak belirlenir. Bu kişi ve kuruluşlar gerektiğinde birlikte çalışırlar.g) İşverenin yeterli mesleki bilgi, beceri ve donanıma sahip olması halinde, işyerinin büyüklüğü, işin niteliği ve işçi sayısı dikkate alınarak bu maddenin (a) bendinde belirtilen hususların yerine getirilmesi sorumluluğunu kendisi üstlenebilir.h) İş sağlığı ve güvenliği konularında hizmet verecek kişi ve kuruluşların nitelikleri ve belgelendirilmesi ile işverenin sorumluluğu hangi hallerde üstlenebileceği ile ilgili usul ve esaslar Bakanlık tarafından belirlenir." İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği'nin maddesi şöyledir:"İşyerinde sağlık ve güvenliğin sağlanması ve sürdürülebilmesi için;a) İşveren, her işçinin çalıştığı yere ve yaptığı işe özel bilgi ve talimatları da içeren sağlık ve güvenlik eğitimi almasını sağlamak zorundadır. Bu eğitim özellikle;1) İşe başlanmadan önce,2) Çalışma yeri veya iş değişikliğinde,3) İş ekipmanlarının değişmesi halinde,4) Yeni teknoloji uygulanması halinde,yapılır.Eğitim, değişen ve yeni ortaya çıkan risklere uygun olarak yenilenir ve gerektiğinde periyodik olarak tekrarlanır.b) İşveren, başka işyerlerinden çalışmak üzere kendi işyerine gelen işçilerin yaptıkları işlerde karşılaşacakları sağlık ve güvenlik riskleri ile ilgili yeterli bilgi ve talimat almalarını sağlar.c) Sağlık ve güvenlik ile ilgili özel görevi bulunan işçi temsilcileri özel olarak eğitilir.d) (a) ve (c) bentlerinde belirtilen eğitim, işçilere veya temsilcilerine herhangi bir mali yük getirmez ve eğitimlerde geçen süre çalışma süresinden sayılır." İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği'nin maddesi şöyledir:"İşçiler işyerinde sağlık ve güvenlikle ilgili aşağıda belirtilen hususlara uymakla yükümlüdür:a) İşçiler, davranış ve kusurlarından dolayı, kendilerinin ve diğer kişilerin sağlık ve güvenliğinin olumsuz etkilenmemesi için azami dikkati gösterirler ve görevlerini, işveren tarafından kendilerine verilen eğitim ve talimatlar doğrultusunda yaparlar.b) İşçiler, işveren tarafından kendilerine verilen eğitim ve talimatlar doğrultusunda, özellikle;1) Makina, cihaz, araç, gereç, tehlikeli madde, taşıma ekipmanı ve diğer üretim araçlarını doğru şekilde kullanmak,2) Kendilerine sağlanan kişisel koruyucu donanımı doğru kullanmak ve kullanımdan sonra muhafaza edildiği yere geri koymak,3) İşyerindeki makina, cihaz, araç, gereç, tesis ve binalardaki güvenlik donanımlarını kurallara uygun olarak kullanmak ve bunları keyfi olarak çıkarmamak ve değiştirmemek,4) İşyerinde sağlık ve güvenlik için ciddi ve ani bir tehlike olduğu kanaatine vardıkları herhangi bir durumla karşılaştıklarında veya koruma tedbirlerinde bir aksaklık ve eksiklik gördüklerinde, işverene veya sağlık ve güvenlik işçi temsilcisine derhal haber vermek,5) İşyerinde, sağlık ve güvenliğin korunması için teftişe yetkili makam tarafından belirlenen zorunlulukların yerine getirilmesinde, işverenle veya sağlık ve güvenlik işçi temsilcisi ile işbirliği yapmak,6) İşveren tarafından güvenli çalışma ortam ve koşullarının sağlanması ve kendi yaptıkları işlerde sağlık ve güvenlik yönünden risklerin önlenmesinde, işveren veya sağlık ve güvenlik işçi temsilcisi ile mevzuat uygulamaları doğrultusunda işbirliği yapmak,ile yükümlüdürler."B. Uluslararası Hukuk 1961 tarihli Avrupa Sosyal Şartı’nın yerini almak üzere Avrupa Konseyi tarafından 1996 tarihinde kabul edilen (gözden geçirilmiş) Avrupa Sosyal Şartı'nın "Güvenli ve sağlıklı çalışma koşulları hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Âkit Taraflar, işverenlerin ve çalışanların örgütlerine danışarak, güvenli ve sağlıklı çalışma koşullarına sahip olma hakkının etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamak üzere;1- İş güvenliği, iş sağlığı ve çalışma ortamı hakkında tutarlı bir ulusal politika oluşturmayı, uygulamayı ve bunu belli aralıklarla gözden geçirmeyi, bu politikanın temel hedefi, iş güvenliği ve iş sağlığını iyileştirmeyi ve özellikle çalışma ortamının doğasından kaynaklanan tehlike sebeplerini en aza indirmek yoluyla, çalışma sırasında ortaya çıkan ya da bununla bağlantılı olan hastalıkları ve kazaları önlemeyi;2- Güvenlik ve sağlık alanlarında yönetmelikler hazırlamayı;3- Denetim yoluyla bu yönetmeliklerin uygulanmasını sağlamayı;4- Tüm çalışanlar için, aslen koruma ve danışmanlık işlevlerine sahip iş sağlığı hizmetlerinin geliştirilmesini desteklemeyi;taahhüt ederler." Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur(...)" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre inşaat alanlarında yürütülen faaliyetler doğaları gereği tehlikeli nitelikte olmaları nedeniyle insan yaşamına yönelik risk teşkil edebilecek mahiyettedir. Bu nedenle devletin, -faaliyetin kendine özgü koşullarına bağlı düzenlemeler yapmak da dâhil olmak üzere- bireylerin güvenliğini sağlamaya yönelik gerekli makul önlemleri alması gerekir (Cevrioğlu/Türkiye, B. No: 69546/12, 4/10/2016, § 57). AİHM; Sofya'da bir şantiyede inşaat işçisi olarak çalışan kişinin yapı iskelesinden düşerek yaşamını yitirmesi üzerine, ölen kişinin annesi ve babası tarafından ceza soruşturması yolu tüketildikten sonra yapılan bireysel başvuruda anne ve babanın Bulgar hukukunda etkili bir hukuki çare olan tazminat yoluna başvurmadığına özellikle vurgu yaparak kabul edilemezlik kararı vermiştir (Kostovi/Bulgaristan, B. No: 28511/11, 15/4/2014, §§ 1-35).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/511
Başvuru, iş kazası sonucu meydana gelen ölüm olayı üzerine işyeri yetkilileri hakkında başlatılan ceza soruşturmasının etkili olmaması ve olay hakkında açılan tazminat davasının mağduriyetleri gidermekten uzak bir kararla neticelenmesi nedenleriyle yaşam hakkının; tazminat davasının sekiz yıl gibi bir sürede tamamlanması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; tazminat davası sonucunda aleyhe yüksek miktarda vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/7890
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, taşınmazda meydana gelen değer kaybının tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Kayseri ili Kocasinan ilçesi ... mahallesinde ... pafta ... ada ... parsel sayılı taşınmaz üzerinde bulunan Apartmanı'nın kat malikleridir. Başvuruculardan Ömer Fırıncıoğlu ( sıradaki başvurucu) aynı zamanda adı geçen apartmanın yönetim kurulunda görevlidir. Apartmanı'nın bulunduğu taşınmaza bitişik parsel (Bundan sonra (A) taşınmazı olarak ifade edilecektir.) ile ilgili olarak belediye tarafından imar mevzuatı çerçevesinde muhtelif tarihlerde uygulama imar planı değişikliği ve ruhsat işlemleri tesis edilmiş, söz konusu işlemler idari yargıda dava konusu yapılmıştır.A. Birinci İmar Planı Değişikliği ve Ruhsat İşlemleri ile Bu İşlemlere İlişkin Yargı Kararları 5/9/2005 tarihli belediye meclis kararı ile (A) taşınmazının 35 metrelik cephesinin güney yönüne çevrilmesi yolunda uygulama imar planı değişikliği yapılmıştır. Söz konusu plan değişikliğine istinaden düzenlenen 25/4/2006 tarihli inşaat ruhsatına göre (A) taşınmazı üzerinde inşai faaliyete başlanmıştır. Belirtilen imar planı değişikliği ve inşaat ruhsatı ile ilgili yargılama süreçleri şöyledir:i. 5/9/2005 tarihli imar planı değişikliğinin iptali istemiyle Apartmanı Yönetim Kurulu tarafından Belediye Başkanlığına karşı 1/5/2006 tarihinde Kayseri İdare Mahkemesinde ( İdare Mahkemesi) dava açılmıştır (E.2006/2246 sayılı dava dosyası). İdare Mahkemesi 7/12/2006 tarihinde dava konusu işlemin yürütmesini durdurmuştur. Yürütmenin durdurulması kararı gereğince 10/1/2007 tarihinde (A) taşınmazı üzerindeki inşaat durdurularak mühürlenmiştir. İdare Mahkemesi 27/9/2007 tarihli kararıyla dava konusu plan değişikliğini iptal etmiştir. Kararın gerekçesinde, yerinde yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen raporun değerlendirilmesinden dava konusu imar planı tadilatının sadece bir parsele yönelik yapıldığının anlaşıldığı ve değişikliği gerektirecek teknik zorunluklarının bulunmadığı sonucuna varıldığı ifade edilmiştir. Tadilat neticesinde uyuşmazlık konusu parselin yönünün güneye çevrildiği, davacıların parseli ile 32 metre olan mesafenin 21 metreye düşürüldüğü, 954 m² olan yeşil alanın iki parçaya bölünerek toplam 529 m²ye düşürüldüğü, bu hâliyle birbirleri ile ilişkili tasarlanmış ve bütünlük gösteren konut bölgesinin bozulmasına sebebiyet verildiği hususlarına yer verilen kararda; sonucu itibarıyla dava konusu imar planı değişikliğinin planlama esaslarına, şehircilik ilkelerine ve kamu yararına uygun olmadığı belirtilmiştir. Söz konusu karar Danıştay Dairesinin 13/11/2009 tarihli kararıyla onanmıştır. Davalı Belediyenin karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 28/11/2011 tarihli kararıyla reddedilmiştir. ii. 25/4/2006 tarihli inşaat ruhsatının iptali istemiyle Apartmanı kat malikleri adına Ömer Fırıncıoğlu tarafından 17/5/2006 tarihinde İdare Mahkemesinde dava açılmıştır (E.2006/2443 sayılı dava dosyası). Anılan dava dosyasında verilen 27/9/2007 tarihli kararın Danıştay Dairesi tarafından bozulması üzerine yapılan yargılama neticesinde İdare Mahkemesinin 20/1/2011 tarihli kararıyla dava konusu 25/4/2006 tarihli inşaat ruhsatı iptal edilmiştir (E.2010/192 sayılı dava dosyası). İptal kararının gerekçesinde, dava konusu taşınmazı kapsayan uygulama imar planı değişikliğine ilişkin 5/9/2005 tarihli kararın iptal edildiği hatırlatılmıştır. Söz konusu iptal kararı üzerine 14/4/2008 tarihinde yeniden imar planı değişikliği yoluna gidildiği ve bu planın iptali istemiyle açılan davada davanın reddine karar verildiği, kararın Danıştayca onandığı belirtilmiştir. 14/4/2008 tarihli imar planında kat yüksekliğinin 9 kat olarak belirlenmesine karşın dava konusu ruhsatta kat yüksekliğinin 15 olarak belirlendiği, mevcut ruhsatın söz konusu plana uygun olmadığı ifade edilmiştir. Dava konusu yapıya ilişkin yargı kararlarından önce yapı kullanma izin belgesinin düzenlenmemiş olduğuna, taşınmaza ilişkin olarak verilen 8/8/2008 tarihli yapı ruhsatının iptal edilmesi üzerine 9/4/2010 tarihinde yapı ruhsatının düzenlendiğine ve yapı kullanma izin belgesinin de 28/12/2010 tarihinde verildiğine dikkat çekilen kararda, izin alınan yapı kısımları için inşaatın bittiği ve kazanılmış bir hakkın bulunduğundan söz etmeye olanak bulunmadığı, bu sebeple yapı ruhsatının imar planına aykırı olarak verilen kısımlarının hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir. Söz konusu karar Danıştay Dairesinin 6/3/2012 tarihli kararıyla onanmıştır. Davalı belediyenin karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 10/12/2012 tarihli kararıyla reddedilmiştir.B. İkinci İmar Planı Değişikliği ve Ruhsat İşlemleri ile Bu İşlemlere İlişkin Yargı Kararları 5/9/2005 tarihli imar planı değişikliğinin yargı kararı ile iptal edilmesi üzerine (bkz. § i) 14/4/2008 tarihli belediye meclis kararı ile (A) taşınmazının cephesinin değiştirilmesi yönünde yeni bir uygulama imar planı değişikliği yapılmıştır. Belirtilen plan değişikliğine istinaden söz konusu taşınmaz hakkında 8/8/2008 tarihli inşaat ruhsatı düzenlenmiştir.Söz konusu imar planı değişikliği ve inşaat ruhsatı ile ilgili yargılama süreçleri şöyledir:i. 14/4/2008 tarihli imar planı değişikliğinin iptali istemiyle Apartmanı kat malikleri adına Ömer Fırıncıoğlu tarafından Belediye Başkanlığına karşı 2/9/2008 tarihinde Kayseri İdare Mahkemesinde ( İdare Mahkemesi) dava açılmıştır (E.2008/701 sayılı dava dosyası). İdare Mahkemesi 18/6/2009 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Söz konusu karar Danıştay Dairesinin 29/5/2012 tarihli kararıyla yeni bir bilirkişi kurulu oluşturularak yapılacak keşif ve bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenecek rapor üzerine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur. İdare Mahkemesi bozma kararı uyarınca yaptığı yargılama sonucunda 24/10/2013 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir (E.2013/479 sayılı dava dosyası). Ret kararının gerekçesinde, keşif ve bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen raporun değerlendirilmesinden dava konusu uygulama imar planı değişikliğinin üst ölçekli plana uygun olduğu, plan bütünlüğünü bozmadığı, şehircilik ilkelerine, planlama esaslarına, kamu yararına ve imar mevzuatına uygun olduğu sonucuna varıldığı belirtilmiştir. Söz konusu karar Danıştay Dairesinin 24/3/2016 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir.ii. 8/8/2008 tarihli inşaat ruhsatının iptali istemiyle Apartmanı yönetim kurulu tarafından 17/5/2006 tarihinde İdare Mahkemesinde dava açılmıştır (E.2008/852 sayılı dava dosyası). İdare Mahkemesi4/11/2009 tarihli kararıyla dava konusu işlemi iptal etmiştir. Kararın gerekçesinde, imar yönetmeliğinde yazılı hükümlerin imar planlarında aksine açıklama bulunmadığı takdirde uygulanabileceği hatırlatılmış; buna göre uyuşmazlık konusu taşınmaz için imar planında (14/4/2008 tarihli plan) kat yüksekliği 9 kat olarak belirlendiği hâlde dava konusu işlemle anılan plana aykırı olarak kat yüksekliği 15 kat olacak şekilde düzenlenen yapı ruhsatının hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir. Söz konusu karar Danıştay Dairesinin 25/10/2010 tarihli kararıyla onanmıştır. Davalı belediyenin karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 11/6/2012 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Üçüncü İmar Planı Değişikliği ve Ruhsat İşlemleri ile Bu İşlemlere İlişkin Yargı Kararları 8/3/2010 tarihli belediye meclis kararı ile (A) taşınmazının cephesinin değiştirilmesi yönünde uygulama imar planı değişikliği yapılmıştır. Söz konusu plan değişikliğinin gerçekleştirildiği tarihte 14/4/2008 tarihli plan değişikliği işlemine (bir önceki plan) karşı açılan dava ilk derece mahkemesince reddedilmişancak söz konusu karar henüz kesinleşmemiştir (bkz.§ i). Belirtilen plan değişikliğine istinaden söz konusu taşınmaz hakkında 9/4/2010 tarihinde inşaat ruhsatı düzenlenmiştir. Söz konusu inşaat ruhsatının düzenlendiği tarih itibarıyla bir önceki inşaat ruhsatı (8/8/2008 tarihli ruhsat) yargı kararı ile iptal edilmiş durumdadır (bkz. § ii). Bu süreçte (A) taşınmazı üzerinde inşaatı tamamlanan binaya (İ. Apartmanı) 28/12/2010 tarihinde yapı kullanma izin belgesi verilmiştir. Apartmanı Yönetim Kurulu tarafından 9/5/2013 tarihinde Kayseri Sulh Hukuk Mahkemesine (Sulh Hukuk Mahkemesi) müracaat edilmiş ve (A) taşınmazı üzerindeki İ. Apartmanı'nın uygun mesafede inşa edilmemesi nedeniyle kendi taşınmazlarının değer kaybına uğradığı belirtilerek her bir dairenin ayrı ayrı değer kaybının tespit edilmesi talebinde bulunulmuştur (2013/25 Değişik İş sayılı dosya). 9/5/2013 tarihli tespit talebi dilekçesinde, imar planı ve ruhsat işlemlerinin iptali istemiyle açılan davalarda işlemlerin iptaline karar verildiği hâlde inşaatın yapımına devam edildiği; Belediye tarafından inşaatın bitirilmesine göz yumulduğu gibi İ. Apartmanı'nın kat mülkiyetine geçişine de izin verildiği ve taşınmazın tapu kaydının ... ada ... parsel olarak değiştirilerek mesken tapularının verildiği ifadelerine yer verilmiştir. Anılan tespit dosyasında Sulh Hukuk Mahkemesine sunulan 28/10/2013 tarihli bilirkişi raporunda (A) taşınmazı üzerine inşa edilen binadan dolayı Apartmanı'ndaki her bir dairede meydana gelen değer kaybı hesaplanmıştır. Söz konusu raporda ayrıca, uyuşmazlık konusu yapıya ilişkin yapı ruhsatı (2010 tarihli) ve yapı kullanma izin belgesi (28/12/2010 tarihli) bilgilerine de yer verilmiştir. Başvuruculardan Ahmet Mahmutoğlu 20/11/2013 tarihli dilekçeyle Belediyeye başvurmuş ve (A) taşınmazının imar durumu hakkında bilgi talep etmiştir. Belediyenin (A) taşınmazı hakkında 8/3/2010 tarihli belediye meclis kararı ile uygulama imar planı değişikliği yapıldığına dair 2/12/2013 tarihli cevap yazısı4/12/2013 tarihinde adı geçen başvurucuya tebliğ edilmiştir. İptal Davasıa. Bireysel Başvurudan Önceki Süreç 8/3/2010 tarihli imar planı değişikliğinin ve 9/4/2010 tarihli inşaat ruhsatının iptali istemiyle Apartmanı yönetim kurulu adına Ömer Fırıncıoğlu tarafından 23/12/2013 tarihinde İdare Mahkemesinde dava açılmıştır (E.2013/1076 sayılı dava dosyası). İdare Mahkemesi 26/12/2013 tarihli kararıyla davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; İdare Mahkemesinin 20/1/2011 tarihli gerekçeli kararında (bkz. § ii)uyuşmazlık konusu taşınmaza ilişkin 8/3/2010 tarihli imar planı değişikliğinden ve 9/4/2010 tarihli inşaat ruhsatından bahsedildiği, dolayısıyla söz konusu mahkeme kararının tebliğ edildiği 7/3/2011 tarihi itibarıyla bu işlemlerden haberdar olunduğunun kabulünün gerektiği, dava konusu işlemlerin belediyenin 2/12/2013 tarihli cevap yazısı ile öğrenildiği iddiasına itibar edilemeyeceği ifade edilmiştir. Buna göre 7/3/2011 tarihinden itibaren altmış gün içinde açılmayan davanın süresinde olmadığı belirtilmiştir. Söz konusu karar Danıştay Dairesinin 11/6/2015 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesinde öncelikle 2005-2008 yılları arasında (A) taşınmazına ilişkin imar planı değişikliği ve ruhsat işlemleri ile ilgili yargı kararlarına değinilmiştir. Davacının, süre aşımı kararına dayanak gösterilen İdare Mahkemesinin 20/11/2011 tarihli kararının içeriğini öğrenebilmesi için tebligatın bizzat kendisine yapılması veya vekil aracılığıyla temsil edilmesi nedeniyle vekilinin kararın içeriğinden kendisini bilgilendirmesi gerekmekte olduğu, olayda davacının yargı kararına ne zaman muttali olduğuna dair bir bilgi ve belge bulunmadığı belirtilmiştir. Ayrıca, söz konusu kararda yer verilen hususların (A) taşınmazının önceki imar planlarının ve yapı ruhsatlarının iptali istemiyle açılan davalar neticesinde verilen kesinleşmiş mahkeme kararları üzerine ne tür işlemler yapıldığı hakkında herhangi bir bilgi içermediği, sadece yeni imar planı değişikliğinin belediye meclislerince onayınave yapı ruhsatlarına ilişkin tarih ve sayıları gösterdiği ifade edilmiştir. Yargı kararlarına rağmen aynı plan değişikliğinin yapılmasında ısrar edilerek hukuka aykırı işlem yapıldığını ileri süren davacının yargı kararlarını uygulamakla yükümlü olan davalı idareye yargı kararları uyarınca işlem yapılıp yapılmadığını öğrenmek amacıyla yaptığı başvurunun, idarenin bu yükümlülüğünü yerine getirmesi amacıyla yapılmış bir başvuru olarak yorumlanması gerektiği değerlendirmesine yer verilen kararda, idareyi yargı kararlarına uyulması için işlem tesisine zorlayan başvuruya cevaben verilen 2/12/2013 tarihli yazının 4/12/2013 tarihinde tebliği üzerine 23/12/2013 tarihinde açılan davanın süresinde olduğu belirtilmiştir. Davalı Belediye anılan karara karşı 4/9/2015 tarihinde karar düzeltme yoluna gitmiştir.b. Bireysel Başvurudan Sonraki Süreç Davalı Belediyenin karar düzeltme istemi aynı Dairenin 23/1/2017 tarihli kararıyla kabul edilmiş ve 11/6/2015 tarihli bozma kararı kaldırılarak İdare Mahkemesinin 26/12/2013 tarihli süre ret kararı farklı bir gerekçeyle bozulmuştur. 23/1/2017 tarihli bozma kararının gerekçesinde davacının dava konusu taşınmazın batı yönünde bitişiğinde bulunan komşu taşınmazdaki apartmanın Yönetim Kurulu başkanı olduğu dikkate alındığında dava konusu taşınmaz üzerine inşa edilen ve yükselen bir bina varsa inşaat ruhsatından inşaatın başlama ve yükselme tarihinde haberdar olduğunun kabulünün gerekeceği ifade edilmiştir. İdare Mahkemesince dava konusu inşaat ruhsatına dayanılaraktaşınmaz üzerine inşa edilen bir binanın olup olmadığı, varsa bu inşaata başlama ve inşaatın yükselme tarihi araştırılarak inşaat ruhsatının ve dayanağı düzenleyici işlem niteliğindeki uygulama imar planının iptali istemiyle açılan dava hakkında yeniden bir karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. İdare Mahkemesi bozma kararı uyarınca yeniden yaptığı inceleme sonucunda 14/12/2017 tarihli kararıyla davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir (E.2017/1256 sayılı dava dosyası). Kararın gerekçesinde, İdare Mahkemesinin E.2006/2246 sayılı dava dosyasında verilen 7/12/2006 tarihli yürütmenin durdurulması kararı gereğince 10/1/2007 tarihinde (A) taşınmazı üzerindeki inşaatın durdurularak mühürlendiği hatırlatılmış; bu durumun 10/1/2007 tarihi itibarıyla taşınmaz üzerinde bir inşaata başlandığını gösterdiğine dikkat çekilmiştir. İlerleyen süreçte binanın inşaatının tamamlandığı belirtilen kararda, yapı ruhsatının (9/4/2010 tarihli) verilmesi akabinde bina için 28/12/2010 tarihinde yapı kullanma izin belgesinin (binanın tamamlanmış olması dolayısıyla) düzenlendiği ifade edilmiştir. Kararda davacının dava konusu taşınmazın batı yönünde bitişiğinde bulunan komşu taşınmazdaki apartmanın Yönetim Kurulu başkanı olduğu vurgulanmış, dolayısıyla binanın kullanımından haberdar olmamasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu belirtilmiştir. Sonuç olarak yapı kullanma izin belgesinin düzenlendiği tarih itibarıyla dava konusu işlemlerden haberdar olunacağı değerlendirmesine yer verilen kararda 28/12/2010 tarihinden itibaren altmış gün içinde açılmadığı anlaşılan davanın süresinde olmadığı tespitinde bulunulmuştur. Söz konusu karar temyiz incelemesi için Danıştayda olup henüz kesinleşmemiştir. Tam Yargı Davası (Bireysel Başvuruya Dayanak Dava) Apartmanı Yönetim Kurulu adına Ömer Fırıncıoğlu tarafından 23/12/2013 tarihinde İdare Mahkemesinde tam yargı davası açılmıştır. Söz konusu davada, (A) taşınmazı üzerindeki İ. Apartmanı'nın imara aykırı olarak inşa edilmesi nedeniyle kendilerine ait binada meydana gelen değer kaybının yasal faiziyle birlikte tazmini talep edilmiştir (E.2013/1018 sayılı dava dosyası). İdare Mahkemesi 19/2/2014 tarihli kararıyla davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Karar Kayseri Bölge İdare Mahkemesinin (Bölge İdare Mahkemesi) 19/9/2014 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesinde ilgili mevzuatta yönetici veya yönetim kuruluna kat maliklerinin kişisel haklarının muhtel olmasından dolayı tam yargı davası açılması konusunda bir yetki ve görev verilmediği, bu itibarla yönetim kurulu başkan ve üyelerinin kat malikleri adına tam yargı davası açamayacakları hatırlatılmıştır. Dava dilekçesinden davanın sadece adına dava açılan Ömer Fırıncıoğlu'nun uğradığı zarara ilişkin mi yoksa tüm kat maliklerinin uğradığı zarara ilişkin mi olduğunun anlaşılamadığı, dolasıyısıyla dava dilekçesinin usule uygun olarak düzenlenmediği ifade edilen bozma kararında; yeniden düzenlenmek üzere dilekçenin reddine karar verilmesi gerekirken konusu açıklığa kavuşturulmadan davanın süre yönünden reddedilmesinde hukuki isabet bulunmadığı belirtilmiştir. İdare Mahkemesi bozma kararındaki gerekçeler doğrutsunda 10/10/2014 tarihli kararıyla dava dilekçesini reddetmiştir (E.2014/1054 sayılı dava dosyası). Dilekçe ret kararı üzerine yeniden düzenlenen 10/11/2014 tarihli dava dilekçesinde başvurucuların tamamı Apartmanı'nın kat malikleri olarak davacı sıfatıyla yer almış ve taşınmazda meydana gelen değer kaybının tazminini talep etmişlerdir. Yenilenen dava İdare Mahkemesinin 28/11/2014 tarihli kararıyla süre aşımı nedeniyle reddedilmiştir (E.2014/1236 sayılı dava dosyası). Kararın gerekçesinde öncelikle davanın 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesi uyarınca idari işlemden doğan zararın tazmini istemiyle doğrudan açılan tam yargı davası niteliğinde olduğu tespitine yer verilmiştir. Kararda, İ. Apartmanı'na verilen 8/8/2008 tarihli yapı ruhsatının yargı kararıyla iptal edildiği görülmekle birlikte adı geçen apartman için iptal kararı sonrasında 9/4/2010 tarihinde yapı ruhsatı ve 28/12/2010 tarihinde yapı kullanma izin belgesi düzenlendiğinin anlaşıldığı ifade edilmiştir. Yapı kullanma izin belgesi verilen bir binanın inşaatının tamamlandığı ve fiilen kullanılacak duruma geldiğinin açık olduğuna dikkat çekilen kararda; uğranılan zararın bu tarih itibarıyla oluştuğu, davacıların bu kullanımı bilmemesinin hayatın olağan akışına aykırı olacağı belirtilmiştir. Buna göre 28/12/2010 tarihinden itibaren altmış gün geçtikten sonra 23/12/2013 tarihinde açılan davanın süresinde olmadığı tespitinde bulunulmuştur. Başvurucuların karara karşı yaptığı itiraz Bölge İdare Mahkemesinin 6/7/2015 tarihli kararıyla reddedilmiş ve karar onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme istemi de Bölge İdare Mahkemesinin5/11/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 17/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 15/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2577 sayılı Kanun'un "İptal ve tam yargı davaları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 inci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır." 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun "Yapı kullanma izni" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:"Yapı tamamen bittiği takdirde tamamının, kısmen kullanılması mümkün kısımları tamamlandığı takdirde bu kısımlarının kullanılabilmesi için inşaat ruhsatını veren belediye, valilik (...) bürolarından; 27 nci maddeye göre ruhsata tabi olmayan yapıların tamamen veya kısmen kullanılabilmesi için ise ilgili belediye ve valilikten izin alınması mecburidir. Mal sahibinin müracaatı üzerine, yapının ruhsat ve eklerine uygun olduğu ve kullanılmasında fen bakımından mahzur görülmediğinin tespiti gerekir." 3194 sayılı Kanun'un "Kullanma izni alınmamış yapılar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"İnşaatın bitme günü, kullanma izninin verildiği tarihtir. Kullanma izni verilmeyen ve alınmayan yapılarda izin alınıncaya kadar elektrik, su ve kanalizasyon hizmetlerinden ve tesislerinden faydalandırılmazlar. Ancak, kullanma izni alan bağımsız bölümler bu hizmetlerden istifade ettirilir."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19703
Başvuru, taşınmazda meydana gelen değer kaybının tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, bildirim ve izin şartına uyulmadan yurt dışına altın çıkarılması kabahatine dayalı olarak idari para cezası verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. İkinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, İsrail uyruklu olup Kudüs'te altın ticareti ile uğraşmaktadır. Başvurucu 23/5/2019 tarihinde İstanbul Havalimanı Gümrük Müdürlüğüne sunduğu nakit beyan formlarında yurda girişte 000 ABD doları beyan etmiştir. Beyan formlarında adına nakit hareketliliği yapılan gerçek/tüzel kişiler olarak K.Ş. Kuyumculuk Sanayi ve Ticaret Limitet Şirketi, G.K. -G. Yarı Mamul, Ç. Mücevherat ve Kuyumculuk Sanayi ve Ticaret Limitet Şirketi gösterilmiş; nakdin kaynağı olarak ihracat bedeli yazılmıştır. Başvurucu, nakit beyan formunda beyan ettiği kişi ve kuruluşlardan muhtelif miktarlarda altın satın almıştır. Başvurucu 26/5/2019 tarihinde yurt dışına çıkmak üzere İstanbul Havalimanı'na gelmiştir. Gümrük nakit beyan noktasından herhangi bir beyanda bulunmaksızın geçtikten ve pasaport çıkış işlemlerini tamamladıktan sonra yapılan güvenlik amaçlı X-Ray taramasında başvurucuya ait kabin çantasında altın eşya tespit edilmiştir. Başvurucu, irsaliye faturalarını ibraz etmiştir. Başvurucuya ait çantada 100 gram altın bulunmuştur. 26/5/2019 tarihli şüpheli ifade tutanağında başvurucu; ayda bir İstanbul'a altın ticareti için geldiğini, daha önceki gelişlerinde irsaliye faturalarını ibraz ederek geçiş yaptığını ve çıkış sırasında faturaların gümrüğe beyan edilmesi gerektiğini bilmediğini açıklamıştır. Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığı İdari Yaptırım Bürosu (Başsavcılık) 23/9/2019 tarihinde başvurucunun 243,50 TL tutarında idari para cezası ile cezalandırılmasına, 20/2/1930 tarihli ve 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun’da müsadereye ilişkin hüküm bulunmadığından altınların başvurucuya iadesine karar vermiştir. Kararda; 1567 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası ile 11/8/1989 tarihli ve 20249 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulunun 7/8/1989 tarihli ve Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Kararı'nın (32 sayılı karar) maddesinin (c) bendi dayanak olarak gösterilmiştir. Başsavcılık kararın gerekçesinde başvurucunun ele geçirilen altınları beyan etmediğini ve bunları, ticari amaçla yurt dışına çıkarmak istediğini, İstanbul Kuyumcular Odasının 21/6/2019 tarihli bilirkişi raporuna göre kabahate konu eşya değerinin 487 TL olduğunu ve eylem yurt dışına çıkış işlemi tamamlanmadan gümrük sahasında meydana geldiğinden eylemin teşebbüs aşamasında kaldığı gerekçesiyle cezanın idari para cezası rayiç bedelinin yarısı oranında indirildiğini açıklamıştır. Kabahate konu altınların mülkiyetinin kamuya geçirilmesine veya müsadere edilmesine yer olmadığını belirten Başsavcılık, söz konusu altınların başvurucuya iadesine karar vermiştir. Başvurucu 1/10/2019 tarihinde idari yaptırım kararına itiraz etmiştir. Başvurucu; itirazında, idari para cezası verilmesine neden olan altınları beyan etme konusunda bilgisi olmadığını iddia etmiştir. Söz konusu altınları Türkiye'de satın aldığını irsaliye faturaları ile tevsik ettiğini, altınları yurt dışına çıkarabileceğini ve idari para cezasının 1567 sayılı Kanun'a ve 32 sayılı karara aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Gaziosmanpaşa Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) 28/1/2020 tarihinde başvurucunun idari yaptırım kararına yaptığı itirazı reddetmiştir. Başvurucu 29/1/2020 tarihinde Hâkimlik kararına itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde; 32 sayılı kararın kara paranın aklanması, uyuşturucu kaçakçılığı, terörizmin finanse edilmesi veya organize suç, vergi kaçakçılığı gibi suçların önlenmesi amacıyla yürürlüğe girdiğini, satın alınan altınların yurt dışına çıkarken yetkili makamlara bildirilmesi gerektiğini bilmediğini, bu hususta kaçınılmaz bir hataya düştüğünü belirterek idari para cezasının şartlarının somut olayda gerçekleşmediğini iddia etmiştir. Gaziosmanpaşa Sulh Ceza Hâkimliği 3/2/2020 tarihinde itiraza konu kararın usul ve kanuna uygun olduğunu belirterek itirazı kesin olmak üzere reddetmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 8/2/2020 tarihinde öğrendikten sonra 4/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 1567 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Kambiyo, nukut, esham ve tahvilat alım ve satımının ve bunlar ile kıymetli madenler ve kıymetli taşlarla bunlardan mamul veya bunları muhtevi her nevi eşya ve kıymetlerin ve ticari senetlerle tediyeyi temine yarıyan her türlü vasıta ve vesikaların memleketten ihracı veya memlekete ithalinin tanzim ve tahdidine ve Türk parasının kıymetinin korunması zımnında kararlar ittihazına Cumhurbaşkanı salahiyetlidir." 1567 sayılı Kanun’un maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Fiil, 1 inci maddede yazılı kıymetlerin izinsiz olarak yurttan çıkarılması veya yurda sokulması mahiyetinde ise 21/3/2007 tarihli ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu hükümlerine göre suç veya kabahat oluşturmadığı takdirde kişi; eşya ve kıymetlerin rayiç bedeli kadar, teşebbüs halinde bu bedelin yarısı kadar idarî para cezası ile cezalandırılır." 32 sayılı kararın "Tanımlar" başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"i) Standart işlenmemiş altın: En az 995/1000 saflıkta, nitelikleri Müsteşarlıkça belirlenen barlar veya külçeler halindeki altını,ii) Standart dışı işlenmemiş altın: 995/1000’den düşük (995/1000 saflık hariç) saflıkta külçe, bar, dore bar, granül, toz veya hurda şeklindeki altını,iii) İşlenmiş altın: İşçilik uygulanarak ziynet veya süs eşyası haline dönüştürülmüş altını... ifade eder." 32 sayılı kararın maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"a) Kıymetli madenler, taşlar ve eşyaların Dış Ticaret Rejimi esasları dahilinde Türkiye'ye ithali ve ihracı serbesttir. Ancak, standart ve standart dışı işlenmemiş kıymetli madenlerin, ithal ve ihracında gümrük idarelerine beyan verilmesi esas olup, ithalat ve ihracat Rejim, Karar ve Yönetmelikleri uygulanmaz. Standart işlenmemiş kıymetli madenlerin ithali yalnızca, Merkez Bankası ile kendi mevzuatlarındaki hükümler saklı kalmak kaydıyla Kıymetli Madenler Borsası üyesi Kıymetli Maden Aracı Kuruluşları tarafından yapılır. Ancak, Kıymetli Madenler Borsası üyesi aracı kuruluşlar ithal ettikleri standart ve standart dışı işlenmemiş kıymetli madenleri üç iş günü içinde Borsaya teslim etmek zorundadır....c) Yolcular, beraberlerindeki kendilerine ait değeri 000- ABD Dolarını aşmayan ve ticari amaç taşımayan ziynet eşyası niteliğinde kıymetli madenlerden ve taşlardan yapılmış eşyaları yurda getirebilirler ve yurtdışına çıkarabilirler. Daha fazla değerdeki ziynet eşyalarının yurt dışına çıkarılması, girişte beyan edilmiş olmasına veya Türkiye'de satın alındığını tevsik etme şartına bağlıdır."B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Sözleşmeler Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." 30/1/2003 tarihli ve 4800 sayılı Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun ile onaylanması uygun bulunan 15/11/2000 tarihli Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nin ve maddelerinin ilgili kısmı şöyledir:"Madde 7: Taraf Devletler, meşru sermayenin dolaşımını herhangi bir şekilde engellemeksizin, bilginin yerinde kullanımını temin etmek kaydıyla, nakdin ve parasal değeri haiz her türlü evrakın sınırlan içindeki dolaşımının denetlenmesi ve izlenmesi için makul önlemlerin uygulanmasını göz önüne alacaklardır. Bu tür önlemler kişi ve kuruluşların önemli miktarda nakdin ve parasal değeri haiz her türlü evrakın sınırötesi nakline ilişkin bildirimde bulunmaları zorunluluğunu içerebilir.Madde 12: Taraf Devletler, iç hukuklarının elverdiği en geniş biçimde aşağıdakilerin müsaderesinin sağlanması için gerekli önlemleri alacaklardır: (a) Bu Sözleşmede belirtilen suçlardan elde edilen gelir veya değeri bunlara tekabül eden malvarlığı; (b) Bu Sözleşmede belirtilmiş suçlarda kullanılmış veya kullanılması amaçlanan malvarlığı, malzeme, teçhizat veya diğer araç-gereçler. Taraf Devletler, muhtemel bir müsadere amacıyla, bu maddenin fıkrasında bahsedilen herhangi bir malın tespitinin, izlenmesinin, dondurulmasının veya el konulmasının sağlanması için gerekli önlemleri alacaklardır." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı ve Diğer Yüksek Mahkeme Kararları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Ismayilov/Rusya (B. No: 30352/03, 6/11/2008) kararına konu olayda Bakü’de annesinden intikal eden evini satan başvurucu, yanında taşıdığı parayı (348 ABD doları) gümrük makamlarına eksik (48 ABD doları) bildirmiştir. Rusya kanunlarına göre ise 000 ABD doları üzerindeki para gümrüğe bildirilmelidir. Başvurucu hakkında bildirim yükümlülüğüne uymama suçundan şartlı tahliye koşuluyla altı ay hapis cezası ve ayrıca el konulan paranın tamamının müsaderesine karar verilmiştir. AİHM, müsadere tedbiriyle ilgili istikrarlı yaklaşımına değinmiş ve müdahalenin mülkiyetten yoksun bırakma içerse dahi Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün maddesinin ikinci paragrafı kapsamında mülkiyetin kullanımının kontrolü mahiyetinde olduğunu belirtmiştir (Ismayilov/Rusya, §§ 28-30). AİHM, kamu yararı bakımından korunan hukuki menfaatin gümrük makamlarına bildirim yükümlülüğüne uyulmasını sağlamak olduğunu vurgulamıştır (Ismayilov/Rusya, § 33). AİHM; başvurucuya herhangi bir suç isnadında bulunulmadığını olayda müsadere tedbirinin kara paranın aklanması, terörizmin finansmanı, uyuşturucu kaçakçılığı, vergi kaçırma veya başka suç faaliyetleri kapsamında uygulanmadığını tespit etmiştir. Buna göre belirli bir miktarın üzerinde nakit parayı yanında taşıyan başvurucu, sadece gümrük makamlarına yanında taşıdığı bu parayı eksik bildirmekten sorumlu tutulmuştur. AİHM, bildirilmeyen paranın meşru yollardan elde edildiğini ve bu paranın bildirilmemesinin kamuya olan zararının ise oldukça az olduğunu vurgulamıştır. Bununla birlikte müsadere tedbirinin sadece zararın tazmini amacıyla uygulandığını değil aynı zamanda caydırıcı ve cezalandırıcı bir yönünün de bulunduğunu kabul etmiştir. Ancak olayda başvurucunun zaten bildirim yükümlülüğüne uymadığı için şartlı tahliye koşuluyla hapis cezası aldığına dikkat çekmiştir. AİHM'e göre yalnızca bildirim yükümlülüğüne uymamasından dolayı başvurucu ceza da almışken ayrıca müsadere uygulanması ölçüsüz olup başvurucuya aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklemektedir (Ismayilov/Rusya, §§ 37, 38). AİHM, başka başvurularda da benzer şekilde yurda girerken veya yurttan çıkarken taşınan paranın gümrük makamlarına bildirilmemesi nedeniyle idari veya adli yaptırımlar uygulanmasına rağmen buna ek olarak ayrıca söz konusu paranın da bütünüyle müsadere edilmesinin ölçüsüz bir müdahale olduğunu kabul ederek mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Gabric/Hırvatistan, B. No: 9702/04, 5/2/2009, §§ 31-40; Boljevic/Hırvatistan, B. No: 43492/11, 31/1/2017, §§ 37-46). Gyrlyan/Rusya (B. No: 35943/15, 9/10/2018) kararında da başvurucu, ev satışından elde ettiği 000 dolar tutarındaki nakit parayı yurt dışına çıkarırken havaalanında yakalanmıştır. Mahkemece bu paranın 000 dolarının müsaderesine karar verilmiştir. AİHM önceki kararlardan farklı olarak ayrıca bir yaptırım da uygulanmadığı hâlde mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğuna karar vermiştir. AİHM, korunan hukuki değer ile karşılaştırıldığında müsadere edilen para miktarının oldukça yüksek olduğunu ve beyan edilmemiş tutarın müsadere edilmesinin veya eş değer bir ceza uygulanmasının adil dengenin sağlanmasını engelleyen katı bir sistem olduğunu vurgulamış ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Avrupa Birliği Adalet Divanı da gümrük makamlarına bildirmeme fiili sebebiyle bildirime konu nakit paranın %60'ı tutarında para cezası verilmesinin yaptırımla amaçlanan sonuçlar ile karşılaştırıldığında ölçülü olmadığı sonucuna varmıştır (Robert Michal Chmielewski/Nemzeti Adó- és Vámhivatal Dél-alföldi Regionális Vám- és Pénzügyőri Főigazgatósága, C-255/14, 16/7/2015).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/9691
Başvuru, bildirim ve izin şartına uyulmadan yurt dışına altın çıkarılması kabahatine dayalı olarak idari para cezası verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, icra emrinin iptali talebiyle yapılan şikâyet başvurusunda İcra Hukuk Mahkemesince şikâyet dilekçesi karşı tarafa tebliğ edilmeden dosya üzerinden karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası ilişkindir. Başvuru 14/6/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. 2013/4074 numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibatı nedeniyle 2013/4073 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin bu dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 17/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 7/8/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, birinci başvurucuya 14/8/2014 tarihinde, ikinci başvurucuya 9/5/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını sırasıyla 18/8/2014 ve 21/5/2014 tarihlerinde ibraz etmişlerdir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular tarafından davalı Isparta İl Özel İdaresi aleyhine Isparta İş Mahkemesinde açılan fazla çalışma ücreti alacağının tahsili istemli davada Mahkemece 28/12/2011 tarihli ve E.2010/273, K.2011/518 sayılı karar ile başvurucu Mehmet Ali Bedir lehine 400 TL vekâlet ücreti ile 49,05 TL yargılama giderine, 28/12/2011 tarihli ve E.2010/248, K.2011/507 sayılı karar ile başvurucu Tevfik Günay lehine 400 TL vekâlet ücreti ile 47,05 TL yargılama giderine hükmedilmiştir. Başvurucular, anılan kararlarda hükmedilen vekâlet alacağı ile yargılama giderinin tahsili için Ankara İcra Müdürlüğünün E.2013/2380 sayılı ve E.2013/2396 sayılı dosyalarında ilamlı icra takipleri başlatmışlardır. İcra Müdürlüğü, takip borçlusu Isparta İl Özel İdaresine icra emirleri göndermiş; borçlu idare vekili ise takip dayanağı Isparta İş Mahkemesinin E.2010/273 sayılı ve E.2010/248 sayılı dosyalarında, yargılamanın başından sonuna kadar davalı vekili olarak yer almasına ve vekille takip edilen işlerde tebligatın vekile yapılmasının zorunlu olmasına rağmen vekil sıfatıyla kendisi yerine doğrudan borçlu idareye icra emri gönderilmesinin kanuna aykırı olduğunu belirterek Ankara İcra Hukuk Mahkemesi nezdinde şikâyet başvurularında bulunmuş ve icra emirlerinin iptalini talep etmiştir. Ankara İcra Hukuk Mahkemesi, dosya üzerinden yaptığı inceleme sonucunda 2/5/2013 tarihli ve E.2013/286, K.2013/604 sayılı ve 3/5/2013 tarihli ve E.2013/283, K.2013/613 sayılı kararlar ile şikâyetlerin kabulüne ve icra emirlerinin iptaline kesin olarak karar vermiştir. Mahkeme, şikâyet dilekçelerini başvuruculara tebliğ etmemiş ancak gerekçeli kararında başvurucuları davalı olarak gösterip bu dosyalar nedeniyle vekâlet ücreti ile yargılama gideri ödemeye mahkûm etmiştir. Kararların gerekçelerinin ilgili ortak kısımları şöyledir: “İİK.nun 18/3 ve HMK 320/1 maddelerine göre, şikâyet konusu işlemi yapan icra dairesinin açıklama yapmasına ve duruşma yapılmasına gerek olmadığı takdir edilerek evrak üzerinde inceleme yapılmıştır. … 7201 Sayılı Tebligat Kanunu'nun 11, Avukatlık Kanunu'nun 41,171 ve HMK.maddeleri gereğince vekil ile takip edilen işlerde tebligatın vekile yapılması zorunludur.  Somut olayda; takip dayanağı ilam kapsamında davacı/borçlu idarenin kendisini vekille temsil ettirdiği belirgindir. Takip dosyasında icra emrinin vekil yerine asile tebliğ olunması anılan yasa hükümlerine aykırı olduğundan şikâyetin kabulüne, borçlu idare adına gönderilen icra emrinin iptaline karar vermek gerekmiş, aşağıdaki hüküm kurulmuştur.” Kesin nitelikli bu kararlar 15/5/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş, başvurucular 14/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Kanunun hallini mahkemeye bıraktığı hususlar müstesna olmak üzere İcra ve İflas dairelerinin yaptığı muameleler hakkında kanuna muhalif olmasından veya hadiseye uygun bulunmamasından dolayı icra mahkemesine şikâyet olunabilir. Şikâyet bu muamelelerin öğrenildiği tarihten yedi gün içinde yapılır. Bir hakkın yerine getirilmemesinden veya sebepsiz sürüncemede bırakılmasından dolayı her zaman şikâyet olunabilir.” 2004 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Şikâyet icra mahkemesince, kabul edilirse şikâyet olunan muamele ya bozulur, yahut düzeltilir. Memurun sebepsiz yapmadığı veya geciktirdiği işlerin icrası emrolunur.” 2004 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “İcra mahkemesine arz edilen hususlar ivedi işlerden sayılır ve bu işlerde basit yargılama usulü uygulanır. Şu kadar ki, talep ve cevaplar dilekçe ile olabileceği gibi icra mahkemesine ifade zaptettirmek suretiyle de olur. Aksine hüküm bulunmayan hâllerde icra mahkemesi, şikâyet konusu işlemi yapan icra dairesinin açıklama yapmasına ve duruşma yapılmasına gerek olup olmadığını takdir eder; duruşma yapılmasını uygun gördüğü takdirde ilgilileri en kısa zamanda duruşmaya çağırır ve gelmeseler bile gereken kararı verir. Duruşma yapılmayan işlerde icra mahkemesi, işin kendisine geldiği tarihten itibaren en geç on gün içinde kararını verir. Duruşmalar, ancak zorunluluk hâlinde ve otuz günü geçmemek üzere ertelenebilir.” 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler. (2) Bu hak; a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, b) Açıklama ve ispat hakkını, c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini, içerir.” 6100 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Dava açılması ve davaya cevap verilmesi dilekçe ile olur.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4073
Başvuru, icra emrinin iptali talebiyle yapılan şikâyet başvurusunda İcra Hukuk Mahkemesince şikâyet dilekçesi karşı tarafa tebliğ edilmeden dosya üzerinden karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası ilişkindir.
1
Başvuru, atama sebebine yönelik açılan davanın idari davaya konu olabilecek icrai bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Adıyaman Emniyet Müdürlüğünde polis memuru olarak görev yapmaktayken Batman Emniyet Müdürlüğüne atanması üzerine atama işleminin sebebi olarak gösterilen "birim teklifi madde 34" ibaresinin iptali istemiyle 14/12/2009 tarihinde dava açmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesi 28/7/2011 tarihinde davayı yetki yönünden reddetmiş ve dosyanın uyuşmazlığın çözümünde yetkili Batman İdare Mahkemesine (Mahkeme) gönderilmesine karar vermiştir. Mahkeme 22/12/2011 tarihinde işlemi iptal etmiştir. Karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Danıştay Beşinci Dairesi (Daire) 20/2/2013 tarihinde mahkeme kararını bozmuştur. Kararda; başvurucunun naklen atama işleminin iptalini istemediği, atama nedeninin iptalini istediği belirtilmiştir. Atama nedeninin ise tek başına hukuki sonuç doğurmadığı, başvurucunun hukuki durumunda değişiklik yapmadığı ve atama işleminin sebep unsurunu oluşturduğu ifade edilmiştir. Karar düzeltme talebi Dairenin 15/11/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Mahkeme 3/4/2014 tarihinde bozma kararına uymayarak 22/12/2011 tarihli kararında ısrar etmiştir. Karara karşı yapılan temyiz başvurusu sonucunda, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (İDDK) 28/1/2016 tarihinde Mahkemenin ısrar kararının bozulmasına karar vermiştir. Kararda, tek başına hukuki bir sonuç doğurmayan ve naklen atama işleminin sebep unsurunu oluşturan atama teklifinin idari davaya konu olabilecek kesin ve yürütülebilir işlem niteliği bulunmadığı ancak bu teklife dayanılarak tesis edilen işleme karşı ilgililerce dava açılabileceği belirtilmiştir. Karar düzeltme talebi İDDK'nın 14/6/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Mahkeme bozma kararına uyarak 24/10/2017 tarihinde davanın incelenmeksizin reddine karar vermiştir. Kararda, Dairenin 20/2/2013 tarihli kararında geçen gerekçeye yer verilmiştir (bkz. § 10). Karara karşı yapılan temyiz başvurusu Dairenin 3/10/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 17/12/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 26/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Kanun 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" İdari dava türleri şunlardır:a) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları..." 2577 sayılı Kanun'un "Dilekçeler üzerine ilk inceleme" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Dilekçeler, ...d) İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı,...yönlerinden sırasıyla incelenir." 2577 sayılı Kanun'un "İlk inceleme üzerine verilecek kararlar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;...b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine,...Karar verilir." 11/9/1992 tarihli ve 21342 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Emniyet Hizmetleri Sınıfı Mensupları Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği'nin "Yetkili Amirlerin Teklifi Üzerine Yer Değiştirme" başlıklı maddesi şöyledir:"Kendisinin ve/veya aile fertlerinin tutum, davranış ve fiilleri nedeniyle bulunduğu yerde görev yapma niteliğini kaybettiği değerlendirilen personelin yer değişikliği, gerekçeleri ile birlikte teklif edilebilir. Bu teklif illerde il emniyet müdürünün önerisi üzerine valiler tarafından Bakanlığa, merkez teşkilatı ile doğrudan merkeze bağlı taşra teşkilatında ise birim amirleri tarafından Genel Müdürlüğe yapılır. Yer değişikliği teklifleri Genel Müdürlükçe değerlendirilir. Yer değiştirmenin gerekli olup olmadığı hususunda müfettiş marifetiyle inceleme yaptırılabilir. Yer değişikliği teklifi uygun görülen personelin yeri, hizmet sürelerine ve yer değiştirme zamanına bakılmaksızın aynı bölge içinde veya başka bir bölgede olmak üzere değiştirilir." Danıştay İçtihadı İDDK'nın 14/6/2017 tarihli ve E.2015/4736, K.2017/2547 sayılı kararının ilgi kısmı şöyledir:"Tek başına hukuki bir sonuç doğurmayan ve naklen atama işleminin sebep unsurunu oluşturan atama teklifinin, idari davaya konu olabilecek kesin ve yürütülebilir işlem niteliği bulunmadığı, ancak bu teklife dayanılarak tesis edilen işleme karşı ilgililerce dava açılabileceği anlaşıldığından, davanın 2577 sayılı Kanunun 15/1-b maddesi uyarınca reddedilmesi gerekirken, uyuşmazlığın esasının incelenmesi suretiyle dava konusu işlemin iptaline hükmedilmesinde hukuki isabet bulunmamaktadır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı İlgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı için bkz. Ali Diren, B. No: 2015/13108, 18/4/2018, §§ 26-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/37568
Başvuru, atama sebebine yönelik açılan davanın idari davaya konu olabilecek icrai bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, usul kurallarına aykırı olarak savunmasının alınmasının ve mahkûmiyet kararına dayanak olan dinleme kayıtlarına ilişkin mahkeme kararlarının dava dosyasında bulunmamasının Anayasa’nın adil yargılanma hakkını düzenleyen maddesinin; kendisi ile aynı durumda olan bazı sanıklar hakkında verilen mahkûmiyet kararlarının daha az ceza verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulduğu halde kendisi hakkında verilen cezanın bir gerekçe gösterilmeksizin onanmasının Anayasa’nın eşitlik ve gerekçeli karar haklarını düzenleyen ve maddelerinin ihlali niteliğinde olduğunu ileri sürmüştür. Başvuru, 14/6/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 31/3/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Gaziantep Emniyet Müdürlüğünce yapılan istihbari çalışmalar kapsamında yapılan teknik takip sonucu aralarında başvurucunun da bulunduğu bazı kişilerin telefon görüşmeleri mahkeme kararı ile dinlenmiş ve kayda alınmıştır. Başvurucu hakkında Gaziantep Asliye Ceza Mahkemesinin 13/2/2012 tarihli kararı ile yakalama emri verilmiştir. Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığının 14/2/2012 tarihli iddianamesi ile başvurucu dâhil yedi kişi hakkında parada sahtecilik yapmak suçundan cezalandırılmaları talebiyle Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi 14/2/2012 tarihli kararı ile iddianameyi kabul etmiştir. Başvurucu, hakkında verilen yakalama emri gereğince 14/2/2012 tarihinde yakalanmış ve Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi huzurunda ilk celseye katılımı sağlanarak savunması alınmıştır. Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi 30/5/2012 tarihli kararı ile başvurucunun parada sahtecilik suçundan 8 yıl 4 ay hapis ve 320,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin 18/2/2013 tarihli ilamı ile İlk Derece Mahkemesinin kararının başvurucuya ilişkin kısmı onanmış, karar başvurucuya 31/5/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun “Yakalanan kişinin mahkemeye götürülmesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Hâkim veya mahkeme tarafından verilen yakalama emri üzerine soruşturma veya kovuşturma evresinde yakalanan kişi, en geç yirmi dört saat içinde yetkili hâkim veya mahkeme önüne çıkarılır.(2) Yakalanan kişi, en geç yirmi dört saat içinde yetkili hâkim veya mahkeme önüne çıkarılamıyorsa, aynı süre içinde yakalandığı yer adliyesinde, mevcut değil ise en yakın adliyede kurulu sesli ve görüntülü iletişim sisteminin kullanılması suretiyle yetkili hâkim veya mahkeme tarafından bu kişinin sorgusu yapılır veya ifadesi alınır.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(1) Şüphelinin veya sanığın ifadesinin alınmasında veya sorguya çekilmesinde aşağıdaki hususlara uyulur:a) Şüpheli veya sanığın kimliği saptanır. Şüpheli veya sanık, kimliğine ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmakla yükümlüdür.b) Kendisine yüklenen suç anlatılır.c) Müdafi seçme hakkının bulunduğu ve onun hukukî yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade veya sorgusunda hazır bulunabileceği, kendisine bildirilir. Müdafi seçecek durumda olmadığı ve bir müdafi yardımından faydalanmak istediği takdirde, kendisine baro tarafından bir müdafi görevlendirilir. d) 95 inci madde hükmü saklı kalmak üzere, yakalanan kişinin yakınlarından istediğine yakalandığı derhâl bildirilir.e) Yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanunî hakkı olduğu söylenir.f) Şüpheden kurtulması için somut delillerin toplanmasını isteyebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüphe nedenlerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek olanağı tanınır.” 5271 sayılı Kanun’un “İddianamenin iadesi” kenar başlıklı 174 maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:“1) Mahkeme tarafından, iddianamenin ve soruşturma evrakının verildiği tarihten itibaren onbeş gün içinde soruşturma evresine ilişkin bütün belgeler incelendikten sonra, eksik veya hatalı noktalar belirtilmek suretiyle;…İddianamenin Cumhuriyet Başsavcılığına iadesine karar verilir.” 5271 sayılı Kanun’un “İddianamenin kabulü ve duruşma hazırlığı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“1) İddianamenin kabulüyle, kamu davası açılmış olur ve kovuşturma evresi başlar.(2) Mahkeme, iddianamenin kabulünden sonra duruşma gününü belirler ve duruşmada hazır bulunması gereken kişileri çağırır.” 5271 sayılı Kanun’un “İddianamenin sanığa tebliği ve sanığın çağrılması” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) İddianame, çağrı kâğıdı ile birlikte sanığa tebliğ olunur.(2) Tutuklu olmayan sanığa tebliğ olunacak çağrı kâğıdına mazereti olmaksızın gelmediğinde zorla getirileceği yazılır.(3) Tutuklu sanığın çağrılması duruşma gününün tebliği suretiyle yapılır. Sanıktan duruşmada kendisini savunmak için bir istemde bulunup bulunmayacağı ve bulunacaksa neden ibaret olduğunu bildirmesi istenir; müdafii de sanıkla birlikte davet olunur. Bu işlem, tutuklunun bulunduğu ceza infaz kurumunda cezaevi kâtibi veya bu işle görevlendirilen personel yanına getirilerek tutanak tutulmak suretiyle yapılır.(4) Yukarıdaki fıkralar gereğince, çağrı kâğıdının tebliğiyle duruşma günü arasında en az bir hafta süre bulunması gerekir.” 5271 sayılı Kanun’un “Ara verme” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Duruşmaya, ara verilmeksizin devam edilerek hüküm verilir. Ancak, zorunlu hâllerde davanın makul sürede sonuçlandırılmasını olanaklı kılacak surette duruşmaya ara verilebilir.(2) 176 ncı maddede belirlenen süreye uyulmamış ise duruşmaya ara verilmesini istemeye hakkı olduğu sanığa hatırlatılır.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:“(3) Duruşmada, sırasıyla;a) Sanığın açık kimliği saptanır, kişisel ve ekonomik durumu hakkında kendisinden bilgi alınır,b) İddianame veya iddianame yerine geçen belge okunur,c) Sanığa yüklenilen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu ve 147 nci madde de belirtilen diğer hakları bildirilir,d) Sanık açıklamada bulunmaya hazır olduğunu bildirdiğinde usulüne göre sorgusu yapılır.” 14/1/2007 tarihli Ceza Muhakemesi Kanununda Öngörülen Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı Ve Teknik Araçlarla İzleme Tedbirlerinin Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin “İletişimin tespiti, dinlenmesi, kayda alınması ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi talebi ve kararı” kenar başlıklı maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:“(4) Cumhuriyet başsavcılığı tarafından gönderilen talep yazısı, hâkim tarafından saat belirtilerek havale yapılır. Talep, istemin içeriği gösterilmeksizin, hâkim havalesinde belirtilen saat de işlenmek suretiyle, bu iş için görevlendirilen ilgili zabıt katibi tarafından mahkemenin değişik iş defterine kaydedilir. Hâkim tarafından havale saatinden itibaren 24 saat içerisinde karar verilir. Hangi mahkemenin değişik iş defterine kaydedilmişse iş o mahkemenin hâkimi tarafından sonuçlandırılır. Verilen karar, tutanakla Cumhuriyet başsavcılığına teslim edilir ve mahkeme kaleminde kalan suretinin gizli tutulması için ilgili hâkim tarafından gerekli tedbir alınır. Söz konusu kararlar tedbir süresince değişik iş kartonuna takılmaz. Tedbirin sona erdiği öğrenildiğinde ilgili kartonuna ilave edilir. Bu maddedeki tüm işlemler sırasında gizliliğe uyulur.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4030
Başvurucu, usul kurallarına aykırı olarak savunmasının alınmasının ve mahkûmiyet kararına dayanak olan dinleme kayıtlarına ilişkin mahkeme kararlarının dava dosyasında bulunmamasının Anayasa’nın adil yargılanma hakkını düzenleyen 36. maddesinin; kendisi ile aynı durumda olan bazı sanıklar hakkında verilen mahkûmiyet kararlarının daha az ceza verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulduğu halde kendisi hakkında verilen cezanın bir gerekçe gösterilmeksizin onanmasının Anayasa’nın eşitlik ve gerekçeli karar haklarını düzenleyen 10. ve 14 maddelerinin ihlali niteliğinde olduğunu ileri sürmüştür.
0
Başvuru, işçilik alacağı davasının kısmen reddedilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi sonucu alacakların zamanaşımına uğraması nedeniyle mahkemeye erişim hakkı, gerekçeli karar hakkı ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu; Denizli İş Mahkemesinde (Mahkeme) açtığı davada, tekstil fabrikasında 17/12/2002-26/2/2013 tarihleri arasında çalıştığı sırada işverence fazla çalışma onayı vermesi için baskı yapıldığını, onay vermeyince iş akdinin sonlandırıldığını, banka hesabına kıdem tazminatı açıklamasıyla iki kez para yatırıldığını ancak yatırılan miktarların eksik olduğunu, ihbar tazminatıyla yaptığı fazla çalışmaların ücretlerinin ödenmediğini, yıllık izinlerinin kullandırılmadığını ileri sürerek işçilik alacaklarının tahsilini talep etmiştir. Mahkeme, fazla çalışma ücreti ve yıllık izin ücreti taleplerinin kısmen kabulüne, kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddine karar vermiştir. İstinaf kanun yoluna başvurulması üzerine Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi istinaf talebinin reddine karar vermiştir. Nihai karar 22/3/2019 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvuru 19/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/13321
Başvuru, işçilik alacağı davasının kısmen reddedilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi sonucu alacakların zamanaşımına uğraması nedeniyle mahkemeye erişim hakkı, gerekçeli karar hakkı ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin duruşmasız olarak yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gazetecilik faaliyeti ve ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle de ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm tarafından 19/9/2018 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün Maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, kamuoyunda bilinen bir gazeteci ve ilahiyat konularında da yazı ve kitapları bulunan bir yazardır. Türkiye, 15 Temmuz 2016 gecesi askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış; bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye’de uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Bu kapsamda FETÖ/PDY’nin kamu kurumlarındaki ve eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum, medya gibi farklı alanlardaki yapılanmalarına yönelik olarak ülke genelinde soruşturmalar yapılmış; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucunun da aralarında bulunduğu ve çoğunluğu gazeteci, yazar ve akademisyen olan kırk üç şüpheli hakkında FETÖ/PDY’nin medya yapılanmasıyla bağlantılı olarak soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu anılan soruşturma kapsamında 26/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucunun ifadesi 30/7/2016 tarihinde İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünde alınmıştır. İfade alma işlemi sırasında İstanbul Barosunca görevlendirilen müdafi de hazır bulunmuştur. Başvurucuya; darbe girişiminde bulunan FEFÖ/PDY’nin yapısının nasıl olduğu, örgütün yayın organlarında veya diğer alanlarda kendisine bir görev verilip verilmediği, herhangi bir internet sitesinde Fetullah Gülen’in yaptığı konuşmaları takip edip etmediği, örgütün hangi kademesinde ne tür görevler aldığı, sorumlu olduğu ya da emir aldığı kişilerin kim olduğu, örgütün medya organlarının yayın politikasının nasıl şekillendiği ve örgüt liderinin yayın organlarıyla irtibatının nasıl sağlandığı, örgüt lideriyle irtibatının bulunup bulunmadığı ve örgüt liderini ziyaret edip etmediği, darbe girişiminden önceden haberdar olup olmadığı, darbe girişiminde bulunan kişilerle ve Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) personeliyle bir irtibatının olup olmadığı şeklinde sorular yöneltilmiştir. İfade alma işlemi sırasında ayrıca başvurucuya örgüt liderinin 4/2/2016 tarihli “Cennet Kılıçların Gölgesi Altındadır” başlığını taşıyan ve terör örgütü üyelerine talimat olarak değerlendirilen konuşmasından iki gün sonra başvurucunun yazdığı “Kıyam mı Temkin mi” başlıklı yazısıyla darbe girişimini meşru kılmaya çalışıp çalışmadığı sorulmuştur. Başvurucu ifadesinde, isnat edilen suçlamaları kabul etmemiş ve sorulara karşı özetle aşağıdaki şekilde beyanda bulunmuştur:“1986 yılında F.K. N.A. A.T. ve ben zaman gazetesini çıkartarak gazeteyi çıkardıktan sonra köşe yazarlığına devam ederek çalışmaya başladım. Gazetenin merkezi Ankara idi ancak İstanbul bürosunu ben kurdum. 1987 yılı sonlarına doğru gazete el değiştirdi ve ismini hatırlamadığım Fetullah Hocaya yakın insanlar satın aldı. Bunun üzerine fikir uyuşmazlığı nedeniyle ayrıldım net olarak hatırlamamakla birlikte 1994 1998 yılları arası Yeni Şafak gazetesindeköşe yazarlığı yaptım 1998 yılında gazete yine el değiştirince ben de rahat edemeyeceğimi anlayınca ayrıldım. Aradan birkaç ay geçtikten sonra bana Zaman gazetesinden genel yayın yönetmeni bana gazetede köşe teklif edince ben de kabul ederek o tarihten kayyımın tayin edildiği tarihe kadar köşe yazarlığına devam ettim benim asıl mesleğim kitap yazarlığıdır… yazarlıktan başka da herhangi bir ticari faaliyette bulunmadım. Köşe yazarlığı yapmamın sebebi geçim için yeterli olmamasındandır. Benim gazete ile olan ilişkim tamamen bir profesyonel iş ilişkisidir. Gazetenin yönetiminde yer almadım. Yayın kurulunda yer almadım. Gazetede benim odam yoktu. Dışarıdan email ile yazılarımı gazeteye göndermekteydim.Fetullah Gülen’in herhangi bir konuşmasını takip etmedim. Ben daha çok vaazlarını Samanyolu ve Mehtap TV’de yayınladıkları kadarını takip ederim. Belirtilen internet sitesinde hiç takip etmedim. Sağdan soldan duyduğum kadarını bilirim. Yukarıda belirttiğim gibi gazetenin hiçbir biriminde görev almadım. Sadece yazılarımı e-mail üzerinden göndermekteydim.Ben yayın kuruluşuna katılmadım. Yönetim kuruluna da katılmazdım dolayısıyla nasıl tayin edildiğini bilmem. Böyle bir talimata göre şekillenip şekillenmediği hakkında bilgim yoktur.Ben bugün İslam dünyasında niçin nşallahll birbiriyle çatışıyor neden işlerini demokrasi ile halletmiyor diye araştırırken bir yazı dizisi hazırladım. Bu yazı dizisinde iki ana akımdan bahsettim birisi ehli sünnetin temkin modeli yani silahlı ayaklanmaya asla cevaz verilmeyen diğeri harici ve nşallahl her ne olursa olsun kılıç kullanılması görüşüdür. Ben islam dünyasının nşallahl temkin modelini takip etmelerini savunuyordum. Benim yazımda geçen kılıç ibaresi de Haricilerin ve Zeydilerin görüşüdür. Bu yazıdaki söz konusu paragrafı Odatv bağlamından kopararak ve maksadına aykırı olarak sanki ben bununla Fetullah Gülen’in konuşmasına destek veriyormuşum uslübuyla haber yaptı. Ben darbeye zemin hazırladığım iddiasını şiddetle ve kategorik olarak reddediyorum.Benim FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile aramda herhangi bir bağ yoktur. Benim bu yapı içerisinde herhangi bir görevim olmadı, benim sorumlu olduğum ve benden sorumlu olan bir şahıs yoktur. Ben bir yazarım cemaat ile olan ilişkim de zaman gazetesi ile yazar ilişkisinden ibarettir. Ben profseyonel olarak çalışıyorudum. Telif ücretimi de ödüyorlardı. Ben böyle bir hareketi ne tahmin ettim ne de umdum benim için de travma oldu.” İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, aynı tarihte başvurucuyla birlikte altı şüpheliyi tutuklanmaları talebiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında “Şüphelilerin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu …nitekim 15/07/2016 tarihinde örgüt lideri Fetullah Gülen’in talimatı ile darbe girişiminde bulunulduğu, şüphelilerin Zaman Gazetesinde yazdıkları dönemlerde darbe girişiminde bulunan örgütü destekleyici övücü, güzel göstermeye yönelik konuşmalar ve yazılar yazdıkları, şüphelilerin övdükleri örgütün ve örgüt liderinin de neler yaptığı 15/07/2016 tarihinde net olarak ortaya çıktığı, şüphelilerin örgüt lideri ve yöneticileri ile fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ettikleri, örgüt üyelerinin bir çoğunun haklarında yakalama kararı olmasına rağmen kaçtıkları, dolayısıyla bu şüphelilerin de kaçma kuvvetli şüphesi bulunduğuanlaşılmakla; şüphelilerin üzerlerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi dikkate alınarak…” başvurucunun tutuklanmasına karar verilmesi istenmiştir. Savcılığın talep yazısı, sorgu işlemi öncesinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuştur. Ayrıca sorgu tutanağında, başvurucuya isnat edilen suçların okunup anlatıldığı da belirtilmiştir. Bu sırada başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu, sorgu sırasında kolluk tarafından alınan ifadesini tekrar ettiğini belirtmiş ve ek olarak “… Ben sadece Zaman gazetesinde yazarım. Daha önce YeniŞafak ve Cumhuriyet gazetelerinde de yazılar yazıdım. Ücreti ile gazetelere yazı yazan bir kişiyim. Ben Zaman gazetesinin yönetiminde de kurulda da yer almadım. Ben Fetullah Gülen örgütünün örgüt olduğuna dair en ufak bir şüphe dahi duymadım. Ben 15 Temmuz tarihine kadar bu yapının böyle bir oluşum içerisinde olduğunu bilmiyordum. Tahmin dahi edemedim. Çarşamba sabahı gözaltı listesinde olununca kendim giderek bizzat teslim oldum. Kaçmaya ve gizlenmeye dahi teşebbüs etmedim. 50 senedir yazı yazıyorum. Hakkımda yazılmış bir çok doktora tezi var. Bu zamana kadar hep birlikte yaşamaktan yana oldum. Kırmızı çizgilerim var. Benim kırmızı çizgilerim darbe ve silaha sarılmadır. Bakmakla yükümlü olduğum 6 çocuğum var. Bu darbe girişimini yapanların ve destekleyenlerin Allah belasını versin. 66 yaşındayım. Baypas oldum. Kalbimde stent takılıdır. Şeker, Guatr ve tansiyon rahatsızlıklarım da var. Serbest bırakılmayı talep ediyorum. Suçlamaları reddediyorum…” şeklinde beyanda bulunmuştur. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 30/7/2016 tarihinde, başvurucunun da aralarında bulunduğu şüphelilerin silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Hâkimlik “… 15/7/2016 tarihinde FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyelerinin silahlı kuvvetler içerisindeki unsurlarının ülke yönetimine yöneticilerine ve anayasal kurumlarına kalkışma yaptıkları, sonrasında yapılan soruşturmalar neticesinde ve daha önce yapılan soruşturmalar neticesinde şüphelilerin yazı yazdıkları bu silahlı yapıya mensup nşall tespit edilen Zaman Gazetesi’nde bu yapıyı övücü yazılar yazdıkları, ve emniyet ve yargı makamlarının bu yapıya yönelik soruşturmalarını eleştiren akamete uğratan yazılar yazdıkları, gazete yöneticileri olan E. hakkında silahlı örgüt mensubiyetinden dava açıldığı halde yine yazılarına devam ettikleri, bu nedenle bu yapıya ilişkin silahlı unsurların bulunduğunu bildikleri halde aynı yapı içerisinde bulunmaya devam ettikleri, özellikle 17 Aralık olarak bilinen süreçten sonra dahi ısrarlı bu yapıyı övücü yazılarının süre geldiği ve örgütün amaçları doğrultusunda propaganda faaliyeti yürüttükleri, yine şüphelilerin sosyal paylaşım hesaplarından da buna ilişkin katkılarını sürdürdükleri,kalkışmayı mazur gösteren yazılar yazdıkları ve bu örgütün mensuplarını sahiplenen açıklamalar yaptıkları, kamu oyunda onların masumiyetleri yönünde algı oluşturdukları, örgütün silahlı unsurlarının 15/7/2016 gecesi ortaya çıktığı bu tarihten önce kamuoyunda bu örgütün silahlı kalkışma yapacağına dair güçlü anlatımlar ve bilgilendirmeler olmasına rağmen şüphelilerin katkılarını devam ettirdikleri, sonrasında çalıştıkları gazetenin bu yapıya ait yayın organı olması nedeni ile kapatılmış olduğu…” şeklindeki değerlendirme ile başvurucu yönünden silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu sonucuna varmıştır. Kararın tutuklama koşullarına ilişkin kısmı ise şöyledir: “… şüphelilerin üzerlerine atılı suçun CMK Maddesine sayılan ve tutuklama sebepleri var kabul edilen suçlardan olduğu ayrıca bu yapının medya ayağı yönündeki soruşturmalarda çok sayıda şüphelinin yurt dışına kaçmış olduğu, en başta bu gazetenin eski yöneticisi olan E.nin … adli kontrol hükümlerine tabii olduğu halde aynı suçtan yurt dışına kaçtığı, atılı suç yönünden OHAL ‘in ülkede devam ettiği ve delillerin toplanması sürecinin devam ettiği, bu durumda şüpheliler hakkında adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı anlaşıldığından şüphelilerin CMK 100 ve devamı maddeleri gereğince ayrı ayrı tutuklanmalarına [karar verildi.]” İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 8/8/2016 tarihinde, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda “dosyada tutukluluk hâlinin sonlandırılmasını gerektirecek yeni bir delil bulunmadığı” gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 29/12/2016 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 27/2/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir.Başvurucu 9/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 10/4/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, Türkiye Büyük Millet Meclisini (TBMM) ortadan kaldırmaya veya Meclisin görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya Hükûmetin görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçlarından cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede, başvurucu dışında yirmi dokuz şüpheli hakkında da benzer suçlardan cezalandırma talebinde bulunulmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 24/4/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/112 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. İddianamede ilk olarak FETÖ/PDY’nin kuruluşu, amacı, yöntem ve stratejisi, hiyerarşik yapısı, istihbarat ağı, malî yapısı ve gelir kaynakları, silahlı gücü, emniyet ve yargı yapılanmasını kullanarak gerçekleştirdiği bazı yasa dışı faaliyetlere yönelik iddialara değinilmiştir. Sonrasında FETÖ/PDY’nin medyadaki yapılanmasına ve faaliyetlerine yer verilmiş, özellikle bu yapılanmanın medya unsurlarının kamuoyunca bilinen isimleriyle Tahşiye, 17/25 Aralık, MİT tırları ve Selam-Tevhid-Kudüs ordusu soruşturmalarına ilişkin etkilerine dair açıklamalar yapılmıştır. Cumhuriyet savcısı; başvurucunun da aralarında bulunduğu şüphelilerin FETÖ/PDY’nin medya gücünü oluşturduklarını, örgütün genel amacı doğrultusunda anayasal düzeni, TBMM’yi ve Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmak için örgüt stratejisi ve hiyerarşisi içinde rollerini yerine getirerek üzerlerine atılı suçları işlediklerini ileri sürmüştür. Başvurucunun da aralarında bulunduğu şüpheliler yönünden Savcılık tarafından yapılan hukuki değerlendirmenin ilgili kısmı şöyledir: “ …Şüpheliler T., Ali Bulaç., İ.K., A.T.A., Ü., Ş.A, N.U., S., O.K., ve İ. FETÖ-PDY medya organlarında görev yapan köşe yazarlarının; yazı başlıklarının ve yazılarından seçilen kısımların ‘cımbızla çekilip’ alınmadığı, konjonktürel ve tarihi perspektifle bakıldığında bu yazılardaki ifadelerin ‘mecaz’ ya da ‘metafor’ olarak izah edilemeyeceği, genel olarak operasyonların ve yargı sürecinin devam ettiği dönemlerde kaleme alınan yazılarda Hükümete sadece muhalefet yapılmadığı veya eleştiri yöneltilmediği; görünürde suç unsuruna rastlanılmayan yazılarında dahi basın ve ifade özgürlüğünün sınırlarını aşarak devlet yetkililerinin ve kurumlarının haklarını ihlal niteliğinde ifadeler kullandıkları ya da ön hazırlık niteliğinde yazılar yazdıkları; şüpheli yazarların genel itibariyle de süreç içerisinde böyle bir duruş sergiledikleri, basın ve ifade özgürlüğünün sınırlarını aşarak devlet yetkililerinin ve kurumlarının haklarını ihlal niteliğinde ifadeler kullanarak örgüt amacına hizmet ettikleri; ulusal güvenliği tehdit edebilecek, toplum huzurunu, toplumsal barışı ve asayişi bozabilecek beyanlarda bulundukları, askeri darbe çağrısında bulunmaktan çekinmedikleri, bu haliyle şüpheli yazarların gerek suç unsuru ihtiva ettiği tespit edilen yazılarıyla gerek tek başına suç unsuru olduğu belirlenememekle birlikte örgütsel hedef ve amacı tamamlayan yazılarla FETÖ-PDY terör örgütü hiyerarşisi içerisindeki görevlerini yerine getirdikleri, …Bu şekilde … şüphelilerin FETÖ-PDY silahlı terör örgütünün medya gücünü oluşturdukları … üzerlerine atılı suçları işledikleri anlaşılmıştır.” İddianamede, genelde suçlamalara konu olan gazete yazılarının yayın tarihlerine ve başlıklarına yer verilip bu yazıların hangi amaçla yazıldığına değinilmiştir. Başvurucu yönünden bu suçlamaların Zaman gazetesindeki yazılarına dayandırıldığı görülmektedir. Bu yazılar, bunlara ilişkin Savcılığın iddianamedeki değerlendirmeleri ve başvurucunun kovuşturma aşamasındaki savunmaları şöyledir:i. 21/12/2013 tarihli “Kolektif Ceza” başlıklı yazının içeriği şöyledir:“Adına ‘Cemaat’ denen olgunun kamudan tasfiyesini savunanlar şu gerekçeleri öne sürüyorlar: Cemaat’in ülke siyasetinde söz sahibi olması, bir sosyal gruba mensup insanların –kendilerini gizlemeden- bürokraside görev alması tabiidir, bunda herhangi bir tuhaflık yoktur. ‘Eski Türkiye’nin genel geçer laikçi’ tutumunda resmi ideolojinin çerçevesini çizdiği kimliğin dışında kalanların kamusal alana katılmaları, görevlerini yerine getirirlerken kimliklerini görünür kılmaları mümkün değildi, ancak yeni Türkiye’de durum değişti. Tabii ki şu veya bu cemaate mensup kişilerin görev alması ‘devlete sızma’ olarak görülemez. Bir cemaatin kendine belirlediği çalışma alanı dışında ‘siyasi görüşleri’ de olabilir, nihayetinde sandığa gittiğinde cemaat üyesi bir siyasi tercihte bulunmaktadır.Bürokraside görev almak ile siyasi görüşe sahip olmak iki sebepten dolayı sorunlu görülüyor:1) Şu veya bu cemaate mensup bir görevli kendi amirinin emirlerini yerine getirmek zorundadır. Memur kontrol ettiği kamu gücünü tarafsızca ve kamu yararı adına değil de kendi cemaati adına ve grup dayanışması çerçevesinde yerine getirmeye kalkışırsa sorun çıkar.2) Belli bir siyasi görüşü olan cemaatin siyaseti tanımlanmış alanda kalarak yapmasına, şekillendirmeye ve etkilemeye kalkışmasına kimsenin itirazı olmaz, şu var ki siyaseti bürokrasi üzerinden yapmaya kalkışırsa iş değişir. Çünkü bu hem diğer cemaat ve gruplara karşı ‘haksız rekabet’ anlamına gelir, hem her seçim döneminde halka hesap vermek durumunda olan yürütmenin yetki ve imkanlarını suiistimal olur.İtirazlardan ilkini ‘sorunlu’, ikincisini ‘haklı’ buluyorum. Sebepler şunlar:a) Söz konusu itirazı yapanlar –pür saf teorik bir ilkeden hareketle- bize ideolojiden bağımsız, değerden arınmış bir ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ resmediyorlar ki, bunun böyle olmadığı açık. Tarihsel kökleri, yüzyıllara yayılan tecrübesi ve modern versiyonu itibariyle devlet kendini bir cemaat olarak algılamaktadır. Osmanlı’da mülkün sahibi olan ‘hanedan’ aileye, kana dayalı küçük bir cemaatti; Cumhuriyet hanedanı tasfiye etti, adına ‘kadro’ denen ‘kurucu cemaati’ ikame etti. Bu bürokraside her zaman şu veya bu cemaat/ grubun kendini devletin cemaati veya potansiyel sahibi –hatta hakiki maliki- görmesine ve temellük etmesine yol açıyor. Hatta bir cemaatin devlet içindeki varlığı bir güvence unsuru olarak algılanmaktadır.b) Beslendiği geleneksel siyaset çizgisi –Milli Görüş-, kurucu kadrosu, üst seviyedeki siyasetçiler arasındaki ilişki biçimi, dışarıya karşı verdikleri tepkilere bakıldığında AK Parti de nihayetinde bir ‘cemaat’ görüntüsü vermektedir. Sayın Erdoğan ‘kardeşi Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanlığına aday gösterdi; önümüzdeki dönemde muhtemel bir siyasi yarışa karşı ‘Aramızda kardeşlikten öte bir hukuk var’ denilmektedir ki bu liberal demokraside siyaseti yaptığı varsayılan ‘birey’lerin tepkisi değildir.c) Kendince yanlış bulduğu davranışları dolayısıyla ‘bir cemaat’ tasfiye edilirken, yerlerine ikame edilen bürokratlara bakıldığında –hepsi de çok değerli kimselerdir, itirazım liyakat ve ehliyetlerine değildir elbette- onların da ‘başka cemaatler’e mensup oldukları görülür. Bu sorun maalesef devlet gerçek manada adalet devleti oluncaya kadar sürecek. Fakat daha önemli sorun şudur: Diyelim ki bir cemaate mensup bürokrat amirine uymadı veya iktidardaki siyasi otoritenin genel çerçevesi dışına çıktı. Bu durumda tabii ki siyasi otoritenin bu bürokratı –idare hukukuna göre- azletme hakkı vardır. Ama bir veya birkaç -veya onlarca- bürokrat emir dışına çıktı diye eğitimden yargıya, emniyetten bürokrasiye uzanan bir tasfiye hareketine girişmek, hatta firma ve kuruluşları da cezalandırma kapsamına almak ‘ferdi suça kolektif ceza vermek’ olur. Zannımca bu ceza Mecelle’nin Maddesine, yani ‘Zarar-ı âmmı def’içün zarar-ı hâss ihtiyor olunur’ hükmüne değil, İsra suresi Ayetin hükmüne girer: ‘Hiçbir suçlu bir başkasının suçunu üstlenmez.’ Amir hükme göre suç da, ceza da bireyseldir.ii. 5/1/2014 tarihli “Başbakan Açıklamaları ve İzlenimler” başlıklı yazının içeriği şöyledir:“Dün Sayın Başbakan R. Tayyip Erdoğan, Beşiktaş’taki çalışma ofisinde 40 civarında gazeteci ve köşe yazarıyla dört saat süren bir toplantı yaptı. İçinden geçmekte olduğumuz süreçle ilgili açıklamalar yaptı, sorulara cevaplar verdi. Benim de katıldığım toplantıya ilişkin izlenimlerimi anlatmak istiyorum. Açıkça toplantıdan ferahlayarak ayrılmadım, içimi sıkıntı bastı.Sayın Başbakan, kesin olarak ‘devlet içine sızmış bir örgüt’ün varlığına inanmış durumda. 17 Aralık operasyonunda görev alan savcı ve HSYK’nın açıklamasını ‘örgüt içi hiyerarşiye göre’ atılmış adımlar görüyor. Ona göre Gezi olayları gibi 17 Aralık operasyonu da belli bir amaca yönelik. Başbakan’ın konsepti şu: Türkiye bölgesel güç, hatta küresel aktör olma yolunda dev adımlar atıyor; uluslararası siyasi, ekonomik vesayet düzeninden çıkıyor. Türkiye’nin gelişmesini istemeyenler ülkeye, hükümete karşı operasyon düzenliyorlar, bu operasyonun iç uzantısı, bir parçası da ‘devlet içindeki paralel yapılanma’dır. Ciddi bir komplo ile karşı karşıya olduğuna o kadar inanmış ki son olayların tamamını birbirine bağlıyor: Dershaneler, yolsuzluk ve rüşvet operasyonu, savcı tarafından aranmak istenen TIR. Her şeyi kendince mantıki bir tutarlılık içine yerleştirip komplonun önüne geçmenin ülkenin selametiyle ilgili olduğunu söylüyor. İlk adım olarak emniyet ve yargı içinde bir tasfiye hazırlığı içinde olduklarını beyan ediyor. Komploda yer alanlarla ilgili geniş kapsamlı bir hazırlık yapılıyor, adım adım isimler deşifre edilecek. Belki de işe çalışma ofisine ‘böcek yerleştirenler’in açıklanmasıyla başlanacak. Başbakan’a göre söz konusu sürecin başlangıç noktasında ‘dershaneler’ konusu var.Kendilerine karşı bir direnç, hatta operasyon yapılacağını bekliyorlardı ancak böylesine geniş kapsamlı bir operasyonu tahmin etmediklerini söylüyor. Bu arada ‘dershaneler’ konusunda geri adım atmanın mümkün olmadığının, yasal düzenlemenin yapılacağının altını çiziyor: Bu konuda herhangi bir taviz söz konusu değil. Bu kadar da değil, şantaj amaçlı kasetlerden de ‘paralel yapılanma’yı sorumlu tutuyor.Beni en çok düşündüren konu ‘Milli orduya karşı kumpas yapıldığı’ sözü üzerine darbe teşebbüsleri suçlamasıyla yargılanan Ergenekon ve Balyoz sanıkları ve hükümlüleriyle ilgili bir düzenlemenin gündeme gelmiş olması. Sayın Başbakan, açık bir dille ‘Kumpas lafı TSK’nın önünü açmış olabilir’ diyor. Bu konuda Adalet Bakanlığı yasal bir düzenlemenin hazırlığı içinde. Anayasa değişikliği mümkün değil ama yasal düzenleme AK Parti hükümetinin imkanları dahilinde. ‘Paralel yapılanmanın’ ilk kendisi için kullanılan KCK tutuklularının da söz konusu düzenlemeden yararlanabilecekleri iması yapılıyor. Başbakan, belli ki kaygılı, ‘yolsuzluk ve rüşvet’ operasyonları onu fazlasıyla kızdırmış, tabii ki yolsuzluklara sahip çıkmıyor, ama her gün yeni operasyonlarla masum insanların evlerinin, şirketlerin basılabileceğini, buna da dur demenin zaruri olduğunu söylüyor. Sayın Başbakan, 17 Aralık operasyonundan sorumlu tuttuğu Hizmet Hareketi’ne ‘cemaat’ denilmesine karşı: ‘ Türkiye’de bir dizi cemaat var’ diyor, ‘Zaten onlar da kendilerine camia diyorlar.’ Camia ile bağlantılı olduğu birimleri veya görevlileri tasfiye etme meyanında kendisine iki soru sordum:1) Devlet içi örgütün tercümesi cemaattir. Bürokraside size karşı gelen, operasyon yapan memurlar varsa bunları hukuk içinde kalarak tasfiye etmeniz hakkınız. Biz de sizi destekliyoruz. Ama cemaat derken esnafından memuruna, öğretmenine kadar on binlerce insanı bu operasyondan nasıl uzak tutacaksınız? Kuru yanında yaş yanmayacak mı? Bu 28 Şubat olmaz mı?2) Cemaat üyesi ile AK Parti seçmeni/seveni iç içe. Şu anda Türkiye’de büyük bir huzursuzluk söz konusu, aileler bölünüyor. Ve bu, büyük ölçüde giderek artan gerilimden kaynaklanıyor. Biraz soğutmak gerekmez mi? Siz bu konuda adım atmaz mısınız? Sayın Başbakan ‘devlet içindeki paralel yapılanma’ içinde yer alanlar ile ‘kendisine komplo kuranları’ masum insanlardan ayırt ettiklerini, kimsenin haksız yere mağdur edilmeyeceğini söyledi, ama ortalığı soğutma konusunda ümit verici şeyler söylemedi. ‘Mesele medyadaki salvoların ötesine geçti’ diyor. Beni dehşete düşüren şey birtakım gazeteci ve köşe yazarlarının Sayın Başbakan’ı bir tür tahrik etmeleri, şahin bir dil kullanmaları, cemaati ‘Gladio’ olarak tanımlamaları, Başbakan’ın operasyonlar konusunda geç kaldığını söylemeleri, hatta Uludere’de 34 masum insanın öldürülmesinden söz konusu ‘paralel yapılanmayı’ sorumlu tutmaları. Bir kere daha anladım ki hepimizin teenniye, sükunete, suhulete ihtiyacımız var. Maalesef hava bu yönde esmiyor. Biz yine ‘kardeşlik türküsünü’ söylemeye devam edelim, aksi halde çok üzüleceğiz.”iii.3/3/2014 tarihli “Ağlatmayalım” başlıklı yazının içeriği şöyledir:“Açıkçası ben de iki şeye inanmıyorum, inanmak da istemiyorum: 1) Hizmet hareketinin devlet içinde bu kadar etkin olduğuna ve AK Parti hükümetine karşı bir komplo yaptığına; 2) Yakından tanıdığıma inandığım AK Partililerin –elbette hepsi değil- ama özellikle Sayın Başbakan Erdoğan’ın şahsî ve ailevî mülahazalarla sınırları aşan yolsuzluklara bulaşacağına. Hizmet’in yayın organları yüksek tansiyon yayın yapsa bile, bu Hizmet’in komplo içinde olduğu anlamına gelmez. Kendilerine karşı tasfiyeyi amaçlayan bir tehdit algıladılar, özellikle dershanelerin kapatılmak istenmesi haklı olarak onları kızdırdı. Dershaneler konusunda Hizmet yerden göğe kadar haklı; bu konuda Sayın Başbakan yanıltıldı, maliyeti belli bir riski gereksiz yere göze aldı. Şahsî kanaatime göre Sayın Başbakan Suriye politikasında, Uludere olayında ve Gezi protestolarında da hem yanıltıldı hem yanlış yapmaya teşvik edildi. Taksim kalkışmasını Gezi’den ayırıyorum. Beni Hizmet’in sistemli bir komplo içinde olmadığına ikna eden üç husus var: Biri, Hocaefendi’nin Âl-i İmran ve Nur sûrelerinde dayanakları olan ‘mübahale ve mülaane’de bulunması. Kim ne derse desin Hocaefendi ‘beddua’ etmedi, dünyasını ve ahretini ortaya koydu. Mülaaneye rağmen hilaf-ı hakikat içindeyse denecek bir kelime yok. İkincisi, 17 Aralık operasyonundan sonra Sayın Cumhurbaşkanı’mız Abdullah Gül’ün inisiyatifiyle üç değerli zat Sayın Başbakan’ın bilgisi dahilinde Hocaefendi’ye gittiler. Güzel karşılandılar, 22 Aralık’ta bir mektup yazıldı, 24 Aralık’ta Sayın Gül’e ve Sayın Erdoğan’a sunuldu; ikisi de memnuniyetle karşıladılar. Ancak 25 Aralık’ta ikinci operasyon yapıldı. Burada da eğer Hocaefendi sözünde durmamışsa söz bitmiş, tuz kurumuş demektir. Elbette 25 Aralık’ın bir izahı vardır, olmalıdır. Üçüncüsü, Hizmet ‘Kim size komplo kurmuşsa bulup çıkarın, hukuk içinde yargılayın, ama cümlemizi itham etmeyin, bize hakaret etmeyin’ diyor. 12 yıllık AK Parti iktidarında yolsuzluk ve rüşvet olmadığı iddia edilemez. İki şeyi birbirinden ayırmalıyız: a) Rüşvet ve yolsuzluklar b) Başbakan’ın ‘devletin kasasına dokunmayan uygulamalar’ dediği meşhur deyimiyle ‘havuz’. İlki apaçık cürüm yani suç ve günahtır. İkincisi belli bir değerlendirmeye göre yapılmış bir ‘ruhsat’a dayanır. İlk günden benim şahsî görüşüm bu da caiz değildir.‘Paralel yapı’ veya ‘yolsuzluklar’ bahanesiyle olsun, madem Hizmet’in üzerine ‘gölge’, hükümetin üzerine ‘kir’ düş(ürül)müştür. İkisi de temize çıkmalıdır. Ne var ki iş öyle bir noktaya geldi ki güven kalmadı; köprüler atıldı; yargı büyük bir yara aldı; kalplere kin ve husumet tohumları ekildi. Öyle saklı ruhlar ortaya çıktı ki ‘zahiri derviş, zamiri muşta-şiş adamlar’ hücum naralarından başka bir şey demiyor. Ne dostluk kaldı ne vefa! Üçüncü şahıslar, iyi saatte olsunlar; meczuplar; iç ve dış karanlık mihraklar; derin uykularından uyananlar bu ülkenin her grup ve cemaatten dindarlarını evire çevire dövüyor, dini itibarsızlaştırıyor, dindarı beş paralık ediyor; ‘ahlakı üç-beş kuruş, cep harçlığı 1 trilyon’ diye rezil ediyor; bizi birbirimizle savaştırıyorlar. Her taşın altında yatan bir ‘paralel yapı’ var diye rejim otokratlaştırılıyor, ülke otoriterleştiriliyor. Kurumlara –mesela MİT’e- öyle yetkiler veriliyor ki, yarın öbür gün bu MİT veya içinden bir kanadı kendisini canavarlaştıranları tasfiye edebilecek hale geliyor. Bu MİT ki Demirel’e 11 Eylül 1980 akşamı ‘Darbe tehlikesi yok, asayiş berkemal’ demiş. MİT’in tepesi ile ana gövdesi ve karanlık mahzenleri aynı değildir; bütün dünyada istihbarat teşkilatları hükümetlere rağmen kirli işler yaparlar. İki hafta önce Zaman Gazetesi’nde 30 Arap akademisyen ve siyasetçiyle katıldığımız toplantıda bir Arap katılımcı aynen bize şöyle seslendi: ‘Biz Türkiye’de Hizmet-Hükümet arasındaki bu kavgayı istemiyoruz, büyük acı çekiyoruz. Lütfen bir an önce sonlandırın.’ Dedi ve ağlamaya başladı. Herkesin gözü üzerimizde. Ne olur Arapları, Müslümanları ve mazlumları ağlatmayalım.”iv. 10/3/2014 tarihli “Muhafazakar Zihnin Trajedisi” başlıklı yazının içeriği şöyledir:Müslüman zihin temel kelamî ve fıkhî varsayımlarını sorgulamadığı bir iktidarı –halkın salt oy desteğini referans alarak- zihin ve gönül rahatlığıyla kullanmaya kalkıştığında, her iktidar felsefî bir arkaplandan yoksun olmadığından bir süre sonra iktidar, kullanıcısını dönüştürür, ruhunu onun bedenine transfer eder. Müslüman zihin, dini referans almayıp dindarlığı ‘muhafazakâr form’a soktuğu anda, kendisine ait olmayan verili dünyaya, zihnini teslim etmiş demektir. Hayatın pratiklerinde dinî hükümlere riayet edilmediğinde, o çok kendisine güvenilen ‘dindarlık-diyanet’ başka felsefelerin vücud verdiği sosyo-ekonomik ve politik sistemlerin payandası olur, sonunda piyasa kapitalizminin severek kabul ettiği bir gösteriye, içi boşaltılmış metaa dönüşür. Mesele şu ki Müslüman zihin öylesine dönüşüyor ki, ‘hak ile batılı’, ‘doğru ile yanlışı’ ayırt edemeyecek hale geliyor. Bu artık Müslüman zihnin olaylar karşısında Müslümanca düşünemediğinin trajik göstergesi oluyor. Son günlerin aktüel konusu ‘yolsuzluk, rüşvet ve usulsüz ilişkiler’ olduğundan Müslüman zihnin trajik dönüşümünü bu örnekler üzerinden vermek açıklayıcı olur. Kamunun (beytülmal) malını meşru olmayan yollarla kullanmak suçtur. Bu, somut olarak ve mahkemece kanıtlandığında cezayı gerektirir. Bu suçu tolere eden herhangi bir din veya hukuk sistemi yoktur. Ancak suç teşkil eden fiilî yargıdan kaçırmanın bazı yolları vardır. Mesela büyük bir yolsuzluk ve rüşvet olayı ortaya çıktığında buna maruz kalanlar şöyle bir savunma yapabilirler:H)    Bu bize karşı atılmış bir iftiradır, rakiplerimizin tertibidir; 2) Neden şimdi –tam seçimlere giderken- bu dosyaları ortaya çıkarıyorsunuz? Asıl niyetiniz yolsuzluğu ortaya çıkarmak değil, bizi zayıflatmaktır; 3) Herkes çalıyor, içimizden birileri bu fiili işledi diye iktidarı risk altına mı atacağız? 4) ‘Ulvi bir dava’ için kendilerine iş verdiğimiz işadamlarından ‘gönüllü bağış’ alıyoruz; 5) Seçmen bize inanıyor, ‘kasetler gerçek ise de seçmen bize oy verecek!’ 6) Deliller, bilgi ve belgeler ‘yasa dışı’ yollardan elde edilmiştir. Bu, özel hayata müdahaledir. Tek tek cevaplarını vermek icap ederse Müslüman zihnin şöyle düşünmesi gerektiğini söyleyebiliriz:Bir: Suçlamalar iftira ve rakiplerin tertibi olabilir, bunu açıklığa kavuşturmanın yolu, yargının bu konuda karar vermesidir. Mahkemeden kaçırılan her iddia ve suçlama özünde iftira da olsa kıyamete kadar şüphelinin üstünde silinmez bir leke olarak kalacaktır.İki: Birileri sahiden tam seçim zamanında sizi yıpratmak üzere suç iddiasını taşıyan dosyaları gündeme sokmuş olabilir; bundan da temize çıkmanın yegane yolu yargı yoluyla aklanmaktır;Üç: Herkesin çaldığını öne sürmek sizlerin de artık çalanlar kervanına katıldığınızı itiraf etmektir ki bu, meşruiyetin tamamen bittiğinin ilanıdır. Tabii ki -haşa- ‘AK Partililer hırsızdır, AK Parti hırsızlar partisidir’ denemez; bu kimsenin haddi ve hakkı değildir; ama kim çalıyorsa onun ayıklanması, yargıya çıkarılması AK Partililerin görevidir. Dinin en büyük şiarlarından biri şudur: ‘Suçlular hangi kabileden (grup, parti) olursa olsun korunmaz!’Dört: ‘Ulvi bir dava için işadamlarından bağış almak’ tepeden tırnağa yanlış bir yoldur. (Bkz.13 Şubat 2014 tarihli ‘Havuzun suyu’ adlı yazım);Beş: Seçmenin yolsuzluklara aldırmayıp bunca töhmet altındaki bir partiye destek vermesinin birtakım sosyo-politik açıklamaları var ama bence mütedeyyin seçmen de aldırmıyorsa burada ciddi bir ahlakî sorun var demektir, asıl fecaat budur. Dahası sandık, ahlakın ve ilahi hükümlerin referansı, vaz’edicisi, değiştiricisi değildir.Altı: Soru şudur: Yolsuzluk mu suçtur, onu ortaya çıkarmak mı? Hele ‘bu günah işleme özgürlüğünün ihlalidir’ savunması, Müslüman zihnin en trajik düşüşünün açığa vurumudur.”v. 13/3/2014 tarihli “Kalıcı Hasar” başlıklı yazının içeriği şöyledir:“Her yaşadığımız olayın bizde bıraktığı izler olur. İzler bizim olayda tutum alışımıza göre olumlu veya olumsuz olabilir. Bu topraklar çok kavga gördü; iktidar mücadeleleri, savaşlar, çatışmalar hiç eksik olmadı. Bu gerilim de biter elbet. Sünger içine çektiği suyu boşaltır. Biz süngerde ne kadar tortu kaldı, ona bakmalıyız. Zararlı tortuları temizleyemeyecek olursak sünger taşlaşır. Hizmet-hükmet gerginliğinden bir iç zaafımızı farkettik; ahlaki olarak ciddi bir erozyona uğramışız, haberimiz yok. Ortada bir ‘yolsuzluk ve rüşvet’ olduğu apaçık; kasalar, milyon dolarlar, avrolar, pahalı saatler, istifa ettirilen bakanlar, internete düşen ses kayıtları vs. Birileri bunların tamamı yalan, sahte delil ve temelsiz suçlama olduğu inancında. Birileri de ‘Tamam da, neden şimdi?’ diye soruyor. Bir de ‘Herkes çalıyor, hiç değilse bu adamlar iş yapıyor’ sınıfında yer alanlar var.Son iki grupta yer alanlar yolsuzluk ve rüşvetin varlığını kabul ediyorlar. Esasında küçük bir grup hariç ezici çoğunluk yolsuzluk ve rüşvetin farkında. İtirazları ‘Neden şimdi’ ve ‘Herkes çalıyor, çalmayan mı var?’ noktasında toplanıyor. Söz konusu itirazları yapanların ağırlıklı olarak ‘dindar-muhafazakar çevrelerden’ oluşması asıl bünyedeki derin çürümeye işaret ediyor. Sorun gerçekten derinlerde. Bir nşallah düşünün, ‘Tamam yolsuzluk var, neden şimdi ortaya çıkarılıyor, yani tam seçim arefesinde, demek ki burada bir kasıt var’ diyor. Vahim olan şu: İtiraz edenler yolsuzlukluk yapanların fiillerini sorgulamıyor. Ortada ne olursa olsun Müslüman’ın göstermesi gereken tavır şu olmalı: Hemen ve şimdi yolsuzluk iddiaları soruşturulmalıdır. Çünkü yolsuzluk ve rüşvet dine, ahlaka, hukuka ve kamuya karşı işlenmiş ağır suçtur.’Herkes çalıyor, çalmayan mı var?’ itirazı ise fecaatin kendisi. Bu zımnen ‘bizden olanlar da’ çalabilir demektir. Yeterki iş olsun! Soruşturulmasına izin verilmeyen yolsuzluk iddialarına rağmen seçmen oy vermeye devam ediyorsa, bu yolsuzluğun meşru olduğunu gösterir mi? Toplumun yüzde 99’u yolsuzluk yapana oy verse de, bu yolsuzluğu meşru kılmaz, sandık ve demokratik prosedür yolsuzlukla suçlananı temize çıkartmaz. Yolsuzluk yapana verilen demokratik destek, ona gösterilen hüsn-ü kabul toplumun derin bir ahlaki zaaf içinde olduğunu gösterir sadece. Bu türden bir zaafa güvenerek Burhan Kuzu ‘Kasetler doğru olsa bile inanan yok’ demesi ve temize çıkmanın adresi olarak sandığı göstermesi nasıl bir çürümüşlük içinde olduğumuzu göstermeye yetiyor. ‘Politik bir komplonun’ varlığı suç fiilini mazur gösterir mi, suçlunun yanında durmamızın meşru gerekçesi olabilir mi? Bu nasıl nşallah vicdanı? Şimdi ‘Doğru ve güvenilir (essadiku’l emin)’ olması gereken ‘dindarın’ kirlendiği söyleniyor. Dindar kire battığında sadece kendisi değil, din de zarar görür. Dindar yolsuzlukları bu tarz gerekçelerle tolere edebiliyorsa, toplumun başına gelebilecek en büyük felaket bu olur. Anlaşılıyor ki dipte kalıcı hasar var. Suç ve günahı tolere eden toplum hakkında Allah hükmünü değiştirir (13/Ra’d, 11). Asıl bundan korkmalı.vi. 29/3/2014 tarihli “Tu’me’nin Suçu!” başlıklı yazının içeriği şöyledir:“Bizden veya bizden görünen biri cürüm işlediğinde veya cürüm işlediği iddia edildiğinde nasıl bir tutum takınmalı? Bize bu konuda Nisa suresinin Ayeti ışık tutmaktadır: ‘Şüphesiz, Allah›ın sana gösterdiği gibi insanlar arasında hükmetmen için biz sana Kitabı hak olarak indirdik. (Sakın) Hainlerin savunucusu olma!’Çoğunluğun kabul ettiği görüşe göre bu ayet, Rifa’a adında yeni Müslüman olmuş birinin evinden içinde bir zırh ve kılıç olan bir un çuvalını çalan Tu’me ibn Ubeyrık hakkında inmiştir. Tu’me, yakalanma korkusuyla çuvalı götürüp tanıdığı bir Yahudi’nin evine emanet olarak bırakmış ancak iz sürenler Tu’me’nin çaldığını tespit edince, suçu Yahudi’nin üstüne atmak istemiştir. Tabii ki Yahudi, çuvalı Tu’me’nin kendisine emanet olarak bıraktığını söyleyince dava Hz. Peygamber’e intikal etti. Tu’me’nin akrabaları Hz. Peygamber’e gelerek adamlarını temize çıkarıp Yahudinin cezalandırılmasını istediler. Hz. Peygamber, Tu’me’nin lehinde karar verecekken –muhtemelen kalbi ona kaymış olabilir-, olayın iç yüzünü aydınlatan bu ayet indi,böylece suçlunun Tu’me olduğu anlaşıldı fakat bu şahıs cezadan kurtulmak için Mekke’ye kaçıp dinden döndü, sonra Hayber’e geçip yine hırsızlık yaptığı sırada bir duvarın altında kalarak öldü.Olayın birkaç boyutu var: İlki, işlediği bir suçu başkasına atanlar hakikatte büyük bir günah işlemektedirler ve ‘Onlar kendilerinden başka kimseyi saptıramazlar’ (4/Nisa, 113). Suçlular bu dünyada hakimden ve hukuktan kaçsa veya suçlu oldukları halde beraat etseler bile, ahirette herşey ortaya çıkacaktır. Bu da suçluların, biri işledikleri suçun kendisi, diğeri masumlara attıkları iftira suçu dolayısıyla iki kat cezaya çarpıtrılmalarına sebep olacaktır.’(Sakın) Hainlerin savunucusu olma.’ Ayet cürüm işleyen, hırsızlık ve yolsuzluğa karışanları ‘hain’ olarak tanımlayıp Hz. Peygamber’e ve dolayısıyla kıyamete kadar gelecek bütün mü’minlere ‘hainlerin yanında durmayın, onları savunmayın’ uyarısında bulunuyor. ‘Hasm’ aslında uç, köşe, açının bir tarafı veya uçlardan biri demek olup davalaşan kişi(ler) anlamına gelir. Birbiriyle davalaşanlar iki nşallahl, birbirlerine hasımdırlar. Ayet, Hz. Peygamber (s.a.)’e ve elbette bütün Müslümanlara hainlerin savunucusu olmamalarını emretmektedir. Yani biri davasında haksız ise, suç işleyip bir başkasına atmışsa veya suçunu gizliyorsa, bile bile savunulmaz veya tersinden masum biri suçlanmaz. Bu dünyada kurtulsa bile ahirette kurtulması mümkün değildir (4/109). Bu, günümüzde avukatlık, savcılık ve hakimlik mesleklerini yakından ilgilendiren önemli bir uyarıdır. Maalesef bazan avukatlar kimin davasını almışlarsa, nşallahllerin suçlu olup olmadıklarına bakmaksızın vargüçleriyle onları teberri ettirmeye çalışırlar. Bunun için hukuki boşluklardan, mevzuat ve yasal nüanslardan azami derecede istifade eder, sonuç itibariyle hukuku nşallahl etmektedirler. Savcılar da, birini suçlu gösterip ona ceza verdirmek için benzer yolları ve taktikleri takip etmektedirler. Oysa bir hırısızı veya bir katili bile bile savunmak veya masum bir insanı suçlamak adaletin sarsılmasına, toplumsal düzenin altüst olmasına sebebiyet verir. Suçlu her kim olursa olsun, ferdi suçuyla ele alınması, ailesi, yakınları, partisi, kabilesi veya tabiiyetinin verilecek kararlarda herhangi bir etkiye sahip olmaması gerekir. Tu’me’nin kabilesi, adamlarının temize çıkarılmasını istemişlerdir; bu davaların dışarıdan etki altına alınması; iltimas, rüşvet, nüfuz vb. gayrı ahlaki faktörlerin hakimin ve mahkemenin kararlarını etkilemesi anlamına gelir ki, adaleti zedeleyen hukuk nşallahllerinden biri de budur. Şüphe altında birini yargıdan kaçırmak da öyledir.Haksız olan Müslüman da olsa, yanında yer almak doğru değildir. Çünkü böyle bir kişi hakkı ketmetmiş, ‘hain’ pozisyonuna düşmüştür. Bir zanlıya veya şüpheliye yapılacak yardım onun yargılanmasını sağlamaktır. Suçluyu ‘grubumuza gölge düşürür’ diye hukuktan kaçırmak gruba en büyük zararı verir. Müslüman ahlak ve adaletin yanında yer alır; çünkü Tevhid inancının esası ahlak ve adalettir.”- Savcılık; kamuoyunca 17-25 Aralık soruşturmaları olarak bilinen dönemde Zaman gazetesinde yazan köşe ve haber yazarlarının davaya müdahil olarak algı mühendisliğine katkıda bulunduğunu, başvurucunun da aynı kapsamda bu yazıları yazdığını ileri sürmüştür. - Başvurucu; bu yazıların yazıldığı zamanda suç sayılmadığını, yazıların üzerinden üç yıl geçtikten sonra soruşturmaya konu edilmesinin hukukta bir karşılığının olmadığını ileri sürmüştür. “Ağlatmayalım” başlıklı yazının ana fikrinin iddia edildiğinin aksine Adalet ve Kalkınma Partisini (AK Parti) ve Başbakan’ı iftiralara, haksız ve ispatsız suçlamalara karşı korumak, temize çıkarmak olduğunu; “Muhafazakar Zihnin Trajedisi” başlıklı yazısında genel olarak dindarların kendi taraflarından biri suçlandığında hak ve hakikati araştırıp doğru hüküm verme yolunu tutmak yerine kabile-grup asabiyetiyle hareket ettiklerini, bu durumun temel vasfı ahlak, hakkaniyet ve adalet olması gereken Müslüman için vahim olduğunu söylediğini, “AKP hırsızlar partisidir” denemeyeceğini, bunun kimsenin haddi ve hakkı olmadığını ifade ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucu “Tu’me’nin Suçu” başlıklı yazıda Nisa Suresi’nin Ayetini tefsir ettiğini, bu yazıda Hz. Peygamber’in bir un çuvalını çalıp suçu bir Yahudi’nin üzerine atan Tume adlı bir sahabeye karşı takındığı adilane tavrı ele aldığını ifade etmiştir. “Başbakanın Açıklamaları/İzlenimler” başlıklı yazının neden suçlamaya konu edildiğini anlamadığını, yazının konusunun Başbakan’ın 4/1/2014 tarihinde Dolmabahçe Başbakanlık binasında yaptığı toplantı olduğunu, Başbakan’ın verdiği bilgileri tasvirî bir üslupla kaleme aldığını, söz konusu yazının basit bir gazetecilik metni olduğunu belirtmiştir. Başvurucu “Kalıcı Hasar” başlıklı yazısında genel olarak çokça konuşulan yolsuzlukların toplumsal hayatta hasar doğurduğunu, bunun din ve dindarın itibar ve güvenilirliğine halel getirdiğini, yapılması gerekenin taraf tutmadan bu konu üzerinde çok yönlü durulması olduğunu ifade ettiğini, bu yazıda herhangi bir isim ve parti adı zikredilmediğini söylemiştir. Başvurucu “Kolektif Ceza” başlıklı yazısında cemaatlere yakın kimselerin bürokraside görev almaları konusunu işlediğini, bu yazıda memurların direktiflerini hocalarından değil amirlerinden alması gerektiğini, ceza şahsi olduğundan biri veya birkaçının işlediği suçtan bütün grubun cezalandırılmasının yanlış olduğunu, bunun kolektif ceza oluşturacağını belirttiğini ifade etmiştir.vii.18/1/2014 tarihli “Bu Mu Vefa ?” başlıklı yazının içeriği şöyledir:“IHH ve AK Parti başlıklı 14 Haziran 2010 tarihli yazımda Mavi Marmara dolayısıyla AK Parti’ye kızanların hükümeti IHH üzerinden ‘terörle ilişkilendirmek’ istediklerini yazıp uyardım. Söz konusu uyarıyı ‘İkinci Mavi Marmara seferiyle’ ilgili IHH’nın beni de davet ettiği istişare toplantısında B.Y. Bey’e de yaptım.Son günlerde içine girdiğimiz üzücü gerilim ortamında bazı okuyucular gibi Star yazarı A.T. bey de soruyor: ‘Bugün de aynı yazının altına imza atar mısın?’ Kestirmeden cevap vereyim: Noktası virgilüne kadar ‘evet!’Benim uyarım şuydu: a) Türkiye’nin Suriye politikası birkaç bakımdan başına iş açacak mecrada yürütülüyor. Bugün çöktüğünü anladığımız Suriye politikasının riskli bir boyutu Arap prenslerinin finanse ettiği silahlı örgütlerle ‘ilişki içinde olma görüntüsü’ vermekti. Suriye hükümeti Türkiye’yi iç savaş çıkartan örgütlere yardım yapmak suçlamasıyla Türkiye’yi şikayet ediyor, bu şikayeti sakın hafife almayın. C) Suriye’nin mazlum halkına her türlü insani yardımı yapmak görevimiz. Ben devleti bilemem. Ama insani yardım yapan kuruluşlarımız sakın ha ‘insani yardım dışı’na çıkmasın.Çıktılarını zannetmiyorum. Mavi Marmara’dan dolayı IHH İsrail’in hedefinde olduğundan bu konuda çok dikkatli olmalı. Bugün tabii ki ‘birileri’ IHH’ya ve hükümete zarar vermek istiyor olabilir. Ancak şu soru önemli: IHH üzerinden kimler hükümetin üstüne gitmek istiyor? Sayın A.T.de ‘Hizmet’i ima ediyor.Eğer ben bu kimselerin Hizmet elemanları veya Hizmet’le irtibatlı kimseler olduklarına yakinen kanaat getirecek olsam, burada bir saat durmam. Bu büyük bir töhmettir ve maddi deliller, somut bilgi ve belgeler desteğinde kanıtlanması gerekir. Telmih, aidiyet, soyut mensubiyet, ihtimal, şüphe, sempati duyumu, ‘fasık’ın haberi’, hasımların yakıştırması, suçlamalar, niyet okumalar, isnatlar üzerinden hiç kimse suçlu sandalyesine oturtulamaz. Bununla bağlantılı meşru hükümete karşı ‘devlet içinde otonom yapı’ veya ‘paralel devlet’ varsa, kabul edilemez. AK Parti hükümetinin bu türden yapılanmaları araştırma ve ortaya çıkarma hakkı vardır, bu hak olduğu kadar görevdir de. Ancak bunu hukuk içinde ve somut delillerle yapması gerekir. Aynı şekilde kim ne türden yolsuzluk, usulsüzlük yapmışsa, rüşvet almışsa –şu veya bu zamanlama- demeden üstüne gidilmelidir. Kısaca ‘ne paralel devlet ne yolsuzlukların üstünün örtülmesi.’ İkisini de tasvip etmiyorum. Suçlananlar ise ‘adil, bağımsız ve tarafsız yargı’ haklarında son hükmünü verinceye kadar masumdur, kimse onlara ‘hırsız diyemez.’ Dahası aklanan kara paradan ve ihale alımını, hak edişleri kolaylaştıran bağış paralarıyla camii veya imam hatip yapmak; vakıflara, derneklere, gruplara kaynak aktarmak benim fıkıh anlayışıma göre meşru değildir. Hükümete haksız yere en ufak bir zararın verilmesine gönlüm razı olmaz ama hak, adalet, ahlaki dürüstlüğün zarar gördüğü her somut durumda hükümeti savunmam. Bizim ahlaka, sağduyuya ve otokritiğe ihtiyacımız var. Allah hepimizi ıslah etsin!- Savcılık; bu yazıdaki “…Suriye hükümeti, Türkiye’yi iç savaş çıkartan örgütlere yardım suçlamasıyla şikayet ediyor. Bu şikayeti sakın hafife almayın…” şeklindeki sözlerden başvurucunun bir tartışma açtığını, aynı tarihli Zaman gazetesinin “MİT’ten skandal talimat, tüm dini grupları izleyin” manşeti ile çıktığını, böylece Zaman gazetesinin bir sonraki gün MİT tırlarına yapılacak operasyon öncesinde MİT’i hedef gösterdiğini ileri sürmüştür.- Başvurucu; yayın kurulu ile anlaşmalı olarak 18 Ocak günü yazı yazdığının ve MİT Tırları’nın durdurulacağını bildiğinin iddia edildiğini ancak bunu gösteren herhangi bir kanıt olmadığını, bu yazıda MİT tırlarından bahsedilmediğini, Suriye’de iç savaş çıkartan örgütlere yardım eden Arap prensleriyle aynı resimde görüntü vermekten kaçınması için Hükûmeti uyardığını ileri sürmüştür.viii. 6/2/2016 tarihli “Kıyam mı Temkin mi” başlıklı yazının içeriği şöyledir:Hz. Ali’nin taraftarlarını ikiye ayıran sebep, ortak siyasi rakip karşısında alınacak tutumda ortaya çıkan görüş ayrılığıdır. Görüş ayrılığı gayet tabii kelam-akaid diliyle ifade edilecek, fakat farklı iki karşı tutum olarak şekillenecektir. Bildik usullerle iktidarı ele geçiren Muaviye Şam’da okuduğu hutbede şöyle diyordu: ‘Biz melikliği kılıçlarımız sayesinde aldık.’ Eğer saltanat (meliklik) kılıçla alındıysa, İncil’de yer aldığı gibi ‘Kılıç kullanan kılıçla karşılık görür.’ Beni Ümeyye’nin güçle elde edilen ve güçle ayakta tutulan saltanatına karşı mukabil güç kullanılacaktı. Yönetimin ‘kılıç hakkına’ indirgenmesi, zamanla siyaseti katl’edönüşterecektir .Peki, kılıç her zaman gayrımeşru bir siyaset aracı mıdır? Zorbalar kılıç kullanır da, mazlumların kılıç kullanma hakları yok mu?Saltanata karşı kılıç kullanma konusunda ilk Şii nesil ile Abbasilerin orta zamanlarına kadar süren Hariciler arasında görüş ayrılığı yok. Her iki fırka da kılıç hakkını savunmuş ve kullanmışlardır.Bundan Hz. Hasan’ı istisna edebiliriz. Ehl-i Beyt’in bu seçkin zatı Maviye’nin anlaşmasına sadık kaldı, çünkü hakikat-i halde kılıç siyasette ve idarede ‘asli’ değil ‘arızi unsur’dur. Ancak Muaviye, tahkimde danışmanı Amr bin As’ın önerdiği hile ve desise ile melik oldu, Hz. Hasan’la yaptığı anlaşmaya da sadık kalmayarak erzelürrüzela olan oğlu Yezid’i yerine geçirdi. Yani anlaşma olmasaydı belki Hz. Hasan da kıyam edecekti, nitekim anlaşmaya aykırı olarak Yezid başa geçince, Hz. Hüseyin kıyam etti.Hz. Hüseyin’in Kerbala’da ailesi ve taraftarlarıyla şehid edilmesine kadarki süreyi ‘erken dönem Şia’ vasıflandırmak mümkün. Bu dönemin bariz özelliği Hz. Ali ve Ehl-i Beyt taraftarlığıdır, doktriner mahiyeti yoktur. Kerbela’dan sonraki kıyam fikri Zeydilik’te devam edecektir. Zeyd bin Ali Irak’ta, oğlu Yahya bin Zeyd Horasan’da, İbrahim bin Abdullah Basra’da, Muhammed en Nefsü’zzekiyye Medine’de kıyam etmiş ve hepsi öldürülmüştür. Zeydilerin isyanı sonraları Ehl-i Sünnet’in kurucuları arasında yer alacak büyük müçtehitlerce destek görmüş, silahlı ayaklanmaya mali ve fıkhi destek veren Ebu Hanife, Zeyd bin Ali’nin kıyamını için ‘Hz. Peygamber’in komuta ettiği Bedir savaşı gibidir’ demiştir.Ama İmam Muhammed Bakır ve İmam Ca’fer es Sadık kıyamın bir fayda vermeyeceğini söyleyip kendilerini iktidarın zulmüne karşı korumaya, Müslümanların iç dünyalarını zenginleştirmeye ve mümkün olduğunca İslami hayatı sivil alanlarda yaşanır kılmaya adayacaklardır. Bana kalırsa İki büyük Şii imamı kıyama destek vermekten alıkoyan şey, siyasi iktidarları meşru, zalim ve hak gasıbı yöneticilere kıyamı gayrımeşru görmeleri değil, neticenin alınmayacağını ve kıyamın bedelinin hayli ağır olacağını görmeleridir. Sünni müçtehitler de bu fikri savunmuşlardır. Kufelilerin Hz. Ali ve Hz. Hüseyin’e yaptıkları ile diğer merkezi beldelerin suskunluğu öğretici olmuştur. Yahya bin Zeyd’in ayaklandığı haberi geldiğinde İmam Cafer es Sadık ‘O da babası gibi öldürülecek’ demiştir. Bu, bizi Miladi 869’da gaybubete karışan İmam’dan önceki Ehl-i Beyt imamlarının siyasi rejimler karşısındaki tutumlarının Sünni imamlarla temelde benzerlik arzettiğini göstermektedir. Buna göre çok kan dökülecekse kıyam etmemeli, ‘temkin yolu’ takip edilmelidir. Esasında bunun ilk işaretini Hz. Hüseyin’in oğlu Ali’nin verdiğini söylemek abartı olmaz. Babasının Kerbela’da şehadetinden sonra Ali bin Hüseyin Medine’ye yerleşti, kendini tamamiyle ilme ve ibadete verdi, ilim ve ibadette öylesine dereceler kat etti ki ona Zeyne’l Abidin (Allah’a ibadet edenlerin zineti, süsü) ünvanı verildi. Hayatında sadece bir kere, o da Tevvabin hareketinin lideri Muhtar es Sakafi, Hz. Hüseyin’i şehid eden Ubeydullah bin Ziyad’ın kellesini kendisine gönderince ona şöylece bakıp tebessüm ettiği rivayet edilir. Kısaca Ehl-i Beyt zincirinin Zeydiye kolu kılıçla kıyama devam edip Haricilerle paralellik arzederken –ki Zeyd bin Ali (698-740) Hz. Hüseyin’in torunu, yani Ali bin Hüseyin’in oğlu ve Muhammed Bakır’ın kardeşidir-, Kerbela’dan sonra Ehl-i Beyt’in İmamiye kolu Sünni müçtehitler gibi dinin irfan, ilim ve fıkıh mirasını canlı tutup devam ettirme yolunu seçmiştir.Kıssadan hisse: Eğer İran Ehl-i Beyt imamlarının ve Türkiye Sünni büyük müçtehitlerin temkin yolunu seçip Suriye’de toplumsal değişim üzerinden siyasi rejimin dönüşümünü destekleselerdi milyonlarca Müslüman bu acıyı yaşamayacaktı.- Savcılık; Fetullah Gülen’in 4/2/2016 tarihinde “Cennet Kılıçların Gölgesi Altındadır” konulu konuşmasındaki “…yani bela ve musibet üzerinize geldiği zaman böyle durağana girmeyin… Saldırılar, tecavüzler karşısında iftiralar, tevzirler, tehcirler, tehditler karşısında dişini sıkıp sabretme fakat aktif sabır mutlaka bir yol yöntem oluşturmalı, alternatif yollar yöntemler oluşturmalı, inandığınız yolda yolunuza devam etmelisiniz. Durduğunuz zaman bir yönüyle telafi edemeyeceğiniz şeylerle karşı karşıya kalırsınız. İhtimal öyle yanlış bir sabır telakkisinde kaybetme ihtimali de vardır…Ve Cennet kılıçların gölgesi altındadır. Yerinde onun hakkını böyle bir şeyle karşı karşıya kaldığınız zaman verdiğiniz zaman siz gazi olursanız cennete gidersiniz, şehit nşallah cennete gidersiniz…” şeklindeki ifadelerinin darbe çağrısı olduğunu, başvurucunun da aynı üslubu kullandığını, bu minvalde “Öncelikle istenmediği halde savaş vuku bulursa, mesela Çanakkale’de olduğu gibi, sabredip kılıcın hakkını vermek lazımdır. Öyle bir şeyle karşı karşıya kaldığı zaman, hakkını veren mü’min hayatta kalırsa gazi olur, Cennet’e liyakat kazanır; şehit olursa da nşallah doğrudan Cennet’e gider. Diğer taraftan bu sayede düşman vesayet altına alınırsa ve onlar da karşılaştıkları mü’minlerden şöyle böyle alacaklarını alırlarsa, Cennet kapıları onlar için de aralanmış olur…” şeklindeki ifadeleriyle ve “Mazlumun kılıç kullanma hakkı yok mudur?” şeklindeki sözleriyle örgüt tabanına ve topluma askerî darbeyi telkin ettiğini ileri sürmüştür. - Başvurucu; savcının alıntı yaptığı “Öncelikle istenmediği halde savaş vuku bulursa, mesela Çanakkale’de olduğu gibi, sabredip kılıcın hakkını vermek lazımdır. Öyle bir şeyle karşı karşıya kaldığı zaman, hakkını veren mü’min hayatta kalırsa gazi olur, Cennet’e liyakat kazanır; şehit olursa da nşallah doğrudan Cennet’e gider. Diğer taraftan, bu sayede düşman vesayet altına alınırsa ve onlar da karşılaştıkları mü’minlerden şöyle böyle alacaklarını alırlarsa, Cennet kapıları onlar için de aralanmış olur…” şeklindeki sözlerin kendisine ait olmadığını, Savcılığın bu sözleri nereden iktibas ettiğini belirtmediğini, aleyhine sahte delil üretildiğini, Fetullah Gülen’in iddianamede geçen “Cennet Kılıçların Gölgesindedir” konuşmasından haberinin olmadığını, bilgisayar ve telefonunun kolluk makamlarında olduğunu şayet böyle bir durum varsa bunun tespit edilebileceğini, Fetullah Gülen’den talimat alarak yazı yazdığını gösteren hiçbir delilin bulunmadığını ileri sürmüştür. Söz konusu yazısında tarihte eksik olmayan ve bugün sürmekte olan mezhep savaşlarının sosyolojik, siyasi, kelami ve fıkhi kaynaklarına indiğini, kılıç kullanmanın zarar ve fitneden başka sonuç getirmediğini; eğer Türkiye ve İran kılıç yerine müzakere, barış yani Sünni mezheplerin temkin yolunu seçselerdi Suriye’nin bu hâle gelmeyeceğini ifade ettiğini, dolayısıyla bu yazısıyla kılıç kullanmaya karşı olduğunu ortaya koyduğunu belirtmiştir. 5/4/2018 tarihinde Savcılık, esas hakkındaki mütalaasını sunmuştur. Savcılık mütalaasında başvurucuyla ilgili olarak;- Örgütün üst düzey yöneticilerinin de üyesi olduğu Gazeteci ve Yazarlar Vakfı Mütevelli Heyetinde görev yaptığı, 20/11/2014 tarihinde 2 numaralı Yönetim Kurulu kararıyla terör örgütü elebaşı Fetullah Gülen’in Vakfın onursal başkanlığına seçildiği, söz konusu kararda adı geçen sanığın E., Ş.A.T., H.K. gibi örgütün üst düzey yöneticileriyle birlikte imzasının bulunduğu,- Sanığın söz konusu örgütün üst yöneticileriyle sürekli irtibatta bulunduğu, bu hususun 14/3/2017 tarihli kolluk tutanağıyla da tespit edildiği,- Sanığın yurt dışı giriş-çıkış kayıtlarına göre örgüt yöneticilerinden Y. ile 28/9/2008 tarihinde, S.Y. ile 19/12/2008 tarihinde, Ş.A.T., F., E.T.A., H.T. ve U. ile 17/2/2009 tarihinde, K.E., S.Y. ve A.Ö. ile 18/5/2010 tarihinde, Mehmet F. ile 25/04/2015 tarihinde, İ.A. ile 24/5/2016 tarihinde yurda giriş-çıkış yaptıkları, yukarıda belirtildiği üzere sanığın birlikte yurt dışına gidip geldiği diğer kişilerin örgütün üst düzey yöneticisi oldukları,- 21/1/2015 tarihinde terör örgütünün güdümündeki medya organlarından biri olan Mehtap TV isimli televizyon kanalında yayımlanan bir programda da programa Amerika Birleşik Devletleri’nden katıldığı anlaşılan sanıklardan A.T.A.ya hitaben “Son sözü hocam sana bırakıyoruz, anavatandasın” şeklinde sözler söylediği, bu şekilde konuşmasının nedeninin ise terör örgütünün elebaşı olan Fetullah Gülen’in bu ülkede yaşıyor olmasından kaynaklandığı, sanığın söz konusu beyanlarıyla örgüt liderine sadakat ve bağlılığını bu şekilde ifade ettiği, - Terör örgütünün finans kaynaklarından biri olan Bank Asya isimli bankada aktif hesabının bulunduğu, 15/5/2017 tarihli kolluk araştırma ve tespit tutanağına görehesabından 2014 yılı Ağustos ayından başlayarak 2015 yılı Aralık ayına kadar önemli miktarlarda para artışının gözlemlendiği, o güne kadar kendisine yapılan ödemeleri nakit olarak çektiği hâlde belirtilen tarihten sonra yapılan ödemeleri nakit olarak çekmediği ve hesabında tuttuğu, sanığın bu şekilde örgüt elebaşının Bank Asyaya para yatırma çağrısına uyarak örgütsel hiyerarşi içinde hareket etttiği,- Dizüstü bilgisayarında yapılan dijital incelemelerde örgüt elebaşı Fetullah Gülen’in pek çok kitabının ve sohbetinin içinde bulunduğu dijital kayıtlara rastlandığı, aynı incelemede 6/2/2008 tarihli “tesettür” isimli video dosyasında örgüt elebaşı Fetullah Gülen’in pek çok vaaz, konuşma ve sohbetinin yayımlandığı kayıtların olduğu, benzer şekilde adı geçenin yazılarının bulunduğu diğer kayıtların da tespit edildiği, bu kayıtların içinde çeşitli gazetelerde yayımlanmış Fetullah Gülen ile yapılan elli yedi adet röportajın da olduğu,- Apple marka Ipad üzerinde yapılan incelemede yine örgüt elebaşının kitaplarından oluşan seri ile adı geçenin çeşitli medya organlarında yayımlanan sohbetlerinin bulunduğunun tespit edildiği, - Aksiyon dergisinde yayımlanan 4/2/2008 tarihli röportajında FETÖ mensuplarıyla 1971 yılında İstanbul’da tanıştığını, Yüksek İslam Enstitüsü sınavlarına hazırlanabilmek için Fetullah Gülen’in arkadaşlarının yanında altı ay süre ile kaldığını beyan ettiği, aynı röportajda Fetullahçı eğitim kurumlarının Türkiye’nin küreselleşmeye verdiği tek cevap olduğunu, Fetullah Gülen’in dünya barışına katkı yapanlar listesinde bulunduğunu, bu örgütün devleti ele geçirme iddiasının gerçeği yansıtmadığını söylediği, - 22/10/2009 tarihinde Kahire şehrinde yapmış olduğu bir konuşmada “Hoca Efendinin genel yaklaşımından ve genel profilinden kendisinin sevad-ı azam ile beraber yol aldığını söyleyebilirim. Bu onu ve hareketini marjinal bir dini hareket olmaktan çıkarıp meşruiyetinin geniş bir çerçeveye oturmasını sağlayan önemli bir amildir.” Şeklinde sözler söylediği,- 27/12/2014 tarihinde Zaman gazetesinde yayımlanan yazısında yolsuzluğun nedenlerini tartıştıkan sonra yazısını “Bizim gibi gırtlağına kadar yolsuzluğa batmış toplumlarda dindarlar nasıl kolaylıkla yolsuzluğa bulaşır?” şeklinde bir soruyla bitirdiği, - 20/12/2014 tarihinde Zaman gazetesinde yayımlanan yazısında 17/25 Aralık kumpasanın arkasında cemaatin olduğuna inanmadığını söyledikten sonra KCK ve Ergenokoncuların cemaate karşı ittifak kurduklarını ve AKP’yi rehin aldıklarını iddia ettiği,  (“Olup biteni nasıl anlamalı” başlıklı bu yazı şöyledir:‘17/25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk’ operasyonlarından sonra Sayın Cumhurbaşkanının başını çektiği kanat, Hizmet hareketine yönelik olarak iki ana suçlama yöneltmektedir: a) Hizmet’in ‘yurtdışı güçler adına –ki bunlar ABD ve İsrail’dir- hükümeti devirmek üzere bir kumpasın içine girmesi’; b) ‘Yatak odalarına kadar girip dinlemeleri’.Bu satırların yazarı bu köşede ve TV ekranlarında ilk günden açıkladı: Eğer bu iki suçlama kanıtlanacak olursa 1 saat durmam, giderim. Aradan bir sene geçti, ben hâlâ Hizmet’in yurtdışı güç adına hükümeti devirmek üzere harekete geçtiğine veya insanların mahrem dünyalarını dinleyip kayda aldığına ikna olmuş değilim. ‘İkna olmuş’ değilim çünkü bunca gürültüye rağmen hükümet tarafı bu konuda bizi ikna edecek ciddi bir kanıt, belge, bilgi koyamadı.Tabii ki sadece ben değil kimse ikna olmadı. Ne içeride, ne dışarıda! Mesela Avrupa Parlamentosu’ndaki Hıristiyan Demokratlar gölge Türkiye Raportörü R.S. Türkiye’de hükümete karşı darbe iddiasını saçma bulduğunu söylüyor. R.S.ye göre iddiaları kanıtlayacak belge yok! Tutuklu olan polislere şimdiye kadar casuslukla ilgili tek soru sorulmuş değil. Yasa dışı dinlemelerle ilgili ise şüpheliler iki argümanın altını çiziyorlar: “Dinlemelerin tamamı yasal, dinlemelerden amirlerimizin ve üst makamların haberi var!AK Partililerin kahir ekseriyeti de bu iddialara inanmıyor, ancak konjonktürün çizdiği yol haritasına bakarak seslerini çıkarmıyorlar, freni patlamış kamyonun nerede ve neye çarparak duracağı zamanı bekliyorlar.40 yıllık çalışması olan Hizmet hareketinin kamuda tabii ki sempatizanı var. 2002’de AK Parti iktidar olunca hem personel açığını kapatmak, hem beklenen darbe teşebbüslerini savmak üzere Hizmet’in elemanlarından istifade etti. Birkaç darbe teşebbüsü ortaya çıkarıldı. Arada usulle ilgili hukuk ihlalleri olduysa da –ki elbette bunlar küçümsenemez- esasta darbe teşebbüsleri olmadığını söylemek, bu ülkede hiç askeri darbe olmadığını, binlerce faili meçhul işlenmediğini, suikastlarla ülkenin sarsılmadığını, TSK içinde yuvalanmış cuntacıların olmadığını, üstelik iktidar olan AK Parti’yi bu kesimlerin büyük bir sevinç ve bayram havasıyla karşıladıklarını söylemek demektir ki, buna çocuklar güler. Hayır bu ülkede darbeler yapıldı, Meclis dağıtıldı, anayasa rafa kaldırıldı ve yüz binlerce insan acı çekti. AK Parti’ye karşı bir kere daha darbe yapılacaktı. Hiç kimse ‘milli orduya kumpas kurmadı’, sadece sivil siyaset üzerinde vesayet kuran, darbe planlayan odaklara karşı tedbirler alındı. Eğer süreç sonuçlanabilseydi Türkiye, bir hukuk devleti olabilir, Kürtler ve Aleviler başta olmak üzere her toplumsal kesim rahatlayabilirdi.Süreci akamete uğratan iki önemli gelişme yaşandı: Biri 2011’de ‘Yeni Osmanlıcılık ideolojisi’yle Suriye’de rejimi devirip Ortadoğu üzerinde hakimiyet kurmaya kalkışmak –ki bu İslamcılıkla uzaktan yakından ilgisi olmayan İttihatçı bir zihniyetin dış politikaya hakim olmasıydı, bir maceraydı ve maliyeti çok pahalıydı-; diğeri bir türlü yanlışlığı kabul edilmeyen havuz sisteminin patlak vermesi ile artık ayyuka çıkmış rüşvet ve yolsuzlukların operasyonlara konu olması.Ben başından beri söz konusu operasyonların NATO merkezli olduğunu düşünüyorum. Hükümette bunu yakinen bilenler var, Hizmet bir mastara olarak kullanılıyor. Bir yandan operasyonları yapanlara şu mesaj veriliyor: ‘Eğer bize zarar verecek olursanız yeri göğü birbirine katarız, şehri yakar öyle teslim oluruz, bakın yapıyoruz da!’ Diğer yandan yalnız kalan AK Parti, kurtuluşu Ergenekoncularla işbirliğinde ve Öcalan’la KCK’ya sırtını vermekte buluyor. Bu iki kesim de desteği ‘Hizmet’i Erdoğan’ın bitirmesi’ karşılığında veriyorlar. Böylelikle maalesef AK Parti ile Ergenekoncular ve KCK arasında ittifak kurulmuş vaziyette, asıl Hizmet’ten intikam almaya kalkışan Ergenekoncular ve KCK’dır. AK Parti rehin alınmış durumda. Cemaat’e darbe vurulursa, sıra AK Parti’ye ve diğer cemaatlere gelecektir. İnanmayanlar, yayınlarını dikkatle takip etsin, görürler.”)- 29/12/2014 tarihinde aynı gazetede yayımlanan yazısında yine yolsuzluk konusunu işlediği, (“Usulsüzlük ve Yolsuzluk” başlıklı bu yazı şöyledir:“J.J. Senturia, yolsuzluğu ‘Yasal olmayan ve yöneticilere çıkar sağlamayı amaçlayan eylemlerin tümü’ şeklinde tarif eder.Bence yasa ile meşruiyetin formu olan hukuku ayırmak gerekir. Hukukun esasını Münzel Şeriat teşkil eder; temiz fıtrat ve selim aklın mutabakatı olan hükümler de Münzel olanla çatışmıyorsa hukuk kabul edilir. İnsanlar, hukuka aykırı bir dizi yasa yapabilir veya yasaları hukuka aykırı işletebilirler.Hukukun neden Münzel Şeriat’e aykırı olmaması gerektiği konusunun tipik örneği ‘yolsuzluk’un akıl tarafından kabul edilebilir, savunulabilir forma sokulabilmesidir. Bu işlemde yolsuzluk akli görülür, ancak Hukuk açısından gayrı meşrudur. Katip Çelebi, rüşveti a) Alınması ve verilmesi yasak olanlar, b) Alınması yasak olanlar olmak üzere ikiye ayırır. Ona göre ikinci sınıfa giren rüşvet, zararı önlemesi durumunda onaylanır. Katip Çelebi zararı def’eden rüşveti, faydayı celbeden rüşvete tercih eder; çünkü söz konusu rüşvet zararı giderir. Modern zamanlarda da yolsuzluk olgusunun büsbütün kötü olmadığını söyleyenler, bunun ekonomik gelişmeyi, kalkınmayı ve büyümeyi kolaylaştırıcı rol oynadığını savunurlar. Spiro ve Weiner’e göre rüşvet olayı başlangıçta görüldüğü kadar tahripkâr değildir; yönetim kadrosuna ‘takdir yetkisi ve işlerinde esneklik’ kazandırır. Bu tezi savunanlar, işlerin yürütülmesini düzenleyecek olan mevzuatın çoğu zaman saçma hükümler, ağır ve gereksiz şartlar ihtiva etmesini yolsuzluğa gerekçe gösterirler. Mevzuatın şartlarını dürüstçe yerine getirmek neredeyse mümkün değildir. Bu da bizi ‘yolsuzluk’ ile ‘usulsüzlük’ arasındaki ilişkideki probleme götürür. Sorun şudur: Usule tam olarak riayet edildiğinde ‘büyük ve önemli işler’ yapılamıyorsa, o zaman usulleri aşıp öncelikli olan büyümeyi öne alabilir miyiz? Deniz Feneri olayı dolayısıyla, muhtemelen mevzuatın saçma, hantal ve engelleyici fonksiyonlarından hareketle ‘usulsüzlük yolsuzluk değildir’ diye bir görüş öne sürülmüştü.Bu çerçevede yolsuzluğa karışan, hakkı olan şeyi aldığını düşünür. Yoksa hakkından mahrum kalacak. Rüşvet cürümdür (suç ve günah). Ortada yasal olarak suç olabilir, kılıfına uygun işlem yapılmışsa, geriye cürmün günah kısmı kalır ki, bunu da veren değil, rüşveti alan düşünsün. Yolsuzluğu savunanlar, rutin işlerin aksamasındansa, yolsuzluğun iki kötülükten en az zararlının (ehven-i şer) tercih edilebileceğini söylemektedirler. Şu var ki, Hz. Peygamber, bu ayrımı dikkate almadan ‘Rüşvet alan da, veren de ateştedir (veya lanetlidir)’ (Taberani, el-Mu’cemu’l-Evsat, No: 2047) buyurmuştur. Hadis mutlaktır. Bunun sebebi rüşvet ve yolsuzluğun tolere edilmesi durumunda toplumu ahlaken çökerteceği ve esasında karıştığı her işlemin artırdığı maliyeti kamuya çıkaracağı kesin olduğu içindir. Mesela yapılan hesaplara göre 17/25 Aralık yolsuzluğu’nun kişi başına maliyeti 273 TL’dir. Çöken ahlakla beraber dürüst memur ve yönetici cezalandırılmakta, bu ise rejimi ve yönetimi yozlaştırmaktadır. Rüşvetle işini halleden toplum, yöneticilere saygı duymaz, siyasete ve hukuka inancını kaybeder, bu böyle gelmiş, böyle gidecek deyip cürüm ve ahlaksızlığı kaderi görür.Peki, ‘dindar yönetici ve siyasetçi’ nasıl oluyor da yolsuzluğu kendi iç dünyasında meşrulaştırabiliyor? Burada ‘dindar yönetici’ ile ‘laik/seküler yönetici’ aynı moddadırlar. İkisinin kanaati şudur: ‘Mevzuat hayli ağırdır, önemli işlerin yürümesi için mevzuat ihmal edilebilir.’ Yani usulsüzlük yapılabilir. Fakat bu noktadan sonra dindar yönetici laikten ayrılır. Dindar yöneticinin ‘büyük davası’ vardır. Eğer kalkınmacı, modernleşmeci ise iktisadi büyümeye iman etmiş demektir. Düşüncesine göre Müslümanlar pastayı büyütmeli, büyük güç sahibi olmalıdırlar; böylesine ‘büyük ve kutsal dava (!)’ söz konusu iken usule takılıp kalınmaz. Bu manada usulsüzlük yolsuzluk olmaktan çıkar, büyük davanın itici gücü ve kolaylaştırıcı rolü oynar. Usulsüzlük usul olur. Böylece yolsuzluk aklileştirme (rasyonalize etme) yoluyla meşrulaşır, kitabına uydurulmuş olur. Çare, yolsuzluğa kapı aralamayan doğru usuller vaz’etmektir. Doğru ve esnek usul vaz’etmiyorsa yönetici ve siyasetçi samimi değildir, yolsuzluktan kendisi de memnundur. Dindarı yolsuzluğa sevk eden başka sebepler de var.”)- 18/12/2014 tarihinde Zaman gazetesinde yayımlanan yazısında Fetullahçı örgüt hakkında soruşturma yürüten idari makamları ve Hükûmeti kastederek “Bir dindarın başına gelebilecek en büyük felaket dindar kimliği ile iktidarı ve kaynakları tam temellük etmeye kalkışmasıdır. Siyaset yapan bir laiki anlıyorum ama dindar siyasetçi nasıl iktidarı temellüke kalkışabiliyor, İkinci soru şu ki rakibini tümüyle imha etmek veya onu tam boyunduruğumuz altına almak üzere hareket ediyor. Onunla bir arada yaşamayı düşünmüyor… bunu naziler denediler ve kıyamete kadar lanetlendiler.” Dediği,- 29/10/2015 tarihinde Zaman gazetesinde yayımlanan yazısında Hükûmeti kastederek rakiplerini gayrimeşru görmesinin dayanağının ülkeyi ve kaynakları temellük etme isteğinden kaynaklandığını söylediği, - 15/12/2014 tarihinde yayımlanan yazısında; E. ve H.K.nın gözaltınaalınmasını eleştirdikten sonra Hükûmetin giderek otokratik bir rejime dönüştüğünü, üstelik bu olayların dindar insanların iktidarında olduğunu, ayrıca Irak ve Suriye’deki mezhepsel ve etnik çatışmaların Hükûmetin tutumunu sürdürmesi hâlinde Türkiye’de de başlayabileceğini ifade ettiği, (“Bu operasyon neyi örtüyor” başlıklı bu yazı şöyledir:“Dün Samanyolu’ndan H.K., Zaman’dan E. gözaltına alındı. Neden gözaltına alındıklarını tam olarak öğrenmiş değilim. Umarım kısa zamanda serbest kalır, işlerinin başına dönerler. Bu olaya tabii ki üzüldüm ama beni derinden sarsan konu, ülkemizin bu hale gelmiş olması.Dışarıdan bakabilen bir göz, şunları rahatlıkla görür:H)    Türkiye giderek otoriter bir rejime doğru yol alıyor. Ortadoğu ölçeğinde otoriter rejim otokrasidir. Monarşilerde kuvvetler bir elde toplanmıştır ve yönetim babadan oğula intikal eder. Otokraside yönetim babadan oğula geçmez ama kuvvetler bir elde toplanır.Otokrat rejimler öncesinde bu işe niyetlenenler, kendilerine karşı bir darbe teşebbüsünde bulunulduğunu öne sürerler; olmayan darbe teşebbüsü bastırılırken otoriter-otokrat rejimi kurmanın önündeki engeller bir bir kaldırılmış olur. Nasır otokrasisini İhvan’ın kendisine karşı darbe planladığı iddialarını öne sürerek sağlamış oldu. Ogün bugün Mısır otoriter yönetimlerden kurtulabilmiş değil.Bir rejim otoriter ve otokrat nitelik kazandığında sadece ilk elde kendine rakip veya muhalif çevreleri sindirmekle kalmaz, muhalefetin her türünü denetim altına alır, ifade özgürlüğünü ortadan kaldırır ve icraatlarının hiçbiri için kimseye hesap vermez. Türkiye, bu istikamete yönelmiş bulunuyor. Dolayısıyla bir gruba karşı yürütülen operasyonlar karşısında ‘Bana dokunmaz’ diyen, bir iki aşama sonra kendisini başka operasyonların hedefinde görecektir.2) Türkiye ürkütücü boyutlarda ayrışıyor, kutuplaşıyor, kutuplar arasında fiili çatışma potansiyeliartıyor. Heterojen bir toplum yapısına sahibiz; potansiyel çatışma alanlarımız var. Bugüne kadar tarafların sağduyusu, karşılıklı verilen ödünler ve sistemin demokratik yapısı çatışma potansiyellerini aktif hale getirmenin önüne geçti. Ancak iki önemli gelişme hızla stres biriken fay hatlarını bir anda kırabilir: Bunlardan biri en tepeden aşağıya doğru siyasetin ayrışma ve çatışma üzerine yürütülmesi; diğeri iki komşumuz Irak ve Suriye’de etnik ve mezhep temeline dayalı çatışmaların iç savaşa dönüşmüş olması. Türkiye’nin beşeri coğrafyası, çatışmaların giderek şiddetlendiği söz konusu iki komşumuzdan kopuk değil. Irak ve Suriye’de olan ülkemizde de olabilir, aniden başlar ve maalesef önü alınamaz.3) Kürt sorunuyla ilgili çözüm süreci en kritik aşamasına gelmiş bulunuyor. Abdullah Öcalan ile devlet arasında yürütülen görüşme ve müzakerelerde hangi konular üzerinde mutabakata varıldığını bilmiyoruz. Tabii ki Kürtlerin temel hakları hiçbir pazarlığa konu yapılmadan hemen ve şimdi verilmelidir. Ama eğer Türkiye’deki idari yapının adı konulmamış bir federasyona doğru gitmesi söz konusuysa ve artık somut talep ve tekliflerle telaffuz edilen ‘özerklik’ Doğu ve Güneydoğu için yeni bir statüyü öngörüyorsa; bu konu hayati derecede önemlidir. Bu konu Hükümet-PKK’nın süreçle ilgili yetkilerini aşar. Bölgede Kürt olmayan halklara; PKK’nın siyasi görüşünü ve programını paylaşmayan dindar, laik, liberal, milliyetçi Kürtlere ve genel olarak Türkiye kamuoyuna sorulmalıdır. Herhalde Doğu ve Güneydoğu’da belli bir bölgeyi ‘özerklik’ adı altında ‘federasyon’a götürürken, ülkenin geride kalan ana gövdesini ‘üniter’ statüde tutmak mümkün olmaz. Belki günün birinde federasyon da olabilir ama saydığım üç kesimin rızasını almadan bu yapılamaz; bu konu emrivakiye getirilemez.4) ‘17-25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonu’ üzerinden bir sene geçti. Dava dosyaları kapatılmak isteniyor ama kamuoyurüşvet ve yolsuzluk yapıldığına dair ciddi bir kanaate sahip. Hükümet sözcüleri de bunu teyit ediyor. Dava dosyalarının soruşturulmaması şüpheleri daha da arttırıyor. Eğer iddia edildiği gibi, Zaman ve Samanyolu’na karşı başlatılan operasyonlar yolsuzlukların başladığı haftaya bilerek denk getirildiyse ve bununla yolsuzlukların konuşulmaması sağlanmak amaçlandıysa, bu hayli amatör bir tedbir olmuştur. Aksine insanlar yolsuzlukları çok daha fazla konuşacak, zanlılar daha çok zan altına girmiş olacaktır.Beni derinden üzen, ‘dindar insanların’ iktidarında bu olayların yaşanmasıdır. Gerçekten yazık oldu, böyle olmamalıydı. Yüz yıllık mücadelemizin meyvesi böylesine acı olmamalıydı.”)belirtilmiştir. 5/4/2018 ve 4/5/2018 tarihlerinde başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Tutukluluğun devamı kararlarının gerekçelerinin ilgili kısmı şöyledir:“Tutuklu sanıkların … üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, tespit tutanakları, bir kısım sanıklarda Bylock tespiti, şirketlerin şüpheli el değiştirme hareketleri, kısmi kabuller gibi deliller kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren müşahhas deliller bulunması, sanıklara atılı suçların tamamının (“Anayasal Düzeni Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs etme, Türkiye Büyük Millet Meclisini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini yapmasını Engellemeye Teşebbüs etme, Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma”) suçlarının tutuklama sebeplerinin kanuni karine olarak varsayıldığı, CMK 100/3-a. 11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara isnat edilen suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini doğurması, eylemlerin yoğunluğu da dikkate alındığında, sanıkların eylemlerinin subüta ermesi halinde sanıklara verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü olması gibi sebeplerle, sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu dikkate alınarak, sanıkların CMK. 100 ve devamı maddeleri gereğince tutukluluk hallerinin devamına [karar verildi]”. Başvurucu 11/5/2018 tarihli duruşmada tahliye edilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 6/7/2018 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 8 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“Sanıklar (başvurucunun da dahil olduğu) uzun yıllar boyunca FETÖ / PDY terör örgütünün yayın organı niteliğindeki Zaman Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapmışlardır. Bir terör örgütünün kendi değerlerine saygısı, sempatisi olmayan kişileri bünyesinde barındırması hele ki ulusal bir gazetede görev vermesi düşünülemez.Sanıklardan Ali BULAÇ da uzun yıllar Zaman Gazetesi’nde köşe yazarı olarak görev yapmış, 17 – 25 Aralık kumpas operasyonlarından sonra örgüte bağlılığını devam ettirmiş, yazılarında genel olarak örgütü savunmuş, itidal çağrısı bulunan yazıları da bulunmakla birlikte bu yazılardan 06/02/2016 tarihinde darbe girişiminden yaklaşık 4 ay önce yazılan; ‘Kılıç her zaman gayri meşru bir siyaset aracı mıdır, zorbalar kılıç kullanır da mazlumların kılıç kullanma hakkı yok mu?’ içerikli köşe yazısı dikkate alındığında meşru hükümete karşı terör örgütünün yanında örgüte bağlılığını devam ettirdiği ayrıca sanığın örgütün güdümündeki Gazeteci ve Yazarlar Vakfı Mütevelli Heyeti’nde görev yaptığı, bu heyetin 20/11/2014 tarihli 2 numaralı kararı ile örgüt elebaşısı Fetullah Gülen’i vakfın onursal başkanı seçtiği, sanığın terör örgütünün tepe yönetimindeki kişilerle irtibatının tespit edildiği ve yine bu kişilerle yurda giriş çıkış yaptığı, 21/01/2015 tarihinde kapatılan Mehtap Tv isimli televizyon kanalında çıktığı programda diğer sanık A.T.A.ya hitaben ‘son sözü sana bırakıyoruz, anavatandasın’ dediği, sanığın terör örgütüne müzahir Bankasya’da 2014 yılı Ağustos ayından başlayarak para artışlarının görüldüğü, incelenen dijital materyallere göre örgüt elebaşısı Fetullah Gülen’e ait sohbet ve kitapların laptoplarında bulunduğunun görüldüğü, sanığın bu şekilde belirtilen eylemlerinin TCK’nın 314/2 maddesinde belirtilen terör örgütü üyeliği suçunu oluşturduğu [değerlendirilmiştir].” Bu karara karşı istinaf yoluna başvurulmuş olup istinaf incelemesi devam etmektedir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Şahin Alpay [GK], B. No: 2016/16092, 11/1/2018, §§ 41-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/6592
Başvuru, uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin duruşmasız olarak yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gazetecilik faaliyeti ve ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle de ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, ölüm olayını öğrenen kamu görevlisinin durumu yetkili makamlara bildirmemesi ve buna ilişkin soruşturmanın etkin bir şekilde yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/10/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Selçuk Üniversitesi (Üniversite) Çevre Mühendisliği Fakültesinde doçent olarak görev yapan Ö. 2/6/2014 Pazartesi günü Fakültedeki odasında bıçaklanarak öldürülmüştür. Olayın ardından yetkili makamlar durumdan hemen haberdar edilmemiş, bu nedenle Ö.nün cesedine 5/6/2014 tarihinde ulaşılmış ve Konya Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından derhâl soruşturmaya başlanılmıştır. Yürütülen soruşturma kapsamında 5/6/2014 tarihinde olay yeri inceleme, ölü muayene ve otopsi işlemi gerçekleştirilmiş olup işleme ilişkin tutakta; i. Ceset üzerinde on dört adet kesici ve delici alet yarası saptandığı, saptanan bu yaralardan haricî muayenede 2, 3, 4, 5 ve 6 No.da tanımlanan kesici ve delici alet yaralarından her birinin ayrı ayrı öldürücü nitelikte olduğu, haricî muayenede 2, 3, 4, 5 ve 6 No.da tanımlanan kesici ve delici alet yaralanmaları dışında kalan diğer tüm yaralanmaların birlikte veya tek tek kişinin ölümüne doğrudan ya da dolaylı olarak etkisinin bulunmadığı,ii. Kenar ve açı özellikleri incelendiğinde ceset üzerindeki tüm kesici ve delici alet yaralanmalarının namlusunun bir kenarı keskin, diğer kenarı künt bir cisim ile oluşturulması ile tıbben uyumlu olduğu,iii. Kişinin ölümünün sağ açık pnömotoraks, sol hemopnömotoraks, büyük damar açılması, iç ve dış kanama ve iç organ hasarı neticesinde meydana geldiği,iv. Ölümün otopsi bitim saati olan saat 00 itibarı ile cesedin bulunduğu ortam, iklim şartları ve ölüm nedeni gibi tüm faktörler birlikte değerlendirildiğinde üç dört günlük bir zaman dilimi öncesinde meydana gelmesi ile tıbben uyumlu olduğu belirtilmiştir. İstanbul Birinci Adli Tıp İhtisas Kurulunun (Adli Tıp Kurumu) 25/3/2015 tarihli raporunda; adli tahkikat dosyasında kayıtlı bilgiler, olayın gelişimi, tanık ifadeleri, olay yeri inceleme bulguları, tıbbi belgeler ile otopsisinde tespit edilen makroskopik ve histopatolojik bulgular birlikte değerlendirildiğinde kişinin ölümünün kesici ve delici alet yaralanmasına bağlı iç organ ve büyük damar yaralanmasından gelişen iç ve dış kanama sonucu meydana gelmiş olduğunun mütalaa edildiği belirtilmiştir. Başsavcılık yürüttüğü soruşturma neticesinde Kimya Mühendisliği Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapan A.G. hakkında kasten öldürme ve şantaj, A.S. hakkında ise kasten öldürmeye yardım suçundan Konya Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açmıştır. Mahkeme yargılama neticesinde 26/6/2015 tarihli kararıyla A.G.nin üzerine atılı kasten öldürme suçundan neticeten 25 yıl hapis ve şantaj suçundan neticeten 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, şantaj suçundan verilen cezanın hükmünün açıklanmasının geri bırakılmasına, A.S.nin ise üzerine atılı kasten öldürmeye yardım etme suçundan beraatine karar vermiştir. Anılan hükmün temyize tabi kısımları temyiz edilmiş ve A.G. hakkında verilen 25 yıl hapis cezası ile A.S. hakkında verilen beraat kararı Yargıtay Ceza Dairesinin 21/5/2019 tarihli ilamıyla onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu, vekili vasıtasıyla Başsavcılığa 4/7/2014 tarihinde A.G.nin eşi olan H.G. (boşanma nedeniyle bundan sonra ismi H.K. olarak ifade edilecektir) hakkında görevi kötüye kullanma, kamu görevlisinin suçu bildirmemesi ve suç delillerini yok etme, gizleme ve değiştirme suçlarını işlediği iddiasıyla şikâyette bulunmuştur. Başvurucunun şikâyet dilekçesinde şu iddialar yer almaktadır:i. H.K. ölüm olayını olaydan kısa bir süre sonra öğrenmesine rağmen durumu yetkili makamlara bildirmemiştir.ii. Olayın H.K.nın dekanı olduğu Fakültede gerçekleşmesi nedeniyle H.K.nın sorumluluğu söz konusudur.iii. H.K. ölüm olayını yetkili makamlara bildirmeyerek eşinin delilleri değiştirmesine ve gizlemesine imkân sağlamıştır. iv. H.K.nın olayı öğrendiği ilk anda durumu yetkili makamlara bildirmiş olması hâlinde Ö.nün kurtarılabilmesi mümkünken cesede ancak üç gün sonra ulaşılabilmiştir. Başsavcılık 26/9/2014 tarihli kararıyla H.K.nın 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'na tabi olduğunu, isnat edilen suçu görevi dolayısıyla ya da görevini yaptığı sırada işlediği iddia edildiğinden atılı suçla ilgili son soruşturma açılıp açılmamasına Üniversite Rektörlüğünce karar verilmesi gerektiğini belirterek görevsizlik kararı ile dosyanın Üniversite Rektörlüğüne gönderilmesine karar vermiştir. Üniversite Rektörlüğü 5/5/2015 tarihli kararıyla, olayda suç unsurlarının oluşmadığı sonuç ve kanaatine vararak H.K.nın men-i muhakemesine karar vermiştir. Anılan kararı resen inceleyen Danıştay Birinci Dairesi 24/12/2015 tarihli kararıyla, suçun şüphelinin Üniversitedeki görevi dolayısıyla ya da bu görevi sırasında işlenmediği, bu nedenle hakkında 2547 sayılı Kanun'un maddesi gereğince ceza soruşturması yapılamayacağı ve men-i muhakeme yolunda bir karar alınamayacağı, isnat edilen suç nedeniyle şüpheli hakkında genel hükümlere göre işlem yapılması gerektiği gerekçesiyle Üniversite Rektörlüğünün verdiği 5/5/2015 tarihli men-i muhakeme kararının bozulmasına, genel hükümlere göre soruşturma yapılmak üzere dosyanın Başsavcılığa gönderilmesine karar vermiştir. Başsavcılık yürüttüğü soruşturma neticesinde 25/5/2016 tarihli kararıyla olay tarihinde şüphelinin kasten öldürme suçunu işleyen A.G.nin eşi olduğu, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (3) numaralı fıkrasında tanıklıktan çekilebilecek kişilere şahsi cezasızlık sebebi öngörüldüğü, bu nedenle suçu bildirmeme ve suçluyu kayırma suçlarının yasal unsurlarının oluşmadığı, suç delillerini yok etme, gizleme ve değiştirme suçu yönünden ise şüphelinin bu anlama gelebilecek herhangi bir eyleminin saptanmadığı, dolayısıyla atılı suçun yasal unsurlarının da oluşmadığı gerekçeleriyle kovuşturmaya yer olmadığına (takipsizlik) karar vermiştir. Başvurucu 26/6/2016 tarihli itiraz dilekçesiyle;i. Ö.nün 2/6/2014 tarihinde görev başında iken odasında öldürüldüğünü, H.K.nın olay mahallinin en yetkili amiri olmasına ve olayı hemen sonra ve/veya en geç bir iki saat sonra öğrenmesine rağmen 112 Acil Servise, polise veya dekanı olduğu Fakülte çalışanlarına ya da Rektörlük makamına haber vermemesi nedeniyle cesede ancak 6/6/2014 tarihinde ulaşılabildiğini,ii. H.K.nın olayı ilk öğrendiği anda yetkili makamları bilgilendirmiş olması hâlinde Ö.nün kurtarılabileceğini, H.K.nın bu eylemi nedeniyle eşi A.G.nin olaydan sonra tekrar olay yerine giderek delilleri ortadan kaldırdığını,iii. Tüm bunlara rağmen Başsavcılık tarafından hukuka aykırı bir şekilde takipsizlik kararı verildiğini belirterek kararın itirazen kaldırılmasını talep etmiştir. Başvurucunun itirazı Konya Sulh Ceza Hâkimliğinin 15/8/2016 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiş ve bu karar 2/9/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/10/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili hukuk için bkz. Yasin Ağca, B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 86, 87, 91- 5237 sayılı Kanun'un “Suçu bildirmeme” kenar başlıklı maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:"Tanıklıktan çekinebilecek olan kişiler bakımından cezaya hükmolunmaz. Ancak, suçu önleme yükümlülüğünün varlığı dolayısıyla ceza sorumluluğuna ilişkin hükümler saklıdır." 5237 sayılı Kanun'un “Kamu görevlisinin suçu bildirmemesi” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Kamu adına soruşturma ve kovuşturmayı gerektiren bir suçun işlendiğini göreviyle bağlantılı olarak öğrenip de yetkili makamlara bildirimde bulunmayı ihmal eden veya bu hususta gecikme gösteren kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun'un “Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Gerçeğin meydana çıkmasını engellemek amacıyla, bir suçun delillerini yok eden, silen, gizleyen, değiştiren veya bozan kişi, altı aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Kendi işlediği veya işlenişine iştirak ettiği suçla ilgili olarak kişiye bu fıkra hükmüne göre ceza verilmez." 5237 sayılı Kanun'un “Suçluyu kayırma” kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Suç işleyen bir kişiye araştırma, yakalanma, tutuklanma veya hükmün infazından kurtulması için imkan sağlayan kimse, altı aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Bu suçun kamu görevlisi tarafından göreviyle bağlantılı olarak işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.(3) Bu suçun üstsoy, altsoy, eş, kardeş veya diğer suç ortağı tarafından işlenmesi halinde, cezaya hükmolunmaz."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); ölüm olayı nedeniyle haklarında kamu davası açılan, suç ortağı olduğu iddia edilen kişiler hakkında kovuşturmasızlık kararı verilmesi nedeniyle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin bir başvuruda (Şevket Güneş ve diğerleri/Türkiye, B. No: 24494/06, 1/3/2016) başvuruya konu edilen soruşturmayı, hakkında kamu davası açılan kişiyle ilgili soruşturmayı da kapsayacak şekilde bir bütün olarak incelemiştir. Yaptığı incelemede başvuruya konu soruşturmanın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin usule ilişkin gerekliliklerini karşıladığı ve suç ortağı olduğu iddia edilen kişilerin ölüm olayı ile ilişkilendirilebilmeleri için yeterli unsur bulunmadığına dair kovuşturmasızlık kararının keyfî olmadığı sonucuna varan AİHM, başvurucuların ya da avukatlarının suç ortaklığına ilişkin suçlamalar konusunda yetkilimakamlara daha kuvvetli bir dayanak sunmadan daha derin bir soruşturma yapılmasını ümit edemeyecekleri kanısına varmıştır (Şevket Güneş ve diğerleri, § 19). AİHM söz konusu kanıya Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiği iddialarının konu edildiği bazı başvurular hakkında verdiği kararları kaynak alarak ulaşmıştır (anılan kararlar için bkz. Ş.T./Türkiye (k.k.), B. No: 28310/95, 9/11/1999; Kaplan/Türkiye (k.k.), B. No: 24932/94, 19/9/2000; Mahsun Tekin/Türkiye, B. No: 52899/99, 20/12/2005, § 29). Son olarak AİHM mezkûr Şevket Güneş ve diğerleri başvurusu hakkında verdiği kararda, etkili soruşturma yükümlülüğünün başvurucuların suç ortaklığına dair iddialarının savunulabilir olması hâlinde doğacağını belirtmiştir (Şevket Güneş ve diğerleri, § 20).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/23940
Başvuru, ölüm olayını öğrenen kamu görevlisinin durumu yetkili makamlara bildirmemesi ve buna ilişkin soruşturmanın etkin bir şekilde yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, millî savunma uzmanlığına kurum içinden geçiş için yapılan sözlü sınavın iptali talebiyle açılan davanın sınavda başarılı sayılarak ataması yapılan kişilere ihbar edilmemesi nedeniyle adil yargılama hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/6/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucuların vekilleri, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. İkinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Millî Savunma Bakanlığı (MSB/İdare) millî savunma uzmanlığına kurum içinden geçiş için yazılı ve sözlü sınav yapılacağını ilan etmiş, bu kapsamda başvurucular 16/7/2017 tarihinde yapılan yazılı sınava katılarak başarılı olmuş, akabinde -aralarında başvurucuların da olduğu- MSB'de görev yapan 833 personel 2/10/2017 ile 17/10/2017 tarihleri arasında gerçekleştirilen sözlü sınava katılmıştır. Sözlü sınavda başarı gösteren, başvurucuların da aralarında olduğu262 kişi ise 28/10/2017 tarihli işlemle millî savunma uzmanı kadrosuna atanmış ve personele yönelik özel eğitime katılmıştır. Büro Memurları Sendikası (Sendika) sözlü sınavın iptali talebiyle 19/1/2018 tarihinde dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 22/11/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; sınav komisyonunun usulüne uygun olarak oluşturulduğu, yapılan sınav sonucunda adaylara komisyon üyeleri tarafından ayrı ayrı not takdir edilmek ve bu notların aritmetik ortalaması alınmak suretiyle sınav değerlendirmesinin objektif kriterlere göre yapıldığı belirtilmiştir. Mahkemeye göre sınavın tümünü kapsayacak genel bir hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Sendikanın anılan karara karşı istinaf kanun yoluna başvurması üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 26/6/2019 tarihinde mahkeme kararını kaldırmış ve dava konusu işlemin iptaline kesin olarak karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; sözlü sınavın bilgi ölçme amacıyla yapılan fakat aynı zamanda adayın mesleki ehliyetine yönelik diğer özel niteliklere sahip olup olmadığı yönünden değerlendirmeye de tabi tutulduğu bir sınav olduğuna dikkat çekilmiştir. Bu bağlamda somut uyuşmazlığa konu sözlü sınavda değerlendirme kriteri olarak belirlenen altı kriterin sözlü sınavdaki başarıya yüzdesel veya puansal etkisinin ne olacağı yönünde puan ağırlığının tespit edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Kararda, sınava katılacak adayların sınava hazırlanmaları aşamasında değerlendirme kriterlerinin öngörülebilir olmasının ve sınavda başarısız olanların hangi unsur/kriter açısından yetersiz olduğunun değerlendirilmesi üzerine başarısız sayıldığının adaylarca bilinmesinin hukuki açıdan gerekli olduğu ifade edilmiştir. Bölge İdare Mahkemesi, davaya konu sözlü sınavda esas alınan her bir değerlendirme kriterinin tam puan üzerindeki ağırlığının belirlenmemesi nedeniyle sınav uygulama emrinin, dolayısıyla da bu uygulama emrine dayanılarak yapılan sözlü sınavın hukuka uygun olmadığını belirtmiştir. Davalı İdarenin karara yönelik temyiz talebi Danıştay İkinci Dairesince 14/11/2019 tarihinde Bölge İdare Mahkemesi kararının kesin olduğu gerekçesiyle incelenmeksizin reddedilmiştir. Sözlü sınavın Bölge İdare Mahkemesi kararı ile iptal edilmesi üzerine anılan sınavda başarılı sayılmaları neticesinde millî savunma uzmanı olarak ataması yapılan personelin tamamının görevine İdarenin 12/2/2020 tarihli yazısı ile son verilmiştir. Başvurucular, bu yazının kendilerine aynı tarihte elden veya elektronik tebligat yoluyla tebliğ edilmesi sonucu nihai karardan haberdar olduklarını belirtmiştir. Başvurucular 25/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; ... üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, ... hallerinde ...Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygulanır. Ancak, davanın ihbarı Danıştay, mahkeme veya hakim tarafından re'sen yapılır." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun;i. "Yargılamaya Hâkim Olan İlkeler" ana başlıklı İkinci Bölüm'ünde yer alan maddesinde hukuki dinlenilme hakkı düzenlenmiştir. Anılan madde şöyledir:"(1) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler. (2) Bu hak;a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,b) Açıklama ve ispat hakkını,c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini, içerir."ii. "İhbar ve şartları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Taraflardan biri davayı kaybettiği takdirde, üçüncü kişiye veya üçüncü kişinin kendisine rücu edeceğini düşünüyorsa, tahkikat sonuçlanıncaya kadar davayı üçüncü kişiye ihbar edebilir."iii. "İhbarda bulunulan kişinin durumu" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Dava kendisine ihbar edilen kişi, davayı kazanmasında hukuki yararı olan taraf yanında davaya katılabilir."iv. "Fer'î müdahale" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Üçüncü kişi, davayı kazanmasında hukuki yararı bulunan taraf yanında ve ona yardımcı olmak amacıyla, tahkikat sona erinceye kadar, fer'î müdahil olarak davada yer alabilir." Danıştay Kararları Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 8/11/2021 tarihli ve E.2021/1015, K.2021/2270 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...Dosyanın incelenmesinden; uyuşmazlık konusu taşınmazın 1/000 ölçekli Muş-Bitlis-Van Planlama Bölgesi Çevre Düzeni Planı'nda, tarım alanı kullanımına ayrıldığı ve bu alanda alt ölçekli imar planlarının onaylanmadığı, taşınmaz maliki olan şirket tarafından, taşınmazda şeker imalatı ve kuru gıda deposu yapılması planlandığından, yapılan başvuru üzerine 18/07/2012 tarih ve 2012/7 sayılı Bitlis Valiliği İl Toprak Koruma Kurulu kararı ile taşınmazın tarım dışı kullanımına izin verildiği ve bu karara ilişkin açılan bir dava olmadığı, anılan Kurul kararına dayalı olarak onaylanan mevzii imar planı ile de taşınmazın konut dışı kentsel çalışma alanı olarak belirlendiği görülmektedir. Her ne kadar davacı tarafından, taşınmazın tarım arazisi vasfında olduğu ve tarım dışı amaçla kullanımının mümkün olmadığı iddiası ile görülmekte olan dava açılmış veİdare Mahkemesince, taşınmazın tarım dışı amaçla kullanılmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle dava konusu edilen mevzii imar planının iptaline karar verilmiş ise de;davanın konusu mevzii imar planı olup, taşınmazın tarım dışı amaçla tahsisine ilişkin toprak koruma kurulu kararı dava konusu edilmediği hususu dikkate alındığında, uyuşmazlığın imar mevzuatı, şehircilik ilkeleri, planlama esasları ve kamu yararı açısından incelenmesi gerektiğinden, temyize konu ısrar kararında isabet bulunmamaktadır.Öte yandan, davanın ihbarı konusunda taraflardan birinin talebi olmasa bile, ihbarın Danıştay, mahkeme veya hâkim tarafından re'sen yapılması gerekmektedir. Ayrıca, yargılanan işlem olmakla birlikte, dava sonucunda verilecek karardan doğrudan etkilenecek kişiye ihbarda bulunulmayıp, onun bilgisi dışında ve uyuşmazlığa ilişkin beyanları alınmadan davanın sonuçlandırılması, Kanun'un amir hükmünün ihlâli olacağı gibi, Anayasa'nın ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının da ihlâli sonucunu doğuracağı açıktır.Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Menemen Minibüsçüler Odası/Türkiye kararında, yargıya erişim hakkının, AİHS'nin maddesinin "yargılanma hakkı" ile ilgili birinci fıkrasının yalnızca bir yönünü oluşturduğuna, mahkemeye erişim hakkının etkin olabilmesi için, haklarına müdahale edilen bir kimsenin açık ve kesin bir şekilde bu işleme itiraz edebilmesi ve bu itirazların mahkemece tartışılabilmesi ve incelenmesi gerektiğine, İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin mahkemeye erişim hakkını doğrudan etkilediğine işaret etmiştir.Olayda, Hazine tarafından taşınmazın tarım amacı dışında kullanılmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle mevzii imar planının iptali talep edildiğinden, bu konuda Mahkemece verilecek karardan, dava konusu taşınmaz maliki [...] Gıda Paz. İnş. Ltd. Şti.'nin hak ve menfaatinin etkileneceği açıktır.Dolayısıyla, Van İdare Mahkemesince, anılan Şirkete dava ihbar edildikten sonra dava hakkında bir karar verilmesi gerekmektedir.Bu itibarla; davanın, taşınmaz malikine ihbar edilmeksizin ve imar planı yönünden bir değerlendirme yapılmaksızın, dava konusu işlemin iptali yolunda verilen İdare Mahkemesi ısrar kararında hukuki isabet bulunmamaktadır...." Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 12/2/2020 tarihli ve E.2018/1928, K.2020/326 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...Uyuşmazlıkta, davacı tarafından, 2011 yılı öğretmenlerin il içi isteğe bağlı yer değiştirme döneminde Ankara ili, Çankaya ilçesi, Ayten Tekışık İlköğretim Okulu'na sıralı atanma talebinin reddine ilişkin işlem ile anılan okula [G.K.]'nin atanmasına ilişkin işlemin ve bu işlemlerin dayanağı olan 2011 Yılı Öğretmenlerin İl İçi İsteğe Bağlı Yer Değiştirme Kılavuzu'nun ekinde yer alan ' Yer Değiştirme Takvimi' başlıklı Ek-1'in iptalinin istenildiği anlaşılmakta olup, bu davanın sonucunda [G.K.]'nin menfaatinin etkileneceği açıktır. Buna göre, davanın [G.K.]'ye ihbar edildikten sonra Dairesince bir karar verilmesi gerekmektedir.Bu itibarla, davada, [G.K.]'ye ihbar edilmeksizin verilen dava konusu bireysel işlemlerin iptali yolundaki Daire kararında hukuki isabet bulunmamaktadır...." Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 12/2/2020 tarihli ve E.2018/1928, K.2020/326 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...Öte yandan; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun maddesinde, bu Kanunda hüküm bulunmayan haller arasında sayılan davanın ihbarı konusunda Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümlerinin uygulanacağının belirtilmiş ve anılan maddeye 3622 sayılı Kanunun maddesi ile eklenen ve 4001 sayılı Kanunun maddesi ile değiştirilen cümle ile davanın ihbarının Danıştay, mahkeme veya hakim tarafından re'sen yapılacağı hususu düzenlenmiş olup; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinde, "Taraflardan biri davayı kaybettiği takdirde, üçüncü kişiye veya üçüncü kişinin kendisine rücu edeceğini düşünüyorsa, tahkikat sonuçlanıncaya kadar davayı üçüncü kişiye ihbar edebilir. Dava kendisine ihbar edilen kişinin de aynı şartlarda bir başkasına ihbarda bulunması mümkündür ve bu şekilde ihbar tevali ettirilebilir." hükmüne, maddesinde ise; 'Dava kendisine ihbar edilen kişi, davayı kazanmasında hukuki yararı olan taraf yanında davaya katılabilir.' hükmüne yer verilmiş olması karşısında, İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi Geomatik Mühendisliği Anabilim dalında açık bulunan üç adet profesörlük kadrosuna atanmak için başvuran; ancak, bu talebi reddedilen davacının bu kadrolardan birine başka bir adayın atanmasına ilişkin 25/02/2010 tarih ve 852 sayılı Üniversite Yönetim Kurulu Kararının ve kararın onanmasına ilişkin 02/03/2010 sayılı işlemin iptali ile açık bulunan diğer iki kadroya yapılan atama kararlarının da iptalinin istenilmesinden dolayı bu davanın sonucundan, anılan kadrolara atanan kişilerin de menfaatinin etkileneceği açıktır. Bu itibarla, İstanbul İdare Mahkemesince, İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi Geomatik Mühendisliği Anabilim dalında açık bulunan üç adet profesörlük kadrosuna atanan [Y.], [G.] ve [T.Y.ye] ihbarından sonra bir karar verilmesi gerekmektedir...."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı İlgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadı için bkz. Yusuf Bilin, B. No: 2014/14498, 26/12/2017, §§ 28-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/17478
Başvuru, millî savunma uzmanlığına kurum içinden geçiş için yapılan sözlü sınavın iptali talebiyle açılan davanın sınavda başarılı sayılarak ataması yapılan kişilere ihbar edilmemesi nedeniyle adil yargılama hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, olumsuz yetki tespitine itiraz talebiyle açılan davanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle sendika hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/11/2020 tarihinde yapılmıştır.Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. İkinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Konusu Olaylar Başvurucu Sendika, 1975 yılında Ambar İşçileri Sendikası olarak kurulmuş 2002 yılında Türkiye Devrimci Kara, Hava, Demiryolu İşçileri Sendikası (Nakliyat-İş/Sendika) adını almıştır. Sendika, Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonuna bağlıdır. Merkezi İstanbul'da bulunan dava konusu işyeri ise tanker, kurtarıcı, römork, tır ve kamyonlardan oluşan araçlarıyla Türkiye genelinde ambar, proje taşımacılığı ve ihale taahhüt işleri yapmaktadır. Sendikaların toplu iş sözleşmesi (TİS) akdedebilmesi için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına yetki başvurusunda bulunması gerekmektedir. Yetki talebi, talepte bulunan sendikanın işverenle aynı iş kolunda faaliyet gösterdiğinin ve işçilerin belli bir çoğunluğunun sendikaya üye olduğunun tespit edilmesine ilişkindir. Yetki tespiti yapılırken sendikanın kurulu olduğu iş kolunda çalışan işçilerin en az %1'inin, işyerinde başvuru tarihinde çalışan işçilerin ise yarıdan fazlasının sendikanın üyesi olması şartı aranmaktadır. Başvurucu Nakliyat-İş, dava konusu işyerinde TİS akdetmek için yeterli sayıya ulaştığını belirterek yetki tespiti talebiyle 20/6/2016 tarihinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına başvurmuştur. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 24/6/2016 tarihli yazısında başvurucu Sendikanın kurulu olduğu iş kolunda gerekli çoğunluğu sağlayamadığını tespit etmiş (olumsuz yetki tespitinde bulunmuş) ve bunu Sendikaya bildirmiştir. Başvurucu 11/7/2016 tarihinde İstanbul İş Mahkemesinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının olumsuz yetki tespitine itiraz davası açmıştır. Davanın açılması ile birlikte 18/10/2012 tarihli ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu'nun maddesinin "İtiraz, karar kesinleşinceye kadar yetki işlemlerini durdurur." biçimindeki (5) numaralı fıkrası uyarınca (bkz. § 22) TİS süreci dava sonuçlanana kadar durmuş ve Mahkemenin yetki itirazı sonucunu değerlendirmesi beklenmeye başlanmıştır. İstanbul İş Mahkemesi 23/1/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme, başvurucu Sendikanın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 30/1/2016 tarihli ve 29609 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 2016 yılı Ocak ayı istatistiklerine göre iş kolu barajının %0,66 ve başvuru tarihi itibarıyla işyerindeki üye yüzdesinin %60 olduğunu, TİS için 6356 Sayılı Kanun'un aradığı %1 iş kolu barajını aşamadığını değerlendirmiştir. Kararın istinaf yargı yoluna götürülmesi üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 6/12/2018 tarihinde derece mahkemesi kararının usul ve kanuna uygun olduğu gerekçesiyle istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi kararının temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 29/5/2019 tarihli ilamıyla iş kolu barajının tespitinde yayımlanan son istatistik olan 2016 yılı Ocak ayı istatistiğinin esas alınmasının yerinde olduğunu ancak %1 iş kolu barajını aşamayan Nakliyat-İş'in 2016 yılı Ocak ayı istatistiklerine karşı süresinde itiraz ettiğini, buna ilişkin yargılamanın Ankara İş Mahkemesinde görüldüğünü ve bekletici mesele yapılması gerektiğini değerlendirerek bozma kararı vermiştir. Bozma sonrası dava İstanbul İş Mahkemesinde derdest durumdayken başvurucu Sendika 4/11/2020 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuş, bu sırada ilk derece mahkemesi 16/7/2021 tarihli kararıyla davanın kabulüne karar vermiş; gerekçeli kararda, Yargıtayın işaret ettiği bekletici mesele yapılması yönündeki kararın bir kısır döngüye yol açtığını, bu kısır döngünün kırılması amacıyla belirtilen dosyaların akıbetinin beklenilmesi yoluna gidilmeyerek esas yönünden uyuşmazlığın çözülmesi gerektiğini belirtmiştir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 24/6/2016 tarihli olumsuz yetki tespiti işleminin ihtiyati tedbirle durdurulması ile itiraza uğramayan ve kesinleşen önceki istatistik hükümleri uygulanarak işlem yapılması gerektiğini değerlendirerek 2009 istatistiklerini esas almış ve başvurucu Sendikanın yetkili olduğunu tespit etmiştir. Davalı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 27/1/2022 tarihli ilamında, yetki tespiti taleplerinde başvuru tarihi itibarıyla en son yayımlanan istatistiklerin esas alınacağını, yayımlanan istatistiklere itiraz edilmesi hâlinde ise itiraza ilişkin davanın bekletici mesele yapılması gerektiğini belirterek önceki kararını yinelemiş ve kararın bozulmasına karar vermiştir. İnceleme tarihi itibarıyla yargılama derdesttir.B. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İstatistiklerine İlişkin Süreç Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 2016 yılı Ocak ayı istatistiklerine karşı 11/2/2016 tarihinde Ankara İş Mahkemesinde dava açılmış olup bu dava inceleme tarihi itibarıyla derdesttir. A. İlgili Mevzuat 6356 sayılı Kanun'un "İş kolunun tespiti" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Bir işyerinin girdiği işkolunun tespiti Bakanlıkça yapılır. Bakanlık, tespit ile ilgili kararını Resmî Gazete’de yayımlar. Bu tespite karşı ilgililer, kararın yayımından itibaren on beş gün içinde dava açabilir. Mahkeme iki ay içinde kararını verir. (Ek cümle: 12/10/2017-7036/29 md.) Karar hakkında istinaf yoluna başvurulması hâlinde bölge adliye mahkemesi iki ay içinde kararını verir. (Değişik cümle: 12/10/2017-7036/29 md.) Bu karara karşı temyiz yoluna başvurulması hâlinde Yargıtay, uyuşmazlığı iki ay içinde kesin olarak karara bağlar. (2) Yeni bir toplu iş sözleşmesi için yetki süreci başlamış ise işkolu değişikliği tespiti bir sonraki dönem için geçerli olur. İşkolu tespit talebi ve buna ilişkin açılan davalar, yetki işlemlerinde ve yetki tespit davalarında bekletici neden sayılmaz. (3) İşkolu değişikliği yürürlükteki toplu iş sözleşmesini etkilemez." 6356 sayılı Kanun'un "Toplu iş sözleşmesinin şekli ve süresi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Toplu iş sözleşmesi yazılı olarak yapılır.(2) Toplu iş sözleşmesi en az bir ve en çok üç yıl süreli olarak yapılabilir. Toplu iş sözleşmesinin süresi, sözleşmenin imzalanmasından sonra taraflarca uzatılamaz, kısaltılamaz ve sözleşme süresinden önce sona erdirilemez. (3) Faaliyetleri bir yıldan az süren işlerde uygulanmak üzere yapılan toplu iş sözleşmelerinin süresi bir yıldan az olabilir. İşin bitmemesi hâlinde bu sözleşmeler bir yılın sonuna kadar uygulanır. (4) Toplu iş sözleşmesi süresinin bitmesinden önceki yüz yirmi gün içinde, yeni sözleşme için yetki başvurusunda bulunulabilir. Ancak, yapılacak toplu iş sözleşmesi önceki sözleşme sona ermedikçe yürürlüğe giremez. " 6356 sayılı Kanun'un "Yetki" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kurulu bulunduğu işkolunda çalışan işçilerin en az yüzde birinin üyesi bulunması şartıyla işçi sendikası, toplu iş sözleşmesinin kapsamına girecek işyerinde başvuru tarihinde çalışan işçilerin yarıdan fazlasının, işletmede ise yüzde kırkının kendi üyesi bulunması hâlinde bu işyeri veya işletme için toplu iş sözleşmesi yapmaya yetkilidir.... (3) İşletmede birden çok sendikanın yüzde kırk veya fazla üyesinin olması durumunda başvuru tarihinde en çok üyeye sahip sendika toplu iş sözleşmesi yapmaya yetkilidir.... (5) Bir işkolunda çalışan işçilerin yüzde üçünün tespitinde Bakanlıkça her yıl ocak ve temmuz aylarında yayımlanan istatistikler esas alınır. Bu istatistiklerde her bir işkolundaki toplam işçi sayısı ile işkollarındaki sendikaların üye sayıları yer alır. Yayımlanan istatistik, toplu iş sözleşmesi ve diğer işlemler için yeni istatistik yayımlanıncaya kadar geçerlidir. Yetki belgesi almak üzere başvuran veya yetki belgesi alan işçi sendikasının yetkisini daha sonra yayımlanacak istatistikler etkilemez. (6) Yayımından itibaren on beş gün içinde itiraz edilmeyen istatistik kesinleşir. İstatistiğin gerçeğe uymadığı gerekçesiyle bu süre içinde Ankara İş Mahkemesine başvurulabilir. Mahkeme bu itirazı on beş gün içinde sonuçlandırır. (Değişik iki cümle:12/10/2017-7036/33 md.) Mahkemece verilen karar hakkında, ilgililerce veya Bakanlıkça istinaf yoluna başvurulması hâlinde bölge adliye mahkemesi bir ay içinde kararını verir. Bu karara karşı temyiz yoluna başvurulması hâlinde Yargıtay, temyiz talebini bir ay içinde kesin olarak karara bağlar. (7) Bakanlık, yetkili sendikanın belirlenmesinde ve istatistiklerin düzenlenmesinde kendisine gönderilen üyelik ve üyelikten çekilme bildirimleri ile Sosyal Güvenlik Kurumuna yapılan işçi bildirimlerini esas alır. 6356 sayılı Kanunun "Yetki tespiti için başvuru" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" (1) Toplu iş sözleşmesi yapmak isteyen işçi sendikası Bakanlığa başvurarak yetkili olduğunun tespitini ister. İşveren sendikası veya sendika üyesi olmayan işveren de Bakanlığa başvurarak yetkili işçi sendikasının tespitini isteyebilir. (2) Bakanlık, kayıtlarına göre başvuru tarihi itibarıyla bir işçi sendikasının yetkili olduğunu tespit ettiğinde, başvuruyu, işyeri veya işletmedeki işçi ve üye sayısını, o işkolunda kurulu işçi sendikaları ile taraf olacak işveren sendikası veya sendika üyesi olmayan işverene altı iş günü içinde bildirir." (3) İşçi sendikasının yetki şartlarına sahip olmadığının ya da işyerinde yetki şartlarına sahip bir işçi sendikasının bulunmadığının tespiti hâlinde, bu bilgiler sadece başvuruyu yapan tarafa bildirilir..." 6356 sayılı Kanunun "Yetki itirazı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kendilerine 42 nci madde uyarınca gönderilen tespit yazısını alan işçi veya işveren sendikaları veya sendika üyesi olmayan işveren; taraflardan birinin veya her ikisinin yetki şartlarına sahip olmadığı veya kendisinin bu şartları taşıdığı yolundaki itirazını, nedenlerini de göstererek yazının kendilerine tebliğ edildiği tarihten itibaren altı iş günü içinde mahkemeye yapabilir.... (3) ... İşçi ve üye sayılarının tespitinde maddi hata ve süreye ilişkin itirazları mahkeme altı iş günü içinde duruşma yapmaksızın kesin olarak karara bağlar. (Değişik cümle: 12/10/2017-7036/34 md.) Bunların dışındaki itirazlar için mahkeme, duruşma yaparak karar verir ve bu karar hakkında istinaf yoluna başvurulması hâlinde bölge adliye mahkemesi bir ay içinde kararını verir. (Ek cümle: 12/10/2017- 7036/34 md.) Bu karara karşı temyiz yoluna başvurulması hâlinde Yargıtay bir ay içinde kesin olarak karar verir. (4) 42 nci maddenin üçüncü fıkrası uyarınca kendisine yetki şartlarına sahip olmadığı bildirilen işçi sendikası, altı iş günü içinde yetkili olupolmadığının tespiti için dava açabilir. Mahkeme açılan davayı o işkolunda çalışan işçilerin en az yüzde birini üye kaydeden işçi sendikaları ile işveren sendikası veya sendika üyesi olmayan işverene de bildirir. Mahkeme davayı iki ay içinde sonuçlandırır. (5) İtiraz, karar kesinleşinceye kadar yetki işlemlerini durdurur." 6356 sayılı Kanunun "Yetki belgesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1)Tespit yazısına süresi içinde itiraz edilmemişse sürenin bitimini takip eden altı iş günü içinde; yapılan itiraz reddedilmişse ya da kendisine yetki şartlarına sahip olmadığı bildirilen sendikanın itirazı sonucunda yetki şartlarına sahip olduğunu tespit eden kesinleşmiş mahkeme kararının tebliğ edildiği tarihten itibaren altı iş günü içinde; ilgili sendikaya, Bakanlıkça bir yetki belgesi verilir." 6356 sayılı Kanun'un "Toplu görüşmeye çağrı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Taraflardan biri, yetki belgesinin alındığı tarihten itibaren on beş gün içinde karşı tarafı toplu görüşmeye çağırır. Çağrı tarihi, çağrıyı yapan tarafça derhâl görevli makama bildirilir. (2) Bu süre içerisinde çağrı yapılmazsa, yetki belgesinin hükmü kalmaz...." 6356 sayılı Kanun'un "Toplu görüşmenin başlaması ve süresi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Çağrının karşı tarafa tebliğ edildiği tarihten itibaren altı iş günü içinde taraflar toplu görüşmenin yer, gün ve saatini aralarında anlaşarak belirler ve bunu görevli makama yazı ile bildirir. Anlaşmaya varılamazsa, taraflardan birinin başvurusu üzerine, yapılacak ilk toplantının yeri, günü ve saati görevli makamca derhâl belirlenir ve taraflara bildirilir. (2) İşçi sendikası, çağrı tarihinden itibaren otuz gün içinde yapılacak olan ilk toplantıya gelmez veya aynı süre içinde toplu görüşmeye başlamazsa yetkisi düşer. (3) Toplu görüşmenin süresi, ilk toplantı tarihinden itibaren altmış gündür." 6356 sayılı Kanun'un "Görevli ve yetkili mahkeme" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanunun uygulanmasından doğan uyuşmazlıklar iş davalarına bakmakla görevli ve yetkili mahkemelerde görülür." 12/10/2017 tarihli ve 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun "Yargılama usulü ve kanun yolları" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"İş mahkemelerinde basit yargılama usulü uygulanır." B. Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/9/2013 tarihli ve E.2013/22510, K. 2013/1976 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Dava olumsuz yetki tespitine itiraz olup dava neticesinde mahkemece davacı sendikanın davalı şirketin işyerlerinde çoğunluğu sağladığı tespit edilmiştir.2822 sayılı Kanun sisteminde olumsuz yetki tespitine karşı yapılan itiraz neticesinde mahkemece verilen karar kesinleşmekle beraber Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının olumlu yetki tespiti işlemiyle aynı sonucun meydana geldiği ve bu kararın o işkolundaki işkolu barajını sağlayan işçi sendikaları ile işverene tebliğ edileceği, buna karşı da olumlu yetki tespitine itiraz prosedürünün işletilebileceği kabul edilmekteydi.6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nda ise 2822 sayılı Kanun zamanındaki kabulden vazgeçilmiştir. 6356 sayılı Kanun’un maddesinin fıkrasında, “42 nci maddenin üçüncü fıkrası kendisine yetki şartlarına sahip olmadığı bildirilen işçi sendikası, altı iş günü içinde yetkili olup olmadığının tespiti için dava açabilir. Mahkeme açılan davayı o işkolunda çalışan işçilerin en az yüzde üçünü (birini) üye kaydeden işçi sendikaları ile işveren sendikası veya sendika üyesi olmayan işverene de bildirir. Mahkeme davayı iki ay içinde sonuçlandırır”. denilerek olumsuz yetki tespitine itirazlarda mahkemenin işkolu barajını sağlayan yani yetki tespitine itiraz etme hakkına sahip olan sendikalarla işverene davayı ihbar etmek zorunda olduğu ifade edilmiştir.Yine aynı doğrultuda olmak üzere 6356 sayılı Kanun’un “Yetki Belgesi” başlıklı maddesinde ise, “Tespit yazısına süresi içinde itiraz edilmemişse sürenin bitimini takip eden altı iş günü içinde; yapılan itiraz reddedilmişse ya da kendisine yetki şartlarına sahip olmadığı bildirilen sendikanın itirazı sonucunda yetki şartlarına sahip olduğunu tespit eden kesinleşmiş mahkeme kararının tebliğ edildiği tarihten itibaren altı iş günü içinde; ilgili sendikaya, Bakanlıkça bir yetki belgesi verilir.” düzenlemesine yer verilerek olumsuz yetki tespitine itiraz neticesinde mahkeme tarafından hakkında olumsuz yetki tespit işlemi yapılan sendikanın yetkili olduğunun tespiti ve bu tespitin kesinleşmesi halinde sendikaya yetki belgesi verileceği belirtilmiştir.Görüldüğü üzere, 6356 sayılı Kanunla birlikte olumlu ve olumsuz yetki tespitlerine itirazların sonuçları arasındaki fark ortadan kaldırılmıştır... 6356 sayılı Kanun’un maddesinin fıkrası hükmü ile maddesi hükmü görülmekte olan davanın özelliklerini etkileyen hükümlerdir...Sonuç olarak mahkemece davanın tespit tarihinde işkolu barajını sağlayan işçi sendikalarına ihbar edilmesi ile bu sendikaların davaya katılmaları halinde bildirecekleri deliller toplandıktan sonra tüm dosya kapsamı bir değerlendirmeye tabi tutularak karar verilmesi gerekir..."
Sendika hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/34550
Başvuru, olumsuz yetki tespitine itiraz talebiyle açılan davanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle sendika hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, zorunlu askerlik hizmeti sırasında ateşli silah yaralanması olayına ilişkin açılan tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. OLAYLAR VE OLGULAR Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Hatay'ın Samandağ ilçesi Jandarma Komutanlığına bağlı Batıayaz Jandarma Karakol Komutanlığı emrinde askerlik görevini ifa eden başvurucu, 24/10/2014 tarihinde nöbet tutmakta iken saat 40 sıralarında silahını çene altına dayayıp ateş ederek intihara kalkışmış, bunun sonucunda ağır yaralanmıştır. Başvurucu; önce Antakya Devlet Hastanesine, daha sonra Mustafa Kemal Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesine, oradan daGülhane Askerî Tıp Akademisine (GATA) sevk edilerek tedavi altına alınmıştır. GATA Sağlık Kurulunun 30/1/2015 tarihinde düzenlediği raporda başvurucunun ateşli silah yaralanmasına bağlı dış görünümü bozan deformite (şekil bozukluğu), maksilla (üst çene kemiği) ve mandibula (alt çene kemiği) kısmi harabiyeti teşhisi ile askerliğe elverişli olmadığı tespit edilmiş; başvurucunun terhis işlemleri yapılmıştır. Kara Kuvvetleri Komutanlığı Gaziantep Zırhlı Tugay Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) olay ile ilgili olarak derhâl soruşturma başlatmıştır. Askerî Savcılık, olay yerinde gerekli incelemeler yapmış; başvurucu adına zimmetli olup olay yerinde bulunan G3 piyade tüfeğini Jandarma Astsubay Üstçavuş S.U.nun emniyete aldığı, olay yerinde ayrıca iki boş kovan ile bir adet mermi çekirdeği olarak değerlendirilen bir metal parçasının bulunduğunu, bunların incelenmek üzere Jandarma Kriminal Daire Başkanlığına gönderildiğini belirtmiştir. Başsavcılık başvurucunun olay yerinde bulunan cep telefonunda yapılan incelemede olay günü kız arkadaşı ile yoğun şekilde mesajlaştığını, kız arkadaşının ilişkiyi bitirmek istediğini, başvurucunun bunu kabul etmek istemediği, ölmek istediğini söylediği, en son 30'da mesajlaştıklarını, 40'ta ise olayın meydana geldiğini tespit etmiştir. Jandarma Kriminal Daire Başkanlığınca düzenlenen uzmanlık raporunda başvurucudan alınan svaplarda, başvurucuya ait şapka, boğazlık, gömlek ve pantolon üzerinde atış artıklarının tespit edildiği, başvurucunun kıyafetlerinde delinme bulunmadığı için atış mesafe ve yönünün tespit edilemediği bildirilmiştir. Mustafa Kemal Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesi tarafından düzenlenen 24/10/2014 tarihli raporda; baş boyun muayenesinde moksilofosial (ağız, çene, yüz cerrahisi ile ilgili) travma, burun orta hattan boyna kadar uzanan doku defekti, mandibula fraktürü (alt çene kemiği kırığı) perlobital ekimoz (rakun göz), ödemin bulunduğu, hayati tehlikesinin olup yaralanmalarının basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek nitelikte olduğu ifade edilmiştir. 30/10/2014 tarihinde disiplin işlemlerine esas olmak üzere Jandarma Bölge Komutanlığı İdari Tahkikat Heyeti idari tahkikat raporu düzenlemiştir. Raporda başvurucunun ruhsal herhangi bir sorununun olmadığı, Rehabilitasyon Danışma Merkezi (RDM) kaydının bulunmadığı, amirleri ve arkadaşları tarafından sevildiği belirtilmiştir. Raporda ayrıca Karakol Komutanlığı içinde cep telefonu bulundurması nedeniyle yasak edilen malzemeyi bulundurma disiplin suçundan başvurucu, bu konuda denetim görevini ihmal ettiği tespit edilen jandarma Astsubay Üstçavuş S.U. ayrıca başvurucunun cep telefonu kullandığını bildiği hâlde amirine bildirmemesi nedeniyle nöbetçi Çavuş A.Ç. hakkında yasal işlem yapılması gerektiği kanaati bildirilmiştir. GATA Komutanlığının 26/12/2014 tarihli raporunda başvurucunun hayati tehlikesinin bulunduğu, şikâyetlerinin basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek nitelikte olmadığı, kemik kırıklarının hayat fonksiyonlarını ağır derecede etkileyecek nitelikte olduğu belirtilmiştir. Başvurucu 7/4/2015 tarihinde kolluk kuvvetleri tarafından alınan ifadesinde ağzından yaralandığı için konuşamamakla birlikte anlama ve duyma yeteneklerinde bir sorun olmadığı için sorulara yazılı cevap vereceğini belirtmiştir. Başvurucu bu ifadesinde gece nöbette iken üzerine zimmetli G3 piyade tüfeğini o anki psikolojik durumundan dolayı çenesine dayadığını, iki el ateş ettiğini, olay anında yanında kimsenin bulunmadığını, olaydan on dakika önce kız arkadaşı ile yaptığı telefon görüşmesinde kız arkadaşının kendisinden ayrılmak istediğini öğrendiğini, psikolojik sorunları olduğundan tamamen kendi iradesiyle ve ölme niyetiyle olayı gerçekleştirdiğini ifade etmiştir. Başvurucunun aynı tarihte yazılı olarak verdiği ek ifadesinde; olay günü girdiği bunalım nedeniyle kendini öldürmek maksadıyla ağzına ateş ettiğini, askere gelmeden önce babasının ölümü nedeniyle büyük bir ruhsal çöküntü yaşadığını, Bursa Fomara Çocuk Hastanesinde altı ay ilaçlı tedavi gördüğünü, askere gelinceye kadar da bu rahatsızlığının devam ettiğini, askerlik şubesine bu durumu bildirdiğini, acemi birliğinde vücudundaki çiziklerin RDM tarafından görülmesi üzerine antisosyal kişilik bozukluğu ve madde kullanımı tanısı konulduğunu, bu durumun sağlık karnesine yazılı olmasına rağmen silahlı nöbet görevi verildiğini, oysa bu görevi istemediğini ve bunun arkadaşları tarafından da bilindiğini, hastalığı ile ilgili tedavi ve ilgi görseydi bu olayın meydana gelmeyeceğini belirtmiştir. Tanık sıfatıyla beyanı alınan Jandarma Er Y.U. beyanında başvurucunun can dostu (askerlerin birliklerine intibaklarını kolaylaştırmak için kurulan askerî bir uygulama) olduğunu, başvurucunun neşeli bir yapısı olduğunu, ailevi bir sorununun bulunmadığını, kız arkadaşı ile zaman zaman tartışıp daha sonra barıştıklarını belirtmiştir. Askerî Savcılıkça yapılan soruşturma sonucunda 12/5/2015 tarihinde başvurucunun yaralanmasında kusur atfedilecek, intihara yönlendiren bir kimsenin bulunmadığı belirtilerek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Başvurucu, maddi ve manevi zararlarının tazmini talebiyle İçişleri Bakanlığı Jandarma Genel Komutanlığına başvurmuş; talebi ile ilgili cevap verilmemesi üzerine 17/11/2015 tarihinde Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) tam yargı davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde;8/9/2013 tarihinde de ruhsal rahatsızlıkları nedeniyle intihara kalkıştığını, askere alınmadan önce Bursa Fomara Çocuk Hastanesinde altı ay ayakta ilaçlı tedavi gördüğünü, üzerinden uzun zaman geçtiği için tedaviye ilişkin belgelerin hastane kayıtlarından çıkarılamadığını, ruhsal rahatsızlığı olmasına rağmen askere alınarak silahlı nöbet tutmak zorunda bırakıldığını, askerlik şubesi aracılığıyla aile hekimliğine gönderilerek yoklamada kullanılmak üzere doldurulan bilgi formunda ameliyat olup olmadığına ilişkin bölüme burun ameliyatı olduğunu yazdığını, çekindiği için intihara teşebbüs eyleminden söz etmediğini, askere gitmeden önce yeterli bir denetim yapılmadığını, intihara teşebbüs etmesi sonucunda ağır yaralanmasında idarenin hizmet kusuru bulunduğunu belirterek 500 TL maddi, 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. AYİM Başsavcılığı 25/2/2015 tarihli görüşünde bir yükümlülüğün ifası sırasında devletin sorumluluğu ve teminatı altında bulunan başvurucunun intihara teşebbüs etmek suretiyle hayatına son vermek istediği olayda davalı idarenin kusursuz sorumluluk gereğince tazminat ödeme yükümlülüğü olduğunu belirtmiştir. 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun'un maddesi ile Anayasa'ya geçici madde eklenmiş; geçici maddenin (E) fıkrasının birinci cümlesine göre Askerî Yargıtay, AYİM ve askerî mahkemelerin kaldırıldığı ifade edilmiştir. Aynı fıkranın son paragrafına göre kaldırılan askerî yargı mercilerinde görülmekte olan dosyalardan kanun yolu incelemesi aşamasında olanlar ilgisine göre Yargıtay veya Danıştaya, diğer dosyaların ise ilgilisine göre görevli ve yetkili adli veya idari yargı mercilerine dört ay içinde gönderileceği öngörülmüştür. AYİM'in kaldırılmasından sonra dosyanın Bursa İdare Mahkemesine (İdare Mahkemesi) gönderilerek yapılan yargılaması sonucunda İdare Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir. İdare Mahkemesi 10/9/2019 tarihli gerekçeli kararında; başvurucunun askere alınmadan önce kayıt kabul muayene değerlendirme anketi, psikolojik danışma özet formu, sağlık durumu bilgi formu doldurarak bunları imzaladığını, daha önce psikolojik rahatsızlık geçirmeyip genel sağlık durumunun iyi olduğunu beyan ettiğini, Jandarma Bölge Komutanlığınca düzenlenen idari tahkikat raporunda başvurucunun askerlik yaptığı süre içinde ruhsal bir sorununun olmadığının belirtildiğini, intihara teşebbüs eyleminin başvurucunun şahsi hayatını ilgilendiren anlık psikolojik sorunların etkisiyle meydana geldiğini, başvurucunun kimsenin etkisi olmaksızın görevi gereği kendisine teslim edilen silah ile kendini vurması şeklinde meydana gelen olaydan dolayı, zararlı sonuç ile eylem arasında nedensellik bağının ortadan kalktığını değerlendirmiştir. İdare Mahkemesi başvurucunun eyleminin idari eylem olarak nitelendirilmesinin hukuken mümkün olmadığını, maddi ve manevi tazminat isteminin şartlarının oluşmadığını belirterek davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucu, bu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucu istinaf dilekçesinde askere alınmadan önce de intihara kalkıştığına dair belgenin bulunduğunu, 30/10/2014 tarihli idari tahkikat raporunda hizmet kusurunun ve kusurlu personelin tespit edildiğini, idari bir tasarrufla tabi tutulduğu yükümlülüğünü ifa etmek amacıyla silah altına alındığı bir sırada intihara teşebbüs ettiğini ileri sürürek İdare Mahkemesinin kararının kaldırılmasını talep etmiştir. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi (Bölge İdare Mahkemesi) 19/11/2019 tarihli kararıyla başvurucunun istinaf isteminin reddine karar vermiştir. Anılan karar 12/2/2020 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/619
Başvuru, zorunlu askerlik hizmeti sırasında ateşli silah yaralanması olayına ilişkin açılan tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2018/33216 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/33216
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının tefhim edilmesinden sonra verilen itiraz dilekçesi üzerine gerekçeli karar tebliğ edilmeden dosyanın itirazının incelenmek için yetkili mahkemeye gönderilmesi ve ayrıntılı itiraz dilekçesi verme imkânı sağlanmadan itirazın incelenmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.      Başvuru 13/10/2014 tarihinde yapılmıştır.    Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.    Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.    Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.    Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiş; Bakanlık, görüş sunmamıştır.       Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:    Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığının 8/5/2012 tarihli iddianamesiyle 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'na muhalefet suçunu işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır.    Yargılamayı yürüten İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesi 30/6/2014 tarihinde başvurucunun isnat edilen suçtan mahkûmiyetine hükmetmiş, sonrasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararı vermiştir. Tefhim edilen kararda gerekçeye yer verilmemiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı ise şöyledir: "...3-Sanık Y. T.'ın, olay tarihinde sanık Ayşe Eşlik'in soruşturma ve kovuşturma aşamasında beyanı saptanan bir kısım tanık avukat ile aynı büroda bulunduğu, kendi beyanına göre hukuk hizmetleri dışında danışmanlık hizmeti yürüttüğü belirtilmektedir. Sanık Y. Kartal 1 Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2005/381 esas, 2005/421 karar sayılı ilamı ile sahte avukatlık yaptığı gerekçesiyle mahkum edilmiştir. 4-Yukarıda yer verilen beyanlara göre sanık Y. kendisini avukat olarak ve Ö. Ö. kimliği ile tanıtmaktadır.(Tanıklar B., H. Y., S. A. ve diğerleri). Sanık sahte avukatlık yaptığına ilişkin mahkumiyet hükmünün infazı sırasında cezaevinden firar etmiş ve Halk Caddesi No: 35 Kat: 2 D: 4 Üsküdar / İstanbul adresinde Modern Grup Hukuk - Danışmanlık isminde iş yeri açmıştır. ... 7-Sınırlı Sorumlu Dalgıçkent Konut Yapı Kooperatifinin yönetim kurulu başkanı ve başkan yardımcısı olan S. Ü. ve İ. Y.'ın beyanlarının aksune bir kısım kooperatif üyesinin beyanlarına göre sitenin genel kurul toplantısında dahi sanık Y.'ın kendisinden avukat olarak söz ettiği analışlamkadır. Mahkememizce alınan ve İ. B. tarafından düzenlenen bilirkişi raporuda bu beyanları doğrulamaktadır. Bilinen diğer bir husus bu aşamada sanık Ayşe Eşlik'te aynı ortamda bulunmaktadır ve kayıtlara ve tanık beyanlarına göre sanık Y.'ın avukat olmadığına dair hiç bir beyanı bulunmamaktadır. 8- Katılanlar N. ile A. İ. O.'ın aşamalarda uyumlu beyanları dikkate alındığında sanığın kendisini avukat olarak tanıtarak Modern Hukuk Bürosu adına iş aldığı ve sanık Ayşe Eşlik'in bu şekilde kazanç sağladığı anlaşılmaktadır. Katılan N. O.' ınkira alacağı ile ilgili davayı 14/04/2009 tarih ve 4083 numaralı vekaletname ile Modern Hukuk Avukatları Ayşe Eşlik, A. B. ve A. Y.'a verilmesini sanık Y. sağlamıştır. Ayrıca yukarıda yer verilen pek çok kanıta göresanığın, sanık Ayşe Eşlik ile birlikte 03/06/2009 tarihli Dalgıçkent Sitesi İş Merkezinde yapılan toplantıya katıldığı ve yinekendisini Avukat Ö. Ö. olarak tanıtttiği, kooperatifin hukuk danışmanı olduğunu beyan ettiği anlaşılmaktadır. 9-Tüm bu kanıtlar dikkate alındığında ; Halk Caddesi No: 35 Kat: 2 D: 4 Üsküdar / İstanbul adresinde Modern Grup Hukuk - Danışmanlık isminde iş yerini sanık Y. T.'ın açtığı, sanığın öncesinde sahte avukatlık yapması nedeniyle kesinleşmiş mahkumiyetinin bulunduğu, sanığın kendisini Ö. Ö. ismi ile ve avukat olarak tanıttığı, sanığın aynı adreste 26/05/2008 tarihinde sanığınS. T. veC. B. ile birlikte Modern Danışmanlık Limited şirketi kurmuş ise de fiili idaresinin sadece sanık Y. T.'da bulunduğu, bu şekilde sanığın kendisini avukattanıtarak; Sınırlı Sorumlu Dalgıçkent Konut Yapı Kooperatifinin hukuki danışmanlık işlemleri ile katılan N. O.' ınkira alacağı ile ilgili davanın Modern hukuk firmasınca takibini sağladığı, diğer sanıkların aksine 03/06/2009 tarihli Dalgıçkent Sitesi İş Merkezinde yapılan toplantıya katılan sanık Ayşe Eşlik'in bu olgudan haberdar olduğu, Bu sayede; -S. Ü. ve Y. İ.’in Üsküdar Noterliğinde düzenlettirdikleri 09/03/2009 tarih ve 8951 yevmiye sayılı vekaletname ile adı geçen kooperatifin vekilliğini üstlendiği , -K. N. O.' ınkira alacağı ile ilgili davaya ilişkin olarak 14/04/2009 tarih ve 4083 numaralı vekaletname ileAytaç Bahçeevli ve Abbas Yalçın'a ile birliktevekalet görevini üstlendiği sonucuna varılmıştır. Hukuksal değerlendirme 10-Sanık Ayşe Eşlik hakkında görevi kötüye kullanma ... suçlarından cezalandırılması... istemi ile kamu davası açılmıştır. ... 2008 tarih ve 5728 Sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda Ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun maddesi ile CMK.nun maddesinin beşinci fıkrasında yer alan bir yıl ibaresi iki yıl olarak, ondördüncü fıkrası da bu maddenin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin hükümleri, Anayasanın 174 üncü maddesinde koruma altına alınan inkılâp kanunlarında yer alan suçlarla ilgili olarak uygulanamaz şeklinde değiştirilmiştir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması, suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, sanığın bu kurumun uygulanmaması yönünde talebinin bulunmaması gerekir.Yasanın aradığı anlamda zararın bulunmaması,sabıkasız kişiliği, suç işlemekten kaçınacağı kanaati, sanık Ayşe Eşlik'in aksi yönde talebinin bulunmaması dikkate alınarak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına hükmedilmiştir..." Başvurucu müdafii karara itiraz ettiğine ilişkin 1/7/2014 tarihli dilekçesini2/7/2014 tarihinde vermiş ve gerekçeli itiraz dilekçesini gerekçeli kararın tebliğinden sonra vereceğinibildirmiştir. Gerekçeli karar başvurucu müdafiine tebliğ edilmemiş ve itiraz hususunda karar verilmek üzere dosya 8/9/2014 tarihinde İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir.  İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesi 8/9/2014 tarihinde itirazı reddetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinin 30/6/2014 tarih ve 2012/334 Esas 2014/269 sayılıkararındaki gerekçe yerinden görüldüğünden sanığın İtirazın Reddine.... karar verildi." Başvurucu 13/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.    4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:       "Hâkim veya mahkeme kararına karşı itiraz, kanunun ayrıca hüküm koymadığı hâllerde 35 inci Maddeye göre ilgililerin kararı öğrendiği günden itibaren yedi gün içinde kararı veren mercie verilecek bir dilekçe veya tutanağa geçirilmek koşulu ile zabıt kâtibine beyanda bulunmak suretiyle yapılır..."  5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:       "İstinaf istemi, hükmün açıklanmasından itibaren yedi gün içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt kâtibine bir beyanda bulunulması suretiyle yapılır..."  5271 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:       "Hüküm, istinaf yoluna başvuran Cumhuriyet savcısına veya ilgililere gerekçesiyle birlikte açıklanmamışsa; hükme karşı istinaf yoluna başvurulduğunun mahkemece öğrenilmesinden itibaren gerekçe, yedi gün içinde tebliğ edilir."  5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Temyiz istemi, hükmün açıklanmasından itibaren yedi gün içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt kâtibine bir beyanda bulunulması suretiyle yapılır..."  5271 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: "Hüküm, temyiz eden Cumhuriyet savcısına veya ilgililere gerekçesiyle birlikte açıklanmamışsa; hükmün temyiz edildiğinin bölge adliye mahkemesince öğrenilmesinden itibaren gerekçe, yedi gün içinde tebliğ edilir."   
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15969
Başvuru, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının tefhim edilmesinden sonra verilen itiraz dilekçesi üzerine gerekçeli karar tebliğ edilmeden dosyanın itirazının incelenmek için yetkili mahkemeye gönderilmesi ve ayrıntılı itiraz dilekçesi verme imkânı sağlanmadan itirazın incelenmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, terör saldırısı nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, 10/10/2015 tarihinde Ankara Garı önünde gerçekleştirilen ve iddiasına göre kendisinin de dâhil olduğu gösteriler sırasında meydana gelen, birçok kişinin vefat ettiği/yaralandığı terör saldırısı nedeniyle işitme kaybı yaşamış; etrafında yaralanan, vefat eden kişileri görmesi sonucu psikolojik yönden olumsuz etkilenmiştir. Başvurucunun anılan terör saldırısı nedeniyle uğradığı zararın ödenmesi için Ankara Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna yaptığı başvuru, olay yerinde bulunmadığı gerekçe gösterilerek 15/11/2016 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucunun olayın akabinde yaralananların tespiti amacıyla düzenlenen listede yer almadığı ve şikâyetçi olarak başvuran şahıslar arasında bulunmadığı görülmüştür. Başvurucunun terör saldırısı nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararın tazmini amacıyla açtığı tam yargı davasında Ankara İdare Mahkemesi tarafından kısmen kabul kararı verilmiş ise de Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi kısmen kabul kararını kaldırarak davanın reddine hükmetmiştir. 16/10/2019 tarihli kararın gerekçesinde özetle Zarar Tespit Komisyonuna yaptığı başvuru olay yerinde bulunmaması gerekçe gösterilerek reddedilen başvurucunun olaydan zarar gördüğünü kanıtlayamadığı, sunduğu belgelerin olay yerinde olduğunu ispatlar nitelikte olmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu nihai kararı 14/11/2019 tarihinde öğrenmesinin ardından 13/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon tarafından başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/41522
Başvuru, terör saldırısı nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tutuklu olan başvurucunun avukatıyla görüşmesinin teknik araçlarla kayda alınması ve infaz memuru tarafından görüşmenin izlenmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. İkinci Bölüm Birinci Komisyon tarafından bu kararda incelenen şikâyet haricindeki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna karar verilmiş, bu şikâyet yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350).B. Başvurucuya İlişkin Süreç Emekli emniyet müdürü olan başvurucu hakkında 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra Tokat Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından FETÖ/PDY'nin hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu, Başsavcılığın talimatıyla 25/7/2017 tarihinde Tokat'ta gözaltına alınmıştır. Tokat Sulh Ceza Hâkimliği 31/7/2017 tarihinde başvurucunun FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucunun tutuklama kararına yaptığı itiraz Zile Sulh Ceza Hâkimliğince 14/8/2017 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucunun tutukluluk durumu ve tahliye talepleri bu süreçte sulh ceza hâkimlikleri tarafından resen veya talep üzerine değerlendirilmiş ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucunun tutukluluğun devamı kararlarına yaptığı itirazlar da reddedilmiştir. Son olarak Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 8/11/2017 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu anılan kararın 13/11/2017 tarihinde tebliğ edildiğini bildirmiştir. Başvurucu 27/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Tokat Cumhuriyet Başsavcılığının yetkisizlik kararı üzerine soruşturmayı yürüten Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 16/11/2017 tarihli iddianameyle başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 22/11/2017 tarihinde iddianameyi kabul etmiş ve E.2017/42 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 25/4/2018 tarihinde, başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan 8 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme hükümle birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf mahkemesinde derdesttir. Anayasa Mahkemesince Tokat T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna yazılan müzekkere cevabına göre ilk olarak Tokat Cumhuriyet BaşsavcılığıncaTokat T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunan FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan tutuklu olan kişiler hakkında 23/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca uygulama yapılması yönünde 27/7/2016 tarihinde genel bir yazı yazıldığı anlaşılmaktadır. Bu bağlamda anılan müzekkere cevabına göre sonraki süreçte ise Savcılığın talebi üzerine Tokat Sulh Ceza Hâkimliğinin 16/8/2017 tarihli kararı ile FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan tutuklu kişilerin müdafileri ile yapacakları görüşmelerin 29/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında KHK'nın maddesi ile değişen 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun'un maddesi uyarınca teknik cihazlarla kayda alınmasına ve bir görevli tarafından izlenmesine dair genel bir karar verildiği anlaşılmaktadır. Savcılığın görüşmelerin kısıtlanmasına ilişkin kararın süresinin üç ay uzatılmasına dair21/11/2017 tarihinde yaptığı talebin ise Tokat Sulh Ceza Hâkimliğinin 22/11/2017 tarihli kararı ile -itiraz yolu açık olmak üzere- reddedildiği görülmektedir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "İtiraz olunabilecek kararlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "İtiraz usulü ve inceleme mercileri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile (3) numaralı fıkrasının (a) bendi şöyledir:"(1) Hâkim veya mahkeme kararına karşı itiraz, kanunun ayrıca hüküm koymadığı hâllerde 35 inci maddeye göre ilgililerin kararı öğrendiği günden itibaren yedi gün içinde kararı veren mercie verilecek bir dilekçe veya tutanağa geçirilmek koşulu ile zabıt kâtibine beyanda bulunmak suretiyle yapılır. Tutanakla tespit edilen beyanı ve imzayı mahkeme başkanı veya hâkim onaylar. 263 üncü madde hükmü saklıdır.(2) Kararına itiraz edilen hâkim veya mahkeme, itirazı yerinde görürse kararını düzeltir; yerinde görmezse en çok üç gün içinde, itirazı incelemeye yetkili olan mercie gönderir.(3) İtirazı incelemeye yetkili merciler aşağıda gösterilmiştir:a) (Değişik: 18/6/2014-6545/74 md.) Sulh ceza hâkimliği kararlarına yapılan itirazların incelenmesi, o yerde birden fazla sulh ceza hâkimliğinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen hâkimliğe; son numaralı hâkimlik için bir numaralı hâkimliğe; ağır ceza mahkemesinin bulunmadığı yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine; ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, en yakın ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine aittir." İlgili hukuk için ayrıca bkz. Emre Ayhan, B. No: 2016/80704, 13/2/2020, §§ 32-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/39219
Başvuru, tutuklu olan başvurucunun avukatıyla görüşmesinin teknik araçlarla kayda alınması ve infaz memuru tarafından görüşmenin izlenmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tazminat istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. 2019/21564, 2019/21678, 2019/21685, 2019/21744, 2019/22223, 2019/22232, 2019/22241 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2019/21521 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine 13/4/2020 gününde karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, 8/2/2005 tarihinde dava açmıştır. Karar düzeltme talebinin Danıştay Onbeşinci Dairesinin 12/6/2019 tarihli kararıyla reddi üzerine hüküm kesinleşmiştir. Başvurucular 20/6/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/21521
Başvuru, tazminat istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından döşenen mayının patlaması neticesinde eşi ve çocuğu öldüğü hâlde bu durum dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının, ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/1/2014 tarihinde Siirt Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 29/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Siirt ili Eruh ilçesi Erenkaya köyünde ikamet etmekte iken terör nedeniyle yaşadığı köyün boşaltıldığını, ayrıca eşi ve çocuğunun terör örgütü mensupları tarafından döşenen mayının patlaması neticesinde17/9/1994 tarihinde öldüğünü, bu özel durumundan kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu 3/6/2005 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Siirt Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 15/1/2009 tarihli ve 2009/2-4333 sayılı kararında "...müracaatçıya; yığma kargir ev için 710,50 TL, yığma kargir ahır için 280,50 TL, bağ için 128,00 TL, meyve ağaç için 72,00 TL malvarlığına ulaşamama nedeniyle oluşan; toplam 191,00 TL ödenmesine..." karar vermiştir. Komisyonun mal varlığı zararına ilişkin belirlediği tazminat miktarının az olduğu gerekçesiyle başvurucu tarafından Diyarbakır İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesinin 13/1/2010 tarihli ve E.2009/548, K.2010/83 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: “...Dava dosyasının incelenmesinden, davacının Siirt İli, Eruh İlçesi, Erenkaya Köyü'nde meydana gelen terör olayları nedeniyle zarar gördüğünü belirten davacının uğramış olduğu zararın 5233 sayılı Yasa uyarınca tazmini talebiyle davalı idareye başvurduğu, bu başvurunun Siirt Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Komisyonu’nun 2009 tarih ve 2009/2-4333 sayılı işlemi ile 191,00-TL ödenmesine karar verilmesi üzerine ödenen miktarı kabul etmeyen davacı tarafından anılan işlemin iptali ve toplam 450,90-TL zararın yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmıştır.Dava dosyasında yer alan bilgi ve belgelere göre, Erenkaya Köyü'nde Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre 1985 yılında 461, 1990 yılında 485, 1997 yılında 187, 2000 yılında ise 600, kişinin yaşadığı, köyün boşalan veya boşaltılan köylerden olmadığı, köyde geçici köy koruculuğu sisteminin getirildiği, köy korucuları dışında da yaşayan kişilerin bulunduğu görülmüştür. Bu nedenle, aralarında davacının da bulunduğu Erenkaya Köyü halkının bir kısmının, güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmelerinden dolayı uğradıklarını ileri sürdükleri zararın, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmamaktadır.Bu durumda, dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir...” Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 15/11/2012 tarihli ve E.2011/3267, K.2012/10988 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 18/9/2013 tarihli ve E.2013/10507, K.2013/5872 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme kararı, başvurucuya 12/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. … Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/231
Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından döşenen mayının patlaması neticesinde eşi ve çocuğu öldüğü hâlde bu durum dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının, ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun da aralarında bulunduğu bir kısım şüpheli hakkında İzmir (CMK mülga madde ile yetkili) Cumhuriyet Başsavcılığının 4/3/2010 tarihli iddianamesi ile suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve yönetme, örgüt faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu ve uyarıcı madde ticareti yapma ve sair suçlardan kamu davası açılmıştır. İzmir (kapatılan) Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) (Mahkeme) 8/3/2012 tarihli kararı ile başvurucu hakkında suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olma suçundan 1 yıl hapis; suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan ise 18 yıl hapis ve 000 TL adli para cezasına hükmedilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 4/7/2013 tarihli kararı ile suç işlemek için kurulmuş örgüte üye olma suçundan kurulan mahkȗmiyet hükmünün onanmasına; suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan kurulan hükmün ise bozulmasına karar verilmiştir. Bozma kararına uyularak devam edilen yargılama sonucunda Mahkemenin 29/1/2014 tarihli kararı ile başvurucunun örgüt faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan 13 yıl 6 ay hapis ve 000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 30/6/2016 tarihli kararı ile hüküm bozulmuştur. Dava dosyasının devredildiği İzmir Ağır Ceza Mahkemesince bozma kararına uyularak devam edilen yargılama sonucunda başvurucu hakkında örgüt faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan 18 yıl hapis ve 000 TL adli para cezasına hükmedilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 13/9/2018 tarihli kararı ile hüküm onanmıştır. Nihai karar olan Yargıtay Ceza Dairesinin 13/9/2018 tarihli kararına ilişkin olarak Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) evrak işlem kütüğü üzerinde yapılan incelemede, yargılama sürecinde müdafi olarak görev yapan ve bireysel başvuruda da vekil olarak başvurucuyu temsil eden başvurucunun avukatı Atilla Ertekin tarafından ilgili kararın 11/10/2018 tarihinde saat 35'te açılarak okunduğu tespit edilmiştir. Bununla birlikte başvurucunun vekili, nihai kararın 3/12/2018 tarihinde öğrenildiğini belirtmektedir. 12/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/36850
Başvuru, delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 12/9/2006 tarihinde açtığı dava 15/1/2019 tarihinde kesin olarak sonuçlanmıştır. Başvurucu 20/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/9595
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı Nükleer Tıp Anabilim Dalında hemşire olarak görev yaptığı süre içinde fazla çalışma ücretinin yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle Atatürk Üniversitesi Rektörlüğüne yaptığı 7/10/2008 tarihli başvusuna cevap verilmeyerek talebinin zımnen reddedildiğini beyan etmiştir. Başvurucu tarafından zımni ret işlemine karşı 29/12/2008 tarihinde iptal davası ve fazladan yapmış olduğu çalışmaların hesaplanarak tahakkuk tarihlerinden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte ödenmesi talepli tam yargı davası açılmıştır. Erzurum İdare Mahkemesinin 23/12/2009 tarihli ve E.2008/1981, K.2009/1698 sayılı kararı ile davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Beşinci Dairesinin 28/11/2014 tarihli ve E.2013/6001, K.2014/8600 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesi hükmünün onanmasına karar verilmiştir. Davanın taraflarınca karar düzeltme yoluna başvurulmamıştır. Başvurucu 23/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19951
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; ilk derece mahkemesi kararının tebliğ edilmemesi nedeniyle temyiz yönünden iddia ve itirazların ileri sürülememesi, yargılamanın özel yetkili mahkemelerce yürütülmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/5/2014 tarihinde tarihinde Anayasa Mahkemesine Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 22/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 7/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 28/9/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 6/10/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında ticaret maksadıyla uyuşturucu madde bulundurma, satma, nakletme, satılmasına aracılık etme ve devretme suçlarından Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca 23/2/2005 tarihli ve E.2005/30 sayılı iddianame ile açılan dava, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 1/6/2005 tarihli ve E.2005/28, K.2005/50 sayılı görevsizlik kararıyla Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Yapılan yargılama sonunda Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesi 7/3/2006 tarihli ve E.2005/269, K.2006/76 sayılı kararıyla başvurucunun mahkûmiyetine karar vermiştir. Kararı temyizen inceleyen Yargıtay Ceza Dairesi, görevsizlik kararı verilmesi yerine yargılamaya devam edilerek hüküm kurulduğu gerekçesi ile 3/7/2007 tarihli ilamıyla anılan kararı bozmuştur. Bozma sonrasında yapılan yargılamada Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesi 15/11/2007 tarihli kararıyla dosyayı, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Yargılamayı yürüten Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi (CMK maddesi ile görevli), 29/12/2011 tarihli ve E.2007/579, K.2011/579 sayılı kararıyla başvurucu hakkında mahkûmiyet kararı vermiştir. Anılan kararın Yargıtay Ceza Dairesince bozulması üzerine yargılamayaDiyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde devam edilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, yürüttüğü yargılama sonunda 12/9/2013 tarihinde, başvurucunun uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan hapis ve adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Sanık savunması, üst arama tutanağı, yer gösterme tutanağı, tanık anlatımları,yakalama tutanağı, görevsizlik kararı iletüm dosya kapsamı ile birlikte değerlendirildiğinde; suç tarihi olan 10/02/2005 tarihinde emniyet güçleri tarafından A. E. isimli şahsın kullandığı 06 BR ... plakalı aracın aranması neticesi aracın arka koltuğunun oturma kısmının alt tarfına gizlenmiş vaziyette 25 ayrı şeffaf naylon torba içinde toplam 37500 adet uyuşturucu nitelikte pembe renkte captagon marka hapların ele geçirildiği ve A. E.nin yapılan üst aramasında aynı nitelikteki haplardan üç adedinin cebinde peçeteye sarılmış vaziyette yakalandığı, A A. E.nin ilk yakalandığında söz konusu hapları E.den aldığını beyan ettiği, E.nin Urfa İli Şairnabi Mah. ... Sok. ... sayılı ikametinde yapılan araştırmada suça konu herhangi bir unsura rastlanmadığı, bilahare A. E.nin söz konusu hapları E.den almadığını, kendisinde yakalanan hapları Şanlıurfa merkez organize sanayi bölgesinde oturan ve ikametgahını gösterebileceği Ecevit lakaplı kişiden aldığını beyan etmesi üzerine A. E.nin bildirdiği Şanlıurfa merkez ... köyünde Ecevit olarak tanıdığı şahsın ikametgahı olarak gösterilen yerde yapılan aramadaA. E.nin aracında ele geçen uyuşturucu hapların konulduğu naylon torbalara benzeyen 23 adet naylon poşet ve iki adet bir kısmı yanmadan dolayı siyahlaşmışA. E.nin arabasında bulunan captagon haplarının benzerleri ile evde bulunan Cevat Günbeği'ye ait pasaporttaki resmin sanıkA. E. tarafından kendisine hapları veren ve Ecevit lakaplı olarak bildiği kişinin bu olduğunu beyan ettiği ve arabadaA. E.nin üzerinde ve sanıkA. E.nin Ecevit'in ikametgahı diye gösterdiği yerde ele geçen iki hapın nitelikleri itibariyle 2313 sayılı uyuşturucu maddelerinin murakabesi hakkındaki kanunun maddesine göre uyuşturucu kapsamına alınması dolayısıyla 765 sayılı T.K.nun maddesi kapsamında kalan ilaçlardan olduğu mahkememizce tespit ve kabul edilmiştir.....Her ne kadar sanık Cevat Günbeği atılı suçla bir ilgisi olmadığını hapları A. E.ye vermediğini belirtmiş, sanık müdafii Av.İlhan Akbulut'ta müveklili Cevat'ın olay gününde Konya İli Akşehir ilçesinde bulunduğunu,A. E.nin çelişkili beyanlarından başka müvekkilini suçlayacak bir hususun olmadığını belirtmiş ise de;Ecevit lakaplı Cevat Günbeği'nin ikametgahı olarak gösterilen yerde sanık Cevat Günbeği'nin pasaportunun olması ve tutanakta sanık N. Günbeğinin söz konusu ikametgahının kendilerine ve ağabeylerine ait olduğunun söylemesi;Ecevit lakaplı Cevat Günbeği'nin ikametgahı olarak gösterilen bu yerde yine sanık A. E.nin aracında ve üzerinde yakalanan haplardan iki adedinin ele geçmesi, Sanık A.E.nin sanık Cevat Günbeği'ye iftirada bulunmasını gerektirecek bir husumetin bulunmaması; Sanık Cevat Günbeği'nin 12/02/2005 tarihinden 02/02/2006 tarihine kadar kaçak olması birlikte değerlendirildiğinde sanık Cevat Günbeği'nin savunmasına ve yine savunma tanıklarından N.nin sanık Cevat Günbeği'nin Yunaktaki adreslerine ne zaman geldiğini bilmemesi, tanık A. P. Nin de sanık A. G. nin 09/02/2005 ila 11/02/2005 tarihleri arasında benim evimde kaldı şeklindeki beyanları, bir yıl önceki olayı bu kadar net hatırlamaları ve tanıkların bir yol sonra gösterilmesi ve beyanlarının alınması dikkate alındığında bu beyanlara itibar edilmemiş olup A. E. ile Cevat Günbeği'nin yakalanan maddelerin niteliği ve miktarı da dikkate alındığında uyuşturucu madde ticareti yapmak suçunu işlediklerinin kabulü gerekeceği kanaatine varılmış olup sanığın cezalandırılması gerektiği görülmüştür. Hüküm, süresi içinde temyiz edilmiştir. Temyiz dilekçesinde temyiz sebepleri gösterilmiştir. Tebliğ edilmesi talebinde bulunulmadığından gerekçeli karar başvurucuya tebliğ edilmemiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 18/3/2014 tarihli ilamıyla hüküm onanmıştır. Başvurucu 7/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 1/2/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Uyuşturucu maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak satanlara veya satışa arz edenlere veya satın alanlara veya yanında yahut başka bir yerde bulunduranlara veya bu maddeleri parasız devredenlere yahut bu suretle devralanlara veya sevk veya nakledenlere veya bunların alınıp satılmasına veya devrine veya ne suretle olursa olsun tedarik edilmesine aracı olanlara dört yıldan on yıla kadar ağır hapis ve uyuşturucu maddenin her gram ve küsuru için ellibin lira ağır para cezası verilir." 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun başvuruyla ilgili ve o dönem yürürlükte bulunan hükümleri şöyledir:"Madde 310 - (Değişik madde: 21/05/1985 - 3206/60 md.)Temyiz talebi, hükmün tefhiminden bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt katibine yapılacak beyanla olur. Beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hakime tasdik ettirilir.Hükmün tefhimi sanığın yokluğunda olmuşsa bu süre tebliğ tarihinden başlar....Madde 312 - (Değişik madde: 08/06/1936 - 3006/1 md.)Müddeti içinde verilen temyiz istidası hükmün kat'ileşmesine mani olur.Hüküm, temyiz eden tarafa esbabı mucibesile tefhim edilmemişse temyiz olunduğuna mahkemenin ıttılaından bir hafta içinde tebliğ edilir.Madde 314 - (Değişik madde: 08/06/1936 - 3006/1 md.)(Değişik fıkra: 21/05/1985 - 3206/61 md.) Temyiz dilekçesinde veya beyanında temyiz sebepleri gösterilmemişse temyiz dilekçesi için belirlenen sürenin bitmesinden yahut gerekçeli karar henüz tebliğ edilmemişse tebliğinden itibaren bir hafta içinde hükmü temyiz olunan mahkemeye bu sebepleri ihtiva eden bir layiha da verilebilir. Cumhuriyet savcısı temyiz dilekçesinde, temyiz sebeplerini göstermemiş ise; temyiz isteğinin sanığın lehinde veya aleyhinde olduğunu açıkça belirtmesi gerekir.Layihanın verilmemesi veya istida veya beyanda temyiz sebeplerinin gösterilmemesi temyiz tetkikatı yapılmasına mani değildir.Temyiz maznun tarafından yapılmış ise bu layihalar kendisi veya müdafi tarafından imza edilerek verilir.Müdafii yoksa maznun bu hususta bir zabıt varakası tutulmak üzere zabıt katibine yapacağı bir beyanla esbabı mucibesini dermeyan edebilir. Bu zabıt varakası reis veya hakime tasdik ettirilir."
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6387
Başvuru, ilk derece mahkemesi kararının tebliğ edilmemesi nedeniyle temyiz yönünden iddia ve itirazların ileri sürülememesi, yargılamanın özel yetkili mahkemelerce yürütülmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kadastro davasının makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 19/8/2013 ve 16/12/2013 tarihlerinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır.Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyon tarafından 30/9/2014 tarihinde 2013/6264 numaralı başvurunun, Birinci Bölüm Üçüncü Komisyon tarafından 29/9/2014 tarihinde 2013/9052 numaralı başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu Mehmet Denk ve Zini Denk tarafından yapılan 2013/9052 sayılı bireysel başvuru dosyası ile Mehmet Denk, Sedat Denk, Hidayet Denk, Kemal Denk, Cihan Denk ve Gülşan Güneş tarafından yapılan 2013/6264 numaralı bireysel başvuru dosyası aralarındaki hukuki ve fiili irtibat nedeniyle birleştirilmiş; incelemeye 2013/6264 sayılı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 3/3/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. Anayasa Mahkemesince Merkezî Nüfus İdare Sistemi üzerinden yapılan sorgulamada başvuruculardan Mehmet Denk’in 19/7/2015 tarihinde vefat ettiği anlaşılmıştır. Vefat eden başvurucunun mirasçılarından Servet Denk, Eyyup Denk, Mekkiye Alkan, Emine Denk, Abdulkadir Denk, Zeki Denk, Mülkiye Denk, Gülten Denk, Evin Necimoğlu, Devrim Denk, Ersin Denk, Esin Denk, İbrahim Murat Denk murisleri Mehmet Denk tarafından yapılmış olan bireysel başvuruyu devam ettirdiklerini ve başvuru dosyasındaki ihlal iddialarına katıldıklarını beyan etmişlerdir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Sedat Denk, Hidayet Denk, Kemal Denk, Cihan Denk ve Gülşan Güneş'in murisi Mustafa Denk ile başvurucular Mehmet Denk ve Zini Denk tarafından Derik Asliye Hukuk Mahkemesinde 16/3/1954 tarihinde Ö.G. ve müşterekleri aleyhine müdahalenin men'i davası açılmış; dava, Mahkemenin E.1954/38 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Derik Asliye Hukuk Mahkemesi 4/7/1956 tarihli ve E.1954/38, K.1956/85 sayılı kararıyla davanın kabulüne karar vermiş, temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 25/2/1957 tarihli ve E.1957/1000, K.1957/208 sayılı ilâmıyla eksik inceleme yapıldığı gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesi kararını bozmuştur. Bozma kararı üzerine yapılan yargılamada Derik Asliye Hukuk Mahkemesi, 11/5/1960 tarihli ve E.1957/47, K.1960/31 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiş, temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 5/4/1962 tarihli ve E.1962/642, K.1962/2456 sayılı ilâmıyla İlk Derece Mahkemesi kararını bozmuştur. Bozma kararı üzerine yapılan yargılamada Derik Asliye Hukuk Mahkemesi 3/7/1963 tarihli veE.1963/13, K.1963/54 sayılı kararıyla tekrar davanın reddine karar vermiş, temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 21/3/1964 tarihli ve E.1963/8159, K.1964/1674 sayılı ilâmıyla İlk Derece Mahkemesi kararını bozmuştur. Yargıtay bozma ilâmı sonrasında Derik Asliye Hukuk Mahkemesine gelen dava hakkında Mahkeme 3/10/1967 tarihli ve E.1964/118, K.1967/79 sayılı kararıyla dava konusu gayrimenkullerin bulunduğu Hisaraltı köyünde kadastro çalışmalarına başlandığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vererek dosyanın görevli Derik Tapulama Hâkimliğine gönderilmesine karar vermiştir. Derik Tapulama Hakimliği 26/3/1971 tarihli ve E.1967/183, K.1971/28 sayılı kararıyla hâkimlerin davadan çekinmeleri nedeniyle merci tayini için dosyanın Yargıtaya gönderilmesine karar vermiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 25/5/1971 tarihli ve E.1971/6117, K.1971/5049 sayılı ilâmıyla Kızıltepe Tapulama Mahkemesini davaya bakmak için görevlendirmiştir. Kızıltepe Kadastro Mahkemesi 20/3/1981 tarihli ve E.1972/73, K.1981/61 sayılı kararı ile görevsizlik kararı vererek dosyanın görevli Mahkeme olan Derik Tapulama Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Anılan kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 20/10/1981 tarihli ve E.1981/12486, K.1981/10739 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesinin kararını bozmuştur. Bozma ilamı üzerine dava, Kızıltepe Kadastro Mahkemesinin 1982/10 sayılı esasına kaydedilmiştir. Kızıltepe Kadastro Mahkemesinin kapatılması ve dava dosyalarının Mardin Adliyesine devredilmesinden sonra dava dosyası Mardin Kadastro Mahkemesinin 2013/78 sayılı esasına kaydedilmiş olup yargılama hâlen devam etmektedir. Başvurucular 19/8/2013 ve 16/12/2013 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları, maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, maddesinin birinci fıkrası ve maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi (Güher Ergun ve Tosun Tayfun Ergun, B. No: 2012/12, 17/9/2013, §§ 16-22).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6264
Başvuru, kadastro davasının makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza davasında karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Komisyon; adli yardım talebinin kabulüne ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkı dışındaki iddianın kabul edilemez olduğuna, anılan şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/34448
Başvuru, ceza davasında karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, 12/9/2006 tarihinde Diyarbakır Koşuyolu Parkı duvarının yakınına terör amaçlı yerleştirilen bir bombanın patlatılması sonucu yaşamlarını kaybeden Evin Demir ile Şilan Demir’in yakınlarının açtıkları davalarda hükmedilen tazminat miktarlarının yetersiz ve yargılamaların süresinin uzun olması, söz konusu olayda idarenin gerekli güvenliği sağlayamaması nedenleriyle Anayasa’nın , ve maddelerinde güvence altına alınan hakların ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/2/2013 tarihinde yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış, başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 26/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 6/2/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına, başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlık tarafından 7/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulan görüş yazısı 16/4/2014 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiş, başvurucular Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını yasal süresi içinde sunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Mehmet Demir’in kızları ve diğer başvurucuların kardeşleri olan 1/6/1996 doğumlu Evin Demir ile 6/3/2006 doğumlu Şilan Demir, 12/9/2006 tarihinde Diyarbakır ili merkez Koşuyolu Caddesi üzerinde bulunan Koşuyolu Parkı duvarının yakınına terör amaçlı yerleştirilen bombanın patlatılması sonucu vefat etmiştir. Evin Demir’in Ölümü Sonrasında Yaşanan Süreç Evin Demir’in ölümü nedeniyle uğramış oldukları maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında 13/11/2006 tarihinde idareye müracaat eden başvuruculara, Zarar Tespit Komisyonunun 18/5/2007 tarihli ve 197 sayılı kararıyla 000 TL ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucuların söz konusu meblağı kabul etmemesi üzerine 4/6/2007 tarihinde uyuşmazlık tutanağı düzenlenmiş ve başvurucular tarafından 17/7/2007 tarihinde 000 TL maddi, 000 TL manevi olmak üzere toplam 000 TL tazminatın taraflarına ödenmesine karar verilmesi istemiyle İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesinin 13/5/2008 tarihli ve E.2007/1105, K.2008/675 sayılı kararıyla maddi tazminat için 5233 sayılı Kanun hükümleri uyarınca Diyarbakır Valiliğine, manevi tazminat için genel hükümler uyarınca İçişleri Bakanlığına karşı dava açılmak üzere dilekçenin reddine karar verilmiştir. Anılan ret kararı üzerine yenilenen dilekçe ile başvurucular tarafından Zarar Tespit Komisyonunun 18/5/2007 tarihli ve 197 sayılı kararının iptali, 000 TL maddi tazminatın ödenmesi istemiyle dava açılmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesinin 24/12/2009 tarihli ve E.2008/2750, K.2009/2604 sayılı kararıyla dava reddedilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:“… Dava konusu olayda, 5233 sayılı Kanun’un ve maddelerine göre davacıların murisinin ölümü nedeniyle (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın 50 ile çarpımı sonucu çıkacak tutarı cenaze gideri eklenmek suretiyle ödeme yapılacağı ve bu miktarın davacılara ödenmesine karar verildiği görülmüş olup 5233 sayılı Kanun kapsamında mevzuata uygun olarak yapılan ödeme işleminde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.” Başvurucular tarafından temyiz edilen karar, Danıştay Dairesinin 14/3/2012 tarihli ve E.2011/9607, K.2012/1110 sayılı ilamıyla onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 28/9/2012 tarihli ve E.2012/6898, K.2012/5887 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Anılan karar 24/1/2013 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir. Şilan Demir’in Ölümü Sonrasında Yaşanan Süreç Başvurucular, aynı patlama sonucunda vefat eden Şilan Demir’in ölümü nedeniyle uğramış oldukları maddi ve manevi zararlarının tazmini için 5233 sayılı Kanun kapsamında 13/11/2006 tarihinde idareye müracaat etmişlerdir. Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit Komisyonunun 18/5/2007 tarihli kararı ile başvuruculara 000 TL ödenmesine karar verilmesi üzerine başvurucular tarafından 17/7/2007 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesinde ayrı bir dava açılmıştır. Mahkeme 13/5/2008 tarihli ve E.2007/1104, K.2008/674 sayılı kararıyla, Evin Demir’in ölümü nedeniyle açılan davadaki gerekçeler ile dilekçenin reddine karar vermiştir. Dilekçenin başvurucular tarafından yenilenmesi sonrasında Diyarbakır İdare Mahkemesi, 24/12/2009 tarihli ve E.2008/2749, K.2009/2615 sayılı kararıyla yine Evin Demir’in ölümü nedeniyle açılan davadaki gerekçeler neticesinde davanın reddine karar vermiştir. Danıştay Dairesinin 14/3/2012 tarihli ve E.2011/10207, K.2012/1114 sayılı ilamı ile onanan karar, başvurucuların karar düzeltme taleplerinin aynı Dairenin 28/9/2012 tarihli ve E.2012/6899, K.2012/5886 sayılı ilamı ile reddedilmesiyle kesinleşmiştir. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin Danıştay Dairesi kararı, 24/1/2013 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular, 18/2/2013 tarihinde süresi içerisinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Ceza Soruşturması ve Kovuşturma Süreci Yerel Mahkeme dosyasında bulunan ve UYAP aracılığıyla elde edilen bilgi ve belgelere göre başvuru konusu olaya ilişkin ceza soruşturması ve kovuşturma süreci şöyledir: Başvuruya konu patlama olayından bir gün sonra bir internet sitesi aracılığıyla olayda kullanılan termos düzeneğinin fotoğraflarına da yer verilerek söz konusu patlama olayı Türk İntikam Tugayı adı verilen bir yapılanma tarafından üstlenilmiştir. Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğü yetkililerince yapılan inceleme ve araştırmalarda internet sitesinde yer alan fotoğrafla olay yerinde kullanılan düzeneğin birbiriyle uyum sağladığı ve düzeneğin telsiz kullanılarak uzaktan kumanda ile patlatılmış olduğu, söz konusu sitenin kısa bir süre önce oluşturulduğu tespit edilmiştir. Konuyla ilgili yetkili makamların soruşturma ve araştırmaları devam etmekte iken Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Elektronik Şube Müdürlüğüne 7/4/2008 ve 19/2/2009 tarihlerinde iki e-posta ihbarı yapılmış ve anılan ihbarda patlamanın üstlenildiği internet sitesini kuranlardan birinin B.G. olduğu belirtilerek B.G.ye ait çeşitli şahsi bilgilere yer verilmiştir. Söz konusu ihbar üzerine derinleştirilen ve genişletilen soruşturma sonucunda ihbarda yer alan bilgiler teyit edilmiş; patlamayı üstlenen Türk İntikam Tugayına ait internet sitesine B.G. tarafından giriş yapıldığı tespit edilmiş ve bu sitenin B.G. tarafından kurulduğuna dair kuvvetli bulgular ile B.G.nin patlama olayına dâhil olduğu sonucuna götüren birçok teknik detay tespit edilmiştir. Olay yerinde ele geçirilen telsizin de B.G.nin akrabası H.T. tarafından internet sitesi aracılığıyla satın alınarak temin edildiğinin tespit edilmesi üzerine 22/3/2009 tarihinde B.G. ile B.G.nin patlama olayından önce ev arkadaşı olan E.; B.G. ile E.nin savunmaları doğrultusunda da 23/3/2009 tarihinde H.T. gözaltına alınmıştır. Akabinde 27/3/2009 tarihinde anılan kişiler mahkeme kararı uyarınca tutuklanmıştır. Söz konusu kişilerin Mahkeme kararı doğrultusunda ev ve üstlerinde yapılan aramalar sonucunda yasa dışı PKK terör örgütünün propagandasını yapan çok sayıda ve çeşitte doküman ele geçirilmiştir. Anılan kişilerin, kolluk ve cumhuriyet savcısı huzurunda, müdafi eşliğinde verdikleri ifadeler; patlamaya neden olan bombanın askerlik iznine gelen H.T. tarafından B.G. ve E.nin ikamet ettiği evde hazırlandığı, H.T.nin örgüt dağ kadrosunda iken çıkan çatışma sonucu hayatını kaybeden amcasının oğlunun intikamını almak, yasa dışı gösterilerde Kürt kökenli gençlere kötü muamelede bulunulduğu gerekçesiyle polislerden intikam almak gibi sebeplerle kendi başına bu eylem kararını aldığı, örgüt lehine ama örgütten talimat almaksızın bu eylemi gerçekleştirdiği, termos içindeki bomba düzeneğinin saat 30’da Diyarbakır Koşuyolu Parkı duvarının yakınına H.T. tarafından konulduğu ve yaklaşık 40 dakika sonra patlatıldığı, B.G.nin de ona yardım ettiği, E.nin ise yardımı söz konusu olmamakla birlikte rastlantı eseri bombanın hazırlanmasına tanıklık ettiği şeklindedir. Olayla ilgili soruşturma evresinin tamamlanması üzerine Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca 9/6/2009 tarihli ve 2009/857 sayılı iddianame ile H.T., B.G. ve E. hakkında Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede H.T. ve B.G.nin devletin birliğini ve bütünlüğünü bozma, kasten öldürme, kasten öldürmeye teşebbüs, tehlikeli maddelerin izinsiz bulundurulması veya el değiştirmesi, mala zarar verme suçlarından; E.nin ise H.T. ve B.G. tarafından olayda kullanılan el yapımı bombanın hazırlanması eylemine bilfiil katılarak tehlikeli maddelerin izinsiz bulundurulması veya el değiştirmesi suçu ile devletin birliğini ve bütünlüğünü bozma, kasten öldürme, kasten öldürmeye teşebbüs ve mala zarar verme suçlarına yardım etme suçlarından cezalandırılması talep edilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 17/5/2012 tarihli ve E.2009/405, K.2012/102 sayılı kararı ile sanıklar B.G. ile E.nin sorgu savunmasında ifadelerinden vazgeçmekle birlikte mahkeme aşamasında yeniden kolluk ve Cumhuriyet Savcısı huzurundaki ifadelerini samimi ve istikrarlı bir biçimde verdikleri, sanık H.T.nin ise ikrar yönündeki ifadelerini sorgu ve mahkeme aşamalarında reddetmek, bu ifadelerin baskı ve şiddet sonucu zorla alındığını belirtmekle birlikte savcı huzurunda, müdafii eşliğinde ve kamera önünde işkence yapılmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, sanıkların tamamının ikrar içeren ifadelerinde anlattıkları olayların birbirleriyle örtüştüğü gibi olayın oluşumu ile de birebir uyumlu olup saat, dakika ve zamanlama itibarıyla ifadelerin gerçeği yansıttığının açıkça anlaşıldığı, sanıkların olaydan sonraki eylem ve davranışları, gittikleri yerler, yapılan araştırmalar sonucu elde edilen HTS raporları, sinyal bilgileri, tanık beyanları da dikkate alındığında maddi bulguların anlatımları desteklediği sonucuna ulaşıldığı, sanık H.T.nin inkar yönünde verdiği ifadelerin askıda kaldığı ve suçtan kurtulmaya yönelik olduğu, bomba düzeneğini nasıl hazırladığını uygulamalı olarak Cumhuriyet Savcısı huzurunda ayrıntılı olarak anlattığı, bomba konusunda deneyimli ve uzman bir kişi olduğunun anlaşıldığı belirtilerek sanık H.T. ve B.G.nin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 302/ maddesi gereğince ayrı ayrı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmalarına; TCK’nın 82/1-a-c maddesi gereğince ayrı ayrı on kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmalarına, TCK’nın 82/1-a-c maddesi gereğince ayrı ayrı on dört kez on beş yıl hapis cezası ile cezalandırılmalarına, TCK’nın 174/ maddesi gereğince ayrı ayrı altı yıl sekiz ay hapis ve 000 TL adli para cezası ile cezalandırılmalarına, sanık E.nin ise TCK’nın 314/ maddesi gereği yedi yıl altı ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, TCK’nın 174/ maddesi gereği beş yıl hapis ve 160 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Sanıklar müdafileri, Cumhuriyet Savcısı ve katılanların vekilleri tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 6/12/2013 tarihli ve E.2013/4628, K.2013/14930 sayılı kararı ile H.T. ve B.G. hakkında verilen hükümler yönünden onanmış ve söz konusu hükümler aynı tarihte kesinleşmiştir. E. hakkındaki karar ise silahlı terör örgütüne yardım etme ve patlayıcı madde bulundurma suçlarından kurulan hüküm yönünden suçun vasfında yanılgıya düşüldüğü gerekçesiyle bozulmuştur. E. hakkındaki bozma kararından sonra yargılamaya devam eden Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, 18/9/2014 tarihli ve E.2014/229, K.2014/269 sayılı kararı ile E.nin TCK’nın maddesi gereğince örgüte silah sağlama suçundan 15 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. E. tarafından temyiz edilen karar hakkında Yargıtay tarafından hâlihazırda bir karar verilmemiştir.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Terör Kanun’un “Amaç” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.” 5233 sayılı Kanun’un “Başvurunun süresi, şekli, incelenmesi ve sonuçlandırılması” kenar başlıklı maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:“Zarar gören veya mirasçılarının veya yetkili temsilcilerinin zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren altmış gün içinde, her hâlde olayın meydana gelmesinden itibaren bir yıl içinde zararın gerçekleştiği veya zarar konusu olayın meydana geldiği il valiliğine başvurmaları hâlinde gerekli işlemlere başlanır. Bu sürelerden sonra yapılacak başvurular kabul edilmez. Bu Kanun kapsamındaki yaralanma ve engelli hâle gelme durumlarında, yaralının hastaneye kabulünden hastaneden çıkışına kadar geçen süre, başvuru süresinin hesaplanmasında dikkate alınmaz.”“Komisyon, zarar görenlerle yapılacak her başvuru ile ilgili çalışmalarını, başvuru tarihinden itibaren altı ay içinde tamamlamak zorundadır. Zorunlu hâllerde, bu süre vali tarafından üç ay daha uzatılabilir.” 5233 sayılı Kanun’un “Karşılanacak Zararlar” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararlar şunlardır:...b) Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri.…" 5233 sayılı Kanun’un “Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hallerinde yapılacak ödemeler” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;…e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,Nakdî ödeme yapılır.Nakdî ödemenin tespitine esas tutulacak miktar, ödeme yapılmasına ilişkin valinin veya Bakanın onayı tarihinde geçerli gösterge ve katsayı rakamları esas alınarak belirlenir. Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.Bakanlar Kurulu, nakdî ödemeye esas tutulan gösterge rakamını yüzde otuza kadar artırmaya veya kanunî sınıra kadar indirmeye yetkilidir.…Nakdî ödemenin şekli, tutarı, yaralanma ve engellilik derecelerinin tespitine ilişkin esas ve usuller yönetmelikle belirlenir.” 5233 sayılı Kanun’un “Zararın karşılanmasına ilişkin sulhname” kenar başlıklı maddesi ise şöyledir:“Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir.Davet yazısında hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararın tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir.Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır. Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir. Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.” 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Kapsam ve nitelik” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinde yazılı yargılama usulü uygulanır ve inceleme evrak üzerinde yapılır.” 2577 sayılı Kanun’un “Dilekçeler üzerine ilk inceleme” kenar başlıklı maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:“Dilekçeler, Danıştayda daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından: a) Görev ve yetki,b) İdari merci tecavüzü,c) Ehliyet, d) İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı, e) Süre aşımı,f) Husumet, g) 3 ve 5 inci maddelere uygun olup olmadıkları,Yönlerinden sırasıyla incelenir.Dilekçeler bu yönlerden kanuna aykırı görülürse durum; görevli daire veya mahkemeye bir rapor ile bildirilir. Tek hakimle çözümlenecek dava dilekçeleri için rapor düzenlenmez ve 15 inci madde hükümleri ilgili hakim tarafından uygulanır. 3 üncü fıkraya göre yapılacak inceleme ve bu fıkra ile 5 inci fıkraya göre yapılacak işlemler dilekçenin alındığı tarihten itibaren en geç onbeş gün içinde sonuçlandırılır.” 2577 sayılı Kanun’un “Dosyaların incelenmesi” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir:“Danıştay ile idare ve vergi mahkemeleri, bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yaparlar. Mahkemeler belirlenen süre içinde lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir. Haklı sebeplerin bulunması halinde bu süre, bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir.…Danıştay, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde dosyalar, bu Kanun ve diğer kanunlarda belirtilen öncelik veya ivedilik durumları ile Danıştay için Başkanlar Kurulunca; diğer mahkemeler için Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca konu itibariyle tespit edilip Resmi Gazete'de ilan edilecek öncelikli işler gözönünde bulundurulmak suretiyle geliş tarihlerine göre incelenir ve tekemmül ettikleri sıra dahilinde bir karara bağlanır. Bunların dışında kalan dosyalar ise tekemmül ettikleri sıraya göre ve tekemmül tarihinden itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırılır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1579
Başvuru, 12/9/2006 tarihinde Diyarbakır Koşuyolu Parkı duvarının yakınına terör amaçlı yerleştirilen bir bombanın patlatılması sonucu yaşamlarını kaybeden Evin Demir ile Şilan Demir’in yakınlarının açtıkları davalarda hükmedilen tazminat miktarlarının yetersiz ve yargılamaların süresinin uzun olması, söz konusu olayda idarenin gerekli güvenliği sağlayamaması nedenleriyle Anayasa’nın 10. , 17. ve 40. maddelerinde güvence altına alınan hakların ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/31703
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, nüfus kaydının kapalı olduğu gerekçesine dayanılarak isim tashihi talebinin reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1981 yılında Almanya’nın Böblingen şehrinde doğmuş ve doğum kayıt belgesine uygun şekilde ismi Bahanger Çatalkaya olarak Alman nüfus kütüğüne kaydedilmiştir. O tarihte Türk vatandaşı da olan başvurucunun ön ismi Türk nüfus kütüğüne de Bahanger olarak işlenmiştir. Başvurucunun isminin düzeltilmesi talebiyle ilgili nüfus müdürlüğünün şikâyeti üzerine Gümüşhacıköy Cumhuriyet Savcılığınca davaname düzenlenmiş ve Gümüşhacıköy Asliye Hukuk Mahkemesinin 21/6/1988 tarihli kararıyla başvurucunun ön isminin Beyhan olarak düzeltilmesine karar verilmiştir. Doğumundan itibaren Almanya’da yaşayan başvurucu, Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulunun 17/12/1999 tarihli Türk vatandaşlığından çıkmasına izin verilmesine ilişkin kararına dayanılarak İçişleri Bakanlığının 28/7/2000 tarihli kararıyla Türk vatandaşlığından çıkmıştır. Hâlihazırda 29/5/2009 tarihli ve 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu’nun maddesi gereğince mavi kart sahibi olan başvurucu, yalnızca Alman vatandaşıdır. T. Stuttgart Başkonsolosluğu tarafından 23/9/2009 tarihinde verilen mavi kartta başvurucunun ön ismi Beyhan olarak düzenlenmiştir. 2001 yılında Türk vatandaşı S. Ateş ile evlenen başvurucu, 2007 ve 2012 yıllarında iki çocuk dünyaya getirmiştir. Başvurucu, çocuklarını Mavi Kartlılar Kütüğü'ne kaydettirmek amacıyla ilgili nüfus müdürlüğüne başvurmasına rağmen Türk nüfus kaydıyla Alman nüfus kayıtları arasında isim konusunda çelişki bulunduğu gerekçesiyle talebinin reddedildiğini belirterek kapalı nüfus kaydında Beyhan olan ön isminin Alman nüfus kaydındaki gibi Bahanger olarak düzeltilmesi istemiyle isim tashihi davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, kapalı nüfus kaydı ile Mavi Kartlılar Kütüğü'ndeki söz konusu çelişkinin giderilmesi talebinde bulunmuştur. Amasya Asliye Hukuk Mahkemesinin 19/2/2014 tarihli kararıyla davanın reddine hükmedilmiştir. Kararda 25/4/2006 tarihli ve 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun maddesi hatırlatılmış ve Türk vatandaşlığının kaybedilmesi nedeniyle kapatılan nüfus kayıtları üzerinde değişiklik yapılmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir. Ayrıca mavi kartın başvurucunun kapalı nüfus kayıtları esas alınarak düzenlendiği, bu nedenle kapalı olan nüfus kaydıyla çelişki oluşturacak şekilde Mavi Kartlılar Kütüğü'nde değişiklik yapılmasının mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Kararda, düzeltme talebine dayanak olarak gösterilen nedenlerin idari mercilerce gözönüne alınması gereken nedenler olduğunun anlaşıldığı şeklinde değerlendirmelere de yer verilmiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 13/11/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 26/5/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 8/7/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5490 sayılı Kanun’un “Kaydın kapatılması ve yeniden açılması” kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Nüfus kaydının kapatılması; ölüm, gaiplik, Türk vatandaşlığının kaybı, evlenme, boşanma, evlât edinilme, soybağının düzeltilmesi veya reddi gibi olaylar nedeniyle bir kaydın üzerinde işlem yapılamaz hale getirilmesidir.(2) Kaydın kapatılmasına ilişkin sebep ortadan kalktığında veya kaydın yeniden açılmasını gerektirecek yeni bir sebep ortaya çıktığında kayıt yeniden açılır. Kaydın açılmasından sonra kişisel durumda meydana gelmiş olan olaylar kişinin kaydına işlenir." 5901 sayılı Kanun’un "Çıkma izni almak suretiyle Türk vatandaşlığını kaybeden kişilere tanınan haklar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Doğumla Türk vatandaşı olup da çıkma izni almak suretiyle Türk vatandaşlığını kaybedenler ve üçüncü dereceye kadar olan altsoyları, bu maddede belirtilen istisnalar dışında Türk vatandaşlarına tanınan haklardan aynen yararlanmaya devam ederler. Millî güvenliğe ve kamu düzenine ilişkin hükümler saklıdır. (2) Bu madde kapsamında bulunan kişilerin, seçme ve seçilme, muafen araç veya ev eşyası ithal etme hakları ile askerlik hizmetini yapma yükümlülüğü yoktur. Bu kişilerin sosyal güvenliğe ilişkin kazanılmış hakları saklı olup bu hakların kullanımında ilgili kanunlardaki hükümlere tabidirler....  (5) Bu madde hükümlerinden yararlanacak olan altsoyun, üstsoyu ile soy bağını belgelendirmesi şarttır. (6) Bu madde kapsamında bulunan kişilere, talepleri halinde bu maddede belirtilen haklardan faydalanabileceklerini gösteren Mavi Kart düzenlenir. ... (7) Bu maddenin sağladığı hakların kullanılmasında Mavi Kartın ibrazı yeterlidir. Kartın ibraz edilememesi durumunda Kimlik Paylaşımı Sistemi aracılığıyla Mavi Kartlılar Kütüğünden alınacak kayıt örneği ve uyruğunda bulunulan devlet makamlarınca verilmiş kimlik bilgilerini gösteren belge ile işlem yapılır. Bu kişilerin kimlik bilgilerinde değişiklik olması durumunda uyruğunda bulunduğu devlet makamından alınmış eski ve yeni kimlik bilgilerini gösteren belgenin usulüne göre tasdik edilmiş Türkçe tercümesi ile birlikte ibrazı zorunludur. (8) Bu madde kapsamında bulunan kişilere Bakanlığın tespit edeceği esaslar çerçevesinde kimlik numarası verilir. Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası aranan yerlerde bu kimlik numarası kullanılır.... (10) Kamu kurum ve kuruluşları, bu madde hükümlerinin uygulanması amacıyla her türlü tedbiri alır ve gerekli düzenlemeleri yapar."B. Uluslararası Hukuk Milletlerarası Ahvali Şahsiye Komisyonunca imzaya açılan, Türkiye açısından 21/5/1975 tarihinde onaylanan ve 16/2/1977 tarihinde yürürlüğe giren 13/9/1973 tarihli ve 15226 sayılı Ad ve Soyadlarının Nüfus Kütüklerine Yazılış Şekline İlişkin Sözleşme’nin (14 No.lu Sözleşme) maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"İbraz edilen çeşitli belgelerde, ad ve soyadlarının yazılışlarında farklılık bulunması halinde, ilgili, kimliğini tespit eden nüfus kaydı veya belgelerin düzenlendiği sırada hangi devletin uyruğu ise, o belgelere göre gösterilir." 14 No.lu Sözleşme’nin maddesi şöyledir: "Âkit Taraflar makamlarınca nüfus kütüğüne düşürülen iki veya daha fazla kayıtta, aynı kimsenin, değişik ad veya soyadlarla gösterilmesi halinde, her Âkit Tarafın yetkili makamları, gerektiğinde farklılıkların giderilmesi için tedbirler alacaktır.Âkit Devlet makamları, bu amaçla aralarında doğrudan doğruya yazışabilirler." Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen özel hayat kavramı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından da oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapılmasından özellikle kaçınılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51). Bununla birlikte Sözleşme'nin denetim organlarının içtihatlarında bireyin kişiliğini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi kavramının özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır. Özel hayatın korunması hakkının sadece mahremiyet hakkına indirgenemeyeceği gerçeği karşısında kişiliğin serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar, bu hakkın kapsamına dâhil edilmiştir. Bu kapsamda dış dünya ile ilişki kurma noktasında son derece önemli olan isim hakkı da Sözleşme'nin denetim organları tarafından ön ismi ve soy ismi kapsayacak şekilde maddenin güvence alanı içinde yorumlanmıştır. AİHM, Sözleşme’nin maddesinin isim ve soy ismi konusunda açık bir hüküm içermediğini belirtmekle beraber kişinin kimliğinin ve aile bağlarının belirlenmesinde kullanılan bir araç olması nedeniyle belirli bir dereceye kadar diğer kişilerle ilişki kurmayı da içeren özel hayata ve aile hayatına saygı hakkıyla ilgili olduğunu ve bir kamu hukuku konusu olarak toplumun ve devletin isimlerin düzenlenmesi konusuyla ilgilenmesinin bu unsuru özel hayat ve aile hayatı kavramlarından uzaklaştırmayacağını kabul etmektedir (Burghartz/İsviçre, B. No: 16213/90, 22/2/1994, § 24; Stjerna/Finlandiya, B. No: 18131/91, 25/11/1994, § 37). Bu kapsamda isimleri üzerinde değişiklik yapılması hususunda ciddi nedenleri bulunan kişilerin belirli şartlar altında bu imkâna sahip olması, Sözleşme’nin maddesinin koruma alanına girmektedir. Ancak AİHM'e göre nüfus bilgilerinin eksiksiz olarak kaydedilmesi, kimliğin belirlenmesi veya belli isimdeki kişilerin belli bir aile ile bağlantılarının kurulabilmesi gibi kamu yararının gerektirdiği durumlarda, isim değiştirme imkânına yasal birtakım sınırlamalar getirilmesi mümkündür (Stjerna/Finlandiya, § 39; Kemal Taşkın ve diğerleri/Türkiye, B. No: 30206/04 …, 2/2/2010, § 48).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/13947
Başvuru, nüfus kaydının kapalı olduğu gerekçesine dayanılarak isim tashihi talebinin reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapan bir gazetenin geçici olarak kapatılması nedeniyle başvurucuların ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. 2016/57295 numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2016/54096 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2016/54096 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam etmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Başvuruya Konu Dava Süreci Başvurucu Ersin Basın ve Yayıncılık Limited Şirketi tarafından yayımlanan Özgür Gündem gazetesi (gazete) olayların meydana geldiği tarihte ulusal ölçekte yayın yapan bir gazetedir. Başvuru formunda başvurucu Kemal Sancılı'nın gazetenin imtiyaz sahibi, İnan Kızılkaya'nın sorumlu yazı işleri müdürü, Bilir Kaya'nın genel yayın yönetmeni, Ragıp Zarakolu, Ayhan Bilgen ve Filiz Koçali'nin Yayın Danışma Kurulu üyeleri olduğu, Kerem Altıparmak ve Yaman Akdeniz dışındaki diğer başvurucuların ise gazetenin yayına hazırlanmasında editör, muhabir, grafiker, hizmet elemanı olarak teknik işlerin yapılmasında görev aldığı belirtilmiş; başvuru formuna Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığından alınan ve gazetede çalışan kişilerin görevlerini gösteren 12/8/2016 tarihli sigortalı hizmet listesi eklenmiştir. Bu listedeki meslek kodlarına göre başvuruculardan Sinan Balık'ın bilgisayar operatörü, Fatma Tandoğan ve Leyla Aydoğan'ın aşçı, Selma İşılak ve Zozan Eser'in grafiker, Davut Uçar'ın idari işler müdürü, Tuba Bulut'un sekreter ve Nedim Demirkan'ın satış uzmanı olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucular Kerem Altıparmak ve Yaman Akdeniz internet ve insan hakları alanında çalışan akademisyenlerdir. Başvurucuların akademik çalışmaları hakkında detaylı bilgi için Kerem Altıparmak ve Yaman Akdeniz (2) (B. No: 2015/15977, 12/6/2019, § 12) kararına bakılabilir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık), gazetenin PKK'nın yayın organı gibi hareket ettiği şüphesiyle resen bir ceza soruşturması açmıştır. Başsavcılık; - Günlük olarak yayımlanan gazetenin sürekli PKK terör örgütü propagandası yaptığı ve silahlı terör örgütünün yayın organı gibi hareket ettiği anlaşıldığından aralarında bir kısım başvurucunun da bulunduğu bazı gazete yetkilileri ve çalışanları hakkında 26/9/2014 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 302/, 314/, 220/, , ve 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 7/ maddeleri uyarınca soruşturmaya başlandığını,- Gazete yetkililerinin terör örgütü propagandası yapma suçundan birçok mahkûmiyetinin bulunduğunu belirterek 16/8/2016 tarihinde yetkili sulh ceza hâkimliğinden söz konusu gazetenin Anayasa'nın maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca geçici olarak kapatılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Başsavcılık talep yazısının ekine gazete yetkililerinin terör örgütü propagandası yapma suçundan mahkûmiyetlerini gösteren 2009-2016 yılları arasında verilmiş otuz yedi mahkeme kararını eklemiştir. Başsavcılığın talebi, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 16/8/2016 tarihli kararı ile "Özgür Gündem isimli gazetenin sürekli PKK terör örgütü propagandası yaptığı ve silahlı terör örgütünün yayın organı gibi hareket ettiği iddiası ile yetkilileri hakkında TCK'nın 302/1, 314/2, 220/1,2,8, 3713 Sayılı yasanın 7/2 maddeleri uyarınca soruşturmaya başlanıldığı" gerekçesiyle yerinde görülerek kabul edilmiş ve gazetenin Anayasa'nın maddesinin son fıkrası gereği geçici olarak kapatılmasına karar verilmiştir. Mahkeme daha başka bir gerekçeye yer vermemiştir. Başvurucuların anılan karara itirazları, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin gazetenin geçici olarak kapatılması kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle sırasıyla 23/8/2016 ve 21/9/2016 tarihlerinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından reddedilmiştir. Ret kararları başvuruculara sırasıyla 26/8/2016 ve 23/9/2016 tarihlerinde tebliğ edilmiş, başvurucular 26/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Öte yandan başvurucu Ersin Basın ve Yayıncılık Limited Şirketi tarafından 29/8/2016 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 16/8/2016 tarihli geçici kapatma kararının tavzihi talebinde bulunulmuştur. Başvurucu dilekçesinde; geçici kapatmanın ne süreyle, hangi merci ve makam tarafından, ne şekilde, hangi usul ve yöntemlerle uygulanacağı hususunda Hâkimliklerin anılan kararında hiçbir açıklık bulunmadığını belirterek süreli yayınların kapatılması konusunda kanun, yönetmelik hatta genelge dahi bulunmadığını, Hâkimliklerin vermiş olduğu kararın uygulanabilir olmaktan çıktığını ileri sürmüştür. Başvurucunun tavzih talebi üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 19/9/2016 tarihinde, geçici kapatma kararının usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek düzeltilmesine yer olmadığına karar vermiş; itiraz hakkında bir karar vermek üzere dosyayı İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine göndermiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği de 21/9/2016 tarihinde "itiraz konusu kararda açıklanan gerekçelere ve kararın veriliş şekline göre hukuka aykırı bir yön bulunmadığı, itiraz nedenlerinin yerinde olmadığı" sonucuna vararak itirazın reddine karar vermiştir. B. Bireysel Başvurudan Sonraki Gelişmeler Bireysel başvuru yapılması sonrasında Özgür Gündem gazetesi 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (675 sayılı KHK) "Yayın kuruluşları" kenar başlıklı maddesi uyarınca terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilerek kapatılmıştır. 23/1/2017 tarihli ve 29957 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 685 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (685 sayılı KHK) maddesiyle Anayasa'nın maddesi kapsamında ilan edilen ve 21/7/2016 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) kararıyla onaylanan olağanüstü hâl (OHAL) kapsamında terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulu tarafından karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle başka bir idari işlem tesis edilmeksizin doğrudan KHK hükümleri ile tesis edilen işlemlere ilişkin başvuruları değerlendirmek ve karara bağlamak üzere Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu kurulmuştur. A. Ulusal Hukuk 15/7/1950 tarihli ve 5680 sayılı mülga Basın Kanunu'na 10/11/1983 tarihli ve 2950 sayılı 15 Temmuz 1950 Tarih ve 5680 Sayılı Basın Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine, Bu Kanuna Ek Maddeler İlavesine ve 1960 Tarih ve 9 Sayılı Kanunun Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun'un maddesi ile eklenen ek madde 1 ve ek madde 2 numaralı maddelerin ilgili kısmı şöyledir:"Ek Madde 1: Türk Ceza Kanununun İkinci Kitabının Birinci Babının 1, 2 ve 4 üncü fasıllarında veya 311 veya 312 nci maddelerinde yazdı suçları veya Devlete ait gizli bilgileri ihtiva eden her türlü mevkute veya mevkute tanımına girmeyen diğer basılmış eserlerin dağıtımı, eserlerin basıldığı yerdeki sulh ceza hâkiminin kararı ile ve gecikmesinde sakınca bulunan hallerde ise bu yerlerdeki Cumhuriyet savcılığının yazılı kararı ile önlenebilir. Cumhuriyet savcılığı, bu kararını en geç yirmidört saat içinde sulh ceza hâkimine bildirir. Hâkim en geç kırksekiz saat içinde kararın onaylanıp onaylanmaması hakkında karar verir. Onaylanmama halinde Cumhuriyet savcılığının kararı hükümsüz kalır. Bu fıkraya göre verilen kararlar o yer Cumhuriyet savcılığı tarafından eserin basıldığı ve dağıtıldığı yerlerdeki Cumhuriyet savcılıklarına en seri vasıtayla bildirilir.Yukarıdaki fıkrada sayılan suçlar ile Türk Ceza Kanununun 426 ve 428 inci maddelerindeki suçlar veya 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanunda veya 6187 sayılı Vicdan ve Toplanma Hürriyetinin Korunması Hakkında Kanunda yer alan suçları veya Devlete ait gizli bilgileri ihtiva eyledikleri iddiasıyla aleyhlerine soruşturma veya kovuşturmaya geçilmiş, her türlü basılmış eserlerin toplatılmasına, soruşturma safhasında sulh ceza hâkimince, kovuşturma safhasında görevli mahkemece karar verilebilir. Ancak, soruşturma safhasında gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcılığı da toplatma kararını yazılı olarak verebilir. Bu karar en geç yirmidört saat içinde yetkili sulh ceza hâkiminin onayına sunulur. Hâkim, toplatmanın onaylanıp onaylanmaması hususunda kırksekiz saat içinde karar verir. Kararın onaylanmaması halinde toplatma karan hükümsüz sayılır. Bu fıkra hükmüne göre verilen kararlar, o yer Cumhuriyet savcılığınca tüm Cumhuriyet savcılıklarına en seri vasıta ile bildirilir.Türk Ceza Kanununun İkinci Kitabının Birinci Babının 1, 2 ve 4 üncü fasıllarında veya 312 nci maddenin ikinci fıkrasında yazılı suçların basın yoluyla işlenmeleri sebebiyle mahkûmiyet halinde, faillerden bir veya birkaçına ait olmaları şartıyla suçu ihtiva eden mevkute veya mevkute sayılmayan basılmış eserlerin basımında kullanılan makineler ile diğer basım aletlerinin müsaderesine de karar verilir....Ek Madde 2: Basın yolu ile işlenen ve ek birinci maddenin üçüncü fıkrasında yazılı suçlarla millî güvenliğe ve genel ahlâka aykırı davranışlardan mahkûmiyet hallerinde, suç teşkil eden yazının yayınlandığı mevkutenin üç günden bir aya kadar kapatılmasına da mahkemece karar verilebilir.Kapatılan mevkutenin açıkça devamı niteliğini taşıyan her türlü yayın yasaktır. Bunlar sulh ceza hâkiminin kararıyla toplatılır...." 5680 sayılı mülga Kanun'un ek madde 1 ve ek madde 2 numaralı maddeleri, 26/3/2002 tarihli ve 4748 sayılı Kanun'un maddesi ile değiştirilmiştir. Anılan maddelerin ilgili kısmı değişiklikten sonra şöyledir: "Ek Madde 1: Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, milli güvenliğin, kamu düzeninin ve genel ahlakın korunması, suç işlenmesinin önlenmesi ile Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun ve Anayasanın 174 üncü maddesi kapsamında yer alan inkılap kanunları aleyhine işlenen suçlar için, tedbir yoluyla soruşturma safhasında Cumhuriyet savcılığının talebi üzerine sulh ceza hakimince, kovuşturma safhasında görevli mahkemece her türlü basılmış eserin dağıtımının önlenmesine veya toplatılmasına karar verilebilir. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde bu eserlerin dağıtımının önlenmesine veya toplatılmasına, doğrudan doğruya Cumhuriyet savcılığınca yazılı olarak karar verilebilir. Bu halde Cumhuriyet savcısı kararını en geç yirmi dört saat içinde yetkili sulh ceza hakiminin onayına sunar. Sulh ceza hakimi kırksekiz saat içinde kararını açıklar; aksi halde Cumhuriyet savcılığının kararı kendiliğinden hükümsüz sayılır.Ek Madde 2: Basın yoluyla işlenen ve Ek 1 inci maddede yazılı suçlardan mahkumiyet hallerinde, suç teşkil eden yazının yayımlandığı mevkutenin bir günden onbeş güne kadar kapatılmasına da mahkemece karar verilebilir...."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ifade özgürlüğünü düzenleyen maddesi şöyledir:" Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) birçok defa Sözleşme'nin maddesinin, ifade özgürlüğüne yönelik önleyici nitelikteki sınırlamaları yasaklamadığını belirtmektedir. AİHM bununla birlikte önleyici nitelikteki sınırlamaların kendisinin en sıkı denetimini gerektirecek ölçüde tehlike içerdiğini de ifade etmektedir. AİHM ayrıca basın söz konusu olduğunda denetimin daha da önemli olduğunu, nitekim çok kısa sürede güncelliğini yitirme tehlikesi bulunan haberlerin önleyici nitelikte sınırlamalara tabi tutulmasıyla değerini ve kamuoyu ilgisini kaybettiğini eklemektedir (Association Ekin/Fransa, B. No: 39288/98, 17/7/2001, § 56; Cumpǎnǎ ve Mazǎre/Romanya [BD], B.No: 33348/96, 17/12/2004 § 118; Ahmet Yıldırım/Türkiye, B. No: 3111/10, 18/12/2012, § 47). AİHM RTBF/Belçika (B. No: 50084/06, 29/3/2011)kararında, basın alanında önleyici bir tedbir olarak konulacak yayım yasakları konusunda kesin ve belirli kurallar içeren özel bir hukuki çerçeve bulunmamasının, bu kapsamda yapılabilecek şikâyetlerin ve sahip oldukları takdir yetkisi doğrultusunda yargı mercilerinin somut olay bağlamında ulaşacakları çözümlerin çeşitliliğini artırma tehlikesi doğurması sebebiyle bilgi verme özgürlüğünün özünü zedeleyebileceğini eklemiştir. Basın alanında önleyici nitelikte sınırlamaların uygulanabilmesi için yasağın kapsamı üzerinde sıkı bir denetim ve muhtemel suistimalleri engellemek üzere etkili yargısal başvuru yolları öngören hukuki bir çerçevenin zorunlu olduğunu da vurgulayan AİHM, başvuru konusu olayda yeterli öngörülebilirliğin ve dolayısıyla kanunilik koşulunun sağlanmadığı gerekçesiyle başvurucu yayın şirketinin ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir (RTBF/Belçika, §§ 113-117).
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/54096
Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapan bir gazetenin geçici olarak kapatılması nedeniyle başvurucuların ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, işverenle güven ilişkisi bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/2/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. İşe İade Davasına İlişkin Süreç 1988 doğumlu olan başvurucu, Lice Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğüne (Belediye) bağlı olarak faaliyet yürüten Aziz Ferdi Akay Kültür Merkezinde çeşitli alt işverenler (Şirket) nezdinde 16/2/2016 tarihinden itibaren çalışmaya başlamış, 24/4/2017 tarihinde ise başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle 23/5/2017 tarihinde dava açmıştır. Diyarbakır İş Mahkemesine (Mahkeme) sunduğu dava dilekçesinde başvurucu; iş sözleşmesinin herhangi bir neden bidirilmeden feshedildiğini, işten ayrılış bildirgesinin tebliğ edilmesiyle feshi öğrendiğini, ısrar etmesine rağmen ayrıca bir fesih bildirimi yapılmadığını belirtmiştir. Çalıştığı süre boyunca görev şartlarına bağlı olarak aynı işyerinde kesintisiz ve sürekli şekilde mesleğini yerine getirdiğini ifade eden başvurucu, iş akdinin feshinin haksız ve hukuka aykırı olduğunu iddia etmiştir. Davalı Belediye, cevap dilekçesinde 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü HalKapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) kapsamında usul ve yasaya uygun olarak iş akdinin feshedildiğini ileri sürmüştür. Mahkeme 20/3/2018 tarihli kararı ile davanın reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayın dosyadaki delillerle birlikte değerlendirilmesinde; Davacının 22/11/2016 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 677 sayılı KHK ile kamu görevinden çıkarıldığı, ülkemizde 20/07/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla Olağanüstü Hâl ilân edildiği, davacının Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca devletin Milli Güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, veya iltisakı olduğundan bahisle iş sözleşmesinin feshedildiği anlaşıldığından davanın reddine dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir." Başvurucu, anılan karara karşı istinaf talebinde bulunmuş, istinaf dilekçesinde; kararda illegal örgütlerle iltisakının bulunduğu iddiasının temellendirilmediğini, dolayısıyla feshin ve kararın hukuki ve maddi dayanaktan yoksun olduğunu belirtmiştir. İş akdinin Lice İlçe Emniyet Müdürlüğü (Emniyet) tarafından yürütülen istihbari faaliyetler neticesinde elde edilen bilgi notuna istinaden feshedildiğini ifade eden başvurucu, illegal kabul edilen örgütlerle irtibat ve iltisaklı olduğu iddiasına dair dosyaya sunulan tek belgenin Emniyet tarafından gönderilen 6/3/2017 tarihli güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yazısı olduğunu beyan etmiştir. Başvurucu, feshe dayanak bilgi notunda 2015 yılında Diyarbakır'ın Sur ilçesinde yapılan eylemlerde gözaltına alındığı ve bu fiilleri sebebiyle hakkında örgüt adına eylem ve faaliyetlerde bulunma ile propaganda yapma suçlamasıyla Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde 2015/61 Esas numarasıyla yargılama yapıldığı bilgisinin yer aldığını ifade ederek söz konusu yargılamadan beraat ettiğini, bu kararın istinaf incelemesi neticesinde kesinleştiğini ileri sürmüştür. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 4/11/2020 tarihli kararı ile istinaf talebinin reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Davacı vekili tarafından dava dilekçesi ile davacının iş akdinin haksız olarak feshedildiği bildirilmiş, davalı belediye vekili tarafından ise cevap dilekçesindedavacının iş akdinin 667 ve 668 sayılı KHK gereğince Milli Güvenliği tehdit eden yapılar ile irtibatı ve iltisakının olabileceği değerlendirildiğinden, KHK hükmü doğrultusunda hareket edildiği beyan edilmiştir. Lice Belediyesinin 31/05/2017 tarihli ve 659 sayılı yazısında 4735 sayılı kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu kapsamında çalışan taşeron firma elemanları hakkında yaptırılan güvenlik soruşturmaları neticesinde Olağanüstü Hal Kapsamında alınan tedbirlere ilişkin KHK'ler kapsamında Milli Güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen pkk/kck terör örgütüne aidiyet iltisaki ve irtibatı olduğu değerlendirildiğinden çalışması sakıncalı görülerek gereği yapılmak üzere ilgili firmaya bildirildiğinin beyan edildiği yazı ekinde 21/04/2017 tarihli alt iş verene gereği yapılmak üzere yazılan yazı ile onun eki personel listesi bulunduğu bu listede davacının adı geçtiği, yine yazı ekinde Lice Emniyet müdürlüğünün 06/03/2017 tarih ve 129 sayılı yazısı bulunduğu bu yazı ekinde de davacı hakkında Terör amaçlı suçlardan Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına sevk edildiği ve Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince 2015/61 E.sayılı dosyası ile işlem gördüğünün tespit edildiğinin bildirildiği görülmüş, her ne kadar davalı vekili tarafından davacının ilgili davadan beraat ettiği bildirilmiş ve iş bu karar ibraz edilmiş ise de tüm dosya kapsamı göz önünde bulundurulduğunda davalı iş verenler açısından şüphe feshi şartlarının oluştuğu davalı iş verenden davacı ile iş akdinin devamının beklenemeyeceği geçerli fesih sebebinin oluştuğu anlaşılmıştır." Nihai karar 23/1/2021 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/2/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Ceza Davasına İlişkin Süreç PKK/KCK terör örgütü çağrısı üzerine gerçekleştirilen 15/12/2015 tarihli yasa dışı eyleme katıldığı iddiası üzerine başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme, kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen dağılmama suçlamaları ile soruşturma başlatılmış; 14/12/2015-16/12/2015 tarihleri arasında gözaltı tedbiri uygulanmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 25/1/2016 tarihli iddianamenin kabulü üzerine Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde yargılama başlatılmıştır. 22/5/2018 tarihli karar ile başvurucunun beraatine hükmedilmiş; bu karar, Cumhuriyet savcısının talebi üzerine istinaf incelemesinden geçerek 27/2/2019 tarihinde kesinleşmiştir. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, §§ 43-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:"...şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi' dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/4/2018 tarihli ve E.2018/3002, K.2018/9593 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacının iş akdi, hakkında .... Savcılığı tarafından bylock kullanıcısı olduğu iddiasıyla soruşturma başlatılmış olması, hakkında yurt dışı çıkış yasağı ve adli kontrol kararı verilmesi akabinde, davalı işyerinin faaliyet alanı bakımından stratejik önem taşıyan durumu gözetilerek çalıştırılmasında sakınca bulunduğu gerekçesiyle İş K. 25/II e-h-ı maddeleri gereğince haklı neden iddiasıyla feshedilmiştir. İlk Derece Mahkemesi ise feshin şüphe feshi olduğu ve davalının özel durumu gözetilerek geçerli nedene dayalı olduğu kabulüyle davanın reddine karar verilmiş olup, davacı tarafın istinaf başvurusu Bölge Adliye Mahkemesi taralından da aynı gerekçelerle esastan reddetmiştir.Davacının hakkında derdest bulunan ecza yargılamasında, 'mor beyin' uygulaması kapsamında davacı ...'ın kullandığı telefona ait gsm hattının iradesi dışında bylock IP'lerine yönlendirilmiş olduğunun bilirkişi raporuyla tespit edildiği gerekçesiyle beraat kararı verildiği, isnat edildiği üzere terör örgütü ile bağlantısı bulunduğunu gösterir aleyhine başkaca somut bir delil de olmadığı anlaşılmakla, 4857 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/4//2019 tarihli ve E.2019/1352, K.2019/7992 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut uyuşmazlıkta davalı işveren tarafından yapılan fesih bildiriminde, fesih nedeni olarak davalı işverene ait fabrikada 04/02/2015 tarihi ve öncesinde davacı ile bir kısım çalışanların işyerinde üretilen rakıları çaldıkları ve çalışan işçilerden ...'in hırsızlık suçuna yardım ettikleri iddiasının feshe gerekçe gösterildiği ve davacının iş akdinin davalı şirkette çalışırken 17/03/2015 tarihinde ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzeri nedenle feshedildiği anlaşılmıştır.... Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2015/257 esas 2015/777 karar sayılı dosyası kapsamına göre davacının hırsızlık olayından mahkum olan ... ile aynı fabrikada çalışıp,işyerinde servis bulunmaması nedeniyle aynı kişinin aracı ile muhtelif zamanlarda iş yerinden ayrıldığı, davacının sırf bu kişinin aracına binmesinin ve araçtaki alkol kokusunu farketmemesinin feshe dayanak yapılamayacağı, rakı dinlenme bölümünde çalışan davacının aynı araçta bulunan ve hırsızlığa konu olan rakının ... tarafından araçta taşındığına ilişkin bilgi sahibi olamayacağı, işverenin davacının bu hırsızlık olayından haberdar olduğu yönündeki şüphesinin makul ve objektif bir şüphe olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı anlaşılmakla, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken aksi gerekçeler ile reddine karar verilmesi hatalıdır." Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/4/2013 tarihli ve E.2012/32147, K.2013/12471 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda bir şüphe feshi söz konusudur. Bu tür fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir.Davalı işyerinde fesih bildirgesinde anılan olayın davacı tarafından gerçekleştirildiği ceza yargılaması sonucunda da ispatlanmamış, davacı hakkında delil yetersizliğinden beraat kararı verilmiştir. Ancak davacının kendi kredi kartının sorgulanması ile bilgisi olmaksızın kredi kartından alışveriş yapılan müşterinin kredi kartının sorgulanmasının zamanlama yönünden iç içe geçmesi ve sorgulamanın yapıldığı terminalin aynı olması dikkate alındığında, bu hususun iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni ortadan kaldırmaya elverişli bir şüphe olup, davacı ile işveren arasındaki güven ilişkisinin sarsıldığı kabul edilmelidir. Bu durumda davalı işverenin artık işçiyi çalıştırması mümkün değildir. Bu sebeple iş sözleşmesinin feshi haklı sebebe dayanmasa da, feshin geçerli nedene dayandığı kabul edilmelidir. İşverence yapılan fesih geçerli nedene dayandığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile kabulü hatalı olmuştur."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/17035
Başvuru, işverenle güven ilişkisi bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, üçüncü kişi tarafından taşınmazın işgal edilmesi sonucu tesis edilen müdahalenin meni işleminin yargı kararı ile iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu Bursa ili Orhangazi ilçesi sınırları dâhilinde bulunan tarla vasıflı taşınmaz üzerinde üçüncü kişi tarafından tarımsal faaliyet yapılmaktadır. Üçüncü kişinin taşınmazı işgal ettiği belirtilerek 4/12/1984 tarihli ve 3091 sayılı Taşınmaz Mal Zilyedliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanun uyarınca müdahalenin önlenmesi için Orhangazi Kaymakamlığı nezdinde idari başvuruda bulunulmuştur. Bu başvuru üzerine4/7/2012 tarihli müdahalenin menine yönelik işlem tesis edilmiştir. Müdahalenin meni işleminin iptali istemiyle taşınmazı işgal eden kişi tarafından Bursa İdare Mahkemesi(Mahkeme) nezdinde dava açılmış ve başvurucu davalı Orhangazi Kaymakamlığı yanında davaya müdahil olmuştur. Mahkeme 27/12/2012 tarihli kararıyla, 3091 sayılı Kanun'un taşınmaz mülkiyeti yönünden haklılığın saptanmasını sağlayacak bir hüküm içermediğini tespit etmiştir. Mahkeme, 3091 sayılı Kanun'un adli yargıda mülkiyet uyuşmazlığı çıkarılana kadar zilyetliğin korunmasını amaçladığını belirtmiştir. Üçüncü kişinin işlem tarihinde söz konusu taşınmazın zilyedi bulunduğuna dikkat çeken Mahkeme zilyet bulunan kişi hakkında tesis olunan işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle iptal kararı vermiştir. İptal kararı Bursa Bölge İdare Mahkemesinin 25/6/2013 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi de aynı Mahkemenin 26/11/2013 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddine dair ilamın 20/12/2013 tarihinde tebellüğ edilmesi üzerine 20/1/2014 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. 3091 sayılı Kanun 'un maddesi şöyledir;  "Bu Kanun; gerçek veya tüzelkişilerin zilyed bulunduğu taşınmaz mallarla kamu idareleri, kamu kurumları ve kuruluşları veya bunlar tarafından idare olunan veya Devlete ait veya Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan sahipsiz yerlere veya menfaati umuma ait olan taşınmaz mallara yapılan tecavüz veya müdahalelerin, idari makamlar tarafından önlenmesi suretiyle tasarrufa ilişkin güvenliği ve kamu düzenini sağlar." 3091 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir;  "Taşınmaz mallara tecavüz veya müdahale edilmesi halinde; taşınmaz mal merkez ilçe sınırları içinde ise, il valisi veya görevlendireceği vali yardımcısı, diğer ilçelerde ise kaymakamlar tarafından bu tecavüz veya müdahalenin önlenmesine karar verilir ve taşınmaz mal yerinde zilyedine teslim edilir." 3091 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir; "Taşınmaz mala yapılan tecavüz veya müdahalenin önlenmesi için, yetkili makamlara başvurmaya, o taşınmaz malın zilyedi, zilyed birden fazla ise içlerinden biri yetkilidir." 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir; "Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir; "Bir hakka dayanmaksızın başkasına ait taşınmaz mal veya eklentilerini malikmiş gibi tamamen veya kısmen işgal eden veya sınırlarını değiştiren veya bozan veya hak sahibinin bunlardan kısmen de olsa yararlanmasına engel olan kimseye, suçtan zarar görenin şikâyeti üzerine altı aydan üç yıla kadar hapis ve bin güne kadar adlî para cezası verilir. "
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1110
Başvuru, üçüncü kişi tarafından taşınmazın işgal edilmesi sonucu tesis edilen müdahalenin meni işleminin yargı kararı ile iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, murise karşı açılan ve varisler tarafından devam ettirilen davada verilen ihtiyati tedbirin uzun sürmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul süre iddiası yönünden 2/4/2019 tarihinde kabul edilemezlik kararı verilmiştir. Komisyon tarafından 14/2/2019 tarihinde mülkiyet hakkı yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Birinci Bölüm tarafından 3/6/2020 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Batman'ın Tayyar köyünde bulunan 1, 2, 12, 13, 14, 33, 36, 37, 44, 47, 49, 51, 52, 53, 58, 59, 64, 77, 78, 80, 81, 82, 83, 84 ve 90 parsel sayılı taşınmazlar tapuda başvurucunun murisi adına kayıtlı iken eski malikin mirasçıları tarafından başvurucunun murisi aleyhine Batman Asliye Hukuk Mahkemesinde 21/1/1998 tarihinde tapu iptali ve tescili davası açılmıştır. Davacı eski malikin mirasçılarının talebi üzerine Batman Asliye Hukuk Mahkemesince 20/5/1998 tarihinde uyuşmazlık konusu taşınmazların üçüncü kişilere devrinin önlenmesi amacıyla ihtiyati tedbir konulmasına ve Tapu Sicil Müdürlüğüne müzekkere yazılmasına karar verilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan 4/6/2020 tarihli sorgulamada başvurucunun murisinin 20/5/2000 tarihinde vefat ettiği anlaşılmıştır. Batman Asliye Hukuk Mahkemesinin (Mahkeme) kurulmasının ardından dava dosyası Mahkemenin E.2005/404 sayılı dosyasına kaydedilerek yargılamaya devam edilmiştir. Mahkeme 28/4/2006 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda ihtiyati tedbire ilişkin bir hükme yer verilmemiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/5/2008 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma kararına uyularak yapılan yargılama neticesinde Mahkeme 5/11/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda yine ihtiyati tedbire ilişkin herhangi bir hükme yer verilmemiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 3/11/2015 tarihli kararıyla onanmış; karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 18/4/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 11/5/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 29/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkemenin 13/11/2019 tarihli yazısından, başvurucuların mal varlığı yönünden uygulanan tedbirin 18/5/2017 tarihinde kaldırıldığı anlaşılmıştır. A. Ulusal Hukuk Mevzuat Hükümleri 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Hakim iki taraftan birinin talebiyle davanın ikamesinden evvel veya sonra aşağıda gösterilen hal ve şekillerde ihtiyati tedbirler ittihazına karar verebilir:1 - Menkul ve gayrimenkul malların ayni münazaalı ise bunun haciz veya yeddiadle tevdiine,2 - Münazaalı şeyin muhafazası için lazımgelen her türlü tedbirlerin ittihazına,..." 1086 sayılı mülga Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:"Dava ikamesinden sonra bilümum ihtiyati tedbirlere tahkikata memur hakim tarafından karar verilir. Şu kadar ki hakim ihtiyati tedbirin diğer bir mahalde daha az masrafla ve daha çabuk ifasını kabil görürse bu hususta karar verilmek üzere o mahal hakimini naip tayin edebilir." 1086 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:"İhtiyati tedbir kararını talep eden taraf bundan dolayı diğer tarafın ve üçüncü şahsın duçar olması muhtemel zarar ve ziyanlarına mukabil teminat iraesine mecburdur. İcabı hale göre hakim işbu mecburiyeti refedebilir ve ihtiyati tedbir kararını talep eden Devlet veya müzahareti adliyeye nail kimse ise teminat iraesi lazım gelmez." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkânsız hâle geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hâllerinde, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir." 6100 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"(1) İhtiyati tedbir, dava açılmadan önce, esas hakkında görevli ve yetkili olan mahkemeden; dava açıldıktan sonra ise ancak asıl davanın görüldüğü mahkemeden talep edilir. (2) Talep edenin haklarının derhâl korunmasında zorunluluk bulunan hâllerde, hâkim karşı tarafı dinlemeden de tedbire karar verebilir. (3) Tedbir talep eden taraf, dilekçesinde dayandığı ihtiyati tedbir sebebini ve türünü açıkça belirtmek ve davanın esası yönünden kendisinin haklılığını yaklaşık olarak ispat etmek zorundadır." 6100 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"(1) İhtiyati tedbir talep eden, haksız çıktığı takdirde karşı tarafın ve üçüncü kişilerin bu yüzden uğrayacakları muhtemel zararlara karşılık teminat göstermek zorundadır. Talep, resmî belgeye, başkaca kesin bir delile dayanıyor yahut durum ve koşullar gerektiriyorsa, mahkeme gerekçesini açıkça belirtmek şartıyla teminat alınmamasına da karar verebilir. Adli yardımdan yararlanan kimsenin teminat göstermesi gerekmez. (2) Asıl davaya ilişkin hükmün kesinleşmesinden veya ihtiyati tedbir kararının kalkmasından itibaren bir ay içinde tazminat davasının açılmaması üzerine teminat iade edilir." 6100 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"(1) Lehine ihtiyati tedbir kararı verilen taraf, ihtiyati tedbir talebinde bulunduğu anda haksız olduğu anlaşılır yahut tedbir kararı kendiliğinden kalkar ya da itiraz üzerine kaldırılır ise haksız ihtiyati tedbir nedeniyle uğranılan zararı tazminle yükümlüdür. (2) Haksız ihtiyati tedbirden kaynaklanan tazminat davası, esas hakkındaki davanın karara bağlandığı mahkemede açılır. (3) Tazminat davası açma hakkı, hükmün kesinleşmesinden veya ihtiyati tedbir kararının kalkmasından itibaren, bir yıl geçmesiyle zamanaşımına uğrar." Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18/1/2017 tarihli ve E.2014/7-2492, K.2017/11 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...İhtiyati tedbirler hali hazırda görülmekte olan veya ileride açılacak bir davanın sonucunun etkisiz veya anlamsız kalmasını önlemek için başvurulan geçici nitelikte ve kural olarak kanunla belirlenmiş önlemlerdir. Özel düzenlemeler bir kenara bırakılacak olursa ihtiyati tedbirlere ilişkin temel düzenleme Hukuk Muhakemeleri Kanununun 389 ve devamı maddelerinde yer almaktadır. İhtiyati haciz ise alacaklının bir para alacağının zamanında ödenmesini garanti altına almak için mahkeme kararı ile borçlunun mallarına önceden geçici olarak el konulmasıdır. İhtiyati hacze ilişkin düzenleme ise amacına uygun biçimde alacakların tahsili usullerini gösteren İcra ve İflas Kanununda düzenlenmiştir (m.257 vd.). İhtiyati haciz bir para alacağının geçici olarak teminini amaçlarken ihtiyati tedbir ferdileştirilmiş muayyen bir talebin teminini hedef tutmaktadır. Bu nedenle ihtiyati haciz kararı verilmesi gereken hallerde ihtiyati tedbir kararı verilemez..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 23/3/2016 tarihli ve E.2016/4316, K.2016/3642 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"HUMK 389 ve maddeleri ihtiyati tedbiri düzenlemiştir. İhtiyati tedbir, davacının davayı kazanması halinde dava aşamasında sonucu güvence altına almaya yarayan bir hukuki korumadır.Davadan önce veya dava sırasında istenebilir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/11/2015 tarihli ve E.2015/10991, K.2015/11747 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava İİK.nın 277 ve devamı maddeleri uyarınca açılan tasarrufun iptali davası sırasında verilen ihtiyati tedbir nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.1086 sayılı HUMK. maddesi (6100 sayılı HMK.nın maddesi) hükmü uyarınca ihtiyati tedbir kararı alan kimse, ihtiyati tedbir kararının haksız olduğunun belirlenmesi halinde ihtiyati tedbir kararı yüzünden karşı tarafın ve üçüncü kişilerin uğradıkları zararı gidermekle yükümlüdür. Kural olarak giderim borcunun doğumu için kusur aranmamaktadır. Bu konuda öğretide, uygulamada ve yargısal inançlarda görüş birliği vardır. Diğer bir deyişle haksız ihtiyati tedbir nedeniyle uğranılan zararların gideriminde kusursuz sorumluluk esası kabul edilmiştir. İhtiyati tedbir kararı alan kişinin sorumluluğuna hükmedilebilmesi için ihtiyati tedbir kararının uygulanmış olması, ihtiyati tedbir kararının haksızlığının belirlenmesi, zarar ile ihtiyati tedbir kararının uygulanması arasında uygun illiyet bağının bulunması gerekir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 31/10/2012 tarihli ve E.2012/14520, K.2012/12028 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye ve özellikle HMK. nün 392 ve 399 maddeleri uyarınca lehine ihtiyati tedbir kararı verilen tarafın haksız olduğunun anlaşılması ve bu yüzden aleyhine ihtiyati tedbir kararı verilenlerin zarara uğraması halinde her zaman tazminat isteminde bulunulabileceğine göre; davalılar ... vekilinin temyiz itirazı yerinde değildir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirlerin makul bir sürede sonuçlanmadığına ilişkin iddia ve şikâyetleri -ister bir suç isnadı isterse de bir medeni hak ve yükümlülüğe ilişkin olsun- mülkiyet hakkına etkileri kapsamında değerlendirmektedir. AİHM, mülkiyeti sınırlandıran tedbirlerin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesine göre adil olabilmesi için mülkün sahibinin güncel zararının kaçınılmaz olandan daha fazla olmaması gerektiğini sıklıkla vurgulamaktadır (Raimondo/İtalya, B. No: 12954/87, 22/2/1994, § 33; Borzhonov/Rusya, B. No: 18274/04, 22/1/2009, § 61; Jucys/Litvanya, B. No: 5457/03, 8/1/2008, § 36). Bu bağlamda East/West Alliance Limited/Ukrayna (B. No: 19336/04, 23/1/2014, §§ 166-218) kararında, başvurucunun mülkünden on yıl boyunca yoksun kalmasına yol açan el atma tedbirinin mülkiyet hakkına ölçüsüz bir müdahale olduğu sonucuna varılmıştır. Jucys/Litvanya kararında ise elkoyma tedbirinin yaklaşık 8,5 yıl sürdüğüne vurgu yapılarak mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin başvurucuya aşırı ve orantısız bir külfet yüklediği belirtilmiştir (Jucys/Litvanya, §§ 34-39). Poiss/Avusturya (B. No: 9816/82, 23/4/1987) kararında ise başvurucunun taşınmazını kullanmasının ve üzerinde tasarruf etmesinin geçici olarak önüne geçen bir tedbirin uygulanması, mülkiyet hakkına müdahale olarak görülmüştür. AİHM, başvuruyu mülkiyetten barışçıl yararlanmaya ilişkin birinci kural çerçevesinde incelemiş ve müdahaleye konu tedbirin yirmi dört yıldır devam ettiğine dikkat çekerek başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olmadığına karar vermiştir (Poiss/Avusturya, §§ 61-70). Köktepe/Türkiye (B. No: 35785/03, 22/7/2008) kararında, taşınmazın tapu kaydına konulan şerhin mülkiyet hakkına etkisi ayrıntılı olarak tartışılmıştır. AİHM; derece mahkemelerinin anayasal gerekçelerle başvurucunun mülkünün bir bölümüne tahdit getirdiğini, bu mahrumiyetin doğanın ve çevrenin korunması şeklindeki kamu yararına dayalı meşru bir amacının bulunduğunu, dolayısıyla hukuka aykırı ve keyfî bir işlem bulunmadığını kabul etmiştir. Bununla birlikte AİHM, başvurucunun taşınmazı 1993 yılında iyi niyetle edindiğini vurgulayarak mülkiyet hakkına yapılan bu müdahaleye karşı iç hukukta etkin bir tazminat yolunun mevcut olmadığını belirtmiştir. AİHM, başvurucunun mülkiyet hakkından yararlanması engellendiği hâlde bir tazminat ödenmemiş olması nedeniyle kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunmasının gereklilikleri arasındaki adil dengenin bozulduğu sonucuna varmıştır. Bu doğrultuda başvurucunun şahsi olarak olağan dışı ve aşırı bir yüke katlanmış olduğu kanaatiyle başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir (Köktepe/Türkiye, §§ 67-93). Diğer taraftan Joannou/Türkiye (B. No: 53240/14, 12/12/2017, §§ 88-106) kararında, herhangi bir tedbir uygulanmasa dahi mülkiyet hakkını ilgilendiren bir sürecin belirsizliğe yol açacak şekilde makul olmayan bir süre devam etmesi mülkiyet hakkına ölçüsüz bir müdahale olarak görülmüştür. AİHM; mülkiyet hakkının pozitif yükümlülükleri bağlamında kamu makamlarının zamanında, makul ve uygun bir biçimde hareket etme yükümlülüğü olduğuna işaret etmiştir (Joannou/Türkiye, § 90). AİHM Kunić/Hırvatistan (B. No: 22344/02, 11/1/2007) kararında ise mülkiyet hakkına ilişkin olarak devam eden bir davanın altı yılı aşkın bir süredir devam etmesini makul sürede yargılanma hakkı yanında mülkiyet hakkına ölçüsüz bir müdahale olarak görmüştür (Kunić/Hırvatistan, §§ 64-67). AİHM, Poiss/Avusturya (B. No: 9816/82, 23/4/1987) kararında tedbir süresinin uzunluğunu değerlendirirken taşınmazın murise ait olduğu dönemi de dikkate almıştır (Poiss, §§ 61-69). AİHM, makul sürede yargılanma hakkına ilişkin şikâyetlerde ise dikkate alınacak dönemle ilgili yerleşik içtihadını hatırlatarak başvuranın davaya mirasçı olarak katıldığı durumda bütün yargı sürecinden şikâyette bulunabileceğine vurgu yapmaktadır (Ö./Türkiye, B. No: 21136/95, 19/5/2005, § 25; Cocchiarella/İtalya, B. No: 64886/01, 29/3/2006, § 113; Namlı ve diğerleri/Türkiye, B. No: 51963/99, 23/5/2007, §§ 17-19). AİHM benzer şekilde, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası ile ilgili olarak başvurucunun iç hukukta yürütülen yargılamalara yalnızca kendi adına müdahil olduğu durumlarda dikkate alınması gereken sürenin o tarihten itibaren başlayacağını, buna karşın başvurucu yargılamaları mirasçı sıfatıyla sürdürme niyetini açıklamışsa başvurucunun yargılama süresinin tamamından şikâyetçi olabileceğini kabul etmiştir (Scordino/İtalya (1), B. No: 36813/97, 29/3/2006, § 220).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/26532
Başvuru, murise karşı açılan ve varisler tarafından devam ettirilen davada verilen ihtiyati tedbirin uzun sürmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli (1) numaralı tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Konularının aynı olması sebebiyle ekli (1) numaralı tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2020/27741 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/27741 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı haklarında yürütülen hukuk yargılamalarının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/27741
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ölüm olayının etkili bir şekilde soruşturulmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun oğlu S.Ö. 27/3/2014 tarihinde saat 30 sıralarında Bilecik'e bağlı Erkoca köyünde bulunan ve dedesi Ö.ye ait bir tarladaki su kuyusunda Ö. tarafından ölü olarak bulunmuştur. Bilecik Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) olay hakkında resen bir soruşturma başlatmıştır. Olay yeri, olayın bildirildiği gün Cumhuriyet savcısınca incelenmiş; ardından Cumhuriyet savcısının huzurunda bir hekimce ölü muayenesi işlemi yapılmıştır. Bilecik İl Jandarma Komutanlığına bağlı Olay Yeri İnceleme Tim Komutanlığı (Olay Yeri İnceleme Birimi) görevlileri de Cumhuriyet savcısının talimatı uyarınca olay yerini detaylı bir şekilde incelemiştir. Yapılan işlemlere ilişkin düzenlenen 27/3/2014 tarihli tutanaklarda; dedesi adına kayıtlı olmasına karşın S.Ö. tarafından kullanılan otomobilin Erkoca köyü istikametinde yolun sağında durduğu, otomobilin kontak anahtarının başvurucu Yaşar Özdemir'de olduğu, başvurunun beyanına göre otomobil bulunduğunda anahtarın kontak üzerinde bulunduğu ve otomobilin kapılarının kilitli olmadığı, otomobil üzerinde sol ön sinyal lambasının sol üst köşesindeki kırık dışında herhangi bir darbe izinin bulunmadığı, kırılan parçaya olay yerinde rastlanmadığı, otomobilin deposunda akaryakıt bulunduğu; otomobil içinde bir cüzdan, bir mobil telefon, bir paket sigara, bir çakmak, içinde dokuz sigara izmariti bulunan küllük ile üç adet bira şişesi kapağı bulunduğu, cüzdanın içinde para olmadığı ancak birçok banka kartının bulunduğu, delil olabileceği gerekçesiyle otomobilden kıl toplandığı ve otomobilde parmak izi bulunup bulunmadığının araştırıldığı belirtilmiştir. Tutanaklara göre araç içinde boğuşmaya işaret eden ayakkabı izi gibi kirlenmeler bulunmamaktadır. Ayrıca tutanaklarda; Ö.nün tarlasında bulunan su kuyusunun sulama amacıyla kullanıldığı, kuyunun çapının 5,40x5,60 m olduğu, kuyunun içinin biriket malzemesiyle kaplandığı, tarla ile aynı seviyedeki kuyu ağzının iki metre altında su içinde göğüs bölgesi ve yüzü kuyu zeminine doğru olan, belden yukarısı ise havaya bakan bir erkek cesedinin bulunduğu, kuyuda ve çevresinde herhangi bir kavgaya işaret eden bulguya rastlanmadığı, kuyuya bir metre mesafede ölene ait olduğu bildirilen ve üzerinde yırtık veya kan ya da başka bir sıvı olmayan deri bir mont bulunduğu, montun altında bir paket sigara ile bir çakmak olduğu, ölenin avuç içinde ve tırnaklarında herhangi bir delile rastlanmadığı, ölenin vücudunda, elbiselerinde kan veya darp ve cebir izi olarak değerlendirilebilecek iz ve emare bulunmadığı, cesedin ağız ve burun kısımlarında yoğun olarak beyaz renkli mantarlaşma gözlendiği ve cesedin boyun bölgesinde ip veya telem izi bulunmadığı hususlarına yer verilmiştir. Kolluk görevlileri olay hakkında bilgileri olabileceğini değerlendirdikleri S.Ç., Ö.Y., O.Ç., R.Ç., R.Ö., Ş.Ö. ve E.Ö.nün beyanlarına başvurmuştur.i. S.Ç. ifadesinde; S.Ö.yü K. vasıtasıyla tanıdığını, S.Ö.nün dedesinin ve babaannesinin evliliğin kısa sürede gerçekleşmesine yönelik tavırları nedeniyle S.Ö. ile ilişkisini sona erdirdiğini, ayrılmalarına rağmen S.Ö.nün kendisini telefonla sık sık aradığını, 26/3/2014 tarihinde S.Ö.nün kendisini birkaç kez aradığını, aramaları reddettiğini, aynı gün saat 00 sıralarında S.Ö.nün aramasına cevap verip ilişkinin bittiğini söylediğini, saat 00 gibi yattığını ve gece vakti yapılan bir aramayı da kimin aradığına bakmadan reddettiğini beyan etmiştir.ii. Ö.Y. beyanında 26/3/2014 tarihinde saat 00 sıralarında S.Ö.nün kendisini otomobil ile evinin önünden aldığını, 30'a kadar bir kahvehanede oturduklarını, S.Ö.nün S.Ç. ile ilişkisinin sona ermesi hakkında konuştuklarını, S.Ö.nün moralinin çok bozuk olduğunu, isterse S.Ç. ile konuşabileceğini söylediğini, S.Ö.nün kendisini 40 sıralarında çalıştığı fabrikanın önüne otomobille bıraktığını, nereye gideceğini kendisine söylemediğini ve birkaç dakika sonra telefonla arayıp S.Ç. ile konuşmasına gerek kalmadığını söylediğini ifade etmiştir. iii. R.Ö. ifadesinde, iki gündür aralarında sorun bulunan S.Ö. ile S.Ç.nin ayrıldığını beyan etmiştir.iv. E.Ö.; S.Ö. ile S.Ç.nin ayrıldığını, duyduğuna göre S.Ö.nün S.Ç.nin peşini bırakmazsa öldürüleceği yönünde adliyede çalışan F. tarafından tehdit edildiğini ifade etmiştir. v. S.Ö.nün kardeşi Ş.Ö. ise ifadesinde; S.Ç.nin ailesinin S.Ç. ile S.Ö.nün evlenmesine izin verdiğini, yüzük taktıklarını, S.Ç ile S.Ö.nün ne zaman ayrıldığını bilmediğini, ayrılık yüzünden morali bozulan S.Ö.nün içine kapandığını söylemiştir.vi. O.Ç. ve R.Ç.nin ifadelerinden olay hakkında bilgi sahibi olmadıkları anlaşılmıştır. Cumhuriyet Savcısının talimatı uyarınca 27/3/2014 günü saat 00 sıralarında S.Ö.nün eski sevgilisi olduğu iddia edilen S.Ç.nin telefonu kollukça incelenmiştir. Yapılan incelemede, S.Ç.nin 26/3/2014 tarihinde saat 18 ve 18'de S.Ö. ile iletişim kurduğu tespit edilmiştir. İncelemeye dair tutanakta, görüşmenin gerçekleşip gerçekleşmediği ve gerçekleşmiş ise görüşmenin süresinin ne olduğuna dair herhangi bir kayıt bulunmamaktadır. S.Ö.nün telefonu 31/3/2014 tarihinde kollukça incelenmiştir. İncelemede, telefonun mesajlar bölümüne göre S.Ö.nün Ö. Dayı ismiyle telefona kayıtlı kişiye 26/3/2014 tarihinde saat 24'te "Dayı sen kimseye bişey deme çünkü benden için bırakmayacak mı diye yapıyor heralde" içerikli, aynı gün saat 35'te "Dayı akşam görüşelim" içerikli, aynı gün saat 36'da"Tm" içerikli mesajlar gönderdiği; 26/3/2014 tarihinde saat 10'da aşkım ismiyle telefona kayıtlı S.Ç.ye "Müsait olunca çağrı at konuşalım bi" içerikli, aynı gün saat 16'da "Aşkın napıyorsun müsait olunca çağrı at" içerikli, aynı gün saat 17'de "Konuşalım olur mu" içerikli mesajlar gönderdiği; baba ismiyle kayıtlı başvurucuya 27/3/2014 tarihinde saat 03'te "Gelcem birazdan sen uyu baba" içerikli, aynı gün saat 05'te "Kimse yok" içerikli mesajlar gönderdiği tespit edilmiştir. Ayrıca incelemede, taslaklar içinde aşkım ismiyle kayıtlı kullanıcıya gönderilmek üzere 27/3/2014 tarihinde saat 49'da "Sana inanıp evlend" içerikli, aynı gün saat 03'te "Sana inanıp evlenmeye karar vermiştim" içerikli mesajların kaydedildiği anlaşılmıştır. Başvurucunun beyanı Cumhuriyet Başsavcılığınca 31/3/2014 tarihinde alınmıştır. Başvurucunun ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"...S. benim oğlum olur... [D]ört beş ay kadar önce oğlum S. İle S.[Ç] isimli kız tanışmışlar. Kendi aralarında sözleşmişler... kızı istemek için Gölpazarındaki ailesinin yanına gittik. Kızın ailesi kızı vermeyi kabul etmedi. Daha oğlumuz var onu evlendirdikten sonra kızımıza sıra gelecek diye cevap verdiler... Kendi aralarında anlaştıkları için bana gelip biz aramızda anlaştık yüzük takalım dediler. Bende onları kuyumcuya götürdüm ve yüzüklerini aldım... Daha sonra S. ile oğlanın arası bozulmuş. en son çarşamba günü akşamı Bilecik İl Merkezi Tepebaşı Mevkiinde oğlumla buluştuk. Baba oğul sohbet ettik. Oğlum S. iki yüzüğü de bana verdi. Baba ben bu kızı artık istemiyorum. Dedi. Ben de sebebini sordum. Bir takım olumsuz şeylerini duydum. Telefonunda mesajları gördüm. Dedi. Bilecik Adliyesinde çalışan F. isimli kişi S.[Ç].nin telefonuna canım, cicim diye mesajlar göndermiş. [Oğlum] S. de bu mesajları görünce artık bu kızı istemiyorum diye bana söyledi. Ayrıca F.nin Bilecikte Ç... pasajının en üstünde bürosu varmış .hem o büroda hemde bir kafede S.[Ç]., F. ve S. bir araya geldiklerinde F. oğlum S.ye S.den dolayı bu kızı alacaksın. İlla alacaksın ben adliyede çalışıyorum. Seni bitiririm. Süründürürüm. Ailenede zarar veririm demiş. Oğlumda kendisine aileme laf söyletmem deyip, ayağa kalkınca F. masadan ayrılmış. Oğlumla bunları konuşurken morali bozuktu. Arabayla biraz gezip dolaşacağını söyledi. Bende tamam oğlum. Ben eve gidiyorum. Dedim. Ve o şekilde ayrıldık. Ben evdeyken ve oğlum genelde gece en geç oniki oniki buçuk arası eve gelme alışkanlığı olduğu için ve sabahta zaten sekizde işe gitmesi icap ettiği için gelmeyince merak ettim. Oğlumun cep telefonunu aradım. Oğlum geliyormusun. Saat onikiye geliyor.nerdesin dedim. Baba az sonra gelcem dedi. O an oğlumun sesinin dışında dikkatimi çeken herhangi bir arabanın hareket halinde olduğuna yahut oğlumun yanında birilerinin olduğuna dair şüpheli ses duymadım. Sadece oğlumun sesini duydum ve az sonra gelecem demişti. Ben tamam deyip telefonu kapattım. Fakat yine gelmeyince gece bir civarında oğluma mesaj gönderdim. Gelmiyormusun geç oldu diye yazdım. Oda bana Gelecem sen uyu baba diye cevap yazdı... Olay günü sabahı defalarca telefon etmeme rağmen telefonuna ulaşamayınca babamla görüştüm... A.İ. isimli arkadaşımın aracıyla Erkoca köyüne gittim.ben A.yayol boyunca oğlumdan hiç bahsetmedim. Köye yaklaştığımızda babam adına kayıtlı olup, oğlum S. tarafından kullanılan arabayı yol kenarında görünce A.yadur dedim. Aşağıya indim. Arabanın yanına gittim. Arabanın içinde kimse yoktu. Çevresindede kimse yoktu. Arabanın şoför kapısını tutup açtığımda kapı açıldı. Böylece aracın kilitlenmeden yol kenarına bırakıldığını anladım. Aracın içine baktığımda kontak anahtarı kontağın üzerindeydi. Cüzdanı telefonu sigara pakete arabanın içindeydi. Arabanın içinde başka birşey görmedim. Kontak anahtarını aldım. Arabanın kapısını kilitledim... Ve Erkoca köyüne gittik. Köyden kamyoneti aldım... Babam işçilerin başındaydı. Babama S.nin arabası yol kenarında ama kendisi yok. Gidip bakalım dedim. Tekrar kamyonetle arabanın olduğu yere geldik. Birimiz yukarı birimiz aşşağı tarafa ayrıldık. Bir süre sonra babam beni telefonla aradı... Sesi ağlamaklıydı. S. burda dedi. Ağlıyordu... Babama ait tarlarda babama ait su kuyusunun yanına vardığımda babam oradaydı. Ağlıyordu. Kuyuya baktığımda oğlumun cenazesini gördüm. babamın telefonundan Jandarmayı aradım... Ben kuyunun yanına vardığımda oğlumun montu kuyunun dereye bakan tarafında düzgün bir şekilde duruyordu. Montunun üzerinde yada yanında sigara ve çakmak varsada ben o anki üzüntümden farkedemedim. Ancak mont düzgün bir şekilde duruyordu. ben babama hiç bir şeye elleme Jandarmayı çağıralım dedim. O şekilde Jandarmayı aradık ve geldiler... Oğlum S. sürekli Erkoca köyüne gidip geldiği ve çocukluğunda dahi gidip geldiği için dedesinin tarlasını ve tarlada su kuyusunun yerini bilmekteydi. Arabanın anahtarlarını üzerinde bırakması, kapısın kitlemeyişi, cüzdan ve telefonunu arabada bırakması ve S. ile ayrılma sürecinde F. denen kişi tarafından tehdite maruz kalması dolayısıyla oğlumun ölümü konusunda öldürülüp, öldürülmediği hususunda şüphem vardır. Savcılığınızca gerekli araştırma yapıldığı zaman olayın nasıl olduğu dahada belirgin hale gelecektir. oğlumun ölüm olayından sonra cenazesi Bilecik Devlet Hastanesi morguna kaldırıldıktan sonra 2014 günü saat 20:50- 21:10 arasında bir kez gizli numaradan arandım. Alo alo dedim. Arayan kişi cevap vermedi. Kısa bir süre bu şekilde telefon açık kaldıktan sonra kapandı. Kimin aradığını bilmiyorum ama bu şekilde aranmaktan da şüphelendim..." Cumhuriyet Başsavcılığınca 31/3/2014 tarihinde tanık sıfatıyla ifadesine başvurulan S.Ö.nün kardeşi R.Ö.; cesedin bulunduğu su kuyusuna zaman zaman giden S.Ö.nün vefat tarihinden iki gün önce S.Ç.den ayrıldığını, bu nedenle moralinin bozuk olduğunu, ölmeden önceki gece saat 00'dan önce Ö.Y.yi fabrikaya bırakan S.Ö.nün fabrika önünden otomobille ve tek başına ayrıldığını beyan etmiştir. 31/3/2014 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığınca tanık olarak dinlenen S.Ö.nün babaannesi R.Ö.; S.Ö. ile S.Ç.nin 26/3/2014 tarihinde bir iki kez telefonla konuştuklarını, konuşulanları kendisinin de duyduğunu ve her ikisinin de telefonda birbirlerini istemediklerinden söz ettiklerini söylemiştir. S.Ö.nün dedesi Ö.nün 31/3/2014 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği ifadenin ilgili kısmı şöyledir:"...Torunum S. geçen hafta salı günü sabah dokuz on sıralarında köyümdeki evime geldi. Normalde kendisi Bilecik Merkezde babasının evinde ikamet eder. Salı gecesi S. köyde benim evimde kaldı. Salı günü evime geldiği andan itiraberen ogünü hep benim evimde geçirdi. Hiç evden çıkmadı. Çarşamba günü öğleden sonraki bir vakitte S.ninsözlüsü S.[Ç] iki üçkez telefon etti. S. sözlüsünden iki üçgün önce zaten ayrılmıştı. Sözü S.[Ç] bozmuştu... S. telefonun hopörlerünü açtı. Çünkü sesi aç bizde duyalım dedim. Bunun üzerine hoparlör açıldığında S.[Ç] torunum S.ye gel buluşalım. Ben senden vazgeçmem. Dedi. S. de S.[Ç].yeya sen kendin vazgeçtin. Sen beni istemedin. Bende seni istemiyorum. Dedi... Akşam saat sekiz dokuz sıralarında S. benim evimden ayrıldı. S. yanıma benim adıma ruhsatlı 11 ... plakalı araçla gelmişti... Ayrılmadan önceki son bir saat içerisinde torunum S. bana Dede benim hayatım tehlikede beni çok tehdit ediyorlar. Benim hayatım zaten gitti. Dedi. Bende torunuma Niye diye sordum. Torunumda bana Dede bunlara bulaşma. Şikayet bile etme. Bunlar çok tehlikeliler dedi. Ben kimler tehlikeli diye sorunca. Bilecik Adliyesinde çalışan F. ve S.[Ç].nin ağbisi olduğunu söyledi. Hatta kızla ayrılmadan bir süre önce bu F. isimli kişiyle S.[Ç] Bilecik İl Merkezinde bir kafede S. ile buluşmuşlar. Orada S.'ye F. bu kızı almak zorundasın. Mecbur alacaksın demiş. S. de F.ye ben niye S.[Ç].yi alıp, senin pisliğini temizliycem demiş. Ben S.ye niye böyle söylediğini sorunca Dede S.[Ç] ile F. arasında bir ilişki var. Bunu anladım. O yüzden S.yi bıraktım. Dedi. Yine kafede S.[Ç].ye telefonunda benimle ilgili ne varsa sil. Ben seninkileri siliyorum demiş. Ancak S.'nin söylediğine göre S.[Ç] silmemiş... Adliyede çalışan F. isimli kişinin Bilecikte Ç... pasajının en üst katında kendisinin kullandığı bir bürosu vardır. Hatta torunum S. ve sözlüsü S.[Ç] ayrılmazdan önce hatta daha sözlüde değillerken ben, S., S.[Ç] ve F. bu büroda oturmuştuk. S.[Ç] F.ye amca diyordu. Bende S.[Ç].nin ailesiyle aramızı yapsın diye düşünerek F.'den yardımcı olmasını istemiştim... S. arabayla evden ayrılırken zaten üzgün ve üzüntülü bir haldeydi. Bu nedenle S. evden ayrıldıktan sonra ... oğlum Yaşarın cep telefonunu aradım..S.ninmorali çok bozuk. Göz kulak ol dedim. Oğlumda tamam dedi. Daha sonra aynı akşam oğlum Yaşar ile torunum S. bilecik Tepebaşı Mevkiinde buluşup çay içmişler. Daha sonra oğlum Yaşarla torunum S. birbirlerinden ayrılmışlar. S. Bilecikte yakınımız olan Y.nin evine gitmiş. Orada , nin oğlu Ö. ve torunum S. saat gece on onbuçuk sıralarında sohbet etmişler. Bunu bana daha sonra ve oğlu Ö. söyledi. Sonra S. Ö.yü arabayla Ö.nün çalıştığı fabrikaya bırakmış. Daha sonra oğlum Yaşar S.'yigece oniki sıralarında aramış. Oğlum eve gelmedin demiş. S. de gelecem baba demiş. Oğlumda S.yeyanında kim var demiş. S. De kimse yok baba demiş. Daha sonra bir daha telefonda kimse görüşmemiş. Perşembe günü sabahı ... Oğlum Yaşar sabah beni aradı. Baba ben gelecem ama S. yok telefonuda kapalı ulaşamıyorum iş yerine baktım orayada gitmemiş Ben başka bir arabayla gelecem dedi... oğlum Yaşar da bir arkadaşının arabasıyla köye gelmek için yola çıkmış. Köye gelirken köye yaklaştığındada yol kenarında S.'ninkullandığı bana ait arabayı park halinde görmüş. Köye gelir gelmez hemen yanıma gelip Baba araba bizim köyün üstünde yol kenarında dedi. Oğlum ve ben arabanın yanına ikimiz gittik. arabanın kapıları kilitli değildi. Kontak anahtarı kontağın üzerindeydi. Cüzdanı, telefonu arabanın içindeydi. Durumdan şüpelendik. Oğlum Yaşara sen yukarıya doğru bak bende aşağıya doğru bakayım dedim. Ve S.yi aramaya başladık. Üçyüz beşyüz metre kadar ilerde bana ait su kuyusu vardır. Kuyunun yanına kadar gittim. Kuyuya baktığımda S.'nincesedi kuyunun içindeydi. Hemen oğlum Yaşara haber verdim. Yaşar da kuyunun yanına geldi. Yaşar Jandarmaya telefon etti.. Ben Jandarma geldikten sonrada olabilir öncede olabilir tam hatırlamıyorumS.[Ç].yi cep telefonumdan aradım. Ancak telefonu meşgule aldı. Tekrar aradığımdada telefonu kapalıydı. Ben bu durumdan dahi şüpelendim..." Cumhuriyet Basşavcılığı, S.Ö.ye ait mobil telefonun 1/3/2014-28/3/2014 tarihleri arasındaki iletişimlerinin tespitine ait tutanakları Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumundan (İletişim Kurumu) getirtmiştir. Kayıtlardan 26/3/2014 tarihinde S.Ö.nün iki kez görüştüğü K. ile son görüşmesinin saat 38'de olduğu ve görüşmenin 238 saniye sürdüğü, üç kez görüştüğü S.Ç. ile son görüşmesinin saat 10'da olduğu ve görüşmenin 3356 saniye sürdüğü, S.Ç.ye 03, 04, 13, 10, 16 ve 17'de mesaj attığı; iki kez görüştüğü Ö.Y. ile son görüşmesinin saat 41'de olduğu ve görüşmenin 21 saniye sürdüğü, Ö.Y.ye saat 24, 35 ve 15:36'da mesaj attığı; saat 50'de başvurucu ile 58 saniye görüştüğü ve başvurucuya biri 04'te, diğeri 05'te olmak üzere iki kez mesaj gönderdiği anlaşılmıştır. Tanık Ö.Y. 3/4/2014 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. İfadesinde Ö.Y., S.Ö. ile S.Ç. arasındaki ilişkinin S.Ç tarafından sonlandırıldığını düşündüğünü söylemiştir. Soruşturma evrakı arasında yer alan Bilecik İl Emniyet Müdürlüğünün 3/4/2014 tarihli yazısından, plaka tanıma sisteminde 26/3/2014 tarihi saat 01-27/3/2014 tarihi saat 00 arasında S.Ö.nün kullandığı otomobile ait kayıt bulunmadığı anlaşılmıştır. Kolluk görevlilerince yapılan araştırma sonunda düzenlenen 4/4/2014 tarihli tutanakta, Tevfik Bey Caddesi üzerinde Ç... isimli pasaj bulunduğu ancak F.Y.nin söz konusu pasajda malik veya kiracı olduğu herhangi bir işyerinin bulunmadığı belirtilmiştir. Kolluk görevlilerince düzenlenen 12/4/2014 tarihli tutanakta; bazı işyeri ve kurumlardaki kamera görüntülerinin incelendiği, S.Ö.nün kullandığı otomobile benzer bir otomobilin 26/3/2014 tarihinde saat 35'te fabrika önünde durduğu, otomobilin Gülümbe yol ayrımından geriye dönüp Bilecik istikametine ilerlediği, otomobildeki kişi/kişilerin belli olmadığı ve otomobili takip eden herhangi bir aracın olmadığı belirtilmiştir. Kolluk görevlilerince düzenlenen 12/4/2014 tarihli bir başka tutanakta; Pelitözü köyünde bulunan kamera görüntülerinin incelendiği, 26/3/2014 tarihinde saat 36 sıralarında S.Ö.nün kullandığı otomobile benzer bir otomobilin Bilecik-Yenişehir yolu istikametine gittiği, otomobildeki kişi/kişilerin belli olmadığı, otomobili takip eden herhangi bir aracın olmadığı hususlarına yer verilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 14/4/2014 tarihinde tanık K.nın ifadesini almıştır. K. ifadesinde; oğlunun arkadaşı olması nedeniyle S.Ö.yü tanıdığını, S.Ç. ile S.Ö.yü kendisinin tanıştırdığını, ölü olarak bulunmasından iki gün önce S.Ö.nün birkaç kez telefonla kendisini aradığını ve S.Ç. ile tatlı bir şekilde ayrıldıklarından söz ettiğini, S.Ö.nün bir sonraki gün yine kendisini telefonla aradığını ve S.Ç. ile barıştıklarından söz ettiğini, aynı gün akşam saatlerinde kendisini pek çok kez aradığını, bir gün önce zaten birkaç kez konuştuklarından aramalara cevap vermediğini, hatta telefonu kapattığını ve daha önceki konuşmalarında S.Ö.nün tehdit edildiği yönünde kendisine herhangi bir beyanda bulunmadığını söylemiştir. Bilecik Ağır Ceza Mahkemesinin 22/4/2014 tarihli kararıyla şüpheli F.Y.ye ait telefonun 1/3/2014 ile 28/3/2014 tarihleri arasındaki iletişiminin tespitine karar verilmiştir. Bu karar uyarınca iletişimin tespitine dair tutanakların İletişim Kurumundan getirtilip getirtilmediği tespit edilememiştir. Kolluk görevlilerince düzenlenen 22/4/2014 tarihli tutanakta; İlyasbey köyünde bulunan bir fabrikanın kamera görüntülerinin izlendiği, 27/3/2014 tarihinde saat 48'de S.Ö.nün kullandığı otomobile benzer bir aracın geçtiği, ilerleyen saatlerde herhangi bir araç geçişinin olmadığı, kayıt cihazının eski olmasından dolayı görüntülerin kopyalanamadığı, kopyalama için gösterilen çabadan sonra bahse konu görüntülerin de kaybedildiği belirtilmiştir. Jandarma Kriminal Daire Başkanlığı (Kriminal Daire) 9/5/2014 tarihinde, inceleme için gönderilen iki adet mobil telefon, bu telefonlara takılı iki adet SIM (subscriber identity module-abone kimlik modülü) kart ve bir adet çıkarılabilir hafıza kartındakibilgileri kopyalamış ve (daha önce silinenler dâhil) elektronik kayıt ortamına (DVD) aktarmıştır. Adli Tıp Kurumu (ATK) Bursa Grup Başkanlığınca düzenlenen 27/5/2014 tarihli otopsi raporunda; ölü katılığının devam ettiği, cesedin arka kısmında pembe kırmızı renkte ölü lekelerinin oluştuğu, ağız ve burun önünde mantar köpüğünün tespit edildiği, el ve ayaklarda az miktarda maserasyon (salamuralaşma) bulunduğu, cesette herhangi bir ateşli veya ateşsiz silah yaralanmasına veya darp ve cebir belirtisine rastlanmadığı, S.Y.nin ölümü sırasında alkollü olmadığı, cesette toksik bir madde ile uyutucu/uyuşturucuya rastlanmadığı, S.Ö.nün ölümünün suda boğulma sonucu meydana geldiği ve ölüm üzerine etkili başkaca bir nedenin tespit edilmediğibelirtilmiştir. Sulh Ceza Mahkemesinden alınan ATK tarafından biyolojik örnekler üzerinde moleküler genetik inceleme yapılmasına izin verilmesine dair karar uyarınca yapılan incelemeler sonunda ATK Biyoloji İhtisas Dairesince düzenlenen 30/4/2014 ve 29/5/2014 tarihli raporlarda, S.Ö.ye ait olduğu bildirilen kan lekesinden S.Ö.ye ait DNA profilinin tespit edildiği, 11 ...plakalı araç içinden alındığı bildirilen dokuz sarı filtreli sigara izmaritinin sekizinden elde edilen DNA profilinin S.Ö.ye ait DNA profili ile uyumlu olduğu, bir adet sigara izmaritinden elde edilen DNA profilinin ise bir başka erkek kişiye ait DNA profili içerdiği;11 ... plakalı araç ile S.Ö.ye ait olduğu bildirilen deri mont üzerinden elde edilen kıl örneklerinden en az birisi erkek birden fazla şahsa ait olabilecek karışık DNA profilleri tespit edildiği, bu DNA profillerinin S.Ö.ye ait DNA profili de içerdiği belirtilmiştir. Ölüm nedeni hakkında ATK Birinci Adli Tıp İhtisas Kurulunca düzenlenen13/8/2014 raporun ilgili kısmı şöyledir:"...1-Otopsisinde dış muayenesinde harici travmatik değişim tanımlanmadığı, iç muayenesinde kafatası kırık, kafa içi kanama, beyin doku harabiyeti, beyin kanaması, iç organ ve büyük damar yaralanması tespit edilmediğinden kişinin travmatik bir tesirle öldüğünün tıbbi delilinin bulunmadığı,2-Otopsisinde alınan doku örneklerinin Kimya İhtisas Dairesinde yapılan incelenmesinde; kanda 40 mg/dl (kırk miligram/desilitre ) =0,4 (sıfırvirgül dört) Promil etanol bulunduğu, tespit edilen değerin öldürücü düzeyde olmadığının tıbben bilindiği, aranan diğer toksik maddelerin bulunmadığı bildirildiğine göre; kişinin zehirlenerek öldüğünün tıbbi delilleri bulunmadığı,3-Cesedin bulunduğu ortam, cesetteki morfolojik değişiklikler, cesedin bulunuş şekli, mevsim koşulları, kişinin anatomik yapısı, ölüm sebebi gibi muhteliffaktörlere bağlı farklılık göstermekle birlikte kişinin ölü muayenesinde ve otopsisinde tespit edilen bulgular birlikte değerlendirildiğinde kesin olmamakla birlikte kişinin ölümünün ölü muayene tutanağında kayıtlı olan sudan çıkarıldığı 27/03/2014 saat 15:30 dan önceki 10-15 saat önceki zamanda meydana gelmiş olabileceği,4-Adli dosyadakayıtlı bulgularda ve tıbbi belgelerdekişinin gündüz sulama kuyusunda bulunduğu, yapılan ölü muayenesinde;ağız ve burun kısmında yoğun olarak beyaz renkli mantarlaşma gözlendiği, özellikle göğüs bölgesi boyun alt tarafı açık pembe renkte olduğu, yüz kısmında morarma başladığı, ölü katılığı tüm vücutta yaygın olarak oluşmaya başladığı, ölü morluklarının yatış pozisyonu bağlı sırt bölgesinde oluşmaya başladığı, vücudun herhangi bir bölgesinde deri laserasyonu yahut lezyonu olmadığı, darp ve cebir izi olarak değerlendirilebilecek hiçbir iz ve emare olmadığı tespit edildiği, yapılan otopside dış muayenesinde;ölü katılığının devam ettiği, ölü lekesi; arka kısmında pembe kırmızı renkte oluştuğu görüldüğü, anüs muayenesinde postmortem dilatasyon dışında makroskobik patolojik özellik görülmediği, ağız ver burun önünde mantar köpüğü tespit edildiği, el ve ayaklarda az miktarda maserasyon tespit edildiği, cesette bunların haricinde herhangi bir ateşli, ateşsiz silah yaralanmasına veya darp ve cebir belirtisine rastlanmadığı, iç muayenesinde; beyin beyincik yüzeyinde giruslar düzleşmiş, sulkuslar silinmiş yapıda, ödemli görünümde izlendiği, yapılan seri kesitlerde makroskopik patolojik özellik tespit edilmediği, sağ akciğer:563 gr, sol akciğer: 587gr. ağırlıklarında tartıldığı,yüzeyleri: antrakotik ve peteşiyel kanamalı görünümde olduğu, kesitleri: ödemli olduğu, bronş ve bronşiollerde köpüklü sıvı mevcut olduğu, histopatolojik incelemede akciğer; alveol duvarlarında harabiyet, hafif ödem, konjesyon, pigment yüklü makrofajlar tespit edildiğine göre kişinin kesin ölüm sebebinin suda boğulma sonucu olduğu oy birliği ile mütalaa olunur." Kriminal Daire tarafından elektronik kayıt ortamına aktarılan bilgiler Cumhuriyet Başsavcılığınca bilirkişiye incelettirilmiştir. İncelemeye ilişkin 4/6/2014 tarihli raporda, olayla ilgili olabilecek şüpheli bir bulguya rastlanmadığı belirtilmiştir. Ayrıca raporda; biri ölen S.Ö.ye, diğeri S.Ç.ye ait iki telefon arasında 26/3/2014 tarihinde saat 14'te yapılan 55 dakika 54 saniyelik bir görüşme olduğu, ölene ait olduğu anlaşılan telefondan aşkım ismiyle kayıtlı S.Ç.ye ait telefona26/3/2014 tarihinde saat 10, 16 ve 17'de sırasıyla "Müsait olunca cagri at konu sam [konuşalım] bi", "Askim napiyosun müsait olunca cagri at" ve "Konu salim [konuşalım] olur mu" içerikli mesajlar gönderildiği, saat 49'da "Sana inanip evlend", 03'te ise "Sana inanip evlenmeye karar vermiştim" içerikli mesajların gönderilmek üzere kaydedildiği hususlarına yer verilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 15/8/2014 tarihinde şüpheli F.Y.nin ifadesini almıştır. F.Y. ifadesinde; S.Ç.yi tanıdığını ve S.Ç.nin ailesi ile dost olduğunu, S.Ç.nin babasının S.Ç. ile S.Ö.nün evlenmesine izin vermediğini, bu nedenle S.Ç. ile S.Ö. ve dedesinin Ç. pasajında bulunan üyesi olduğu sendikaya gelip kendisinden yardım istediklerini, bir süre beklemelerini tavsiye edip S.Ç.nin ailesiyle görüşebileceğini söylediğini, buna rağmen bir hafta sonra S.Ç.nin evine giden S.Ö.nün ailesinin kendisiyle yaptıkları görüşmeden söz ederek evliliğe izin verilmesini istediklerini, S.Ç.nin ailesinin evlilik işinin aile meselesi olduğu gerekçesiyle evliliğe rıza göstermediğini, hatırlamadığı bir gün kafede otururken S.Ç.nin yanına geldiğini, S.Ç. ile telefonda konuşan S.Ö.nün de bir süre sonra yanlarına geldiğini, S.Ç.nin S.Ö. ile ayrıldıklarından söz ettiğini ancak S.Ö.nün ayrılığı kabul etmediğini, birbirlerini üzmemeleri yönünde tavsiyede bulunduğunu, o günden sonra S.Ö.yü görmediğini ve S.Ö.yü tehdit etmediğini söylemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 28/10/2014 tarihinde, şüpheli F.Y.nin S.Ö.yü tehdit ettiğine ve/veya adı geçenin ölümüne dâhil olduğuna, S.Ö.nün öldürüldüğüne, intihara yönlendirildiğine, azmettirildiğine veya intihara yardım edildiğine ilişkin suç şüphesi elde edilemediği gerekçesi ile kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Söz konusu kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Müteveffa, 2014 tarihinde Bilecik ili Erkoca Köyü’nde dedesi Ö.ye ait tarla içerisinde bulunan ve sulama amaçlı kullanılan su kuyusunda ölü olarak bulunduğu, etraflıca yapılan tahkikat sonucunda, şüpheli herhangi bir iz veya belirti bulunmadığı gibi, yapılan ölü muayene ve otopsi sonucunda da, müteveffanın travmatik bir tesir sonucu veya zehirlenerek öldüğüne ilişkin delil de bulunmadığı,Adli Tıp İhtisas Kurulu'nun 2014 tarih ve 3385 sayılı kararında, müteveffanın kesin ölümünün, suda boğulma sonucu olduğuna oy birliği ile karar verildiği, Gerek müteveffanın bulunduğu su kuyusu ve çevresinde, gerek müteveffanın bulunan ve üzerinden çıkarılan elbiselerinde ve yine su kuyusuna yakın yerde terk edilen 11 ... plakalı araç içerisinde yapılan incelemede suç şüphesine rastlanmadığı,... Müteveffanın ölümünden önce en son babası Yaşar Özdemir ile iki kez mesajlaştığı, babasının “kiminle nerdesin” mesajına “gelcem sen uyu baba” şeklinde ve yine babasının “tamam kim var” mesajına saat 01:05:15’te “kimse yok” şeklinde cevap verdiği ve devamında (otopsi raporundan anlaşılacağı üzere) suda boğulmanın gerçekleştiği anlaşılmaktadır..." Başvurucunun kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yaptığı soruşturmada araştırılmayan hususlar bulunduğuna ve oğlunun kasten öldürüldüğüne ilişkin itirazları Bilecik Sulh Ceza Hâkimliğinin 22/12/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bahse konu kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Her ne kadar müşteki Yaşar Özdemir itiraz dilekçesinde, yeterince inceleme ve araştırma yapılmadan verilen kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu, ölüm olayı ile ilgili olabilecek şahıslar hakkında ve özellikle şüpheli hakkında yeterince takibat yapılmadığını, telefon görüşmesi, parmak izleri ve küllükte bulunan başka bir erkek kişi tarafından içildiği belirtilen sigaranın kime ait olabileceği yönünde araştırma yapılmadığı yönünde itirazda bulunmuş ise de, dosyada yapılan tüm tahkikat işlemleriyle ölü muayene tutanağı, adli tıp raporları, ifade tutanakları, olay yeri inceleme tutanağı, HTS kayıtları [Historical Traffic Search- telefonun iletişiminin tespitine dair kayıtlar] hep birlikte değerlendirildiğinde meydana gelen ölüm olayının suda boğulma dışında herhangi bir dış etken veya birfail tarafından gerçekleştirildiğine dair yeterli şüpheyi doğuracak somut hiç bir delillin bulunmadığı, mütavaffanın ölümünde özellikle dosya içeriğinde tehdit şüphelisi olan kişinin herhangi bir dahlinin olduğuna, öldürüldüğüne yada intihara yönlendirildiğine dair kamu davası açılmasını gerektirecek yeterli şüphe bulunmadığı anlaşılmıştır. Soruşturma makamlarının etkin soruşturma yapması gerek Anayasa, gerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uluslararası metinlerde zorunlu kılınmış olup, Cumhuriyet Başsavcılığı'nca olaya ilişkin gereğince soruşturma yapıldığı, olay yerinde deliller tam ve nizami şekilde toplandığı, ceset üzerinde usulüne uygun şekilde ölü muayenesi ve sonrasında otopsi işlemi yapılarak Adli Tıp Kurumu'ndan olayın aydınlatılması açısından rapor alındığı, müştekinin itirazları ve araştırılması gereken hususların bulunduğu değerlendirilerek soruşturma dosyasının Adli Tıp Kurumu Başkanlığı İhtisas Dairesi'ne gönderildiği, buradan alınan raporda da meydana gelen olayın suda boğulma olduğu yönünde kesin bir rapor düzenlendiği anlaşıldığından, müştekinin yapmış olduğu itirazın dosya içeriğine ve takipsizlik kararının gerekçesine göre isabetli bulunmadığı anlaşılmaktadır.Dosya içeriğinde her ne kadar müşteki Cumhuriyet Başsavcılığı'nın vermiş olduğu kovuşturmaya yer olmadığına dair kararına itiraz etmiş ise de, dosyada meydana gelen ölüm olayının boğulma sonucu olduğunun aksini gösteren ve yeterli şüpheye ulaşmayı sağlayacak somut hiçbir delile ulaşılamadığı, bu nedenlerle Cumhuriyet Başsavcılığı'nın meydana gelen ölüm hadisesi yönünden kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı usul ve yasaya uygun niteliktedir..." Bu karar 22/12/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş olup başvurucu16/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konuyla ilgili ulusal ve uluslararası hukuk Anayasa Mahkemesinin Yasin Ağca (B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 86, 87 ve 91-96) başvurusu hakkında verdiği kararda yer almaktadır.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/971
Başvuru, ölüm olayının etkili bir şekilde soruşturulmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hakkındaki yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 6/3/2017 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür. Anayasa Mahkemesi, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin mevzuata önceki içtihadında yer vermiştir (Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 11-14).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/6409
Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ölümcül bir hastalığın tedavisi amacıyla reçete edilen ilacın ithali için gerekli ödemenin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yapılan talebin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, tedavisi süresince ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından ödenmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Anayasa Mahkemesince başvurucunun adli yardım talebinin ve tedbir talebinin 7/1/2020 tarihinde kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: 3/7/2019 doğumlu olan başvurucuya infantil form hipofosfatazya tanısı konulmuştur. Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu asfotase alfa etken maddeli Strensiq isimli ilacın kullanımını ve ithalini uygun görmüştür. Başvurucunun ilaç bedelinin ödenmesi talebiyle SGK'ya yaptığı başvurunun reddi üzerine başvurucu ilaca ait bedellerin karşılanması için SGK aleyhine Ankara İş Mahkemesinde (İş Mahkemesi) dava açmış ve ihtiyati tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. İş Mahkemesi 23/10/2019 tarihinde başvurucunun ihtiyati tedbir talebinin reddine karar vermiştir. Başvurucunun ihtiyati tedbir talebinin reddine ilişkin karara karşı yaptığı istinaf talebini inceleyen Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi ( Hukuk Dairesi) talebin kabulüne karar vermiştir. Başvurucu, Hukuk Dairesince verilen ihtiyati tedbir kararı sonrasında SGK'ya başvurmuştur. SGK, temin edilen ilaca ait fatura aslı beraberinde kullanılan ilaca ait boş kutuların ibraz edilmesi hâlinde ihtiyati tedbir kararının gereğinin yerine getirilerek ilaç bedellerinin karşılanacağını başvurucuya bildirmiştir. Başvurucu, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunarak tedavisi süresince ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa SGK tarafından ödenmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Anayasa Mahkemesi 7/1/2020 tarihinde tedbir talebini kabul etmiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede, İş Mahkemesinin 24/11/2020 tarihinde "... davacının 'İnfantil Hipofosfatazya' tanısı tedavisinde hekimi tarafından kullanılması uygun görülen dava konusu 'Asfotose Alfa (Strensiq) 80 mg' ayda 12 kutu ilaç bedelinin davalı Kurumca karşılanması gerektiğinin kabulü gerektiği, bu durumda davacının tedavi süresince kullanacağı Asfotose Alfa (Strensiq) ilacına ait bedellerin kesinti yapılmaksızın davalı Kurum tarafından karşılanmasına ve ilacın ithalatı için gerekli ödemenin Türkiye Eczacılar Birliği Yurt Dışından İlaç Temin Birimine yapılması gerektiği ..." gerekçesiyle ilaç bedelinin kesinti yapılmaksızın SGK tarafından karşılanmasına, ilacın ithalatı için gerekli ödemenin doğrudan ithale yetkili kuruluşa yapılmasına karar verdiği anlaşılmıştır. Söz konusu karara karşı SGK vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf incelemesi devam etmektedir.
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/41507
Başvuru, ölümcül bir hastalığın tedavisi amacıyla reçete edilen ilacın ithali için gerekli ödemenin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yapılan talebin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, gerekçeli karar hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 15/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:Başvurucu, çocuğun cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarını işlediği iddiasıyla 6/11/2006 tarihinde gözaltına alınmış; aynı tarihte tutuklanmıştır. 29/4/2008 tarihinde ise başvurucu, tahliye edilmiştir. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 26/2/2008 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 14/7/2009 tarihli kararıyla başvurucunun atılı suçlardan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"...Dosya kapsamı ve deliller birlikte değerlendirildiğinde, mağdurenin annesi ve babasının ayrı yaşadıkları, mağdurenin annesi ile birlikte oturduğu, mağdure ile sanığın 2006 yılı Ağustos ayında tanıştıkları, birkaç kez görüştükleri,suç tarihinde gece saat 23,00 sıralarında mağdurenin sanığın çalıştığı, kuaför dükkanına geldiği ve sanığı dışarıya çağırdığı, evden kaçtığını gidecek yerinin olmadığını söylediği, sanığın mağdureyi Bayrampaşa da arkadaşı O. ile birlikte kaldıkları eve götürdüğü, O.'nun mağdurenin evde bulunduğu süre içerisinde eve gelmediği, mağdurenin burada üç gün kaldığı, sanığın mağdure ile mağdurenin rızası ile birden fazla cinsel ilişkide bulunduğu, mağdurenin daha önce başka birisi ile cinsel ilişkide bulunması sebebi ile bakire olmadığı, daha sonra mağdurenin sanığın arkadaşı tarafından annesine teslim edildiği, mağdure ve annesinin karakola giderek şikayetçi oldukları, sanığın yakalandığı, olayın bu şekilde gelişip sonuçlandığı, Mağdurenin 10/8/1992 doğumlu olup suç tarihinde 15 yaş içerisinde olduğu,evdesağlık ocağından gelen ebe yardımıyla doğumun gerçekleştiği ve Yıldırım Ana ocağı tabipliğince düzenlenendoğum raporuna istinaden nüfusa kaydedildiği, Adli tıp kurumu Bakırköy adli tıp şube müdürlüğü raporunda mağdurenin bakire olmadığı, eski zamanda husulü mümkün yırtıkların mevcut olduğunun belirtildiği, Adli Tıp Kurumu Başkanlığı ihtisas kurulu raporundamağdurenin ruh ve beden sağlığının bozulmadığının belirtildiği sonuç olarak; sanığın üzerine atılı 15 yaşından küçük mağdureye karşı rızası ile cinsel istismardabulunmak ve rızası ile hürriyetinden yoksun kılmak suçunu işlediği vicdani kanaatine varılmıştır." Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 12/11/2013 tarihli kararıyla onanmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5200
Başvuru, gerekçeli karar hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, kamu görevinden çıkarılmaya karar verilmesi nedeniyle anayasal hakların ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 15 Temmuz 2016 gecesi Türk Silahlı Kuvvetleri içinde örgütlenmiş bir grup tarafından darbe girişiminde bulunulmuştur. Bu kapsamda devletin yetkili organları tarafından tehdit değerlendirmesi yapılarak başta Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) olmak üzere demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine, millî güvenliğe yönelik tehdit oluşturan tüm terör örgütlerine ve illegal yapılanmalara karşı tedbirler alınması kararlaştırılmıştır. Anılan tedbirler kapsamında olağanüstü hâl ilan edilmiş ve birçok olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesi çıkarılmıştır. Bu kapsamda Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunca 15/8/2016 tarihinde kararlaştırılan 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname (KHK) 1/9/2016 tarihli ve 29818 (Mükerrer) sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Anılan KHK ile ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hâl kapsamında, kamu personeline ilişkin bazı tedbirlerin alınması amaçlanmıştır. 672 sayılı KHK'nın maddesinde; terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca (MGK) karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen ve anılan KHK'ya ekli listelerde yer alan kişilerin başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın kamu görevinden çıkarıldığı belirtilmiştir. Başvurucu, Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde maarif müfettişi iken 672 sayılı KHK ile kamu görevinden çıkarılmıştır. Başvurucu 9/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru yapılması sonrasında Cumhurbaşkanı'nın başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunca 2/1/2017 tarihinde kararlaştırılan 685 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, 23/1/2017 tarihli ve 29957 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 685 sayılı KHK'nın maddesiyle olağanüstü hâl kapsamında tesis edilen işlemlere ilişkin başvuruları değerlendirmek ve karara bağlamak üzere Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu (Komisyon) kurulmuştur. Anılan KHK'nın maddesinde, Komisyonun olağanüstü hâl kapsamında doğrudan kanun hükmünde kararnameler ile "kamu görevinden, meslekten veya görev yapılan teşkilattan çıkarma ya da ilişiğin kesilmesi"ne ilişkin olarak tesis edilen işlemler hakkındaki başvuruları değerlendirip karar vereceği belirtilmiştir. Başbakanlık tarafından yapılan duyuruda Komisyona başvuruların 17/7/2017 tarihinde başlayacağı ilan edilmiştir. İlgili ulusal hukuk için bkz. Remziye Duman, B. No: 2016/25923, 20/7/2017,§§ 16-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/15774
Başvuru, kamu görevinden çıkarılmaya karar verilmesi nedeniyle anayasal hakların ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; kamu makamlarınca gerekli önlemlerin alınmaması sonucu bir çocuğun sulama kanalına düşerek ölmesi ile olaya ilişkin tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının, tam yargı davasının makul sürede yürütülmemesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 29/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan, ayrıca Yerköy Cumhuriyet Başsavcılığından (Cumhuriyet Başsavcılığı) temin edilen bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Olayda vefat eden 5/11/1998 doğumlu Ş.İ. başvurucuların çocuğu ve kardeşi olup olay tarihinde 6 yaşındadır. Ş.İ. Yozgat'ın Arifoğlu köyü yakınlarındaki tarlalarda çalışmak için mevsimlik işçi olarak gelen ailesinin sulama kanalı kenarına kurduğu çadırda yaşarken 6/7/2005 tarihinde sulama kanalına düşmesi sonucu boğularak vefat etmiştir.A. Ceza Soruşturması Süreci Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olayın Yerköy İlçe Jandarma Komutanlığınca (İlçe Jandarma Komutanlığı) saat 30 civarlarında haber verilmesiyle başlatılan soruşturma kapsamında olay günü gerçekleştirilen ölü muayenesinde kesin ölüm nedeninin suda boğulmaya bağlı asfiksi sonucu solunum ve dolaşım durması olduğu tespit edilerek klasik otopsi yapılmasına gerek görülmemiştir. İlçe Jandarma Komutanlığınca düzenlenen 6/7/2005 tarihli Olay Yeri Tespit Tutanağı'na göre Arifoğlu köyü yakınlarındaki tarlalarda geçici işçi olarak çalışmak üzere gelen ailenin diğer çadırlarla birlikte çadırını D-200 kara yolundan 100 metre içeriye kurduğu, çadırların 10 metre ilerisinden geçen sulama kanalının 2 metre genişliğinde 1 metre derinliğinde olduğu, çocuğun düştüğünü gören biri olmadığını, akıntıya kapılarak 500 metre kadar sürüklenen çocuğun cesedinin yakınları tarafından bulunduğu tespitlerine yer verilmiştir. Olay yerinin basit krokisi de çizilmiştir. Olaya dair beyanı alınan H.İ., çocuğun yeğeni olduğunu, Ş.İ.nin kayıp olduğunu anlamaları ve terliklerini sulama kanalının yakınında görmeleri üzerine kanala düşmüş olabileceğini düşünerek kanal etrafında yürüyerek Ş.İ.yi aramaya başladıklarını ve yaklaşık 1 km sonra çocuğun cesedini görerek sudan çıkardıklarını belirtmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 27/7/2005 tarihinde çocuğun annesi Mediha İzci'yi şüpheli olarak göstermiş ve anne hakkında babanın şikâyetçi olmaması ve annenin cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacak şekilde mağdur olması nedenleriyle tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu ölüme sebebiyet verme suçundan kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Karara itiraz edildiğine dair dosyada herhangi bir bilgi ve belgeye rastlanmamıştır.B. Tam Yargı Davası Süreci Başvurucular Salih ve Mediha İzci kendileri adına ve diğer başvurucular adına velayeten 3/10/2005 tarihinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına (Enerji Bakanlığı) başvurarak sulama kanalı çevresinde herhangi bir önlem alınmaması yüzünden kanala düşerek çocuklarının ölümüne sebebiyet verildiği iddiasıyla, olayda idarenin hizmet kusurunun ayrıca objektif sorumluluğunun olduğunu ileri sürerek 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat ödenmesi talebinde bulunmuşlardır. Enerji Bakanlığı tarafından 1/11/2005 tarihinde, Arifoğlu köyü yakınından geçen kanalın köy yerleşim merkezinin dışından geçtiği, tarla yollarında köprülerin, kanal boyunca palye yollarının mevcut olduğu ve tarla arazisinin kotundan yüksek olduğu, tazminat talebinde bulunan şahısların tarlalarda çalışmak üzere gelerek çadırlarını su ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kanal kıyısına kurdukları, bu durumda köy yerleşim merkezi dışında bulunan ve debisi 0,946 m3/sn olan bir kanalda çocuğun boğulmasının tamamen ebeveyniyle ilgili olduğu, kanalların yerleşim merkezinden geçtiğinde kapalı olarak inşa edildiği, örneğin Buruncuk Köyü merkezinin kapalı olarak yapıldığı belirtilmiş ve tazminat talebi reddedilmiştir. Bunun üzerine başvurucular Salih ve Mediha İzci kendileri adına ve diğer başvurucular adına velayeten 6/1/2006 tarihinde Kayseri İdare Mahkemesinde olayda hizmet kusuru bulunduğundan bahisle Enerji Bakanlığına karşı 000 TL'lik maddi ve manevi tazminat ödenmesi talepli tam yargı davası açmışlardır. Kayseri İdare Mahkemesi, Yozgat'ın yargı alanından çıkarılması nedeniyle 15/12/2006 tarihinde dosyayı yetkili Yozgat İdare Mahkemesine (İdare Mahkemesi) göndermiştir. Enerji Bakanlığı 26/4/2006 tarihinde Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün (DSİ) görev alanına giren bir husus olduğunu belirterek husumet itirazında bulunmuş ve olayda idarenin sorumluluğunun bulunmadığına yönelik cevaplarını da sunmuştur. İdare Mahkemesi 22/8/2007 tarihli ara kararıyla olayın gerçekleştiği sulama kanalının hangi kurumun sorumluluk alanında bulunduğunun sorularak bu hususa dair tüm bilgi ve belgelerin iletilmesini talep etmiştir. İdare Mahkemesi 7/12/2007 tarihli ara kararıyla Enerji Bakanlığının yanı sıra DSİ'nin de hasım mevkiine alınmasına ve dava dilekçesinin bu hasıma da tebliğine karar vermiştir. DSİ 8/1/2008 tarihli cevap dilekçesiyle, Yerköy ilçesi Deliceırmak Vadisi'ndeki arazilerin sulanması amacıyla inşa edilen kanalın debisinin 0,946 m3/sn olduğunu, kanal boyunca bakım ve onarım amacıyla palye yolları ve belli aralıklarla köprülerin mevcut olduğunu, kanalın genişliğinin 1,2 metre, yüksekliğinin ise 95 cm olduğunu, kanalın yerleşim yeri dışında bulunduğunu, yerleşim yerlerinden geçen kısımlarının kapalı olduğunu, kanalların tamamının kapalı olarak inşasının kanalların zamanla dolması ve tahrip olması nedeniyle iş makineleriyle bakım, onarım ve temizlik çalışması yapılması gereğinden teknik olarak mümkün olmadığını ancak yerleşim yerlerinde ve zorunlu görülen noktalarda kanalların kapalı olarak inşa edildiğini, olayda kusurun tedbirsiz ve dikkatsiz davranan ebeveyne ait olduğunu bildirmiştir. İdare Mahkemesi 13/6/2008 tarihli ara kararıyla Cumhuriyet Başsavcılığından incelemek üzere olayla ilgili soruşturma dosyasını istemiştir. İdare Mahkemesi 18/9/2008 tarihli ara kararıyla Enerji Bakanlığının hasım mevkiinden çıkarılarak gerçek hasmın DSİ olarak belirlenmesine karar vermiştir. İdare Mahkemesi 18/9/2008 tarihinde tazminat talebini olayda idarenin hizmet kusuru bulunmadığı gerekçesiyle reddetmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:" ...7-8 yaşlarında olan [Ş.İ.nin] kanala düştüğü yerin meskun mahal dışında olduğu, etrafında herhangi bir yerleşim yerinin bulunmadığı, davalı idarenin gördüğü yatırımların boyutu ve maliyeti ile teknik özellikleri dikkate alındığında yerleşim alanları dışında sulama kanalının üzerinin kapatılmasının davalı idereden beklenmesinin objektif iyi niyet kurallarına aykırı olduğu, öte yandan davacının ailesinin sulama kanalına çok yakın bir yerde çadır kurarak konakladığı ve müteveffanın 7-8 yaşlarında bir çocuk olması nedeniyle velayeti altındakilerin bakım ve gözetim sorumluluğu bulunduğu hususları birlikte değerlendirildiğinde, davalı idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı sonucuna varılmıştır." Karar, Danıştay Onuncu Dairesinin (Daire) 28/5/2013 tarihli kararıyla onanmış; başvurucuların karar düzeltme talebi de Dairenin 11/3/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar, başvuruculara 4/5/2015 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucular 29/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir." 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Ana ve baba, çocuğun bakım ve eğitimi konusunda onun menfaatini göz önünde tutarak gerekli kararları alır ve uygularlar." İlgili Yargı Kararları Danıştay Dairesinin 13/3/2018 tarihli ve E.2016/12593, K.2018/1049 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Van ili, Edremit ilçesi, Çiçekli Mahallesi'nden geçmekte olan ve davalı idarelerin sorumluluğunda bulunduğu ileri sürülen sulama kanalına düşmesi sonucu boğularak hayatını kaybetmesi nedeniyle uğranıldığı iddia edilen zararın tazmini için [açılan davada] ... davacılar yakınının hayatını kaybetmesine neden olan sulama kanalının davalı Edremit Belediyesi mücavir alan sınırları içerisinde ve meskun mahalde olduğu, yerleşim yerlerinin yakınından geçtiği anlaşılmaktadır. Bu durumda sulama kanalının bakım ve işletilmesinden sorumlu olan davalı idarelerin sözü edilen Kanun hükümleriuyarınca üçüncü şahısların zarar görmemesi için kanal etrafında zararı önleyici ve zarardan koruyucu tedbirleri almaması nedeniyle hizmethizmet kusuruna sebebiyet verdikleri açıktır. Bununla bereber olay tarihinde henüz 8 yaşında olan müteveffanın bakımve gözetim yükümlülüğünü yerine getirmeyen davacı annenin de olayda müterafik kusuru olduğu tartışmasızdır..." Danıştay Dairesinin 10/4/2017 tarihli ve E.2014/1363, K.2017/1900 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...mütevaffa [S.B.nin],kanala düştüğü yerin meskun mahal dışında olduğu, etrafında herhangi bir yerleşim yerinin bulunmadığı, davalı idarenin gördüğü yatırımların boyutu ve maliyeti ile teknik özellikleri dikkate alındığında yerleşim alanları dışında sulama kanalının üzerinin kapatılmasının davalı idareden beklenmesinin objektif iyi niyet kurallarına aykırı olduğu ...davalı idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddi ... [yönündeki] [t]emyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olup..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygı yükümlülüğü" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar" Sözleşme'nin "Yaşam hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:" Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında Sözleşme'nin maddesinin ilk cümlesinin devletlerin yalnızca kasti ve hukuka aykırı ölüme sebebiyet vermekten kaçınmasını değil aynı zamanda kendi egemenlik yetkileri içinde bulunan kişilerin yaşamlarını korumak için gerekli tedbirleri almalarına dair devletlere pozitif yükümlülük yüklediği de hatırlatılmaktadır (B/İngiltere, B. No: 23413/94, 9/6/1998, § 36). AİHM’e göre Sözleşme’nin maddesi, devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının bulunduğu durumlarda devlete elindeki tüm imkânları kullanarak yaşama hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak yeterli yargısal veya diğer tedbirleri alma görevi yüklemektedir (Osman/İngiltere [BD], B. No: 23452/94,28/10/1998, § 115; Paul ve Audrey Edwards/İngiltere, B. No: 46477/99, 14/3/2002, § 54). AİHM, bu yükümlülüğün -kamusal olsun veya olmasın- yaşama hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından da geçerli olduğu kanaatindedir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99,30/11/ 2004, § 71). AİHM, Ciechonska/Polonya (B. No: 19776/04, 14/6/2011, § 67)kararında devletin yaşama hakkını güvence altına alma görevinin kamuya açık alanlarda bireylerin güvenliğini sağlamaya yönelik makul tedbirler almayı ve ciddi bir yaralanma ya da ölüm olayının yaşanması durumunda olayların tespit edilmesi, hatalı kişilerin sorumlu tutulması ve mağdura uygun telafinin sağlanması bakımından yeterli nitelikteki yasal yolların mevcut olduğunu güvence altına alan etkili ve bağımsız bir adli sisteme sahip olmayı kapsadığını kaydetmiştir. Ancak AİHM'e göre Sözleşme’nin maddesikapsamında, yetkililerin pozitif yükümlülükleri mutlak/koşulsuz değildir. Yaşama yönelik varsayılan her tehdit, yetkilileri riski önlemek için özel önlemler almaya zorlamaz. Özel önlemler alma yönünde bir görev, sadece yetkililerin yaşama yönelik gerçek ve yakın bir riskin bulunduğunu bildikleri ya da bilmeleri gerektiği ve yetkililerin durum üzerinde belirli derecede hâkimiyetlerinin bulunduğu hâllerde ortaya çıkar (Finogenov ve diğerleri/Rusya, B. No: 18299/03, 27311/03,20/12/ 2011, § 209). Diğer taraftan söz konusu pozitif yükümlülük; modern toplumların güvenliğini sağlamadaki zorluklar, insan davranışlarının öngörülemezliği ve belirli bir faaliyete ilişkin tercihlerin önceliklere ve kaynaklara göre yapılması gerektiği akılda tutularak yetkililere imkânsız veya aşırı bir sorumluluk yüklemeyecek şekilde yorumlanmalıdır (Finogenov ve diğerleri,§ 209; Makaratzis/Yunanistan [BD], B. No: 50385/99, 20/12/2004, § 69).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/9364
Başvuru, kamu makamlarınca gerekli önlemlerin alınmaması sonucu bir çocuğun sulama kanalına düşerek ölmesi ile olaya ilişkin tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının, tam yargı davasının makul sürede yürütülmemesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, Yargıtay üyeliği görevinden çekilmeye davet disiplin cezasına yapılan itirazın reddi sonrasında Yargıtay Başkanlar Kurulu kararı nedeniyle adil yargılanma ve çalışma hakları ile ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 17/7/2016 tarihli kararıyla başvurucunun da aralarında bulunduğu 133 Yargıtay üyesinin mevcut yetkilerinin kaldırılmasına, haklarında ceza soruşturması başlatılan -emekli olanlar da dâhil- 140 Yargıtay üyesinin fiillerinin soruşturulması için Yüksek Disiplin Kurulu oluşturulmasına karar verilmiştir. Başvurucu, hakkındaki nihai hükmü 24/9/2019 tarihinde öğrendikten sonra 23/10/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, haber konusu yapılmaması için isminin kamuya açık belgelerde gizlenmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/36335
Başvuru, Yargıtay üyeliği görevinden çekilmeye davet disiplin cezasına yapılan itirazın reddi sonrasında Yargıtay Başkanlar Kurulu kararı nedeniyle adil yargılanma ve çalışma hakları ile ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/51210
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların yakınları olan polis memuru Ömer Dilekçi'nin bir meslektaşı tarafından silahla vurularak öldürülmesi sebebiyle maddi ve manevi tazminat talebiyle 21/1/2008 tarihinde açtıkları davanın yargılaması devam etmektedir. Başvurucular, haklarındaki yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 7/6/2017 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bireysel başvuru sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür. Anayasa Mahkemesi, daha önceki kararında 6384 sayılı Kanun'un kapsamı, bu Kanun'a göre kurulan Tazminat Komisyonunun yapısı, çalışma esasları ve müracaat usulüne dayanak oluşturan mevzuata yer vermiştir (Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 11-14).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/25907
Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ülkeye kabul edilmeme işlemine karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle seyahat hürriyetinin ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Almanya'da ikamet eden ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkmakla ilgili mevzuat kapsamında mavi kart sahibi olduğunu beyan eden başvurucu, 31/5/2017 tarihinde yurda giriş yapmak isterken kamu düzeni ve güvenliği açısından sakıncalı görülenler kapsamında olduğu değerlendirilerek ülkesine geri gönderilmiştir. Başvurucu, ülkeye kabul edilmemesine ilişkin İstanbul Valiliğinin anılan işlemine karşı İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır.Mahkeme 30/1/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; idare tarafından yapılan profil çalışması neticesinde, Irak ve Suriye bölgesinde devam eden olaylara katılabileceği değerlendirilen başvurucunun yurda girişinin kamu düzeni veya kamu güvenliği açısından sakıncalı görüldüğü ifadelerine yer verilmiştir. Sonuç olarak devletin hükümranlık yetkisi kapsamında tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı vurgulanmıştır. Anılan karar istinaf denetiminden geçerek 16/5/2018 tarihinde kesinleşmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/22326
Başvuru, ülkeye kabul edilmeme işlemine karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle seyahat hürriyetinin ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, hükümlü ve tutuklu bilgi formunda yer alan "aktif örgüt üyesi" nitelendirmesinin kaldırılması için ceza infaz kurumu idaresine yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/8/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca kısmi kabul edilemezlik kararıyla başvurucunun masumiyet karinesine ilişkin iddiasının kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. OLAYLAR ve OLGULAR Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucu Hakkında Yapılan Ceza Yargılamasına İlişkin Süreç Başvurucu, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyeliğine ilişkin soruşturma kapsamında tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan ceza davası açılmıştır. Başvurucu, Bingöl Ağır Ceza Mahkemesinin 16/1/2018 tarihli kararıyla 8 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmıştır. Başvurucunun istinaf talebini Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 29/5/2019 tarihli kararıyla reddetmiştir. Bu kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 10/12/2020 tarihli kararıyla başvurucu hakkındaki hüküm düzeltilerek onanmış ve karar kesinleşmiştir.B. Bireysel Başvuruya İlişkin Süreç FETÖ/PDY üyesi olduğu iddiasıyla yargılandığı dava nedeniyle hükümözlü olarak ceza infaz kurumunda bulunduğu sırada başvurucu hakkında 5/2/2019 tarihli "Hükümlü ve Tutuklu Bilgi Formu" düzenlenmiştir. Bu formun "Örgütlü Suçlardan Yargılananların Bağlı Oldukları Örgüt Adı ve Konumları" başlıklı maddesinde başvurucuya ilişkin olarak "Sağ Terör Örgütü, FETÖ/PDY ve Aktif Örgüt Üyesi" ibareleri kullanılmıştır. Başvurucu verdiği dilekçeyle Bingöl M Tipi Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığından (İdare ve Gözlem Kurulu) hakkındaki aktif örgüt üyesi nitelendirmesinin kaldırılmasını talep etmiştir. Başvurucunun bu talebi İdare ve Gözlem Kurulunun 16/6/2020 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"Kurumumuza gerek tutuklu gerekse hükümlü olarak gelenlerin tutuklama müzekkeresi ve ilamları sisteme girilirken örgütteki konumu sisteme zorunlu girilmesi gerektiğinden, örgütteki konumu kısmında sistemde 'aktif örgüt üyesi, lider, sempatizan, tarafsız ve itirafçı' seçenekleri öne çıkmakta olup, hükümözlünün suç türünde ' Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma' ibaresi Bingöl Sulh Ceza Hakimliğinin 2016/131 Sorgu sayılı tutuklama müzekkeresinde belirtildiği, yine adı geçen Silahlı Terör Örgütüne Üye olmak suçundan ayrıca Bingöl Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/8 Esas sayılı kararı ile 8 Yıl 1 ay 15 gün Hapis Cezası aldığı anlaşıldığı, Hükümözlü kurumumuzda kaldığı süre içerisinde tarafsız veya örgüt ile alakasının olmadığına dair herhangi bir dilekçe vermediğinden tutuklama bilgileri girilirken mahkemeden almış olduğu cezanın da örgüt üyeliğinden olduğu dikkate alınarak konumuna uygun olan 'aktif örgüt üyesi' ibaresi seçilmiş olup, hükümözlünün tutuklu hükümlü bilgi formunda yazılan aktif örgüt üyesi ibaresinin kaldırılması yönündeki talebinin uygun olamayacağına..." Başvurucu, bu kararın kaldırılması talebiyle Bingöl İnfaz Hâkimliğine başvurmuştur. Başvurucunun talebi 2/7/2020 tarihli kararla reddedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"...idarenin infaz kurumuna gerek tutuklu gerekse hükümlü olarak gelenlerin tutuklama müzekkeresi ve ilamları sisteme girilirken örgütteki konumu sisteme zorunlu girilmesi gerektiği, örgütteki konumu kısmında ise sistemde kayıtlı olan 'aktiförgüt üyesi, lider, sempatizan, tarafsız ve itirafçı' seçeneklerinin bulunduğu, hükümözlünün suç türünde 'Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma' ibaresi bulunduğu gerekçesiyle bu ibarenin seçildiği, bu hususun uyap sisteminden kaynaklandığı idarenin herhangi bir kastının bulunmadığı..." Başvurucu, bu karara karşı Bingöl Ağır Ceza Mahkemesine itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazı 17/7/2020 tarihli kararla reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 22/7/2020 tarihinde öğrendikten sonra 4/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun;i. "İnfaz hâkimliklerinin görevleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: " İnfaz hâkimliklerinin görevleri şunlardır : Hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri, yerleştirilmeleri, barındırılmaları, ısıtılmaları ve giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak. Hükümlülerin cezalarının infazı, müşahedeye tâbi tutulmaları, açık cezaevlerine ayrılmaları, izin, sevk, nakil ve tahliyeleri; tutukluların sevk ve tahliyeleri gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak...."ii. “İnfaz hâkimliğine şikâyet ve usulü” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde hükümlü ve tutuklular hakkında yapılan işlemler veya bunlarla ilgili faaliyetlerin ya da Cumhuriyet savcısının ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin verdiği kararların kanun veya diğer mevzuat hükümlerine aykırı olduğu gerekçesiyle bu karar, işlem veya faaliyetlerin öğrenildiği tarihten itibaren onbeş gün, herhalde yapıldığı tarihten itibaren otuz gün içinde şikâyet yoluyla infaz hâkimliğine başvurulabilir...."iii. "İnfaz hâkimliğince şikâyet üzerine verilen kararlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Şikâyet başvurusu, 5 inci maddede yazılı sürenin geçmesinden sonra veya infaz hâkimliğinin görev ve yetki alanı dışında kalan bir işlem veya faaliyete karşı ya da başvuru hakkı olmayan kimselerce yapılmışsa infaz hâkimi, başvuru dilekçesini esasa girmeden reddeder; şikâyet başvurusu başka bir yargı merciinin görevi içerisinde ise o mercie gönderir.Şikâyet başvurusu üzerine infaz hâkimi, duruşma yapmaksızın dosya üzerinden bir hafta içinde karar verir; ancak, gerek gördüğünde karar vermeden önce şikâyet konusu işlem veya faaliyet hakkında re’sen araştırma yapabilir ve ilgililerden bilgi ve belge isteyebilir; ayrıca ceza infaz kurumu ve tutukevi ile ilgili Cumhuriyet savcısının da yazılı görüşünü alır.(...) İnfaz hâkimi, inceleme sonunda şikâyeti yerinde görmezse reddine; yerinde görürse, yapılan işlemin iptaline ya da faaliyetin durdurulmasına veya ertelenmesine karar verir.İnfaz hâkimi, bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde 1929 tarihli ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göre inceleme ve işlemlerini yürütür ve kararını verir.İnfaz hâkiminin kararlarına karşı şikâyetçi veya ilgili Cumhuriyet savcısı tarafından, tebliğden itibaren bir hafta içinde Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göre acele itiraz yoluna gidilebilir...." 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un:i. “Kuruma alınma ve kayıt işlemleri” kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Haklarında kesinleşmiş hapis cezasını içeren mahkûmiyet ve ödenmeyen adlî para cezalarının hapse çevrilmesine ilişkin karar bulunanlar, Cumhuriyet Başsavcılığının yazılı emriyle ceza infaz kurumuna gönderilirler. Üstleri ve eşyaları arandıktan sonra kabul odalarına konulur ve hekim muayenesinden sonra kuruma yerleştirme işlemleri yapılır. (2) Ceza infaz kurumuna alınan hükümlülerin adı ve soyadı, işledikleri suç, cezalarının türü ve süresi, mahkûmiyet ilâmının tarih ve numarası ve infaza başlandığı gün "hükümlü defteri"ne kayıt olunur. Bu defterdeki sıra numarası, hükümlünün numarasını oluşturur.(3) Tanıya yönelik olarak hükümlülerin parmak ve avuç içi izleri alınır, fotoğrafları çekilir, kan grupları, vücutlarının dış özellikleri ve ölçüleri belirlenir. Kayıt altına alınan söz konusu bilgiler hükümlünün kişisel dosyasında veya elektronik ortamda saklanır. Bu bilgiler, Kanunun zorunlu kıldığı hâller dışında hiçbir kurum ve kişiye verilemez."ii. "Hükümlülerin gözlem ve sınıflandırılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hükümlülerin gözlem ve sınıflandırılması aşağıdaki esaslara göre yapılır:a) Hükümlülerin kişisel özellikleri, bedensel, aklî ve sağlık durumları, suç işlemeden önceki yaşamları, sosyal çevre ve ilişkileri, sanat ve meslek faaliyetleri, ahlâkî eğilimleri, suça bakış açıları, hükümlülük süreleri ve suç türleri belirlenerek, durumlarına uygun infaz kurumlarına ayrılmaları ve bunlara göre saptanacak infaz ve iyileştirme rejimi; gözlem, inceleme ve değerlendirme yöntemiyle çalışan gözlem ve sınıflandırma merkezlerinde veya kapalı ceza infaz kurumlarının bu hizmete ayrılan bölümlerinde yapılır. Hükümlüler, işledikleri suç tiplerine, gösterdikleri eğilimlere, tutum ve davranışları nedeniyle sıkı gözetim ve denetim altında bulundurulmaları gerekip gerekmediğine göre yüksek güvenlikli ceza infaz kurumlarına veya normal güvenlikli ceza infaz kurumlarına veya açık ceza infaz kurumlarına gönderilirler.b) Bu merkezlerde; mümkün olduğunca kriminoloji, penoloji, davranış bilimleri, adalet psikolojisi veya ceza hukuku alanında bilgi ve deneyime sahip yöneticiler, psikiyatri uzmanı, hekim, adlî tıp uzmanı, psikolog, pedagog, çocuk gelişimcisi, sosyal çalışmacı, psikolojik danışman, rehberlik uzmanı ve öğretmen gibi uzman görevliler ile diğer kurum görevlileri bulundurulur.c) Kadın, çocuk ve genç hükümlüler ile ilgili gözlem ve sınıflandırma, gerekli görülen yer veya bölgelerdeki ayrı gözlem ve sınıflandırma merkezlerinde veya bunların noksanlığı hâlinde kadın, çocuk ve kadın ve erkek gençlik kapalı ceza infaz kurumlarının bu hizmete ayrılan bölümlerinde yerine getirilir.d) Hükümlülerin gözlemleri, gözlem kurulunca kuruma kabul tarihinden başlayarak tek kişilik odalarda yapılır. Ancak kurumun tek kişilik odası bulunmaması veya kısıtlı sayıda olması durumunda tahsis edilmiş özel bölümlerinde de yapılabilir.e) Ağırlaştırılmış müebbet hapis ve müebbet hapis cezalarına veya iki yıldan fazla süreli hapis cezasına mahkûm olanlar, haklarında uygulanacak rejimi ve gönderilmeleri gereken infaz kurumunu ve bu maksatla kişisel ve sosyal özelliklerini belirlemek için Kanunda gösterilen esaslar uyarınca gözleme tâbi tutulurlar. Gözlem süresi altmış günü geçemez.f) Hükümlü; kişiliğine, sair hâllerine, suçun işlenmesindeki özelliklere göre gerektiğinde gözleme tâbi tutulmayabilir.g) Gözlem sonunda, gözlem merkezi hükümlüye ait dosyayı görüşü ile birlikte Adalet Bakanlığına gönderir. Gözlem sonucuna göre hükümlünün gönderileceği infaz kurumu Bakanlıkça belirlenir. (Ek cümle: 25/5/2005-5351/2 md.) Ancak, yapılan gözlem ve sınıflandırma sonunda idare ve gözlem kurulunca aynı ceza infaz kurumunda veya o yer Cumhuriyet Başsavcılığına bağlı diğer ceza infaz kurumlarında kalması uygun bulunan hükümlülerin dosyaları Bakanlığa gönderilmez ve cezalarının infazına, bulundukları veya Cumhuriyet Başsavcılığınca gönderilecekleri bağlı ceza infaz kurumlarında devam olunur. (2) (Mülga: 2/7/2018-KHK/700/160 md.) (3) Kısa süreli hapis cezaları, Kanunda gösterilen esaslara göre infaz olunur. (Mülga ikinci cümle: 25/5/2005-5351/2 md.)"iii. "Hükümlülerin gruplandırılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hükümlüler;a) İlk defa suç işleyenler, mükerrirler, itiyadî suçlular veya suç işlemeyi meslek edinenler,b) Aklî ve bedensel durumları nedeniyle veya yaşları itibarıyla özel bir infaz rejimine tâbi tutulması gerekenler,c) Tehlike hâli taşıyanlar,d) Terör suçluları,e) Suç örgütlerine veya çıkar amaçlı suç örgütlerine mensup olan suçlular,gibi gruplara ayrılırlar. (2) Hükümlüler ayrıca yaşları, hükümlülük süreleri ve suç türleri itibarıyla da gruplandırılırlar."iv. "Tutukluların yükümlülükleri" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"(1) Bu Kanunun; yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları, hapis cezasının infazının hastalık nedeni ile ertelenmesi, kuruma alınma ve kayıt işlemleri, hükümlüler ile yakınları ve ilgililerin bilgilendirilmesi, cezayı çekme, güvenlik ve iyileştirme programına ve sağlığın korunması kurallarına uyma, bina ve eşyaların korunması, kapıların açılmaması ve temasın önlenmesi, oda ve eklentilerinde bulundurulabilecek kişisel eşyalar, arama, disiplin cezalarının niteliği ve uygulanma koşulları, kınama, bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma, ücret karşılığı çalışılan işten yoksun bırakma, haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama, ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma, hücreye koyma, çocuk hükümlüler hakkında uygulanabilecek disiplin tedbirleri ve cezaları, disiplin soruşturması, disiplin cezasını gerektiren eylemlerin tekrarı, disiplin cezalarının infazı ve kaldırılması, yönetim tarafından alınabilecek tedbirler, zorlayıcı araçların kullanılması, ödüllendirme, şikâyet ve itiraz, nakiller, disiplin nedeniyle nakil, zorunlu nedenlerle nakil, hastalık nedeniyle nakil, nakillerde alınacak tedbirler, avukat ve noterle görüşme hakkı, kültür ve sanat etkinliklerine katılma, ifade özgürlüğü, kütüphaneden yararlanma, süreli veya süresiz yayınlardan yararlanma hakkı, telefonla haberleşme hakkı, radyo, televizyon yayınları ile internet olanaklarından yararlanma hakkı, mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı, bu Kanunda sayılan günlerde dışarıdan gönderilen hediyeyi kabul etme hakkı, din ve vicdan özgürlüğü, muayene ve tedavi istekleri, hükümlülerin beslenmesi, iyileştirme programlarının belirlenmesi, hükümlülerin sayısı ve uygulanacak güvenlik tedbirleri, eğitim programları, öğretimden yararlanma, muayene ve tedavileri, sağlık denetimi, hastaneye sevk, infazı engelleyecek hastalık hâli, kendilerine verilen yiyecek ve içecekleri reddetmeleri, ziyaret, yabancı hükümlüleri ziyaret, ziyaret ve görüşlerde uygulanacak esaslar, beden eğitimi, kütüphane ve kurslardan yararlanma konularında 9, 16, 21, 22, 26 ilâ 28, 34 ilâ 53, 55 ilâ 62, 65 ilâ 76 ve 78 ila 88 inci maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir." 29/3/2020 tarihli ve 31083 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmelik'in;i. "Kuruma yerleştirme" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hükümlülerin kuruma yerleştirilmesi, 5275 sayılı Kanunun 24 üncü maddesinde belirtilen gruplandırmalara uygun olarak yapılır. Bu yerleştirmede aşağıda sayılan ilkeler uygulanır:a) Hükümlü kadın ve erkekler, mümkün olduğu kadar ayrı kurumlarda bulundurulur. Aynı kurumda barındırılmaları zorunlu ise kadın ve erkeklere ait bölümler birbirlerinden tamamen ayrılır.b) Hükümlü çocuklar ve gençler öncelikli olarak kendilerine ait kurumlarda, mümkün olmadığı takdirde diğerlerinden tamamen ayrı bölümlerde barındırılır.c) Hükümlüler, tutuklulardan ayrı kurumlarda veya tamamen ayrı bölümlerde bulundurulur.ç) Genel kolluk hizmetlerinde veya diğer kamu görevlerinde çalışmış hükümlüler, kurumların ayrı bir bölümünde barındırılır.d) Cinsel yönelimi farklı hükümlülerin diğerlerinden ayrı odalarda kalmaları sağlanır. (2) Hükümlüler idare tarafından hazırlanan ve koridordaki oda kapılarının yanına asılan resimli yatma planına uygun olarak yerleştirilir."ii. "Tutuklulara uygulanacak hükümler ve yükümlülükleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" (1) 5275 sayılı Kanunun 116 ncı maddesinde tutuklular bakımından da uygulanacağı belirtilen hükümlere karşılık gelen bu Yönetmelik hükümleri ile tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olan diğer hükümler tutuklular hakkında da uygulanır." 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan, başvuruya konu yargılama mercii kararlarının verildiği tarihte yürürlükte olan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün;i. "İdare ve gözlem kurulunun görev ve yetkileri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) İdare ve gözlem kurulu aşağıda sayılan işleri yapmakla görevli ve yetkilidir;a) Hükümlülerin suç türlerini belirleyerek, durumlarına uygun kurumlara ayrılmaları ve bunlara uygun olacak infaz ve iyileştirme rejimini saptamak,b) Hükümlülerin kurumlara kabullerinden sonra kalacakları odaları belirlemek,c) Kurumlarda kalmakta olan hükümlüleri gruplandırmak,,d) Hükümlülerin kalmakta oldukları odaları değiştirmek,e) Hükümlülerin bireysel olarak, psiko-sosyal yardım servisince hazırlanan iyileştirme programlarına uyumunu ve sonuçlarını değerlendirmek,f) İyileştirme programları kapsamında spor alanları, çok amaçlı salon, kütüphane ve iş atölyelerinden yararlanma gibi faaliyetlere katılabilecek durumdaki hükümlüler ile kurumun iç hizmetlerinde çalıştırılacak hükümlülerin belirlenmesi ile ilgili karar almak,g) Tehlikeli hâli bulunan ya da örgüt mensubu olan hükümlülerle ilgili olarak, telefon görüşmeleri ile radyo, televizyon yayınları ve internet olanaklarından yararlanma hakkının kısıtlanmasına karar vermek, h) Açık kurumlar ile eğitimevlerinde bulunan hükümlülerin kurum dışındaki eğitim, ağaçlandırma, çevre düzenlemesi ve temizliği, doğal afet sonrası yardım, tiyatro çalışmaları gibi sosyal, kültürel ve sportif etkinliklere katılacak hükümlülerin kurum dışına çıkabilmeleri için karar almak,ı) Açık kurumlarda ve eğitimevlerinde kalan hükümlülerin, oda ve eklentilerinde bulundurabilecekleri eşyaların cinsleri ve miktarlarını belirlemek,j) Koşullu salıvermeye ve uygulanacak infaz rejimine esas teşkil edecek iyi hâl kararını almak,k) Mevzuatla verilen diğer görevleri yerine getirmek.(2) İdare ve gözlem kurulu yukarıda sayılan görevlerini yerine getirirken diğer kurulların önerilerini de dikkate alır.(3) İdare ve gözlem kurulunun (b) ilâ (ı) bentlerinde sayılan görevleriyle ilgili olarak aldığı kararlarla diğer kurulların kararları arasında uyumsuzluk bulunması durumunda, psiko-sosyal yardım servisinde çalışan personelin görüşü de alındıktan sonra, idare ve gözlem kurulu tarafından verilecek karar uygulanır."ii. "Kuruma yerleştirme" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" (1) Hükümlülerin kuruma yerleştirilmesi, 5275 sayılı Kanunun 24 üncü maddesinde belirtilen gruplandırmalara uygun olarak yapılır. Bu yerleştirmede aşağıda sayılan ilkeler uygulanır:a) Hükümlü kadın ve erkekler, mümkün olduğu kadar ayrı kurumlarda bulundurulur. Aynı kurumda barındırılmaları zorunlu ise, kadın ve erkeklere ait bölümler birbirlerinden tamamen ayrılır,b) Hükümlü çocuklar ve gençler öncelikli olarak kendilerine ait kurumlarda, mümkün olmadığı takdirde diğerlerinden tamamen ayrı bölümlerde barındırılır,c) Hükümlüler, tutuklulardan ayrı kurumlarda veya tamamen ayrı bölümlerde bulundurulur,d) Genel kolluk hizmetlerinde veya diğer kamu görevlerinde çalışmış hükümlüler, kurumların ayrı bir bölümünde barındırılır,e) Cinsel yönelimi farklı hükümlülerin diğerlerinden ayrı odalarda kalmaları sağlanır."iii. "Tutuklulara uygulanacak hükümler ve yükümlülükleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Tüzüğün; 1, 4, 6, 9 ilâ 14, 22, 24 ilâ 27, 29 ilâ 31, 40 ilâ 46, 67 ilâ 73, 75 ilâ 96, 99 ilâ 108, 110 ilâ 117, 119 ilâ 132, 143 ilâ 171, 174, 176 ilâ 179, 185, 188, 189 uncu maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir." 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Gözlem ve Sınıflandırma Merkezleri Yönetmeliği'nin;i. "Gözlem ve sınıflandırma merkezlerinin görev ve yetkileri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Gözlem ve sınıflandırma merkezi, ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis veya iki yıldan fazla süreli hapis cezasına mahkum olan hükümlülerin kişisel özellikleri, bedensel, aklî ve sağlık durumları, suç işlemeden önceki yaşamları, sosyal çevre ve ilişkileri, sanat ve meslek faaliyetleri, ahlâkî eğilimleri, suça bakış açıları, hükümlülük süreleri ve suç türleri belirlenerek, durumlarına uygun infaz kurumlarına ayrılmaları ve bunlara göre saptanacak infaz ve iyileştirme rejiminin uygulanmasını; işledikleri suç tiplerine, gösterdikleri eğilimlere, tutum ve davranışları nedeniyle sıkı gözetim ve denetim altında bulundurulmaları gerekip gerekmediğine göre yüksek güvenlikli ceza infaz kurumlarına veya normal güvenlikli ceza infaz kurumlarına veya açık ceza infaz kurumlarına gönderilmelerini sağlamakla görevli ve yetkilidir.Gözlem ve sınıflandırma merkezlerinde, yargısal, sosyal, tıbbi, kriminolojik, psiko-teknik, psikiyatri ve ceza hukuku bakımından veya gerekli görülecek konularda her türlü inceleme yapılır."ii. "İdare ve gözlem kurulu" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"İdare ve gözlem kurulu; kurum müdürünün başkanlığında, gözlem ve sınıflandırmadan sorumlu ikinci müdür, idare memuru, tabip, psikolog, psikiyatr, sosyal çalışmacı, öğretmen, infaz ve koruma başmemuru ile teknik personel arasından seçilen bir görevliden oluşur. Ayrıca, ceza infaz kurumunda bulunması halinde, eğitim uzmanı veya eğitim rehberi de kurula üye olarak katılır.İdare ve gözlem kurulunun oluşturulmasına imkân bulunmayan ceza infaz kurumlarında, bu kurul o yer Cumhuriyet başsavcısının başkanlığında idare memuru, hükümet tabibi, öğretmen, infaz ve koruma başmemuru ile infaz ve koruma memurundan oluşur.Yukarıdaki fıkralarda sayılan personelin tamamının veya bir kısmının ceza infaz kurumunda bulunmaması halinde, kurul; mevcut olanlarla oluşturulur.İdare ve gözlem kurulu, gözlem ve sınıflandırma merkezlerinin görev ve yetkilerini kullanır."iii. "İdare ve gözlem kurulunun görevleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"İdare ve gözlem kurulu, gözlem ve sınıflandırma merkezlerinde veya Bakanlıkça gözlem ve sınıflandırma merkezi olarak ayrılan ceza infaz kurumlarında, kanun ve tüzükle verilen diğer görevlerinin yanında, gözlem ve sınıflandırmayla ilgiliolarak sadece aşağıda sayılan görevleri yapar:a) Hükümlülerin suç türlerini belirlemek,b) Hükümlüleri gruplandırmak,c) Durumlarına uygun infaz kurumlarına ayrılmalarına karar vermek,d) Uygulanacak infaz ve iyileştirme rejimini saptamak."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin iki unsuru bulunduğunu kabul etmekte; ilk unsurun kişiye ceza gerektiren bir suç isnadında bulunulmasından ceza yargılamasının sonuçlanmasına kadar geçen süreci kapsadığını, ikinci unsurun ise ceza yargılaması mahkûmiyetten başka bir şekilde sonuçlandığı zaman devreye girdiğini ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suç ile ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Öte yandan AİHM ceza yargılamasının devam ettiği sürece ilişkin ilk unsurun kapsamının sadece ceza yargılamalarının adilliğini temin etmek adına usule ilişkin bir güvence olmakla sınırlı olmadığını, bu ilkenin kapsamının daha geniş olduğunu belirtmekte ve hiçbir devlet temsilcisinin kişinin suçluluğu bir mahkeme tarafından tespit edilmeden o kişinin suçlu olduğuna ilişkin bir ifadede bulunmamasını gerektirdiğini hatırlatmaktadır. Bu yönüyle AİHM, masumiyet karinesinin yalnızca ceza yargılamaları bağlamında değil ceza yargılamaları ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer davalarda ya da disiplin incelemelerinde de ihlalinin söz konusu olabileceğine dikkati çekmektedir (Kemal Coşkun/Türkiye, B. No: 45028/07, 28/3/2017, §§ 41, 43; Seven/Türkiye, B. No: 60392/08, 23/1/2018, § 43). AİHM, masumiyet karinesinin sadece bir yargıç ya da mahkeme tarafından değil başka kamu makamları tarafından da ihlal edilmesinin söz konusu olabileceğini açıklamıştır (Allenet de Ribemont/Fransa, B. No:15175/89, 10/2/1995, § 36).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/24390
Başvuru, hükümlü ve tutuklu bilgi formunda yer alan "aktif örgüt üyesi" nitelendirmesinin kaldırılması için ceza infaz kurumu idaresine yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1